Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Yüzelli Yaşındaki Adam: Roman
Yüzelli Yaşındaki Adam: Roman
Yüzelli Yaşındaki Adam: Roman
Ebook310 pages3 hours

Yüzelli Yaşındaki Adam: Roman

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Hep açık sözlü olmaktan yanayım. Bir gün bu felaket asrının acılı ve şaşkın insanı haline geleceğimi hiç düşünmemiştim. Eğlencenin sonsuza kadar süreceğini sanmıştım. Ama şu anda öyle düşünmüyorum. Evet yaşamak! Gerçeklerle yaşamak gerek, yalanları değil…


 Dün unuttuğumu sandığım bir sızı yokladı beynimi. Evet, başımdan geçen o yalancı aşkları, aldatmalarımı içimden birer birer hatırlayıp saymaya çalıştım. Kader ne çok ilk acılardan yaşatmıştı bu son yıllarda bana! Hayatta o kadar acı çektim ki, yaşımın henüz kırk olmasına rağmen kendimi, yüz elli yıl kadar yaşamış ve bir o kadar da kendimi yaşlı hissediyorum…


 Aslına bakarsanız ama ben hiç yaşamadım ki! Nasıl olur da ben bu genç yaşta kendimi yüz elli yıl yaşamış gibi yorgun ve ihtiyar hissediyorum böyle? Hayatımın en güzel yıllarını yaşamam gerekirken ne yazık ki, içimdeki aynanın üzerine kara bir örtü örtülmüştü. Ömrüm boyunca inanılmaz iniş ve çıkışlar yaşadım. İnsanın yaşamı ne garip olaylara gebeymiş meğer! Keşke! Keşke… İstiyorum ki, gözlerimi kapayıp derin uykuya dalayım. Yada birileri beni öldürseydi de, birilerinin elinde kalsaydım. Çekilseydim keşke şu dünya sahnesinden ve perde tamamen kapansaydı! Bir an evvel sevdiklerimin yanına gitseydim…


 Son yıllarda aşkı tutkuyu, ihaneti, kıskançlığı, korkuyu o kadar yüksek dozda yaşamıştım ki, kırklı yılların başında, kendimi yüz elli yaşında gibi hissetmek, gibi bir şeydi bu! Bu yaşananlar filmlerde, dizilerde olurdu ancak, diye zannederdim. Ama benim hayatımda da olmuştu işte…


 Pek öyle ahım şahım bir adam olmasam bile, gene de yakışıklı, sportmen bir iş adamı sayılırdım ve özgürlüğüm bu sayede hiç bir sınır tanımıyordu. Genç yaşımda ne paraya bağımlıydım, nede mutsuz bir yaşama! İstediğim her şeyi yapabiliyordum.


O zamanlar, çok genç olduğum için her türlü hayat mücadelesine hiç taviz vermeden katılıyordum ve şeytandan bile korkmaz bir halim vardı. En azından işlerim fevkalade yolunda ve iyi gidiyordu…


 Kendimden başka hiç kimseyi önemsemiyordum! Ölüm veya onun eş anlamlısı ayrılık korkusu falan nedir hiç yaşamamıştım ve bilmezdim pek. Pek çok keyifli mücadeleden sonra ve okul yıllarımın arkasından, hayatımda en ufak bir leke olmadan evlendim...


 Yaşamımda o zamanlar her şey o kadar kolaydı ki, anlatamam! Çocukluğumun ilk seneleri, okul yıllarım, ailemin koruması altında oldukça güzel geçmişti. Evliliğimin ilk yıllarında da, işlerim fevkalade yolundaydı. Bu evliliğimden bir oğlum Alihan ve arkasından da kızım Ceren dünyaya gelmişti...


 Nasıl oldu bilmiyorum, zenginleştikçe, güçlendikçe evli olmama rağmen son zamanlarda müthiş bir çapkınlık krizine düşmüştüm. İçkili bir eğlencenin gecesinde ilk adımı attım. Birlikte iş yaptığımız Bursalı bir ipek kumaş üreten firmanın sahibesiyle içkili bir gece yemeğinden dönerken dekolte ipek elbisesinin askıları omzundan düşmüştü. Soy adı gibi yeşil ipek giysileri daha da çıldırtıyordu beni! Göğüsleri neredeyse dışarı fırlamak üzereydi. Sarhoş bir kadını otel odasına bırakırken tam bir gece çapkını gibi onun yatağına girmiştim. Bu genç evli bayanla her hafta aynı otelde birlikte olmaya başlamıştık…


