Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

KEHKEŞAN: İnsan bir sanattir 1
KEHKEŞAN: İnsan bir sanattir 1
KEHKEŞAN: İnsan bir sanattir 1
Ebook264 pages3 hours

KEHKEŞAN: İnsan bir sanattir 1

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

İlahi bir sanat sergisi,
İnsan, Vicdan, Kur'an ve Kainat,
İnsanın emrinde, insana köle olmuş alem,
Bakışlarında saklı, fani bir lezzet olmuş hayat.
İnsan değerli bir pırlanta, insan eşsiz bir sanat,
Huzur iklimine götürüyor yüzündeki estetik,
İnsan bir ayna, insanda yansıyor hakikat.

Madde ile mana buluşuyor kalbde
Ney misali inliyor insan.
Ruh bir kuş olmuş beden kafesinde
Sır içinde sır, sır içine gizlenmiş düşman.
Aynada çetin bir savaş, aynada latif duygular,
Bir kandil olmuş, yanıyor insan.

LanguageTürkçe
PublisherYusuf Avcu
Release dateMar 7, 2013
ISBN9781301305292
KEHKEŞAN: İnsan bir sanattir 1
Author

Yusuf Avcu

1980 yılında Konya’nın Beyşehir ilçesinde dünyaya geldim.Toros Dağları'nın şirin kasabası Gencek'te ilk ve ortaokul eğitimimi, Derebucak’ta ise lise eğitimimi bitirdim.2001 yılında ise Akdeniz Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu’ndan mezun oldum.6 yıl beş yıldızlı otellerde farklı konumlarda ara yöneticilik yaptım. Askerlik vazifemi yaptıktan sonra Hollanda’ya taşındım. Turizm İşletmeciliği yanısıra Yüksek Ekonomi diploma denkliğini, Rabobank aracılığı ile uluslararası CEO ve üst yönetici derecesini aldım. Sosyal güvenlik, toplam kalite, hijyen ve sosyal uyum eğitimlerini de alarak yıllarca farklı şirket ve kurumlarda yönetici olarak çalıştım.2006 yılından itibaren; gazetecilik, yazarlık, fotoğrafçılık ve dijital medya kurslarının yanı sıra farklı sanat kurslarına da katıldım. Sanattan aldığım ilham ile yazmaya başladım.Festival, şenlik, konser, fuar, seminer ve tiyatro gibi onlarca sosyal faaliyet organize ederek; bizi biz yapan din, dil, kültür, sanat, tarih gibi değerlerimizi ayakta tutmaya çalıştım. Toplumsal problemlerin çözümüne yönelik stratejiler geliştirip ilgili kişilerle paylaşmaktan da geri durmadım çok şükür.Hobi olarak başladığım gazetecilik ve yazarlığın yanı sıra, halen turizm sektöründe işletme yöneticiliği yapıyorum. Sosyal ve kültürel araştırmalar yapıp projeler hazırlamaya da devam ediyorum.Yapmış olduğum yüzlerce haber ve yazmış olduğum birçok köşe yazısı, farklı gazetelerde mahlas isimlerle yayınlandı. Bana ise bir yabancı gibi okumak kaldı.Siz değerli okurlarımla Türkçe, İngilizce, Hollandaca ve Almanca dillerinde iletişim kurabilir, sizlerin paylaşımlarınızla var olan güzellikleri daha da çoğaltabiliriz.Çatlayan toprağın suya olan hasretini ve çatlaktan sızan suyun toprağa olan özlemini içinde taşıyan tüm yürekleri, aşağıdaki eserlerimi okumaya davet ediyorum.Haydi, hep birlikte hayallerimizi sanata dönüştürelim!YAYINLANMIŞ ESERLERİMDertlere DermanÇatlak Aynaİnsan Bir Sanattır 2İnsan Bir Sanattır 1Gencek - KençekArı Kalbi (Roman)

Read more from Yusuf Avcu

Related to KEHKEŞAN

Related ebooks

Related categories

Reviews for KEHKEŞAN

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    KEHKEŞAN - Yusuf Avcu

    GİRİŞ

    1.BÖLÜM

    Perspektif

    Her güzel güzelliğinin görünmesini ister

    Hayatın lezzet ve tadı, bakışlarındaki manada saklı

    Sanat insanın yüzünde…

    2.BÖLÜM

    İlahi Sanat Sergisi

    İlahi sanat sergisi: İnsan(s.a.v.),Vicdan, Kâinat ve Kur’an

    A-İnsan

    İnsan mı büyük evren mi?

