Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor
Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor
Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor
Ebook376 pages3 hours

Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor

Rating: 4 out of 5 stars

4/5

()

Read preview

About this ebook

Türk edebiyatında bugüne kadar hiciv türünde roman yazılmamıştır. Yazılmışsa da bunlar başarılı örnekler değildirler.

Aydınlanmacı yazar Bedrettin Şimşek’in siyasi komik romanı bu türün ilk örneği olarak büyük yolsuzlukların etrafa saçıldığı günümüzde, mecliste, bakanlıklarda, hükümet koridorlarında Atatürk'ün bir hayaletini dolaştırıyor, siyasetçilerin ikiyüzlülüklerini, bu hayaletten kurtulmak için dolaplar çevirirken içine düştükleri gülünç durumları sürükleyici, esprili dille anlatıyor.

Hiciv edebiyatının başlıca özellikleri olan alaycılık ve hazırcevaplılığı, zekice taşlamaları, nükteli konuşmaları, mizahı ve ironiyi bir laf ve fikir cambazlığı halinde bir araya getirirken zehirli iğnesini herkese batırıyor. Kimi yerde Dante kimi yerde Voltaire’i anımsatan parlak üslubu ve Moliere gibi komik durumlar yaratma becerisiyle Türk edebiyatında eşine benzerine rastlanmayacak üstün bir eser ortaya koyuyor.
LanguageTürkçe
Release dateFeb 15, 2015
ISBN9786056526138
Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor

Read more from Bedrettin Simsek

Related to Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor

Related ebooks

Reviews for Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor

Rating: 4 out of 5 stars
4/5

1 rating0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Atatürk, Ankara'da Bir Hayalet Dolaşıyor - Bedrettin Simsek

    DOLAŞIYOR

    1

    Hükümetimizin seçimleri ilk kez kazanıp kurulduğu günlerdi… Önemli devlet dairelerinden birine atanan özel kalem müdürü, bir sabah hızlı hızlı işine gidiyordu. Tam meclis binasının önünden geçerken, başbakanın yanından dönen bir milletvekiline rastlamıştı. Aynı partide uzun yıllar birlikte görev yapmaları dolayısıyla birbirlerine her olayı haber veren bu iki siyaset adamı kendi aralarında konuşmaya dalmışlardı. Özel kalem müdürünün keyifsiz hali o an milletvekilinin dikkatinden kaçmamıştı.

    Ne o, canınız sıkkın müdür bey. Yoksa bu göreve gelmenize, sevinmediniz mi? Böyle asık suratlı olmanızın sebebi nedir? diye sordu.

    Özel kalem müdürü:

    Hayaletlere inanır mısınız?

    Tabii ki hayır…

    Ya ben bir tane gördüm, desem!

    Milletvekilinin afallamış yüzüne bakarak, Ne o, neden suratıma öyle bakıyorsunuz?

    Hiç hayalet görmüşe benzemiyorsunuz. Sanki çok doğal bir şeymiş gibi söylüyorsunuz.

    Özel kalem müdürü:

    Dünya o hale geldi ki, artık ölüler dirilerden korksa yeridir... Her neyse; size anlatacağım şu ki, devlet dairemizde ve daha başka yerlerde, yıllardan beri bir hayalet dolaşıyormuş. Ben bilmiyordum, yeni öğrendim

    Ya!

    Meğerse daha önceki bütün politikacılar onu görmüşler; ama söylememişler; saklamak işlerine gelmiş. Çoğu hayaleti kızdıracak işler yapsalar da gönlünü hoş tutarak onu idare etmeye çalışmışlar. Anlayacağınız ortada yıllardan beri halktan gizlenen bir gerçek var.

    Peki, kimin hayaleti bu?

    İşte onu hiç sormayın…

    Başka nerelerde dolanıyor?

    Özel kalem müdürü:

    Onu söylemeyeyim, siz tahmin edin. Ya da isterseniz, gelin bu gece gözlerinizle görün. dedi ve öyle ateşli bir şekilde baktı ki, milletvekili bu hayaletin kim olduğunu anlamakta gecikmedi. Birden heyecanlanmış, üzerini sıcak basmıştı. Bu tuhaf olayı karısına anlatmak için hemen eve koştu. O sırada kadın, aşığıyla buluşmaya hazırlanıyordu. Bu yüzden milletvekili kocası kapıdan nefes nefese girdiğinde, baskına uğradığını sandı. Hayaletten bahsettiğinde de aşığını kastettiğini düşünerek dehşete düştü. Ama adam, devlet dairelerinde bir hayaletin dolaştığına yemin ediyordu. Bunun üzerine, kocasının delirdiğine kanaat getirdi. Sırf onunla alay etmek için, Eğer öyleyse, o hayaletin karşısına bu şekilde çıkman doğru olmaz. Cumhurbaşkanının resepsiyonlarında giydiğin frakı giymelisin şekerim. Biliyorsun, onun kuyruğu sana çok yakışıyor. dedi.

