You are on page 1of 3

Takip eden dostlar hatırlayacaklar.

Bükreş'de soğuk bir kış akşamı "yazmassam çatlarım" hissiyle


aniden karar verip, 2011 seçimlerine kadar 500 yazı yazmayı planlamıştım.

"Yazı Maratonu" adlı bir blogda (hala ilgilenenler için adres: www.selvator.blogspot.com ) "500 güne
500 yazı" spotuyla başladığım yazılara 10.yazıdan sonra ara verdim. Sanırım ilk on gün boyunca
yazdıklarım büyük bir şevkle okundu. Sonra, Đstanbul'dan doktorcuğum arayıp, "Kızım başını belaya
mı sokacaksın. Böyle gidersen daha Türkiye'ye gelmeden havalananından dogru: ver elini, Silivri"
deyince.. "Peki madem" dedim. "Ben de Türkiye'ye dönerim oradan devam ederim yazdıklarıma" Evet
döndüm. Mayıs 2010'dan beri kısmen, Eylül 2010'dan itibaren de artık Türkiye'deyim.

Ama dönüşümün asıl nedeni yazı yazmaktan çok işle ilgili. “Düşük Karbon Ekonomisi” iyiden iyiye
gelişirken, Avrasya bölgesinde karbon sertifikalarına yatırım yapacak çok ciddi büyüklükte bir Fon
kuruyoruz. Adı: Eurasian Carbon Fund I. Türünün, bu coğrafyada ve tamamen özel fonlar eliyle
kurgulanmış tek örneği olacak olan ECF’in fon yönetim merkezini, Türkiye’de kurmaya karar verdik.
Bu kararımızın nedenlerini, fonu, ve düşük karbon ekonomisi ile ilgili bakış açımızı, ilerideki günlerde
paylaşacağım. Çok heyecanlı şeyler olacak.

Ama Maraton’a devam etmeye karar vermeme asıl neden olan ve sizinle paylaşmak istediğim başka
mevzular var.

***

Đnsanlık tarihinde,çok ender yaşanan keşisme anlarından birinin tam ortasındayız. Bildiğimiz
anlamdaki dünya, sosyal-siyasal ve ekonomik anlamda tamamen ve geriye dönülmeksizin değişiyor.
Bu değişimi kendi yaşam süremiz içinde sadece hissetmekle kalmayıp, etkilerine de derinden maruz
kalacağız.

Komplosuz, tamamen reel politik gerçeklerden yola çıkıp ne olup bittiğine ilişkin çizdiğim resmi size
anlatmak istiyorum. Yakında çıkacak kitabımın konusunu da teşkil eden Yeni Çağ'dan bahsetmek
istiyorum.

Kısaca hatırlayım. 2008 Küresel Mali krize koşar adım giderken, Dünya’nın tüm ekonomik büyüklüğü
47 trilyon dolardı. Sermaye ve türev piyasalarında işlem gören tüm mali enstürmanlardaki toplam
portföy yatırımlarının büyüklüğü ise, 478 trilyon. Neredeyse 10 katı. Tüm Dünya’nın ürettiğinin 10
katından fazla bir balon parasal değer, serseri mayın gibi dolaşıyordu. Bu şişkin balon , anlamsız,
çılgın ve hatta manyakca bir tüketim alışkanlığı tarafından besleniyor, hem de bu çılgınlığı finanse
etmeye çalışıyordu. Asla ihtiyacı olmayacak nesnelere, sahip olmadığı paraları harcayarak elde etmeye
çalışan kapitalist toplumlar ve onların yeni yetme kardeşlerini finanse etmeye çalışan küresel mali
sistem, bu tüketim manyaklığını daha fazla taşıyamadığı anda, en cılız yerinden bel verdi ve yavaş
yavaş gözlerimizin önünde yapı taşları çatırdamaya, lime lime dökülmeye başladı.

Adam Smith'in görünmez eli, hırsın ve aç gözlülüğün prim yaptığı serbest piyasa ekonomik sistemi,
gözlerimizin önünde çöküyordu. Stiglitz'in deyimiyle, “Lehman Brothers'ın batışı, Kapitalizmin Berlin
Duvarıydı”.

Nail Ferguson'un mutlaka okunması gereken kitap listesine eklediğim "The Ascent of Money: The
Financial History of the World" kitabında “Chinmerica” olarak adlandırdığı olgu, bir nebze de olsa, bu
içi boşalmış ekonomik teorinin bir süre daha yaşamasına neden olacak can suyunu verdi ama nereye
kadar? Dünya ekonomik sisteminin asıl sahibi ve patronu olan ABD ekonomisi, hala krize
rağmen, imkanlarının ötesinde borçlanmaya, imkanlarının ötesinde harcamaya devam ediyor.
Amerika'nın krize rağmen bir türlü vazgeçmediği harcama alışkanlığını, Çinlilerin tasarrufları finanse
ediyor. Ferguson'un bahsettiği “Chinmerica” dediği olgu da bu.
Diğer taraftan 2007’den beri artık tüm önemli merkezlerin ve başkentlerin avaz avaz beyan ettikleri şu
gerçek, bu lime lime edilen ekonomik sistemin çöküşünü daha sancılı yapmaya aday. 1964 yılından
beri hiç bir yeni rezerv eklenmeyen dünya fosil yakıt üretimi, bir çok petrol üreticisi ülkede tepe
noktasını coktan geçti. Nispeten yeni sayılabilecek Irak petrol havzasının tepe noktasına ise en geç
2014 yılında ulaşılacağı tahmin ediliyor. Petrol rezervlerinin üretim tepe noktası, o noktadan sonra,
üretimin maliyetinin artmasına bağlı olarak inanılmaz bir hızda artacak petrol fiyatlarının da bir
göstergesi. Bu teori, “Hubbert Eğrisi” olarak biliniyor. Diğer bir deyişle, 2015 bilemediniz 2020
yılından sonra, bildiğimiz anlamdaki dünyaya güle güle diyebilirsiniz.