    Kainatın en değerli pırlantası insan mı?

    İnsan, muhteşem bir sonsuzluk yolcusudur

    İnsan bir sanattır

    Estetik mi insan, insan mı estetik?

    Aynadaki sanat

    İmanla insan olduk, kainata sultan olduk!

    Herşeyi güzel yaratmış Mevla; ama insan en güzeli!

    O olmasaydı, olmazdı alem!

    Yeryüzünün halifesidir insan

    İnsana köle olmuş şu koca kainat

    Ney gibi inliyor insan

    Yüz kapılı saraydır insan

    Aynadaki savaş ve latif duygular

    Madde ile mananın buluşma yeri:Kalb

    Ruh bir kuş olmuş, beden kafesinde

    Akıl denilen tılsımlı anahtar

    Bazı insanlar zerrede boğulur, bazısında ise dünya boğulur

    Bir kandil olmuş yanıyor bedenim

    Bir nefis var, azılı mı azılı! Alnında Ben düşmanım yazılı!

    Mal canın yongasıdır

    Acz, fakr, şefkat, şükür ve tefekkür

    İki daire iki levha

    Kâinatın anahtarı var elimizde

    İnsanlığın iftihar tablosu

    B-Vicdan

    En hassas terazidir içimizdeki vicdan

    Binince hayal atına, çıkarsın rahmet katına

    Sözün doğruysa, rüyan da doğrudur

    İrade, bir eğilim ve eğilimdeki tasarruftur

    Bir değirmen gibidir zihnimiz

    Küçük bir fidan gibi yeşeriyor duygular

    İlahi nazargah!

    Herşey kayıt altında, zannetme ki sadece hafızada!

    Manevi eğitimle ortaya çıkan nurani olgu: Şuur

    Kalk ey insanoğlu!

    C-Kur’an

    Kur’an, Allah’ın kelamı ve eşsiz bir sanatıdır

    Kur’an, kâinatın tercümesidir

    Mukaddes bir kütüphanedir Kur’an

    Kur’an; hem zikirdir,hem fikirdir, hem ilimdir

    Kur’an; ruhlara olgunluk, akıllara istikamet, hayata saadet verir

    D-Kâinat

    Garip icadlarla dolmuş dünya

    Sanatçı kâinattaki sanattan ilham alır

    Kâinattaki sanat, Allah’ın varlığına ve birliğine delildir

    Kâinat, Allah’ın eşsiz bir eseridir

    Kâinat, mükemmel ve muazzam bir eczanedir

    Okunması gereken bir kitaptır kâinat

    GİRİŞ

    Sonsuzluğa giden yol

    Şu kainat içerisinde, acizlik ve fakirliğiyle nazenin bir çocuğa benzeyen her insan, Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum? sorularıyla mutlaka yüzleşmektedir. Aslında bu soruların doğru cevabını insanın nefsine kabullendirebilmesidir zor olan. Her birey arayış içerisindedir. Hem de bir ömür boyu. Kimisi yaklaşmak kimisi kaçmak ister gerçeklerden. Fakat kaçış yoktur ölümden. Zira her canlı gibi bizler de ölümü tadacağız. Ölüm, ölüm öncesi ve ölüm sonrası derken hayatın dünyadan ibaret olmadığını anlayacak ve bir sonsuzluk yolcusu olduğumuzun farkına varacağız. Hem de çok uzun ve geçilmesi zor engellerle dolu bir yolun yolcusu.

    İçimizdeki duygular; denizin ortasında büyük bir tufana yakalanmış, küçücük bir gemi gibi hissettirecek kendimizi. Her duygu farklı bir tarafa çektikçe farklı adacıklar belirecek ufkumuzda. İçimizdeki asi ve isyankar duyguları bastıracak, kalp isimli bir kaptanın nidası yankılanacak iç dünyamızda. Evirip çevirecek duygularımızı, bir halden başka bir hale sokacak her an her dakika. Çünkü; ilk fırsatta bizi yok etmek isteyen,nefs isimli bir düşman belirecek, her seferinde karşısında. Zira öfke ve şehvet gibi öyle güçlü silahları var ki, çölde susuz kalmış gibi serap görerek kurtuluşu hayal edeceğiz çaresiz. Güçsüz, takatsiz ve de aciz.

