Professional Documents
Culture Documents
Değerli dostlar; bundan önceki Pençe-i Ali Aba isimli ki-tabımda Alevi-Bektaşiliğin
yolunu özetleyen, inanç sistemi ve ibadet şeklini yazmıştım.
‘Alevilik din değildir’; ‘Alevilerin din ve ibadet şekli yoktur’ diyen önyargılı ve
şartlanmış resmi diyanet görevlilerine ve onlarla neredeyse aynı dili kullanan ‘Alevilik İslam
dışıdır’ söylemiyle, onlarla aynı dili kullanarak onların ekmeğine yağ süren bazı aydın ve
yazarlarımıza da yazılı bir yanıt verme zorunluluğunu hissettim. Bu yanıt aynı zamanda
benim 60 yıldır öğrenmeye çalıştığım ve bir dede olarak öğretmeye çalıştığım Alevilik
öğretisinin de özünü oluşturmaktadır.
PENÇE-İ ALİ ABA isimli kitabımın önsözünde, ikinci kitabımda deyişlerimi yazacağımı
ifade etmiştim.
Benim şiirle ve müzikle tanışmam, cem törenleri sayesinde oldu. Kendim Dede
soyundan olduğum için aklım yettiğinden beri cem törenlerine katılmaktayım. İlkokul
çağındayken dedemin ve amcamın yanında cemlere katıldım, onlarla birlikte Duaz İmam ve
Hz. Hüseyin anısına deyişler okudum. Daha sonra bu cemlerde Zakirlik yaptım. Sonrasında
ise, bu yaşıma kadar dedelik yaptım.
1942’de, ilkokulu bitirdikten sonra evde dedemden kalma bir bağlama vardı. Saz
çalmayı bununla elal-usul öğrendikten sonra, babam bir koyun vererek Çamşıhı’nın Çamağa
köyünde Veli Ağa isminde bir ustadan bana güzel bir saz aldı. Bu sazla birkaç sene çalıp
çağırdım. Kendi yaptığım bir eserim yoktu. 1959 senesinde, içime bir ilham gelerek
kendim¬den deyiş ve türkü söylemeye başladım. İlk yazdığım ve bestelediğim deyişim Ak
Melek'tir. Sanırım bu deyişle ‘Metini’ mahlasıyla Âşıklığa da başladım.
‘Aşık halkın yüreği, halkın gözü, halkın dili, halkın varlığı demektir. Ancak gerçek âşıklar
Hakk âşıklarıdır, yani cemal aşkıdır. Ben de bu meyanda şiirlerimi yazdım ve besteledim.
Aşık Veysel, benden bir önceki kuşaktı. Allah rahmet eylesin kendisi sazı dedem Ali
Ağa’dan öğrenmişti. İlk sazı da dedem kendisine vermiş. Aşık Veysel’in köyünün yarısı bizim
taliplerimizdi. Veysel, iyi bir insandı. Saz çalmada kendisinden etkilendim. Bir gün kendisine
yazdığım bir şiiri okudum, görüşünü sordum. Kendisi; “Âşık, sıradan bir sürü şiir yazacağına,
bir tane anlamlı şiir yaz ki ebediyen söylensin.” dedi. Bu sözü, kulağımdan hiçbir zaman
çıkmamıştır.
Aşık olmamda, Alevi olmamın ve dede soyundan gelmemin yanında, yöremizde de bir
âşıklık geleneğinin olması etken olmuştur. Yöremize Çamşıhı derler. Çamşıhı bizim yöremiz
dışında Aşık Veysel’i çıkarmasının yanı sıra benden önce ve sonra onlarca halk ozanı ve şair
çıkarmıştır; Ali Ağa, Battal Karababa, Feyzullah Çınar, Mahmut Erdal, Ali Rıza Yalçın, Mehmed
Ali Karababa, Aşık Sinemi bunlardan bazılarıdır.
Sanıyorum Türkiye’de bu kadar çok halk ozanı ve şairin çıktığı bir başka yöre yoktur.
Yöremizin kendine göre bir söyleyiş tarzı vardır. Buna ‘Çamşıh ağzı ’derler.