 Halbuki ben zengin olmadan ve evlenmeden önce hiç de böyle değildim. Bekarken bile hiçbir kadın beni kolay elde edemiyordu. Şimdi ne olmuştu bana? Kendime şaşıyor ve hayret ediyorum, nedense evlendikten sonra kadın konusunda doyumsuz bir adam olmuştum. Ve peş peşe gelen hatalar zincirleriyle işimi ve aile yaşamımı iyice bir felç etmiştim. Bekar yaşarken bile bundan daha edepli bir yaşantım vardı. Diğer yandan evli olmama rağmen, korumam altında olması gereken ve iş arkadaşım olan oldukça hoş bir bayanla da birliktelik yaşıyordum. Günübirlik yaşadığım maceralar ise, daha da iğrenç bir şeydi...

LanguageTürkçe
Release dateOct 2, 2016
ISBN9786059654753
Yüzelli Yaşındaki Adam: Roman

Read more from Halit Fuat Beşik

Related to Yüzelli Yaşındaki Adam

Related ebooks

Reviews for Yüzelli Yaşındaki Adam

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Yüzelli Yaşındaki Adam - Halit Fuat Beşik

    İçindekiler

    Yazar Hakkında

    ÖNSÖZ

    BÖLÜM:1

    BÖLÜM:2

    BÖLÜM:3

    BÖLÜM:4

    BÖLÜM:5

    BÖLÜM:6

    BÖLÜM:7

    BÖLÜM:7

    BÖLÜM:8

    BÖLÜM: 9

    BÖLÜM:10

    BÖLÜM:11

    BÖLÜM:12

    BÖLÜM:13

    BÖLÜM:14

    BÖLÜM:15

    BÖLÜM:16

    BÖLÜM:17

    BÖLÜM:18

    BÖLÜM:19

    BÖLÜM:20

    BÖLÜM:21

    BÖLÜM:22

    BÖLÜM: 23

    BÖLÜM:24

    BÖLÜM:25

    BÖLÜM:26

    BÖLÜM:27

    BÖLÜM:28

    BÖLÜM:29

    BÖLÜM:30

    BÖLÜM:31

    BÖLÜM:32

    BÖLÜM:33

    BÖLÜM:34

    BÖLÜM:35

    BÖLÜM:36

    BÖLÜM:37

    BÖLÜM:38

    BÖLÜM:39

    BÖLÜM:40

    BÖLÜM:41

    BÖLÜM:42

    BÖLÜM:43

    BÖLÜM:44

    BÖLÜM:45

    BÖLÜM:46

    Yazar Hakkında

    Halit Fuat Beşik kimdir? 1952 yılında Fatsa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Fatsa'da, üniversite öğrenimini ise İstanbul'da tamamladı. Kapalı çarşıda ticaret hayatına atıldı. Bu arada dünyanın pek çok ülkesini gezme fırsatı buldu. Önceleri rezaletten kaçmayan ve Hep ben mantığıyla maceralı bir hayat yaşadı. Okumayı ve not almayı çok sevdiği için pek çok kitap ve notlara sahiptir. Yazmak konusuna otuz yıllık bir emek vermesine rağmen, bu konuda daha pek çok şey yapması gerektiğine inanıyor. 2003 yılında Talan Mevsiminde Adam gibi yaşamak. 2010 yılında, Sokrates’in İsyanı. Ve son olarak ta, Haçlılar Çanakkale’de." adlı kitapları yayınlanmıştır.

    İnanç, Adalet, İnsan sevgisi ve Kuran ahlakına dayalı o muhteşem denge içinde eserler vermeye çalışıyor. Şu anda sizler için değişik konularda pek çok kitaplar daha hazırlamaktadır. Gerçek eserlerini bundan sonra sunacağına inanıyor...

    ÖNSÖZ

    Hep açık sözlü olmaktan yanayım. Bir gün bu felaket asrının acılı ve şaşkın insanı haline geleceğimi hiç düşünmemiştim. Eğlencenin sonsuza kadar süreceğini sanmıştım. Ama şu anda öyle düşünmüyorum. Evet yaşamak! Gerçeklerle yaşamak gerek, yalanları değil…

    Dün unuttuğumu sandığım bir sızı yokladı beynimi. Evet, başımdan geçen o yalancı aşkları, aldatmalarımı içimden birer birer hatırlayıp saymaya çalıştım. Kader ne çok ilk acılardan yaşatmıştı bu son yıllarda bana! Hayatta o kadar acı çektim ki, yaşımın henüz kırk olmasına rağmen kendimi, yüz elli yıl kadar yaşamış ve bir o kadar da kendimi yaşlı hissediyorum…