    Dillere destan bir kılıbık olan milletvekili:

    Ciddi misin canikom?

    Elbette, eğer öyle bir hayalet varsa, onun karşısına dört dörtlük bir şekilde çıkmalı, bunun için hemen şimdi kuaförüne gitmelisin. Haydi, marş marş!

    Az sonra milletvekili en güzel kıyafetini giymiş vaziyette, koşarak dışarı çıkarken, hoppa kadın da aşığını içeri alıyor, kocasının bir an önce tımarhaneye düşmesi için dualar ediyordu. Arkasından, O boynuzlarından sonra, bir kuyruğun eksikti; şimdi o da tamam oldu. diyordu.

    Milletvekili, her meclis toplantından önce kuaföre gider, sadece vücudunu değil ruhunu da ona teslim ederdi. Yine öyle yaptı. Akşama önemli bir randevum var. diyerek kendisini her zamankinden daha iyi hazırlamasını söyledi. Bunun üzerine kuaför, milletvekilinin süzgeç gibi delik deşik olmuş suratını makyajla kapattı. Kafasındaki üç tel saçı dalgalandırdı. Pörsümüş yanaklarına allık sürdü. Böylece onu süsleyip püsleyip iyice maskaraya çevirdi.

    Akşam olduğunda milletvekili, hayaletin görüldüğü devlet dairesine geldi. Titreye titreye yürüyor, Acaba bir buket çiçek getirse miydim? diye aklından geçiriyordu. Özel kalem müdürü onu böyle başbakanın huzuruna çıkacak bir zampara gibi sürüp sürüştürmüş görünce, gülmemek için kendini güç tuttu. Zavallı adam, takım elbise giyerek hayalete saygıda kusur etmeyeceğini sanıyordu herhalde. Sonra birlikte koridora doğru yürüdüler; hayaletin her gece yarısı düşünceli vaziyette bir aşağı bir yukarı dolaştığı yere geldiler. Çok geçmeden havada bir fosfor parlaması oldu. Hayalet, kendi ışığını kendi tutuşturan bir meşale gibi birden ortaya çıktı. Milletvekilin kafasındaki üç tel saç korkudan dimdik olmuştu. Ama sonra, sevgili karısına anlatmak için güzel bir hikâye elde ettiğine sevinerek kendini toparladı; gözlüklerini takıp görüntüyü uzun uzun inceledi ve ölülerin bu kadar sağlıklı görünebilmesine şaştı. Ertesi gün de olan biteni parti grup toplantısında anlattı. Aynı gece bakanlar kurulu üyeleri, kimi siyasetçiler de geldiler ve görmek için hayaletin önünde uzun kuyruk oluşturdular.

    Aralarından biri:

    Sadece devlet adamlarına görünüyor. Kabinede dolaşıyor, bakanlıkları ziyaret ediyor, hükümet koridorlarını turluyor. Bugüne kadar onun sokağa çıktığına, halkla görüştüğüne tanık olmadık. Ayrıca kendisini mecliste de hiç görmedik. diye konuştu.

    Birkaç gün sonra yine iktidar partisinden bir grup milletvekili, hayaletle ilgili fikrini almak için uzun yıllar parti başkanlığı ve başbakanlık yapmış eski bir siyasetçiyi evinde ziyaret ettiler. Devrilen ama asla yıkılmayan, bir abide gibi ayakta duran eski zamanların kurt siyasetçisini dostları bıraktığı halde şeytan hiç terk etmemişti. Bir mumya gibi kurumuş, kadavraya dönmüştü. Evi de bir müze gibi ziyaret ediliyordu. Ölüme yakın olması sebebiyle hikmetlerinin tanrısal bir özü vardı ve adeta mezardan gelir gibi bir sesle konuşuyordu.

