Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Burhan Bey
Burhan Bey
Burhan Bey
Ebook359 pages3 hours

Burhan Bey

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Mevsim, kış ortasıydı! Günlerce yağmurla ıslanmıştı İstanbul! Bütün hafta fırtınayla, karla, soğukla insanların canın çıkar. Sonra da insanlara çektirdiğine pişman olmuş gibi bir sevimliliğe büründü. İstanbul bu, bir bakmışsınız fırtına dinmiş, güneş açmış, bir bakmışsınız aniden kar yağmış. İstanbul böyledir işte…


Parlayan güneşi fırsat bilen binlerce insan sokaklara dökülür. Kimi boğazda, kimi köprüde, kimi deniz kıyısında oltasıyla balık tutuyor, kimileri vapurla adalara gidiyor, kimi Eminönü’ne, kimi alış veriş merkezlerine, ya da karın tadını çıkarmak için Belgrat ormanlarına gidiyor…


Bu gün hava karlıydı ve tipik İstanbul hali işte! Zalim bir şehirdir şu İstanbul! Tehlike çok ama, bir o kadar da güzeldir. Sana hep ihanet eder ve sen yine onu sevmeye devam edersin. “İstanbul’u sevmeyen gönül, aşkı ne anlar!” demişler şairler ve bu sözü boşuna söylememişler! Bir bakmışsınız güzel bir gün geçirirken onu bozacak birisi mutlaka çıkar. Sanki İstanbul’un değişmez bir kuraldır bu! Onu o kadar iyi tanımış durumdayım ki, hakkında ciltler dolusu kitap bile yazabilirim...


      Halit Fuat Beşik kimdir?


1952 yılında Fatsa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Fatsa'da, üniversite öğrenimini ise İstanbul'da tamamladı. Kapalı çarşıda ticaret hayatına atıldı. Bu arada dünyanın pek çok ülkesini gezme fırsatı buldu. Önceleri rezaletten kaçmayan ve "Hep ben" mantığıyla maceralı bir hayat yaşadı. Okumayı ve not almayı çok sevdiği için pek çok kitap ve notlara sahiptir…


Yazarın çalışmaları; "TALAN MEVSİMİNDE ADAM GİBİ YAŞAMAK", "SOKRATES’İN İSYANI", "HAÇLILAR ÇANAKKALEDE", "YÜZ ELLİ YAŞINDAKİ ADAM", "TEVRATIN ÇOCUKLARI VE KURAN", "ARİF’İN ÖLÜMÜ", "ŞİİRLE AĞLAMAK", "KÜÇÜK MAHMUT İLE KOCA BAYRAM", "VENÜS GEZEGENİNDE İSYAN", "ADEME MEKTUPLAR" gibi Kur-an ahlakına dayalı, ama daha cüretkâr ve farklı konuda yazılmış kitaplardır.


 Yazmak konusuna otuz yıllık bir emek vermesine rağmen, bu konuda daha pek çok şey yapması gerektiğine inanıyor. “Talan Mevsiminde Adam gibi yaşamak”, “Sokrates’in İsyanı”, “Haçlılar Çanakkale’de”, “Tevrat’ın Çocukları ve Kur-an”, “Yüz Elli Yaşındaki Adam”, “Şiirle Ağlamak”, “Küçük Mahmut ile Koca Bayram”, “Venüs Gezegeninde İsyan” ve “Adem’e Mektuplar” isimli kitapları yayınlanmıştır. İnanç, Adalet, İnsan sevgisi ve Kuran ahlakına dayalı o muhteşem denge içinde eserler vermeye çalışıyor. Gerçek eserlerini bundan sonra size sunacağına inanıyor... Şimdilik, yaşıyor işte…

LanguageTürkçe
Release dateDec 18, 2017
ISBN9786052259078
Burhan Bey

Read more from Halit Fuat Beşik

Related to Burhan Bey

Related ebooks

Related categories

Reviews for Burhan Bey

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Burhan Bey - Halit Fuat Beşik

    İçindekiler

    Yazar Hakkında (Kısa Özgeçmiş)

    BİLGE BİR ADAMIN ÖLÜMÜ

    TANIŞMAK

    EY İSTANBUL

    YAŞLI DOSTUM

    SIR

    GÜÇLÜ İNSAN

    BAĞIRAN ADAM

    ÖYLE YAĞMA YOK

    İSRAF YOK

    BİLİNÇLİ TOPLUM

    YAŞLILIK

    YAZIK

    BEDEN VE RUH SAĞLIĞI

    HANGİ SÜPER GÜÇ?

