Professional Documents
Culture Documents
MİT – MİTOLOJİ…
Mit, Mitos (mythos), Yunancada söz, öykü anlamına gelir. Mitoslar, ilkel insan
topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa olaylarını kişileştirerek yorumlamak,
henüz sırrını çözemedikleri yaşamın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam
kolaylığına bağlamak gereksiniminden doğmuş öykülerdir… (B. Necatigil)
Dünyada, folklor ürünleri her ne kadar farklı bilimler, zihniyetler ve amaçlar
veya adlar altında uzunca bir zaman diliminde derlenmiş, araştırılmış ise de, bu
ürünlere bir bilim anlayışı ve yöntemiyle bakılmasının tarihi, diğer birçok sosyal
bilimde olduğu gibi XIX. yüzyıldan gerilere götürülemez.
“Sözlü sanat ürünleri” nden birisi olan mitin kesin bir tanımı yapılamamakta,
aksine böyle bir kavramın tanımının güçlüğü üzerinde durulmaktadır. Bütün
bilginlerin kabul edeceği ve aynı zamanda uzman olmayanlara da yabancı
gelmeyecek bir mit tanımı bulmak güç olacaktır. (Mircae Eliade) Mitosları sözlü
halk edebiyatı ürünlerinden bir çırpıda ayırmak da kolay bir durum değildir.
Mitosun masaldan farkı, mitosun gerçekliği ifade ettiğine olan inanç ve bu
inançtan kaynaklanan toplumsal işlevlerinin olmasıdır.
Mit kavramı üzerine birçok tanımlamalar yapılmaktadır. Bunlara kısaca
değinecek olursak; Mircea Eliade miti, “çok sayıda ve birbirini bütünler
nitelikteki bakış açılarına göre ele alınıp yorumlanabilen son derece karmaşık
bir kültür gerçekliğidir” diye tanımlarken; William Bascom, “söylendikleri
toplumda, eski çağlarda yaşanmış olayların gerçeğe uygun olduğu düşünülen
nesir anlatılarıdır” diye tanımlar. Ernest Cassirer’e göre ise mit, “gerçek
1
olmayan bir hikâyedir ve tabiatüstü, insan ötesi bir türün oluşumunu ihtiva
eder”, Pospelov’a göre “masalların kaynağı”dır, Andrew Lang ve Wilhelm
Wunt’a göre “masalların en eski kaynağı, orijinali” dir; Mitoloji, insanlığın ruh
aleminin sembollerle ifade edilmiş bir aynasıdır(Prof. Dr. B. Ögel.) Murray
Hope’ye göre, Gerçekte tüm mitler gerçeğin bir parçasını içerirler. Kimi
yetkelerin salt mitoloji saydığı Opera Linda Kitabı, Tufan öncesi ve sonrasındaki
kadim Frisya halklarının tarihini aktarmaktadır, Brockhaus adlı
Alman ansiklopedisine göre, “Tarihte adı geçmeyen, artık unutulmuş büyük
kahramanlara ait efsaneler, mitolojinin alanına girer”
Fransız Antropolog Claude Levi- Strauss mitosu, bir düşünce tipi ve tüm insan
kültürel ve toplumsal sistemlerinin altında yatan evrensel yapısal ilkelerin
işleyişinin bir örneği olarak görmekte, mitosu hem evrensel hem de kültüre özgü
çelişkiler üzerinde düşünmede kullanılacak entelektüel bir araç olarak ele
almaktadır. Marksist yaklaşım ise “ideoloji” çerçevesine yerleştirdiği mitosun
mevcut durum ve iktidar ilişkilerini gizemselleştirici ve meşrulaştırıcı yönüne
vurgu yapar. E. A. Gardner’e göre, Mitoloji, “Tabiat varlıkları ile olaylarına,
kişilik verme sureti ile anlatma şeklidir… Percy Saul Cohen’e göre ise mitlerin
temel karakterleri şöyledir: mit olayların öykülenmiş biçimidir, bu öyküler belli
bir kutsallık içerirler; bu kutsal iletişim birtakım sembollerle anlatılır; mitin
içinde geçen olaylardan ya da varolan nesnelerden bazıları bu dünya üzerinde
varolmayan türdendir, sadece mitlerin içinde vardırlar; anlatılar, kökenleri ya
da dönüşümleri dramatik bir dille aktarırlar. Mitolojik anlatıların özelliği
kozmoloji gibi genel bir fikir ya da fikirler bütününü ele almasıdır. Mitleri diğer
anlatı türleri olan efsane ya da masaldan ayıran özellik, anlatıların köken ve
dönüşümlerle ya da kutsalla olan ilişkisidir…
2
gereksiniminden doğan ilkel bir bilinçle zengin bir bilinçaltının ürünü olmasıdır.