    Aslına bakarsanız ama ben hiç yaşamadım ki! Nasıl olur da ben bu genç yaşta kendimi yüz elli yıl yaşamış gibi yorgun ve ihtiyar hissediyorum böyle? Hayatımın en güzel yıllarını yaşamam gerekirken ne yazık ki, içimdeki aynanın üzerine kara bir örtü örtülmüştü. Ömrüm boyunca inanılmaz iniş ve çıkışlar yaşadım. İnsanın yaşamı ne garip olaylara gebeymiş meğer! Keşke! Keşke… İstiyorum ki, gözlerimi kapayıp derin uykuya dalayım. Yada birileri beni öldürseydi de, birilerinin elinde kalsaydım. Çekilseydim keşke şu dünya sahnesinden ve perde tamamen kapansaydı! Bir an evvel sevdiklerimin yanına gitseydim…

    Son yıllarda aşkı tutkuyu, ihaneti, kıskançlığı, korkuyu o kadar yüksek dozda yaşamıştım ki, kırklı yılların başında, kendimi yüz elli yaşında gibi hissetmek, gibi bir şeydi bu! Bu yaşananlar filmlerde, dizilerde olurdu ancak, diye zannederdim. Ama benim hayatımda da olmuştu işte…

    Pek öyle ahım şahım bir adam olmasam bile, gene de yakışıklı, sportmen bir iş adamı sayılırdım ve özgürlüğüm bu sayede hiç bir sınır tanımıyordu. Genç yaşımda ne paraya bağımlıydım, nede mutsuz bir yaşama! İstediğim her şeyi yapabiliyordum.

    O zamanlar, çok genç olduğum için her türlü hayat mücadelesine hiç taviz vermeden katılıyordum ve şeytandan bile korkmaz bir halim vardı. En azından işlerim fevkalade yolunda ve iyi gidiyordu…

    Kendimden başka hiç kimseyi önemsemiyordum! Ölüm veya onun eş anlamlısı ayrılık korkusu falan nedir hiç yaşamamıştım ve bilmezdim pek. Pek çok keyifli mücadeleden sonra ve okul yıllarımın arkasından, hayatımda en ufak bir leke olmadan evlendim...

    Yaşamımda o zamanlar her şey o kadar kolaydı ki, anlatamam! Çocukluğumun ilk seneleri, okul yıllarım, ailemin koruması altında oldukça güzel geçmişti. Evliliğimin ilk yıllarında da, işlerim fevkalade yolundaydı. Bu evliliğimden bir oğlum Alihan ve arkasından da kızım Ceren dünyaya gelmişti...

    Nasıl oldu bilmiyorum, zenginleştikçe, güçlendikçe evli olmama rağmen son zamanlarda müthiş bir çapkınlık krizine düşmüştüm. İçkili bir eğlencenin gecesinde ilk adımı attım. Birlikte iş yaptığımız Bursalı bir ipek kumaş üreten firmanın sahibesiyle içkili bir gece yemeğinden dönerken dekolte ipek elbisesinin askıları omzundan düşmüştü. Soy adı gibi yeşil ipek giysileri daha da çıldırtıyordu beni! Göğüsleri neredeyse dışarı fırlamak üzereydi. Sarhoş bir kadını otel odasına bırakırken tam bir gece çapkını gibi onun yatağına girmiştim. Bu genç evli bayanla her hafta aynı otelde birlikte olmaya başlamıştık…

    Halbuki ben zengin olmadan ve evlenmeden önce hiç de böyle değildim. Bekarken bile hiçbir kadın beni kolay elde edemiyordu. Şimdi ne olmuştu bana? Kendime şaşıyor ve hayret ediyorum, nedense evlendikten sonra kadın konusunda doyumsuz bir adam olmuştum. Ve peş peşe gelen hatalar zincirleriyle işimi ve aile yaşamımı iyice bir felç etmiştim. Bekar yaşarken bile bundan daha edepli bir yaşantım vardı. Diğer yandan evli olmama rağmen, korumam altında olması gereken ve iş arkadaşım olan oldukça hoş bir bayanla da birliktelik yaşıyordum. Günübirlik yaşadığım maceralar ise, daha da iğrenç bir şeydi...

