Professional Documents
Culture Documents
Giriş
1
=Merakla ve dikkatle incelemek
2
Elbette ki bu durumun olağanüstü bir tarafı yoktur. Bilindiği gibi, tarih boyunca tüm devletler ve topluluklar,
hâkimiyetlerini –ya da varoluşlarını– birtakım aşkın hedeflerle anlamlandırmışlardır. Dahası bu durum, insanlık
hali ile açıklanabilir bir tavır olarak da mülâhaza edilebilir.
1
anlamlarına gelen âl kavramının az-çok bildiğimizi düşündüğümüz Âşıkpaşazâde Tarihi’nde
bu kadar baskın olarak kullanıldığını daha önce fark etmemiştik. Diğer taraftan, yukarıda
neredeyse, diyerek şerh düştüğümüz anlamıyla, metni okuduğumuzda edindiğimiz bütünsel
intibâ, gâzi ve gazâ vurgularının, hânedan vurgusuna göre daha belirgin olduğu yönündeydi.
Halbuki, kelimeler çerçevesinde gittiğimiz muhteva analizinde, âl kavramının gâzi/gazâ
kavramlarına göre daha sıkça kullanıldığını tespit ettik. İslâm, Müslim ve Müslüman
kavramlarına gelince, ancak öncekilerin yarısı kadar kullanılmıştı.3
Âşıkpaşazâde’ye göre, Âl-i Osman’ın Anadolu’daki ilk atası olan Ertuğrul Gâzi’nin
Rûm’a gelişine dâir çeşitli rivâyetler vardır; ancak gerçek olanı onun tarafından zikredilenidir.
Ertuğrul, oğlu Saru Yatı’yı Selçuklu Sultanı Alaaddin’e gönderir ve kendilerine gazâ
edebilecekleri bir yurt göstermesini ister. Onların Anadolu’ya gelmelerinden mutluluk duyan
Sultan, Söğüt’ü onlara yurt; Domaniç’i de yaylak olarak tahsis eder. Ertuğrul’un ardından
beyliğe, oğlu Osman seçilir. Osman, bu bölgede gazâya devam ederken bir gece rüyasında,
kendi topluluğu arasında bulunan ve zaman zaman gidip geldiği aziz bir şeyhin koynundan bir
ay doğduğunu ve bu ayın gelip kendi koynuna girdiğini; girer girmez karnından bir ağacın
bittiğini görür. Ağacın gölgesi bütün âlemi tutmaktadır. Sabah olunca gidip şeyhi bulur ve
3
Muhteva analizinin sonuçlarına göre, kroniğin Fâtih devrine ait kısımda, âl kavramı 31; gazâ/gâzi kavramları
28; İslâm kavramı ise 15 kere kullanılmıştır.
4
Âşıkpaşaoğlu, “Tevârîh-i Âl-i Osman”, Düzenliyen: Çiftçioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri (içinde), Türkiye
Yayınevi, İstanbul 1949, s.92 (Bundan sonra Âşıkpaşazâde Tarihi olarak verilecektir).
2
rüyasını anlatır. Şeyh Edebali ona rüyasını yorumlar: Allah’ın Osman’a ve nesline padişahlık
ihsan ettiği müjdesini verir; bununla da kalmayarak kızını Osman’a vermeyi teklif eder.
Edebali’nin bu teklifi Osman tarafından kabul görecektir. 5 Böylece, Osman, bölgenin en
popüler şeyhinin kızıyla da evlenerek, soyuna uhrevî bir aşı da yapacaktır. Osman’ın
rüyasının bölgenin dinî otoritesi tarafından yorumu ve onun damatlığını kabul edişi ile Âl-i
Osman’ın saltanata liyakati kutsal anlamda da tescil edilmiştir. Âşıkpaşazâde, yukarıda
aktarılan bilgileri, Edebali ağzından verdiği manzum satırlarla da pekiştirmektedir.
