Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Üç Hayat İki Gurbet
Üç Hayat İki Gurbet
Üç Hayat İki Gurbet
Ebook236 pages2 hours

Üç Hayat İki Gurbet

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Biyografik-roman olan bu eserde, Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesinden çekilip yerini Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakırken Anadolu’da yaşayan insanların topraklarını terk edip yeni bir hayata başlarken yaşadığı zorlukları okuyacaksınız. Gerçek kişiler, gerçek mekanlar ve gerçek hayatlar eşliğinde...
Değişim sürecine girmiş toplumda göç etmekle yaşanan sıkıntılar, gelin-kaynana ilişkisi, çocuk gelin, kuşak çatışması, geleneklere bağlılık, aileyi bir arada tutma kaygısı, çocuklar için iyi bir gelecek hazırlama ve her türlü zorluğa rağmen hayatta kalma mücadelesini tecrübeli bir kalemden okuyacaksınız.

LanguageTürkçe
Release dateJan 18, 2019
ISBN9780463232224
Üç Hayat İki Gurbet
Author

Irmak Aksu

Kırıkkale doğumlu ve iki çocuk annesi olan Irmak Aksu, sınıf öğretmenliği, Ceza Evleri İzleme Kurul Üyeliği ve Avrupa Birliği proje kapsamında rehber öğretmenlik yapmıştır. Çocuk öyküleri de kaleme alan yazarımız aynı zamanda editör olarak da çalışmalarına devam etmektedir.

Related to Üç Hayat İki Gurbet

Related ebooks

Reviews for Üç Hayat İki Gurbet

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Üç Hayat İki Gurbet - Irmak Aksu

    KARAR

    Erzurum 1914

    Kudret Hanım pencereden dışarıyı izliyordu. Eşi Aslan, çocukları Abdullah, Esma ve Hasan ile kovalamaca oynuyor, çocuklar babalarını yakalayabilmek için birbirleriyle yarışıyordu. Aslan üç çocuğu tarafından yakalanıp, birkaç hamlede yere yatırıldı, çocuklar babalarının bacaklarından ve kollarından sıkıca kavrayıp, karnına oturmaya çalışıyordu.

    Aslan Bey üç, beş ve yedi yaşındaki çocuklarının yaşlarından büyük güçlerini hissedince gururu tavan yaptı. Yerde sırt üstü uzanmış, çocukları karnına, göğsüne bastırırken bir kez daha şükretti.

    İyi ki Kırım'dan Erzurum’a ‘Dadaş' diyarına gelmişti.

    Kudret hanım izlediği bir film sahnesinden mutluluk duymuş bir insan gibi hafiften gülümsedi. Pencereden dışarıyı ne kadar süre izlediğini bilmiyordu ama yavaş yavaş sesler, görüntü etkisini yitirdi. Film sarma makinesi arıza yapmış gibi görüntü buğulandı, çocukların gülüşme sesleri uzaklaştı. Kudret Hanım kaybolan sesleri duymak, gözünün önündeki sahneyi yeniden yaşamak için var gücünü kullandı. Hayallerini, düşüncelerini zorladı. Ama yapamadı.

    Yakın bir yere düşen bombanın etkisiyle Kudret Hanım kendine geldi. Yanı başında duran kundaktaki, kırkı yeni çıkmış Ahmet, bombanın çıkardığı sesle uyanmış, ağlamaya başlamıştı.

    Kudret Hanım gözünde biriken yaşları elinin tersiyle silip Ahmet'i kucağına aldı. Nemli gözlerle pencereden dışarı baktığında gördüğü manzara sadece enkaza dönmüş bir bahçeydi. Her yer savaşın izlerini taşıyordu. Güzel günler çok gerilerde kalmıştı ve bu Kudret Hanım'ın içini bir kez daha acıttı.

    Mutluluk sadece hayallerinde ve yaşadıklarında saklıydı artık.

    Onu da çok uzun süre hayal edemiyordu. Şimdilerde hayatındaki tek şey acı ve gözyaşıydı.