    Bu dünyada o kadar aciziz ki, kâinata halife olabilecek nitelikte yaratılmış olmamıza rağmen, bir zerreye bile hâkim değiliz. Ya yaratılış vazifemiz! Her tarafın düşmanlarla dolu olduğu bir yola çıktığımızı ne zaman fark edeceğiz. Sonsuz bir yolculuğa çıkanın sayısız düşmanı olurmuş. Diğer taraftan bu sonsuz ihtiyaçlar demek. Bu, bitmeyen ve bitmeyecek olan sonsuz ihtiyaçlarımdan dolayı çok fakiriz demek.

    İşte bu acizliğimizden, işte bu fakirliğimizden dolayı bize yardım gerek. Parçalardan bulamayınca yardımı, bütüne bakmalı insan. Çünkü, parçadan bütüne kâinattaki her eşyada, her varlıkta mükemmel bir sanat var. Kusursuz bir nizam ve intizam var her tarafımızda. Hepsi de şeye gücü yeten, var olan, bir olan, eşi ve benzeri bulunmayan bir ustanın yani Allah’ın eseri. Her şeyi sanatla yaratan ancak Allah’tır. İnsan O’nun eşsiz eseri, insan bir sanattır. Ve O’nun bir eseri olarak, sanatını tanımak, görmek ve göstermek gibi bir vazifemiz var. O’nun bir eseri olarak bakmaya çalışırsak her şeye; O’nu çok severiz, O’na yöneliriz bütün kalbimizle, dua ve ibadetle. O’nun şefkatine ve merhametine sığınırız. O’nun lütfettiği imanla aydınlanır dünyamız.

    Bizi yoktan var eden, içimizi dışımızı en güzel şekilde yaratan Allah’a karşı şükretmeliyiz, budur asıl vazifemiz. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir demiş büyüklerimiz. Kâinattaki fıtrat kanunlarına uyan, Allah’ın isimlerine ayna olan, bir kul olmamız gerek o zaman.

    Tefekkürle bakınca Allah’ın sanat eserlerine, aynı eserlere bakan başkalarını da görürüz şüphesiz. Hani derlerya; bakmak ile görmek arasında fark var, bakmak değil, baktığı yerde hikmet perdeleri görebilmek asıl olan. Ve doğru bir yol bulabilmektir kendimize. İçimizdeki duygu fırtınalarını dindirecek ve bizi güvenli bir limana götürecek bir yol…

    İşte bu kitapta; bu sonsuz yolculuğun sırlarından bir demet bulacaksınız. Okumayı öğreneceksiniz kainatı ve insandaki sanatı. Ve tefekkürle hakikate ulaştıran bir yol bulacaksınız içinizde. Kuralları Kur’an, kaynağı vicdan olan…

    O yol ki; İnsandaki sanatın yorumu…

    O yol ki; Acz, fakr, şevkat, şükür ve tefekkür yolu…

    1. BÖLÜM

    Perspektif

    Her güzel, güzelliğinin görünmesini ister

    Sırlarla doludur kâinat. İnsan da öyle. Mükemmel bir sanat eseridir hem kâinat hem de insan. Ve bir sanatkârı vardır. İlahi sanatın farklı desenleriyle süslenmiş manzaralarla dolu kâinat. Yalnızca sanatkârların değil, sıradan insanların bile sürekli ilgisini çekmiş. Asıl ilhamını kâinatta var olan ilahi sanattan alan sanatçılar, ilahi sanatla hep iç içe olmuşlar. O yüzden, ilahi bir dil olan kâinatın dilinden sanat adamları iyi anlar. Kâinatta gördükleri ve hayran kaldıkları kusursuz güzellik ve estetiği, onların sürekliliğini ve ilahi sanat değeri taşıyan varlıklarda kavradıkları hikmet pırıltılarını eserlerine konu ederek, bu güzellikleri başkalarına da anlatmaya çalışırlar.

