Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Depresyon
Depresyon
Depresyon
Ebook280 pages3 hours

Depresyon

Rating: 5 out of 5 stars

5/5

()

Read preview

About this ebook

Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan, depresyon konusunda merak edilen tüm soruları yanıtlıyor. Kitapta, hastaların ve doktorların dilinden vaka örnekleriyle depresyonun sebepleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri ele alınıyor. Depresyondan kurtuluşta profesyonel tedavinin yanı sıra, kişinin düşünce sisteminin değiştirilmesinin de son derece önemli olduğunu vurgulayan yazar, sunduğu pratik çözümlerle depresyonu alt etme yollarını gösteriyor. Kitapta ayrıca, depresyonun zıddı diyebileceğimizi Manik hastalığı da vaka örnekleriyle ortaya konuyor.

Depresyonun belirtileri ve sebepleri
Maskeli depresyon ve distimi
Vaka örnekleri
Psikoterapi, antidepresanlar, elektroşok, manyetik uyarım ve diğer tedavi yöntemleri
Manik depresif hastalık ya da iki uçlu mizaç bozukluğu
Sinemada manik depresif hastalık
Ünlü manik depresifler
Depresyon ve kadın
Loğusalık depresyonu ve âdet öncesi gerginlik sendromu
Çocuk ve ergenlerde depresyon
Yaşlılarda depresyon
Depresyonla baş etme yolları
Ve depresyonda olup olmadığınızı gösteren anket ve ölçekler.

LanguageTürkçe
Release dateMar 28, 2011
ISBN9786051144467
Depresyon
Author

Oğuz Tan

1969 yılında İstanbul’da doğdu. 1994’te İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Kütahya’da pratisyen hekim olarak çalıştı. Psikiyatri ihtisasını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tamamladı. Tıp yayıncılığıyla uğraştı. Çeşitli bilimsel yayınlara imza atmasının yanı sıra çok sayıda tıbbi makale ve kitabın Türkçe’ye kazandırılmasına çevirmen ve editör olarak katkıda bulundu. Halen Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nde psikiyatri uzmanı olarak görev yapıyor. İngilizce biliyor. Bilim tarihi, edebiyat ve Türk Müziği’ne ilgi duyuyor. Evli ve iki çocuk babası.

Related to Depresyon

Related ebooks

Reviews for Depresyon

Rating: 5 out of 5 stars
5/5

2 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Depresyon - Oğuz Tan

    Mizaç Bozuklukları

    ‘Mizaç’ deyince, anadili Türkçe olan birinin aklına ‘huy’ veya ‘karakter’ gelir. Ancak psikiyatride huy veya karakterle ilgili sorunlar ‘kişilik bozuklukları’ başlığı altında incelenir. Mizaç dediğimizde biz ‘halet-i ruhiye’yi kast edeceğiz.

    Günümüzde mizaç kelimesinin yerini giderek ‘duygu durumu’ terimi almaktadır. Bu ifadenin güzel bir karşılık olduğu söylenebilir. Çünkü mizaç bozuklukları gerçekten de insanın duygularının bozulduğu, kendisini uzun süre çok kötü veya normalin üstünde iyi hissettiği hastalıklardır. ‘Duygu durumu’ terimi, İngilizcedeki ‘mood’ kelimesinin karşılığı olarak türetilmiştir.

    Mizaç bozuklukları başlığı altında iki hastalığı inceleyeceğiz:

    1-Depresyon

    2-Manik depresif hastalık (veya iki uçlu mizaç bozukluğu)

    Mizaç bozukluklarının en ünlüsü depresyondur. Depresyonun kelime anlamı ‘çökme’dir. Depresyon kelimesinin henüz günlük dile girmediği dönemlerde, halk arasında onun yerine ‘ruhi buhran’ tabiri kullanılıyordu. 1929 senesinde ABD’den başlayıp tüm dünyaya yayılan meşhur ekonomik buhrana da ‘büyük çöküntü’ anlamında ‘Great Depression’ denmişti.