Der oğlum nusrat u fırsat senündür Sana verildi baht u düşmesün taht
Hidâyet menzili ni’met senündür Ezeli tâ ebed devlet senündür
İki cihanda hayr ilen anılmak Çü Hakdan erdi sana baht u devlet
Neseb ü nesl ilen burhan senündür Cihan içre olan devran senündür
Âşıkpaşazâde, rüyâ vakası sonrasında Osman Gâzi’nin kendisi ve nesli adına dönemin
Anadolu idarî otoritesi, Selçuklu Sultanı’ndan nasıl olur aldığını hikâye etmektedir. Giriştiği
gazâlarda, Osman’a karşı Selçuklu’ya tâbi olan Hıristiyan Rum beylerinin birleştiği haberini
alan Sultan Alaaddin, Osman’a yardımcı bir orduyla birlikte Kuzey-batı Anadolu’ya gider.
Birlikte gazâ edecekleri sırada Sultan, Tatarlar’ın Ereğli’ye saldırdığı haberini alır ve oraya
gitmek zorunda kalır. Ancak, ayrılırken Osman’ı yanına çağırır ve ona şunları söyler:
5
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 95.
6
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 95.
7
Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK Yayınları, Ankara 1999, s. 7-8.
3
Oğul, Osman Gâzi! Sende saadet nişânı çokdur. Sana ve neslüne âlemde mukabil olıcı
yokdur. Benüm duam ve Allahun inâyeti ve evliyânun himmeti ve Muhammedün
mu’cizâtısenün ile biledür…8
Âşıkpaşazâde, Sultan Alaaddin ile iyi ilişkilerine rağmen, Osman Gâzi’nin istiklâlî
olarak hüküm sürme kararı alışını, Karacahisar’ın fethi sonrasına koymaktadır. Bölgenin
fethini müteakip, Osman Bey, hisarı çevre illerden gelen insanlarla şenlendirir; kiliselerini
mescide çevirir ve bir pazar yeri oluşturur. Ardından Osman’ın kavmi, burada Cuma namazını
kılma ve hisara Selçuklu Sultanı’ndan bir kadı istemeye kararını alırlar. Söz konusu kadı
meselesi Osman Gâzi’ye aktarılınca o, kadılığı diledikleri kişiye verebileceklerini söyler.
Bunun üzerine aralarında bulunan imamları Dursun Fakı, bu konuda Sultan’ın izni olması
gerektiğini hatırlatır. Osman Gazi ise izin şartına itiraz eder ve der ki:
Bu şehiri ben hod kendi kılıcım ile aldum. Bunda Sultanun ne dahli var kim andan izin
alam. Ona sultanlık veren Allah bana da gazâyile hanlık verdi. Ve ger minneti şu sancağ ise
ben hod dahı sancağ götürüb kâfirler ile uğraşdum. Ve ger ol, ben Âl-i Salçukvan der ise, ben
hod Gök Alp oğlıyın derin. Ve ger bu vilâyte ben anlardan öndin geldüm der ise Süleymanşah
dedem hod andan evvel geldi.
Osman Gâzi’nin yaptığı konuşma ile kavmin ileri gelenleri ikna olur ve Dursun Fakı
kadı ve hâtip olarak tâyin edilir. Böylece Cuma hutbesi ilk kez Karacahisar’da okunur.9
Âşıkpaşazâde’nin, Osman Gâzi ağzından kadı atanması vesilesiyle verdiği yukarıdaki
konuşma, adetâ Selçuklu Devletine karşı bir bağımsızlık bildirgesi niteliğindedir. Bilindiği
gibi, bir şehirde adâleti temsilen kadı’nın bulunması, pazarın olması ve Cuma namazlarında
okunan hutbenin devrin hükümdârı adına okutulması temel hâkimiyet göstergeleridir. Osman
Bey, bunları sağlamakla istiklâlî hâkimiyetinin temelini atmaktadır. Diğer taraftan, Osman,
aynı topraklar üzerinde hâkimiyet iddiasını sürdüren ve o güne değin kendilerinin de tâbi
olduğu Selçuklular ile de ipleri koparmakta; ancak bunu yaparken belli bir meşrûiyet zemini
inşâ etmektedir. Anılan noktada, Osman Gâzi’nin ileri sürdüğü meşrûiyet gerekçeleri
enteresan durmaktadır. Sultana danışılmadan ve yardım almadan bir şehre karşı girişilen ve
fetihle neticelenen bir gazâ vakası; Tanrı’nın Âl-i Selçuk’a verdiği Sultanlık karşısında
Osman’ın nesebine gazâ etmeleri vesilesiyle verdiği Hanlık; egemenlik sembolü bir sancak;
önemli bir âileye mensûbiyet ve hâlen üzerinde bulunulan topraklarla kurulan öncelik sonralık
ilişkisi.
