Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Sanal Cinayet: "Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül olur"
Sanal Cinayet: "Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül olur"
Sanal Cinayet: "Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül olur"
Ebook209 pages2 hours

Sanal Cinayet: "Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül olur"

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

"O zeki, çalışkan ve mütevazi bir kişiydi. Her şey o iki kişinin
gelmesiyle başladı. Bir anda hayatı kabusa döndü ama
yılmadı onlardan. Korkmadı da. Onlar hedef seçtikleri bu
kişiyi çirkin emellerine alet edemeyeceklerini anlayınca;
akıl almaz tuzaklar kurarak onun cezaevine düşmesine
sebep oldular. Onun cezaevine düşmesi; o iki kişinin
sorunlarının başlangıcı olacaktı. Herşey cezaevinde
düşünüldü. Ölüm oyunu ustaca planlndı ve uygulandı.
Şeytanla bile ekip halinde çalısalardı, onun kadar
mükemmel bir ölüm planı hazırlayamazlardı. O, elini kana
bulamadı. O, kiralık katil de tutmadı, o sadece aklını
kullandı."
Okumayı, yazmayı, araştırmayı ve eleştirmeyi seven birisi
olarak bende edebiyat dünyasında varlığımı hissettirmek
amacındayım. Çünkü kalemime ve hayal gücüme
güveniyorum. Amatör bir ruhla çıktıım bu meşakkatli yolda
ilerleyebilmek için önüme çıkan tüm engelleri aşabilecek
güce ve kabiliyete sahip olduğuma inanıyorum. Bu
sebeple; kitapseverlerin, eserlerimi okurken zevk
alacaklarına yürekten inanıyorum.

LanguageTürkçe
PublisherHalit Durucan
Release dateJul 8, 2011
ISBN9781465931580
Sanal Cinayet: "Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül olur"
Author

Halit Durucan

1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlkokulu Kırıkkale’de, ortaokulu ve liseyi Ankara’da tamamladım. 1980 yılında vatani görevimi yapmak üzere askere gittim. Askerliğimi tamamlayıp döndükten sonra Yükseköğretim Kurumu’nda memur olarak çalışmaya başladım. 1984 yılında evlendim ve bu evliliğimden üç çocuğum dünyaya geldi.2005 yılında Gazi Eğitim Fakültesi son sınıfta okuyan kızım Çiğdem’in arkadaşlarının hayat hikâyelerinden oluşan “İsimsiz Sevda” isimli çalışmasını kendi imkânlarımızla kitaplaştırdık. Kızımın bu çalışması başta bizler olmak üzere; hem üniversite hocalarını ve hem de arkadaş çevresini çok sevindirdi. Kızımın bu çalışması içimde var olan yazma hevesimin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sebeple; ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimi büyük bir hevesle aralayıp, kesintiye uğrayan çalışmalarıma yeniden başladım. O günden bu güne kadar; biri araştırma, diğeri gerçek yaşanmış insan öyküleri ve bir diğeri de kurgu roman olmak üzere üç eser yazdım.Okumayı, yazmayı, araştırmayı ve eleştirmeyi seven bir kişi olarak bende edebiyat dünyasında varlığımı hissettirmek amacındayım. Çünkü kalemime ve hayal gücüme güveniyorum. Amatör bir ruhla çıktığım bu meşakkatli yolda ilerleyebilmek için önüme çıkan tüm engelleri aşabilecek güce ve kabiliyete sahip olduğuma inanıyorum. Bu sebeple; kitapseverlerin, eserlerimi okurken; profesyonel bir yazarın eserlerini okurken aldıkları hazzı alacaklarına yürekten inanıyorum.Bu zorlu ve riskli süreçte beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan başta kızım Çiğdem’e, manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen kızım Tuğba’ya ve oğlum Osmangazi’ye de ayrıca teşekkür ediyorum. Çocuklarımın destekleriyle ortaya koyduğum eserlerimden ikincisi olan Kristal Dünyaları okurken kimi zaman üzülecek, kimi zaman şaşıracak ve kimi zamanda mucizelere tanık olacaksınız.Halit DURUCAN

Read more from Halit Durucan

Related to Sanal Cinayet

Related ebooks

Related categories

Reviews for Sanal Cinayet

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Sanal Cinayet - Halit Durucan

    Önsöz (About the Book)

    1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlkokulu Kırıkkale’de, ortaokulu ve liseyi Ankara’da tamamladım. 1980 yılında vatani görevimi yapmak üzere askere gittim. Askerliğimi tamamlayıp döndükten sonra Yükseköğretim Kurumu’nda memur olarak çalışmaya başladım. 1984 yılında evlendim ve bu evliliğimden üç çocuğum dünyaya geldi.