    Öylesine maddi bir zenginlik yaşıyordum ki, hiçbir krize sürükleneceğimi düşünmeden, asrımızdaki zenginlerine mahsus bir şekilde bolluk ve lüks içinde yaşayıp gitmeye başlamıştım. Uysal, sabırlı, merhametli, mütevazı, insanca yaşamam gerekirken ben, Firavun gibi kibirlenip yüreğimi küstahça hareketlere kaptırmıştım…

    Yaşadığım kapitalizm de öğretilen acayip bir yol vardır. Sen en iyisine layıksın! İkinci adam olmak sana yakışmaz. gibi zihinsel hafıza kitapları bizi böyle yönlendiriyordu. Bizlere okulda bile yetinmemeyi, sabırsızlığı, hep kazanmayı, kimseye acımamayı öğretmişlerdi. Batılı yaşam tarzı şeytana paralel bir din olarak hayatımıza bu egoları sokuşturmuştu. Yaşadığımız dünyada her şeyi isteyen, her şeyle çiftleşmeye çalışan bir kapitalizm. İnsana binlerce sapıklık yolu öğretiyorlar... Adeta profesyonel bir dolandırıcılık gibi bir şey! Kadın, araba, mevki, güç…

    Ne yazık ki ben de, çevremdeki diğer zenginlerin yaptığı gibi, akıl, irade ve mantıkla yapılmayacak şeyler yapmaya başlamıştım. Elimde olmadan bende şehvet, kibir, intikam hırsı içinde, hep zaman revaçta ama acısı yürekte olan ve insanın kalbinde derin sızılar bırakan bu aşırı bir yaşam tarzını seçmiştim. Çevremdeki insanlar, zengin, kendini modern ve sosyete olarak tanımlayan, kendilerine göre farklı görüşleri olan kişilerdi. Etrafımda hiç kimse evli bir kadının ihanet etmeyeceğine inanmıyordu.

    O korkunç acıları yaşadıktan sonra, şimdi kendime gelmeye çalışsam da, toparlanmak hiç de kolay olmuyor. Öyle görünüyordu ki, o gerçek yaşam tarzına ulaşmak hiç de kolay olmayacaktı artık benim için. Çünkü ben, ne kadar şanslı olduğunu düşünmeyen budaladan başka bir şey değildim. Neyse! Size yaptığım bu yanlışlarla kimseye zaman kaybettirmek istemem. Hikayemiz bir yuvanın bozulmasına, dağılmasına sebep olan çok pis, iğrenç, acıklı ve dramatik bir olay olduğunu anlamışınızdır. Hayatımı hiç yoktan yere nasıl bu kadar kötü bir hale getirmiştim?

    Dinleyin de size anlatayım hikayemi!

    Evet, acılar, ümitsizlikler, isyanlarla dolu ıstırap devresi başlıyordu benim için! Allah’ın muhteşem gözünden elbette bu sapkınlıklarım fark edilecekti. Kur-an, kibre kapılmayın der ama, yamyam Batının şeytanla işbirliği yaparak kurduğu modern dünyadaki sistem çok kötü işliyor. Sembolik tezatlar ve televizyon gibi araçlar kitleleri uyuşturup sistemin bir karakteri haline getiriyor. İnsanlarda sabır ve tahammül kalmadı. Sabır ise Müslüman’a farzdır. Sabrın olmadığı yerde istekler ve şiddet çoğalır. Kur-an kültürü hakikatlerinin yerini bencillik aldı. Pek çok felakete uğrayacağım belli olmuş gibi görünüyordu artık…

    Bu iş neye benziyor biliyor musunuz? Tıpkı, bir barajın suyu gibi. Barajın suyunu yavaş yavaş salarsanız tarlaları, hayvanları sular, her şeye hayat verirsiniz. Eğer, daha da iyi olacağını düşünüp, barajın suyunu birden bire boşaltıp, koyuverirseniz her şey su altında kalır ve mahvolur. Bütün toprak çorak bir hale gelir ve kurur. Biz barajın suyunu birden boşaltmaya kalkmıştık…

    Dünyanın tüm mutluluklarını birden ele geçireceğimi sanmıştım. Bu benim başıma gelebilecek en kötü kaderdi. Belli ki artık ilk keder damlası gözlerimden akacaktı. Aykırı davranışlarımın beni kendi gözümde de küçülttüğünü iyi fark etmeye başlamıştım bile. Bu ihanetleri ve kaçamakları evlendikten sonra asla yapmamam gerektiğini baştan anlamam gerekirdi. Ama olmadı işte beceremedim…

    Belli ki böyle kayıp üstüne kayıp yaşamak beni üzgün ve kırılgan biri haline getirecekti. Kendimi haklı gösterecek hiçbir halimin olmadığını da iyi biliyordum. Şimdi kendi hakkımda, soğuk ve kuru değerlendirmeden başka bir şey yapamıyorum. İnsanın kendi hazırladığı şansızlığı burada başlıyor işte! Aslında yaptıklarım şimdi kendi gerçek duygularıma uygun düşmese de yaşanmış artık bir kere…