8
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 97.
9
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 103.
4
Âl-i Osman’ın hâkimiyetine ilişkin diğer Osmanlı kroniklerinin aktardıkları, yer yer
özgün veriler sunarken, çoğunda Âşıkpaşazâde’ye referans gösterilebilecek bilgilerle
donanmıştır. Şimdi biraz onlara bakalım. Tursun Bey’e göre, Tanrı tarafından Âl-i Osman’a,
saltanat ve cihansahipliğine (saltanat ü cihândâr) neden olacak çeşitli özellikler verilmiştir –ki
bunlar, hiçbir devrin pâdişah hânedanına müyesser olmamıştır. Cihangîrlik tavrı, cihanı açan
kâideler, askerin tertibi, savaş aletleri imal edebilme, safları sıkılaştırma/kuvvetlendirme,
alayları hayırlı işlere yöneltme, memleketi imar etme, adâleti yayma, saltanat hükümlerini
yükseltme, şeriat sınırlarını muhafaza, hayrat etme kuralları koyma, hayrına iş yapma âdetini
yayma ve sayılarını çoğaltma, tehçizatı artırma, hazineler ve defineler toplama bunlardan
bazılarıdır. Bu özelliklerle Âl-i Osman’a, Tanrı devlet etme gücünü ihsan etmiştir; devlet ile o,
tüm cihan halkını kendisine bağlayacaktır.10
Neşrî ise Osman’ın soyunu Rûm ülkesinin hâkimi durumuna getiren süreçle ilgili,
Tursun Bey’de olmayan −bununla birlikte bazı noktalarda Âşıkpaşazâde ile çakışan− bilgiler
vermektedir. Ona göre Osman, daha babasının sağlığında kardeşleri arasında en bahadırı
olarak etrâkun yiğidini etrafına toplamıştı. Ayrıca, kardeşleriyle birlikte kendi boyları içinde
hâkim olan Osman’a, tüm göçer evli etrâk mahkûm olmuştu. Neşrî, −Âşıkpaşazâde’de
olmadığı haliyle− bu dönemde Osman’ın, bir köy imamının evinde konuk olduğunu ve o gece
ilk kez Kur’an’la tanıştığını ve bir de rüya gördüğünü bildirir. Rüyasında Osman’a Allah
tarafından, Kitab’a hürmeti nedeniyle kendisinin, evladının, kendisine tâbi olanların ve
eşyalarının âlemde ebedî muazzez ü mükerrem ü muhterem kılındığı bildirilmiştir. Anılan bu
ilk rüyâ olayıyla Osman, yazar tarafından İslâm’la tanıştırılmaktadır. Müteakiben, Ertuğrul
Bey vefat eder ve yerine oğlu Osman, bey olur.11
Osman bu yıllarda ikinci bir etkileyici rüya ile Tanrı’dan saltanat işaretini alacaktır.
İşte bu rüya küçük farklarla, Âşıkpaşazâde’nin aktardığı rüyadır. Neşrî’nin Edebali’nin
oğlundan naklettiğini bildirdiği rüya menkıbesine göre Osman, daha önceleri de ara ara
yaptığı gibi, yine bir gece, kendi halkı arasında ilmiyle meşhur olan Şeyh Edebali’nin
zâviyesinde misafir olur. Rüyasında Şeyhin koynundan bir ay çıkıp kendi koynuna girdiğini;
hemen ardından göbeğinden bir ağaç bitip tüm âlemi tuttuğunu görür. Ertesi gün rüyayı Şeyh
Edebali’ye yorumlatır ve kendisine ve evladına Allah tarafından saltanat verildiği karşılığını
alır. Şeyhe göre, bu saltanat tüm âleme hâkim olacak bir saltanattır.12
5
Neşrî’ye göre Osman, bu göstergelere sahip olduğu anda bir nevi bağımsız olmuştur; ancak,
edebe riayetle, sikkesinde ve hutbelerde yine Sultan Alaaddin’in adı geçmektedir. Osman
Gâzi’nin ziyaret için Konya’ya gideceği o günlerde, Sultan Alaaddin’in vefat ettiği ve yerine
vârisi olmadığı için vezirinin geçtiği haberi gelir. İşte bu aşamada Neşrî, kronolojik bir
karmaşa ile Karacahisar’ın fethine döner ve Âşıkpaşazâde’nin bildirdiği gibi, Osman’ın,
istiklâl kararı aldığını ve Karacahisar’a Tursun Fakih’i (Dursun Fakı) hem kadı hem de hatip
olarak atadığını anlatır.13 Özetle Neşrî’nin tarihinde, Osman Gâzi’nin istiklâlî hâkimiyetini
ilan etmesi, Selçuklu Devleti ilişkili ve katkılı olarak verilirken, Âşıkpaşazâde, Osman
Gâzi’nin Karacahisar’ın fethiyle birlikte, Selçuklu’ya rağmen istiklâlî padişâh olduğunu
vurgulamaktadır.