Örneğin; Yunus Emre’nin 'Bana seni gerek seni ’ ve ‘Ömür bahçesinin gülü solmadan’
Böylece onların şiirlerini okuyarak, anlayarak, özümseyerek edindiğim şairlik ve halk ozanlığı
vasfını, yine onların şiirlerini besteleyerek, bestelenmiş olanları okuyarak, ömrüm yettiğince
onları yâd ediyorsam, onlarla birlik oluyorsam onlara vefa borcumu bir nebze öde
yebiliyorsam ne mutlu bana.
Ayrıca yine benden önce ki âşıklarca bestelenmiş veya anonimleşmiş bazı ezgileri
radyoya vererek ve onların yitip gitmesini ya da çalınmasını önleyebilmeye çalıştım. ‘Deli
Derviş ayağı
‘Derinden derine yâre yanarım ‘işle geldi geçti gönül kervanı ‘Halaylını yâr halaylım
bunlardan bazılarıdır.
Bunlardan özellikle ‘Deli derviş ayağına ‘İnsanlığa hizmet etsem ne mutlu ’ başlıklı
şiirimi uyarladım. Bu parçayı rahmetli Ruhi Su bir kasetinde okumuştur. Benim icra ettiğim
‘Deli derviş ayağı ’ 15 yıl boyunca İstanbul Radyosu’nca yapılan ‘Âşıklar Geçişi ’nde, jenerik
müziği olarak kullanılmıştır.
Burada hazır müziğe girmişken bana ilk defa 1956 senesinde Ankara TRT Radyosu’nda
canlı yayına çıkma fırsatını veren ve heyecanımı yenmemde olsun, kendime güvenmem deki
emeğini, iyiliğini unutamayacağım rahmetli Muzaffer Sarısözen’dir. Kendisi çok büyük bir
insandı. Ardından tanıştığım çok sevdiğim değerli hocam rahmetli Nida Tüfekçi, yine bana
defalarca radyoda program yapma fırsatı verdi ve kendisiyle özel bir dostluğumuz vardı.
Daha sonra halk müziğine çok emeği geçen hocamız değerli Yücel Paşmakçı da benden
yardım ve dostluğunu esirgemedi, kendisine şükranlarımı sunuyorum.
Âşık Ali Metin, 1930 yılında Sivas’ın Divriği ilçesinin, Çamşıhı yöresinin Şahin köyünde
(Aşağı köy), Hüseyin Abdal evlatlarından Haydar Ağa’nın 4 erkek çocuğundan en büyüğü
olarak doğmuştur. Ali Metin’in ailesinin geniş toprakları vardır. Ancak yörenin toprakları çok
kıraç ve verimsiz olması nedeniyle Ali Metin’in ailesi de yöre halkı ile aynı kaderi
paylaşmakta ve yoksulluk çekmektedir.
Ali Metin’in ailesi tarihsel olarak derin bir Alevi kültürü ile yoğrulmuştur. Alevilikte
dedelik vasfı babadan geçmektedir. Ali Metin’in ailesi de, dedelik vasfına sahiptir. Kendisi
Alevi kültürünü küçük yaşta almaya başlamıştır. İlkokulu bitirdiğinde duvarda asılı bulunan
dedesinin sazıyla ilgilenmeye başlar. Bu saz, dedesi Ali Ağa’nın sazıdır. Ali Ağa henüz 33
yaşındayken vefat etmiştir. Ali Ağa aynı zamanda Âşık Veysel’e sazı öğreten kişidir. Dedesinin
sazıyla bağlamayı öğrendiğini gören babası çok sevinir ve bir koyun karşılığında Çamo
Ağa’nın köyünde, Veli Usta’dan oğluna bir saz alır.
Bu saz Ali Metin’in yaşamındaki en büyük mutluluktur. Sazı, yaşamı boyunca en büyük
dostu olmuştur ve hiçbir zaman ondan asla ayrılmayacaktır. Nereye gitse birlikte götürecek,
derdini ona dökecek, evin en güzel köşesine ve görünen bir yerine yerleştirecektir.
Ali Metin, köyde sazını gittikçe ilerletirken, aynı zamanda çiftçilik ve rençperlik
yapmaktadır. Ali Metin, rençper olarak da çok çalışkan, emekçi ve örnek bir insandır.
Nerdeyse birkaç kişinin biçtiği ekini tek başına biçer. Yine köyünde onun kadar ağaç yetiştiren
kimse olmamıştır. Ailesinin en büyük çocuğu olması nedeniyle sorumluluğu çok fazladır.