    Odun atınca ateşin bir müddet sönmesi gibi bir şeydir bu! Hadi geri döndürelim o yaşamı tekrar geri döndürebilirsek eğer… Sanki bin yıl acı çekmiş ve yaşamış gibiyim! Hala da acı çekiyorum…

    Eskiler, Gülmek ağlamanın anlamdaşıdır. diye bedava söylememişler. İhanetlerim arttıkça yavaş yavaş içimde o derin sızı oluşmaya başlamıştı bile! Hiç bu işlerin, bu derece beni mutsuz edeceğini önceden düşünmemiştim. Yaşadıklarımdan dolayı içim hala daralıp kararıyor. Bu durumda yönünü şaşırmış yetişkinlerin paylaştığı kayıp bir yerdeydim. Hiç bir şeye veda etmek için zamanım bile kalmadı. Üstelik çevremde o kadar ölüm gördüm ki, artık korkmak istesem de bir türlü başaramıyordum. Bu arada yalnızlığın da ölümden beter olduğunu anlatmış mıydım size? Ve artık sözün bittiği yere gelmiştim…

    Evet!

    Artık yalnızlığın iliklerime kadar hissediyordum. Etrafımda dolanan duran ve sözümü işitmek için deli divane olan insanlardan hiçbir eser kalmadı. Gene de memnun olduğum bir şey vardı ki, artık şimdi iş yemeklerine masalarımı paylaştığım o çakallara birlikte rezil olarak yaşamıyorum. Bir bakıma şimdi onlardan uzak kalarak bir nevi koruma altındayım. O zamanlar, lüks otellerde, restoranlarda masam etler, balılar, soğuk sıcak mezeler, zeytinyağlılar, kebaplar donatılırdı. İçkilerin envai çeşidi billur kadehler içinde geliyordu. Masalarımız, israfın envai çeşidine ve tam bir şeytan sofrasına dönüşüyordu. Çoğu yemekler el bile sürülmeden çöpe atılıyordu. Garsonlar tarafından bu yemeklerin çöpe dökülmesi beni her zaman üzmüştür… Dünyada onca insan açken, güzelim yemekler çöpe gidiyordu. Bunları size neden mi anlatıyorum? Hayır hayır! Kimseye gösteriş yapmak gibi bir düşüncem yok. Size zenginlerin ne kadar israfa yol açtıklarını söylemek istiyorum. Bu yaşadıklarımı size anlatmazsam, olanı açmasam ve iyice açıklamasam kime ne faydamız dokunur ki? Bir hiç yüzünden öfkeleneceğimi de sanmayın…

    Elbette bazıların yaptığı gibi mahrem ve özel olan şeyleri burada açıklayacak değiliz! Söylediğim doğru şeyleri kendinize katıp, bunlardan güzel dersler çıkarın ve doğru olan inancı arayıp daha görkemli bir hayat yaşayın diye anlatıyoruz size…

    Bir evliliği bitirecek kadar dev bir potansiyel suçlu olmayın diye size anlatıyorum. Çocuklarına sahip çıkan, mutlu olan, boşanmayla sonuçlanmayan evlilikler büyükten de daha büyüktür çünkü! Evlilikte seçiminizi iyi yapın ve ilişkilerinde çöküş olan çiftlerden olmayın istiyorum. Ayrıca kitabımız, ilgi çekici ve yüksek derecede keyif veren, bizi güldürüp, ağlatan, samimi, eğlenceli ve sevecen bir eser olsun diye uğraşıyorum…

    Size Baştan söyleyeyim, ne var ki, bu hikayenin bana ait olan tarafı hiç de mutlu ve hoş değil. Diğer taraftan ailem ve çocuklarım için bu iş mutlulukla mı bitti derseniz, bunu hiç düşünmek ve konuşmak bile istemiyorum. Onlarınki tamamen içiler acısı oldu. Çünkü namuslu oynayamadık biz bu evlilik oyununu!

    BÖLÜM:1

    Çocuklarımız arabanın arkasında, pazar günleri yaptığımız haftalık alış verişimizin paketlerinin yanında oturuyorlardı. Onlara bakmak için arkama döndüm. Ne kadar mutluydular. Pazar günleri bakıcıya izin verdiğimiz için çocuklar, bütün günü bizimle birlikte geçirmekten büyük zevk alıyorlardı. Çocuklarımız ele avuca sığmaz, ne yapacakları belli olmayan çok güzel yaratıklara benziyorlardı.

