You are on page 1of 11

Bizimle dirilecek bir gün, Ege’nin altın çağı,

Yanıp yarının ateşinden eskinin ocağı...


Bülent Ecevit

MİT – MİTOLOJİ…

Mit, Mitos (mythos), Yunancada söz, öykü anlamına gelir. Mitoslar, ilkel insan
topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa olaylarını kişileştirerek yorumlamak,
henüz sırrını çözemedikleri yaşamın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam
kolaylığına bağlamak gereksiniminden doğmuş öykülerdir… (B. Necatigil)
Dünyada, folklor ürünleri her ne kadar farklı bilimler, zihniyetler ve amaçlar
veya adlar altında uzunca bir zaman diliminde derlenmiş, araştırılmış ise de, bu
ürünlere bir bilim anlayışı ve yöntemiyle bakılmasının tarihi, diğer birçok sosyal
bilimde olduğu gibi XIX. yüzyıldan gerilere götürülemez.

Eski Yunanca’da söz karşılığı olarak kullanılan “mythos”, “epos” ve “logos”


kelimeleri arasında mythos, söylenen veya duyulan söz anlamındadır. “Epos
daha değişik bir anlam taşır: Belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, okunan
sözdür, epos insana tanrı armağınıdır. Ozanın sözünü tanımlayan epos böylece
şiir, destan, ezgi anlamına gelmiş ve o gün bu gün epik ve epope diye batılı
dillerin hepsinde yerini almıştır… Mitos söylenen sözün, anlatılan öykünü içeriği
ise, epos da onun doğal olarak aldığı ölçülü, süslü ve dengeli biçimidir… Logos
gerçeğin insan sözüyle dile getirilmesidir. Logos insanda düşünce, doğada
kanundur. Mythos’la epos uyumlu bir bütün içinde birleştikleri halde, onlarla
logos arasında ilkinden ve gün geçtikçe kesinleşen bir karşıtlık baş
göstermiştir.” İşte Ege kıyılarında oluşan bu söylencelere dayalı anlatmalarla,
bilim kolları birlikte gelişti. Azra Erhat, ilk çağlarda “mythologein” diye masal
anlatmak anlamında bir yüklemin varlığından söz eder. Kanımca mitolojinin
ortaya çıkışını, o denli eskilere götürmek olası.

‘Mitos’ terimi genellikle kutsal ya da dinsel nitelikli, bireysel olmaktan çok


toplumsal ve daha çok doğal, doğaüstü ya da toplumsal-kültürel bir görüngünün
köken ya da yaratılışına ilişkin masallar için kullanılır…

“Sözlü sanat ürünleri” nden birisi olan mitin kesin bir tanımı yapılamamakta,
aksine böyle bir kavramın tanımının güçlüğü üzerinde durulmaktadır. Bütün
bilginlerin kabul edeceği ve aynı zamanda uzman olmayanlara da yabancı
gelmeyecek bir mit tanımı bulmak güç olacaktır. (Mircae Eliade) Mitosları sözlü
halk edebiyatı ürünlerinden bir çırpıda ayırmak da kolay bir durum değildir.
Mitosun masaldan farkı, mitosun gerçekliği ifade ettiğine olan inanç ve bu
inançtan kaynaklanan toplumsal işlevlerinin olmasıdır.
Mit kavramı üzerine birçok tanımlamalar yapılmaktadır. Bunlara kısaca
değinecek olursak; Mircea Eliade miti, “çok sayıda ve birbirini bütünler
nitelikteki bakış açılarına göre ele alınıp yorumlanabilen son derece karmaşık
bir kültür gerçekliğidir” diye tanımlarken; William Bascom, “söylendikleri
toplumda, eski çağlarda yaşanmış olayların gerçeğe uygun olduğu düşünülen
nesir anlatılarıdır” diye tanımlar. Ernest Cassirer’e göre ise mit, “gerçek

1
olmayan bir hikâyedir ve tabiatüstü, insan ötesi bir türün oluşumunu ihtiva
eder”, Pospelov’a göre “masalların kaynağı”dır, Andrew Lang ve Wilhelm
Wunt’a göre “masalların en eski kaynağı, orijinali” dir; Mitoloji, insanlığın ruh
aleminin sembollerle ifade edilmiş bir aynasıdır(Prof. Dr. B. Ögel.) Murray
Hope’ye göre, Gerçekte tüm mitler gerçeğin bir parçasını içerirler. Kimi
yetkelerin salt mitoloji saydığı Opera Linda Kitabı, Tufan öncesi ve sonrasındaki
kadim Frisya halklarının tarihini aktarmaktadır, Brockhaus adlı
Alman ansiklopedisine göre, “Tarihte adı geçmeyen, artık unutulmuş büyük
kahramanlara ait efsaneler, mitolojinin alanına girer”

Araştırmacıların bu tanımlamalarının yanında bir de mitosların türleri vardır ki


bunlar; ritüel mitleri, yaratılış mitleri, kült mitleri, prestij mitleri ve eskatologya
mitleridir…. Antropolog Tylor ve Frazer mitosu ayinsel çerçevede ele alırken,
Franz Boas tarihsel ve coğrafi çerçevede ele alır. Mitoslara yönelik bir diğer
yaklaşım da Freud’dur. Freud, mitik verilerden insan tarihi ve kişiliğinin temel
karakteristikleri kuramında yararlanmıştır. Mitosları insanların bilinçaltı istek,
korku ve iç çatışmalarının bir yansıması olarak görmektedir. Jung ve Joseph
Campbell ise mitosların evrensel yönünü vurgulayarak, onları kolektif
bilinçaltının yansıması olarak görmüştür. Mitos’u bir toplumsal karakter olarak
yorumlayan Malinowski’ye göre, “canlı olarak incelendiğinde simgesel değil,
kendi konusunun doğrudan bir ifadesidir. Mitos, ilkel kültürde vazgeçilmez bir
işlevi yerine getirmektedir; inancı ifade eder, destekler ve kodifye eder; ahlakı
korur ve güçlendirir; insanın yönelimi için pratik kurallar içerir ve bunların
etkinliğini sağlar.”(Malinowski).