    2005 yılında Gazi Eğitim Fakültesi son sınıfta okuyan kızım Çiğdem’in arkadaşlarının hayat hikâyelerinden oluşan İsimsiz Sevda isimli çalışmasını kendi imkânlarımızla kitaplaştırdık. Kızımın bu çalışması başta bizler olmak üzere; hem üniversite hocalarını ve hem de arkadaş çevresini çok sevindirdi. Kızımın bu çalışması içimde var olan yazma hevesimin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sebeple; ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimi büyük bir hevesle aralayıp, kesintiye uğrayan çalışmalarıma yeniden başladım. O günden bu güne kadar; biri araştırma, diğeri gerçek yaşanmış insan öyküleri ve bir diğeri de kurgu roman olmak üzere üç eser yazdım.

    Okumayı, yazmayı, araştırmayı ve eleştirmeyi seven bir kişi olarak bende edebiyat dünyasında varlığımı hissettirmek amacındayım. Çünkü kalemime ve hayal gücüme güveniyorum. Amatör bir ruhla çıktığım bu meşakkatli yolda ilerleyebilmek için önüme çıkan tüm engelleri aşabilecek güce ve kabiliyete sahip olduğuma inanıyorum. Bu sebeple; kitapseverlerin, eserlerimi okurken; profesyonel bir yazarın eserlerini okurken aldıkları hazzı alacaklarına yürekten inanıyorum.

    Bu zorlu ve riskli süreçte beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan başta kızım Çiğdem’e, manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen kızım Tuğba’ya ve oğlum Osmangazi’ye de ayrıca teşekkür ediyorum. Çocuklarımın destekleriyle ortaya koyduğum eserlerimden ikincisi olan Kristal Dünyaları okurken kimi zaman üzülecek, kimi zaman şaşıracak ve kimi zamanda mucizelere tanık olacaksınız.

    Halit DURUCAN

    * * * * *

    İçindekiler (Table of Contents)

    Önsöz (About the Book)

    1. Bölüm

    2. Bölüm

    3. Bölüm

    4. Bölüm

    5. Bölüm

    6. Bölüm

    7. Bölüm

    8. Bölüm

    9. Bölüm

    10. Bölüm

    11. Bölüm

    12. Bölüm

    13. Bölüm

    14. Bölüm

    15. Bölüm

    16. Bölüm

    17. Bölüm

    18. Bölüm

    19. Bölüm

    20. Bölüm

    1. Bölüm

    Ofisinin penceresinden İstanbul Boğazını seyrediyordu. Hayali bile cihana değer dedikleri İstanbul’u seyretmek bile güzeldi. Göklere uzanan minareleri süzdü önce. Topkapı sarayının muhteşem duruşuna baktı. İstanbul’un iki yakasını birbirine bağlayan o muhteşem Boğaz Köprüsü’ne, boğazın etrafında sıra sıra yükselen villalara dalmıştı gözleri. Boğaz Köprüsü’nün altından büyük yolcu ve yük gemileri yüklerini yüklenmiş, bir gelin güzelliğinde süzülen mavi sularda yol alıyorlardı. Martılar, bahara merhaba dercesine grup grup olmuşlar, denize anî hareketlerle pike yapıp balık avlıyorlardı. Ötüşmeleri gemilerin çıkardığı kulak tırmalayan düdük sesleri arasında kayboluyordu.

    Yedi tepe üzerinde kurulmuş güzel İstanbul uğruna nice kanlar dökülmüştü. İstanbul’a sahip olmak, dünyaya hâkim olmak demekti. İki kıtayı birbirine bağlayan dünyanın en güzel şehrine sahip olmak istiyordu herkes.

    İstanbul’un tarihçesini defalarca okumuştu. O, tam anlamıyla bir İstanbul aşığıydı. Nasıl âşık olmasın ki; o öyle bir şehirdi ki; bu şehir üzerinden dünya tam tamına beş yüz yıl boyunca yönetilmişti.

    Göğsünde birleştirdiği kollarını yana saldı. Gözleri bir an duvarda asılı duran saate takıldı. Saat, mesainin bittiğini gösteriyordu.

    —Oo, gitme vaktim gelmiş. Ne çabuk akşam olmuş, anlamadım, diye mırıldandı. Önce para kasasını, sonra da kapısını kilitleyip sekreteri Canan’a yöneldi:

    —Ben çıkıyorum Canan. Size iyi hafta sonları dilerim.