13
Neşrî Tarihi, c. I, s. 105-111.
14
Lütfi Paşa, Tevârih-i Âl-i Osman, Hazırlayan: Kayhan Atik, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s. 144-
147.
15
Lütfi Paşa, s. 154-155.
6
büyükleriyle de iyi ilişkileri vardır ve uçları onlara icâzet vererek beylemişlerdir; dolayısıyla
Osman Bey’de saltanat ve hanlığa liyâkat vardır ve onların Hanı olmalıdır. Beyler şunu da
hatırlatırlar ki saltanat, ya ittifakla ya istihkakla olur. Dolayısıyla aralarında yaratılan ittifakla
Osman’ı kendilerine Han seçeceklerdir. Böylece başlarında Osman Gâzi olduğu halde, hep
birlikte gazâ yapma kararı alırlar ve Oğuz töresine göre üç kere eğilip yere baş koyarlar;
ballardan ve kımızlardan Osman Gâzi’ye kadeh sunar, padişahlığını kutlarlar.16
2. Gazâ/Gâzi
Alp kelimesi bir çok Türk lehçesinde kahraman, cesur, yiğit, zorlu anlamına
gelmektedir ve aynı zamanda askerî bir asalet unvanıdır. Özel isim olarak da sıklıkla
kullanılmış olan alp kavramının19 İslamiyet öncesi anlam içeriğiyle gâzi kavramı −büyük
oranda− örtüşmektedir. O halde gâzi kavramını, alp ve yakın anlamlar taşıyan bagatar (batur),
sökmen, çapar gibi20 diğer Orta Asya Türk savaşçısı sıfatlarıyla örtüşen tarafı dışında farklı
kılan, yalnızca onun İslâm motivasyonudur. Şu da unutulmamalıdır ki Türkler,
Müslümanlıkla birlikte alp ve diğer savaşçı sıfatları İslamî karakterlerle donatarak, kavramları
16
Lütfi Paşa, s. 155.
17
Halil İnalcık, “Âşıkpaşazade Tarihi Nasıl Okunmalı?”, Söğüt’ten İstanbul’a (içinde), Derleyen: Oktay Özel,
Mehmet Öz, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2005, s. 139.
18
M. Fuad Köprülü, “Alp”, Tarih Araştırmaları I (içinde), Akçağ Yayınları, Ankara 2006, s. 372.
19
Köprülü, agm, s. 367-368.
20
Köprülü, agm, s. 367.
7
İslamlaştırmışlardır. Ancak, Osmanlı kroniklerinde gördüğümüz gibi, genel kullanım sıklığı
doğrudan İslâmî bir etimololojiye sahip olan gâzi kavramına aittir.
[Artuhi] Ey kişi! Adun nedür? didi. Melik: Adum Ahmed, lakabum Dânişmend’dür didi.
Ol yigit eytdi: Rûma niçün geldün? didi. Melik eytdi: Gerekdür ki bu illeri Müslümanlık
eyleyem didi. Ol yigit bu sözi işidüp: Câzûy-umışsın didi. Melik eytdi: Hâşâ ki câzû olam,
müslümânam didi. Ol yigit bu sözleri işidüp Melik’ün dînine âşık oldı.21
Görüldüğü üzere, Anadolu illerini İslâm’a dâhil etmek için Rûm’a gelmiş bir
Müslüman olarak tanımlanan Dânişmend Gâzi’ye, karşı tarafın zihniyle verilen cevapta, bu
durumun ne kadar kabul edilemez olduğuna ilişkin olarak, Hıristiyanlık referanslı bir
kavramla, cadılıkla mukabele edilmektedir. Diyalogun finalinde gözlenen naif tablo ise yine
dînî kaygılarla oluşturulmuş gözükmektedir.