Fransız Antropolog Claude Levi- Strauss mitosu, bir düşünce tipi ve tüm insan
kültürel ve toplumsal sistemlerinin altında yatan evrensel yapısal ilkelerin
işleyişinin bir örneği olarak görmekte, mitosu hem evrensel hem de kültüre özgü
çelişkiler üzerinde düşünmede kullanılacak entelektüel bir araç olarak ele
almaktadır. Marksist yaklaşım ise “ideoloji” çerçevesine yerleştirdiği mitosun
mevcut durum ve iktidar ilişkilerini gizemselleştirici ve meşrulaştırıcı yönüne
vurgu yapar. E. A. Gardner’e göre, Mitoloji, “Tabiat varlıkları ile olaylarına,
kişilik verme sureti ile anlatma şeklidir… Percy Saul Cohen’e göre ise mitlerin
temel karakterleri şöyledir: mit olayların öykülenmiş biçimidir, bu öyküler belli
bir kutsallık içerirler; bu kutsal iletişim birtakım sembollerle anlatılır; mitin
içinde geçen olaylardan ya da varolan nesnelerden bazıları bu dünya üzerinde
varolmayan türdendir, sadece mitlerin içinde vardırlar; anlatılar, kökenleri ya
da dönüşümleri dramatik bir dille aktarırlar. Mitolojik anlatıların özelliği
kozmoloji gibi genel bir fikir ya da fikirler bütününü ele almasıdır. Mitleri diğer
anlatı türleri olan efsane ya da masaldan ayıran özellik, anlatıların köken ve
dönüşümlerle ya da kutsalla olan ilişkisidir…

Mit’e yönelik bu tanımlamaların ardından mit’in ne olduğu değil “onunla ne


yapılmak istendiğine bakmak gerek. Burada da karşımıza mit’in işlevsel boyutu
çıkar ve mitosları hemen hemen tüm kutsal metinlerde görmek mümkündür.
Mitosları işlevsel olarak sınıflandırdığımızda ise karşımıza aşağıdaki tablo
çıkmaktadır.

Kaynaklarda yer alan mitoloji tanımlarının ortak noktası; mitlerin, tarih


öncesinde yaşayan insanların evren karşısında, kainatı kavrama ve açıklama

2
gereksiniminden doğan ilkel bir bilinçle zengin bir bilinçaltının ürünü olmasıdır.
Kültür tarihinin önemli kavramlardan Mitolojiye duyulan ilgi her geçen gün
artmaktadır çünkü kökleri tarih öncesine uzanan mitolojik öğeler, her alanda
karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde gerek arkeoloji ve tarih bilimindeki
gelişmelerin katkısıyla, gerek sinema ile edebiyat imgelerinin uyandırdığı merak
ve gerekse UNESCO’nun Somut Olmayan Kültür Mirasları çerçevesinde yaptığı
çalışmalar dolayısıyla mitolojiye ilgi artmış ve bu alanda yapılan bilimsel
çalışmaların sayısı da artmıştır. Mitoloji hayatımızın bu kadar içine girmişken
ve hemen her yerde karşımıza çıkarken hatta Truva Şavaşı gibi tarihi olaylar
bile onunla açıklanabilirken bilgi yetersizliği üzücüdür. Buna modern mitlerde
daha iyi göreceğiz…

Mitoloji; Yunanca’da “söylenen ya da duyulan söz” anlamına gelen mithos ve


“konuşmak” anlamına gelen logos kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Eski
Yunanlılarca “geçmişte söylenenlerin tekrar edilmesi” anlamına gelmektedir.
Ancak zamanla Batı Kültüründe “efsane” anlamında kullanılır olmuştur. Ünlü
Oxford Sözlüğünde (Concise Oxford English Dictionary)

Mitoloji; “Mitlerin özellikle de belirli bir dini ya da kültürel geleneğe ait


olanların bütünü; yaygın anlamda benimsenmiş fakat abartılmış veya kurgusal
hikâyeler veya inançlar kümesi; mitleri inceleyen bilim” olarak tanımlanmıştır.
Doğu Medeniyetinde mit ve mitolojinin karşılığı Arapça “ustûre” ve kelimenin
çoğulu “esâtir ” terimleridir. Farsça “efsane ” ve “fesâne” kelimeleri de mit ve
mitolojiyi tanımlamak için olarak kullanılmıştır.

Günümüzdedeki yaygın kullanımda, mitoloji ya belirli bir din veya kültürdeki


mitlerin bütününü tanımlar (Hint mitolojisi, Türk Mitolojisi, Kelt mitolojisi vs...)
ya da mitlerin incelenmesi, yorumlanması, mit sözcüğü gerçekte doğru olmayan
bir hikâye veya anlatı için tercih edilir ve çoğunlukla bir yanlışlık, doğru
olmayan unsur vurgusu barındırır. Bununla birlikte bu tip bir mit kullanımı
veya anlamı mitolojide kabul edilmez ve kullanılmaz.

TDK’nın, Budunbilim Terimleri Sözlüğünde Mitoloji; “Tanrıların, insanların,


kahramanların ve evrenin yaratılışının yanı sıra ilk günahı, ilk ölümü, tufanı,
tanrıların insanları nasıl cezalandırdıklarını; ikinci planda ise avcılığın ve
hayvancılığın başlangıcını, bitkilerden nasıl yararlanıldığını, ateşin ilk kez elde
edilişini, cinsel hayatın başlangıcını, ilk ailelerin, törenlerin ve toplumsal
kurumların ortaya çıkışını konu edinen, bunları destansı ve şiirli bir dille
anlatan, çoğu zaman kutsal sayılan öyküler” şeklinde tanımlanmaktadır.