    İktidar partisi milletvekilleri eski başbakana, Bu şaşılacak olaydan bütün siyasetçilerin haberi olmasına karşın halkın haberinin olmaması tuhaf değil mi? diye sordular

    Eski siyasetçi etrafını saran iktidar partisi milletvekillerine feraset saçarak baktı.

    Ne yapalım, bu olayı halkın bilmesi kimsenin işine gelmiyordu. Gazeteler bunu halka duyurmanın çıkarlarımıza aykırı olduğunu biliyor, sağduyulu davranıyorlardı. Çünkü mezarında olmadığı ortaya çıkarsa, saygılarını sunmak için her gün onu mezarında ziyaret eden bizlerin ne kadar sahte âşıklar olduğumuz ortaya çıkardı. Ayrıca hayaletinin ortada dolaştığının bilinmesi, ruhuna azap verdiğimizi iddia eden şom ağızlıların da haklı çıkması demekti. Bu yüzden onu görmemiş gibi yaparak ama her gün resmine bakıp onu ne kadar sevdiğimizi söyleyerek bugünlere geldik. Sanırım bu yüzden hışmından kurtulmayı başardık.

    Meclisin korkuluklarından yaşlı başlı bir milletvekili:

    Açıkçası ben kendi adıma ondan şikâyetçi değilim. Hatta sorumlu olduğum devlet dairesinde görünse bundan gurur duyardım. Çünkü tehlikesiz bir hayalet… Hem bir ölünün, canlılara ne zararı dokunabilir ki?

    Çok yüksek yerlere gelmeye aday genç bir milletvekili:

    Ne yani, onu sever mi görünelim? O zaman, bu bizim için gayrimeşru bir aşk olmaz mı? Herkes bize metres tutmuş gözüyle bakar. Hem hoca efendi ne der? Hayır hayır biz sizin gibi iki yüzlü olmayacağız. Ona karşı dürüst olacağız. dedi.

    Kurt siyasetçi gülümsedi. Oyun değişti ama sahne hep aynı… diye içini çekti. Sonra kurnazca, Anladığım kadarıyla siz kiracısı olduğunuz evi yıkmak, onu keyfinize göre yeni baştan yapmak istiyor, bu yüzden ev sahibinden kurtulmak istiyorsunuz?

    İlk kez meclise girdiği için acemi olduğu anlaşılan genç milletvekili saf saf, Evet, nereden bildiniz?

    Eski siyasetçi:

    Duvarlardan geçen bir hayaleti ne durdurabilir? Akıllı olun. Eğer ona karşı çıkmak istiyorsanız bizim gibi yapın. Kendisinden yanaymış gibi görünün. Çünkü düşmanlarının değil, hep dostlarının kurbanı olmuştur o. Hatta eski başbakanlarımızdan biri, sırf yakasını rahat bıraksın diye bir baraja onun adını verdi biliyorsunuz.

    Ya öyle yaparak yine onu başımızdan atamazsak?

    O zaman ondan yararlanmaya bakın. Çünkü Tanrı adına işlenen cinayet, cinayet gibi görülmez.

    Nasıl yani?

    Eski siyasetçi yine şeytanlığı ele alarak, Madem kurtulamıyorsunuz, o zaman ondan bir put yaratmak akıllıca değil mi? Önce düşmanlarınızı o puta saygı göstermeye zorlar, sonra onu onlara kurban edersiniz. Böylece kendisinden hem de düşmanlarınız eliyle kurtulursunuz. Bırakın sizi düşmanlarınız kurtarsınlar. Nitekim bu 1980 darbesinde uygulandı ve başarılı olundu.

    Bu kadar lafın yeterli olacağını düşünen milletvekilleri saygılarını sunarak çekildiler ve bu olayı aktarmak üzere bürokrasinin en tepesindeki kişinin sarayına gittiler. O da:

    Eğer bir devlet işiyse mutlaka Amerikalı bir uzmana danışmalısınız. diye görüş belirtti.

    2

    Üç Amerikalı uzman, hayaleti incelemek üzere özel kalem müdürünün dairesine geldiler; o sırada kendilerine bir polis memuru eşlik ediyordu. Uzmanlar, ilk olarak ondan kurtulmak için o güne kadar bir şey yapılıp yapılmadığını sordular.

    Özel kalem müdürü:

    Elbette. Ülkede artık demokrasi olduğunu söyledik; hatta onu kovmak için elimizden geleni yaptık ama hayalet hazretleri hala orada burada fosforlu ışığıyla görünmeye devam ediyor.