    Kızım duru, Alihan’dan iki yaş daha küçüktü. Duru küçük araba koltuğuna bağlanmıştı. Ali han ise, elindeki ışınlı kılıcı ile, kafamın etrafında ışıklar saçıyordu. Kızımın temiz siyah saçları, tıpkı annesininki gibi açık mavi olan gözlerinin üzerine düşüyordu. Kendisine baktığımı görünce keyifle güldü. Oğlum ise, İyi ki varsın baba! diyerek silahından çıkan ışınları kafama tutuyordu.

    Ne kadarda sevimliydiler…

    O beyaz mücevher gibi değerli günleri unutmam mümkün mü hiç? İkisi de sadelikleri ve doğallıkları içinde her küçük çocuk gibi şaşırtacak derece güzellerdi. Açıkçası bizi güzellikleriyle tutsak ediyorlardı. Onları ölesiye seviyordum…

    Aynı gün eşim Necla ve çocukları Borusan otoya BMW’ ye araba bakmaya götürdüm.

    Necla, başına taş düşmüş gibi bana dönerek;

    Ne zamandan beri BMW’lerle ilgileniyorsun? Hey neler geçiriyorsun aklından? Sen diğer arabaları daha çok severdin! Neden bu lüks arabalardan almak istiyorsun? Bu arabaya meraklıları biner. Zayıf dişi meraklı fotomodeller, mankenler falan...dedi.

    Hayıtımı yeniden düzene sokmak için! Etrafımda bir sürü çapulcu var, onlara karşı İtibarımı arttırmak için bu arabayı istiyorum. Bazı şeyleri sana anlatmaya çalıştım ama anlamadığını görüyorum. dedim imalı bir şekilde Necla’ya...

    Kızgınlığına bakılırsa anlaşılıyordu ki, Necla bu araba meselesinden pek mutlu olmamıştı ve bu işi kurcalamaktan kolayca vazgeçmeyecekti. Söyledikleri artık latifeyi aşmaya başlamıştı ve bana biraz kırılır gibi olduğu her halinden belliydi.

    Sen ne yapıyorsun Ayhan? Haydi, anlat bana? Yoksa düşündüğüm gibi olursa seni affetmem ve bundan sonra da sana güvenmem imkansız bir şey olur. dedi.

    Ben de ona;

    Kendinde neden incinmiş bir taraf görme hakkı buluyorsun? Seni aracında benim alacağımdan pek de aşağı sayılmaz. dedim

    Ve ben de ona hemen şaka yollu cevabını verdim;

    Belki de yaşlanmaya başladığım içindir. Acıklı bir şekilde muhteşem gençliğimi geri istiyorumdur. Parası olan bütün erkekler aynı şeyi yapmazlar mı güzelim? dedim.

    Necla:

    Bazı şeylerden pişman değilsin, değil mi Ayhan? Dedi.

    Ne gibi şeylerden dedim

    Evliliğimizden falan mesela.

    Hayır! dedim.

    Sonra hiç sessimi çıkarmadım. Onun da, öfkelenmeye hakkı olduğunu düşünerek, daha fazla konuşmadım.

    Arabayı aldıktan beri Necla’nın, bir haftadır uyumamış bir hali vardı.

    Keşke Necla, bu düşünceme birazcık olsun fedakarcasına göğüs gerseydi de tüm bunlar yaşanmasaydı. Diye içimden geçirdim…

    Necla ile çok genç evlenmiştik ve şimdi bana çok uzak görünen o gün, hayatımın en mutlu günüydü. Ancak o günden beri hiçbir şey eskisi gibi güzel olmadı. Ne var ki insanlar, kendilerini başka tutkulara kaptırınca yetişkinler gibi davranıp, evliliklerin önemsememeye başlıyorlar…

    Çağımızda her şey ne garip! Dünyadaki insanların en önde tutukları ki, bende bu kategoriye dâhil olmak üzereyim, hırs, tahakküm, çıkarcılık, şehvet, kibir, iman zayıflığı, ego, nefis, intikam hırsı, biz farkında olmadan, yaşamımızı iyice maymuna çeviriyordu! O kadar ki, günümüzde güç kazanan herkes adeta Firavun kesiliyor ve her gün daha bayağılaşan bir cağda yaşıyoruz. En acı olan ise, paranın herkesin tanrısı durumuna gelmiş olmasıdır.

    Gel de anlat şimdi bunu insanlara!