Edith Hamilton’ın Mitologya adlı eserini Türkçeye çeviren Ülkü Tamer mitoloji
konusunda şunları söylemektedir: “En ilkel çağlardan bu yana, kendini bildi
bileli insanın hayal gücü durmadan işlemiş ve yeryüzü ile gökyüzünü çeşitli
düşsel yaratıklar ve tanrılarla süslemiştir. Bu insanın yapısı, tanrıların ve yarı
tanrıların kişilikleri ve serüvenleri, bir takım efsaneler içinde kuşaktan kuşağa
ta çağımıza kadar gelmiştir. Tüm bu bilgilere eskiler “esâtir ” derdi, bugün biz
ise mitologya (mitoloji) diyoruz.”

Dünya Mitolojisi yazarlarından Donna Rosenberg ise mitolojiyi yine ayrıntılı


şekilde tanımlayan isimler arasında yer almaktadır: “Söylenceler, bir toplumun

3
manevi değerlerini yansıtan ciddi öykülerdir. Bu öyküler bir toplumun dünya
görüşünü ve önemli inançlarını temsil ettikleri için, o toplumun kültürü
tarafından değer verilen ve korunan insani deneyimlerin birer simgesidir.
Söylenceler, kökenleri, doğal olayları ve ölümü konu edinebilir; ilahların özellik
ve işlevlerini betimleyebilir ya da kahramanlık öyküleri anlatarak,
kahramanca ve erdemli davranışlara birer model oluşturabilirler.”
Mitosu oldukça keskin bir çizgiyle yerel söylencelerden ayıran

Yunan ve Roma Mitolojisi araştırmacısı Pierre Grimal ise bir söylencenin mitos
değeri taşıması için mutlak surette kozmik bir taraf bulunması gerektiğini
savunmaktadır: “Mitos nedir? Dünyanın mevcut düzeninden önceki bir düzenini
konu alan ve yerel ya da sınırlı bir özelliği değil de, eşyanın doğasına ait organik
bir yasayı açıklamayı amaçlayan anlatılara eğilimi olarak dar anlamda Mitos
diyoruz.

Bütün bunların ışığında bakılacak olursa, mitoji nedir sorusuna geniş anlamda;
“Belirli bir uygarlığa ya da dinsel geleneğe özgü inançları, ritüelleri, kurumları
ya da doğa olaylarını açıklamak amacıyla görünüşte gerçekten yaşanmış olayları
aktaran ama özellikle ayin ve törenlerle bağlantılı, çoğunlukla kökeni bilinmeyen
ve en azından kısmen geleneğe dayanan söylenceler toplamı olarak cevap
verilebilir.

Dilbilimcileri ya da etnologlara göre de mitoloji; eski çağların ve ilkel


toplumların, doğa olayları, insan yaşantısı, evrenin oluşumu ve yazgısıyla ilgili
felsefi ya da bilimsel merak ve sorunlarını açıklamaya yönelik efsaneler olarak
tanımlanmaktadır. Yerli ve yabancı kaynaklarda yer alan mitoloji tanımlarının
ortak noktası; mitlerin, tarih öncesinde yaşayan insanların evren karşısında,
kainatı kavrama ve açıklama gereksiniminden doğan ilkel bir bilinçle zengin bir
bilinçaltının ürünü olmasıdır. Mitlerin Özellikleri adlı eserindeki bilgiler
ışığında Mircea Eliade’ye göre mitosların özelliklerini şunlardır:

1. Mitos, doğaüstü varlıkların eylemlerinin öyküsünü oluşturur.


2. Bu öykü, kesinlikle gerçek (çünkü gerçeklerle ilgilidir)ve kutsal (çünkü
doğaüstü varlıklar tarafından yaratılmıştır) olarak kabul edilir.
3. Mit, her zaman için “yaratılış” ile ilgilidir; bir şeyin yaşama nasıl geçtiğini ya
da bir davranışın, bir kurumun, bir çalışma biçiminin nasıl yaratılmış olduğunu
anlatır. İşte bu nedenle de mitler, insana özgü her anlamlı eylemin örnek
tiplerini oluştururlar.
4. İnsan, miti bilmekle nesnelerin “köken”ini de bilir, bu nedenle de nesnelere
egemen olmayı ve onları istediği gibi yönlendirip kullanmayı başarabilir.
5. Şu ya da bu biçimde, insan, miti yeniden anımsatılan ve yeniden gerçekleşme
aşamasına getirilen olayların kutsal, coşku verici gücünün etkisine girmek
anlamında “yaşar”.

Eskiçağ insanları; gerçeküstü kişiler, tanrılar, yarı tanrılar ve insanüstü


kahramanların serüvenlerini öğrenmekle, geçmişin ve günlük olayların gizini ve
anlamlandıramadıklarını çözdüklerine inanmışlardır. İsimler,kişiler,
olaylarınyaşanışı ve kökenler farklılık göstermekle birlikte hemen hemen her
toplumda ve coğrafyada, insan hayatını etkilediği için tanrılaştırılan bazı ortak
nesneler, doğal olay ve kavramlar hatta olağanüstü kişiler oluşmuştur.

4
Örneğin bereket arzusu; kutsal hayvan, ana tanrıça, hasat ve bereket figürlerini;

Ölmek, yok olmak korkusu; yeniden dirilişi, öbür dünya ve öbür dünya tanrıları
inancını ya da cinsel arzu; soyu devam ettirme isteği, aşk tanrılarını ortaya
çıkarmıştır.