    Sanat seçkin bir dildir. Onunla insan, kâinattaki tüm varlıklarla konuşur, derin manaları anlar, hikmetleri kavrar. Ve kâinatı tanıyarak algıladığı söylemleri edebiyat, şiir, şarkı, türkü, resim gibi daha birçok değişik sanat dalında ana tema yapar, konularında işler. Sanatçı için renkler bir dildir, çiçekler bir dildir, güneş bir dildir. Ağaç, ot, ateş, su, rüzgâr hep bir dil olur sanatçının gönlüne hitap eden. Bu dillerden en iyi anlayan sanatçılardır. Bülbül ile gülün arasındaki duygu seli kadar canlıdır, şair ile gülün arasındaki hisler. Fakat şair anlar ki; bir yüce Zat vardır gülü açtıran, bülbülü öttüren, şairi söyleten…

    Demek sanatın mükemmelliğinde, yani yaratılan her şeyde Yaratanın mükemmelliği görülür. Ve görmeyi de veren yüce yaratıcı, hem bizzat görür hem de verdiğini göreni görür. Mutlak iradesi, cemal ve kemalinin tecellisi ile mahlûkatı yaratan Zat-ı Zülcelal, böyle bir imtihan dilemiş ve bu imtihana insan ve cinleri seçmiştir. Her şeyi kusursuz yaratan Allah, imtihan şartlarını ve imtihan yerini de son derece kusursuz ve mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Kâinattaki ve kendindeki güzellikler ve mükemmel denge ile irkilen, nesnelere ve olaylara daha derinlemesine bakan, daha derin tefekkürlere dalan insan anlar ki; gördüğümüz tüm güzellikler, ilahi sanatın bizim bakış açımıza göre ifade ettiği değerlerdir.

    Herhangi bir güzellik ve mükemmellik sahibi olan birisi, elbette kendisindeki güzelliği ve güzel sıfatlarını göstermek ister. O güzellikleri muhteşem bir sanat eseri olarak yaratan Allah; sanatını sergilemek için seyir mekânları, sergi salonları hazırlamış. Bununla sanatının mükemmelliğini, zenginliğinin ihtişamını, kendi büyüklüğünü, sonsuz kudret ve ilmini insanlara göstermek istemekte, yani kendisini yarattığı kullarına tanıtmak istemektedir.

    Bir güzellik ve mükemmellik sahibi olan her insan, bu özelliğini yansıtma isteği duyar. İlahi sanattan aldığı dersler ve ilhamlar ile sanat eserleri ortaya koyar. Sonra bu eserleri, bazı sergi salonlarında izlenmek üzere seyircilere sunar. Mesela bir ressamın manevi bir değer olan resim yapma kabiliyeti, maddi bir aynaya yansımalı ki başkalarına gösterilebilsin. Ona göre yapılan resimler, manevi olan resim yeteneğinin maddeye yansımasıdır. Bu sanatın ve sanatçının olmazsa olmazıdır. Çünkü hem kendi sanatını bizzat kendisi izlemiş olur, hem de seyirciler ve başkalarının bakışı ile sanatını görmüş olur.

    "Allah yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır" (Nuh Suresi 19) ayeti bize gösteriyor ki, yalan dünya diye tabir edilen ve muhteşem bir sanatla dizayn edilen dünyamız, gerçek varlıkların numuneleri için bir sergi salonu hükmündedir. Allah’ın kemal ve cemalinin, yani güzelliklerinin ve güzel sıfatlarının izlenebilmesi amacıyla, numune ve gölgelerin yansıdığı bir aynadır dünya…

    Gerçek hazinelerinin numuneleri için bu dünyayı binbir çeşit sanatla halk eden Allah, elbette hakiki hazinelerini, hünerlerini, gerçek sanat eserlerini, kendi huzurunda daha muhteşem bir tarzda gösterecektir. Cennet gibi öyle sergi salonları açacak ki, akılları hayrette bırakacak. Ve bu şekilde hem kendisini sevdirecek, hem takdirleri toplayacak, hem de kendini tanıtmak ve cemalini göstermek için bu kâinatı antika sanatlarla süslendirecek…

