You are on page 1of 9

UNUTULAN BİR FUTBOL

ENTELEKTÜELİ: ADNAN
SÜVARİ
By FourFourTwo on 6 Haziran 2016

Adnan Süvari, 60’lı yılların sürekli hücumu düşünen, kendine güvenen, ilk
yumruğu atan bir Göztepe yarattı. O yumruğun sesi sadece İstanbul’dan değil,
tüm Avrupa’dan duyuldu

Kendi evinde, 1950 Dünya Kupası’nda yaşadığı şoku atlatan ve milli depresyondan çıkan
Brezilya, İsveç’te düzenlenen 1958 Dünya Kupası’nda nihayet ilk zaferine ulaşıyordu. Sambacılar
bu kupayla birlikte sadece Latin Amerikalıların meziyetlerini değil, yeni bir taktiğin hükümranlığını
da dünyaya duyuruyordu. Zaferin kilidini açan 4-2-4 taktiği, WM olarak bilinen 2-3-3-2’nin ya da
onun revize edilmiş hali WW dizilişinin pabucunu dama atıyordu. Aradan dört yıl geçtikten sonra
1962 Şili Dünya Kupası’nda yine Brezilya, bu kez daha temkinli bir taktiğin uygulayıcısı olarak
sahneye çıkıyordu; 4-2-4’ün defansif anlamdaki defolarıyla, başarının sürekliliğini riske etmek
istemiyorlardı. Milli takım teknik direktörü Aimore Moreira, Şili’deki turnuvada forvet hattındaki
dörtlünün sağında oynayan Garrincha’yı orta sahaya çekiyordu ve sahadaki diziliş 4-3-3 şeklini
alıyordu. Brezilya üst üste ikinci kez bu kupaya uzanırken hücum oyuncularının yeteneklerini
minimum riskle en iyi şekilde sahaya yansıtacak taktiği bulmuştu galiba.
Rinus Michels’in 1999 yılında FIFA tarafından “yüzyılın teknik direktörü” seçilmesini sağlayan
taktik de işte yine 4-3-3 altyapısının üzerine inşa edilmişti. Michels, 1965 yılında göreve gelip
1971 yılında Ajax’a Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazandırırken dünyayı “total futbol”
kavramıyla tanıştırıyordu. Gerisi bildik hikâye; Hollanda, Ajax ve Barcelona’nın büyüleyici
başarılarını sırtlayan total futbolun serüveni…

Ama bu felsefenin bir benzerini Rinus Michels’ten önce, 1960-71 yılları arasında tam 11 yıl
boyunca ortaya koyan; Avrupa Fuar Şehirleri Kupası’nda yarı final, Kupa Galipleri Kupası’nda
çeyrek final oynayan modern bir Göztepe takımı yaratan, A milli takımla dünya dördüncüsü
Sovyetler Birliği’ni deplasmanda deviren bir isim daha vardı unutulan. İşte şimdi ona, Adnan
Süvari’ye iade-i itibar zamanı!

“İzmir Yün Mensucat takımı İzmir şampiyonu olduğunda


takımın futbolcu-antrenörü Adnan Süvari,
forvetiyse Metin Oktay’dı”

Anadolu takımları henüz haftada iki antrenmanla yetiniyor, futbol henüz “futbôl” diye telaffuz
ediliyor, Türkiye’nin futbolda en eski şehri İzmir profesyonellikte hâlâ arka saflarda yer alıyordu.
Ege şehrinde 1955 yılında Yün Mensucat isimli bir fabrikanın futbol takımı İzmir şampiyonu
oluyordu. Bu takımın futbolcu-antrenörü Adnan Süvari, forvetiyse Metin Oktay’dı.

Süvari sadece futbol sahasında değil, fabrikanın işlerinde de görevin başındaydı. Fabrika müdürü
onu tekstil mühendisliği okuması için İngiltere’ye gönderdi. Üç buçuk yıl boyunca eğitim gördüğü
İngiltere’de futboldan uzak kalmayacak, yaz aylarında aldığı antrenörlük eğitimiyle futbolun
mühendisliği için de gereken donanımı edinecekti. Dönüşte Yün Mensucat’ın iflasıyla birlikte yeni
bir fabrikada işe başlıyordu. Bir taraftan da eski okul arkadaşı Yaşar Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Selçuk Yaşar, onu 1959-60 sezonunda Karşıyaka’nın başına davet etmişti. O da
arkadaşının bu teklifini geri çevirmedi.