Tanrılar bazen insan bazen da ilkel hayvan toteminin gelişmiş biçimiyle


betimlenmişlerdir. Yeni tanrılarsa genellikle kentlerin efsanevi kurucu ya da
koruyucuları olarak ortaya çıkmıştır.

Efsanevi kahramanların bazıları belki gerçekten ilk çağlarda yaşamış kişiler,


yerli hükümdar sülalelerin ataları, bazıları da insanoğlunun doğaya hükmedip
onu ehlileştirmesini simgeleyen kişiler olabilir.

Tufan, insan, evrenin yaratılışı ve tanrılar arası mücadeleleri konu edinen


efsaneler neredeyse tüm toplumlarda ortaktır. Batı uygarlığının temelini teşkil
eden Greko -Latin hümanizmanın dinsel kaynağı; Yunan mitolojisi ile onun
uzantısı olan Roma mitolojisinde yer almaktadır.

Arkeoloji biliminin katkılarıyla ortaya çıkan yeni bulgular ve belgelerle birlikte,


tarih öncesi kalıntıların gün yüzüne çıkarılması, söz konusu buluntuların
yorumlanması ve incelenmesi neticesinde Mısır, Mezopotamya ve eski Anadolu
medeniyetlerine ait mitolojilerin önemi ve onların Yunan mitolojisinin
şekillenmesine katkıları ispatlanmıştır.

Bugün artık ayan beyan ortadadır ki Eski Yunan mitolojisi; Mısır, Anadolu ve
Sami uygarlıklarının mitoslarıyla, Hint - Avrupa mitoslarının senteziyle
oluşmuştur. Kuzey Avrupa ülkelerinin Roma öncesi ya da çağdaşı, Hristiyanlık
öncesi mitolojilerinin günümüz Batı ülkelerinin uygarlıklarını derinden
etkilediği inkâr edilemez.

Kültürler arası etkileşimin beslediği mitoloji, her uygarlığın edebiyat, müzik,


tiyatro, sinema gibi sahne sanatlarıyla birlikte heykel, resim, mimari ve mimari
süslemeler gibi güzel sanatlarının tüm alanlarında kendini göstermektedir.

Dünya edebiyatında mitolojinin sürekli ve etkili bir kaynak olduğunda uzmanlar


fikir birliğine varmışlardır. Bilindiği gibi, insanlık tarihinin ilk edebî
yaratmalarının kaynağı, mitolojidir. İlk çağ insanının varoluş ve yaşam kaynağı
olarak gördüğü mythoslarla, ya da mitsel düşünce ile bilim arasındaki
uçurumun 17. 18. yüzyıllarda ancak başladığını kabul edersek, mitolojinin
etkinlik konusundaki eskiliğini açıkça ifade etmiş oluruz. İlkel insana göre mit,
gerçektir, kutsaldır.

Yine Mircea Eliade der ki: “Mit, kutsal bir öyküyü anlatır; en eski zamanda,
‘başlangıçtaki’ masallara özgü zamanda olup bitmiş bir olayı anlatır. Bir başka
deyişle mit, Doğaüstü Varlıkların başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak
bütün gerçeklik, yani Kozmos olsun, isterse onun yalnızca bir parçası (sözgelimi
bir ada, bir tür bitki, bir insan davranışı, bir kurum) olsun, bir gerçekliğin nasıl
yaşama geçtiğini anlatır. Demek ki mit, her zaman bir ‘yaratılış’ın öyküsüdür” .

5
Bir diğer tanınmış mitoloji uzmanı olan Edith Hamilton ise mitoloji konusundaki
görüşlerini şöyle açıklıyor: “Bazı kişilere göre, Yunan ve Roma mitologyası, bize
insan soyunun yüzyıllar önce neler düşünmüş, neler duymuş olduğunu gösterir.
Böylece, doğayla ilişkilerini son derece azaltan uygar insandan çıkarak doğayla
kucak kucağa yaşayan insana varabiliriz. Mitologyayla ilgilenişimizin asıl sebebi
de budur belki: Dünya gençtir; insanlar doğanın ortasında, toprağa bağlıdırlar;
günlerini ağaçların, denizlerin, tepelerin, çiçeklerin arasında geçirirler.
Gerçekle, gerçek dışı pek ayrılmamıştır daha. Yunan mitologyasının yarattığı
‘mucize’ budur: insancıl bir dünya…” . Bu insancıl dünya tasarım ve
yaratımında işte mitoloji, önemli bir rol oynamıştır. Bilinmeyenin
açıklanmasında, korkunun, hayranlık ve belki giderek artan sevginin bir
yansıması sayılmıştır Mitoloji.

Bugün mitlerdeki dinsel elementler arka planda. Gerçi Lord Raglan şöyle diyor:
Törenlerle yakın alakası olanlar mukaddes kitapların suresi olur, diğer mitler
ise folklor olur’. Dinî törenler, önemli rol oynadıkları medeniyetlerin ortadan
kalkmasıyla mitlerle de olan bağlarını koparmışlar ve edebî form olarak başka
ülkelere bile geçmişlerdir… İlk insanlar da öğrenmek isteğiyle yanıyorlardı,
kuşkusuz. Mevsimlerin birbirlerini kovalayışlarını, sayısız yıldızları, ayı ve
güneşi, hayatı ve ölümü düşünüyorlardı. Bilimin doyurucu olmadığı o eski
çağlarda mit’ler sorulara cevap verme görevini yapmağa başlamışlardı. O halde
mit bir eğlence vasıtası değildi. Eğlence demeyenler için tarih, coğrafya, fendir,
mit. Bunu kabullenmek güç gelebilir bize, zira kıstaslarımız, çağrışımlarımız
ayrı bizim onlarınkinden.

