You are on page 1of 4

Örnek Hayat

İbrahim ŞAHİN

ŞEHZADE MEHMET’İN HOCASI

MOLLA GÜRANÎ
“Molla Güranî’nin İstanbul’a gelişi şöyle vuku bulmuştur: O devrin
meşhur Osmanlı âlimlerinden Molla Yegân hacca gittiğinde,
Kahire’ye uğrar. Orada Molla Güranî’yi tanıyıp, onun dine bağlılığını
ve ilimdeki yüksek derecesini görünce, İstanbul’a getirmek ister.
Lütuf ve iltifat göstererek İstanbul’a gelmesini söyler. O da bu teklifi
kabul edip, Molla Yegân ile birlikte İstanbul’a gelir.”

76 Temmuz 2008 Molla Gürani Camii / İstanbul


D ördüncü Osman-
lı şeyhülislâsmı,
O s m a n l ı
âlimlerinden ve büyük veliler-
den olan Molla Güranî’nin
asıl ismi, Ahmed bin İsmâil
der. “Şimdi nerededir?” deyin-
ce; “Bâb-üs-seâdede beklemek-
tedir” der. Bunun üzerine Pa-
dişah, onu içeri getirmelerini
söyler. Molla Güranî içeri girip,
selâm verir, el öper. Sohbet sı-
Müderrislikten resmen ayrıl-
dıktan sonra da ilim öğretmeye
devam etti. Pek çok âlim yetiş-
tirdi. Osmanlı âlimleri arasın-
da ahlâkının üstünlüğü, ilmî
hususlarda tavizsiz olan ve
bin Osman Güranî’dir. 1410 rasında Molla Güranî’nin ko- ilme çok önem veren bir âlim
(H.813) senesinde, Suriye’nin nuşması ve hâli, padişahın ho- bilinip öyle tanındı. Günlerini
Güran kasabasına bağlı bir köy- şuna gider. Onu önce, dedesi hep ders vermekle, kitap yaz-
de doğdu. Doğduğu yere nis- Murat-ı Hüdâvendigâr Gazi’nin makla ve ibadetle geçirirdi.
betle “Güranî” denilmiştir. eski kaplıcadaki medresesine
sonra da Yıldırım Medresesine Molla Güranî, vefat etti-
Molla Güranî ( 1410- 1488), müderris tayin eder. Böylece bir ği 1488 (H.893) senesinin ba-
küçük yaşta Kur’ân-ı Kerim’i müddet bu vazifede bulunur. har mevsiminde bir bahçe sa-
ezberledi. Sonra ilim öğrenmek Bundan sonra da Sultan İkin- tın aldı. Kışa kadar o bahçede
için Bağdat, Diyarbakır, Hıns ve ci Murat Han, Molla Güranî’yi kaldı. Vezirler haftada bir bu
Hayfa şehirlerine gitti. On yedi oğlu Şehzâde Mehmet’in yani bahçede ziyaretine gelirlerdi.
yaşında iken de Şam’a gidip, bir Fatih’in yetiştirilmesi ile görev- Kış geldiğinde iyice hâlsizleşti.
müddet oradaki âlimlerden ders lendirir. İstanbul’daki konağına göçtü.
alıp, ilim tahsil etti. Şam’dan O günlerde bir sabah namazını
Kahire’ye gitti. Kahire’de za- Fatih Sultan Mehmet kıldıktan sonra, kendisine bir
manın âlimlerinden ders ala- Han’ın yetişmesinde, Molla yatak hazırlanmasını istedi.
rak; kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh Güranî’nin büyük emeği geç- Yatak hazırlandı. Kuşluk na-
ilimlerini öğrendi ve bu ilimler- miştir. Bu bakımdan Fatih, mazını kıldıktan sonra kıbleye
de icazet aldı. şehzadeliğinden beri hocası- dönerek, sağ yanı üzerine yat-
nı çok sever, saygı ve hürmet- tı. O gün, kendisinden Kur’ân-ı
Molla Güranî’nin İstanbul’a te kusur etmezdi. Kerim’i, kıraat ilmini öğrenen
gelişi şöyle vuku bulmuş- hafızların yanında toplanma-
tur: O devrin meşhur Osmanlı Fatih Sultan Mehmet Han’a sını istedi. Bu arzusu üzerine,
âlimlerinden Molla Yegân hac- çok nasihat eder, işlerinde yar- talebelerine haber gönderildi.
ca gittiğinde, Kahire’ye uğrar. dımcı olurdu. Ona karşı duy- Onlar da yanına toplandılar.
Orada Molla Güranî’yi tanıyıp, duğu samimi sevgi ve alâka Talebelerine; “Üstünüzde olan
onun dine bağlılığını ve ilimde- sebebiyle, yeri geldikçe ten- hakkımı ödeme zamanı bu
ki yüksek derecesini görünce, kit etmekten ve uyarmak- gündür. İkindi vaktine kadar
İstanbul’a getirmek ister. Lütuf tan çekinmezdi. Hatta giy- benim üzerime Kur’ân-ı Kerim
ve iltifat göstererek İstanbul’a diği ve yediği şeylere dikkat okumaya devam ediniz, ikindi-
gelmesini söyler. O da bu tek- etmesini, daima dinin emir- den fazla uzamaz.” dedi. Hafız
lifi kabul edip, Molla Yegân ile lerine uygun olmasını ister- talebeleri, Kur’ân-ı Kerim oku-
birlikte İstanbul’a gelir. Meş- di. Nasihatlerini sert sözler- maya başladılar. Vezirler duru-
hur âlim Molla Yegân, hacdan le söylemekten çekinmezdi. mu öğrenince, yanına geldiler.
dönüp İstanbul’a gelince, Sul- Molla Güranî, devrin âlimlerine İkindi vakti gelince, müezzinin
tan İkinci Murat Han’ın otağı- mütevazı davranır ve onlara ezan okumasını bekledi. Mü-
na gidip, bir sohbet yapar. Soh- karşı kıskançlık göstermezdi. ezzin, ‘Allahüekber’ diye ezan
bet sırasında Padişah; “Gene; Hatta resmî vazifelerde ken- okumaya başlayınca, Molla
“Tefsir, hadis ve fıkıh ilminde dinden daha üst makamlara Güranî hazretleri; “Lâilâhe il-
iyi yetişmiş bir âlim getirdim” çıkan âlimleri takdir ederdi. lallah” diyerek vefat etti.