    VAHŞİ BATI

    TARİHİN EN UTANÇ VERİCİ SAVAŞLARI

    IRKÇI FRENKLER

    CİHAD

    ŞU ERMENİ MESELESİ

    TEVRAT’IN ÇOCUKLARI

    BATININ FAŞİST YASALARI

    İZMİR’İN İŞGALİ

    LOZAN

    BATININ EBEDİ DÜŞMANI TÜRKLER

    BARIŞ İSTİYORUZ ARTIK

    SOYKIRIM MARTAVALARI

    OKURSAN KARŞINDA BURHAN BEYİ GÖRECEKSİN

    DÖVÜŞMEYİN

    BURHAN BEY ANLATIYOR

    İNSAN OLMAK

    AH ŞU KADINLAR

    ESAS KADINLAR

    KADINIM

    ANA KADIN

    ZİNA

    ÖZGÜRLÜK

    İYİ BİR PLAN

    AŞK

    YAZARIN YORUMU

    BURHAN BEY’DEN ATA SÖZLERİ

    Yazar Hakkında (Kısa Özgeçmiş)

    §

    Yazarın çalışmaları; TALAN MEVSİMİNDE ADAM GİBİ YAŞAMAK, SOKRATES’İN İSYANI, HAÇLILAR ÇANAKKALEDE, YÜZ ELLİ YAŞINDAKİ ADAM, TEVRATIN ÇOCUKLARI VE KURAN, ARİF’İN ÖLÜMÜ, ŞİİRLE AĞLAMAK, KÜÇÜK MAHMUT İLE KOCA BAYRAM, VENÜS GEZEGENİNDE İSYAN, ADEME MEKTUPLAR gibi Kur-an ahlakına dayalı, ama daha cüretkâr ve farklı konuda yazılmış kitaplardır.

    Halit Fuat Beşik kimdir?

    1952 yılında Fatsa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Fatsa'da, üniversite öğrenimini ise İstanbul'da tamamladı. Kapalı çarşıda ticaret hayatına atıldı. Bu arada dünyanın pek çok ülkesini gezme fırsatı buldu. Önceleri rezaletten kaçmayan ve Hep ben mantığıyla maceralı bir hayat yaşadı. Okumayı ve not almayı çok sevdiği için pek çok kitap ve notlara sahiptir…

    Yazmak konusuna otuz yıllık bir emek vermesine rağmen, bu konuda daha pek çok şey yapması gerektiğine inanıyor. Talan Mevsiminde Adam gibi yaşamak, Sokrates’in İsyanı, Haçlılar Çanakkale’de, Tevrat’ın Çocukları ve Kur-an, Yüz Elli Yaşındaki Adam, Şiirle Ağlamak, Küçük Mahmut ile Koca Bayram, Venüs Gezegeninde İsyan ve Adem’e Mektuplar isimli kitapları yayınlanmıştır. İnanç, Adalet, İnsan sevgisi ve Kuran ahlakına dayalı o muhteşem denge içinde eserler vermeye çalışıyor. Gerçek eserlerini bundan sonra size sunacağına inanıyor... Şimdilik, yaşıyor işte…

    BİLGE BİR ADAMIN ÖLÜMÜ

    §

    Ne korkunç şeydir şu ölüm ve eski acıların hatırlanması! Bir dost ölünce sanki o korkunç düşünceler ileri atılırlar ve bütün iyi hatıralar acıya dönüşür. Ahiret ve son işte… Ölüm kaçınılmaz olduğuna göre bunu kabullenmek gerekir. Ölüm elbette inanan bir insan için yokluk değildir. Allah insanı yaşamında hayırlı olduğu müddetçe yaşatsın! Yaşam hayırsız olduğu zaman yanına alsın…

    İlk tanıdığımda rahmetli dostum, benim üzerimde işte böyle güçlü bir izlenim bırakmıştı. Tanıştığımız o gün İstanbul’un fırtınadan sonraki sabah gibi dingin bir hali vardı. Yeni tanıştığım dostumun acıyı bala çevirebilecek bir ruha sahip olduğu dış görünümünden belliydi. Çok gün görmüş, çok okumuş ve okuduklarını kafasında tutmuş, onlardan ders almış bir insan olduğu her halinden belli oluyordu. Konuşurken insanlığın bilge bir filozof temsilcisi gibiydi. Onda şunu ayrıcalıklı olarak gördüm ki, kötülükleri yerin dibine batırırken, gerektiğinde de güzelliklere olağanüstü sert ve cesurca arka çıkıyordu…

    Her cümlesi yenilgiyi zafere çevirmenin savaşını veriyordu adeta. Bir sabırsızlık vardı üstünde! Yol gösterici davranışları kendi kendine verdiği bir görev gibiydi. Gelecek kuşakları aydınlatmak için gerekliydi bu düşünceler! Onun fikirlerini dinledikçe yazdığım bu kitap benim için farklı bir dönüm noktası ve sarsılıp kendime geliş oldu...