Bu fikrin karşısına çıkanlar da var; S. H. Hooke gibi: ‘Mitin görevi bilgi vermek
değil, eylemdi; toplumun yaşaması için gerekli olan şeydi’. Meşhur antropolog
Edward Taylor ise Primitive Culture adlı kitabında hayatın, doğanın ilksel
felsefesi yatar, diyor bu efsanelerde. Mitler sayesinde, doğadan gittikçe
uzaklaşmış olan insan onla gene sarmaş dolaş olmaya giden yolu açmış olur; bizi
dünyanın gençlik, hatta çocukluk yıllarına, insanlarına, çiçeklerine, denizine
götürür.

Max Muller’in her miti güneşe bağlaması, genel bir bakış açısı sayılabilir. O’na
göre; “Troya’nın fethi efsanesi, güneşin her akşam batışının bir anlatısıdır…
İster güneş, ister ay desinler, bu fikri savunanlara naturalistler (doğacılar)
deniyor. Otto Rank ise astral (yıldız) ekolü adını veriyor. Mitoloji, insan hal
gücünün bir ürünü olduğuna göre, herşeyden evvel insan ruhunu ve tabiatını ele
almak doğru olmaz mı ? Eğer Freud’a unutmazsak, mitleri ne diye rüyaların
şairane ve abartılmış bir anlatısı olarak kabul etmeyelim? Mitlerin insanların
tutku ve isteklerinin tanrılarca yerine getirilmesini istemesi fikrini savunanlara
hak vermemezlik edemeyiz.

Elimizdeki mitleri şu üç ana grupta sıralayabiliriz :

1. Doğa olaylarını, hayvanların kökenini, törenleri, örf ve âdetleri anlatan mitler.


2. Tarihî olayları açıklayıcı nitelikte olan mitler,
3. Sadece maceraları anlatan ve eğlendirici nitelikleri olanlar.

6
S.H. Hooke ise şöyle sıralıyor:

1. Törensel mitler,
2. Etiolojik orijin mitleri,
3. Kült mitleri,
4. Prestij mitleri,
5. Eskatalojik mitler (ahiretle ilgili olanlar).

Ancak bu konuda başka görüşler de var: Mitoloji, evreni ve evren karşısındaki


insanı kavrama ve açıklama gereksinimlerinden doğan, ilkel ve yoksul bir
bilinçle, gelişmiş, zengin bilinç ve bilinçaltının (düş gücünün) ürünüdür. İlkel
insanın karşısında kavrayamadığı, açıklayamadığı doğal olaylar ve yıkımlar var.
Gündüz devinim halindeki güneş, ateş topu, doğuyor ve batıyor. Gece ay ve
yıldızlar. Korkunç seslerle gök görlüyor, şimşek çakıyor, ağaçlara, ormanlara
yıldırımlar düşüyor. Volkanlar ateş kusuyor. Yağmurla gelen taşkınlar canlı,
cansız ne varsa önüne katıp götürüyor. Bu olaylar her gün değil zaman zaman
oluyor. Evren kavramından yoksun olan us, doğal olayları gizemli güçlerin
ürettiğine inanıyor. Kötü güçler, yangınlar, taşkınlar, yer sarsıntılarıyla
insanları öldürüyor. Ama her gün, ya da sık sık yinelenmedikleri için, demek ki
onları koruyan iyi güçler de var. Böylece iyi ruhlar, kötü ruhlar ikilemine
dayanan Animizm (Ruhçuluk) inancı doğuyor…Onlara hoş görünmek için
kurbanlar kesiliyor, törenler yapılıyor. Kurallar ve bu kuralları uygulayan
şamanlar ortaya çıkıyor… Hayvanlara da gizemli güçler yüklüyorlar.
Yıkımlardan korunmak için ilginç bulduğu taşları ve hayvan kemiklerini
(fetişizm) taşıyor. Güneşi, ayı, yıldızları, ateşi tanrısallaştırıyorlar. Kötü
olayların sürekli olmadığını, bazan da iyi olayların gerçekleştiğini gören ilkel
insan, iyi ve kötü ruhlar inanına varır Rüyada gördüğü olayları, yorumluyor,
simgelerle hayatına yön veriyor. Kimi hayali kahramanlar ve onların olayları
ortaya çıkıyor, yani masal biçimleniyor.

Nietzsche diyor ki: “Kişi yüksek bir topluluğun üyesi olarak koyar kendini
ortaya. Türküler çığırır, oynar, oynaşır. Unutur artık yürümeyi de konuşmayı
da. Düşer yollara oynayarak yükselmek için göklere doğru. Davranışlarından
anlaşılır büyülenmişliği. Konuşur gibidir hayvanlar, toprak süt verir, bal verir,
doğaüstü anlamlar çıkar insandan. Kişi kendini tanrı sanır, döner geçer
kendinden, yükselir düşte gördüğü tanrılar gibi”.