Dîn-i İslâm yolına gayret kılıcın ele alup kâfire urun. Ad ve san sakınun kim gazâdan
kaçmak aybdur ki avratlarınuz yanında yüzünüz kalmaz. Er olan gayret üzre ölmek gerekdür.
Dünyada muhannes [korkak, namert] adla diri olup yürümekden, bir gün evvel ölmek
yiğrekdür.22
Âl-i Osman ve gazâ kavramlarıyla ilgili yukarıda verilen mâlumat ışığında tekrar
kroniğimizin ilgilendiğimiz bölümüne dönelim. Âşıkpaşazâde, II. Mehmed’in hükümranlığına
değinmeye, babası II. Murad’ın feragatle Manisa’ya çekilerek, oğlunu tahta oturtması
vesilesiyle; ve Âl-i Osman’ın gâziliğini merkeze alan bir terminolojiyle başlar. II. Murad
tahttan feragatine karşın, tekrar ordunun başına geçmek zorunda kalmış ve Varna Zaferi’ni
elde etmiştir. Âşıkpaşazâde’nin, zafer münasebetiyle Osmanlı hanedanının gâziliğini öven
beyitleri şöyledir:
Bu âl kim âlem içre gâzi oldu Hûri vü ins cinn ü vahş u tuyûr
Bu âlün müştakı oldu Süleyman Bu âle oldılar cümlesi ferman
21
Danişmendnâme, Haz. Necati Demir, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 69.
22
Saltuknâme, Şükrü Haluk Akalın, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987, Cilt I, s. 175.
23
Âşıkpaşazâde Tarihi, s.185.
8
Görüldüğü üzere Âşıkpaşazâde, Osmanlı nesebini/âilesini, yukarıdaki bilgileri
destekler biçimde, gazâlar yaparak İslâma olan imanı yücelten ve böylece tüm âlemi
kendisine bağlayan bir hânedan biçiminde resmetmektedir. Yazara göre onlar, gâzilikleri
vasıtasıyla dünya üzerinde Süleyman Peygamber’i dahi heveslendirecek bir hâkimiyet elde
etmişlerdir; öyle ki yalnızca insanlar değil hayvanlar ve cinler de onların emirleri altındadır.
Gene bir kurs gün doğdı cihana Dola garba ve şarka, berre, bahre
Musavver oldı ef’âlde nişâne Ola güneş gibi lutfı ‘ayâne25
Bir selâmlama niteliği taşıyan yukarıdaki iki beyitin, temeli olan güneş imgesi, yeni
padişahın doğuya, batıya; karalara ve denizlere; dolayısıyla tüm âleme dolan lütfuyla
özdeşleştirilmiştir. Padişahın bir güneş gibi her yana saçtığı lütfu ya da ihsânının maddî ve
manevî kaynağı, hâkimiyetinin ayrılmaz parçası olan gazâ kudretinden gelmektedir. Devam
eden beyitlerde Âşıkpaşazâde, anılan kudretle onun, tüm direnen kâfirleri dize getireceğini;
onların düzenlerini ortadan kaldırarak adâletiyle, yeniden mâmur edeceğini anlatır.
Muhammed Hana kim Hak mu‘in oldı Bu han kim kâfire saldı kılıcın
Gaziler cümlesi bil mün’im oldı Kamu kâfir cihanda mağbun oldı
24
Âşıkpaşazâde Tarihi, s.190). Söz konusu başlık, Matbaa-ı Âmire baskısında “Devrân-ı Sultan Mehmed”
biçiminde verilmiştir. Tevârîh-i Âl-i Osman, Âşık Paşazâde Târihi, Giriş ve Düzenleme: Âli Bey, Matbaa-ı
Âmire, İstanbul 1913/1914, s. 139 (Bundan sonra Âşıkpaşazâde Tarihi MA biçiminde verilecektir).
25
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 191.
26
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 191.
27
Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul 1979, s.155-158.