    Depresyonun belli başlı belirtileri hayattan eskisi kadar zevk almama, isteksizlik, uykusuzluk, iştahsızlık, yorgunluk, unutkanlık ve cinsel ilgide azalmadır.

    Manik depresif hastalıkta (veya iki uçlu mizaç bozukluğunda) ise iki ayrı uç vardır: Hasta bazen depresyona girer, yani ruhi çöküntü yaşar; bazen de ‘mani’ dediğimiz aşırı neşe ve taşkınlık dönemine girer. Çökkünlükle taşkınlık arasındaki dönemlerde ise normaldir.

    Birinci Bölüm

    Depresyon nedir?

    Ağır bir depresyon hastası: Ömer

    Ömer 48 yaşındaydı. Muayenehaneme sedyeyle getirilmişti.

    İlk dikkat çeken özelliği, son derece zayıf olmasıydı. 1.70 boylarındaydı, ama 40 kilo bile yoktu. Kemikleri derisine yapışmıştı adeta.

    Bırakın ayağa kalkmayı, kolunu bile kıpırdatamıyordu. Başını da kaldıramıyor, hatta sağdan sola, soldan sağa çeviremiyordu. Bazen göz kapaklarını açıyordu, ama kimseyle göz göze gelemiyordu. Gözlerinin feri sönmüştü.

    Konuşamıyordu da. Ağzından çıkan tek şey, nefes alıp verirken duyulan sesti.

    Karşımda adeta yatağa çakılmış, eriyip bitmiş bir hasta vardı.

    Ömer, Sivas’ın bir köyünde bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak doğmuştu. Henüz 16 yaşına gelmeden evlenmiş, evlendikten iki yıl sonra karısını karnında çocuğuyla köyde bırakarak Almanya’ya gitmiş ve 25 yıl gurbette işçi olarak çalışmıştı. Beş altı yıl önce de çalışmayı bırakmış, Vatanı özledim diyerek İstanbul’da hemşerilerinin bolca bulunduğu bir mahalleye yerleşmişti. Altı çocuğundan bazıları Türkiye’de, bazıları Almanya’daydı.

    Sağlıklı ve mutlu bir hayat sürüyordu. Gurbette yıllar yılı döktüğü alın teri neticesinde maddi durumunu düzeltmişti. Torunlarıyla şakalaşıyor, beş vakit namaza camiye gidiyor, arkadaşlarıyla kahvede oturup sohbet ediyor, yaz aylarını köyünde geçiriyordu.

    Üç ay önce durgunlaşmaya başlamıştı. Keyifsizdi. İştahı azalmıştı. Zayıflıyordu. Az konuşur olmuştu. Vaktini daha çok yatarak geçiriyordu. Cemaati hiç kaçırmazken, artık bazı vakit namazlarını evde kılıyordu. Camiye veya kahveye gittiğinde ise nefes nefese kalıyordu. Ailesi Neyin var? diye sorduğu zaman Midem ağrıyor cevabını veriyordu.

    Mide ağrısı için bir dâhiliye uzmanına gitti. Doktor bir şeyi olmadığını söyledi. Sindirim sisteminin rahat çalışmasını sağlayacak bazı ilaçlar yazdı. Şikâyetler geçmeyince, midesine hortum soktu, yine bir hastalık belirtisi göremedi. Bağırsaklar, karaciğer, pankreas, safra kesesi… Hepsi sağlamdı.

    Ömer giderek zayıflayıp bitkin düşüyordu. Evden hiç çıkamıyordu artık. Camiye gidemediği gibi evde dahi namaz kılamıyordu. Nefesi tuvalete gitmeye bile zar zor yetiyordu. Geceleri uyuyamıyor, oflayıp pufluyor, Soluk alamıyorum diyerek karısına camları açtırıyordu.

    Ailesi Akciğerlerinde bir hastalık olmasın düşüncesiyle bir göğüs hastalıkları uzmanına götürdü Ömer’i. Filmler çekildi, borulara nefes üflendi. Akciğerler sağlamdı. Soluk yetmezliğinin kalpten kaynaklanabileceği dikkate alınarak kalbi incelendi. Elektrolar, ekolar… Kalbi de iyiydi.