Alıntıdan da anlaşılacağı üzere, kişinin doğaüstü olaylar karşısında, öz varlığını,


doğaüstü bir kavram olarak kabullenmesi söz konusudur.
Mitosların, gerçekleştirilen bir hayat tarzının, bu hayat tarzını elde etmek için
yüksek maliyetler ödeyen topluluk üyelerince korunmasını amaçlayan törensel
etkinliklerden çıktığını savunan söyler Ünsal Oskay, insan topluluklarının,
Mezopotamya’dan beri bir savunma mekanizması içinde olduğunu belirtir.
Uygarlık düzeyini, uzun ve zorlu savaşımlarla yakalamış olan insanlık
dünyasının, onu koruyabilmek ve bu alandaki engin başarısını sürdürebilmek
için örneğin Mısır’da ve Mezopotamya’da ritüeller-törensel etkinlikler
oluşturduğunu belirtir. “Ritüeller, bu başarının elde edilmesini sağlayan, işleri
örgütlenmeleri, hiyerarşik ilişkileri saygınlığa, eleştiri dışı tutmaya, muhafazaya
yönelik sembolik adlandırma etkinlikleriydi. Ritüeller, yalnızca başlarına

7
yapmıyordu bu işleri. Fiziksel eylemi daha etkinleştirsin diye sözler, şarkılar,
efsunlar da yer alıyordu ritüellerde. Amaç ise, uygarlığa büyük bedeller
ödeyerek geçen bu toplulukların varlıklarının zeminini oluşturan maddi ve
manevi koşulların yaratılması, pekiştirilmesi, kuşaktan kuşağa aktarılması,
sürdürülmesiydi”.

Mitoloji (söylencebilim) kavramının mantık öncesi düşünüş çağlarının ürünü


olduğu da savunulur “Bir mit’i tüm anlamıyla doğru olarak, nedenleri ve
gerekliliğiyle kavramak. Dış dünyayı ilkel insanın duygularıyla algılamak
demektir. Mitolojik düşünce ve dinsel inançlar arasında kökten, hiçbir ayrım
yok denebilir” diyor.

Batı’daki mitoloji çalışmalarında, tarihte yaşamış kahramanların çevrelerinde


oluşan anlatmalar “legende” sözcüğüyle, mitostan ayrılmaktadır. Azra Erhat’ın
deyişiyle mythos, çok tanrılı bir dinin tanrıları üzerine anlatılan efsaneler yani
mythologia ilkçağın din kitabı olsa gerektir, oysa değildir ve hiç bir zaman
olmamıştır. ” Çünkü bu efsanelerde inanç, tek tanrılı dinlerde sözkonusu edilen
inanç düzeyine asla yükselmemiştir… İlkçağ mythosu laiktir, din adamının
değil, sanatçının uğraşıdır, onun anlamı, yön ve biçimi din alanında verilmez,
sanat alanında verilir. Asıl yaratıcısı da sözdür ve söz ustalığıdır. Mythos, epos,
giderek logos bile birleşmişlerdir onun doğup gelişmesine… İlkçağ insanı sözle
birbirinden renkli, büyüleyici ve inandırıcı yapıtlar yaratabilmiş ve sözün bir
kitap içinde donmasını önleyerek, çağdan çağa, insan kanı gibi sıcak sıcak
akmasını, böylece canlılığını sonsuzluğa dek aktarmasını sağlamıştır.”

Avrupa’daki mitologyanın oluşmasında eski Yunan kaynağından gelen ögelerin


Latin kültürüyle birleşmesi temel yapılanmadır. Tanrılar, diğer kutsal kişiler,
hatta mekanlar arasındaki benzerlikler, bu koşutluğu kanıtlarlar. Eski Yunanca
ve Latincedeki söylenişleriyle tanrıların adlandılışını görelim:

Eski Yunan’ı uygarlığın başlangıcı sayan görüş, geçen yüzyılda kalmış ve artık
geçerliliğini kaybetmiştir, bunu konuşacağız. Böyle bir şey olduğunu
Altay Şamanlarını inceleyen Radloff yüzyıl önce yayınladığı zengin malzemeyle
göstermiştir. Dünyanın ve insanın yaratılışı, Tanrılarla insanın ilişkileri, iyilikle
kötülüğün çekişmesi gibi mitologya temaları bu malzeme içinde geniş geniş
anlatılmıştır. Öte yandan Oğuz Destanına ait parçalar, Uygurlardan kalan
veriler, yüzyılımızın başında ele geçen Dede Korkut Kitabı Türk mitologyasının
çok renkli mozayiğini oluşturur. Ancak eski edebiyatımızı bu renkler değil başka
bir kaynak bezemiştir. Divan edebiyatı, İran Mitologyasında bereketli bir
kaynak bulmuştur. İsfendiyar, Cemşit, Feridun, Keyhüsrev, Hüsrev, Nuşirevan
Neriman, Rüstem, İskender ve öteki Şehname kahramanları Osmanlı
ozanlarının dünyasında yerlerini almışlardı. Onların başından geçen serüvenler,
canlandırdıkları değerler, bu edebiyatı büyük ölçüde besledi.

Bizde Batıdan çeviri hareketini başlatan kitap, Yusuf Kâmil Paşa’nın 1862′de
yayınlanan Telemaque çevirisi ise öteki kaynağı, Yunan Mitologyasını
gösteriyordu. Aynı yapıtı Ahmet Vefik Paşa da çevirmeye koyulmuştu. Nabizade
Nazım’ın yayınladığı Esatir’de Yunan ve Roma mitologyası yanında Hint, İran,
Mısır, İskandinav, Germen tanrılarını. tanrıçalarını da konu edinmesi dikkate
değer. Bir ara Nev-Yunanîlik akımı moda olmuştur. Yakup Kadri ve Yahya

8
Kemal gibi yazarlar, ozanlar, Avrupa’ya kaynak olmuş Akdeniz uygarlığının
yalın ve derin çizgilerini yakalamaya çalışırlar. Yahya Kemal’in Byblos
Kadınları, Sicilya Kızları gibi şiirleri o dönemdendir. Millî Edebiyat akımının
temsilcisi Ömer Seyfettin İliada’yı çevirmeye girişmiştir. Millî edebiyat akımının
asıl ilgisi, bekleneceği gibi Türk mitologyasınadır. Ziya Gökalp’ın Kızılelma,
Ergenekon, Alageyik ve benzeri yapıtları bu kaynaktan beslenmiştir.”