    Sevgili Burhan Bey;

    "Şimdi gözümde tütüyor seninle geçirdiğimiz o günler! Hiçbir zaman kendimi bu kadar kimseye yakın hissetmemiştim. Şimdilik rahatım iyi olsa da, her an senin yokluğunun farkındayım…

    Dün gece kar yağdı! Kar diz boyu… Bütün İstanbul bembeyaz… Dışarısı çok soğuk, içerisi de… Üşüyorum… Yazık bana! Bu gün de kar yağıyor... Sonra arkasından gelen lodosla karlar eridi. Öyle görünüyor ki, her hal havalar güzelleşmeye başlayacak. Ne güzel… İstanbul bu gün tıpkı seninle tanıştığımız ilk günkü gibi... Sana şimdi İstanbul’un güzelliğini anlatmama imkan yok! Seninle tanıştığımız o günü hiçbir zaman unutmayacağım…

    İçim dolu bu gün! Sinirliyim! Sebep mi? Bir çok! En mühim sebep mi? Onu geçin… Siz en iyi simi onu hiç sormayın! Kutsal bir aile yuvasını garip bir karga yuvasına çevirdim ben kendim, hem de kendi ellerimle…

    Beni affet, Sevgili Burhan Bey! Bizi sen evlendirmiştin! Ben ise, ne haltlar yiyorum? Hayatımda hiç bu kadar haksız, bu kadar vahşi, bu kadar deli olduğumu hatırlamıyorum. Allah kahretsin beni! Öyle ipe sapa gelmez, öyle münasebetsiz ve ölçüsüz bir halim var ki, deliliklerime katlanmak mümkün değil. İçimde acayip sarsıntılar oluştu! Siz anladınız olayı… Hadi Allah afiyet versin... Her ne hal ise…

    Şunu bil ki aziz dostum, hudutsuz bir sevgiyle sen her zaman benim kalbimdesin ama ne var ki sen şimdi öte alemdesin. Nur içinde yat! insanın her istediğini ve her düşündüğünü yazamaması ne kötü! Ağlamak istiyorum ama bir türlü boşalamıyorum. Vefakar dostum, eğer o eski söylediklerimi unuttuysan yanarım! Çünkü o sana söylediğim sözlerimi ikinci defa anlatmama imkan yok! Öyle feveranlar ve feryatlar bende ancak nice yıllardan sonra bir kez oluşur. Bu sözler ancak insanın yüreğinden bir defa fırlayabilir benim sevgili asil dostum. O da senin gibi her güzelliği hak eden asil bir adama denk geldi…

    Havalar birden güzelleşti! Sanki bana güneşli sıcak umutlar bıraktı. Baharın sayesinde dibe gömülmüş olan sesimi, soluğumu kesen o derin benliğim yavaş yavaş uyandı ve bir çiçek gibi ortaya çıktı. Ama ben esas, yıllar önce senin sayende kendi iç özgürlüğüme kavuşmuş ve kendimi yeniden keşfetmiş gibi oldum. Hem de bunu çok iyi biliyorum. Seninle karşılaşmak, kaderin bana yapmış olduğu en büyük iyilik oldu! Sen her şeyim oldun benim! Seni çok göresim geldi. Sevgili Burhan Bey senin hakkında bu kitabı yazmak, benim için son zamanlardaki en büyük bir keyif oldu…" diyorum içimden…

    TANIŞMAK

    §

    Mevsim, kış ortasıydı! Günlerce yağmurla ıslanmıştı İstanbul! Bütün hafta fırtınayla, karla, soğukla insanların canın çıkar. Sonra da insanlara çektirdiğine pişman olmuş gibi bir sevimliliğe büründü. İstanbul bu, bir bakmışsınız fırtına dinmiş, güneş açmış, bir bakmışsınız aniden kar yağmış. İstanbul böyledir işte…

    Parlayan güneşi fırsat bilen binlerce insan sokaklara dökülür. Kimi boğazda, kimi köprüde, kimi deniz kıyısında oltasıyla balık tutuyor, kimileri vapurla adalara gidiyor, kimi Eminönü’ne, kimi alış veriş merkezlerine, ya da karın tadını çıkarmak için Belgrat ormanlarına gidiyor…

    Bu gün hava karlıydı ve tipik İstanbul hali işte! Zalim bir şehirdir şu İstanbul! Tehlike çok ama, bir o kadar da güzeldir. Sana hep ihanet eder ve sen yine onu sevmeye devam edersin. İstanbul’u sevmeyen gönül, aşkı ne anlar! demişler şairler ve bu sözü boşuna söylememişler! Bir bakmışsınız güzel bir gün geçirirken onu bozacak birisi mutlaka çıkar. Sanki İstanbul’un değişmez bir kuraldır bu! Onu o kadar iyi tanımış durumdayım ki, hakkında ciltler dolusu kitap bile yazabilirim...