77
Hikâye
Ümit Fehmi SORGUNLU

DAĞLAR VAR
ARA YERDE
A rabanın
için-
de üç
kişiydiler. Üçü de yorgun ve
halsizdi. Dokuz saattir yol al-
manın ezikliği çökmüştü üzer-
amacıyla ona “Tekbas Nuri” la-
kabını takmışlardı.

Şoförün yanında oturan


Kara Mehmet sabırsızlıkla elin-
de oynadığı iri taneli, püsküllü
bilir miydi. Derin bir nefes aldı.
Yan gözle Nuri’ye baktı. Sonra
gözlerini arabanın camından
dışarı kaydırıp, amaçsız seyret-
ti, dağları ovaları. Neredeyse
hava kararmak üzereydi.
lerine. Buna rağmen biraz ol- tespihini cebine koyup, gözle-
sun uyamamış, bir yerde durup rini yoldan ayırdı. Saatine bak- Arka koltuktaki şişman, iri
dinlenmeyi dahi düşünmemiş- tı. “Tam dokuz saat” diye dü- yapılı Selami yuvarlak, kıllı el-
lerdi. Beş yılın getirdiği hasret şündü. Dokuz saattir yüreğinin leriyle karnını ovuşturarak:
yüreklerini bir kor gibi yakıyor, ta içine oturan vatan hasreti
en ufak bir zaman kaybına dahi son haddini bulmuştu. “Oğlu- - Acıktım dedi. Bir yerde du-
tahammül edemiyorlardı. Göz- muz beş yaşına bastı” diyordu rup bir şeyler yesek mi?..
leri hiç bitmeyecek gibi uzayıp mektubunda Zehra. “Gel gay-
giden asfaltın, ufukta kaybolan rı Mehmet’im. Buralarda her- Tekbas Nuri söyleneni duy-
çizgilerine bakıyordu. Tek keli- kes başka şeyler söylüyor. Kimi madı bile. Gözleri dağların ara-
me dahi konuşmadan, her biri gâvur kızına tutuldu, seni unut- sında kara bir yılan gibi gittikçe
kendi hayalleriyle yaşıyor, ço- tu, kimi de üstüne evlendi di- uzayan yoldaydı. Anasının mek-
cuklarını, karılarını, ağzı dua- yorlar. Oğlumuzun adını Has- tubu aklından hiç çıkmıyor, sağ
lı analarını ve içlerine burgu rete çevirdim. Babasına ve bir ayağı gaz pedalına daha bir gö-
burgu işleyen vatanlarını düşü- koruyucu erkeğe hasret kaldı- mülüyordu. “Oğlum, karın sık
nüyorlardı. ğından...” içini çekti. Beş yıldır sık annemlere gidiyorum diye
görmediği oğlunu ve karısını evden çıkıyor. Laf anlatamıyo-
Direksiyondaki orta boy- hatırlamak yüreğinin içinde- rum. Söylentiler iyi değil. Gel
lu ince yapılı biriydi. Kalın si- ki özlem ateşini alevlendirdi. ne yapacaksan yap ..” Nuri hır-
yah kaşların çevrelediği gözle- “Gâvur kızı ha” diye söylendi sından dişleriyle dudaklarını
ri kısılmış, bütün dikkatini yola belli belirsiz. Acı acı güldü. On- ısırıyor, karısının böyle bir şey
vermişti. Çok hızlı ve delicesine ların hiç biri de buram buram yapabileceğine akıl erdiremi-
araba kullandığı için, arkadaş- toprak kokan, elleri nasırlı, başı yordu. Bir an için söylentilerin
ları süratli gitmesini önlemek yaşmaklı Zehra’sına denk ola- asılsız olabileceğini düşündü.