    Artık yataktan hiç çıkmaz olmuştu. Bazen idrarını bile altına kaçırıyordu. Bevliyeciye gidildi. Prostat, böbrek, mesane… Hepsi sağlam…

    80 kiloluk adam bir ayda 60 kiloya düşmüştü. Yediği yemek günde 8-10 kaşığı geçmiyordu. Her tarafının ağrıdığından yakınıyor, hatta ağrıdan ağlıyordu.

    Romatizmacılar, fizik tedaviciler, guatr testleri, kansızlık tetkikleri… Hiçbir hastalık yok!

    Ailesi Köy havası iyi gelir dedi, zaten yaz da yaklaşmıştı. Ömer’i alıp memleketine götürdüler. Fakat köyde iyice kötüleşti. Ağzına bir lokma yemek girmiyordu. Tuvalete gitmek için bile yataktan çıkmıyor, küçük abdestini de büyük abdestini de altına bırakıyordu. Kendisine sorulan sorulara cevap vermiyordu.

    Ömer’in hayatından ümidini kesen aile, onu İstanbul’a getirip bir hastaneye yatırdı. Hastanede Ömer’e serumlar takıldı, serumların içine vitaminler koyuldu. Ömer’in tedavisini üstlenen dâhiliye uzmanı, birkaç gün sonra Siz babanızı bir sinir doktoruna götürün dedi.

    İşte o gün Ömer’i ben gördüm. Depresyon teşhisi koyarak psikiyatri servisine yatırdım. Hemen elektroşok tedavisine başladık. İlaç bile yutmadığı için iğneler yapıyor, hayatını sürdürmesi için gerekli olan gıdayı serumların içinde damardan veriyorduk.

    Ömer, birinci haftanın sonunda, hemşirelerin gözlerine gülümsemeye çalışarak bakmaya başladı. İkinci hafta biterken, sorulara Evet, hayır, iyiyim… gibi tek kelimelik cevaplar veriyor, yatakta zor da olsa doğruluyor, kaşıkla ağzına beslenen çorbayı içiyordu. Üçüncü haftanın sonunda cümle kuruyor, çok sert olmayan gıdaları çiğneyebiliyor, tuvaleti geldiğinde görevlinin koluna girerek yürüyordu. Dördüncü hafta ise herkesle keyifli keyifli sohbet ediyor, rahatlıkla yürüyor ve her şeyi yiyordu.

    Bir ayda depresyonu tamamen düzelmiş, hayata dönmüştü. Ancak uzun süre hareket etmediği için elleri yarı kapalı vaziyette kasılı kalmış, katılaşmıştı. Ellerini tam olarak açamıyor, yumruk da yapamıyordu. Tıraş olabiliyor, yemek yiyebiliyor, ama mesela düğme ilikleyemiyordu. Fizik tedavi uzmanının verdiği egzersizlerle elleri yavaş yavaş açıldı. Sol elini hâlâ eskisi gibi kullanamasa da artık bunda da büyük bir zorluk çekmiyor.

    Ömer eski hayatına geri dönmüştü. Yine torunlarıyla şakalaşıyor, günde beş vakit camiye gidiyor, arkadaşlarıyla sohbet ediyordu.

    Yukarıda anlattığımız öykü, ağır seyreden bir depresyon vakası örneğidir. Bütün depresyon vakaları elbette bu kadar ağır değildir. Depresyonun gerçekte bir ‘hastalık’ olduğunu, ‘üzüntü’ halinden ibaret bir durum olmadığını vurgulamak için böyle bir örnek seçtik. Şimdi orta şiddette depresyon geçiren Nurgül’den bahsederek bu rahatsızlığı biraz daha tanıtmaya çalışalım.

    Orta şiddette bir depresyon hastası: Nurgül

    Nurgül 28 yaşında, lise mezunu bir bankacıydı. Beş yıllık evliydi, 3 yaşında bir oğlu vardı.