    İşte bu gün Kapalıçarşı’ya giderken İstanbul, sanki bir sessizliğe bürünmeye karar vermiş ve bir gelin gibi beyaz örtülere bürünmeye hazırlanıyordu. Hava soğuktu ve kar yağışlıydı. Yağış, sürekli yağmur şeklinde yağıyordu ve ara sıra lapa lapa yağan kara çeviriyordu. Sonunda tamamen tipiye çevirdi. Kar, gelip geçen insanların omzunda, çatıların üstünde, kaldırımların kenarlarında, ağaçların dallarında erimeye hazır ince tabaka oluşturuyordu. Elektrik direklerinin gövdesinde yamalar halinde ilk kar birikmişti. İstanbul’un bütün çirkinlikleri örten kar benim içimi neşeyle dolduruyordu. Nedense karın yağması hep beni heyecanlandırır. Sabahın erken saatlerinde İstanbul tamamen karlar altında kalmış tam bir masal şehrine dönüşmüştü. Camiler, okullar, evler, kiliseler ve Boğaz Köprüsü her yer beyaza bürünmüştü…

    Beşiktaş’tan vapurla Karaköy’e geldim. Galata köprüsünden Eminönü’ne yürüdüm. Tipiden göz gözü görmüyordu. Eminönü ise çok telaşlıydı. Eminönü’nde ani bastıran kar yüzünden inanılmaz bir keşmekeş vardı. Yolcu vapurlarının yaklaştığı denizin mavi suları çalkalanıp köpürüp duruyordu. Derler ya hani kar Anadolu için bereket, İstanbul için çile, bu gerçekten doğrudur… Tanrım nasıl bir şehirde yaşıyorduk…

    Eminönü’nde giderek yoğunlaşan insan kalabalıkları kardan kaçmaya çalışan, üşüyen insanlar otobüs durağına sığınmaya çalışırken, taksiler her zaman yağışlı havalarda yaptıkları gibi boş gittikleri halde müşteri almıyorlardı. Adeta ahaliden güneşli havalarda müşteri aramanın acısını çıkarıyorlardı. Eminönü’nden yürüyerek Mahmut paşa yokuşundan Kapalıçarşı’ya yürüdüm...

    Burhan Beyle ilk karşılaşmamızdı bu! 1974 yılı, 14 Şubat sevgililer günüydü. Hiç unutmuyorum o günü. İçeri girdiğimde işçilerin arasına karıştığım için beni fark etmemişti önce. Daha ilk tanışmamızda Burhan Bey ağzı küfür dolu bir şekilde fitne, fücurla dolu sözlerini bağırarak sergiliyordu...

    İstanbul belediyesinin daha ilk kar yağışından düşmüş olduğu başarısızlığından ve Eminönü’nden Kapalı çarşıya kadar çöp yığınlarının nasıl yığıldığını, büyük kentin aşağılık ayıplarını, düzensiz hayatını çiğ hoyratlığını, hırsızların, uğursuzların bayağılığı ve aşağılık davranışlarının, insanı nasıl rahatsız ettiğini bağırarak ve şikayet ederek anlatıyordu...

    İstanbul’un o zamanki Belediye Başkanını, Anadolu’dan İstanbul’u yemeye gelmiş bir canavara benzetiyordu. Çirkinliğin her şeyi nasıl gerçek hale getirdiğini, başarısızlıklarının nasıl gerçek yüzlerini ortaya çıktığını anlatırken, göz göre göre işlenmiş suçların günahkarlarına küfürler yağdırıyordu. Kendileri Profesör olan yeni İstanbul Belediye Başkanına sövüyordu da sövüyordu…

    Burhan Beyin yüzünde kederli bir gülümseme vardı. Ona doğru geldiğimi görünce ayağa kalkıp beni şefkatli bir şekilde candan kucakladı. Orta boyluydu. Konuşken yüzünde şefkatli bir ifade vardı. Belli ki, yaşama karşı çok ilgi duyuyordu. Beni görünce etrafta bulutlar dağılmış, güneş çıkmış ve her taraf aydınlığa kavuşmuştu. Elimi sıktı hoş geldiniz dedi. Sanki birini arar gibiydi... Daha ilk bakışta ikimiz de birbirimizi sorgular gibiydik! Belli ki, bu adam dünyadaki güzel şeylere âşıktı. Her türlü başarısızlığın canını çok sıktığı belli oluyordu. İstanbul un bakımsızlığı onu adeta çıldırtıyordu ve bu beceriksizliğe söyleniyordu…