    Neyse, gelelim biz yine kendi hikayemize. Necla ile nişanlılığımızdaki yaşantımızda olan o eski sadeliğin şaşırtıcı güzelliği ikimizde de hiç kalmamıştı. Necla’nın ve annesinin o güçlü görünüşü beni daha evliliğimizin ilk günden beri korkutuyordu. Ana ve kızın görünüşleri bile çok vakur ve mağrurdu. Onların bu halinden korkunç bir kaygıya kapılıyordum. Gene de Necla’nın annesi bana karşı umursamaz, takmaz davransa da, biliyordum ki kuşkucu, canı sıkıcı bir merak içindeydi.

    Neyse! Ben kırmızı spor B.M.W. arabamı arabayı kimseyi dinlemeden almıştım. Necla halimin gerçekten çok acıklı olduğunu ekledi. Böyle bir arabaya sahip olmam nedense, Necla tarafından alay konusu ediliyordu? Bu sözleriyle sevinçlerimin ortasında bana acı verip, yaşamımı adeta buz kestiriyordu. Onun bu sözlerine beddua ile lanet okudum, duysaydı her halde Necla bana tekrar boşanmak istediğini söylemekten dem vururdu. Hayat nasıl da, haksızlıklarla dolu...

    Hâlbuki kendisinde de kocaman bir dört çeker bir jeep vardı. Ama diğer yandan bana bakarak hareketlerimin yanlış olduğunu ima eder gibiydi. Kendisi ise, birlikte olduğumuz altı yıl içinde iki defa jeep’ini değiştirmişti. Bana sahte bir nezaket gösterip sussaydı daha mı hayırlı olurdu bilmiyorum. Gene de bana kıskandığı için ehemmiyetsiz bir şey için aksileniyor gibi gelmişti. Belli ki bütün bunlar öfke ve kıskançlıktın ileri geliyordu. Evet doğrusu böyleydi ve bunu artık iyi biliyordum…

    BÖLÜM:2

    Simsiyah 7.20 BMW’yi trafiğe sürdüm. Bundan büyük keyif almıştım. O tarihler bu arabalara binmek büyük bir ayrıcalıktı. Bu arabalardan sadece iki adet gelmişti. Siyah renkli olan, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şahsına özel alınmıştı. Rahmetlinin test sürüşü bütün televizyonlarda gösterilmişti. Benim arabam ise, kıpkırmızıydı ve tam bir trafik canavarıydı. O günlerde kendi adıma tam bir özgürlük içindeydim. Hayran bakışlarla dolu bir seyircim olacaktı. İş dönüşü şoförüm beni eve bırakırken arkada mağrur bir şekilde, güven saçarak ve cakalı bir şekilde oturuyordum. Ticaret adamından çok hükümdara benziyordum. Dimdik ve vakurluydum. Saygınlığımın farkındaydım…

    Son zamanda kurduğum fabrika ve tüm mağazalarda işler iyi gidiyordu. O sıralar fabrikayı kurarken bütün gücümü bu işe vermiştim. Gece gündüz geç saatlere kadar çalışa çabayla yeni işimi yılın sonunda çok başarılı bir hale getirmiştim. Reklam fırtınasıyla diledikleri uyduruk ev ürünlerini satanlar şimdi piyasada bizim mallarımıza rağbet gösteriyorlardı. İyi bir malın satışı için biraz da medya desteği olursa inanılmaz kazançlar elde ediliyordu. Daha iyi ürünler çıkarmak için tasarımcılarımızı konumuzda gelişmiş olan dış ülkelere eğitime gönderiyorduk. Öyle anlaşılıyordu ki artık ev tekstilinde piyasanın belirleyicisi olmuştuk. Kumaş üretiminin yanında nevresim, yatak, çarşaf ve perde üretimine de başlamıştık. Bu başarılarım, başka insanları deliye döndürecek bir ifade vermişti bana…

    Son model B.M.W altımdaydı ve rotayı nereye çevirmeliydim artık? Bir yerlere gideyim de gerisi önemli değil diyordum içimden. Düşünün! Bu anlattıklarımın otuz yıl önceki zamana döndüğünüzde, bu arabanın ne anlama geldiğini daha iyi görürsünüz. Sosyete arkadaşlarımızla hafta sonları gece kulüplerinde dans ederken, Necla bir dahaki geleceğinde hangi pırlanta seti takacağının hesabını yapıyordu. Evimize çok yüksek faturalar geliyordu. Ama gene de Necla’nın eksikleri ve derdi bitmiyordu. Ah bu derdi bitmeyen güzel kadınlar hayattan daha fazla ne beklerler acaba?