9
Bu hanun keybeti dutdı cihanı Salâbetin işiden heb selâtin
Bu han kamu handan key, muhsin oldı Dağıldı aklı bunlar mecnun oldı
Çü doldı şarka, garba adli bedli Bu hana kim muti‘ oldı cihanda
Menâkıb-ı Âl-i Osman mevzun oldı Sa‘adet buldı, tâli‘ meymun oldı28
Âşıkpaşazâde, Kefe’nin fethini nesir olarak hikâye ettiği bölümde, Osmanlı hâkimiyet
dilinin çarpıcı bir örneği sayılabilecek bir tarzda okuruna seslenir. Öncelikle, II. Mehmed’in
sıfatı şöyledir: Sultânü’l-Mücâhidîn Sultan Mehmed Han Gâzî. Yazar tarafından Cihat eden
sultanların sultanı olarak takdim edilen Fâtih, Vilâyet-i Rûm’u tamamen feth etmiş, buraların
hanlarını ve beylerini nesep ve nesilleriyle birlikte bölgelerinden çekip çıkartmıştır. Ardından
Karadeniz kıyılarını da feth etmeye niyetlenen Sultan’ın amacı buralarda bulunan adalarda da
kendi adına hutbe-i İslâm’ın okunmasını sağlamaktır. Bu yönde Gedik Ahmed Paşa’yı
görevlendirir ve hemen ertesi sabah nakkâreler çalınır, sancaklar çözülür ve gemiler
donanır; gâziler niyyet-i gazâ ederler. Allah’ın emriyle yola çıkarlar. Denizin üzeri, envâr-ı
İslâm ile münevver [İslâm’ın nuru ile aydınlanmış] olmuştur. Yetmiş bin kadar sünnî gâzi,
gece-gündüz denizde giderler. Kefe’ye vardıklarında Ahmet Paşa onlara şöyle seslenir: Hay
gâziler! Gayret-i İslâm edün kim bu Kefe, dârü’l-İslâmun üzerinde igen havâledür [başkasına
bırakılmıştır]. Bunı aradan götürelüm, eger Allah verür ise… Kalede bulunan yöneticilerle
görüşülür ve şehri teslim etmeleri üzerine aman verilir; böylece Kefe feth edilmiş olur.
Hemen pâdişahın sancağı hisara sokulur; kalenin bedenlerinde nevbet-i Sultanî vurulur;
müezzinler hûb avaz ile [güzel sesleriyle] ezanlar okurlar; kiliselerin çanları sökülür ve bir
ulu kiliseyi câmiye çevirirler. Burada Cuma namazı kılınır ve hutbe-i İslâm Mehmed Han
Gâzi adına okunur. Ardından gâzilere hilatlar giydirilir; ulemâ ve fukarâya ihsanlarda
bulunulur. Kefe tekfürünün hazinesine el koyulur; ve de bölgenin tahririne girişilir.29
İmdi, sondan başa doğru baktığımızda kronik yazarının, II. Mehmed dönemiyle ilgili
olarak kullandığı dil, doğrudan Osmanlı’nın kendisine yaşam alanı yaratan yeni topraklar
fethetme pratiğini meşrûlaştırma üzerine kurulmuştur, diyebiliriz. Görüldüğü üzere o, bu
meşrûlaştırmayı gazâ kılıcını elinde tutmakla hâkimiyete istihkak kazanan seçkin soy, Âl-i
Osman’nın, gâzilik tarafına vurguda bulunan bir terminolojiyle gerçekleştirmektedir. Fikir-
zikir meselinden yola çıkarsak, Fâtih Sultan Mehmed’in İskender ve Roma’dan ilham alan bir
imparatorluk düşü olduğu kaynaklara yansımıştır30; ancak onun bunu, atalarının yaptığı gibi
kendisinin de gazâ niyetiyle yaptığını da biliyoruz.31 Dolayısıyla, dönemin çağdaşı olan
Âşıkpaşazâde’nin vekâyinâmesinde kullandığı âl ve gazâ ağırlıklı hâkimiyet terminolojisi, bu
anlam evreni içinde son derece anlaşılır durmaktadır.
28
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 200.
29
Âşıkpaşazâde Tarihi, s. 225-226.
30
Kritovulos, İstanbul’un Fethi, Çev. Karolidi, Kaknüs Yay., İstanbul, 2005, s. 31.
31
Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, TTK, Ankara 1995, s. 125.
10
Bibliyografya
11