    İlk acısını Aslan’ı kaybettiği gün yaşamıştı. Acı önce yüreğine düşmüş sonra çöreklenmiş ve bir daha gitmemişti. Yüreğindeki bu acıya yeni davetliler eklenecekti.

    Hayatının en güzel günlerini yaşadığı, sevdiği ile mutlu olduğu gönlünün sarayı enkaza dönmüştü. Her yanında savaşın izleri beliriyordu. Yerde el dokuması halı günlerdir ağırladığı acının etkisiyle yıpranmıştı. Duvarların dili olsa konuşacak, yaşanan dramı anlatacak üzgün bir insan gibi duruyordu.

    Kudret Hanım’ın üzerindeki sırma işlemeli bindallısı, hüznün gözlerinde oluşturduğu kan çanağının rengi ile aynıydı. Başındaki pullarla işlenmiş leçek yüzünün güzelliğini süslemek için örtülmüş gibiydi. Boynundaki beşibiryerde, kolundaki burma bilezikler acının yüzüne düşürdüğü gölgeyi silmeye yetmiyordu.

    Sevdiceğini ararcasına şefkatle oğlunun yüzüne baktı. Ahmet Aslan’ın son hediyesiydi kendisine. Ahmet'in bütün yüz hatlarında, hatta bakışlarında Aslan’ı bulmak mümkündü. Yıllar sonra, evin en küçüğü olmasına rağmen, evin reisi olacaktı. Kudret Hanım bunu hissediyordu.

    Çocuk olmadan büyük olacak, Çolak Ahmet olarak babasının tahtına oturacaktı. Kudret Hanım, Ahmet'i göğsüne bastırıp, kokusunu içine çekti. Gözlerini evin içinde gezdirdi. Bir anda bakışlarında şimşekler çaktı. Gördüğü sahne içindeki yarayı yeniden kanattı. Sevdiceği Aslan’ı yerde boylu boyunca kanlar içinde yatarken görünce, yüreğindeki sıkışma arttı. Kucağındaki oğlunu göğsüne daha sıkı bastırdı.

    Odanın kapısı hızla açıldı. Hasan nefes nefese içeri girdi. Annesinin her an kan ağlayacak gibi duran gözlerini diktiği noktaya baktı. Birkaç ay önce babası ile vedalaştığı yerdi. Daha birkaç yıl öncesine kadar babası onunla oynar, gezer, öper severdi. Oysa şimdi evin bütün yükünü Hasan'ın omuzlarına bırakıp gitmişti.

    Hasan bir an, o günü yeniden yaşadı.

    Kudret Hanım elini yumruk yapmış göğsüne vurarak ağlıyordu. Akrabaları, sevdikleri, eş, dost gözyaşı döküyor, acılarına ortak olmaya çalışıyordu. Evde adım atacak yer yoktu.

    Acı düştüğü yeri değil, herkesi yakmıştı.

    Hasan şehit olan babasının başına gelmiş, elini tutmuş, öpüp alnına koyduktan sonra,

    Güle güle Babacım diyebilmişti. Sonrasında sadece gözyaşları konuşmuştu. Boğazı düğümlenmiş, yutkunamamıştı.

    Oysa daha çok şey söyleyecekti.

    Gözün arkada kalmasın, anam ve kardeşlerim bana emanet. Onlara gözüm gibi bakarım. Seni çok özleyeceğim. Sensizlik şimdiden önümde bir dağ oldu. Bu dağı nasıl aşarım baba. Sensizliğe nasıl alışırım canım babam. Kalk ne olur. Beni bırakma.

    Ama hiçbirini diyememişti Hasan. Sadece ağladı. İçini çeke çeke, hıçkıra hıçkıra ağladı. Hiç kimse,

    Ağlama, sen koca adam oldun. demedi. Taziye sunan eş, dost da Hasan ile birlikte ağladı. Hasan onca ağıtın arasında sedirin üzerinde yatan babasının gülümseyen yüzüne doya doya bakmıştı. Babasının gülümseyen yüzünü hafızasına kazımıştı. Ondan geriye kalan tek hatıra bu olacaktı.

    Mutluluğuna düşen gölge dilindeki kelimelere yansıdı.