    Bunun üzerine Amerikalılar bu hayaletin bir cadının işi olduğunu söylediler. Birileri hükümetinize büyü yapmış belli… diyerek emniyet memurunun eline beş yüz kişilik bir liste verdiler.

    İşte aradığımız suçlu bunlar arasında. Hepsini tutuklarsanız, o da tutuklanmış olur. Bir cadıyı yakalamanın başka yolu yoktur. diye konuştular.

    Emniyet memuru, vakit geçirmeden bir tazı kadar çevik adımlarla listeyi amirine götürdü. Amir mantıklı bir insandı; listeyi elinde evirip çevirerek, Ne yani suçluyu yakalamak için bu beş yüz kişiyi hapse mi atacağız? diye sordu.

    Memur hain hain sırıttı.

    Şimdilik beş yüz kişi. Çünkü cadıyı bulmak için daha fazla kişiyi gözaltına almak zorunda kalabiliriz.

    Emniyet amiri öyle kızdı ki, az daha adamı dövecekti.

    Böyle saçma şey olur mu? Amerikalılar bu masallarla kimi kandıracaklarını sanıyorlar, nasıl olur da bu ülkede kendilerini mahkeme yerine koyarlar?

    Polis memuru mendebur bir halle, Ya! Siz cadılara inanmıyorsunuz demek?

    Tabii ki inanmıyorum.

    Memur selam verip odadan çıktı ve hemen bunu üstlerine rapor etti. Bir de günün modasına uyarak, en yetkili makama imzasız bir ihbar mektubu yazdı. Bu mektupta, cadılara inanmayan emniyet amiri cadı olmakla suçlanıyordu. Çünkü Amerikalılar hakkında ileri geri konuşmuş, darbecileri korumaya çalışmıştı. Derhal emniyet amiri hakkında soruşturma açıldı. Bu da onun kovulmasına yetti. Birkaç gün içinde şefliğe onu ihbar eden memur getirildi. Böylece cadılara inanmayan biri gitmiş, yerine cadılara inanan biri gelmiş oldu.

    İstediklerinde başbakanların bile ayağını kaydıran Amerikalılar bu değişikliği memnuniyet verici bulmuşlardı. Adalet bakanlığından önemli bir yetkiliyle, yeni emniyet amirini kutlamaya geldiler; çirkin suratına bakmadan ona pek çok iltifatta bulundular. Bundan böyle ülkenin darbeciler için emniyetli bir yer olamayacağını söylediler. Yeni emniyet amiri onlara bu makama layık olduğunu göstermek istiyor, bakışları onların elinde bir alet olma arzusunu belli ediyordu. Amerikalılar bu fırsatı ona fazlasıyla veriyorlardı.

    Onlar, kendi tecrübelerine dayanarak cadıların insanlara özgü hukuka tabii olmadıklarını, bu yüzden özel bir mahkeme kurulması gerektiğini söylediler. Ortaçağda, engizisyon mahkemelerinin hepsinin köküne kibrit suyu ektiğini hatırlattılar. Beş yüz kişilik listede adı geçenleri kastederek, İşte bunları da ortaçağa uygun şekilde yargılayın. diye konuştular.

    Bu parlak öneri adalet bakanlığı yetkilisinin gözlerini kamaştırmıştı.

    Ya deliller? diye sordu.

    Amerikalı uzman:

    Kanıt aramaya ne gerek var? Bırakalım onlar kendilerinin masum olduklarını kanıtlasınlar.

    Herkes bu fikri harika buldu. Hayranlıklarını Amerikalılara kravat hediye ederek belli ettiler. Çok geçmeden batıl inançları olan iki savcı, kararlarını fala bakarak veren bir hâkim bulundu. Bu savcılar arasından yaşlı olanı, bir anadan doğabilecek en zararlı yaratıktı; düşmanını mahvetmek için tek göz işareti yeterdi. Üstelik bir acuzeyle evli olması yüzünden bir timsahla yaşıyormuş kadar mutsuzdu. Önüne yaka paça getirilen beş yüz kişiyi cadılardan çok çekmiş biri gibi sorguya çekiyor, hiçbiri cadı olmadığını ona ispatlayamıyordu. Genç olan savcı ise karşısına getirilen insanları sorguya çekmeden önce onlardan darbeci olmadıklarını kanıtlamalarını istiyordu. Yeni doğmuş bir bebeği bile kabahatli çıkarabilirdi. Bu özellikleriyle çok takdir ediliyordu. Hâkim, annesinden bile sevgi görmemişti Buz gibi suratı cezaevi duvarlarının soğukluğunu yansıtıyordu. Savcı gibi o da bir cadalozun boyunduruğu altında yaşıyor, evinin üzerinden cadıların süpürgeyle uçtuklarını sanıyordu. Herkesin önünde göğsünü gere gere yirmi bin kişiyi hapse tıktığını söylüyor, bu sözleriyle karısına kahramanlık yaptığını düşünüyordu.