    Hayatın lezzet ve tadı, bakışlarındaki manada saklı

    İnsan, fıtratının gereği olarak kalp ve aklında ne yerleşmiş ise o hükme göre hadiseleri yorumlayıp algılar. Mesela karamsar birisi her şeyi karamsar olarak okur ve anlar; hayatı da ona göre şekillenir. İyimser birisi ise her şeye iyimser bakar. Renkli gözlüklerin eşyayı renkli göstermesi gibi birşeydir bu. Güzel görmek bilinçli bir zihinle ilgilidir. Bilinçaltına düşen güzel görüntüler, sezgilerimizi, duygu, düşünce ve davranışlarımızı etkiler. Bu da hayat ile bağlantımızda yön verici bir etken olur. Maddeden manaya, manadan tekrar maddeye dönen bir etkidir söz konusu olan. Duyu organlarımızla bilincimize gelen her türlü bilgi, herhangi bir süzgeçten geçmeden doğrudan inanç, duygu ve düşünce gibi kalıcı hafızamıza işlenir. Sonraki zamanlarda bilinç bunu ihtiyaç duydukça kullanacaktır. Bilinçaltı toprak gibidir. Düşünceler de tohum. Bu yüzden ne ekersek onu biçeriz. Nasıl yaşarsak öyle ölür, nasıl ölürsek öyle diriliriz.

    Her şeyin iyi tarafını ve güzel çevresini görmek, yani imanlı bir iyimserliğe sahip olmak, güzel huy ve ahlakla meşru dairede yaşamak ve bundan ilahi bir haz duymak; akıl, kalp ve ruhun her zamanki durumu olmalıdır. Eğer insanın ruhu, aklı ve kalbi hakikat bilgisi ve iman ilmi ile dolu ise; en zor ve tehlikeli zamanlarda, en bunaltıcı ve sıkıcı anlarda bile insan iyimser olabilir. Ve bu iyimser bakıştan gelen enerji ile olaylara tekrar iyimser bir yön verebilir. Hayatın dağlar gibi üzerimize gelen hâdiselerinden iyimser olmakla kurtularak; yeniden bir diriliş, yeniden bir toparlanma ve şahlanma sağlanabilir. Niceleri vardır ki, hayatları dert ve çile ile geçmiş, maruz kaldığı zorluklara ve zulümlere rağmen hayata iyimser bakabilmişler ve ümitlerini asla yitirmemişlerdir.

    Diğer taraftan ruh, bu âleme göz penceresinden bakar. Eğer insan gözünü nefis hesabına çalıştırırsa, geçici ve devamsız bazı güzellikleri seyir ile nefsinin ve şehvetinin hizmetçisi olur. Eğer aynı gözü Allah için çalıştırsa, o zaman o göz; şu kâinat kitabının bir araştırmacısı, ilahi sanat eserlerinin hakiki bir seyircisi ve dünya bahçesindeki rahmet çiçeklerinin çalışkan bir arısı gibi olur. Kâinatı anlamsız ve tesadüften ibaret olarak görenler, her şeyden rahatsız olup azap ve sıkıntı çekerler. İnanan insan ise; her şeyin anlamlı, faydalı, hikmetlerle dolu ve Allah’ın tasarrufunda olduğunu bilir. Bunun için kâinattaki her şey kalbine sevimli ve huzurlu yansır. Bir gün Hz. İsa (a.s.) havarileri ile birlikte bir koyun leşinin yanından geçerler. Leşin dayanılmaz kokusundan havariler burunlarını tıkayıp yüzlerini buruştururlarken, Hz. İsa (a.s) onların dikkatini koyunun dişlerine çekerek: Aman ya Rabbi, şu hayvanın ne güzel, bembeyaz dişleri var der. Böyle bir hadiseden bile Allah’a açılan bir kapının olduğunu ve O’na işaret ettiğini gösterir.

    Yine bir gün Hz. Peygamber ashabıyla beraber yürürken yol kenarında bir köpek ölüsüne denk gelirler. Sahabelerden bazıları manzara karşısında Bu leş ne kadar da pis kokuyor demekten kendilerini alamazlar. Bu durum karşısında S.A.V. Efendimizin tepkisi ise hayli farklı olmuştur: Köpeğin ne güzel dişleri var!