    Ahmet. Canım kardeşim. Sen hiç görmedin babamızı, rüyalarında gördüğün adamın babamız olduğunu bile anlamayacaksın. Sen nasıl baba sevgisini yaşayacaksın.

    Aslan çok ağır yaralanmıştı cephede. Yapılacak bir müdahale yoktu. Aynı köyden bir tanıdık durumu kavrayınca erzak toplamaya dönerken Erzurum’a, komutandan izin alarak getirmişti. Yolda şehit olmuştu Aslan Bey ama Kudret Hanım ve Aslan Bey'in kardeşi Ali Bey’in Aslan Bey’e düşkünlüğü herkes tarafından bilinirdi. Adamcağız da sevdikleri son bir kez görsün diye şehidi, Erzurum'a kadar taşımıştı.

    Yoğun ve yorgun duygularından sıyrılıp anasına seslendi Hasan:

    Ana emmim gelmiş, avluda seni bekliyoruz. Anan gelsin bir konuşalım, dedi.

    Kudret Hanım kendine hemen çeki düzen verdi. Hızla yerinden kalkıp kapıya yöneldi. Çıkarken,

    Hasan sen burada kal, kardeşine bakıver, ben konuşup geleyim. dedi.

    Kudret Hanım kocasının kardeşi Ali Bey'in yanında, bakışları yerde, ayakta, ellerini midesinin altında birleştirmiş, büyük bir edep ve saygıyla Ali Bey'i dinliyordu. Her bir sözünü hafızasına kazıyordu:

    Bacım, sen bana abimin emanetisin. Tez elden köyü boşaltmak lazım. Gâvur köylere saldırmaya başlamış. Girdiği köyleri yakıp yıkıyormuş. Bilirim abimin anılarını bırakmak, doğup büyüdüğün şehri, yurdunu, yuvanı bırakmak istemiyon ama çocukları da düşünmek lazım. Abimin anısını onlar yaşatacak. Çocuklar gâvurun eline geçerse yaşatmaz. Biz Kırım'da düşman zulmünü yaşadık. Birçok sevdiğimizi şehit verdik. Zulümden kaçıp, Erzurum’a geldik. Erzurum’u yurt belledik. Vatan uğruna şehit düşen abimin adının yaşaması gerek. Gavur, Osmanlı gibi değil. Girdiği köylerde çok acımasız oluyor. Merhameti yok. İnsanın memleketini terk etmesi zor ama çocuklar için, Aslan abim için mecburuz. dedi.

    Kudret Hanım Ali Bey’in dilinden dökülen kelimelerle yüreğine hançer saplanmış gibi acı çekti. Sevdiğinin kardeşine bakamıyordu. Sesinin her tınısı Aslan’ı anımsatıyordu.

    Birkaç güne gidiyoruz. Son hazırlıklarını yap. Sormak istediğin bir şey olursa Hasan’ı yolla.

    Kudret Hanım sessizce dinledi kayınını, Aslan’ı gurbet elde yalnız bırakıp başka gurbetlere gideceğini anlayınca, kocaman yutkundu ve evine yöneldi. Dilinde aynı cümleyi tekrar etti:

    Xwedayêmin tu bibîalîkar (Allah’ım yardım et).

    GÖÇ

    Kudret Hanım göç kafilesinin içinde gecenin yorgunluğu bedenine, hatıralarını, sevdiğini geride bırakmanın yorgunluğu ruhuna yansımış olarak yürüyordu. Kucağında Ahmet, aklında ve göz hapsinde tuttuğu koyunlarla birlikte yürüyen Hasan, Esma ve Abdullah. Bir bilinmezliğe yol almış gidiyorlardı.

    Sabaha kadar göç hazırlığı yapan Kudret Hanım unuttuğu bir şey olup olmadığını anlayabilmek için son birkaç gündür yaptığı şeyleri zihninden geçirmeye başladı birer birer.

    Hoş unuttuğu bir şey varsa bile yapılacak bir şey yoktu. Hiç kimse gelinen yolu dönmez, kendisi dönse bile, unuttuğunu alıp, gelmesini beklemezlerdi. Gâvur köye girmişse dönecek kişinin yaşama ihtimali yoktu. Kafiledeki hiç kimse bunu göze alamazdı.