    Emniyet amiri, hükümeti büyüyle düşürmeye kalkmaktan beş yüz kişiyi eski törelere uygun şekilde yakaladı. Bu üç adalet adamı, darbeci olduklarını itiraf edinceye kadar onları bir deliğe tıkmanın en akıllıca iş olduğuna karar verdiler. Onları korumaya kalkanların da cadı sayılacaklarını ilan ettiler.

    Ne var ki, aradan birkaç yıl geçmesine rağmen aranan suçlu bulunmuş değildi. Çünkü hayalet hala ortalarda dolaşmaya devam ediyordu. Bunun üzerine Amerikalı uzmanlar yine geldiler. Bu durumdan uluslararası para fonunu ve dünya bankasını haberdar etmeleri gerektiğini, çünkü Amerika’yı ilgilendiren işlerde her zaman ilk önce onlara danıştıklarını söylediler.

    3

    Uluslararası para fonu yetkilileri son derece mantıklı insanlardı. Amerikalılar konuyu kendilerine rapor ettiklerinde akıllarına gelen ilk soru şu oldu:

    Sakın bu hayalet devlet hazinesinden bir şeyler aşırmak için gelmiş olmasın?

    Hükümetlere borç verdikleri için en ufak bir şeyden bile işkillenen yetkililer, ayrıca bu hayaletin bir tehdit oluşturup oluşturmayacağını merak ediyorlardı. Sonunda uluslararası para fonu konuyla ilgilenmesi için bir uzmanını tayin etti. Dünya bankası, merkez bankasına bir mektup yazdı. Bu mektupta ciddi ciddi Sermaye ne kadar ürkektir, bilirsiniz. Borsa birazcık şiddetli esen rüzgârdan bile etkilenir. Önünden bir hayaletin geçip gitmesine tepkisiz kalmayacaktır. deniliyordu.

    Bu ihtarın sonucunda ülkenin kredi notu düştü. Hükümet ise hayaletin zararsız olduğunu söylüyor, uluslararası yatırımcılara güvence üzerine güvence veriyordu.

    Tefecilik yapan yabancı bir banka temsilcisi:

    Ya bu hayalet ete kemiğe bürünürse, ya yüz yıl önce yaptığını yine yapmaya kalkarsa, ya görünmez silahları varsa, ya bir gün halkı peşine takarsa? diye soru üstüne soru soruyordu.

    Maliye bakanlığı yetkilileri şöyle yanıt veriyordu:

    Öyle bir şey olursa, bu onun mezarından fırlamasından da büyük bir mucize olur.

    Sakın şu hayalet hükümetinizin uyguladığı ekonomi politikasından şikâyetçi olmasın?

    Maliye bakanlığı yetkilileri:

    Bunu düşünemeyiz bile. Vergi dairesinin vergisini ödeyen adamı soyduğu söylenebilir mi? Bugün tefecilere ödenen faiz de vergi sayılır. Kaldı ki bu hırsızlıksa, günümüzde halkın rahat yaşaması kuzu gibi soyulmasına bağlı. Eğer buna karşı çıkarlarsa, o zaman icraya verip ellerinde ne kaldıysa, onu da alırız.

    Bu sözlerden halkın sadece bedeninin değil ruhunun da teslim alındığı anlamı çıksa da uluslararası para fonunu rahatsız eden, borçlu halkın aklına bir gün kurtarılabilecekleri fikrinin gelmesiydi. Çünkü daha önce memleketi hacizden bir kez kurtarmış biri yine aynı şeyi yapabilirdi.

    Köle olmak yetmez; köle de kaçar kurtulur. Ellerinin, ayaklarının, boyunlarının zincirlerle bağlı olması gerekir. Kaçıp kurtulmayı akıllarının ucundan bile geçiremeyecek bir halde olmaları gerekir. diyorlardı. Bu yüzden canlılardan ümit kesilmiş bir ülkede kurtarıcı olmak ölülere kalmıştı.