Kültür tarihinin önemli kavramlardan Mitolojiye duyulan ilgi her geçen gün
artmaktadır çünkü kökleri tarih öncesine uzanan mitolojik öğeler, her alanda
karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde gerek arkeoloji ve tarih bilimindeki
gelişmelerin katkısıyla, gerek sinema ile edebiyat imgelerinin uyandırdığı merak
ve gerekse UNESCO’nun Somut Olmayan Kültür Mirasları çerçevesinde yaptığı
çalışmalar dolayısıyla mitolojiye ilgi artmış ve bu alanda yapılan bilimsel
çalışmaların sayısı da artmıştır. Mitoloji hayatımızın bu kadar içine girmişken
ve hemen her yerde karşımıza çıkarken hatta Truva Şavaşı gibi tarihi olaylar
bile onunla açıklanabilirken bilgi yetersizliği üzücüdür. Buna modern mitlerde
daha iyi göreceğiz…
Edith Hamilton’ın Mitologya adlı eserini Türkçeye çeviren Ülkü Tamer mitoloji
konusunda şunları söylemektedir: “En ilkel çağlardan bu yana, kendini bildi
bileli insanın hayal gücü durmadan işlemiş ve yeryüzü ile gökyüzünü çeşitli
düşsel yaratıklar ve tanrılarla süslemiştir. Bu insanın yapısı, tanrıların ve yarı
tanrıların kişilikleri ve serüvenleri, bir takım efsaneler içinde kuşaktan kuşağa
ta çağımıza kadar gelmiştir. Tüm bu bilgilere eskiler “esâtir ” derdi, bugün biz
ise mitologya (mitoloji) diyoruz.”
3
manevi değerlerini yansıtan ciddi öykülerdir. Bu öyküler bir toplumun dünya
görüşünü ve önemli inançlarını temsil ettikleri için, o toplumun kültürü
tarafından değer verilen ve korunan insani deneyimlerin birer simgesidir.
Söylenceler, kökenleri, doğal olayları ve ölümü konu edinebilir; ilahların özellik
ve işlevlerini betimleyebilir ya da kahramanlık öyküleri anlatarak,
kahramanca ve erdemli davranışlara birer model oluşturabilirler.”
Mitosu oldukça keskin bir çizgiyle yerel söylencelerden ayıran
Yunan ve Roma Mitolojisi araştırmacısı Pierre Grimal ise bir söylencenin mitos
değeri taşıması için mutlak surette kozmik bir taraf bulunması gerektiğini
savunmaktadır: “Mitos nedir? Dünyanın mevcut düzeninden önceki bir düzenini
konu alan ve yerel ya da sınırlı bir özelliği değil de, eşyanın doğasına ait organik
bir yasayı açıklamayı amaçlayan anlatılara eğilimi olarak dar anlamda Mitos
diyoruz.
Bütün bunların ışığında bakılacak olursa, mitoji nedir sorusuna geniş anlamda;
“Belirli bir uygarlığa ya da dinsel geleneğe özgü inançları, ritüelleri, kurumları
ya da doğa olaylarını açıklamak amacıyla görünüşte gerçekten yaşanmış olayları
aktaran ama özellikle ayin ve törenlerle bağlantılı, çoğunlukla kökeni bilinmeyen
ve en azından kısmen geleneğe dayanan söylenceler toplamı olarak cevap
verilebilir.
4
Örneğin bereket arzusu; kutsal hayvan, ana tanrıça, hasat ve bereket figürlerini;
Ölmek, yok olmak korkusu; yeniden dirilişi, öbür dünya ve öbür dünya tanrıları
inancını ya da cinsel arzu; soyu devam ettirme isteği, aşk tanrılarını ortaya
çıkarmıştır.