78 Temmuz 2008
Karısını çekemeyenlerin, ya da Uyur gibi yaptı. Aslında uyu- da buluşan kelebekler ön cama
onda gözü olanların uydurdu- muyor, babasının hastalığını çarpıp kayboluyordu.
ğu sözler olabilirdi. Fakat “ateş ve köyünü düşünüyordu. Ana-
olmayan yerde duman tütmez” sının “...Baban hasta, ölme- Kara Mehmet’in esmer
derler. den seni görmek istiyor. Gurbe- yüzü buruştu. Şarkının sözle-
te kök salmadıysan kalk da gel riyle birlikte, karısının haya-
- Allah kahretsin. Belli be- gayrı...” diye yazdırdığı mek- li gözlerinin önünden bir kez
lirsiz hırsla söylenmişti. Göz tup, memleket hasretinin üstü- daha geçti. Beyninde ses olup
ucuyla, duyup duymadığını an- ne eklenmiş, içindeki vatan öz- yankılandı. “...oğlumuzun adı-
lamak için Kara Mehmet’e bak- lemini kat kat artırmıştı. Bir an nı Hasrete çevirdim. Babasına
tı. Kendi havasında dışarıyı önce köyünün ağaçlarıyla, top- hasret kaldığı için ..” elleri gay-
seyrediyordu. Nereden çıkmış- rağıyla kucaklaşmayı o da isti- rı ihtiyari cebindeki tespihine
tı sanki yurt dışında çalışma- yordu. gitti. Can sıkıntısıyla mırıldan-
ya. Köyünü, evini terk edip, el dı. “Geliyorum Hasret, az kaldı
içinde çile çekmeye değer miy- Tekbas Nuri sağ eliyle kon- sabret” Sonra Nuri’ye döndü.
di? Çok para kazanmak hırsıy- süldeki kasetleri karıştırdı.
la geldiği Almanya’da, kendisi Sonra rasgele birini alıp, ara- - Topuklayıver Nuri... Tek
eğlenceye dalıp benliğini unut- banın teybine sürdü. Yanık bir basma, artık çift bas...

Tekbas Nuri sanki böyle bir


teklif bekliyormuş gibi gaz pe-
dalına daha sıkı bastı. Sürat ib-
resi yukarılara doğru tırmandı.
Bir an önce memleketine ulaş-
mayı istiyordu. Gittikçe uza-
muş, karısı hakkında da kötü ses hoparlörden çıkıp, üç gur- yan asfaltın üstünde karısının
dedikodular çıkmıştı. Altındaki betçiyle kucaklaştı. Sonra içle- hayalini görüyor, hırslanıyor-
araba bütün bunlara değer miy- rindeki yurt özlemiyle birleşip, du. Yüz hatları gerilmiş, hiç
di?.. Üstelik de her geçen gün otomobilin kelebek camların- konuşmadan yolu takip edi-
artan, Türk işçisinin horlanma- dan dışarı taştı ve rüzgârla bir- yor, karısının hayalini ezmeye
sına rağmen. likte bilinmeyen istikametlere çalışıyordu. Araba ileri atıldık-
doğru uçup gitti. “Yol uzun gur- ça karısı kaçıyor, Nuri peda-
Selami cevap alamayınca bet acı/ Dağlar var ara yerde/ la daha bir yükleniyordu. Yurt
teklifini üstüne basa basa tek- Yol verin geçeyim dumanlı dağ- dışına gittiği zaman, evini ih-
rarladı. Kara Mehmet can sı- lar./ Dağların ardında nazlı yar mal edip para biriktirerek al-
kıntısıyla Selami’ye çıkıştı. ağlar./” diye boşa yakarıp dur- dığı son model araba rüzgarla
du. Bitmez tükenmez bir dağ yı- yarış edercesine uçar gibi gidi-
- Daha çok yolumuz var. ğını, sanki masal kaçkını devler yordu.
Acıktıysan arabada sandviç ola- gibi önlerine dikiliyor, yol ver-
cak, bir iki atıştır. miyordu. Akşam karanlığında karşıla-
rından gelen arabalar bir sinek
Gözleri yeniden pencereden Nuri, sinirle farları yaktı. vızıltısı gibi geçiyordu yanla-
dışarı kaydı. Ağaçlar bir biriy- Ön lambalardan çıkan kuvvet- rından. Bir an asfaltın altların-
le yarış edercesine önlerinden li ışık huzmesi, kıvrılıp uzayan dan kaybolduğunu ve yıldızla-
hızla geçiyordu. karayolunun pürüzlü sırtı- ra kavuşurcasına uçtuklarını
nı yalayıp, bilinmeyen karan- gördüler. Teyp hâlâ çalıyordu.
Selami arkasına yaslandı. lıklarda eridi. Taksinin ışığın- “... Dağlar var ara yerde... “

79

You might also like