    Yanında çalışanlarda ise, onun her dediğini fazlasıyla yapma İsteği görünüyordu. Belli ki, İşçilerine çok iyi davranıyor ve onlara dolgun ücret ödüyordu. İşçiler, mıhladıkları çeşitli işlemeli altın parçacıklarına pırlanta taşlar işliyorlardı. Sabahın erken saatinde herkesin önünde küçük yığınlar halinde altın parçacıkları oluşmuştu. Bu kuyumcu ustaları kapalı çarşının en iyileriydi…

    Burhan Bey dev bir yaratık gibi bağırıyordu;

    Kısa bir an içinde bu koca şehirde neler olabiliyor. Bu kahredici çaresizlikler içinde ürpermemek elde değil. İnsanların içinde yaşadığı şehirler onların yüreklerini yansıtır. Bizim yüreğimiz, işte bu kadar! iş yerinde çalışanlara, şehrin kepazeliğini göstererek ortaya bağırıyordu! Onu can kulağıyla dinlememek elde değildi...

    EY İSTANBUL

    §

    Burhan Bey;

    "Bu ne biçim idare? Bu ne biçim grev? İnsanlar çöplerin içinde boğulmak üzereler! Yıl 1974 ve işte İstanbul’umuzun hali! Yağmur ve kar yağınca da insan leğene batırılmış kedi yavrusu gibi çırpınıp durmak zorunda kalıyor. Her köşede bekleyen çöp yığınları neredeyse lağıma dönüşmüş durumda. Bunlar bir boka yaramaz herifler! Şerefsizler! Her şey çağ dışı ve yanlış…

    "Bir daha bu partilileri İstanbullular seçmezler herhalde! Bu idarecilerin tepeden hakim tavırlarını hiç beğenmiyorum. İnanılmaz bir vidan öğürtüsü duyuyorum bu adamlara! Ateşten yanan çocuğun ateşi sevmesi mümkün mü? İstanbul halkı, çirkin cezanın biçimlerini önüne kendisi koydu. Bu hatalar çok büyük ve ağırdır. Artık bunların tutumundan dolayı gelecekten de korkar oldum. Bunlar iyice maneviyatı yok edip, maddeyi ön plana almışlar. Önce kendi ceplerini düşünür hale gelmişler. Hepsi maddeci ve dolandırıcı bunların! Sözde İstanbul’u kurtarmaya gelmişler şerefsizler! Materyalizm bir ülkede insanların ruhunu çaldı mı, artık o şahane dengeyi bir türlü oturtamazlar...

    Adam belediye başkanı olmuş kendini mesuliyet sahibi olarak bile görmüyor. Mesuliyet, dünyaya karşı sorumluluk duymaktır. Bu insanlar bir şey bilmiyor! Eğim, yok, bilgi yok, kültür yok, görgü yok, en önemlisi de, ruh yok ve gelmiş İstanbul’a Belediye Başkanı olmuş. Sorumluluğun bilincinde olmayan zalimlerdir bunlar. Bunları gelecek seçimlerin sonunda mutlaka hüsrana uğramalı. Seçmenler neden bilmezler ki, sert, kaygan, çorak zeminde hiçbir güzellik yetişmez...

    Bunlar, köyü tanımdan şehre gelip İstanbul’a Belediye Başkanı olmuşlar. Bunlar seçmenlerin yanında başka biri, yalınız kaldıklarında da, kendileri olurlar. Akılları sıra kendilerini kurnaz sanırlar ama, gerçekte dar kafalılardır. Genellikle hep kurnazlığa baş vururlar. Ama bilmezler ki kurnazlık, bozuk para gibidir. Onunla büyük şeyler alınmaz. Kurnazlıkta rezil edici bir azap vardır! Büyük olayları kurnazlıkla sonuca götüremezsiniz...

    Ancak liderler, okumuş, eğitim görmüş, araştırmış, ihtisas görmüş, akademisyen olan insanlar arasından seçilirse hizmet olur. Davranışları ilkeli olan, öz güven sahibi kişiler başarıya ulaşır. Zaten başarıya ulaşmış insanlar başkalarına nasıl hizmet edeceğini bilenlerdir. İşin hakkını doğru vermeyince ve huzurlu bir kalp olmayınca hiçbir şey tamam olmaz. Kendine karşı dürüst davranmayan, mutlaka size ihanet edecektir. İstanbul’da çöp yığınların gördükçe yeni keşfettim bu düşünceyi... Zorlanınca bir davadan vazgeçecek korkaklara benziyorlar bunlar. Bu mudur insan gibi yaşamak ve insan olmak? Kandırmasınlar bizi! İnsanlar ki, yeryüzündeki her canlı cansız varlık gibi gerçekleştireceği misyona ve amaca göre hizmet edecek yeteneklerle donatılmışlardır...