Bugün artık ayan beyan ortadadır ki Eski Yunan mitolojisi; Mısır, Anadolu ve
Sami uygarlıklarının mitoslarıyla, Hint - Avrupa mitoslarının senteziyle
oluşmuştur. Kuzey Avrupa ülkelerinin Roma öncesi ya da çağdaşı, Hristiyanlık
öncesi mitolojilerinin günümüz Batı ülkelerinin uygarlıklarını derinden
etkilediği inkâr edilemez.
Yine Mircea Eliade der ki: “Mit, kutsal bir öyküyü anlatır; en eski zamanda,
‘başlangıçtaki’ masallara özgü zamanda olup bitmiş bir olayı anlatır. Bir başka
deyişle mit, Doğaüstü Varlıkların başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak
bütün gerçeklik, yani Kozmos olsun, isterse onun yalnızca bir parçası (sözgelimi
bir ada, bir tür bitki, bir insan davranışı, bir kurum) olsun, bir gerçekliğin nasıl
yaşama geçtiğini anlatır. Demek ki mit, her zaman bir ‘yaratılış’ın öyküsüdür” .
5
Bir diğer tanınmış mitoloji uzmanı olan Edith Hamilton ise mitoloji konusundaki
görüşlerini şöyle açıklıyor: “Bazı kişilere göre, Yunan ve Roma mitologyası, bize
insan soyunun yüzyıllar önce neler düşünmüş, neler duymuş olduğunu gösterir.
Böylece, doğayla ilişkilerini son derece azaltan uygar insandan çıkarak doğayla
kucak kucağa yaşayan insana varabiliriz. Mitologyayla ilgilenişimizin asıl sebebi
de budur belki: Dünya gençtir; insanlar doğanın ortasında, toprağa bağlıdırlar;
günlerini ağaçların, denizlerin, tepelerin, çiçeklerin arasında geçirirler.
Gerçekle, gerçek dışı pek ayrılmamıştır daha. Yunan mitologyasının yarattığı
‘mucize’ budur: insancıl bir dünya…” . Bu insancıl dünya tasarım ve
yaratımında işte mitoloji, önemli bir rol oynamıştır. Bilinmeyenin
açıklanmasında, korkunun, hayranlık ve belki giderek artan sevginin bir
yansıması sayılmıştır Mitoloji.
Bugün mitlerdeki dinsel elementler arka planda. Gerçi Lord Raglan şöyle diyor:
Törenlerle yakın alakası olanlar mukaddes kitapların suresi olur, diğer mitler
ise folklor olur’. Dinî törenler, önemli rol oynadıkları medeniyetlerin ortadan
kalkmasıyla mitlerle de olan bağlarını koparmışlar ve edebî form olarak başka
ülkelere bile geçmişlerdir… İlk insanlar da öğrenmek isteğiyle yanıyorlardı,
kuşkusuz. Mevsimlerin birbirlerini kovalayışlarını, sayısız yıldızları, ayı ve
güneşi, hayatı ve ölümü düşünüyorlardı. Bilimin doyurucu olmadığı o eski
çağlarda mit’ler sorulara cevap verme görevini yapmağa başlamışlardı. O halde
mit bir eğlence vasıtası değildi. Eğlence demeyenler için tarih, coğrafya, fendir,
mit. Bunu kabullenmek güç gelebilir bize, zira kıstaslarımız, çağrışımlarımız
ayrı bizim onlarınkinden.
Bu fikrin karşısına çıkanlar da var; S. H. Hooke gibi: ‘Mitin görevi bilgi vermek
değil, eylemdi; toplumun yaşaması için gerekli olan şeydi’. Meşhur antropolog
Edward Taylor ise Primitive Culture adlı kitabında hayatın, doğanın ilksel
felsefesi yatar, diyor bu efsanelerde. Mitler sayesinde, doğadan gittikçe
uzaklaşmış olan insan onla gene sarmaş dolaş olmaya giden yolu açmış olur; bizi
dünyanın gençlik, hatta çocukluk yıllarına, insanlarına, çiçeklerine, denizine
götürür.