    Maliye bakanlığı onlara yazdığı mektupta, hayaletin tarihi bir eser sayılması gerektiğini, bu yüzden ona antika eşya muamelesi yaptıklarını yazıyordu. Havadan bile nem kapan bu insanlar, her şeyi hesap etmek zorundaydılar. Çünkü altın ve para yığını üzerinde oturan, bu yığını ne yapacaklarını bilemeyen, sonunda onu canlarını emanet eder gibi kendilerine emanet eden müşterilerinin çıkarları söz konusuydu.

    Konuyu bürokratlarla bizzat görüşmek üzere uluslararası kreditörlerden oluşan bir heyet, maliye bakanlığına geldi. İçlerinden biri hemen şikâyet ederek lafa girdi. Onu dinleyen bürokrat ise, Şimdiye kadar hayaletin kötü bir davranışını görmediklerini söyledi.

    Öteki sert sert, Yani melek gibi diyorsunuz öyle mi? O zaman daha kötü ya! Bu sizin gibi şeytanlara savaş açması için yeterli sebeptir.

    Her lafa bir cevabı bulunan bürokrat:

    Neyse ki, o da bütün ileri görüşlü devlet adamları gibi yapıyor. Hep borsa kapandıktan sonra görünüyor.

    Öyle mi? Sizinki, operadaki hayaletle hiç karşılaşmamış, belli. Yoksa hepinizin hayatını müzikale çevirirdi.

    Bürokrat yüzsüzlüğü iyice ele alarak, Hiç endişelenmeyin, onun bizim gibi namuslu insanlara, hiçbir kötülüğü dokunmayacaktır.

    Öteki:

    Dediğiniz kadar namuslu olsaydınız, bu kademeye gelemezdiniz hiçbir zaman. diye onun ağzını kapattı.

    Heyette bulunan yabancı bankacılardan biri sırıtarak, Öyle ya, ülkenize verdiğimiz borç para, borsada sizin için de altın yumurtlayan tavuğa dönüşüyor. Şimdi o kalkar da, bu tavuğu kaçırmaya kalkarsa ne olur?

    Maliye bakanlığı yetkilisi bu sözlere uygun bir cevap vermek için düşünürken, heyet başkanı araya girdi.

    Baksanıza, tarih kitaplarının yazdığına göre zamanında bir mucize yapmış. Ya bir daha yapmaya kalkarsa, ya bu ölü şimdikileri devirip kendisine benzeyen dirileri iktidara getirirse? Yani anlayacağınız şu an bizi halkınız değil memleketi tapulu malı sayan hayaletiniz endişelendiriyor.

    Bürokrat:

    Gereksiz korkular. diye yanıt verdi. Ardından halkı ondan soğutmak için ellerinden geleni yaptıklarını, onu gözden düşürdüklerini ballandıra ballandıra anlattı. Bürokratın bu pervasız sözleri karşısında dünya bankası yetkilisi eski kaygılı halini takınarak, Size katılıyoruz. Ama içinde hayalet olan bir eve kim girmek ister. İşte sizin ülkeniz de o ev gibi. Önce evinizi temizleyin, sonra bizi çağırın.

    4

    Dünya bankasının hükümete verdiği ültimatom, iktidar içinde iki tarafa çalışan casuslar tarafından anında cumhuriyetçi partiye iletilmişti. Liberallerin asık suratı olup biteni çok iyi özetliyordu. Ne de olsa, bir kral tahttan düşünce, dalkavukları da onunla birlikte yere yuvarlanır.

    Bu durum muhalefet partilerinde büyük ümitlerin doğmasına yol açmıştı. Ertesi günü cumhuriyetçi gazetenin bütün köşe yazarları bir kafes bülbülü gibi öterek bu ümitleri dillendirdiler. Büyük müttefikin iktidar partisinden yüz çevirdiğini yazarak nihayet büyük anın geldiğini hissettirdiler; eğer bu fırsat da kaçarsa cumhuriyetçi partinin asla iktidar olamayacağını ima ettiler.

    Partiden üç liberal milletvekili, cumhuriyetçi gazetenin bir yazarı fikrini almak üzere eski bir siyasetçinin kapısını çaldılar. Bugün evi müze gibi ziyaret edilen, bir turşu kavanozuna benzeyen bu adam kendilerine doğru yolu gösterebilirdi.

