Odamda geciken danışanımı bekliyordum. İçeri orta yaşlarda, zayıf,uzun boyluca
bir hanım girdi. Sessizce elindeki formu masama bıraktı ve oturdu. Ben formu okurken derin bir nefes aldı, verdiği nefes bende sanki konuşsam da sesimi duymayacak kadar derin bir boşluğa düştüğü hissini uyandırdı. ‘ Bize geliş sebebiniz nedir?’ diyerek yere sabitlenmiş bakışlarını yakalamaya çalıştım. O ise hiç oralı olmadan monoton bir sesle konuşmaya başladı. Son 6 aydır geceleri uyuyamamaktan şikayet ediyordu. Sabahları ise istemediği halde erkenden hala yaşıyor olmanın verdiği hüzünle uyanıyordu. Bütün gününü evin bir odasında geçiriyordu nerdeyse. Elini yüzünü yıkamak hatta tuvalete gitmek bile ona büyük bir iş gibi geliyordu. Konuşurken ne söyleceğini unutuyor sanki kelimeler ağzından çıkar çıkmaz bir kara deliğe düşer gibi zihninden uçup gidiyordu. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini aklında tutmak büyük bir beceriydi onun için artık… ‘Dipsiz bir kuyudayım sanki, kimse sesimi duymuyor!’ diyordu ve Aile Eğitim Merkezi’ne geldiğinde neredeyse artık o kuyudan kurtulmak için çırpınmaktan da vazgeçmek üzereydi … ‘ Ne zamandan beri bu sıkıntıları yaşıyorsunuz?’ dediğimde şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı ve ‘Eşim öldüğünden beri. ’ dedi kısık bir sesle. ‘Eşinizin vefatı sizi çok üzmüş sanırım?’ dedim ve göz kontağı kurmasını sağlamak için gözlerimi gözlerine sabitlemeye çalıştım. ‘ Yooo, aslında yıllar boyunca Onun hayatımdan çıkması için dua ettim ama…’ dedi ve sustu. Şaşırmıştım ve ben sormaya devam ettikçe hayat hikayesini yavaş yavaş anlatmaya başladı. Ayşe Hanımın eşi bir alkol bağımlısıydı ve 20 yıl boyunca hem kendine hem de 3 çocuğuna her türlü eziyeti yapmıştı. İyi bir kazancı olmasına rağmen bütün parasını içki ve kumar için harcayıp ailesinin neredeyse yoksulluk sınırında yaşamasına sebep olmuş, gece yarıları geldiği evde çocuklarının gözü önünde Ayşe Hanımı sudan sebepler yüzünden yoruluncaya kadar dövmüş, kimi zaman da çocuklarla beraber gece yarısı onları sakağa atmıştı.Ayşe Hanım boşan(a)mamıştı, çocuklarını babalarının şerrinden koruyarak meslek edinmelerini sağlayıp evlendirmek ve böylece o evden kurtulmalarını sağlamak hayattaki tek amacı olmuştu. İki kızını evlendirmişti ve sonunda üçüncü çocuğunu, oğlunu, da şehir dışında kazandığı okula gönderip evden uzaklaştırmıştı.Bütün eziyetleri artık sessizce ve yalnızca çekmeye başladığı o zor günlerden birinde eşinin trafik kazasında öldüğü haberini almıştı.Haberi duyduğunda donup kalmıştı. Ne sevinebilmiş ne de üzülebilmişti. Bugün eşinin vefatının üzerinden 6 ay geçmişti. Artık dayak, hakaret, kavga ve gürültü yoktu hayatında. Kocasından da iyi bir mal varlığı kalmıştı. Hep hayallerini kurduğu günler gelmişti ama o mutsuzdu, hem de çok…Peki neden, ne olmuştu da Ayşe Hanım bu hale gelmişti? Ayşe Hanım’ın yaşadığı durum klinik anlamda Depresyon olarak değerlendirilmektedir. Depresyon, en belirleyici olarak hayata dair ilgi-istek kaybı ve gelecekten ümit kesme duygu durumu ile kendini gösteren, geceler boyu devam edebilen uyku sorunları, iştah düzensizlikleri, halsizlik, hafıza ve dikkatte gerileme, davranışlarda yavaşlık, kas ve adale ağrıları ve kendini içe kapatma ve sosyal olarak geri çekilme durumlarının gözlendiği bir duygudurum bozukluğudur Depresyon dünyada ve ülkemizde en sık rastlanılan ve intihar teşebbüslerinin görüldüğü bir duygu durum bozukluğu olması sebebiyle halk sağlığını dünya ölçeğinde tehdit eden en önemli sorunlardan biridir. Türkiye’ de nüfusun ortalama % 12 si bu bozukluktan etkilenmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmaları 2020 yılında depresif bozuklukların, kalp hastalıklarından sonra, hayatı