Max Muller’in her miti güneşe bağlaması, genel bir bakış açısı sayılabilir. O’na
göre; “Troya’nın fethi efsanesi, güneşin her akşam batışının bir anlatısıdır…
İster güneş, ister ay desinler, bu fikri savunanlara naturalistler (doğacılar)
deniyor. Otto Rank ise astral (yıldız) ekolü adını veriyor. Mitoloji, insan hal
gücünün bir ürünü olduğuna göre, herşeyden evvel insan ruhunu ve tabiatını ele
almak doğru olmaz mı ? Eğer Freud’a unutmazsak, mitleri ne diye rüyaların
şairane ve abartılmış bir anlatısı olarak kabul etmeyelim? Mitlerin insanların
tutku ve isteklerinin tanrılarca yerine getirilmesini istemesi fikrini savunanlara
hak vermemezlik edemeyiz.
6
S.H. Hooke ise şöyle sıralıyor:
1. Törensel mitler,
2. Etiolojik orijin mitleri,
3. Kült mitleri,
4. Prestij mitleri,
5. Eskatalojik mitler (ahiretle ilgili olanlar).
Nietzsche diyor ki: “Kişi yüksek bir topluluğun üyesi olarak koyar kendini
ortaya. Türküler çığırır, oynar, oynaşır. Unutur artık yürümeyi de konuşmayı
da. Düşer yollara oynayarak yükselmek için göklere doğru. Davranışlarından
anlaşılır büyülenmişliği. Konuşur gibidir hayvanlar, toprak süt verir, bal verir,
doğaüstü anlamlar çıkar insandan. Kişi kendini tanrı sanır, döner geçer
kendinden, yükselir düşte gördüğü tanrılar gibi”.
7
yapmıyordu bu işleri. Fiziksel eylemi daha etkinleştirsin diye sözler, şarkılar,
efsunlar da yer alıyordu ritüellerde. Amaç ise, uygarlığa büyük bedeller
ödeyerek geçen bu toplulukların varlıklarının zeminini oluşturan maddi ve
manevi koşulların yaratılması, pekiştirilmesi, kuşaktan kuşağa aktarılması,
sürdürülmesiydi”.
Eski Yunan’ı uygarlığın başlangıcı sayan görüş, geçen yüzyılda kalmış ve artık
geçerliliğini kaybetmiştir, bunu konuşacağız. Böyle bir şey olduğunu
Altay Şamanlarını inceleyen Radloff yüzyıl önce yayınladığı zengin malzemeyle
göstermiştir. Dünyanın ve insanın yaratılışı, Tanrılarla insanın ilişkileri, iyilikle
kötülüğün çekişmesi gibi mitologya temaları bu malzeme içinde geniş geniş
anlatılmıştır. Öte yandan Oğuz Destanına ait parçalar, Uygurlardan kalan
veriler, yüzyılımızın başında ele geçen Dede Korkut Kitabı Türk mitologyasının
çok renkli mozayiğini oluşturur. Ancak eski edebiyatımızı bu renkler değil başka
bir kaynak bezemiştir. Divan edebiyatı, İran Mitologyasında bereketli bir
kaynak bulmuştur. İsfendiyar, Cemşit, Feridun, Keyhüsrev, Hüsrev, Nuşirevan
Neriman, Rüstem, İskender ve öteki Şehname kahramanları Osmanlı
ozanlarının dünyasında yerlerini almışlardı. Onların başından geçen serüvenler,
canlandırdıkları değerler, bu edebiyatı büyük ölçüde besledi.
Bizde Batıdan çeviri hareketini başlatan kitap, Yusuf Kâmil Paşa’nın 1862′de
yayınlanan Telemaque çevirisi ise öteki kaynağı, Yunan Mitologyasını
gösteriyordu. Aynı yapıtı Ahmet Vefik Paşa da çevirmeye koyulmuştu. Nabizade
Nazım’ın yayınladığı Esatir’de Yunan ve Roma mitologyası yanında Hint, İran,
Mısır, İskandinav, Germen tanrılarını. tanrıçalarını da konu edinmesi dikkate
değer. Bir ara Nev-Yunanîlik akımı moda olmuştur. Yakup Kadri ve Yahya
8
Kemal gibi yazarlar, ozanlar, Avrupa’ya kaynak olmuş Akdeniz uygarlığının
yalın ve derin çizgilerini yakalamaya çalışırlar. Yahya Kemal’in Byblos
Kadınları, Sicilya Kızları gibi şiirleri o dönemdendir. Millî Edebiyat akımının
temsilcisi Ömer Seyfettin İliada’yı çevirmeye girişmiştir. Millî edebiyat akımının
asıl ilgisi, bekleneceği gibi Türk mitologyasınadır. Ziya Gökalp’ın Kızılelma,
Ergenekon, Alageyik ve benzeri yapıtları bu kaynaktan beslenmiştir.”