Cumhuriyet yıllarındaki çevirilerle yeni türler, yeni etkilenmeler,


edebiyatımızda yoğunluk kazanmıştır. Yeni yeni tanınmaya başlayan mitologya
da, yazar ve şairlerimizin doğal olarak ilgisini çekmiştir. Bunlar içinde Persefon
şairi diye tanınan Salih Zeki Aktay, şiirlerinde Yunan mitologyası motiflerini en
çok kullananların başında gelmektedir. Persefon, Asya Şarkıları, Pınar adlı
kitaplarında bu eğilimi açıkça görebiliriz. Kendisine Hellenistik şair de denmesi
sanırız bu tutumundan kaynaklanmıştır. Hasan İzzettin Dinamo”nun Deniz
Feneri adlı ilk kitabında da, mitologyadan etkilenmeler oldukça belirgindir.
Millî Eğitim Bakanlığı, Yunan mitologyasına ve Yunan klasiklerine ait yapıtları,
l940 yılından başlayarak, yayınlamıştır. Orhan Hançerlioğlu, Oyun adlı
romanındaki kahramanını, mitologyadan alınmış motiflerle sunar.

Tiyatro alanında da bazı uyarlamalar, etkilenmeler görülmüştür : Güngör


Dilmen Kalyoncu’nun Midasın Kulakları (1959), Selahattin Batun ‘nun
Iphigenia Tauris’te (1942) Güzel Helena (1954), Munis Faik Ozansoy’un Medea
(1963), Kemal Demirel’in Antigone (1966) adlı eserleri hemen aklıma gelenler
arasında. Mitolojik şiirlerinin varlığını bildiğimiz Oktay Rıfat, Latin
Ozanlarından Çeviriler (1963) ve Yunan Antologyası (1964) adlı eserlerin
sahibidir. Zeki Ömer Defne, Mustafa Seyit Sütüven ve Behçet Necatigil de
mitologyadan şiir alanında yararlanmış, etkilenmiş isimler arasındadırlar.

Mitolojinin Cumhuriyet sonrası şiirimize etkilerini örneklerle ele alan dolgun bir
çalışma Aydın Afacan tarafından gerçekleştirilmiştir. Şiir ve Mitologya
Cumhuriyet Dönemi Şiirinde Yunan ve Latin Mitologyası adını taşıyan yapıtta,
genel mitolojik bilgilerden sonra, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde mitolojinin
etkilerini ele alınmaktadır.

1. Mitologya doğanın imgelem içinde biçimlendirilmesinin bir ürünüdür. Ancak,


imgelem ürünü oluşu, sanatsal anlamda bir kurmaca olduğu anlamına gelmez;
mitologya, ilkel insan açısından bir inanç ve gerçekliği ifade eder.

Bu bakımdan:

a) Asıl (ilkel) biçimiyle mitologya, insanın doğa karşısında egemen konuma


gelmesiyle etkinliğini yitirmiştir. Dolayısıyla, modern toplumlarda kimi
mitolojik öğelerden söz edilse de ilkel anlamda bir mitologya üretilemez.

b) Günümüzden geriye bakıldığında mitologya, sanat, bilim, din ve diğer


kültürel öğelerin ortak zemini konumundadır. Mitos, epik vb. ürünlerle
birlikte, sanat yapıtlarına doğru evrilmiştir. Bu bakımdan, bugün Yunan-
Latin sanatını ifade eder.

9
2. Şiir – mitos ilişkisi, şiirin mitolojik kaynaktan doğuşu ve imgesel düşünme;
şiire eşlik eden mitsel arketipsel ögeler; şairin, kendi sanat anlayışı dolayımında
mitolojik öğelerden yararlanması gibi düzlemlerde ortaya çıkmakta ve
incelemelere konu olmaktadır. Modern şiirdeki mitolojik öğeler, kimi zaman
yüzeyde görünmekle birlikte, kimi zaman da derin yapı çözümlemelerini
gerektirmektedir.

3. Türk edebiyatında Yunan – Latin mitologyasına duyulan ilgide, Tanzimat


döneminde başlayan Batılılaşma olgusunun etkisi vardır. Cumhuriyet
döneminde ve öncesindeki çeviri hareketleri, Nev-Yunanilik, Mavi Hümanizma
gibi kültür ve edebiyat alanındaki girişimlerin de bu ilginin gelişmesinde bir payı
vardır.

4. Cumhuriyet döneminde, Yunan-Latin mitologyasından yararlanan şair sayısı,


ilk yıllarda bir kaç şairle sınırlı iken, 1940’lı yıllardan itibaren bu kaynağa
uzanan şairler yavaş yavaş artmaya başlamış. Kitap düzeyinde, asıl niteliksel
gelişme 1960’lı yıllarda başlar ve daha sonraki yıllarda bu alanda yetkin yapıtlar
verilmiştir.

5. Şiirde mitolojik ögelerden ve geçmiş kültürel birikimden yararlanma


öncelikle, yapıtın estetik düzeyi açısından ele alınabilecek bir konudur. Kimi
şair, bu öğelerden, bir bakıma evrensel anlatım olanakları sunacak ve yapıta
derinlik ve zenginlik kazandıracak biçimde yararlanırken; kimi şairde ise, bu
öğeler, birer “süs” ve “yığma” malzemesi olarak katılır şiire. Bu bakımdan, bu
öğelerin “yabancılığı” sorunu, öncelikle, katıldıkları yapıtla ne ölçüde
kaynaşabildikleri ve nasıl işlendikleri açısından değerlendirilmelidir.