    Aslan’ın kardeşi gelip, hazırlık yapmasını söyleyip gittikten sonra eve girmiş bütün evi baştan sona gezmişti. Her bir odada Aslan ile yaşadığı anılarını toplamıştı öncelikle.

    Sonra evdeki bütün eşyaları teker teker inceledi. Mutfağa girince yemek davetlerinin hummalı ve hoş telaşını hatırladı. Koşuşturmanın ruhuna verdiği hazzı hatırladı. Ne çok misafirleri olurdu. Ne çok seveni vardı bu ailenin. Fakir, zengin demez bir davet verdimi bütün köyü çağırırdı Kudret Hanım. Böyle görmüştü baba ocağında. Bir ağa kızıydı ve şanına yakışır şekilde bir bey karısı olmuştu.

    Salonda Aslan ile oturup konuştuğu sedirin üzerine oturdu. El işlemeli örtü ile örtülmüş sedir yastıklarının üzerinde elini gezdirdi. Aslan Bey’in oturduğu yeri sevdi incitmeden.

    Ez ê çawakaribimbê te debarbikim (Ben sensizliğe nasıl dayanırım?) dedi.

    Gözünden düşen birkaç damla yaş akıp gitti sevdiğinin ardından. Yavaş adımlarla yatak odasına yöneldi. Yatağın üzerine oturdu, Aslan Bey’in yastığını aldı, kokladı, bağrına bastırdı ve her bir damlası hasret yüklü gözyaşlarını doyasıya akıttı. Sadece iki kelime döküldü dilinden,

    Hezkiriya min (Sevdiğim)

    Kendisi ile çok fazla bir şey götüremeyeceğini biliyordu. Daha önce hiç göç etmemişti ama eşi Aslan, sevdiceği, bir Kırım göçmeniydi ve bir göçmenin neler taşıyabileceğini anılarını anlatırken dile getirirdi.

    Öncelikle çocuklara bazı anıları aktarabilmek için yükte hafif birkaç eşya alınmalı, geçmişi ile barışık ve yoldaş olmalı insan. Yoksa aynı hatalar sürekli tekrar edilir derdi konuşmaya başlamadan önce.

    Kudret Hanım bu yönde hatıralar için birkaç eşya aldı. Çocuklarının her birine babalarını ve Erzurum’u hatırlatacak birkaç parçayı özenle yerleştirdi çantasına. Bolca yiyecek koydu küfelere, yatak, yorgan, yastık, tencere, tas, tava derken, birkaç parça giysi de eklendi götürülecek eşyalara. Salonun ortasına dağ gibi yığılıverdi eşyalar. Koca yığıntıyı görünce gözü korktu birden.

    Bunca eşya nasıl sığdırılır atlara, eşeklere. Zaten üç at, iki eşek kaldı şunun şurasında. Buna da şükür hiç atı olmayan birçok köylü var şimdilerde köyde. Harpte yiğitler bir bir düşerken toprağa atları da onlarla beraber ya mezara kondular ya da başka bir yiğidin altına binek oldular. Elde para olsa bile vatan için savaşan yiğitlerin altından atları almak olmazdı. diye konuştu kendi kendine.

    Zaten birkaç atını gönüllü olarak askerlere bağışlamıştı.

    Çocukları olmasaydı ya da köyü gâvurun basacağı haberi yayılmasaydı o da gider savaşa katılırdı. Ama Osmanlı, kadınların savaşmak için, asker olmalarına izin vermiyordu. Gizlice de gidebilirdi. Hemcinslerine göre oldukça mert ve dirayetliydi. Ama düşman köye baskın verince önce çocukları öldürüyordu, soyun devamı sürümesin diye. Çocuklarını kaybetme acısı, hatıralarını bırakma acısına üstün gelmişti ve çocukları için göç edecekti.