ikinci derecede olumsuz etkileyen bir hastalık olacağını göstermektedir. Süt bebekliği döneminde dahi görülebilen bu durum, ergenlik öncesinde kadınlarda ve erkeklerde aynı oranda görülürken, ergenlik sonrasında kadınlarda 2 kat daha sık rastlanmaktadır. Doğum sonrasında her 10 anneden biri Postpartum (Doğum sonrası) Depresyon yaşamaktadır. Bizler, Aile Eğitim Merkezimizde sıklıkla Depresif Bozukluk’tan şikayet eden vatandaşlarımızla görüşüyoruz. Depresyonun aile, iş ve sosyal yaşamlarında birçok sıkıntıya sebep olarak onların yaşam kalitelerini ne denli düşürdüğüne şahit oluyoruz. Onlarla belirli aralıklarla yaptığımız görüşmelerde, bu durumdan nasıl kurtulacakları üzerine çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalara gelmeden önce depresyona girmemek için ne yapmalı üzerine yazmak istiyorum. Dünyada, ruh sağlığı alanında önleyici müdahaleler özellikle de depresif bozukluklar için gittikçe daha fazla önem kazanmaktadır çünkü araştırmalar bir kere depresyon geçirmenin ikinci depresif atak ihtimalini 2 kat arttırdığını göstermektedir. Konuyu, Ayşe Hanım üzerinden ele alırsak, Ayşe Hanım’ın kendine ait bir yaşam alanı oluştur(a)mamış olması eşinin vefatından sonra düştüğü boşluğun en önemli sebebidir. O ana kadar savunma üzerine kurduğu yaşam felsefesi artık savunma pozisyonu oluşmadığında yerini anlamsızlığa ve boşluğa bırakmıştır. Ayşe Hanım, o güne kadar kendini öylesine terk etmiştir ki kendisiyle baş başa kaldığında hayata tutunacak hiçbir istek ya da sebep bulamamıştır.Yaşamını tek bir eksen (aile) üzerine kurması hem bu alandaki sarsıntılardan fazlaca etkilenmesine sebep olmuş hem de bu alan dışında var olma ihtimalini sıfırlamıştır.Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki kişilerin aktif olarak sosyal yaşamın içinde olmaları (akrabalık-komşuluk ilişkileri,eğitim çalışmaları, gönüllü faaliyetler, vs.) ve kişisel gelişim çalışmalarında bulunmaları yani kişinin yani sevdiği, hoşlandığı ve ürettiğini hissettiği bir ya da birkaç alanda faaliyet göstererek gündelik hayatını zenginleştirmesi onları depresyondan koruyacak önemli bir kalkan vazifesi görmektedir.Bu durumda kişi, yaşamının bir alanında sorunlar yaşansa bile diğer alanlarda kendini destekleyecek ve ruhsal anlamda pozitif enerji ile besleyecek bir ortam içinde bulunursa, ciddi anlamda ruh sağlığı problemleri karşısında daha dirençli ve güçlü olur. Bu anlamda KEÇMEK’ ler özellikle ev hanımları için çok değerli imkân ve fırsat sağlamaktadır.
Peki, zamanında tedbir alınmadı ve kişi artık depresyona girdiyse ne yapmalı?
Depresyon, beyinde sürekli karamsar ve olumsuz düşünceleri oluşturan bir süreç başlatır. Aynı tür negatif düşünceler zihinde tekrarlanılır. Bu durum kişinin yaşam enerjisini düşürür ve olumsuz duyguların açığa çıkmasına sebep olur. Negatif duygular ise vücudumuzdaki fizyolojik işleyişi olumsuz yönde etkiler ve ortaya olumsuz davranışlar çıkar. Bizler, Keçiören Aile Eğitim Merkezinde yaptığımız özel çalışmalarla danışanlarımıza olumsuz düşünce ve duygulardan arınarak bu negatif işleyişi pozitife taşımanın yollarını öğretip, bu becerileri gündelik hayatlarına taşımaları noktasında destek veriyoruz. Bu süreçte, birçok danışanımız hayatlarını yaşamaktan keyif olacakları bir noktaya taşıyabiliyorlar. Merkezimizde yapılan görüşmeler sonucunda danışanlarımızın edindikleri bilgi ve beceriler hem kendilerini hem de ailelerini daha mutlu ve sağlıklı bir geleceğe taşımak adına önemli bir adım olmaktadır. Şunu asla unutmamalıyız; şikâyet ederek hayatımızı değiştiremeyiz. Hayatı değiştirmek önce kendimizi değiştirmekle başlar! Keçiören Aile Eğitim Merkezi’nde bizler değişim ve gelişim adına her zaman size destek olmaya hazırız!