    Onlar seçmeni aldatmak için yaldızlı sözler söylüyorlar. İşte bunlar cahillik, geri kalmışlığın ve ahlaki yozlaşmanın sonuçlarıdır. Yaptıklarında midemi bulandıran, suçüstü yakalanan, utandırıcı hareketlerde bulunan kimselerin tavırlarını görüyorum. O çöp yığınlarını görünce o kadar utanıyorum ki, nereye bakacağımı bilemiyorum. Bu belediyecilerde benim İstanbul’a duyduğum gibi bir acıma hissi yok. Onlar gerçek İstanbullu değiller ki! Hepsi sonradan İstanbul’a gelmiş insanlar. Ürküyorum onlardan…

    Halbuki ben, her dakika bütün aşkımla İstanbul’u kucaklamak isterim. İstanbul aşkı, ruhumun bütün sevme kabiliyetini ortaya çıkarmaktadır. Ben onun bağrında doğup, yaşadım ve donatıldım. İstanbul aşkım şiddetlendikçe, ona karşı sevgim de o nispette gözümde manevileşiyor. İstanbul için duygularım ışıl ışıl parıltılı bir gök gibi. İçimdeki müthiş bir tablo gibi. Korkarım bu güzellik beni şair yapacak. İstanbul şiirlerimi yazarken, düşünecek, kendime bile ifade edemediğim resimleri yazıya dökeceğim. Nerede kaldınız demeyin şimdi bana…

    Yazık ki İstanbul’un, bu hale düşmesine tanık olduğum için utanıyorum. Zavallı İstanbul kurban edildiği yere kendi halkının isteğiyle gitmiyor. Kötü kader onu sürüklüyor. Ne aciz, başarısız zayıf adamlar bunlar? Her yer beton yığını! İstanbul’un böyle zayıf bir belediyesi olamaz! Onu aydınlatamayan Belediye Başkanları büyük günaha girmiş oluyor. İstanbul’a belediye başkanı olmanın vebali çok büyüktür…"

    YAŞLI DOSTUM

    §

    Burhan Beyin duyguları bambaşka bir karışıklık içindeydi. Bana;

    Nerede kaldınız? der gibiydi. Konuşmalarından İstanbul’un ne kadar sessiz kaldığını ve kıyıma uğratıldığını bir kere daha anlamıştım. Ondan duyduklarımı ayık bir kafayla değerlendirdikçe yılar sonra onu daha iyi anlıyordum. Duyduklarım bu gün yavaş yavaş hatırlamaya başladığım bir anı gibi…

    Şimdi İstanbul’a demek isterim ki;

    Ey İstanbul sen başka güzellerden değilsin! demek geliyor içimden.

    Siz bana derseniz ki;

    Ah siz o musunuz ki, Mecnun aşkından perişan oldunuz ve kendinizi kaybettiniz! derseniz,

    Ben de, Leyla’nın yerine size;

    Susun çünkü siz mecnun değilsiniz! diye cevap veririm…

    Şimdi uzun yıllar sonra bile o dostumun adını okurdan bile kıskançlıkla saklamak isterim… Ama ben gene de, Burhan Beyle olan hikayemin hepsini dürüstlükle anlatacağım size…

    Gelelim Sevgili Burhan Beye ve yaşlı dostum devam etti. Hikaye gibi uzun uzun anlattı İstanbul’u. Ağıt dolu sarsıcı bir şiir gibiydi söyledikleri. Öfkeyle bahsediyordu onlardan! "Yabancı Başkan adayları seçimlere girmesinler. Yabancı insanlar mevki için İstanbul’a ıstırap çektirmesinler. Ona hizmet veremeyenler mutlaka bir gün pişmanlık duyacaklar ve kutsal makama su istimal etmenin cezasını ağır ödeyeceklerdir. Bir gün İstanbul’a yaptıkları kötülüklerden dolayı, utanç ve şaşkınlık içinde azarlanmış kuyruğu sıkışmış köpek gibi İstanbul’dan gideceklerdir. Bu ne iştir? İstanbul’un suyu birkaç tankerle karşılanacak bir iş midir? Allah aşkına…

    Daha 1911 yılında İstanbul’u ziyaret eden bir ünlü bir Fransız mimarı İstanbul bir meyve bahçesi. Paris ise, taş ocağı olarak tarif etmişti. Şimdi ise durum tam tersi olmuştur. Gene de ben, yüz Paris’i feda ederdim tek bir İstanbul’a! Başka bir ağırlık var onda! Dünyada İstanbul boğazının bir eşi daha var mı? Gene de İstanbul kendime güvenimi artırıyor. İstanbul için her şeyi yapabileceğimi hissediyorum…