    Gücü ile köye nam salmıştı Kudret Hanım. Kolay kolay ağlamazdı eskiden. Erkek işi, kadın işi demez her işe yetişirdi. Ağa kızı, bey karısı Kudret Hanım adı gibi kudretliydi. ‘Tuttuğunu un eder’ deyimi sanki onun için söylenmişti. Lafını ele düşürmez, hiç kimseye boyun eğmezdi.

    Günlerdir kaybettiklerine bir yenisinin daha ekleneceğini, evini yurdunu kaybedeceğini düşününce, salonun orta yerine, eşya yığıntısının başına oturup günlerin içinde biriktirdiği acıyı gözyaşı olarak boşaltıverdi. Kaybettiği sevdiceğine, ana babasına, bırakıp gideceği evine, anılarına, çocuklarının mahzunluğuna ve bilinmezliğe ağladı, ağladı, ağladı…

    Sabaha karşı tan yeri ağarmadan, köylü uykudan uyanmadan Hasan’ı kaldırdı.

    Oğlum kalk hele. İşimiz var. Amcan ‘altın, akçe ne varsa hepsini almayın, yolda eşkıya basarsa soyar soğana çevirir bizi. Temelli gitmiyoruz. Tehlike geçince gelir, alırız paraları. Bu yüzden varsa değerli eşyalarla birlikte bir kısmını gömün.’ dedi. Hadi yardım ette gömelim. dedi.

    Hasan babası öldüğünden beri evin erkeği rolünü çoktan kapmış, bir gece de büyümüş, şehit babasının elini anlına götürürken annesi ve kardeşlerine bakacağına dair söz vermişti babasına içinden. Bu yüzden büyük bir olgunlukla kalktı. Annesi ile birlikte değerli eşyaları, altınların bir kısmını, akçeleri koca koca küplere bastılar. Ağılın bir köşesine açtıkları çukurlara gömdüler. Üstünü toprak, saman ve mayıs yığıntıları ile kapattılar. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ağıldan çıkarken savaş bitip Erzurum’a döndüklerinde kendilerini bekleyecek olan malları güvence altına almanın huzuru ile eve girdiler.

    * * *

    Göç kafilesi yaşlı ve çocuklardan dolayı çok ağır ilerliyordu. Esma da abileri ile birlikte, koyunların bir arada yol almasını sağlıyordu. Kudret Hanım, küçük kızını bugünlerde ne kadar özlediğini fark etti. Aylardır kızı ile gerektiği gibi ilgilenemiyordu. Hasretle baktı abilerinin yanında oradan oraya koşarak ilerleyen kızına.

    Hasan birden Esma diye bağırdı. Kudret Hanım koşar adımlarla çocuklarının yanına gitti. Kucağındaki Ahmet’i Hasan’ın kucağına verdi. Yere yığılan Esma’yı kucaklarken,

    Ne oldu oğlum Esma’ya? diye sordu.

    Hasan şaşkınlıkla cevapladı:

    Bilmiyom ana. Biraz önce ‘başım dönüyo galiba’ dediydi. Ama oyun ediyo sandıydım. Birden yere yığıldı.

    Kudret Hanım kızının alnından hafifçe öperek ateşine baktı. Esma ateşler içinde yanıyordu. Kızının ateşi Kudret Hanımı telaşlandırdı.

    Hasan koş amcanın yanına git, Esma’nın durumunu söyle! Ne yapacağımızı sor.

    Kudret Hanım ilk kez bir göç kafilesi ile yol alıyordu. Bu durumlarda nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Esma’nın ateşini düşürürdü düşürmesine ama yine de sormak lazımdı. Eşinin ailesi Kırım’dan Erzurum’a göç ederek geldikleri için hastalık, yaralanma hakkında birçok şeyi, çok iyi biliyorlardı.

    Hasan amcasıyla beraber anasının yanına geldi. Ali Bey yiğit bir görünüme sahipti. Duruşu, yürüyüşü çevresindekileri etkileyecek kadar heybetliydi. Konuşurken kelimeleri tane tane söyler, karşısındakinin kafasında soru işareti kalmayacak şekilde meseleleri izah ederdi. Uzun boylu, geniş omuzlarıyla abisi Aslan Bey’e çok benzerdi.