    Muayene odamdan içeri güler yüzle girdi, elimi sıktı, oturdu. Selamlaşma faslından sonra, her hekimin yaptığı gibi:

    "Ne şikâyetiniz var?" diye sordum.

    Bu soruyu sormamla Nurgül’ün gözyaşlarına boğulması bir oldu. Psikiyatristler, odalarında ağlayan kadınlar hatta ağlayan erkekler görmeye son derece alışıktırlar, bu yüzden masamda daima kâğıt mendil veya peçete bulundururum. Nurgül Hanım’a bir kâğıt mendil takdim ettim, gözyaşlarını sildi, teşekkür etti ve anlatmaya başladı:

    "Hayattan bezmiş vaziyetteyim Doktor Bey. İçimde sürekli bir huzursuzluk, bir sıkıntı… İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Elimi kolumu bile zor kaldırıyorum. Bıraksalar yataktan hiç çıkmayacağım. Bütün gün yatmak, yatmak, yatmak istiyorum."

    "Peki, işinize gidebiliyor musunuz?"

    "Gidiyorum, ama zorla. Zaten işimde de hatalar yapmaya başladım. Allah’tan arkadaşlarım çok iyiler, eksiklerimi kapatıyorlar. Her şeyi unutuyorum. Hiçbir şeye dikkatimi veremiyorum. Eskiden üç dört günde bir kitap bitirirdim, son iki aydır bir kitabın on sayfasını okuyamadım. Gazetelerin sadece başlıklarına göz atabiliyorum. Hatta insanların ne söylediklerini bile anlamıyorum. Aptal gibi oldum. Sanki zekâm geriledi. Hiç kimseyi görmek, hiçbir ses duymak istemiyorum."

    "Ev işlerini yapabiliyor musunuz?"

    "Yapmaya mecbur olduğum işleri binbir zahmetle yapıyorum, ama bu kadarını dahi yapmak eziyet gibi geliyor bana. Bir de erteleme huyu çıktı; her işimi erteliyorum. Çocuğumla vakit geçirmekten bile keyif almaz oldum. Hatta çoğu zaman oğluma tahammül edemiyor, ona sık sık bağırıyorum. Sonra da iyi annelik yapamadığımı düşünüp ağlıyorum. Sebepsiz yere de ağlıyorum, ağlama krizlerine giriyorum, hatta durduramıyorum ağlamayı. Televizyonda bir kaza görsem ağlıyorum, yolda dilenci görsem ağlıyorum, sıska bir kedi görsem ağlıyorum…"

    "Uykunuz nasıl?"

    "Berbat! Hep yatmak istiyorum, ama gece olup da yatağa girince en az bir saat uykuya dalamıyorum. Gece uyanıp duruyorum. Sabah dört veya beş civarında yine uyanıyorum, tam tatlı bir uykuya dalmışken işe gitme saati geliyor. Nasıl da yorgun kalkıyorum! Bazen on saat uyduğum oluyor, yine de üstümden kamyon geçmiş gibi uyanıyorum. Sanki bütün kemiklerim kırılmış! İşe yarı ölü gibi gidiyorum.

    Kendime de bakmıyorum. Eskiden makyaj yapmadan bakkala bile gitmezdim, şimdi saçımı dahi taramadan işe gidiyorum. Giyimime müthiş özenirdim, şimdi ne bulsam üstüme geçiriyorum. Kaçık çoraplar, buruşuk gömleklerle geziyorum."

    "İştahınız nasıl?"

    "Ayakta durabilmek için yiyorum. Yemekten de hiç tat almaz oldum. 60 kiloydum, bir ayda 5 kilo verdim."

    "Cinsel arzunuzda bir değişiklik oldu mu?"