    Her yerde devasa beton binalar rüşvet karşılığında plansız bir şekilde yükselip duruyor. Sadece göz alıcı modern beton binalara dönüşmeye başladı bile İstanbul! Her taraf çirkin binalarla doldu bile! Ancak yarın çok geç olacak gibi geliyor bana! Yüreğimi kavuran isyan yatışacak gibi değil! Kıymayın şu dünyadaki en güzel şehre…

    Adam Anadolu’dan gelip bir gece içinde boğazın en güzel yerine gecekondusunu yapıp kuruyor. Böylelikle mendebur, tembelin teki veya bir dilenci İstanbul’daki en güzel yerlere sahip oluyor. Sizce olacak iş midir bu? Yapılan hiçbir yeni yüksek binada ruh yok. Her yapılan yeni bina sadece çirkin bir yapıdan başka bir şey değil. Her daim Boğazda boy gösteren çirkin gecekonduları, yüksek ruhsuz gökdelenleri merakla ve dehşetle izliyorum...

    Bazı gecekondulara seçimden önce müsaade ediliyor, oy aldıktan sonra yıktırılıyor. İktidarı tekrar ellerine geçirince gecekondularını yeniden inşa ediyorlar. Tabii bu arada itibarlı olanlar, rüşvet verenler yıkımdan kurtulduğu gibi tapu dahi alabiliyorlar. Sanki böyle yapmak bir kadermiş gibi İstanbul’da bu yıkım olayları her seçimden sona da tekrarlanır. Sonra tekrar devam eder. Bu yıkımları izlemiş olamayan kimse yoktur her halde! Bu işe hiç akıl erdiremem. Niçin baştan izin veriyorsunuz? Sonrada, niçin yıktırıyorsunuz? Harcanan onca emeğe ve masrafa da günah değil mi? Ya baştan müsaade etmeyin, ya da yıkmayın! Ziyan olan bunca milli servete günah değil mi? Türkiye’de yasalar ve kanunlar işlese hapishaneler dolar da taşar her halde…

    Adamların hiçbir iyi gayretleri yok ki! Elbette başarı güçlüye sunulur, başarısızlık ise, böylesi güçsüzlere layık görülür. Aslında İstanbul’a iyi hizmet verselerdi de, onları onurlandıracak güzel bir gülümsemeyle teşekkür edip teselli verseydik ne güzel olurdu değil mi? İstanbul, ruhtan çok bedeniyle aşk yaşayan kaba kimselere kaldı. Adamlar morfin yemiş gibi hissizler. Rüşvet yüzünden iyice bokun içine batmışlar. Etraftaki bu gözü dönmüş bu insanlara değil laf anlatmak, konuşamazsınız bile…"

    Bana dönerek adeta bir şiir okurcasına! Artık sana aşık değilim İstanbul! Eskiden güzelliğin yüzünden sana aşıktım. Şimdi ise, seni kirletilmiş bir orospuya çevirdiler. Bir kaderin var ki, ne olduğu belli değil, işin ne önü görünüyor, ne arkası. İblisin yatağına çevirdiler seni! Vaat ettiğin her şey geri kalmış gibi! Ama gene de Tanrının bütün gazabı üzerine yağsa da, canın cehenneme diyemem sana ey İstanbul…

    Dizime dokunup şiirsel sözlerini sitemkarca sürdürmeye devam etti!

    "Ama her halde şu andaki Sn belediye başkanı bunu düşünemez. Bu düşüncem bende, içimde kalsın daha iyi! Çünkü sonradan gelenler İstanbul halkının yaşam zevkini öldürdüler. Gerçekten, sarhoş, kaba insanların olduğu bir şehirde yaşamak zor ve üzücü olur. Boş, çirkinleşmiş görüntülerle İstanbul’u batağa saplanmış bir hale getirdiler. Yaşam, birden bire taşınmayacak kadar çirkin bir yük olmaya başladı. Karmakarışık, kirlenmiş, çöp içinde, pasaklı, pisleşmiş, günahkar, parçalanmış ve trafik keşmekeşi içinde büyük ve orospu şehri oldu artık! Çöp dağları, elektrik kesintisi, akmayan sular, katledilen yeşillik, gece kondular, kirlenen deniz…

    İşin estetiği ise, İstanbul hakkında güzel duygu ve düşünceye yer vermektir. Gene de uzaktan dünyanın en güzel şehrisin Ey İstanbul! Belirli bir hayal kırıklığı yaşıyorum! Unutmak istediğim şeytani bir haylin gözümün önüne istemeden gelivermesi gibi bir şey bu. Ama hafızamda İstanbul eski bir düş olarak sonsuza dek kalacaktır. Okuduğum binlerce kitap başkalarıyla aramda uçurumlar açtı her halde! Yeni İstanbul da yabancı biri haline geldim…