    Elindeki küçük şişeyi Kudret Hanım’a uzatarak,

    Kafileyi durdurmak olmaz. Sen Esma’yı kucakla. Ahmet’i kâhyaya ver. Şişede sirke var. Esma’nın ateşini düşürmeye yardımcı olur. Yol boyunda su bulursak kızcağızı suyla bir yıkarsın. dedi.

    Aslan Bey yola çıkmadan önce kardeşi Aslan’ın kâhyasını güçlükle ikna etmişti. Kâhyanın güçlü, kuvvetli, iş bitiren bir yapısı vardı. Ali Bey’in göç boyunca işini kolaylaştırabilirdi. Kâhya daha önce hiç göç etmemişti ve yurdunu yuvasını bırakıp gitmek istemiyordu. Gerçi kimi kimsesi yoktu ama göç onun için sıkıntı, meşakkat, çile, yoksulluk, uykusuzluk, yorgunluk demekti. Oysa Erzurum’da kalırsa Aslan Bey’in evine yerleşir, tarlasını eker, geçimini sağlardı. Hatta sevdiği kız ile evlenebilir, bir yuvası olabilirdi.

    Ali Bey de durumun farkındaydı. Erzurum onlara çok güzel ev sahipliği yapmıştı. Savaş bitip, yeniden Erzurum’a dönüş yaptıklarında abisinin emanetlerini, abisinin yadigârı evine sağ salim yerleştirmeliydi. Kâhya yıllar içinde eve el koyarsa onu evden çıkarmak mümkün olmayabilirdi. Bu iki sebep yüzünden kâhyayı gittiği yerlerde kendisini bekleyecek güzellikleri anlatarak ve yüklü bir miktar para vererek kendileri ile birlikte gelmeye ikna etmişti.

    Ali Bey, Ahmet’i kucaklayıp kafilenin arkasında ilerleyen kâhyanın yanına gitti. Durumu anlattı. Ahmet’i kâhyaya verip kafilenin başına döndü.

    * * *

    Kâhya uzun bir süre Ahmet’i kucağında taşıdı. Yollar uzayıp gidiyor, hiç bitmiyordu. Bu göç nereye kadar, ne zamana kadar sürecekti. Vakit geçtikçe ağrıyan kolları isyanını artırmaya başladı.

    Ne işi vardı bu kafilede? Şimdi Erzurum’da yatak keyfi yapıyor olabilirdi. Sevdiği kızı görmek için köy çeşmesini bekliyor olabilirdi. Oysa yaptığı yorucu ve bitmek bilmeyen yolculuk yetmiyormuş gibi bir de kucağında bir çocuk taşıyordu. Bir ara aklına gelen şey için kendi kendine kızdı.

    Olur, mu öyle şey, hiç sana yakışıyor mu? Yıllarca bu yavrunun babasının ekmeğini yedin.

    İçinden bir ses,

    Boş ver, kafile hiçbir şekilde geriye dönmüyor, bağırır çağırırlar unutulur gider. diyerek kâhyayı kışkırtıyordu.

    Ali Bey yaşatmaz beni, dağları delip geçen Kudret Hanım’ın hışmı, beni bitirir.

    Bu kadar korkak olma. Ne işin var bu göç yolunda? Kurtulursun göç etmekten. Nasıl olsa bir köy çıkar yakınlarda bir yerlerde.

    Kâhya ağrıyan kolları, yorgun bedeni ve iç hesaplaşmaları ile yoluna devam etti.

    * * *

    Kudret Hanım kucağındaki Esma’yı sık sık kontrol ediyor, sirkeye batırdığı bezi kızının anlına, koltuk altlarına yerleştiriyordu. Kızının dudaklarını su ile ıslatıp, sık sık yüzünü yıkıyordu.

    Suyu dikkatli kullanması gerektiği sıkı sıkı tembih edilmişti Ali Bey tarafından. Çünkü yol boyunca suyun ne zaman karşılarına çıkacağı belli olmazdı. Ama evlat candan öteydi. Bu yüzden kendi payına düşen suyu kızı için

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1