    "Aklıma bile gelmiyor cinsellik. Allah’tan kocam anlayışlı, idare ediyor. Artık iyi bir anne değilim, iyi bir eş de değilim. Kocam bana iyi davranmaya çalışıyor, ona bile sinirleniyorum. Bağırıp duran bir kadın oldum. Eşim ‘Gel gezdireyim’ diyor, giyinip kapının önüne çıkmak uzaya gitmekten daha zor geliyor. Zaten gittiğim yerlerden de hiç zevk almıyorum. En koyu eğlenceye katılsak, herkes kahkahalara boğulsa bile ben somurtuyorum. Hatır için gülmeye çalışıyorum. Gülen insanlara hayret ediyorum, hayattan ne zevk alıyorlar?"

    "Zihniniz daha çok neyle meşgul?"

    "Vallahi zihnim bomboş! Kafam sepet gibi… Hiçbir şeyi düşünemiyorum, algılayamıyorum."

    "Aklınızdan ne gibi düşünceler geçiyor?"

    "Hayat manasız geliyor. Niye yaşıyoruz ki diyorum. Kendimi bu dünyada fazlalık gibi görüyorum. Değersiz, işe yaramaz bir insan olduğumu düşünüyorum. Bazen de oğluma, kocama kızıyorum. Hayatımı mahvetmişler, onlar olmasaydı hayatım daha güzel olurmuş gibi geliyor. Halbuki onlar benim en sevdiğim insanlar. Sonra da böyle düşündüğüm için suçluluk duygusuna kapılıyorum."

    Nurgül, Orta Anadolu kökenli bir ailenin İstanbul’da büyümüş kızıydı. Bir ağabeyi, bir de erkek kardeşi vardı. Babası Maliye’den emekli lise mezunu bir memurdu, annesi ortaokul mezunu bir ev hanımıydı.

    Çocukluğu genel olarak iyi geçmişti. Belki anne babası arasında çok sıcak bir diyalog yoktu, ama kavga da etmezlerdi. İkisi de çocuklarına iyi davranır, sevgilerini belli ederlerdi. Nurgül’ün kardeşleriyle arası iyiydi, fakat birbirlerine çok da yakın değillerdi. Aile bütçesi daima kısıtlıydı; ama aç, kömürsüz, ayakkabısız kaldıkları da olmamıştı.

    Nurgül başarılı bir öğrencilik hayatı geçirmişti. Lise son sınıfta üniversite hazırlık kursuna gitmiş, ama o büyük imtihanda umduğu başarıyı elde edememişti. Bir yıl daha çalışıp daha yüksek bir hedefe ulaşmayı planlıyordu.

    O günlerde bir akrabaları, babasına Nurgül’ü bankaya yerleştirelim dedi. Bu teklif Nurgül’e cazip geldi. Üniversite okumak da istiyordu, ama düşünüp taşındıktan sonra bankacı olmaya karar verdi. Mesleğini sevdi, son aylarda yaşadığı bıkkınlığa kadar da her gün işine istekle gitti.

    Güzel bir kızdı. Ama karşı cinse karşı utangaçtı. Erkeklerle pek ilişkisi olmamıştı. Ailesi kızların okumasına ve çalışmasına taraftardı, ama kadın-erkek ilişkileri konusunda oldukça muhafazakârdı.

    Yirmi bir yaşında iken kocası Hüseyin’le tanıştı. Hüseyin, banka çalışanlarının bazen öğlen yemeğine gittikleri kafe-restoranın sahibiydi. Tanışıklık yavaş yavaş aşka dönüştü, bir iki yıl çıktıktan sonra evlendiler.

    Önce Hüseyin’in işleri bozuldu. Nurgül hayat boyu başına gelmeyen icralar, hacizlerle karşılaştı. Alacaklıların tehdit telefonlarını cevaplamak zorunda kaldı.

    Tam da o günlerde oğlu dünyaya geldi. Nilgün çok zor bir gebelik geçirdi; kusmalar, ağrılar, uzun süre yataktan çıkamamalar… Ardından da loğusalığın ve minicik bir bebeği büyütmenin zorluğu…

    Hüseyin bir yıl içinde işlerini tekrar yoluna koydu, bir restoran açtı, maddi durumları epeyce düzeldi. Ancak bu defa da kocasının gece çalışmak zorunda kalması, Nurgül’ü sevgiye ve ilgiye en çok muhtaç olduğu zamanlarda yalnızlığa mahkûm etti.