    —Çıkıyor musunuz Cemil Bey?

    —Evet, hemen çıkıyorum. Bir hafta boyunca ne kafa kaldı, ne de beyin. Gidip evimde iki gün kafamı dinleyeceğim. Sen de öyle yap, iyi gelir.

    Canan, kısa saçlarını sarsarak oval ve parlak yüzünü Cemil’e çevirdi; gülümseyen iri siyah gözlerini Cemil’in gözleriyle buluşturdu:

    —Haklısınız Cemil Bey. Şayet hafta sonu gelen giden olmazsa bende kafamı dinleyeceğim.

    Cemil, sekreterine iyi bir hafta sonu dileğinde bulunduktan sonra holdingin garajına geldi. Aracının sağını solunu gözüyle kontrol ettikten sonra da evinin yolunu tuttu. Evinin önüne geldiğinde her zaman yaptığı gibi üç kez kornasını çaldı. Evdekilere geldiğini bildiriyordu. Çok geçmeden kapı önünde; kısa kızıl saçlarıyla, iri mavi parlak gözleriyle ve uzun boyuyla eşi Şule belirdi. Şule, eşine samimî ve sevgi dolu bir bakışla tebessüm etti:

    —Hoş geldin canım.

    —Hoş buldum Şule, diyerek içeri girdi. Elbiselerini çıkartıp, büyük bir özenle katlayıp yatağının üzerine bıraktı. Bir ara eşini aradı iri siyah gözleri:

    —Neredesin Şule? Karnım aç. Hazırda bi’şeyler var mı?

    —Bugün hafta sonu Cemil. Sana en sevdiğin yemekleri yaptım. Az sabret.

    —Sen yemekleri hazırlayıncaya kadar bir duş alayım. Az sonra çocuklar da gelir. Hep birlikte oturur, o leziz yemeklerinden doyasıya yeriz.

    Şule, mutfaktan gülümseyerek cevap verdi:

    —Tamam canım. Sen banyonu yapıncaya kadar yemekler de hazır olur.

    Cemil, banyoya girdiği sırada oğlu Volkan ile kızı Jale geldiler. Onlar da hemen elbiselerini çıkarıp, ellerini ve yüzlerini yıkadılar. Jale, annesine yardım etmek için hemen mutfağa girdi. Annesinin gülümseyen yanağına sıcak bir öpücük kondurup, kollarını sıvadı:

    —Canım benim. Meleğim. Neler hazırlıyorsun böyle?

    —Babanıza en sevdiği yemekleri yaptım. Sofrayı hazırlıyorum kızım…

    Cemil, banyosunu yapıp çıkmıştı. Masada birbirinden güzel yemekler kendisini bekliyordu. Hep birlikte büyük bir iştahla sofraya oturdular. Sohbet ederek yemeklerini yediler.

    Cemil, televizyonun karşısına geçti. Oğlu Volkan da babasının yanına geldi. Elini, babasının siyah, kıvırcık saçlarında gezdirdi:

    —Baba! Neden benim saçlarım seninki gibi siyah değil? Neden ben sana benzemiyorum? Şu yüzümdeki birkaç çil olmasa, kendimi daha iyi hissedeceğim.

    Cemil gülümseyip, oğlunu alnından öptü:

    —Sen yakışıklı bir delikanlısın oğlum. Sen de kardeşin gibi annene çekmişsin. Siz ikiz kardeşsiniz, ne yapabilirim ki. Bak annene! O, ne güzel bir insan. Çokta sevimli, öyle değil mi?

    —Öyle ama…

    —Takma kafana böyle şeyleri. Siz okulunuzu bitirin. Bu yılda bana takdirname getirin. Sizi en iyi üniversitelerde okutacağım.

    Baba-oğlun konuşmalarına Jale de iştirak etti. O sevimli çilli yanaklarında iki küçük gamze belirdi:

    —Sen merak etme babacığım. Bu yıl okulumuz bitecek. Ayrıca bana verdiğin bir sözü de hatırlatmak isterim!

    —Ne sözüymüş o? Söyle bakalım.

    —Beni Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde okutacağına dair söz vermiştin, unuttun mu?

    Volkan, babasının cevap vermesine fırsat vermeden atıldı:

    —Aman ne güzel! Akdeniz üniversiteymiş. Hıh.

