Professional Documents
Culture Documents
II
1
belirsizliğindeki gerilime tutunur. Sessizlikle ses arasında dijital
bir yarık, renksizlikle renk arasında ise analog bir mesafe
bulunur. Dolayısıyla resimde, ötelenen şeyin içine düşüp
yokolacağı bir delik mevcut değildir.
2
farklı bir yolla yeniden kurduğu nesne ve espasa dair bir
sorgulama niteliğindedirler. Maleviç bizi makro ölçekte farklı
nesneler ve espas halinde algılanan gerçekliği, her şeyin
atomlardan ibaret olduğu bir mikro ölçekte görmeye davet
ederken aynı zamanda bu mikro ölçekte tüm nesnelerin delik ,
tüm nesnelerin espasla dolu olduklarını farketmiş ve yokluğu,
anti-maddeyi ve karadelikleri kendi kurduğu dilde tuvale
taşımayı denemiştir.
III
3
bir kişi olarak, hikaye etmekle değil, modern bir ressamın
resmindeki unsurlar arasında yeni yükler kurmasına benzer
tarzda, sözcükler arasında anekdotik değil, poetik yükler
kurmakla ilgilenecektir. Buradaki yük kavramını Braque’tan
aldığını yazan Cemal Süreya, böylece sözcükleri de şiirsel
yüklerle yüklenebilecek kompozisyon birimleri halinde tespit
etmiş olur. Şair, yazısının sonlarına doğru, İkinci Yeni
şairlerinden bahsederken, sözcüklerin bu yeni yüklerle
yüklenmesi meselesinden ne anladığını da açığa vurur : Ona
göre, bu, aynı zamanda şairin kişiliğini de şiirde ayırdedilebilir
kılan, sözdizimsel ve anlambilimsel bir yerinden oynatma, bir
saptırmadır.
4
adım olmalıdır. Çünkü empresyonizm, resimde renk ve ışık gibi
öğelerin – birbirleriyle bağıntıya sokularak - diğer öğelerden
özerkleşmesine işaret eder; dizeden sözcüğe doğru atılan adım
da şiirde şiirin bütününden veya dizeden önce, semantik ilk
birim olan öğenin özerkleşmesini hedefler. Böyle bir adımda
öznellik, sözdiziminde ve sözcüğün imge içindeki ayrıcalıklı
konumunda belirirken, anlam henüz korunmak istenmektedir.
Burada esas olan, şairin, kişiliğini görünür kılacak imge ve
sözdizimine ulaşmak üzere, dikkatini malzeme-sözcüklerin
seçilmesi ve yapılandırılması üzerinde yoğunlaştırmasıdır. Yani
şair, şiirini Saussure’cü anlamda langue ile değil parole ile
kuracak; böylece şiir, şair ile okur arasında yeni ve özel bir dil
oyunu yaratabilecektir. Diğer taraftan, şiirde sözcük ve imgeden
kopmamak, resimle kurduğumuz örneksemeyi sürdürürsek,
figür den kopmamak demektir. Bu anlamda, Cemal Süreya’nın o
dönemde önerdiği şiir, sözcüğe yaptığı vurguyla izlenimciliğe,
kişiliğe yaptığı vurguyla da dışavurumculuğa yakın durur.
5
SŞM de FŞD gibi kelime ile başlıyor işe : “Somut Şiir, (...)
sözcükleri geleneğin düşünceyi gömmekte ısrar ettiği tabu-
mezarlar, cansız, kişiliksiz, tarihsiz ve önemsiz araçlar halinde
soğurmayı reddeder”. Her iki metnin de işe sözcüğü
vurgulayarak, sözcükle canlılık ve kişilik arasında doğrudan bir
bağıntı kurarak başlaması ilginçtir. Hatta SŞM, somut şiirin
“dinamik bir nesne, canlı bir hücre, bütünsel bir organizma
olarak algıladığı” sözcüğe “sırtını dönmediğini, gerçeğini
yaşamak ve yaşatmak üzere onun merkezine yöneldiğini” dile
getirir. Yine, eskiyle yeninin, gelenekselle çağdaşın karşıtlığı,
her iki metnin de çıkış noktasını oluşturmaktadır: “Sözcüklerin
bir şölendeki cesetler misali oturdukları perspektivistik
sözdizimsel düzenlemeye karşı, somut şiir, şiirselleştirilebilir
deneyimin çağdaş özünü herhangi bir kayba ya da gerilemeye
mahal vermeden yakalayabilecek, yeni bir yapı algılayışı
sunmaktadır”. Bu son cümlede, sözcüğe saptanmış bir
düzenleme içinde layık görülen cansız yüke FŞD’deki itirazın
aynısını buluruz; şu farkla ki SŞM’de sözcüğün özerkleşmesi
adına sözdizimsel düzenlemenin sorunsallaştırılması gerekliliği,
FŞD’ye göre daha belirtik kılınmıştır.
6
gerçekten parçalanmış, dijital olan analog, “nacheinander” olan
“nebeneinander” olmuştur.
IV