Takımda Ogün Altıparmak isimli genç bir santrfor ışıl ışıl parlıyordu. Süvari’nin yönetimindeki ilk
sezonda tam 23 gol atmıştı. İkinci sezon Süvari ona Pele’nin deplaselerini anlatmış, sol ve sağ
açıklara kat etmesini öğütlemişti. Adnan Süvari bir Altay maçında taraftarlarca yuhalandıktan
sonra ekim ayında görevden ayrılmıştı ama takım hücum varyasyonlarını onun öğrettiği gibi
uygulamaya devam etmişti. Bu taktikle Ogün Altıparmak bir önceki sezonki gol performansını
tekrarlayamasa da takım oyunu için daha faydalı bir futbolcuydu artık. O sezon sağ ve sol kanat
oyuncuları 15’er gol atmışlardı. “Süvari’nin benim üzerimde çok emeği var” diye anlatıyor.
Altıparmak. “Şut duvarını hayatımda ilk kez Adnan Süvari’nin antrenmanlarında gördüm, pozisyon
almayı onunla öğrendim. Kısa bir süre beraber olmamıza rağmen gelişimimde büyük rol oynadı.”

İlkokulu İtalyan Mektebi’nde, ortaokulu Saint Joseph’te, liseyi Avusturya Lisesi’nde okumuş, İzmir
Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu’ndaki eğitimi sırasında ağabeyiyle birlikte Göztepe’de top
koşturmuştu Süvari. Şimdi bu iki kardeşten büyük olanı Sebahattin Süvari, o kulübe başkan
olmuştu ve takımı küçük kardeşine emanet ediyordu. Adnan Süvari’nin görevi, mahalleden
ağabeyi olduğu futbolcu kardeşlerine İngiltere’de öğrendiklerini öğretmekti.
1960 yılında soğuk bir kış günü İzmirli gençler Adnan Süvari’nin etrafında toplanmıştı. Teknik
adam, futbolcuları sahaya basketbol düzeniyle yerleştirdi ve topu eline aldı. Oyuncularından topu
birbirlerine eliyle atmalarını istiyordu.

“Bugüne kadar Türkiye’de oynanan oyun sistemlerinin hiçbirine itibar etmeden


elindeki kadronun yeteneklerini dikkate alarak kendi oyun sistemini yarattı ve
uygulamaya koydu” diyor 1961-1969 yılları arasında Göztepe forması giyen
Ceyhan Yazar. “Bize ilk öğrettiği şey, hücum yaparken ofansif olarak kimin
nereye deplase olması gerektiğiydi.”

Bu öğreti, Karşıyakalı Ogün Altıparmak’ın anlattıklarıyla benzerlik gösteriyordu. O dönem


Süvari’nin aklında hep hücum varyasyonları vardı. Göztepe’deki ilk yıllarında 1958’in Brezilyasına
benzer bir takım hayal ediyordu. Elindeki oyuncular belki birer Didi, Pele, Garrincha değildi ama
hepsi gençti ve öğrenmeye isteklilerdi.

Adnan Süvari özellikle 1966-1969 yılları arasında milli takımı çalıştırdığı dönemde Milliyet
gazetesinde sık sık basın mensuplarına planlarından bahseder ya da yazılar kaleme alırdı.
Kafasındaki planları kamuoyuyla paylaşırdı. Milli takımda göreve gelmeden önce savunucusu
olduğu “bünyeye uygun sistem” çalışmalarını uygulamak için işe koyuldu. 1966 yılında milli
takımın başına geldiği ilk günlerde futbolu basketbola benzetiyordu: “Belli bir sistemle futbolu
robotlaştırmak doğru değildir. Futbol bugün basketbol gibidir. Üç unsur büyük rol oynar: Çabuk
top oynama, boş saha oyunu, deplasman…”

Adnan Süvari bu demeçlerde söylediklerine ne kadar inandığını Göztepe’de yaptıklarıyla çoktan


ispatlamıştı. 1962’de 4-3-3’ü takımın kalıcı taktiği olarak belirlemişti. Süvari’nin bu taktik dizilimi
1962 Şili Dünya Kupası’nda Brezilya’nın taktiğini andırıyordu. Zaten Süvari de dünya futbolunu
yakından takip eden, pek çok Dünya Kupası’nı yerinde seyreden, rakip takımları izlemeye giderek
video kayıtlarını alan bir futbol adamıydı.
“Göztepe’den artık taktiği kaldırdım. Futbolcularıma sadece maçtan
önce soyunma odasında sahaya çıkacakları şekli söylüyorum.
Şimdi Göztepeli futbolcular kendi bildikleri gibi ve oyun zekâlarını
kullanarak oynuyorlar”