Mitolojinin Cumhuriyet sonrası şiirimize etkilerini örneklerle ele alan dolgun bir
çalışma Aydın Afacan tarafından gerçekleştirilmiştir. Şiir ve Mitologya
Cumhuriyet Dönemi Şiirinde Yunan ve Latin Mitologyası adını taşıyan yapıtta,
genel mitolojik bilgilerden sonra, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde mitolojinin
etkilerini ele alınmaktadır.
Bu bakımdan:
9
2. Şiir – mitos ilişkisi, şiirin mitolojik kaynaktan doğuşu ve imgesel düşünme;
şiire eşlik eden mitsel arketipsel ögeler; şairin, kendi sanat anlayışı dolayımında
mitolojik öğelerden yararlanması gibi düzlemlerde ortaya çıkmakta ve
incelemelere konu olmaktadır. Modern şiirdeki mitolojik öğeler, kimi zaman
yüzeyde görünmekle birlikte, kimi zaman da derin yapı çözümlemelerini
gerektirmektedir.
Kozmogoni ve köken mitlerine toplu bir bakış, bize onların salt ilk çıkış, ilk oluş
konusunda bilgi ve yorum getirdiklerini düşündürür. Oysa mitler, insanın
bugün içinde bulunduğu duruma gelinceye kadar geçirmiş olduğu evreleri de
anlatır. İnsanın dünyadaki varlığı, mitlere göre “Doğaüstü Varlıkların”
başlangıçtaki rollerine bağlıdır. Doğaüstü Varlık, ilkel insana balık tutmayı bir
mit aracılığıyla öğretmiştir, bunu yaparken de hem insanüstü bir eylemi ortaya
koyar, hem insanlara, sıra kendilerine geldiğinde, bunu nasıl
gerçekleştireceklerini öğretir, hem de bu kabilenin neden bu biçimde beslenmek
zorunda olduğunu açıklar. Mitlerin, insanlara bilgiyi sunarken, kutsallık ilkesini
kullandığını rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Kullanılan ilaçlarda, üretime yönelik
uygulamalarda mitsel motifler, kuşaktan kuşağa aktarılır.
Bir nesnenin, bir hayvanın, bir bitkinin vb.nin kökenini bilmek, onlar üstünde
sihirli bir güç edinmek demektir; insan bu sayede onlara egemen olmayı başarır,
çoğalmalarını ya da istenilen ölçüde üretilebilmelerini sağlayabilir. Mutlu avcı,
av hayvanının kökenini bilen avcıdır… Aynı şekilde ateşin ve yılanların kökeni
bilinirse, insan kızgın demiri tutabilir ya da zehirli yılanları eliyle
yakalayabilir… Herhangi bir ilacın, ancak kökeni bilindiğinde etkili olabileceği
düşüncesi çok yaygındır. Her büyülü şarkıdan önce, kullanılan ilacın kökenini
anlatan sihirli sözlerin söylenmesi gerekir, yoksa ilaç etkili olmaz… İnsan mitleri
yaşarken, kutsal olmayan ve kronolojik özellikteki zamanın dışına çıkar, nitelik
açısından farklı bir zamana, hem en eski hem de sonsuza dek yakalanabilecek
olan kutsal bir zamana açılır.”
10
“Arkaik toplumlarda yaşandığı biçimiyle mit konusunda genel olarak yapısal
açıdan şunlar söylenebilir:
3. Mit, her zaman için bir ‘yaratılış’la ilgilidir, bir şeyin yaşama nasıl geçtiğini,
ya da bir davranışın, bir kurumun, bir çalışma biçiminin nasıl yaratılmış
olduğunu anlatır; işte bu nedenle de, mitler insana özgü her anlamlı eylemin
örnek tiplerini oluştururlar;
11