    Hamilelik ve loğusalık dönemlerinde Nurgül’den yardımını esirgemeyen dul kayınvalidesi, gelininin doğum izni bitip de yeniden banka günleri başlayınca, onların yanına yerleşiverdi. Kayınvalide iyi bir kadındı, inceydi, kibardı... Ancak fazla titizdi, evde her şey kendi bildiği gibi olsun istiyordu. Masaya hangi örtünün örtüleceğine, banyoda hangi havlunun kullanılacağına o karar veriyordu. Evini istediği gibi yönetememek, Nurgül’ü kendi yuvasında adeta bir misafir durumuna düşürmüştü.

    Kayınvalide, yeni doğan başka bir torununa bakmak için sonunda evden ayrıldı. Ama Nurgül’ün hep yüksek tutmaya çalıştığı morali, bozulmaya başlamıştı. Önce her şeyi erteler oldu. Kendisini yorgun ve bitkin hissediyordu. Uykuları kaçtı. Sonunda mutsuz, bezgin ve sinirleri laçka olmuş bir vaziyette bana geldi.

    Nilgün’e gündüz uyutmayacak, uyku ve sersemlik yapmayacak bir depresyon ilacı verdim. Onunla ilk iki ay boyunca iki haftada bir görüştük. Kendisini çaresiz, güçsüz, hiçbir sorunun üstesinden gelemeyecek kadar perişan hissediyordu. Hayatta başaramadığı her şey gözünde büyüyor, başarabildiklerini hatırlamıyordu bile. Esasında dertlerin üstesinden gelme yeteneğinin hiç de az olmadığını beraberce keşfettik. İyi anne olamıyorum, insanları kırıyorum, işyerinde performansım düşüyor, kocama haksızlık yapıyorum şeklinde ortaya çıkan değersizlik duygularının üstünde durduk; depresyonun ciddi bir hastalık olduğunu, hayatı çoğu sakatlıktan daha fazla etkilediğini, ama bir süre sonra büyük ihtimalle düzeleceğini anlattık. Kocasıyla konuşup işinin elverdiği ölçüde Nurgül’e ve oğluna daha fazla zaman ayırmasını istedik.

    İki ayın sonunda Nurgül tam olmasa da belirgin derecede düzelmişti. Altı ayın sonunda ise çok az şikâyeti kalmıştı. Kendisini yeniden mutlu ve enerjik hissediyor, sabahları dinç kalkıyor, hem bankadaki hem de evdeki işlerini çarçabuk yapabiliyor, kimseye sinirlenmiyor, kocasıyla daha iyi geçiniyor, eşi eve gelemediğinde de ağlayıp sızlamak yerine hoşça vakit geçireceği hobilerle uğraşıyordu.

    DEPRESYONUN BELİRTİLERİ

    Biri ağır, biri ise orta şiddette iki depresyon hastası örneği verdikten sonra bu rahatsızlığın belirtilerinin üzerinde teker teker duralım.

    Hiçbir şeyden zevk almıyorum

    Depresyonun en temel belirtisi, hayattan eskisi kadar zevk almamaktır. Kişi eskiden hoşlandığı şeylerden artık hoşlanmaz olur. Sağlıklı bir insana doğan güneş, yağan yağmur, güzel bir film, komik bir fıkra mutluluk duygusu verir. Ama depresyondaki kişi bu mutluluk duygusunu, yaşama sevincini pek hissedemez. Hayat ona boş ve anlamsız gelir.

    Bir hastam Üç yıldır bir ota bile bakmadım diyordu. Çünkü ne otlar, ne kuşlar, ne böcekler, ne de sevdiği insanlar ona keyif veriyordu. Başka bir hastam ise durumunu şöyle anlatıyordu: İlk arabam elden düşme külüstür mü külüstür bir Murat 124’tü. Direksiyonuna geçince sevinçten uçmuştum. Bir ay önce 140 bin avroluk bir araba aldım, hiç iyi bir duygu hissetmedim.