Dinlenme aralarında hemen sazını eline alır. Amca ve dedesinin yanında cem törenlerine
katılmaya başlar ve zakirlik yapar, imam Hüseyin anısına bağlama çalıp, düvaz imam
okumaya başlar.
Alevilikle ilgili bilgisi gelişmektedir. Önceleri Pir sultan, Yunus Emre, Kul Himmet,
Nesimi, Virani, Hatayi’den deyişler okumaya başlar. Ali Metin’de Dedelik ve Âşıklık geleneği
birlikte gelişmeye başlar. Böylece kendini ciddi olarak yetiştirmeye başlar. Gençliğinden
itibaren öğrendiği deyişleri çok büyük bir titizlikle defterine belli bir düzenle yazar ve bu
askerliği süresince de devam eder. Âşık Ali Metin’in belli bir olgunluğa eriştiği yıl 1950’dir ve
bu yılda ilk eserini yaratır. Bu eser 'Ak Melek ’tir ve o artık Metini mahlasını kullanan Âşık Ali
Metin’dir. Dedelik vasfını da kazanmıştır. Tokat, Zile, Amasya, Yozgat, Çorum yöresinde
dedelik yapmaya başlar. Yaşamının sonuna kadar buralarla bağını koparmaz.
Başından üç evlilik geçer. İlk iki evliliği sorunlu olur. Bu onda derin acılara neden olur.
Bu acılarını, hüzünlerini, aşklarını, sevgilerini dizelerinde, bestelerinde görürüz.
Ülkede ekonomik nedenlerle köyden şehre ya da Avrupa’ya bir göç dalgası başlamıştır.
Bu göçe Aşık Ali Metin de katılmak ister, ancak babası şiddetle karşı çıkar. Babasına karşı
çıkmaz. 1956 yılında, adını duyduğu Muzaffer Sarısözen’le tanışmak için köyden Ankara
Radyosu’na gider. Muzaffer Sarısözen, Âşığın sazından ve söyleyiş biçiminden çok etkilenir ve
beğenir, ilk kez radyoda canlı yayına çıkar. Yurt genelinde çok istek gelince bir hafta boyunca
program yapar. Muzaffer Sarısözen, onun radyoda kalmasını istese de o babasını üzmemek
için köyüne döner. Oysa daha henüz çok gençtir ve yeteneğini belli bir tarzda geliştirmek için
karşısına çıkan büyük bir şansı çiğnemiştir. O dönemde bu onun enbüyük talihsizliği
olmuştur.
Köy yaşamı zordur ve inanılmaz biçimde çilelidir. Bin bir güçlük ve zorluklarla ilkel
koşullarda, verimsiz tarlalarda, ekin yetiştirilmeye ve hasat işlenmeye çalışılır. Çok uzun yıllar
ailesiyle birlikte çektiği bu çileyi Âşık Ali Metin bir dörtlüğünde şöyle anlatmaktadır:
Aşık Ali Metin, babasını ve annesini ardı ardına kaybetmiştir. Özelikle annesini
kaybetmesi onda derin bir üzüntü yaratır. Böylece analar için yazdığı o ünlü eserini yazar ve
besteler. Bu eser TRT radyolarında çok uzun yıllar her anneler gününde çalınmıştır.
Aşık Ali Metin, anasını da kaybetmesiyle iki çocuğunun geleceğini garanti altına almak
için artık göç kervanına o da katılmak zorundadır. 1966 yılında, o yıla kadarki emeğini ar
dında bırakarak bir yatağı ve sazıyla İstanbul’a taşınır. Bu onun için büyük bir hüzündür,
yetiştirdiği ağaçları, yaptığı evi, kardeşlerini, akrabalarını orada bırakmıştır. Ancak asıl
hüznünü, on yıl kadar sonra kısa bir süreliğine köyünü ziyaret ettiğinde yaşar. Köyde bulunan
bazı büyükleri yitirmiştir. Çamşıhı’nın toprak evleri, ağıllarının büyük bir kısmı çökmüş,
yıkılmıştır.