Kozmogoni ve köken mitlerine toplu bir bakış, bize onların salt ilk çıkış, ilk oluş
konusunda bilgi ve yorum getirdiklerini düşündürür. Oysa mitler, insanın
bugün içinde bulunduğu duruma gelinceye kadar geçirmiş olduğu evreleri de
anlatır. İnsanın dünyadaki varlığı, mitlere göre “Doğaüstü Varlıkların”
başlangıçtaki rollerine bağlıdır. Doğaüstü Varlık, ilkel insana balık tutmayı bir
mit aracılığıyla öğretmiştir, bunu yaparken de hem insanüstü bir eylemi ortaya
koyar, hem insanlara, sıra kendilerine geldiğinde, bunu nasıl
gerçekleştireceklerini öğretir, hem de bu kabilenin neden bu biçimde beslenmek
zorunda olduğunu açıklar. Mitlerin, insanlara bilgiyi sunarken, kutsallık ilkesini
kullandığını rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Kullanılan ilaçlarda, üretime yönelik
uygulamalarda mitsel motifler, kuşaktan kuşağa aktarılır.

Bir nesnenin, bir hayvanın, bir bitkinin vb.nin kökenini bilmek, onlar üstünde
sihirli bir güç edinmek demektir; insan bu sayede onlara egemen olmayı başarır,
çoğalmalarını ya da istenilen ölçüde üretilebilmelerini sağlayabilir. Mutlu avcı,
av hayvanının kökenini bilen avcıdır… Aynı şekilde ateşin ve yılanların kökeni
bilinirse, insan kızgın demiri tutabilir ya da zehirli yılanları eliyle
yakalayabilir… Herhangi bir ilacın, ancak kökeni bilindiğinde etkili olabileceği
düşüncesi çok yaygındır. Her büyülü şarkıdan önce, kullanılan ilacın kökenini
anlatan sihirli sözlerin söylenmesi gerekir, yoksa ilaç etkili olmaz… İnsan mitleri
yaşarken, kutsal olmayan ve kronolojik özellikteki zamanın dışına çıkar, nitelik
açısından farklı bir zamana, hem en eski hem de sonsuza dek yakalanabilecek
olan kutsal bir zamana açılır.”

10
“Arkaik toplumlarda yaşandığı biçimiyle mit konusunda genel olarak yapısal
açıdan şunlar söylenebilir:

1. Mit, doğaüstü varlıkların eylemlerinin öyküsünü oluşturur;

2. Bu öykü, kesinlikle gerçek (çünkü gerçeklerle ilgilidir) ve kutsal ( çünkü


Doğaüstü Varlıklar tarafından yaratılmıştır) olarak kabul edilir;

3. Mit, her zaman için bir ‘yaratılış’la ilgilidir, bir şeyin yaşama nasıl geçtiğini,
ya da bir davranışın, bir kurumun, bir çalışma biçiminin nasıl yaratılmış
olduğunu anlatır; işte bu nedenle de, mitler insana özgü her anlamlı eylemin
örnek tiplerini oluştururlar;

4. İnsan miti bilmekle nesnelerin ‘köken’ini de bilir, bu nedenle de, nesnelere


egemen olmayı ve onları istediği gibi yönlendirip kullanmayı başarabilir; burada
‘dıştan’, ‘soyut’ bir bilgi değil de (mitin ya tören havası içinde anlatılması ya da
kanıtını oluşturduğu ritüelin gerçekleştirilmesiyle) rit biçiminde ‘yaşanan’ bir
bilgi sözkonusudur;

5. Şu ya da bu biçimde, insan, miti yeniden anımsatılan ve yeniden gerçekleşme


aşamasına getirilen olayların kutsal, coşku verici gücünün etkisine girmek
anlamında ‘yaşar’.

Demek ki mitleri ‘yaşamak’ gerçek anlamda ‘dinsel’ bir yaşantıyı kapsar;


dinseldir çünkü sıradan yaşantıdan, gündelik yaşamdan farklılık gösterir. Bu
yaşantının ‘tinselliği’ , mitolojiye özgü, coşturucu, anlamsal olayların yeniden
gerçekleşme aşamasına getirilmesi, Doğaüstü Varlıklar’ın yaratıcı eylemlerine
yeniden tanık olunması olgusundan ileri gelir… Mit kişileri var edilmişlerdir,
insan da onlarla zamandaş duruma gelir. Bronislav Malinowski’nin deyişiyle
yaşanan yanıyla gözönüne alındığında mit, bilimsel bir merakı gidermeye
yönelik bir açıklama değil ama bir ilk gerçeği yeniden yaşatan bir anlatıdır ve
derin bir dinsel gereksinimi, tinsel özlemleri, toplumsal türden baskı ve
buyrukları hatta bir takım pratik istekleri karşılar. İlkel uygarlıklarda mitin
vazgeçilmez bir işlevi vardır: İnanışları dile getirir, belirgin kılar ve düzene
koyar; ahlak ilkelerini savunur ve onları zorla kabul ettirir; rite ilişkin
törenlerin etkinliğini güvence altına alır ve insanın uyması için yarar sağlayıcı
kurallar sunar. Demek ki mit, insan uygarlığının temel bir öğesidir… İlkel dinin
ve pratik bilginin gerçek bir düzenlemesidir.

Mitlerin yapısı ve işlevi konusundaki sözlerimizi, hocamız Prof. Dr. Bilge


Seyidoğlu’nun Mitoloji Üzerine Araştırmalar Metinler ve Tahliller adlı yapıtının
sonuç kısmından bir alıntıyla noktalamak istiyoruz :

“… Gerektiği zaman mitlerden maddi ve manevi her alanda faydalanılabilir. Birer


kültür kalıntısı olarak milletlerin kültürlerinde yerlerini alabilecekleri gibi,
ticari, turistik alanlarda da mitolojik kalıntılardan faydalanmak mümkündür…”

İşte bu yaklaşım konunu güncel sonucu veya özüdür…

11

You might also like