    Yaşlı siyasetçi cumhuriyetçi partiden konuklarını elinde bastonla bizzat kapıda karşıladı; o bilindik kâhin bakışıyla, Birkaç gün önce iktidar partisi milletvekillerini kabul ettim. Siz, daha bu ziyarete karar vermeden önce ben geleceğinizi biliyordum. dedi.

    Hem iktidarın hem muhalefetin dertlerine derman bulmak için başvurdukları bir kişi olmaktan çok hoşnuttu. Birbiriyle düşman olanlar dahi fikrini almak için onun kapısını çalıyordu. Büyük müttefikle arasını iyi tuttuğu için sonunda tanrı gibi bir şey olup çıkmıştı.

    Konuklar içeri girince dört dörtlük bir ziyafet sofrasıyla karşılaştılar.

    Eski siyasetçi manalı manalı, Bu ziyafet sofrasını, sayın elçi sizin için hazırlamamı özellikle rica ettiler. dedi.

    Bir anda sofra konuklara, sanki gökten bir melek inmiş de, sihirli değneğiyle dokunarak kurmuş kadar güzel göründü.

    Eski siyasetçi:

    Ayrıca bize katılmaları için liberal kesimin en etkili iki kalemini çağırdım.

    Adlarını söyleyince cumhuriyetçi gazetenin yazarı hayret etti.

    Bu iki gazeteci, bizim en büyük düşmanlarımızdan değil mi? Nasıl olur da gelirler?

    Eski siyasetçi öyle bir kahkaha attı ki, ağzındaki takma dişler bile sallandı.

    Bir ziyafet var dedin mi, gelmez olurlar mı? Ayrıca bu arkadaşlar henüz birbirlerini tanımıyorlar. Burada tanışacaklar. Haydi, masaya oturalım. Yemek yerken daha iyi konuşuruz.

    Eski siyasetçi konuklarını masaya tek tek oturttu. Az sonra söz politikadan açıldı. Bir milletvekili, yanına düşen cumhuriyetçi gazetenin yazarına dönerek, Bu liberaller son zamanlarda hükümete fazla yüklenmeye başladılar. Başbakanın o kadar hücuma uğradığı halde, hiçbir darbe almaması sana da kuşkulu görünmüyor mu?

    Cumhuriyetçi gazetenin yazarı lokmasını çiğneye çiğneye, Her hükümetin basına çatması adettendir; bunun için de ona koz vermek gerekir. Böylece halk gazetelerin yazdığına daha çok inanır.

    Milletvekili bu sözleri o kadar beğendi ki, etrafına, Nasıl, şu bizim gazeteci zeki değil mi? diyen bakışlar attı.

    Cumhuriyetçi yazar:

    Üç ay önce basın camiasının katıldığı bir davetteydim. Sayın elçi de oradaydı. Her zaman olduğu gibi gazeteciler çevresini sarmıştı. Aralarından biri hükümeti ona şikâyet etmeye başladı. Ne de olsa kendileri hükümetin şikâyet edileceği ülkedeki en yetkili makamdır. Sayın elçi ne dese beğenirsiniz?

    Herkes kulağını açmış bekliyordu. Cumhuriyetçi gazetenin yazarı böylece herkese sabırsız bir an yaşattı.

    Çünkü bir adamı överek değil, kötü eleştirerek güzel gösterirsiniz. Suçluları temize çıkaran da, savunmadan çok haksız ithamlarıdır. Tabii bu hoş şaka herkesin gülmesine yol açtı. İşte o zamandan beri bütün liberaller atışlarını kurusıkı yapıyorlar. diye lafını tamamladı.

    Eski zamanların kurt siyasetçisi:

    Onları ciddiye almalı. Çünkü o tip gazetecilerin yazıları büyük müttefikin size olan muhabbetinin derecesini gösteren barometre görevi görür. Sırf kendilerine tahsis edilmiş ayrı bir maaş aldıklarından yazdıklarının samimiyetine inanabilirsiniz.

    Nihayet evin uşağı, beklenen konuğun geldiğini haber verdi. İri cüsseli liberal gazeteci, bir ordu komutanı tavrıyla içeri girdi.

    Gür sesiyle:

    "Londra’da Derby at yarışlarına katılan atımı ziyaretten geliyorum. İki ayda bir onu düzenli ziyarete giderim."

    Eski siyasetçi hınzır bir bakışla, Atınızın sıhhati nasıl? Afiyettedir inşallah?