Bu manzara üzerine Âşık Ali Metin bir dörtlüğünde bu durumu içten gelen, samimi bir
deyişle şöyle anlatmaktadır:
Âşık Ali Metin, İstanbul Radyosu’na gider ve Nida Tüfekçi ile tanışır. Aralarında büyük
bir dostluk başlar. Nida Tüfekçi de Aşığın sazını ve sesini çok beğenir. Radyoda kadrolu
sanatçı olmasını ister. Ali Metin de ister, ancak geç kalmıştır. Yaşı buna engel olur. Kendi yazıp
söylediği türkülerinin yanında derlediği yöresel türkü, deyişleri de radyoya verir ve zaman
zaman program yapar. Derlediği pek çok yöresel türküler, bir yönüyle Âşığın kaynak kişi olma
özelliğini de beraberinde getirir. Âşığın derlemiş olduğu ve icra ettiği Feryadi’nin 'Deli derviş ’
adlı ezgisi, radyoda Aşıklar Geçidi adlı programda 20 yıl boyunca jenerik müziği olarak
kullanılmıştır. Ali Ekber Çiçek, 1997 yılında Âşık Ali Metin ile ilgili yapılan bir söyleşide şunları
söylemiştir:
“Kendisinin çok güzel otantik parçaları vardır. Mesela; 1966-67 yılında söylediği Ak
Meleğim Göç Eylemiş Yurdumdan çok güzel bir eserdir. Bir de onun Deli Derviş’i vardır ki
Haydar Haydar gibi bir parçadır ve herkes çalamaz.” Ülkede ve yurt dışında defalarca
konserler düzenler. Bu arada o dönemin özelliği gereği, halk ozanlarının yaşamını, yalnızca
müzikle kazanmanın çok sıkıntılı olacağını bildiğinden kendisi Okmeydanı SSK Hastanesi’nde
işe girer. Yaşamı yine bölünmüştür. Bu nedenle birkaç işi bir arada yapmak zorunda kalır.
Diğer yandan Alevi inancıyla iç içe yaşar ve Dedelik sorumluluğundan asla kaçmaz.
Ali Metin, Alevilik ve dedelikle ilgili birikimi ve çalışması onu artık bir otorite haline
getirmiştir. Bu bilgisinin derinliği yazdığı ‘Pençe-i Ali Aba ’kitabında anlatılmaktadır.
Kendisi aynı zamanda çeşitli dergilere Alevilikle ilgili yazılar, eleştiriler vermektedir.
Yine bazı televizyon ve radyo programlarında tartışma ve söyleşilere katılmış, panellerde
konuşmalar yapmıştır. Ama o bunu bazıları gibi gündemde olmak için değil, ibadet saydığı
için, gerçekten inandığı için doğallığı ve tutarlılığı ile yapmıştır.
Bir rüzgâr etkisiyle Aleviliği keşfedip, kendine bir yer edinme çabasında olanları
hüzünle izlemiştir. Bu konuda hiçbir zaman zikzaklar yapmamıştır. Yani Pençe-i Ali Aba adlı
kitabının arka kapağına yazdığı gibi:
“Bir noktadan hâsıl oldum. Hünkârın abdalıyım Başı açık yalın ayak Kerbela dellalıyım ”
Dönemindeki âşıklarla çok içten ve düzeyli dostluklar kurar. Onlarla olan özel
sohbetleri dinleyenlere çok büyük hazlar vermiştir. Ne yazık ki, bu sohbetlerin çok azı kayda
alınmıştır. Bu sohbetlerde hakka yürümüş olan ozanlar ve dostlar alınır, geçmişte yaşadıkları
sıkıntılar anlatılır, komik olaylara gülünür, karşılıklı yeni eserler okunur, birbirlerinin görüşü
sorulur, hatta birbirlerine methiyeler söylerlerdi. Ali Ekber Çiçek, Âşık Daimi, Âşık Veysel,
Mahsuni Şerif, Fey zullah Çınar, Ali Rıza Yalçın, Mahmut Erdal, Derviş Kemal, Âşık Yener, şair
ve yazar
Adil Ali Atalay bunlardan bazılarıdır. Kaybettiği halk ozanlarının acısını hep yüreğinde
hissetmiş ve bu acısını deyişlerine yansıtmıştır:
Âşık Ali Metin, 20 adet 45’lik plak, bir o kadar kaset ve 2 CD yapmıştır. 200 civarında
deyişi bulunmaktadır. Bunların yarısından çoğunu kendisi bestelemiştir. Bu kitapta deyişler,
içeriklerine göre ayrı kategorilere ayrılmıştır. Nitelik olarak deyişlerinin çoğu Alevilik ve
hümanizm üzerinedir. Bir o kadar da sevgi ve aşk temalı deyişleri vardır. Sosyal ve siyasi
deyişleri, ölüm teması üzerine olan deyişleri, doğa sevgisi üzerine ve halk ozanları için yazdığı
deyişler izler. Bu sayılardan Âşığın birçok konuda deyişi olmasına ve çok yönlü olmasına
karşın öncelikle Alevilik, hümanizma ve sevda deyişlerinin ağır bastığı aşikârdır.