“1962 yılında artık 4-3-3 sistemini net olarak uygulamaya başlamıştı” diye anlatıyor Ceyhan
Yazar. “Elinde Fevzi Zemzem gibi güçlü bir forvet vardı. Taktiği de ona göre şekillendirmişti.”
Fevzi Zemzem, Süvari’nin deplase beklentilerini karşılıyor, birebirde adam eksiltiyor, üstüne
üstlük güçlü fiziğiyle yan toplarda etkili oluyordu. Ama arkasında onu besleyecek, pozisyona
sokacak organizasyonu oluşturan oyunculara da ihtiyacı vardı.

Geri dörtlünün solunda oynayan Çağlayan, orta üçlünün ortasında oynayan Gürsel ve yine orta
üçlünün solunda oynayan Nevzat, tam da Fevzi’nin ihtiyacı olan üçlüydü. “Tıpkı ‘üç silahşörler’
gibi birinin başladığı hareketi diğer ikisi aynı anda algılar ve başlatılan pozisyona yardıma giderek
hücum organizasyonunun başarıyla tamamlanmasına katkıda bulunurlardı” diyor Ceyhan Yazar.
Kaleci Ali Artuner, topu eliyle oyuna sokar, orta sahanın ortasındaki Gürsel’e yollardı. O sırada
Fevzi sol kanada veya sağ kanada deplase olur ve topu alırdı. Tek pasla tekrar Gürsel’e
gönderirdi. Defans dörtlüsünün solundaki Çağlayan da hücuma gelir, Nevzat ve Gürsel’le hazırlık
pasları yaparlardı. Orta sahanın sağındaki Ertan ve hücumdaki Nihat, Fevzi ve Halil pozisyon
kollardı. Bazen Çağlayan’ın rolünü defansın sağındaki K. Mehmet alırdı. Defansın ortasındaki
Hüseyin ve B. Mehmet de duran toplarda sık sık ileri çıkardı. Çünkü Adnan Süvari için takımın
tüm oyuncuları potansiyel golcüydü. Orta sahanın ortasında görev yapan Gürsel ve Nihat’ın bile
pek çok golü vardı

.
“Kondisyon kolektif oyunun şartıdır. Her futbolcunun sahada tabanını basmadığı yer
kalmamalıdır. Yer mefhumu ortadan kalkmıştır” diyordu bir demecinde Süvari. 4-3-3 dizilişi onun
için gerçekte yalnızca kâğıt üstündeydi. Futbolcuların hepsi, her an her yerde olabilmeliydi. İşte
Süvari’nin total futbolunun kanunları bunlardı.

Efsane Göztepe’nin santrforu Fevzi Zemzem “Futbolu bırakıp antrenör olduktan sonra onun ne
kadar büyük bir teknik direktör olduğunu daha iyi gördüm” diyor. “O yıllarda bize öğrettiklerini
aradan 15 yıl geçtikten sonra antrenörlük kurslarında ‘modern futbol’ diye öğrettiler.”

Göztepe, 1964-65 sezonunda daha sonradan UEFA Kupası adını alan Fuar Şehirleri Kupası’nda
mücadele etmeye başladı. 1955-1958 yılları arasında bu turnuvaya sadece ticari fuarları olan
Madrid, Londra ve İzmir şehirlerinin takımları katılabiliyordu ama 1958 yılında bu kural kalktı.
Göztepe 1964-67 yılları arasında üç sezon boyunca oynadığı ilk tur maçlarının ardından
turnuvaya veda etmişti. 1967-68 sezonunda ise Süvari’nin takımı artık yedi-sekiz yıldır beraber
oynayan futbolculardan kurulu bir ekip haline gelmişti. Önce Antwerp’i, ardından Atletico Madrid’i
elemişlerdi. Üçüncü turda Vojvonida’ya eleneceklerdi. Bir sonraki sezon Marsilya, Arges Pitesti ve
OFK Belgrad’ı eleyip çeyrek finale yükseldiler. Hamburg turnuvadan çekilince yarı final oynamaya
hak kazanmışlardı. Macar temsilcisi Ujpest’e kaybetmeleri zaferi gölgelemiyordu.

1968-69 sezonunda kazanılan Türkiye Kupası, bu kez Kupa Galipleri Kupası’nın kapısını
açıyordu. İlk turda US Lüksemburg kolay lokmaydı ama Toshack’lı Cardiff, hiç de yabana atılacak
bir takım değildi. İzmir’de elde edilen 3-0’lık galibiyet çeyrek finalin kapısını aralıyordu. Ama
Roma yarı finale izin vermiyordu. Avrupa’daki zaferlerin yanı sıra Göztepe Süvari yönetiminde iki
Türkiye Kupası, iki de Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanmıştı.