    Ve bütün bunlardan yöneticilerin hiç mi uykularını kaçırmıyor? Uygarlık hiçte kolay ulaşılacak bir şey değil. Zavallı İstanbul! Ne bereketli bir yer burası! Herkesi kabul ediyor! Gene de ümidimi hiç kaybetmiyorum. Gün gelecek ki ve buna ta içten inanıyorum, güçlü tutkulu, başarılı gençler her şeyi ezip geçecekler ve İstanbul yeniden güzelleşecektir...

    Evet! Buna inancım tamdır! Rüşvetçiler yok olup gidecekler...

    İstanbul, büyük bir çabayla, kaybettiklerini arayıp bulacaktır! İstanbulluyum ve başka gidecek hiçbir yerim yok. Zira olsaydı gene de İstanbul’u terk etmezdim. Yaşam ebedi değil, İstanbul’da yaşam kötü değildi ancak şimdi kötü hale getirdiler. İstanbul’u seviyorum…

    Yine de İstanbul’da yaşamak için bir yığın nedenim var! Gerçi benim için İstanbul’u sevmek, bir çocuğun anasını sevmesi kadar doğaldır." Diyerek, kendi ruhunda, İstanbul’un kötü gidişatı hakkında adeta canlı ölümü yaşıyordu.

    İstanbul hakkındaki düşüncelerinde, heyecanlı bir coşkuyla gerçeklerden, ve hiç korkmadan, kimseden çekinmeden konuşuyordu Yaşlı Dostum. Gerçek zengin dostum Burhan Bey! Centilmen diyebileceğimiz bir insandı. Yaşamdan beklediği sadece onurlu bir hayattı…

    İstanbul hakkında düşünceleri ne kadar doğruydu. Duygularını şimdi daha iyi anlıyorum Sevgili Dostumun…

    Orta boylu, şişmanca, sağlam yapılı, gri saçlı, babacan, her zaman uyumlu giyinen, konuşma adabını bilen, hiç umudunu yitirmeyen, görgülü tam bir İstanbul beyefendisi idi…

    SIR

    §

    Evet, bu adam bütün sırlarını açıkça söylemiyordu. Sırlar gizli kalırsa muradın çabuk hasıl olacağını söylenir ya! Altın gümüş gizli olmasaydı bu kadar kıymetli olur muydu? Zenginliği adeta çalışkanlığının ve yeteneğinin anıtıydı! Öyle ki, kerem sahibi insanların sözleri akıp giden bir hazineye benzer. Yer altı denizlerini anlatırken, kendinizi okyanusun derinliklerindeki başka dünyaları keşfederdiniz. Konuşmanın ehli olmayanların sözleri insana gönül azabı gelirken, onunki, yepyeni dünyalar demekti. Herkes anlayamaz bunu…

    Ne güzel şarkı söylüyordu rüzgar, o rüya gibi geçen yaz gecesinde! Unutulan kalbe sevgiyi hatırlatmak ne güzeldir Rabbim! Biliyorsun Sana tapındığımı? İnsanı insan eden size imandır!" derdiniz Burhan Bey…

    İman etmeyen ise, iki ayaklı ölüdür! derdiniz...

    İmanın merkezinde ilim irfan var! demiştiniz…

    Seni anlamaya ancak yıllar sonra şimdi başladım! Ne demek istediğinizi de… Ey sevgili dostum… Konuşmalarınızdaki sırları ancak şimdi sezilebiliyorum... Bilgelik, cesaret, merhamet, erdem, basiret, ağırbaşlılık ve adaletin asıl erdem oluşturduğunu ilk senden öğrendim. İlminiz, irfanınız yoksa hayvandan farkınız yok, derken, bilgili bir insanın ruhunun asil bir düşünce içinde , iradeli olması yanında, arzuyu kontrol altına almayı bilen biri olarak değerlendirirdiniz…

    Burhan Bey için dert kelimesini kullanmak ne kadar yerindeydi. Bütün derdi ülkenin edep içinde adaletli yönetilmemesiydi. Kahraman insanlarla Burhan Beyin yaşantısı arasında şaşırtıcı benzerlikler vardı. Onun özünde her şeyden önce bir farkındalık vardı. İyi bir ayrıcalıklı öğrenim ve iyi bir dünya görmüştü. Adeta örnek bir insan olmak için doğmuş, yüksek amaçlar için yetişmiş, güzel ahlaklı bir insanlık hali sergiliyordu. Ahlaken de kendi içinde hiçbir

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1