Âşık Ali Metin’in ölüm teması üzerine olan şiirlerinden, yaşamın ne kadar ölümle iç içe
olduğu ve bu gerçekten kaçınılmayacağını ve her an ölecekmiş gibi kendi söylemiyle Hakk’a
yürüyecekmiş gibi yaşamak gerektiği anlatılır. O ölmeden önce ölmek gerektiği felsefesini
özümsemişti. Âşık, Vefasız Dünya adlı deyişinde şöyle seslenir:
Aşık Ali Metin, Duaz İmam, Methiye, Mersiye, Ağıt, Halay, Uzun Hava, Taşlama
tarzında türkü ve deyişler yazmış ve bestelemiştir. Deyişleri birçok sanatçı tarafından
seslendirilmiştir.
4 Kasım 2005 yılında, aramızdan ayrıldı Âşık Ali Metin. Vasiyeti köyüne
defnedilmesiydi, Ailesi bu isteğini yerine getirdi. Sivas’ın serin ve çok soğuk havası o
geldiğinde bir bahar yumuşaklığındaydı. Ve o gece gökyüzünde ne kadar yıl dız varsa
köyünün üzerine doğmuştu. Gece ışıl ışıldı. Bu dünyaya çok insan gelir. Mum, dibine ışık
tutmazdı. Âşık Ali Metin, hem halk ozanlığıyla hem Dedeliğiyle etrafına ışık tutan istisna
insanlardandır.
Yaşamını onca zorluklarla geçiren Aşık Ali Metin, inandığı gibi yaşamanın doygunluğu
ve huzuru içinde yatıyor şimdi. Sivas ellerinde sazı çalınıyor, birçok büyük ozan gibi. Âşığın
vasiyeti gereği mezar taşında yine kendi deyişi olan bir deyişin şu dörtlüğü okunacaktır:
Haberim Yok
Namazımı kıldırmışlar
Cenazemi kaldırmışlar
Metini yi öldürmüşler
Yaşıyorum haberim yok
Münafığın ikrarsızın
Yalancının duraksızın
Kanaatsiz kap kaççının
Bu dünyada yeri dardır
Sana Güvenme
Ariflerin yuvasında K
ayna aşkın tavasında
Vaz geç nefsin havasında
Gel kendine dön kendine
Gülzara Düştüm
Sevin Sevilin
İnsanlığın en önemli duygusu
Hoş görülü olun sevin sevilin
İnsan sayılırsa artar saygısı
Hoş görülü olun sevin sevilin
Düzenlediğim bir konsere değerli bir sanatçımızı da davet etmiştim. Geceye birkaç gün kala
hatırlatmak amacıyla bürosuna gittiğimde, Almanya’ya gittiğini öğrendim. Sanki o an
başımdan aşağı kaynar su döküldü. Bunun üzerine aşağı¬da ki şiiri yazdım.
Al Senin Olsun
Bu deyişin son kıtası Aşık Ali Metin Dede ’nin vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği
(yazdırdığı) dörtlüktür.
Ayrılamam
Fermanımı taksalar da
Çarmıhlara çaksalar da
Ateşlerde yaksalar da
Ben Ali’den ayrılamam
1965 senesinde Sivas ’da sazıma tel almak için bir dükkâna girdim; tel istedim. Dükkân
sahibi, yaşlı biriyle oturuyordu. Teli bana verdikten sonra oradaki yaşlı kişi; “Âşık bu sazı
çalma, günahtır. Abdest al, namaz kıl. "dedi. Ben ona döndüm ve şu soruyu sordum. “Amca
bizim abdessiz namazsız olduğumuzu nereden bildin?’’