    Allah’ın her işinde bir güzellik, estetik ve bir sanat olduğuna göre; o güzelliği göremeyenlerin zihninde beliren çirkinlik görüntüsü, o şahsın eksik ve yetersiz ilminden ve zayıf muhakemesinden kaynaklanır. Allah’ın yaratması, umum neticelere ve faydalara bakar. İnsan ise, her şeye kendi küçük penceresinden bakar ve elindeki küçük neticelere göre değerlendirir. Meselâ, içine elimizi soktuğumuzda elimizi yaktı diye ateşe bütünüyle zararlıdır diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. Biz onu şerli ve zararlı yapmışız. Biz onun genel neticelerine bakıp faydalı ve lüzumlu olduğuna hükmederiz. Zira elektrik, yağmur, rüzgar veya şeker, tuz gibi maddeler de böyledir.

    Kâinatın özü sevgi olduğundan, nesnelerde onu bize sevdirecek olan yönlerini görebilmek ve bu güzelliği doğrudan yaratana bağlamak büyük bir erdemdir. Kimileri bu dünyaya ilahi isimlere ayna olan bir mekân olarak bakar, kimileri de cennete tarla olarak görür. Kimileri de vardır ki, şehvet ve heveslerinin oyun alanı olarak görür. Bir Müslüman dünyanın ilk iki yönünü sever. Derinlemesine düşünür, ibadet ve tefekkür ile bu açıdan dünyayı değerlendirir. Helal dairede faydalanır ve zevk alır. Dünya sevgisinin tehlikeli olanı ise, şehvet ve heveslerine oyun alanı olarak görmektir. Peygamber Efendimiz, Sana safa (huzur ve sevinç) veren şeyi al, üzüntü ve keder veren şeyi de bırak buyurmuştur. Demek ki insan, daima kendisine huzur veren, moralini ve ümidini arttıran güzel şeylere bakmalı, güzel şeyleri düşünmeli, güzel şeyleri hayal etmelidir. Kendisine keder ve üzüntü veren, yese düşürüp moralini bozan, acı çektiren, kötü ve menfi şeylere bakmamalı; onlarla aklını, fikrini ve hayalini meşgul etmemelidir.

    En kötü şeyde bile mutlaka bir iyi taraf vardır. Mesela yarıya kadar su doldurulmuş bir bardak düşünün. İlk bakışta boş olan yarısını mı, yoksa dolu olan diğer yarısını mı görüyorsunuz? Dolu olan tarafı gören insan şükreder. Hadisenin hep iyi tarafını bulup ona bakmaya çalışır. Ve böyleleri, kötü şartlar altında dahi mutlu ve huzurlu olmanın anahtarını elde ederler. Sonra yemek duaları bile Bediüzzaman’ın ki gibi olur: Bize gösterdiğin numunelerin, gölgelerin asıllarını, menbalarını göster . Ve eşyanın gerçek hakikatin bir yansıması olduğunu fark ederek, eşya sahibine daha bir samimi yönelir. Çünkü bu konuma gelen insan fark eder ki, burada bir gölgenin başka bir gölgeyi doyurması söz konusudur. Rüyalarda da öyle değil midir? İnsan rüyasında yer, içer. Yediklerinden ve içtiklerinden tatmin olur, lezzet alır. Fakat uyandığı zaman aç olduğunu anlar ve gerçek gıdasını aramaya başlar.

    İnsanların birbirini sağcı, solcu, dindar, dinsiz gibi etiketlerle yaftalayarak farklı kutuplara gitmesinin temel nedeni; güzel görmemesi, güzel düşünmemesidir. Böyleleri hayatı bir birine zindan ederler. Karşısındaki hakkında güzel düşünseler, belki kendileri de daha güzel olacaklar. Belki daha güzel yerlere gelecekler. Belki daha başarılı olacaklar. Dünyayı birbirine zindan edenler, hem dünyanın fani olduğunun hem de herkese yetecek kadar geniş olduğunun güzel düşününce farkına varacaklar. İşte o zaman yaşamak yerine yaşatmak isteyecekler. Ve herkes hayatından lezzet alacak. Hem bu dünyada huzurlu olacak, hem de öbür tarafta kardeşine davacı olmadan sonsuz mutluluğu yakalayacak. Aslında asrımızın ihtiyacı olan proje nasıl güzel düşünürüm şeklinde olmalıdır.

    Bütün bunlardan tekrar anlarız ki, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır. Uğursuz ve çirkin bakan çirkin düşünür, çirkin düşünen de hayattan elem ve azap duyar. Dolayısı ile sürekli şikâyet eder ve isyankâr olur.

    Sanat

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1