    Kimsede doğru dürüst kredi katı yokken bize öyle anormal kredi kartı ödemeleri geliyordu ki doğrusu bana az kalp çarpıntıları yaşatmıyordu. Neticede hapsini kolaylıkla ödüyordum. Para kazanma konusunda ustalığım tartışılmazdı.

    Necla bir taraftan ben bir taraftan para harcama yarışına girişmiştik. Çılgınlık sınırında debelenip duruyorduk.

    Necla ile boğazdaki ünlü restoranlara gittiğimizde her gören bizi işaret ediyorlardı. Tamamen tanınır biri olmuştuk artık. Etrafına inanılmaz bir çekicilik sunuyorduk. O saygısız sosyetede kendimize acayip bir yer edinmiştik. Bizi gören çoğu kimseler konuşmalarını yarım kesiyorlardı. Televizyoncular kameralar haber yapmak için kapıda bekleşiyorlardı. Sonu olmayan hırslar içinde kıvranıp duruyorduk. Kendimi bir şey sanmaya başlamıştım. Ne de olsa ben de yakışıklı sayılırdım hani! 1,85 boyunda, yıllarca birinci ligde futbol oynamıştım. Mavi gözlü, esmer tenli ilginç bir yakışıklılığım vardı. İşimde zirvesine tırmanmıştım, dekorasyon ve tekstil dergilerinde yazılarım çıkmaya başlamıştı. Yurt dışına açılmıştık. Merkez ofisimde yedi adet mimar sadece otellerin tekstil projesini çiziyorlardı. Yedi adet de, oldukça büyük kumaş mağazam vardı ve sadece kumaş satış bölümünde175 kişi tezgahtar istihdam ediyordum. Kumaş üretimim yanında, Denizli’de ikinci bir yatak, çarşaf, nevresim, yatak örtüsü fabrikası da kurmuştum. Şimdi sadece üretilen malların reklama ihtiyacı vardı, o kadar. İş konusunda ufak tefek şeyler haricinde hiçbir sorunumuz kalmamıştı. Son zamanlarda beş yıldızlı otellerin komple tekstil ve dekorasyon işlerini de yapmaya başlamıştık. Mobilya işine de el atmıştık. Artık biz bir İstanbul markası olmuştuk. İşimde çok başarılıydım. Mesleğimde çok yükselmiştim. Tüm usta ekipmanlarımız hizmete hazırdı. Ekonomist olduğum için, işlerim arasında öylesine bir koordinasyon kurmuştum ki, kontrolümü hiç kaybetmiyordum. Fakat bütün bu servet ve zenginlik içinde kendimi çok yalnız hissediyordum. Her yanda acının sessizliğini duyuyordum. Ülkemi de çok seviyordum ve vergimi kuruşuna kadar ödüyordum.

    Ayrıca bir reklam ajansına beş yıldızlı otellerde çeşitli defileler düzenletiyorduk. Her yıl aşağı yukarı aynı tarihte tekrarını geleneksel kutlamalarla taçlandırıyorduk. Bütün iş yerimdeki çalışanlar, her düzenlenen defilede en güzel şekilde giyinip gelirlerdi. İnsanlar sırf bu gece giyinmek için satın alınmış marka kıyafetler içindeki ve zarif eşleriyle onar gruplu maslarda oturtuluyorlardı. Bunların tamamını organizasyon şirketleri düzenliyorlardı. Bu tür akşamların olmazsa olmazı sahnedeki ön maslara itibarlı müşterileri yerleştirmekti. En ön protokolde benim ve müdürlerimin masası, yakın masalarda ise iş dünyasının, siyasilerin önde gelenleri, eşleri, medya patronları, önemli magazin yazarları, televizyon yapımcıları ve bir de ortalıkta gezinmeyi seven tiyatrocu sahne sanatçıları, elbette ki hiç magazin sayfalarından eksik olmayan sosyete seçkinleri ve dedikodu dergilerinden muhabirler vardı.

    Defile bittikten sonra, gecenin anlamı üzerine konuşmadan sonra ödül dağıtımı da bittikten sonra sahne sanatkarları önem sırasıyla sahneye çıkmaya başlarlardı. Önce bir komedyen stand-up’çı meşhur biri birkaç espri yapıp ve ilk sanatçıyı davet ederdi. Nihayet asla yaşlanmayan, yeşil gözleri ve zarifliğiyle dikkat çeken bir starımız sahne alırdı. Göz ucuyla seyircileri izliyordum. Hepsi dikkat kesiliş meşhur sanatçıyı dinliyorlardı. Gecede hiçbir kusur bulunamayacak

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1