Hem ekonomik hem de enerji paradigmaları tamamen ve radikal bir biçimde değişiyor. Fosil yakıta
bağımlı küresel mali sistem, her iki saç ayağından da ağır darbeler alıyor.

250 yıl önce, bu sistemin kurgusunu yapanların torunları da elbette boş durmuyorlar. Ve kendilerine
durumdan vazife değil, fırsat yaratarak, ellerindeki iktidar gücü kaybolmadan yenisini tasarlamaya
çoktan geçtiler bile.

“Institute of New Economic Thinking” bu anlamda oldukça ilginç bir ekonomi tartışma platformu. En
başat üyelerinden birisi de George Soros. George Soros, yakın zamanda gündemimizi hayli meşgul
eden Wikileaks’inde dolaylı destekçisi Open Society Foundation’ın kurucusu. Nobel ödüllü ekonomist
Stiglzt’inde içinde yer aldığı bu bir grup akedemisyen, bürokrat ve siyasi, “piyasa köktencileri” olarak
suçladıkları, kendileri dışındaki ekonomi teorisyenlerinden bu işi devralmışa benziyorlar. Pek de
başkasına bırakacakları yok gibi.

Yani dostlar.. Fosil Yakıt Çağı tükeniyor. Petrole dayalı serbest piyasa ekonomisi iflas ediyor.

***
Şimdi gelelim bize. Zaten kitabın asıl konusu da bu olacak. “fosil yakıt çağıdan sonra Türkiye” ne yapacak?

“Yeni Bir Çağın Şafağında: Fosil Yakıt çağından sonra Türkiye”

Kitabı yazarken, son iki yıldır epeyce tarih okumaları yaptım. Zira, Đbn-i Haldun’un dediği gibi “ geçmişler
geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer”. Sürekli unutmaya, hatalardan dersler çıkarmamaya
yatkın bir millet olduğumuz için, toplumun genelinden bu kadar derin ve analitik bir yaklaşım beklemek
herşeyden önce naiflik olur. Ancak, en azından sıradan olmayan, düşünen ve üreten insanların geleceği
kurgulayabilmeleri için, geçmişi hazmetmiş ve bugünü iyi anlamış olmaları gerekir. Bu anlamda geçmiş önemli.

Bu bulgularımı sizinle paylaşacağım, detaylı olarak kitabın ilk bölümünde 100 sayfalık bir yer ayırdım bunun
için. Ancak, şimdilik size geçmişe dönük bu çalışmaların bende yarattığı izlenime yer vermekle yetinmek ve bu
akşamlık bu mevzuyu tamamlamak istiyorum.

Birincisi; insanlık tarihini iyi veya köü yönleri ile yazan aslında gelmiş geçmiş tüm öncü insanlar. Yaradanın
ilahi mesajını insanlığa aktaran peygamberler, düşün ve fikir adamları, sanatçılar, kaşifler, bilim adamları v.s.
Yani, geçmişte de, bugün de, gelecekte de suyun suya benzemesinden daha çok birbirine benzeyen en temel
gerçek, öncü insanların var olduğu toplumların diğerlerini de etkiledikleri. Bence, medeniyet, öncü insanlardır.

Đkincisi; Đnsanoğlunun gelişimini bir toplum olarak veya kavim olarak niteliğini ve karakterini belirleyen en
önemli unsur, yaşadığı cografyanın doğal koşullarına uyum sağlama becerisi. Orta Asya’nın steplerinden,
Mezepotamya’nın bereketli topraklarına, Ege’nin mistik maviliklerinden, Kafkasya’nın ve Karadenizin çetin
koşullarına kadar hemen hemen her yerde yurt tutmuş, kadim halklarının yaşadığı, ait olduğumuz bu
coğrafya’nın her bireyinde hissettiğimiz yaşam mucizesi. Işığı doğudan yükselten gücün en önemlisi sanırım bu.
Üçüncüsü; Đyi ve Kötü’nün, insanın karanlık delhizleri ile merhametin ve vicdanın barış kokan ovaları arasındaki
git geller, tarihin kesişme anlarını da belirliyor. Bu savaş her 500 yılda bir tekrarlanıyor.

Đçinde yaşadığımız bu coğrafyanın, ait olduğumuz kültürün ve kadim kavimlerin hepsinden bir parça taşırken,
omuzlarımızda da insanlık için ağır bir yük taşıyoruz. Zira, yaptığımız hatalar, sadece kendi hayatımızı ve
toplumuzun gelceğini etkilemekle kalmıyor, tüm insanlık da bundan nasibini alıyor. Ne yaparsak yapalım, bu
hayatta kapladığımız yer ne olursa olsun, Yaradanın bu coğrafyanın insanına bahşettiği kozmik bir misyonun
tüm sorumluluğu ve ağırlığı biz istesk de istemesek de, farketsek de farketmesek de üzerimizde. Bu
megalomanik bir söylemden daha ileri, salt insan olduğumuz için, her birimize biçien bir görev. Đş, bunu
farkedebilmekte.

Son 250 yıldır devam eden bir çağın son devresinde. insanlık tarihinde görülen çok ender esişmelerden birinin
tam ortasındayız.
Đki ihtimalimiz var. Ya bu kesişmenin farkına varır ve geleceğimizi biz kontrol ederiz, yahut nehre atılmış bir dal
parçası gibiyse algılmanız, o kesişmenin farkında olanların girdabına kapılıp yok olur gideriz.

Seçim bizim.

You might also like