    —Ne var! Orada okumak istiyorum. Ben sana karışıyor muyum hiç? Baba! Oğluna bi’şey söylesene. Durmadan benimle dalga geçiyor!

    —Kardeşine karışma oğlum. Tabi okuyacak. Amacım; sizleri en iyi üniversitelerde okutmak. Sen de istediğin üniversitede okuyacaksın ama önce kazanmanız gerekiyor, öyle değil mi?

    Cemil’in çocuklarıyla konuşması, Şule’nin mutfaktan yükselen sesiyle anlamını yitirdi:

    —Kızım, nereye kayboldun? Biraz bana yardım etsene. Gel şu çayları hazırla.

    Jale büyük bir hışımla mutfağa geçti. Çayları getirip servis yaptı. Bu arada mutfakta işini bitiren Şule, eşinin yanına oturdu:

    —Neler yaptın canım. Günün nasıl geçti?

    —Yorucuydu. Haa, unutuyordum az kalsın. Patronumuz Tayfun Bey, hapisten yeni çıkan iki kuzenine iş başı yaptıracak.

    Şule birden kaşlarını çattı:

    —Anlamadım! Hapisten yeni çıkmış insanlara patronunuz nasıl güvenecek? Hâlbuki sen patronunuzun çok dikkatli ve aklı başında bir insan olduğundan bahsederdin hep.

    —Konu bildiğin gibi değil canım. Ben de tam olarak bilemiyorum ama onların çalışmak için yalvar yakar olduklarından eminim. Patron, yufka yürekli olduğundan onların ortada kalmalarını istemiyor. Onları kazanmak amacında olduğunu düşünüyorum.

    Eşinin getirdiği bu haber, Şule’nin canını sıkmaya yetmişti:

    —Ya bi’şeyler karıştırırlarsa?

    —Ne gibi meselâ?

    —Hırsızlık gibi, ne bileyim ben…

    —Umarım öyle bir hata yapmazlar da, adam gibi çalışırlar. Hayırlısı olsun bakalım. Gün ola, harman ola…

    ***

    Şule sabahın erken saatlerinde kalkmış, eşinin kahvaltısını hazırlamıştı:

    —Cemil, kahvaltın hazır canım, gel hadi, diye hafifçe seslendi:

    Cemil, gözlerini ovuşturarak yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra eşinin karşısına geçip oturdu:

    —Ne o? Pek keyifsiz görünüyorsun? Bi’şey mi oldu?

    —Önemli bir şey yok Cemil. Sadece karışık birkaç rüya gördüm, o kadar.

    Cemil, gülümsedi:

    —Rüyalara kafayı takıp da gününü berbat etmeyi düşünmüyorsun herhâlde. Adı üstünde, rüya bu.

    Birkaç dakika sessizlik oldu. Her ikisi de kahvaltı yapmaya devam ediyorlardı:

    —O iki kişi var ya…

    —Hangi iki kişi canım?

    —İş başı yapacak olan hapishane kaçakları.

    —Ee! Ne olmuş onlara?

    —Rüyamda onları gördüm! Seni diri diri mezara gömüyorlardı, dedi; gözlerinden iki damla yaş yanaklarını ıslatarak döküldü.

    Eşinin döktüğü bu gözyaşları Cemil’i çok üzmüştü:

    —Üzülme sen! Bir rüyayı bu kadar önemsemeni cidden anlamıyorum. Hadi canım, sil şu gözyaşlarını da beni de üzme. Onların hepsi birer rüya.

    —Çocukluğumdan beri beni korkutan rüyalar hep gerçek oldu Cemil. Bunları anlatmıştım, hatırlıyor musun?

    —Hatırlıyorum canım. Neyse, ben geç kalmadan gideyim, dedi; hızla yerinden kalkıp, ceketini koluna aldı ve kapıya yöneldi:

    —Allahaısmarladık canım. Akşama görüşürüz. Duş al, kendine gel. Gördüğün şu rüyayı da hemen unut. Akşama seni çok daha neşeli görmek istiyorum.

    Şule gülümsedi:

    —Tamam canım. Allah selâmet versin, diyerek eşini sıcak bir sabah busesiyle uğurladı.

    2. Bölüm

    Canan Hanım ofisine henüz gelmiş; dağınık haldeki masasına çeki düzen vermekle meşguldü. Bu arada holdingin ikinci adamı konumunda olan Cemil Bey’in geldiğini görünce tebessüm ederek ayağa kalktı:

    —Günaydın Cemil Bey. Hoş geldiniz. Hafta sonu dinlenebildiniz mi?