    Öteki:

    Karımı ahıra kapatmayı, sonra da atımla dolaşmayı çok isterdim. Sadece elmaslarla ağzını kapatabiliyorum; onu susturmak bana çok pahalıya patlıyor.

    Cumhuriyetçi gazetenin yazarı, yanında oturan milletvekilinin kulağına öfkeyle, İşte, iyi besili bir liberal, ücretinin bir kısmının kendisine yemek olarak ödendiğinin bir işaretidir. dedi. İkisi bıyık altından güldüler.

    Liberal gazeteci elbette bu sözleri duymuştu.

    Bu papağanın ne işi var burada? diye duyuracak şekilde ev sahibinin kulağına fısıldadı. Sonra yemeğe öyle saldırdı ki, ev sahibi bile, Beyefendi, yavaş olun. Sizin yüzünüzden kıtlık çıkacak. deme gereğini duydu.

    Çok geçmeden demokrat yazarın da geldiğini duyurdular. Yoksulluktan yeni çekilip kurtarılmış gibi çelimsiz, bir bacanın içinden kaçacak kadar sıska olan bu adam doğuştan suratsızdı. İnce bacakları yüzünden pantolonu üzerinde eteklik gibi duruyor, her güldüğünde dili bir karış dışarı sarkıyordu. Aklından hep, eğer oturup ne düşündüğümü yazsaydım, açlıktan ölürdüm. Hem benim ne düşündüğüm kimin umurunda. Sırf başkalarının düşündüğünü yazdığım için şu an güzel bir evim, arabam var. diye geçirirdi.

    Demokrat yazar, liberal yazarla tanıştırıldığında bu iki yaltakçı hemen birbirlerini anladılar. İkisi de kaleyi içerden fethetmek için bu daveti geri çevirmemişlerdi elbette. Çünkü eski siyasetçi onlara, Büyük amaca ulaşmak için yapılan planlardan konuşulacak demişti. İki gazeteci yan yana masaya oturdular; her şeye hâkim bir tavır takındılar. Az sonra özel bir salçayla kızartılmış kuzu eti geldi ve masaya servis yapan uşaklar, yemeğin en güzel kısmını göstere göstere liberalin tabağına koydular. Etin onunki kadar güzel kısmı demokrata düştü. Şarap en önce onlara ikram edildi. Cumhuriyetçi gazetenin yazarına sadece birkaç kemik kalmıştı. Liberal yazar, hiç istifini bozmadan ona tabağında gözü varmış gibi baktı.

    Sizi daha önce ziyafetlerde hiç göremezdik. dedi.

    Cumhuriyetçi gazetenin yazarı, meslektaşını iğneleme fırsatını kaçırmadı.

    Benim gibi açlıktan ağzı kokanların hakkını savunmak için yazarsanız, hiçbir ziyafete çağrılmazsınız. dedi.

    Onların arasını yapmak isteyen yaşlı kurt, sırf bunun için büyük müttefikten ve onun cumhuriyetçi partiyle olan ilişkilerinden söz açtı.

    Liberal yazar, peçetesiyle ağzını sildi.

    Meseleden haberim var. dedi. Sonra yazılarını kaleme aldığı tonla konuşarak:

    Her büyük ülke kontrol altında tuttuğu ülkenin iktidar partisine karısı gözüyle bakar, muhalefet partisini kendisine metres tutmak ister. Metresin bütün gayesi, onun karısının yerine geçmektir. Tüm bu çekişme ortasında sadece kocanın rolü değişmez.

    Milletvekili latifeye karşılık vererek, İktidar, meşru karısı olsa yine iyi... Cariyesi olmuş, demek daha doğru olur.

    Liberal yazar:

    Niye öyle diyorsunuz? Bugün uluslararası siyasette, ancak cariye olursanız sultan olmayı ümit edebilirsiniz.

    Eski siyasetçi gülümsedi. Kadehini cumhuriyetçi parti şerefine kaldırdı.

    "Galiba bizim metres, bekleye bekleye kocayacağını anlamış; evlenme vaadinin boş olduğunu kavramış. Çünkü karısıyla onu hep mutlu görüyormuş. Böylece bir gün onunla evlenmekten ümidini kesmiş.

    Demokrat yazar, cumhuriyetçi partililere dik dik bakarak, "Sizin büyük müttefikle ilişkilerimize herhangi bir itirazınız yok değil mi? Şikâyetiniz sadece sevdiğinize, meşru duygularla bağlanma arzusundan kaynaklanıyor. Yoksa

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1