Süvari’nin ideali, futbolcuların sahada neler yapmaları gerektiğine bireysel olarak karar
verecekleri bir altyapı oluşturmaktı. 10’uncu yılın sonunda, 1970 yılında artık Göztepe buna
hazırdı. 1970 yılının ekim ayında şöyle diyordu Süvari: “Göztepe’den artık taktiği kaldırdım.
Futbolcularıma sadece maçtan önce soyunma odasında sahaya çıkacakları şekli söylüyorum.
Şimdi Göztepeli futbolcular kendi bildikleri gibi ve oyun zekâlarını kullanarak oynuyorlar.” Göztepe
o sezonu Galatasaray ve Fenerbahçe’nin arkasında üçüncü sırada tamamlayacaktı.

Adnan Süvari, 1966 yılında milli takıma da kimlik kazandırmak için kolları sıvamıştı. Göreve
geldiği gün verdiği demeçte şöyle diyordu: “Türk milli takımımıza istikamet verebilmek için ilk
toplantılarımızda bünyemize uygun sistemi aşılamamız ve aynı zamanda sistem içindeki
taktiklerimizi çalıştırmamız gerekmektedir.” İlk milli deneyimde rakip Federal Almanya’ydı. Süvari
maç öncesi cesur açıklamalarda bulunuyordu: “Türkiye yıllar yılı 1-9-1 taktiğiyle müdafaa
yapmıştır. Bu hatalı bir yoldur. Zira takımımız sahaya çıkarken rakibine mahkûm olmakta, ‘Aman
dört-beş gol yemeyelim’ diye tiril tiril titremektedir. Verilen bu taktiğin milli takımımızın şahsiyetini
silip süpürdüğünü kaydetmek isterim. Ben buna taraftar değilim. Açık oynayacağız. 10 tane de 20
tane de yesek yine açık oynayacağız. Hakiki değerimizi anlamamız lazım.”
Milli takım, Süvari yönetimindeki ilk maçını 1966 Dünya Kupası finalisti Federal Almanya’ya karşı
oynadı ve 2-0 kaybetti. Sonraki maçta rakip bu kez dünya dördüncüsü Sovyetler Birliği’ydi. Ve
milliler, tarihi zaferlerden birini alarak Moskova’dan 2-0’lık galibiyetle döndüler.

1968 yılına kadar milliler, özellikle deplasman maçlarında dişine göre rakipler karşısında
zorlanmasa da İspanya ve Çekoslovakya gibi güçlü rakipler karşısında başarılı olamamıştı. 24
Nisan 1968 günü deplasmanda Polonya’ya karşı oynanacak maç öncesi Adnan Süvari, gazete
aracılığıyla yeni bir taktik duyuruyordu: “Milli takım bundan böyle 1-4-2-3 oynayacaktır.” 1966
yılında İngiltere’nin 4-3-3’ü uygulayarak şampiyon olduğunu, 1967 sonlarında buna karşı tedbir
alındığını ve tek yeniliğin 1-4-2-3 olduğunu savunuyordu. Ama milliler bu maçtan 8-0 gibi bir
hezimetle dönecekti. Bu maç, Adnan Süvari için milli takımdaki sonunun başlangıcı oldu. Dünya
Şampiyonası grup eleme maçlarında alınan iki mağlubiyetin ardından görevinden ayrıldı.

“Türk futboluna dönemin ilerisinde düşünmeyi, kişilikli futbolu,


ilk yumruğu vurmayı öğretti”

Adnan Süvari yıldız oyunculardan pek haz etmezdi. Onları takım oyununu önünde engel olarak
görürdü. Bu tutumu özellikle milli takımda çok fazla eleştirildi. Can Bartu, Sanlı Sarıalioğlu, Yusuf
Tunaoğlu gibi oyuncuları zaman zaman milli takıma çağırmayınca kamuoyunun hedefi haline
gelmişti. Ama o, bu seçimini şöyle açıklıyordu: “Ben bugün kolektif oyun bakımından bir takımın
bütün oyuncularını aynı seviyede tutmak isterim. Birlik ve beraberlik en az teknik ve taktik kadar
lüzumludur.”