    —Hafta sonları bana doping etkisi yapıyor. Bomba gibiyim, diyerek, ofisine girdi.

    Her zaman yaptığı gibi bir süre ofisini gözden geçirdi. Masasındaki sumeni, raflara büyük bir dikkatle ve belirli bir düzen içinde dizilmiş dosyaları, cam kenarındaki iki yeşil koltuk yerinden bile oynamamıştı. Sonra, kurcalanıp kurcalanmadığından emin olabilmek için koltuğunun sağ yanında bulunan büyük para kasasını kontrol etti. Her şey normaldi ve herhangi bir aksilik olmamıştı. Cemil, geleneksel kontrollerini yaptıktan sonra gönül rahatlığı içinde makam koltuğuna geçip oturdu. Birden sekreterinin telefonu çalmaya başladı. Birkaç saniye sonra da sekreterinin tiz sesi kulağında çınladı:

    —Cemil Bey! Başkanımız sizi odasında bekliyor!

    Cemil, hızla yerinden kalkıp, koşar adımlarla başkanın makamına geldi. Birkaç kez kapıyı tıklattı. İçeriden Tayfun Bey’in sesi duyuldu:

    —Giriniz!

    —Günaydın Başkanım. Beni istemişsiniz.

    —Otur Cemil. Seninle birkaç hususta görüşmek istiyorum. Bilirsin, senin fikirlerin benim için çok önemlidir.

    —Estağfurullah başkanım. Sizin fikirlerinizin yanında benim fikirlerimin ne önemi olur.

    —Tevazu göstermene gerek yok oğlum. Bu hafta sonu Almanya’ya gideceğim. Önümde tam beş gün var. Bu beş günlük süreç içinde bu yılın hesap özetlerini görmek istiyorum. Zira Alman ortağımla yeni bir iş için çalışma yapacağım. Bu hesaplar bu iş için gerekli.

    —Birkaç güne kalmaz, tüm bilgileri dosyalar halinde size sunarım başkanım. Bu konuda rahat olun.

    Tayfun Bey, oturduğu yerden doğruldu. Sekreteri Filiz Hanım’ı yanına çağırdı. Filiz, donuk bakışlarıyla Tayfun Bey’in karşısına geçti:

    —Buyurun Tayfun Bey.

    —Bugün iki kişi gelecek. Geldiklerinde onları yanıma bekliyorum, haberin olsun.

    —Şey, efendim! Siz Cemil Bey’le konuştuğunuz için konuşmanızı bölmek istememiştim. Bahsettiğiniz kişiler geldiler ve görüşmek için müracaatta bekliyorlar.

    —Hemen çağır onları.

    Birkaç dakika içinde kapı önünde tekrar Filiz Hanım belirdi:

    —Geldiler efendim.

    Tayfun Bey, merakla başını uzatıp kapıya doğru baktı:

    —Al onları içeri.

    İki uzun adam içeri süzüldü. Henüz yeni tıraş olmuşlar. Her ikisi de siyah renk, aynı takım elbiseliydiler. Biri sarışın, seyrek saçlı, ince bıyıklı; diğeri ise esmer, kalın bıyıklıydı.

    Sarışın adam:

    —Günaydın Tayfun. Bizi yüksek huzurlarınıza kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Şöyle oturalım mı?

    Kalın Bıyıklı, esmer adam:

    —Birde müsaade mi istiyorsun soytarı! Oturacağız tabi. Biz Tayfun’un kuzenleri değil miyiz?

    —Geçin, oturun şöyle, dedi Tayfun Bey.

    Sarışın adam:

    —Hapisten yeni çıktık, biliyorsun. İkimiz de okullarımızı bitirmiştik. Ben muhasebeci, Cebbar da inşaat mühendisi oldu.

    Behçet sözlerini tamamlayamadan Cebbar söze iştirak etti:

    —Aynen öyle teyze oğlu. Şimdi o şefkat dolu kanatlarını açta, bizi de burada iş sahibi yap. Dünya Holding senin olduğu kadar bizimde sayılır. Yanlış mı düşünüyorum Tayfun?

    —Çok doğru düşünüyorsun Cebbar(!) Sizin de sayılır…

    Behçet, elindeki iri taneli tespihini birkaç tur döndürdü:

    —Eyvallah Tayfun! Bize kol kanat gereceğini biliyorduk zaten. Anamız, babamız öldükten sonra gayri meşru yollara düştük. Ekmeğimizi oralarda aradık. Sonunda da

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1