    Hayattan zevk alamama hali, depresyon ağırlaştıkça, hayata katlanamama haline dönüşür. Hayat zevk veren bir şey olmaktan çıkar, bir acı kaynağı haline gelir. Artık yaşamanın bir saniyesi bile işkencedir. Ve depresyondayken saniyeler geçmek bilmez, asır gibi uzar gider.

    Bu türlü ağır depresyonlar, tedavi edilmediği takdirde intihara dahi yol açabilir. Depresyonun verdiği ruhi ıstırap o kadar büyüktür ki, hasta fiziki acıyı hissetmez bile. Bu yüzden çok ağır depresyon hastaları ileri derecede acı veren intihar yöntemlerine başvurabilirler (kendi boğazını kesmek, kendini yakmak gibi).

    İçimden hiçbir şey gelmiyor

    Depresyonun diğer temel belirtisi isteksizliktir. İsteksizlik genellikle önce ertelemeyle ortaya çıkar. Başlangıçta sorumluluk gereği yürütülen faaliyetlere ilgi azalır. Mesela kişi işe gitmek istemez, gitse de zorlanır; ev hanımı ev işlerini ‘kerahaten’ yapar veya hepten ipin ucunu salıverir; öğrenci bir türlü dersinin başına oturamaz, otursa bile saatlerce tek satır okumadan kitap ona, o kitaba bakıp durur.

    İsteksizlik, depresyonun temel belirtilerinden biridir. İnsanın içinden hiçbir şey yapmak gelmez. Ağır depresyonda yataktan çıkmak bile çok zordur.

    Sonra zevkli uğraşlara da heves edilmez olur. Başka zaman beraber gülünüp kahkaha atılan arkadaşlar, telefon edip çağırdıklarında bir yalan uydurulup evde oturulur. Her hafta heyecanla seyredilen futbol maçlarının sonuçları bile merak edilmez. Ayna karşısında bir saat geçirmeden evden çıkmayan, ayakkabıları ve giysileri dolaplara sığmayan kadınlar aynanın yüzünü, çarşının yolunu unuturlar. Kırk sene yaşlanmış gibiyim. Otuz yaşındayım, ama kendimi yetmiş yaşında gibi hissediyorum derler.

    Çocuklara bakmak da giderek zorlaşır. Çocuk bakmak, bilindiği gibi büyük çaba gerektiren, tatili de olmayan müşkül bir iştir. Depresyon geçiren bir kişi, çocuklarının yemek, içmek, yıkanmak, giyinmek gibi fiziki ihtiyaçlarını bile tam olarak yerine getiremez olur.

    Ağır depresyonda isteksizlik o kadar şiddetli hale gelir ki, hasta yataktan dahi çıkmak istemez. Erkenden uyansa da saatlerce yatakta uyanık vaziyette yatar. Ve bütün gün öylece yatmak ister. Televizyon seyretmez, kitap okumaz, konuşmaz, önüne konmasa yemek bile yemez, kolunu kaldırıp yanı başındaki sürahiden bir bardak su içmez. Daha da ağır depresyonlarda, Ömer örneğinde olduğu gibi, tuvalete bile gitmez.

    Sebepsiz sıkıntı, bunaltı, huzursuzluk, heyecan, gerginlik, sinirlilik

    Sebepsiz sıkıntı, bunaltı, huzursuzluk, heyecan, gerginlik ve sinirlilik de depresyonda sık rastlanan belirtilerdendir. Hastalar bu gibi durumları Bunalıyorum, içim daralıyor, ruhum daralıyor, darlık geliyor, bungunluk geliyor diyerek ifade edebilirler. Genellikle bu şikâyetlerinin sebepsiz, durduk yerde geldiğini söylerler. Göğsümün üstünde taş gibi bir ağırlık var diyenlere de rastlarız.

    Bazı depresyon hastalarında da sebepsiz bir heyecan görülür. İmtihana girecek bir öğrenci gibi heyecanlıyım veya İçimde sanki kötü bir haber alacakmış gibi bir his var derler. Telefon çalsa

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1