Baskılara dayanamayacak 22 Ocak 1967’de Tunus’a karşı oynanan hazırlık maçında Sanlı ve
Yusuf’u kadroya alacaktı. Ama maçtan sonra da şunları söylemekten geri durmayacaktı: “Son
milli maçta Yusuf ve Sanlı’yı milli takıma koyduk. Değerleri ayaklarında top tuttukları sürece
ortaya çıkıyor. Benim futbol anlayışım topu ayakta fazla tutmak değildir.”
Göztepe’de de hiçbir oyuncunun ön planda olmasına izin vermiyordu. O takımın oyuncuları 10 yıl
boyunca “mahallenin çocukları” olarak kaldılar. Sadece Gürsel’in ayrı bir yeri vardı takımda, o da
kaptanlık görevini yerine getiriyordu.

Antrenör Bülent Eken’in Danimarka’dan Nielsen isminde bir golcü getirmesine pek sevinmemişti
Adnan Süvari. Ona göre Göztepe’nin yabancı futbolcuya ihtiyacı yoktu. Süvari’nin Göztepe’si
yurtiçinden de yalnızca üç transferle beslendi. Sebahattin Kuroğlu Beşiktaş’tan, Hüseyin Yazıcı
ve Ali İhsan Okçuoğlu ise Fenerbahçe’den transfer edilmişti. Geri kalan tüm futbolcular Ege’nin
kendi çocuklarıydı.

Futbolcularına karşı koruyucu ve kollayıcı tutumu saha dışında da onu saygın bir yol gösterici
haline getiriyordu. Süvari tam dört dil biliyordu. İngilizceyi, Almancayı, Fransızcayı ve İtalyancayı
ana dili gibi konuşuyordu. Göztepe’nin Lüksemburg Union karşısında oynadığı maç sonrasında
düzenlenen basın toplantısında, Frankofonlar için Fransızca, İtalyanlar için İtalyanca konuşmuştu.
Yabancı basın buna çok şaşırmış, ertesi günkü gazetelerde “Entelektüel Teknik Direktör Adnan
Süvari” başlıklarını atmışlardı.

Takımın motivasyona ihtiyacının olduğu durumlarda da ne söyleyeceğini iyi bilirdi. Maç öncesi
ritüelleri o takımın tüm futbolcularının hafızalarında varlığını koruyor. “Maç için tüm hazırlıklarımızı
tamamlayıp soyunma odasındaki banklara oturduğumuz andan itibaren kimse konuşmaz, orası
kutsal bir mabedin ulvi sessizliğine bürünürdü. Bu sesizliği hocamız Adnan Süvari’nin o günkü
maçın atmosferine göre değişen, bazen son düşüncelerini, bazen tek bir cümlesini dinler, sahaya
motivasyonumuz en üst düzeyde çıkardık” diye anlatıyor Ceyhan Yazar.
Sebahattin Süvari’nin 1970 yılındaki vefatının ardından yönetimle anlaşmazlığa düşen Adnan
Süvari’nin adı Fenerbahçe ve Karşıyaka ile anıldı ama o 1970-71 sezonun sonunda bir daha
teknik direktörlük yapmamak üzere köşesine çekildi. 1972 yılında evlendi, iki kız çocuğu oldu,
uzun süre federasyon üyeliğinde bulundu, sigortacılık işine girdi, Milliyet’te köşe yazıları kaleme
aldı ve Türk futbolu üzerine kafa yormaya devam etti.

1991 yılının 19 Mayıs’ının akşamı kızı Özlem Süvari’ye şöyle söylemişti: “Ben arkamda sizlere bir
anahtar bırakarak gidiyorum. Bu anahtar soyadınızdır. Ve onunla tüm kapılar sizlere ardına kadar
açılacaktır.” Bu konuşmadan 15 gün sonra bir kalp krizi geçirerek aniden ebediyete uğurlandı.
Türk futboluna dönemin ilerisinde düşünmeyi, kişilikli futbolu, ilk yumruğu vurmayı öğretti. 1990’lı
yıllarda Derwall ve Sepp Piontek’ten ihraç ettiğimiz güveni çok öncesinde aşılamaya çalıştı.
Modern oyun anlayışıyla Türkiye’deki hücum futbolunun ilk örneklerini sergiledi. Üstelik bunu
dünya trendlerini takip eden bir futbol görüşüyle gerçekleştirdi. Böylece sadece ailesi için değil;
yaptıkları, söyledikleri, gerçeğe dönüştürdüğü hayalleriyle ardında Türk futbolu için de pek çok
kapıyı açacak anahtarlar bıraktı.

Yazı Ahmet Yavuz

You might also like