Daha sonra sazımla ona şu cevabı verdim:
Ali Çağırır
Eren Bilir
Erenlerin yollarını
Pire ikrar veren bilir
Müşküllerin hallerini
Mürşidi kâmiller bilir
Ali Dediler
Yolumuzun Yezitleri
İnsanlığı saymıyorlar
Bundan utanç duymuyorlar
Ehli Beyt’e uymuyorlar
Yolumuzun yezitleri
1976 senesinde, Milli Eğitim Bakanı, Ali Nail’in emri ile okulların lise bölümünde okutulmak
üzere bir edebiyat öğretmeni olan Mübehat Küheyli isminde bir bayandan “Felsefeye
Başlangıç’’ isimli kitabı yazması isteniyor. Mübehat Küheyli bu kitabında Aleviler domuz eti
yerler, eşlerini kıskanmazlar vs. diye bahsederek, Alevileri hakir görüp 40 milyon Müslüman ’ı
birbirine düşürmeye çalışıyor.
Bayan Mübehat Küheyli ve Bakan Ali Nail’in ne felsefeyle ilgisi, ne de edebiyatla ilgisi olan
insanlar olmadıkları gibi, halkı birbirine kışkırtarak bölücülük yapan mahlûktan başka bir şey
değiller. Bu bayana yanıtım:
Derdin Nerende
Kerbela faciasında bir gelin hiç durmadan feryadı figan edip, ağlıyor. Bir âşık soruyor:
“Niçin feryadı figan edersin bacı? Ceddin ve celalim seversen söyle derdin ne, ben de
ağlayayım söyle? ” deyip, Aşık gelinden sual soruyor.
Aşık böyle sual edince, gelin yine ahu feryad ederek, Aşığa şöyle yanıt veriyor.
Kasım, babasının yazdığı pazubendi çıkarıp emmisine sundu. Hz. imam Hüseyin,
Kasım’ın kolundaki pazubendi okudu ağladı, öptü başına koydu. Pazubent şöyle
yazılmıştı:
“Ya kardeşim İmam Hüseyin! Ehl-i Beyt'i Kerbela Sahrası’na götürdüğünde, Kasım ve
oğlum Abdullah’ı da ihmal etme. Onlar da Kerbela Sahrası ’na Ehl-i Beyt kervanına
katılsınlar. Şerbeti şahadetten mahrum kalmasınlar. ”
Hz. İmam Hüseyin bunun üzerine Kasım ’ı ve kızı Fatıma ’yı çağırdı. Kasım ’a şöyle hitab
etti:
“Kardeşimin bana vasiyeti var. Kızın Fatıma’yı oğlum Kasım ’a nikâh eyleyesin
buyurmuş.”
Şimdi ellerinizi kınalayın, nikâh merasimi yapacağım. ” dedi ve Kasım ile Fatma’nın
nikâh merasimini yaptı.
Kasım, Fatıma’nın yanında beş dakika kaldıktan sonra Fatıma ’dan müsade aldı. Hz.
İmam Hüseyin ’den emir aldı; kılıcını kuşandı. Kasım emmisinden müsade alınca,
Fatıma Kasım’ın ayrılığına dayanamadı ve Kasım ’a şöyle seslendi:
Kasım, Fatıma ’mn bu ağıdı üzerine Fatma ’ya ve emmisi¬ne şöyle seslendi:
Metini’’yem diyarından
Geçerim küllü varımdan
Kerbela’ da huzurunda
Emmi sana kurban olam
Evliyalar serverisin
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Gerçek erenler pirisin
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Hayır Allah’tan
Medet Ya Sultan
İlahi Ya Rab
Gezdim şu âlemi küreyi arzı
Bir dostum var sensin ilahi ya Rab
Emredip buyurdun bizlere farzı
Bir dostum var sensin ilahı ya Rab
Merhaba
Metini’yem elhamdüllah
İmanımız vardır billâh
Mürşüdüm Seyyid Feyzullah
Allah Allah Allah Allah
Hem Ali’dir Veliyullah
16 Ağustos 1986 tarihinde, Hacı Bektaş Veli anma töreninde Hünkârın öz varlığını
dile getiren olmadı. Bizlere de töreni yönetenler fırsat vermediler. Bu töreni
yönetenlere şöyle yanıt verdim: