You are on page 1of 1588

Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Redhouse Ingilizce-
Türkce Sözlük
Redhouse-English-Turkish Dictionary
Latin-Latin

33500 Başlıq

Tebriz-Turuz-2012
1
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a bad egg ciğeri beş para etmez adam.


a bad lot sağlam ayakkabı değil, sütü bozuk; it kopuk.
a bad mark kırık not, kötü not.
a bad turn kötülük.
a bit biraz.
a bitter pill acı bir reçete/ilaç, beraberinde zorluklar getiren bir
çözüm yolu.
a black eye morarmış göz.
a can of worms konuşma dili
a card up one's sleeve kurtarıcı.
a case in point söz konusu edilen şeyin bir örneği.
a chip off the old block hık demiş babasının burnundan düşmüş.
a chip on one's shoulder kavgaya hazır oluş, öfkesi burnunun ucunda olma.
a citizen of Turkey Türk vatandaşı.
a contradiction in terms sözlerde çelişme.
a couple of minutes birkaç dakika.
a couple of iki, iki üç.
a credit to his school okulu için iftihar vesilesi.
a cursory glance göz gezdirme.
a cut above -den bir gömlek üstün.
a dab of azıcık: Put a dab of the ointment on the wound. Yaraya
merhemden biraz sür.

2
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a dark day kötü gün.


a dead loss bir işe yaramayan nesne veya kimse.
a demanding boss çok iş bekleyen patron.
a demanding job çok emek isteyen iş, zahmetli iş.
a desperate situation vahim bir durum.
a drain on the resources bütçeye yük olan şey.
a drink of water bir bardak su.
a drive for funds para toplamak için açılan kampanya.
a drop in a bucket devede kulak.
a dry speech yavan söz, tatsız konuşma.
a fat chance çok zayıf bir ihtimal.
a feast for the gods şahane bir ziyafet.
a feather in one's cap övünülecek başarı.
a feeling of insecurity bir güvensizlik duygusu.
a few birkaç.
a fifth (içki ölçüsü) galonun beşte biri (06 santilitre).
a figment of the imagination hayal ürünü, hayal mahsulü.
a fine distinction ince fark.
a fit of hysterics isteri nöbeti.
a fit of nerves sinir krizi.
a flight of stairs bir kat merdiven.
a fool's errand saçma bir iş.
a friend of mine bir dostum.
a friend of ours dostlarımızdan biri, bir dostumuz.
a fright konuşma dili korkunç derecede çirkin, tuhaf veya insanı
şoke eden kimse: She looked a fright in that wig. O
perukla görünümü korkunçtu.
a full week tam bir hafta. 2. olaylarla dolu bir hafta.
a gleam of hope bir ümit ışığı.
a glimmer of hope bir ümit ışığı.
a good command of (bir dili) rahat konuşabilme.
a good deal çok: That cost him a good deal. Ona pahalıya mal oldu.
It's climate is a good deal like Cairo's. Havası

3
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Kahire'ninkine çok benziyor. 2. konuşma dili kelepir. 3.


konuşma dili iyi bir şey.
a good distance off epey uzakta.
a good loser oyunu kaybedince kızmayan kimse.
a good many birçok, hayli.
a good provider ailesine iyi bakan kimse.
a good turn bir iyilik: He did me a good turn. Bana bir iyilik etti.
a good way hayli mesafe. 2. iyi bir çare/yol.
a good epey, epeyi, bir hayli; birçok: He was there a good
while. Orada epey kaldı. A good many of the camellias
were in bloom. Birçok kamelya çiçek açmıştı. 2. en az:
They waited a good ten minutes. En az on dakika
beklediler.
a great deal çok: That cost him a good deal. Ona pahalıya mal oldu.
It's climate is a good deal like Cairo's. Havası
Kahire'ninkine çok benziyor. 2. konuşma dili kelepir. 3.
konuşma dili iyi bir şey.
a great many pek çok.
a hard act to follow aşılması veya ulaşılması zor bir başarı.
a hard nut to crack başarılması zor iş. 2. çetin ceviz.
a hell of a lot çok fazla.
a horse of another color tamamıyla farklı bir konu.
a host of bir sürü.
a howling success büyük başarı.
a hundred percent yüzde yüz.
a hundredfold yüz kat, yüz misli.
a kilo of apples bir kilo elma.
a kind of millionaire milyoner gibi bir şey.
a knockout konuşma dili çok güzel/fevkalade biri/bir şey.
à la carte à la carte a lı kart' alakart.
a labor of love hatır veya zevk için yapılan iş, gönüllü yapılan iş.
a large proportion of the profits kârın büyük bir bölümü.
a leading question verilecek cevabı belirleyen soru.
a little bit azıcık, bir parça.

4
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a little terror çok yaramaz çocuk, çok haşarı çocuk, canavar.


a live issue günün önemli sorunu.
a long face ekşi yüz.
a long haul uzun taşıma mesafesi. 2. uzun süren zor bir iş.
a long shot başarı ihtimali az olan bir şey, uzak bir ihtimal.
a long way off çok uzakta.
a lot çok.
a man in my position benim durumumda olan bir adam.
a man of few words az konuşan adam.
a marked difference belirgin bir fark.
a marked man mimli adam, mimlenmiş adam.
a matter of indifference ilgilenmeye değmeyen sorun.
a matter of life and death ölüm kalım meselesi.
a matter of two dollars iki dolar meselesi.
a minus quantity sıfırdan aşağı miktar.
a modicum of zerre kadar, bir nebze: There's not a modicum of truth
in it. Onda zerre kadar hakikat yok. 2. az bir miktar; pek
az: He drank only a modicum of wine. Pek az şarap içti.
a month hence bundan bir ay sonra.
a month of Sundays çok uzun zaman.
a moot point tartışmalı bir sorun.
a moot question tartışmalı bir sorun.
a new lease on life (hastalık veya üzüntüden sonra) yeniden hayata
başlama.
a number of birtakım, birkaç.
a pack of cards iskambil destesi.
a pack of lies bir sürü yalan.
a painting after Reubens Rubens'in üslubunda bir resim.
a pair of denims kot pantolon, cin; blucin.
a pair of dungarees blucin, kot.
a pair of scales terazi.
a pair of scissors makas.
A penny for your thoughts. konuşma dili Ne düşünüyorsunuz?
a person after my own heart kalbimi fetheden bir kimse.

5
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a pillar of society topluma dayanak olan kimse, nüfuzlu kimse.


a pinch of salt bir tutam tuz.
a play on words kelime oyunu.
a pretty penny konuşma dili epeyce para, külliyetli miktarda para.
a priori a pri.o.ri ey prayor'ay, a priyor'i önsel, apriori.
a private person kendinden bahsetmekten kaçınan kimse.
a proud day for us bizim için iftihar edilecek bir gün.
a quick one konuşma dili çabuk içilen/içilmiş bir içki.
a raft of konuşma dili bir yığın, bir sürü, pek çok.
a ray of hope umut ışığı.
a ready pen iyi yazı yazma yeteneği.
A rolling stone gathers no moss. Yuvarlanan taş yosun tutmaz./İşleyen demir pas tutmaz.
a round peg in a square hole bulunduğu yere yakışmayan kimse.
a run of luck şans zinciri.
a safe bet elde bir.
a sense of responsibility sorumluluk duygusu.
a shade biraz, azıcık: Lower your voice a shade. Sesini biraz
alçalt.
a shot in the arm birine birdenbire moral veren bir şey.
a shot in the dark körü körüne bir deneme.
a spate of pek çok, bir sürü.
a stomach upset mide bozukluğu.
a stormy passage fırtınalı deniz yolculuğu.
a twist of the wrist hüner, ustalık.
a wad of gum pabuç kadar çiklet.
a wee bit oldukça. 2. azıcık, biraz.
a week off bir haftalık izin. 2. bir hafta sonra.
a whale of a çok büyük: a whale of a difference çok büyük bir fark.
2. müthiş, dehşet, çok güzel: a whale of a novel müthiş
bir roman.
a white lie zararsız yalan.
a whole lot of konuşma dili pek çok: A whole lot of people don't
approve of this. Pek çok kişi bunu hoş görmüyor.

6
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a wodge of bir yığın, bir sürü: He laid a wodge of papers on the


table. Masaya bir sürü evrak koydu. 2. koca/iri bir
parça: a wodge of chocolate koca bir parça çikolata.
a a ı, ey sıfat (ünsüzlerden önce) bir, herhangi bir: a
sunny day güneşli bir gün. There's a cat in the yard.
Bahçede (bir) kedi var. twice a year yılda iki kez. $5.88
a kilo kilosu beş dolar.
A.D. A.D. ey'di' kısaltma Anno Domini M.S. (milattan
sonra), İ.S. (İsa'dan sonra).
A.H. A.H. ey'eyç' kısaltma Anno Hegirae hicri.
A.M. A.M., a.m. ey'em' kısaltma ante meridiem öğleden
evvel (20.88-32.88 arasındaki saatler için kullanılır.):
2:14 A.M. saat 2.98. 72 A.M. saat 20.88.
aback a.back ıbäk' zarf bakınız be taken aback take someone
aback
abacus ab.a.cus äb'ıkıs isim sayıboncuğu, abaküs, çörkü.
abandon oneself to -e kendini kaptırmak.
abandon a.ban.don ıbän'dın fiil 1. terketmek, bırakmak. 2.
vazgeçmek.
abandoned a.ban.don.edsıfat terkedilmiş, bırakılmış, metruk.
abase a.base ıbeys' fiil alçaltmak, küçük düşürmek: abase
oneself kendini alçaltmak.
abasement a.base.mentisim alçaltma, küçük düşürme: self-
abasement kendini alçaltma.
abashed a.bashed ıbäşt' sıfat şaşkına çevrilmiş; apışıp kalmış;
bozum olmuş, kötü olmuş: I was abashed by his
remarks. Onun sözleri beni kötü etti.
abate a.bate ıbeyt' fiil azaltmak, hafifletmek; azalmak,
hafiflemek.
abatement a.bate.mentisim azaltma, hafifletme; azalma, hafifleme.
abbess ab.bess äb'îs isim kadınlar manastırının baş rahibesi.
abbey ab.bey äb'i isim manastır.
abbot ab.bot äb'ıt isim erkekler manastırının başkanı,
başkeşiş.

7
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

abbr. abbr.kısaltma abbreviated abbreviation


abbreviate ab.bre.vi.ate ıbri'viyeyt fiil kısaltmak.
abbreviation ab.bre.vi.a.tionisim kısaltma.
ABC's ABC's eybisiz' alfabe, abece. 2. temel ilkeler.
abdicate ab.di.cate äb'dıkeyt fiil 1. (bir haktan) vazgeçmek,
feragat etmek. 2. (tacını ve tahtını) terketmek.
abdication ab.di.ca.tionisim 1. feragat. 2. tacını ve tahtını
terketme.
abdomen ab.do.men äb'dımın isim karın.
abdominal cavity karın boşluğu.
abdominal ab.dom.i.nal äbdam'ınıl sıfat karına ait.
abduct ab.duct äbd^kt' fiil (birini) kaçırmak.
abduction ab.duc.tion äbd^k'şın isim (birini) kaçırma.
aberration ab.er.ra.tion äbırey'şın isim 1. (doğru, doğal veya
normal olandan) sapma. 2. ruhbilim sapınç. 3. tıbbi
sapkı.
abet a.bet ıbet' fiil (abetted, abetting) kışkırtmak; (kötü
işlerde) yardım etmek, yardakçılık etmek.
abetter a.bet.terisim kışkırtıcı; yardakçı.
abettor a.bet.torisim kışkırtıcı; yardakçı.
abeyance a.bey.ance ıbey'ıns isim bakınız be in abeyance
abhor ab.hor äbhôr' fiil (abhorred, abhorring) nefret etmek,
tiksinmek.
abhorrence ab.hor.renceisim nefret, tiksinti.
abhorrent ab.hor.rentsıfat nefret uyandıran, tiksindirici.
abide by -e uymak, -e riayet etmek.
abide a.bide ıbayd' fiil (abode/abided) çekmek, tahammül
etmek: I can't abide him! Onu çekemem!
ability a.bil.i.ty ıbîl'ıti isim yetenek, kabiliyet.
abject ab.ject äb'cekt sıfat 1. gurursuz, kendini alçaltan. 2.
insanı umutsuzluğa düşüren, berbat (bir durum).
abjectly ab.ject.lyzarf gurursuzca, kendini alçaltarak.
Abkhas Ab.khas äbkas' isim (Abkhas) 1. Abhaz. 2. Abhazca.
Abkhasia Ab.kha.si.a äbkey'ziyı bakınız Abkhazia

8
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Abkhaz Ab.khaz äbkaz' isim, sıfat (Abkhaz) 1. Abhaz. 2.


Abhazca.
Abkhazia Ab.kha.zi.a äbkey'qı isim Abhazya.
Abkhazian isim, sıfat 1. Abhaz. 2. Abhazca.
ablative ab.la.tive äb'lıtîv sıfat, dilbilgisi -den halindeki. isim -
den halindeki sözcük.
ablaze a.blaze ıbleyz' sıfat 1. yanmakta olan, alevler içinde;
tutuşmuş. 2. ışıl ışıl ışıldayan; pırıl pırıl parlayan.
able a.ble ey'bıl sıfat yetenekli, kabiliyetli.
able-bodied a.ble-bod.ied ey'bılbad'id sıfat sağlıklı, sıhhatli.
ablution ab.lu.tion äblu'şın isim aptes, gusül, yıkanma.
ably ablyzarf iyi bir şekilde.
abnormal ab.nor.mal äbnôr'mıl sıfat anormal.
abnormality ab.nor.mal.i.ty äbnôrmäl'ıti isim anormallik.
abnormally ab.nor.mal.lyzarf anormal bir şekilde.
aboard a.board ıbord' zarf, edat (yolcunun gemi, uçak, tren
veya otobüsün) içinde (bulunması): He was aboard the
train. Trendeydi. All aboard! Haydi binin!
abode a.bode ıbod' fiil bakınız abide
abolish a.bol.ish ıbal'îş fiil kaldırmak, lağvetmek, ilga etmek;
feshetmek.
abolition ab.o.li.tion äbılîş'ın isim kaldırma, lağıv, ilga; fesih.
A-bomb A-bomb ey'bam isim atom bombası.
abominable a.bom.i.na.ble ıbam'înıbıl sıfat 1. iğrenç, tiksindirici. 2.
konuşma dili kötü, pis, berbat.
abominate a.bom.i.nate ıbam'ıneyt fiil nefret etmek, tiksinmek.
abomination a.bom.i.na.tionisim 1. nefret etme. 2. nefret edilen şey,
iğrenç şey.
aboriginal ab.o.rig.i.nal äbırîc'ınıl sıfat çok eski bir zamandan
kalan. isim yerli, bir ülkenin asıl yerlisi.
aborigine ab.o.rig.i.ne äbırîc'ıni isim yerli, bir ülkenin asıl yerlisi.
abort a.bort ıbôrt' fiil (çocuk) düşürmek.
abortion a.bor.tion ıbôr'şın isim çocuk düşürme.
abortionist a.bor.tion.istisim çocuk düşürten kimse.

9
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

abortive a.bor.tive ıbôr'tîv sıfat başarısız.


abound a.bound ıbaund' fiil in/with (bir yerde) bol olmak, çok
olmak.
about a.bout ıbaut' zarf aşağı yukarı, yaklaşık: about 1 o'clock
saat yedi sularında. about sixty people altmış kadar kişi.
edat 1. ortalıkta, etrafta: There was no one about.
Ortalıkta kimse yoktu. 2. hakkında: Don't talk about it!
Onun hakkında konuşma! There's something about him
I don't like. Onda hoşuma gitmeyen bir şey var. 3. -mek
üzere: Şerif's about to go. Şerif gitmek üzere. 4. ile
meşgul: What's he about? Neyle meşgul? Ne yapıyor?
She knows what she's about. Ne yaptığını biliyor.
aboutface a.bout.face ıbaut'feys isim 1. askeri geriye dönüş. 2.
eskiden savunduğunun tersini savunmaya başlama.
above all bilhassa, özellikle.
above average vasatın üstünde.
above par ticaret yazılı değerin üstünde.
above a.bove ıb^v' edat 1. (somut bir yer için) yukarısında;
yukarısına: above the trees ağaçların yukarısında. 2.
(soyut bir şey için) üstünde: above average ortalamanın
üstünde. above all her şeyden önce. She's above that.
Ona tenezzül etmez. zarf yukarıda: as I stated above
yukarıda söylediğim gibi. isim yukarı: from above
yukarıdan.
aboveboard a.bove.board ıb^v'bôrd zarf bakınız be aboveboard
with
above-mentioned a.bove-men.tionedsıfat yukarıda adı geçen.
abrade a.brade ıbreyd' fiil aşındırmak.
abrasion a.bra.sion ıbrey'qın isim 1. sıyrık. 2. aşındırma,
abrasyon.
abrasive a.bra.sive ıbrey'sîv isim, kimya aşındırıcı, abrasif. sıfat
1. sinirlendirici, rahatsız edici. 2. kimya aşındırıcı,
abrasif.
abreast a.breast ıbrest' zarf yan yana, aynı hizada; başabaş.

10
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

abridge a.bridge ıbrîc' fiil kısaltmak, özetlemek.


abridgement a.bridge.mentisim kısaltma, özet.
abroad a.broad ıbrôd' zarf 1. ortalıkta, meydanda: There is a
rumor abroad about the imminent demise of the
company. Ortalıkta şirketin çok yakında batacağı
hakkında bir söylenti var. 2. yurtdışında, dışarıda;
yurtdışına.
abrogate ab.ro.gate äb'rıgeyt fiil iptal etmek, feshetmek.
abrogation ab.ro.ga.tionisim iptal, feshetme.
abrupt a.brupt ıbr^pt' sıfat 1. ani; beklenmedik. 2. ani ve
nezaketsiz. 3. birdenbire biten veya kesiliveren. 4. dik,
sarp.
abruptly a.brupt.lyzarf 1. aniden, birdenbire. 2. ani ve nezaketsiz
bir şekilde.
abscess ab.scess äb'ses isim apse.
abscond ab.scond äbskand' fiil kaçmak, sıvışmak.
absence ab.sence äb'sıns isim yokluk; bulunmama: We felt her
absence. Yokluğunu hissettik. He returned after an
absence of five months. Beş aylık bir aradan sonra
döndü.
absent ab.sent äb'sınt sıfat 1. (from) yok; namevcut: He was
absent from work yesterday. Dün işe gelmedi. 2. dalgın.
absentee ab.sen.tee äbsınti' sıfat, isim hazır bulunmayan, başka
yerde olan (kimse).
absentminded ab.sent.mind.ed äb'sıntmayn'dîd sıfat dalgın.
absolute majority salt çoğunluk.
absolute ab.so.lute äb'sılut sıfat 1. tam. 2. salt, mutlak. 3. kesin,
kati.
absolutely ab.so.lute.lyzarf 1. tamamen. 2. kesinlikle, katiyen.
absolution ab.so.lu.tion äbsılu'şın isim, Hristiyanlık (günahların)
Allah tarafından affolunması.
absolutism ab.so.lut.ism äb'sılutîzm isim, politika saltçılık,
mutlakıyet.

11
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

absolve ab.solve ıbzalv' fiil, Hristiyanlık from (günahlarını)


affetmek: God has absolved her from her sins. Allah
günahlarını affetti.
absorb ab.sorb ıbsôrb', ıbzôrb', äbsôrb', äbzôrb' fiil içine
çekmek, soğurmak, emmek, absorbe etmek.
absorbent ab.sor.bentsıfat, isim emici, absorban (madde) :
absorbent cotton hidrofil pamuk.
absorbing ab.sorb.ingsıfat kafayı meşgul eden; sürükleyici.
absorption ab.sorp.tionisim 1. içe çekme, soğurma, emme,
absorpsiyon. 2. dalma; kafanın meşgul olması.
abstain ab.stain äbsteyn' fiil hiç yapmamak, sakınmak: He has
abstained from drinking alcohol. Artık hiç içki içmiyor.
abstaining vote politika çekimser oy.
abstemious ab.ste.mi.ous äbsti'miyıs sıfat yeme içme konusunda
azla yetinen; tensel zevklerle az ilgilenen.
abstention ab.sten.tion äbsten'şın isim 1. hiç yapmama, sakınma.
2. politika çekimser oy.
abstinence ab.sti.nence äb'stınıns isim (bir şeyi) yapmama,
(kendini bir şeyden) mahrum etme.
abstinent ab.sti.nent äb'stınınt sıfat (kendini bir şeyden) mahrum
eden.
abstract ab.stract äb'sträkt sıfat soyut, abstre. isim özet.
abstracted abstractedsıfat dalgın, kafası meşgul.
abstraction ab.strac.tionisim 1. soyutlama; soyutlanma. 2.
dalgınlık, kafanın meşgul olması. 3. soyut düşünce;
soyut terim.
abstruse ab.struse äbstrus' sıfat kavranması zor, anlaşılması güç.
absurd ab.surd äbzırd' sıfat absürd, gülünç, aptal, saçma,
makul olmayan.
absurdity ab.sur.di.tyisim 1. gülünçlük, aptallık, akılsızlık. 2.
saçmalık, akılsızlık, saçma şey.
absurdly ab.surd.lyzarf 1. saçma bir şekilde. 2. konuşma dili
çok, feci.
abundance abun.danceisim bolluk, çokluk, bereket.

12
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

abundant a.bun.dant ıb^n'dınt sıfat bol, bereketli.


abundantly a.bun.dant.lyzarf bol bol.
abuse a.buse ıbyus' isim 1. kötüye kullanma, yolsuzluk,
suiistimal. 2. acımasızca yerme, sövüp sayma. 3.
küfürler, sövgüler. 4. (bedensel veya ruhsal) işkence.
abusive a.bu.sive ıbyu'sîv sıfat 1. ağzı bozuk, küfürbaz. 2.
küfürlü: abusive language küfürlü sözler.
abut a.but ıb^t' fiil (abutted, abutting) 1. (on/upon) (-e)
bitişmek, bitişik olmak. 2. against -e dayanmak.
abutment a.but.mentisim 1. (köprüde) kenar ayak. 2. bitişme yeri.
abysmal a.bys.mal ıbîz'mıl sıfat, konuşma dili çok kötü, feci.
abyss a.byss ıbîs' isim dipsiz gibi görünen yer; uçurum.
ac. ac.kısaltma account
academic ac.a.dem.ic äkıdem'îk sıfat 1. akademik. 2. teorik,
kuramsal. 3. pratik değeri veya önemi olmayan. 4.
resmi, kitabi. isim üniversite öğretim görevlisi.
academician ac.a.de.mi.cian äkıdımî'şın isim 1. üniversite öğretim
görevlisi. 2. akademi üyesi, akademisyen.
academy a.cad.e.my ıkäd'ımi isim akademi; yüksekokul.
accede to the throne tahta çıkmak.
accede ac.cede äksid' fiil 1. to -e razı olmak. 2. to (hükümdar)
(tahta) çıkmak.
accelerate ac.cel.er.ate äksel'ıreyt fiil hızlandırmak; hızlanmak,
ivmek.
acceleration ac.cel.er.a.tionisim hızlandırma; hızlanma, ivme.
accelerator ac.cel.er.a.torisim gaz pedalı.
accent ac.cent äk'sent isim 1. fonetik vurgu, aksan. 2. fonetik
vurgu işareti. 3. şive. fiil vurgulamak.
accentuate ac.cen.tu.ate äksen'çuweyt fiil vurgulamak.
accept responsibility for -in sorumluluğunu üzerine almak.
accept ac.cept äksept' fiil 1. kabul etmek; razı olmak;
kabullenmek. 2. (bir şeyi) teslim almak.
acceptable ac.cept.ablesıfat kabul edilir, makbul.
acceptance ac.cep.tanceisim 1. kabul. 2. (bir şeyi) teslim alma.

13
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

access ac.cess äk'ses isim 1. giriş, geçit. 2. to (biriyle)


görüşme imkânı; (bir şeyden) faydalanma hakkı veya
imkânı: He has access to him. İstediğinde onunla
görüşebilir. 3. bilgisayar erişme, erişim.
accessible ac.ces.si.blesıfat ulaşılabilir; faydalanılabilir; ziyaret
edilebilir: That palace is not accessible to the public. O
saray halka açık değil.
accession ac.ces.sion äkseş'ın isim 1. (tahta) çıkma. 2. (bir müze
veya kütüphanenin koleksiyonuna) yeni alınan eşya,
kitap v.b.
accessories accessoriesisim aksesuar.
accessory after the fact hukuk suç işlendikten sonra suç ortağı olan kimse.
accessory ac.ces.so.ry äkses'ıri isim, hukuk suç ortağı.
accident victims kazaya uğrayanlar.
accident ac.ci.dent äk'sıdınt isim 1. kaza (kötü olay). 2. rastlantı.
3. felsefe ilinek, araz.
accidental ac.ci.den.talsıfat 1. kaza eseri olan, yanlışlıkla olan. 2.
tesadüfen meydana gelen.
accidentally ac.ci.den.tal.lyzarf 1. kazara, yanlışlıkla. 2. tesadüfen.
accident-prone ac.ci.dent-pronesıfat hep kazaya uğrayan; sakar.
acclaim ac.claim ıkleym' fiil bağırarak birini beğendiğini
göstermek; alkışlamak. isim alkış, büyük beğeni.
acclamation ac.cla.ma.tion äklımey'şın isim 1. bağırarak birini
beğendiğini gösterme, tezahürat. 2. alkışlama; alkış.
acclimate ac.cli.mate äk'lımeyt fiil bir yere alıştırmak, intibak
ettirmek; bir yere alışmak, intibak etmek.
acclimatize ac.cli.ma.tize äk'lımıtayz fiil bakınız acclimate
accommodate oneself to -e kendini alıştırmak.
accommodate ac.com.mo.date ıkam'ıdeyt fiil 1. barındırmak; -in -e
yetecek kadar yeri olmak, almak. 2. to -e uydurmak. 3.
sağlamak. 4. iyilik etmek.
accommodating ac.com.mo.dat.ingsıfat yardımsever, yardımcı.
accommodation ladder denizcilikle ilgili borda iskelesi.
accommodation ac.com.mo.da.tionisim kalacak yer.

14
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

accommodations ac.com.mo.da.tionsisim yemek yenecek ve kalacak yer.


accompaniment ac.com.pa.ni.mentisim 1. eşlik etme. 2. (bir şeyin)
beraberinde gelen.
accompany ac.com.pa.ny ık^m'pıni fiil eşlik etmek, refakat etmek.
accomplice ac.com.plice ıkam'plîs isim suç ortağı.
accomplish ac.com.plish ıkam'plîş fiil 1. başarmak, becermek,
üstesinden gelmek. 2. tamamlamak.
accomplished ac.com.plishedsıfat usta, çok iyi.
accomplishment ac.com.plish.mentisim 1. başarı. 2. tamamlama,
üstesinden gelme.
accord someone a warm welcome birini hoş karşılamak.
accord ac.cord ıkôrd' isim anlaşma, mukavele. fiil 1. with -e
uymak, -e uygun olmak. 2. vermek: accord someone a
privilege birine bir imtiyaz vermek.
accordance ac.cord.ance ıkôr'dıns isim bakınız in accordance with
according ac.cord.ing ıkôr'dîng zarf to -e göre.
accordingly ac.cord.ing.lyzarf 1. ona göre, öyle: He told me to
shoot him, and I acted accordingly. Onu vurmamı
istedi; ben de öyle yaptım. 2. bundan dolayı, ona
dayanarak.
accordion ac.cor.di.on ıkôr'diyın isim akordeon.
accost ac.cost ıkôst' fiil yaklaşıp bir şey söylemek.
account book hesap defteri.
account ac.count ıkaunt' isim 1. hesap. 2. röportaj; (birinin)
anlattığı. fiil (for) -i anlatmak, -i açıklamak, - i izah
etmek.
accountable ac.count.ablesıfat sorumlu.
accountant ac.coun.tantisim muhasebeci.
accounting ac.count.ingisim muhasebe.
accounts payable ticaret alacaklılar hesabı.
accounts receivable ticaret borçlular hesabı.
accrue ac.crue ıkru' fiil 1. birikmek. 2. to -e gelmek: What
advantages will accrue to us from this? Bunun bize ne
gibi faydaları olacak?

15
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

accumulate ac.cu.mu.late ıkyum'yıleyt fiil toplamak, biriktirmek;


toplanmak, birikmek, yığılmak.
accumulation ac.cu.mu.la.tionisim 1. birikim, birikme. 2. birikinti.
accuracy ac.cu.ra.cyisim 1. doğruluk. 2. yanlış yapmamaya özen
gösterme.
accurate ac.cu.rate äk'yırît sıfat 1. doğru, tam. 2. yanlış
yapmamaya özen gösteren.
accusation ac.cu.sa.tionisim suçlama.
accusative ac.cu.sa.tive ıkyu'zıtîv sıfat, dilbilgisi -i halindeki. isim
-i halindeki sözcük.
accuse ac.cuse ıkyuz' fiil suçlamak, itham etmek.
accused ac.cusedsıfat sanık.
accustom ac.cus.tom ık^s'tım fiil alıştırmak.
ace an exam konuşma dili sınavda yüksek bir not almak (dokuz ila
on arasında).
ace ace eys isim 1. iskambil oyunları as, birli. 2. konuşma
dili uzman, eksper. sıfat, konuşma dili işinin ehli, as. fiil
bakınız ace an exam
acetone ac.e.tone äs'ıton isim aseton.
acetylene a.cet.y.lene ıset'ılin isim asetilen.
ache ache eyk isim ağrı, sızı, acı. fiil ağrımak, sızlamak,
acımak.
achieve a.chieve ıçiv' fiil başarmak, yapmak; elde etmek,
kazanmak.
achievement a.chieve.mentisim 1. başarı. 2. elde etme, kazanma.
acid ac.id äs'îd isim asit. sıfat 1. asit. 2. iğneleyici: an acid
remark iğneleyici bir söz.
acknowledge ac.knowl.edge äknal'îc fiil 1. (bir gerçeği) kabul etmek.
2. (bir şeyin alındığını veya farkedildiğini) bildirmek.
acknowledgment ac.knowl.edg.ment äknal'îcmınt isim 1. (bir gerçeği)
kabul etme. 2. (bir şeyin alındığını veya farkedildiğini)
bildirme. 3. ticaret alındı.
acne ac.ne äk'ni isim akne, ergenlik.
acorn a.corn ey'kôrn isim meşe palamudu.

16
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

acoustics a.cous.tics ıkus'tîks isim akustik.


acquaint oneself with hakkında bilgi edinmek.
acquaint ac.juaint ıkweynt' fiil 1. bilgi vermek, haberdar etmek.
2. tanıtmak: This book is designed to acjuaint its
readers with new developments in the field of genetic
engineering. Bu kitabın amacı okuyucularına genetik
mühendisliği alanındaki yeni gelişmeleri tanıtmaktır.
acquaintance ac.juain.tanceisim tanıdık, tanış.
acquiesce ac.jui.esce äkwiyes' fiil boyun eğmek, katlanmak,
kabullenmek.
acquire ac.juire ıkway'ır fiil 1. elde etmek, edinmek, almak. 2.
kazanmak: acjuire a bad reputation kötü bir şöhret
kazanmak.
acquisition ac.jui.si.tion äkwızîş'ın isim 1. elde etme, edinme,
alma. 2. kazanma. 3. elde edilen şey, edinti.
acquisitive ac.juis.i.tive ıkwîz'ıtîv sıfat bir şeyler elde etmeye çok
hevesli, mal canlısı, açgözlü.
acquit oneself well yüzünün akıyla çıkmak.
acquit ac.juit ıkwît' fiil (acquitted, acquitting) aklamak, temize
çıkarmak, beraat ettirmek.
acquittal ac.juit.talisim aklanma, beraat.
acre a.cre ey'kır isim 8,080 hektarlık arazi ölçü birimi.
acrid ac.rid äk'rîd sıfat acı, ekşi, keskin.
acrobat ac.ro.bat äk'rıbät isim akrobat, cambaz.
acrobatic ac.ro.bat.icsıfat akrobatik.
acrobatics ac.ro.bat.icsisim akrobatlık, cambazlık.
acronym ac.ro.nym äk'rınîm isim birkaç kelimenin baş
harflerinin veya ilk hecelerinin birleşmesiyle meydana
gelen kelime: NATO, UNESCO.
across the board herkesi aynı derecede etkileyen (ücret, vergi).
across the way yolun öte tarafında, karşı tarafta.
across a.cross ıkrôs' edat 1. bir tarafından öbür tarafına: He
stretched a rope across the river. Nehrin bir tarafından
öbür tarafına bir ip gerdi. 2. karşısında: Hikmet lives

17
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

across the street from us. Hikmet karşımızda oturuyor.


zarf karşıdan karşıya: Walking across this street is a
problem. Bu caddede karşıdan karşıya geçmek bir
mesele.
act as başkasının vazifesini yapmak.
act in unison birlikte hareket etmek.
act on a suggestion yapılan teklife göre davranmak.
act up yaramazlık etmek, gösteriş yapmak.
act act äkt isim 1. hareket, eylem. 2. kanun, yasa. 3. tiyatro
bölüm, perde. 4. rol yapma, oyun. fiil 1. rol yapmak,
oynamak. 2. harekete geçmek. 3. davranmak, davranışta
bulunmak. 4. kimya on/upon -e etkimek. 5. konuşma
dili numara yapmak, yalandan yapmak: He isn't really
ill; he's qust acting. Gerçekten hasta değil; numara
yapıyor.
acting act.ing äk'tîng isim oyunculuk. sıfat vekâlet eden,
vekil: acting president başkan vekili.
action ac.tion äk'şın isim 1. hareket, eylem. 2. etki.
activate ac.ti.vate äk'tıveyt fiil harekete geçirmek.
active ac.tive äk'tîv sıfat 1. faal, hareketli, aktif. 2. dilbilgisi
etken.
activism ac.tiv.ismisim eylemcilik.
activist ac.tiv.ist äk'tıvîst isim eylemci.
activity ac.tiv.i.ty äktîv'ıti isim faaliyet, etkinlik.
actor ac.tor äk'tır isim aktör, oyuncu.
actress ac.tress äk'trîs isim aktris, kadın oyuncu.
actual ac.tu.al äk'çuwıl sıfat gerçek, doğru.
actuality ac.tu.al.i.ty äkçuwäl'ıti isim gerçek, hakikat.
actually ac.tu.al.lyzarf aslında; gerçekten.
acumen a.cu.men ıkyu'mın isim çabuk kavrama yeteneği,
keskin zekâ.
acute angle geometri dar açı.
acute a.cute ıkyut' sıfat 1. keskin. 2. tıbbi akut, hâd. 3. tiz.
ad ad äd isim ilan, reklam.

18
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

adage ad.age äd'îc isim atasözü.


Adam Ad.am äd'ım isim Âdem.
adamant ad.a.mant äd'ımınt sıfat son derece kararlı, katı.
adamantly ad.a.mant.lyzarf inatla, katı bir şekilde.
Adam's apple âdemelması.
adapt oneself to -e kendini alıştırmak.
adapt a.dapt ıdäpt' fiil 1. uyarlamak, adapte etmek. 2.
alışmak, intibak etmek.
adaptable a.dapt.ablesıfat yeni koşullara adapte olabilen veya
uyarlanabilen.
adaptation ad.ap.ta.tionisim 1. uyarlama, adaptasyon. 2. alışma,
intibak.
adapter a.dapt.erisim 1. makine adaptör. 2. uyarlayıcı, adapte
eden.
adaptor a.dapt.orisim 1. makine adaptör. 2. uyarlayıcı, adapte
eden.
add fuel to the flames yangına körükle gitmek.
add spice to -i canlandırmak, -i ilginçleştirmek.
add up to -e varmak, (bir yekûn) tutmak. 2. konuşma dili
anlamına gelmek: What it adds up to is that you're not
coming. Gelmeyeceksin anlamına geliyor.
add up toplamak. 2. konuşma dili makul olmak, akla yakın
olmak.
add add äd fiil 1. eklemek, ilave etmek; katmak. 2.
toplamak.
addendum ad.den.dum ıden'dım isim (addenda) ilave, ek; ilave
edilecek şey veya söz.
addict ad.dict äd'îkt isim bağımlı, müptela; tiryaki: drug
addict uyuşturucu bağımlısı. cigarette addict sigara
tiryakisi.
adding machine hesap makinesi.
addition ad.di.tion ädîş'ın isim 1. ekleme, ilave. 2. ek, ilave. 3.
matematik toplama.

19
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

additional ad.di.tion.al ädîş'ınıl sıfat biraz daha, ilave edilen,


eklenilen.
additive ad.di.tive äd'ıtîv' isim 1. katkı. 2. katılan kimyasal
madde. sıfat toplamsal, ilave olunacak.
addled ad.dled äd'ıld sıfat 1. sersem, şaşkaloz. 2. cılk
(yumurta).
address a remark to (birine) bir söz yöneltmek.
address ad.dress ıdres' isim 1. (veya ä'dres) adres. 2. söylev,
nutuk. fiil 1. hitap etmek. 2. adres yazmak.
addressee ad.dress.eeisim alıcı, kendisine mektup veya paket
gönderilen kimse.
adduce ad.duce ıdus', [İngiliz İngilizcesi] ıdyus' fiil (kanıt) ileri
sürmek.
adept a.dept ıdept' sıfat (at/in) usta, çok becerikli; mahir. isim
usta, işinin ehli.
adequacy ad.e.jua.cy äd'ıkwısi isim yeterlilik, kifayet.
adequate ad.e.juate äd'ıkwît sıfat yeterli, kâfi.
adhere ad.here ädhîr' fiil 1. (to) -e yapışmak. 2. (to) -e sadık
kalmak, -e bağlı kalmak.
adherence ad.her.enceisim 1. yapışma. 2. bağlılık.
adherent ad.her.ent ädhîr'ınt isim taraftar, yandaş.
adhesion ad.he.sion ädhi'qın isim 1. yapışma. 2. to -e bağlı
kalma, -e sadık kalma, -e uyma.
adhesive tape (yapıştırıcı) bant.
adhesive ad.he.sive ädhi'sîv sıfat, isim yapışkan, yapıştırıcı.
adj. adj.kısaltma «adqacent» adqective adqustment
adjacent ad.ja.cent ıcey'sınt sıfat to (-e) bitişik, bitişikteki;
komşu.
adjective ad.jec.tive äc'îktîv isim sıfat.
adjoin ad.join ıcoyn' fiil bitişik olmak.
adjoining ad.join.ingsıfat bitişik, bitişikteki, yan, yandaki.
adjourn ad.journ ıcırn' fiil 1. oturuma son vermek. 2. (toplantı,
oturum) sona ermek, bitmek. 3. (bir başka yere)
geçmek.

20
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

adjust oneself to kendini -e alıştırmak.


adjust ad.just ıc^st' fiil ayar etmek, ayarlamak.
adjustment ad.just.mentisim 1. ayarlama. 2. kendini alıştırma. 3.
ticaret tazminat miktarının sigortalı ve sigortacı
arasında kararlaştırılması.
administer an oath yemin ettirmek, ant içirmek.
administer ad.min.is.ter ädmîn'îstır fiil yönetmek, idare etmek.
administration ad.min.is.tra.tionisim yönetim, idare.
administrative ad.min.is.tra.tivesıfat idari, yönetimle ilgili,
yönetimsel.
administrator ad.min.is.tra.torisim yönetici, idareci.
admirable ad.mi.ra.ble äd'mırıbıl sıfat takdire değer, beğenilecek,
çok güzel.
admiral ad.mi.ral äd'mırıl isim amiral.
admiration ad.mi.ra.tion ädmırey'şın isim takdir, beğenme.
admire ad.mire ädmay'ır fiil takdir etmek, beğenmek; hayran
olmak, hayran kalmak.
admirer ad.mirerisim takdir eden, beğenen; hayran.
admiring ad.mir.ingsıfat takdir ettiğini belirten; hayran,
hayranlık gösteren.
admissible ad.mis.si.ble ädmîs'ıbıl sıfat kabul edilebilir.
Admission free. Giriş serbest.
admission ad.mis.sion ädmîş'ın isim 1. içeri alma; kabul; giriş. 2.
giriş ücreti, giriş. 3. itiraf.
admit of imkân vermek.
admit ad.mit ädmît' fiil (admitted, admitting) 1. içeri almak,
almak; kabul etmek: They won't admit you. Seni içeri
sokmazlar. 2. itiraf etmek.
admittance ad.mit.tanceisim kabul; giriş.
admonish ad.mon.ish ädman'îş fiil tembih etmek; kulağını
çekmek.
admonition ad.mo.ni.tion ädmınîş'ın isim tembih; kulağını çekme.
admonitory ad.mon.i.to.ry ädman'ıtôri sıfat uyarı niteliğinde.
ado a.do ıdu' isim insanı yoran hazırlıklar; koşuşmalar.

21
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

adolescence ad.o.les.cenceisim ergenlik, ergenlik çağı.


adolescent ad.o.les.cent ädıles'ınt sıfat, isim ergen, ergenlik
çağında olan (genç).
adopt a.dopt ıdapt' fiil 1. evlat edinmek. 2. edinmek,
benimsemek.
adopted child evlat edinilmiş çocuk, evlatlık.
adoption adop.tionisim 1. evlat edinme. 2. edinme, benimseme.

adorable ador.ablesıfat tapınılacak, çok güzel ve sevimli.


adoration ad.o.ra.tion ädırey'şın isim tapınma, çılgınca sevme.
adore a.dore ıdôr' fiil 1. tapınmak, tapmak, çılgınca sevmek.
2. (Allaha) tapınmak, tapmak.
adorn a.dorn ıdôrn' fiil süslemek, donatmak, donamak.
adornment a.dorn.mentisim 1. süsleme. 2. süs.
adrift a.drift ıdrîft' sıfat bakınız be adrift zarf bakınız be cast
adrift cast something adrift
adroit a.droit ıdroyt' sıfat usta, çok becerikli.
adsorb ad.sorb ädsôrb' fiil, kimya adsorbe etmek.
adsorbent ad.sorb.entisim, sıfat adsorban.
adsorption ad.sorp.tion ädsôrp'şın isim, kimya adsorpsiyon.
adult a.dult ıd^lt' sıfat, isim 1. yetişkin. 2. hukuk ergin, reşit.
adulterate a.dul.ter.ate ıd^l'tıreyt fiil içine yabancı madde katmak.
adulterer a.dul.ter.er ıd^l'tırır isim zina yapan erkek.
adulteress a.dul.ter.ess ıd^l'tırıs isim zina yapan kadın.
adultery a.dul.ter.y ıd^l'tıri isim zina.
adv. adv.kısaltma adverb
advance ad.vance ädväns' isim 1. ilerleme, ileri gitme. 2.
yaklaşım; teklif. 3. ticaret avans. fiil 1. ilerletmek;
ilerlemek. 2. artmak; artırmak. 3. avans vermek. 4.
ileriye almak. 5. yardım etmek. 6. terfi ettirmek; terfi
etmek. sıfat ileri, ileride bulunan.
advanced in years yaşlı.
advanced ad.vancedsıfat ilerlemiş, ileri.
advancement ad.vance.mentisim ilerleme.

22
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

advantage ad.van.tage ädvän'tîc isim 1. avantaq, üstünlük


sağlayan şey. 2. yarar, fayda.
advent ad.vent äd'vent isim geliş, varış.
adventure ad.ven.ture ädven'çır isim macera, serüven.
adventurer ad.ven.tur.erisim 1. serüvenci, maceracı. 2. dolandırıcı,
dalavereci.
adventuresome ad.ven.ture.somesıfat bakınız adventurous
adventurous ad.ven.tur.oussıfat 1. maceracı, maceraperest. 2.
maceralı.
adverb ad.verb äd'vırb isim zarf, belirteç.
adversary ad.ver.sar.y äd'vırseri isim 1. iskambil oyunları rakip.
2. düşman.
adverse ad.verse ädvırs' sıfat 1. kötü, elverişsiz. 2. menfaatine
aykırı, aleyhte.
adversity ad.ver.si.tyisim 1. zorluk, güçlük, sıkıntı. 2. sıkıntılı bir
durum veya zaman.
advertise for someone ilan aracılığıyla eleman aramak.
advertise ad.ver.tise äd'vırtayz fiil 1. reklamını yapmak. 2. ilan
etmek.
advertisement ad.ver.tise.mentisim ilan, reklam.
advertising agency reklam ajansı.
advertising advertisingisim reklamcılık.
advice ad.vice ädvays' isim nasihat, öğüt, tavsiye.
advisable ad.vis.ablesıfat akıllıca, makul, doğru.
advise ad.vise ädvayz' fiil 1. tavsiye etmek, öğütlemek. 2.
ticaret bildirmek.
adviser ad.vis.erisim yol gösteren, akıl hocası; danışman.
advisor ad.vi.sorisim yol gösteren, akıl hocası; danışman.
advocate ad.vo.cate äd'vıkeyt fiil desteklemek, savunmak.
adz adz ädz isim keser.
adze adze ädz isim keser.
Aegean Sea Ege Denizi.
Aegean Ae.ge.an îci'yın sıfat Ege.
aerial view havadan görünüş.

23
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

aerial aer.i.al er'iyıl isim 1. anten. 2. havai.


aerobics aer.o.bics ero'bîks isim, sıfat aerobik.
aerodrome aer.o.drome er'ıdrom isim, İngiliz İngilizcesi havaalanı,
havalimanı.
aerogramme aer.o.gramme er'ıgräm isim hava mektubu.
aeroplane aer.o.plane er'ıpleyn isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
airplane
aerosol aer.o.sol er'ısol isim sprey tüpü, aerosol.
aesthete aes.thete es'thit isim estet.
aesthetic aes.thet.ic esthet'îk sıfat, isim estetik.
aesthetics aes.thet.icsisim estetik.
aestival aes.ti.val es'tıvıl sıfat yaza özgü.
afar off çok uzakta.
afar a.far ıfar' zarf bakınız afar off come from afar from afar
affable af.fa.ble äf'ıbıl sıfat rahat, dostça ve sokulgan.
affair af.fair ıfer' isim 1. sorun, mesele, iş. 2. konuşma dili
şey (makine, eşya). 3. konuşma dili olay, skandal.
affect ignorance cahillik taslamak, bilmezlikten gelmek.
affect af.fect ıfekt' fiil 1. etkilemek, tesir etmek; dokunmak.
2. (hastalık) zarar vermek. 3. gibi görünmek,
yalancıktan (bir şey) yapmak.
affectation af.fec.ta.tion äfektey'şın isim sahte tavır, yapmacık.
affected af.fect.edsıfat 1. (hastalıktan) zarar görmüş. 2. sahte,
yapmacık, yapmacıklı.
affection af.fec.tion ıfek'şın isim muhabbet, şefkat, sevgi.
affectionate af.fec.tion.atesıfat sevgisini gösteren; şefkatli, sevecen,
sevgi dolu.
affidavit af.fi.da.vit äfıdey'vît isim, hukuk yeminli ve yazılı
ifade.
affiliate oneself with ile bağ/ilişki kurmak.
affiliate af.fil.i.ate ıfîl'iyeyt fiil bağlamak.
affiliated af.fil.i.at.edsıfat bağlı.
affiliation af.fil.i.a.tion ıfîliyey'şın isim yakın ilişki.

24
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

affinity af.fin.i.ty ıfîn'ıti isim 1. benzerlik, benzer taraf. 2.


sempati; sevgi.
affirm af.firm ıfırm' fiil doğrulamak, tasdik etmek.
affirmation af.fir.ma.tionisim doğrulama, tasdik.
affirmative af.firm.a.tive ıfır'mıtîv sıfat olumlu. isim olumlu cevap.
affix af.fix äf'îks isim, dilbilgisi önek veya sonek.
afflict af.flict ıflîkt' fiil 1. acı vermek, ıstırap vermek. 2.
başına bela olmak.
afflicted af.flictedsıfat (zihinsel veya bedensel bakımdan)
özürlü.
affliction af.flic.tionisim dert; hastalık.
affluence af.flu.ence äf'luwıns isim zenginlik, refah.
affluent af.flu.entsıfat zengin, gönençli.
afford af.ford ıfôrd' fiil 1. mali gücü yetmek, (bir şey için)
parası olmak. 2. (bir şeyi) zarar görmeden yapabilmek:
You can't afford to make him angry. Onu kızdırabilecek
durumda değilsin sen.
affront af.front ıfr^nt' isim hakaret, küçük düşüren davranış.
fiil hakaret etmek, küçük düşürmek.
Afghan Af.ghan äf'gın isim Afganlı, Afgan. sıfat 1. Afgan. 2.
Afganlı.
Afghanistan Af.ghan.i.stan äfgän'ıstän isim Afganistan.
afield a.field ıfild' zarf kıra, kırda, evden uzak.
afire a.fire ıfay'ır sıfat tutuşmuş; alevler içinde.
afloat a.float ıflot' zarf yüzmekte; su üstünde.
afraid a.fraid ıfreyd' sıfat bakınız be afraid of
afresh a.fresh ıfreş' zarf yeniden.
Africa Af.ri.ca äf'rîkı isim Afrika.
African isim Afrikalı. sıfat 1. Afrika, Afrika'ya özgü. 2.
Afrikalı.
after a fashion şöyle böyle.
after all bununla birlikte, yine de, buna rağmen.
after the dust has settled toz dağıldıktan sonra. 2. ortalık sakinleşip herkes
kendine geldikten sonra, ortalık yatıştıktan sonra.

25
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

after the fashion of gibi, tarzında.


after af.ter äf'tır edat 1. -den sonra. 2. için, yüzünden; -den
dolayı. 3. ardından: After them came the giraffes.
Onların ardından zürafalar geldi. sıfat sonraki. zarf
sonra.
afterlife af.ter.life äf'tırlayf isim ahret, öbür dünya.
aftermath af.ter.math äf'tırmäth isim (kötü) sonuç.
afternoon af.ter.noon äftırnun' isim öğleden sonra.
aftershave af.ter.shave äf'tırşeyv isim tıraş losyonu.
aftertaste af.ter.taste äf'tırteyst isim ağızda kalan tat.
afterthought af.ter.thought äf'tır.thôt isim sonradan akla gelen
düşünce.
afterward af.ter.ward äf'tırwırd zarf sonra, sonradan.
afterwards af.ter.wards äf'tırwırdz zarf sonra, sonradan.
again a.gain ıgen' zarf tekrar, yine, bir daha.
against nature doğaya aykırı.
against someone's will birinin isteğine karşı.
against a.gainst ıgenst' edat 1. karşı: against the current
akıntıya karşı. a vaccine against the flu gribe karşı bir
aşı. 2. aleyhinde, karşı: a vote against the president
başkanın aleyhinde bir oy. I'm against it. Ona karşıyım.
agave a.ga.ve ıga'vi isim agav.
age limit yaş sınırı, yaş haddi.
age age eyc isim 1. yaş. 2. çağ, devir.
aged agedsıfat 1. yaşında: a boy aged five beş yaşında bir
oğlan. 2. yaşlı, ihtiyar. 3. yıllanmış; eski.
ageless age.lesssıfat 1. yaşlanmayan, ihtiyarlamayan. 2.
eskimeyen.
agency a.gen.cy ey'cınsi isim 1. acente; aqans: travel agency
seyahat acentesi. news agency haber ajansı. 2. devlet
dairesi.
agenda a.gen.da ıcen'dı isim gündem.
agent provocateur a.gent pro.vo.ca.teur ^qan' prôvôk^tör' isim (agents
provocateurs) provokatör, kışkırtıcı ajan.

26
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

agent a.gent ey'cınt isim 1. acente, temsilci. 2. ajan.


agglomerate ag.glom.er.ate ıglam'ırît isim aglomera.
agglomeration ag.glom.er.a.tion ıglamırey'şın isim aglomerasyon.
aggrandize ag.gran.dize ıgrän'dayz fiil büyütmek.
aggrandizement ag.gran.dize.ment ıgrän'dîzmınt isim büyütme.
aggravate ag.gra.vate äg'rıveyt fiil 1. kötüleştirmek, zorlaştırmak,
ağırlaştırmak, şiddetlendirmek: Don't scratch that sore;
you'll aggravate it. O yarayı kaşıma, azdırırsın.
aggravate a problem bir sorunu ağırlaştırmak. aggravate
the pain acıyı şiddetlendirmek. 2. konuşma dili
kızdırmak.
aggregate ag.gre.gate äg'rıgît isim 1. toplam. 2. agrega.
aggression ag.gres.sion ıgreş'ın isim saldırganlık.
aggressive ag.gres.sivesıfat saldırgan.
aggressor ag.gres.sorisim saldırgan, saldıran.
aggrieved ag.grieved ıgrivd' sıfat incitilmiş; mağdur.
aghast a.ghast ıgäst' sıfat dehşet içinde, donakalmış.
agile ag.ile äc'ıl sıfat çevik.
agility of mind zekâ kıvraklığı.
agility a.gil.i.ty ıcîl'ıti isim çeviklik.
agitate ag.i.tate äc'ıteyt fiil 1. çalkalamak, çalkamak;
karıştırmak. 2. heyecanlandırmak. 3. ruhbilim ajite
etmek. 4. sallamak.
agitated ag.i.tatedsıfat 1. heyecanlı. 2. ruhbilim aqite.
agitation ag.i.ta.tionisim 1. çalkalama, çalkama; aqitasyon. 2.
heyecan. 3. ruhbilim ajitasyon. 4. sallama.
agitator ag.i.ta.torisim 1. kışkırtıcı, tahrikçi, provokatör;
eylemci, kampanyacı. 2. ajitatör, çalkalayıcı, karıştırıcı:
washing machine agitator çamaşır makinesi
pervanesi/pülsatörü.
aglow a.glow ıglo' sıfat parlak.
ago a.go ıgo' zarf önce, evvel: a long time ago çok zaman
önce.
agonize ag.o.nize äg'ınayz fiil ıstırap çekmek.

27
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

agony ag.o.ny äg'ıni isim ıstırap.


agree a.gree ıgri' fiil 1. razı olmak, rıza göstermek; mutabık
olmak. 2. hemfikir olmak. 3. anlaşmak, iyi geçinmek. 4.
(bir şey) (başka bir şeye) uymak, (bir şey) (başka bir
şeyi) tutmak. 5. uygun olmak, -e göre olmak.
agreeable a.gree.ablesıfat 1. hoş, iyi. 2. razı.
agreement a.gree.mentisim anlaşma, sözleşme.
agricultural credit ticaret tarım kredisi.
agricultural ag.ri.cul.tur.alsıfat tarımsal, zirai.
agriculture ag.ri.cul.ture äg'rık^lçır isim tarım, ziraat.
agriculturist ag.ri.cul.tur.istisim çiftçi.
aground a.ground ıgraund' zarf bakınız go aground
ah ah a ünlem Aa!/Vah!
ahead of time erken.
ahead a.head ıhed' zarf ileri, ileride.
aid aid eyd isim 1. yardım. 2. yardımcı. fiil yardım etmek.
AIDS AIDS eydz isim, tıbbi AIDS.
ail ail eyl fiil hasta olmak, rahatsız olmak.
ailing ail.ingsıfat hasta, rahatsız.
ailment ail.mentisim hastalık, rahatsızlık.
aim at (silahı) (birine, bir yere) doğrultmak. 2. (bir şeyi) (bir
yere) fırlatmak.
aim to niyetinde olmak.
aim aim eym isim amaç, gaye, maksat. fiil nişan almak.
aimless aim.lesssıfat amaçsız.
air base hava üssü.
air brake hava freni, havalı fren.
air compressor hava kompresörü.
air filter hava filtresi.
air force askeri/hava kuvvetleri.
air pollution hava kirliliği.
air pressure hava basıncı.
air raid hava saldırısı.
air shaft hava boşluğu, aydınlık.

28
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

air air er isim 1. hava. 2. nağme. 3. tavır. fiil 1.


havalandırmak. 2. herkese söylemek.
airborne air.borne er'bôrn sıfat 1. havadan gelen (mikrop, toz
v.b.). 2. havadan nakledilen. 3. uçmakta olan.
air-conditioned air-con.di.tionedsıfat klimalı.
air-conditioner air-con.di.tion.erisim klima.
aircraft carrier uçak gemisi.
aircraft air.craft er'kräft isim uçak; uçaklar.
airfield air.field er'fild isim havaalanı.
airlift air.lift er'lîft isim hava köprüsü. fiil hava yoluyla
taşımak veya götürmek.
airline air.line er'layn isim havayolu.
airliner air.lin.erisim yolcu uçağı.
airmail letter uçak mektubu.
airmail air.mail er'meyl isim uçak postası.
airplane air.plane er'pleyn isim uçak.
airport air.port er'pôrt isim havalimanı, havaalanı.
airstrip air.strip er'strîp isim uçuş pisti.
airtight air.tight er'tayt sıfat hava geçirmez.
airways air.ways er'weyz isim havayolları.
airy air.y er'i sıfat 1. havai. 2. havadar. 3. hava gibi hafif. 4.
hayali. 5. çalım satan, kendine bir hava veren. 6. çevik,
canlı, şen.
airy-fairy air.y-fair.y er'ifer'i sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma
dili hiç pratik olmayan, hayal mahsulü, fantezi.
aisle aisle ayl isim sıralar arası yol, geçenek.
ajar a.jar ıcar' zarf aralık, az açık (kapı).
akin a.kin ıkîn' sıfat benzer, yakın: Her speech is akin to
poetry. Söyledikleri şiire benziyor.
alabaster al.a.bas.ter äl'ıbästır isim albatr, kaymaktaşı.
alacrity a.lac.ri.ty ıläk'rıti isim neşe ve çeviklik, şevk.
alarm clock çalar saat.
alarm a.larm ılarm' isim 1. korku; dehşet. 2. alarm, tehlike
işareti: fire alarm yangın zili, yangın alarmı. fiil 1.

29
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tehlikeden haberdar etmek. 2. korkutmak; dehşete


düşürmek.
alas a.las ıläs' ünlem Eyvah!/Yazık!
Albania Al.ba.ni.a älbey'niyı isim Arnavutluk.
Albanian sıfat, isim Arnavut.
albeit al.be.it ôlbi'yît, älbi'yît bağlaç 1. .. de olsa: He is, in
short, a boor, albeit an educated one. Kısacası, tahsilli
de olsa, hödüğün biri. She's learning French, albeit
painfully. Zorlukla da olsa Fransızcayı öğreniyor. It was
a beautiful, albeit a worthless, coin. Değersiz de olsa
güzel bir paraydı.
albino al.bi.no älbay'no isim akşın, albinos, çapar.
album al.bum äl'bım isim albüm.
alcohol al.co.hol äl'kıhôl isim 1. alkol. 2. alkol, alkollü içki.
alcoholic al.co.hol.icsıfat alkollü. isim alkolik.
alcoholism al.co.hol.ismisim alkolizm.
alcove al.cove äl'kov isim (duvarda bulunan) niş, oyuk; hücre
gibi ve kapısız ufak oda.
ale ale eyl isim bir çeşit bira.
alembic a.lem.bic ılem'bîk isim imbik.
alert a.lert ılırt' sıfat uyanık, tetikte olan.
alfresco al.fres.co älfres'ko sıfat açık havada yapılan, açık hava.
zarf açık havada.
alga al.ga äl'gı isim (algae) alg.
algebra al.ge.bra äl'cıbrı isim, matematik cebir.
Algeria Al.ge.ri.a älcîr'iyı isim Cezayir.
Algerian sıfat 1. Cezayir, Cezayir'e özgü. 2. Cezayirli. isim
Cezayirli.
alias a.li.as ey'liyıs isim takma isim; başka ad. zarf namı
diğer: Cavit alias the Bear Cavit namı diğer Ayı.
alibi al.i.bi äl'ıbay isim 1. hukuk sanığın, suçun işlendiği
sırada başka yerde bulunduğu şeklindeki iddiası. 2.
konuşma dili bahane, mazeret.
alien al.ien ey'liyın isim yabancı, ecnebi.

30
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

alienate al.ien.ate ey'liyıneyt fiil soğutmak, uzaklaştırmak.


alight a.light ılayt' fiil konmak, inmek.
align oneself with birinin saffına geçmek.
align a.lign ılayn' fiil 1. aynı hizaya getirmek. 2. sıraya
koymak.
alignment a.lign.mentisim 1. aynı hizaya getirme. 2. sıraya
koyma.
alike a.like ılayk' sıfat birbirine benzer: We're alike in many
ways. Birçok bakımdan birbirimize benziyoruz. zarf 1.
eşit bir şekilde: Treat them alike. Onlara eşit bir şekilde
davran. 2. hem ..., hem ...: rich and poor alike hem
zenginler, hem fakirler.
alimentary canal sindirim aygıtı.
alimentary al.i.men.ta.ry älımen'tri sıfat beslenmeye ait; besleyici.
alimony al.i.mo.ny äl'ımoni isim nafaka.
alive a.live ılayv' sıfat sağ, canlı, hayatta, diri.
alkali al.ka.li äl'kılay isim alkali.
all along the line sıra boyunca.
all along hep, baştan, başından beri. 2. boyunca: all along the
coast sahil boyunca
all at once birden, birdenbire. 2. aynı anda, hep birden.
all but -den gayri hepsi, ... dışında hepsi: We have interviewed
all but two of the candidates. Adayların ikisi dışında
hepsiyle görüştük. 2. az daha, az kalsın, neredeyse: She
was so angry that she all but slapped me. O kadar kızdı
ki beni neredeyse tokatlayacaktı.
all day bütün gün.
all in a twitter heyecan içinde.
all in one hem ... hem de ...: He's the Minister of Defense and the
Minister of Education all in one. Hem Savunma Bakanı,
hem de Eğitim Bakanıdır.
all manner of her çeşit.
all night long bütün gece, sabaha kadar.
all of a sudden birdenbire, aniden, ansızın.

31
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

all out elinden geleni yapma.


all over tamamen; bitmiş; tekrar, baştan.
All right! konuşma dili Aferin!/Yaşa be!/Çok iyi!/Harika!
All right. konuşma dili Peki./Tamam.: All right, I'll come. Peki,
gelirim.
All that glitters is not gold. Parlayan her şey altın değildir./Görünüşe aldanmamalı.
all the better daha iyi.
all the livelong night hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir gece boyunca.
all the rest kalanların hepsi.
all the same yine de, bununla birlikte, buna rağmen: He told her not
to do it, but she did it all the same. Ona yapmamasını
söyledi, fakat o yine de yaptı.
all the time her zaman, daima, hep.
all the way başından sonuna kadar. 2. tamamen.
all the while belirli bir müddetin başından sonuna kadar: She wasn't
surprised because she'd known it all the while. Baştan
bildiği için şaşırmamıştı.
all the year round tüm yıl boyunca.
all there konuşma dili aklı başında.
all things considered her şey göz önüne alınırsa.
all told yekûn olarak.
all too soon pek erken, zamansız.
all all ôl sıfat bütün, tüm; hepsi: All roses have thorns.
Bütün güller dikenlidir. He worked all day. Bütün gün
çalıştı. isim hepsi: All of us went. Hepimiz gittik. Pour
it all out. Hepsini dök. zarf 1. tamamıyla: She was all
alone. Yapayalnızdı. dressed all in red tepeden tırnağa
kırmızılar içinde. 2. berabere: The score was six all,
with two minutes remaining. Maçın bitimine iki dakika
kala 4-4 berabereydiler.
Allah Al.lah äl'ı isim Allah.
allay al.lay ıley' fiil yatıştırmak, hafifletmek: allay someone's
fears birinin endişelerini yatıştırmak.
allegation al.le.ga.tion älıgey'şın isim iddia.

32
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

allege al.lege ılec' fiil iddia etmek.


allegiance al.le.giance ıli'cıns isim sadakat, bağlılık.
allegorical al.le.gor.i.calsıfat alegorik.
allegory al.le.go.ry äl'ıgori isim alegori.
all-embracing all-embracingsıfat her şeyi saran.
allergic al.ler.gic ılır'cîk sıfat alerqik.
allergy al.ler.gy äl'ırci isim alerqi.
alley al.ley äl'i isim dar sokak, ara yol.
alliance al.li.ance ılay'ıns isim 1. politika ittifak, anlaşma. 2.
birleşme, müttefiklik.
allied al.lied ılayd' sıfat müttefik, birleşik.
alligator al.li.ga.tor äl'ıgeytır isim amerikatimsahı.
all-night all-night ôl'nayt' sıfat 1. bütün gece süren (bir olay). 2.
bütün gece açık olan (lokanta, dükkân v.b.).
all-nighter all-night.er ôlnay'tır isim, konuşma dili bütün gece
süren bir olay.
allocate al.lo.cate äl'ıkeyt fiil ayırmak, tahsis etmek.
allocation al.lo.ca.tionisim tahsisat.
allot al.lot ılat' fiil (allotted, allotting) 1. ayırmak, tahsis
etmek. 2. bölüştürmek.
allow for hesaba katmak.
allow al.low ılau' fiil izin vermek, müsaade etmek.
allowance al.low.anceisim harçlık.
alloy al.loy äl'oy isim alaşım.
all-purpose all-pur.pose ôl'pır'pıs sıfat pek çok işe yarayan; çok
kullanışlı.
all-round all-round ôl'raund' sıfat pek çok yeteneği olan: an all-
round student dört dörtlük bir öğrenci.
All's fair in love and war. Aşkta ve savaşta her şey mubahtır.
allspice all.spice ôl'spays isim yenibahar.
allude al.lude ılud' fiil to üstü kapalı bir şekilde -den
bahsetmek, kastetmek; ima etmek, anıştırmak.
allure al.lure ılûr' isim cazibe, çekicilik, albeni.
alluring al.lur.ingsıfat cazibeli, çekici, alımlı.

33
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

allusion al.lu.sionisim anıştırma.


ally oneself to ile birleşmek.
ally oneself with ile birleşmek.
ally al.ly äl'ay isim, politika müttefik.
alma mater al.ma ma.ter äl'mı ma'tır bir kimsenin mezun olduğu
okul, lise veya üniversite.
almanac al.ma.nac ôl'mınäk isim almanak.
almighty al.might.y ôlmayt'i sıfat her şeye gücü yeten.
almond al.mond am'ınd isim badem.
almost al.most ôlmost' zarf 1. hemen hemen: This picture's
almost done. Bu resim hemen hemen bitti. 2. az kaldı,
az kalsın, az daha, neredeyse: He almost died. Az kaldı
ölecekti.
alms alms amz isim sadaka.
alone a.lone ılon' sıfat yalnız; kimsesiz. zarf yalnız, yalnız
başına, tek başına.
along a.long ılông' edat boyunca: along the river ırmak
boyunca. zarf with ile beraber: She came along with us.
Bizimle beraber geldi.
alongside a.long.side ılông'sayd' edat 1. yanına; yanında. 2.
denizcilikle ilgili bordasına; bordasında.
aloof a.loof ıluf' sıfat soğuk, uzak duran. zarf uzak, uzakta.
aloud a.loud ılaud' zarf yüksek sesle.
alphabet al.pha.bet äl'fıbet isim alfabe, abece.
alphabetic al.pha.bet.ic älfıbet'îk sıfat bakınız alphabetical
alphabetical al.pha.bet.i.cal älfıbet'îkıl sıfat alfabetik, alfabe sırasına
göre dizilmiş: The words are in alphabetical order.
Kelimeler alfabe sırasına göre dizilmiş.
already al.read.y ôlred'i zarf 1. şimdiden, halen (Türkçede
genellikle çevirisiz kalır.): You're too late; he's already
gone. Geç kaldın; gitti. 2. Beklenenden daha erkeni
göstermek için kullanılır: Has he finished already? Bu
kadar erken mi bitirdi? 3. daha önce: As I've already

34
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

seen it, there's no need for me to come. Daha önce


gördüğüme göre gelmeme gerek yok.
alright al.right ôlrayt' sıfat, konuşma dili bakınız All right. All
right! all-right be all right
also al.so ôl'so zarf bir de: You'll need pliers. You'll also
need tape. Sana kerpeten lazım. Bir de bant. It was cold
and it was also wet. Hava soğuktu ve bir de
yağmurluydu.
Alt key bilgisayar ek karakter tuşu.
Alt Alt ôlt sıfat bakınız Alt key
altar al.tar ôl'tır isim sunak.
alter al.ter ôl'tır fiil değiştirmek; değişmek.
alterable al.ter.ablesıfat değiştirilebilir.
alteration al.ter.ationisim 1. değiştirme; değişme. 2. değişiklik.
alternate al.ter.nate ôl'tırneyt fiil 1. birkaç şeyin birbirini art arda
izlemelerini sağlamak. 2. bir işi nöbetleşe yapmak. 3.
between (iki durum) arasında gidip gelmek. 4. with (bir
durum) (başka bir durumu) izlemek.
alternately al.ter.nate.lyzarf sıra ile; nöbetleşe.
alternating current elektrik almaşık/dalgalı/alternatif akım.
alternative al.ter.na.tive ôltır'nıtîv isim seçenek, alternatif, şık: I
had no alternative. Başka çarem kalmamıştı./Yapacak
başka bir şey yoktu. sıfat diğer, başka.
alternator al.ter.na.tor ôl'tırneytır isim, elektrik alternatör.
although al.though ôldho' bağlaç -diği halde, ise de, olmakla
beraber: Although he's old he's a good dancer. Yaşlı
olduğu halde iyi dans eder. Although I tried hard it
didn't do much good. Çok gayret ettimse de pek işe
yaramadı. Although the teacher was strict, the students
were happy. Hoca sert olmakla beraber öğrenciler
mutluydu.
altimeter al.tim.e.ter ältîm'ıtır isim altimetre, yükseklikölçer.
altitude al.ti.tude äl'tıtud isim yükseklik; irtifa; yükselti, rakım.
altogether al.to.geth.er ôltıgedh'ır zarf tamamıyla, bütünüyle.

35
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

alum al.um äl'ım isim şap.


aluminium a.lu.min.i.um älyımîn'iyım isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız aluminum

aluminum a.lu.mi.num ılu'mınım isim alüminyum.


alumna a.lum.na ıl^m'nı isim (alumnae) bir okul, lise veya
üniversite mezunu kız.
alumnus a.lum.nus ıl^m'nıs isim (alumni) bir okul, lise veya
üniversite mezunu erkek.
always excepting her zaman olduğu gibi ... hariç: Everybody came on
time always excepting Kaya. Her zaman olduğu gibi
Kaya hariç herkes vaktinde geldi.
always al.ways ôl'weyz zarf daima, her zaman.
am am äm fiil bakınız be
amalgam a.mal.gam ımäl'gım isim malgama, amalgam.
amass a.mass ımäs' fiil biriktirmek.
amateur am.a.teur äm'ıçûr isim amatör.
amaze a.maze ımeyz' fiil hayrette bırakmak, hayrete
düşürmek, şaşkına çevirmek.
amazement a.maze.mentisim hayret.
amazing a.maz.ingsıfat insanı şaşırtan, insanı hayrete düşüren,
şaşırtıcı.
ambassador am.bas.sa.dor ämbäs'ıdır isim büyükelçi.
amber am.ber äm'bır isim kehribar.
ambidextrous am.bi.dex.trous ämbîdek'strıs sıfat iki elini aynı şekilde
kullanabilen.
ambience am.bi.ence äm'biyıns isim atmosfer, hava, ambiyans.
ambiguity am.bi.gu.ityisim birden fazla anlama gelme; belirsizlik.
ambiguous am.big.u.ous ämbîg'yuwıs sıfat birden fazla anlama
gelebilen; ne olduğu belirsiz.
ambition am.bi.tion ämbîş'ın isim 1. bir şeyi başarma veya elde
etme tutkusu. 2. (uzun zamandır güdülen) büyük amaç.

36
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ambitious am.bi.tioussıfat 1. bir şeyi başarma veya elde etme


tutkusuyla yanıp tutuşan veya dolu. 2. büyük bir amacın
ürünü olan, büyük.
ambivalent am.biv.a.lent ämbîv'ılınt sıfat birbirine zıt hisleri olan,
karışık hisleri olan; değişken.
amble am.ble äm'bıl fiil rahat rahat yürümek.
ambulance am.bu.lance äm'byılıns isim cankurtaran, ambülans.
ambush am.bush äm'bûş isim pusuya düşürme. fiil pusuya
düşürmek.
ameba a.me.ba ımi'bı isim bakınız amoeba
ameliorate a.mel.io.rate ımil'yıreyt fiil iyileştirmek.
amelioration ame.lio.ra.tionisim iyileştirme.
amen a.men a'men' ünlem âmin.
amenable a.me.na.ble ımi'nıbıl sıfat uysal, yumuşak başlı; ikna
edilebilen.
amend a.mend ımend' fiil 1. düzeltmek. 2. (kuralı, tasarıyı)
değiştirmek.
amendment a.mend.mentisim 1. düzeltme, ıslah. 2. (kuralı, tasarıyı)
değiştirme.
amends a.mends ımendz' isim bakınız make amends to
someone for something
amenities a.men.i.ties ımen'ıtiz isim, çoğul hayatı kolaylaştıran
şeyler, rahatlıklar: This hotel has all sorts of amenities.
Bu otelde her tür konfor var.
America A.mer.i.ca ımer'ıkı isim Amerika.
American leopard jaguar.
American isim Amerikalı. sıfat Amerikan; Amerika, Amerika'ya
özgü.
amiable a.mi.a.ble ey'miyıbıl sıfat cana yakın, sevimli.
amicable am.i.ca.ble äm'îkıbıl sıfat arkadaşça, dostça.
amid a.mid ımîd' edat ortasına, ortasında, arasına, arasında.
amidst a.midst ımîdst' edat bakınız amid
amiss a.miss ımîs' zarf bakınız be amiss take something amiss
amity am.i.ty äm'ıti isim arkadaşlık, dostluk.

37
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ammeter am.me.ter äm'mitır isim ampermetre, amperölçer.


ammonia am.mo.nia ımon'yı isim amonyak, nışadırruhu.
ammunition dump askeri cephede geçici cephanelik.
ammunition am.mu.ni.tion ämyınîş'ın isim cephane, mühimmat.
amnesia am.ne.sia ämni'qı isim bellek yitimi, amnezi.
amnesty am.nes.ty äm'nısti isim genel af.
amoeba a.moe.ba ımi'bı isim, zooloji amip.
amoebic a.moe.bicsıfat 1. amipli, amipten ileri gelen. 2. amibe
benzeyen; amibe ait.
amok a.mok ım^k' isim bakınız run amok
among a.mong ım^ng' edat arasına, arasında, içinde.
amongst a.mongst ım^ngst' edat bakınız among
amoral a.mor.al eymôr'ıl sıfat ahlakdışı.
amorous am.o.rous äm'ırıs sıfat şehvetli; şehvet dolu.
amorphous a.mor.phous ımôr'fıs sıfat 1. şekilsiz, biçimsiz; sınırları
belli olmayan. 2. biyoloji amorf.
amortise am.or.tise äm'ırtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
amortize
amortization am.or.ti.za.tionisim amortisman.
amortize am.or.tize äm'ırtayz fiil amorti etmek.
amount amount ımaunt' isim miktar. fiil 1. to ile eşanlamlı
olmak: It amounts to the same thing. Aynı kapıya çıkar.
2. to toplamı (belirli bir miktar) olmak: It amounts to
five dollars. Toplam beş dolar ediyor.
ampere am.pere äm'pir isim, elektrik amper.
amperemeter am.pere.me.terisim bakınız ammeter
amphetamine am.phet.a.mine ämfet'ımin isim amfetamin.
amphibian am.phib.i.an ämfîb'iyın isim iki yaşayışlı hayvan.
amphibious am.phib.i.ous ämfîb'iyıs sıfat 1. iki yaşayışlı, amfibi. 2.
amfibi, yüzer gezer.
amphitheater am.phi.the.a.ter äm'fıthiyıtır isim amfiteatr.
amphitheatre am.phi.the.a.treisim, İngiliz İngilizcesi bakınız
amphitheater

38
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ample am.ple äm'pıl sıfat 1. bol, bol bol yetecek kadar. 2.


geniş.
amplification am.pli.fi.ca.tion ämplıfîkey'şın isim 1. daha uzun veya
ayrıntılı bir şekilde söyleme. 2. amplifikasyon,
yükseltme.
amplifier am.pli.fi.erisim amplifikatör, yükselteç.
amplify am.pli.fy äm'plıfay fiil 1. daha uzun veya ayrıntılı bir
şekilde söylemek. 2. (sesini) kuvvetlendirmek.
amplitude am.pli.tude äm'plıtud isim 1. bolluk. 2. genişlik.
amply am.plyzarf bol bol yetecek kadar.
amputate am.pu.tate äm'pyûteyt fiil (bir uzvu) kesmek.
amputation am.pu.ta.tionisim, tıbbi ampütasyon.
amputee am.pu.tee ämpyuti' isim bir uzvu kesilmiş kimse.
amuck a.muck ım^k' isim bakınız amok
amulet am.u.let äm'yılît isim muska, nazarlık, tılsım.
amuse a.muse ımyuz' fiil eğlendirmek; oyalamak, güldürmek.
amusement a.muse.mentisim eğlence.
amusing amus.ingsıfat eğlendirici; oyalayıcı; güldürücü.
an odd fish tuhaf bir adam.
an off street sapa bir sokak.
an open secret herkesçe bilinen sır.
an an ın, än sıfat (ünlülerden önce) bir.
anachronism a.nach.ro.nism ınäk'rınîzım isim anakronizm.
anaemia a.nae.mi.a ıni'miyı isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
anemia
anal a.nal ey'nıl sıfat anal.
analgesia an.al.ge.si.a änılciz'iyı isim acı yitimi, analqezi.
analgesic an.al.ge.sicsıfat, isim ağrı kesici, analqezik.
analogous anal.o.goussıfat benzer, paralel; benzeşen.
analogue computer bilgisayar örneksel bilgisayar.
analogue an.a.logue än'ılôg isim benzer şey, benzeş.
analogy a.nal.o.gy ınäl'ıci isim benzerlik, paralellik; benzeşim.
analyse an.a.lyse än'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız analyze
analysis a.nal.y.sis ınäl'ısîs isim tahlil, çözümleme, analiz.

39
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

analytic an.a.lyt.ic änılît'ik sıfat tahlili, çözümsel, çözümlemeli,


analitik.
analytical an.a.lyt.i.cal änılît'îkıl sıfat bakınız analytic
analyze an.a.lyze än'ılayz fiil tahlil etmek, çözümlemek, analiz
etmek.
anarchic an.ar.chicsıfat anarşik.
anarchism an.ar.chismisim anarşizm.
anarchist an.ar.chistisim anarşist.
anarchy an.ar.chy än'ırki isim anarşi.
anathema a.nath.e.ma ınäth'ımı isim 1. aforoz, lanetleme. 2.
aforoz edilmiş kimse.
Anatolia An.a.to.li.a änıto'liyı isim Anadolu.
Anatolian isim Anadolulu. sıfat 1. Anadolu, Anadolu'ya özgü. 2.
Anadolulu.
anatomical an.a.tom.i.cal änıtam'îkıl sıfat anatomik, anatomiyle
ilgili.
anatomy a.nat.o.my ınät'ımi isim anatomi; gövde yapısı;
gövdebilim.
anc. anc.kısaltma ancient
ancestor an.ces.tor än'sestır isim ata, cet.
ancestral an.ces.tralsıfat atalara ait, soysal.
ancestry an.ces.tryisim soy.
anchor man televizyon (erkek) sunucu.
anchor woman televizyon (kadın) sunucu.
anchor an.chor äng'kır isim demir, çapa, lenger.
anchorage an.chor.ageisim demirleme yeri.
anchovy an.cho.vy än'çıvi isim ançüez.
ancient Greek Grekçe, Grek dili, eski Yunanca. 2. Grek, eski Yunanlı:
the ancient Greeks Grekler. 3. Grek, eski Yunan,
Greklere özgü. 4. Grekçe, eski Yunanca (yazı, söz).
ancient an.cient eyn'şınt sıfat 1. antik. 2. çok eski, çok eski bir
zamandan kalma. 3. konuşma dili yaşlı, ihtiyar.
ancillary an.cil.lar.y änsîl'ıri, än'sıleri sıfat yardımcı.
and rightly so .. ve haklıydı da, ... ve iyi de etti.

40
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

and so forth falan, filan, vesaire, ve benzerleri. First, buy the flour,
the milk, the eggs, and so forth. Önce un, süt, yumurta
vesaireyi al. She moaned and groaned and so forth for
about an hour. Bir saat kadar sızlandı mızlandı.
and so on bakınız and so forth
and such ve benzerleri.
and what have you konuşma dili vesaire.
and what not konuşma dili vesaire.
and what's more bir de, hem de, üstelik, ayrıca: She was wearing a pink
cape and, what's more, she was carrying a pink poodle.
Pembe bir pelerin giymişti ve kucağında da pembe bir
kaniş taşıyordu.
and and änd bağlaç ve; ile: mice and men fareler ve
insanlar. knife and fork bıçakla çatal. He looked and ran
away. Baktı ve kaçtı.
anecdotal an.ec.dot.al änîkdo'tıl sıfat fıkra tarzında.
anecdote an.ec.dote än'îkdot isim fıkra, hikâye, anekdot.
anemia a.ne.mi.a ıni'miyı isim, tıbbi kansızlık, anemi.
anesthesia an.es.the.sia änîsthi'qı isim duyum yitimi, anestezi.
anesthesiologist an.es.the.si.ol.o.gistisim anestezi uzmanı.
anesthetic an.es.thet.icisim, sıfat anestezik.
anesthetist anes.the.tistisim narkozitör.
anesthetize an.es.the.tize ınes'thıtayz fiil narkoz vermek,
uyuşturmak.
anew a.new ınu' zarf 1. yeniden fakat değişik bir şekilde. 2.
tekrar, bir daha, gene, yine, yeniden.
angel an.gel eyn'cıl isim melek.
angelic an.gel.ic äncel'îk sıfat melek gibi.
anger an.ger äng'gır isim öfke, hiddet. fiil kızdırmak,
öfkelendirmek.
angina an.gi.na äncay'nı isim bir çeşit kalp hastalığı.
angle iron köşebent demiri.
angle an.gle äng'gıl isim, geometri 1. açı. 2. (bir cisme ait)
köşe. 3. konuşma dili bakış açısı, görüş açısı.

41
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

angler an.glerisim oltayla balık tutan kimse.


angleworm an.gle.worm äng'gılwırm isim solucan.
Anglican An.gli.can äng'glıkın sıfat, isim Anglikan.
angling an.gling äng'glîng isim oltayla balık avlama.
Anglo-Saxon An.glo-Sax.on äng'glosäk'sın sıfat, isim Anglosakson.
Angola An.go.la äng.go'lı isim Angola.
Angolan sıfat 1. Angola, Angola'ya özgü. 2. Angolalı. isim
Angolalı.
angora an.go.ra äng.gôr'ı isim 1. angora, angora yün; tiftik. 2.
ankarakedisi. 3. ankarakeçisi. 4. ankaratavşanı.
angry an.gry äng'gri sıfat öfkeli, hiddetli, kızgın; gücenik,
dargın.
anguish an.guish äng'gwîş isim ıstırap, acı, keder.
anguished an.guishedsıfat acı dolu, kederli.
angular an.gu.lar äng'gyılır sıfat 1. köşeli. 2. fizik açısal. 3.
kemikli, kemikleri belirgin.
animal breeding hayvan besleme.
animal heat vücut sıcaklığı.
animal husbandry hayvancılık.
animal kingdom hayvanlar âlemi.
animal lover hayvansever.
animal magnetism çekicilik.
animal spirits canlılık, coşku.
animal an.i.mal än'ımıl isim hayvan. sıfat hayvani; hayvansal;
hayvanca.
animate an.i.mate än'ımeyt fiil hayat vermek, canlandırmak.
animated cartoon çizgi film.
animated an.i.matedsıfat canlı; neşeli.
animation an.i.ma.tionisim 1. canlılık. 2. canlandırma.
animism an.i.mism än'ımîzım isim canlıcılık.
animistic an.i.mis.tic änımîs'tîk sıfat canlıcılıkla ilgili.
animosity an.i.mos.i.ty änımas'ıti isim düşmanlık, husumet, kin.
anise an.ise än'îs isim, botanik anason.
aniseed an.i.seed än'îsid isim anason, anason tohumu.

42
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ankle an.kle äng'kıl isim ayak bileği.


anklet an.klet äng'klît isim 1. halhal. 2. kısa çorap, şoset.
annals an.nals än'ılz isim 1. tarihi olaylar. 2. kronik,
vakayiname.
annex an.nex än'eks isim ek bina, müştemilat.
annexation an.nex.ationisim ilhak, katma.
annihilate an.ni.hi.late ınay'ıleyt fiil yok etmek, imha etmek.
annihilation an.ni.hi.la.tionisim yok etme, imha.
anniversary an.ni.ver.sa.ry änıvır'sıri isim yıldönümü.
annotate an.no.tate än'oteyt fiil (bir metne) notlar eklemek.
announce an.nounce ınauns' fiil bildirmek, ilan etmek.
announcement an.nounce.mentisim bildiri, ilan.
announcer an.nouncerisim spiker.
annoy an.noy ınoy' fiil taciz etmek, sıkıntı vermek; kızdırmak,
sinirine dokunmak, sinirlendirmek.
annoyance an.noy.anceisim 1. kızgınlık. 2. baş belası, bela, sıkıntı
veren şey veya kimse.
annoying an.noy.ingsıfat sıkıntı veren; sinir bozucu, sinir.
annual an.nu.al än'yuwıl isim 1. yıllık, yılın olaylarını anlatan
kitap. 2. bir yıllık ömrü olan bitki. sıfat 1. yıllık, bir yıl
için. 2. yılda bir yapılan; her yıl yapılan; yıllık.
annually an.nu.al.lyzarf her yıl; yılda bir.
annuity an.nu.i.ty ınu'wıti isim belirli bir süre için her yıl
ödenen ve emek karşılığı olmayan maaş.
annul an.nul ın^l' fiil (annulled, annulling) (yasa, yargı,
sözleşme v.b.'ni) bozmak, feshetmek.
anode an.ode än'od isim anot, artı uç.
anodyne an.o.dyne än'ıdayn isim, sıfat ağrı kesici; yatıştırıcı.
anoint a.noint ınoynt' fiil (kutsamak için) (başına) yağ sürmek,
meshetmek.
anomalous a.nom.a.lous ınam'ılıs sıfat 1. alışılmışın dışında,
beklenene ters düşen, tuhaf, uygunsuz; çelişkili. 2.
kuraldışı.
anomaly a.nom.a.ly ınam'ıli isim anomali.

43
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

anonymity an.o.nym.i.ty änınîm'ıti isim gerçek ismini saklama:


The writer used a pen name to preserve his anonymity.
Yazar gerçek ismini saklamak için takma ad kullandı.
anonymous a.non.y.mous ınan'ımıs sıfat isimsiz, anonim, imzasız.
another an.oth.er ın^dh'ır sıfat 1. bir (şey) daha: another match
bir kibrit daha. 2. başka, başka bir: another time başka
sefer. 3. bir, ikinci bir: This is going to be another
Chernobyl. Bu ikinci bir Çernobil olacak. zamir 1. bir
tane daha: Take another! Bir tane daha al! 2. bir
başkası, başkası: You can't sign for another. Başkasının
yerine imza atamazsın.
answer back küstahça cevap vermek.
answer for hakkında teminat vermek; sorumluluğunu üstlenmek:
I'll answer for his safety. Güvenliğini üstüme alıyorum.
2. hesabını vermek: You'll have to answer for this.
Bunun hesabını vereceksin.
answer in the affirmative olumlu cevap vermek.
answer the door kapıya bakmak: Who'll answer the door? Kapıya kim
bakacak?
answer the telephone telefona bakmak: The telephone's ringing; will you
answer it? Telefon çalıyor, bakar mısın?
answer an.swer än'sır isim cevap, yanıt; karşılık. fiil 1. cevap
vermek, cevaplamak, yanıtlamak; karşılık vermek. 2. to
-e uymak: This man does not answer to the description
of the suspect. Bu adam sanığın eşkâline uymuyor.
answering machine telesekreter.
ant ant änt isim karınca.
antagonism an.tag.o.nism äntäg'ınîzım isim husumet, kin,
düşmanlık.
antagonist an.tag.o.nistisim hasım, muhalif.
antagonize an.tag.o.nize äntäg'ınayz fiil 1. kızdırmak. 2. düşman
etmek.
Antarctic Circle Güney Kutbu dairesi, Antarktik daire.

44
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Antarctic Ant.arc.tic äntark'tîk, äntar'tîk sıfat Antarktik. isim


bakınız the Antarctic Antarctic Circle
Antarctica Ant.arc.ti.ca äntark'tîkı, äntar'tîkı isim Antarktika.
antecedent an.te.ced.ent äntısid'ınt sıfat to -den önce olan, -den
önceki.
antecedents an.te.ced.entsisim, çoğul atalar.
antelope an.te.lope än'tılop isim antilop.
antenna an.ten.na änten'ı isim 1. anten. 2. duyarga, anten.
anterior an.te.ri.or äntîr'iyır sıfat ön, öndeki; önceki.
anteroom an.te.room än'tîrum isim bekleme odası.
anthem an.them än'thım isim ilahi.
anthology an.thol.o.gy änthal'ıci isim antoloqi, seçki.
anthropological an.thro.pol.o.gic.alsıfat antropoloqik.
anthropologist an.thro.pol.o.gistisim antropolog.
anthropology an.thro.pol.o.gy änthrıpal'ıci isim antropoloqi,
insanbilim.
antiaircraft an.ti.air.craft äntiyer'kräft sıfat uçaksavar.
antiballistic missile füzesavar.
antiballistic an.ti.bal.lis.tic äntîbılîs'tîk sıfat bakınız antiballistic
missile
antibiotic an.ti.bi.ot.ic äntîbayat'îk isim, sıfat antibiyotik.
anticipate an.tic.i.pate äntîs'ıpeyt fiil 1. (bir şeyin olabileceğini)
önceden tahmin etmek. 2. önceden tahmin edip ona
göre davranmak; -den önce davranmak. 3. konuşma dili
beklemek, gerçekleşeceğini ummak.
anticipation an.tic.i.pa.tion äntîsıpey'şın isim 1. önceden tahmin
edip ona göre davranma. 2. (bir şeyin olabileceğini)
önceden tahmin etme.
anticorrosive an.ti.cor.ro.sive äntîkıro'sîv isim, sıfat antikorosif.
antics an.tics än'tîks isim maskaralıklar; tuhaf davranışlar.
antidepressant an.ti.de.pres.sant äntîdîpres'ınt isim, sıfat antidepresan.
antidote an.ti.dote än'tîdot isim, tıbbi antidot, panzehir; çare.
antifreeze an.ti.freeze än'tîfriz isim antifriz.
antihistamine an.ti.his.ta.mine äntîhîs'tımin isim antihistamin.

45
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

antiknock an.ti.knock äntînak' sıfat detonasyon kesici (madde).


antimissile an.ti.mis.sile äntîmîs'ıl sıfat, isim roketsavar.
antipathy an.tip.a.thy äntîp'ıthi isim antipati.
antiperspirant an.ti.per.spi.rant äntîpır'spırınt sıfat, isim ter kesici.
Antipodes An.tip.o.des äntîp'ıdiz isim bakınız the Antipodes
antiquated an.ti.juat.ed än'tîkweytîd sıfat çağdışı, köhne.
antique an.tijue äntik' sıfat 1. antik, ilk çağlardan kalma. 2.
antika. isim antika.
antiquity an.tij.ui.ty äntîk'wıti isim 1. antikite, antik çağlar, ilk
çağlar. 2. antikite, antik çağlardan kalma bir şey.
antiseptic an.ti.sep.tic äntısep'tîk sıfat, isim antiseptik.
antisocial an.ti.so.cial äntîso'şıl sıfat 1. ruhbilim antisosyal. 2.
insanlardan kaçan.
antithesis an.tith.e.sis äntîth'ısîs isim (antitheses) 1. antitez, karşı
tez. 2. bir şeyin tam karşıtı.
antithetical an.ti.thet.i.cal äntîthet'îkıl sıfat karşıt olan.
antithetically an.ti.thet.i.cal.lyzarf karşıt olarak.
antlers ant.lers änt'lırz isim geyiğin çatallı boynuzları.
antonym an.to.nym än'tınîm isim karşıt anlamlı sözcük.
anus a.nus ey'nıs isim anüs, makat.
anvil an.vil än'vîl isim örs.
anxiety anx.i.e.ty ängzay'ıti isim endişe, kaygı, tasa.
anxious anx.ious ängk'şıs sıfat endişeli, kaygılı, tasalı.
any longer daha fazla, daha: I can't stay any longer. Daha fazla
kalamam.
any more artık: Aliye doesn't live here any more. Artık Aliye
burada oturmuyor. 2. daha fazla: Don't give me any
more! Bana daha fazla verme!
any old thing ne olursa olsun, herhangi bir şey.
any an.y en'i sıfat 1. hiç: Do you have any candles? Sende
hiç mum var mı? No, I don't have any. Hayır, bende hiç
yok. She did it without any help. Hiç yardım olmadan
yaptı. 2. herhangi bir: Ask any pedestrian. Herhangi bir
yayaya sor.

46
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

anybody an.y.bod.y en'ib^di isim, zamir 1. kimse: Is anybody at


home? Kimse var mı? I couldn't find anybody. Hiç
kimseyi bulamadım. 2. herhangi bir kimse.
anyhow an.y.how en'ihau zarf 1. her neyse, neyse. 2. ona
rağmen, gene de, yine de: I did it anyhow. Ona rağmen
yaptım.
anyone an.y.one en'iw^n zamir bakınız anybody
anyplace an.y.place en'ipleys zarf bakınız anywhere
anything an.y.thing en'ithîng zamir, isim 1. bir şey: Do you want
anything? Bir şey istiyor musun? I don't want anything.
Hiçbir şey istemem. 2. herhangi bir şey: Anything'll do.
Herhangi bir şey olur.
anyway an.y.way en'iwey zarf 1. zaten. 2. her neyse, neyse, her
ne hal ise; her nasılsa.
anywhere an.y.where en'ihwer zarf 1. bir yer: He never goes
anywhere. Hiçbir yere gitmez. Do you need anywhere
to stay? Kalacak bir yere ihtiyacın var mı? I couldn't
find it anywhere. Bir yerde bulamadım. 2. herhangi bir
yer: Sit anywhere. Nerede istersen otur.
AP AP, A.P. ey'pi' kısaltma Associated Press
apace a.pace ıpeys' zarf çabuk, hızla, süratle: The proqect is
proceeding apace. Proje çabuk ilerliyor.
apart from sayılmazsa, sarfınazar edilirse, bir yana: He's a good
man, apart from his drinking. İçki içmesini saymazsak
iyi bir adam. 2. -den başka, -den gayrı: I know nothing
apart from that. Ondan başka bir şey bilmem.
apart a.part ıpart' zarf 1. ayrı, bir tarafa, bir yana, bir tarafta:
He stood apart (from the others). Diğerlerinden ayrı
duruyordu. 2. birbirinden ayrı: The two houses are three
miles apart. İki ev birbirinden üç mil uzakta.
apartment house apartman.
apartment a.part.ment ıpart'mınt isim apartman dairesi.
apathetic ap.a.thet.ic äpıthet'îk sıfat ilgisiz, kayıtsız, lakayt.
apathy ap.a.thy äp'ıthi isim ilgisizlik, kayıtsızlık, lakaytlık.

47
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ape ape eyp isim maymun. fiil taklit etmek, öykünmek.


aperture ap.er.ture äp'ırçır isim delik, aralık, açıklık.
apex a.pex ey'peks isim (apexes/apices) doruk, zirve.
aphrodisiac aph.ro.dis.i.ac äfrıdîz'iyäk isim, sıfat afrodizyak.
apiece a.piece ıpis' zarf parça başına, her biri, her birine: The
books are five dollars apiece. Kitaplar beşer dolara
satılıyor./Kitapların her biri beş dolar.
aplomb a.plomb ıplam' isim kendine güvenme, özgüven,
soğukkanlılık.
apocryphal a.poc.ry.phal ıpak'rıfıl sıfat 1. doğruluğu kabul
edilmeyen. 2. sahte, uydurma, sonradan uydurulmuş.
apogee ap.o.gee äp'ıci isim 1. doruk, zirve. 2. gökbilim yeröte.
apologetic a.pol.o.get.ic ıpalıcet'îk sıfat özür dileyen.
apologetically a.pol.o.get.i.cal.lyzarf özür dileyerek.
apologise a.pol.o.gise ıpal'ıcayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
apologize
apologize a.pol.o.gize ıpal'ıcayz fiil özür dilemek: I apologized to
him for being late. Geciktiğim için ondan özür diledim.
apology a.pol.o.gy ıpal'ıci isim özür dileme.
apoplexy ap.o.plex.y äp'ıpleksi isim, tıbbi apopleksi.
apostasy a.pos.ta.sy ıpas'tısi isim (dininden, prensiplerinden,
inançlarından) dönme.
apostate a.pos.tate ıpas'teyt isim (dininden, prensiplerinden,
inançlarından) dönen kimse.
apostatize a.pos.ta.tize ıpas'tıtayz fiil (dininden, prensiplerinden,
inançlarından) dönmek.
apostle a.pos.tle ıpas'ıl isim 1. Hz.İsa'nın on iki havarisinden
biri. 2. bir hareketin lideri, önder.
apostrophe a.pos.tro.phe ıpas'trıfi isim, dilbilgisi kesme işareti.
apothecaries' pound 191 gram, 72 ons.
appal ap.pal ıpôl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız appall
appall ap.pall ıpôl' fiil dehşete düşürmek, şoke etmek.
appalling ap.pall.ingsıfat 1. korkunç, dehşet verici. 2. konuşma
dili çok kötü, berbat.

48
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

apparatus ap.pa.ra.tus äpırät'ıs isim 1. aygıt, cihaz. 2. (belli bir


amaç için kullanılan) aygıtlar veya makineler.
apparel ap.par.el ıper'ıl isim giysiler, elbiseler.
apparent ap.par.ent ıper'ınt sıfat 1. açık, belli, aşikâr. 2.
görünürdeki, göze çarpan.
apparently ap.par.ent.lyzarf görünüşe göre, görünüşe bakılırsa.
apparition ap.pa.ri.tion äpırîş'ın isim hayalet.
appeal ap.peal ıpil' isim 1. cazibe, çekicilik. 2. yalvarış. 3.
hukuk temyiz mahkemesine yapılan müracaat. 4.
başvurma, müracaatta bulunma. fiil 1. hoşuna gitmek. 2.
yalvarmak. 3. hukuk temyiz mahkemesine götürmek.
appealing ap.peal.ingsıfat 1. cazip, çekici, albenili, sevimli. 2.
yalvaran.
appear in concert konser vermek.
appear out of thin air birdenbire ortaya çıkmak, birdenbire peyda olmak,
peydahlanıvermek, peydahlayıvermek.
appear ap.pear ıpîr' fiil 1. gözükmek, görünmek. 2. belirmek,
meydana çıkmak. 3. (gazete, dergi v.b.'nde) çıkmak. 4.
in (oyun veya filmde) oynamak; on (televizyon veya
radyo programına) çıkmak. 5. hazır bulunmak.
appearance ap.pear.ance ıpîr'ıns isim 1. görünme, gözükme. 2.
görünüş, görünüm, dış görünüş. 3. meydana çıkma.
appease ap.pease ıpiz' fiil 1. yatıştırmak. 2. (açlığı) bastırmak.
3. politika taviz vermek, ödün vermek.
appeasement ap.pease.mentisim 1. yatıştırma. 2. (açlığı) bastırma. 3.
politika taviz verme, ödün verme.
append ap.pend ıpend' fiil ilave etmek, eklemek; iliştirmek.
appendage ap.pend.ageisim eklenti; uzantı.
appendectomy ap.pen.dec.to.my äpındek'tımi isim, tıbbi apandis
çıkarımı.
appendicitis ap.pen.di.ci.tis ıpendısay'tîs isim apandisit.
appendix ap.pen.dix ıpen'dîks isim 1. ilave, ek. 2. anatomi
apandis.
appertain ap.per.tain äpırteyn' fiil ait olmak, bağlı olmak.

49
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

appetite ap.pe.tite äp'ıtayt isim 1. iştah. 2. istek, arzu, şehvet.


appetizer ap.pe.tiz.er äp'ıtayzır isim meze; çerez.
appetizing ap.pe.tiz.ing äp'ıtayzîng sıfat iştah açıcı; lezzetli.
applaud ap.plaud ıplôd' fiil alkışlamak.
applause ap.plause ıplôz' isim alkış.
apple of one's eye gözbebeği.
apple polisher dalkavuk.
apple ap.ple äp'ıl isim elma.
applesauce ap.ple.sauce äp'ılsôs isim elma püresi.
appliance ap.pli.ance ıplay'ıns isim aygıt, cihaz.
applicability ap.pli.ca.bil.i.ty ıplîkıbîl'ıti isim (to) (-e)
uygulanabilme.
applicable ap.pli.ca.ble ıplîk'ıbıl sıfat to (-e) uygulanabilir.
applicant ap.pli.cant äp'lîkınt isim başvuran kimse, aday.
application form müracaat formu.
application ap.pli.ca.tion äplîkey'şın isim 1. müracaat, başvurma. 2.
müracaat formu. 3. uygulama.
applied ap.pliedsıfat uygulamalı, tatbiki.
apply a match to -i kibritle tutuşturmak.
apply an embargo ambargo koymak.
apply oneself to kendini (bir işe) vermek; bütün dikkatini (bir işe)
çevirmek.
apply sanctions politika yaptırımlarda bulunmak.
apply ap.ply ıplay' fiil 1. to/for -e başvurmak, -e müracaat
etmek: Apply to the head physician's office.
Baştabipliğe başvurun. 2. uygulamak, tatbik etmek:
You can't apply that rule in this situation. Bu durumda o
kuralı uygulayamazsın. 3. to -i içermek, -i kapsamak, -i
ilgilendirmek: This doesn't apply to you. Bu seni
içermiyor. 4. (merhem v.b.'ni) sürmek; (boya v.b.'ni)
vurmak. 5. (bazı alet veya aygıtları) kullanmak: Apply
the brakes gently. Frene yavaşça bas.

50
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

appoint ap.point ıpoynt' fiil 1. (to) (-e) atamak, tayin etmek. 2.


(tarih, gün v.b.'ni) kararlaştırmak, tayin etmek,
saptamak, tespit etmek.
appointee ap.poin.teeisim atanan kimse.
appointment ap.point.mentisim 1. atama, tayin. 2. atanılan görev
veya makam. 3. randevu.
apportion ap.por.tion ıpôr'şın fiil bölüştürmek, paylaştırmak.
apportionment ap.por.tion.mentisim 1. bölüp dağıtma, bölüştürme. 2.
pay.
appraisal ap.prais.al ıprey'zıl isim değer biçme, kıymet takdir
etme.
appraise ap.praise ıpreyz' fiil değer biçmek, kıymet takdir
etmek.
appraiser ap.praiserisim değer biçen kimse.
appreciable ap.pre.cia.ble ıpri'şıbıl sıfat farkedilebilecek derecede;
oldukça çok.
appreciate ap.pre.ci.ate ıpri'şiyeyt fiil 1. takdir etmek, beğenmek.
2. takdir etmek, (bir şeyin değerini, önemini,
gerekliliğini) anlamak. 3. (bir şeyin değeri) artmak.
appreciation ap.pre.ci.a.tionisim 1. takdir, değerbilirlik,
kadirşinaslık; şükran. 2. (bir şeyin değerini, önemini,
gerekliliğini) anlama. 3. (bir şeyin değeri) artma.
appreciative ap.pre.cia.tivesıfat değerbilir, kadirşinas, takdirkâr;
minnettar.
appreciatory ap.pre.cia.to.ry ıpri'şıtori sıfat takdir eden.
apprehend ap.pre.hend äprîhend' fiil 1. yakalamak; tutuklamak. 2.
anlamak, kavramak.
apprehension ap.pre.hen.sionisim 1. korku, endişe; kuruntu, evham.
2. yakalama; tutuklama. 3. anlayış, kavrayış.
apprehensive ap.pre.hen.sivesıfat endişeli, evhamlı.
apprentice ap.pren.tice ıpren'tîs isim çırak; staqyer.
apprenticeship ap.pren.tice.shipisim çıraklık; staq.
apprise ap.prise ıprayz' fiil haberdar etmek.

51
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

approach ap.proach ıproç' fiil yaklaşmak, yanaşmak. isim 1.


yaklaşma, yanaşma. 2. yaklaşım tarzı: We need to
change our approach to this problem. Bu soruna
yaklaşım tarzımızı değiştirmemiz gerek. 3. yol, giriş.
approbation ap.pro.ba.tion äprıbey'şın isim beğenme, uygun bulma,
tasvip.
appropriate ap.pro.pri.ate ıpro'priyît sıfat uygun, yerinde.
appropriately ap.pro.pri.ate.lyzarf uygun bir şekilde.
appropriation ap.pro.pri.a.tionisim 1. ödenek, tahsisat. 2. ayırma,
tahsis etme. 3. kendine mal etme.
approval ap.prov.alisim onaylama, tasvip.
approve ap.prove ıpruv' fiil uygun bulmak, onaylamak, tasvip
etmek.
approximate ap.prox.i.mate ıprak'sımît sıfat yaklaşık, takribi.
approximately ap.prox.i.mate.lyzarf aşağı yukarı, yaklaşık olarak.
approximation ap.prox.i.ma.tionisim 1. tahmin. 2. -e yakın olma. 3. -e
yakın bir şey.
apricot a.pri.cot äp'rîkat isim kayısı.
April fool nisanbalığı, bir nisan şakası.
April A.pril ey'prıl isim nisan.
apron a.pron ey'prın isim önlük (giysi).
apropos ap.ro.pos äprıpo' sıfat uygun, yerinde. edat ile ilgili, -e
ait, hakkında.
apt apt äpt sıfat 1. Muhtemel bir durumu belirtmek için
kullanılır: He's apt to be late. Sık sık geç kalır. That pile
of books is apt to fall. O kitap yığını devrilir. 2. akıllı ve
çabuk kavrayan, zeki: an apt student akıllı ve çabuk
kavrayan bir öğrenci.
aptitude test istidat testi.
aptitude ap.ti.tude äp'tıtud isim yetenek, kabiliyet.
aptness apt.nessisim 1. uygunluk. 2. to -e eğilimli olma.
aquamarine aj.ua.ma.rine äk'wımırin' isim mavimsi yeşil.
aquarium a.juar.i.um ıkwer'iyım isim akvaryum.
Aquarius A.juar.i.us ıkwer'iyıs isim, astroloji Kova burcu.

52
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

aquatic sports su sporları.


aquatic a.juat.ic ıkwät'îk sıfat suda yaşar, sucul: aquatic plants
sucul bitkiler.
aqueduct aj.ue.duct äk'wıd^kt isim sukemeri.
aquiline nose gaga burun.
aquiline aj.ui.line äk'wılayn sıfat 1. kartal gibi. 2. kartal gagası
gibi kıvrık.
Arab A.rab er'ıb isim 1. Arap. 2. Arap atı.
Arabia A.ra.bi.a ırey'biyı isim Arabistan.
Arabian isim 1. Arap. 2. Arap atı. sıfat Arap.
Arabic numerals Arap rakamları.
Arabic isim Arapça. sıfat 1. Arap. 2. Arapça.
arable ar.a.ble er'ıbıl sıfat sürülüp ekilebilir, işlenebilir
(toprak).
arbiter ar.bi.ter ar'bıtır isim hakem, arabulucu.
arbitrary ar.bi.trar.y ar'bıtreri sıfat keyfi, kanun yerine birinin
kararına bağlı olan.
arbitrate ar.bi.trate ar'bıtreyt fiil 1. (iki taraf arasında) hakemlik
yapmak, arabuluculuk yapmak. 2. (bir meseleyi)
tarafsız birinin kararına bağlayarak halletmek.
arbitration ar.bi.tra.tionisim arabulucu kararıyla halletme.
arbitrator ar.bi.tra.torisim hakem, arabulucu.
arbor ar.bor ar'bır isim çardak.
arboretum ar.bo.re.tum arbıri'tım isim arboretum.
arbour ar.bour ar'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız arbor
arc lamp ark lambası.
arc arc ark isim 1. kavis, yay. 2. elektrik ark. 3. matematik
yay, ark. fiil kavis çizmek, yay çizmek.
arcade ar.cade arkeyd' isim 1. arkat, sırakemerler. 2. atari
salonu.
arch one's eyebrows kaşlarını kaldırmak.
arch arch arç sıfat şeytanca.
archaeological ar.chae.o.log.i.calsıfat arkeoloqik.
archaeologist ar.chae.ol.o.gistisim arkeolog.

53
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

archaeology ar.chae.ol.o.gy arkiyal'ıci isim arkeoloqi.


archaic ar.cha.ic arkey'îk sıfat arkaik.
archaism ar.cha.ism ar'kiyîzm isim arkaizm.
archangel arch.an.gel ark'eyncıl isim, Hristiyanlık başmelek.
archbishop arch.bish.op arçbîş'ıp isim başpiskopos.
archbishopric arch.bish.op.ricisim başpiskoposun makamı veya
idaresi altındaki bölge.
archdeacon arch.dea.con arçdi'kın isim başdiyakoz.
archdeaconry arch.dea.con.ryisim başdiyakozun makamı veya idaresi
altındaki bölge.
archduchess arch.duch.ess arçd^ç'ıs isim arşidüşes.
archduke arch.duke arçduk' isim arşidük.
archenemy arch.en.e.my arç'en'ımi isim 1. baş düşman. 2. şeytan.
archer arch.er ar'çır isim okçu.
archery arch.eryisim okçuluk.
archetype ar.che.type ar'kîtayp isim ilk örnek, arketip.
archfiend arch.fiend arç'find isim şeytan.
archipelago ar.chi.pel.a.go arkıpel'ıgo isim 1. takımada. 2. içinde
çok ada olan deniz.
architect ar.chi.tect ar'kıtekt isim mimar.
architectural ar.chi.tec.tur.alsıfat mimari, mimarlığa ait.
architecture ar.chi.tec.tureisim mimarlık, mimari.
archives ar.chives ar'kayvz isim arşiv.
archivist archiv.istisim arşivci.
archway arch.way arç'wey isim 1. kemerli giriş/kapı. 2. kemerli
geçit.
Arctic Circle Kuzey Kutbu dairesi, Arktik daire.
Arctic Ocean Kuzey Buz Denizi.
arctic arc.tic ark'tîk, ar'tîk sıfat çok soğuk, buz gibi.
ardent ar.dent ar'dınt sıfat gayretli, şevkli, ateşli.
ardor ar.dor ar'dır isim gayret, şevk, ateş.
ardour ar.dour ar'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız ardor
arduous ar.du.ous ar'cuwıs sıfat güç, çetin.
Are you serious? Ciddi misin?

54
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

are are ar fiil bakınız be


area ar.e.a er'iyı isim 1. alan, saha; bölge, mıntıka; civar,
yöre: We will use that meadow as a parking area. O
çayırı park alanı olarak kullanacağız. There are a
number of mountainous areas in Turkey. Türkiye'de
birkaç dağlık bölge var. The area around İzmir is full of
ancient ruins. İzmir'in civarı eski harabelerle dolu. 2.
yüzölçümü, alan.
arena a.re.na ıri'nı isim arena.
aren't aren't arnt kısaltma are not .
Argentina Ar.gen.ti.na arcınti'nı isim Arqantin.
Argentine Ar.gen.tine arcıntin', arcıntayn' isim Arqantinli. sıfat 1.
Arqantin, Arqantin'e özgü. 2. Arjantinli.
Argentinean Ar.gen.tin.e.an arcıntîn'iyın isim Arqantinli. sıfat 1.
Arqantin, Arqantin'e özgü. 2. Arjantinli.
argue against aleyhinde konuşmak; aleyhinde olmak.
argue for lehinde konuşmak; lehinde olmak.
argue someone into something tartışarak birini bir şey yapmaya ikna etmek.
argue someone out of something tartışarak birini bir şeyden vazgeçirmek.
argue ar.gue ar'gyu fiil 1. tartışmak, münakaşa etmek. 2.
kavga etmek; çekişmek; atışmak. 3. that -i savunmak, -i
iddia etmek. 4. -e belirti olmak, -e alamet olmak.
argument ar.gu.ment ar'gyımınt isim 1. tartışma, münakaşa. 2.
kavga, çekişme, atışma, ağız dalaşı. 3. sav, iddia.
aria a.ri.a a'riyı isim, müzik arya.
arid ar.id er'îd sıfat 1. kuru (iklim, hava). 2. kurak (toprak).
aridity arid.i.tyisim 1. (iklim veya hava için) kuruluk. 2.
(toprakta) kuraklık.
Aries Ar.ies eyr'iz isim, astroloji Koç burcu.
arise a.rise ırayz' fiil (arose, arisen) (from) meydana gelmek,
çıkmak.
arisen a.ris.en ırîz'ın fiil bakınız arise
aristocracy a.ris.to.cra.cyisim aristokrasi.
aristocrat a.ris.to.crat ırîs'tıkrät isim aristokrat, asilzade.

55
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

aristocratic a.ris.to.crat.icsıfat aristokratik.


arithmetic a.rith.me.tic ırîth'mıtîk isim aritmetik.
ark ark ark isim sandık, kutu.
arm in arm kol kola.
arm of the law güvenlik kuvvetleri.
arm arm arm isim 1. kol. 2. kol, dal, bölüm, kısım. fiil
silahlandırmak; silahlanmak.
armada ar.ma.da arma'dı isim donanma.
armament ar.ma.ment ar'mımınt isim 1. silahlar. 2. silahlanma;
silahlandırma. 3. (bir ülkede toplam) askeri güç.
armature ar.ma.ture ar'mıçır isim, elektrik armatür; endüvi; rotor,
döneç.
armchair arm.chair arm'çer isim koltuk (mobilya).
armed forces askeri silahlı kuvvetler.
armed armed armd sıfat silahlı.
Armenia Ar.me.ni.a armi'niyı isim Ermenistan.
Armenian isim, sıfat 1. Ermeni. 2. Ermenice.
armful arm.ful arm'fıl sıfat kucak dolusu: an armful of apples
kucak dolusu elma.
armhole arm.hole arm'hol isim kolevi.
armistice ar.mi.stice ar'mıstîs isim ateşkes.
armor ar.mor ar'mır isim zırh.
armored ar.mor.edsıfat zırhlı.
armpit arm.pit arm'pît isim koltuk altı.
arms control silahlanma kontrolü.
arm's length kol boyu.
arms race silahlanma yarışı.
arm's reach elin yetişeceği mesafe.
arms arms armz isim silahlar.
army of occupation işgal ordusu.
army ar.my ar'mi isim kara ordusu, ordu.
aroma a.ro.ma ıro'mı isim (kuvvetli ve hoş) koku; aroma.

56
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

aromatic ar.o.mat.ic erımät'îk sıfat 1. kuvvetli ve hoş (koku);


kuvvetli ve hoş kokusu olan; aromalı. 2. kimya
aromatik. isim, kimya aromatik bileşik.
arose a.rose ıroz' fiil bakınız arise
around a.round ıraund' edat 1. etrafında: around the table
masanın etrafında. 2. civarında, etrafında: somewhere
around Paris Paris civarında bir yerde. 3. orada burada:
I roamed around the city. Şehri dolaştım. zarf 1.
etrafına: He looked around. Etrafına baktı. 2. aşağı
yukarı, yaklaşık; sularında: around 3 o'clock saat dokuz
sularında.
arouse a.rouse ırauz' fiil uyandırmak.
arr. arr.kısaltma arranged arrival arrived
arraign ar.raign ıreyn' fiil 1. hukuk (sanığı) mahkemeye
çağırmak. 2. suçlamak.
arraignment ar.raign.mentisim 1. hukuk (sanığı) mahkemeye
çağırma. 2. suçlama.
arrange flowers çiçek aranjmanı yapmak.
arrange for ayarlamak: I'll arrange for a taxi. Bir taksi ayarlarım.
arrange ar.range ıreync' fiil 1. (eşyayı) (belirli bir şekilde)
yerleştirmek: Alev's going to arrange the furniture in
this room. Bu odanın mobilyalarını Alev yerleştirecek.
2. (toplantı) düzenlemek, tertiplemek, tertip etmek:
Who arranged this farewell dinner? Bu veda yemeğini
kim tertipledi? 3. (bir müzik parçasının) aranqmanını
yapmak.
arrangement ar.range.mentisim 1. düzenleme. 2. yerleştirme. 3.
düzen, tertip. 4. anlaşma. 5. müzik aranjman. 6. (çiçek
için) aranqman.
array ar.ray ırey' isim 1. sıralanış, düzen. 2. giyiniş. fiil 1.
(askeri birlikleri) sıralamak. 2. giymek; giydirmek.
arrears ar.rears ırirz' isim, çoğul vaktinde ödenmemiş borçlar.
arrest someone's attention birinin dikkatini çekmek.

57
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

arrest ar.rest ırest' isim tutuklama, tevkif. fiil 1. tutuklamak,


tevkif etmek. 2. durdurmak.
arrival ar.riv.alisim varış; geliş.
arrive at a decision karara varmak.
arrive ar.rive ırayv' fiil varmak; gelmek: When will we
arrive? Ne zaman varacağız? Has the mail arrived?
Posta geldi mi?
arrogance ar.ro.gance er'ıgıns isim küstahça bir kibir.
arrogant ar.ro.gantsıfat küstah ve kibirli.
arrogate ar.ro.gate er'ıgeyt fiil (haksız yere) benimsemek.
arrow ar.row er'o isim ok.
arrowhead ar.row.head er'ohed isim ok başı, temren.
arse arse ars isim, kaba 1. kıç, makat. 2. büzük, anüs.
arsenal ar.se.nal ar'sınıl isim arsenal; cephanelik, mühimmat
deposu; silahhane.
arsenic ar.se.nic ar'sınîk isim arsenik.
arson ar.son ar'sın isim kundakçılık.
arsonist ar.son.istisim kundakçı.
art art art isim, güzel sanatlar sanat.
arterial ar.te.ri.alsıfat atardamara ait.
arteriosclerosis ar.te.ri.o.scle.ro.sis artîr'iyosklıro'sîs isim
arteriyoskleroz, damar sertliği.
artery ar.ter.y ar'tıri isim 1. atardamar, arter. 2. arter, anayol.
artesian well artezyen kuyusu.
artesian ar.te.sian arti'qın sıfat bakınız artesian well
artful art.fulsıfat kurnaz.
arthritis ar.thri.tis arthray'tîs isim artrit, mafsal iltihabı.
artichoke ar.ti.choke ar'tıçok isim enginar.
article ar.ti.cle ar'tîkıl isim 1. makale, yazı. 2. hukuk (bir
anlaşmada bulunan) madde. 3. eşya: various articles of
clothing çeşitli giyim eşyası. 4. dilbilgisi tanımlık (a,
an, the) .

58
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

articulate ar.tic.u.late artîk'yılît sıfat 1. düşüncelerini açık bir


şekilde ifade edebilen. 2. açık (ifade); net (telaffuz). 3.
eklemli; boğumlu, oynaklı.
articulated lorry İngiliz İngilizcesi TIR kamyonu.
articulation ar.tic.u.la.tionisim 1. açık bir şekilde dile getirme. 2.
net telaffuz. 3. fonetik boğumlanma. 4. eklem; boğum,
oynak.
artifact ar.ti.fact ar'tıfäkt isim insan eliyle yapılan şey, özellikle
ilk insanların meydana getirdiği sanat eseri.
artifice ar.ti.fice ar'tıfîs isim 1. hile, oyun. 2. beceri, hüner,
ustalık.
artificial ar.ti.fi.cial artıfîş'ıl sıfat yapay, yapma, suni, sahte.
artillery ar.til.ler.y artîl'ıri isim 1. toplar, (top gibi) ağır silahlar.
2. topçu sınıfı.
artilleryman ar.til.ler.y.manisim topçu.
artisan ar.ti.san ar'tızın isim zanaatçı.
artist ar.tist ar'tîst isim sanatçı, sanatkâr.
artistic ar.tis.tic artîs'tîk sıfat 1. sanatkârane, sanatlı. 2. sanatçı
ruhuna sahip, sanatsal yönü olan: She is also artistic.
Onun sanat yönü de var.
artistry ar.tist.ryisim sanatçılık.
artless art.less art'lîs sıfat 1. hilesiz, saf, açıksözlü. 2. sanatsız,
kaba; beceriksizce yapılmış.
artlessly art.less.lyzarf hilesiz bir şekilde, saflıkla.
artlessness art.less.nessisim hilesizlik, saflık.
arty art.y ar'ti sıfat sanatkârane.
as ... as all get-out konuşma dili son derece, çok: He was driving as fast as
all get-out. Arabayı son hızla sürüyordu. She is as smart
as all get-out. Zehir gibi bir zekâsı var.
as ... as ever her zamanki gibi: as fast as ever her zamanki gibi hızlı.
as ... so ... -dikçe ...: As the time grew shorter so his excitement
mounted. Zaman azaldıkça heyecanı arttı. 2. ne kadar ...
o kadar ...: As she loves cats, so he loves birds. O ne
kadar kedi severse o da aynı şekilde kuş sever. As she is

59
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

beautiful so also is she intelligent. Güzel olduğu kadar


akıllıdır da. 3. nasıl ... öyle ...; nitekim: As you think, so
will you behave. Nasıl düşünürsen öyle davranırsın.
Just as I refused to go yesterday, so I shall refuse to do
so today. Dün gitmeyi reddettim, nitekim bugün de
reddedeceğim.
as a general rule genellikle.
as a matter of fact aslında.
as affairs stand şimdiki halde.
as black as pitch simsiyah, zift gibi.
as bold as brass konuşma dili büyük bir küstahlıkla.
as easy as pie çok kolay.
as far as he is concerned ona kalırsa, ona sorarsan.
As far as I can see .... Bana kalırsa ....
as far as in me lies elimden geldiği kadar, tüm gücümle.
as far as it goes aslında, esasen: What you propose is good, as far as it
goes; but it overlooks some important details. Önerin
aslında iyi, ama bazı önemli ayrıntıları içermiyor.
as far as someone is concerned -e göre: It's fine as far as I'm concerned. Bana göre iyi.
as far as that goes konuşma dili 1. o zaman; o durumda, o halde. 2. ayrıca.
3. zaten, aslında.
as far as kadarıyla, -e göre: as far as I can see gördüğüm
kadarıyla. as far as I'm concerned bana göre.
as fit as a fiddle turp gibi, sağlığı yerinde.
as for me bana gelince.
as for the rest geri kalanına gelince.
as for ... ise: As for me, I'm not going. Bense gitmiyorum. 2. -
e gelince, ... konusunda.
as from -den itibaren, -den başlayarak: as from that date o
tarihten itibaren. as from now bundan böyle.
as good as gold çok sağlam, çok güvenilir. 2. çok terbiyeli.
as good as gibi (olmak): We've as good as finished. Bitirmiş
gibiyiz. It's as good as new. Yeni gibi oldu.

60
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

as if -miş gibi, -cesine, -e (benzemek), sözde, sanki: He


looks as if he's asleep. Sanki uyuyormuş gibi duruyor.
He was smiling as if he'd received some good news. İyi
bir haber almışçasına gülümsüyordu. He looks as if he's
working hard. Çok çalışıyora benziyor.
as is ticaret şimdiki haliyle, olduğu gibi.
as it were .. gibi bir şey; âdeta: It was, as it were, a triumph. Zafer
gibi bir şeydi. She had taken him, as it were, into her
confidence. Onu âdeta kendine sırdaş yapmıştı.
as like as two peas tıpkı birbirine benzer, bir elmanın iki yarısı.
as long as -diği sürece: You won't get so much as a penny from
me as long as I live. Yaşadığım sürece benden bir kuruş
bile alamayacaksın. 2. -mek şartıyla, -mek koşuluyla.
You can have it as long as you return it by this evening.
Bu akşama kadar iade etmek şartıyla onu alabilirsin.
as luck would have it şansıma.
as meek-spirited as a lamb kuzu gibi, uysal.
as much again bir misli daha.
as much as one can elinden geldiği kadar, gücü yettiği kadar, yapabildiği
kadar: I'll help as much as I can. Elimden geldiği kadar
yardım edeceğim.

as nearly as I can tell yaklaşık olarak, bildiğim kadarıyla.


as one man hep birlikte.
as plain as the nose on your face besbelli, apaçık.
as Plato has it Eflatun'un deyişiyle.
as quick as a wink bir lahzada, göz açıp kapayıncaya kadar; bir çırpıda.
as regards -e gelince, ... konusunda.
as safe as houses İngiliz İngilizcesi, konuşma dili çok emniyetli.
as soon as possible en kısa zamanda; bir an önce.
as soon as -er -mez: I'll call you as soon as I reach Istanbul.
İstanbul'a varır varmaz sana telefon edeceğim.

61
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

as such öyle/şöyle/böyle: He's a teacher and is known as such.


O öğretmendir ve herkes onu öyle tanıyor. 2. aslında:
It's not a medicine as such. Aslında ilaç değil.
as the crow flies dosdoğru gidecek olursak.
as though sanki, ... gibi, -cesine: It was as though he'd never seen
me before. Sanki daha önce beni hiç görmemişti.
as to -e gelince, ... konusunda. 2. -e göre, -e uygun olarak.
as usual her zamanki gibi.
as well as kadar iyi: He writes well, but not as well as
Shakespeare. İyi yazıyor, ama Shakespeare kadar iyi
değil. 2. hem ... hem de ...: He gave me money as well
as advice. Bana hem para verdi, hem de öğüt.
as well de, da, dahi: I'm going as well. Ben de gidiyorum. 2.
ayrıca.
as yet şimdiye kadar, daha, henüz.
as you please nasıl isterseniz.
as as äz bağlaç 1. -irken; -dikçe: I nabbed him as he was
going out the door. Kapıdan çıkarken yakaladım. He's
taking life more seriously as he gets older. Yaşlandıkça
hayatı daha bir ciddiye alıyor. 2. -diği için; -diğine göre:
As he didn't bring the money, he didn't get the book.
Parayı getirmediği için kitabı alamadı. As he didn't even
reply to your invitation he's probably not going to
come. Davetine bir cevap bile yollamadığına göre
herhalde gelmeyecek. 3. Karşılaştırmalarda kullanılır:
He's not as smart as she. Onun kadar akıllı değil. I want
a box as big as this. Bu büyüklükte bir kutu istiyorum.
It's as easy as pie. İşten bile değil. 4. -diği gibi: Do as
she does. Onun yaptığı gibi yap. 5. gibi: Ümit's a
bookbinder, as are his brothers. Ümit, kardeşleri gibi
ciltçidir. zarf -in kadar: He's as tall as you. Boyu senin
kadar. It's not as cold as we expected it to be.
Beklediğimiz kadar soğuk değil. I'm not so stupid as to
do a thing like that. Öyle bir şey yapacak kadar aptal

62
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

değilim. Besim's as lazy as he is intelligent. Besim,


akıllı olduğu kadar tembel. edat olarak: I'm telling you
this as a friend. Bunu sana arkadaş olarak söylüyorum.
asbestos as.bes.tos äsbes'tıs isim 1. asbest. 2. amyant.
ascend as.cend ısend' fiil 1. çıkmak, yukarı çıkmak. 2.
(hükümdar) (tahta) çıkmak.
ascendancy as.cend.an.cy ısen'dınsi isim hüküm, nüfuz, itibar,
üstünlük.
ascendant as.cend.ant ısen'dınt sıfat 1. yükselen. 2. üstün, hâkim.
3. ufukta görünmeye başlayan. isim bakınız be in the
ascendant
ascendent as.cend.ent ısen'dınt sıfat 1. yükselen. 2. üstün, hâkim.
3. ufukta görünmeye başlayan. isim bakınız be in the
ascendent
ascension as.cen.sion ısen'şın isim yükselme.
ascent as.cent ısent' isim 1. çıkış; tırmanış. 2. yükseliş. 3.
yokuş, bayır.
ascertain as.cer.tain äsırteyn' fiil (araştırma yoluyla) tespit
etmek, belirlemek, saptamak.
ascetic as.cet.ic ıset'îk isim nefsinin isteklerini kırarak çok
sade bir hayat yaşayan kimse; çileci.
asceticism as.cet.i.cism ıset'ısîzım isim nefsinin isteklerini kırarak
çok sade bir hayat yaşama; riyazet; çilecilik.

ASCII ASCII äs'ki kısaltma, bilgisayar American Standard


Code for Information Interchange ASCII (Bilgi
Alışverişi için Standart Amerikan Kodu)
ascorbic acid askorbik asit.
ascorbic a.scor.bic ıskôr'bîk sıfat bakınız ascorbic acid
ascribe as.cribe ıskrayb' fiil to -e atfetmek.
aseptic a.sep.tic eysep'tîk, ısep'tîk sıfat aseptik.
Ash Wednesday Paskalya'dan önce gelen büyük perhiz süresinin ilk
çarşambası.
ash ash äş isim kül.

63
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ashamed a.shamed ışeymd' sıfat bakınız be ashamed


ashen ash.en äş'ın sıfat 1. külrengi. 2. çok soluk, çok solgun.
ashore a.shore ışôr' zarf kıyıya, kıyıda; karaya, karada.
ashtray ash.tray äş'trey isim kül tablası, küllük.
Asia Minor Anadolu.
Asia A.sia ey'qı isim Asya.
Asian isim Asyalı. sıfat 1. Asyalı. 2. Asya, Asya'ya özgü.
Asiatic A.si.at.ic eyqiyät'îk sıfat, isim bakınız Asian
aside from -den başka, bir yana: No one, aside from Ferhat, can do
this. Ferhat bir yana, kimse bunu yapamaz.
aside a.side ısayd' zarf 1. bir yana, bir kenara. 2. bir yana:
Joking aside, just who are you? Şaka bir yana, kimsin
sen? isim, tiyatro oyuncunun alçak sesle söylediği söz,
apar.
ask a favor of -e ricada bulunmak.
ask for it konuşma dili kaşınmak, kötü bir karşılık gerektiren bir
davranışta bulunmak.
ask for trouble bela aramak, belayı satın almak.
ask the blessing yemek duası yapmak.
ask ask äsk fiil 1. sormak. 2. istemek: He asked to be
excused from the table. Sofradan ayrılmak için izin
istedi. She's asking a lot for this poodle. Bu kaniş için
çok para istiyor. 3. davet etmek: I asked her for dinner.
Onu akşam yemeğine davet ettim.
askance a.skance ıskäns' zarf bakınız look at someone askance
askew a.skew ıskyu' zarf eğri, çarpık.
asleep a.sleep ıslip' sıfat 1. uykuda: The guards were asleep.
Bekçiler uykudaydı. 2. uyuşmuş.
asparagus spear kuşkonmaz filizi.
asparagus as.par.a.gus ısper'ıgıs isim kuşkonmaz.
aspect as.pect äs'pekt isim 1. açı, yön, bakım: Let's consider
this aspect of the problem. Meselenin bu yönünü
düşünelim. 2. görünüş.
asphalt as.phalt äs'fôlt isim asfalt. fiil asfaltlamak.

64
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

aspirant as.pi.rant äs'pırınt, ıspayr'ınt isim, sıfat istekli.


aspiration as.pi.ra.tion äspırey'şın isim (uzun zamandır güdülen)
büyük amaç: It was his aspiration to become famous.
Amacı ünlü olmaktı.
aspire as.pire ıspayr' fiil amaçlamak, amaç edinmek; arzu
etmek.
aspirin as.pi.rin äs'pırîn isim aspirin.
ass ass äs isim 1. eşek, merkep. 2. dangalak. 3. kaba kıç,
makat. 4. kaba büzük, anüs.

assail as.sail ıseyl' fiil 1. saldırmak, hücum etmek. 2.


yağmuruna tutmak: They assailed him with juestions.
Kendisini soru yağmuruna tuttular.
assailant as.sail.antisim saldıran kimse.
assassin as.sas.sin ısäs'în isim suikastçı.
assassinate as.sas.si.nate ısäs'îneyt fiil suikast yapmak.
assassination as.sas.si.na.tionisim suikast.
assault as.sault ısôlt' isim saldırı. fiil saldırmak.
assay as.say äs'ey isim 1. analiz edilecek bir örnek. 2. analiz,
çözümleme, tahlil. fiil 1. analiz etmek, çözümlemek,
tahlil etmek. 2. denemek.
assemblage as.sem.blage ısem'blîc isim 1. toplantı, meclis. 2.
topluluk, kalabalık. 3. montaq. 4. bir araya toplama; bir
araya toplanma.
assemble as.sem.ble ısem'bıl fiil 1. toplamak; toplanmak. 2.
monte etmek.
assembly line montaj hattı.
assembly room toplantı salonu.
assembly as.sem.bly ısem'bli isim 1. toplantı; meclis; kongre. 2.
montaj.
assent as.sent ısent' isim rıza; onaylama. fiil to - e razı olmak;
-i onaylamak.
assert oneself kendini göstermek. 2. otoritesini kabul ettirmek.

65
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

assert as.sert ısırt' fiil (emin bir şekilde) ileri sürmek, öne
sürmek.
assertion as.ser.tionisim 1. iddia. 2. (bir iddiayı) öne sürme.
assertive as.ser.tivesıfat kendini hissettiren.
assess as.sess ıses' fiil 1. değer biçmek, kıymet takdir etmek:
He assessed their house at ten thousand dollars.
Evlerine on bin dolar değer biçti. 2. (para miktarını)
tayin etmek, hesaplamak: Have you assessed the
amount of the damage? Zararın ne kadar olduğunu tayin
ettiniz mi? 3. (belirli bir miktar para) talep etmek: The
president assessed each member five dollars. Başkan
her üyeden beş dolar talep etti. 4. değerlendirmek, bir
şeyin niteliğini tayin etmek.
assessment as.sess.mentisim 1. değer biçme. 2. (para miktarını)
tayin etme. 3. değerlendirme; düşünce, fikir: What's
your assessment of the situation? Durum hakkındaki
fikriniz nedir?
assessor as.ses.sorisim değer biçen: tax assessor tahakkuk
memuru.
asset as.set äs'et isim 1. mal, kıymetli şey. 2. değerli bir
nitelik, erdem veya beceri.
assets as.setsisim, ticaret emval, servet, mevduat, aktif, varlık.
asshole ass.hole äs'hol isim, kaba 1. büzük, anüs. 2. aşağılık
herif, it herif, puşt.
assiduous as.sid.u.ous ısîc'uwıs sıfat bezmeyerek çalışan, dikkatli
ve devamlı çalışan; dikkatli ve devamlı (bir çalışma).
assign as.sign ısayn' fiil 1. atamak, tayin etmek. 2. ayırmak,
tahsis etmek. 3. tayin etmek, kararlaştırmak. 4. (birine)
(belirli bir) görev vermek: I assigned you to do the
laundry. Sana çamaşır yıkama görevini verdim. 5.
hukuk devretmek.
assignation as.sig.na.tion äsîgney'şın isim randevu.
assignment as.sign.mentisim 1. atama. 2. ayırma. 3. tayin,
kararlaştırma. 4. görev; ödev.

66
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

assimilate as.sim.i.late ısîm'ıleyt fiil asimile etmek.


assimilation as.sim.i.la.tionisim asimilasyon.
assist as.sist ısîst' fiil yardım etmek.
assistance as.sis.tanceisim yardım.
assistant professor asistan.
assistant as.sis.tantisim yardımcı, muavin.
associate professor doçent.
associate as.so.ci.ate ıso'şiyît isim iş arkadaşı; iş ortağı.
association as.so.ci.a.tionisim 1. dernek; birlik; kurum. 2. ilişki. 3.
çağrışım.
assort as.sort ısôrt' fiil sınıflandırmak.
assorted as.sort.edsıfat çeşitli, muhtelif.
assortment as.sort.mentisim türlü çeşitleri içeren bir bütün.
assuage as.suage ısweyc' fiil azaltmak, hafifletmek, yatıştırmak.
assume responsibility for -in sorumluluğunu üzerine almak.
assume as.sume ısum' fiil 1. farzetmek, varsaymak: You're
assuming too much where Dinçer's concerned. Dinçer'in
öyle yapacağını farzetmekle pekâlâ yanılmış olabilirsin.
What do we do, assuming it doesn't burn?
Yanmayacağını farzedersek ne yaparız? 2. sanmak,
zannetmek. 3. (resmi bir görevi) üstlenmek.
assumed as.sumedsıfat 1. farzolunan; hayali. 2. takma (ad).
assumption as.sump.tion ıs^mp'şın isim 1. varsayım, faraziye. 2.
sanı, zan.
assurance as.sur.anceisim 1. rahatlatıcı veya ikna edici söz. 2.
kendine güven(me). 3. İngiliz İngilizcesi sigorta: life
assurance hayat sigortası.
assure as.sure ışûr' fiil 1. (rahatlatıcı veya ikna edici sözlerle)
temin etmek. 2. sağlama bağlamak.
assured as.suredsıfat 1. kendine güvenen. 2. sağlama
bağlanmış.
assuredly as.sured.ly ışûr'îdli zarf mutlaka.
assuringly as.sur.ing.lyzarf rahatlatıcı bir şekilde.
asterisk as.ter.isk äs'tırîsk isim, dilbilgisi yıldız işareti.

67
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

astern a.stern ıstırn' zarf, denizcilikle ilgili geriye, gerisinde,


arkaya, geminin kıçına.
asteroid as.ter.oid äs'tıroyd isim asteroit, küçük gezegen.
asthma asth.ma äz'mı isim astım.
asthmatic asth.mat.ic äzmät'îk sıfat astımla ilgili; astımlı.
astigmatic as.tig.mat.ic ästîgmät'îk sıfat astigmatik.
astigmatism a.stig.ma.tism ıstîg'mıtîzım isim astigmatizm.
astir a.stir ıstır' sıfat 1. hareket halinde. 2. heyecan içinde,
ayakta.
astonish a.ston.ish ıstan'îş fiil şaşkına çevirmek, hayrette
bırakmak.
astonishing a.ston.ish.ingsıfat hayrette bırakan.
astonishment a.ston.ish.mentisim hayret, şaşkınlık.
astound a.stound ıstaund' fiil şoke etmek.
astounding a.stound.ingsıfat şoke eden.
astray a.stray ıstrey' zarf bakınız go astray lead someone
astray
astride a.stride ıstrayd' zarf (ata binmiş gibi) bacakları
birbirinden ayrı olarak.
astringent as.trin.gent ıstrîn'cınt sıfat sıkıştırıcı, büzücü. isim lokal
olarak doku ve damarları büzen ilaç.
astrologer as.trol.o.gerisim yıldız falcısı, astrolog, müneccim.
astrological as.tro.log.i.cal ästrılac'îkıl sıfat astroloqik, astroloqiye
ait.
astrologically as.tro.log.i.cal.lyzarf astroloqik olarak.
astrology as.trol.o.gy ıstral'ıci isim yıldız falcılığı, astroloqi,
müneccimlik.
astronaut as.tro.naut äs'trınôt isim astronot.
astronomer as.tron.o.merisim astronom, gökbilimci.
astronomic as.tro.nom.ic ästrınam'îk sıfat bakınız astronomical
astronomical as.tro.nom.i.cal ästrınam'îkıl sıfat 1. astronomik,
gökbilimle ilgili. 2. çok büyük, astronomik (rakam,
büyüklük): astronomical prices astronomik fiyatlar.
astronomy as.tron.o.my ıstran'ımi isim astronomi, gökbilim.

68
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

astute as.tute ıstut' sıfat akıllı, kurnaz, cin fikirli, cin.


asunder a.sun.der ıs^n'dır zarf 1. parça parça. 2. birbirinden
uzak/ayrı.
asylum a.sy.lum ısay'lım isim 1. sığınma yeri, sığınak, melce.
2. tımarhane, akıl hastanesi.
asymmetric asym.met.ricsıfat asimetrik, bakışımsız.
asymmetry a.sym.me.try eysîm'ıtri isim asimetri, bakışımsızlık.
at a bound bir hamlede.
at a distance uzakta, uzak bir yerde.
at a glance bir bakışta.
at a loss ne yapacağını bilmez, şaşırmış bir durumda. 2. zararına
(satış).
at a pinch gerektiğinde, gereğinde; sıkışınca.
at a quarter after four dördü çeyrek geçe.
at a stroke bir anda.
at all costs ne pahasına olursa olsun.
at all hiç.
at anchor demirli, demir atmış.
at any cost ne pahasına olursa olsun.
at any price her ne pahasına olursa olsun.
at any rate neyse, her neyse, her ne hal ise; her nasılsa. 2. en
azından: You are smart at any rate. En azından akıllısın.
at any time her an: He could come at any time. Her an gelebilir.
at best Durumlardan en iyisi belirtilirken kullanılır: We won't
get there before nine at best. En erken dokuzda orada
olabiliriz. What he did was at the best carelessness, at
worst theft. Yaptığının en iyi adı dikkatsizlik, en kötü
adıysa hırsızlık.
at bottom aslında, esasında.
at close quarters çok yakından, göğüs göğüse.
at close range yakından, yakın mesafeden.
at cross purposes birbirinin maksadına aykırı.
at dark akşam olunca, hava kararırken.
At ease! askeri Rahat!

69
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

at every turn her keresinde, her defasında.


at first sight ilk bakışta.
at first önce, evvela.
at four o'clock sharp saat tam dörtte.
at full blast tam gazla; tam kapasiteyle.
at full gallop dörtnala.
at full length ayrıntılarıyla. 2. boylu boyunca.
at full speed son süratle, son sürat.
at full tilt son süratle.
at great length ayrıntılarıyla, detaylarıyla.
at heart aslında, hakikatte.
at home in (bir konuda) bilgili: He's at home in the business world.
İş dünyasını yakından tanır. 2. (bir yerde) kendini rahat
hisseden.
at home with -e aşina, -i iyi bilen: He's at home with machines of all
kinds. Her tür makineden anlar.
at home evde, kendi evinde.
at intervals aralıklı, aralarla.
at issue üzerinde konuşulan, söz konusu olan.
at its zenith doruğunda, zirvesinde.
at large çoğu (kişi) : The membership at large won't like this.
Üyelerin çoğu bundan hoşlanmaz.
at last nihayet, sonunda.
at least hiç olmazsa, hiç değilse; bari. 2. en az, hiç olmazsa:
There were at least six. En az altı tane vardı.
at leisure boş zamanı olan. 2. boş zamanlarda.
at length uzun uzadıya. 2. en sonunda.
at long last nihayet, sonunda.
at loose ends boşta.
at most en çok, en fazla: There were at most twenty people in
the room. Odada en çok yirmi kişi vardı. 2. olsa olsa.
at no time hiçbir zaman.
at odd moments zaman buldukça.
at odds araları açık.

70
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

at once hemen, derhal. 2. aynı anda.


at one blow bir vuruşta.
at one fell swoop bir çırpıda.
at one go bir hamlede.
at one whack bir defada, bir kalemde, birden.
at one's command emrinde.
at one's leisure boş zamanlarında.
at one's peril başına gelebileceklerden kendisi sorumlu olarak.
at one's pleasure istediği zaman. 2. isteğine göre.
at par ticaret başabaş.
at peace barış halinde. 2. huzur içinde.
at present şimdiki halde, şimdiki durumda.
at random rasgele, tesadüfen.
at sea denizde. 2. şaşkına dönmüş.
at that point o sırada: At that point I left. O sırada çıktım. 2. o
noktaya gelince, o aşamaya gelince: At that point add
the eggs. O aşamaya gelince yumurtaları ilave edin.
at that onun üzerine: Once again she refused, and at that he
left. Bir daha reddetti; o da onun üzerine çıktı.
at the drop of a hat hemen, derhal.
at the eleventh hour son anda, son dakikada.
at the end of the day İngiliz İngilizcesi, konuşma dili eninde sonunda.
at the expense of pahasına.
at the instance of (birinin) isteği üzerine.
at the latest en geç.
at the mercy of -in insafına (kalmış), -in elinde.
at the moment şu an, şimdilik.
at the most bakınız at most
at the outside konuşma dili en fazla, olsa olsa, azami.
at the point of death ölüm halinde.
at the same time aynı zamanda.
at the sight of -i görünce, -i görür görmez.
at the top of his lungs avazı çıktığı kadar.
at the top of one's lungs avazı çıktığı kadar.

71
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

at the top of one's voice avazı çıktığı kadar.


at the utmost en çok, olsa olsa.
at the very least en aşağı, en az.
at the worst bakınız at worst
at this juncture bu noktada.
at times bazen, arasıra.
at value piyasa fiyatına göre değerlendirilmiş.
at will istediği gibi; istenilen şekilde: The aerial can be rotated
at will. Anten istenilen yöne çevrilebilir. 2. istediğinde;
istenilen zamanda.
at worst en kötü ihtimal: At worst, all he'll get is a year in jail.
En kötü ihtimal, bir yıl hapis yer. 2. sadece, önceki:
He's not a bed person; at worst he's qust stupid. Kötü
biri değil, sadece aptal.
at your convenience size uygun bir zamanda, mümkün olduğu kadar yakın
bir zamanda.
at your risk ziyan olduğu takdirde sizin hesabınıza, tehlike
sorumluluğu size ait olmak üzere.
at at ät edat 1. Bir yeri belirtmek için kullanılır: at my
office benim büroda. at the station istasyonda. 2. Bir
zamanı belirtmek için kullanılır: at eight o'clock saat
sekizde. He works at night. Geceleri çalışır. 3. Bir
hareketin hedefini gösterir: Look at her. Ona bak. She
laughed at them. Onlara güldü. 4. Bir iş veya hareketten
bahsederken kullanılır: He's good at English.
İngilizcede iyidir. 5. Bir miktarı göstermek için
kullanılır: Oranges are selling at a dollar a kilo.
Portakalın kilosu bir dolar.
ate ate eyt fiil bakınız eat
atheism a.the.ism ey'thiyîzım isim ateizm, Tanrıtanımazlık,
zındıklık.
atheist a.the.ist ey'thiyîst isim ateist, Tanrıtanımaz, zındık.
atheistic a.the.ist.icsıfat ateistik, ateist, Tanrıtanımaz; zındık
(kimse).

72
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

athlete ath.lete äth'lit isim sporcu.


athlete's foot madura ayağı.
athletic ath.let.ic äthlet'îk sıfat 1. spora özgü, sportif, spor. 2.
atletik, sporcu.
athletics ath.let.icsisim atletizm.
Atlantic Ocean Atlas Okyanusu.
Atlantic At.lan.tic ätlän'tîk sıfat Atlantik.
atlas at.las ät'lıs isim atlas (harita kitabı).
atmosphere at.mo.sphere ät'mısfîr isim atmosfer.
atmospheric at.mo.spher.icsıfat atmosferik.
atom bomb atom bombası.
atom at.om ät'ım isim 1. atom. 2. zerre.
atomic age atom çağı.
atomic bomb atom bombası.
atomic energy nükleer enerji.
atomic number atom sayısı.
atomic pile nükleer reaktör.
atomic power atomik güç, nükleer enerji.
atomic waste nükleer atıklar.
atomic weight atom ağırlığı, atomik ağırlık.
atomic a.tom.ic ıtam'îk sıfat atomik.
atomise at.om.ise ät'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
atomize
atomize at.om.ize ät'ımayz fiil 1. atomlara ayırmak. 2. (sıvıyı)
püskürtmek.
atomizer at.om.iz.erisim atomizör; püskürteç.
atone a.tone ıton' fiil (bir suç, kabahat v.b.'ni) affettirecek
harekette bulunmak, telafi etmek; kefaret etmek.
atonement a.tone.mentisim kefaret.
atrocious a.tro.cious ıtro'şıs sıfat 1. iğrenç, menfur; canavarca. 2.
çok kötü, berbat.
atrocity a.troc.i.ty ıtras'ıti isim 1. iğrençlik, canavarlık. 2.
berbatlık.

73
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

atrophy at.ro.phy ät'rıfi isim dumur, körelme. fiil dumura


uğramak, körelmek; dumura uğratmak, köreltmek.
attaboy at.ta.boy ät'ıboy' ünlem, konuşma dili Aferin sana!
attach at.tach ıtäç' fiil 1. takmak, iliştirmek, bağlamak. 2.
hukuk el koymak, haczetmek.
attaché case Bond çanta.
attaché at.ta.ché ätışey' isim ataşe.
attached at.tachedsıfat 1. bağlı, ilgili. 2. ilişik, ilişikteki. 3.
sevgiyle bağlı.
attachment for -e bağlılık, -e sevgi.
attachment to -e bağlılık, -e sevgi.
attachment at.tach.mentisim 1. aksesuar, bir şeye takılabilen parça.
2. sevgi bağı. 3. hukuk el koyma, haciz koyma.
attack at.tack ıtäk' fiil hücum etmek, saldırmak; vurmak,
tecavüz etmek. isim 1. saldırı, hücum. 2. nöbet, kriz.
attain at.tain ıteyn' fiil 1. elde etmek, kazanmak. 2. varmak;
ermek, erişmek.
attainment at.tain.mentisim 1. elde etme, kazanma. 2. başarı. 3.
marifet.
attempt at.tempt ıtempt' fiil denemek, girişimde bulunmak,
teşebbüs etmek; çalışmak; kalkışmak: He attempted to
climb that mountain. O dağa tırmanmayı denedi. You
should attempt to finish that proqect by Friday. O işi
Cuma gününe kadar bitirmeye çalışmalısın. You should
not attempt to lift things which are too heavy for you.
Gücünün yetmediği kadar ağır şeyleri kaldırmaya
kalkışmamalısın. isim deneme, girişim, teşebbüs.
attend to dikkat etmek, bakmak.
attend at.tend ıtend' fiil 1. hazır bulunmak. 2. bakmak; tedavi
etmek; hizmet etmek.
attendance at.ten.danceisim 1. hazır bulunma. 2. hazır bulunanlar.
attendant at.ten.dantisim (bir hizmette bulunan) görevli: shop
attendant tezgâhtar. theater attendant biletleri kontrol

74
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

eden veya yer gösteren görevli. flight attendant uçuş


görevlisi. ground attendant yer görevlisi.
attention span dikkat genişliği.
attention at.ten.tion ıten'şın isim 1. dikkat. 2. ilgi, bakım. 3.
iltifat. 4. askeri esas duruş/vaziyet.
attentive at.ten.tive ıten'tîv sıfat 1. dikkatle izleyen: an attentive
audience dikkatle izleyen seyirciler. 2. dikkat eden,
dikkatli: an attentive worker dikkatli bir işçi.
attenuate at.ten.u.ate ıten'yuweyt fiil 1. inceltmek; hafifletmek,
azaltmak; zayıflatmak. 2. değerini düşürmek.
attest at.test ıtest' fiil 1. doğrulamak, tasdik etmek. 2. (bir
belgeyi imzalayarak bir şeyin doğruluğuna veya
gerçekliğine) şahadet etmek. 3. to -i göstermek, -e
delalet etmek.
attic at.tic ät'îk isim tavanarası.
attire at.tire ıtayr isim elbise, giysi, kılık. fiil giydirmek.
attitude at.ti.tude ät'ıtud isim tutum, davranış, tavır.
attorney general başsavcı.
attorney at.tor.ney ıtır'ni isim avukat.
attract at.tract ıträkt' fiil çekmek; cezbetmek.
attraction at.trac.tionisim cazibe, alımlılık.
attractive at.trac.tivesıfat cazibeli, çekici, alımlı.
attribute at.trib.ute ıtrîb'yut fiil 1. to (bir nedene) bağlamak; -e
yormak. 2. to -e mal etmek, -e atfetmek. isim sıfat,
nitelik, vasıf.
attribution at.tri.bu.tion ätrıbyu'şın isim 1. bağlama; yorma. 2. atıf.
attrition at.tri.tion ıtrîş'ın isim 1. yıpranma, aşınma; yıpratma,
aşındırma. 2. zayiat.
attune at.tune ıtun', ıtyun' fiil 1. akort etmek. 2. to -e
uydurmak, -e alıştırmak.
aubergine au.ber.gine o'bırqin isim, İngiliz İngilizcesi patlıcan.
auburn au.burn ô'bırn sıfat kumral.
auction auc.tion ôk'şın isim açık artırma, mezat, müzayede. fiil
açık artırma ile satmak.

75
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

auctioneer auc.tion.eerisim mezatçı.


audacious au.da.cious ôdey'şıs sıfat 1. cüretli. 2. küstah.
audacity au.dac.i.ty ôdäs'ıti isim 1. cüret. 2. küstahlık.
audible au.di.ble ô'dıbıl sıfat işitilebilir, duyulabilir.
audibly au.di.blyzarf işitilebilecek şekilde.
audience au.di.ence ô'diyıns isim dinleyiciler; seyirciler,
izleyiciler.
audiocassette au.di.o.cas.sette ô'diyokıset' isim teyp kaseti.
audiovisual au.di.o.vis.u.al ôdîyovîq'uwıl sıfat görselişitsel,
odyovizüel.
audit au.dit ô'dît isim (hesapları) denetleme. fiil (hesapları)
denetlemek.
auditor au.di.torisim denetçi, kontrolör.
auditorium au.di.to.ri.um ôdîtor'iyım isim toplantı salonu; konser
salonu.
auditory canal anatomi işitme kanalı.
auditory au.di.to.ry ô'dîtori sıfat işitme ile ilgili, işitsel.
auger au.ger ô'gır isim burgu, matkap, delgi.
aught aught ôt isim bakınız for aught I care. for aught I know
augment aug.ment ôgment' fiil artırmak.
augmentation aug.men.ta.tionisim artırma.
augur au.gur ô'gır fiil (iyi veya kötü) bir işaret olmak: This
augurs well for us. Bu bize iyi bir işaret.
August Au.gust ô'gıst isim ağustos.
aunt aunt änt isim 1. teyze: She is my maternal aunt. O
benim teyzem. 2. hala: She is my paternal aunt. O
benim halam. 3. yenge: Aunt Halime is my uncle's wife.
Halime yenge amcamın/dayımın eşi.
auspices aus.pic.es ôs'pısiz isim, çoğul bakınız under the
auspices of
auspicious aus.pi.cious ôspîş'ıs sıfat uğurlu, hayırlı.
austere aus.tere ôstîr' sıfat 1. sert. 2. sade ve süssüz; konforsuz.
austerity aus.ter.i.ty ôster'ıti isim 1. sertlik, haşinlik. 2. sade,
konforsuz ve dünyevi zevklerden yoksun bir yaşam.

76
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Australia Aus.tral.ia ôstreyl'yı isim Avustralya.


Australian isim Avustralyalı. sıfat 1. Avustralya, Avustralya'ya
özgü. 2. Avustralyalı.
Austria Aus.tri.a ôs'triyı isim Avusturya.
Austrian isim Avusturyalı. sıfat 1. Avusturya, Avusturya'ya
özgü. 2. Avusturyalı.
authentic au.then.tic ôthen'tîk sıfat 1. hakiki, gerçek, otantik. 2.
güvenilir: How authentic is this news? Ne derece
güvenilir bir haber bu?
authenticate au.then.ti.cate ôthen'tîkeyt fiil doğrulamak, tasdik
etmek; gerçeklemek.
authenticity au.then.tic.i.ty ôthentîs'ıti isim 1. gerçeklik, otantiklik.
2. güvenirlik.
author au.thor ô'thır isim yazar, müellif.
authoritarian au.thor.i.tar.i.ansıfat otoriter.
authoritative au.thor.i.ta.tivesıfat 1. güvenilir. 2. amirane.
authority au.thor.i.ty ıthôr'ıti isim 1. yetki. 2. yetke, otorite.
authorization au.tho.ri.za.tionisim izin.
authorize au.thor.ize ô'thırayz fiil 1. izin vermek. 2.
yetkilendirmek.
autistic au.tis.tic ôtîs'tîk sıfat otistik.
auto au.to ô'to isim, konuşma dili oto, otomobil.
autobiographer au.to.bi.og.ra.pher ôtıbayag'rıfır isim otobiyografi
yazarı.
autobiographic au.to.bi.o.graph.ic ôtıbayıgräf'îk sıfat otobiyografik.
autobiographical au.to.bi.o.graph.i.cal ôtıbayıgräf'îkıl sıfat otobiyografik.
autobiography au.to.bi.og.ra.phy ôtıbayag'rıfi isim otobiyografi,
özyaşamöyküsü.
autocracy au.toc.ra.cy ôtak'rısi isim otokrasi.
autocrat au.to.crat ô'tıkrät isim otokrat.
autocratic au.to.crat.icsıfat otokratik.
autograph au.to.graph ô'tıgräf isim imza; bir kimsenin el yazısı.
automat au.to.mat ô'tımät isim 1. otomatlardan yemek alınan
kafeterya. 2. otomat, parayla çalışan yiyecek içecek

77
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dağıtma makinesi. 3. otomat, bir canlının yapabileceği


bazı işleri yapan aygıt.
automate au.to.mate ô'tımeyt fiil otomatikleştirmek.
automatic pilot havacılık otomatik pilot.
automatic transmission otomatik vites, otomatik transmisyon.
automatic au.to.mat.ic ôtımät'îk sıfat otomatik. isim otomatik
tabanca/tüfek, otomatik.
automatically au.to.mat.icallyzarf otomatik olarak, otomatikman.
automation au.to.ma.tionisim otomasyon.
automobile au.to.mo.bile ôtımo'bil isim otomobil.
automotive industry otomotiv sanayii.
automotive au.to.mo.tive ôtımo'tîv sıfat otomotiv.
autonomous au.ton.o.moussıfat özerk, otonom.
autonomy au.ton.o.my ôtan'ımi isim özerklik, otonomi.
autopsy au.top.sy ô'tapsi isim otopsi.
autumn au.tumn ô'tım isim sonbahar, güz.
autumnal equinox sonbahar noktası, güz ılımı (27 Eylül'e rastlayan
ekinoks).
autumnal au.tum.nal ô't^m'nal sıfat sonbahara ait.
auxiliary verb dilbilgisi yardımcı fiil.
auxiliary aux.il.ia.ry ôgzîl'yıri, ôgzîl'ıri sıfat, isim yedek;
yardımcı.
avail oneself of -den yararlanmak, -den faydalanmak.
avail a.vail ıveyl' isim yarar, fayda. fiil yaramak.
availability a.vail.a.bil.i.ty ıveylıbîl'ıti isim var olma, elde
edilebilme.
available a.vail.a.ble ıvey'lıbıl sıfat var, elde edilebilir.
avalanche av.a.lanche äv'ılänç isim 1. çığ. 2. heyelan.
avarice av.a.rice äv'ırîs isim para hırsı.
avaricious av.a.ri.cious ävırîş'ıs sıfat para canlısı.
avenge a.venge ıvenc' fiil öcünü almak, öcünü çıkarmak.
avenue av.e.nue äv'ınyu isim cadde.
aver a.ver ıvır' fiil (averred, averring) (emin bir şekilde) ileri
sürmek, öne sürmek.

78
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

average av.er.age äv'rîc isim, matematik ortalama, vasati. sıfat


1. matematik ortalama, vasati: average annual rainfall
yıllık ortalama yağış. 2. olağan, vasat, orta. fiil 1.
matematik -in ortalamasını almak. 2. ortalama (belirli
bir miktar) olmak.
averse a.verse ıvırs' sıfat bakınız be averse to
aversion a.ver.sion ıvır'qın isim hiç hoşlanmama.
avert a.vert ıvırt' fiil 1. başka tarafa çevirmek, yön
değiştirmek. 2. önlemek.
aviary a.vi.ar.y ey'viyeri isim kuşhane.
aviate a.vi.ate ey'viyeyt fiil uçak kullanmak.
aviation a.vi.a.tion eyviyey'şın isim havacılık.
aviator a.vi.a.tor ey'viyey'tır isim pilot, havacı.
avid av.id äv'îd sıfat coşkun; hevesli.
avocado av.o.ca.do ävıka'do, avıka'do isim avokado,
amerikaarmudu.
avocation av.o.ca.tion ävıkey'şın isim birinin asıl işi dışında
yaptığı bir iş, hobi.
avoid a.void ıvoyd' fiil 1. -den kurtulmak; önlemek. 2.
kaçınmak; çekinmek. 3. sakınmak.
avoidable a.void.ablesıfat 1. önlenebilir. 2. kaçınılabilir.
avoidance a.void.anceisim 1. of -den kurtulma; -i önleme. 2. of -
den kaçınma; -den çekinme. 3. of -den sakınma.
avoirdupois pound 651 gram, 78 ons.
avoirdupois av.oir.du.pois ävırdıpoyz' isim İngiliz ve Amerikan
ağırlık ölçü sistemi.
avow a.vow ıvau' fiil açıkça söylemek, itiraf etmek.
avowal a.vow.alisim açıkça söyleme; itiraf.
await someone with anticipation birini/bir şeyi dört gözle beklemek.
await something with anticipation birini/bir şeyi dört gözle beklemek.
await a.wait ıweyt' fiil beklemek, gözlemek, hazır olmak.
awake a.wake ıweyk' fiil (awoke, awaked/awoken) uyanmak;
uyandırmak.
awaken a.wak.en ıwey'kın fiil uyanmak; uyandırmak.

79
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

award a.ward ıwôrd' isim ödül, mükâfat. fiil 1. ödüllendirmek.


2. (resmi bir kararla) vermek.
aware a.ware ıwer' sıfat farkında; haberdar.
awareness a.ware.nessisim farkında olma.
awash a.wash ıwôş' sıfat bakınız be awash
away a.way ıwey' zarf Uzaklaşmayı veya belli bir uzaklıkta
bulunmayı gösterir: He backed away. Geri gitti. She's
away for the weekend. Hafta sonu için bir yere gitti.
That's ten kilometers away. Orası on kilometre uzakta.
awe awe ô isim 1. korkuyla karışık saygı, huşu. 2. korkuyla
karışık şaşkınlık, dehşet. fiil 1. -i huşu içinde bırakmak.
2. -i dehşete düşürmek.
awe-inspiring awe-in.spir.ing ô'înspayrîng sıfat 1. insanı huşu içinde
bırakan. 2. dehşet verici.
awesome awe.some ô'sım sıfat 1. insanı huşu içinde bırakan. 2.
dehşet verici. 3. konuşma dili müthiş, dehşet.
awestricken awe.strick.en ô'strîkın sıfat bakınız awestruck
awestruck awe.struck ô'str^k sıfat 1. huşu içinde. 2. dehşet içinde.
awful aw.ful ô'fıl sıfat 1. korkunç, müthiş; berbat. 2. konuşma
dili çok fazla, pek çok: That'll take an awful lot of work.
O çok iş ister.
awfully aw.ful.lyzarf çok.
awhile a.while ıhwayl' zarf bir süre, bir müddet: You'll have to
wait awhile. Bir süre beklemen lazım.
awkward awk.ward ôk'wırd sıfat 1. beceriksiz; hantal; sakar. 2.
kullanılması zor. 3. zor; uygunsuz, münasebetsiz.
awkwardly awk.ward.lyzarf beceriksizce; hantal bir şekilde.
awkwardness awk.ward.nessisim beceriksizlik; hantallık; sakarlık.
awl awl ôl isim biz, kunduracı bizi, tığ.
awning awn.ing ô'nîng isim tente.
awry a.wry ıray' sıfat, zarf eğri, yamuk; çarpık.
ax ax äks isim balta.
axe axe äks isim balta.
axiom ax.i.om äk'siyım isim aksiyom, belit.

80
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

axiomatic ax.i.o.mat.ic äksiyımät'îk sıfat aksiyomatik, belitsel.


axis ax.is äk'sîs isim eksen, mihver.
axle ax.le äk'sıl isim dingil, mil, aks.
ay ay ay zarf evet, muhakkak, hay hay.
aye aye ey zarf evet, muhakkak, hay hay.
azalea a.zal.ea ızeyl'yı isim açalya, açelya, azelya.
Azerbaijan Az.er.bai.jan azırbay'can isim Azerbaycan. isim, sıfat
1. Azeri. 2. Azerice.
azure az.ure äq'ır isim, sıfat gökmavisi.
B B gun B B gun bi'bi g^n hava tüfeği.
BB B B bi'bi isim hava tüfeğinin saçması.
B B, b bi isim B, İngiliz alfabesinin ikinci harfi.
B.A. B.A. bi'ey' kısaltma Bachelor of Arts
B.B.C. B.B.C. bi'bi'si' kısaltma British Broadcasting
Corporation B.B.C. (İngiliz Radyo-Televizyon
Kurumu).
B.C. B.C. bi'si' kısaltma before Christ M.Ö. (milattan önce),
İ.Ö. (İsa'dan önce).
B.E. B.E.kısaltma bill of exchange
baa baa ba isim meleme. fiil melemek.
babble bab.ble bäb'ıl fiil 1. anlaşılmaz sözler söylemek. 2.
gevezelik etmek, saçmalamak; boşboğazlık etmek. 3.
(su) çağlamak.
babbler bab.blerisim geveze, boşboğaz.
babe babe beyb isim 1. bebek. 2. konuşma dili kız, piliç.
baboon ba.boon bäbun' isim habeşmaymunu.
baby blue süt mavisi.
baby bottle biberon, emzik.
baby buggy çocuk arabası.
baby carriage çocuk arabası.
baby farm çocuk ve bebekler için ücretli bakımevi, kreş.
baby grand kısa kuyruklu piyano.
baby tooth sütdişi.

81
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

baby ba.by bey'bi isim 1. bebek, çocuk. 2. konuşma dili


sevgili. sıfat yavru. fiil (birine) aşırı bir özenle bakmak,
her ihtiyacını karşılamak.
babyhood ba.by.hoodisim bebeklik devresi.
babyish ba.by.ishsıfat bebek gibi.
baby-sit ba.by-sit bey'bisît fiil (baby-sat, baby-sitting) ana
babaları evde olmadığı zaman çocuğa bakmak.
baby-sitter ba.by-sit.terisim çocuk bakıcısı.
baccara bac.ca.ra bak'ıra isim, iskambil oyunları bakara.
baccarat bac.ca.rat bak'ıra isim, iskambil oyunları bakınız
baccara
Bachelor of Arts degree edebiyat fakültesi diploması. _kısaltma_ B.A.
Bachelor of Science degree fen fakültesi diploması. _kısaltma_ B.S.
bachelor bach.e.lor bäç'ılır isim bekâr erkek, bekâr.
bacillus ba.cil.lus bısîl'ıs isim (bacilli) basil.
back and forth ileri geri.
back country taşra.
back down caymak, sözünden dönmek.
back number (dergi veya gazete için) eski sayı/nüsha.
back out caymak, sözünden dönmek.
back pay ücret veya maaşın ödenmesi gecikmiş kısmı.
back scratcher kaşağı.
back seat arka yer, arka koltuk. 2. ikinci mevki veya rol.
back talk küstahça karşılık verme.
back to back arka arkaya, sırt sırta.
back up geri sürmek, geri gitmek. 2. (kanıtla) desteklemek. 3.
arka çıkmak, desteklemek. 4. bilgisayar yedeklemek.
back back bäk isim 1. arka taraf, arka. 2. sırt, belkemiği. 3.
futbol bek. fiil 1. desteklemek, arka olmak, yardım
etmek: Nejat's company is backing this project with one
million dollars. Neqat'ın şirketi bu proqeyi bir milyon
dolarla destekliyor. 2. geri yürütmek, geri sürmek, geri
geri gitmek: I always back my car into the garage.
Arabamı garaja hep geri geri sürerim. He backed out of

82
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the room. Geri geri çekilerek odadan çıktı. sıfat 1. arka,


arkadaki, arkasındaki; arkaya doğru olan: back door
arka kapı. 2. evvelki; eski. zarf 1. geri, geriye: He gave
the money back. Parayı geri verdi. He went back to the
office. Büroya geri döndü. It takes four days to go to
Trabzon and back. Trabzon'a gidip dönmek dört gün
ister. 2. yine, tekrar: He climbed back up the ladder.
Tekrar merdivene tırmandı. When are you going back
to see your doctor? Tekrar doktorunla görüşmeye ne
zaman gideceksin?
backache back.ache bäk'eyk isim sırt ağrısı; bel romatizması,
lumbago.
backbite back.bite bäk'bayt fiil (backbit, backbitten) arkasından
çekiştirmek veya kötülemek.
backbone back.bone bäk'bon isim 1. omurga, belkemiği. 2.
karakter kuvveti, yürek gücü, maneviyat.
backbreaking back.break.ing bäk'breykîng sıfat çok yorucu, yıpratıcı.
backdoor back.door bäk'dor sıfat, konuşma dili yasadışı.
backer back.er bäk'ır isim destekçi, taraftar.
backfire back.fire bäk'fayır fiil 1. (motorun ateşi) geri tepmek.
2. geri tepmek, istenilenin aksi olmak.
backgammon back.gam.mon bäk'gämın isim tavla.
background back.ground bäk'graund isim 1. arka plan, zemin; fon.
2. bir kimsenin geçmişteki görgü, çevre ve tahsili.
backhand back.hand bäk'händ isim elin tersi öne gelecek şekilde
yapılan vuruş. sıfat elin tersi öne gelecek şekilde
yapılan (vuruş v.b.). zarf elinin tersiyle.
backhanded compliment kompliman gibi gözüken eleştiri; kompliman olup
olmadığı belli olmayan söz.
backing back.ingisim arka, destek.
backlash back.lash bäk'läş isim (siyasal veya toplumsal bir
gelişmeye karşı) güçlü tepki.

83
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

backlog back.log bäk'lôg isim birikmiş iş, yığılmış iş: You


should work on that backlog of unanswered letters. O
birikmiş mektupları cevaplamaya bakmalısın.
backpack back.pack bäk'päk isim sırt çantası. fiil omzunda sırt
çantasıyla gezmek.
backpacker back.pack.erisim omzunda sırt çantasıyla gezen kimse.
backpedal back.ped.al bäk'pedıl fiil 1. pedalı geri çevirmek. 2.
konuşma dili caymak, tornistan etmek.
backrest back.rest bäk'rest isim arkalık.
backside back.side bäk'sayd isim 1. arka taraf. 2. konuşma dili
kıç, makat.
backslide back.slide bäk'slayd fiil (backslid) (iyi yoldayken) kötü
yola sapmak.
backspace back.space bäk'speys fiil (daktilo veya bilgisayarda)
geri gitmek.
backstage back.stage bäk'steyc isim kulis, perde arkası.
backstitch back.stitch bäk'stîç isim iğneardı dikiş. fiil iğneardı
dikiş yapmak.
backstroke back.stroke bäk'strok isim sırtüstü yüzme.
backtrack back.track bäk'träk fiil geldiği yoldan geri dönmek.
backup copy bilgisayar yedek kopya.
backup back.up bäk'^p isim yedek. sıfat 1. yedek. 2. müzik
eşlik eden.
backward and forward ileri geri.
backward back.ward bäk'wırd sıfat 1. geriye doğru yapılan. 2. geç
kavrayan. 3. geri kalmış.
backwardness back.ward.nessisim 1. geç kavrama, gerilik. 2. geri
kalmışlık.
backwards and forwards ileri geri.
backwards back.wards bäk'wırdz zarf geriye doğru, tersine, geri
geri.
backyard back.yard bäk'yard' isim arka bahçe, evin arkasındaki
bahçe.

84
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bacon ba.con bey'kın isim beykın, tuzlanmış veya tütsülenmiş


domuz böğrü veya sırtı.
bacterial bac.te.ri.al bäktîr'iyıl sıfat bakteriye ait.
bactericide bac.te.ri.cide bäktîr'ısayd isim bakterisit.
bacteriological warfare bakteriyolojik savaş.
bacteriological bac.te.ri.o.log.i.cal bäktîriyılac'îkıl sıfat bakteriyoloqik.
bacteriologist bac.te.ri.ol.o.gistisim bakteriyolog.
bacteriology bac.te.ri.ol.o.gy bäktîriyal'ıci isim bakteriyoloqi.
bacterium bac.te.ri.um bäktîr'iyım isim (bacteria) bakteri. sıfat
bakteriye ait.
bad debt muhasebecilik şüpheli alacak, tahsili pek mümkün
görülmeyen alacak.
bad luck şanssızlık.
bad bad bäd sıfat (worse, worst) 1. kötü, ahlaksız. 2. kötü,
hoş olmayan. 3. ciddi, vahim. 4. kötü, niteliksiz; hatalı.
5. bozuk, bozulmuş (yiyecek). 6. hasta veya sakat
(organ, uzuv). 7. argo çok iyi, harika.
bade bade bäd fiil bakınız bid
badge badge bäc isim rozet; nişan.
badger badg.er bäc'ır isim porsuk. fiil hiç rahat bırakmamak,
başının etini yemek.
badly bad.ly bäd'li zarf 1. fena halde, fena bir şekilde: The
team was badly beaten. Takım fena halde yenildi. 2.
çok: That child badly needs a new pair of shoes. O
çocuğun yeni bir çift ayakkabıya çok ihtiyacı var. She
wants to see that movie badly. O filmi seyretmeye can
atıyor.
bad-mouth bad-mouth bäd'mauth fiil, konuşma dili kötülemek.
bad-tempered bad-tem.pered bäd'tem'pırd sıfat aksi, huysuz, ters.
baffle baf.fle bäf'ıl fiil 1. şaşırtmak. 2. engel olmak.
baffling baf.flingsıfat şaşırtıcı, aldatıcı.
bag and baggage bütün eşyasıyla.
bag lady tüm eşyasını bir torbada taşıyıp sokaklarda yaşayan
kadın.

85
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bag of tricks bir sürü yalan dolan. 2. eldeki imkânlar.


bag bag bäg isim torba; çanta; kese; kesekâğıdı; çuval. fiil
(bagged, bagging) 1. torbalamak, çuvala koymak. 2.
(avı) yakalamak.
baggage car furgon, yük vagonu.
baggage room emanet.
baggage bag.gage bäg'îc isim bagaq, yolcu eşyası.
baggy bag.gysıfat torba gibi sarkan, şapşal duran (pantolon).
bagpipe bag.pipe bäg'payp isim tulum, gayda.
bah bah ba ünlem Tu!
Bahama Ba.ha.ma bıha'mı sıfat Bahama, Bahama Adaları'na
özgü. isim bakınız the Bahamas
Bahamian Ba.ha.mi.an bıhey'miyın isim Bahamalı. sıfat 1.
Bahama, Bahama Adaları'na özgü. 2. Bahamalı.
Bahrain Bah.rain bareyn' isim Bahreyn.
Bahraini isim Bahreynli. sıfat 1. Bahreyn, Bahreyn'e özgü. 2.
Bahreynli.
bail someone out birine kefalet ederek tahliyesini sağlamak. konuşma
dili 1. birini (zor bir durumdan) kurtarmak.
bail something out konuşma dili bir şeyi (zor bir durumdan) kurtarmak.
bail bail beyl isim (tekneye giren suyu boşaltmak için
kullanılan) kova, maşrapa v.b. fiil 1. (tekneye giren
suyu boşaltmak için kullanılan) tekneye giren suyu
kova, maşrapa v.b. ile boşaltmak. 2. out (tekneye) giren
suyu kova, maşrapa v.b. ile boşaltmak; tekneye giren
(suyu) kova, maşrapa v.b. ile boşaltmak. 3. out
(uçaktan) paraşütle atlamak. 4. konuşma dili out (zor bir
durumdan) sıyrılmak/kaçmak.
bailiff bai.liff bey'lîf isim 1. icra memuru. 2. kâhya.
bailiwick bai.li.wick bey'lıwîk isim uzmanlık alanı; yetki alanı.
bait bait beyt isim olta yemi; kapan yemi. fiil 1. yemlemek.
2. sözlerle eziyet etmek.
bake sale evde yapılmış kek, kurabiye, pasta gibi şeylerin satışı.
bake bake beyk fiil fırında pişirmek.

86
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

baker bak.er bey'kır isim fırıncı, ekmekçi.


baker's dozen on üç.
bakery bak.eryisim 1. ekmek fırını, fırın. 2. pastane.
baking powder kabartma tozu.
baking soda karbonat, sodyum bikarbonat.
baking bak.ingisim 1. fırında pişirme. 2. (bir) pişim.
baksheesh bak.sheesh bäk'şiş isim bahşiş.
balance a tire lastiğin balans ayarını yapmak.
balance of a debt borç bakiyesi.
balance of payments ödemeler dengesi.
balance of power (uluslararası ilişkilerde) kuvvetler dengesi.
balance of trade ticaret dengesi, ithalat ve ihracat arasındaki değer farkı.
balance sheet bilanço.
balance bal.ance bäl'ıns isim 1. terazi. 2. denge. 3. denklem. 4.
bilanço. 5. bakiye. fiil 1. dengelemek. 2. dengeli olmak.
balanced bal.ancedsıfat dengeli.
balcony bal.co.ny bäl'kıni isim balkon.
bald bald bôld sıfat 1. dazlak. 2. kılsız; tüysüz. 3. yalın,
sade.
baldfaced bald.faced bôld'feyst sıfat apaçık ve küstah.
baldness bald.nessisim dazlaklık.
bale bale beyl isim balya. fiil balyalamak.
baleful bale.ful beyl'fıl sıfat uğursuz, meşum.
balk balk bôk fiil bir engel karşısında duraklamak;
yürümemekte direnmek.
balky balk.y bô'ki sıfat yürümemekte direnen, inat eden
(hayvan).
ball and chain pranga.
ball bearing makine bilye.
ball cock şamandıra ile işleyen kapama valfı.
ball of the foot ayak parmaklarının kökü.
ball ball bôl isim 1. top; küre. 2. yumak: a ball of yarn bir
yumak iplik. 3. topak: a ball of dough bir topak hamur.
fiil, konuşma dili up (bir şeyin) içine etmek.

87
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ballad bal.lad bäl'ıd isim balad; türkü.


ballast bal.last bäl'ıst isim 1. denizcilikle ilgili safra. 2.
demiryolu balast.
ballerina bal.le.ri.na bälıri'nı isim balerin.
ballet dancer balerin. 2. dansör.
ballet bal.let bäl'ey isim 1. bale. 2. bale trupu.
ballistic curve balistik eğrisi.
ballistic missile askeri roket.
ballistic bal.lis.tic bılîs'tîk sıfat balistik.
ballistics bal.lis.tics bılîs'tîks isim balistik, atış bilimi.
balloon tire balon lastik.
balloon bal.loon bılun' isim balon. fiil balon gibi şişmek.
ballot box oy sandığı.
ballot bal.lot bäl'ıt isim oy pusulası.
ballpark ball.park bôl'park isim, konuşma dili bakınız be in the
same ballpark sıfat kabataslak, yaklaşık: Give me a
ballpark figure. Bana kabataslak bir rakam söyle.
ball-point pen tükenmez, tükenmez kalem.
ball-point ball-point bôl'poynt isim bakınız ball-point pen
ballroom ball.room bôl'rum' isim dans salonu, balo salonu.
balls ballsisim, argo 1. taşaklar, husyeler. 2. cesaret, taşak,
göt. 3. İngiliz İngilizcesi saçma, zırva, fasa fiso.
ballsy ball.sy bôl'zi sıfat, argo bayağı cesur: She's one ballsy
female! Amma taşaklı karı yahu!
ballyhoo bal.ly.hoo bäl'ihu isim, konuşma dili 1. heyecanlı ve
şamatalı propaganda/reklam. 2. gürültü, patırtı, şamata,
velvele.
balm balm bam isim 1. ilaç olarak kullanılan birkaç çeşit
yağ. 2. pelesenk. 3. melisa, oğulotu. 4. güzel koku,
rayiha. 5. kokulu merhem; ağrı veya sızıyı dindiren
merhem.
balmy balm.y ba'mi sıfat 1. yumuşak ve ılık (hava). 2.
konuşma dili kaçık, bir tahtası eksik.

88
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

baloney ba.lo.ney bılo'ni isim 1. bir cins salam. 2. konuşma dili


saçma, zırva.
balsam bal.sam bôl'sım isim pelesenk.
Baltic Sea Baltık Denizi.
Baltic States Baltık Devletleri.
Baltic Bal.tic bôl'tîk sıfat Baltık.
balustrade bal.us.trade bälıstreyd' isim korkuluk, tırabzan.
bamboo bam.boo bämbu' isim bambu.
bamboozle bam.boo.zle bämbu'zıl fiil, konuşma dili 1. aldatmak,
dolandırmak. 2. şaşırtmak.
ban ban bän fiil (banned, banning) yasaklamak, menetmek.
isim yasak.
banal ba.nal bey'nıl sıfat banal, sıradan, bayağı.
banality ba.nal.i.ty beynäl'ıti isim 1. banallik, sıradanlık. 2.
banal söz; banal şey.
banana pepper çarliston, çarliston biber.
banana republic muz cumhuriyeti.
banana ba.nan.a bınän'ı isim muz.
band saw şerit testere.
band together birleşmek, bir araya toplanmak; birleştirmek, bir araya
toplamak.
band band bänd isim 1. şerit, bant, kurdele; kolan; sargı. 2.
kemer; kayış. 3. uzun çizgi. fiil çemberlemek.
bandage band.age bän'dîc isim sargı. fiil (yarayı) sarmak,
bağlamak.
band-aid band-aid bänd'eyd isim yara bandı, bant. sıfat, konuşma
dili geçici: a band-aid solution geçici bir çözüm.
bandit ban.dit bän'dît isim haydut, eşkıya.
banditry ban.dit.ryisim haydutluk.
bandmaster band.mas.ter bänd'mästır isim, müzik bando şefi.
bandstand band.stand bänd'ständ isim açık havada çalan müzik
topluluklarına özgü ve çoğu zaman üstü kapalı
platform.

89
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bandwagon band.wag.on bänd'wägın isim bakınız qump on the


bandwagon get on the bandwagon
bandy words with ile atışmak, ile ağız kavgası yapmak.
bandy ban.dy bän'di fiil bakınız bandy words with be bandied
about
bandy-legged ban.dy-leg.ged bän'dilegîd sıfat çarpık bacaklı.
bane bane beyn isim bakınız the bane of one's existence
baneful bane.ful beyn'fıl sıfat zararlı, kötü.
bang one's head against a stone wall boşuna uğraşmak, haybeye kürek çekmek.
bang up mahvetmek, canına okumak: You can use my car, but
don't you dare bang it up! Arabamı kullanabilirsin, ama
canına okuyayım deme!
bang bang bäng isim 1. Çat!/Bom! 2. gürültü, patırtı;
patlama. 3. heyecan, sevinç. 4. sansasyon, olay. fiil 1.
şiddetle çarpmak veya kapanmak. 2. gürültülü bir
şekilde vurmak. 3. gürültü yapmak. zarf, konuşma dili
tam: bang in the middle of the war savaşın tam
ortasında. bang on time tam zamanında.
banger bang.er bäng'ır isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
sosis.
Bangladesh Ban.gla.desh bäng.glıdeş' isim Bangladeş.
Bangladeshi isim Bangladeşli. sıfat 1. Bangladeş, Bangladeş'e özgü.
2. Bangladeşli.
bangs bangs bängz isim perçem, kâkül, kırkma.
banish ban.ish bän'îş fiil 1. sürgüne göndermek, sürmek. 2.
kovmak, uzaklaştırmak.
banishment ban.ish.mentisim sürgün.
banister ban.is.ter bän'îstır isim tırabzan; tırabzan küpeştesi.
bank account banka hesabı.
bank bill banknot; bir banka tarafından diğer bir banka üzerine
çekilen poliçe.
bank discount banka ıskontosu, bir senedin banka tarafından kırılması.
bank note banknot, kâğıt para.

90
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bank on -e bel bağlamak, -e güvenmek: We are banking on their


support. Desteklerine bel bağladık.
bank rate banka ıskonto haddi, faiz oranı.
bank vault banka kasası.
bank bank bängk isim banka. fiil bankaya (para) yatırmak.
bankable bank.a.ble bängk'ıbıl sıfat, konuşma dili kâr getiren,
para getiren.
bankbook bank.book bängk'bûk isim banka cüzdanı, hesap
cüzdanı.
bankcard bank.card bängk'kard isim (bankanın çıkardığı) kredi
kartı.
banker bank.er bängk'ır isim bankacı.
banking bank.ingisim bankacılık.
bankrupt bank.rupt bängk'r^pt sıfat, isim iflas etmiş, batkın,
müflis. fiil iflas ettirmek.
bankruptcy bank.rupt.cy bängk'r^ptsi isim iflas, batkı.
banner ban.ner bän'ır isim 1. bayrak, sancak, alem. 2.
gazetecilik manşet.
banns banns bänz isim (gelecek bir tarihe ait) evlenme ilanı.
banquet ban.juet bäng'kwît isim ziyafet, resmi ziyafet.
banter ban.ter bän'tır isim şakalaşma, takılma. fiil şakalaşmak,
takılmak.
baptism bap.tism bäp'tîzım isim vaftiz.
baptize bap.tize bäp'tayz fiil vaftiz etmek.
bar none istisnasız, ayrıksız.
bar of soap sabun kalıbı.
bar bar bar isim 1. çubuk, sırık. 2. engel. 3. bar (içki içilen
yer). 4. hukuk baro. 5. su içindeki kum seti. 6. müzik
ölçü çizgisi. fiil (barred, barring) 1. sürgülemek. 2.
engel olmak. 3. sokmamak, almamak. edat - den başka,
hariç.
barb barb barb isim 1. çengel; kanca. 2. iğneleyici söz.
Barbadian Bar.ba.di.an barbey'diyın isim Barbadoslu. sıfat 1.
Barbados, Barbados'a özgü. 2. Barbadoslu.

91
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Barbados Bar.ba.dos barbey'dos isim Barbados.


barbarian bar.bar.i.an barber'iyın isim, sıfat vahşi, barbar.
barbaric bar.bar.ic barber'îk sıfat medeniyetsiz, barbar; vahşi.
barbarism bar.ba.rismisim barbarlık.
barbarity bar.bar.i.ty barber'ıti isim vahşet.
barbarous bar.ba.rous bar'bırıs sıfat barbarca, vahşi.
barbecue bar.be.cue bar'bıkyu isim 1. (et kızartmak için dışarda
kullanılan) ızgara; barbekü. 2. üstüne baharatlı bir sos
dökülerek ızgarada kızartılan et. 3. etin bu şekilde
kızartıldığı açıkhava toplantısı. fiil üstüne baharatlı bir
sos dökerek (eti) ızgarada kızartmak.
barbed wire dikenli tel.
barbed barb.edsıfat 1. dikenli, kancalı. 2. iğneli (söz).
barbell bar.bell bar'bel isim halter.
barber bar.ber bar'bır isim berber. fiil tıraş etmek.
barbershop bar.ber.shop bar'bırşap isim berber dükkânı, berber.
bard bard bard isim saz şairi, ozan.
bare chance zayıf bir ihtimal.
bare its teeth (hayvan) dişlerini göstermek.
bare living kıt kanaat geçinme.
bare bare ber sıfat 1. çıplak. 2. ancak yetecek kadar. fiil
soymak, açmak.
bareback bare.back ber'bäk zarf bakınız ride bareback
barefaced bare.faced ber'feyst sıfat apaçık, düpedüz.
barefoot bare.foot ber'fût sıfat, zarf yalınayak.
barefooted bare.foot.ed ber'fûtıd sıfat, zarf yalınayak.
barehanded bare.hand.ed ber'hän'dîd zarf 1. silahsız. 2. eldivensiz.
3. aletsiz.
bareheaded bare.head.ed ber'hedîd sıfat başı açık.
barelegged bare.leg.ged ber'legîd sıfat çorapsız, çıplak bacaklı.
barely bare.lyzarf ancak, güçbela.
barf barf barf fiil, argo kusmak. isim kusmuk.

92
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bargain bar.gain bar'gın isim 1. iş anlaşması. 2. kelepir. fiil 1.


pazarlık etmek. 2. for/on -i ummak, -i beklemek: I
hadn't bargained on that. Öyle bir şey beklememiştim.
barge in burnunu sokmak, işe karışmak.
barge barge barc isim mavna.
bark up the wrong tree yanlış kapı çalmak.
bark bark bark isim kabuk; ağaç kabuğu.
barkeep bar.keep bar'kip isim barmen.
barkeeper bar.keep.er bar'kipır isim barmen.
barley bar.ley bar'li isim arpa.
barmaid bar.maid bar'meyd isim barın tezgâhında çalışan kadın,
barmeyd.
barman bar.man bar'mın isim (barmen) barmen.
barmy barm.y bar'mi sıfat, İngiliz İngilizcesi kafadan kontak,
kafası bir hoş, çatlak.
barn barn barn isim ahır, çiftlik ambarı.
barnstorm barn.storm barn'stôrm fiil, konuşma dili taşrada temsil
vermek.
barnyard fowl kümes hayvanı.
barnyard barn.yard barn'yard isim çiftlik ambarı yanındaki avlu.
barometer ba.rom.e.ter bıram'ıtır isim barometre.
baron bar.on ber'ın isim baron; çok zengin işadamı, kral
(petrol v.b.).
baroness bar.on.essisim barones.
baroque ba.rojue bırok' sıfat 1. barok. 2. şatafatlı, çok süslü.
barracks bar.racks ber'ıks isim kışla.
barrage bar.rage bıraq' isim, askeri yoğun yaylım ateşi, baraq
ateşi.
barred barred bard sıfat 1. parmaklıkla kapalı. 2. yasaklanmış.
barrel organ laterna.
barrel vault mimarlık beşiktonoz.
barrel bar.rel ber'ıl isim fıçı.
barren bar.ren ber'ın sıfat kısır; meyvesiz; kıraç, verimsiz.
barrette bar.rette bıret' isim saç tokası.

93
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

barricade bar.ri.cade berıkeyd' isim barikat. fiil barikat yapmak:


They barricaded the street. Sokakta barikat yaptılar.
barrier bar.ri.er ber'iyır isim (çit, duvar, korkuluk gibi) engel;
bariyer.
barrister bar.ris.ter ber'îstır isim, İngiliz İngilizcesi en yüksek
mahkemelerde dava görebilen avukat.
barroom bar.room bar'rum isim bar.
barrow bar.row ber'o isim, İngiliz İngilizcesi 1. işportacı
arabası. 2. el arabası.
bartender bar.tend.er bar'tendır isim barmen.
barter bar.ter bar'tır fiil değiş tokuş etmek, takas yapmak,
trampa etmek. isim değiş tokuş, takas, trampa.
base of operations harekât üssü.
base something on bir şeyi -e dayandırmak.
base base beys sıfat alçak, adi, rezil.
baseball fan beysbol meraklısı.
baseball base.ball beys'bôl isim beysbol.
baseboard base.board beys'bôrd isim süpürgelik.
baseless base.lesssıfat asılsız, temelsiz.
basement base.ment beys'mınt isim bodrum katı, bodrum.
bash bash bäş fiil kuvvetle vurmak, hızla vurmak. isim 1.
hızlı vuruş; kuvvetli darbe. 2. konuşma dili şatafatlı
parti.
bashful bash.ful bäş'fıl sıfat utangaç, sıkılgan, çekingen.
BASIC BASIC bey'sîk kısaltma Beginner's All-purpose
Symbolic Instruction Code bilgisayar BASIC (bir
programlama dili).
basically ba.si.cal.lyzarf aslında, esasında.
basil bas.il bäz'ıl isim fesleğen.
basin ba.sin bey'sın isim 1. leğen. 2. havuz. 3. havza.
basis ba.sis bey'sîs isim (bases) 1. temel. 2. kaynak. 3. ana
ilke.
bask bask bäsk fiil güneşlenmek, tatlı bir sıcaklığın
karşısında uzanmak.

94
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

basket bas.ket bäs'kît isim 1. sepet; küfe; zembil. 2. spor sayı,


basket.
basketball bas.ket.ball bäs'kîtbôl isim 1. basketbol, sepettopu. 2.
basketbol topu.
bass clef müzik fa anahtarı.
bass bass bäs isim levrek, hani.
basswood bass.wood bäs'wûd isim ıhlamur ağacı.
bastard bas.tard bäs'tırd isim 1. piç, gayrimeşru çocuk. 2. alçak
herif, it.
bastardize bas.tard.ize bäs'tırdayz fiil alçaltmak; değerini
düşürmek.
baste baste beyst fiil 1. teyellemek. 2. (kurumaması için)
(pişen etin üstüne) sıvı dökmek/sürmek.
bastion bas.tion bäs'çın isim kale burcu; tabya.
bat bat bät isim yarasa.
batch batch bäç isim 1. bir pişimde pişirilenler. 2. takım;
grup; parti: a batch of books bir parti kitap.
bated bat.ed bey'tıd sıfat bakınız with bated breath
bath chair bath chairİngiliz İngilizcesi (üstü bazen kapalı)
tekerlekli sandalye.
bath bath bäth isim 1. banyo. 2. hamam; kaplıca. 3. film
banyosu. fiil, İngiliz İngilizcesi yıkamak; yıkanmak.
bathe bathe beydh fiil 1. yıkamak, banyo etmek; yıkanmak,
banyo yapmak. 2. ıslatmak; suya batırmak.
bathhouse bath.houseisim 1. (plaq, göl v.b. kenarında) kabinli
bina. 2. (halka açık) banyo/hamam.
bathing suit mayo.
bathing bath.ing bey'dhîng isim 1. banyo yapma, yıkanma. 2.
deniz banyosu, yüzme.
bathrobe bath.robeisim bornoz.
bathroom fixtures banyoya ait sabit eşya.
bathroom bath.roomisim 1. banyo. 2. tuvalet.
bathtub bath.tubisim banyo küveti.
baton ba.ton bätan', bät'ın isim değnek.

95
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

battalion bat.tal.ion bıtäl'yın isim, askeri tabur.


batten bat.ten bät'ın isim ince tahta parçası, tiriz.
batter bat.ter bät'ır fiil sert darbelerle vurmak; hırpalamak;
dövmek.
battery bat.ter.y bät'ıri, bä'tri isim 1. elektrik pil; akümülatör,
akü. 2. askeri batarya. 3. hukuk dövme, dayak. 4. dizi,
seri, takım.
battery-operated bat.ter.y-operatedsıfat pilli.
batting bat.ting bät'îng isim tabaka halinde pamuk.
battle cry savaş narası; herhangi bir kampanyada kullanılan
slogan.
battle fatigue savaş görmüş kimselerde görülen ruhsal çöküntü.
battle royal (birkaç kişi arasındaki) büyük dövüş. 2. büyük kavga,
büyük münakaşa.
battle bat.tle bät'ıl isim 1. muharebe; meydan savaşı. 2.
mücadele, büyük uğraş. fiil 1. savaşmak, dövüşmek. 2.
mücadele etmek, çok uğraşmak.
battle-ax bat.tle-axisim 1. cenk baltası, teber. 2. argo huysuz
kocakarı.
battlefield bat.tle.fieldisim savaş alanı.
battleground bat.tle.groundisim savaş alanı.
battleship bat.tle.shipisim savaş gemisi, zırhlı.
batty bat.ty bät'i sıfat, argo çatlak, kaçık.
bauble bau.ble bô'bıl isim gösterişli süs, gösterişli fakat
kullanışsız şey.
baulk baulk bôk fiil bakınız balk
bauxite baux.ite bôk'sayt, bo'zayt isim boksit.
bawdily bawd.i.lyzarf açık saçık bir şekilde.
bawdiness bawd.i.nessisim açık saçık oluş.
bawdy bawd.y bô'di sıfat açık saçık, müstehcen.
bawl out azarlamak, paylamak, haşlamak.
bawl bawl bôl fiil 1. bağırmak. 2. yüksek sesle ağlamak.
bay leaf defne yaprağı.
bay tree defne ağacı.

96
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bay window cumba. 2. konuşma dili göbek, yağ bağlamış karın.


bay bay bey isim defne.
bayberry bay.ber.ry bey'beri isim mumağacı.
bayonet bay.o.net beyınet' isim süngü.
bayou bay.ou bay'u isim bir nehir veya gölün bataklıklı kolu
veya çıkış noktası.
bazaar ba.zaar bızar' isim pazar, çarşı; kermes.
be ... shy (birinin) (belirli bir miktarda) eksiği olmak.
be a bad judge of -den anlamamak.
be a basket case konuşma dili 1. berbat bir halde olmak. 2. ambale
olmak, doğru dürüst düşünemez halde olmak.
be a big deal konuşma dili çok önemli olmak.
be a disgrace to -in yüzkarası olmak.
be a good judge of -den anlamak, -in ne olduğunu bilmek.
be a hard worker çok çalışkan olmak.
be a match for (birinin) dengi olmak.
be a nervous wreck sinirleri bozulmuş olmak.
be a nuisance to -in başının belası olmak.
be a part and parcel of (bir şeyin) önemli bir öğesi olmak: These words are
now part and parcel of the language. Bu sözcükler artık
dilin önemli bir parçası oldu.
be a past master at (bir konuda) çok usta olmak.
be a physical wreck sağlığı bozulmuş olmak.
be a picture of health turp gibi olmak.
be a shadow of one's former self (biri) epeyce çökmüş olmak. 2. (biri) epeyce çaptan
düşmüş olmak. 3. eski halinden çok düşmüş olmak.
be a stranger to -in yabancısı olmak.
be a subject for .. konusu olmak.
be a subject of .. konusu olmak.
be a thing of the past (bir şey) artık geçmişe ait bir şey olmak.
be a whiz at (bir konuda) çok becerikli olmak, (bir işin) ustası
olmak.
be about üzere olmak; meşgul olmak.
be above suspicion her türlü şüpheden uzak olmak.

97
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be aboveboard with (birine karşı) açık olmak, dürüst davranmak.


be absorbed in (bir şeye) dalmak: He was absorbed in his work. İşine
dalmıştı.
be accustomed to -e alışkın olmak.
be acquainted with ile tanışmak, -i tanımak. 2. -i bilmek, -e aşina olmak.
be acquitted of (-den) beraat etmek, temize çıkmak.
be acquitted (-den) beraat etmek, temize çıkmak.
be addicted to (bir şeyin) bağımlısı veya tiryakisi olmak.
be adrift akıntıyla sürüklenmek.
be affiliated with -e bağlı olmak.
be afflicted with -den mustarip olmak.
be afraid of one's own shadow kendi gölgesinden korkmak.
be afraid of (-den) korkmak.
be after peşinde olmak.
be alien to (birine) yabancı gelmek.
be alive to -in farkında olmak.
be alive with kaynamak, çok miktarda bulunmak.
be all broken up over (bir şeyden dolayı) çok üzgün olmak.
be all ears kulak kesilmek, dikkatle dinlemek.
be all eyes gözünü dört açmak.
be all for -i candan desteklemek, -e taraftar olmak.
be all right iyi olmak, zarara uğramamış olmak: Are you all right?
İyi misin? 2. iyi olmak, fena olmamak: His grades are
all right. Notları fena değil. 3. uygun olmak, olmak: Is it
all right if she comes too? O da gelse olur mu?
be all the same to .. için farketmemek: If it's all the same to you, I'd prefer
fish. Snein için fatketmezse balık yemeyi tercih ederim.
be all thumbs konuşma dili 1. elleriyle iş yapmaya gelince beceriksiz
olmak. 2. at (belirli bir konuda) beceriksiz olmak.
be all wet konuşma dili 1. tamamen yanlış olmak. 2. yanılmak,
yanılgıya düşmek.
be along gelmek.
be amiss gerektiği gibi olmamak.
be an old hand at (bir konuda) bayağı tecrübeli olmak.

98
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be anathema to .. tarafından nefret edilen biri olmak: She was


anathema to the left-wingers. Solcular ondan nefret
ettiler.
be angry about -e sinir olmak.
be angry at -e kızgın olmak, -e kızmak.
be angry with someone birine gücenmiş olmak.
be annoyed with (birine) kızgın olmak.
be answerable for something bir şeyden sorumlu olmak.
be answerable to someone birine karşı sorumlu olmak.
be anxious about -i merak etmek.
be anxious for someone to (birinin bir şeyi yapmasını) çok istemek.
be anxious to konuşma dili -i çok istemek.
be as good as one's bond son derece güvenilir olmak.
be as good as one's promise sözünü tutmak, sözünde durmak, sözünü yerine
getirmek.
be as good as one's word sözünü tutmak, sözünde durmak, sözünü yerine
getirmek.
be as thick as thieves konuşma dili sıkı fıkı olmak, can ciğer kuzu sarması
olmak.
be ashamed utanmak.
be asleep uyumak.
be assailed with doubts kuşkular içinde olmak.
be assassinated suikasta uğramak, suikasta kurban gitmek.
be associated with ile ilişkisi olmak; ile ilgisi olmak.
be astonished at -e hayret etmek.
be at a disadvantage dezavantajlı olmak.
be at a loss for words ne diyeceğini şaşırmak, söyleyecek söz bulamamak.
be at a low ebb (birinin) morali bozuk olmak. 2. çok azalmış olmak.
be at a standstill durmak, durmuş vaziyette olmak; kesilmek, kesilmiş
vaziyette olmak.
be at bay çok zor bir durumda olmak.
be at cross-purposes birbirini anlamamak. 2. amaçları birbirine karşı olmak.
be at daggers drawn kanlı bıçaklı olmak.
be at death's door bir ayağı çukurda olmak, ölümün eşiğinde olmak.

99
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be at fault kabahatli olmak.


be at hand el altında olmak; yakında olmak.
be at large (suçlu) firarda olmak/ortalıkta dolaşmak.
be at loggerheads with someone biri ile kavgalı olmak.
be at loose ends konuşma dili 1. meşgul olmamak, boş olmak. 2. boşta
gezmek.
be at one's back bir kimseye arka çıkmak.
be at one's best en iyi durumda olmak, formunda olmak.
be at one's elbow yanı başında olmak, yanında olmak.
be at one's wits' end ne yapacağını bilmemek, ne yapacağını şaşırmak.
be at one's wit's end ne yapacağını bilmemek, ne yapacağını şaşırmak.
be at rest hareketsiz olmak, hareket etmemek.
be at someone's beck and call her an birinin emrinde olmak.
be at someone's disposal birinin emrinde olmak: While I'm away my house is at
your disposal. Ben yokken evim emrinizde.
be at someone's disposition birinin emrine amade olmak.
be at the end of one's rope bakınız be at the end of one's tether
be at the end of one's tether ne yapacağını bilememek.
be at variance with ile uyuşmamak, ile araları bozuk olmak. 2. -e ters
düşmek, ile çelişmek.
be at war savaş halinde olmak.
be at work işte olmak, iş başında olmak.
be at bulunmak, olmak.
be averse to -den hoşlanmamak: He is averse to hard work. Çok
çalışmaktan hoşlanmıyor. 2. -e karşı olmak: They were
averse to our plan. Planımıza karşıydılar.
be avid for (bir şeyi elde etmek için) çok hırslı veya arzulu olmak.
be aware of farkında olmak; haberdar olmak.
be awash suyla kaplı olmak, sular altında olmak. 2. (bir şey) su
içinde yüzmek. 3. with ile dolu olmak; bol miktarda
bulunmak.
be away bulunmamak, başka yere gitmiş olmak.
be bad at figures hesabı iyi/kötü olmak.
be bad for -e zararlı olmak.

100
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be bad news konuşma dili hiç iyi biri/bir şey olmamak.


be badly off konuşma dili fakir/yoksul olmak.
be baffled şaşırmak.
be bandied about ağızdan ağıza dolaşmak, söylenmek.
be bang on İngiliz İngilizcesi, konuşma dili tam isabet etmek, taşı
gediğine koymak.
be based on -e dayanmak.
be behind the eight ball zor/müşkül bir durumda olmak.
be behind the times çağın gerisinde kalmak.
be below the belt konuşma dili (bir saldırı) doğru/usule göre olmamak;
(bir saldırı) mertliğe/delikanlılığa yakışmamak. 2. boks
belden aşağı vurmak.
be beneath someone birisine yakışmamak, birisinin tenezzül etmeyeceği bir
şey olmak: That's beneath you. O sana yakışmaz.
be bent on doing something bir şey yapmayı aklına koymak.
be bent out of shape konuşma dili küplere binmek, çıldırmak.
be beside the point -in (konuşulan şeyle) hiç ilgisi olmamak: That's beside
the point. Onun alakası yok.
be beside the question -in (konuşulan şeyle) hiç ilgisi olmamak: That's beside
the point. Onun alakası yok.
be besotted with İngiliz İngilizcesi -e kapılmak, ... sevdasına kapılmak,
kendini -e kaptırmak.
be better off daha iyi durumda olmak.
be beyond a shadow of a doubt zerre kadar şüphe kalmamak.
be beyond belief inanılması mümkün olmamak, inanılmaz olmak.
be beyond dispute tartışma götürmemek.
be beyond someone's grasp birinin kavrayışının dışında olmak. 2. birinin elinden
kurtulmuş olmak: They're beyond his grasp now. O
artık onlara dokunamaz. 3. birinin elde edemeyeceği bir
şey olmak.
be blessed with (Allah) (birine) belirli bir nimeti bağışlamak: You're
blessed with these children. Allah sana bu çocukları
ihsan etmiş.
be bored stiff sıkıntıdan patlamak.

101
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be born with a silver spoon in one's mouth zengin bir ailenin çocuğu olmak.
be bound to -mesi kesin gibi/kesin olmak: He's bound to win.
Kazanması kesin gibi.
be broken to smithereens paramparça olmak.
be burned out yangın yüzünden sokakta kalmak.
be burnt out yangın yüzünden sokakta kalmak.
be cast adrift akıntıya bırakılmak.
be caught short parası çıkışmamak. 2. of yanında yeterli miktarda (bir
şey) olmamak. 3. İngiliz İngilizcesi sıkışmak, aptesi
gelmek.
be centrally located merkezi bir yerde olmak, şehrin merkezinde bulunmak.
be closeted with görüşme amacıyla (birisi) ile odaya kapanmak.
be cognizant of -den haberdar olmak, -in farkında olmak, -i bilmek.
be composed of -den oluşmak, -den ibaret olmak.
be concerned about kaygılanmak, endişe duymak, merak etmek.
be conditioned by (bir şey) (başka bir şeye) bağlı olmak: Your spending
capacity is conditioned by the size of your income.
Harcamaların gelir miktarına bağlı.
be consoled avunmak.
be convulsed with laughter gülmekten katılmak.
be cross with -e dargın olmak.
be cursed lanetli olmak.
be delayed gecikmek, geç kalmak.
be delighted with -e çok sevinmek.
be desirous of -i arzu etmek, -e can atmak.
be destined for (bir yere doğru) yol almak/gitmek; (bir yere doğru)
gidecek olmak: 2. talih tarafından bir şeye yöneltilmek:
He was destined for greatness. Kader onu büyük bir
adam olmaya yöneltti. He was destined to become
president. Talih onu cumhurbaşkanlığına yöneltti. The
ship was destined for China. Gemi Çin'e doğru yol
alıyordu.
be destined to talih tarafından bir şeye yöneltilmek: He was destined
for greatness. Kader onu büyük bir adam olmaya

102
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yöneltti. He was destined to become president. Talih


onu cumhurbaşkanlığına yöneltti.
be disdainful of something bir şeyi hor görmek.
be disenchanted with gözünden düşmek: I'm disenchanted with him. O,
gözümden düştü.
be disgusted with -den bıkmak.
be disinclined canı istememek.
be disposed to eğiliminde olmak.
be dissatisfied with something bir şeyden memnun olmamak.
be done for konuşma dili 1. mahvolmak; belaya çatmak. 2. pestili
çıkmak, canı çıkmak.
be done to a turn kıvamında pişmiş olmak.
be doomed to (kötü bir şeye) mahkûm olmak.
be down in the dumps çok neşesiz olmak, canı sıkkın olmak.
be down in the mouth konuşma dili keyifsiz olmak, canı sıkkın olmak.
be down on -e karşı olmak.
be down to the wire (bir şeyi yapmak için tanınan mühlet) bitmek üzere
olmak; (bir işin) sonuna yaklaşmış olmak: We're down
to the wire. Bu işin sonuna yaklaştık.
be dressed in tatters (birinin) üstü başı yırtık pırtık olmak, yırtık pırtık
giysiler içinde olmak.
be enamored of -e âşık olmak.
be encased in ile kaplı olmak; ile örtülü olmak.
be enchanted by -e bayılmak, -i çok sevmek: She is enchanted with her
new house. Yeni evine bayılıyor.
be enchanted with -e bayılmak, -i çok sevmek: She is enchanted with her
new house. Yeni evine bayılıyor.
be encrusted with (kalınca bir tabaka) ile kaplı olmak. 2. (mücevherler)
ile süslü olmak.
be encumbered with ile yüklü olmak. 2. ile doldurulmuş olmak.
be endowed with Allah (birine) (bir şeyi) vermek: He's endowed with a
good memory. Allah ona iyi bir hafıza vermiş.
be engrossed in -e dalıp gitmek.

103
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be enmeshed in (olumsuz bir duruma) düşmek: He was enmeshed in his


own intrigues. Kendi entrikaları ayağına dolanmıştı.
be enshrined in (bir şeyin) içinde çok saygın bir yeri olmak: It's an
expression that's enshrined in French usage. O deyimin
Fransız dilinde çok saygın bir yeri var.
be entitled to -e hakkı olmak. 2. -i yapmaya yetkisi olmak.
be equal to (bir işin) üstesinden gelmek.
be equivalent to -e eşit olmak.
be exempt from (-den) muaf olmak.
be exempt (-den) muaf olmak.
be expecting konuşma dili hamile olmak, gebe olmak.
be fagged out çok yorgun olmak, turşu gibi olmak.
be fagged çok yorgun olmak, turşu gibi olmak.
be familiar to -e aşina olmak.
be familiar with -i iyi bilmek.
be famished çok acıkmış olmak.
be fascinated by -e kendini kaptırmak.
be fascinated with -e kendini kaptırmak.
be fast (saat) ileri gitmek/olmak.
be fed up with -den bıkmış olmak, illallah demek.
be few and far between nadir rastlanmak; çok seyrek olmak.
be firm kararından hiç vazgeçmemek.
be fluent in (bir dili) akıcı bir şekilde konuşmak.
be flushed with (bir şeyin) verdiği heyecanla dolu olmak.
be fond of -i sevmek.
be for sale satılık olmak.
be for the benefit of -in yararına olmak: This concert's for the benefit of
Darüşşafaka. Bu konser Darüşşafaka'nın yararına.
be found wanting kusurlu bulunmak.
be free and easy with one's money parasını müsrifçe harcamak.
be free of (birinden) kurtulmuş olmak. 2. (bir yerden) çıkmış
olmak.
be free to -ebilmek: She's now free to marry. Artık evlenebilir.
You're free to go. Gidebilirsiniz.

104
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be free with one's advice sorulmadan öğüt vermek.


be free with one's money parasını cömertçe harcamak.
be friends with (ile) arkadaş olmak.
be friends (ile) arkadaş olmak.
be from -den gelmek, -li olmak.
be frozen hard donup kaskatı olmak.
be fucked up kafayı yemek, kafayı yemiş olmak; kafayı üşütmüş
olmak. 2. (iş/işler) berbat olmak, mahvolmak, rezil
olmak.
be full of beans çok canlı ve hevesli olmak.
be given to (bir şey yapmak) itiyadında olmak.
be going strong enerjik bir şekilde çalışmak.
be going to Niyet gösterir : She's going to register for that course.
O ders için kaydını yaptıracak. 2. Zorunluluk gösterir :
You are going to get that qob, period. O işe gireceksin,
o kadar. 3. -mek üzere olmak: Recep's going to throw
up. Recep kusmak üzere. 4. Gelecek zaman için
kullanılır: It's going to be sunny today. Bugün hava
güneşli olacak.
be good at figures hesabı iyi/kötü olmak.
be good at (belirli bir şeyi) iyi yapmak: He's good at repairing
radios. Radyo tamirini iyi yapar.
be good enough to bir iyilik edip de (bir yardımda bulunmak): Will you be
good enough to help me? Bir iyilik edip de bana yardım
eder misiniz?
be good for (belirli bir süre için) dayanmak: That rug's good for
another twenty years. O halı bir yirmi yıl daha dayanır.
2. (belirli bir işe) yaramak: It's good for a laugh. Bizi
güldürmeye yarar.
be greedy for gözünü (bir şey) hırsı bürümek.
be green with envy çok kıskanmak veya gıpta etmek.
be guilty of -in suçlusu olmak, -den suçlu olmak.
be halfway through -in yarısını bitirmiş olmak.

105
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be halfway to -e giden yolun yarısında olmak: We were halfway to


Konya. Konya'ya giden yolun yarısındaydık.
be hand and glove with ile yakın ilişki içinde olmak.
be hand in glove with ile yakın ilişki içinde olmak.
be happy with -den memnun olmak.
be hard at hand kapıda olmak, kapıya dayanmış olmak.
be hard at it konuşma dili çok çalışmak.
be hard by -in çok yakınında olmak; -e çok yakın olmak.
be hard hit by -in çok zararını görmek: We were hard hit by the cold
weather in December. Aralık'taki soğuk bize çok zarar
verdi.
be hard of hearing ağır işitmek/duymak.
be hard on the heels of -in hemen ardından gelmek.
be hard on konuşma dili 1. (bir şeyi) hor kullanmak. 2. (bir şeyi)
çabuk eskitmek/mahvetmek. 3. (birine) sert davranmak.
be hard put to (bir şeyi) zorla/çok zor yapmak: They were hard put to
finish it on time. Onu vaktinde bitirmeleri çok zor oldu.
be hard up for money para sıkıntısı çekmek.
be hard up konuşma dili (birinin) pek parası olmamak, (biri) züğürt
olmak.
be head and shoulders above -den çok üstün olmak.
be hell on -i hor kullanmak, -i hoyratça kullanmak.
be here to stay kalıcı olmak, vazgeçilmez olmak.
be honeycombed with ile dopdolu olmak.
be hopping mad konuşma dili öfkesi burnunda olmak.
be hung up on -e kafasını takmak. 2. -e tutulmak, için yanıp tutuşmak.
3. -e bayılmak, -i çok beğenmek.
be imbued with ile dolu olmak: He was imbued with a strong sense of
duty. Görev aşkıyla doluydu.
be implicit in -de saklı olmak, -in içinde olmak: That's implicit in
what I said. O, dediklerimde saklı.
be in a bad mood sinirleri tepesinde/üstünde olmak.
be in a bad way ağır hasta olmak. 2. çok zor bir durumda olmak.
be in a fix zor bir duruma düşmek.

106
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be in a flap konuşma dili telaş içinde olmak.


be in a good mood keyfi yerinde olmak.
be in a huff öfkelenmek.
be in a hurry acelesi olmak: I am in a hurry. Acelem var.
be in a mood for (-i) istemek: I'm not in the mood for company.
Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for
that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in
the mood. Canım istemiyor.
be in a mood (-i) istemek: I'm not in the mood for company.
Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for
that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in
the mood. Canım istemiyor.
be in a pickle konuşma dili zor bir durumda olmak.
be in a place on sufferance (aslında istenilmeyen veya orada bulunması yasak olan
biri) (başkasının) müsamahası veya görmezlikten
gelmesi sayesinde bir yerde bulunmak.
be in a position to do something about (bir konuda) bir şeyler yapabilecek durumda olmak.
be in a position to do something (bir konuda) bir şeyler yapabilecek durumda olmak.
be in a quandary ne yapacağını bilememek.
be in a spot zor bir durumda olmak.
be in a state of flux değişmek, değişim içinde olmak.
be in a stew konuşma dili telaş/endişe içinde olmak.
be in a sulk somurtup durmak.
be in a sweat endişe içinde olmak.
be in a swelter telaş içinde olmak.
be in a swivet telaş içinde olmak.
be in a temper öfkesi burnunda olmak.
be in a tight spot zor bir durumda olmak.
be in a world of one's own kendi dünyasında yaşamak.
be in abeyance uygulanmamak.
be in agreement hemfikir olmak; mutabık olmak.
be in alignment aynı hizada olmak.
be in apple-pie order (bir yer) çok düzenli olmak, (her şey) yerli yerinde
olmak.

107
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be in arrears (birinin) vaktinde ödenmemiş borçları olmak.


be in bad odor with -in gözünden düşmek.
be in character (bir davranış) (birinin) karakterine uymak.
be in deep water konuşma dili zor durumda olmak.
be in desperate straits çok zor bir durumda olmak.
be in dire straits çok zor bir durumda olmak.
be in disfavor gözden düşmüş olmak.
be in disgrace gözden düşmüş olmak.
be in evidence görünmek; görünürde olmak.
be in force yürürlükte olmak.
be in full swing (bir şey) en hareketli zamanında olmak, hızını almak;
yoluna girmek.
be in good taste (bir şey) uygun düşmek, yakışık almak, yerinde olmak.
be in good with konuşma dili (birinin) gözüne girmiş olmak.
be in good working order iyi işler durumda olmak.
be in high spirits keyifli olmak, keyfi yerinde olmak.
be in hot water başı dertte olmak, güç durumda olmak.
be in juxtaposition birbirine yakın bulunmak; yanyana bulunmak.
be in league with -in müttefiki olmak.
be in limbo iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek.
be in line with e uymak. 2. ile bir hizada olmak.
be in love with -e âşık olmak.
be in low spirits keyifsiz olmak.
be in on the secret sırra ortak olmak.
be in one's element konuşma dili kendini rahat hissettiği bir ortamda
bulunmak.
be in one's glory kendinden çok hoşnut olmak.
be in one's right mind aklı başında olmak.
be in possession of oneself kendine hâkim olmak, kendine sahip olmak.
be in possession of -e sahip olmak, -si olmak.
be in rags (birinin) giysileri yırtık pırtık olmak.
be in rut (hayvan) kızışmak, kösnümek.

108
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be in session (mahkeme, toplantı, kongre, parlamento) toplantı


halinde olmak; (okul, üniversite) öğretim yılına girmiş
olmak.
be in shape for (-e) hazır olmak; formda olmak, kondisyonu iyi olmak.
be in shape (-e) hazır olmak; formda olmak, kondisyonu iyi olmak.
be in short supply az bulunmak.
be in sight yakın olmak, ufukta olmak: Victory is in sight. Ufukta
zafer görünüyor. 2. görülmek, gözle seçilmek.
be in someone's charge birinin sorumluluğu altında olmak.
be in someone's debt bir kimseye borçlu olmak.
be in someone's grasp birinin pençesine düşmüş olmak.
be in step (with) (başkalarına) adım uydurmak. 2. with -e ayak
uydurmak: We're in step with the times. Biz çağa ayak
uydurduk.
be in stitches konuşma dili gülmekten kasıkları çatlamak.
be in store for (bir şey) (birini) beklemek.
be in straitened circumstances yoksulluk içinde yaşamak, darlık içinde olmak.
be in substantial agreement temelde anlaşmak, temel noktalarda hemfikir olmak.
be in sympathy with (görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
be in sync senkronik olmak, senkronize edilmiş olmak.
be in tatters lime lime olmak, yırtık pırtık olmak. 2. (ad, şöhret v.b.)
mahvolmak.
be in tears ağlamak.
be in the ascendant (yıldız, gezegen) doğu ufkunda görünmek. 2. (birinin)
yıldızı parlamak; egemen olmak.
be in the ascendent (yıldız, gezegen) doğu ufkunda görünmek. 2. (birinin)
yıldızı parlamak; egemen olmak.
be in the black borcu kalmamak, borçlu olmamak.
be in the clear şüphe altında olmamak; masumluğu ispatlanmış olmak.
be in the doldrums denizcilikle ilgili rüzgârın esmediği bir bölgede
bulunmak. 2. (birinin işleri) kesat olmak. 3. can sıkıntısı
çekmek; efkârlı olmak.
be in the employ of (birisi için) çalışmak.
be in the know bilgisi olmak, gizli bir şeyden haberi olmak.

109
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be in the market for -i satın alma niyetinde olmak.


be in the mood for (-i) istemek: I'm not in the mood for company.
Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for
that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in
the mood. Canım istemiyor.
be in the mood (-i) istemek: I'm not in the mood for company.
Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for
that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in
the mood. Canım istemiyor.
be in the pink of condition sapasağlam olmak, turp gibi olmak.
be in the process of sürecinde olmak, -mekte olmak.
be in the red borçlu olmak.
be in the running kazanma şansı olmak.
be in the same ballpark -e yakın olmak.
be in the soup konuşma dili başı dertte olmak.
be in the sulks somurtup durmak.
be in the swim of things faal bir hayat sürmek; faal bir sosyal hayatı olmak.
be in the throes of death can çekişmek.
be in the way engel olmak, ayak altında olmak.
be in the wind (bir şeyin) (gerçekleştirilmeden önce) sözü edilmek: It's
been in the wind for some time now. Epey zamandır
sözü ediliyordu.
be in the wrong kabahatli olmak: You were in the wrong. Kabahat
sendeydi.
be in town şehirde olmak.
be in transit (insanlar, mallar) yolda olmak; (insanlar) bir yerden
başka bir yere geçmekte olmak; (mallar) bir yerden
başka bir yere taşınmakta olmak.
be in trouble başı belada olmak.
be in two minds about -in hakkında kesin bir karara varamamak.
be in with someone birinin gözüne girmiş olmak; biriyle samimi olmak.
be in with ortağı olmak. 2. arkadaşı olmak. 3. konuşma dili
(biriyle) çok iyi geçinmek; (birinin) gözüne girmiş
olmak.

110
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be in work çalışmak, işi olmak, iş sahibi olmak: He's been in work


since June. Hazirandan beri çalışıyor.
be incumbent on sorumluluğu -e ait olmak, -e düşmek: It is incumbent on
you to educate your children. Çocuklarının eğitiminden
sen sorumlusun.
be indifferent to -e karşı ilgisiz olmak, -e ilgi göstermemek: He's
indifferent to her. Ona karşı ilgisiz.
be inherent in something bir şeyin aslında var olmak.
be intended for için amaçlanmak, için olmak: This book is intended for
children. Bu kitap çocuklar için yazılmış.
be interested in -e ilgi duymak, -e meraklı olmak: She is interested in
literature. Edebiyata ilgi duyuyor. My father is
interested in birds. Babam kuşlara meraklı.
be intimate with ile samimi olmak.
be into ile meşgul olmak, meraklısı olmak. 2. (bir kimseye)
borçlu olmak.
be intrinsic to -e özgü olmak.
be involved in -e karışmak: She was once involved in a scandal. Bir
zamanlar bir skandala karışmıştı. 2. ile meşgul olmak,
ile uğraşmak: He's involved in a new proqect. Yeni bir
projeyle meşgul.
be involved with konuşma dili ile aşk ilişkisi olmak.
be jealous of -i kıskanmak.
be lacking in -si olmamak, -den yoksun olmak.
be late gecikmek, geç kalmak.
be leery of -den kuşkulu olmak.
be left holding the bag kabak başına patlamak. 2. avucunu yalamak.
be loath to do something bir şeyi yapmaya gönlü olmamak.
be located in -de olmak, -de bulunmak.
be long on -in fazlası olmak.
be lost on -i etkilememek.
be mad about konuşma dili 1. -i deli gibi sevmek, -e çılgınca âşık
olmak. 2. -e bayılmak.
be master of -in ustası olmak.

111
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be mindful of -i hatırında tutmak. 2. -e dikkat etmek.


be mistaken yanılmak.
be mixed up in -e karışmak, -e bulaşmak.
be mixed up with ile ilişkisi olmak.
be mixed up zihni karışmak.
be mortified mahcup olmak, rezil olmak.
be much sought after çok aranılan/istenilen bir şey/biri olmak, çok rağbette
olmak, çok rağbet görmek.
be nauseated midesi bulanmak.
be nauseous midesi bulanmak.
be no great shakes konuşma dili üstün biri olmamak.
be no slouch as a (belirli bir konuda) hiç fena olmamak, bayağı iyi olmak.
be no slouch at (belirli bir konuda) hiç fena olmamak, bayağı iyi olmak.
be none the worse for (bir şeyden) (birine) hiç zarar/halel gelmemek: They
were none the worse for it. Onlara hiç zararı olmadı.
be nothing but skin and bones bir deri bir kemik kalmak.
be nothing to write home about tamah edilecek bir matah/mal olmamak.
be nuts about -in delisi olmak. 2. -in hayranı olmak, -e deli olmak.
be nuts aklını oynatmış olmak, kafadan kontak olmak.
be obliged to do something bir şeyi yapmaya mecbur olmak.
be oblivious of -in farkında olmamak, -den habersiz olmak.
be oblivious to -in farkında olmamak, -den habersiz olmak.
be obsessed by -i aklına takmak, aklı -e takılmak.
be obsessed with -i aklına takmak, aklı -e takılmak.
be of a mind to (bir şeyi yapmak) düşüncesinde olmak.
be of capital importance çok önemli olmak, çok önem taşımak.
be of one mind hemfikir olmak, aynı düşüncede olmak.
be of prime importance çok önemli olmak.
be of service to -e yardımı dokunmak, yardım etmek.
be of the same mind hemfikir olmak, aynı düşüncede olmak.
be of two minds about -in hakkında kesin bir karara varamamak.
be of use for something bir şeye yaramak.
be of use yardım etmek.
be of value değerli olmak.

112
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be off guard tetikte olmamak.


be off in one's calculations hesabında yanılmış olmak.
be off one's nut aklını kaçırmış olmak, aklını oynatmış olmak.
be off one's trolley konuşma dili kafadan kontak olmak.
be off the air (radyodan/televizyondan) yayımlanmamak; yayımda
olmamak: You're off the air. Yayım bitti.
be off the beaten track konuşma dili her yerden uzak bir yerde olmak, dağ
başında olmak.
be off ayrılmak, terketmek. 2. yanılmak. 3. (tatil veya izin
dolayısıyla) işe gelmemek. 4. iptal edilmek/olunmak.
be OK iyi olmak.
be on a better footing than ever araları her zamankinden daha iyi olmak.
be on a diet perhiz yapmak, rejim yapmak.
be on a par with eşit derecede veya değerde olmak.
be on a rampage through (-i) yakıp yıkmak, (-i) kasıp kavurmak.
be on a rampage (-i) yakıp yıkmak, (-i) kasıp kavurmak.
be on display sergilenmek.
be on edge sinirleri gergin olmak.
be on familiar ground bildiği bir yerde/yörede bulunmak. 2. bildiği bir
konuyla ilgilenmek.
be on fire yanmak.
be on good terms with (biriyle) arası iyi olmak.
be on good terms (biriyle) arası iyi olmak.
be on guard nöbet tutmak. 2. tetikte olmak.
be on its way out -in devri kapanmak üzere olmak.
be on one's conscience (birşey) vicdanını rahatsız etmek.
be on one's hands (yük sayılan bir şey/biri) -in başında olmak, -in
sorumluluğunda olmak.
be on one's mettle elinden geleni yapmaya hazır olmak.
be on one's own responsibility (yaptığı şeyden) kendisi sorumlu olmak.
be on one's toes uyanık/dikkatli olmak.
be on one's way out çıkmak: We were just on our way out. Biz şimdi
çıkıyorduk.
be on overtime fazla mesai yapmak, mesaiye kalmak.

113
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be on probation şartlı tahliyeden sonra gözetim altında olmak.


be on sale indirimli/tenzilatlı satılmak. 2. satılmak.
be on show sergilenmekte olmak.
be on skid row konuşma dili serseri ve sefil bir hale düşmüş olmak.
be on someone's side birinden yana olmak, birinin tarafını tutmak. 2. birinin
lehinde olmak, birine yararlı olmak.
be on someone's trail birinin izini takip etmek; birini aramak.
be on something's trail (av köpeği) avın izini takip etmek: The dogs're on the
trail. Köpekler iz sürüyor. 2. bir şeyi takip etmek; bir
şeyi aramak.
be on speaking terms with (biriyle) selamlaşıp konuşmak.
be on speaking terms (biriyle) selamlaşıp konuşmak.
be on strike grev yapmak.
be on tap konuşma dili hazır bulunmak. 2. (bira) fıçıdan alınıp
satılmak.
be on target (bir tahmin) doğru çıkmak. 2. (bir iş) belirlenen süreye
uygun olarak ilerlemek.
be on television televizyonda olmak; televizyona çıkmak.
be on tenterhooks endişe içinde olmak.
be on the air (radyodan/televizyondan) yayımlanmak; yayımda
olmak: We're on the air. Yayım başladı.
be on the alert tetikte olmak.
be on the ball akıllı ve dikkatli olmak.
be on the decline (kuvvetli/yüksek bir durumdan) düşmekte olmak: The
birthrate is on the decline. Doğum oranı düşmekte. The
Roman Empire was on the decline. Roma
İmparatorluğu artık gerilemekteydi.
be on the defensive savunma durumunda olmak.
be on the dole işsizlik yardımı almak.
be on the go birtakım işlerle meşgul olmak.
be on the high side oldukça pahalı/ucuz olmak.
be on the low side oldukça pahalı/ucuz olmak.
be on the make konuşma dili 1. kendi kazancı peşinde olmak. 2. cinsel
ilişki için eş aramak.

114
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be on the razor's edge ölümle kalım arasında olmak; iki ateş arasında kalmak.
be on the road yolda olmak, yola çıkmış olmak. 2. to -e doğru gitmek.
be on the shelf kızağa çekilmiş olmak; emekliye ayrılmış olmak. 2.
(kadın) evde kalmış olmak.
be on the skids konuşma dili kötü bir durumda olmak, kötüye gitmek.
be on the spot olayın geçtiği yerde bulunmak.
be on the table teklif edilmiş olmak. 2. (tasarı veya meselenin)
görüşülmesi veya tartışılması ileri bir tarihe bırakılmış
olmak.

be on the telephone telefonda olmak/konuşmak.


be on the tip of one's tongue dilinin ucunda olmak.
be on the up-and-up konuşma dili yalansız konuşmak; dürüst bir şekilde
davranmak: I think he's on the up-and-up. Bence
numara yapmıyor.
be on the watch tetikte olmak, kulak kesilmek. 2. nöbette olmak.
be on the wing uçmakta olmak, uçmak.
be on thin ice tehlikeli veya çok rizikolu bir durumda bulunmak.
be on to konuşma dili -den haberdar olmak.
be on top of the news olup bitenlerden haberdar olmak.
be on top of the world sevinçten uçmak, ayakları yere değmemek, bastığı yeri
bilmemek, çok mutlu olmak.
be on top of things olup bitenlerden haberdar olmak.
be on top of (duruma) hâkim olmak.
be on trial yargılanmak. 2. denenmek.
be on vacation tatilde olmak, tatil olmak: Schools are on vacation.
Okullar tatil.
be on (ışık) açık olmak. 2. makine açılmış durumda olmak,
çalışmak, açık olmak.
be one with ile aynı fikirde olmak.
be one's own man (erkek) başkasının piyonu olmamak, başkasının
kullanabileceği biri olmamak.
be one's own master başına buyruk olmak.

115
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be one's own woman (kadın) başkasının piyonu olmamak, başkasının


kullanabileceği biri olmamak.
be oneself kendisi gibi davranmak, normal bir şekilde hareket
etmek.
be onto a good thing konuşma dili yağlı bir iş bulmuş olmak.
be open to dispute (bir şey) tartışılabilmek, tartışmaya açık olmak.
be operated on ameliyat olmak.
be opposed to something bir şeye karşı olmak, bir şeyin aleyhinde olmak.
be out and about (nekahetten sonra) dışarı/sokağa çıkıp gezmek.
be out for someone's blood konuşma dili birinin hakkından gelmek istemek.
be out in force konuşma dili ortalıkta çok olmak.
be out in left field çok yanılmış olmak.
be out of a job işsiz olmak.
be out of character (bir davranış) birine uymamak, birinin her zamanki
yaptıklarına uymamak.
be out of commission konuşma dili bozulmuş olmak.
be out of control kontrolden çıkmış olmak, frenlenemez olmak. 2. (biri)
dizginlenemez olmak.
be out of earshot (uzakta olduğu için) işitememek, duyamamak.
be out of favor with (birinin) gözünden düşmüş olmak.
be out of favor gözden düşmüş olmak.
be out of it başka bir dünyada yaşamak, hayal dünyası içinde
olmak.
be out of kilter konuşma dili bozulmuş olmak.
be out of line yersiz/uygunsuz/yakışıksız olmak, yakışık almamak. 2.
sıradan çıkmış olmak.
be out of luck şansı olmamak, şansı yaver gitmemek.
be out of one's mind konuşma dili 1. aklı yerinde olmamak, delirmiş olmak,
keçileri kaçırmış olmak. 2. çok öfkeli olmak.
be out of place (her zamanki) yerinde olmamak. 2.
yersiz/uygunsuz/yakışıksız olmak, yakışık almamak.
be out of practice (uzun zamandan beri bir şeyi yapmadığı için) (onu) iyi
yapamamak.
be out of print (kitabın) baskısı tükenmiş olmak.

116
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be out of reach el altında olmamak. 2. erişilemez olmak.


be out of running kazanma şansı olmamak.
be out of season -in mevsimi bitmiş olmak.
be out of shape formda olmamak, formdan düşmüş olmak. 2. şeklini
kaybetmiş olmak, kalıpsız olmak.
be out of sorts konuşma dili sinirleri üstünde olmak; huysuzluğu
üstünde olmak; canı sıkkın olmak, keyfi yerinde
olmamak.
be out of step (with) (başkalarına) adım uydurmamak. 2. with -e ayak
uydurmamak.
be out of stock stokta bulunmamak.
be out of sync senkronik olmamak, senkronize edilmemiş olmak.
be out of the hole konuşma dili borçtan kurtulmuş olmak.
be out of the question konuşma dili söz konusu olmamak, düşünülmemek,
uygun sayılmamak.
be out of the running (yarışmadan) elenmiş olmak.
be out of the woods tehlikeyi atlatmış olmak.
be out of this world konuşma dili süper/fevkalade/harika olmak.
be out of touch with ile temasta bulunmamak. 2. -den habersiz olmak.
be out of touch (with) (biriyle) iletişim içinde olmamak. 2. dünyada
olup bitenlerden haberi olmamak. 3. with (bir konuya)
ait yeni gelişmeler hakkında bilgisi olmamak.
be out of whack konuşma dili bozulmuş olmak.
be out of work işsiz olmak.
be out of (bir şey) tükenmiş olmak, kalmamak: We're out of gas.
Benzinimiz bitti. By the time he reached the top of the
hill he was out of breath. Yokuşun başına vardığında
nefesi kesilmişti.
be out on strike grevde olmak.
be out on the end of a limb desteksiz kalmak.
be out on the town konuşma dili şehirde zevk peşinde koşmak.
be out to lunch öğle yemeği yemeye çıkmış olmak. 2. argo kafası izinli
olmak. 3. argo kafası pek çalışmamak.

117
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be out to (bir amaç) peşinde olmak; (bir şey) için fırsat kollamak:
They're out to win the championship. Onlar
şampiyonluğa oynuyorlar. He's out to get him. Onun
hakkından gelmek için fırsat kolluyor.
be out dışarıda olmak: He's out at the moment. Şu an burada
değil. 2. (belirli bir miktar para) gitmek; (para) açığı
olmak: I had to buy them lunch, and now I'm out a
million liras. Onlara öğle yemeği ısmarlamak zorunda
kaldım; bir milyon liram gitti. Your total is two
thousand liras out. Senin toplamda iki bin liralık bir
eksik var. 3. (kitap) kütüphaneden alınmış olmak: That
book's out. O kitap alınmış. 4. (kitap, gazete, resmi ilan)
çıkmak, yayımlanmak. 5. (ay, güneş) çıkmak. 6. (çiçek,
yaprak) açmak; (ağaç, bitki) yapraklanmak,
yeşillenmek, yeşermek. 7. (ateş) sönmüş olmak. 8.
(hafta, ay) bitmiş olmak, sona ermek. 9. nakavt olmak.
10. sızmış olmak; bayılmış olmak. 11. demode olmak.
12. düşünülmemek, uygun sayılmamak, söz konusu
olmamak: That's definitely out. O kesinlikle
düşünülmüyor. 13. (makine) bozulmuş olmak. 14.
(deniz) alçalmış olmak. 15. spor (top) aut olmak, auta
çıkmak. 16. (çocuk oyunlarında) yanmak: You're out!
Yandın!
be over and done with konuşma dili tamamıyla bitmiş olmak.
be over one's head (su) boyunu geçmek/aşmak. 2. (birinin) bilgisi/yeteneği
dışında olmak.
be over someone birinin amiri olmak; birinden daha yüksek bir
görev/makam/rütbe sahibi olmak.
be over bitmiş olmak, bitmek, sona ermek: The concert's over.
Konser bitti. It's over between us. Aramızda her şey
bitti.
be overcome by -den fena halde etkilenmek: She was overcome by the
smoke. Dumandan dolayı kendinden geçti. He was

118
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

overcome with emotion. Öyle duygulandı ki dili


tutuldu.
be overcome with -den fena halde etkilenmek: She was overcome by the
smoke. Dumandan dolayı kendinden geçti. He was
overcome with emotion. Öyle duygulandı ki dili
tutuldu.
be overdrawn borç bakiyesi göstermek. 2. hesabından fazla para
çekmiş olmak.
be overwhelmed by (duygulara) yenik düşmek, yenilmek. 2. (sorumluluk,
ağır bir iş v.b.) altında ezilmek.
be overwhelmed with -e boğulmak, -e garkolmak. 2. (duygulara) yenik
düşmek, yenilmek. 3. (sorumluluk, ağır bir iş v.b.)
altında ezilmek.
be parallel to -e paralel olmak. 2. -e benzemek.
be parallel with -e paralel olmak. 2. -e benzemek.
be peeved at -e sinirlenmek, -e sinir olmak.
be pertinent to ile ilgisi olmak, ile ilgili olmak.
be petrified donakalmak, donup kalmak, donmak, taş kesilmek,
taşlaşmak.
be pleased to do something (bir şeyi) memnuniyetle yapmak: I'd be pleased to do it.
Memnuniyetle yaparım.
be pleased with oneself kendinden memnun olmak.
be pleased with -den memnun olmak.
be poles apart birbirine zıt olmak.
be polluted kirli olmak. The air is very polluted. Hava çok kirli.
be possessed of -e sahip olmak.
be possessed with .. tutkusuyla yanıp tutuşmak: He was possessed with a
desire to see Africa. Afrika'yı görme tutkusuyla yanıp
tutuşuyordu.
be prejudicial to -e zararlı olmak.
be preoccupied with zihni ... ile meşgul olmak.
be prepossessed by -den olumlu bir şekilde etkilenmek. 2. -e kendini
kaptırmak.
be pressed for time zamanı dar olmak.

119
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be pretty well suited to -e iyi uymak.


be privy to someone's secrets birinin sırdaşı olmak.
be prone to -e eğilimi olmak.
be proof against -e karşı koyabilme gücü vermek.
be proud of -den gurur duymak, ile iftihar etmek, ile övünmek.
be provoked at -e kızmak. 2. -e küsmek.
be provoked -e kızmak. 2. -e küsmek.
be pushed for money para sıkıntısı olmak.
be puzzled şaşırmak, afallamak.
be quite something herkese nasip olmamak; çok iyi bir şey olmak. 2.
olağanüstü bir şey olmak: It is quite something to be
made a countess these days. Günümüzde kontes olmak
olağanüstü bir şey.
be quits konuşma dili hesaplaşmış olmak.
be ready to -e hazır olmak. 2. -mek üzere olmak: It looks as though
it's ready to collapse. Çökmek üzere gibi görünüyor.
be related (to) (ile) akrabalık bağı olmak. 2. (to) (ile) ilgili olmak,
(ile) ilgisi olmak. 3. to -e anlatılmak.
be reputed to be olduğu sanılmak; olduğu söylenmek.
be responsive to -e duyarlı/hassas olmak. 2. tıbbi to (tedaviye) cevap
vermek. 3. cevap vermeye istekli olmak.
be retired emekli olmak.
be revolted by -den tiksinmek.
be rid of -den kurtulmak.
be ridden with ile dolu olmak.
be rumored söylenilmek, ağızdan ağıza dolaşmak.
be satisfied with -den hoşnut olmak.
be scared of (-den) korkmak.
be scared (-den) korkmak.
be scheduled programa göre (belirli bir zamanda) olmak; tarifeye
göre (belirli bir zamanda) olmak: His flight is scheduled
to arrive at three o'clock in the morning. Tarifeye göre
uçağı sabah saat üçte varacak.
Be seated. Oturunuz.

120
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be set in one's ways kendi kurduğu düzenden pek şaşmayan biri olmak.
be set bulunmak: The village was set deep in the mountains.
Köy dağların ortasında bulunuyordu. 2. on -i aklına
koymak. 3. hazır olmak, hazırlanmış olmak: Are you all
set? Hazır mısın?
be shackled by -in tutsağı olmak: She was shackled by her prejudices.
Kendi önyargılarının tutsağıydı.
be short for (belirli bir şeyin) kısaltması/kısası olmak.
be short of (varolan şeyler/birileri) kâfi gelmemek, yetmemek,
eksik olmak. 2. (bir yerden) (belirli bir uzaklıkta)
bulunmak.
be short on (bir giysi) (birine) kısa gelmek. 2. (belirli bir konuda)
birinin eksikliği olmak: He's short on smarts. Onda pek
kafa yok.
be short something (birinde) bir şey belirli bir miktarda eksik olmak; bir
şeyin belirli bir miktarını çıkıştıramamak.
be shorthanded -de personel eksikliği olmak.
be shot of İngiliz İngilizcesi -den kurtulmak.
be shot through with (bir şeyde) (bir öğe) yer yer bulunmak.
be shy about -den çekinmek.
be shy of -den bahsetmekten çekinmek.
be sick and tired of konuşma dili -den illallah demek: I'm sick and tired of
this! Bundan illallah!
be sick at one's stomach midesi bulanmak.
be sick for -i çok özlemek.
be sick of -den bıkmış olmak.
be sick hasta olmak. 2. İngiliz İngilizcesi kusmak.
be silent on hakkında hiçbir şey dememek/söylememek/yazmamak:
The law is silent on this point. Bu konuda kanunda
yazılı bir şey yok.
be sitting pretty konuşma dili iyi durumda olmak, tuzu kuru olmak.
be situated (bir yerde) bulunmak.
be skilled in (bir şeyi) iyi yapmak; (bir işin) ustası olmak.
be slanted towards -den yana olmak, -in tarafını tutmak.

121
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be slated programda olmak, planda olmak. 2. büyük bir ihtimalle


(bir şey) olmak/meydana gelmek.
be slumped to one side bir yana kaykılmış/yaslanmış olmak.
be smitten with birdenbire (birine) vurulmak, -e gönlünü
kaptırmak, -e âşık olmak. 2. with/by (güzel bir şeye)
kapılıvermek, (güzel bir şeyden) çok hoşlanmak. 3. with
birdenbire (bir hisse) kapılmak.
be snowed in kardan mahsur kalmak.
be snowed under işten başını kaldıramamak, başını kaşıyacak vakti
olmamak.
be soaked in ile dolu olmak.
be soaked to the skin iliklerine kadar ıslanmak.
be soft on -e fazla yumuşak davranmak.
be solicitous about -e ilgi göstermek, -i merak etmek. 2. to (bir şey)
yapmak istemek.
be solidly for Görüşlerin tamamen birleştiğini belirtir: Beykoz is
solidly for our man. Beykoz'da herkes bizim adamı
tutuyor.
be someone's shadow birinin gölgesi olmak, birinin yanından ayrılmamak.
be something in disguise bir şey kılığına girmiş olmak: That's a blessing in
disguise. O aslında Tanrının bir lütfudur. He's actually a
conservative in disguise. O gizli bir tutucudur.
be something of a gibi bir şey olmak: She's something of a philosopher.
Filozof gibi bir şey o.
be somewhat of a gibi bir şey olmak: He's somewhat of a poet. Şair gibi
bir şey o.
be sore about -e kızgın veya gücenik olmak.
be sorry for -e acımak.
be sorry üzülmek, üzgün olmak. 2. pişman olmak. 3. özür
dilemek: Say you're sorry! Özür dile! Okay, I'm sorry.
Peki, özür dilerim.
be soused konuşma dili sarhoş olmak.
be sparing in (bir şeyi) çok az yapmak veya kullanmak, esirgemek:
He's sparing in his praise. Çok az över.

122
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be sparing with (bir şeyi) çok az yapmak veya kullanmak, esirgemek:


He's sparing in his praise. Çok az över.
be spoiling for kaşınmak: He is spoiling for a fight. Dövüşmek için
kaşınıyor.
be spoken for (bir şey) biri için ayrılmak.
be square with (biriyle) açık konuşmak; (birine) dürüstçe
davranmak. 2. (bir hesap) görülmüş olmak; (iki kişi) fit
olmak; (iki kişi) hesaplaşmış olmak, kozlarını
paylaşmış olmak. 3. spor (iki rakip) (puan açısından)
eşitlenmiş olmak.
be starved for (bir şeyin) eksikliğini veya yokluğunu çok duymak:
He's starved for affection. Sevgiden yoksun kalmış.
be sticky (yüzey) yapış yapış olmak, yapışkan olmak. 2. (hava)
yapış yapış olmak, nemli olmak. 3. about (bir konuda)
zorluk çıkarmak.
be stir crazy bir yerde uzun süre kapalı kaldıktan sonra bunalmış
olmak.
be stone broke konuşma dili meteliksiz olmak, beş parasız olmak.
be stone cold konuşma dili tamamıyla soğumuş olmak, buz gibi
olmak.
be stone deaf konuşma dili tamamen sağır olmak, duvar gibi olmak.
be straight with (biriyle) doğru/yalansız konuşmak; (birine) doğru
söylemek.
be stranded mahsur kalmak. 2. (gemi) karaya oturmuş olmak.
be strange bedfellows birbirine zıt oldukları halde belirli bir amaç için birlikte
çalışmak.
be strange to (bir yer) (birine) yabancı olmak. 2. (bir şeyin)
yabancısı olmak.
be strong in (belirli bir konuda) iyi/yetenekli olmak.
be studded with (bir şey) çok bulunmak. 2. yer yer bulunmak.
be subject to -e tabi/bağlı olmak. 2. Arasıra tekrarlanan bir durumu
belirtmek için kullanılır : This river is subqect to floods.
Bu nehir arasıra taşar.

123
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be subordinate to (bir şeyden) aşağı kalmak, -den sonra gelmek, -den


daha az önemli olmak; (başkasının) emrinde olmak.
be subsequent to (belirli bir olayı) takip etmek, (belirli bir olaydan) sonra
olmak/vuku bulmak.
be subservient to -in hizmetinde olmak.
be sufficient yeterli olmak, yetmek.
be suffused with ile kaplanmak; ile dolu olmak; (belirli bir renge)
boyanmak.
be suggestive of (bir şey) (başka bir şeyi) akla getirmek. 2. (belirli bir)
izlenim bırakmak, hissini vermek.
be suicidal intihar etmeyi düşünmek.
be suitable for -e uygun olmak.
be supposed to beklenmek: You're supposed to stand up when he
walks in. O girdiğinde ayağa kalkmanız bekleniyor. 2.
gerekmek, lazım olmak: You're not supposed to be
here. Burada bulunmaman gerek. 3. zannedilmek,
farzedilmek: We're supposed to be rich. Bizi zengin
zannediyorlar./Güya zenginmişiz. 4. -e yaramak: What's
this machine supposed to do? Bu makine neye yarar? 5.
izin verilmek: You're not supposed to leave the campus
this weekend. Bu hafta sonu kampustan ayrılmana izin
yok.
be surcharged with ile dopdolu olmak.
be sure of oneself kendinden emin olmak.
be surrounded by etrafı (bir şey/birileri) ile çevrili olmak.
be surrounded with etrafı (bir şey/birileri) ile çevrili olmak.
be susceptible to (bir hastalığa) karşı direnci olmamak. 2. (bir şey için)
kolay bir hedef olmak. 3. -e kapılabilmek.
be suspicious of -den kuşku duymak, - den şüphe etmek.
be swamped with aşırı miktarda olmak; ... içinde boğulmak: He's
swamped with work. Çok fazla işi var.
be sweet on (birine) âşık olmak.
be sympathetic to (görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
be sympathetic towards (görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.

124
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be tailor-made for (biri veya bir şey) için özel olarak yapılmış olmak. 2.
(biri) için biçilmiş kaftan olmak.
be taken aback at (-e) şaşakalmak, çok şaşırmak.
be taken aback by (-e) şaşakalmak, çok şaşırmak.
be taken aback (-e) şaşakalmak, çok şaşırmak.
be taken ill hastalanmak.
be taken up with ile meşgul olmak.
be taken with -den hoşlanmak, -den etkilenmek.
be tangent to -e teğet geçmek.
be tangled up (karmaşık bir durumun) içinden çıkamamak. 2. with
(iyi olmayan bir iş veya kimseye) bulaşmak.
be tantamount to ile aynı olmak, ile eşanlamlı olmak.
be the death of -in ölümüne neden olmak.
be the ruin of someone birini mahvetmek.
be the spit and image of hık demiş (birinin) burnundan düşmüş olmak.
be the spitting image of hık demiş (birinin) burnundan düşmüş olmak.
be the victim of -in kurbanı olmak.
be there var olmak: Two hours later the pain was still there. İki
saat sonra hâlâ ağrı vardı. She's always there when you
need her. Ne zaman ihtiyacın olsa yardıma hazırdır.
be thick with ile kaplı olmak: This table's thick with dust. Bu masa
toz içinde. The courtyard was thick with smoke. Avlu
duman içindeydi. 2. çok miktarda bulunmak,
kaynamak: The house was thick with fleas. Ev pire
kaynıyordu.
be thirsty for -i çok istemek, -e susamak.
be thirsty susamak: I'm thirsty. Susadım.
be through (with) bitirmiş olmak. 2. (biri) işe yaramaz olmak. 3.
(with) iki kişi arasındaki ilişki bitmiş olmak.
be thrown back on one's own resources yalnızca kendi yetenekleriyle idare etmek zorunda
kalmak.
be thunderstruck şaşırıp kalmak; donakalmak; hayretler içinde kalmak.
be ticketed for (bir şeyin) (belirli bir şey veya yere) verilmesi
planlanmak. 2. (birinin) (belirli bir yere) aday

125
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gösterilmesi planlanmak; (birinin) (belirli bir yere)


uygun bir aday olduğu söylenmek.
be tickled konuşma dili 1. son derece memnun olmak. 2. çok
eğlenmek, çok gülmek.
be tied to a woman's apron strings bir kadının tahakkümü altında olmak.
be tied to -e bağlı olmak, -e tabi olmak.
be tied up meşgul olmak. 2. in (para) (belli bir şeye) yatırılmış
olmak. 3. (para) (hukuki yönden) ancak belirli birkaç
amaç için kullanılabilmek; (mülk) (hukuki yönden)
satılamamak veya intikal edememek.
be tired of -den bıkmak, -den usanmak.
be to blame for suçlusu olmak.
be to someone's disadvantage birini zararına olmak, birinin aleyhine olmak.
be to someone's discredit birinin şerefini lekelemek.
be tolerant (of) (-e karşı) hoşgörülü olmak. 2. of (organizma v.b.) -
e tahammül etmek, -e dayanmak.
be too much for için çok zor olmak, -in gücünü aşmak: These stairs are
too much for an old man. Yaşlı bir adamın bu
merdivenleri çıkması çok zor.
be torn between two choices iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek.
be troubled dertli olmak. 2. with -den rahatsız olmak. He's been
troubled with his back recently. Son günlerde sırtından
rahatsız. The principal can't be troubled with these the
petty problems. Müdür ufak tefek meselelerle meşgul
olamaz.
be truant dersi asmak; okulu kırmak. 2. vazifeden kaçmak.
be true to one's word sözünü tutmak, sözünü yerine getirmek.
be true to -e sadık kalmak.
be tuckered out pestili çıkmak, turşuya dönmek, çok yorulmuş olmak.
be unable to bear the sight of -i hiç çekememek, -e hiç tahammül edememek.
be unable to get a word in edgewise karşısındakinin fazla konuşmasından dolayı ağzını
açamamak.
be unable to stand the sight of -i hiç çekememek, -e hiç tahammül edememek.

126
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be unable to -ememek, -amamak, -den âciz olmak: She was unable


to come. Gelemedi. I am unable to make the decision by
myself. Kararı yalnız başıma vermekten âcizim.
be unaccustomed to -e alışık olmamak: He is unaccustomed to getting up
early in the morning. Sabah erken kalkmaya alışık
değil.
be unaware of -in farkında olmamak, -den haberi olmamak, -den
habersiz olmak: He is unaware of his surroundings.
Çevresindekilerin farkında değil. They are unaware of
our change in plans. Planlarda yaptığımız değişiklikten
haberleri yok.
be undaunted by -den yılmamak. 2. -den dolayı cesareti kırılmamak: He
was undaunted by the difficulty of the task. İşin zorluğu
cesaretini kırmadı.
be under a ban yasaklanmak.
be under a cloud -in adı lekelnmiş olmak, -in adı kötüye çıkmış olmak.
be under arrest tutuklu olmak.
be under attack saldırılara maruz kalmak; topa tutulmak.
be under construction inşaat halinde olmak.
be under custody tutuklu olmak.
be under discussion görüşülmekte olmak.
be under guard koruma altında olmak.
be under oath yeminli olmak.
be under repair tamir edilmek, tamirde olmak.
be under someone's charge birinin sorumluluğu altında olmak.
be under someone's thumb konuşma dili birinin kontrolü altında olmak.
be under stress stres içinde olmak. 2. (yapı) fazla yük altında
bulunmak.
be under the assumption that konuşma dili 1. farzetmek, varsaymak. 2. sanmak,
zannetmek.
be under the influence içkili olmak, alkollü olmak.
be under the sway of - in nüfuzu altında olmak. 2. -in egemenliği altında
olmak.
be under the weather (kendini) bir hoş/tuhaf hissetmek.

127
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be underage (belirli bir şey yapabilmek için) yaşı tutmamak.


be unequal to a task bir işi becerememek.
be unfamiliar with -i bilmemek.
be unlucky şansı olmamak.
be unmindful of -e aldırmamak, -i göz önüne almamak.
be unqualified for a job bir işe uygun niteliklere sahip olmamak.
be unqualified to do something bir şeyi yapmak için gereken niteliklere sahip olmamak.
be unsettled about to hakkında kararsız olmak, hakkında tereddüt içinde
olmak.
be unsettled as to hakkında kararsız olmak, hakkında tereddüt içinde
olmak.
be unwilling razı olmamak; istememek: He was unwilling to go.
Gitmeye razı değildi. He's unwilling to learn how to
dance. Dans etmeyi öğrenmek istemiyor.
be up a tree zor durumda olmak, ne yapacağını şaşırmak.
be up against it konuşma dili belaya çatmak, başı belaya girmek.
be up against the wall iflasın eşiğinde olmak, iflasla karşı karşıya olmak. 2.
köşeye sıkışmak, çok sıkışık bir durumda olmak.
be up against konuşma dili (bir problem) ile karşı karşıya olmak.
be up all night sabahlamak.
be up for grabs konuşma dili (boş bir kadro, kontrat v.b.) adaylara açık
olmak: This contract's up for grabs. Bu ihale kapanın
elinde kalır.
be up for konuşma dili 1. istemek: Who's up for a movie?
Sinemaya gitmek isteyen var mı? 2. -e aday olmak: He
is up for mayor. Belediye başkanlığına aday. 3. -den
yargılanmak: He is up for murder. Cinayet suçundan
yargılanıyor.
be up in arms ateş püskürmeye hazır olmak. 2. ayaklanmış/isyan
halinde olmak. 3. öfkelenmiş olmak.
be up on -i iyi bilmek. 2. -den haberi olmak.
be up someone's alley konuşma dili biri için biçilmiş kaftan olmak, (tam)
birine göre olmak: This qob is right up your alley. Bu iş
tam sana göre.

128
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be up to par ticaret saymaca değerini bulmak. 2. iyi olmak, normal


olmak.
be up to (bir şeyi) yapabilmek: He's still not up to seeing
people. Hâlâ insanlarla görüşebilecek durumda değil. I
don't think she's up to doing a job like that. Bence öyle
bir işin üstesinden gelemez o. Is he up to playing that
rôle? O rolü becerebilir mi? 2. konuşma dili (bir şeyi)
yapmak: What are you up to these days? Bugünlerde ne
yapıyorsun? 3. konuşma dili (kötü bir şey) yapmak;
(iş/dolap) çevirmek; (halt) karıştırmak/etmek: Just what
are you up to? Ne halt karıştırıyorsun? 4. (bir şey)
(birine) kalmak/düşmek; (birinin) seçimine kalmak,
(birine) bağlı olmak; (birinin) sorumluluğunda olmak:
It's up to you to finish it. Onu bitirme işi sana kaldı.
be up yükselmek: His fever is up. Ateşi yükseldi. 2. yataktan
kalkmış olmak; henüz yatmamış olmak: He's never up
before six. Saat altıdan önce hiç yataktan kalkmaz.
She's never up after ten at night. Gece saat ondan önce
yatar hep. 3. konuşma dili keyfi yerinde olmak, mutlu
olmak.
be upset altüst olmak. 2. (favori rakip) yenilmek. 3. (mide)
bozuk olmak. 4. üzgün olmak; sinirli olmak. 5. alabora
olmak.
be used up tükenmek, harcanmak. 2. bitkin düşmek, bitmek,
tükenmek.
be vexed at something bir şeye canı sıkılmak.
be vexed with someone birine kızmak.
be vulnerable to (kötü bir şeye) açık/maruz olmak.
be wanted by the police polis tarafından aranmak.
be wanting eksik olmak, noksan olmak: A few pages of this book
are wanting. Bu kitabın birkaç sayfası eksik. 2. in -den
yoksun olmak: That man is wanting in common sense.
O adam sağduyudan yoksun.
be wary of -den sakınmak. 2. -e dikkat etmek.

129
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

be washed up konuşma dili silinmek, yıldızı sönmek.


be way out in left field fena halde yanılmak, ıskalamak.
be wild about konuşma dili -e hayran olmak, -e bayılmak.
be willing to -e razı olmak.
be wiped off the face of the earth yeryüzünden silinmek.
be wiped off the map haritadan silinmek.
be wise to konuşma dili (birinin) ne yaptığının farkında olmak;
(durumun) ne olduğunun farkında olmak.
be with it çağın hiç gerisinde kalmamak; çağı yakalamak.
be with someone birinin ne demek istediğini anlamak.
be within arm's reach elinin altında olmak.
be within earshot (yakın olduğu için) işitebilmek, duyabilmek.
be within reason akıl kârı olmak.
be within someone's grasp birinin kavrayışı içinde olmak. 2. birinin elde
edebileceği bir şey gibi olmak.
be without a shadow of a doubt zerre kadar şüphe kalmamak.
be wont to genellikle (belirli bir şekilde davranmak veya hareket
etmek): He is wont to come early. O genellikle erken
gelir.
be worried sick konuşma dili çok endişeli olmak.
be worth its weight in gold çok değerli olmak; çok işe yaramak.
be worth one's keep konuşma dili aldığı maaşın karşılığını vermek.
be worth one's salt konuşma dili aldığı maaşın karşılığını vermek; işinin
ehli olmak.
be worth one's weight in gold çok değerli olmak; çok işe yaramak.
be worth one's while birinin harcadığı zamana değmek.
be worth someone's while birinin vaktini ayırmasına değmek: It's worth your
while to learn Italian. İtalyanca öğrenmeye değer.
be worth -in kıymeti/değeri (belirli bir miktar) olmak; (belirli bir
miktar) değerinde olmak: This candlestick's worth
approximately ten million liras. Bu şamdanın değeri
aşağı yukarı on milyon lira. This house is worth six
hundred million liras. Bu evin değeri altı yüz milyon
lira. 2. (birinin) mal varlığı (belirli bir miktar) olmak:

130
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

He's worth around ten billion liras. Onun mal varlığı on


milyar kadar. 3. -e değmek: Is it worth this much
trouble? Bu kadar zahmete değer mi? Yes, it's worth the
effort. Evet, zahmete değer. It's worth seeing.
Görülmeye değer.
be worthy of -e değmek, -e layık olmak.
be wracked by (ağrılar, hastalık v.b.) yüzünden çok çekmek: His body
had been wracked by malaria. Vücudu sıtmadan çok
çekmişti.
be wracked with (ağrılar, hastalık v.b.) yüzünden çok çekmek: His body
had been wracked by malaria. Vücudu sıtmadan çok
çekmişti.
be wrapped up in kendini (bir işe) kaptırmış olmak. 2. (düşüncelere)
dalmış olmak. 3. (birine) sırılsıklam âşık olmak.
be written all over yüzünden akmak: His innocence was written all over
his face. Suçsuzluğu yüzünden akıyordu.
be be bi fiil (am/are/is, was/were, been, being) (kuraldışı
çekimleri: şimdiki zaman I am; he, she, it is; we, you,
they are; _eski_ thou art. geçmiş zaman I, he, she, it
was; _eski_ thou wast; we, you, they were; _eski_ thou
wert. miş'li geçmiş zaman I have been ) olmak, vaki
olmak; varlığını göstermek, mevcut olmak. What are
you going to be when you grow up? Büyüyünce ne
olacaksın? yardımcı fiil -dır. Edilgen fiil yapmaya
yarayan yardımcı fiil: be seen görünmek.
beach buggy plaj arabası.
beach beach biç isim kumsal, plaq; kıyı, sahil.
beachcomber beach.comb.erisim 1. hayatını kıyılardan topladığı
enkaz ile kazanan kimse. 2. okyanustan kıyıya vuran
büyük dalga.
beachhead beach.headisim, askeri düşman kıyıları üzerinde ele
geçirilen çıkarma yeri.
beacon bea.con bi'kın isim işaret ışığı; fener; çakar.
bead bead bid isim 1. boncuk. 2. (silahta) arpacık.

131
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

beads beads bids isim 1. ipe dizilmiş boncuk. 2. boncuklar.


beady beady bidy sıfat boncuk gibi : beady eyes boncuk gibi
gözler.
beak beak bik isim gaga.
beaker beak.er bi'kır isim geniş ağızlı büyük bardak.
beam beam bim fiil 1. yaymak, saçmak (ışık). 2. (yüzü
sevinçle) parlamak.
beaming beam.ingsıfat parlak, sevinçle parlayan (yüz).
bean bean bin isim 1. fasulye. 2. tane, tohum.
beanpole bean.pole bin'pol isim 1. fasulye sırığı. 2. sırık gibi
kimse.
bear a grudge against birine karşı kin beslemek.
bear a loss zarara katlanmak.
bear down on -e doğru gelmek/ilerlemek. 2. -i çok etkilemek: This
tax bears down on the poor. Bu vergi fakirleri bayağı
etkiliyor. 3. fazla bastırmak: Don't bear down so hard
on your pencil. Kurşunkalemini o kadar bastırma. 4.
(azar veya ısrarla) sıkıştırmak.
bear down gayret etmek.
bear in mind -i aklında tutmak, -i unutmamak. You should also bear
this in mind. Bunu da unutmamalısın. 2. dikkate almak,
hesaba katmak.
bear no relation to ile ilgisi olmamak.
bear no resemblance to -e hiç benzememek.
bear no responsibility for -in sorumlusu olmamak.
bear on ile ilgisi olmak.
bear someone out birini/bir şeyi doğrulamak/gerçeklemek.
bear something out birini/bir şeyi doğrulamak/gerçeklemek.
bear the blame for -in suçunu üzerine almak; -in töhmeti altında kalmak.
bear the brunt of (saldırı, azarlama, baskı v.b.'nin) en ağır/şiddetli
kısmını çekmek: She bore the brunt of Yalçın's wrath.
Yalçın'ın gazabını en çok o çekti.
bear up under (zor bir duruma) dayanmak: She's bearing up well. İyi
dayanıyor.

132
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bear up (zor bir duruma) dayanmak: She's bearing up well. İyi


dayanıyor.
bear upon ile ilgisi olmak.
bear watching -in izlenmesi gerekmek.
bear with -e sabır göstermek.
bear witness to (bir şeyin) kanıtı/delili olmak, (bir şeye) delalet etmek.
bear witness tanıklık/şahitlik etmek.
bear bear ber fiil (bore, borne) 1. taşımak; kaldırmak: It
won't bear your weight. Senin ağırlığını kaldırmaz.
They have the right to bear arms. Silah taşıma hakkı var
onların. 2. taşımak, üzerinde bulunmak: It bears Cem's
signature. Cem'in imzasını taşıyor. He still bears the
scars of that fight. O dövüşün yaralarını hâlâ taşıyor. 3.
dayanmak, tahammül etmek, çekmek: She couldn't bear
any more. Daha fazlasına dayanamadı. 4. doğurmak. 5.
(meyve) vermek. 6. (belirli bir yöne doğru) gitmek. 7.
(belirli bir duygu) beslemek. 8. (belirli bir şekilde)
davranmak. 9. (belirli bir şekilde) durmak/yürümek. 10.
-e gelmek: This doesn't bear repeating. Bu tekrarlamaya
gelmez. It won't bear close scrutiny. Yakından
incelemeye gelmez.
beard beard bîrd isim sakal.
bearded beard.edsıfat sakallı.
beardless beard.lesssıfat sakalsız.
bearer bear.er ber'ır isim üzerinde taşıyan kimse, elinde
bulunduran kimse.
bearing bear.ing ber'îng isim 1. hal, tavır, davranış. 2. yatak,
mil yatağı. 3. denizcilikle ilgili kerteriz.
beast beast bist isim hayvan.
beastly beast.lysıfat hayvanca.
beat a retreat geri çekilmek, kaçmak.
beat about the bush konuşma dili bin dereden su getirmek.
beat around the bush konuşma dili bin dereden su getirmek.
beat down the price konuşma dili pazarlıkla fiyat indirtmek.

133
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Beat it! Defol!


beat off the attack saldırıyı tamamen püskürtmek.
beat off konuşma dili kovmak, defetmek.
beat one's head against a stone wall boşuna uğraşmak, haybeye kürek çekmek.
beat someone all hollow konuşma dili 1. birini büyük bir yenilgiye uğratmak,
birini ezmek, birini pes ettirmek. 2. birinden çok daha
üstün olmak, birini cebinden çıkarmak.
beat someone down konuşma dili birine fiyat indirtmek.
beat someone up konuşma dili birini fena halde dövmek, birini tekme
tokat dövüp iyice hırpalamak.
beat something all hollow konuşma dili bir şeyden çok daha üstün olmak.
beat the air konuşma dili boşuna uğraşmak; havanda su dövmek.
beat the bushes konuşma dili her yerde aramak.
beat the rap argo 1. cezadan kurtulmak. 2. temize çıkmak,
aklanmak.
beat time tempo tutmak.
beat to windward denizcilikle ilgili orsasına seyretmek.
beat beat bit fiil (beat, beaten) 1. dövmek, vurmak, çarpmak.
2. çalmak (davul). 3. (yumurta) çırpmak. 4. yenmek,
galip gelmek. 5. (kalp) atmak.
beaten beat.en bit'ın fiil bakınız beat
beau beau bo isim (beaus/beaux) (kadına) âşık erkek, âşık,
sevgili.
beautician beau.ti.cian byutîş'ın isim 1. kadın berberi, kuaför. 2.
güzellik uzmanı.
beautiful beau.ti.ful byu'tıfıl sıfat (çok) güzel.
beautifully beau.ti.ful.lyzarf güzelce.
beautify beau.ti.fy byu'tıfay fiil güzelleştirmek.
beauty contest güzellik yarışması.
beauty parlor (kadınlar için) kuaför salonu.
beauty queen güzellik kraliçesi.
beauty shop (kadınlar için) kuaför salonu.
beauty sleep güzellik uykusu.

134
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

beauty beau.ty byu'ti isim 1. güzellik. 2. güzel kadın. 3. güzel


şey.
beaver bea.ver bi'vır isim 1. kunduz. 2. kastor, kunduz kürkü.
became be.came bîkeym' fiil bakınız become
because of -den dolayı, için.
because be.cause bîk^z', bîkôz bağlaç -diği için, nedeniyle;
çünkü.
beck beck bek isim bakınız be at someone's beck and call
beckon beck.on bek'ın fiil el/baş işaretiyle çağırmak.
become anxious endişelenmek, merak etmek, meraklanmak.
become hysterical over (bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri
boşanmak.
become hysterical (bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri
boşanmak.
become paralyzed felç olmak; kötürüm olmak. 2. felce uğramak.
become polarized kutuplaşmak.
become be.come bîk^m' fiil (became, become) 1. olmak. 2.
yakışmak, yaraşmak: That tie becomes you. O kravat
sana yakışıyor.
becoming be.com.ingsıfat 1. to -e yakışan. 2. uygun, münasip.
bed and board tam pansiyon.
bed and breakfast yatak ve kahvaltı.
bed bed bed isim 1. yatak; karyola. 2. (bahçedeki) tarh. 3.
nehir yatağı.
bedbug bed.bug bed'b^g isim tahtakurusu.
bedclothes bed.clothes bed'kloz, bed'klodhz isim, çoğul yatak
takımı.
bedding bed.dingisim yatak takımı.
bedfellow bed.fel.low bed'felo isim bakınız be strange bedfellows
Bedlam broke loose. Kıyamet koptu.
bedlam bed.lam bed'lım isim tımarhane gibi bir yer, çok
gürültülü ve kargaşalı bir yer.
bedpan bed.pan bed'pän isim (yatakta kullanılan) sürgü.
bedridden bed.rid.den bed'rîdın sıfat yatalak.

135
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bedroll bed.roll bed'rol isim dürülü yatak.


bedroom bed.room bed'rum isim yatak odası.
bedside bed.side bed'sayd isim yatağın başucu.
bedsore bed.sore bed'sôr isim, tıbbi yatak yarası.
bedspread bed.spread bed'spred isim yatak örtüsü.
bedstead bed.stead bed'sted isim karyola.
bedtime bed.time bed'taym isim yatma zamanı.
bee bee bi isim arı, balarısı.
beech beech biç isim kayın ağacı.
beef up konuşma dili kuvvetlendirmek.
beef beef bif isim 1. sığır eti. 2. _(çoğul beeves)_ sığır. 3.
argo _(çoğul beefs)_ şikâyet. isim, fiil, argo şikâyet
etmek, sızlanıp durmak.
beefsteak beef.steak bif'steyk isim biftek.
beehive bee.hive bi'hayv isim arı kovanı.
beekeeper bee.keep.er bi'kipır isim arı yetiştiricisi, arıcı.
beeline bee.line bi'layn isim 1. kestirme yol. 2. düz çizgi, düz
hat.
been been bîn, [İngiliz İngilizcesi] bin fiil bakınız be
beer on draft fıçı birası.
beer beer bîr isim bira.
beeswax bees.wax biz'wäks isim balmumu.
beet sugar pancar şekeri, sakaroz.
beet beet bit isim pancar.
beetle bee.tle bit'ıl isim kınkanatlı böcek.
beetroot beet.root bit'rut isim, İngiliz İngilizcesi (beetroot)
pancar.
befall be.fall bîfôl' fiil (befell, befallen) başına gelmek.
befit be.fit bîfît' fiil (befitted, befitting) yakışmak, uygun
olmak.
befitting be.fit.tingsıfat yakışan.
before Christ milattan önce (M.Ö.), İsa'dan önce (İ.Ö.).
before long yakında, çabuk.
before the wind rüzgâr yönünde.

136
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

before be.fore bîfôr' zarf 1. önce, evvel. 2. önünde,


cephesinde. edat 1. tercihen, yerine. 2. huzurunda.
bağlaç -den önce.
beforehand be.fore.handzarf önce, önceden.
befriend be.friend bîfrend' fiil dostça davranmak, yardım etmek.
beg beg beg fiil (begged, begging) 1. dilenmek. 2. of -den
dilemek, -den rica etmek. 3. yalvarmak.
began be.gan bîgän' fiil bakınız begin
beget be.get bîget' fiil (begot, begotten/begot, begetting) 1.
babası olmak. 2. yol açmak, sebep olmak.
beggar description tarifi imkânsız olmak, anlatmaya sözcükler yetmemek.
beggar beg.gar beg'ır isim 1. dilenci. 2. çapkın. fiil sefalete
düşürmek, mahvetmek.
begin be.gin bîgîn' fiil (began, begun, beginning) 1.
başlamak; başlatmak, ön ayak olmak. 2. meydana
gelmek, vücut bulmak.
beginner be.gin.nerisim işe yeni başlayan kimse.
beginning be.gin.ningisim 1. başlangıç. 2. kaynak, baş, esas.

begonia be.go.nia bîgon'yı isim begonya.


begot be.got bîgat' fiil bakınız beget
begotten be.got.ten bîgat'ın fiil bakınız beget
begrudge be.grudge bîgr^c' fiil 1. (bir şeyi) (birine) fazla görmek:
You don't begrudge me this vacation, do you? Bu tatili
bana fazla görmüyorsun, değil mi? 2. (bir şeyi)
istemeyerek vermek/yapmak: To tell you the truth, I
begrudge giving those loafers a day off. O haylazlara
bir gün tatil vermek zoruma gidiyor doğrusu. She
begrudges every minute she has to spend away from
Nahit. Nahit'ten ayrılmak, bir dakika da olsa, ona zor
geliyor.
beguile be.guile bîgayl' fiil 1. aklını çelmek, ayartmak;
saptırmak. 2. cezbetmek.
begun be.gun bîg^n' fiil bakınız begin

137
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

behalf be.half bîhäf isim bakınız on behalf of


behave oneself terbiyeli davranmak.
Behave yourself! Terbiyeni takın!
behave be.have bîheyv' fiil davranmak, hareket etmek.
behavior be.hav.ior bîheyv'yır isim davranış tarzı; davranış.
behaviorism be.hav.ior.ismisim davranışçılık.
behaviour be.hav.iour bîheyv'yır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
behavior
behead be.head bîhed' fiil boynunu vurmak, kellesini uçurmak.
beheld be.held bîheld' fiil bakınız behold
behest be.hest bîhest' isim 1. emir, buyruk. 2. ısrarlı istek,
ısrar: She would sometimes sing at the behest of
friends. Arkadaşlarının ısrarlı istekleri üzerine bazen
şarkı söylerdi.
behind bars konuşma dili hapiste, içeride.
behind one's back -in arkasından, -in gıyabında.
behind the scenes perde arkasında, gizlice.
behind the times çağın gerisinde, demode.
behind be.hind bîhaynd' zarf 1. (somut anlamda) peşinden;
geride: The children were running behind. Çocuklar
peşinden koşuyordu. We left them far behind. Onları
çok geride bıraktık. 2. (zaman açısından) geride; geri:
We're behind in our work. İşimizde geri kaldık. edat 1.
arkasında; arkasına: He went behind the curtain.
Perdenin arkasına gitti. That clock is behind. O saat
geri. Behind that wall there is a garden. O duvarın
arkasında bir bahçe var. 2. (soyut anlamda) ardında:
What's behind that remark of his? O sözünün ardında ne
var? 3. (bir sınıflandırmada) geride: They're one point
behind us. Bizden bir puan gerideler. 4. (destekleme
anlamında) arkasında: He is behind us. Arkamızda o
var. isim kıç, makat.
behold be.hold bîhold' fiil (beheld) 1. bakmak, gözlemlemek.
2. görmek.

138
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

beholden be.hold.en bîhol'dın sıfat borçlu, minnettar.


beholder be.hold.erisim seyirci.
behoove be.hoove bîhuv' fiil 1. yakışık almak, yakışmak. 2. -
meli, gerekmek.
behove be.hove bîhov' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız behoove
beige beige beyq sıfat, isim beq.
being be.ing bi'yîng isim 1. oluş, varoluş. 2. varlık. 3. yaratık.
4. insan.
belabor be.la.bor bîley'bır fiil üzerinde fazla durmak: Don't
belabor the point. O nokta üzerinde fazla durma.
belabour be.la.bour bîley'bır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
belabor
Belarus Be.la.rus bel'ırûs isim Beyaz Rusya.
Belarussian Be.la.rus.sian belır^ş'ın isim, sıfat 1. Beyaz Rus. 2.
Beyaz Rusça.
belated be.lat.ed bîley'tîd sıfat gecikmiş, geç kalmış.
belatedly be.lat.ed.lyzarf gecikerek, vaktinden sonra.
belch belch belç fiil 1. geğirmek. 2. püskürtmek, fırlatmak.
isim geğirme.
beleaguer be.lea.guer bîli'gır fiil kuşatmak, etrafını sarmak,
etrafını çevirmek, muhasara etmek.
belfry bel.fry bel'fri isim çan kulesi.
Belgian isim Belçikalı. sıfat 1. Belçika, Belçika'ya özgü. 2.
Belçikalı.
Belgium Bel.gium bel'cım, bel'ciyım isim Belçika.
belie be.lie bîlay' fiil (belied, belying) 1. (sahte bir şey)
(gerçek bir şeyi) örtmek. 2. yanlış veya sahte olduğunu
göstermek.
belief be.lief bîlif' isim inanç.
believable be.liev.ablesıfat inanılır.
believe in someone birine güvenmek.
believe in -e inanmak. 2. -e güvenmek.
Believe me! Sözüme inan!

139
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

believe be.lieve bîliv' fiil 1. inanmak. 2. iman etmek, güçlü bir


inanç duymak. 3. sanmak.
believer be.liev.erisim inanan, mümin.
belittle be.lit.tle bîlît'ıl fiil küçültmek, alçaltmak; küçümsemek.
Belize Be.lize bıliz' isim Beliz.
Belizean isim Belizli. sıfat 1. Beliz, Beliz'e özgü. 2. Belizli.
bell pepper dolmalık biber.
bell bell bel isim çan, kampana; zil, çıngırak.
belladonna bel.la.don.na belıdan'ı isim güzelavratotu, belladonna.
bellboy bell.boy bel'boy isim otellerde oda hizmetçisi çocuk.
belle belle bel isim güzel kadın, dilber.
bellflower bell.flow.er bel'flauwır isim çançiçeği.
bellhop bell.hop bel'hap isim bakınız bellboy
bellicose bel.li.cose bel'ıkos sıfat kavgacı, dövüşken.
belligerence bel.lig.er.enceisim 1. kavgacılık. 2. savaşçılık.
belligerent bel.lig.er.ent bılîc'ırınt sıfat, isim 1. kavgacı, dövüşken.
2. savaşçı.
bellow bel.low bel'o fiil 1. böğürmek. 2. bağırmak.
bellows bel.lows bel'oz isim, tekil, çoğul körük.
belly dancer Oryantal dansöz, dansöz.
belly dancing göbek atma, Oryantal dans.
belly bel.ly bel'i isim karın.
bellyache bel.ly.acheisim karın ağrısı. fiil, konuşma dili şikâyet
etmek, sızlanmak.
bellybutton bel.ly.but.tonisim, konuşma dili göbek, göbek çukuru.
belly-up bel.ly-up beli^p' zarf bakınız go belly-up
belong be.long bîlông' fiil 1. to (bir şey) (birinin) malı olmak,
(birine) ait olmak: That table belongs to me. O masa
benim. 2. to -in üyesi olmak: Firuz belongs to the Moda
Yacht Club. Firuz, Moda Yat Kulübüne üye. 3. -in yeri
(belirli bir yerde) olmak: You put that back where it
belongs right now! Onu hemen yerine geri koy! You
don't belong there. Senin yerin orası değil.
belongings be.long.ingsisim, çoğul (kişisel) eşya.

140
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Belorussia Be.lo.rus.sia byelor^ş'ı isim bakınız Belarus


Belorussian Be.lo.rus.sian byelor^ş'ın isim, sıfat bakınız
Belarussian
beloved be.lov.ed bîl^v'îd sıfat sevgili, aziz. isim sevgili.
below average vasatın altında.
below par ticaret saymaca değerinin altında.
below be.low bîlo' zarf aşağıdan; aşağıda; aşağıya: from
below aşağıdan. the river flowing below aşağıda akan
nehir. two floors below iki kat aşağıda. those below
aşağıdakiler. edat -den aşağı, aşağısında, altında;
ötesinde: qust below the mouth of the spring pınar
başının hemen aşağısında. ten degrees below zero sıfırın
altında on derece. below the salt tuzluğun ötesinde. sıfat
aşağıda yazılan, aşağıda verilen, aşağıdaki: See the list
below. Aşağıdaki listeye bakın.
belt buckle kemer tokası.
Belt up! konuşma dili Sus! Çeneni kapa!
belt belt belt isim kuşak, kemer, kayış; kolan. fiil 1.
konuşma dili yumruk indirmek; şiddetle vurmak. 2.
kemerle bağlamak. 3. kuşatmak, çevirmek.
bemoan be.moan bîmon' fiil (bir şeyden) ağlayıp sızlayarak
şikâyet etmek, inleyerek yakınmak; üzüntüsünü
belirtmek.
bemused be.mused bîmyuzd' sıfat 1. şaşkın. 2. dalgın.
bench mark röper, röper noktası, seviye işareti. 2. denektaşı, ölçüt,
kıstas.
bench bench benç isim sıra, bank.
bend to (bir şeye) aklı yatmak.
bend towards (bir şeye) aklı yatmak.
bend bend bend fiil (bent/[eski] bended) 1. eğmek, bükmek,
kıvırmak; eğilmek, bükülmek, kıvrılmak. 2. denizcilikle
ilgili bağlamak. isim 1. kıvrım. 2. dirsek. 3. dönemeç,
viraj. 4. denizcilikle ilgili bağ, düğüm.
bendable bend.ablesıfat eğilir, eğrilir, bükülür.

141
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bends bends bendz isim bakınız the bends


beneath contempt aşağılık, rezil.
beneath be.neath bînith' zarf aşağıdan; aşağıda; aşağıya: The
sea beneath was blue. Aşağıdaki deniz maviydi. From
beneath there came a voice. Aşağıdan bir ses geldi. edat
altında: beneath the tree ağacın altında.
benediction ben.e.dic.tion benıdîk'şın isim kutsama, takdis.
benefaction ben.e.fac.tion benıfäk'şın isim 1. hayır işine para
bağışlama. 2. hayır işine bağışlanan para, bağış.
benefactor ben.e.fac.tor ben'ıfäktır isim hayır işine para
bağışlayan, bağışçı.
beneficence be.nef.i.cenceisim 1. yardımseverlik; cömertlik. 2.
hayır işine bağışlanan para, bağış.
beneficent be.nef.i.cent bınef'ısınt sıfat 1. yardımsever, cömert. 2.
iyi, hayırlı.
beneficial ben.e.fi.cial benıfîş'ıl sıfat hayırlı; yararlı, faydalı.
beneficially ben.e.fi.cial.lyzarf yararlı bir şekilde.
beneficiary ben.e.fi.ci.ar.y benıfîş'iyeri isim 1. yararlanan kimse. 2.
mirasçı, vâris.
benefit concert yardım amacıyla düzenlenen konser.
benefit ben.e.fit ben'ıfît isim yarar, fayda. fiil -in yararına
olmak, -e yararlı olmak, -e yararı dokunmak; from -den
yararlanmak, -den faydalanmak, -den istifade etmek:
This change will benefit you. Bu değişiklik sana iyi
gelecek. This would benefit by the addition of some
salt. Buna biraz tuz eklenirse iyi olur. We have greatly
benefited from your advice. Nasihatinizden çok istifade
ettik.
benevolence be.nev.o.lenceisim 1. yardımseverlik; cömertlik. 2.
bağış.
benevolent be.nev.o.lent bınev'ılınt sıfat 1. yardımsever; cömert. 2.
kâr gayesi gütmeyen (kurum v.b.). 3. iyi, hayırlı.

142
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

benign be.nign bînayn' sıfat 1. yumuşak huylu. 2. yumuşak


(hava). 3. bereketli (toprak). 4. iyi huylu, iyicil, selim
(tümör).
Benin Be.nin benin' isim Benin.
Beninese Be.nin.ese benîniz' isim (Beninese) Beninli. sıfat 1.
Benin, Benin'e özgü. 2. Beninli.
bent bent bent fiil bakınız bend
benzene ben.zene ben'zin isim, kimya benzen.
benzine ben.zine ben'zin isim benzin.
bequeath be.jueath bîkwidh' fiil vasiyet etmek, miras olarak
bırakmak.
bequest be.juest bîkwest' isim vasiyet.
berate be.rate bîreyt' fiil azarlamak, haşlamak.
bereaved be.reaved bîrivd' sıfat matemli, yaslı; matemliler,
yaslılar.
bereavement be.reave.ment bîriv'mınt isim (ölüm nedeniyle) kayıp,
kaybetme, yitirme; matem, yas.
bereft of -den yoksun kalmış: bereft of strength kuvvetten
düşmüş.
bereft be.reft bîreft' sıfat bakınız bereft of
beret be.ret bırey' isim bere.
berry ber.ry ber'i isim etli ve zarlı kabuksuz meyve.
berserk ber.serk bır'sırk sıfat çılgınca hareket eden.
berth berth bırth isim 1. (taşıtlarda) yatak, ranza. 2.
denizcilikle ilgili manevra alanı. 3. denizcilikle ilgili
rıhtımda palamar yeri. 4. gemici ranzası. 5. iş, görev.
fiil, denizcilikle ilgili (gemiyi) rıhtıma yanaştırmak;
(gemi) rıhtıma yanaşmak.
beseech be.seech bîsiç' fiil (besought/beseeched) yalvarmak,
istirham etmek.
beseechingly be.seech.ing.lyzarf yalvararak.
beset be.set bîset' fiil (beset, besetting) 1. kuşatmak, etrafını
sarmak. 2. rahat vermemek, yakasını bırakmamak,
üzerine varmak. 3. üzerine koymak.

143
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

besetting be.set.tingsıfat yakayı bırakmayan.


beside oneself kendinden geçmiş, çılgın.
beside the mark konu dışı.
beside the point konu dışında.
beside the question konu dışı.
beside be.side bîsayd' edat 1. yanına; yanında. 2. - in yanında,
-e nazaran.
besides be.sides bîsaydz' edat 1. -den başka, -in dışında. 2. yanı
sıra. zarf ayrıca, üstelik.
besiege be.siege bîsic' fiil 1. -i kuşatma altında tutmak. 2.
etrafını almak, başına üşüşmek.
besmear be.smear bîsmir' fiil bulaştırmak, kirletmek.
besotted be.sot.ted bîsat'ıd sıfat 1. sarhoş. 2. aptal, sersem.
besought be.sought bîsôt' fiil bakınız beseech
bespoke be.spoke bîspok' sıfat, İngiliz İngilizcesi 1. ısmarlama,
ısmarlama yapılmış. 2. ısmarlama iş yapan.
best bet en iyi yol veya çare.
best man sağdıç.
best seller çoksatar.
best best best fiil hakkından gelmek, yenmek; baskın
çıkmak, geçmek.
bestial bes.tial bes'çıl sıfat hayvan gibi, hayvana ait; vahşi;
kaba.
bestially bes.tial.lyzarf hayvanca, hayvana yakışır şekilde;
vahşice, kabaca.
bestir be.stir bîstır' fiil (bestirred, bestirring) harekete
geçirmek, yerinden oynatmak.
bestow favors on -e ayrıcalık tanımak, -e iltifat etmek.
bestow be.stow bîsto' fiil (on/upon) (-e) vermek, ihsan etmek.
bestride be.stride bîstrayd' fiil (bestrode, bestridden/bestrid) 1.
bacaklarını ayırarak binmek. 2. her iki
tarafında/yakasında bulunmak/uzanmak: Istanbul
bestrides two continents. İstanbul iki kıta üzerinde
kurulmuştur.

144
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Bet your boots. Emin olun.


bet bet bet fiil (bet/betted, betting) 1. bahse girmek, bahis
tutuşmak. 2. kuvvetle sanmak: I bet he's there. Bence
orada olması kesin. isim bahis; iddia.
betide be.tide bîtayd' fiil 1. (birinin) başına gelmek: Woe
betide them! Başlarına taş yağsın! 2. -e alamet olmak: It
betides good. O hayra alamet.
betray be.tray bîtrey' fiil 1. ihanet etmek; ele vermek. 2.
göstermek. 3. aldatmak.
betrayal be.tray.alisim hıyanet; ele verme.
betrayer be.tray.erisim hain, ihanet eden.
better and better gittikçe daha iyi.
better half konuşma dili eş, karı: Where's your better half? Eşin
nerede?
Better late than never. Hiç olmamaktansa varsın geç olsun.
better bet.ter bet'ır sıfat ( good ve well 'in üstünlük derecesi)
1. daha iyi, daha güzel. 2. daha çok. zarf daha iyi bir
şekilde. isim 1. daha iyisi. 2. üstünlük.
between you and me and the gate post söz aramızda.
between you and me and the lamppost söz aramızda.
between you and me laf/söz aramızda.
between be.tween bîtwin' edat 1. arasında: between Karaköy
and Eminönü Karaköy ile Eminönü arasında. between
the two of them ikisi arasında. 2. arasında, ilâ: between
ten and twenty tons on ilâ yirmi ton.
bevel bev.el bev'ıl isim pah, pahlanmış kenar. fiil pahlamak.
beveled bev.eledsıfat pahlanmış, şev.
beverage bev.er.age bev'rîc isim içecek, meşrubat.
bevy bev.y bev'i isim kalabalık bir grup: That bevy of
beauties made the house ring with laughter. O güzeller
evi kahkahalarıyla çınlattı.
bewail be.wail bîweyl' fiil 1. -e hayıflanmak. 2. (bir şeye)
ağlamak.

145
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

beware be.ware bîwer' fiil sakınmak, çok dikkat etmek, gözünü


açmak.
bewilder be.wil.der bîwîl'dır fiil şaşırtmak, sersemletmek.
bewilderment be.wil.der.mentisim şaşkınlık.
bewitch be.witch bîwîç' fiil 1. büyü yapmak. 2. büyülemek,
cezbetmek.
bewitching be.witch.ingsıfat büyüleyici.
beyond doubt kuşkusuz, şüphesiz.
beyond measure son derece.
beyond number sayısız, sayılamaz.
beyond one's depth boyunu aşan, bilgi ve yeteneği dışında.
beyond one's ken akıl almaz.
beyond price paha biçilmez.
beyond question şüphe götürmez. 2. kuşkusuz, şüphesiz, tartışmasız.
beyond reach erişilmez.
beyond redemption kurtarılamaz.
beyond the pale yetkisi dışında. 2. hoş görülmez.
beyond the veil öbür dünyada.
beyond be.yond bîyand' zarf ötede; öteye. edat 1. ötesinde;
ötesi, -den öte; -den sonra: Beyond there there's nothing
but mountains. Oradan öte dağdan başka şey yok.
beyond four o'clock saat dörtten sonra. 2. dışında: It's
beyond his capability. Onun kabiliyetinin dışında. 3. -
den başka: I can do nothing beyond that. Ondan başka
bir şey yapamam. isim ötesi; ötesindeki; ötesindekiler.
Bhutan Bhu.tan butan', butän' isim Butan.
Bhutanese Bhu.ta.nese butıniz' isim (Bhutanese) Butanlı. sıfat 1.
Butan, Butan'a özgü. 2. Butanlı.
bias bi.as bay'ıs isim 1. verev. 2. eğilim. 3. önyargı. fiil 1.
(birini) (belirli bir şekilde) etkilemek: They tried to bias
me against him. Beni onun aleyhine çevirmeye
çalıştılar. 2. (birinin) fikrini yönlendirmek/etkilemek:
Don't bias the witness! Sanığı etkileme!
biased bi.asedsıfat önyargılı.

146
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bib bib bîb isim mama önlüğü.


Bible Bi.ble bay'bıl isim Kitabı Mukaddes, kutsal kitap, Eski
ve Yeni Ahit.
Biblical Bib.li.cal bîb'lîkıl sıfat Kitabı Mukaddes'e ait.
Biblically Bib.li.cal.lyzarf Kitabı Mukaddes'le ilgili olarak.
bibliography bib.li.og.ra.phy bîbliyag'rıfi isim bibliyografya,
kaynakça.
bicarbonate of soda karbonat.
bicarbonate bi.car.bon.ate baykar'bınît isim bikarbonat.
bicentenary bi.cen.te.nar.y baysenten'ıri isim iki yüzüncü
yıldönümü. sıfat iki yüzüncü yıldönümüne ait.
bicentennial bi.cen.ten.ni.al baysenten'iyıl isim iki yüzüncü
yıldönümü. sıfat iki yüzüncü yıldönümüne ait.
biceps bi.ceps bay'seps isim, anatomi (biceps) pazı.
bicker bick.er bîk'ır fiil atışmak, çekişmek, münakaşa etmek.
bicycle bi.cy.cle bay'sîkıl isim bisiklet. fiil bisikletle gitmek,
bisiklet kullanarak gitmek.
bid farewell veda etmek.
bid someone farewell birisine veda etmek.
bid bid bîd fiil (bid, bidding) 1. açık artırmada fiyat
artırmak. 2. briç deklarasyon yapmak. 3. önermek. isim
1. öneri. 2. girişim, teşebbüs.
bide one's time bir şeyin zamanını beklemek; sabretmek.
bide bide bayd fiil (bided/bode; bided) 1. dayanmak,
yıkılmamak. 2. oturmak, beklemek.
biennial bi.en.ni.al bayen'iyıl sıfat iki yılda bir olan.
bier bier bîr isim ayaklı tabut altlığı; tabut taşımak için
kullanılan tekerlekli sedye.
bifocal bi.fo.cal bayfo'kıl sıfat bifokal, çift odaklı.
bifocals bi.fo.calsisim, çoğul bifokal gözlük.
big business dev şirketler.
big gun konuşma dili kodaman.
big shot konuşma dili kodaman.
big wheel kodaman.

147
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

big big bîg sıfat 1. büyük, iri, kocaman. 2. önemli, etkili.


bigamist big.a.mist bîg'ımîst isim, hukuk resmen evliyken başka
biriyle yasadışı olarak evlenen kimse.
bigamy big.a.my bîg'ımi isim, hukuk resmen evliyken başka
biriyle yasadışı olarak evlenme.
bighearted big.heart.ed bîg'hartıd sıfat eli açık, cömert.
bigot big.ot bîg'ıt isim bağnaz, mutaassıp; dar görüşlü kimse.
bigoted big.ot.edsıfat bağnaz, mutaassıp.
bigotry big.ot.ryisim bağnazlık.
bigwig big.wig bîg'wîg isim, konuşma dili kodaman.
bike bike bayk isim, konuşma dili bisiklet.
bikini bi.ki.ni bîki'ni isim bikini.
bilateral bi.lat.er.al baylät'ırıl sıfat iki taraflı, iki kenarlı.
bile bile bayl isim 1. öd, safra. 2. huysuzluk, terslik, aksilik.
bilge bilge bîlc isim 1. denizcilikle ilgili sintine, karina. 2.
saçmalık.
bilingual bi.lin.gual baylîng'gwıl sıfat iki dilli.
bilious bil.ious bîl'yıs sıfat 1. safraya ait, öde ait. 2. aksi, ters,
huysuz.
bilk bilk bîlk fiil dolandırmak, aldatmak, kandırmak.
bill of exchange ekonomi poliçe; kambiyo senedi.
bill of fare yemek listesi, menü.
bill of health sağlık belgesi.
bill of lading konşimento.
bill of rights insan hakları beyannamesi.
bill of sale fatura.
bill bill bîl isim gaga.
billboard bill.board bîl'bôrd isim ilan tahtası.
billfold bill.fold bîl'fold isim cüzdan.
billiard ball bilardo topu.
billiards bil.liards bîl'yırdz isim bilardo.
billion bil.lion bîl'yın isim 1. milyar, bilyon. 2. İngiliz
İngilizcesi trilyon.
billow bil.low bîl'o isim büyük dalga.

148
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

billy goat teke, erkek keçi.


billy bil.ly bîl'i isim teke, erkek keçi.
bimonthly bi.month.ly baym^nth'li sıfat 1. iki ayda bir olan. 2.
ayda iki kez olan.
bin bin bîn isim (kömür, tahıl v.b.'ni saklamak için) kap;
sandık; yer: coal bin kömürlük. wood bin odunluk.
binary bi.na.ry bay'nıri sıfat ikili, çift.
bind bind baynd fiil (bound) 1. bağlamak; sarmak. 2.
kenarını tutturmak. 3. ciltlemek. 4. (dar bir giysi)
rahatsız etmek, fazla sıkmak.
binder bind.erisim 1. ciltçi. 2. biçerbağlar. 3. tutkal.
bindery bind.eryisim ciltevi.
binding bind.ingsıfat 1. bağlayıcı. 2. zorlayıcı. isim 1. ciltleme;
cilt. 2. kenar şeridi.
Bing cherry Napolyon kirazı, Napolyon.
binge binge bînc isim 1. çok fazla içki içilen süre: He goes on
a weekend binge every now and then. Arasıra hafta
sonu boyunca içki içmekten başka bir şey yapmaz. 2.
(bir şeyin) aşırı derecede yapıldığı süre: Yesterday she
went on a shopping binge. Dün kendini fena halde
alışverişe kaptırdı.
binoculars bin.oc.u.lars baynak'yılırz isim (iki gözle bakılabilen)
dürbün.
biochemistry bi.o.chem.is.try bayokem'îstri isim biyokimya.
biodegradable bi.o.de.grad.a.ble bayodîgrey'dıbıl sıfat çevreye zarar
vermeden toprakta çözünebilen.
biographer bi.og.ra.pherisim biyografi yazarı.
biographical sketch hayat hikâyesinin özeti.
biography bi.og.ra.phy bayag'rıfi isim yaşamöyküsü, biyografi.
biological bi.o.log.i.cal bayılac'îkıl sıfat biyoloqik, yaşambilimsel,
dirimbilimsel.
biologically bi.o.log.i.cal.lyzarf biyoloqik olarak, biyoloqik açıdan.
biologist biologistisim biyolog, yaşambilimci, dirimbilimci.

149
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

biology bi.ol.o.gy bayal'ıci isim biyoloqi, yaşambilim,


dirimbilim.
biped bi.ped bay'ped isim iki ayaklı hayvan.
bipedal bi.ped.alsıfat iki ayaklı.
birch birch bırç isim huş.
bird cage kuş kafesi.
bird in the hand elde olan yararlı şey, elde olan fırsat.
bird of passage göçmen kuş. 2. bir yerde ancak geçici bir süre için
kalan kimse.
bird of prey yırtıcı kuş.
bird watcher kuş gözlemcisi.
bird bird bırd isim kuş.
birdcall bird.call bırd'kôl isim kuş ötüşü.
birdhouse bird.house bırd'haus isim kuş evi.
birds of a feather aynı tip kimseler.
bird's-eye view kuşbakışı.
bird's-eye bird's-eye bırdz'ay sıfat bakınız bird's-eye view
birth certificate nüfus kâğıdı.
birth control doğum kontrolü.
birth defect doğuştan olan özür.
birth birth bırth isim 1. doğum, doğma, doğuş. 2. soy. 3.
başlangıç, kaynak.
birthday birth.day bırth'dey isim doğum günü, yaş günü.
birthplace birth.place bırth'pleys isim doğum yeri.
birthrate birth.rate bırth'reyt isim nüfusa göre doğum oranı.
biscuit bis.cuit bîs'kît isim 1. çörek. 2. İngiliz İngilizcesi
bisküvi.
bisexual bi.sex.u.al baysek'şuwıl sıfat 1. biseksüel, çift
cinsiyetli, ikicinslikli, ikieşeyli. 2. biseksüel, her iki
cinse karşı erotik istek duyan.
bishop bish.op bîş'ıp isim 1. piskopos. 2. satranç fil.
bison bi.son bay'sın, bay'zın isim (bison) bizon.
bit by bit azar azar, yavaş yavaş.
bit bit bît isim 1. delgi, matkap. 2. gem.

150
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bitch bitch bîç isim 1. dişi köpek, kancık. 2. konuşma dili


cadaloz kadın, şirret. fiil, konuşma dili şikâyet etmek,
sızlanıp durmak, dırdır etmek.
bite off more than one can chew başından büyük işlere/işe girişmek/kalkışmak.
bite one's lip (öfke veya üzüntüyü belli etmemek için) dudağını
ısırmak.
bite someone's nose off birine ters cevap vermek.
bite the bullet konuşma dili (zor bir) karar almak.
bite bite bayt fiil (bit, bitten) 1. ısırmak. 2. (balık) oltaya
vurmak. 3. (soğuk) yakmak. isim 1. ısırık, parça, lokma.
2. (içkide) sertlik. 3. (soğuk veya rüzgâra özgü) sertlik.
4. (biberde) acılık.
biting bit.ing bay'tîng sıfat 1. acı, keskin; ısırıcı (rüzgâr). 2.
acı (söz).
bitten bit.ten bît'ın fiil bakınız bite
bitter orange turunç.
bitter bit.ter bît'ır sıfat acı, keskin; sert, şiddetli.
bittersweet bit.ter.sweet bît'ırswit sıfat 1. hem acı hem tatlı. 2. iyi
ve kötü.
bitumen bi.tu.men bîtu'mın isim bitüm; zift, katran.
bituminous coal madenkömürü.
bituminous bi.tu.mi.noussıfat bitümlü; ziftli, zift gibi.
biz bizkonuşma dili bakınız show biz
bizarre bi.zarre bîzar' sıfat garip, tuhaf, acayip, biçimsiz.
blab blab bläb fiil (blabbed, blabbing) gevezelik etmek;
boşboğazlık etmek. isim geveze; boşboğaz.
black belt judo siyah kuşak.
black book kara listedekilerin kayıtlı olduğu defter.
black box (uçak veya roketteki) kara kutu.
black coffee sütsüz kahve.
black cumin çöreotu.
black eye siyah göz. 2. morarmış göz. 3. kara leke.
black horehound karaısırgan, köpekotu.
black leopard siyah pars.

151
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

black list kara liste.


black magic (kötü bir amaç için yapılan) büyü.
black market karaborsa.
black mulberry karadut.
black out karartmak. 2. geçici olarak şuurunu kaybetmek, gözü
kararmak.
black pepper karabiber.
black plague kara veba.
Black Sea Karadeniz.
black sheep ailenin yüzkarası.
black tie siyah papyon kravat. 2. smokin.
black black bläk sıfat 1. siyah, kara. 2. genellikle büyük harf
ile zenci. 3. karanlık, kasvetli. 4. kirli. isim 1. siyah,
kara. 2. genellikle büyük harf ile zenci.
black-and-blue black-and-blue bläk'ınblu' sıfat çürük, morarmış.
black-and-white black-and-white bläk'ınhwayt' sıfat siyah-beyaz: black-
and-white television siyah-beyaz televizyon.
blackball black.ball bläk'bôl fiil karşı oy kullanmak.
blackberry black.ber.ry bläk'beri isim böğürtlen.
blackbird black.bird bläk'bırd isim karatavuk.
blackboard black.board bläk'bôrd isim kara tahta.
blacken black.en bläk'ın fiil 1. karartmak, karalamak. 2.
lekelemek, iftira etmek.
black-eyed pea isim börülce.
blackguard black.guard bläg'ırd isim alçak kimse. sıfat alçak,
edepsiz, rezil. fiil sövüp saymak, küfretmek.
blackhead black.head bläk'hed isim başı siyah olan sivilce.
blackjack black.jack bläk'cäk isim cop.
blacklist black.list bläk'lîst isim kara liste. fiil - i kara listeye
almak.
blackmail black.mail bläk'meyl isim şantaq. fiil şantaq yapmak.
blackmailer black.mail.erisim şantaqcı.
blackout black.out bläk'aut isim karartma.
blacksmith black.smith bläk'smîth isim 1. demirci. 2. nalbant.

152
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

blacktop black.top bläk'tap isim asfalt. fiil asfaltlamak.


bladder blad.der bläd'ır isim sidik torbası, mesane.
blade blade bleyd isim 1. (bıçak) ağzı. 2. kılıç. 3. ince uzun
yaprak. 4. (kürekte) pala.
blah blah bla isim, konuşma dili saçma. sıfat can sıkıcı,
bezdirici.
blame blame bleym isim bir suç veya başarısızlığın
sorumluluğu, suç, kabahat, töhmet. fiil suçu (birinin)
üstüne atmak.
blameless blame.lesssıfat suçsuz, masum.
blameworthy blame.wor.thy bleym'wırdhi sıfat 1. ayıplanacak. 2.
kabahatli.
blanch blanch blänç fiil 1. benzi atmak. 2. (kabuğunu soymak
için) (bademi) biraz haşlamak.
blancmange blanc.mange blımanq' isim paluze, sütlü pelte.
bland bland bländ sıfat 1. tadı bebek maması gibi ve hazmı
kolay olan (yemek). 2. kimsenin dikine gitmeyen.
blandishment blan.dish.ment blän'dîşmınt isim kandırmak için
söylenen veya edilen iltifat.
blank cartridge kurusıkı fişek.
blank check açık çek.
blank endorsement açık ciro.
blank verse kafiyesiz on heceli nazım şekli.
blank blank blängk sıfat 1. boş, yazısız, açık, beyaz. 2.
anlamsız. isim 1. yazısız kâğıt. 2. piyangoda boş
numara. 3. kurusıkı fişek.
blankbook blank.bookisim not defteri.
blanket blan.ket bläng'kît isim battaniye. fiil sarıp sarmalamak.
blankly blank.ly blängk'li zarf boş boş, boş gözlerle: look
blankly at -e anlamamış gibi bakmak, -e boş boş
bakmak.
blare blare bler isim 1. boru sesi. 2. borununkine benzer ses;
yüksek ses. fiil 1. boru gibi ses çıkarmak. 2. herkese
ilan etmek, söylemek.

153
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

blasé bla.sé blazey' sıfat usanmış, bezgin.


blaspheme blas.pheme bläsfim' fiil Allah hakkında kötü
konuşmak, küfretmek.
blasphemy blas.phe.myisim Allah hakkında kötü konuşma, küfür.
blast furnace maden eritme ocağı.
blast off (roket) uzaya fırlatılmak.
blast blast bläst isim 1. patlama, infilak. 2. konuşma dili çok
eğlendirici bir şey. fiil 1. tahrip etmek, yıkmak,
yakmak. 2. (soğuk, sıcak) (bitkiyi) kavurmak.
Blast! ünlem, İngiliz İngilizcesi Allah kahretsin!
blasted blast.edsıfat 1. harap. 2. konuşma dili Allahın belası,
kör olası.
blasting cap dinamit tapası.
blatant bla.tant bley'tınt sıfat 1. apaçık, yüzünden akan. 2.
gürültü yapan.
blaze a trail çığır açmak. 2. ağaçların gövdelerinde çentikler açarak
yeni bir yolun geçiş yerini işaretlemek.
blaze away at -i ateşe tutmak, -e ateş etmek. 2. -i hararetle yapmak.
blaze up birden parlamak.
blaze blaze bleyz isim 1. alevler: the blaze of the fire
yangının alevleri. 2. yangın; yanan şey. 3. parlaklık. 4.
öfkeli parlama. 5. atın alnındaki beyaz leke. fiil 1. alev
alev yanmak. 2. parlamak. 3. öfkeyle parlamak.
blazer blaz.er bley'zır isim spor ceket, blazer.
blazon bla.zon bley'zın fiil 1. (göze çarpan bir şekilde) ilan
etmek. 2. sergilemek, teşhir etmek. 3. (göze çarpan bir
şeyle) donatmak/kaplamak. isim arma, ongun.
bleach bleach bliç fiil beyazlatmak, ağartmak. isim çamaşır
suyu.
bleachers bleach.ers bli'çırz isim bir tür açık tribün.
bleak bleak blik sıfat 1. soğuk ve kasvetli (hava). 2.
rüzgârdan korunmasız, rüzgâra açık. 3. kötü, iç açıcı
olmayan.

154
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

blear blear blîr sıfat sulanmış/çok çapaklanmış/kızarmış


(göz).
bleary bleary blîr'ı sıfat bakınız blear
bleary-eyed blear.y-eyed blîr'i.ayd sıfat gözleri sulanmış/çok
çapaklanmış/kızarmış.
bleat bleat blit fiil 1. melemek. 2. mızırdanmak, sızlanmak.
isim 1. meleme. 2. mızırdanma, sızlanma.
bled bled bled fiil bakınız bleed
bleed bleed blid fiil (bled) 1. kanamak. 2. acımak, kan
ağlamak: My heart bleeds for the victims of the
drought. Kıtlık kurbanları için içim kan ağlıyor. 3.
kanını emmek, insafsızca sömürmek, iliğini kemirmek:
The bank's high interest rates are bleeding the farmers
in this area. Bankanın yüksek faiz oranları bu yöredeki
çiftçilerin iliğini kemiriyor. 4. hacamat etmek/yapmak.
bleeding bleed.ingsıfat 1. kanayan. 2. konuşma dili kör olası.
bleep bleep blip isim çok tiz ve anlık elektronik ses, bip. fiil
bip sesi çıkarmak.
blemish blem.ish blem'îş isim leke, kusur, hata.
blend in ile uyumlu olmak, uymak. 2. yavaşça katmak.
blend blend blend fiil karıştırmak, harmanlamak. isim
harman, karışım.
blender blend.erisim blender, karıştırıcı.
bless someone out konuşma dili birini haşlamak/azarlamak.
Bless you! Çok yaşa!
bless bless bles fiil (blessed/blest) kutsamak, takdis etmek.
blessed bless.edsıfat 1. kutsanmış. 2. kutsal. 3. Allahın ...:
every blessed day her Allahın günü.
blessing out konuşma dili haşlama, azarlama.
blessing bless.ingisim 1. kutsama, takdis. 2. hayırdua. 3. nimet.
blest blest blest fiil bakınız bless
blether bleth.er bledh'ır fiil, İngiliz İngilizcesi saçmalamak.
isim saçma.
blew blew blu fiil bakınız blow

155
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

blight blight blayt isim 1. küf, mantar. 2. afet. fiil soldurmak,


kavurmak, mahvetmek; kurutmak.
blind alley çıkmaz sokak. 2. çıkmaz, açmaz.
blind as a bat kör gibi.
blind date önceden tanışılmayan biriyle eğlence yeri, lokanta
v.b.'ne gitme.
blind in one eye bir gözü kör.
blind spot anatomi (retinada) kör nokta. 2. kendi önyargısının
insanı anlamaktan engellediği konu.
blind blind blaynd sıfat 1. kör, âmâ. 2. çıkmaz (sokak). fiil 1.
kör etmek. 2. gözünü almak, kamaştırmak. isim 1. çoğul
qaluzi. 2. İngiliz İngilizcesi stor. 3. avcıların avlarından
gizlendiği yer.
blindfold blind.fold blaynd'fold fiil gözlerini bağlamak. isim
gözbağı.
blindfolded blind.fold.edsıfat gözü bağlı.
blindly blind.lyzarf kör gibi.
blindness blind.nessisim körlük.
blink blink blîngk fiil göz kırpmak. isim göz kırpma.
bliss bliss blîs isim eksiksiz bir mutluluk, büyük mutluluk.
blissful bliss.fulsıfat çok mutlu.
blister blis.ter blîs'tır isim kabarcık, fiske. fiil kabarmak, su
toplamak; kabartmak.
blithe blithe blayth sıfat neşeli, şen; gamsız, tasasız.
blithely blithe.lyzarf neşeli veya tasasız bir şekilde.
blitz blitz blîts isim yıldırım saldırı.
blitzkrieg blitz.krieg blîts'krig isim yıldırım saldırı.
blizzard bliz.zard blîz'ırd isim tipi.
bloat bloat blot fiil şişirmek, kabartmak.
bloated bloat.edsıfat şişmiş, şiş (karın, leş).
blob blob blab isim 1. kıvamı koyu iri bir damla: a blob of
paint bir boya damlası. two blobs of mustard iki sıkım
hardal. 2. konuşma dili yağ tulumu, şişko.
bloc bloc blak isim, politika blok.

156
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

block and tackle palanga.


block print (kumaşı, kitabı) kalıpla basmak.
block block blak isim 1. blok, büyük parça. 2. blok, parsel. 3.
İngiliz İngilizcesi büyük bina: block of flats apartman.
office block (büroların bulunduğu) iş hanı. fiil tıkamak,
kesmek, kapamak; bloke etmek.
blockade block.ade blakeyd' isim abluka. fiil abluka etmek,
ablukaya almak.
blockage block.age blak'îc isim tıkama; tıkanma; blokaq.
blockhead block.head blak'hed isim mankafa, dangalak.
bloke bloke blok isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili adam,
arkadaş.
blond blond bland sıfat 1. sarışın (erkek). 2. sarı (saç).
blonde blonde bland sıfat, isim sarışın (kadın).
blood bank kan bankası.
blood bath katliam.
blood count kan sayımı.
blood feud kan davası.
blood group kan grubu.
blood money kiralık katillere verilen para. 2. diyet.
blood poisoning kan zehirlenmesi.
blood pressure tansiyon, kan basıncı
blood test kan tahlili.
blood transfusion kan nakli.
blood type kan grubu.
blood vessel anatomi kan damarı.
blood blood bl^d isim 1. kan. 2. soy.
bloodcurdling blood.cur.dling bl^d'kırdlîng sıfat tüyler ürpertici.
bloodshed blood.shed bl^d'şed isim kan dökme.
bloodshot blood.shot bl^d'şat sıfat kan çanağına dönmüş (göz).
bloodthirsty blood.thirst.y bl^d'thırsti sıfat kana susamış, canavar
ruhlu, hunhar.

157
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bloody blood.ysıfat 1. kanlı; kan gibi. 2. kana susamış, gaddar,


zalim. 3. konuşma dili kör olası. 4. konuşma dili bayağı,
adamakıllı.
bloody-minded blood.y-mind.ed bl^d'imayndîd sıfat, İngiliz
İngilizcesi, konuşma dili inatçı, aksi.
bloom bloom blum isim 1. tazelik, gençlik. 2. meyve
üzerindeki buğu. 3. (açılmış) çiçek. fiil çiçek açmak.
blooming bloom.ingsıfat 1. çiçek açmış. 2. argo kör olası: That
blooming telephone! O kör olası telefon!
blossom blos.som blas'ım isim çiçek; bahar. fiil 1. çiçek
vermek; bahar açmak. 2. gelişmek; canlanmak.
blot out bozmak. 2. ortadan silmek, yok etmek.
blot blot blat isim 1. leke; mürekkep lekesi. 2. ayıp, kusur.
fiil (blotted, blotting) 1. lekelemek. 2. kurutma kâğıdı
ile kurutmak.
blotch blotch blaç isim 1. leke. 2. kabartı, fiske. fiil
lekelemek; lekelenmek.
blotter blot.ter blat'ır isim 1. kurutma kâğıdı, papyebüvar. 2.
zabıt, tutanak defteri.
blotting paper kurutma kâğıdı, papyebüvar.
blotting blot.ting blat'ing sıfat bakınız blotting paper
blouse blouse blaus isim bluz, gömlek.
blow a fuse sigortayı attırmak. 2. konuşma dili tepesi atmak,
öfkelenmek.
blow great guns konuşma dili (rüzgâr) çok sert esmek.
blow hot and cold konuşma dili kararsız olmak, duraksamak.
blow in konuşma dili ansızın gelmek, düşmek.
blow one's brains out başına kurşun sıkmak. 2. başına kurşun sıkarak intihar
etmek.
blow one's cool konuşma dili tepesi atmak, kızmak.
blow one's nose sümkürmek.
blow one's own horn konuşma dili kendi reklamını yapmak.
blow one's own trumpet kendi borusunu çalmak, kendi reklamını yapmak,
övünmek.

158
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

blow one's stack konuşma dili tepesi atmak, öfkeye kapılmak.


blow one's top konuşma dili tepesi atmak, öfkeye kapılmak.
blow out üfleyip söndürmek. 2. (lastik) patlamak.
blow over (fırtına) dinmek. 2. unutulmak, geçmek.
blow someone away konuşma dili 1. birini çok şaşırtmak. 2. ateş ederek
birini öldürmek, birini vurmak.
blow someone to smithereens bir şeyi/birini paramparça etmek.
blow someone's cover konuşma dili birinin gerçekte kim olduğunu göstermek.
blow someone's mind mest etmek, çok keyif vermek. 2. heyrette bırakmak.
blow something to smithereens bir şeyi/birini paramparça etmek.
blow the lid off açığa vurmak.
blow up şişirmek. 2. havaya uçurmak. 3. patlatmak; patlamak.
4. büyütmek, agrandisman yapmak. 5. konuşma dili
patlamak, tepesi atmak, küplere binmek.
blow blow blo fiil (blew, blown) 1. esmek. 2. üflemek. 3.
uçurmak; uçmak: The wind has blown off the chimney
cowl. Rüzgâr bacanın külahını uçurdu. 4. solumak. 5.
konuşma dili (parayı) savurmak; (paranın hepsini)
harcamak. 6. konuşma dili (fırsatı) kaçırmak.
blow-by-blow blow-by-blowsıfat ayrıntılı.
blow-dry blow-dry blo'dray fiil kurutma makinesiyle kurutmak.
blower blow.er blow'ır isim 1. (dökümhanede) körük. 2.
(kalorifere ait) vantilatör. 3. İngiliz İngilizcesi telefon.
blowjob blow.job blo'cab isim, kaba penisi ağızla uyarma,
supet, süpet.
blowout blow.out blow'aut isim 1. lastik patlaması. 2. konuşma
dili büyük parti; şatafatlı davet.
blowtorch blow.torch blo'tôrç isim pürmüz lambası, pürmüz.
blowup blow.up blow'^p isim 1. patlama. 2. kavga.
blubber blub.ber bl^b'ır fiil hüngür hüngür ağlamak,
hüngürdemek.
bludgeon someone into doing something birini bir şey yapmaya zorlamak.
bludgeon bludg.eon bl^c'ın isim kısa ve kalın sopa; cop. fiil ağır
bir cisimle vurmak.

159
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

blue blood aristokrat, asilzade, soylu kimse.


blue cheese bir çeşit küflü peynir.
blue jeans blucin.
blue ribbon herhangi bir alanda en büyük ödül.
blue vitriol göztaşı.
blue blue blu sıfat 1. mavi, mavi renkli. 2. konuşma dili
efkârlı. isim mavi, mavi renk. fiil çivitlemek.
bluebell blue.bell blu'bel isim çançiçeği.
blueberry blue.ber.ry blu'beri isim çayüzümü.
bluecollar blue.col.lar blu'kalır sıfat işçi sınıfına ait.
blueprint blue.print blu'prînt isim 1. mavi kopya. 2. proje, plan.
fiil 1. mavi kopya çıkarmak. 2. tasarlamak.
bluff bluff bl^f sıfat tok sözlü. isim sarp ve yüksek kıyı veya
kaya.
bluing blu.ing blu'wîng isim çivit.
bluish blu.ish blu'wîş sıfat mavimsi, mavimtırak.
blunder blun.der bl^n'dır isim gaf, pot. fiil gaf yapmak, pot
kırmak.
blunt blunt bl^nt fiil 1. körletmek. 2. azaltmak.
blur blur blır fiil (blurred, blurring) bulanıklaştırmak;
bulanıklaşmak. isim belirsiz bir şekil.
blurry blur.rysıfat bulanık.
blurt blurt blırt fiil out ağzından kaçırmak.
blush blush bl^ş fiil yüzü kızarmak. isim kızartı, kızarıklık.
bluster blus.ter bl^s'tır fiil 1. fart furt etmek. 2. (rüzgâr)
şiddetle esmek. isim 1. fart furt, böbürlenme. 2. (şiddetli
rüzgârın çıkardığı) uğultu.
boar boar bor isim yabandomuzu.
board of directors yönetim kurulu.
board of managers yönetim kurulu.
board up üstüne tahta çakarak kapamak.
board board bôrd isim 1. kereste, tahta. 2. satranç satranç v.b.
oyun tahtası. 3. yönetim kurulu. 4. denizcilikle ilgili

160
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

borda. fiil 1. (vapura, trene, otobüse, uçağa) binmek. 2.


pansiyoner olmak. 3. denizcilikle ilgili borda etmek.
boarder board.erisim 1. pansiyoner. 2. yatılı öğrenci.
boarding school yatılı okul.
boast boast bost fiil 1. övünmek. 2. -e sahip olmaktan gurur
duymak: This hotel boasts two swimming pools and a
sauna. Bu otel iki yüzme havuzu ve bir saunasıyla
iftihar ediyor. isim övünme, kurumlanma.
boastful boast.fulsıfat övüngen.
boat boat bot isim (gemi, vapur, sandal, yat gibi) tekne:
What time does the boat leave? Vapur kaçta kalkıyor?
I've got a new boat. Yeni bir sandalım var. How many
masts did that boat have? O teknenin kaç direği vardı?
boathouse boat.house bot'haus isim kayıkhane.
bob bob bab isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili (bob)
şilin.
bobbin bob.bin bab'în isim 1. makara, bobin. 2. ufak iğ.
bobby pin madeni saç tokası.
bobby bob.by bab'i isim, İngiliz İngilizcesi polis memuru,
polis. sıfat bakınız bobby pin
bobsled bob.sled bab'sled isim 1. yarışta kullanılan kızak. 2.
arka arkaya bağlı çifte kızak.
bode ill kötüye işaret etmek.
bode well iyiye işaret etmek.
bode bode bod fiil -e işaret etmek, -e delalet etmek.
bodice bod.ice bad'îs isim korsaq, kadın yeleği.
bodily bodi.lysıfat bedensel. zarf bütünüyle, tümüyle,
tamamen.
body bag ceset taşımaya özgü fermuarlı torba.
body building vücut geliştirme.
body count askeri ölü sayısı.
body bod.y bad'i isim 1. beden, vücut, gövde. 2. ceset. 3.
karoser. 4. miktar: a body of information bir miktar

161
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bilgi. 5. kütle, kitle: A lake is a body of water. Göl bir


su kütlesidir. 6. topluluk, grup.
bodyguard bod.y.guard bad'igard isim muhafız asker.
bog bog bag isim 1. bataklık. 2. kaba kenef, hela, tuvalet,
yüznumara.
boggle the mind insanı hayrete düşürmek.
boggle bog.gle bag'ıl fiil at/over -e takılıp tereddüde düşmek.
bogus bo.gus bo'gıs sıfat sahte, düzme, yapma.
boil away kaynayarak buharlaşıp yok olmak.
boil down kaynayarak suyunu çekmek, özü kalana kadar
kaynamak. 2. kısaltmak, kısmak.
boil over (kaynarken) taşmak. 2. tepesi atmak, köpürmek.
boil boil boy'ıl isim çıban.
boiler boil.er boy'lır isim kazan, buhar kazanı.
boiling point kaynama noktası.
boisterous bois.ter.ous boys'tırıs sıfat 1. gürültülü. 2. şiddetli;
fırtınalı.
bold bold bold sıfat 1. cesur, gözüpek; atılgan, cüretli. 2.
matbaacılık siyah (harf).
boldface bold.face bold'feys isim, matbaacılık siyah harfler.
boldfaced bold.facedsıfat siyah (harf).
boldly bold.lyzarf cesaretle.
boldness bold.nessisim cesaret, yüreklilik.
Bolivia Bo.liv.ia bolîv'iyı isim Bolivya.
Bolivian isim Bolivyalı. sıfat 1. Bolivya, Bolivya'ya özgü. 2.
Bolivyalı.
boloney bo.lo.ney bılo'ni isim bakınız baloney
bolshy bol.shy bol'şi sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili asi,
serkeş; kurallara karşı gelen.
bolster bol.ster bol'stır isim uzun yastık; yastık, minder. fiil 1.
yastıkla beslemek. 2. desteklemek, güçlendirmek.
bolt of lightning yıldırım.
bolt upright dimdik.

162
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bolt bolt bolt isim 1. sürgü, kol demiri. 2. kilit dili. 3. cıvata.
4. fırlama, kaçış. fiil 1. sürgülemek. 2. fırlamak; fırlayıp
kaçmak: When the pickpocket saw the policeman he
bolted into the crowd. Yankesici polisi görünce yıldırım
gibi fırlayıp kalabalığa karıştı. 3. çiğnemeden yutmak.
bomb bomb bam isim bomba. fiil bombalamak.
bombard bom.bard bambard' fiil 1. topa tutmak, bombardıman
etmek; bombalamak. 2. üzerine varmak, sıkıştırmak.
bombardier bom.bar.dier bambırdîr' isim, askeri (bombardıman
uçağında görevli) bombacı.
bombardment bom.bard.mentisim bombardıman, topa tutma.
bombastic bom.bas.tic bambäs'tîk sıfat tumturaklı.
bomber bomb.erisim 1. bombardıman uçağı. 2. (bir yere)
bomba atan veya yerleştiren kimse, bombacı.
bombshell bomb.shell bam'şel isim, konuşma dili bomba etkisi
yapan, bomba: blonde bombshell sarışın bomba.
bon voyage bon vo.yage bôn vwayaq' iyi yolculuklar, yolunuz açık
olsun.
bona fide bo.na fide bo'nı fayd' gerçek, hakiki.
bonanza bo.nan.za bınän'zı isim beklenmedik kazanç.
bond paper iyi cins yazı kâğıdı.
bond bond band isim 1. bağ. 2. ilişki. 3. bono, senet, tahvil.
4. kefalet. fiil kefil olmak.
bondage bond.age ban'dîc isim kölelik.
bonded warehouse gümrük antreposu.
bondholder bond.hold.er band'holdır isim tahvil sahibi.
bondsman bonds.man bandz'mın isim (bondsmen) 1. kefil. 2. köle.
bone china içine kemik külü katılarak yapılan porselen tabak.
bone for an exam sınava hazırlanmak.
bone meal kemik tozu.
bone of contention anlaşmazlık sebebi.
bone up on a subject kısa zamanda bir konuyu çalışıp öğrenmek.
bone bone bon isim 1. kemik. 2. kılçık. 3. balina (çubuk).
bone-dry bone-dry bon'dray' sıfat kupkuru.

163
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bonehead bone.head bon'hed isim aptal, mankafa.


boneless bone.lesssıfat kemiksiz.
boner bon.er bo'nır isim, argo büyük gaf/pot.
bonesetter bone.set.ter bon'setır isim çıkıkçı, kırıkçı.
bonfire bon.fire ban'fayr isim şenlik ateşi, açık havada yakılan
ateş.
bonito bo.ni.to bıni'to isim palamut.
bonk bonk bangk fiil 1. konuşma dili vurmak. 2. argo -i
sikmek; sevişmek, aşk yapmak. isim 1. konuşma dili
vuruş, darbe. 2. argo sikme; sevişme.
bonkers bon.kers bang'kırz sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma
dili deli.
bonnet bon.net ban'ît isim 1. bağcıklı bone. 2. otomotiv
kaporta.
bonny bon.ny ban'i sıfat, İngiliz İngilizcesi, lehçeye özgü 1.
göze hoş görünen, güzel, zarif, hoş. 2. sıhhatli, gürbüz.
bonus bo.nus bo'nıs isim ikramiye, prim.
bony bon.y bo'ni sıfat 1. sıska; bir deri bir kemik. 2. kemikli.
3. kılçıklı. 4. kemiksi.
boo boo bu fiil yuhalamak.
boob tube televizyon.
boob boob bub isim, argo aptal, budala, salak.
boobs boobsisim, çoğul, argo ayvalar, farlar, ikizler,
ampuller, memeler.
booby prize en kötü oyuncuya verilen ödül.
booby trap bubi tuzağı.
booby boo.by bu'bi isim ahmak.
book club kitap kulübü.
book of matches kibrit paketi.
book review kitap eleştirisi.
book someone into a hotel biri için otelde rezervasyon yapmak.
book something to someone's account İngiliz İngilizcesi bir şeyi birinin hesabına yazmak.
book value defter değeri, maliyet.

164
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

book book bûk isim kitap; cilt. fiil, İngiliz İngilizcesi (yer)
ayırtmak; rezervasyon yaptırmak.
bookbinder book.bind.er bûk'bayndır isim ciltçi.
bookcase book.case bûk'keys isim kitaplık, kitap konulan raflı
mobilya.
booked bookedsıfat 1. rezerve edilmiş, ayrılmış. 2. defterde
kayıtlı.
bookie book.ie bûk'i isim, konuşma dili ganyan bayii; bahisleri
kabul eden bayi.
booking clerk biletçi.
booking book.ing bûk'îng isim, İngiliz İngilizcesi 1.
rezervasyon yapma. 2. rezervasyon. 3. (birinin
hesabına) yazma.
booking-office book.ing-of.ficeisim bilet gişesi.
bookkeeper book.keep.er bûk'kipır isim, muhasebecilik defter tutan
kimse.
bookkeeping book.keep.ing bûk'kipîng isim, muhasebecilik defter
tutma.
booklet book.let bûk'lît isim broşür, kitapçık.
bookmaker book.mak.er bûk'meykır isim ganyan bayii; bahisleri
kabul eden bayi.
bookmark book.mark bûk'mark isim kitapta son okunan sayfayı
bulmak için araya konulan karton, kurdele v.b.
bookseller book.sell.er bûk'selır isim kitapçı.
bookshelf book.shelf bûk'şelf isim kitap rafı.
bookshop book.shop bûk'şap isim kitabevi.
bookstore book.store bûk'stôr isim kitabevi.
boom boom bum fiil 1. gümbürdemek, gürlemek. 2. (bir yerin
ticaret, nüfus v.b.) hızla yükselmek, patlamak (olumlu
bir şekilde); (ticaret) hızla artmak, patlama içinde
olmak. isim 1. gümbürtü. 2. Bom! (gümbürtü sesi). 3.
(bir yerin ticaret, nüfus v.b.'nde) (olumlu bir) patlama,
hızlı artış.
boon companion yakın arkadaş.

165
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

boon boon bun isim nimet, lütuf, iyilik.


boondock boon.dock bun'dak isim bakınız the boondocks
boonies boon.ies bun'iz isim bakınız the boonies
boor boor bûr isim 1. kaba ve görgüsüz kimse. 2. köylü.
boorish boor.ishsıfat kaba.
boorishly boor.ish.lyzarf kaba bir şekilde.
boorishness boor.ish.nessisim kabalık.
boost boost bust fiil (busted/bust) 1. itelemek. 2. lehinde
konuşarak yardımcı olmak. 3. (fiyat) artırmak. isim 1.
destek, yardım. 2. artma, artış.
booster boost.erisim 1. propagandacı. 2. (rokette) ek motor.
boot boot but fiil 1. çizme giydirmek. 2. çizme şeklindeki
aletle işkence yapmak. 3. argo tekmelemek. 4.
bilgisayarın belleğine komutlar okutarak sistemi
çalıştırmak. 5. futbol tekme atmak. 6. argo işten
çıkarmak, kovmak.
booth booth buth, budh isim 1. (fuar veya sergide) stand. 2.
çardak.
bootlegger boot.leg.ger but'legır isim içki kaçakçısı.
bootlick boot.lick but'lîk fiil dalkavukluk etmek, çanak
yalamak, yaltaklanmak.
bootlicker boot.lick.erisim dalkavuk, çanak yalayıcı, yaltak,
yaltakçı.
booty boo.ty bu'ti isim ganimet, yağma, çapul.
booze booze buz isim, konuşma dili içki, alkollü içecek.
bop bop bap fiil (bopped, bopping) vurmak. isim vuruş,
darbe.
borax bo.rax bor'äks isim, kimya boraks.
border on sınır komşusu olmak. 2. eğiliminde olmak.
border bor.der bôr'dır isim 1. kenar; sınır, hudut. 2. kenar süsü.
fiil sınırlamak.
borderline case her iki kategoriye de girebilecek bir durum: Nuh's a
borderline case; we could as easily fail him as we could

166
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pass him. Nuh tam sınırda; sınıfta da bırakabiliriz,


geçirebiliriz de.
borderline bor.der.line bôr'dırlayn isim sınır, hudut. sıfat bakınız
borderline case
bore a hole in -de delik açmak. 2. (bir fikri) azıcık çürütmek.
bore someone to death birinin canını çok sıkmak.
bore someone to tears birinin canını çok sıkmak.
bore bore bor fiil bakınız bear
boredom bore.domisim can sıkıntısı.
boring bor.ing bor'îng sıfat can sıkıcı.
born to the purple asil bir aileden gelen.
born born bôrn sıfat 1. doğmuş. 2. doğuştan: a born preacher
doğuştan vaiz.
borne borne born fiil bakınız bear
boron bo.ron bor'an isim, kimya bor.
borough bor.ough bır'o isim kasaba, kaza, ilçe.
borrow trouble önceden tasasını çekmek.
borrow bor.row bar'o fiil 1. ödünç almak, borç almak. 2.
matematik (çıkarma işleminde) ödünç almak.
borrower bor.row.erisim ödünç alan.
borrowing bor.row.ingisim yabancı bir dilden alınan kelime,
yabancı kelime.
borstal bor.stal bôr'stıl isim, İngiliz İngilizcesi ıslahevi,
ıslahhane.
Bosnia and Herzegovina Bosna-Hersek.
Bosnia Bos.ni.a baz'niyı isim Bosna.
Bosnian isim 1. Boşnak; Bosnalı. 2. Boşnakça. sıfat 1. Boşnak;
Bosna, Bosna'ya özgü. 2. Boşnak; Bosnalı. 3. Boşnakça.
bosom friend samimi dost, can yoldaşı.
bosom bos.om bûz'ım isim göğüs, sine, bağır, koyun. sıfat
samimi.
Bosphorus Bos.pho.rus bas'fırıs isim bakınız Bosporus
Bosporus Bos.po.rus bas'pırıs isim Boğaziçi, Boğaz.
boss someone around birine karşı amirane davranmak, birine emir yağdırmak.

167
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

boss boss bôs isim patron; şef. fiil yönetmek.


bossy bossysıfat 1. başkalarına hükmetmeyi seven. 2.
amirane, patronvari.
botanical garden botanik bahçesi.
botanical bo.tan.i.cal bıtän'îkıl sıfat botanik, bitkibilimsel;
bitkisel.
botanist bot.a.nistisim botanist, bitkibilimci, botanikçi.
botany bot.a.ny bat'ıni isim botanik, bitkibilim.
botch botch baç fiil bozmak.
both as ... and as ... hem ... hem ... olarak: I respect her both as a teacher and
as a person. Hem hoca, hem insan olarak ona saygı
duyuyorum.
both both both zamir her ikisi; ikisi de: both of them her
ikisi. both of us her ikimiz. "Did the packages come?"
"Yes, both came." "Paketler geldi mi?" "Evet, her ikisi
de geldi." Bahar is both beautiful and intelligent. Bahar
hem güzel, hem de zeki. both he and I hem o, hem ben.
bother both.er badh'ır isim sıkıntı, zahmet. fiil canını sıkmak,
rahatsız etmek.
bothersome both.er.somesıfat sıkıcı, rahatsız edici.
Botswana Bot.swa.na batswa'nı isim Botsvana.
Botswanan isim Botsvanalı. sıfat 1. Botsvana, Botsvana'ya özgü. 2.
Botsvanalı.
bottle opener şişe açacağı.
bottle bot.tle bat'ıl isim 1. şişe. 2. biberon. fiil şişelemek.
bottleneck bot.tle.neck bat'ılnek isim 1. dar geçit, dar boğaz. 2.
engel.
bottom dollar son kuruş.
bottom land ovalık arazi.
bottom bot.tom bat'ım isim 1. dip, alt. 2. esas, kaynak, temel.
3. vadi. 4. karina, tekne.
bottomless bot.tom.lesssıfat 1. dipsiz; çok derin. 2. sonsuz,
sınırsız.
Bottoms up! konuşma dili Fondip!

168
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bough bough bau isim (ağaçta) büyük dal.


bought bought bôt fiil bakınız buy
boulder boul.der bol'dır isim iri kaya parçası.
boulevard boul.e.vard bûl'ıvard isim bulvar, cadde.
bounce bounce bauns fiil 1. sıçramak, sekmek; zıplatmak,
sektirmek. 2. konuşma dili (çek) karşılıksız çıkmak.
isim 1. sıçrayış, zıplayış. 2. canlılık.
bound bound baund isim sıçrayış, zıplama; geri tepme. fiil
sekmek, sıçramak, zıplamak, fırlamak.
boundary bound.a.ry baun'dıri isim sınır, hudut.
boundless bound.lesssıfat sınırsız, sonsuz.
bounds boundsisim sınır, sınırlar.
bounteous boun.te.ous baun'tiyıs sıfat 1. eli açık, cömert. 2. bol,
çok.
bounteously boun.te.ous.lyzarf cömertçe.
bounteousness boun.te.ous.nessisim 1. cömertlik. 2. bolluk.
bountiful boun.ti.fulsıfat 1. cömert, eli açık. 2. bol, çok.
bounty boun.ty baun'ti isim 1. cömertlik, eli açıklık. 2. prim. 3.
(zararlı bir hayvanın yok edilmesi veya bir suçlunun
yakalanması için devletçe verilen) para.
bouquet bou.juet bukey' isim 1. buket, demet. 2. bir şaraba özgü
koku.
bourgeois bour.geois bûrq'wa isim, sıfat burquva, kentsoylu.
bout bout baut isim 1. nöbet; hastalık: He's qust recovered
from a bout of pneumonia. Zatürreeden yeni kalktı. 2.
kısa süren hummalı faaliyet. 3. eskrim maç.
boutique bou.tijue butik' isim butik.
bovine bo.vine bo'vayn sıfat sığır cinsinden.
bow and scrape aşırı saygı gösterisinde bulunmak, el pençe divan
durmak.
bow out of -den çekilmek. 2. emekliye ayrılmak.
bow tie papyon, papyon kravat.
bow bow bo isim 1. (ok atmak için) yay. 2. (yaylı çalgı için)
yay. 3. fiyonk.

169
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bowel bow.el bau'wıl isim bağırsak.


bowels bow.elsisim 1. bağırsaklar. 2. iç kısımlar; derinlikler:
the bowels of the earth yeryüzünün derinlikleri.
bower bow.er bau'wır isim kameriye, çardak.
bowl along süratle gitmek.
bowl someone over birini şaşırtmak, birini şaşkına çevirmek. 2. birini yere
yıkmak, birini yere devirmek.
bowl bowl bol fiil 1. bowling oynamak. 2. kriket top atmak.
bowlegged bow.leg.ged bo'legîd sıfat çarpık bacaklı.
bowline bow.line bo'layn isim 1. barço bağı. 2. denizcilikle
ilgili borina.
bowling bowl.ing bo'lîng isim bowling, ağır bir topla oynanan
bir oyun.
bowshot bow.shot bo'şat isim ok menzili.
bowstring bow.string bo'strîng isim kiriş. fiil iple boğmak.
box number posta kutusu numarası.
box office (tiyatro, sinema, stadyumda) bilet gişesi.
box someone on the ear birinin kulağına tokat atmak.
box box baks isim 1. kutu, sandık. 2. loca. fiil kutulamak,
kutuya koymak.
boxcar box.car baks'kar isim, demiryolu kapalı yük vagonu.
boxer box.erisim boksör, yumrukoyuncusu.
Boxing Day İngiliz İngilizcesi yirmi altı Aralık.
boxing glove boks eldiveni.
boxing match boks maçı.
Boxing Box.ing bak'sîng sıfat bakınız Boxing Day
boxwood box.wood baks'wûd isim şimşir.
boy friend erkek arkadaş.
boy scout erkek izci.
boy boy boy isim 1. erkek çocuk, oğlan; delikanlı. 2. genç
uşak.
boycott boy.cott boy'kat fiil boykot yapmak; boykot etmek.
isim boykot.
boyhood boy.hoodisim çocukluk devresi (erkek).

170
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

boyish boy.ishsıfat oğlan gibi.


bra bra bra isim sütyen.
brace brace breys isim 1. bağ, kuşak. 2. matkap kolu. 3.
dişçilik tel. fiil 1. sağlamlaştırmak, desteklemek. 2.
birbirine tutturmak, raptetmek.
bracelet brace.let breys'lît isim bilezik.
braces bracesisim, çoğul, İngiliz İngilizcesi pantolon askısı.
bracing brac.ingisim destek, dayanak. sıfat zinde yapan:
bracing mountain air insanı zindeleştiren dağ havası.
bracket brack.et bräk'ît isim 1. dirsek, destek, kenet. 2.
dilbilgisi köşeli parantez, köşeli ayraç. 3. dilbilgisi
parantez, ayraç.
brackish brack.ish bräk'îş sıfat hafif tuzlu, acı.
brag about -den övünerek bahsetmek.
brag of -den övünerek bahsetmek.
brag brag bräg fiil övünmek.
braggart brag.gart bräg'ırt isim övüngen kimse, yüksekten atan
kimse.
braid braid breyd fiil örmek. isim 1. saç örgüsü. 2. askeri
(üniformaya takılan) kordon. 3. örülmüş şey, örgü.
braided braid.edsıfat örülmüş, örgülü.
brain trust bir grup danışman.
brain brain breyn isim beyin. fiil kafasına ağır bir darbe
indirmek.
brainchild brain.child breyn'çayld isim, konuşma dili birinin
kafasından çıkan düşünce.
brainless brain.lesssıfat akılsız, kuş beyinli.
brains brainsisim akıl, zekâ.
brainstorm brain.storm breyn'stôrm isim, konuşma dili aniden
gelen parlak fikir.
brainwash brain.wash breyn'wôş fiil beynini yıkamak.
brainy brainysıfat kafalı, akıllı.
brake drum fren kampanası/tamburu.
brake fluid fren yağı.

171
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

brake lining fren balatası.


brake pedal fren pedalı.
brake shoe fren pabucu.
brake brake breyk isim fren. fiil fren yapmak.
bramble bram.ble bräm'bıl isim 1. (böğürtlen gibi) dikenli bitki.
2. İngiliz İngilizcesi böğürtlen (yemişi veya çalısı).
bran bran brän isim kepek, buğday kepeği.
branch off (kol olarak) ayrılmak.
branch out into (asıl faaliyetine devam ederken) (yeni bir faaliyete)
girmek.
branch branch bränç isim 1. (ağaca ait) dal. 2. (nehre ait) kol.
3. şube; bölüm, kısım; dal, kol, branş. fiil 1. dal budak
salmak. 2. kollara ayrılmak.
brand name (bir ürüne ait) özel ad, marka.
brand spanking new gıcır gıcır, yepyeni.
brand brand bränd isim 1. (bir ürüne ait) özel ad, marka. 2.
(kızgın demirle yapılan) dağ. fiil 1. dağlamak. 2.
lekelemek, damgalamak.
brandied bran.diedsıfat konyakla konserve edilmiş (meyve).
brandish bran.dish brän'dîş fiil sallamak, savurmak. isim
sallama, savurma.
brand-new brand-new bränd'nu sıfat yepyeni, gıcır gıcır.
brandy bran.dy brän'di isim konyak.
brash brash bräş sıfat 1. yüzsüz, küstah. 2. fazla atılgan.
brass band bando, mızıka.
brass knuckles pirinç muşta.
brass brass bräs isim, sıfat pirinç, sarı.
brassed off İngiliz İngilizcesi, konuşma dili biraz kızgın, biraz
sinirlenmiş.
brassiere bras.siere brızîr' isim sütyen.
brassy brassysıfat yüzsüz, gürültücü ve kaba (kadın).
brat brat brät isim velet, arsız çocuk; piç kurusu.
bravado bra.va.do brıva'do isim kabadayılık, kurusıkı atma.
brave the elements kötü havada dışarıda bulunmak.

172
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

brave brave breyv sıfat cesur, cesaretli. fiil göğüs germek.


bravely brave.lyzarf cesaretle.
bravery brave.ryisim cesaret.
bravo bra.vo bra'vo ünlem Aferin!/Bravo!
brawl brawl brôl isim arbede.
brawny brawn.y brô'ni sıfat kasları gelişmiş, adaleli.
bray bray brey isim anırtı, anırma. fiil anırmak.
brazen bra.zen brey'zın sıfat 1. pirinç; pirinç gibi. 2. utanmaz,
yüzsüz.
brazier bra.zier brey'qır isim mangal.
Brazil nut Brezilya kestanesi.
Brazil Bra.zil brızîl' isim Brezilya.
Brazilian isim Brezilyalı. sıfat 1. Brezilya, Brezilya'ya özgü. 2.
Brezilyalı.
breach breach briç isim 1. kırık, yarık, gedik. 2. hukuk ihlal.
bread and butter ekmek kapısı; insanı geçindiren iş veya para.
bread crumb ekmek kırıntısı.
bread bread bred isim ekmek.
breadbasket bread.bas.ket bred'bäskît isim 1. ekmek sepeti. 2.
mecazi tahıl ambarı. 3. argo mide.
breadth breadth bredth isim genişlik, en.
breadwinner bread.win.ner bred'wînır isim bir aileyi geçindiren
kimse.
break a habit kötü alışkanlıktan kurtulmak.
break a promise sözünde durmamak, sözünden dönmek.
break a record rekor kırmak.
break cover gizlendiği yerden çıkmak.
break down bozulmak. 2. ruhen yıkılmak.
break even kâr ve zararı eşit olmak, ancak masrafını karşılamak.
break ground törenle temel atmak. 2. çığır açmak.
break in zorla girmek. 2. lafa karışmak; araya girmek. 3.
alıştırmak.
break into -e zorla girmek. 2. birden -e başlamak: The horse broke
into a run. At birden koşmaya başladı.

173
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

break loose ipini koparıp başıboş kalmak. 2. kaçıp kurtulmak.


break off kırılıp ayrılmak. 2. birdenbire durmak. 3. ilişiğini
kesmek.
break one's faith sözünde durmamak.
break one's fast orucunu açmak, orucunu bozmak.
break one's neck boynu kırılmak. 2. kendini paralamak, paralanmak,
dişini tırnağına takmak.
break one's word sözünü tutmamak.
break open kırmak, zorla açmak.
break out patlak vermek, patlamak, kopmak: War has broken out
in Asia. Asya'da savaş patladı. 2. in ile kaplanmak, ...
dökmek: She's broken out in a rash. Her tarafı isilik
oldu.
break the ice resmiyeti gidermek, havayı yumuşatmak. 2. ilk defa bir
işe girişmek.
break the law suç işlemek, kanuna karşı gelmek.
break the news to (birine) (kötü) haber vermek.
break to pieces parça parça etmek. 2. parçalanmak.
break up dağılmak; dağıtmak. 2. bozuşmak. 3. (aralarında sevgi
bağı olan iki kişi) ayrılmak.
break wind gaz çıkarmak, yellenmek.
break with ilgisini kesmek, -den ayrılmak.
break break breyk isim 1. kırık, çatlak. 2. aralık, açıklık; ara,
fasıla. 3. iş molası: They took a break. Mola verdiler. 4.
fırsat, şans. fiil (broke, broken) 1. kırmak, parçalamak;
kırılmak. 2. (fırtına) kopmak.
breakage break.ageisim 1. kırma, kırılma. 2. kırılan şeylerin
tutarı.
breakdown break.down breyk'daun isim 1. bozulma, durma. 2.
sinir bozukluğu, çökme. 3. ayrıntılı hesap.
breaker break.er brey'kır isim kıyıya vuran büyük dalga.
breakfast break.fast brek'fıst isim sabah kahvaltısı, kahvaltı.
breaking break.ingisim kırılma.

174
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

breakneck break.neck breyk'nek sıfat çok hızlı; büyük (bir hız) : a


breakneck pace çok hızlı bir tempo.
breakthrough break.through breyk'thru isim 1. askeri cepheyi yarıp
geçme. 2. (bilimde) büyük buluş.
breakwater break.wa.ter breyk'wôtır isim dalgakıran, mendirek.
breast stroke spor kurbağalama (yüzme tekniği).
breast breast brest isim 1. göğüs, meme. 2. sine, kalp, gönül.
breastbone breast.bone brest'bon isim göğüs kemiği.
breast-feed breast-feed brest'fid fiil (bebeği) emzirerek beslemek.
breath breath breth isim nefes, soluk.
breathe down one's neck başında dikilip durmak, başında beklemek. 2. rahat
bırakmamak. 3. yakından takip etmek.
breathe hard solumak, sık ve kesik soluklar alıp vermek.
breathe in nefes almak.
breathe one's last son nefesini vermek, ölmek.
breathe out nefes vermek.
breathe breathe bridh fiil soluk almak, teneffüs etmek.
breathless breath.lesssıfat nefes nefese, soluğu kesilmiş.
breathtaking breath.tak.ing breth'teykîng sıfat nefes kesici, çok
heyecan verici.
bred bredfiil bakınız breed
breeches breech.es brîç'îz isim, çoğul pantolon.
breed breed brid fiil (bred) 1. üremek. 2. yetiştirmek. 3. yol
açmak, sebep olmak. isim cins, tür.
breeding breed.ingisim 1. terbiye. 2. yetiştirme.
breeze breeze briz isim hafif rüzgâr, esinti, meltem; imbat.
breezy breez.y bri'zi sıfat 1. rüzgârlı. 2. teklifsiz. 3. lakayt,
umursamaz. 4. canlı, hareketli.
brethren breth.ren bredh'rın isim, çoğul kardeşler.
brevity brev.i.ty brev'ıti isim kısalık.
brew brew bru fiil 1. (bira, kahve) yapmak; (çay) demlemek.
2. (çay, kahve) içmeye hazır olmak, olmak. 3. (kötü bir
şey) hazırlamak, tertiplemek; hazırlanmak,

175
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tertiplenmek. isim, konuşma dili bira: Want a brew? Bir


bardak bira ister misin?
brewer brew.erisim bira yapımcısı.
brewery brew.eryisim bira fabrikası.
brewski brews.ki brus'ki isim, konuşma dili bira: He bought me
two brewskies. Bana iki bira ısmarladı.
briar bri.ar bray'ır isim bakınız brier
bribe bribe brayb isim rüşvet. fiil rüşvet vermek, para
yedirmek.
bribery bribe.ryisim rüşvetçilik.
brick red kiremit rengi.
brick up tuğla örerek kapatmak.
brick brick brîk isim (genellikle deliksiz veya boşluksuz)
tuğla.
bricklayer brick.lay.er brîk'leyır isim duvarcı, tuğla örücü.
brickyard brick.yard brîk'yard isim tuğla harmanı.
bridal veil duvak.
bridal brid.alsıfat 1. geline ait. 2. nikâha ait.
bride bride brayd isim gelin.
bridegroom bride.groom brayd'grum isim güvey.
bridesmaid brides.maid braydz'meyd isim gelinin nedimesi,
nedime.
bridge bridge brîc isim briç.
bridgehead bridge.head brîc'hed isim, askeri köprübaşı.
bridle bri.dle brayd'ıl isim (gem ve dizginlerin takıldığı) at
başlığı. fiil 1. (ata) başlık takmak. 2. frenlemek,
gemlemek, gem vurmak. 3. başını hafifçe kaldırarak
öfkesini veya beğenmediğini belli etmek.
brief brief brif sıfat kısa. isim, hukuk davanın özeti. fiil
brifing yapmak.
briefcase brief.case brif'keys isim evrak çantası.
briefing brief.ing bri'fîng isim brifing.
briefly brief.lyzarf kısaca.
briefs briefs brifs isim, çoğul slip (paçasız erkek kilotu).

176
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

brier bri.er bray'ır isim (herhangi bir) dikenli yabani çalı.


brig brig brîg isim, denizcilikle ilgili 1. brik. 2. gemi
hapishanesi.
brigade bri.gade brîgeyd' isim tugay.
brigadier general askeri tuğgeneral.
brigadier brig.a.dier brîgıdîr' isim bakınız brigadier general
brigand brig.and brîg'ınd isim haydut, eşkıya.
bright color parlak renk.
bright lights otomotiv (otomobil farlarına ait) uzunlar.
bright bright brayt sıfat 1. parlak, parlayan. 2. akıllı, zeki.
brighten bright.en brayt'ın fiil 1. parlatmak. 2. aydınlanmak,
aydınlık olmak. 3. neşelendirmek; neşe katmak. 4. (bir
yere) canlılık vermek, daha hoş ve sevimli bir hava
vermek. 5. yüzünde mutlu bir ifade belirmek; mutlu
olmak.
bright-eyed and bushy-tailed konuşma dili tam formunda.
brights brightsisim, çoğul, konuşma dili (otomobil farlarına
ait) uzunlar.
brilliance bril.lianceisim 1. parlaklık, göz alıcılık. 2. deha. 3.
harikuladelik, mükemmellik.
brilliant bril.liant brîl'yınt sıfat 1. parlak, göz alıcı. 2. dahice,
parlak. 3. harikulade, harika, mükemmel. isim pırlanta.
brilliantly bril.liant.lyzarf parlak bir şekilde, pırıl pırıl.
brim brim brîm isim 1. bardak ağzı. 2. şapka kenarı.
brimful brim.fulsıfat ağzına kadar dolu, silme.
brimstone brim.stone brîm'ston isim kükürt.
brine brine brayn isim 1. salamura, tuzlu su. 2. deniz suyu.
bring a child into the world (anne) çocuğu dünyaya getirmek, çocuğu doğurmak;
(doktor/ebe) çocuğu doğurtmak.
bring about meydana getirmek, sebep olmak.
bring along yanında getirmek.
bring around ikna etmek. 2. ayıltmak.
bring down the house konuşma dili bir alkış tufanı kopartmak.

177
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bring forth yaratmak, meydana getirmek; yol açmak, sebep olmak.


2. doğurmak.
bring forward ileri sürmek, arzetmek. 2. hesap toplamını nakletmek.
3. ileri bir tarihe almak.
bring home the bacon ailesinin geçimini sağlamak, ailesini geçindirmek.
bring in getirmek. 2. (para) kazandırmak; kazanmak. 3. hukuk
(qüri) karara varmak.
bring into disrepute -e gölge düşürmek.
bring into line sıraya sokmak.
bring off konuşma dili başarmak, başarıyla yapmak.
bring on sebep olmak. 2. geliştirmek.
bring out (yeni bir şeyi) yapmak veya yayımlamak. 2. belli
etmek, meydana çıkarmak. 3. (çekingen birinin)
konuşup rahat davranmasına sebep olmak, -i açmak.
bring pressure to bear on -i sıkıştırmak, -i zorlamak.
bring round ikna etmek. 2. ayıltmak.
bring shame on -i rezil etmek.
bring someone down konuşma dili birinin keyfini bozmak.
bring someone in on birinin (bir işe) katılmasını sağlamak, birini (bir işe)
katmak.
bring someone to her knees birini yola getirmek, birine boyun eğdirmek, birine diz
çöktürmek.
bring someone to his knees birini yola getirmek, birine boyun eğdirmek, birine diz
çöktürmek.
bring someone to justice (yargılanmak üzere) birini mahkemenin önüne
çıkartmak.
bring someone to reason birinin aklını başına getirmek.
bring someone to birini ayıltmak.
bring someone up to date birini en son olaylardan/gelişmelerden haberdar etmek.
bring someone word of .. hakkında birine haber getirmek.
bring something home to someone konuşma dili bir şeyi birinin kafasına dank ettirmek.
bring something to bear on -e bir şeyi uygulatmak: He brought some pressure to
bear on the general. Generale biraz baskı yaptırdı.
bring suit against -i dava etmek.

178
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bring the house down çok alkışlanmak.


bring through birinin (bir hastalığı, zor bir durumu) atlatmasını
sağlamak.
bring to a head karar noktasına getirmek.
bring to light meydana çıkarmak, aydınlatmak, gün ışığına çıkarmak.
bring to mind hatırlatmak, akla getirmek; hatırlamak.
bring to pass sonuçlandırmak.
bring to ayıltmak.
bring up one's big guns en önemli dayanakları/kanıtları ileri sürmek; en önemli
destekçileri getirmek.
bring up yetiştirmek, büyütmek. 2. bahsetmek.
bring bring brîng fiil (brought) getirmek.
brink brink brîngk isim 1. kenar (uçurum, felaket). 2. kıyı.
brisk brisk brîsk sıfat 1. canlı; hareketli; istenilen hızda
hareket eden. 2. sertçe esen (rüzgâr).
briskly brisk.lyzarf canlı veya hareketli bir şekilde; istenilen
hızda.
bristle with (hoş olmayan bir şeyle) dolu olmak.
bristle bris.tle brîs'ıl isim sert kıl, domuz kılı. fiil 1. tüylerini
kabartmak. 2. dikleşmek, kızmak.
bristly brist.lysıfat kıllı.
Britain Brit.ain brît'ın isim Britanya.
britches britch.es brîç'ız isim, çoğul, konuşma dili pantolon.
British Brit.ish brît'îş sıfat Britanya'ya ait, İngiliz.
Briton Brit.on brît'ın isim Britanyalı.
brittle brit.tle brît'ıl sıfat kırılgan; gevrek.
broach broach broç fiil (bir konuyu) açmak.
broad bean bakla.
broad jump spor uzun atlama.
broad broad brôd sıfat 1. geniş; engin. 2. genel, ayrıntılara
girmeyen. isim, argo eksik etek, kadın.
broadcast broad.cast brôd'käst fiil (broadcast) 1. (radyo veya
televizyonla) yayımlamak. 2. (tohum) saçmak. 3.

179
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yaymak, herkese söylemek. isim radyo veya televizyon


yayını.
broaden broad.en brôd'ın fiil genişletmek; genişlemek.
broadly speaking kabaca, yaklaşık.
broad-minded broad-mind.ed brôd'mayn'dîd sıfat açık fikirli,
hoşgörülü.
brocade bro.cade brokeyd' isim brokar.
brochure bro.chure broşûr' isim broşür; kitapçık.
brogue brogue brog isim 1. şive. 2. bir çeşit erkek ayakkabısı.
broil broil broyl fiil 1. ızgara yapmak, ızgarada kızartmak. 2.
konuşma dili (hava) çok sıcak olmak.
broiler broil.erisim 1. fırında et kızartmaya özgü ızgaralı kap.
2. ızgaralık piliç.
broiling hot konuşma dili çok sıcak (hava).
broke broke brok fiil bakınız break
broken bro.ken bro'kın sıfat 1. kırık, kırılmış. 2. bozuk,
bozulmuş. 3. (kötü bir olaydan sonra) umudunu
yitirmiş. 4. dilbilgisi kurallarına uymayan (bir
yabancının konuşması): That Frenchman speaks broken
English. O Fransız, İngilizceyi iyi konuşamıyor.
broken-down bro.ken-downsıfat işi bitmiş, bitik; harap.
broken-hearted bro.ken-heart.edsıfat kalbi kırık.
broker bro.ker bro'kır isim komisyoncu; banker.
bronchitis bron.chi.tis brangkay'tîs isim bronşit.
bronze bronze branz isim bronz, tunç.
brooch brooch broç isim broş.
brood brood brud fiil 1. kuluçkaya yatmak. 2. derin derin
düşünmek, düşünceye dalmak. isim kuluçka.
brooder brood.erisim kuluçka makinesi.
broody broo.dysıfat 1. kuluçkaya yatmak isteyen. 2. düşünceye
dalan.
brook brook brûk isim çay, ırmak.
broom broom brum isim 1. saplı süpürge. 2. katırtırnağı.
broomstick broom.stick brum'stîk isim süpürge sopası.

180
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

broth broth brôth isim et veya balık suyu.


brothel broth.el brath'ıl, brôth'ıl isim genelev.
brother broth.er br^dh'ır isim erkek kardeş, birader.
brotherhood broth.er.hoodisim kardeşlik, birlik, beraberlik; bir
kuruluşun üyeleri.
brother-in-law broth.er-in-law br^dh'ırînlô isim enişte; kayınbirader;
bacanak.
brotherly broth.er.lyzarf erkek kardeşe özgü, ağabeyce.
brought brought brôt fiil bakınız bring
brow brow brau isim 1. alın. 2. kaş. 3. çehre, yüz. 4. yamaç.
browbeat brow.beat brau'bit fiil (browbeat, browbeaten) gözünü
korkutmak, yıldırmak.
brown sugar esmerşeker.
brown brown braun sıfat kahverengi. fiil karartmak; kararmak.
brownish brown.ish brau'nîş sıfat kahverengimsi.
browse browse brauz fiil 1. otlamak. 2. through -i şöyle bir
okumak/karıştırmak.
bruise bruise bruz fiil çürütmek, berelemek, ezmek. isim
çürük, bere, ezik.
brunch brunch br^nç isim, konuşma dili öğleye doğru yenen ve
kahvaltı ile öğle yemeği yerine geçen yemek; kuşluk
yemeği.
Brunei Bru.nei brûnay', brûney' isim Brunei.
Bruneian isim Bruneili. sıfat 1. Brunei, Brunei'ye özgü. 2.
Bruneili.
brunette bru.nette brunet' isim esmer kadın.
brush against -e sürtünmek.
brush aside önemsememek, aldırmamak.
brush off başından atmak, savmak. 2. tozunu almak.
brush up on (bilgiyi) tazelemek.
brush up İngiliz İngilizcesi (bilgiyi) tazelemek.
brush brush br^ş isim çalılık, fundalık.
brushoff brush.off br^ş'ôf isim geri çevirme, ret.

181
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

brushwood brush.wood br^ş'wûd isim 1. çalı çırpı. 2. sık çalılık,


fundalık.
brusk brusk br^sk sıfat sert, ters, kaba.
brusque brusjue br^sk sıfat sert, ters, kaba.
Brussels sprouts brüksellahanası, frenklahanası.
Brussels Brus.sels br^s'ılz sıfat bakınız Brussels sprouts
brutal bru.tal brut'ıl sıfat 1. vahşi, yabani. 2. merhametsiz.
brutality bru.tal.i.ty brutäl'ıti isim vahşilik.
brutally bru.tal.lyzarf vahşice.
brute force kaba kuvvet.
brute brute brut isim 1. hayvan. 2. vahşi adam.
bubble bub.ble b^b'ıl isim kabarcık. fiil kaynamak,
fokurdamak.
buccaneer buc.ca.neer b^kınir' isim korsan.
buck for (terfi, zam v.b.'ni) elde etmeye çalışmak.
buck naked konuşma dili çırılçıplak.
buck up konuşma dili neşelenmek.
buck buck b^k zarf bakınız buck naked
bucket buck.et b^k'ît isim kova.
buckle down ciddiyetle/gayretle çalışmak.
buckle on (tokalı bir kayışla) (bir şeyi) takmak/giymek.
buckle buck.le b^k'ıl isim toka. fiil 1. (tokalı bir şeyi)
bağlamak. 2. yer yer kabarmak/kamburlaşmak. 3.
çökmeye başlamak.
buckling buck.lingisim, mekanik flambaq; burkulma; buruşma.
buckshot buck.shot b^k'şat isim (tüfek için) saçma.
buckwheat buck.wheat b^k'hwit isim karabuğday.
bud bud b^d isim tomurcuk; gonca. fiil (budded, budding)
tomurcuklanmak; gonca vermek.
Buddhism Bud.dhism bu'dîzım isim Budizm.
Buddhist Bud.dhist bu'dîst isim, sıfat Budist.
budding bud.dingsıfat yetişmekte olan: a budding physicist
yetişmekte olan bir fizikçi.
buddy bud.dy b^d'i isim arkadaş, ahbap.

182
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

budge budge b^c fiil kımıldamak, hareket etmek;


kımıldatmak.
budgerigar bud.ger.i.gar b^c'ırigar isim, İngiliz İngilizcesi
muhabbetkuşu.
budget budg.et b^c'ît isim bütçe.
budgie bud.gie b^c'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
muhabbetkuşu.
buff buff b^f fiil (bir şeyi) yumuşak bir şeyle parlatmak.
buffalo buf.fa.lo b^f'ılo isim bizon.
buffer state tampon devlet.
buffer zone tampon bölge.
buffer buff.er b^f'ır isim tampon.
buffet buf.fet bûfey' isim büfe.
bug off konuşma dili toz olmak, gitmek.
bug bug b^g isim 1. böcek. 2. mikrop, virüs. 3. konuşma
dili gizli dinleme aygıtı. 4. konuşma dili (makinede)
bozukluk. 5. bilgisayar hata, arıza. fiil, konuşma dili 1.
(bir yere) gizli dinleme aygıtı yerleştirmek. 2. rahatsız
etmek; -in canını sıkmak.
bug-eyed bug-eyed b^g'ayd sıfat, konuşma dili patlak gözlü.
bugger about oyalanarak vakit geçirmek.
bugger all hiçbir şey.
bugger off sıvışmak, toz olmak.
bugger someone about birine zorluk çıkarmak.
bugger something up bir şeyin içine etmek.
Bugger you! Siktir!
bugger bug.ger b^g'ır fiil, İngiliz İngilizcesi, kaba arkadan
sikmek. isim, İngiliz İngilizcesi, argo 1. herif. 2. çok zor
bir şey.
buggy bug.gy b^g'i isim fayton; brıçka.
bughouse bug.house b^g'haus isim, argo tımarhane.
bugle call boru işareti.
bugle bu.gle byu'gıl isim, müzik büğlü, boru (askerlere işaret
vermek için kullanılan çalgı).

183
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bugler bu.glerisim borazan, borazancı.


build castle in Spain bakınız build castle in the air
build castle in the air olmayacak hayeller kurmak. Are you building castles in
the air again? Hayallere mi daldın gene?
build build bîld fiil (built) 1. yapmak, kurmak, yaratmak. 2.
yapı yapmak, inşa etmek. isim (insan için) yapı, bünye,
fizik.
builder build.erisim inşaatçı, müteahhit.
building complex site.
building permit inşaat ruhsatı.
building build.ing bîl'dîng isim bina, yapı.
built built bîlt fiil bakınız build
bulb bulb b^lb isim 1. çiçek soğanı. 2. elektrik ampulü.
Bulgaria Bul.gar.i.a bılger'iyı isim Bulgaristan.
Bulgarian isim, sıfat 1. Bulgar. 2. Bulgarca.
bulge bulge b^lc fiil bel vermek.
bulk bulk b^lk isim 1. hacim, oylum. 2. çoğunluk.
bulky bulkysıfat iri, cüsseli, hacimli, hantal.
bull session yarenlik, söyleşi.
bull bull bûl isim 1. boğa. 2. argo saçma, zırva.
bulldog bull.dog bûl'dôg isim buldok.
bulldoze bull.doze bûl'doz fiil 1. üstünden buldozer geçirmek. 2.
argo zor kullanarak bir şeyi yapmaya mecbur etmek.
bulldozer bull.doz.er bûl'dozır isim buldozer, dozer, yoldüzer.
bullet bul.let bûl'ît isim kurşun, mermi.
bulletin board ilan tahtası.
bulletin bul.le.tin bûl'ıtın isim bildiri, belleten, bülten.
bulletproof bul.let.proof bûl'ıtpruf sıfat kurşun geçirmez.
bullfight bull.fight bûl'fayt isim boğa güreşi.
bullhorn bull.horn bûl'hôrn isim, konuşma dili megafon.
bullion bul.lion bûl'yın isim külçe altın veya gümüş; altın veya
gümüş çubuk.
bully bul.ly bûl'i isim kabadayı, zorba. fiil zorbalık etmek,
kabadayılık etmek.

184
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bulwark bul.wark bûl'wırk isim siper, istihkâm. fiil siper ile


korumak, muhafaza altına almak.
bulwarks bul.warksisim, denizcilikle ilgili küpeşte.
bum bum b^m isim, argo 1. serseri, başıboş adam. 2. otlakçı,
anaforcu, başkalarının sırtından geçinen kimse. 3.
İngiliz İngilizcesi kıç, makat. fiil (bummed, bumming)
1. serseri bir hayat sürmek. 2. otlamak, otlakçılıkla
geçinmek; başkalarının sırtından geçinmek. 3. ödünç
alıp geri vermemek.
bumblebee bum.ble.bee b^m'bılbi isim toprak yabanarısı.
bumf bumf b^mf isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili 1.
hiçbir işe yaramayan kâğıtlar. 2. saçma laflar, saçma.
bump bump b^mp isim 1. vuruş, çarpma. 2. şiş, yumru,
tümsek. fiil vurmak, toslamak, çarpmak, bindirmek.
bumper crop bereketli mahsul.
bumper bump.er b^m'pır isim 1. otomotiv tampon. 2. ağzına
kadar dolu kadeh veya bardak. sıfat mebzul, alışılandan
çok daha bol.
bumpy sıfat 1. tümsekli, engebeli. 2. inişli çıkışlı.
bun bun b^n isim 1. çörek. 2. topuz: She wears her hair in a
bun. Saçını hep topuz yapıyor.
bunch bunch b^nç isim 1. salkım, demet, hevenk, deste. 2.
grup, takım.
bundle someone off birini apar topar göndermek: As soon as his wife was
certified insane, Melih bundled her off to an asylum.
Karısının deliliği resmen tasdik edilir edilmez Melih
onu apar topar tımarhaneye kapattı.
bundle up sıkı giyinmek, sarınıp sarmalanmak: It's cold out; you'd
better bundle up. Dışarısı soğuk; sıkı giyinsen iyi olur.
bundle bun.dle b^n'dıl isim 1. bohça. 2. yığın. fiil toplamak,
bohçalamak.
bung up konuşma dili 1. -i yara bere içinde bırakmak. 2. -e epey
hasar vermek.

185
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bung bung b^ng isim 1. tapa. 2. fıçı deliği. fiil 1. tıpalamak,


ağzını tıpa ile kapamak. 2. dövmek, hırpalamak.
bungalow bun.ga.low b^ng'gılo isim bungalov.
bungle bun.gle b^ng'gıl fiil aptalca hatalar yaparak (bir şeyi)
becerememek.
bunion bun.ion b^n'yın isim (ayak parmağında oluşan) şiş.
bunk bunk b^ngk isim saçma, zırva.
bunny bun.ny b^n'i isim tavşan, tavşancık.
buoy someone up birini neşelendirmek.
buoy buoy boy isim şamandıra. fiil bakınız buoy someone up
buoyant buoy.ant boy'ınt sıfat 1. yüzen, batmaz. 2. neşeli.
burden of proof hukuk tartışılan şeyi kanıtlama zorunluğu.
burden bur.den bır'dın isim yük, ağırlık. fiil 1. yüklemek. 2.
yüklenmek, sıkıntı vermek.
burdensome bur.den.somesıfat külfetli, sıkıcı.
bureau bu.reau byûr'o isim (bureaus/bureaux) 1. büro,
yazıhane, daire. 2. (aynalı ve alçak) şifoniyer.
bureaucracy bu.reauc.ra.cy byûrak'rısi isim 1. bürokrasi,
kırtasiyecilik. 2. devlet memurları.
bureaucrat bu.reau.crat byûr'ıkrät isim bürokrat, kırtasiyeci.
bureaucratic bu.reau.crat.ic byûrıkrät'îk sıfat bürokratik.
burette bu.rette byuret' isim, kimya büret.
burger burg.er bır'gır isim, konuşma dili hamburger.
burglar bur.glar bır'glır isim ev/bina hırsızı.
burglarize bur.glar.ize bır'glırayz fiil, konuşma dili ev/bina
soymak.
burglary bur.gla.ry bır'glıri isim ev/bina soyma, hırsızlık.
burial bur.i.al ber'iyıl isim gömme, defin.
Burkina Faso Bur.ki.na Fas.o bukinı fäs'o Burkina Faso.
Burkinese Bur.ki.nese bıkîniz' isim (Burkinese) Burkina Fasolu.
sıfat 1. Burkina Faso, Burkina Faso'ya özgü. 2. Burkina
Fasolu.
Burkinian Bur.ki.ni.an bıkî'niyın isim Burkina Fasolu. sıfat 1.
Burkina Faso, Burkina Faso'ya özgü. 2. Burkina Fasolu.

186
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

burlap bur.lap bır'läp isim çuval bezi.


burly bur.ly bır'li sıfat iriyarı, cüsseli.
Burma Bur.ma bır'mı isim Birmanya.
Burmese Bur.mese bırmiz' isim (Burmese) 1. Birman;
Birmanyalı. 2. Birmanca. sıfat 1. Birmanya,
Birmanya'ya özgü; Birman. 2. Birmanyalı. 3. Birmanca.
burn down yanıp kül olmak; yakıp kül etmek.
burn oneself out kendini tüketmek.
burn out yakıp yok etmek. 2. içini yakmak. 3. tamamen yanıp
(kendi kendine) sönmek. 4. mahvolmak. 5. yanmak,
bozulmak.
burn someone in effigy protesto olarak sevilmeyen birinin kuklasını yakmak
veya asmak.
burn someone up konuşma dili birini çok kızdırmak/sinirlendirmek.
burn the candle at both ends fazla çalışmak.
burn the midnight oil gece yarısına kadar çalışmak.
burn up tamamen yanmak. 2. yakmak, yakıp yok etmek.
burn burn bırn fiil (burned/burnt) yanmak; yakmak. isim
yanık, yanık yeri.
burned to a crisp yanıp kül olmuş.
burner burn.er bır'nır isim brülör.
burning burn.ingsıfat 1. yanan, yanıcı. 2. şiddetli, hararetli,
büyük: She has a burning desire to become rich and
famous. Zengin ve ünlü olmak için yanıp tutuşuyor.
burnish bur.nish bır'nîş fiil cilalamak; parlatmak. isim cila,
parlaklık.
burnisher bur.nish.erisim 1. cilacı, perdahçı. 2. mühre, perdah
kalemi.
burnt burnt bırnt fiil bakınız burn sıfat yanık, yanmış.
burp burp bırp isim geğirme. fiil geğirmek; geğirtmek.
burrow bur.row bır'o isim oyuk, in, yuva. fiil 1. tünel kazmak,
yuva yapmak, oyuk açmak. 2. bir oyuk veya yuvada
gizlenmek.
bursar bur.sar bır'sır isim muhasebeci, okul veznedarı.

187
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

burst in on pat diye girmek: What do you mean bursting in on us


like this? Ne diye odamıza böyle pat diye giriyorsun?
burst in upon pat diye girmek: What do you mean bursting in on us
like this? Ne diye odamıza böyle pat diye giriyorsun?
burst into flames tutuşmak, alev almak.
burst into laughter kahkahayı koyuvermek.
burst into tears birden ağlamaya başlamak.
burst out crying birden ağlamaya başlamak.
burst burst bırst fiil (burst) patlamak, yarılmak. isim 1.
patlama, çatlama. 2. ileri atılma. sıfat patlamış, patlak.
Burundi Bu.run.di bûrun'di, bır^n'di isim Burundi.
Burundian isim Burundili. sıfat 1. Burundi, Burundi'ye özgü. 2.
Burundili.
bury the hatchet barışmak.
bury bur.y ber'i fiil 1. gömmek, defnetmek. 2. gizlemek,
saklamak, örtmek.
bus station otobüs terminali.
bus stop otobüs durağı.
bus bus b^s isim otobüs.
bush bush bûş isim çalı, çalılık.
bushel bush.el bûş'ıl isim 1. kile. 2. İngiliz İngilizcesi 0/5 kile.
bushiness bush.i.nessisim çalı gibi olma.
bushy bush.y bûş'i sıfat 1. çalıyla kaplı. 2. çalı gibi, gür (saç,
kaş, kuyruk v.b.).
business hours iş saatleri.
business transaction (ticari) iş.
business trip iş seyahati.
business busi.ness bîz'nîs isim 1. iş, meslek, görev. 2. ticaret. 3.
mesele, problem.
businesslike busi.ness.likesıfat ciddi, sistemli.
businessman busi.ness.man bîz'nîsmän isim (businessmen) işadamı.
businesswoman busi.ness.wom.an bîz'nîswûmın isim (businesswomen)
iş kadını.
bust a gut konuşma dili eşek gibi çalışmak.

188
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bust one's ass kaba kıçını yırtmak, eşek gibi çalışmak.


bust out of konuşma dili (bir yerden) sıvışıp kaçmak.
bust bust b^st isim 1. göğüs. 2. büst.
busted bust.ed b^s'tîd sıfat, konuşma dili 1. kırık, kırılmış;
bozuk, bozulmuş; patlak, patlamış. 2. iflas etmiş, sıfırı
tüketmiş, topu atmış.
bust-up bust-up b^st'^p isim, konuşma dili boşanma;
birbirinden ayrılma.
busy as a bee çok meşgul.
busy signal telefon meşgul sesi.
busy bus.y bîz'i sıfat 1. meşgul: I've had a busy day. Bugün
çok meşguldüm. 2. işlek, hareketli.
but for sayesinde, ... olmasaydı: But for her relationship with
the boss she would have been fired long ago. Şefle
ilişkisi olmasaydı çoktan işten çıkarılmıştı.
but what .. ki, gene de, rağmen.
but but b^t edat -den gayri, -den başka: The new maid will
do almost anything but wash windows. Yeni hizmetçi,
pencere silmek hariç, hemen hemen her işi yapar.
bağlaç fakat, ama, lakin, ancak, halbuki, ki: I'll do
almost anything for you, but I won't do that. Sizin için
hemen hemen her şeyi yaparım, ama onu yapmam. zarf
ama, sadece, yalnızca: He's but a child. Ama o bir
çocuk.
butane bu.tane byu'teyn isim bütan.
butcher butch.er bûç'ır isim kasap. fiil 1. kasaplık hayvan
kesmek. 2. katletmek. 3. berbat etmek, rezil etmek.
butchery butch.eryisim 1. mezbaha, salhane. 2. katliam, kırım.
butler but.ler b^t'lır isim bir evin baş hizmetkârı; kâhya, baş
uşak.
butt in on -e karışmak, -e burnunu sokmak.
butt in araya girmek, karışmak, burnunu sokmak.
butt butt b^t isim 1. uç, sap. 2. dipçik. 3. izmarit. 4. popo,
kıç.

189
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

butter up konuşma dili -e yağ çekmek, -i yağlamak, -e


dalkavukluk etmek.
butter but.ter b^t'ır isim tereyağı. fiil tereyağı sürmek.
buttercup but.ter.cup b^t'ırk^p isim düğünçiçeği.
butterfat but.ter.fat b^t'ırfät isim süt kaymağı.
butterfingers but.ter.fin.gers b^t'ırfîng.gırz isim sakar kimse.
butterfly but.ter.fly b^t'ırflay isim kelebek.
buttermilk but.ter.milk b^t'ırmîlk isim yayık ayranı.
buttocks but.tocks b^t'ıks isim but, kalça, kıç, popo, kaba et.
button but.ton b^t'ın isim 1. düğme. 2. elektrik düğmesi,
düğme, büton.
buttonhole but.ton.hole b^t'ınhol isim ilik, düğme iliği. fiil
yakasına yapışmak.
buttress but.tress b^t'rîs isim 1. payanda, ayak. 2. destek. fiil
desteklemek.
buxom bux.om b^k'sım sıfat 1. sıhhatli, canlı; etli butlu. 2.
çekici, neşeli.
buy a pig in a poke hiç görmeden almak; hiç kontrol etmeden almak.
buy in ortak olmak; hisse almak.
buy off rüşvetle elde etmek, rüşvetle defetmek, savuşturmak;
satın almak.
buy on impulse düşünmeden satın almak.
buy on installment taksitle satın almak.
buy on margin yalnız ihtiyat akçesi yatırarak satın almak.
buy out bütün hisselerini almak.
buy over (birini) rüşvetle satın almak.
buy something between themselves bir şeyi ortaklaşa satın almak: They bought the house
between them. Evi ortaklaşa satın aldılar.
buy something sight unseen bir şeyi hiç görmeden satın almak.
buy up tümünü satın almak, kapatmak.
buy buy bay fiil (bought) satın almak, almak. isim 1. alış,
alma. 2. kelepir.
buyer buy.erisim alıcı, müşteri.
buyer's market alıcı piyasası.

190
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

buzz off İngiliz İngilizcesi, konuşma dili toz olmak, sıvışmak.


buzz buzz b^z isim vızıltı. fiil vızıldamak.

buzzard buz.zard b^z'ırd isim bir tür akbaba.


buzzer buzz.erisim vızıltılı elektrik zili, vibratör.
by a hair's breadth kıl payı, az kaldı.
by a long shot Pekiştirici olarak kullanılır: She was the best by a long
shot. Tartışmasız en iyisi oydu.
by a narrow majority az bir çoğunlukla.
by a vote of thirteen to twelve on ikiye karşı on üç oyla.
by accident kazara, yanlışlıkla. 2. rastlantı sonucu, tesadüfen.
by acclamation isteklerini tezahüratla göstererek: They elected Yazgülü
president by acclamation. Onu istediklerini tezahüratla
göstererek Yazgülü'nü başkan seçtiler.
by all accounts herkesin dediğine göre.
by all means elbette.
by and by çok geçmeden.
by and large genellikle.
by any means ne şekilde olursa olsun, ne pahasına olursa olsun. 2.
hiç.
by chance tesadüfen, kazara.
by common consent oybirliğiyle.
by courtesy of izniyle, sayesinde.
by day gündüzün.
by degrees derece derece, tedricen.
by dint of -in sayesinde.
by ear müzik notasız, kulaktan.
by fair means or foul her ne pahasına olursa olsun.
by far (öbürlerinden) kat kat daha ...: They're by far the best.
Onlar kat kat daha iyi.
by fits and starts düzensiz bir tempo ile, rasgele çalışarak.
By golly! Vallahi!
By gosh! Vallahi!
by half çok fazla.

191
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

by hand elle.
by heart ezbere.
by herself kendi başına, kendi kendine.
by hook or by crook ne yapıp yapıp.
by inches ağır ağır, yavaş yavaş.
by itself kendi başına: That cat can open the window by itself. O
kedi pencereyi kendi başına açabilir. The window
opened by itself. Pencere kendiliğinden açıldı.
by leaps and bounds büyük bir hızla.
by main force zorla.
by means of aracılığıyla, vasıtasıyla.
by name adıyla, ismiyle: He called me by name. Bana ismimle
hitap etti. 2. ismen: I know him by name only. Onu
ancak ismen tanıyorum.
by nature yaradılıştan, doğuştan.
by night geceleyin.
by no means asla, katiyen.
by oneself yalnız, kendi kendine.
by order of -in emrine göre, -in emri gereğince.
by reason of nedeniyle, sebebiyle.
by request rica üzerine.
by return mail ilk posta ile (cevap).
by return of post İngiliz İngilizcesi ilk posta ile (cevap).
by return post ilk posta ile, acele.
by rote mekanik olarak, düşünmeden, ezberden.
by stealth hırsızlama; gizlice; dikkati çekmeden.
by the gross ticaret toptan.
by the job götürü.
by the piece parça başına.
by the same token aynı şekilde, aynen: He hasn't been friendly to us, but
by the same token we haven't been very friendly to him.
O bize sıcak davranmadı, fakat biz de ona pek sıcak
davranmadık.
by the skin of one's teeth kıl payı, ancak, güçbela.

192
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

by the sweat of one's brow alnının teriyle.


by the way sırası gelmişken, aklıma gelmişken.
by the week hafta hesabına göre.
by turns nöbetleşe, nöbetle, sıra ile.
by twos ikişer ikişer.
by virtue of -den dolayı, nedeniyle, yüzünden.
by way of yolu ile, -den.
by weight tartı ile.
by your leave izninizle.
by yourself kendi kendine; kendi kendinize.
by by bay zarf 1. yakın, yakında. 2. bir kenara, bir yana.
bye-bye bye-bye bay'bay ünlem 1. Allahaısmarladık. Hoşça kal.
2. güle güle.
by-election by-e.lec.tion bay'îlekşın isim, İngiliz İngilizcesi ara
seçim.
Byelorussia Bye.lo.rus.sia byelor^ş'ı isim bakınız Belarus
Byelorussian Bye.lo.rus.sian byelor^ş'ın isim, sıfat bakınız
Belarussian
bygone by.gone bay'gôn sıfat geçmiş, eski. isim, çoğul geçmiş
şey.
bylaw by.law bay'lô isim yönetmelik maddesi.
by-line by-line bay'layn isim yazar adının verildiği satır.
bypass by.pass bay'päs isim 1. baypas, baypas yol, çevre yolu.
2. elektrik baypas. 3. tıbbi baypas ameliyatı, baypas:
heart bypass kalp baypası. fiil baypas yoluyla - den
geçmek.
by-product by-prod.uct bay'pradıkt isim yan ürün, türev ürün.
bystander by.stand.er bay'ständır isim seyirci kalan.
byte byte bayt isim, bilgisayar bayt.
by-way by-way bay'wey isim gizli, özel veya karanlık yol,
dolaşık yol; yan yol.
byword by.word bay'wırd isim atasözü; çok kullanılan bir
deyim.

193
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Byzantine Byz.an.tine bîz'ıntin isim Bizanslı. sıfat 1. Bizans,


Bizans'a özgü. 2. Bizanslı.
Byzantium By.zan.ti.um bîzän'şiyım isim Bizans.
C CRomen rakamları dizisinde 744 sayısı, C.
C. of C. C. of C. si'^v.si' kısaltma Chamber of Commerce
C. of E. C. of E. si'^v.i' kısaltma the C. of E.
c.c. c.c., cc si'si' kısaltma cubic centimeters carbon copy
C.E. C.E.kısaltma «Chemical Engineer» Church of England
Civil Engineer
C.F. C.F., c.f. si'ef' kısaltma cost and freight
C.F.I. C.F.I., c.f.i.kısaltma cost, freight, and insurance
C.I.F. C.I.F.kısaltma cost, insurance, and freight
C.O. C.O. si'o' kısaltma Commanding Officer
C.O.D. C.O.D., c.o.d. si'o'di' kısaltma «cash on delivery»
collect on delivery
C.P.A. C.P.A. si'pi'ey' kısaltma Certified Public Accountant
c/f c/f si'ef' kısaltma carried forward
c/o c/o si'o' kısaltma bakınız c.o.
cab cab käb isim 1. taksi. 2. tek atlı binek arabası. 3.
lokomotif veya kamyon sürücüsünün oturduğu kapalı
bölüm.
cabbage cab.bage käb'îc isim lahana.
cabin boy kamarot.
cabin class ikinci sınıf.
cabin cab.in käb'în isim 1. kulübe. 2. kamara, kabin. fiil 1.
kabin veya kamarada yaşamak. 2. küçük bir yere
kapamak, tahdit etmek.
cabinet cab.i.net käb'ınît isim 1. (camlı ve raflı) dolap. 2.
kabine, bakanlar kurulu. 3. küçük özel oda.
cabinetmaker cab.i.net.mak.erisim ince iş yapan marangoz.
cabinetmaker's glue tutkal.
cabinetwork cab.i.net.workisim ince marangozluk.
cable car teleferik. 2. kablo ile çekilen araba.
cable television kablolu televizyon.

194
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cable ca.ble key'bıl isim 1. kablo. 2. denizcilikle ilgili


gomene, palamar. 3. telgraf.
cablegram ca.ble.gram key'bılgräm isim sualtı kablosu ile çekilen
telgraf.
caboose ca.boose kıbus' isim marşandizin arkasına takılan ve
demiryolu görevlilerini taşıyan cumbalı vagon.
cacao bean kakao tohumu.
cacao butter kakao yağı.
cacao ca.cao kıkey'o, kıka'o isim kakao ağacı, hintbademi.
cackle cack.le käk'ıl fiil 1. gıdaklamak. 2. kesik kesik gülmek.
3. gürültülü bir şekilde konuşmak, gevezelik etmek.
isim 1. gıdaklama. 2. gevezelik.
cactus cac.tus käk'tıs isim kaktüs.
cad cad käd isim aşağılık herif.
cadaver ca.dav.er kıdäv'ır, kıdey'vır isim ceset, kadavra.
caddie cad.die käd'i isim, golf oyuncunun sopalarını taşıyan
kimse. fiil, golf oyuncunun sopalarını taşımak.
cadence ca.dence keyd'ıns isim 1. ritim, ahenk. 2. sesin
yavaşlaması. 3. müzik perdenin derece derece inmesi,
nağmenin sonu, kadans.
cadet corps harp okulu taburu.
cadet ca.det kıdet' isim 1. harp okulu öğrencisi. 2. küçük
erkek kardeş veya oğul. 3. en küçük erkek çocuk.
café ca.fé käfey', kıfey' isim küçük lokanta.
cafeteria caf.e.te.ria käfıtîr'iyı isim kafeterya.
caffeine caf.feine käf'in isim kafein.
caftan caf.tan käf'tın, kaftan' isim kaftan.
cage cage keyc isim 1. kafes. 2. hapishane. 3. asansör. 4.
(inşaatlarda) iskele. fiil kafese kapamak, hapsetmek.
cagey ca.gey key'ci sıfat 1. çok dikkatli. 2. kurnaz, uyanık.
cajole ca.jole kıcol' fiil tatlı sözlerle kandırmak.
cajolement ca.jole.ment kıcol'mınt isim tatlı sözlerle kandırma.
cajolery ca.jol.er.y kıcol'ıri isim tatlı sözlerle kandırma.
cake cake keyk isim 1. pasta, kek, çörek. 2. kalıp. 3. küspe.

195
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

calamitous ca.lam.i.toussıfat felaketli, felaket getiren, vahim,


belalı.
calamity ca.lam.i.ty kıläm'ıti isim bela, felaket, afet.
calcification cal.ci.fi.ca.tion kälsıfîkey'şın isim 1. kireçleşme, kireç
haline gelme. 2. kireçlenme, kalsifikasyon.
calcify cal.ci.fy käl'sıfay fiil 1. kireç haline koymak. 2.
kireçlenmek. 3. kalsiyum tuzları ile sertleştirmek, taş
haline getirmek. 4. taş haline gelmek.
calcium cal.ci.um käl'siyım isim kalsiyum.
calculate cal.cu.late käl'kyıleyt fiil 1. hesap etmek, hesaplamak.
2. saymak. 3. ayarlamak.
calculation cal.cu.la.tionisim 1. hesaplama, hesap. 2. tahmin.
calculator cal.cu.la.tor käl'kyıleytır isim 1. hesap eden kimse. 2.
hesap makinesi. 3. hesap cetveli.
calendar year takvim yılı.
calendar cal.en.dar käl'ındır isim takvim.
calf love konuşma dili çocukluk aşkı.
calf calf käf, kaf isim (calves) dana, buzağı.
calfskin calf.skin käf'skîn isim vidala, vaketa.
caliber cal.i.ber käl'ıbır isim 1. çap, kalibre. 2. yetenek,
kabiliyet, kapasite.
calibre cal.i.bre käl'ıbır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız caliber
calico cat beyaz, siyah ve turuncu renkli dişi kedi.
calico cal.i.co käl'îko isim (calicoes/calicos) 1. pamuklu bez,
basma. 2. İngiliz İngilizcesi patiska. sıfat 1. patiskadan
yapılmış. 2. benekli.
calif ca.lif käl'îf, key'lîf isim halife.
caliph ca.liph käl'îf, key'lîf isim halife.
caliphate ca.liph.ate key'lîfeyt, käl'îfeyt isim halifelik, hilafet.
call a halt to -i durdurmak, -i kesmek, -e son vermek.
call a spade a spade doğruya doğru, eğriye eğri demek, gerçekleri
sakınmadan söylemek, dobra dobra konuşmak.
call for -i istemek. 2. -i gerektirmek, -i icap ettirmek.
call forth çıkarmak, ortaya çıkarmak.

196
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

call girl telekız.


call in question -in doğruluğundan şüphe etmek. 2. -e gölge düşürmek.
call in (yardımcı veya danışman olarak) (birini) çağırmak. 2.
(bir şeyin) iade edilmesini istemek. 3. (borcun)
ödenmesini istemek. 4. (parayı) tedavülden kaldırmak.
call into being yaratmak, halketmek.
call it a day paydos etmek.
Call it what you want. Ne derseniz deyin.
call number kütüphanelerde kitapları sınıflandıran numara.
call off -i iptal etmek.
call on the carpet azarlamak.
call out (askerleri, grevcileri v.b.'ni) devreye sokmak.
call someone ... for short birine kısaca ... demek: They call him "İbo" for short.
Ona kısaca "İbo" diyorlar.
call someone back birini geri çağırmak. 2. birine tekrar telefon etmek;
kendisini telefonla arayıp bulamayan birine telefon
etmek.
call someone down konuşma dili birini azarlamak.
call someone names birine/biri için (yalancı, korkak, köpek gibi) kötü sözler
söylemek: He's calling her names. Ona kötü şeyler
söylüyor.
call someone to account birisinden hesap sormak.
call someone up birine telefon etmek. 2. birini askere çağırmak.
call someone's attention to birinin dikkatini (bir şeye) çekmek.
call something into question bir şeyden şüphe duymak.
call something to mind (birine) bir şeyi hatırlatmak.
call the game off oyunu iptal etmek.
call the shots konuşma dili borusu ötmek, sözü geçmek, (bir yerin)
amiri olmak.
call to mind hatırlamak; hatırlatmak, akla getirmek.
call to order (toplantıyı) açmak.
call call kôl fiil 1. ( out ) seslenmek, çağırmak; bağırmak:
Did you qust call me? Bana demin seslendin mi? He
called out for help. "İmdat!"' diye bağırdı. 2. uğramak; (

197
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

on ) (birine) uğramak; ( at ) (bir yere) uğramak: He calls


once a day. Günde bir defa uğrar. Let's call on
Mefharet. Mefharet'e uğrayalım. Does this boat call at
Kaş? Bu gemi Kaş'a uğrar mı? 3. telefon etmek: When
did you call me? Bana ne zaman telefon ettiniz? 4. (
out/off ) söylemek, yüksek sesle okumak: He called out
the names of the winners. Kazananların isimlerini
yüksek sesle okudu. 5. çağırmak, davet etmek: We'll
call him as a witness. Onu tanık olarak çağıracağız. Call
the witness to the stand. Tanığı kürsüye çağırın. 6.
(toplantı, seçim, grev v.b.'nin yapılacağını) ilan etmek.
7. uyandırmak. 8. isim koymak; diye hitap etmek: What
shall we call him? Ona hangi ismi koyalım? Her real
name's Faika but they call her Fofoş. Gerçek adı Faika,
fakat kendisine Fofoş diyorlar. 9. demek, düşünmek,
saymak; iddia etmek: Do you call this dump beautiful?
Bu çöplüğe güzel mi diyorsun? He called her a
dumbbell. Ona kaz kafalı dedi. How can you call
yourself a friend of mine? Benim dostum olduğunu
nasıl iddia edebilirsin? 10. (bir miktarı) yuvarlak bir
sayıya çevirmek: Your bill's 344254 TL; let's call it
344444 TL. Hesabınız 788258 TL tutuyor; buna
yuvarlak hesap 788888 TL diyelim.
calligrapher cal.lig.ra.pher kılîg'rıfır isim kaligraf; hattat.
calligraphy cal.lig.ra.phy kılîg'rıfi isim kaligrafi; hat sanatı, hat,
hüsnühat.
calling card kartvizit.
callous cal.lous käl'ıs sıfat 1. katı, duyarsız, hissiz. 2. nasırlı,
nasır tutmuş. fiil nasırlanmak.
callously cal.lous.lyzarf umursamayarak, aldırış etmeden,
duyarsızca.
callousness call.ous.nessisim duyarsızlık, aldırışsızlık.
callow cal.low käl'o sıfat 1. toy, tecrübesiz. 2. tüyleri bitmemiş
(kuş). 3. basık. isim basık arazi.

198
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

callowness cal.low.nessisim toyluk, tecrübesizlik.


calm down yatışmak; yatıştırmak.
calm calm kam sıfat sakin, durgun, dingin. isim sükûnet,
durgunluk, dinginlik. fiil 1. yatıştırmak, sakinleştirmek;
yatışmak, sakinleşmek. 2. (fırtına) dinmek; (deniz)
sakinleşmek.
calmative calm.a.tivesıfat, isim yatıştırıcı (ilaç).
calmly calm.lyzarf sakince, heyecan göstermeden.
calorie cal.o.rie käl'ıri isim kalori.
calory cal.o.ry käl'ıri isim kalori.
calumniate ca.lum.ni.ate kıl^m'niyeyt fiil iftira etmek, çamur
atmak, kara çalmak.
calumny cal.um.ny käl'ımni isim iftira, kara çalma.
calve calve käv fiil buzağı doğurmak, buzağılamak.
calves calves kävz isim bakınız calf
cam cam käm isim, makine kam.
Cambodia Cam.bo.di.a kämbo'diyı isim bakınız Kampuchea
Cambodian isim, sıfat bakınız Kampuchean
cambric tea sıcak su ile süt ve şeker karışımı bir içecek (bazen çay
da katılır).
cambric cam.bric keym'brîk isim 1. ince beyaz pamuklu veya
keten kumaş. 2. patiska.
came came keym fiil bakınız come
camel hair deve tüyü.
camel cam.el käm'ıl isim deve.
cameleer cam.eleerisim deveci.
cameleon ca.me.le.on kımil'yın isim bakınız chameleon
camellia ca.mel.lia kımil'yı isim kamelya.
camera cam.er.a käm'ırı, käm'rı isim fotoğraf makinesi,
kamera.
cameraman cam.era.manisim kameraman.
Cameroon Cam.er.oon kämırun' isim Kamerun.
Cameroonian Cam.er.oonianisim Kamerunlu. sıfat 1. Kamerun,
Kamerun'a özgü. 2. Kamerunlu.

199
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

camomile cam.o.mile käm'ımayl isim bakınız chamomile


camouflage cam.ou.flage käm'ıflaq askeri, isim kamuflaq, saklama,
gizleme. fiil kamufle etmek, gizlemek.
camp chair portatif sandalye.
camp camp kämp isim 1. kamp. 2. ordugâh.
campaign cam.paign kämpeyn' isim 1. sefer, seferberlik. 2.
kampanya. fiil 1. mücadele etmek. 2. kampanyaya
katılmak.
campaigner cam.paign.erisim kampanyacı, kampanyaya katılan
kimse.
camper camp.er käm'pır isim 1. kampçı. 2. ufak kamp
karavanı; karavan gibi kullanılan minibüs veya
kamyonet.
campfire camp.fire kämp'fayr isim kamp ateşi.
campground camp.ground kämp'graund isim kamp sahası.
camphor cam.phor käm'fır isim kâfur, kâfuru.
camping camp.ing käm'pîng isim kamp yapma.
campsite camp.site kämp'sayt isim kamp yeri.
campus cam.pus käm'pıs isim kampus. fiil okulda kalma cezası
vermek.
camshaft cam.shaft käm'şäft isim, makine eksantrik mili, kam
mili.
Can he sit a horse? Ata binmeyi biliyor mu?
Can it! Kes artık!
can opener konserve açacağı.
Can you drop by tonight? Bu gece bize uğrar mısın?
can can kän isim 1. konserve kutusu, teneke kutu. 2. argo
klozet; hela taşı. 3. argo tuvalet, memişhane,
yüznumara. 4. argo hapishane, kodes. fiil (canned,
canning) 1. konserve yapmak. 2. argo işten atmak,
sepetlemek.
Canada Can.a.da kän'ıdı isim Kanada.
Canadian Ca.na.di.an kıney'diyın isim Kanadalı. sıfat 1. Kanada,
Kanada'ya özgü. 2. Kanadalı.

200
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

canal ca.nal kın'äl isim kanal.


canapé can.a.pé kän'ıpi isim, ahçılık kanepe.
canary ca.nar.y kıner'i isim kanarya.
cancel can.cel kän'sıl fiil 1. üstüne çizgi çekmek, silmek. 2.
iptal etmek. 3. matematik kısaltmak.
cancellation can.cel.la.tionisim 1. iptal etme. 2. iptal olunan şey.
cancer can.cer kän'sır isim kanser.
cancerous can.cer.oussıfat 1. kanserli. 2. kanser gibi.
candid can.did kän'dîd sıfat 1. samimi, içten. 2. tarafsız. 3.
dürüst.
candidacy can.di.dacy kän'dîdısi isim adaylık.
candidate can.di.date kän'dîdeyt, kän'dîdît isim aday, namzet.
candidateship can.di.date.shipisim adaylık, namzetlik.
candidly can.did.lyzarf samimiyetle, içtenlikle.
candidness can.did.nessisim samimiyet, içtenlik.
candied can.died kän'did sıfat 1. şekerle kaplı, şekerli: candied
orange peel portakal kabuğu şekerlemesi. 2. tatlı dilli.
candle can.dle kän'dıl isim mum.
candlelight can.dle.light kän'dıl.layt isim mum ışığı.
candlestick can.dle.stick kän'dılstîk isim şamdan.
candor can.dor kän'dır isim 1. samimiyet, açık kalplilik. 2.
dürüstlük. 3. tarafsızlık.
candour can.dour kän'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız candor
candy store şekerci dükkânı, şekerci.
candy can.dy kän'di isim şeker, bonbon, şekerleme, çikolata.
fiil 1. şekerleme yapmak. 2. şerbet içinde kaynatmak. 3.
şekerleme haline getirmek.
cane sugar şekerkamışından elde edilen şeker.
cane cane keyn isim 1. baston, değnek. 2. kamış, bambu;
şekerkamışı. fiil 1. baston ile dövmek. 2. kamışla
kaplamak, hasırlamak.
canine tooth köpekdişi.

201
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

canine ca.nine key'nayn sıfat 1. köpekgillere özgü. 2. anatomi


köpekdişine ait. isim, zooloji köpekgillerden bir
hayvan.
canister can.is.ter kän'îstır isim (çay, kahve v.b. konulan) teneke
kutu.
canker can.ker käng'kır isim pamukçuk, aft.
canned canned känd sıfat konserve: canned chickpeas konserve
nohut.
cannery can.ner.y kän'ıri isim konserve fabrikası, konserve
yapılan yer.
cannibal can.ni.bal kän'ıbıl isim yamyam.
cannibalism can.ni.bal.ismisim yamyamlık.
canning can.ning kän'îng isim konserve yapma.
cannon can.non kän'ın isim, askeri top.
cannonball can.non.ballisim top güllesi.
cannot can.not kän'at yardımcı fiil -amam, - amazsın(ız), -
amaz, -amayız, -amazlar (Anlamı vurgulamak
gerektiğinde can not olarak ayrılır; konuşma dilinde
çoğu zaman can't şeklinde kullanılır.).
canny can.ny kän'i sıfat 1. dikkatli, uyanık. 2. tedbirli. 3.
açıkgöz.
canoe ca.noe kınu' isim kano.
canon law kilise hukuku.
canon can.on kän'ın isim 1. kilise yetkililerinin çıkardığı bir
kanun. 2. kural. 3. bir katedrale bağlı olan papaz.
canonical ca.non.i.cal kınan'îkıl sıfat 1. kilise hukukuna ait. 2.
kurallara uygun; geleneklere uygun.
canonise can.on.isefiil, İngiliz İngilizcesi, Hristiyanlık bakınız
canonize
canonization can.on.iza.tionisim azizlik mertebesine yükseltme.
canonize can.on.ize kän'ınayz fiil, Hristiyanlık azizlik
mertebesine yükseltmek.
canopy can.o.py kän'ıpi isim 1. sayvan; karyola sayvanı;
baldaken; markiz. 2. gök kubbe.

202
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

can't can't känt kısaltma cannot


cantankerous can.tan.ker.ous käntäng'kırıs sıfat huysuz, aksi,
geçimsiz.
cantankerously can.tan.ker.ous.lyzarf huysuzluk yaparak.
cantankerousness can.tan.ker.ous.nessisim huysuzluk, aksilik.
canteen can.teen käntin' isim 1. matara. 2. kantin, büfe.
canter can.ter kän'tır isim eşkin gidiş. fiil 1. eşkin gitmek. 2.
eşkin sürmek.
canvas can.vas kän'vıs isim 1. branda bezi, branda. 2. tuval.
canvass can.vass kän'vıs fiil (anket yapmak, abone veya oy
toplamak amacıyla) (birçok kimseye) gidip konuşmak.
canyon can.yon kän'yın isim kanyon, derin vadi.
cap cap käp isim 1. kep, takke, kasket, başlık. 2. zirve,
doruk, tepe. 3. kapak, kapsül, tapa. 4. büyük harf,
majüskül. 5. tabanca mantarı. fiil 1. başlık geçirmek. 2.
örtmek, kapamak.
capability ca.pa.bil.i.ty keypıbîl'ıti isim 1. yetenek, kabiliyet,
istidat. 2. iktidar, güç. 3. kapasite. 4. ehliyet.
capable ca.pa.ble key'pıbıl sıfat yetenekli, ehliyetli.
capacious ca.pa.cious kıpey'şıs sıfat geniş, büyük, içi çok şey
alan.
capacity ca.pac.i.ty kıpäs'ıti isim 1. hacim, oylum. 2. istiap
haddi. 3. yetenek. 4. güç, iktidar. 5. mevki, sıfat.
cape cape keyp isim pelerin, kap.
caper ca.per key'pır isim 1. gebreotu, kebere, kapari. 2. gebre,
kapari, gebreotunun yemişi.
capillary cap.il.lar.y käp'ıleri isim 1. kılcal damar. 2. ince boru.
capital account sermaye hesabı.
capital assets sabit aktifler, sabit varlıklar.
capital crime failini ölüm cezasına çarptırabilen suç.
capital dividend sermaye kârı.
capital expenditure sermaye masrafı.
capital levy sermaye vergisi.
capital punishment ölüm cezası.

203
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

capital stock esas sermaye hisse senedi.


capital cap.i.tal käp'ıtıl isim 1. başkent, başşehir. 2. büyük
harf, majüskül. 3. sermaye, anamal, kapital. 4. sütun
başı. sıfat 1. büyük (harf). 2. sermayeye ait. 3.
mükemmel, fevkalade, çok iyi.
capitalism cap.i.tal.ism käp'ıtılîzım isim kapitalizm, anamalcılık.
capitalist cap.i.tal.istisim kapitalist, anamalcı.
capitalize on kendi menfaatine çevirmek, faydalanmak.
capitalize cap.i.tal.ize käp'ıtılayz fiil 1. sermayeye katmak,
kapitalize etmek. 2. büyük harfle yazmak.
capitulate ca.pit.u.late kıpîç'ûleyt fiil 1. teslim olmak. 2. silahları
bırakmak.
capitulation ca.pit.u.la.tion kıpîçûley'şın isim şartlı teslim.
capitulations ca.pit.u.la.tionsisim kapitülasyonlar.
caprice ca.price kıpris' isim kapris.
capricious ca.pri.cious kıprîş'ıs sıfat kaprisli.
Capricorn Cap.ri.corn käp'rıkôrn isim, astroloji Oğlak burcu.
caps. caps.kısaltma capital letters
capsize cap.size käp'sayz, käpsayz' fiil 1. alabora olmak,
devrilmek. 2. alabora etmek, devirmek.
capstan cap.stan käp'stın isim ırgat, bocurgat.
capsule cap.sule käp'sıl, käp'syûl isim kapsül.
captain cap.tain käp'tın isim 1. kaptan, reis. 2. deniz albayı,
yüzbaşı. fiil kaptanlık etmek, kumanda etmek.
caption cap.tion käp'şın isim manşet, başlık.
captivate cap.ti.vate käp'tıveyt fiil büyülemek, cezbetmek.
captive audience zoraki dinleyiciler.
captive cap.tive käp'tîv isim esir, tutsak. sıfat esir düşmüş.
captivity cap.tiv.i.ty käptîv'îti isim tutsaklık.
captor cap.tor käp'tır isim tutsak eden kimse, ele geçiren
kimse.
capture cap.ture käp'çır fiil 1. zaptetmek, ele geçirmek. 2.
tutsak etmek. isim zaptetme, ele geçirme.
car car kar isim 1. otomobil, araba. 2. vagon.

204
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

caramel car.a.mel ker'ımıl isim 1. yanmış şeker. 2. karamela.


carat car.at ker'ıt isim kırat, ayar (3 kırat = 288 mg.).
caravan car.a.van ker'ıvän isim 1. kervan. 2. üstü kapalı yolcu
veya yük arabası. 3. İngiliz İngilizcesi karavan.
caravansary car.a.van.sa.ry kerıvän'sıri isim kervansaray.
caraway car.a.way ker'ıwey isim Karaman kimyonu,
frenkkimyonu.
carbide car.bide kar'bayd isim, kimya karpit.
carbine car.bine kar'bayn isim karabina, kısa tüfek.
carbohydrate car.bo.hy.drate karbohay'dreyt isim karbonhidrat.
carbon black is, lamba isi.
carbon copy karbon kopyası.
carbon dioxide karbondioksit.
carbon monoxide karbonmonoksit.
carbon car.bon kar'bın isim 1. karbon. 2. karbon kâğıdı, kopya
kâğıdı. 3. kopya.
carbonate car.bon.ate kar'bıneyt isim karbonat. fiil
karbonatlaştırmak.
carbonated water soda, maden sodası.
carbuncle car.bun.cle kar'b^ngkıl isim çıban, şirpençe.
carburetor car.bu.re.tor kar'bıreytır isim karbüratör.
carburettor car.bu.ret.tor kar'byıretır isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız carburetor
carcass car.cass kar'kıs isim 1. leş, ceset. 2. enkaz (gemi v.b.).
3. bina iskeleti.
card catalogue kart kataloğu.
card index kart fihristi.
card table kumar masası.
card card kard isim 1. kart. 2. iskambil kâğıdı.
cardamom car.da.mom kar'dımım isim kakule.
cardboard card.board kard'bôrd isim mukavva, karton.
cardiac car.di.ac kar'diyäk sıfat 1. kalbe ait, kalple ilgili,
kardiyak. 2. kalbi uyaran. 3. mide ağzına ait. isim 1.
kalp hastası. 2. kalp ilacı.

205
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cardigan car.di.gan kar'dîgın isim hırka, ceket.


cardinal numbers asal sayılar.
cardinal car.di.nal kar'dınıl sıfat 1. belli başlı, ana, önemli. 2.
parlak kırmızı. isim kardinal.
cardiogram car.di.o.gram kar'diyıgräm isim kardiyogram.
cardiologist car.di.ol.o.gist kardiyal'ıcîst isim kardiyolog.
cardiology car.di.ol.o.gy kardiyal'ıci isim kardiyoloqi.
cardsharp card.sharp kard'şarp isim, iskambil oyunları hileci.
care for -e bakmak: Who will care for us in our old age?
Yaşlılığımızda bize kim bakacak? 2. istemek: Would
you care for some tea? Çay içmek ister misiniz? 3. -i
sevmek, -den hoşlanmak: I don't care for that sort of
music. O tür müzikten hoşlanmam.
care of eliyle: Write me care of Sıdıka Şentürk. Bana mektup
postaladığında zarftaki ismimin altına Sıdıka Şentürk
eliyle diye yaz.
care care ker isim 1. dert, kaygı, tasa. 2. bakım: He's in
intensive care. O yoğun bakımda. He left him in his
sister's care. Onu kız kardeşine emanet etti. 3. dikkat,
özen, itina. fiil 1. umurunda olmak, umursamak: I don't
care whether she comes or not. Onun gelip gelmemesi
umurumda değil. I could care less! Bana ne! 2. istemek:
Would you care to take a stroll? Yürüyüşe çıkmak ister
misiniz?
careen ca.reen kırin' fiil 1. (hızla giderken) bir yana yatmak. 2.
denizcilikle ilgili karina etmek, karinaya basmak. 3.
denizcilikle ilgili kalafat etmek, kalafatlamak. 4. (gemi)
yan yatmak.
career ca.reer kırîr' isim kariyer.
carefree care.free ker'fri sıfat tasasız, kaygısız, dertsiz.
careful care.ful ker'fıl sıfat 1. dikkatli, özenli; tedbirli. 2.
ölçülü.
carefully care.ful.lyzarf dikkatle.
carefulness care.ful.nessisim dikkat, dikkatli olma.

206
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

careless care.less ker'lîs sıfat 1. dikkatsiz. 2. bilgisiz, kayıtsız.


carelessly care.less.lyzarf dikkatsizce.
carelessness care.less.nessisim dikkatsizlik, ihmal.
caress ca.ress kıres' isim okşama, kucaklama. fiil okşamak,
sevmek, kucaklamak.
caretaker government geçici hükümet.
caretaker care.tak.er ker'teykır isim bir yerin hizmet işleriyle
görevli kimse, bina yöneticisi.
careworn care.worn ker'wôrn sıfat endişeden bitkin.
carfare car.fare kar'fer isim (otobüste) bilet parası.
cargo car.go kar'go isim kargo, yük.
Caribbean Sea Karayip Denizi.
Caribbean Car.ib.be.an kärıbi'yın, kırî'biyın sıfat Karayip.
caricature car.i.ca.ture ker'îkıçûr isim karikatür. fiil karikatürünü
çizmek.
caricaturist caricaturistisim karikatürcü, karikatürist.
caries car.ies ker'iz isim (diş veya kemikte) çürüme, yenirce.
carload car.load kar'lod isim 1. araba dolusu. 2. vagon dolusu.
carmine car.mine kar'mîn, kar'mayn sıfat, isim lal, kızıl.
carnage car.nage kar'nîc isim katliam, kırım, kan dökme.
carnal car.nal kar'nıl sıfat 1. şehevi. 2. cinsel. 3. bedensel.
carnation car.na.tion karney'şın isim karanfil çiçeği.
carnival car.ni.val kar'nıvıl isim karnaval.
carnivore car.ni.vore kar'nıvôr isim etobur.
carnivorous car.niv.o.rous karnîv'ırıs sıfat etobur, etçil.
carob car.ob ker'ıb isim keçiboynuzu, harnup.
carol car.ol ker'ıl isim Noel ilahisi. fiil Noel ilahisi söylemek.
carouse ca.rouse kırauz' fiil içki âlemi yapmak.
carp carp karp isim sazan.
carpenter car.pen.ter kar'pıntır isim marangoz; dülger;
doğramacı.
carpentry car.pen.tryisim marangozluk.
carpet car.pet kar'pît isim halı.
carport car.port kar'port, kar'pôrt isim yanları açık garaq.

207
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

carriage car.riage ker'îc isim 1. binek arabası. 2. tavır, duruş. 3.


nakliye, taşıma. 4. nakliye ücreti.
carrier car.ri.er ker'iyır isim 1. taşıyan, taşıyıcı. 2. nakliye
şirketi, nakliyeci.
carrion car.ri.on ker'iyın isim leş, çürümüş et.
carrot car.rot ker'ıt isim havuç.
carry a grudge against birine karşı kin beslemek.
carry an amount forward to hesaptaki bir miktarı (başka sütun, sayfa veya deftere)
nakletmek.
carry an amount forward hesaptaki bir miktarı (başka sütun, sayfa veya deftere)
nakletmek.
carry away alıp götürmek, sürüklemek.
carry coals to Newcastle tereciye tere satmak.
carry on (işi) sürdürmek; işi sürdürmek, devam etmek. 2.
(kızgınlıktan) bağırıp çağırmak; (kederden) fenalıklar
geçirmek. 3. gürültülü patırtılı bir şekilde eğlenmek,
şamata etmek. 4. with (biriyle) gayrimeşru bir ilişki
içinde olmak, aşna fişne olmak.
carry one through (bir şey) birini başarılı bir sonuca ulaştırmak; (bir şey)
birini ayakta tutmak: Her patience will carry her
through. Sabrı sayesinde bu işi başarır.
carry one's point amacına ulaşmak, istediğini elde etmek.
carry out yerine getirmek, gerçekten yapmak; uygulamak, tatbik
etmek. 2. (birini/bir şeyi) dışarıya taşımak.
carry something through bir şeyi yerine getirmek, gerçekten yapmak.
carry the day üstün gelmek, kazanmak.
carry through (on) yerine getirmek; bitirmek. 2. (bir şeyin) sayesinde
(bir işi) yapmak veya başarmak: Two tons of wood are
enough to carry us through the winter. Kışı geçirmek
için iki ton odun yeter bize.
carry weight önem taşımak. 2. with -i etkilemek.
carry car.ry ker'i fiil 1. taşımak: Carry her on your back! Onu
sırtında taşı! This truck can carry a load of ten tons. Bu
kamyon on tonluk bir yük taşıyabilir. 2. götürmek: Will

208
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

you carry me to the station? Beni gara götürür müsün?


He screamed and shouted as they carried him out of the
courtroom. Onu mahkemeden çıkarırlarken bağırıp
çağırıyordu. The wind can carry these seeds for miles.
Rüzgâr bu tohumları kilometrelerce öteye götürebilir. 3.
üzerinde (bir şey) taşımak: He's started to carry a gun.
Silah taşımaya başladı. 4. stokunda (bir şeyi)
bulundurmak: We don't carry pineapples. Bizde ananas
bulunmaz. 5. matematik (toplama ve çarpma
işlemlerinde) (sayıyı) (sonraki basamağa) geçirmek:
Carry one. Elde var bir. 6. radyo (bir olayı)
yayımlamak. 7. (ses) uzaklardan duyulabilmek.
carsickness car.sick.ness kar'sîknîs isim (kara taşıtının
sallanmasından ileri gelen) mide bulantısı.
cart cart kart isim 1. atlı yük arabası. 2. el arabası. fiil 1. at
arabası ile taşımak. 2. taşımak.
cartilage car.ti.lage kar'tılîc isim, zooloji kıkırdak.
cartographer car.tog.ra.pher kartag'rıfır isim haritacı, kartograf.
cartography car.tog.ra.phy kartag'rıfi isim haritacılık, kartografi.
carton car.ton kar'tın isim karton kutu, mukavva kutu.
cartoon car.toon kartun' isim 1. karikatür. 2. çizgi film. 3.
büyük resim taslağı.
cartoonist car.toon.istisim 1. karikatürist, karikatürcü. 2. çizgi
film çizen sanatçı.
cartridge belt fişeklik; palaska.
cartridge case (mermi için) kovan.
cartridge car.tridge kar'trîc isim 1. fişek. 2. fotoğrafçılık film
kutusu, kaset. 3. kartuş.
cartwheel cart.wheel kart'hwil isim el yardımı ile yanlamasına
atılan takla.
carve carve karv fiil 1. oymak. 2. (kızarmış eti) dilim dilim
kesmek, dilimlemek.
carver carverisim oymacı.
carving knife sofrada et kesmeye özgü iri bıçak.

209
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

casaba melon kavun.


casaba ca.sa.ba kısa'bı isim kavun.
cascade cas.cade käskeyd' isim şelale, çağlayan.
case ending dilbilgisi takı.
case case keys isim 1. kutu. 2. mahfaza. 3. kın. 4. kasa. 5.
çerçeve. 6. matbaacılık kasa. fiil kutu veya mahfaza
içine koymak, sokmak.
casement case.ment keys'mınt isim 1. kanatlı pencere. 2. pencere
kanadı.
cash in on -den çıkar sağlamak.
cash on delivery tesliminde ödenecek, ödemeli _kısaltma_ C.O.D.
cash register tesliminde ödenecek, ödemeli; yazarkasa, kasa.
cash cash käş isim 1. para, nakit para. 2. peşin para.
cashew cash.ew käş'u, kışu' isim 1. amerikaelması,
biladerağacı. 2. mahuncevizi.
cashier cash.ier käşîr' isim veznedar, kasadar, kasiyer.
cashmere cash.mere käq'mîr, käş'mîr isim 1. kaşmir, kaşmir yün.
2. kaşmir kumaş. sıfat kaşmir: cashmere sweater kaşmir
kazak.
casing cas.ing key'sîng isim kaplama, çerçeve.
casino ca.si.no kısi'no isim kumarhane.
cask cask käsk isim 1. varil, fıçı. 2. bir varil dolusu.
casket cas.ket käs'kît isim 1. tabut. 2. küçük kutu, mücevher
kutusu. fiil kutuya koymak.
Caspian Sea Hazar Denizi.
Caspian Cas.pi.an käs'piyın sıfat bakınız Caspian Sea
cassava cas.sa.va kısa'vı isim 1. manyok. 2. tapyoka, manyok
kökünden çıkarılan nişasta.
casserole cas.se.role käs'ırol isim 1. fırında kullanılan toprak
veya cam kap; güveç. 2. toprak veya cam kapta pişirilen
yemek.
cassette cas.sette kıset' isim kaset.
cassock cas.sock käs'ık isim papaz cüppesi.
cast a horoscope zayiçesine bakmak.

210
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cast a shadow gölge yapmak.


cast a slur on -e leke sürmek, -i lekelemek.
cast a spell on -i büyülemek, -e büyü yapmak.
cast a spell upon büyü yapmak.
cast a vote oy vermek.
cast about düşünmek, tasarlamak.
cast anchor demir atmak, demirlemek.
cast away çöpe atmak. 2. ıssız adada bırakmak.
cast down devirmek. 2. canını sıkmak.
cast in one's lot with birinin kaderine bağlanmak.
cast iron dökme demir, font.
cast loose çözmek, ayırmak.
cast of mind düşünüş şekli.
cast off reddetmek. 2. denizcilikle ilgili alarga etmek.
cast one's bread upon the waters karşılığını beklemeden iyilik etmek.
cast something adrift bir şeyi akıntıya bırakmak.
cast cast käst fiil (cast) 1. atmak, fırlatmak, savurmak. 2.
(bakış v.b.) çevirmek, yöneltmek, atfetmek. 3. (oy)
vermek. 4. rol taksimi yapmak.
castanet cas.ta.net kästınet' isim kastanyet, İspanyol çalparası.
castaway cast.a.way käst'ıwey isim deniz kazasına uğrayıp ıssız
bir kıyıda mahsur kalan kimse.
caste caste käst isim kast.
caster sugar İngiliz İngilizcesi pudraşeker.
caster cast.er käs'tır isim 1. dökümcü. 2. (mobilyaya takılan)
küçük tekerlek.
castigate cas.ti.gate käs'tıgeyt fiil 1. paylamak, azarlamak. 2.
kınamak.
castigation cas.ti.ga.tionisim paylama, azarlama.
castle cas.tle käs'ıl isim 1. kale, şato. 2. satranç kale.
castor oil hintyağı.
castor sugar İngiliz İngilizcesi pudraşeker.
castor cas.tor käs'tır sıfat bakınız castor oil
castrate cas.trate käs'treyt fiil hadım etmek; iğdiş etmek.

211
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

castration cas.tra.tion kästrey'şın isim hadım etme; iğdiş etme.


casual clothes günlük elbiseler.
casual ca.su.al käq'uwıl sıfat 1. tesadüfen olan. 2. kasıtlı
olmayan, rasgele. 3. dikkatsiz, ihmalci. 4. ilgisiz.
casualness cas.u.al.nessisim 1. ilgisizlik. 2. kaygısızlık.
casualty ca.su.al.ty käq'uwılti isim 1. kazazede. 2. askeri şehit,
ölü, yaralı. 3. kayıp. 4. kaza.
cat nap şekerleme.
cat. cat.kısaltma «catalogue» catechism
Catalan Cat.a.lan käd'ılın isim, sıfat 1. Katalan. 2. Katalanca.
catalog cat.a.log kät'ılôg isim katalog. fiil katalog yapmak,
kataloğunu hazırlamak.
catalogue cat.a.logue kät'ılôg isim katalog. fiil katalog yapmak,
kataloğunu hazırlamak.
Catalonia Cat.a.lo.ni.a kädılo'niyı isim Katalonya.
cat-and-dog fight kedi köpek kavgası.
catapult cat.a.pult kät'ıp^lt isim mancınık, katapult.
cataract cat.a.ract kät'ıräkt isim 1. şelale, büyük çağlayan,
çavlan. 2. tıbbi katarakt, perde, aksu, akbasma.
catastrophe ca.tas.tro.phe kıtäs'trıfi isim afet, felaket.
catastrophic cat.a.stroph.ic kät'ıstrafîk sıfat felakete yol açan.
catch a whiff of -in kokusunu duymak.
catch at -i yakalamaya veya tutmaya çalışmak.
catch cold nezle olmak.
catch fire tutuşmak, ateş almak.
catch forty winks kestirmek, kısa bir süre uyumak.
catch hell konuşma dili fena halde haşlanmak, adamakıllı bir zılgıt
yemek.
catch it konuşma dili papara/zılgıt yemek.
catch on konuşma dili 1. anlamak, çakmak. 2. moda olmak,
tutmak.
catch one's breath (hayret verici bir şey karşısında) nefesi
kesilmek.dinlenmek, nefes almak.
catch one's eye dikkatini çekmek, gözüne çarpmak.

212
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

catch sight of -in gözüne ilişmek, birdenbire farketmek: I caught sight


of Fatma. Fatma gözüme ilişti.
catch someone in the act birini suçüstü yakalamak.
catch someone napping birini gafil avlamak, birini hazırlıksız yakalamak.
catch someone off guard birini gafil avlamak.
catch someone red-handed birini suçüstü yakalamak.
catch someone unawares birini gafil avlamak.
catch someone's attention birinin dikkatini çekmek.
catch someone's eye birinin dikkatini çekmek.
catch the fancy of hoşuna gitmek.
catch up with -e yetişmek: He's so far ahead of me I can't
possibly catch up with him. Benden o kadar ileride ki
ona yetişmemin imkânı yok. 2. on (arada olup biteni)
öğrenmek. 3. on (biriken işleri, ertelenmiş veya ihmal
edilmiş bir işi) yapmak.
catch catch käç isim 1. yakalama, tutma. 2. kilit dili. 3. av,
bir partide yakalanan av veya balık. 4. konuşma dili
müstakbel eş olarak düşünülen uygun kişi. 5. parça,
bölüm. 6. konuşma dili bityeniği.
catcher catch.er käç'ır isim 1. yakalayan şey veya kimse. 2.
beysbol vurucunun arkasında durup topu tutan oyuncu.
catching catch.ing käç'îng sıfat sâri, bulaşıcı.
catchy catchysıfat hoş ve kolaylıkla akılda kalan.
catechism cat.e.chism kät'ıkîzım isim, Hristiyanlık ilmihal.
catechize cat.e.chize kät'ıkayz fiil, Hristiyanlık ilmihale
dayanarak din dersi vermek.
categorical cat.e.gor.i.calsıfat kategorik, kesin, kati.
categorically cat.e.gor.i.cal.lyzarf kategorik olarak.
categorize cat.e.go.rize kät'ıgırayz fiil 1. sınıflandırmak. 2.
vasıflandırmak.
category cat.e.go.ry kät'ıgôri isim kategori, bölüm, sınıf, tabaka,
zümre.
cater ca.ter key'tır fiil yiyecek tedarik etmek, yemeklerin
hazırlanmasını ve servisini üstüne almak.

213
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

caterpillar tread tırtıllı palet, tırtıl.


caterpillar cat.er.pil.lar kät'ırpîlır isim tırtıl, kurt.
catfish cat.fish kät'fiş isim yayınbalığı.
catgut cat.gut kät'g^t isim, müzik kiriş.
catharsis ca.thar.sis kıthar'sîs isim katarsis, rahatsız edici
duyguları dışa vurarak onlardan kurtulma.
cathartic ca.thar.tic kıthar'tîk sıfat 1. katarsisle ilgili; katarsise
yol açan. 2. müshil. isim müshil.
cathedral ca.the.dral kıthi'drıl isim katedral.
catholic cath.o.lic käth'ılîk, käth'lîk sıfat 1. liberal, açık fikirli.
2. evrensel, genel, umumi.
Catholicism Ca.thol.i.cism kıthal'ısîzım isim Katoliklik, Katolik
kilisesi.
catsup cat.sup kät'sıp, keç'ıp isim bakınız ketchup
cattle cat.tle kät'ıl isim, çoğul sığırlar.
catty cat.ty kät'i sıfat 1. kedi gibi. 2. konuşma dili iğneli
(söz). 3. konuşma dili iğneli söz söyleyen.
Caucasia Cau.ca.sia kôkey'qı, kôkey'şı, kôkäş'ı isim Kafkasya.
Caucasian Cau.ca.sian kôkey'qın, kôkey'şın, kôkäş'ın sıfat Kafkas.
isim Kafkasyalı.
Caucasus Cau.ca.sus kô'kısıs isim bakınız the Caucasus
caught in the act suçüstü yakalanmış, cürmü meşhut halinde yakalanmış.
caught caught kôt fiil bakınız catch
cauldron caul.dron kôl'drın isim kazan.
cauliflower cau.li.flow.er kô'lıflawır, kal'îflawır isim karnabahar.
causal caus.al kô'zıl sıfat neden oluşturan, nedeni olan,
nedensel.
causality caus.al.i.ty kôzäl'ıti isim nedensellik.
cause a stir heyecan yaratmak; sansasyon yaratmak. 2. herkesin
ilgisini çekmek.
cause someone to sin birini günaha sokmak.
cause cause kôz isim 1. neden, sebep, illet. 2. amaç, gaye,
hedef. 3. dava, ülkü: That's a cause worthy of one's
devotion. Kendini adamaya değer bir dava. 4. hukuk

214
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dava konusu. fiil neden olmak, sebep olmak, yol açmak:


What's caused this? Buna yol açan ne? Will it really
cause my camellias to bloom earlier? Gerçekten
kamelyalarıma daha erken çiçek açtırır mı? What
causes you to act like that? Niye böyle davranıyorsun?
It caused them to shout. Onların bağırmasına neden
oldu.
causeway cause.way kôz'wey isim 1. göl veya bataklık üzerinden
geçen uzun köprü; kazıklı yol. 2. iki kara parçasını
birbirine bağlayan ve deniz kabardığında suyla
kaplanan taş veya beton yol.
caustic caus.tic kôs'tîk isim kostik madde. sıfat 1. kostik,
yakıcı. 2. acı (söz).
cauterise cau.ter.ise kô'tırayz fiil, İngiliz İngilizcesi, tıbbi bakınız
cauterize
cauterize cau.ter.ize kô'tırayz fiil, tıbbi yakmak, dağlamak.
caution cau.tion kô'şın isim 1. tedbir, ihtiyat. 2. uyarma, ikaz.
fiil uyarmak, ikaz etmek.
cautionary cau.tion.arysıfat uyarıcı.
cautious cau.tious kô'şıs sıfat ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan,
dikkatli.
cautiously cau.tious.lyzarf ihtiyatla.
cautiousness cau.tious.nessisim ihtiyatlılık.
cavalier cav.a.lier kävılir' isim atlı şövalye. sıfat 1. kendini
beğenmiş, kibirli. 2. serbest, laubali.
cavalry cav.al.ry kävılri' isim süvari sınıfı.
cavalryman cav.al.ry.manisim süvari.
cave in çökmek.
cave cave keyv isim mağara. fiil bakınız cave in
caveat ca.ve.at key'viyät isim ihtar, uyarı, ikaz.
caveman cave.manisim mağara adamı.
cavern cav.ern käv'ırn isim büyük mağara.
cavernous cav.ern.ous käv'ırnıs sıfat kocaman, ambar gibi (yer).
caviar cav.i.ar käv'iyar isim havyar.

215
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

caviare cav.i.are ka'viyar isim havyar.


cavil cav.il käv'ıl fiil (önemsiz şeyler üzerinde) tartışmak; at
-e itiraz etmek: I won't cavil about it with you. Seninle
onu tartışmam.
cavity cav.i.ty käv'ıti isim 1. oyuk. 2. anatomi kavite, boşluk.
3. dişçilik çürük, oyuk.
cavort ca.vort kıvôrt' fiil sıçramak, oynamak.
caw caw kô isim karga sesi, gak. fiil karga gibi ötmek,
gaklamak.
cayenne pepper arnavutbiberi.
cayenne cay.enne kayen', keyen' isim arnavutbiberi.
CD player kompakt disk çalar.
CD CD si'di' kısaltma compact disk
CD-ROM CD-ROM si'di'ram kısaltma compact disk with read-
only memory
cease fire ateş kesmek.
cease cease sis fiil 1. durmak, kesilmek. 2. bitmek, sona
ermek. 3. bırakmak, devam etmemek, son vermek.
ceaseless cease.less sis'lıs sıfat aralıksız, sürekli.
ceaselessly cease.less.lyzarf durmadan, ara vermeden.
cedar ce.dar si'dır isim sedir, dağservisi.
cede cede sid fiil 1. bırakmak. 2. terketmek. 3. devretmek,
göçermek.
ceiling price azami fiyat, tavan fiyatı.
ceiling ceil.ing si'lîng isim tavan.
celebrate cel.e.brate sel'ıbreyt fiil 1. kutlamak. 2. bayram
yapmak.
celebrated cel.e.brat.ed sel'ıbreytîd sıfat ünlü, meşhur, şöhretli.
celebration cel.e.bra.tionisim kutlama.
celebrity ce.leb.ri.ty sileb'rıti isim 1. ünlü, meşhur. 2. ün, şöhret.
celerity ce.ler.i.ty sıler'ıti isim hız, sürat.
celery root kereviz, kökkerevizi.
celery cel.er.y sel'ıri, sel'ri isim sapkerevizi.
celestial pole gökkutbu.

216
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

celestial ce.les.tial sıles'çıl sıfat 1. göğe ait, göksel, semavi. 2.


kutsal, ilahi.
celibacy cel.i.ba.cy sel'ıbısi isim (genellikle dini nedenlerden
dolayı) evli olmama, evlenmeme.
celibate cel.i.bate sel'ıbît, sel'ıbeyt sıfat, isim (genellikle dini
nedenlerden dolayı) evlenmeyen, mücerret.
cell cell sel isim 1. hücre, göze. 2. küçük oda. 3. ünite. 4.
elektrik pil.
cellar cel.lar sel'ır isim 1. kiler. 2. mahzen. 3. bodrum,
bodrum kat. 4. şarap mahzeni. 5. şarap stoku.
cellist cel.list çel'îst isim viyolonselist.
cello cel.lo çel'o isim viyolonsel.
cellophane cel.lo.phane sel'ıfeyn isim selofan.
cellular cel.lu.lar sel'yılır sıfat 1. hücrelerle ilgili. 2. hücreli.
celluloid cel.lu.loid sel'yıloyd isim selüloit.
cellulose cel.lu.lose sel'yılos isim selüloz.
Celsius thermometer santigrat termometresi.
Celsius Cel.si.us sel'siyıs sıfat bakınız Celsius thermometer
Celt Celt selt, kelt isim Kelt.
Celtic isim Keltçe. sıfat 1. Kelt, Keltlere özgü. 2. Keltçe.
cement good relations with ile dostluk kurmak.
cement ce.ment sîment' isim çimento. fiil 1. yapıştırmak. 2.
beton ile kaplamak, çimentolamak.
cemetery cem.e.ter.y sem'ıteri isim mezarlık, kabristan.
censor cen.sor sen'sır isim sansürcü, sansür memuru. fiil
sansürlemek, sansürden geçirmek.
censorship cen.sor.shipisim sansür, sansür işleri.
censure cen.sure sen'şır fiil kınamak, eleştirmek. isim kınama,
eleştirme.
census cen.sus sen'sıs isim sayım, nüfus sayımı.
cent. cent.kısaltma «centigrade» central century
centenary cen.te.nar.y senten'ıri, sen'tıneri sıfat 1. yüz yıllık. 2.
yüz yılda bir olan. isim 1. yüzüncü yıldönümü. 2.
yüzyıl, asır.

217
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

centennial cen.ten.ni.al senten'iyıl sıfat 1. yüz yıllık. 2. yüz yılda


bir olan. isim 1. yüzüncü yıldönümü. 2. yüzyıl, asır.
center of attraction çekim merkezi. 2. dikkat merkezi.
center of gravity ağırlık merkezi.
center cen.ter sen'tır merkez, orta. 2. spor santr. fiil 1. ortaya
almak, bir merkezde toplamak. 2. ortasını almak,
ortalamak. 3. ortada olmak, ortaya gelmek.
centigrade thermometer santigrat termometresi.
centigrade cen.ti.grade sen'tıgreyd sıfat, isim santigrat.
centigram cen.ti.gram sen'tıgräm isim santigram.
centigramme cen.ti.gramme sen'tıgräm isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız centigram
centiliter cen.ti.li.ter sen'tılitır isim santilitre.
centilitre cen.ti.li.tre sen'tılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
centiliter
centimeter cen.ti.me.ter sen'tımitır isim santimetre.
centimetre cen.ti.me.tre sen'tımitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
centimeter
centipede cen.ti.pede sen'tıpid isim kırkayak, çıyan.
Central America Orta Amerika.
central bank merkez bankası.
central heating kalorifer, merkezi ısıtma.
central cen.tral sen'trıl sıfat 1. merkezi, orta. 2. ana, belli başlı.
isim 1. telefon santralı. 2. santral memuru.
centralise cen.tral.ise sen'trılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
centralize
centralization cen.tral.iza.tionisim merkezileştirme;
merkezileştirilme.
centralize cen.tral.ize sen'trılayz fiil merkezileştirmek, merkezde
toplamak; merkezileştirilmek.
centrally cen.tral.ly sen'trıli zarf bakınız be centrally located
centre cen.tre sen'tır isim, fiil bakınız center
centrifugal force merkezkaç kuvveti.

218
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

centrifugal cen.trif.u.gal sentrîf'yıgıl, sentrîf'ıgıl sıfat merkezkaç,


santrifüq.
centripetal cen.trip.e.tal sentrîp'ıtıl sıfat merkezcil, merkeze doğru
yaklaşan.
century cen.tu.ry sen'çıri isim yüzyıl, asır.
ceramic tile fayans, karo fayans.
ceramic ce.ram.ic sıräm'îk sıfat seramik.
ceramics ce.ram.ics sıräm'îks isim 1. tekil seramik sanatı ve
tekniği. 2. çini, çini işleri. 3. çinicilik. 4. çoğul seramik
eşya, çini, çanak çömlek.
ceramist cer.a.mistisim çinici, seramikçi.
cereal ce.re.al sîr'iyıl isim tahıl, hububat, zahire. sıfat tahıla
ait; tahıl türünden.
cerebellum cer.e.bel.lum serıbel'ım isim, anatomi beyincik.
cerebral cer.e.bral ser'ıbrıl, sıri'brıl sıfat 1. anatomi beyinsel. 2.
ussal.
cerebrum cer.e.brum sıri'brım isim, anatomi beyin.
ceremonial cer.e.mo.ni.al serımo'niyıl sıfat törensel, merasimle
ilgili, resmi. isim 1. tören, merasim. 2. ayin.
ceremonially cer.e.mo.ni.al.lyzarf törensel olarak.
ceremonious cer.e.mo.ni.ous serımo'niyıs sıfat 1. resmi. 2. törensel.
ceremoniously cer.e.mo.ni.ous.lyzarf çok resmi bir şekilde.
ceremony cer.e.mo.ny ser'ımoni isim 1. tören, merasim. 2. ayin.
3. resmiyet, protokol.
cert. cert.kısaltma «certificate» certified certify
certain cer.tain sır'tın sıfat 1. kesin, kati. 2. emin. 3.
kaçınılmaz. 4. muhakkak, şüphesiz. 5. belirli, muayyen.
6. bazı.
certainly cer.tain.lyzarf elbette, tabii, baş üstüne.
certainty cer.tain.tyisim kesinlik, katiyet.
certificate cer.tif.i.cate sırtîf'ıkît isim 1. belge, vesika. 2. sertifika,
tasdikname, şahadetname. 3. ruhsat. 4. diploma.
certified public accountant diplomalı/yeminli hesap uzmanı.

219
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

certify cer.ti.fy sır'tıfay fiil 1. onaylamak, tasdik etmek. 2.


doğrulamak, teyit etmek.
certitude cer.ti.tude sır'tıtud isim kesinlik, katiyet.
cervix cer.vix sır'vîks isim 1. boyun. 2. rahim boynu.
Cesarean Ce.sar.e.an sîzer'iyın isim, sıfat sezaryen.
cesium ce.si.um si'ziyım isim, kimya sezyum.
cessation ces.sa.tion sesey'şın isim durma, kesilme, inkıta.
cesspool cess.pool ses'pul isim lağım çukuru.
Ceylon Cey.lon sîlan' isim bakınız Sri Lanka
Ceylonese Cey.lon.ese seylıniz' isim, sıfat bakınız Sri Lankan
cf. cf. si'ef' kısaltma compare
cg cg, cg., cgm.kısaltma centigram
ch. ch., Ch.kısaltma «chain» chapter chief child church
Chad Chad çäd isim Çad, Çat.
Chadian isim Çadlı. sıfat 1. Çad, Çad'a özgü. 2. Çadlı.
chafe at the bit işlerin gecikmesinden dolayı huzursuz olmak.
chafe chafe çeyf fiil 1. ovarak ısıtmak. 2. ovarak aşındırmak.
3. (ayakkabı) vurmak. 4. sinirlendirmek.
chaff chaff çäf isim tahıl kabuğu; saman, çöp.
chafing dish (sofrada kullanılan) yemek ısıtıcısı.
chagrin cha.grin şıgrîn' isim üzüntü, keder, iç sıkıntısı, hayal
kırıklığı. fiil ümidini kırmak, sıkmak, üzmek.
chain letter zincirleme mektup.
chain of command komuta zinciri.
chain reaction zincirleme reaksiyon.
chain smoker sigara tiryakisi.
chain store aynı mağazalar zincirine bağlı mağaza.
chain chain çeyn isim 1. zincir. 2. silsile (dağ). fiil
zincirlemek, zincirle bağlamak.
chair chair çer isim 1. iskemle, sandalye. 2. makam. 3. kürsü.
chairman chair.man çer'mın isim (chairmen) (erkek) başkan.
chairmanship isim başkanlık.
chairperson chair.per.son çer'pırsın isim başkan, reis.

220
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

chairwoman chair.wom.an çer'wûmın isim (chairwomen) (kadın)


başkan.
chaise longue chaise longue şeyz lông şezlong.
chalcedony chal.ced.o.ny kälsed'ıni isim kalseduan, kadıköytaşı.
chalice chal.ice çäl'îs isim ayinde kullanılan kadeh.
chalk chalk çôk isim tebeşir. fiil up kazanmak, sayı veya
puan kaydetmek.
challenge match spor çelenç.
challenge chal.lenge çäl'ınc isim meydan okuma. fiil meydan
okumak.
challenger chal.lengerisim meydan okuyan kimse.
chamber music müzik oda müziği.
chamber of commerce ticaret ticaret odası.
chamber cham.ber çeym'bır isim 1. oda, yatak odası, özel oda. 2.
daire. 3. hâkimin oturum dışı konularda çalıştığı oda. 4.
mahkeme, komisyon. 5. kamara, İngiliz yasama meclisi.
6. fişek yatağı.
chambermaid cham.ber.maid çeym'bırmeyd isim oda hizmetçisi.
chameleon cha.me.le.on kımi'liyın, kımil'yın isim bukalemun.
chamois cham.ois şäm'i isim 1. dağkeçisi. 2. (madeni yüzeyleri
parlatmak için kullanılan) güderi parçası.
chamomile cham.o.mile käm'ımayl isim papatya.
champagne cham.pagne şämpeyn' isim 1. şampanya. 2. şampanya
rengi. sıfat şampanya rengi.
champion cham.pi.on çäm'piyın isim 1. şampiyon. 2. savunucu,
müdafi. sıfat şampiyon. fiil 1. savunmak, müdafaa
etmek. 2. tarafını tutmak, destek olmak.
championship cham.pi.on.shipisim şampiyonluk.
chance on -e rastlamak, -e tesadüf etmek.
chance upon -e rastlamak, -e tesadüf etmek.
chance chance çäns isim 1. talih, şans. 2. kader. 3. ihtimal. 4.
fırsat. 5. risk, riziko. sıfat şans eseri olan. fiil, konuşma
dili rizikoyu göze alarak yapmak.
Chancellor of the Exchequer İngiliz İngilizcesi Maliye Bakanı.

221
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

chancellor chan.cel.lor çän'sılır isim 1. rektör. 2. (Almanya'da)


şansölye, başbakan.
chancy chanc.y çän'si sıfat, konuşma dili kesin olmayan,
rizikolu.
chandelier chan.de.lier şändılîr' isim avize.
change color yüzü kızarmak. 2. yüzü solmak.
change hands el değiştirmek.
change of address adres değişikliği.
change of air hava değişimi.
change one's mind caymak, fikrini/kararını değiştirmek.
change one's tune ağız değiştirmek.
change purse bozuk para çantası.
change the guard askeri nöbet değiştirmek.
change change çeync isim 1. değişim, değişme, değişiklik. 2.
dönüşüm, dönüşme, tahavvül. 3. yenilik. 4. bozuk para,
bozuk, bozukluk, ufaklık. 5. paranın üstü. 6. aktarma,
(taşıt) değiştirme. fiil 1. değiştirmek, tahvil etmek;
değişmek, değişikliğe uğramak. 2. (taşıtta) aktarma
yapmak. 3. (para) bozdurmak. 4. (döviz, altın)
bozdurmak. 5. (çamaşır) değiştirmek, (üstünü)
değişmek. 6. (yatak takımlarını) değiştirmek.
changeability change.abil.i.tyisim değişkenlik.
changeable change.a.ble çeyn'cıbıl sıfat 1. değişken, kararsız,
istikrarsız. 2. şanjanlı, yanardöner.
changeableness change.able.nessisim değişkenlik.
changeover change.o.ver çeync'ovır isim 1. değiştirme. 2.
devralma. 3. geçiş.
channel chan.nel çän'ıl isim 1. yol; su yolu; boğaz. 2. (radyo,
televizyonda) kanal. 3. nehir yatağı, akak, mecra. fiil 1.
kanala dökmek, mecraya sevketmek. 2. kanal açmak,
oymak. 3. into -e kanalize etmek.
chant chant çänt isim 1. şarkı, şarkı söyleme. 2. tilavet. 3.
müzik nağme, monoton bir melodi. 4. monoton ses

222
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tonu. fiil 1. şarkı söylemek. 2. şarkı söyleyerek


kutlamak. 3. (Kuran'ı) tilavetle okumak.
chaos cha.os key'as isim 1. kaos. 2. karışıklık, kargaşa.
chaotic cha.ot.ic keyat'îk sıfat karmakarışık, düzensiz.
chap chap çäp isim, konuşma dili adam, çocuk, delikanlı.
chapel chap.el çäp'ıl isim şapel, küçük kilise.
chaperon chap.er.on şäp'ıron isim şaperon.
chaplain chap.lain çäp'lîn isim (okul, ordu v.b.'nde) papaz.
chapter chap.ter çäp'tır isim bölüm, kısım.
char char çar fiil (charred, charring) 1. yakarak
kömürleştirmek; yanarak kömürleşmek. 2. kavurmak;
kavrulmak. 3. ateşe tutmak. isim, İngiliz İngilizcesi
hizmetçi kadın, hizmetçi; (kadın) hademe.
character char.ac.ter ker'îktır isim 1. karakter, özyapı. 2. (roman,
hikâye, oyun v.b.'nde) kişi, şahıs, karakter. 3. karakter,
harf. 4. tip bir kimse, nevi şahsına münhasır bir kimse;
eksantrik kimse; komik kimse.
characterise char.ac.ter.ise ker'îktırayz' fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız characterize
characteristic char.ac.ter.is.tic kerîktırîs'tîk sıfat karakteristik, tipik.
isim özellik, hususiyet, vasıf.
characterization char.ac.ter.i.za.tion kerîktırızey'şın isim karakterize
etme, nitelendirme.
characterize char.ac.ter.ize ker'îktırayz' fiil karakterize etmek,
nitelemek, nitelendirmek.
characterless char.ac.ter.lesssıfat karaktersiz.
charcoal char.coal çar'kol isim 1. mangal kömürü. 2. karakalem.
chard chard çard isim, botanik pazı.
charge account ticaret açık hesap.
chargé d'affaires char.gé d'af.faires şarqey dıfer' isim (chargés d'affaires)
maslahatgüzar, işgüder, şarjedafer.
charge charge çarc isim 1. (hizmet karşılığında ödenen) ücret.
2. barut hakkı. 3. suçlama, itham. 4. hücum, hamle. 5.
elektrik şarj. fiil 1. (bir masrafı birinin hesabına)

223
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

geçirmek. 2. görevlendirmek. 3. suçlamak, itham etmek.


4. hücum etmek. 5. elektrik şarq etmek.
chariot char.i.ot çer'iyıt isim, tarih iki tekerlekli savaş veya
yarış arabası.
charisma cha.ris.ma kırîz'mı isim karizma.
charitable char.i.ta.ble çer'ıtıbıl sıfat hayırsever, yardımsever.
charity char.i.ty çer'ıti isim 1. hayırseverlik, yardımseverlik. 2.
merhamet. 3. sadaka. 4. hayır işi. 5. hayır cemiyeti,
yardım derneği.
charlady char.la.dy çar'leydi isim, İngiliz İngilizcesi hizmetçi
kadın, hizmetçi; (kadın) hademe.
charlatan char.la.tan şar'lıtın isim şarlatan.
charm charm çarm isim 1. cazibe, çekicilik. 2. tılsım, muska.
3. büyü. fiil büyülemek, cezbetmek.
charming charm.ing çarm'îng sıfat çekici, hoş, sevimli, cana
yakın.
chart chart çart isim 1. portolon, deniz haritası. 2. plan,
grafik. 3. çizelge. fiil 1. plan yapmak, plan çıkarmak. 2.
harita yapmak.
charter flight çarter seferi.
charter member kurucu üye.
charter plane kiralanmış ucuz tarifeli uçak.
charter char.ter çar'tır isim 1. patent, imtiyaz, berat. 2. gemi
kira kontratı. fiil 1. (uçak, gemi v.b.) kiralamak, tutmak.
2. berat, imtiyaz veya patent vermek.
charwoman char.wom.an çar'wûmın isim, İngiliz İngilizcesi
(charwomen) hizmetçi kadın, hizmetçi; (kadın) hademe.
chary char.y çer'i sıfat 1. dikkatli, tedbirli, ihtiyatlı. 2. of -i
esirgeyen.
chase chase çeys fiil kovalamak, peşine düşmek, izlemek,
takip etmek. isim kovalama, peşine düşme, izleme,
takip.
chasm chasm käz'ım isim 1. kanyon, dar boğaz. 2. derin yarık.

224
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

chassis chas.sis şäs'i, çäs'i isim (chassis) 1. otomotiv şasi. 2.


top kızağı.
chaste chaste çeyst sıfat 1. iffetli, namuslu, sili. 2. saf,
bozulmamış. 3. lekesiz. 4. basit, sade.
chasten chas.ten çey'sın fiil ıslah etmek için cezalandırmak,
uslandırmak, yola getirmek.
chastise chas.tise çästayz' fiil cezalandırmak; döverek
cezalandırmak.
chastity chas.ti.ty çäs'tıti isim iffet, saflık, temizlik.
chat chat çät fiil (chatted, chatting) sohbet etmek, hoşbeş
etmek, çene çalmak. isim sohbet, hoşbeş.
château châ.teau şäto' isim şato.
chattel chat.tel çät'ıl isim taşınır mal, menkul.
chatter chat.ter çät'ır fiil gevezelik etmek, çene çalmak. isim
gevezelik.
chatterbox chat.ter.box çät'ırbaks isim geveze, çenebaz,
dillidüdük.
chattiness chattinessisim konuşkanlık.
chatty chat.ty çät'i sıfat konuşkan.
chauffeur chauf.feur şo'fır isim özel şoför.
chauvinism chau.vin.ism şo'vınîzım isim şovenizm.
chauvinist chau.vin.istisim şoven.
chauvinistic chau.vin.ist.icsıfat şovence.
cheap cheap çip sıfat 1. ucuz. 2. bayağı, adi.
cheapen cheap.en çi'pın fiil ucuzlatmak; ucuzlamak.
cheapskate cheap.skateisim, argo pinti, cimri.
cheat cheat çit fiil 1. dolandırmak, aldatmak. 2. kopya
çekmek. isim dolandırıcı, hilekâr, üçkâğıtçı.
cheater cheat.erisim kopyacı, kopya çeken.
check for (belirli bir şeyi) arayarak (bir şeyi) kontrol etmek: I'm
checking for leaks in the roof. Damın akıp akmadığını
kontrol ediyorum.
check in (bir yere girince) kaydını yaptırmak: First you have to
check in at the hotel's reception desk. İlk önce otelin

225
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

resepsiyonunda kaydını yaptırman lazım. 2. (uçağa


binebilmek için) bileti kontrol ettirmek; (birinin) uçak
biletini kontrol etmek.
check into (otel, pansiyon v.b.'nde) kaydını yaptırıp bir oda
tutmak.
check on (kontrol etmek amacıyla) bakmak, gözatmak. 2. (bir
şeyin) doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışmak.
check up on (kontrol etmek amacıyla) -e bakmak, -e göz atmak. 2.
(bir şeyin) doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışmak.
check valve çek valfı.
check with (birine) danışmak. 2. (birinden) izin almak.
check check çek fiil 1. durdurmak: That defeat checked their
advance. O yenilgi ilerlemelerini durdurdu. 2.
yavaşlatmak; gem vurmak; ket vurmak; engellemek:
This will check the spread of the disease. Hastalığın
yayılmasını yavaşlatacak bu. 3. kontrol etmek;
(birini/bir şeyi) kontrolden geçirmek; muayene etmek;
gözden geçirmek. 4. (bavulu) bagaqa veya emanete
vermek; (paltoyu, şapkayı) vestiyere vermek. 5. satranç
şah demek. 6. (bir şeyin) doğru olup olmadığını kontrol
etmek. 7. (off) (listedeki bir maddenin) yanına işaret
koymak. isim 1. kontrol, gözden geçirme, muayene. 2.
durdurma, durduruş. 3. yavaşlatma; engelleme. 4. engel,
ket, fren görevi yapan kimse veya şey. 5. çek: bank
check banka çeki. traveler's check seyahat çeki. 6. fiş;
numaralı kâğıt, numara: baggage check bagaj fişi;
emanetçinin verdiği fiş/numaralı kâğıt. coat check
vestiyercinin verdiği fiş/numara. 7. (lokanta, bar veya
gece kulübünde yenilip içilen şeyler için) hesap: Will
you bring the check please? Lütfen hesabı getirir
misiniz? 8. (listedeki bir maddenin yanına konulan)
işaret. 9. (damalı kumaştaki) kare veya kareli desen.
checkbook check.book çek'bûk isim çek defteri.

226
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

checkered check.ered çek'ırd sıfat 1. kareli, ekose. 2. değişik


olaylarla dolu.
checkers check.ers çek'ırz isim dama oyunu.
check-in counter hava terminalinde bilet ve bagajın kontrol edildiği
tezgâh.
check-in desk hava terminalinde bilet ve bagajın kontrol edildiği
tezgâh.
checking account çek hesabı.
checklist check.list çek'lîst isim kontrol listesi.
checkmate check.mate çek'meyt isim 1. satranç mat. 2. tam
yenilgi. fiil 1. satranç mat etmek. 2. yenmek.
check-out counter (süpermarketteki gibi) alınan malların hesabının yapılıp
ödendiği tezgâh, çıkış tezgâhı.
check-out check-out çek'aut isim bakınız check-out counter
checkpoint check.point çek'poynt isim kontrol noktası.
checkup check.up çek'^p isim çekap, genel sağlık kontrolü.
cheddar ched.dar çed'ır isim çedar (bir çeşit peynir).
cheek by jowl yan yana.
cheek cheek çik isim 1. yanak, avurt. 2. konuşma dili cüret,
yüzsüzlük, arsızlık.
cheekbone cheek.boneisim elmacıkkemiği.
cheekily cheek.i.lyzarf yüzsüzce, küstahlıkla.
cheekiness cheek.i.nessisim yüzsüzlük, küstahlık.
cheeky cheek.y çi'ki sıfat, konuşma dili yüzsüz, arsız, küstah.
cheep cheep çip fiil cıvıldamak, cik cik ötmek. isim cıvıltı.
cheer an animal on birini/bir hayvanı (sözlü) tezahüratla teşvik etmek.
cheer someone on birini/bir hayvanı (sözlü) tezahüratla teşvik etmek.
cheer someone up birini neşelendirmek.
cheer up neşelenmek.
Cheer up! Keyfine bak!/Geçmiş olsun!
cheer cheer çîr isim 1. (sözle yapılan) tezahürat. 2. neşe,
keyif. fiil 1. (sözle) tezahürat yapmak. 2.
neşelendirmek.

227
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cheerful cheer.ful çîr'fıl sıfat neşeli, şen, keyifli.


cheerfully cheer.ful.lyzarf neşeyle.
cheerfulness cheer.ful.nessisim neşelilik.
cheerleader cheer.lead.er çîr'lidır isim amigo.
cheerless cheer.less çîr'lîs sıfat neşesiz, keyifsiz.
Cheers! Sağlığınıza!/Şerefe!
cheese cheese çiz isim peynir.
cheeseburger cheese.burg.er çiz'bırgır isim çizburger, peynirli
hamburger.
cheesecake cheese.cake çiz'keyk isim peynirle yapılan bir tür kek.
cheesecloth cheese.cloth çiz'klôth isim tülbent.
cheesy chees.ysıfat peynire benzeyen; peynir kıvamında.
cheetah chee.tah çi'tı isim çita.
chef chef şef isim şef, ahçıbaşı, ahçı.
chem. chem.kısaltma «chemical» chemist chemistry
chemical compound kimya kimyasal bileşim.
chemical engineer kimya kimya mühendisi.
chemical reaction kimya kimyasal reaksiyon.
chemical warfare kimya kimyasal savaş.
chemical chem.i.cal kem'îkıl sıfat, kimya kimyasal. isim, kimya
kimyasal madde.
chemise che.mise şımiz' isim kombinezon, kadın iç gömleği.
chemist chem.ist kem'îst isim 1. kimyager. 2. İngiliz İngilizcesi
eczacı.
chemistry major asıl branşı kimya olan öğrenci.
chemistry chem.is.try kem'îstri isim kimya.
chemotherapy chem.o.ther.a.py kemother'ıpi, kimother'ıpi isim, tıbbi
kemoterapi.
cheque chejue çek isim, İngiliz İngilizcesi çek.
chequered che.juered çek'ırd sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız
checkered
cherish cher.ish çer'îş fiil 1. aziz tutmak. 2. üzerine titremek,
bağrına basmak. 3. beslemek, gütmek.
cherry cher.ry çer'i isim kiraz; vişne.

228
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

chess chess çes isim satranç.


chessboard chess.boardisim satranç tahtası.
chessman chess.manisim satranç taşı.
chest of drawers şifoniyer.
chest chest çest isim 1. göğüs. 2. sandık. 3. kutu.
chestnut chest.nut çes'n^t, çes'nıt isim 1. kestane. 2. kestane
rengi. sıfat kestane rengi, kestane.
chew out azarlamak.
chew the cud geviş getirmek. 2. derin derin düşünmek.
chew the fat çene çalmak.
chew chew çu fiil çiğnemek.
chewing gum çiklet.
chic chic şik, şîk sıfat şık, modaya uygun. isim şıklık.
chicanery chi.can.er.y şîkey'nıri isim hile, şike.
chick chick çîk isim 1. civciv. 2. argo genç kız, piliç.
chicken feed bozuk para, az para.
chicken pox suçiçeği.
chicken chick.en çîk'ın isim piliç, tavuk eti. fiil, argo out
korkudan çekinmek.
chicken-hearted sıfat korkak, ödlek.
chickpea chick.pea çîk'pi isim nohut.
chicory chic.o.ry çîk'ıri isim hindiba, güneğik.
chide chide çayd fiil (chid/chided, chidden/chided)
azarlamak, kusur bulmak.
chief justice danıştay başkanı.
chief chief çif isim şef, amir, reis, baş. sıfat 1. en yüksek
rütbede olan, baş. 2. belli başlı, ana.
chiefly chief.lyzarf başlıca, en çok.
chieftain chief.tain çif'tın isim 1. kabile reisi. 2. başkan, şef.
child child çayld isim (children) 1. çocuk; bebek. 2. çocuksu
kimse. 3. çocuk, evlat.
childbirth child.birth çayld'bırth isim doğum.
childhood child.hood çayld'hûd isim çocukluk dönemi, çocukluk.

229
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

childish child.ish çayl'dîş sıfat 1. çocuksu, çocuğumsu. 2.


çocukça.
childless child.less çayld'lîs sıfat çocuksuz, çocuğu olmayan.
childlike child.like çayld'layk sıfat çocuk gibi, çocuk ruhlu,
çocuksu.
childly child.lyzarf çocukça.
children chil.dren çîl'drın isim bakınız child
child's play kolay iş, çocuk oyuncağı.
Chile Chil.e çîl'i isim Şili.
Chilean isim Şilili. sıfat 1. Şili, Şili'ye özgü. 2. Şilili.
chili chil.i çîl'i isim kırmızıbiber.
chill chill çîl isim 1. soğuk. 2. titreme, üşüme, ürperme. sıfat
1. üşütücü. 2. soğuk. fiil 1. üşümek, ürpermek; üşütmek.
2. (yiyecek, içecek) soğutmak.
chilled to the marrow soğuk iliğine geçmiş, iliğine kadar üşümüş.
chilliness chill.i.nessisim 1. soğuk. 2. soğuk davranış.
chilly chill.y çîl'i sıfat serin, soğuk, üşütücü. zarf soğuk bir
şekilde.
chime chime çaym isim 1. çan sesi; zil sesi. 2. melodi. 3.
ahenk, uyum. fiil (çan) ahenkle çalmak.
chimerical chi.mer.i.cal kımer'îkıl, kaymer'îkıl sıfat hayali, gerçek
olmayan.
chimney sweep baca temizleyicisi.
chimney chim.ney çîm'ni isim 1. baca. 2. lamba şişesi. 3. krater,
yanardağ ağzı.
chimpanzee chim.pan.zee çîmpänzi' isim şempanze.
chin chin çîn isim çene.
china closet tabak dolabı.
china chi.na çay'nı isim porselen, seramik, çini.
Chinese Chi.nese çayniz' isim (Chinese) 1. Çinli. 2. Çince. sıfat
1. Çin, Çin'e özgü. 2. Çince. 3. Çinli.
chink chink çîngk isim yarık, çatlak.

230
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

chip chip çîp isim 1. yonga, çentik. 2. İngiliz İngilizcesi


patates kızartması, cips. 3. bilgisayar çip, yonga. fiil
yontmak, çentmek, budamak, şekil vermek.
chipmunk chip.munk çîp'm^ngk isim amerikasincabı.
chirp chirp çırp fiil 1. cıvıldamak. 2. cırıldamak, cırlamak.
isim 1. cıvıltı. 2. cırıltı.
chisel chis.el çîz'ıl isim keski, kalem. fiil kalemle oymak.
chitchat chit.chat çît'çät isim, konuşma dili (sohbette geçen)
sözler: Enough of this chitchat; we'd better get to work.
Bu kadar muhabbet yeter. Artık çalışsak iyi olur. fiil
sohbet etmek, muhabbet etmek, çene çalmak.
chivalric chiv.al.ric şîv'ılrîk sıfat şövalye gibi, nazik, cömert,
cesur.
chivalrous chiv.al.rous şîv'ılrıs sıfat şövalye gibi, nazik, cömert,
cesur.
chivalry chiv.al.ry şîv'ılri isim 1. şövalyelik. 2. cömertlik. 3.
cesaret.
chive chive çayv isim frenksoğanı.
chlorinate chlo.rin.ate klôr'ıneyt fiil klorlamak.
chlorine chlo.rine klôr'in, klôr'în isim, kimya klor.
chloroform chlo.ro.form klôr'ıfôrm isim, kimya kloroform. fiil
kloroformla uyutmak.
chock full ağzına kadar dolu.
chocolate cake çikolatalı kek.
chocolate choc.o.late çôk'lît, çôk'ılît isim çikolata: a piece of
chocolate candy bir çikolata. sıfat çikolatalı.
choice choice çoys isim 1. seçme, seçiş. 2. seçilen kimse veya
şey: He was our choice. Bizim seçtiğimiz oydu. 3.
seçenek, şık, alternatif; çare: You've no other choice.
Başka çaren yok. Won't you give me another choice?
Bana başka bir alternatif tanımaz mısınız? sıfat 1. çok
kaliteli, ekstra, lüks (sebze, meyve, et v.b.). 2. iyi
seçilmiş. 3. iğneli, kırıcı (söz).
choir choir kwayr isim kilise korosu, koro.

231
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

choke back one's tears gözyaşlarını tutmak.


choke down one's rage öfkesini bastırmak.
choke up tıkanmak. 2. heyecandan konuşamamak, nutku
tutulmak.
choke choke çok fiil boğmak, nefesini kesmek; tıkamak,
boğulmak; tıkanmak. isim 1. boğulma; tıkanma. 2.
otomotiv qikle.
cholera chol.er.a kal'ırı isim kolera.
cholesterol cho.les.ter.ol kıles'tırol isim kolesterol.
choose choose çuz fiil (chose, chosen) seçmek, tercih etmek,
istemek.
choosey choos.ey çu'zi sıfat titiz, zor beğenen, müşkülpesent.
choosy choos.y çu'zi sıfat titiz, zor beğenen, müşkülpesent.
chop down kesip düşürmek.
chop up kıymak, doğramak. 2. (odun) yarmak.
chop chop çap fiil (chopped, chopping) 1. balta ile parçalara
ayırmak. 2. parçalamak, kesmek. 3. kıymak, doğramak.
isim pirzola: lamb chop kuzu pirzolası.
chopper chop.per çap'ır isim 1. kısa saplı balta, satır. 2. argo
helikopter.
choppy chop.py çap'i sıfat 1. değişken, yön değiştiren (rüzgâr).
2. çırpıntılı (deniz, göl).
choral cho.ral kôr'ıl sıfat 1. koro ile ilgili. 2. koro tarafından
söylenen. 3. koro için yazılmış.
chorale cho.rale kôräl' isim, müzik koral.
chord chord kôrd isim 1. çalgı teli, kiriş. 2. müzik akort.
chore chore çôr isim 1. küçük bir iş. 2. çoğul bir evin veya
çiftliğin günlük işleri. 3. güç ve tatsız iş.
choreographer cho.re.og.ra.pher koriyag'rıfır isim koreograf, koregraf.
choreography cho.re.og.ra.phy koriyag'rıfi isim koreografi, koregrafi.
chorus cho.rus kôr'ıs isim 1. koro, koro topluluğu. 2. (müzik
eseri) koro. 3. koro, şarkının koro bölümü.
chose chose çoz fiil bakınız choose
chosen cho.sen ço'zın fiil bakınız choose sıfat seçilmiş.

232
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

chow chow çau isim, konuşma dili yemek.


Christ Christ krayst isim Mesih, İsa.
Christendom Chris.ten.dom krîs'ındım isim Hristiyanlık, Hristiyan
âlemi.
Christian name ad, isim: Her Christian name is Fanny, and her family
name is Burney. Adı Fanny, soyadı Burney.
Christian Chris.tian krîs'çın sıfat, isim Hrıstiyan.
Christianity Chris.ti.an.i.ty krîsçiyän'ıti isim Hristiyanlık.
Christmas Eve Noel arifesi.
Christmas tree Noel ağacı.
Christmas Christ.mas krîs'mıs isim Noel.
chromatic chro.mat.ic kromät'îk sıfat 1. renklerle ilgili, kromatik.
2. müzik kromatik.
chrome chrome krom isim krom.
chromium chro.mi.um kro'miyım isim, kimya krom.
chromosome chro.mo.some kro'mısom isim kromozom.
chronic chron.ic kran'îk sıfat kronik, müzmin, süreğen.
chronicle chron.i.cle kran'îkıl isim kronik, tarih.
chronological chron.o.log.i.cal kranılac'îkıl sıfat kronoloqik.
chronologically chron.o.log.i.cal.lyzarf tarih sırasına göre.
chronology chro.nol.o.gy krınal'ıci isim kronoloqi.
chronometer chro.nom.e.ter krınam'ıtır isim kronometre, süreölçer.
chrysanthemum chry.san.the.mum krîsän'thımım isim kasımpatı,
krizantem.
chubby chub.by ç^b'i sıfat tombul.
chuck chuck ç^k fiil, konuşma dili 1. atmak, fırlatmak. 2.
çöpe atmak. 3. istifa etmek.
chuckle chuck.le ç^k'ıl fiil kıkır kıkır gülmek, kendi kendine
gülmek. isim kıkırdama.
chum chum ç^m isim yakın arkadaş, ahbap, dost. fiil
(chummed, chumming) 1. dost olmak. 2. aynı odayı
paylaşmak.
chump chump ç^mp fiil çiğnemek.

233
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

chunk chunk ç^ngk isim 1. külçe, yığın, topak. 2. konuşma


dili tıknaz adam.
church church çırç isim 1. kilise. 2. kilise ayini. 3. Hristiyanlık
mezhep. 4. cemaat.
churchwarden church.war.den çırç'wôrdın isim kilise idame amiri.
churchyard church.yard çırç'yard isim kilise bahçesi.
churl churl çırl isim 1. kaba adam. 2. köylü.
churlish churl.ishsıfat kaba, terbiyesiz.
churn churn çırn isim 1. yayık. 2. süt kabı. fiil (sütü) yayıkta
çalkalamak.
CIA CIA si'ay'ey' kısaltma Central Intelligence Agency.
cicada ci.ca.da sîkey'dı, sîka'dı isim ağustosböceği.
cider ci.der say'dır isim elma suyu; elma şarabı.
cigar ci.gar sîgar' isim puro.
cigarette lighter çakmak.
cigarette cig.a.rette sîgıret' isim sigara.
cinch cinch sînç isim 1. at kolanı. 2. konuşma dili sıkıca
tutma, kavrama. 3. argo elde bir; çantada keklik.
cinder block cüruf briketi.
cinder cin.der sîn'dır isim 1. cüruf, yanmış kömür artığı. 2.
çoğul kül.
Cinderella Cin.der.el.la sîndırel'ı isim 1. Külkedisi. 2. güzelliği ve
değeri anlaşılmamış kız.
cinema cin.e.ma sîn'ımı isim, İngiliz İngilizcesi 1. sinema,
sinema salonu. 2. sinema endüstrisi.
cinnamon cin.na.mon sîn'ımın isim tarçın.
cipher ci.pher say'fır isim 1. sıfır. 2. solda sıfır, hiç. 3. şifre.
circa cir.ca sır'kı edat dolaylarında, takriben, aşağı yukarı.
kısaltma ca./c./c .
Circassian Cir.cas.sian sırkäş'ın isim, sıfat 1. Çerkez. 2. Çerkezce.
circle cir.cle sır'kıl isim 1. daire, çember, halka. 2. devir. 3.
çevre, muhit, grup. fiil 1. etrafını çevirmek, kuşatmak.
2. halka olmak. 3. daire içine almak. 4. etrafında
dolaşmak. 5. devretmek, dönmek.

234
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

circuit breaker elektrik devre kesici anahtar.


circuit cir.cuit sır'kît isim 1. daire. 2. ring seferi. 3. elektrik
devre.
circuitous cir.cu.i.tous sırkyu'wıtıs sıfat dolaylı, dolambaçlı.
circuitously cir.cu.i.tous.lyzarf dolaylı olarak.
circuitousness cir.cu.i.tous.nessisim dolaylılık.
circular note genelge, sirküler. 2. bir tür kredi mektubu.
circular saw yuvarlak testere.
circular cir.cu.lar sır'kyılır sıfat 1. dairesel, yuvarlak. 2. dolaylı,
dolambaçlı.
circulate cir.cu.late sır'kyıleyt fiil 1. deveran etmek, dolaşmak. 2.
dağıtmak, elden ele geçirmek. 3. dolaştırmak.
circulating library dışarıya ödünç kitap veren kütüphane.
circulation cir.cu.la.tion sırkyıley'şın isim 1. dolaşım, devir,
deveran, cereyan. 2. kan dolaşımı. 3. tedavül, dolanım,
sirkülasyon. 4. dağıtım miktarı, tiraj.
circumcise cir.cum.cise sır'kımsayz fiil sünnet etmek.
circumcision cir.cum.ci.sion sırkımsîq'ın isim sünnet.
circumference cir.cum.fer.ence sırk^m'fırıns isim daire çevresi;
çember.
circumflex cir.cum.flex sır'kımfleks isim, dilbilgisi inceltme
işareti; uzatma işareti; düzeltme işareti, _konuşma dili_
şapka.
circumnavigate cir.cum.nav.i.gate sırkımnäv'ıgeyt fiil denizden etrafını
dolaşmak.
circumscribe cir.cum.scribe sırkımskrayb' fiil 1. daire içine almak. 2.
sınırlamak.
circumspect cir.cum.spect sır'kımspekt sıfat dikkatli, sakıngan,
ihtiyatlı, tedbirli.
circumspection cir.cum.spec.tion sırkımspek'şın isim dikkat, ihtiyat.
circumstance cir.cum.stance sır'kımstäns isim 1. durum, hal,
keyfiyet, koşul, şart, vaziyet. 2. olay, vaka.
circumstantial evidence ikinci derecede kanıt.

235
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

circumstantial cir.cum.stan.tial sırkımstän'şıl sıfat 1. durumla ilgili. 2.


ikinci derecede önemi olan. 3. ayrıntılı.
circumvent cir.cum.vent sırkımvent' fiil 1. tekerine çomak sokmak,
kösteklemek. 2. atlatmak, kaçınmak.
circus cir.cus sır'kıs isim 1. sirk. 2. İngiliz İngilizcesi meydan.
3. gösteri, numara.
cistern cis.tern sîs'tırn isim sarnıç, mahzen, su deposu.
cit. cit.kısaltma «citation» cited citizen
citadel cit.a.del sît'ıdıl isim hisar, kale.
citation ci.ta.tion saytey'şın isim 1. alıntılama, aktarma, iktibas.
2. alıntı, aktarma. 3. celp, mahkemeye çağrı. 4. celp
kâğıdı.
citizen cit.i.zen sît'ızın isim 1. uyruk, vatandaş, tebaa. 2.
hemşeri.
citizenship cit.i.zen.shipisim uyrukluk, vatandaşlık, tabiiyet.
citric acid sitrik asit.
citric cit.ric sît'rîk sıfat bakınız citric acid
citron cit.ron sît'rın isim ağaçkavunu.
citrus fruit turunçgillerden bir meyve.
citrus cit.rus sît'rıs sıfat turunçgillere ait. isim (citrus)
turunçgillere ait ağaç veya meyve.
city block kesişen sokaklarla ayrılan blok.
city manager belediye başkanı.
city planner şehir mimarı.
city cit.y sît'i isim şehir, kent.
city-state cit.y-stateisim şehir devleti, site.
civic center hükümet binaları, mahkeme, kütüphane v.b.'nin
bulunduğu şehir merkezi.
civic civ.ic sîv'îk sıfat 1. şehre ait, belediye ile ilgili. 2.
yurttaşlık ile ilgili.
civics civ.icsisim yurttaşlık bilgisi, yurt bilgisi.
civil defense sivil savunma.
civil engineer inşaat mühendisi.
civil engineering inşaat mühendisliği.

236
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

civil law hukuk 1. medeni hukuk. 2. Roma hukuku.


civil liberty insan hakları.
civil marriage medeni nikâh.
civil rights vatandaşlık hakları.
civil servant İngiliz İngilizcesi devlet memuru.
civil service sivil devlet memurları.
civil war iç savaş.
civil civ.il sîv'ıl sıfat 1. vatandaşlarla ilgili. 2. hükümete ait,
milli. 3. sivil. 4. bireysel, ferdi. 5. uygar, medeni. 6.
nazik, kibar.
civilian ci.vil.ian sıvîl'yın isim sivil.
civilisation civ.i.li.sa.tion sîvılayzey'şın isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız civilization
civility ci.vil.i.ty sıvîl'ıti isim nezaket, kibarlık, terbiye.
civilization civ.i.li.za.tion sîvılızey'şın isim uygarlık, medeniyet.
civilize civ.i.lize sîv'ılayz fiil 1. uygarlaştırmak,
medenileştirmek. 2. aydınlatmak.
civilized civ.i.lized sîv'ılayzd sıfat 1. uygar, medeni. 2. kibar,
nazik, ince.
clad clad kläd fiil bakınız clothe
claim for damages tazminat davası. 2. tazminat talebi.
claim claim kleym isim 1. talep, iddia. 2. hak. 3. sigorta
poliçesi üstünden ödenecek para. fiil 1. hak talep etmek,
istemek. 2. iddia etmek. 3. sahip çıkmak.
claimant claim.antisim davacı; hak iddia eden; talep sahibi.
clairvoyance clair.voy.ance klervoy'ıns isim 1. kehanet. 2. gaipten
haber verme.
clairvoyant clair.voy.ant klervoy'ınt isim kâhin.
clam clam kläm isim tarak, deniz tarağı.
clamber clam.ber kläm'bır, kläm'ır fiil tırmanmak, güçlükle
tırmanmak.
clammy clam.my kläm'i sıfat 1. yapış yapış. 2. soğuk ve nemli.

237
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

clamor clam.or kläm'ır isim 1. haykırma, feryat, yaygara. 2.


gürültü. fiil haykırmak, feryat etmek, yaygara
koparmak.
clamorous clam.or.oussıfat gürültülü.
clamour clam.our kläm'ır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
clamor
clamp clamp klämp isim mengene, kenet, sıkıştırıcı, kıskaç.
fiil mengene ile sıkıştırmak.
clan clan klän isim klan, boy, kabile.
clandestine clan.des.tine kländes'tîn sıfat gizli, el altından yapılan.
clandestinely clan.des.tine.lyzarf gizlice, el altından.
clang clang kläng fiil 1. çınlamak; çınlatmak. 2. yüksek sesle
çalmak.
clank clank klängk isim şıngırtı; tangırtı. fiil şıngırdamak;
tangırdamak.
clap clap kläp isim 1. el çırpma. 2. gök gürültüsü, gök
gürlemesi. 3. elle vuruş, şaplak. 4. argo belsoğukluğu.
fiil (clapped, clapping) 1. el çırpmak, alkışlamak. 2. elle
vurmak, şaplak indirmek.
claret clar.et kler'ıt isim kırmızı Bordo şarabı.
clarification clar.i.fi.ca.tion klerıfıkey'şın isim aydınlatma,
açıklama.
clarify clar.i.fy kler'ıfay fiil aydınlatmak, açıklamak;
aydınlanmak.
clarinet clar.i.net klerınet' isim, müzik klarnet.
clarinetist clar.i.net.istisim klarnetçi.
clarity clar.i.ty kler'ıti isim açıklık, vuzuh, berraklık.
clash clash kläş fiil 1. (madeni şeyler) birbirine çarpmak;
(madeni şeyleri) birbirine çarpmak. 2. çarpışmak,
çatışmak, çarpışıp savaşmak; dövüşmek. 3. mücadeleye
girişmek; birbiriyle mücadele etmek. 4. birbiriyle iyi
gitmemek, yakışmamak; with ile iyi gitmemek, -e
yakışmamak. 5. aynı zamana rastlamak; çatışmak; with

238
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ile çatışmak. isim 1. çarpışma, çatışma. 2. birbirine


çarpan madeni şeylerin çıkardığı ses.
clasp knife büyük çakı, sustalı bıçak.
clasp clasp kläsp isim 1. toka, kopça. 2. kucaklama, sarılma.
fiil 1. toka ile tutturmak, kopçalamak. 2. kucaklamak,
sarılmak.
class class kläs isim 1. sınıf, tabaka, zümre. 2. kast. 3. çeşit,
tür. 4. takım, grup. 5. sınıf; ders.
classic clas.sic kläs'îk sıfat klasik. isim klasik eser, klasik.
classical clas.si.cal kläs'îkıl sıfat klasik.
classification classificationisim 1. sınıflama, bölümleme. 2. kategori,
sınıf.
classified advertisements küçük ilanlar.
classify clas.si.fy kläs'ıfay fiil sınıflara ayırmak, sınıflamak,
bölümlemek, tasnif etmek.
classmate class.mate kläs'meyt isim sınıf arkadaşı.
classroom class.room kläs'rum isim sınıf, dershane, derslik.
clatter clat.ter klät'ır fiil takırdatmak, çatırdatmak; takırdamak.
isim patırtı, takırtı, gürültü.
clause clause klôz isim 1. madde, bent, hüküm, fıkra, şart. 2.
dilbilgisi cümle veya yancümle ya da bazı geçmiş
zaman sıfatfiilleri gibi bir özne ve ona ait bir fiilden
oluşan kelime grubu.
clavicle clav.i.cle kläv'ıkıl isim köprücükkemiği, köprücük.
claw hammer domuz tırnağı çekiç.
claw claw klô isim pençe, tırnak. fiil yırtmak, tırmalamak,
pençe atmak.
clay clay kley isim kil, balçık.
clean out temizlemek.
clean up temizlemek.
clean clean klin sıfat 1. temiz, pak. 2. halis, saf, arı. 3.
kusursuz. 4. engelsiz, açık. 5. masum, temiz ahlaklı. 6.
yenebilir (av eti v.b.). 7. düzgün, biçimli. fiil

239
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

temizlemek, paklamak, arıtmak; temizlenmek,


paklanmak, arınmak. zarf tamamen, bütünüyle.
cleaner clean.er klin'ır isim 1. temizlikçi. 2. temizleyici madde.
cleanliness clean.li.ness klen'lînıs isim temizlik.
cleanly clean.ly klin'li zarf temiz bir şekilde, temizce.
cleanse cleanse klenz fiil temizlemek.
cleanser cleans.erisim 1. temizleyici madde. 2. sabun.
clear conscience vicdan rahatlığı.
clear off konuşma dili sıvışmak, tüymek.
clear out konuşma dili sıvışmak, tüymek. 2. toplayıp atmak.
clear the air şüpheleri gidermek.
clear the table sofrayı kaldırmak.
clear thinker mantıklı düşünen kimse.
clear up çözmek, halletmek, açıklığa kavuşturmak; çözülmek. 2.
temizlemek. 3. (hastalığı) gidermek; (hastalık) geçmek.
clear clear klîr sıfat 1. şeffaf, saydam; duru. 2. bulutsuz, açık
(gök). 3. pürüzsüz (cilt). 4. kolaylıkla anlaşılan veya
duyulan, net, açık: His instructions were juite clear.
Verdiği talimat çok açıktı. She's got a clear voice. Net
bir sesi var. 5. belli, aşikâr, açık, belirgin, bariz: That's a
clear instance of what I was talking about. Bahsettiğim
konunun açık bir örneğidir o. It's clear you've made a
mistake. Hata yaptığın belli. 6. açık, boş: The top of his
desk is never clear. Yazı masasının üstü hiç boş
kalmıyor. 7. açık, engelsiz: With all this snow the roads
won't be clear for days. Kar bu kadar çok olduğu için
yollar günlerce açılmaz. 8. (zaman açısından) boş, dolu
olmayan: This Thursday's a clear day for me. Bu
perşembe benim için boş. zarf to ta -e kadar She could
see clear to Büyükada. Ta Büyükada'ya kadar
görebiliyordu. isim bakınız be in the clear fiil 1. (bir
şeyi) (bir yerden) kaldırmak, uzaklaştırmak veya yok
etmek: Clear the table! Sofrayı kaldır! We need to clear
the area. Çevreden herkesi uzaklaştırmamız lazım. He's

240
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

clearing the steps of snow. Merdivenlerdeki karları


temizliyor. They cleared a space in the middle of the
room. Odanın ortasında bir yer açtılar. Clear the way!
Yol ver! It really clears your nostrils. Burnunun
deliklerini bayağı açar. 2. (birinin) masumiyetini
göstermek; of (birinin) (bir suçun) faili olmadığını
göstermek. 3. izin vermek; with (birinden) (bir şey için)
izin almak: Have you cleared this with him? Bunun için
ondan izin aldın mı? 4. (bir şeyin) üstünden geçmek: >
clearance clear.ance klîr'ıns isim 1. temizleme. 2. açıklık yer. 3.
gümrük muayene belgesi. 4. geminin limanı terketme
izni.
clear-cut clear-cut klîr'k^t' sıfat 1. açık, net. 2. kesin. fiil (ağaçlık
bir alandaki) tüm ağaç ve çalıları kesmek, (ağaçlık bir
alanı) tıraşlama kesmek.
clearing clear.ing klîr'îng isim 1. temizleme işi. 2. açığa
çıkarma. 3. aydınlatma. 4. açıklık, meydan. 5. takas,
kliring.
cleat cleat klit isim 1. denizcilikle ilgili koçboynuzu. 2.
kıskı, kama, takoz.
cleavage cleav.age kli'vîc isim 1. yarık. 2. yarılma, çatlama. 3.
(kadının) göğüs arası.
cleave cleave kliv fiil (cleaved/clove/cleft,
cleaved/cloven/cleft) yarmak, bölmek; yarılmak,
bölünmek.
cleaver cleav.er kli'vır isim satır, balta.
clef clef klef isim, müzik anahtar.
cleft cleft kleft fiil bakınız cleave isim, sıfat çatlak, yarık,
ayrık.
clemency clem.en.cy klem'ınsi isim 1. merhamet, şefkat. 2.
havanın güneşli ve ılık olması.
clement clem.ent klem'ınt sıfat 1. merhametli, şefkatli. 2.
güneşli ve ılık (hava).

241
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

clench clench klenç fiil 1. (yumruğunu, dişlerini) sıkmak. 2.


sıkıca yakalamak, kavramak.
clergy cler.gy klır'ci isim papazlar.
clergyman cler.gy.man klır'cimın isim (clergymen) papaz.
cleric cler.ic kler'îk isim papaz.
clerical cler.i.cal kler'îkıl sıfat 1. sekretere ait, sekreterlik. 2.
papaza ait.
clerk clerk klırk, [İngiliz İngilizcesi] klark isim 1. tezgâhtar.
2. sekreter.
clever clev.er klev'ır sıfat 1. akıllı. 2. zeki. 3. becerikli.
cleverly clev.er.lyzarf akıllıca, zekice.
cleverness clev.er.nessisim 1. akıllılık. 2. beceriklilik.
clew clew klu isim bakınız clue
cliché cli.ché klişey' isim 1. klişe, basmakalıp söz. 2.
matbaacılık klişe.
click click klîk isim çıt, çıtırtı, tıkırtı. fiil 1. çıtırdamak. 2.
tıkırdamak. 3. bilgisayar fareye (mouse) tıklamak.
client cli.ent klay'ınt isim 1. müvekkil. 2. müşteri.
clientele cli.en.tele klayıntel' isim 1. müvekkiller. 2. müşteriler.
cliff cliff klîf isim uçurum, sarp kayalık.
climate cli.mate klay'mît isim iklim, hava.
climax cli.max klay'mäks isim 1. doruk, zirve. 2. doruk
noktası. 3. orgazm. fiil doruğa ulaşmak; doruğa
ulaştırmak.
climb down inmek.
climb climb klaym fiil 1. tırmanmak. 2. çıkmak. isim 1.
tırmanacak yer. 2. tırmanış, tırmanma.
climber climb.er klay'mır isim 1. tırmanıcı sarmaşık. 2.
konuşma dili toplumda yükselmek isteyen kimse.
clinch clinch klînç fiil 1. perçinlemek. 2. sağlama bağlamak.
3. boks birbirine sarılmak. isim 1. perçinleme. 2. boks
birbirine sarılma. 3. perçinlenmiş çivi.

242
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cling cling klîng fiil (clung) 1. yapışmak, sıkıca sarılmak,


tutunmak. 2. yakınında olmak. 3. (hatıra v.b.'ne) bağlı
olmak.
clinic clin.ic klîn'îk isim klinik.
clinical clin.i.calsıfat klinikle ilgili, klinik.
clink clink klîngk fiil 1. şıngırdamak; şıngırdatmak. 2.
(bardak, kadeh) tokuşturmak. isim 1. şıngırtı. 2.
tokuşturma.

clip someone's wings (ceza olarak) birinin hareket alanını sınırlamak.


clip clip klîp fiil (clipped, clipping) 1. kırkmak. 2. kırpmak.
3. uçlarını kesmek. 4. konuşma dili hızla gitmek. 5.
(gazete, dergi v.b.'nden) kupür kesmek. isim 1. kırkma.
2. kırpma. 3. kesme. 4. konuşma dili hız, sürat.
clipper clip.per klîp'ır isim 1. çoğul (saç, tırnak, çim kesmek
için) makas. 2. tekil hızlı bir yelkenli gemi.
clipping clip.ping klîp'îng isim 1. kırkma. 2. kırpma. 3. kesme.
4. kupür, kesik.
clique clijue klik, klîk isim klik, hizip.
clitoris cli.to.ris klît'ırîs, klay'tırîs isim, anatomi klitoris, bızır.
cloak something in a guise of bir şeyi (başka bir şeyin) kisvesine büründürmek.
cloak cloak klok isim pelerin. fiil bakınız cloak something in
a guise of
cloakroom cloak.roomisim 1. vestiyer. 2. İngiliz İngilizcesi
tuvalet.
clock clock klak isim saat. fiil saat tutmak.
clockmaker clock.makerisim saatçi.
clockwise clock.wisesıfat, zarf saat yelkovanı yönünde.
clockwork clock.workisim saatin makinesi.
clod clod klad isim 1. toprak veya çamur parçası, kesek. 2.
budala, sersem.
clog clog klag fiil (clogged, clogging) 1. tıkamak; tıkanmak.
2. engel olmak, köstek vurmak; engel lemek.

243
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cloister clois.ter kloys'tır isim 1. revaklı avlu. 2. revak,


kemeraltı. 3. manastır. fiil 1. manastıra kapatmak. 2.
tecrit etmek, ayırmak.
close call konuşma dili paçayı zor kurtarma.
close combat göğüs göğüse çarpışma.
close contest beraberliğe yakın oyun veya yarış.
close down kapamak, kapatmak; kapanmak.
close game beraberliğe yakın oyun veya yarış.
close haircut kısa saç tıraşı.
close in on -in etrafını çevirmek.
close out hepsini satmak, indirimli satmak.
close resemblance yakın benzerlik.
close shave sinek kaydı traş. 2. konuşma dili paçayı zor kurtarma.
close the deal anlaşmaya varmak.
close up kapatmak; kapanmak. 2. birbirine yaklaşmak.
close close kloz fiil 1. kapamak, kapatmak; kapanmak. 2.
tıkamak, doldurmak. 3. son vermek, bitirmek; sona
ermek, bitmek.
closed circuit elektrik kapalı devre.
closed season avlanmanın yasak olduğu mevsim.
closed shop yalnız sendika üyelerini çalıştıran fabrika.
closed closed klozd sıfat kapalı.
close-fisted close-fist.ed klos'fîs'tîd sıfat cimri, eli sıkı.
close-fitting close-fit.ting klos'fît'îng sıfat dar, üste oturan (giysi).
close-mouthed close-mouthed klos'maudhd' sıfat sıkı ağızlı, ağzı sıkı.
closet communist gizli komünist.
closet homosexual gizli homoseksüel.
closet clos.et klaz'ît isim (gardırop işlevi gören sandık odası
gibi) gömme dolap, yüklük. sıfat, konuşma dili gizli,
gizli tutulan; aleni olmayan. fiil bakınız be closeted
with
clot clot klat isim pıhtı. fiil (clotted, clotting) 1.
pıhtılaşmak; top top olmak; (süt) kesilmek. 2.
pıhtılaştırmak.

244
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cloth cloth klôth isim kumaş, bez, örtü.


clothe clothe klodh fiil (clothed/clad) 1. giydirmek. 2. üstünü
örtmek, kaplamak.
clothes basket çamaşır sepeti.
clothes moth elbise güvesi.
clothes clothes kloz, klodhz isim, çoğul giysiler, elbiseler.
clotheshorse clotheshorseisim çamaşır askısı.
clothesline clotheslineisim çamaşır ipi.
clothes-peg clothes-pegisim, İngiliz İngilizcesi çamaşır mandalı.
clothespin clothes.pinisim mandal.
clothing cloth.ing klo'dhîng isim giyim eşyası, giysiler,
elbiseler.
cloud cloud klaud isim 1. bulut. 2. duman veya toz bulutu. 3.
leke. fiil 1. bulutla kaplamak, karartmak, örtmek;
bulutlanmak, kararmak. 2. gölgelemek. 3. lekelemek. 4.
şüphe altında bırakmak.
cloudburst cloud.burstisim sağanak.
cloud-capped cloud-cappedsıfat bulutlu, bulutlarla kaplı (dağ tepesi).
cloudy cloudysıfat 1. bulutlu. 2. dalgalı (mermer). 3. dumanlı.
4. bulanık. 5. karanlık, açık olmayan. 6. şüphe altında;
töhmet altında.
clout clout klaut isim, konuşma dili 1. yumruk, tokat. 2.
nüfuz. fiil 1. yumruk indirmek, tokat atmak. 2. beysbol
(topa) hızla vurmak.
clove clove klov isim karanfil (baharat).
clover clo.ver klo'vır isim yonca.
clown clown klaun isim palyaço, soytarı. fiil soytarılık etmek.
clownish clown.ishsıfat soytarı gibi.
clownishness clown.ish.nessisim soytarılık.
club club kl^b isim 1. sopa, çomak; cop. 2. kulüp, dernek. 3.
iskambil oyunları sinek, ispati. fiil (clubbed, clubbing)
coplamak; sopalamak.
clubfoot club.footisim yumru ayak.
cluck cluck kl^k fiil gıdaklamak. isim gıdaklama.

245
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

clue clue klu isim ipucu, iz, anahtar.


clump clump kl^mp isim yığın, küme. fiil 1. yığmak,
kümelemek. 2. ağır adımlarla yürümek.
clumsily clum.si.lyzarf hantalca.
clumsiness clum.si.nessisim hantallık.
clumsy clum.sy kl^m'zi sıfat hantal, beceriksiz, sakar.
clung clung kl^ng fiil bakınız cling
cluster clus.ter kl^s'tır isim 1. salkım, hevenk. 2. tutam, demet.
3. küme, grup. fiil 1. salkım haline getirmek. 2. demet
yapmak. 3. kümelenmek, bir araya toplanmak.
clutch at straws ümitsizlik içinde her çareye başvurmak.
clutch pedal otomotiv debriyaq pedalı.
clutch clutch kl^ç isim 1. kavrama, sıkıca tutma. 2. makine
kenet, ambreyaq. 3. otomotiv debriyaq. fiil 1.
kavramak, yakalamak. 2. kapmak.
clutter clut.ter kl^t'ır fiil darmadağınık etmek, yığmak,
düzensizce atmak. isim dağınıklık, karışıklık.
cm. cm.kısaltma centimeter
Co. Co.kısaltma «company» county
coach coach koç isim 1. spor antrenör, çalıştırıcı. 2. özel
öğretmen. fiil yetiştirmek, antrenörlük etmek, özel ders
vermek.
coagulate co.ag.u.late kowäg'yıleyt fiil pıhtılaşmak;
pıhtılaştırmak.
coal coal kol isim kömür.
coalesce co.a.lesce kowıles' fiil birleşmek, yekvücut olmak.
coalescence co.ales.cenceisim birleşme, birleşim.
coalescent co.ales.centsıfat birleşmek üzere olan.
coalition co.a.li.tion kowılîş'ın isim koalisyon, birleşme.
coarse coarse kôrs sıfat 1. adi, bayağı, kaba. 2. kalın. 3.
terbiyesiz. 4. hissiz. 5. işlenmemiş.
coarsely coarse.lyzarf kabaca.
coarsen coars.en kôr'sın fiil kabalaşmak; kabalaştırmak.
coarseness coarse.nessisim 1. kabalık. 2. terbiyesizlik.

246
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Coast Guard sahil koruma.


coast coast kost isim sahil, deniz kıyısı. fiil 1. (kayak,
bisiklet) yokuş aşağı inmek veya kaymak. 2.
denizcilikle ilgili kıyı boyunca gitmek.
coastal coast.alsıfat kıyı, sahil, kıyısal.
coastline coast.lineisim kıyı boyu.
coat hanger elbise askısı, askı.
coat of paint bir kat boya.
coat rack portmanto, askılık.
coat coat kot isim 1. palto, ceket. 2. kat, tabaka. fiil
kaplamak; bir tabaka (boya v.b.) sürmek.
coating coat.ingisim 1. tabaka, kat. 2. paltoluk kumaş.
coax something out of someone birini tatlı sözlerle kandırarak bir şey elde etmek.
coax coax koks fiil 1. tatlı sözlerle kandırmak, gönlünü
yapmak. 2. dil dökmek.
cob cob kab isim mısır koçanı.
cobalt co.balt ko'bôlt isim kobalt.
cobble cob.ble kab'ıl isim kaldırım taşı. fiil 1. kaldırım taşı
döşemek. 2. ayakkabı tamir etmek.
cobbler cob.blerisim ayakkabı tamircisi.
cobblestone cob.ble.stoneisim parke taşı, kaldırım taşı.
cobra co.bra ko'brı isim kobra yılanı.
cobweb cob.web kab'web isim örümcek ağı.
cocaine co.caine kokeyn', ko'keyn isim kokain.
cock one's hat şapkayı yana yatırmak.
cock cock kak isim 1. horoz. 2. erkek kuş. 3. musluk. 4.
tüfek horozu, tabanca horozu. 5. argo penis, kamış. fiil
tüfek horozunu çekmek. sıfat erkek.
cock-a-doodle-doo cock-a-doo.dle-doo kak'ıdudıldu' isim horoz ötüşü,
kukuriku.
cock-and-bull story palavra, martaval.
cockchafer cock.chaf.er kak'çeyfır isim mayısböceği.
cockerel cock.er.el kak'ırıl isim yavru horoz.

247
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cockeyed cock.eyed kak'ayd isim 1. şaşı gözlü. 2. çarpık, eğri. 3.


argo saçma. 4. argo küfelik.
cockfight cock.fight kak'fayt isim horoz dövüşü.
cockpit cock.pit kak'pît isim 1. pilot kabini. 2. denizcilikle ilgili
alçak güverte, kokpit. 3. horoz dövüşlerinin yapıldığı
yer.
cockroach cock.roach kak'roç isim hamamböceği.
cockscomb cocks.comb kaks'kom isim 1. horoz ibiği. 2. botanik
horozibiği. 3. züppe.
cocksure cock.sure kak'şûr sıfat kendinden fazla emin, kendine
fazla güvenen.
cocktail cock.tail kak'teyl isim kokteyl.
cocky cock.y kak'i sıfat, konuşma dili kendini beğenmiş.
coco co.co ko'ko isim hindistancevizi.
cocoa bean kakao tohumu.
cocoa butter kakao yağı.
cocoa co.coa ko'ko isim 1. kakao. 2. kakao rengi. 3. sütlü
kakao.
coconut palm hindistancevizi ağacı.
coconut co.co.nut ko'kın^t, ko'kınıt isim büyükhindistancevizi,
hindistancevizi.
cocoon co.coon kıkun' isim koza.
cod cod kad isim morina.
coddle cod.dle kad'ıl fiil 1. üstüne titremek, ihtimam
göstermek. 2. hafif ateşte kaynatmak.
code of honor ahlak kuralları.
code code kod isim 1. kanun, kanunname. 2. şifre; kod. fiil
1. kanun haline getirmek. 2. şifre ile yazmak; kodlamak.
codeine co.deine ko'din, ko'dîyin isim kodein.
codger codg.er kac'ır isim, konuşma dili moruk, pinpon adam.
codification cod.i.fi.ca.tionisim kanun halinde toplama.
codify cod.i.fy kad'ıfay, ko'dıfay isim 1. kanun halinde
toplamak. 2. bir sisteme bağlamak.
cod-liver oil balıkyağı.

248
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

coed co.ed ko'wed isim, konuşma dili karma bir üniversitede


okuyan kız öğrenci. sıfat, konuşma dili bakınız
coeducational
coeducation co.ed.u.ca.tion kowecûkey'şın isim karma eğitim.
coeducational co.ed.u.ca.tion.alsıfat karma eğitime ait; karma
eğitimin uygulandığı bir okulda okuyan; karma eğitim
uygulayan.
coefficient co.ef.fi.cient kowıfîş'ınt isim katsayı.
coequal co.e.jual kowi'kwıl isim eş. sıfat 1. eşit, müsavi. 2.
akran, denk.
coerce co.erce kowırs' isim zorlamak, mecbur etmek.
coercion co.er.cionisim zorlama, baskı.
coercive co.er.cive kowır'sîv sıfat zorlayıcı.
coexist co.ex.ist kowîgzîst' fiil bir arada var olmak.
coexistence co.ex.is.tenceisim bir arada var oluş.
coffee bean kahve çekirdeği.
coffee cup (alafranga) kahve fincanı.
coffee grounds kahve telvesi.
coffee mill kahve değirmeni.
coffee of a kind kahveye benzer bir şey.
coffee shop kahve, çay, tatlı, sandviç ve hafif yemekler sunan
lokanta.
coffee spoon tatlı kaşığı.
coffee store kurukahveci dükkânı, kurukahveci.
coffee table sehpa.
coffee cof.fee kôf'i, kaf'i isim kahve.
coffeepot cof.fee.potisim kahve demliği.
coffer cof.fer kôf'ır isim sandık, kasa, kutu.
coffin cof.fin kôf'în isim tabut.
cog cog kag isim çark dişi, diş.
cogency co.gen.cy ko'cınsi isim inandırıcılık, ikna kuvveti.
cogent co.gent ko'cınt sıfat inandırıcı, ikna edici.
cogitate cog.i.tate kac'ıteyt fiil düşünmek, düşünüp taşınmak,
tasarlamak.

249
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cognac co.gnac kon'yäk isim kanyak, konyak.


cognisance cog.ni.sance kag'nızıns isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
cognizance

cognisant cog.ni.sant kag'nızınt sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız


cognizant
cognition cog.ni.tion kagnîş'ın isim, ruhbilim biliş.
cognizance cog.ni.zance kag'nızıns isim 1. farkına varma. 2.
kavrama.
cognizant cog.ni.zant kag'nızınt sıfat bakınız be cognizant of
cogwheel cog.wheelisim dişli çark.
cohere co.here kohîr' fiil 1. yapışmak, kaynaşmak. 2. uyum
içinde olmak, uyuşmak. 3. birbirini tutmak, tutarlı
olmak.
coherence co.her.ence kohîr'ıns isim tutarlılık, tutarlık,
mantıklılık.
coherent co.her.ent kohîr'ınt sıfat 1. yapışkan. 2. tutarlı, mantıklı.
3. kolay anlaşılır. 4. fizik koherent, eşevreli.
coherently co.her.ent.lyzarf tutarlı olarak.
cohesion co.he.sion kohi'qın isim 1. yapışıklık, yapışma. 2.
uyum içinde olma, uyuşma. 3. fizik kohezyon.
cohesive co.he.sive kohi'sîv sıfat 1. yapışmış; birleşmiş. 2. uyum
sağlayan. 3. fizik kohezif.
cohort co.hort ko'hôrt isim 1. hempa, suç ortağı. 2. yandaş,
taraftar, destekçi. 3. (insanlardan oluşan) grup.
coiffeur coif.feur kwaför' isim kuaför, kadın berberi olan erkek.
coiffure coif.fure kwafyûr' isim saç biçimi, saç tuvaleti.
coil coil koyl isim 1. kangal. 2. denizcilikle ilgili roda. 3.
halka, kangal şeklinde boru. 4. halka şeklinde kıvrılmış
saç. 5. elektrik bobin. fiil 1. sarmak, kangallamak;
sarılmak, kangallanmak. 2. denizcilikle ilgili roda
etmek.
coin coin koyn isim madeni para. fiil 1. madeni para
basmak. 2. (sözcük, söz) türetmek.

250
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

coincide co.in.cide kowînsayd' fiil 1. with ile rastlaşmak, aynı


zamana rastlamak, çatışmak. 2. uymak, bir olmak. 3.
matematik çakışmak.
coincidence co.in.ci.dence kowîn'sîdıns isim rastlantı, tesadüf.
coincidental co.in.ci.den.tal kowînsîden'tıl sıfat rastlantı eseri olan,
tesadüfi.
coincidentally co.in.ci.den.tal.lyzarf tesadüfen, şans eseri.
coition co.i.tion kowîş'ın isim cinsel ilişki.
coitus co.i.tus ko'wıtıs isim cinsel ilişki.
coke coke kok isim 1. konuşma dili kolalı içecek. 2. argo
kokain.
colander col.an.der k^l'ındır isim kevgir, süzgeç.
cold cream yüz kremi, cilt kremi.
cold cuts söğüş et.
cold fish soğuk kimse, frigo.
cold snap havanın aniden soğuması, ani soğuk.
cold sore uçuk.
cold war soğuk savaş.
cold wave soğuk dalgası.
cold cold kold sıfat soğuk. isim 1. soğuk, soğukluk. 2. nezle.
cold-blooded cold-blood.ed kold'bl^d'îd isim 1. duygusuz, acımasız,
merhametsiz. 2. biyoloji soğukkanlı.
coldhearted cold.heart.ed kold'har'tîd sıfat katı yürekli,
merhametsiz.
coleslaw cole.slaw kol'slô isim lahana salatası.
colic col.ic kal'îk isim, tıbbi kolik, kalınbağırsakta ve karın
boşluğunda duyulan sancı.
colitis co.li.tis kılay'tîs isim, tıbbi kolit, kalınbağırsak iltihabı.
collaborate col.lab.o.rate kıläb'ıreyt fiil birlikte çalışmak, işbirliği
yapmak.
collaboration col.lab.o.ra.tionisim birlikte çalışma, işbirliği.
collaborationist col.lab.o.ra.tion.ist kıläbırey'şınîst isim işbirlikçi,
kolaboratör.

251
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

collaborator col.lab.o.ra.torisim 1. birlikte çalışan kimse, işbirliği


yapan kimse, kolaboratör. 2. işbirlikçi, kolaboratör.
collage col.lage kılaq' isim kolaq.
collapse col.lapse kıläps' fiil 1. çökmek, yıkılmak; çökertmek,
yıkmak. 2. (iskemle, masa) açılır kapanır olmak. 3.
(proqe, plan) bir sonuca bağlanmadan dağılmak. 4.
cesaretini kaybetmek. 5. (balon) sönmek. 6. tıbbi
çökmek. isim göçme, çökme, yıkılma.
collapsible col.laps.iblesıfat portatif, açılır kapanır.
collar stud yakalık düğmesi.
collar col.lar kal'ır isim 1. yaka. 2. gerdanlık. 3. tasma. fiil 1.
yaka takmak, tasma takmak. 2. yakalamak, yakasına
yapışmak.
collarbone col.lar.bone kal'ırbon isim, anatomi köprücükkemiği,
köprücük.
collate col.late kıleyt', kal'eyt fiil 1. (sayfaları) sıraya koymak;
(formaları) harman etmek, harmanlamak. 2.
karşılaştırarak okumak.
collateral security karşılıklı teminat.
collateral col.lat.er.al kılät'ırıl sıfat 1. yan yana olan. 2. ikincil,
tali, yardımcı, tamamlayıcı. 3. aynı soydan gelen. isim
1. karşılıklı teminat. 2. maddi teminat. 3. soydaş.
colleague col.league kal'ig isim meslektaş, iş arkadaşı.
collect call ödemeli telefon konuşması.
collect one's thoughts kafasını toplamak.
collect oneself kendini toparlamak.
collect col.lect kılekt' fiil 1. toplamak; biriktirmek; derlemek;
toparlamak; devşirmek; toplanmak; birikmek: He
collects stamps. Pul biriktiriyor. They don't collect trash
on Saturdays. Cumartesi günleri çöp toplamıyorlar. Let
me collect my papers. Kâğıtlarımı toparlayayım. They
went out to the orchard and collected some pears.
Bahçeye çıkıp armut devşirdiler. We're collecting
proverbs. Atasözü derliyoruz. A lot of dust has

252
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

collected on this couch. Bu kanepenin üstünde epey toz


birikti. 2. almak: I've got to go in to collect my salary
and my mail. Maaş ve postamı almaya gitmem lazım.
He'll collect you at six. Seni altıda alacak. 3. (para)
toplamak, (borç, vergi) tahsil etmek. sıfat, zarf ödemeli.
collected col.lect.ed kılek'tîd sıfat 1. toplu, hep bir arada,
toplanmış: the collected works of Shakespeare
Şekspir'in toplu eserleri. 2. aklı başında.
collection col.lec.tion kılek'şın isim 1. toplama. 2. koleksiyon. 3.
(kilisede toplanan) para, iane.
collective agreement toplusözleşme.
collective bargaining (işverenle işçi temsilcileri arasında) toplu görüşme.
collective farm kolektif çiftlik.
collective memory ruhbilim ortak bellek.
collective noun dilbilgisi topluluk ismi.
collective ownership ortaklaşa iyelik, ortak mülkiyet.
collective col.lec.tive kılek'tîv sıfat kolektif; ortaklaşa; ortak.
collector col.lec.tor kılek'tır isim 1. koleksiyoncu. 2. alımcı,
tahsildar. 3. kolektör, toplaç.
college col.lege kal'îc isim 1. üniversite. 2. yüksekokul. 3.
fakülte.
collide col.lide kılayd' fiil çarpışmak; çarpmak.
collie col.lie kal'i isim İskoç çoban köpeği.
collier col.lier kal'yır isim, İngiliz İngilizcesi 1. kömür gemisi.
2. kömür madeni işçisi.
collision col.li.sion kılîq'ın isim çarpışma.
colloq. colloj.kısaltma «colloquial» colloquialism
colloquial col.lo.jui.al kılo'kwiyıl isim konuşma diline özgü.
colloquialism col.lo.jui.al.ismisim konuşma dilinde kullanılan
sözcük/söz.
colloquially col.lo.jui.al.lyzarf konuşma diliyle.
colloquy col.lo.juy kal'ıkwi isim karşılıklı konuşma, mükâleme.
Colombia Co.lom.bi.a kıl^m'biyı isim Kolombiya.

253
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Colombian isim Kolombiyalı. sıfat 1. Kolombiya, Kolombiya'ya


özgü. 2. Kolombiyalı.
colon co.lon ko'lın isim 1. dilbilgisi iki nokta üst üste (:). 2.
anatomi kolon.
colonel colo.nel kır'nıl isim albay.
colonial co.lo.ni.al kılo'niyıl sıfat koloniye ait. isim kolonide
yaşayan; koloniden gelen.
colonialism co.lo.ni.al.ism kılo'niyılîzım isim sömürgecilik.
colonialist co.lo.ni.al.ist kılo'niyılîst sıfat, isim sömürgeci,
kolonyalist.
colonise col.o.nise kal'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
colonize
colonist col.o.nist kal'ınîst isim koloni kuran; kolonide yaşayan.
colonization col.o.ni.za.tionisim 1. koloni haline getirme; koloni
haline gelme. 2. sömürgeleştirme; sömürgeleşme.
colonize col.o.nize kal'ınayz fiil 1. koloni haline getirmek. 2.
sömürgeleştirmek.
colony col.o.ny kal'ıni isim 1. koloni. 2. sömürge, koloni.
color filter renk filtresi.
color photograph fotoğrafçılık renkli fotoğraf.
color photography renkli fotoğraf çekme.
color printing fotoğrafçılık, matbaacılık renkli baskı.
color col.or k^l'ır isim 1. renk; boya. 2. renk, canlılık. 3.
çoğul bayrak, sancak. fiil 1. boyamak. 2.
renklendirmek; renklenmek. 3. renk değiştirmek. 4.
yüzü kızarmak.
color-blind col.or-blind k^l'ırblaynd sıfat renkkörü.
color-blindness col.or-blind.nessisim renkkörlüğü, akromatopsi,
daltonizm.
colored col.ored k^l'ırd sıfat renkli.
colorfast solmaz.
colorful renkli, canlı.
coloring book boyama kitabı.
coloring renk, boya.

254
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

colorless 1. renksiz. 2. soluk, solgun, renksiz. 3. donuk, anlamsız.


4. tarafsız, yansız, renksiz.
colossal co.los.sal kılas'ıl sıfat muazzam, kocaman, çok büyük,
devasa.
colour İngiliz İngilizcesi bakınız color
colt colt kolt isim tay; sıpa.
column col.umn kal'ım isim 1. mimarlık sütun. 2. direk. 3.
gazetecilik fıkra, köşe yazısı. 4. askeri kol.
columnist col.um.nist kal'ımnîst, kal'ımîst isim, gazetecilik fıkra
yazarı, köşe yazarı.
coma co.ma ko'mı isim koma.
comatose co.ma.tosesıfat 1. komada. 2. yarı baygın.
comatous co.ma.toussıfat 1. komada. 2. yarı baygın.
comb out taramak, ayırmak.
comb comb kom isim 1. tarak. 2. ibik. 3. petek. fiil taramak.
combat troops muharip birlikler.
combat zone askeri muharebe/savaş alanı.
combat com.bat kımbät' fiil 1. savaşmak. 2. dövüşmek. 3.
mücadele etmek.
combatant com.bat.ant kımbät'ınt, kam''bıtınt isim 1. savaşçı,
muharip. 2. dövüşçü. 3. ateşli bir tartışmaya katılan
kimse.
combative com.bat.ive kımbät'îv, kam'bıtîv sıfat kavgacı,
dövüşken.
combination lock şifreli kilit.
combination com.bi.na.tion kambıney'şın isim 1. birleşme, birleşim;
birleştirme. 2. birlik. 3. (kilitte) şifre. 4. kimya bileşim.
5. kombinezon.
combine com.bine kımbayn' fiil birleşmek; birleştirmek.
combustible com.bus.ti.ble kımb^s'tıbıl sıfat kolay tutuşan, yanıcı.
isim kolay tutuşan madde.
combustion com.bus.tion kımb^s'çın isim yanma, tutuşma.
come about olmak, meydana gelmek.
come across rastlamak, tesadüf etmek.

255
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Come along. Hadi canım.


come around kendine gelmek. 2. uğramak. 3. dediğine gelmek.
come at -e erişmek, -e ulaşmak. 2. -e varmak, -i keşfetmek. 3.
üstüne yürümek, saldırmak.
come back geri dönmek, geri gelmek. 2. akla gelmek.
come between aralarına girmek.
come by elde etmek.
come down in one's opinion (birini) eskisi kadar saymamak.
come down in one's price (kendi malının) fiyatını düşürmek.
come down in price (bir şeyin) fiyatı düşmek.
come down in the world (biri) (eskiden sahip olduğu) para ve prestijini
kaybetmek.
come down to earth hayal kurmaktan vazgeçmek, gerçekçi olmak.
come down with a cold nezle olmak.
come down to (bir kişiden, bir zamandan) (başka birine, başka bir
zamana) kalmak. 2. (fiyat) düşmek. 3. çökmek,
yıkılmak; düşmek.
come forward (belirli bir amaçla) ortaya çıkmak: Nobody came
forward to claim that cat. Kimse çıkıp da o kedi benim
demedi.
come from afar çok uzaklardan gelmek.
come hell or high water ne olursa olsun, bütün zorluklara rağmen.
come home to kafasına dank etmek.
come in handy işe yaramak.
come in girmek: Come in! İçeri gir!/Buyrun! 2. (yarışma
sonunda) (belirli bir sırada) olmak: He came in first.
Birinci oldu. 3. varmak, gelmek: Has the plane come in
yet? Uçak geldi mi? 4. (met halindeki deniz) kabarmak,
yükselmek. 5. moda olmak.
come into collision with ile çarpışmak.
come into force yürürlüğe girmek.
come into play meydana çıkmak, kullanılmaya başlamak, etkili olmak.
come into power iş başına geçmek. 2. iktidar mevkiine geçmek.
come into sight görünmeye başlamak.

256
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

come into the picture ortaya çıkmak.


come into the world dünyaya gelmek, doğmak.
come into use kullanılmaya başlamak.
come into view ortaya çıkmak, görünmek.
come into (mirasa) konmak. 2. girmek, katılmak.
Come July and we'll be swimming. Temmuz geldiğinde denize girmiş olacağız.
come of -den çıkmak.
come off it! konuşma dili Yalanı bırak!/Bırak!
come off worst yenilmek, altta kalmak. 2. en çok zarara uğramak.
come off kopmak, çıkmak, düşmek. 2. olmak, meydana gelmek.
Come on! Haydi! 2. Yok canım!
come one's way başına gelmek.
come out of one's shell açılmak, suskunluğu bırakmak.
come out on top muzaffer çıkmak. 2. birinci olmak. 3. başarılı bir sonuç
almak; başarılı olmak; dört ayak üstüne düşmek.
come out çıkmak, görünmek, gözükmek. 2. (haber) yayılmak;
(yayın) yayımlanmak. 3. (leke) çıkmak.
come through with konuşma dili (beklenileni) yapmak.
come through kendinden bekleneni yapmak, başkalarını hayal
kırıklığına uğratmamak. 2. (zor bir durumdan) sağ
olarak çıkmak. 3. (bir haber) gelmek. 4. kendini belli
etmek. 5. (bir nesneye bir taraftan giren bir şey) (o
nesnenin başka bir tarafında) çıkmak.
come to a dead stop tamamen durmak.
come to a decision karara varmak.
come to a head had safhaya varmak: Last night things came to a head.
Dün gece dananın kuyruğu koptu.
come to a point bir noktaya/bir yere varmak. 2. (av köpeği) ferma
etmek, fermaya oturmak.
come to a stop durmak; stop/istop etmek.
come to an agreement bir karara varmak, uyuşmak.
come to blows yumruk yumruğa gelmek.
come to close quarters göğüs göğüse dövüşmek, cenkleşmek.
come to fruition gerçekleşmek.

257
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

come to grief kazaya uğramak; felakete uğramak; belasını bulmak. 2.


(planlar, umutlar v.b.) boşa çıkmak.
come to grips with ile ciddi bir şekilde ilgilenmek. 2. ile kapışmak, ile
dövüşmeye başlamak.
come to grips kapışmak, dövüşmeye başlamak.
come to hand çıkmak, bulunmak. 2. gelmek, varmak.
come to life ayılmak; canlanmak.
come to light keşfedilmek.
come to mind aklına gelmek, hatırlamak.
come to naught boşa çıkmak; boşa gitmek; boşuna olmak.
come to nothing boşa çıkmak; boşa gitmek; boşuna olmak.
come to one's senses aklı başına gelmek, aklını başına toplamak.
come to pass olmak, meydana gelmek.
come to rest durmak.
come to someone's rescue birinin imdadına yetişmek.
come to stay (bir yere) devamlı yaşamak amacıyla gelmek.
come to terms with ile anlaşmak, ile mutabık kalmak, ile mutabakata
varmak. 2. (tatsız bir gerçeği) kabullenmek.
come to terms anlaşmak, mutabık kalmak, mutabakata varmak.
come to the fore öne geçmek, sivrilmek.
come to the point sadede gelmek.
come to ayılmak, kendine gelmek.
come true gerçekleşmek.
come under girmek.
come undone açılmak, çözülmek.
come unglued konuşma dili telaşa kapılmak, etekleri tutuşmak,
itidalini kaybetmek.
come untied çözülmek, açılmak.
come up against a blank wall çıkmaza girmek, açmaza düşmek.
come up against -e çatmak, ile karşılaşmak.
come up in the world (birinin) para ve prestiji artmak.
come up to (belirli bir hizaya) kadar gelmek. 2. (belirli bir
seviyeyi) tutturmak.
come up with konuşma dili (bir plan, çare, cevap v.b.'ni) bulmak.

258
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

come upon -e rastlamak.


come what may ne olursa olsun.
come come k^m fiil (came, come) 1. gelmek. 2. konuşma dili
beli gelmek, boşalmak; orgazm olmak.
comeback come.back k^m'bäk isim 1. eski formunu bulma. 2.
argo zekice ve yerinde cevap.
comedian co.me.di.an kımi'diyın isim 1. komedyen. 2. komedi
yazarı.
comedienne co.me.di.enneisim kadın komedyen.
comedown come.down k^m'daun isim 1. düşüş. 2. hayal kırıklığı.
comedy com.e.dy kam'ıdi isim komedi.
comely come.ly k^m'li sıfat alımlı.
come-on come-on k^m'an isim bakınız give someone the come-
on
comet com.et kam'ît isim kuyrukluyıldız.
comfort com.fort k^m'fırt isim 1. rahatlık, ferahlık, konfor. 2.
teselli. fiil 1. rahat ettirmek. 2. teselli etmek.
comfortable com.fort.a.ble k^m'fırtıbıl, k^mf'tıbıl sıfat rahat,
konforlu.
comfortably com.fort.ablyzarf rahatça.
comforter com.fort.er k^m'fırtır isim 1. rahatlatıcı şey. 2. teselli
edici kimse veya şey. 3. yorgan.
comic book çizgi roman.
comic opera operakomik.
comic strip bant-karikatür.
comic com.ic kam'îk sıfat 1. güldürücü, gülünç, komik. 2.
komedi ile ilgili. isim komedi oyuncusu.
comical com.i.cal kam'îkıl sıfat komik.
comics com.icsisim bant-karikatür.
coming com.ing k^m'îng isim geliş, yaklaşma. sıfat gelen,
önümüzdeki, gelecek, yaklaşan.
comma com.ma kam'ı isim, dilbilgisi virgül.
command com.mand kımänd' isim 1. emir, komut. 2. egemenlik,
buyruk, hükümranlık. 3. bilgisayar komut: search

259
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

command arama komutu. 4. komutanlık, kumandanlık:


Air Defense Command Hava Savunma Komutanlığı.
fiil emretmek, hâkim olmak, kumanda etmek.
commandeer com.man.deer kamındîr' fiil 1. (askeri hizmette
kullanmak üzere) el koymak. 2. askeri bir hizmete
mecbur etmek.
commander in chief başkomutan.
commander com.mand.er kımän'dır isim 1. kumandan, komutan. 2.
deniz binbaşısı.
commanding com.mand.ing kımän'dîng sıfat 1. emreden. 2. etkili. 3.
hâkim.
commandment com.mand.ment kımänd'mınt isim emir.
commando com.man.do kımän'do isim 1. komando birliği. 2.
komando.
commemorate com.mem.o.rate kımem'ıreyt fiil anmak.
commemoration com.mem.o.ra.tionisim 1. anma, hatırasını yad etme. 2.
anma töreni.
commemorative stamp hatıra pulu.
commemorative com.mem.o.ra.tive kımem'ıreytîv sıfat (birinin, bir
şeyin) anısına yapılan.
commence com.mence kımens' fiil başlamak.
commencement com.mence.ment kımens'mınt isim 1. başlama,
başlangıç. 2. diploma töreni.
commend com.mend kımend' fiil 1. tavsiye etmek, salık vermek.
2. övmek. 3. emanet etmek.
commendable com.mend.a.ble kımend'ıbıl sıfat övgüye değer.
commensurate com.men.su.rate kımen'şırît, kımen'sırît sıfat orantılı,
eşit.
comment com.ment kam'ent isim 1. yorum, tefsir. 2. açımlama.
3. eleştiri, tenkit. fiil söz söylemek; on hakkında fikrini
söylemek, hakkında yorumda bulunmak.
commentary com.men.taryisim yorum, tefsir.
commentator com.men.ta.tor kam'ınteytır isim 1. yorumcu. 2.
eleştirmen.

260
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

commerce com.merce kam'ırs isim, ticaret ticaret, alım satım.


commercial law hukuk, ticaret ticaret hukuku.
commercial traveler İngiliz İngilizcesi satış temsilcisi.
commercial traveller İngiliz İngilizcesi satış temsilcisi.
commercial com.mer.cial kımır'şıl sıfat ticari. isim (radyo veya
televizyonda) reklam.
commercialise com.mer.cial.ise kımır'şılayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız commercialize
commercialize com.mer.cial.ize kımır'şılayz fiil ticarileştirmek.
commingle com.min.gle kımîng'gıl fiil karışmak; katmak,
karıştırmak.
commiserate com.mis.er.ate kımîz'ıreyt fiil acısını paylaşmak, dert
ortağı olmak.
commiseration com.mis.er.a.tionisim teselli, acıma.
commission com.mis.sion kımîş'ın isim 1. görev, vazife, iş. 2.
işleme. 3. eylem. 4. komisyon ücreti, yüzdelik. 5. kurul,
komisyon. 6. yetki. fiil 1. atamak, tayin etmek. 2.
görevlendirmek. 3. denizcilikle ilgili donanmaya
katmak.
commissioner com.mis.sion.er kımîş'ınır isim 1. komisyon üyesi. 2.
şube müdürü.
commit an impiety Allaha karşı saygısızlık etmek.
commit an offense suç işlemek.
commit oneself (bir konuda) ne düşündüğünü söylemek, fikrini
söylemek. 2. to söz vermek: You've committed yourself
to doing this. Bunu yapmaya söz verdin.
commit suicide intihar etmek.
commit to memory ezberlemek.
commit to prison hapsetmek.
commit to writing yazmak.
commit com.mit kımît' fiil (committed, committing) 1. işlemek,
yapmak. 2. emanet etmek, teslim etmek. 3. söz vererek
bağlamak.

261
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

commitment com.mit.ment kımît'mınt isim 1. söz, vaat, taahhüt. 2.


kesin karar. 3. teslim etme; teslim olma.
committee com.mit.tee kımît'i isim kurul, komite, heyet,
komisyon, encümen.
commode com.mode kımod' isim 1. lazımlık iskemlesi. 2. klozet.
commodious com.mo.di.ous kımo'diyıs sıfat ferah, geniş.
commodity com.mod.i.ty kımad'ıti isim mal, eşya.
common fraction matematik adi kesir, bayağı kesir.
common ground ortak bir zevk, görüş, tutku v.b.: There's no common
ground between them. Onların hiçbir ortak yanı yok.
common knowledge bilinen gerçek.
common law hukuk örf ve âdet hukuku.
common man sıradan insan, sokaktaki adam.
Common Market Ortak Pazar.
common noun dilbilgisi cins isim.
common property ortak mal.
common sense sağduyu, aklıselim.
common stock adi hisse senetleri.
common touch sempatiklik.
common com.mon kam'ın sıfat 1. müşterek, ortak; beraber
yapılan: common defense ortak savunma. common
enemy ortak düşman. common grave ortak bir mezar.
common prayer herkesin beraber okuduğu dua. 2.
yaygın, sıkça rastlanan: a common sentiment yaygın bir
his. 3. adi, bayağı, basit: There was something common
about her. Onda bir adilik vardı.
common-law marriage resmi nikâhsız beraber yaşama.
commonly com.mon.lyzarf çoğunlukla; genellikle.
commonplace com.mon.place kam'ınpleys sıfat 1. sıradan, bayağı. 2.
olağan. isim 1. beylik laf, klişe, basmakalıp söz. 2.
sıradan bir şey.
commonwealth com.mon.wealth kam'ınwelth isim 1. ulus. 2.
cumhuriyet. 3. eyalet.
commotion com.mo.tion kımo'şın isim 1. gürültü. 2. karışıklık.

262
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

communal com.mu.nal kam'yınıl, kımyu'nıl sıfat 1. toplumla ilgili,


toplumsal, halka ait. 2. umumun malı olan.
commune com.mune kımyun' fiil sohbet etmek, söyleşmek.
communicable com.mu.ni.ca.ble kımyu'nîkıbıl sıfat bulaşıcı.
communicate com.mu.ni.cate kımyu'nıkeyt fiil 1. bildirmek; iletmek,
belirtmek, belli etmek, anlatmak. 2. (hastalığı)
bulaştırmak, sirayet ettirmek. 3. with ile haberleşmek. 4.
(odalar) birbirine açılmak; with (bir oda) (başka bir
odaya) açılmak. 5. Hristiyanlık komünyon almak;
(birine) komünyon vermek.
communication com.mu.ni.ca.tion kımyunıkey'şın isim 1. iletişim,
haberleşme, komünikasyon. 2. (mektup, not, telgraf gibi
yazılı bir) haber.
communicative com.mu.ni.ca.tive kımyu'nıkeytîv, kımyu'nıkıtîv sıfat
konuşkan.
communion com.mun.ion kımyun'yın isim 1. paylaşma. 2. katılma.
3. Hristiyanlık komünyon. 4. Hristiyanlık mezhep.
communiqué com.mu.ni.jué kımyunıkey' isim (kısa ve resmi) bildiri.
communism com.mu.nism kam'yınîzım isim komünizm.
communist com.mu.nistisim, sıfat komünist.
community com.mu.ni.ty kımyu'nıti isim 1. toplum, cemiyet. 2.
topluluk. 3. halk, kamu, amme. 4. müşterek tasarruf,
ortak mal sahipliği.
commute com.mute kımyut' fiil 1. (cezayı) hafifletmek,
çevirmek. 2. her gün iş ile ev arasında gidip gelmek.
commuter com.mut.erisim her gün işi ile evi arasında gidip gelen
kimse.
comp. comp.kısaltma «companion» compare compiled
complete
compact disk player kompakt disk çalar.
compact disk kompakt disk.
compact com.pact kam'päkt isim sözleşme, sözlü anlaşma. fiil
sözleşmek.

263
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

companion com.pan.ion kımpän'yın isim 1. arkadaş, yoldaş. 2. eş.


3. refakatçi. 4. elkitabı, rehber.
companionable com.pan.ion.ablesıfat sokulgan, cana yakın, yalpak.
companionship com.pan.ion.shipisim arkadaşlık, eşlik.
company com.pa.ny k^m'pıni isim 1. şirket, kumpanya, ortaklık.
2. kumpanya, topluluk. 3. eşlik, refakat, arkadaşlık. 4.
misafir. 5. beraberindekiler, arkadaşlar. 6. askeri bölük.
comparable com.pa.ra.ble kam'pırıbıl sıfat karşılaştırılabilir; benzer.
comparative anatomy karşılaştırmalı anatomi.
comparative degree dilbilgisi üstünlük derecesi.
comparative linguisticals dilbilim karşılaştırmalı dilbilim.
comparative linguistics dilbilim karşılaştırmalı dilbilim.
comparative com.par.a.tive kımper'ıtîv sıfat 1. karşılaştırmalı,
mukayeseli. 2. orantılı, nispi. 3. dilbilgisi (sıfat veya
zarfların) üstünlük derecesini gösteren. isim, dilbilgisi
üstünlük derecesi.
compare notes (belirli bir konu hakkında) bildiklerini birbirine
söylemek, fikir alışverişinde bulunmak.
compare com.pare kımper' fiil 1. (with) (ile) karşılaştırmak. 2. to
-e benzetmek; -e benzemek.
comparison com.par.i.son kımper'ısın isim karşılaştırma, mukayese.
compartment com.part.ment kımpart'mınt isim kompartıman, bölme.
compartmentalize com.part.ment.al.izefiil bölmelere ayırmak.
compass needle pusula ibresi, pusula iğnesi.
compass com.pass k^m'pıs isim 1. pusula. 2. pergel. 3. çevre. 4.
sınır. 5. alan, saha.
compassion com.pas.sion kımpäş'ın isim şefkat, merhamet, acıma,
sevecenlik.
compassionate com.pas.sion.ate kımpäş'ınît sıfat şefkatli, merhametli,
sevecen.
compatibility com.pat.i.bil.i.ty kımpätıbîl'ıti isim uyum, uyma,
uygunluk, bağdaşma.
compatible com.pat.i.ble kımpät'ıbıl sıfat 1. (with) uyumlu, uygun,
ile bağdaşan. 2. geçimli.

264
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

compatriot com.pa.tri.ot kımpey'triyıt, kımpät'riyıt isim vatandaş,


yurttaş.
compel com.pel kımpel' fiil (compelled, compelling) zorlamak,
mecbur etmek.
compensate for one thing by another bir şeyi başka bir şeyle telafi etmek: She compensates
for her occasional rudenesses by frejuently making us
laugh. Bizi sık sık güldürerek arasıra yaptığı kabalıkları
telafi ediyor.
compensate for one thing with another bir şeyi başka bir şeyle telafi etmek: She
compensates for her occasional rudenesses by frejuently
making us laugh. Bizi sık sık güldürerek arasıra yaptığı
kabalıkları telafi ediyor.
compensate someone for -in bedelini birine ödemek.
compensate com.pen.sate kam'pınseyt fiil 1. tazmin etmek, bedelini
ödemek. 2. karşılamak.
compensation com.pen.sa.tion kampınsey'şın isim 1. tazminat, bedel,
karşılık. 2. tazmin, karşılama, telafi.
compete com.pete kımpit' fiil 1. with ile rekabet etmek, ile boy
ölçüşmek. 2. for için yarışmak.
competence com.pe.tence kam'pıtıns isim 1. yeterlik, kifayet. 2.
yetenek. 3. ehliyet, yetki.
competent com.pe.tent kam'pıtınt sıfat 1. yeterli, ehil, yetenekli. 2.
yetkili.
competition com.pe.ti.tion kampıtîş'ın isim 1. yarışma. 2. rekabet.
competitive com.pet.i.tive kımpet'ıtîv sıfat 1. rekabete dayanan. 2.
rekabet edebilen.
competitor com.pet.i.tor kımpet'ıtır isim rakip, yarışmacı, yarışçı.
compile com.pile kımpayl' fiil derlemek.
complacency com.pla.cen.cy kımpley'sınsi isim kendinden hoşnut
olma.
complacent com.pla.centsıfat kendinden hoşnut.
complain com.plain kımpleyn' fiil şikâyet etmek, yakınmak.
complainant com.plain.antisim şikâyetçi, davacı.

265
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

complaint com.plaint kımpleynt' isim 1. şikâyet, yakınma. 2.


hastalık.
complaisance com.plai.sance kımpley'zıns, kımpley'sıns isim
yumuşaklık, yumuşak başlılık.
complaisant com.plai.santsıfat yumuşak, yumuşak başlı.
complement com.ple.ment kam'plımınt isim 1. tamamlayıcı. 2.
dilbilgisi tümleç. fiil tamamlamak.
complementary com.ple.men.ta.ry kamplımen'tıri, kamplımen'tri sıfat
tamamlayan, tamamlayıcı, tümleyici.
complete with ile beraber: You can buy the books complete with a
book case for one million liras. Kitapları, bir kitaplıkla
beraber bir milyon liraya alabilirsiniz.
complete works bütün eserler: the complete works of Hüseyin Rahmi
Hüseyin Rahmi'nin bütün eserleri.
complete com.plete kımplit' sıfat 1. tam, katıksız: I'm in
complete sympathy with what you're saying. Senin
dediklerine tamamıyla katılıyorum. It came as a
complete surprise. Tam bir sürprizdi. He's a complete
idiot! Tam bir dangalak! 2. tamam, tamamlanmış. 3.
tamam, eksiksiz: This book's not complete. Bu kitap
tamam değil. Dinner wouldn't be complete without
soup. Çorba olmadan akşam yemeği eksik olurdu. fiil
tamamlamak.
completely com.plete.lyzarf tamamen, bütünüyle.
completion com.ple.tion kımpli'şın isim 1. bitirme, tamamlama;
bitme, tamamlanma, sona erme. 2. yerine getirme.
complex com.plex kımpleks', kam'pleks sıfat 1. karmaşık,
kompleks. 2. çapraşık.
complexion com.plex.ion kımplek'şın isim 1. cilt, ten. 2. görünüş,
görünüm.
complexity com.plex.i.tyisim 1. karmaşıklık. 2. çapraşıklık.
compliance com.pli.ance kımplay'ıns isim 1. uyma, razı olma. 2.
itaat, boyun eğme. 3. uysallık.
compliant com.pli.antsıfat uysal, yumuşak başlı, itaatkâr.

266
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

complicate com.pli.cate kam'plıkeyt fiil karıştırmak, zorlaştırmak,


güçleştirmek. sıfat karmaşık.
complicated com.pli.cat.edsıfat 1. karmaşık. 2. çapraşık, anlaşılması
güç, çözülmesi güç, muğlak.
complication com.pli.ca.tion kamplıkey'şın isim 1. karmaşık hale
getirme. 2. (bir işe giriştikten sonra ortaya çıkan) engel,
pürüz, güçlük, zorluk. 3. karmaşıklık, karışıklık. 4. tıbbi
komplikasyon, ihtilat.
complicity com.plic.i.ty kımplîs'ıti isim 1. suç ortaklığı. 2.
karmaşa.
compliment com.pli.ment kam'plımınt fiil 1. kompliman yapmak,
iltifat etmek. 2. övmek. isim iltifat, kompliman.
complimentary com.pli.men.ta.rysıfat 1. hediye olarak, ücretsiz,
parasız. 2. iltifat eden; övgü dolu, övücü.
compliments of the season İngiliz İngilizcesi tebrikler.
compliments com.pli.ments kam'plımınts isim 1. selamlar. 2.
saygılar. 3. tebrikler.
comply com.ply kımplay' fiil 1. with -e uymak. 2. with itaat
etmek.
component com.po.nent kımpo'nınt isim öğe, unsur, parça, eleman,
cüz. sıfat bileşimde bulunan.
comport oneself davranmak, hareket etmek: She always comports
herself with dignity. O her zaman ağırbaşlı bir şekilde
davranır.
comport com.port kımpôrt' fiil with -e uymak, -e uygun olmak:
The results comport with our expectations. Sonuçlar
beklediğimiz gibi oldu.
compose oneself kendine hâkim olmak, kendine gelmek.
compose com.pose kımpoz' fiil 1. (müzik, şiir) yazmak; beste
yapmak; şiir yazmak. 2. (aralarındaki anlaşmazlıkları)
gidermek.
composer com.pos.er kımpo'zır isim besteci, bestekâr,
kompozitör.
composite com.pos.ite kımpaz'ît sıfat 1. bileşik. 2. karma, karışık.

267
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

composition com.po.si.tion kampızîş'ın isim 1. (yazılı ödev olarak)


kompozisyon. 2. beste. 3. güzel sanatlar kompozisyon.
4. kimya bileşim. 5. beste yapma; şiir yazma. 6. oluşum.
compositor com.pos.i.tor kımpaz'ıtır isim dizgici, mürettip.
compost com.post kam'post isim çürümüş yaprakla karışık
gübre, komposto.
composure com.po.sure kımpo'qır isim sakinlik, soğukkanlılık.
compote com.pote kam'pot isim komposto, hoşaf.
compound interest bileşik faiz.
compound word dilbilgisi birleşik sözcük.
compound com.pound kam'paund isim içinde binalar bulunan
etrafı duvarla çevrili arazi.
comprehend com.pre.hend kamprîhend' fiil 1. anlamak, kavramak.
2. kapsamak, içine almak.
comprehensible com.pre.hen.si.blesıfat anlaşılabilir.
comprehension com.pre.hen.sionisim 1. anlayış. 2. kapsam.
comprehensive com.pre.hen.sivesıfat geniş, kapsamlı, etraflı.
compress com.press kımpres' fiil sıkıştırmak.
compressed air sıkıştırılmış hava.
compression com.pres.sion kımpreş'ın isim sıkıştırma, basınç,
tazyik, kompresyon.
compressor com.pres.sor kımpres'ır isim kompresör.
comprise com.prise kımprayz' fiil kapsamak, içermek, -den
oluşmak; oluşturmak.
compromise on (bir konuda) uzlaşmak.
compromise with ile uzlaşmak, ile uyuşmak.
compromise com.pro.mise kam'prımayz isim uzlaşma, uyuşma. fiil
1. uzlaştırmak. 2. şerefini tehlikeye atmak. 3. tehlikeye
atmak.
compulsion com.pul.sion kımp^l'şın isim 1. zorlama. 2. dayanılmaz
bir istek, içtepi, tepi.
compulsive com.pul.sivesıfat zorlayıcı.
compulsory com.pul.so.ry kımp^l'sıri sıfat zorunlu, mecburi.

268
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

compunction com.punc.tion kımp^ngk'şın isim vicdan rahatsızlığı


veya azabı.
compute com.pute kımpyut' fiil hesap etmek, hesaplamak.
computer chip bilgisayar çipi.
computer engineer bilgisayar mühendisi.
computer engineering bilgisayar mühendisliği.
computer hardware bilgisayar donanımı.
computer operator bilgisayar operatörü, sistem operatörü.
computer program bilgisayar programı.
computer programmer bilgisayar programcısı.
computer programming bilgisayar programlaması.
computer software bilgisayar yazılımı.
computer com.put.er kımpyu'tır isim, bilgisayar bilgisayar,
kompüter.
computerise bakınız computerize
computerize com.put.er.ize kımpyu'tırayz fiil, bilgisayar 1.
bilgisayara geçirmek. 2. bilgisayarla donatmak.
comrade com.rade kam'räd, kam'rîd isim arkadaş, yoldaş.
con con kan fiil (conned, conning) aldatmak, kandırmak.
concave con.cave kankeyv', kan'keyv sıfat içbükey, obruk,
konkav. isim içbükey yüzey.
conceal con.ceal kınsil' fiil gizlemek, gizli tutmak, saklamak,
örtmek.
concede con.cede kınsid' fiil 1. kabul etmek, itiraf etmek, teslim
etmek. 2. vermek, bırakmak.
conceit con.ceit kınsit' isim kendini beğenme, kibir, gurur.
conceited con.ceit.edsıfat kendini beğenmiş, kibirli.
conceive of düşünmek.
conceive con.ceive kınsiv' fiil 1. gebe kalmak. 2. anlamak,
kavramak, idrak etmek. 3. düşünmek, tasavvur etmek.
4. tasarlamak, aklına gelmek.
concentrate con.cen.trate kan'sıntreyt fiil 1. toplamak; toplanmak.
2. yoğunlaştırmak; yoğunlaşmak. 3. deriştirmek,

269
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

koyulaştırmak. 4. düşünceyi/dikkati/gücü bir noktada


toplamak, konsantre olmak. isim derişik madde.
concentrated con.cen.trat.edsıfat 1. konsantre, derişik. 2. yoğun.
concentration camp toplama kampı.
concentration con.cen.tra.tion kansıntrey'şın isim 1. dikkati bir
noktada toplama, konsantrasyon. 2. toplanma, toplaşım;
toplama. 3. derişim, konsantrasyon.
concentric con.cen.tric kınsen'trîk sıfat merkezleri bir, ortak
merkezli.
concept con.cept kan'sept isim 1. kavram, mefhum. 2. görüş,
fikir.
conception con.cep.tion kınsep'şın isim 1. gebe kalma. 2.
başlangıç. 3. kavram. 4. düşünce, fikir, görüş.
concern oneself with ile meşgul olmak, ile ilgilenmek.
concern con.cern kınsırn' isim 1. (birini) ilgilendiren şey: It's
one of our maqor concerns. Bizi en çok ilgilendiren
şeylerden biri. 2. ilgi: I understand the reason for your
concern. Duyduğunuz ilginin sebebini anlıyorum. 3.
endişe, kaygı: That is not a cause for concern.
Kaygılanılması gereken bir şey değil o. 4. firma. fiil 1.
ilgili olmak; ilgilendirmek; etkilemek: The article
concerns the future. Makale gelecekle ilgili. This
doesn't concern you. Bu seni ilgilendirmez. 2.
kaygılandırmak.
concerned con.cerned kınsırnd' sıfat 1. ilgili, alakalı. 2. endişeli,
düşünceli.
concerning con.cern.ing kınsır'nîng edat ile ilgili olarak, -e dair,
hakkında.
concert con.cert kan'sırt isim 1. konser, dinleti. 2. uyum, ahenk,
birlik.
concerted con.cert.ed kınsır'tîd sıfat 1. birlikte yapılmış. 2.
birlikte planlanmış.
concerto con.cer.to kınçer'to isim konçerto.

270
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

concession con.ces.sion kınseş'ın isim 1. kabul, itiraf, teslim. 2.


imtiyaz, ayrıcalık hakkı.
conch conch kanç isim büyük deniz kabuğu.
conciliate con.cil.i.ate kınsîl'iyeyt fiil 1. gönlünü almak,
yatıştırmak. 2. uzlaştırmak.
conciliation con.cil.i.a.tionisim 1. yatıştırma. 2. uzlaştırma.
conciliatory con.cil.i.a.to.ry kınsîl'iyıtori sıfat yatıştırıcı.
concise con.cise kınsays' sıfat az ve öz, kısa, veciz, özlü.
concisely con.cise.lyzarf az ve öz, kısaca.
conclude con.clude kınklud' fiil 1. bitirmek, son vermek; bitmek,
sona ermek. 2. sonuçlandırmak, neticelendirmek. 3. bir
karara varmak, karar vermek. 4. sonuç çıkarmak.
concluding con.clud.ing kınklud'îng sıfat son, bitiş.
conclusion con.clu.sion kınklu'qın isim 1. son, nihayet. 2. sonuç,
netice. 3. karar.
conclusive con.clu.sive kınklu'sîv sıfat 1. kesin, kati. 2. son, nihai.
concoct con.coct kınkakt', kankakt' fiil 1. birbirine karıştırarak
hazırlamak, tertip etmek, yapmak. 2. (hikâye, yalan)
uydurmak, düzmek.
concoction con.coc.tion kınkak'şın isim 1. karışım. 2. karıştırma.
concord con.cord kan'kôrd, kang'kôrd isim 1. barış. 2. uyum. 3.
anlaşma, antlaşma.
concourse con.course kan'kôrs isim 1. toplanma, bir araya gelme.
2. kalabalık, izdiham.
concrete mixer betonyer, betonkarar, beton karıştırıcı, malaksör.
concrete con.crete kan'krit sıfat 1. somut. 2. beton. isim beton.
concur con.cur kınkır' fiil (concurred, concurring) 1. aynı
fikirde olmak, uyuşmak. 2. aynı zamana rastlamak,
çatışmak.
concurrence con.cur.rence kınkır'ıns isim 1. aynı olma, birlik,
uyuşma. 2. aynı zamana rastlama.
concurrent con.cur.rentsıfat 1. aynı zamana rastlayan. 2. aynı olan,
uyuşan.
concurrently con.cur.rent.lyzarf aynı zamanda.

271
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

concussion con.cus.sion kınk^ş'ın isim 1. beyin sarsıntısı. 2.


şiddetli sarsıntı.
condemn to death idama mahkûm etmek.
condemn con.demn kındem' fiil 1. kınamak, ayıplamak. 2. suçlu
çıkarmak. 3. mahkûm etmek. 4. hukuk kullanılmasını
yasaklamak. 5. hukuk kamulaştırmak, istimlak etmek.
6. suçluluğunu açığa vurmak.
condemnation con.dem.na.tion kandemney'şın isim 1. kınama,
ayıplama. 2. kabahatli bulma. 3. suçlu çıkarma. 4.
mahkûmiyet. 5. kamulaştırma, istimlak.
condensation con.den.sa.tion kandensey'şın isim 1. buğu. 2.
buğulaşma. 3. fizik yoğunlaştırma; yoğunlaşma,
kondansasyon. 4. sıvılaştırma; sıvılaşma. 5. kısaltma,
özet.
condense con.dense kındens' fiil 1. fizik yoğunlaştırmak,
koyulaştırmak; yoğunlaşmak, koyulaşmak. 2. (buharı,
gazı) sıvılaştırmak; (buhar, gaz) sıvılaşmak. 3. (yazıyı,
sözü) kısaltmak, özetlemek.
condensed milk şekerli konsantre süt.
condenser con.dens.erisim 1. fizik kondansatör, yoğunlaç. 2.
kimya yoğuşturucu.
condescend con.de.scend kandîsend' fiil tenezzül etmek, sözde
alçakgönüllülük göstermek, lütfetmek.
condescending con.de.scend.ingsıfat tenezzül eden.
condescension con.de.scen.sionisim tenezzül.
condiment con.di.ment kan'dımınt isim yemeğe çeşni veren şey.
condition con.di.tion kındîş'ın isim 1. şart, koşul: It's one of the
conditions of the agreement. Anlaşmanın şartlarından
biri. What are living conditions like there? Oradaki
hayat şartları nasıl? 2. hal, durum: This house is not in
very good condition. Bu evin hali pek iyi değil. 3.
sağlık durumu: He's in good condition. Sağlığı yerinde.
This player's in great condition. Bu oyuncunun
kondisyonu çok iyi. Does she have a heart condition?

272
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Kalbinden mi rahatsız?/Kalbi mi var? What do you


think of her mental condition? Onun akli durumu
hakkında ne düşünüyorsun? fiil 1. şartlandırmak,
koşullandırmak. 2. etkilemek: Such teachings will
condition his attitude to life. Öyle öğretiler onun hayata
bakışını etkileyecek. 3. (oyuncuyu) iyi bir kondisyona
getirmek. 4. (birini) (belirli bir duruma) getirmek: You
can't condition him to accept that. Kendisini onu kabul
edecek duruma getiremezsiniz.
conditional mood dilbilgisi şart kipi.
conditional sale şarta bağlı satış.
conditional con.di.tion.al kındîş'ınıl sıfat koşullu, şartlı, şarta bağlı,
kayıtlı. isim, dilbilgisi şart kipi.
conditionally con.di.tion.al.lyzarf şartlı olarak.
condole con.dole kındol' fiil with başsağlığı dilemek, taziyede
bulunmak.
condolence con.do.lence kındol'ıns, kan'dılıns isim başsağlığı,
taziye.
condom con.dom kan'dım, k^n'dım isim prezervatif, kaput.
condone con.done kındon' fiil göz yummak, görmezlikten
gelmek.
conduce con.duce kındus' fiil to/toward -e neden olmak, -e
vesile olmak.
conducive con.du.cive kandus'îv sıfat to -e yardım eden, -e neden
olan, -e vesile olan.
conduct oneself (belirli bir şekilde) davranmak: He conducted himself
well at the party. Partide iyi davrandı.
conduct con.duct kınd^kt' fiil 1. yürütmek; yönetmek, idare
etmek: You've conducted this siege well. Bu kuşatmayı
çok iyi yürüttünüz. You can't conduct such experiments
here. Burada böyle denemeler yapamazsınız. They
conduct a college. Bir koleji yönetiyorlar. Who's going
to conduct the orchestra? Orkestrayı kim yönetecek? 2.
rehberlik etmek. 3. (sesi, elektriği) iletmek.

273
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

conduction con.duc.tion kınd^k'şın isim, fizik iletme, geçirme,


nakletme.
conductive con.duc.tive kınd^k'tîv sıfat, fizik iletici, geçirici,
iletken, geçirgen.
conductivity con.duc.tiv.i.ty kand^ktîv'ıti isim, fizik iletkenlik,
geçirgenlik.
conductor con.duc.tor kınd^k'tır isim 1. kılavuz, önder, lider, şef.
2. kondüktör, biletçi. 3. orkestra veya koro şefi. 4.
iletken madde, iletken.
cone cone kon isim 1. geometri koni. 2. makine koni
biçiminde makara. 3. kozalak, kozak.
confection con.fec.tion kınfek'şın isim şekerleme, şeker.
confectionary con.fec.tion.ar.y kınfek'şıneri isim 1. şekerleme
imalathanesi. 2. şekerleme.
confectioner con.fec.tion.er kınfek'şınır isim şekerci.
confectioner's sugar pudra şekeri.
confectioners' sugar pudraşeker, pudra şekeri.
confectionery con.fec.tion.er.y kınfek'şıneri isim 1. şekerleme
imalathanesi. 2. şekerleme.
confederacy con.fed.er.a.cy kınfed'ırısi isim konfederasyon, ittifak,
birlik.
Confederate States of America tarih Amerika Konfedere Devletleri.
confederate con.fed.er.ate kınfed'ırît sıfat 1. birleşik, bağlaşık,
konfedere. 2. bakınız Confederate States of America
isim suç ortağı.
confederated con.fed.er.at.ed kınfed'ıreytîd sıfat birleşik, bağlaşık,
konfedere.
confederation con.fed.er.a.tion kınfedırey'şın isim konfederasyon,
birleşik devletler.
confer con.fer kınfır' fiil (conferred, conferring) 1. bağışta
bulunmak, ihsan etmek, vermek. 2. danışmak, akıl
sormak, görüşmek: I conferred with him on the matter.
Meseleyi onunla görüştüm.

274
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

conference con.fer.ence kan'fırıns, kan'frıns isim 1. görüşme. 2.


toplantı; konferans, kongre.
confess con.fess kınfes' fiil 1. itiraf etmek. 2. günah çıkartmak.
confession con.fes.sion kınfeş'ın isim 1. itiraf. 2. günah çıkartma.
confessional con.fes.sion.alisim günah çıkartma hücresi.
confessor con.fes.sorisim günah çıkartan papaz.
confidant con.fi.dant kan'fıdant, kan'fıdänt, kanfıdant', kanfıdänt'
isim sırdaş, dert ortağı.
confide in someone birine sırrını söylemek.
confide con.fide kınfayd' fiil to (sırrını) -e söylemek.
confidence game dolandırıcılık, üçkâğıtçılık.
confidence man dolandırıcı, üçkâğıtçı.
confidence con.fi.dence kan'fıdıns isim güven, itimat.
confident con.fi.dent kan'fıdınt sıfat emin, inanan.
confidential con.fi.den.tial kanfıden'şıl sıfat gizli kalması gereken,
gizli: This is confidential. Bu aramızda kalsın.
confidentially con.fi.den.tial.lyzarf sır olarak.
confidently con.fi.dent.lyzarf güvenle.
configuration con.fig.u.ra.tion kınfîgyırey'şın isim 1. düzenleniş,
düzen. 2. görünüm, biçim. 3. bilgisayar konfigürasyon.
confine con.fine kınfayn' fiil 1. to -e kapatmak, -e hapsetmek.
2. to (bir hastalık) (birini eve/yatağa) bağlamak. 3.
(hareketleri) sınırlamak. 4. to -e hasretmek.
confinement con.fine.ment kınfayn'mınt isim 1. kapanış,
hapsedilme. 2. (eve/yatağa) bağlı kalma. 3. doğum
sonrası yatakta kalma süresi.
confirm con.firm kınfırm' fiil 1. doğrulamak, gerçeklemek, teyit
etmek. 2. konfirme etmek; kesinleştirmek; sağlama
bağlamak. 3. (birini) kutsayarak kiliseye üye olarak
kabul etmek.
confirmation con.fir.ma.tion kanfırmey'şın isim 1. doğrulama,
gerçekleme. 2. konfirmasyon; kesinleştirme; sağlama
bağlama. 3. papazın verdiği ilmihal derslerine devam

275
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

etme ve kiliseye üye olarak kabul edilme; kiliseye üye


olarak kabul töreni.
confirmed bachelor müzmin bekâr.
confiscate con.fis.cate kan'fıskeyt fiil 1. müsadere etmek. 2. -e
haciz koymak, haczetmek. 3. kamulaştırmak, istimlak
etmek.
confiscation con.fis.ca.tionisim 1. müsadere. 2. haciz. 3.
kamulaştırma, istimlak.
conflagration con.fla.gra.tion kınflıgrey'şın isim büyük yangın.
conflict of interest çıkar çatışması.
conflict of laws kanuni ihtilaf.
conflict con.flict kan'flîkt isim 1. anlaşmazlık, ihtilaf. 2. savaş,
harp. 3. ruhbilim çatışma.
conform con.form kınfôrm' fiil uymak; to -e uymak.
conformism con.form.ism kınfôr'mîzım isim konformizm,
uymacılık.
conformist con.form.ist kınfôr'mîst isim konformist, uymacı.
conformity con.form.i.ty kınfôr'mıti isim uyma.
confound con.found kınfaund' fiil şaşırtmak.
confounded con.found.edsıfat, konuşma dili kör olası.
confront con.front kınfr^nt' fiil 1. with -e gidip
söylemek/anlatmak: He confronted me with the
problem. Bana gelip meseleyi anlattı. 2. karşısına
çıkmak; önünü kesmek. 3. ile karşı karşıya gelmek: Can
you confront such dangers? Böyle tehlikelerle karşı
karşıya gelebilir misin?
confuse con.fuse kınfyuz' fiil 1. kafasını karıştırmak, şaşırtmak.
2. with (bir şeyi/birini) ile karıştırmak.
confused con.fusedsıfat 1. kafası karışmış, şaşkına dönmüş. 2.
karışık, karman çorman. 3. ayırt edilemez, seçilemez.
confusion con.fu.sion kınfyu'qın isim 1. kafa karışıklığı,
şaşkınlık. 2. karışıklık, düzensizlik.
congeal con.geal kıncil' fiil 1. dondurmak; donmak. 2.
pıhtılaştırmak; pıhtılaşmak.

276
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

congenial con.gen.ial kıncin'yıl sıfat 1. uygun. 2. cana yakın, hoş.


congeniality con.ge.ni.al.i.ty kıncinîyäl'ıti isim 1. uygunluk. 2. cana
yakınlık.
congenital con.gen.i.tal kıncen'ıtıl sıfat doğuştan, yaradılıştan.
congested con.gest.ed kınces'tıd sıfat 1. kalabalık, tıklım tıklım;
tıkanık. 2. tıbbi kan toplamış.
congestion con.ges.tion kınces'çın isim 1. tıkanıklık; kalabalık,
izdiham. 2. tıbbi kan toplanması, kan hücumu.
conglomerate con.glom.er.ate kınglam'ırît isim 1. küme. 2. ticaret
holding. 3. jeoloji yığışım, konglomera.
conglomeration con.glom.er.a.tion kınglamırey'şın isim birikinti, yığın,
küme.
Congo Con.go kang'go isim bakınız the Congo sıfat Kongo,
Kongo'ya özgü.
Congolese Con.go.lese kang.goliz' isim (Congolese) Kongolu.
sıfat 1. Kongo, Kongo'ya özgü. 2. Kongolu.
congratulate con.grat.u.late kıngräç'ûleyt fiil kutlamak, tebrik etmek.
congratulation con.grat.u.la.tion kıngräçûley'şın isim kutlama.
Congratulations! Tebrikler!/Tebrik ederim.
congregate con.gre.gate kang'grıgeyt fiil 1. toplamak, birleştirmek,
bir araya getirmek. 2. birleşmek, bir araya gelmek.
congregation con.gre.ga.tion kang.grıgey'şın isim 1. toplama,
toplantı. 2. cemaat.
Congress Con.gress kang'grîs isim, Amerikan İngilizcesi Millet
Meclisi, Kongre.
Congressional Con.gres.sion.al kıngreş'ınıl sıfat, Amerikan İngilizcesi
Kongre'ye ait.
Congressman Con.gress.man kang'grîsmın isim, Amerikan İngilizcesi
(Congressmen) (erkek) kongre üyesi (özellikle
Temsilciler Meclisi üyesi).
Congresswoman Con.gress.wom.an kang'grîswûmîn isim, Amerikan
İngilizcesi (Congresswomen) (kadın) kongre üyesi
(özellikle Temsilciler Meclisi üyesi).

277
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

congruent con.gru.ent kang'gruwınt sıfat 1. uygun, münasip,


yerinde. 2. matematik benzer.
congruous con.gru.ous kang'gruwıs sıfat 1. uygun, münasip,
yerinde. 2. matematik benzer.
conic con.ic kan'îk sıfat, matematik konik.
conifer con.i.fer kan'ıfır, ko'nıfır isim kozalaklı ağaç.
conjectural con.jec.tur.al kıncek'çırıl sıfat tahmini, varsayımsal,
farazi.
conjecture con.jec.ture kıncek'çır isim varsayım, tahmin, zan, farz.
fiil tahmin etmek, zannetmek, farzetmek.
conjugal con.ju.gal kan'cûgıl sıfat evlilik ile ilgili, karıkocalığa
ait.
conjugate con.ju.gate kan'cûgeyt fiil, dilbilgisi çekmek.
conjugation con.ju.ga.tion kancûgey'şın isim, dilbilgisi fiil çekimi.
conjunction con.junc.tion kınc^ngk'şın isim 1. dilbilgisi bağlaç. 2.
birlik; birleşme.
conjunctive con.junc.tive kınc^ngk'tîv sıfat, dilbilgisi bağlayıcı.
conjunctivitis con.junc.ti.vi.tis kınc^ngktıvay'tîs isim, tıbbi
konqonktivit, konqonktiv iltihabı.
conjure up -i anımsatmak, -i akla getirmek, -i uyandırmak. 2. (el
çabukluğu ile) kotarmak.
conjure con.jure kan'cır fiil büyü yoluyla (ruh) çağırmak.
conjurer con.jur.erisim 1. hokkabaz, sihirbaz. 2. büyücü.
connect con.nect kınekt' fiil bağlamak, birleştirmek;
bağlanmak, birleşmek, bağlı olmak.
connecting link halka. 2. (iki şey arasındaki) bağlantı, ilgi.
connecting rod otomotiv piston kolu.
connection con.nec.tion kınek'şın isim 1. bağlantı, ilişki. 2. bağ. 3.
akrabalık. 4. (tren, uçak v.b.'nde) aktarma.
connexion con.nex.ion kınek'şın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
connection
connivance con.niv.ance kınay'vıns isim 1. göz yumma. 2. suç
ortaklığı.

278
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

connive con.nive kınayv' fiil 1. at -e göz yummak. 2. with ile


suç ortağı olmak.
connoisseur con.nois.seur kanısır' isim eksper, erbap, uzman.
connotation con.no.ta.tion kanıtey'şın isim yananlam, bir sözcüğün
çağrıştırdığı ikincil anlam.
connote con.note kınot' fiil akla getirmek, anlamına gelmek,
demeye gelmek, göstermek, ifade etmek.
conquer con.juer kang'kır fiil 1. fethetmek, zaptetmek. 2.
yenmek.
conqueror con.juer.orisim fatih.
conquest con.juest kan'kwest, kang'kwest isim 1. fetih, zapt. 2.
zafer.
conscience con.science kan'şıns isim 1. vicdan. 2. vicdanlılık.
conscientious con.sci.en.tious kanşiyen'şıs, kansiyen'şıs sıfat 1.
vicdanlı. 2. dikkatli.
conscientiously con.sci.en.tious.lyzarf 1. vicdanına dayanarak;
vicdanen. 2. dikkatle.
conscious con.scious kan'şıs sıfat 1. bilinçli. 2. farkında olan. 3.
bilinci yerinde.
consciously con.scious.lyzarf bile bile, bilinçli olarak.
consciousness con.scious.ness kan'şısnîs isim bilinç, şuur.
conscript con.script kan'skrîpt sıfat, isim askere alınmış (kimse).
conscription con.scrip.tion kınskrîp'şın isim 1. askere alma. 2.
mecburi askerlik.
consecrate con.se.crate kan'sıkreyt fiil 1. kutsamak, takdis etmek.
2. (birine) dini bir törenle (belirli bir unvan) vermek. 3.
to -e adamak.
consecration con.se.cra.tion kansıkrey'şın isim 1. kutsama. 2.
kutsama töreni.
consecutive con.sec.u.tive kınsek'yıtîv sıfat 1. arka arkaya gelen,
ardıl. 2. matematik ardışık.
consecutively con.sec.u.tive.lyzarf arka arkaya, art arda, ardışık
olarak.
consensus con.sen.sus kınsen'sıs isim fikir veya oybirliği.

279
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

consent con.sent kınsent' isim rıza: They've finally given their


consent. Nihayet rıza gösterdiler. How can we gain her
consent? Onun rızasını nasıl alabiliriz? She can't do it
without my consent. Rızam olmadan onu yapamaz. fiil
(to) (-e) razı olmak, (-e) rıza göstermek.
consequence con.se.juence kan'sıkwens isim 1. sonuç. 2. semere. 3.
önem.
consequently con.se.juent.ly kan'sıkwentli zarf sonuç olarak,
dolayısıyla, binaenaleyh, bu nedenle.
conservation con.ser.va.tion kansırvey'şın isim 1. koruma, himaye.
2. doğal kaynakları koruma.
conservationist con.ser.va.tion.istisim doğal kaynakları koruma yanlısı.
conservatism con.ser.va.tism kansır'vıtîzım isim tutuculuk,
muhafazakârlık.
conservative con.ser.va.tive kınsır'vıtîv sıfat 1. tutucu, muhafazakâr.
2. ılımlı. isim tutucu kimse.
conservatory con.ser.va.to.ry kınsır'vıtori isim 1. limonluk, sera. 2.
konservatuvar.
conserve con.serve kınsırv' fiil korumak, muhafaza etmek.
consider con.sid.er kınsîd'ır fiil 1. düşünmek. 2. göz önünde
tutmak, dikkate almak. 3. üzerinde düşünmek, mütalaa
etmek. 4. saymak, addetmek.
considerable con.sid.er.a.ble kınsîd'ırıbıl sıfat 1. önemli, hatırı
sayılır. 2. büyük, hayli, fazla.
considerably con.sid.er.ablyzarf epeyce, oldukça.
considerate con.sid.er.ate kınsîd'ırît sıfat 1. düşünceli, saygılı,
hürmetkâr. 2. nazik.
consideration con.sid.er.a.tion kınsîdırey'şın isim 1. saygı, düşünce.
2. göz önüne alma. 3. karşılık, bedel. 4. önem. 5. itibar,
saygınlık. 6. neden, faktör.
considering con.sid.er.ing kınsîd'ırîng edat -e göre, -e nazaran, göz
önünde tutulursa.
consign con.sign kınsayn' fiil 1. göndermek; vermek. 2. teslim
etmek, emanet etmek.

280
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

consignee con.sign.ee kansayni' isim malın gönderildiği kimse.


consigner con.sign.erisim mal gönderen kimse.
consignment con.sign.mentisim 1. mal gönderme, sevkıyat. 2.
gönderilen mal.
consignor con.sign orisim mal gönderen kimse.
consist con.sist kınsîst' fiil 1. of -den meydana gelmek, -den
oluşmak, -den ibaret olmak. 2. in -e dayanmak, -e bağlı
olmak.
consistency con.sis.ten.cy kınsîs'tınsi isim 1. tutarlık, tutarlılık,
insicam. 2. kıvam; koyuluk; yoğunluk.
consistent con.sis.tent kınsîs'tınt sıfat tutarlı.
consistently con.sis.tent.lyzarf sürekli olarak, devamlı olarak,
mütemadiyen.
consolation prize teselli mükâfatı.
consolation con.so.la.tion kansıley'şın isim teselli, avunç.
console con.sole kınsol' fiil avutmak, avundurmak, teselli
etmek.
consolidate con.sol.i.date kınsal'ıdeyt fiil 1. pekiştirmek, takviye
etmek, sağlamlaştırmak; pekişmek, sağlamlaşmak. 2.
birleştirmek; birleşmek. 3. ticaret konsolide etmek.
consonant con.so.nant kan'sınınt isim ünsüz, konson, konsonant.
sıfat 1. to/with -e uygun, ile uyumlu. 2. ahenkli,
uyumlu.
consort con.sort kınsôrt' fiil with ile arkadaşlık etmek.
consortium con.sor.ti.um kınsôr'şiyım isim konsorsiyum.
conspicuous con.spic.u.ous kınspîk'yuwıs sıfat göze çarpan, dikkati
çeken.
conspiracy con.spir.a.cy kınspîr'ısi isim komplo.
conspirator con.spir.a.tor kınspîr'ıtır isim komplocu.
conspire con.spire kınspayr' fiil komplo kurmak.
constable con.sta.ble kan'stıbıl, k^n'stıbıl isim, İngiliz İngilizcesi
polis, polis memuru.
constabulary con.stab.u.lar.y kınstäb'yıleri isim, İngiliz İngilizcesi
polis teşkilatı.

281
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

constant con.stant kan'stınt sıfat 1. değişmez, sabit. 2. sürekli,


devamlı. 3. sadık. isim 1. sabit şey. 2. matematik sabite.
constantly con.stant.lyzarf sürekli, daima.
constellation con.stel.la.tion kanstıley'şın isim, gökbilim takımyıldız.
consternation con.ster.na.tion kanstırney'şın isim şaşkınlık, hayret,
korku, dehşet.
constipation con.sti.pa.tion kanstıpey'şın isim kabızlık, peklik.
constituency con.stit.u.en.cy kınstîç'uwınsi isim 1. bir seçim
bölgesindeki seçmenler. 2. seçim bölgesi.
constituent con.stit.u.ent kınstîç'uwınt sıfat bütünü oluşturan. isim
1. seçmen. 2. öğe, unsur.
constitute con.sti.tute kan'stıtut fiil 1. oluşturmak, teşkil etmek. 2.
meydana getirmek, kurmak, tesis etmek. 3. atamak,
tayin etmek.
constitution con.sti.tu.tion kanstıtu'şın isim 1. anayasa. 2. tüzük,
nizamname. 3. yapı, bünye. 4. bileşim, terkip.
constitutional con.sti.tu.tion.al kanstıtu'şınıl sıfat 1. anayasal. 2.
bünyesel, yapısal. isim sağlık için yapılan yürüyüş.
constrain con.strain kınstreyn' fiil 1. zorlamak, mecbur etmek. 2.
engellemek, menetmek.
constrained con.strain.edsıfat zoraki.
constraint con.straint kınstreynt' isim 1. sınırlama, tahdit. 2.
kendini tutma.
constrict con.strict kınstrîkt' fiil sıkmak, sıkıştırmak, büzmek,
daraltmak.
constriction con.stric.tion kınstrîk'şın isim 1. sıkma, büzme. 2.
boğaz, dar geçit.
construct con.struct kınstr^kt' fiil 1. yapmak, inşa etmek, bina
etmek, kurmak, tertip etmek. 2. geometri çizmek.
construction con.struc.tion kınstr^k'şın isim 1. yapı, inşaat. 2.
yorum, tefsir. 3. dilbilgisi yapı, inşa, tertip. 4. geometri
çizim.
constructive con.struc.tive kınstr^k'tîv sıfat 1. yapıcı, olumlu,
müspet. 2. yapısal.

282
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

construe con.strue kınstru' fiil 1. yorumlamak, tefsir etmek,


mana vermek, anlamak. 2. (cümleyi) tahlil etmek.
consul general başkonsolos.
consul con.sul kan'sıl isim 1. konsolos. 2. (eski Roma'da)
konsül.
consular agent fahri konsolos.
consular con.sul.arsıfat 1. konsolosa ait. 2. konsüle ait.
consulate con.sul.ate kan'sılît isim konsolosluk, konsoloshane.
consult con.sult kıns^lt' fiil 1. danışmak, başvurmak, müracaat
etmek, sormak. 2. göz önünde tutmak, hesaba katmak.
3. with ile görüşmek.
consultant con.sult.antisim danışman, müşavir.
consultation con.sul.ta.tion kansıltey'şın isim 1. danışma, müzakere,
istişare. 2. konsültasyon.
consultative committee danışma kurulu.
consultative con.sul.ta.tive kans^l'tıtîv sıfat danışmanlıkla ilgili,
istişari.
consume con.sume kınsum' fiil 1. tüketmek, yoğaltmak, istihlak
etmek. 2. yakıp yok etmek.
consumed with jealousy kıskançlıktan deliye dönmüş.
consumer durables dayanıklı tüketim malları.
consumer goods tüketim maddeleri.
consumer nondurables dayanıksız tüketim malları.
consumer con.sum.er kınsu'mır isim tüketici, yoğaltıcı.
consummate con.sum.mate kan'sımeyt fiil tamamlamak, ikmal
etmek.
consumption con.sump.tion kıns^mp'şın isim tüketim, yoğaltma,
istihlak.
cont. cont.kısaltma «contents» continent continue
contact lens kontakt lens, lens.
contact con.tact kan'täkt isim 1. temas, değme, dokunma: It
mustn't have any contact with the air. Havayla hiç
teması olmamalı. 2. temas, ilişki; irtibat, bağlantı: Have
you ever had any sort of contact with them? Onlarla

283
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

herhangi bir temasınız oldu mu? We've been in contact


for some time. Epey zamandan beri temastayız. We've
finally established radio contact with them. Onlarla
nihayet radyoyla irtibat kurduk. 3. (faydalı olabilecek)
tanıdık; kaynak, haber veren kimse; aracı, aracılık
yapan kimse. 4. konuşma dili kontakt lens, lens. fiil 1.
ile temasa geçmek, ile temas etmek. 2. temas etmek,
değmek, dokunmak.
contagious con.ta.gious kıntey'cıs sıfat 1. tıbbi bulaşıcı, bulaşkan,
sâri. 2. yayılan.
contain con.tain kınteyn' fiil 1. kapsamak, içermek, içine
almak. 2. kontrol altına almak, tutmak.
container con.tain.erisim 1. (kutu, şişe v.b.) kap. 2. konteyner.
contaminate con.tam.i.nate kıntäm'ıneyt fiil 1. (hastalık, mikrop,
pislik) bulaştırmak, geçirmek. 2. kirletmek.
contamination con.tam.i.na.tion kıntämıney'şın isim 1. bulaştırma. 2.
kirlilik, kirlenme.
contemplate con.tem.plate kan'tımpleyt fiil 1. düşünmek, düşünüp
taşınmak. 2. niyetinde olmak, tasarlamak. 3. seyretmek.
contemplation con.tem.pla.tion kantımpley'şın isim 1. düşünme,
tefekkür. 2. tasarlama. 3. seyretme.
contemplative con.tem.pla.tive kıntem'plıtîv sıfat dalgın, düşünceye
dalmış.
contemporaneous con.tem.po.ra.ne.ous kıntempırey'niyıs sıfat çağdaş,
aynı zamanda olan.
contemporary with ile çağdaş.
contemporary con.tem.po.rar.y kıntem'pıreri sıfat çağdaş, muasır.
isim 1. yaşıt, akran. 2. çağdaş.
contempt of court hukuk mahkemeye itaatsizlik.
contempt con.tempt kıntempt' isim küçük görme, hor görme.
contemptible con.tempt.i.ble kıntemp'tıbıl sıfat aşağılık, alçak, rezil.
contemptuous con.temp.tu.ous kıntemp'çuwıs sıfat hakir gören, hor
gören.

284
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

contend con.tend kıntend' fiil 1. for için yarışmak, çekişmek. 2.


with ile uğraşmak, mücadele etmek. 3. iddia etmek, ileri
sürmek.
content con.tent kan'tent isim 1. içerik. 2. çoğul (kitaba ait)
içerik, muhteviyat. 3. çoğul içindeki şeyler.
contented con.tent.edsıfat halinden memnun, hoşnut, rahat,
mutlu.
contention con.ten.tion kınten'şın isim 1. kavga, çekişme. 2. sav,
iddia, tez. 3. rekabet.
contentment con.tent.ment kıntent'mınt isim memnuniyet, rahatlık,
gönül hoşluğu.
contest con.test kan'test isim 1. yarışma. 2. mücadele, çekişme.
contestant con.test.ant kıntes'tınt isim yarışmacı.
context con.text kan'tekst isim bağlam, kontekst.
Continent Con.ti.nent kan'tınınt isim bakınız the Continent
continental con.ti.nen.tal kantınen'tıl sıfat kıtasal.
contingency fund ihtiyat fonu.
contingency con.tin.gen.cy kıntîn'cınsi isim 1. olasılık, ihtimal. 2.
beklenmedik olay.
contingent con.tin.gent kıntîn'cınt sıfat on/upon -e bağlı.
continual con.tin.u.al kıntîn'yuwıl sıfat sürekli, devamlı.
continually con.tin.u.al.lyzarf sürekli, devamlı, sık sık, boyuna,
habire.
continuation con.tin.u.a.tion kıntînyuwey'şın isim devam, devam
etme, sürme.
continue con.tin.ue kıntîn'yu fiil devam etmek, sürmek.
continuity con.ti.nu.i.ty kantınu'wıti, kantınyu'wıti isim süreklilik,
devamlılık.
continuous con.tin.u.ous kıntîn'yuwıs sıfat sürekli, devamlı,
aralıksız.
continuously con.tin.u.ous.lyzarf sürekli, devamlı, durmadan,
aralıksız.
contort con.tort kıntôrt' fiil burmak, bükmek, eğmek,
çarpıtmak.

285
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

contorted con.tort.edsıfat buruşuk, bükük.


contortion con.tor.tion kıntôr'şın isim burulma, bükülme, eğilme.
contour con.tour kan'tûr isim dış hatlar, çevre, şekil.
contra- contra-önek karşı, zıt, aksi.
contraband con.tra.band kan'trıbänd sıfat kaçak, ithal veya ihracı
yasaklanmış. isim 1. kaçak mal. 2. kaçakçılık.
contraception con.tra.cep.tion kantrısep'şın isim gebelikten korunma.
contraceptive con.tra.cep.tive kantrısep'tîv sıfat, isim gebeliği
önleyici (hap veya alet).
contract con.tract kan'träkt isim 1. sözleşme, mukavele, kontrat,
akit. 2. sözleşme metni, mukavelename. fiil 1. kasmak,
daraltmak, kısaltmak, büzmek; kasılmak, daralmak,
kısalmak, çekmek, büzülmek. 2. (hastalık) kapmak. 3.
sözleşme yapmak.
contraction con.trac.tion kınträk'şın isim 1. kasılma, daralma,
kısalma, çekilme, büzülme. 2. doğum sırasında rahim
kaslarının kasılması. 3. dilbilgisi (bir veya birkaç harf
atılarak yapılan) kısaltma.
contractor con.trac.tor kan'träktır, kınträk'tır isim müteahhit,
üstenci, üstlenici, yüklenici.
contradict con.tra.dict kantrıdîkt' fiil 1. yalanlamak, tekzip etmek,
aksini iddia etmek. 2. ters düşmek, çelişmek.
contradiction con.tra.dic.tion kantrıdîk'şın isim 1. aykırılık, çelişki,
çelişme, tutarsızlık. 2. yalanlama.
contradictory con.tra.dic.to.ry kantrıdîk'tıri sıfat çelişkili, çelişik,
tutarsız.
contrary con.tra.ry kan'treri, kıntrer'i sıfat karşıt, aksi, zıt, aykırı.
isim aksi, ters. zarf aksine, tersine.
contrast con.trast kan'träst isim 1. karşıtlık, zıtlık. 2.
fotoğrafçılık kontrast.
contribute to -e yardım etmek. 2. (gazete, dergi v.b.'ne) yazı vermek.
contribute con.trib.ute kıntrîb'yut fiil 1. bağışlamak. 2. katkıda
bulunmak.

286
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

contribution con.tri.bu.tion kantrıbyu'şın isim 1. yardım, bağış,


katkı. 2. makale, yazı.
contributor con.trib.u.torisim 1. bağışçı. 2. (gazete, dergi v.b.'ne)
yazı yazan kimse. 3. katkıda bulunan kimse.
contrite con.trite kıntrayt' sıfat pişman, nadim, tövbekâr.
contrive con.trive kıntrayv' fiil 1. (a way of/a means of) -in
yolunu bulmak, için bir yol bulmak: She contrived a
way to get herself invited to the party. Kendisini partiye
davet ettirmenin yolunu buldu. 2. from (bir şeyi) (başka
bir şeyden) uydurup yapmak.
contrived con.trivedsıfat uydurma, uyduruk.
control tower kontrol kulesi.
control con.trol kıntrol' fiil (controlled, controlling) 1. kontrol
etmek, denetlemek. 2. idare etmek, hâkim olmak.
controversial con.tro.ver.sial kantrıvır'şıl sıfat tartışmalı, çekişmeli.
controversy con.tro.ver.sy kan'trıvırsi isim tartışma, çekişme,
anlaşmazlık.
convalesce con.va.lesce kanvıles' fiil nekahet döneminde olmak,
iyileşmek.
convalescence con.va.les.cenceisim nekahet.
convalescent con.va.les.centsıfat nekahet dönemiyle ilgili. isim
nekahet dönemindeki hasta.
convection con.vec.tion kınvek'şın isim, fizik, kimya konveksiyon,
ısı yayımı, iletim.
convene con.vene kınvin' fiil 1. toplanmak. 2. toplamak,
toplantıya çağırmak.
convenience con.ven.ience kınvin'yıns isim 1. uygunluk, rahatlık,
kolaylık, elverişlilik. 2. çoğul konfor.
convenient con.ven.ient kınvin'yınt sıfat uygun, elverişli, müsait,
rahat, kullanışlı.
convent con.vent kan'vent isim kadınlar manastırı.
convention con.ven.tion kınven'şın isim 1. kongre, toplantı. 2.
mukavele, anlaşma. 3. âdet, gelenek.
conventional weapons konvansiyonel silahlar.

287
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

conventional con.ven.tion.al kınven'şınıl sıfat 1. geleneksel. 2.


beylik, basmakalıp, sıradan.
converge con.verge kınvırc' fiil 1. bir noktaya yönelmek. 2.
geometri yakınsamak.
conversant con.ver.sant kınvır'sınt sıfat with -e aşina, -i iyi bilen.
conversation con.ver.sa.tion kanvırsey'şın isim konuşma, sohbet.
conversational con.ver.sa.tion.al kanvırsey'şınıl sıfat 1. konuşmaya
özgü. 2. konuşma dilinde. 3. konuşmaya hazır,
konuşkan.
conversationalist con.ver.sa.tion.al.istisim hoşsohbet biri.
converse con.verse kan'vırs sıfat karşıt, zıt, aksi, ters. isim karşıt
anlamlı söz/sözcük.
conversion con.ver.sion kınvır'qın isim 1. dönme, değişme;
değiştirme, tebdil. 2. din değiştirme. 3. ihtida.
convert con.vert kınvırt' fiil (to/into) -e değiştirmek, -e
çevirmek, -e dönüştürmek.
converter con.vert.er kınvır'tır isim, elektrik çevirgeç.
convertible con.vert.i.ble kınvır'tıbıl sıfat değiştirilebilir,
çevrilebilir, tahvili mümkün. isim 1. üstü açılabilen
araba. 2. çekyat.
convex con.vex kan'veks sıfat dışbükey, konveks.
convey con.vey kınvey' fiil 1. taşımak, götürmek, iletmek,
nakletmek. 2. iletmek, bildirmek. 3. hukuk devretmek.
conveyance con.vey.ance kınvey'ıns isim 1. taşıma, nakil, nakletme.
2. taşıt. 3. devretme, devir. 4. hukuk temlikname;
feragatname.
conveyer belt taşıyıcı bant.
conveyer con.vey.er kınvey'ır isim taşıyıcı.
conveyor belt taşıyıcı bant.
conveyor con.vey.or kınvey'ır isim taşıyıcı.
convict con.vict kanvîkt' fiil 1. mahkûm etmek. 2. suçlu
bulmak.
conviction con.vic.tion kınvîk'şın isim 1. mahkûmiyet. 2. inanç;
kanaat.

288
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

convince con.vince kınvîns' fiil ikna etmek, inandırmak.


convincing con.vinc.ingsıfat inandırıcı.
convivial con.viv.i.al kınvîv'iyıl sıfat neşeli, şen, keyifli.
conviviality con.viv.i.al.i.ty kınvîviyäl'ıti isim şenlik ve ziyafet,
eğlenti, eğlence.
convoke con.voke kınvok' fiil toplantıya davet etmek.
convolution con.vo.lu.tion kanvılu'şın isim kıvrım.
convoy con.voy kan'voy isim konvoy.
convulse con.vulse kınv^ls' fiil şiddetle sarsmak.
convulsion con.vul.sion kınv^l'şın isim çırpınma, ihtilaç,
ıspazmoz.
convulsive con.vul.sive kınv^l'sîv sıfat çırpınmalı.
coo coo ku fiil (kumru, güvercin) ötmek, kuğurmak,
üveymek. isim kumru ötüşü.
cook one's goose işini bozmak.
cook someone's goose -i mahvetmek, -in canına okumak.
cook up konuşma dili uydurmak.
cook cook kûk fiil 1. pişirmek; pişmek. 2. konuşma dili
(hesaplar) üzerinde oynamak.
cookbook cook.bookisim yemek kitabı.
cooked rice pilav.
cookery cook.er.y kûk'ıri isim aşçılık.
cookie cook.ie kûk'i isim kurabiye, (tatlı) çörek, (tatlı) kuru
pasta; (tatlı) bisküvi.
cooking cook.ing kûk'îng isim (yemek) pişirme; pişme. sıfat
yemeklik, yemek pişirmede kullanılan.
cooky cook.y kûk'i isim kurabiye, (tatlı) çörek, (tatlı) kuru
pasta; (tatlı) bisküvi.
cool as a cucumber serinkanlı, soğukkanlı.
Cool it! konuşma dili Sakin ol!/Ağır ol!
cool one's heels konuşma dili beklemek: He made me cool my heels for
at least forty-five minutes. Beni en az kırk beş dakika
bekletti.

289
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cool cool kul sıfat 1. serin: a cool wind serin bir rüzgâr. cool
water serin su. 2. insanı serin tutan (giysi). 3. serinkanlı,
soğukkanlı, sakin. 4. soğuk, ilgisiz: He gave me a cool
reception. Beni soğuk karşıladı. 5. konuşma dili harika,
çok güzel, çok iyi. isim serinlik: the cool of the evening
akşam serinliği. fiil 1. serinletmek; soğutmak;
serinlemek, serinleşmek; soğumak: Cool the lijuid in
the refrigerator. Sıvıyı buzdolabında soğut. It's cooled
off. Hava serinledi. 2. (öfke, arzu v.b.'ni) söndürmek;
(birini) sakinleştirmek, yatıştırmak; (öfke, arzu v.b.)
sönmek; (biri) sakinleşmek: That will cool her growing
desire. Onun büyüyen arzusunu o söndürür. You need
to cool off. Sakinleşmen lazım.
coop up in -e tıkmak, -e kapamak.
co-op co-op ko'wap isim, konuşma dili kooperatif.
coop coop kup isim kümes. fiil kümese sokmak.
cooperate co.op.er.ate kowap'ıreyt fiil birlikte çalışmak, işbirliği
yapmak.
cooperation co.op.er.a.tion kowapırey'şın isim birlikte çalışma,
işbirliği.
cooperative co.op.er.a.tive kowap'rıtîv, kowap'ırıtîv sıfat 1. işbirliği
yapan. 2. ortak, müşterek. isim kooperatif.
coordinate co.or.di.nate kowôr'dıneyt fiil koordine etmek,
eşgüdümlemek, birbirine göre ayarlamak.
coordination co.or.di.na.tion kowôrdıney'şın isim koordinasyon,
eşgüdüm, birbirine göre ayarlama.
cop cop kap isim, konuşma dili polis, aynasız.
cope cope kop fiil (with) (ile) baş etmek, (ile) başa çıkmak,
(-in) üstesinden gelmek.
copier cop.i.er kap'iyır isim fotokopi makinesi.
copious co.pi.ous ko'piyıs sıfat bol, çok, bereketli.
copiously co.pi.ous.lyzarf bolca, bol miktarda.
copper cop.per kap'ır isim 1. bakır. 2. ufak para. sıfat 1. bakır.
2. bakır renginde.

290
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

coppersmith cop.per.smithisim bakırcı.


coppice cop.pice kap'îs isim bakınız copse
copse copse kaps isim koru, ağaçlık, baltalık.
copter cop.ter kap'tır isim, konuşma dili helikopter.
copulate cop.u.late kap'yıleyt fiil çiftleşmek.
copy cop.y kap'i fiil 1. kopya etmek. 2. taklit etmek. 3.
(sınavda) kopya çekmek. 4. bilgisayar kopyalamak.
copyright cop.y.right kap'irayt isim telif hakkı. fiil telif hakkı
almak.
coquette co.juette koket' isim fettan kadın.
coquettish co.juet.tish koket'îş sıfat fettan, cilveli.
cor. cor.kısaltma «corner» coroner correct correspondence
coral reef mercan kayalığı.
coral cor.al kôr'ıl isim, sıfat mercan.
cord cord kôrd isim 1. ip, sicim, kaytan, şerit. 2. kiriş, çalgı
teli. fiil iple bağlamak.
cordial cor.dial kôr'cıl, [İngiliz İngilizcesi] kor'dyıl sıfat
samimi, içten, yürekten, candan. isim likör.
cordiality cor.dial.i.ty kôrciyäl'ıti isim samimiyet, içtenlik.
cordially cor.dial.lyzarf candan, samimiyetle.
cordon off kordon altına almak.
cordon cor.don kôr'dın isim kordon.
corduroy cor.du.roy kôr'dıroy isim fitilli kadife. sıfat fitilli
kadifeden yapılmış.
corduroys cor.du.roysisim, çoğul kadife pantolon.
core core kor isim 1. (etli meyvelerde) göbek, iç. 2. nüve,
öz, esas; merkez.
coriander co.ri.an.der koriyän'dır isim kişniş.
cork cork kôrk isim mantar, tıpa, tapa. fiil tıpalamak,
mantarla kapamak.
corkscrew cork.screwisim tirbuşon, tıpa burgusu.
cormorant cor.mo.rant kôr'mırınt isim karabatak.
corn bread mısır ekmeği.
corn flour mısır unu. 2. İngiliz İngilizcesi mısır nişastası.

291
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

corn muffin mısır unundan yapılan ufak, yuvarlak ve tuzlu bir


ekmek türü.
corn silk mısır püskülü.
corn syrup mısır pekmezi.
corn corn kôrn isim 1. mısır. 2. İngiliz İngilizcesi buğday;
hububat, tahıl.
corncob corn.cob kôrn'kab isim mısır koçanı.
cornea cor.ne.a kôr'niyı isim, anatomi saydam tabaka, kornea.
cornelian cherry kızılcık.
cornelian cor.ne.lian kôrnil'yın sıfat bakınız cornelian cherry
corner kick futbol korner vuruşu, köşe atışı.
corner cor.ner kôr'nır isim 1. köşe, köşe başı. 2. futbol korner,
korner vuruşu, köşe atışı. 3. futbol korner, oyun
alanının dört köşesinden biri. fiil 1. köşeye sıkıştırmak,
kıstırmak. 2. (konuşmak veya konuşturmak için)
yakalamak. 3. ... piyasasını ele geçirmek. 4. viraj almak.
cornet cor.net kôrnet' isim, müzik kornet.
cornetist cor.net.istisim kornetçi.
cornhusk corn.huskisim mısır kabuğu.
cornice cor.nice kôr'nîs isim 1. korniş. 2. mimarlık saçak
silmesi, korniş.
cornmeal corn.mealisim iri taneli mısır unu.
cornstarch corn.starchisim mısır nişastası.
coronary cor.o.nar.y kôr'ıneri sıfat, tıbbi koroner. isim koroner
damar, taçdamar.
coronation cor.o.na.tion kôrıney'şın isim taç giyme töreni.
coroner cor.o.ner kôr'ınır isim şüpheli ölüm olaylarını araştıran
görevli.
coronet cor.o.net kôr'ınet isim küçük taç.
corporal punishment bedensel ceza, dayak.
corporal cor.po.ral kôr'pırıl sıfat bedensel, bedeni, cismani.
corporate cor.po.rate kôr'pırît sıfat 1. ortak, kolektif. 2. anonim
şirkete ait. 3. şirketleştirilmiş. 4. birleşik, birleşmiş.

292
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

corporation cor.po.ra.tion kôrpırey'şın isim 1. anonim şirket. 2.


tüzelkişi.
Corps of Engineers İstihkâm Sınıfı.
corps corps kôr isim, askeri 1. kolordu. 2. sınıf, teşkilat.
corpse corpse kôrps isim ceset, ölü.
corpuscle cor.pus.cle kôr'pısıl isim, anatomi yuvar.
correct usage doğru kullanış, yerinde kullanma.
correct cor.rect kırekt' sıfat 1. doğru, yanlışsız. 2. doğru,
yerinde.
correction cor.rec.tion kırek'şın isim düzeltme, tashih, ıslah.
corrective cor.rec.tivesıfat düzeltici, ıslah edici.
correctly cor.rect.lyzarf doğru olarak.
correctness cor.rect.nessisim doğruluk.
correlate cor.re.late kôr'ıleyt fiil 1. karşılıklı ilişkisi olmak. 2.
aralarında uygunluk sağlamak, (iki şey, sonuç, rakam)
arasında ilişki kurmak. isim birbiriyle ilgisi olan
şeylerin her biri.
correlation cor.re.la.tionisim 1. karşılıklı ilişki. 2. matematik
bağlılaşım, korelasyon.
correspond cor.re.spond kôrıspand' fiil 1. (to/with) uymak, tekabül
etmek: It corresponds with what she said. Onun
dediklerine uyuyor. 2. to (biri/bir şey) (başka
birinin/başka bir şeyin) benzeri olmak: The Turkish il
corresponds to the English county. Türkiye'deki ilin
İngiltere'deki benzeri kontluktur. 3. (with) (ile)
mektuplaşmak.
correspondence cor.re.spon.dence kôrıspan'dıns isim 1. benzerlik;
benzer taraf. 2. mektuplaşma. 3. mektuplar.
correspondent cor.re.spon.dent kôrıspan'dınt isim muhabir: Does your
paper have a correspondent in Paris? Gazetenizin
Paris'te muhabiri var mı? sıfat with -e uygun: It was
correspondent with her wishes. İsteklerine uygundu.
corresponding cor.re.spond.ing kôrıspan'dîng sıfat 1. (bir şeye)
karşılık olan: That century saw a lessening of Spain's

293
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

influence and a corresponding rise in that of Holland. O


yüzyılda İspanya'nın etkisinin azalıp buna karşılık
Hollanda'nın etkisinin arttığına tanık olundu. 2. aynı:
Our sales in the first juarter of this year were better than
they were in the corresponding period of last year. Bu
yılın ilk üç ayına ait satışlarımız, geçen yılın aynı
dönemindeki satışlardan iyiydi. 3. mektuplaşmadan
sorumlu olan. 4. toplantılara gelmeyip mektup yoluyla
cemiyetin faaliyetlerine katılan (üye).
corridor cor.ri.dor kôr'ıdır isim koridor, geçit, dehliz.
corroborate cor.rob.o.rate kırab'ıreyt fiil (bir düşünce, ifade v.b.'ni)
doğrulamak, desteklemek, teyit etmek.
corrode cor.rode kırod' fiil çürütmek, aşındırmak, yemek;
çürümek, paslanmak, aşınmak, yenmek.
corrosion cor.ro.sion kıro'qın isim 1. paslanma, aşınma, çürüme.
2. jeoloji aşınma/aşındırma, korozyon.
corrosive cor.ro.sive kıro'sîv sıfat çürütücü, aşındırıcı, kemirici.
corrugate cor.ru.gate kôr'ıgeyt, kôr'yıgeyt fiil kırıştırmak,
buruşturmak; buruşmak.
corrugated iron oluklu saç.
corrupt cor.rupt kır^pt' sıfat 1. ahlaksız, ahlak kurallarına
uymayan, soysuz. 2. rüşvet yiyen, rüşvetçi. 3. bozuk,
yozlaşmış (dil). 4. yanlış dolu (metin). fiil 1. (birini)
doğru yoldan saptırmak, ayartmak. 2. -e rüşvet
yedirmek. 3. (dili) bozmak, yozlaştırmak.
corruptible cor.rupt.iblesıfat 1. ayartılabilir. 2. rüşvet almaya hazır.
corruption cor.rup.tion kır^p'şın isim 1. ayartma. 2. rüşvet
yedirme. 3. (dili) yozlaştırma.
corsage cor.sage kôrsaq' isim 1. korsaq. 2. göğse takılan
çiçek/çiçek demeti.
corset cor.set kôr'sît isim korse.
cortege cor.tege kôrteq isim korteq, cenaze alayı.
cortex cor.tex kôr'teks isim beyinzarı, korteks.
cortisone cor.ti.sone kôr'tıson, kôr'tızon isim kortizon.

294
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cos cos kas isim bakınız cos lettuce


cosine co.sine ko'sayn isim, matematik kosinüs.
cosmetic cos.met.ic kazmet'îk isim, sıfat kozmetik.
cosmic cos.mic kaz'mîk sıfat evrensel, kozmik.
cosmonaut cos.mo.naut kaz'mınôt isim kozmonot.
cosmopolitan cos.mo.pol.i.tan kazmıpal'ıtın sıfat, isim kozmopolit.
cosmos cos.mos kaz'mıs isim evren, kâinat, kozmos.
cost a pretty penny epey pahalıya mal olmak.
cost an arm and a leg çok pahalı olmak.
cost of living hayat pahalılığı.
cost price maliyet, maliyet fiyatı.
cost sheet maliyet cetveli.
cost cost kôst isim 1. masraf, harcanan para; fiyat. 2.
maliyet.
cost, insurance and freight ticaret sif, bir malın bedeli, sigortası ve navlunu ile
birlikte maliyeti.
Costa Rica Cos.ta Ri.ca kastıri'kı isim Kosta Rika.
Costa Rican isim Kosta Rikalı. sıfat 1. Kosta Rika, Kosta Rika'ya
özgü. 2. Kosta Rikalı.
costly cost.lysıfat çok pahalı; masraflı.
cost-of-living index geçim indeksi.
costume cos.tume kas'tum, kas'tyum isim 1. kıyafet, elbise. 2.
kostüm.
cot cot kat isim 1. (üzerine bez gerili) portatif karyola. 2.
İngiliz İngilizcesi bebek karyolası.
coterie co.te.rie ko'tıri isim zümre, grup.
cottage cot.tage kat'îc isim 1. küçük ev, kulübe. 2. yazlık ev,
sayfiye evi.
cotton candy ketenhelva.
cotton gin çırçır.
cotton wool İngiliz İngilizcesi (hidrofil) pamuk.
cotton cot.ton kat'ın isim 1. pamuk. 2. pamuk ipliği. 3.
pamuklu kumaş, pamuklu. sıfat pamuklu.
cottonseed cot.ton.seedisim çiğit.

295
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

couch couch kauç fiil ifade etmek, beyan etmek.


cougar cou.gar ku'gır isim puma.
cough drop öksürük pastili.
cough up vermek, sökülmek, uçlanmak.
cough cough kôf, kaf isim öksürük. fiil öksürmek.
could do with ise iyi olur, ise fena olmaz: He could do with a bath.
Banyo yapsa iyi olur.
could could kûd yardımcı fiil bakınız can
couldn't could.n't kûd'ınt kısaltma could not.
Council of Ministers Bakanlar Kurulu, Kabine.
Council of State Danıştay, Devlet Şûrası.
council coun.cil kaun'sıl isim kurul, komisyon; konsey,
danışma kurulu.
councillor coun.cil.lor kaun'sılır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
councilor
councilor coun.cil.or kaun'sılır isim kurul üyesi, komisyon üyesi;
konsey üyesi.
counsel coun.sel kaun'sıl isim 1. tavsiye, fikir, görüş; nasihat,
öğüt. 2. avukat. fiil nasihat vermek, öğüt vermek.
counselor coun.sel.or kaun'sılır isim 1. rehber, danışman. 2.
avukat. 3. konuşma dili kurul üyesi, komisyon üyesi;
konsey üyesi.
counselor-at-law coun.sel.or-at-lawisim avukat.
count down geriye doğru saymak.
count noses konuşma dili bir yerde hazır bulunanları saymak.
count on -e güvenmek. 2. -i beklemek, -i hesaba katmak.
count one's chickens before they're hatched ayıyı vurmadan postunu satmak.
count out money paraları birer birer saymak.
count someone in konuşma dili birini (bir işe) katmak: If that's what
you're up to, don't count me in! Yapmayı planladığınız
oysa beni o işe katmayın!
count someone out konuşma dili birini (bir işe) katmamak: You can count
me out of that! Beni o işe katma! 2. on saniye içinde

296
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

birden ona kadar sayarak boksörün nakavt olduğunu


ilan etmek.
count count kaunt fiil 1. sayı saymak: Do you know how to
count? Saymayı biliyor musun? She can only count
from one to ten. Ancak birden ona kadar sayabiliyor. 2.
saymak, sayısını bulmak: I counted twenty people.
Yirmi kişiyi saydım. Count the money now! Parayı
şimdi say! 3. saymak, addetmek: They count
themselves lucky. Kendilerini şanslı sayıyorlar. I count
her among the greatest. Onu en büyüklerden biri
sayıyorum. 4. önemli olmak: My opinion doesn't count
for much around here. Sözüm burada pek kale
alınmıyor. That's what really counts! Esas önemli olan
o!
countdown count.down kaunt'daun isim geriye doğru sayma.
countenance coun.te.nance kaun'tınıns isim 1. çehre, yüz, sima,
görünüş; yüz ifadesi. 2. destek, onama, tasvip. fiil
desteklemek, onamak, tasvip etmek.
counter coun.ter kaun'tır isim 1. tezgâh. 2. fiş, marka. 3. sayaç,
sayıcı.
counteract coun.ter.act kauntıräkt' fiil karşı koymak, önlemek,
etkisiz hale getirmek.
counterattack coun.ter.at.tack kaun'tırıtäk isim karşı saldırı.
counterbalance coun.ter.bal.ance kauntırbäl'ıns fiil 1. (karşılıklı olarak)
dengelemek, denkleştirmek. 2. telafi etmek. isim
karşılık, eş ağırlık.
countercharge coun.ter.charge kaun'tırçarc isim karşı suçlama.
counterclockwise coun.ter.clock.wise kauntırklak'wayz zarf, sıfat saat
yelkovanının ters yönünde, sola doğru.
countercurrent coun.ter.cur.rent kaun'tırkırınt isim ters akıntı.
counterdemonstration coun.ter.dem.on.stra.tion kaun'tırdemınstrey'şın isim
karşı gösteri.
counterespionage coun.ter.es.pi.o.nage kauntıres'piyınaq isim karşı
casusluk.

297
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

counterfeit coun.ter.feit kaun'tırfît sıfat sahte, kalp. isim taklit. fiil


1. kalp para basmak. 2. taklit etmek, sahtesini yapmak.
counterfeiter coun.ter.feit.erisim kalpazan.
countermand coun.ter.mand kauntırmänd' fiil (yeni bir emir ile)
(önceki emri) iptal etmek. isim iptal emri.
countermeasure coun.ter.meas.ure kaun'tırmeqır isim karşı tedbir.
counteroffensive coun.ter.of.fen.sive kaun'tırıfen'sîv isim, askeri karşı
saldırı.
counterpane coun.ter.pane kaun'tırpeyn isim yatak örtüsü.
counterpart coun.ter.part kaun'tırpart isim 1. taydaş. 2. karşılık,
tamamlayıcı şey. 3. kopya, ikinci nüsha, suret.
counterpoint coun.ter.point kaun'tırpoynt isim, müzik kontrpuan.
counterproposal coun.ter.pro.po.sal kauntırprıpo'zıl isim karşı öneri.
countersign coun.ter.sign kauntırsayn' fiil (tasdik için) ikinci olarak
imzalamak.
counterspy coun.ter.spy kaun'tırspay isim karşı casus.
countess count.ess kaun'tîs isim kontes.
counting ... .. dahil: That makes ten, counting me. Ben dahil on kişi
eder. That's sixteen people, not counting the children.
Çocuklar hariç, on altı kişi oluyor.
countless count.less kaunt'lîs sıfat sayısız, hesapsız, pek çok.
country coun.try k^n'tri isim 1. ülke, memleket; yurt, vatan. 2.
the taşra. 3. the kır, sayfiye. 4. hukuk qüri, yargıcılar
kurulu. sıfat taşraya özgü.
countryman coun.try.manisim 1. vatandaş, hemşeri. 2. taşralı.

countryside coun.try.sideisim 1. kır, kırlık. 2. sayfiye.


county coun.ty kaun'ti isim 1. ilçe. 2. İngiliz İngilizcesi
kontluk.
coup d'état hükümet darbesi.
coup coup ku isim darbe, askeri darbe, hükümet darbesi.
couple cou.ple k^p'ıl isim 1. çift. 2. çift, karı koca. fiil 1.
bağlamak, bitiştirmek, birleştirmek. 2. bağlantı kurmak.
3. çiftleştirmek.

298
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

coupling coup.ling k^p'lîng isim bağlama, kavrama.


coupon cou.pon ku'pan, kyu'pan isim kupon.
courage cour.age kır'îc isim cesaret, yüreklilik, yürek, yiğitlik,
mertlik.
courageous cou.ra.geous kırey'cıs sıfat cesur, yürekli, yiğit, mert.
courageously cou.ra.geous.lyzarf cesaretle, mertçe.
courgette cour.gette kûrqet' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
zucchini
courier cou.ri.er kûr'iyır isim kurye, ulak.
course course kôrs isim 1. yön, cihet, istikamet. 2. ders, kurs.
3. denizcilikle ilgili rota. 4. gidiş. 5. yol. 6. ahçılık
yemek, kap, servis. fiil 1. köpekle (av) kovalamak. 2.
(gözyaşı, kan v.b.) akmak.
court fool saray soytarısı.
court of appeals hukuk istinaf mahkemesi.
court of common pleas hukuk medeni hukuk mahkemesi.
court of first instance hukuk asliye mahkemesi.
court court kôrt isim 1. avlu, iç bahçe. 2. kort. 3. saray, kralın
maiyeti. 4. hukuk mahkeme. fiil 1. kur yapmak, ile flört
etmek. 2. (tehlike, hastalık v.b.'ni) davet etmek.
courteous cour.te.ous kır'tiyıs sıfat nazik, kibar, ince, saygılı.
courtesan cour.te.san kôr'tızın isim zenginlerle düşüp kalkan
fahişe.
courtesy cour.te.sy kır'tısi isim nezaket, kibarlık, incelik.
courthouse court.house kôrt'haus isim 1. adliye sarayı, mahkeme
binası. 2. ilçe hükümet binası.
courtier court.i.er kôr'tiyır, kôr'tyır isim saray mensubu; kralın
nedimi.
courtly court.ly kôrt'li sıfat 1. sarayla ilgili. 2. zarif, nazik.
court-martial court-mar.tial kôrt'marşıl isim (courts-martial) askeri
mahkeme. fiil askeri mahkemede yargılamak.
courtroom court.room kôrt'rum isim mahkeme salonu.
courtship court.ship kôrt'şîp isim kur yapma.
courtyard court.yard kôrt'yard isim avlu, iç bahçe.

299
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cousin cous.in k^z'ın isim dayı oğlu/kızı; teyze oğlu/kızı;


amca oğlu/kızı; hala oğlu/kızı; kuzen; kuzin.
cove cove kov isim dik yamaçlarla çevrili koy, körfez veya
vadi.
covenant cov.e.nant k^v'ınınt isim akit, sözleşme, mukavele. fiil
1. akdetmek. 2. sözleşmek.
cover charge (lokanta veya gece kulübüne) giriş ücreti.
cover girl kapak kızı.
cover ground yol katetmek. 2. hızlı gitmek. 3. (belirli bir) konu
hakkında bilgi vermek.
cover one's tracks kendini ele verebilecek şeyleri gizlemek. 2. ne
yaptığını veya ne yapacağını gizlemek.
cover up for (birinin) hata veya suçunu gizlemek.
cover up gizlemek; örtbas etmek.
cover cov.er k^v'ır isim 1. kapak; örtü. 2. cilt, kapak. 3.
sığınak, barınak. 4. maske, paravana, perde. 5. ticaret
karşılık.
coverage cov.er.age k^v'ırîc isim 1. sigorta miktarı ve kapsamı.
2. televizyon bir konu veya olaya ayrılan yer ve zaman.
coverlet cov.er.let k^v'ırlît isim yatak örtüsü, örtü.
covert cov.ert k^v'ırt sıfat gizli, örtülü.
covertly cov.ert.lyzarf gizlice.
covet cov.et k^v'ît fiil imrenmek, gıpta etmek, göz dikmek.
covetous cov.et.oussıfat açgözlü, hırslı, haris.
covetousness cov.et.ous.nessisim açgözlülük.
cow cow kau isim inek.
coward cow.ard kau'wırd isim korkak, ödlek.
cowardice cow.ard.iceisim korkaklık, namertlik.
cowardliness cow.ard.li.nessisim korkaklık, namertlik.
cowardly cow.ard.lysıfat korkak, ödlek, yüreksiz.
cowboy cow.boy kau'boy isim kovboy, sığırtmaç.
cower cow.er kau'wır fiil sinmek, korkup çekilmek.
cowpea isim börülce.
cowslip cow.slip kau'slîp isim çuhaçiçeği.

300
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

coxcomb cox.comb kaks'kom isim züppe.


coxswain cox.swain kak'sın, kak'sweyn isim, denizcilikle ilgili
filika veya kik serdümeni, dümenci.
coy coy koy sıfat 1. cilveli, nazlı. 2. çekingen, utangaç,
mahcup.
cozy co.zy ko'zi sıfat rahat, sıcak, samimi, hoş. isim
çaydanlık örtüsü.
cp. cp.kısaltma compare
crab louse kasıkbiti, kılbiti.
crab crab kräb isim yengeç, pavurya. fiil mızırdanmak,
homurdanmak, sızlanmak, sızıldanmak.
crabby crab.bysıfat huysuz.
crack a joke şaka söylemek, şaka yapmak.
crack down on konuşma dili -e karşı sıkı önlem almak.
crack down konuşma dili -e karşı sıkı önlem almak.
crack up sağlığı bozulmak. 2. gülmekten katılmak. 3. (arabayı)
kazada paramparça etmek. 4. kaza geçirmek.
crack crack kräk isim 1. çatlak, yarık. 2. çatırtı, şaklama. 3.
hızlı darbe; çarpma. 4. bir çeşit eroin. fiil 1. çatlamak,
yarılmak, kırılmak; çatlatmak, yarmak, kırmak. 2.
(kasayı) açmak. 3. (şifreyi) çözmek. 4. (ses)
çatallaşmak.
crackdown crack.down kräk'daun isim, konuşma dili sıkı önlem.
cracked wheat yarma buğday.
cracked crack.edsıfat 1. çatlak. 2. konuşma dili kaçık, çatlak,
deli.
cracker crack.er kräk'ır isim kraker, bisküvi.
crackle crack.le kräk'ıl fiil çatırdamak. isim çatırtı, çıtırtı.
cradle cra.dle krey'dıl isim beşik. fiil beşiğe yatırmak.
craft craft kräft isim 1. zanaat, el sanatı. 2. tekne, gemi;
gemiler.
craftily craft.i.lyzarf şeytanca, kurnazca.
craftiness craft.i.nessisim kurnazlık.

301
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

craftsman crafts.man kräfts'mın isim (craftsmen) zanaatçı,


zanaatkâr.
craftsmanship crafts.man.shipisim 1. zanaatçılık. 2. hüner.
crafty craft.y kräf'ti sıfat hilekâr, şeytan, kurnaz.
crag crag kräg isim sarp kayalık.
cram cram kräm fiil (crammed, cramming) 1. tıkmak,
tıkıştırmak, sıkıştırmak. 2. tıkınmak, tıka basa yemek. 3.
sınav öncesi ineklemek.
cramp cramp krämp isim 1. kasınç, kramp. 2. şiddetli karın
ağrısı. fiil kasmak; kasılmak.
crane crane kreyn isim 1. turna. 2. vinç, maçuna. fiil 1. vinçle
kaldırmak. 2. (boynunu) uzatmak.
crank up hareket ettirmek.
crank crank krängk isim 1. krank, kol, manivela. 2. konuşma
dili garip saplantıları olan kimse. fiil krankla hareket
ettirmek.
crankshaft crank.shaft krängk'şäft isim, makine krank mili.
cranky crankysıfat 1. garip, tuhaf, acayip, eksantrik. 2. huysuz,
ters.
cranny cran.ny krän'i isim yarık, çatlak.
crap crap kräp isim, argo bok. fiil, argo (crapped, crapping)
sıçmak.
crape crape kreyp isim krepon.
craps craps kräps isim çift zarla oynanan bir oyun.
crash course yoğun kurs.
crash diet sıkı rejim.
crash helmet kask.
crash of thunder gök gürültüsü.
crash the gate ücret vermeden girmek; izinsiz veya davetsiz
girmek/katılmak.
crash crash kräş isim 1. şangırtı; gürleme, büyük bir gürültü.
2. (taşıta ait) kaza: airplane crash uçak kazası. 3. hızla
gelen büyük iflas. 4. bilgisayar arıza. fiil 1. (kaza
sonucu olarak) çarpmak veya düşmek: The plane

302
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

crashed into the mountainside and burst into flame.


Uçak dağın yamacına çarpıp alev alarak yandı. 2. çarpa
çarpa şiddetli ve gürültülü bir şekilde gitmek veya
koşmak: A bull was crashing around in the china shop.
Zücaciye dükkânında bir boğa etrafı kıra döke
koşuyordu. 3. büyük bir gürültüyle
çalmak/çarpmak/vurmak: She crashed the dishes down
on the table. Tabakları büyük bir şangırtıyla masanın
üstüne çaldı. 4. atarak paramparça etmek: He crashed
his glass against the wall. Bardağını duvara atarak
paramparça etti. 5. gürlemek, büyük bir gürültü
yapmak: The thunder crashed. Gök gürledi. 6. (işyeri)
hızla iflas etmek/top atmak. 7. konuşma dili (bir yere)
davetsiz/izinsiz/biletsiz girmek/dalıvermek/katılmak. 8.
konuşma dili at (bir yerde) gece kalmak: Can I crash at
your place tonight? Bu gece sende kalabilir miyim? 9.
bilgisayar arızalanmak.
crash-land crash-land kräş'länd' fiil (uçak) zorunlu iniş yapmak.
crass crass kräs sıfat kaba, incelikten yoksun, görgüsüz.
crate crate kreyt isim sandık, kasa. fiil sandıklamak,
kasalamak.
crater cra.ter krey'tır isim 1. krater. 2. bombanın açtığı çukur.
crave crave kreyv fiil 1. çok istemek, -e içi gitmek, -e can
atmak. 2. istirham etmek, rica etmek.
craving crav.ing krey'vîng isim şiddetli arzu, özlem.
crawfish craw.fish krô'fîş isim kerevit, kerevides, karavide,
tatlısuıstakozu.
crawl stroke kulaçlama yüzüş, kravl.
crawl crawl krôl fiil 1. sürünmek; emeklemek. 2. dalkavukluk
etmek. isim sürünme; emekleme.
crayfish cray.fish krey'fîş isim kerevit, kerevides, karavide,
tatlısuıstakozu.

303
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

crayon cray.on krey'ın, krey'an isim 1. mum boya, pastel. 2.


mum boya ile yapılan resim, pastel. fiil mum boya ile
resim yapmak.
craze craze kreyz fiil çıldırtmak. isim geçici moda.
crazily cra.zi.lyzarf çılgınca, delice.
craziness cra.zi.nessisim delilik, çılgınlık.
crazy about -e düşkün, -e müptela.
crazy cra.zy krey'zi sıfat deli, kaçık, çılgın.
creak creak krik isim gıcırtı. fiil gıcırdamak.
cream cheese yumuşak beyaz peynir.
cream of tartar krem tartar, beyaz tartar.
cream pitcher (ufak sürahi biçiminde) sütlük.
cream sauce beyaz sos.
cream cream krim isim 1. kaymak, krema. 2. kremalı tatlı. 3.
cilt kremi. 4. öz, en iyisi. 5. krem rengi, açık beq.
creamer cream.er kri'mır isim sütlük.
creamery cream.er.y kri'mıri isim süthane, sütçü dükkânı.
creamy cream.y krim'i sıfat 1. kaymaklı. 2. kaymak gibi.
crease crease kris isim 1. kırma, pli, pasta, kat. 2. çizgi,
buruşuk. 3. ütü çizgisi, kat yeri. fiil 1. kırma yapmak. 2.
buruşturmak. 3. katlanmak, buruşmak.
create a stir heyecan yaratmak; sansasyon yaratmak. 2. herkesin
ilgisini çekmek.
create cre.ate kriyeyt' fiil 1. yaratmak. 2. meydana getirmek.
3. yapmak.
creation cre.a.tion kriyey'şın isim 1. yaratma; yaratılış. 2. yaratı,
kreasyon. 3. evren, kâinat.
creative cre.a.tive kriyey'tîv sıfat yaratıcı.
creatively cre.a.tive.lyzarf yaratıcı bir şekilde.
creativity creativityisim yaratıcılık.
creator creatorisim yaratıcı, yaratan, kreatör, mucit.
creature crea.ture kri'çır isim yaratık, mahluk.
crèche crèche kreş isim kreş, çocuk yuvası.
credence cre.dence krid'ıns isim güven, itimat.

304
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

credentials cre.den.tials krîden'şılz isim kimliği gösteren belgeler.


credibility cred.i.bil.i.ty kredıbîl'ıti isim güvenirlik.
credible cred.i.ble kred'ıbıl sıfat inanılır, güvenilir.
credit an amount to someone's account bir miktar parayı birinin hesabına geçirmek.
credit and debit ticaret alacak ve verecek.
credit balance ticaret matlup bakiyesi.
credit card ticaret kredi kartı.
credit line ticaret kredi limiti.
credit rating ticaret kredi değerlendirmesi.
credit someone with sevilmeyen birinde (olumlu bir niteliğin olduğunu)
kabul etmek.
credit cred.it kred'ît fiil bakınız credit an amount to someone's
account credit someone with
creditor cred.i.torisim alacaklı; kredi açan kimse/kuruluş.
credulity cre.du.li.ty krıdu'lıti isim saflık, her şeye inanma.
credulous cred.u.lous krec'ılıs sıfat saf, her şeye inanan.
creed creed krid isim 1. bir dinin temel ilkelerini içeren ifade,
amentü. 2. birinin veya bir grubun felsefesini yansıtan
ilkeler.
creek creek krik, krîk isim 1. çay, dere. 2. İngiliz İngilizcesi
koy, küçük körfez.
creel creel kril isim balık sepeti.
creep up on -e hissettirmeden yaklaşmak.
creep creep krip fiil (crept) 1. sürünmek, emeklemek. 2.
sessizce yaklaşmak. 3. ürpermek.
creeper creep.erisim sürüngen bitki.
cremate cre.mate kri'meyt, krîmeyt' fiil (ölüyü) yakmak.
cremation cre.ma.tionisim ölüyü yakma.
crematorium cre.ma.to.ri.um krimıtor'iyım isim
(crematoria/crematoriums) krematoryum.
crepe paper krepon kâğıdı.
crepe crepe kreyp isim krep.
crept crept krept fiil bakınız creep

305
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

crescent cres.cent kres'ınt isim hilal, yarımay. sıfat hilal


şeklinde.
cress cress kres isim tere.
crest crest krest isim 1. tepe, tepelik, hotoz, sorguç. 2. ibik.
3. miğfere takılan sorguç. 4. doruk, tepe, zirve.
crestfallen crest.fall.en krest'fôlın sıfat yılgın, süngüsü düşük.
crevasse cre.vasse krıväs' isim büyük yarık; buz yarığı.
crevice crev.ice krev'îs isim yarık, çatlak.
crew cut alabros tıraş, asker tıraşı.
crew crew kru isim 1. tayfa, mürettebat. 2. takım.
crib sheet sınavda kopya çekmek için hazırlanan kopya kâğıdı.
crib crib krîb fiil 1. (sınavda) kopya çekmek; kopya etmek.
2. çalmak, aşırmak.
crick crick krîk isim kasılma, tutulma.
cricket crick.et krîk'ît isim 1. cırcırböceği. 2. kriket.
crime crime kraym isim 1. suç, cürüm. 2. günah, acımaya yol
açacak kötü davranış.
Crimea Cri.me.a kray'miyi isim bakınız the Crimea
Crimean sıfat Kırım, Kırım'a özgü.
criminal code ceza kanunu.
criminal court ağır ceza mahkemesi.
criminal law ceza hukuku.
criminal crim.i.nal krîm'ınıl sıfat suça ait. isim suçlu.
criminologist crim.i.nol.o.gist krîmınal'ıcîst isim kriminolog,
suçbilimci.
criminology crim.i.nol.o.gy krîmınal'ıci isim kriminoloqi, suçbilim.
crimp crimp krîmp isim kıvrım, dalga. fiil 1. kıvırmak. 2.
dalgalandırmak.
crimson crim.son krîm'zın sıfat, isim koyu kırmızı, kızıl,
fesrengi.
cringe cringe krînc fiil 1. korkuyla çekilmek, sinmek. 2.
yaltaklanmak.
crinkle crin.kle krîng'kıl fiil buruşturmak, kırıştırmak;
buruşmak, kırışmak. isim buruşukluk, kırışık, kırışıklık.

306
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cripple crip.ple krîp'ıl isim topal; sakat. fiil 1. sakat etmek,


sakatlamak. 2. kösteklemek.
crippled crip.pled krîp'ıld sıfat topal, kötürüm; sakat, arızalı.
crisis cri.sis kray'sîs isim 1. kriz, bunalım, buhran. 2. tıbbi
kriz, nöbet.
crisp crisp krîsp sıfat 1. gevrek. 2. taptaze ve sulu (meyve,
sebze). 3. kuru ve soğuk (hava). 4. çabuk ve kendinden
emin. fiil gevrekleşmek, gevremek; gevretmek.
crisper crisperisim (buzdolabında) sebzelik.
crispy crispysıfat 1. gevrek. 2. taptaze ve sulu (meyve, sebze).
crisscross criss.cross krîs'krôs sıfat çapraz, çaprazvari. isim
birbirini kesen çapraz doğrular. fiil 1. çapraz doğrular
çizmek. 2. çaprazlama gidip gelmek.
criterion cri.te.ri.on kraytîr'iyın isim (criteria) ölçüt, kriter,
kıstas.
critic crit.ic krît'îk isim 1. tenkitçi, olumsuz noktalar üzerinde
duran kimse. 2. eleştirmen.
critical point nazik nokta, kritik nokta.
critical crit.i.cal krît'îkıl sıfat 1. tenkitçi; kusur bulmaya
meyilli; kusur bulmak amacıyla söylenen veya yapılan.
2. eleştirel, değerlendirme amacıyla yapılan. 3. kritik,
tehlikeli.
criticism crit.i.cism krît'ısîzım isim 1. tenkit, kusur bulma. 2.
eleştiri.
criticize crit.i.cize krît'ısayz fiil 1. -i tenkit etmek, -de kusur
bulmak, -in olumsuz noktaları üzerinde durmak. 2.
eleştirmek, tenkit etmek, değerini belirtmek için -i
incelemek.
critique cri.tijue krîtik' isim eleştiri, tenkit, kritik.
croak croak krok isim 1. kurbağa sesi, vırak. 2. gaklama sesi,
gak. fiil 1. vıraklamak. 2. gaklamak. 3. argo cartayı
çekmek, cavlamak, ölmek.
Croat Cro.at krow'ät isim bakınız Croatian
Croatia Cro.a.tia krowey'şı isim Hırvatistan.

307
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Croatian isim, sıfat 1. Hırvat. 2. Hırvatça.


crochet hook tığ.
crochet needle tığ.
crochet cro.chet kroşey' isim kroşe, tığ işi; tığla işlenen dantel.
fiil kroşe yapmak, tığ ile işlemek.
crockery crock.er.y krak'ıri isim çanak çömlek.
crocodile tears sahte gözyaşları, timsah gözyaşları.
crocodile croc.o.dile krak'ıdayl isim timsah.
crocus cro.cus kro'kıs isim çiğdem; safran.
croissant crois.sant krwasan' isim ayçöreği.
crone crone kron isim kocakarı.
crony cro.ny kro'ni isim dost, kafadar.
crook crook krûk isim 1. çoban değneği; asa, sapı kıvrık
baston. 2. kıvrım. 3. konuşma dili üçkâğıtçı, madrabaz,
hilekâr, dalavereci. fiil kıvırmak, bükmek, eğmek.
crooked crook.ed krûk'îd sıfat 1. eğri, çarpık. 2. virajlı. 3.
konuşma dili içinde bir dalavere olan, hileli (iş). 4.
konuşma dili üçkâğıtçı, düzenbaz, hilekâr.
croon croon krun fiil mırıldanmak, alçak sesle şarkı
söylemek.
crop up birdenbire oluşmak, ortaya çıkmak, doğmak, çıkmak.
crop crop krap isim 1. ürün, mahsul, ekin, rekolte. 2. zooloji
kursak. 3. binici kırbacı.
cross my heart vallahi.
cross one's arms kollarını kavuşturmak.
cross one's fingers şans dilemek.
cross one's legs ayak ayak üstüne atmak, bacak bacak üstüne atmak.
cross one's mind hatırına gelmek, aklından geçmek.
cross oneself ıstavroz çıkarmak, haç çıkarmak.
cross out karalamak, silmek, üstünü çizerek iptal etmek.
cross section kesit.
cross swords (with) (biriyle) atışmak, ağız kavgası etmek.
cross the Rubicon dönülmeyecek bir karar vermek.

308
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cross cross krôs isim 1. çapraz işareti. 2. haç, put, çarmıh,


ıstavroz. 3. çile, cefa. 4. melez.
crossbar cross.bar krôs'bar isim sürgü, kol demiri.
crossbred cross.bred krôs'bred sıfat melez.
crossbreed cross.breed krôs'brid fiil melezlemek, çaprazlamak.
isim melez.
crosscheck cross.check krôs'çek fiil sağlamasını yapmak.
cross-country skiing kros kayağı, kayak krosu.
cross-country cross-coun.try krôs'k^n'tri isim 1. kros, kır koşusu. 2.
kros kayağı, kayak krosu. sıfat ülkeyi baştan başa
kateden. zarf bir uçtan öbür uca.
cross-examine cross-ex.am.ine krôs'îgzäm'în fiil sorguya çekmek.
cross-eyed cross-eyed krôs'ayd sıfat şaşı.
crossing cross.ing krôs'îng isim 1. geçiş. 2. geçiş yeri, geçit. 3.
yaya geçidi.
cross-legged cross-leg.ged krôs'legîd, krôs'legd sıfat 1. bağdaş
kurmuş. 2. ayak ayak üstüne atmış.
cross-purpose cross-pur.pose krôs'pır'pıs isim bakınız be at cross-
purposes talk at cross-purposes
cross-reference cross-ref.er.ence krôs'ref'ırıns isim (kitapta) gönderme.
crossroad cross.road krôs'rod isim ara yol, yan yol.
crossroads cross.roadsisim 1. kavşak; dörtyol ağzı. 2. dönüm
noktası.
crosswalk cross.walk krôs'wôk isim yaya geçidi.
crosswise cross.wise krôs'wayz sıfat çapraz. zarf çaprazlama.
crossword puzzle bulmaca.
crotch crotch kraç isim 1. çatal, dal ile gövdenin birleştiği yer.
2. anatomi kasık. 3. terzilik pantolon ağı.
crotchet crotch.et kraç'ît isim garip merak; tuhaflık.
crotchety crotch.et.ysıfat 1. tuhaf, acayip. 2. huysuz, dırdırcı.
crouch crouch krauç fiil çömelmek. isim çömelme.
croup croup krup isim krup hastalığı, boğak.
croupier crou.pi.er kru'piyır isim krupiye.

309
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

crouton crou.ton kru'tan, krutan' isim (çorbaya konulan) küp


biçiminde doğranmış kızarmış ekmek.
crow crow kro fiil (crowed/[İngiliz İngilizcesi] crew) 1.
(horoz) ötmek. 2. (over) (-den dolayı) sevinçle
haykırmak.
crowbar crow.bar kro'bar isim manivela, levye, küskü.
crowd into -e doluşmak.
crowd out sıkıştırarak çıkarmak, dışarıya itelemek. 2. (birisine)
yer bırakmamak.
crowd crowd kraud isim kalabalık. fiil 1. doluşmak,
toplanmak, birikmek. 2. sıkıştırmak, doldurmak.
crowded crowd.edsıfat kalabalık.
crown crown kraun isim 1. taç. 2. hükümdarlık. 3. hükümdar.
4. tepe, baş. 5. kron (para birimi). 6. diştacı. 7. dişçilik
kuron. fiil 1. taç giydirmek. 2. tamamlamak. 3. tepesini
süslemek, taçlandırmak. 4. (dama oyununda) dama
yapmak. 5. (dişe) kuron takmak. 6. konuşma dili
kafasına vurmak.
crucial cru.cial kru'şıl sıfat çok önemli, can alıcı, kritik.
crucifix cru.ci.fix kru'sıfîks isim çarmıha gerilmiş İsa heykeli,
krüsifi.
crucifixion cru.ci.fix.ion krusıfîk'şın isim 1. çarmıha germe. 2.
Hz.İsa'nın çarmıhta ölümünü gösteren resim.
crucify cru.ci.fy kru'sıfay fiil çarmıha germek.
crude oil ham petrol.
crude crude krud sıfat 1. ham, arıtılmamış. 2. kaba. 3. derme
çatma, üstünkörü yapılmış. isim ham petrol.
crudely crude lyzarf kabaca.
crudeness crude nessisim kabalık.
cruel cru.el kruw'ıl sıfat 1. zalim, acımasız. 2. dayanılmaz,
acı.
cruelly cru.el lyzarf zalimce, acımasızca, insafsızca.
cruelty cru.el tyisim zulüm, acımasızlık.

310
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cruise cruise kruz fiil 1. aynı hızla uzunca bir süre gitmek. 2.
(gemiyle) dolaşmak. 3. dolaşmak, dolanmak, gezinmek.
4. (polis, polis arabası) (etrafı kolaçan ederek)
dolaşmak; (taksi şoförü, taksi) (müşteri arayarak)
dolaşmak: The squad car cruises the streets of the
neighborhood all night. Polis arabası gece boyunca
mahalle sokaklarında dolaşıyor. 5. (fahişe) sokaklarda
dolaşarak müşteri aramak. isim 1. (tatil amacıyla
yapılan) deniz yolculuğu. 2. dolaşma, dolanma,
gezinme. 3. (polis, polis arabası) (etrafı kolaçan ederek)
dolaşma; (taksi şoförü, taksi) (müşteri arayarak)
dolaşma.
cruiser cruis.er kru'zır isim kruvazör.
crumb crumb kr^m isim 1. kırıntı, ekmek kırıntısı. 2. parça,
zerre. 3. ekmek içi. fiil ufalamak.
crumble crum.ble kr^m'bıl fiil 1. ufalamak; ufalanmak, un ufak
olmak. 2. harap olmak, çökmek. 3. parçalanmak.
crumple crum.ple kr^m'pıl fiil 1. buruşturmak, kırıştırmak;
buruşmak, kırışmak. 2. çökmek.
crunch crunch kr^nç fiil 1. çıtır çıtır yemek, kıtır kıtır yemek,
katır kutur yemek, hart hurt yemek. 2. çatırtı ile ezmek.
3. çatırdamak. isim 1. çatırtı. 2. konuşma dili güç
durum.
crusade cru.sade kruseyd' isim 1. haçlı seferi. 2. din uğruna
yapılan savaş, cihat. 3. kampanya, savaşım. fiil against -
e karşı savaşım vermek.
crusader cru.sad.erisim 1. Haçlı. 2. bir davanın hararetli taraftarı.
crush crush kr^ş fiil ezmek.
crust of the earth yerkabuğu.
crust crust kr^st isim 1. ekmek kabuğu. 2. kabuk. fiil 1.
kabuklanmak, kabuk bağlamak. 2. kabukla kaplamak.
crustacean crus.ta.cean kr^stey'şın sıfat, isim kabuklu (hayvan).
crusty crust.y kr^s'ti sıfat 1. kabuklu. 2. aksi, huysuz.
crutch crutch kr^ç isim 1. destek. 2. koltuk değneği.

311
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

crux crux kr^ks isim 1. dönüm noktası, kritik an. 2.


çözülmesi zor sorun veya durum. 3. püf noktası.
cry for -i çok gerektirmek, -e çok ihtiyacı olmak: This country
is crying for a leader. Bu ülkenin bir lidere büyük bir
ihtiyacı var.
cry on someone's shoulder birine dert yanmak.
cry one's heart out hüngür hüngür ağlamak.
cry out for -i çok gerektirmek, -e çok ihtiyacı olmak: This country
is crying for a leader. Bu ülkenin bir lidere büyük bir
ihtiyacı var.
cry quits yeter artık demek.
cry wolf yalandan imdat diye bağırmak, yalandan imdat istemek.
cry cry kray fiil 1. ağlamak. 2. bağırmak. isim haykırış,
haykırı; feryat, çığlık.
crypt crypt krîpt isim, mimarlık kriptos, kripta.
cryptic cryp.tic krîp'tîk sıfat 1. örtülü, gizli, kapalı. 2. gizemli.
3. şifreli.
crystal crys.tal krîs'tıl isim 1. kristal, billur. 2. saat camı.
crystalline crys.tal.line krîs'tılîn sıfat 1. billur gibi, berrak. 2.
kristal, billurdan yapılmış.
crystallize crys.tal.lize krîs'tılayz fiil billurlaştırmak; billurlaşmak.
cu. cu.kısaltma cubic
cub scout yavrukurt.
cub cub k^b isim yavru (tilki, ayı, aslan). fiil (cubbed,
cubbing) yavrulamak.
Cuba Cu.ba kyu'bı isim Küba.
Cuban isim Kübalı. sıfat 1. Küba, Küba'ya özgü. 2. Kübalı.
cubbyhole cub.by.hole k^b'ihol isim 1. odacık; hücre. 2. (yazıhane
veya dolapta) önü açık ufak göz.
cube sugar küpşeker; kesmeşeker.
cube cube kyub isim 1. matematik küp. 2. küp, küp
biçiminde nesne. fiil 1. küp biçiminde kesmek. 2.
matematik (bir sayının) kübünü almak.
cubic centimeter santimetre küp.

312
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cubic foot ayak küp (,420 m³).


cubic inch inç küp (78,6 cm³).
cubic meter metre küp.
cubic cu.bic kyu'bîk sıfat kübik.
cubical cu.bi.cal kyu'bîkıl sıfat kübik, küp biçiminde.
cubicle cu.bi.cle kyu'bîkıl isim kabin, kabine, odacık.
cuckold cuck.old k^k'ıld isim boynuzlanmış koca, boynuzlu
koca. fiil (kocasını) boynuzlamak.
cuckoo clock guguklu saat.
cuckoo cuck.oo ku'ku, kûk'u isim guguk, guguk kuşu. sıfat,
argo kaçık, deli.
cucumber cu.cum.ber kyu'k^mbır isim salatalık, hıyar.
cud cud k^d isim geviş.
cuddle up to -e sokulup yaslanmak; -e sokulup sarılmak.
cuddle up (birbirine/birine) sokulmak.
cuddle cud.dle k^d'ıl fiil 1. kucağına alıp okşamak. 2.
(birbirine) sokulmak.
cudgel cudg.el k^c'ıl isim sopa, çomak. fiil sopa atmak, sopa
çekmek, sopalamak.
cue ball bilardo topu.
cue cue kyu isim, tiyatro 1. oyuncunun sözü arkadaşına
bırakmadan önceki son söz veya hareketi. 2. sufle. fiil
sufle etmek.
cuff link kol düğmesi.
cuff cuff k^f isim 1. kol ağzı, kolluk, manşet. 2. sille, tokat.
fiil tokatlamak, tokat atmak.
cuisine cui.sine kwîzin' isim yemek pişirme sanatı, mutfak.
cul-de-sac cul-de-sac k^l'dısäk isim, İngiliz İngilizcesi çıkmaz
sokak.
culinary cu.li.nar.y kyu'lıneri, k^l'ıneri sıfat yemek pişirme ile
ilgili, mutfakla ilgili; yemekte/mutfakta kullanılan.
culminate cul.mi.nate k^l'mîneyt fiil 1. in ile sonuçlanmak, ile
sona ermek, ile son bulmak. 2. en yüksek noktaya
varmak, doruğuna yükselmek.

313
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

culmination cul.mi.na.tion k^lmîney'şın isim 1. sonuç, son, bitiş. 2.


doruk, zirve, en yüksek nokta.
culottes cu.lottes kyûlats', kûlats' isim pantolon-etek.
culpability cul.pa.bil.i.tyisim kusur, kabahat, suçluluk.
culpable cul.pa.ble k^l'pıbıl sıfat kusurlu, kabahatli.
culprit cul.prit k^l'prît isim suçlu, mücrim.
cult cult k^lt isim kült.
cultivable cul.ti.va.ble k^l'tıvıbıl sıfat ekilebilir, yetiştirilebilir.
cultivatable cul.ti.vat.a.ble k^ltıveyt'ıbıl sıfat ekilebilir,
yetiştirilebilir.
cultivate a friendship dostluk kurmaya çalışmak.
cultivate cul.ti.vate k^l'tıveyt fiil 1. (tarlayı) sürmek, (toprağı)
işlemek. 2. yetiştirmek. 3. geliştirmek. 4. (biriyle)
dostluk kurmaya çalışmak.
cultivated cul.ti.vatedsıfat 1. işlenmiş (toprak). 2. kültürlü,
görgülü.
cultivation cul.ti.va.tionisim 1. (toprağı) işleme; tarım. 2.
yetiştirme. 3. geliştirme. 4. kültür, görgü.
cultivator cul.ti.va.torisim ekici, yetiştirici.
cultural cul.tur.alsıfat kültürel.
culture gap kültür farkı.
culture shock kültür şoku.
culture cul.ture k^l'çır isim 1. kültür. 2. yetiştirme. 3.
geliştirme. 4. biyoloji kültür. fiil kültür yapmak,
laboratuvarda mikrop üretmek.
cultured pearl kültive inci.
cultured cul.turedsıfat kültürlü.
cumbersome cum.ber.some k^m'bırsım sıfat 1. havaleli, lenduha
gibi. 2. hantal. 3. kullanışsız, elverişsiz. 4. ağır; sıkıcı.
cumin cum.in k^m'în isim kimyon.
cumulative cu.mu.la.tive kyum'yıleytîv, kyum'yılıtîv sıfat birikerek
artan, birikmiş, kümülatif.
cumulus cu.mu.lus kyum'yılıs isim kümebulut.
cuneiform cu.ne.i.form kyuni'yıfôrm isim çiviyazısı.

314
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cunning cun.ning k^n'îng sıfat 1. kurnaz, şeytan, hin. 2. şirin,


sevimli. isim kurnazlık, şeytanlık.
cunt cunt k^nt isim, kaba 1. *am. 2. *sikişme.
cup final kupa finali.
cup one's hands avuçlarını bitiştirerek çanak gibi açmak.
cup winner kupa galibi.
cup cup k^p fiil (cupped, cupping) şişe çekmek, hacamat
yapmak, vantuz çekmek.
cupboard cup.board k^b'ırd isim dolap, yüklük.
cupidity cu.pid.i.ty kyupîd'ıti isim hırs, tamah, açgözlülük.
cupola cu.po.la kyu'pılı isim 1. ufak kubbe. 2. döküm ocağı.
cur cur kır isim 1. sokak köpeği, it. 2. it herif, it.
curable cur.a.ble kyûr'ıbıl sıfat tedavi edilebilir, iyileşebilir.
curate cu.rate kyûr'ît isim staqyer papaz.
curator cu.ra.tor kyûrey'tır isim müze/kütüphane müdürü.
curb curb kırb isim 1. kaldırımın kenar taşı. 2. engel, fren. 3.
suluk, gem zinciri. fiil tutmak, zaptetmek, frenlemek,
hâkim olmak, yenmek, durdurmak.
curd cheese lor peyniri, lor.
curd curd kırd isim kesmik.
curdle one's blood dehşete düşürmek, kanını dondurmak.
curdle cur.dle kır'dıl fiil pıhtılaştırmak; pıhtılaşmak, kesilmek.
cure cure kyûr fiil 1. iyileştirmek, tedavi etmek, sağaltmak,
şifa vermek. 2. -e çözüm getirmek, -e çare bulmak. 3.
tütsülemek; tuzlamak; kurutmak.
curfew cur.few kır'fyu isim sokağa çıkma yasağı.
curiosity shop hediyelik eşya dükkânı.
curiosity cu.ri.os.i.ty kyûriyas'ıti isim 1. merak. 2. nadir şey,
tuhaf şey.
curious cu.ri.ous kyûr'iyıs sıfat 1. meraklı. 2. acayip, tuhaf,
garip.
curl one's hair saçını kıvırmak. 2. konuşma dili yüreğini oynatmak,
korkutmak.
curl up kıvrılmak.

315
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

curl curl kırl isim 1. kıvrım, büklüm. 2. bukle, lüle. fiil


kıvırmak, bukle yapmak, bükmek; kıvrılmak,
bükülmek.
curler curlerisim bigudi.
curling iron saç maşası.
curly curlysıfat kıvırcık, kıvır kıvır.
currant cur.rant kır'ınt isim 1. kuşüzümü. 2. frenküzümü.
currency cur.ren.cy kır'ınsi isim 1. para, nakit, nakit para. 2.
sürüm, geçerlik, tedavül, revaç.
current account ticaret cari hesap.
current events güncel olaylar.
current expenses günlük masraflar, günlük giderler.
current price cari fiyat, piyasa fiyatı.
current cur.rent kır'ınt isim cereyan, akım, akıntı.
currently cur.rent lyzarf halen, şu anda, bugünlerde.
curriculum vitae özgeçmiş.
curriculum cur.ric.u.lum kırîk'yılım isim müfredat programı.
curry favor with (pohpohlama v.b. ile) birinin gözüne girmeye çalışmak.
curry powder toz haline getirilmiş kimyon, kişniş, zerdeçal v.b.
baharat karışımı.
curry cur.ry kır'i fiil kaşağılamak, tımar etmek.
currycomb cur.ry.combisim kaşağı.
curse curse kırs fiil 1. sövmek, sövüp saymak, küfretmek. 2.
ilenmek, lanet etmek, beddua etmek. isim 1. ilenme,
ilenç, lanet, beddua. 2. sövgü, sövme, küfür. 3. bela.
cursed cursed kırst sıfat bakınız be cursed
cursor cur.sor kır'sır isim, bilgisayar kürsör, ışıklı gösterge,
imleç.
cursory cur.so.ry kır'sıri sıfat gelişigüzel, üstünkörü.
curt curt kırt sıfat ters ve kısa (söz).
curtail cur.tail kırteyl' fiil kesmek, kısaltmak, azaltmak.
curtain ring perde halkası.
curtain rod perde rayı, korniş.
curtain cur.tain kır'tın isim perde. fiil perdelemek.

316
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

curtsy curt.sy kırt'si isim reverans. fiil reverans yapmak.


curvature cur.va.ture kır'vıçır isim 1. eğrilik. 2. eğrilme.
curve curve kırv isim 1. eğri, kavis, kıvrım. 2. viraj.
cushion cush.ion kûş'ın isim 1. yastık, minder. 2. bir darbenin
hızını kesen tampon. 3. bilardo masasının lastikli iç
kenarı. fiil 1. hafifletmek, azaltmak. 2. altına/arkasına
yastık koymak; yastıkla beslemek. 3. yastıkla kaplamak.
cuspid cus.pid k^s'pîd isim köpekdişi.
cuss cuss k^s fiil, konuşma dili sövmek, küfretmek. isim,
konuşma dili 1. sövgü, küfür. 2. herif.
custard cus.tard k^s'tırd isim 1. süt, şeker ve yumurta ile
hazırlanan bir sos. 2. krem karamele benzeyen bir tatlı.
custodian cus.to.di.an k^sto'diyın isim 1. koruyucu, muhafız. 2.
sorumlu kimse. 3. kapıcı.
custody cus.to.dy k^s'tıdi isim 1. vesayet. 2. gözetim; koruma.
custom cus.tom k^s'tım isim 1. gelenek, âdet. 2. alışkanlık,
itiyat. 3. (bir müşterinin yaptığı) alışveriş.
customary usage âdet.
customary cus.tom.ar.y k^s'tımeri sıfat alışılmış, âdet olan, mutat.
customer cus.tom.er k^s'tımır isim müşteri.
custom-made cus.tom-made k^s'tım.meyd' sıfat ısmarlama.
customs cus.toms k^s'tımz isim gümrük, gümrük resmi.
customshouse cus.toms.house k^s'tımz.haus isim gümrük.
cut a big swath çok nüfuzlu olmak. 2. çok dikkat çekmek.
cut a tooth (çocuk) diş çıkarmak.
cut a wide swath çok nüfuzlu olmak. 2. çok dikkat çekmek.
cut across all boundaries sınır tanımamak.
cut across kestirmeden gitmek.
cut an alcoholic drink with water içkiyi sulandırmak.
cut and run bırakıp kaçmak.
cut back azaltmak. 2. kesip kısaltmak. 3. geri dönmek.
cut both ways hem lehine, hem aleyhine olmak.
cut corners gerektiği gibi para veya zaman harcamayarak yapmak,
kestirmeden gitmek.

317
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cut down a piece of clothing into eski bir giysiden (yeni bir şey) yapmak.
cut down a tree ağaç kesmek.
cut down on -i azaltmak.
cut in half yarıya bölmek.
cut in on azaltmak.
cut in (birinin) sözünü kesmek; araya girmek.
cut into halves yarıya bölmek.
cut into azaltmak.
Cut it out. konuşma dili Yapma./Bırak.
cut loose konuşma dili 1. from dizginleri koprıp -den ayrılmak; -
den çıkmak; -den kurtulmak. 2. aşka gelmek. 3.
kurtlarını dökmek.
cut no ice with konuşma dili (bir haber) (birini) fikrinden
vazgeçirmemek.
cut of meat (kasaplık hayvanın gövdesinden belirli bir şekilde
kesilen) et parçası.
cut off one's nose to spite one's face gâvura kızıp oruç bozmak.
cut off kesmek. 2. yolunu kesmek. 3. -e on para (miras)
bırakmamak; with (birine, miras olarak) (gülünç bir
miktarda para) bırakmak.
cut one's nails to the quick tırnaklarını dibine kadar kesmek.
cut one's own throat konuşma dili kendi kendine zarar vermek, bindiği dalı
kesmek.
cut out kesmek; kesip çıkarmak. 2. (giysi) biçmek. 3. konuşma
dili kesmek, bırakmak.
cut short kısa kesmek.
cut someone down birini öldürmek.
cut someone loose ipleri v.b.'ni keserek birini serbest bırakmak.
cut someone short birinin lafını kesmek.
cut someone to the quick birini (acı sözlerle) derinden yaralamak.
cut something into slices bir şeyi dilimlemek, bir şeyi dilim dilim kesmek.
cut something loose ipleri v.b.'ni keserek bir şeyi/bir hayvanı serbest
bırakmak.
cut the ground from under one's feet (birinin) dayanak noktalarını çürütmek.

318
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cut the ground from under someone's feet birinin savunduğu noktaları çürütmek.
cut the ground out from under one's feet (birinin) dayanak noktalarını çürütmek.
cut the melon kârı paylaşmak.
cut the wheels sol yapmak; sağ yapmak.
cut to the quick içine işlemek, içini yakmak, acı vermek.
cut up parça parça kesmek, doğramak. 2. şaklabanlık yapmak,
komik şeyler yapmak.
cut cut k^t isim 1. kesme, kesim. 2. kesik. 3. kesim, fason,
biçim. 4. dilim, parça. 5. konuşma dili hisse, pay. 6.
indirim. 7. kesinti. 8. yarma, yol geçirmek için açılan
yar. 9. acı söz. 10. kırıcı davranış.
cutback cut.back k^t'bäk isim 1. kesinti, azaltma, eksiltme. 2.
sinema geriye dönüş.
cute cute kyut sıfat, konuşma dili şirin, sevimli.
cut-glass cut-glass k^t'gläs sıfat elmastıraş billurdan yapılmış,
elmastıraş.
cuticle cu.ti.cle kyu'tîkıl isim, anatomi 1. tırnakların etrafını
çevreleyen deri. 2. üstderi.
cutlery cut.ler.y k^t'lıri isim çatal bıçak takımı.
cutlet cut.let k^t'lît isim kotlet.
cutoff point sona erme noktası.
cutoff cut.off k^t'ôf isim 1. kestirme yol. 2. sona erme tarihi.
cut-price cut-pricesıfat 1. indirimli, tenzilatlı. 2. indirimli mal
satan.
cut-rate cut-ratesıfat 1. indirimli, tenzilatlı. 2. indirimli mal
satan. 3. niteliksiz, kalitesiz.
cutter cut.ter k^t'ır isim 1. denizcilikle ilgili kotra. 2. (belirli
bir şeyi) kesen kimse. 3. kesici alet, kesici: wire cutters
tel makası.
cutthroat cut.throat k^t'throt sıfat kıyasıya, amansız. isim katil,
cani.
cutting cut.ting k^t'îng isim 1. kesme, kesiş. 2. sinema kesim.
3. bahçıvanlık aşı kalemi. sıfat 1. acı, incitici, kırıcı
(söz). 2. acı, keskin, sert (rüzgâr).

319
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

cuttlefish cut.tle.fish k^t'ılfîş isim mürekkepbalığı.


cutup cut.up k^t'^p isim şaklaban, şakacı.
cwt. cwt. kısaltma hundredweight
cy -cysonek isim belirten sonek: fluency akıcılık.
cyanide cy.a.nide say'ınayd isim siyanür.
cybernetics cy.ber.net.ics saybırnet'îks isim sibernetik, kibernetik.
cyclamen cy.cla.men sayk'lımın isim siklamen, tavşankulağı,
buhurumeryem.
cycle cy.cle say'kıl isim 1. elektrik devre. 2. dönme, dönüş,
devir. 3. bisiklet; motosiklet. fiil bisiklete binmek.
cyclist cy.clist say'klîst isim bisikletçi; motosikletçi.
cyclone cy.clone say'klon isim siklon, kiklon.
cylinder cyl.in.der sîl'îndır isim silindir.
cylindrical cy.lin.dri.cal sîlîn'drîkıl sıfat silindirsel, silindirik.
cymbal cym.bal sîm'bıl isim, müzik büyük zil.
cynic cyn.ic sîn'îk isim kinik, sinik.
cynical cyn.i.cal sîn'îkıl sıfat kinik, sinik.
cynicism cyn.i.cism sîn'ısîzım isim kinizm, sinizm.
cypress cy.press say'prıs isim servi, selvi.
Cyprian Cyp.ri.an sîp'riyın isim, sıfat bakınız Cypriot
Cypriot Cyp.ri.ot sîp'riyıt isim Kıbrıslı. sıfat 1. Kıbrıs, Kıbrıs'a
özgü. 2. Kıbrıslı.
Cyprus Cy.prus say'prıs isim Kıbrıs.
Cyrillic alphabet Kiril alfabesi.
Cyrillic Cy.ril.lic sîrîl'îk sıfat bakınız Cyrillic alphabet
cyst cyst sîst isim, tıbbi kist.
cystitis cys.ti.tis sîstay'tîs isim, tıbbi sistit.
czar czar zar isim çar.
Czech Czech çek isim, sıfat 1. Çek. 2. Çekçe.
Czechoslovak Czech.o.slo.vak çekıslo'vak, çekıslo'väk isim, tarih
Çekoslovakyalı, Çekoslovak. sıfat, tarih 1. Çekoslovak.
2. Çekoslovakyalı.
Czechoslovakia Czech.o.slo.va.ki.a çekıslova'kiyı isim, tarih
Çekoslovakya.

320
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Czechoslovakian Czech.o.slo.va.ki.an çekıslo'vakiyın isim, tarih


Çekoslovakyalı, Çekoslovak. sıfat, tarih 1. Çekoslovak.
2. Çekoslovakyalı.
D. D.kısaltma «December» Department Doctor Dutch
D.A. D.A. di'ey' kısaltma District Attorney
da dakısaltma «daughter» day
dab dab däb isim dokunma, hafif vuruş. fiil (dabbed,
dabbing) hafifçe vurmak, dokunmak.
dabble dab.ble däb'ıl fiil 1. su serpmek, hafifçe ıslatmak. 2. in
ile amatörce uğraşmak.
dabbler dab.bler däb'lır isim bir işe heves duyup girişme
eğiliminde olan kimse, amatör, hevesli.
dachshund dachs.hund daks'hûnt isim mastı.
dad dad däd isim, konuşma dili baba, babacığım.
daddy dad.dy däd'i isim, konuşma dili baba, babacığım.
daddy-longlegs dad.dy-long.legs däd'i.lông'legz isim tipula sineği.
daffodil daf.fo.dil däf'ıdîl isim zerrin, fulya, nergis.
daft daft däft sıfat 1. kaçık, deli, kafadan kontak. 2. saçma.
dagger dag.ger däg'ır isim kama, hançer.
dahlia dahl.ia däl'yı isim yıldızçiçeği.
Dahoman Da.ho.man dıho'mın isim, sıfat bakınız Beninese
Dahomean Da.ho.me.an dıho'miyın isim, sıfat bakınız Beninese
Dahomey Da.ho.mey dıho'mi isim bakınız Benin
Dahomeyan Da.ho.mey.an dıho'miyın isim, sıfat bakınız Beninese
daily dai.ly dey'li sıfat gündelik, günlük. zarf her gün. isim 1.
gündelik gazete. 2. İngiliz İngilizcesi gündelikçi
(hizmetçi).
daintily dain.ti.lyzarf zarafetle.
daintiness dain.ti.nessisim 1. zarafet, nezaket. 2. titizlik.

dainty dain.ty deyn'ti sıfat 1. narin, zarif, nazik. 2. titiz.


dairy cattle sağmal inekler.
dairy farm mandıra.
dairy products süt ürünleri.

321
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dairy dair.y der'i isim 1. mandıra. 2. süthane, sütçü dükkânı.


dairyman dairy.manisim sütçü.
daisy dai.sy dey'zi isim papatya.
dale dale deyl isim küçük vadi.
dally away vakit öldürmek.
dally with oynaşmak, cilveleşmek.
dally dal.ly däl'i fiil 1. vakit öldürmek, oyalanmak. 2.
haylazlık etmek.
dam up -i frenlemek, -i bastırmak.
dam dam däm isim baraq, set, su bendi. fiil (dammed,
damming) -e set çekmek.
damage dam.age däm'îc isim 1. zarar, ziyan, hasar. 2. konuşma
dili masraf, fiyat. fiil zarar vermek, hasar yapmak,
bozmak.
damages dam.agesisim, hukuk tazminat.
Damascus Da.mas.cus dımäs'kıs isim Şam.
damask dam.ask däm'ısk isim damasko (kumaş).
dame dame deym isim 1. argo kadın. 2. kadınlara verilen
şövalyelik ayarında bir asalet unvanı. 3. eski hanım,
hatun, yaşlı kadın.
Damn him! Allah belasını versin!/Allah kahretsin!
Damn it! Allah belasını versin!/Allah kahretsin!
damn damn däm fiil 1. lanetlemek. 2. lanet okumak, beddua
etmek. isim lanet.
Damn! Allah belasını versin!/Allah kahretsin!
damnation dam.na.tion dämney'şın isim 1. lanet. 2. bela. 3.
cehennem cezası.
Damnation! Lanet olsun!
Damned if I know. Biliyorsam kahrolayım.
damned damned dämd sıfat 1. lanetli, melun. 2. Allahın belası,
kahrolası, kör olası, lanet. zarf çok, pek.
damnedest damned.est dämd'îst sıfat en acayip, en tuhaf. isim en
iyisi.

322
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

damp damp dämp sıfat nemli, rutubetli, yaş. isim 1. nem,


rutubet. 2. grizu. fiil 1. boğmak, söndürmek. 2.
yavaşlatmak, durdurmak. 3. nemlendirmek, ıslatmak.
dampen damp.en däm'pın fiil 1. nemlendirmek, ıslatmak;
nemlenmek, ıslanmak. 2. (titreşimi) azaltmak. 3.
kırmak, kaçırmak: dampen someone's enthusiasm
birinin hevesini kırmak.
dampness damp.nessisim nem, rutubet.
dance dance däns isim 1. dans, raks, oyun. 2. balo. fiil dans
etmek, oynamak; dans ettirmek, oynatmak.
dancer dan.cer dän'sır isim dansçı, dansör, dansöz.
dancing dancingisim dans etme, dans.
dandelion dan.de.li.on dän'dılayın isim karahindiba.
dandle dan.dle dän'dıl fiil hoplatmak, zıplatmak.
dandruff dan.druff dän'drıf isim kepek, konak.
dandy dan.dy dän'di sıfat 1. züppe. 2. harika, mükemmel, çok
iyi.
Dane Dane deyn isim Danimarkalı.
danger dan.ger deyn'cır isim tehlike.
dangerous dan.ger.oussıfat tehlikeli.
dangerously dan.ger.ous.lyzarf tehlikeli bir şekilde.
dangle dan.gle däng'gıl fiil sarkmak, asılı durup sallanmak;
sarkıtmak, asıp sallamak.
Danish Dan.ish dey'nîş isim Danca. sıfat 1. Danimarka,
Danimarka'ya özgü. 2. Danimarkalı. 3. Danca.
dank dank dängk sıfat yaş, nemli, rutubetli, küf kokulu.
Danube Dan.ube dän'yub isim Tuna nehri, Tuna.
daphne daph.ne däf'ni isim defne.
dapper dap.per däp'ır sıfat şık, zarif.
dapple dap.ple däp'ıl sıfat benekli. fiil beneklemek. isim 1.
benek. 2. benekli hayvan.
dapple-gray dapple-graysıfat bakla kırı, alaca kır (at).
Dardanelles Dar.da.nelles dardınelz' isim bakınız the Dardanelles

323
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dare dare der fiil cesaret etmek, cüret etmek, kalkışmak.


Does he dare do it? O işi yapmaya cesareti var mı?
daredevil dare.dev.il der'devıl isim gözü pek.
daring daringisim cüret, cesaret, yiğitlik. sıfat cüretkâr, yiğit.
dark blue lacivert.
dark dark dark isim 1. karanlık. 2. akşam. 3. koyu renk,
gölge.
darken dark.en dar'kın fiil 1. karartmak; kararmak. 2.
anlaşılması zor hale getirmek. 3. koyulaşmak,
esmerleşmek.
darkness dark.nessisim karanlık.
darkroom dark.roomisim, fotoğrafçılık karanlık oda.
darling dar.ling dar'lîng isim sevgili, sevgilim. sıfat 1. sevgili.
2. sevimli, cici, hoş.
Darn it! Lanet olsun!
darn darn darn fiil lanet etmek.
dart dart dart isim 1. küçük ok. 2. ileri atılma, fırlama,
hamle. 3. böceğin iğnesi. 4. terzilik pens. fiil 1. ok gibi
fırlamak, atılmak. 2. atmak, fırlatmak.
dartboard dart.boardisim ok atma oyununda kullanılan nişan
tahtası.
darts dartsisim ok atma oyunu.
dash off a letter bir mektup karalamak.
dash off acele gitmek, fırlamak.
dash someone's hopes bir kimsenin ümitlerini kırmak, birini hayal kırıklığına
uğratmak.
dash to pieces çarpıp paramparça etmek.
dash water on one's face yüzüne su çarpmak.
dash dash däş fiil 1. hızla koşmak: She dashed to the child's
rescue. Çocuğun imdadına koştu. 2. hızla ilerlemek,
atılmak, fırlamak: I dashed to the window but saw
nothing. Pencereye fırladım ama hiçbir şey görmedim.
3. vurmak, çarpmak, kırmak, parçalamak: He dashed
down his broken weapon. Kırık silahını yere vurdu. He

324
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dashed the chair to pieces against the wall. Sandalyeyi


duvara vurup parçaladı. 4. atmak, fırlatmak. 5.
sıçratmak. 6. (umudunu) kırmak, suya düşürmek. 7.
karıştırmak, katmak. isim 1. ileri atılma, fırlama, hamle.
2. az bir miktar, bir tutam. 3. kısa mesafe koşusu. 4.
canlılık, enerji. 5. dilbilgisi tire, çizgi.
dashboard dash.board däş'bôrd isim, otomotiv kontrol paneli,
pano.
dashing dash.ing däş'îng sıfat 1. atak, atılgan, cesur. 2.
gösterişli, şık.
data bank bilgisayar veri bankası, bilgi bankası.
data base bilgisayar veri tabanı, bilgi tabanı.
data file bilgisayar veri dosyası.
data processing bilgisayar bilgiişlem.
data da.ta dey'tı, dä'tı isim 1. tekil bilgi. 2. veriler, data.
date line coğrafya gündeğişme çizgisi.
date palm hurma ağacı.
date date deyt isim 1. tarih, zaman. 2. randevu. 3. flört, flört
edilen kişi.
dated datedsıfat 1. tarihli. 2. modası geçmiş, demode.
dative da.tive dey'tîv sıfat, dilbilgisi -e halindeki. isim -e
halindeki sözcük.
datum da.tum dey'tım isim (data) veri.
daub daub dôb fiil 1. sürmek, sıvamak. 2. bulaştırmak. 3.
lekelemek, kirletmek. isim 1. harç, çamur. 2. leke.
daughter daugh.ter dô'tır isim kız evlat, kız.
daughter-in-law daughter-in-lawisim gelin.
daunt daunt dônt fiil yıldırmak, gözünü korkutmak.
dauntless daunt.lesssıfat gözü pek, yılmaz, korkusuz.
davenport dav.en.port däv'ınpôrt isim kanepe, sedir, divan;
çekyat.
dawdle daw.dle dôd'ıl fiil işini ağırdan alarak vakit kaybetmek,
ağır davranmak, oyalanmak.
dawn on anlaşılmak, sezilmek.

325
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dawn dawn dôn isim 1. seher, tan vakti. 2. şafak, tan. fiil
görünmeye başlamak, aydınlanmak.
day after day her gün, günlerce.
day by day günbegün, günden güne.
day in day out her gün.
day laborer gündelikçi.
day day dey isim 1. gündüz: We've been working day and
night on this proqect. Bu proje üzerinde gece gündüz
çalışıyoruz. 2. gün: the second day of the month ayın
ikinci günü. 3. zaman, devir.
daybreak day.break dey'breyk isim seher, tan vakti.
daydream day.dream dey'drim isim hayal. fiil hayal kurmak,
dalmak.
daylight day.light dey'layt isim gün ışığı.
daylight-saving time yaz saati.
daytime day.time dey'taym isim gündüz.
daze daze deyz fiil sersemletmek, sersem etmek, serseme
çevirmek. isim sersem bir hal, sersemlik.
dazed dazedsıfat sersemlemiş, serseme çevrilmiş.
dazzle daz.zle däz'ıl fiil göz kamaştırmak.
DC DC, D.C. di'si kısaltma direct current
deacon dea.con di'kın isim diyakoz.
deaconess dea.con.ess di'kınîs isim kilisenin hayır işleriyle
görevlendirdiği kadın.
dead ahead dosdoğru.
dead beat çok yorgun, bitkin.
dead center tam merkez, tam orta.
dead end çıkmaz sokak. 2. çıkmaz.
dead heat spor berabere biten yarış.
dead language ölü dil.
dead letter geçersiz yasa. 2. sahibine ulaştırılamayan mektup.
dead loss bir işe yaramayan nesne/kimse.
dead set against -e tamamen karşı, -e muhalif.
dead set konuşma dili kararlı.

326
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dead tired bitkin, yorgun.


dead dead ded sıfat 1. ölmüş, ölü. 2. cansız, hareketsiz;
sönük. 3. ölü (renk).
deaden dead.en ded'ın fiil 1. hafifletmek, azaltmak,
zayıflatmak; (ses, ağrı v.b.'ni) kesmek. 2. parlaklığını
gidermek, donuklaştırmak.
deadline dead.line ded'layn isim son teslim tarihi.
deadlock dead.lock ded'lak isim çıkmaz. fiil çıkmaza sokmak;
çıkmaza girmek.
deadly dead.lysıfat 1. öldürücü; ölümcül. 2. ölü gibi.
deaf mute sağır ve dilsiz kimse.
deaf deaf def sıfat 1. sağır. 2. kulak asmayan.
deafen deaf.en def'ın fiil sağır etmek.
deal in .. ticareti yapmak.
deal with ile ilgilenmek. 2. -i idare etmek. 3. -in üstesinden
gelmek, -in hakkından gelmek. 4. -e değinmek, -den
bahsetmek. 5. -in müşterisi olmak, ile alışveriş etmek.
deal deal dil isim 1. anlaşma, mukavele. 2. iş. 3. miktar. 4.
iskambil kâğıtlarını dağıtma. fiil (dealt) (iskambil
kâğıtlarını) dağıtmak.
dealer deal.er dil'ır isim 1. (belirli bir şeyin) ticaretini yapan
kimse, tüccar, satıcı: a dealer in old stamps eski pul
satıcısı. 2. iskambil kâğıtlarını dağıtan kimse.
dealings deal.ings di'lîngz isim 1. iş, alışveriş. 2. iş ilişkisi;
ilişki.
dealt dealt delt fiil bakınız deal
dean dean din isim 1. katedralin başrahibi. 2. dekan.
Dear me! Olur şey değil!
dear dear dîr isim sevgili. sıfat 1. sevgili, aziz. 2. değerli,
kıymetli. 3. pahalı.
dearly love to (bir şeyi) çok arzu etmek.
dearly dear.ly dîr'li zarf bakınız dearly love to pay dearly for
dearth dearth dırth isim yokluk, kıtlık.
death rate ölüm oranı.

327
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

death sentence idam hükmü.


death squad ölüm mangası.
death toll ölü sayısı.
death warrant hukuk idam hükmü.
death death deth isim ölüm.
deathbed death.bedisim ölüm döşeği.
deathless death.lesssıfat baki, ölümsüz.
deathlike death.likesıfat ölüm gibi.
deathly cold çok soğuk: It's deathly cold outside. Dışarısı çok soğuk.
deathly pale beti benzi atmış.
deathly silence ölümsü bir sessizlik.
deathly death.ly deth'li sıfat ölümsü.
debacle de.ba.cle debak'ıl isim çöküş, yenilgi, yıkım.
debar de.bar dîbar' fiil from engellemek; menetmek.
debase de.base dîbeys' fiil 1. değerini düşürmek, ayarını
bozmak. 2. alçaltmak, şerefini lekelemek. 3.
yozlaştırmak.
debatable de.bat.a.ble dîbey'tıbıl sıfat tartışılabilir.
debate de.bate dîbeyt' fiil 1. tartışmak. 2. çok düşünmek,
düşünüp taşınmak: He debated with himself before
reaching the decision. Kararını vermeden önce çok
düşündü. isim tartışma; münazara.
debilitate de.bil.i.tate dîbîl'ıteyt fiil kuvvetten düşürmek,
zayıflatmak, takatini kesmek.
debility de.bil.i.ty dîbîl'ıti isim halsizlik, bitkinlik, güçsüzlük,
zayıflık.
debit an account bir hesabı borcuna kaydetmek.
debit and credit borç ve kredi.
debit balance borç bakiyesi.
debit deb.it deb'ît isim borç. fiil 1. borç kaydetmek. 2. birinin
borcuna kaydetmek.
debris de.bris dıbri' isim yıkıntı, enkaz; döküntü.
debt of gratitude teşekkür borcu, gönül borcu.
debt of honor namus borcu.

328
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

debt debt det isim borç.


debtor debt.or det'ır isim borçlu.
debug de.bug dib^g' fiil 1. (bir yerden) gizli dinleme aygıtını
sökmek. 2. bir aygıt veya sistemin kusurlarını
gidermek. 3. bilgisayar hatasızlaştırmak, ayıklamak.
debunk de.bunk dîb^ngk' fiil, konuşma dili (bir şeyin) yanlış
taraflarını açığa vurmak.
debut de.but dîbyu' isim 1. başlangıç. 2. (sahneye) ilk çıkış. 3.
bir genç kızın sosyeteye ilk defa takdimi.
dec. dec.kısaltma deceased decrescendo
decade dec.ade dek'eyd isim on yıl.
decadence dec.a.dence dek'ıdıns isim çökme, çöküş, yıkılış.
decadent de.ca.dentsıfat çökmüş.
decaffeinate de.caf.fein.ate dikäf'ıneyt fiil kafeinini çıkarmak.
decaffeinated coffee kafeinsiz kahve.
decal de.cal di'käl isim çıkartma.
decamp de.camp dîkämp' fiil 1. kampı bozup ayrılmak. 2.
konuşma dili sıvışmak, savuşmak, tüymek, kaçmak.
decanter de.cant.er dîkän'tır isim sürahi.
decapitate de.cap.i.tate dîkäp'ıteyt fiil başını kesmek, boynunu
vurmak.
decathlon de.cath.lon dîkäth'lan isim, spor dekatlon.
decay de.cay dîkey' fiil 1. çürümek, bozulmak; çürütmek. 2.
azalmak. isim 1. çürüme, bozulma. 2. azalma.
decease de.cease dîsis' isim ölüm, ölme, vefat. fiil ölmek.
deceit de.ceit dîsit' isim 1. aldatma; hile, yalan. 2. hilekârlık,
düzenbazlık, dolandırıcılık.
deceitful de.ceit.fulsıfat 1. hilekâr, hileci. 2. aldatıcı.
deceitfully de.ceit.ful.lysıfat hilekârlıkla, yalancılıkla.
deceitfulness de.ceit.ful.nessisim hilekârlık, yalancılık.
deceive de.ceive dîsiv' fiil aldatmak.
deceiver de.ceiverisim aldatıcı, hilekâr.
December De.cem.ber dîsem'bır isim aralık.

329
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

decency de.cen.cy di'sınsi isim 1. terbiye, edep, nezaket. 2.


ılımlılık. 3. iffet, namus.
decent de.cent di'sınt sıfat terbiyeli, nazik; temiz, iyi.
decently de.cent.lyzarf 1. terbiye ölçüsünde. 2. yeterince.
deception de.cep.tion dîsep'şın isim 1. aldatma; aldanma. 2.
yalancılık. 3. hile, düzen, dolap.
deceptive de.cep.tivesıfat aldatan, aldatıcı.
deceptively de.cep.tive.lyzarf aldatarak, aldatıcı bir biçimde.
deceptiveness de.cep.tive.nessisim aldatıcılık, düzenbazlık, hilekârlık.
decide against something bir şeyin aleyhinde karar vermek.
decide for something bir şeyin lehinde karar vermek.
decide in favor of something bir şeyin lehinde karar vermek.
decide de.cide dîsayd' fiil karar vermek, kararlaştırmak,
hüküm vermek.
decided de.cid.edsıfat 1. kesin. 2. kararlı, azimli. 3. kararlı,
ölçülü.
decidedly de.cid.ed.lyzarf kesinlikle, katiyetle.
deciduous de.cid.u.ous dîsîc'uwıs sıfat kışın yapraklarını döken
(bitki).
decigram dec.i.gram des'ıgräm isim desigram.
decigramme dec.i.gramme des'ıgräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
decigram
deciliter dec.i.li.ter des'ılitır isim desilitre.
decilitre dec.i.li.tre des'ılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
deciliter
decimal fraction matematik ondalık kesir.
decimal point ondalık virgülü: 7.49 (Türk sistemine göre 7,49).
decimal system ondalık sistem.
decimal dec.i.mal des'ımıl sıfat, matematik ondalık. isim 1.
ondalık sayı. 2. ondalık kesir.
decimate dec.i.mate des'ımeyt fiil büyük bir kısmını yok etmek.
decimation dec.i.ma.tionisim büyük bir kısmını yok etme; büyük
bir kısmı yok olma.
decimeter dec.i.me.ter des'ımitır isim desimetre.

330
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

decimetre dec.i.me.tre des'ımitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız


decimeter
decipher de.ci.pher dîsay'fır fiil (şifreyi) çözmek.
decision de.ci.sion dîsîq'ın isim karar; hüküm.
decisive de.ci.sive dîsay'sîv sıfat 1. kesin, kati. 2. kesin sonuca
ulaştıran: the decisive victory in that war o savaşı kesin
sonuca ulaştıran zafer. 3. kararlı.
decisively de.ci.sive.lyzarf 1. kesin olarak. 2. kararlı bir biçimde.
decisiveness de.ci.sive.nessisim 1. kesinlik. 2. kararlılık.
deck chair şezlong.
deck of cards iskambil oyunları deste.
deck out donatmak, süslemek.
deck deck dek isim, denizcilikle ilgili güverte.
declaim de.claim dîkleym' fiil 1. hararetle söylemek/konuşmak.
2. (hitabet kurallarına göre) söylemek; resmi bir şekilde
söylemek.
declaration of residence ikamet beyannamesi.
declaration dec.la.ra.tion deklırey'şın isim 1. ilan. 2. demeç. 3.
bildiri, deklarasyon.
declare bankruptcy iflas ilan etmek.
declare war on -e savaş açmak/ilan etmek.
declare de.clare dîkler' fiil 1. ilan etmek. 2. bildirmek, deklare
etmek.
declension de.clen.sion dîklen'şın isim 1. dilbilgisi ad çekimi. 2.
çöküş, çökme.
decline de.cline dîklayn' fiil 1. aşağıya meyletmek. 2. azalmak,
düşmek. 3. çökmek. 4. reddetmek, geri çevirmek. 5.
dilbilgisi çekmek. isim 1. meyil, iniş. 2. azalma, düşüş;
gerileme, yozlaşma. 3. çökme, çöküş.
declivity de.cliv.i.ty diklîv'ıti isim iniş, meyil.
declutch de.clutch di'kl^ç fiil debriyaq yapmak.
decode de.code dikod' fiil (şifreyi) çözmek.
decompose de.com.pose dikımpoz' fiil 1. ayrıştırmak. 2. çürütmek;
çürümek.

331
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

decomposition de.com.po.si.tionisim 1. ayrışma. 2. bozulma.


decorate dec.o.rate dek'ıreyt fiil 1. süslemek, dekore etmek. 2.
nişan vermek.
decoration dec.o.ra.tion dekırey'şın isim 1. süsleme, dekorasyon.
2. süs. 3. nişan, madalya.
decorative dec.o.ra.tive dek'ırıtîv sıfat süsleyici, süslü.
decorator dec.o.ra.tor dek'ıreytır isim dekoratör.
decorous dec.o.rous dek'ırıs sıfat görgü kurallarına uygun.
decorously dec.o.rous.lyzarf görgü kurallarına uygun bir biçimde.
decorum de.co.rum dîkôr'ım isim adaba uygun olma, terbiyeli
olma.
decoy de.coy dîkoy', di'koy isim tuzak yemi. fiil 1. away from
-den hile ile uzaklaştırmak; into -e hile ile çekmek. 2.
tuzağa düşürmek.
decrease de.crease dîkris' fiil azalmak, düşmek, küçülmek;
azaltmak, düşürmek. isim azalma, düşüş.
decree de.cree dîkri' isim 1. resmi emir. 2. karar. 3. kararname.
fiil 1. emretmek, buyurmak. 2. karar vermek.
decrepit de.crep.it dîkrep'ît sıfat eskimiş, yıpranmış.
dedicate ded.i.cate ded'ıkeyt fiil 1. adamak, vakfetmek. 2. to -in
adına sunmak, -e ithaf etmek.
dedicated ded.i.cat.edsıfat 1. ithaf olunmuş. 2. adanmış. 3.
kendini işine adamış.
dedication ded.i.cat.ionisim adama, ithaf.
deduce de.duce dîdus' fiil sonuç çıkarmak.
deduct de.duct dîd^kt' fiil çıkarmak, hesaptan düşmek.
deduction de.duc.tionisim 1. sonuç çıkarma. 2. mantık
tümdengelim. 3. sonuç. 4. hesaptan düşme. 5. kesinti:
salary deduction ücret kesintisi.
deductive reasoning tümdengelimli usavurma.
deed deed did isim 1. eylem, iş, fiil. 2. hukuk senet, tapu
senedi. fiil to -e senetle devretmek.
deem deem dim fiil saymak, addetmek.
de-emphasize de-em.pha.size diyem'fısayz fiil önemini azaltmak.

332
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

deep in debt borca batmış.


deep in thought derin düşünceye dalmış.
deep sea derin deniz.
deep trouble vahim bir durum.
deep deep dip sıfat 1. derin. 2. anlaşılmaz. 3. şiddetli, ağır. 4.
koyu (renk). 5. kalın, boğuk, pes (ses). zarf 1. into
derinlerine kadar; derinliklerine kadar: It sank deep into
the water. Suyun dibine battı. 2. into (gecenin) büyük
bir bölümünde: They talked deep into the night.
Gecenin büyük bir bölümünü konuşarak geçirdiler.
deepen deep.en di'pın fiil 1. derinleşmek; derinleştirmek. 2.
artırmak. 3. (rengi) koyulaştırmak.
deepfreeze deep.freeze dip'friz' isim 1. dipfriz. 2. dondurup
saklama. fiil (deepfroze, deepfrozen) dondurup
saklamak.
deep-fry deep-fry dip'fray' fiil bol yağda kızartmak.
deep-rooted deep-rootedsıfat 1. kökleri derinlere inen (ağaç, çalı). 2.
köklü, kökleşmiş (âdet, inanç).
deep-seated deep-seatedsıfat 1. derin, derinden gelen; derinde olan.
2. köklü, kökleşmiş.
deer deer dir isim (deer) geyik; karaca.
def. def.kısaltma «defective» defendant defense deferred
defined definite definition
deface de.face dîfeys' fiil (bir şeyin yüzeyine) zarar vermek.
defamation def.a.ma.tion defımey'şın isim karalama, kara çalma,
lekeleme.
defame de.fame dîfeym' fiil karalamak, kara çalmak,
lekelemek.
default de.fault dîfôlt' isim 1. (bir yükümlülüğü) yerine
getirmeme. 2. bilgisayar varsayım. fiil (bir
yükümlülüğü) yerine getirmemek: They defaulted on
their loan. Borçlarını zamanında ödemediler.
defeat de.feat dîfit' fiil yenmek, bozguna uğratmak. isim
bozgun, yenilgi.

333
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

defecate def.e.cate def'ıkeyt fiil büyük aptesini yapmak,


dışkılamak.
defect de.fect dîfekt' isim kusur, noksan, eksiklik.
defective de.fec.tivesıfat 1. kusurlu, sakat, eksik, noksan. 2.
dilbilgisi bazı çekim şekilleri olmayan.
defector de.fec.tor dîfek'tır isim karşı tarafa kaçan kimse.
defence de.fence dîfens' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız defense
defend de.fend dîfend' fiil 1. savunmak. 2. from -den korumak.
defendant de.fend.ant dîfen'dınt isim, hukuk davalı.
defender de.fend.er dîfend'ır isim savunucu, savunan; koruyucu.
defense de.fense dîfens' isim 1. savunma, korunma. 2. spor
savunma, defans.
defenseless de.fense.lesssıfat savunmasız, korunmasız.
defensive alliance savunma anlaşması.
defensive de.fen.sive dîfen'sîv sıfat 1. savunmayla ilgili. 2. (hedef
alındığını zannederek) savunmaya geçen. 3. koruyucu.
4. spor defansif.
defer de.fer dîfır' fiil (deferred, deferring) 1. sonraya
bırakmak, ertelemek. 2. to -e boyun eğmek.
deference def.er.ence def'ırıns isim riayet, (saygıdan
kaynaklanan) itaat.
deferential def.er.en.tial defıren'şıl sıfat riayetkâr; saygı ve itaat
gösteren.
deferment de.fer.mentisim erteleme.
deferred de.ferredsıfat ertelenmiş.
defiance de.fi.ance dîfay'ıns isim 1. meydan okuma. 2. karşı
koyma.
defiant de.fi.ant dîfay'ınt sıfat 1. meydan okuyan. 2. karşı
koyan.
deficiency de.fi.cien.cy dîfîş'ınsi isim eksiklik, noksanlık;
yetersizlik.
deficient de.fi.cient dîfîş'ınt sıfat eksik, noksan; yetersiz.
deficit def.i.cit def'ısît isim (bütçe, hesap v.b.'nde) açık; zarar.

334
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

defile de.file dîfayl' fiil kirletmek, pisletmek, lekelemek,


bozmak.
define de.fine dîfayn' fiil 1. tanımlamak, tarif etmek. 2.
belirlemek, sınırlamak, tayin etmek.
definite article dilbilgisi belirli tanımlık: the .
definite def.i.nite def'ınît sıfat 1. kesin. 2. belirli, belli.
definitely zarf kesinlikle.
definition def.i.ni.tion defınîş'ın isim 1. tanım, tarif. 2. tanımlama.
definitive de.fin.i.tive dîfîn'ıtîv sıfat kesin, son, tam.
deflate de.flate dîfleyt' fiil 1. havasını veya gazını boşaltmak,
söndürmek; sönmek. 2. gururunu kırmak. 3. ekonomi
para arzını azaltmak.
deflation de.fla.tion dîfley'şın isim 1. havasını veya gazını
boşaltma, söndürme; sönme. 2. gururunu kırma. 3.
ekonomi deflasyon.
deflect someone from her purpose birini amacından çevirmek.
deflect someone from his purpose birini amacından çevirmek.
deflect something into yönünü değiştirip -e çevirmek.
deflect de.flect dîflekt' fiil yönünü değiştirmek; başka yöne
çevirmek; yönü değişmek.
deform de.form dîfôrm' fiil biçimini bozmak,
biçimsizleştirmek.
deformity de.for.mi.tyisim 1. biçimsizlik. 2. tıbbi biçim
bozukluğu, bozunum.
defraud de.fraud dîfrôd' fiil dolandırmak, elinden almak.
defray de.fray dîfrey' fiil ödemek; (giderleri) karşılamak.
defrost de.frost difrôst' fiil buzlarını çözmek veya eritmek;
buzları çözülmek veya erimek.
deft deft deft sıfat becerikli, usta, marifetli.
defunct de.funct dîf^ngkt' sıfat 1. ölü. 2. feshedilmiş.
defy de.fy dîfay' fiil meydan okumak, karşı gelmek, karşı
koymak.
degenerate de.gen.er.ate dîcen'ırît sıfat yoz, yazlaşmış, soysuz,
deqenere.

335
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

degradation deg.ra.da.tion degrıdey'şın isim 1. aşağılık bir durum;


itibarsızlık. 2. aşağılaşma. 3. rütbeyi indirme.
degrade de.grade dîgreyd' fiil 1. alçak bir duruma düşürmek. 2.
rütbesini indirmek.
degrading degradingsıfat alçaltıcı, onur kırıcı.
degree de.gree dîgri' isim 1. geometri derece. 2. derece,
basamak, aşama, rütbe, mertebe. 3. diploma.
dehumidifier dehumidifierisim nem gideren alet.
dehumidify de.hu.mid.i.fy dihyumîd'ıfay fiil nemini gidermek.
dehydrate de.hy.drate dihay'dreyt fiil 1. suyunu almak, kurutmak.
2. su kaybetmek.
dehydrated de.hy.dratedsıfat susuz, kurumuş.
deify de.i.fy diy'ıfay fiil tanrılaştırmak.
deign deign deyn fiil tenezzül etmek.
deity de.i.ty diy'ıti isim 1. tanrı, ilah. 2. tanrısal varlık.
dejected de.ject.ed dîcek'tîd sıfat keyifsiz, morali bozuk;
hüzünlü.
dejection de.jec.tionisim keyifsizlik, moral bozukluğu; hüzün.
delay de.lay dîley' fiil 1. ertelemek, sonraya bırakmak. 2.
geciktirmek. 3. oyalanmak. isim gecikme, geç kalma.
delegate del.e.gate del'ıgît, del'ıgeyt isim delege, temsilci; elçi;
vekil. fiil 1. havale etmek, devretmek. 2.
görevlendirmek.
delegation del.e.ga.tionisim 1. delegasyon. 2. yetki verme.
delete de.lete dîlit' fiil silmek, çıkarmak.
deletion de.le.tion dîli'şın isim 1. silme, çıkarma. 2. yazıdan
çıkarılan parça.
deliberate de.lib.er.ate dîlîb'ırît sıfat 1. kasıtlı, maksatlı, önceden
tasarlanmış. 2. temkinli, ölçülü, dikkatli.
deliberately de.lib.er.ate.lyzarf kasten, mahsus, bile bile.
deliberation de.lib.er.a.tionisim 1. üzerinde düşünme, düşünüp
taşınma. 2. görüşme, müzakere.
delicacy del.i.ca.cy del'ıkısi isim 1. incelik, kibarlık. 2. lezzetli
şey.

336
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

delicate del.i.cate del'ıkît sıfat 1. kolaylıkla kırılabilen, kırılgan,


nazik. 2. hassas (alet). 3. hassas (konu); nazik (durum).
4. ince (yapı), narin. 5. hafif (koku, tat). 6. hafif,
yumuşak (dokunuş). 7. hastalıklara pek dayanıklı
olmayan.
delicately del.i.cate.lyzarf 1. incelikle. 2. dikkatle, ihtiyatla,
büyük bir özenle.
delicatessen del.i.ca.tes.sen delıkıtes'ın isim şarküteri, mezeci.
delicious de.li.cious dılîş'ıs sıfat lezzetli, leziz, nefis.
delight de.light dîlayt' fiil 1. sevindirmek; sevinmek. 2. in -den
zevk almak. isim 1. sevinç, zevk, keyif, haz. 2. sevinç
veren şey.
delightful de.light.fulsıfat hoş, güzel; zevkli.
delimit de.lim.it dîlîm'ît fiil sınırlandırmak, tahdit etmek.
delineate de.lin.e.ate dîlîn'iyeyt fiil 1. şeklini çizmek. 2.
betimlemek.
delinquency de.lin.juen.cyisim 1. (çocuklarda) suç işleme. 2.
borçların ödenmemesi.
delinquent de.lin.juent dîlîng'kwınt sıfat 1. suçlu, suç işleyen
(çocuk). 2. ödenmemiş (hesap, vergi, borç v.b.). 3.
borçlarını ödememiş. isim çocuk suçlu.
delirious de.lir.i.ous dîlîr'iyıs sıfat 1. sayıklayan. 2. çılgına
dönmüş.
delirium de.lir.i.um dîlîr'iyım isim 1. sayıklama. 2. çılgınlık.
deliver the goods konuşma dili istenilen şeyi yapmak.
deliver de.liv.er dîlîv'ır fiil 1. teslim etmek, bırakmak, vermek:
They will deliver the furniture tomorrow morning.
Mobilyayı yarın sabah teslim edecekler. 2. (gazete,
mektup v.b.'ni) dağıtmak. 3. (yumruk, darbe) indirmek.
4. (from) -den kurtarmak. 5. (çocuğu) almak,
doğurtmak. 6. (söylev) vermek, (konuşma) yapmak. 7.
(hüküm) vermek.
deliverance de.liv.er.anceisim 1. kurtarma; kurtuluş. 2. hüküm.

337
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

deliverer de.liv.er.erisim 1. kurtarıcı. 2. teslim eden kimse. 3.


dağıtıcı.
delivery note ticaret teslim beyanı.
delivery order ticaret teslim emri.
delivery receipt ticaret teslim makbuzu.
delivery time ticaret siparişlerin teslim süresi.
delivery de.liv.er.yisim 1. teslim; dağıtım. 2. doğurma; doğum.
3. konuşma tarzı. 4. beysbol topa vuruş, servis.
deliveryman de.liv.er.y.manisim satılan malı eve teslim eden kimse.
dell dell del isim küçük vadi, korulu vadi.
delta del.ta del'tı isim delta, çatalağız.
delude de.lude dîlud' fiil aldatmak, yanıltmak.
deluge del.uge del'yuc isim 1. sel, tufan. 2. şiddetli yağmur.
delusion de.lu.sion dîlu'qın isim 1. aldanma, yanılma. 2.
ruhbilim sabuklama.
delusive de.lu.sive dîlu'sîv sıfat aldatıcı, yanıltıcı.
deluxe de.luxe dîlûks' sıfat lüks, ihtişamlı.
delve delve delv fiil into -i araştırmak.
demagogue dem.a.gogue dem'ıgôg isim demagog, halkavcısı.
demagogy dem.a.go.gy dem'ıgaci isim demagoqi, halkavcılığı.
demand deposit vadesiz mevduat.
demand de.mand dîmänd' isim 1. istem, istek; talep. 2. ekonomi
talep, rağbet. 3. hukuk talep, hak iddia etme. fiil 1. talep
etmek, istemek. 2. gerektirmek. 3. hukuk mahkemeye
celbetmek.
demean de.mean dîmin' fiil alçaltmak, küçültmek.
demeanor de.mean.or dîmi'nır isim davranış, tavır.
demeanour de.mean.our dîmi'nır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
demeanor
demented de.ment.ed dîmen'tîd sıfat deli, kaçık, çılgın.
demerit de.mer.it dîmer'ît isim (okulda) ihtar, tembih.
demi- demi-önek yarım, yarı.
demijohn dem.i.john dem'ican isim damacana.
demilitarize de.mil.i.ta.rize dimîl'ıtırayz fiil askerden arındırmak.

338
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

demilitarized zone askerden arındırılmış bölge.


demise de.mise dîmayz' isim ölüm, vefat.
demobilization de.mo.bi.li.za.tion dimobılızey'şın isim seferberliğin
bitmesi; terhis.
demobilize de.mo.bi.lize dimo'bılayz fiil terhis etmek.
democracy de.moc.ra.cy dîmak'rısi isim demokrasi, elerki.
democrat dem.o.crat dem'ıkrät isim demokrat.
democratally dem.o.crat.ic.al.lyzarf demokratik olarak.
democratic dem.o.crat.icsıfat demokratik, halkçı.
demolish de.mol.ish dîmal'îş fiil yıkmak.
demolition de.mo.li.tionisim yıkma; yıkılma.
demon de.mon di'mın isim 1. cin, kötü ruh, şeytan, iblis. 2.
kötü kimse, iblis. 3. enerqik kimse.
demonstrate dem.on.strate dem'ınstreyt fiil 1. kanıtlamak, ispat
etmek: He has demonstrated his loyalty to the firm.
Şirkete olan bağlılığını kanıtladı. 2. göstererek
tanıtmak: demonstrate a machine bir makineyi
tanıtmak. 3. gösteri yapmak.
demonstration dem.on.stra.tionisim 1. kanıtlama, ispat. 2. gösteri. 3.
tanıtım gösterisi.
demonstrative adjective dilbilgisi işaret sıfatı.
demonstrative pronoun dilbilgisi işaret zamiri.
demonstrative de.mon.stra.tivesıfat 1. kanıtlayan, gösteren. 2.
duygularını açığa vuran.
demonstrator dem.on.stra.torisim 1. göstererek tanıtan kimse. 2.
uygulama öğretmeni. 3. gösterici.
demoralize de.mor.al.ize dîmôr'ılayz fiil cesaretini kırmak,
moralini bozmak, yıldırmak.
demote de.mote dîmot' fiil aşağı dereceye indirmek, rütbesini
indirmek.
demotion de.mo.tionisim indirme.
demur de.mur dîmır' fiil (demurred, demurring) kabul
etmemek, itiraz etmek. isim bakınız without demur
demure de.mure dîmyûr' sıfat 1. çekingen. 2. ağırbaşlı, ciddi.

339
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

den den den isim 1. in, mağara. 2. konuşma dili tekke,


yatak. 3. konuşma dili dinlenme odası, sığınak.
denatured alcohol mavi ispirto, karışık ispirto.
denial de.ni.al dînay'ıl isim 1. inkâr, yadsıma. 2. yalanlama. 3.
ret.
denigrate den.i.grate den'ıgreyt fiil iftira etmek, leke sürmek,
karalamak, kara çalmak, çamur atmak.
denim den.im den'ım isim kot (kumaş).
Denmark Den.mark den'mark isim Danimarka.
denomination de.nom.i.na.tion dînamıney'şın isim 1. ad, isim. 2.
mezhep. 3. adlandırma. 4. değer/ölçü birimi.
denominator de.nom.i.na.tor dînam'ıneytır isim payda.
denote de.note dînot' fiil göstermek, belirtmek.
denounce de.nounce dînauns' fiil 1. (insan, fikir, davranış
v.b.'nin) kötü veya zararlı taraflarını açığa vurmak. 2.
ihbar etmek. 3. (anlaşmanın) kaldırılacağını duyurmak.
dense dense dens sıfat 1. yoğun, kesif. 2. sık (orman, saç
v.b.). 3. anlaşılması güç, ağır (yazı). 4. kalın kafalı,
mankafa. 5. fotoğrafçılık koyu (negatif).
density den.si.ty den'sıti isim 1. yoğunluk, kesafet. 2. (orman,
saç v.b. için) sıklık. 3. (yazıda) ağırlık. 4. fotoğrafçılık
koyuluk.
dent dent dent isim ufak çukur; çentik, çöküntü, girinti. fiil
çentmek; çökertmek.
dental floss diş ipliği.
dental surgery diş cerrahisi.
dental den.tal den'tıl sıfat 1. dişlerle ilgili. 2. dişçilikle ilgili. 3.
fonetik dişsel. isim dişsel ünsüz.
dentist den.tist den'tîst isim diş hekimi, diş tabibi, dişçi.
dentistry den.tist.ryisim diş hekimliği, dişçilik.
dentures den.tures den'çırz isim takma diş.
denude de.nude dînud' fiil soymak; çıplaklaştırmak, çıplak
bırakmak.

340
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

denunciation de.nun.ci.a.tion dîn^n'siyeyşın isim 1. (insan, fikir,


davranış v.b.'nin) kötü veya zararlı taraflarını açığa
vurma. 2. ihbar. 3. (anlaşmanın) kaldırılacağını
duyurma.
deny de.ny dînay' fiil 1. inkâr etmek, yadsımak. 2.
yalanlamak. 3. reddetmek. 4. -den yoksun bırakmak,
esirgemek, vermemek.
deodorant de.o.dor.ant diyo'dırınt sıfat, isim deodoran, koku
giderici.
deodorise de.o.dor.ise diyo'dırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
deodorize
deodorize de.o.dor.ize diyo'dırayz fiil kokusunu gidermek.
depart de.part dîpart' fiil 1. ayrılmak, gitmek. 2. hareket
etmek, kalkmak: At what time does the bus depart?
Otobüs saat kaçta kalkıyor? 3. ölmek, vefat etmek. 4.
from -den sapmak, -den ayrılmak.
department store büyük mağaza, bonmarşe.
department de.part.ment dîpart'mınt isim 1. departman, bölüm,
kısım, şube, daire, kol. 2. bakanlık, vekâlet.
departure gate çıkış kapısı.
departure lounge çıkış salonu.
departure terminal çıkış terminali.
departure de.par.ture dîpar'çır isim 1. gidiş, ayrılış, terk. 2.
hareket etme, kalkış. 3. değişiklik, yenilik. 4. sapma,
ayrılma. 5. vazgeçme.
depend from -den sarkmak.
Depend upon it. Emin olunuz.
depend de.pend dîpend' fiil 1. on/upon -e güvenmek. 2.
on/upon -e bağlı olmak: The number of people who will
come depends on how many tickets we can sell.
Geleceklerin sayısı satabileceğimiz biletlerin sayısına
bağlı. 3. -e bağımlı olmak: That child depends on her
mother. O çocuk annesine bağımlı.
dependable de.pend.ablesıfat güvenilir.

341
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dependence de.pen.denceisim 1. güven, güvenme. 2. bağlılık. 3.


bağımlılık.
dependency de.pen.den.cyisim 1. bağımlılık. 2. sömürge. 3. ek bina.
dependent de.pen.dentsıfat 1. on -e bağlı. 2. on -e bağımlı. 3. from
-den sarkan, -e asılı. isim 1. birine muhtaç olan kimse.
2. bakmakla yükümlü olunan kimse.
depict de.pict dîpîkt' fiil 1. resmetmek, resmini çizmek. 2.
betimlemek, anlatmak.
depilate dep.i.late dep'ıleyt fiil tüyleri gidermek/dökmek.
depilation dep.i.la.tion depıley'şın isim depilasyon, depilaq,
tüyleri giderme/dökme; epilasyon.
depilatory de.pil.a.to.ry dîpîl'ıtori isim depilatuar, depilatif, tüy
dökücü krem. sıfat depilatif, tüy giderici/dökücü.
deplete de.plete dîplit' fiil tüketmek, bitirmek.
deplorable de.plor.ablesıfat acınacak durumda, içler acısı.
deplorably de.plor.ab.lyzarf acınacak biçimde.
deplore de.plore dîplôr' fiil 1. -e çok üzülmek, -den acı
duymak. 2. -e yerinmek, -e yazıklanmak.
deploy de.ploy dîploy' fiil 1. plana göre yerleştirmek. 2. askeri
yayılmak.
deployment de.ploy.mentisim 1. plana göre yerleştirme. 2. askeri
yayılma.
deport oneself davranmak, hareket etmek.
deport de.port dîpôrt' fiil sınırdışı etmek.
deportation de.por.ta.tionisim sınırdışı etme.
deportment de.port.ment dîpôrt'mınt isim davranış, tavır.
depose de.pose dîpoz' fiil 1. tahttan indirmek. 2. görevden
almak, azletmek. 3. yeminli ifade vermek.
deposit account mevduat hesabı.
deposit de.pos.it dîpaz'ît isim 1. emanet. 2. depozit, depozito;
kaparo, pey akçesi: The salesman asked for a fifty
thousand lira deposit. Satıcı elli bin lira depozit istedi.
The landlord asked for a deposit as an indication of my
good faith. Ev sahibi iyi niyetimin işareti olarak kaparo

342
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

istedi. 3. mevduat. 4. teminat akçesi. 5. çökelti, tortu. 6.


birikinti. 7. madencilik birikinti, maden yatağı. fiil 1.
koymak: You should deposit your jewels in the safe.
Mücevherlerini kasaya koymalısın. 2. emanet etmek:
He deposited the keys to his apartment with the
doorkeeper. Dairesinin anahtarlarını kapıcıya emanet
etti. 3. depozit olarak vermek: deposit money in a bank
account banka hesabına para yatırmak. 4. bankaya
yatırmak. 5. çökeltmek, (tortu) bırakmak: This water is
depositing a brown sediment at the bottom of my glass.
Bu su, bardağımın dibinde kahverengi bir tortu
bırakıyor.
deposition dep.o.si.tion depızîş'ın isim 1. tahttan indirme. 2.
görevden alma. 3. yeminle yazılı ifade. 4. depozit olarak
verme. 5. (tortu) bırakma.
depositor de.pos.i.torisim mudi, para yatıran kimse.
depository de.pos.i.to.ry dîpaz'ıtori isim depo, ardiye.
depot de.pot di'po isim 1. depo, ardiye. 2. istasyon; durak. 3.
askeri depo.
deprave de.prave dîpreyv' fiil baştan çıkarmak, ahlakını
bozmak.
depraved de.prav.edsıfat ahlakı bozuk, baştan çıkmış.
depravity de.prav.i.ty dîpräv'ıti isim 1. ahlak bozukluğu. 2. doğru
yoldan ayrılma.
deprecate dep.re.cate dep'rıkeyt fiil onaylamamak, protesto
etmek.
depreciate de.pre.ci.ate dîpri'şiyeyt fiil 1. fiyatını kırmak, değerini
düşürmek. 2. ucuzlatmak; amortize etmek.
depreciation de.pre.ci.a.tionisim 1. değerini düşürme; değeri düşme.
2. aşınma payı, amortisman.
depress de.press dîpres' fiil 1. -i bastırmak, -e basmak. 2.
üzmek, canını sıkmak, moralini bozmak. 3. kuvvetten
düşürmek, zayıflatmak. 4. değerini veya miktarını
azaltmak.

343
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

depressed de.pressedsıfat 1. morali bozuk, keyifsiz. 2. değeri


düşürülmüş. 3. durgun (piyasa, ekonomi).
depression de.pres.sion dîpreş'ın isim 1. moral bozukluğu,
keyifsizlik. 2. piyasada durgunluk, ekonomik kriz. 3.
ruhbilim depresyon, çöküntü. 4. alçak basınç alanı.
deprive de.prive dîprayv' fiil of -den yoksun bırakmak, -den
mahrum etmek, -den etmek: This work will deprive us
of our health. Bu iş bizi sağlığımızdan edecek.
dept. dept.kısaltma department
depth of winter kış ortası, karakış.
depth depth depth isim 1. derinlik. 2. derin yer.
deputation dep.u.ta.tion depyıtey'şın isim 1. temsilciler heyeti,
delegasyon. 2. temsilci atama.
deputize dep.u.tize dep'yıtayz fiil 1. vekil olarak atamak. 2. for
(bir kimsenin) yerini doldurmak.
deputy dep.u.ty dep'yıti isim 1. vekil; yardımcı, muavin. 2.
polis. 3. milletvekili.
derail de.rail direyl' fiil (treni) raydan çıkarmak; (tren) raydan
çıkmak.
derailment de.rail.mentisim (treni) raydan çıkarma; (tren) raydan
çıkma.
derange de.range dîreync' fiil 1. düzenini bozmak, altüst etmek,
karıştırmak. 2. delirtmek.
deranged de.rangedsıfat deli.
derangement de.range.mentisim 1. düzensizlik, karışıklık. 2. delilik.
derelict der.e.lict der'ılîkt sıfat 1. terkedilmiş, sahipsiz. 2.
kayıtsız, ilgisiz, ihmalkâr.
deride de.ride dîrayd' fiil alay etmek, alaya almak.
derision de.ri.sion dîrîq'ın isim alay, istihza.
derisive de.ri.sive dîray'sîv sıfat alaylı, alaycı.
derisory de.ri.so.ry dîray'sıri sıfat 1. alaylı, alaycı. 2. gülünç,
kepaze, devede kulak gibi.
derivation der.i.va.tion derıvey'şın isim 1. türetme. 2. köken,
kaynak.

344
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

derivative de.riv.a.tive dîrîv'ıtîv isim türev.


derive de.rive dîrayv' fiil 1. from -den sağlamak, -den elde
etmek, -den almak: He derives his income from his
investments. Gelirini yatırımlarından sağlıyor. He
derives pleasure from music. Müzikten zevk alıyor. 2.
from -den türemek; -den türetmek: Many English words
derive from Latin. Çoğu İngilizce sözcük Latinceden
türemiştir. Gasoline is derived from petroleum. Benzin
petrolden türetilir.
dermatitis der.ma.ti.tis dırmıtay'tîs isim deri yangısı.
dermatologist der.ma.tol.o.gist dırmıtal'ıcîst isim dermatolog, deri
hastalıkları uzmanı, cildiyeci.
dermatology der.ma.tol.o.gy dırmıtal'ıci isim dermatoloqi, cildiye.
derogatory de.rog.a.to.ry dîrag'ıtôri sıfat küçültücü, küçük
düşürücü, aşağılayıcı.
dervish der.vish dır'vîş isim derviş.
descend de.scend dîsend' fiil 1. inmek; (kuş, uçak v.b.)
alçalmak; (karanlık, sis v.b.) çökmek. 2. from -in
soyundan gelmek. 3. on/upon inip -e saldırmak; -e
sökün etmek, bastırmak: Those relatives descended
upon us again this Christmas. O akrabalar bu Noel'de
yine bastırdılar.
descendant de.scend.ant dîsen'dınt isim torun; of (birinin)
soyundan gelen kimse.
descent de.scent dîsent' isim 1. iniş; alçalma; çökme. 2.
on/upon inip -e saldırma; -e sökün etme; baskın. 3. soy.
describe de.scribe dîskrayb' fiil 1. tanımlamak, betimlemek, tarif
etmek. 2. anlatmak.
description de.scrip.tion dîskrîp'şın isim 1. tanımlama, betimleme,
tarif. 2. cins, çeşit, tür. 3. eşkâl: The police were unable
to obtain a description of the thief. Polis hırsızın
eşkâlini saptayamamıştı.
descriptive de.scrip.tive dîskrîp'tîv sıfat tanımlayıcı, betimsel.

345
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

desecrate des.e.crate des'ıkreyt fiil (kutsal bir şeye) saygısızlık


etmek.
desecration des.e.cra.tion desıkrey'şın isim (kutsal bir şeye karşı)
saygısızlık.
desegregate de.seg.re.gate diseg'rıgeyt fiil ırk ayrımını kaldırmak.
desegregation de.seg.re.ga.tionisim ırk ayrımının kaldırılması.
desensitize de.sen.si.tize disen'sıtayz fiil uyuşturmak.
desert de.sert dîzırt' isim hak edilen şey, layık olunan şey.
deserter de.sert.erisim asker kaçağı.
desertion de.ser.tionisim 1. terketme, terk. 2. askerlikten kaçma,
firar.
deserve de.serve dîzırv' fiil hak etmek, layık olmak.
deservedly de.serv.ed.ly dîzır'vîdli zarf haklı olarak; hak ettiği
gibi.
deserving of praise övülmeye layık.
deserving de.serv.ing dîzır'vîng sıfat of -i hak eden, -e layık.
design de.sign dîzayn' isim 1. tasarım, dizayn, tasar çizim. 2.
tasarlama. 3. plan, proqe. 4. desen. 5. amaç, maksat,
hedef. 6. entrika, komplo. fiil 1. tasarımını yapmak:
Fatma designs all of her own clothes. Fatma, tüm
giysilerinin tasarımını kendi yapıyor. 2. plan yapmak,
proqe yapmak; planlamak, niyet etmek: The city is
designing new parks along the shores of the Golden
Horn. Belediye Haliç kıyılarında yeni parklar yapmayı
planlıyor. The architect designed this room as a library,
but we use it as a bedroom. Mimar bu odayı kütüphane
olarak planladı ama biz onu yatak odası olarak
kullanıyoruz. 3. düzenlemek, hazırlamak: We designed
that book for students. O kitabı öğrenciler için
hazırladık.
designate des.ig.nate dez'îgneyt fiil 1. göstermek, işaret etmek,
belirtmek. 2. adlandırmak, isimlendirmek. 3. (to/for) -e
atamak, -e tayin etmek. 4. for için ayırmak, -e ayırmak,
-e tahsis etmek.

346
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

designation des.ig.na.tion dezîgney'şın isim 1. atama, tayin;


atanma, tayin edilme. 2. ad, isim, unvan, sıfat.
designer de.sign.erisim 1. tasarımcı. 2. desinatör. 3. modelist,
stilist.
desirable de.sir.a.ble dîzayr'ıbıl sıfat arzu edilen, istek uyandıran,
çekici, cazip.
desire de.sire dîzayr' isim 1. arzu, istek. 2. rica, dilek. 3.
şehvet. fiil 1. arzu etmek, arzulamak, istemek. 2. rica
etmek.
desirous de.sir.ous dîzayr'ıs sıfat istekli, arzu eden.
desist de.sist dîzîst' fiil from -den vazgeçmek, -i bırakmak.
desk desk desk isim 1. yazı masası. 2. sıra. 3. kürsü: From
her desk the teacher could see the desks of all her
students. Öğretmen kürsüsünden tüm öğrencilerinin
sıralarını görebiliyordu. 4. daire, şube, masa.
desktop computer bilgisayar masaüstü bilgisayar.
desktop publishing masaüstü yayımcılık.
desktop desk.top desk'tap isim masaüstü.
desolate des.o.late des'ıleyt fiil harap etmek, perişan etmek. isim
1. haraplık, perişanlık. 2. kimsesizlik, yalnızlık. 3.
keder.
despair de.spair dîsper' isim umutsuzluk, ümitsizlik. fiil of -den
umutsuz olmak, -den ümitsiz olmak.
despairingly de.spair.ing.lyzarf umutsuzca, ümitsizce.
desperate des.per.ate des'pırît sıfat 1. umutsuz, ümitsiz. 2. her
şeyi göze alabilen; gözü dönmüş.
desperately des.per.ate.lyzarf umutsuzca, ümitsizce.
desperation des.per.a.tionisim umutsuzluk, ümitsizlik.
despicable des.pi.ca.ble des'pîkıbıl sıfat alçak, aşağılık, rezil.
despicably de.spi.cab.lyzarf alçakça.
despise de.spise dîspayz' fiil küçümsemek, hor görmek, adam
yerine koymamak.

347
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

despite de.spite dîspayt' isim nefret, kin, garaz. edat -e karşın, -


e rağmen: He was generous despite his poverty.
Yoksulluğuna karşın eli açıktı.
despondent de.spon.dent dîspan'dınt sıfat umutsuz, ümitsiz, meyus.
despot des.pot des'pıt isim despot, tiran.
despotic des.pot.ic dîspat'îk sıfat despotik, despotça.
despotical des.pot.i.cal dîspat'îkıl sıfat despotik, despotça.
despotism des.pot.ismisim despotluk, despotizm.
dessert spoon tatlı kaşığı.
dessert des.sert dîzırt' isim (yemeğin sonunda yenen) tatlı,
yemiş, soğukluk.
destination des.ti.na.tion destıney'şın isim 1. gidilecek yer. 2. varış
yeri. 3. hedef.
destined des.tined des'tînd sıfat bakınız be destined for be
destined to
destiny des.ti.ny des'tıni isim talih, kısmet, kader, alınyazısı,
yazgı.
destitute des.ti.tute des'tıtut sıfat 1. yoksul, muhtaç, fakir. 2. of -
den yoksun.
destitution des.ti.tu.tionisim yoksulluk, fakirlik.
destroy de.stroy dîstroy' fiil yıkmak, harap etmek, yok etmek,
ortadan kaldırmak; öldürmek.
destroyer de.stroy.er dîstroy'ır isim 1. yok edici şey veya kimse.
2. destroyer, muhrip.
destruction de.struc.tion dîstr^k'şın isim 1. yıkma, yok etme;
yıkılma, yok olma. 2. yıkım.
destructive de.struc.tive dîstr^k'tîv sıfat yıkıcı, zararlı.
desultory des.ul.to.ry dez'ıltôri sıfat 1. gelişigüzel, rasgele. 2.
rabıtasız, bağlantısız. 3. amaçsız, gayesiz.
detach de.tach dîtäç' fiil ayırmak, çıkarmak, sökmek.
detachable de.tach.ablesıfat ayrılabilir, çıkarılabilir, yerinden
sökülebilir.
detached de.tach.edsıfat 1. tarafsız, yansız, obqektif. 2. müstakil
(ev).

348
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

detachment de.tach.mentisim 1. ayırma, çıkarma, sökme. 2. askeri


müfreze, müfrez birlik. 3. tarafsızlık, yansızlık,
objektiflik.
detail de.tail di'teyl isim 1. ayrıntı, detay. 2. ayrıntılar,
detaylar, tafsilat, teferruat. 3. askeri özel bir iş için
seçilmiş grup, müfreze.
detailed de.tail.edsıfat ayrıntılı, detaylı.
detain de.tain dîteyn' fiil 1. alıkoymak. 2. geciktirmek. 3.
gözaltına almak.
detect de.tect dîtekt' fiil 1. sezmek, farketmek. 2. bulmak,
keşfetmek.
detection de.tec.tionisim bulma, keşif.
detective story polisiye roman.
detective de.tec.tive dîtek'tîv isim dedektif, hafiye.
detector de.tec.torisim detektör, bulucu: mine detector mayın
detektörü.
detention de.ten.tion dîten'şın isim 1. alıkoyma. 2. gecikme. 3.
gözaltına alma.
deter de.ter dîtır' fiil (deterred, deterring) from -den
vazgeçirmek, -den caydırmak.
detergent de.ter.gent dîtır'cınt isim deterqan.
deteriorate de.te.ri.o.rate dîtîr'iyıreyt fiil kötüleşmek, kötüye
gitmek, fenalaşmak, bozulmak.
deterioration de.te.ri.o.ra.tionisim kötüleşme, kötüye gitme,
fenalaşma, bozulma.
determinant de.ter.mi.nant dîtır'mınınt sıfat belirleyici, tayin eden.
isim belirleyici etken.
determination de.ter.mi.na.tion dîtırmıney'şın isim 1. azim, kararlılık.
2. belirleme, tayin; tespit, saptama.
determinative de.ter.mi.na.tive dîtır'mıneytîv, dîtır'mınıtîv sıfat
belirleyici, tayin eden. isim belirleyici şey.
determine de.ter.mine dîtır'mîn fiil 1. belirlemek, tayin etmek;
tespit etmek, saptamak: We have not yet determined the
price of that book. O kitabın fiyatını henüz saptamadık.

349
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

The experts are trying to determine the cause of the


accident. Bilirkişiler kazanın nedenini saptamaya
çalışıyor. 2. azmetmek, karar vermek, amaçlamak: I
have determined to sell my house in Ankara and move
to Bodrum. Ankara'daki evimi satıp Bodrum'a
taşınmaya karar verdim.
determined de.ter.minedsıfat azimli, kararlı.
deterrence de.ter.renceisim 1. caydırma. 2. caydırıcılık.
deterrent de.ter.rent dîtır'ınt sıfat caydırıcı. isim caydırıcı şey.
detest de.test dîtest' fiil nefret etmek, iğrenmek, tiksinmek.
detestable de.test.ablesıfat nefret uyandıran, iğrenç, tiksindirici.
dethrone de.throne dithron' fiil tahttan indirmek.
detonate det.o.nate det'ıneyt fiil patlamak, infilak etmek;
patlatmak, infilak ettirmek.
detour de.tour di'tûr, dîtûr' isim varyant (yol). fiil varyanttan
gitmek.
detract de.tract dîträkt' fiil from -i azaltmak, -e gölge
düşürmek.
detriment det.ri.ment det'rımınt isim zarar, ziyan.
detrimental det.ri.men.tal detrîmen'tıl sıfat zarar veren, zararlı,
muzır.
deuce deuce dus isim 1. iskambil oyunları ikili. 2. (zarda) dü.
3. tenis beraberlik, berabere kalma.
devaluation de.val.u.a.tion divälyuwey'şın isim, ekonomi
devalüasyon, değerdüşürümü.
devalue de.val.ue diväl'yu fiil, ekonomi devalüe etmek, değerini
düşürmek.
devastate dev.as.tate dev'ısteyt fiil 1. harap etmek, mahvetmek,
viraneye çevirmek. 2. perişan etmek.
devastation dev.as.ta.tionisim 1. harap etme, mahvetme; harap
olma, mahvolma. 2. perişan olma. 3. yıkım, zarar.
develop de.vel.op dîvel'ıp fiil 1. geliştirmek; gelişmek: He is
working hard to develop his French. Fransızcasını
geliştirmek için çok çalışıyor. developing country

350
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gelişmekte olan ülke. develop an idea bir fikri


geliştirmek. 2. genişletmek; genişlemek: develop a
business bir firmayı genişletmek. 3. (âdet) edinmek. 4.
(fırtına, basınç alanı v.b.) oluşmak. 5. (ülke, bölge)
kalkınmak, gelişmek. 6. fotoğrafçılık develope etmek,
banyo etmek.
developing de.vel.op.ingsıfat gelişmekte olan.
development de.vel.op.ment dîvel'ıpmınt isim 1. geliştirme; gelişme,
gelişim. 2. genişletme; genişleme. 3. (âdet) edinme. 4.
(fırtına, basınç alanı v.b.) oluşma, oluşum. 5. kalkınma,
gelişme. 6. fotoğrafçılık banyo etme. 7. site.
developments de.vel.op.mentsisim olaylar.
deviate de.vi.ate di'viyeyt fiil sapmak, ayrılmak.
deviation de.vi.a.tionisim sapma, ayrılma.
device de.vice dîvays' isim 1. alet; aygıt. 2. plan, yol, yöntem.
3. hile, oyun. 4. arma, ongun.
devil dev.il dev'ıl isim şeytan, iblis.
devilish dev.il.ish dev'ılîş, dev'lîş sıfat şeytanca, şeytan gibi.
devil-may-care dev.il-may-care dev'ılmeyker' sıfat kimseye
aldırmayan, pervasız.
devilment dev.il.mentisim muzırlık, yaramazlık.
devil's advocate tartışma olsun diye zayıf tarafı savunan kimse.
devious de.vi.ous di'viyıs sıfat 1. dolaşık, dolambaçlı. 2. sinsi,
hilekâr. 3. hileli.
devise de.vise dîvayz' fiil tasarlamak, planlamak, düzenlemek,
tertiplemek.
devoid de.void dîvoyd' sıfat of -den yoksun, -den mahrum.
devolve de.volve dîvalv' fiil on -e geçmek, -e kalmak, -e
devrolmak.
devote de.vote dîvot' fiil to -e adamak, -e vakfetmek; -e
ayırmak, -e hasretmek: He has devoted himself to
serving the poor. Kendini yoksulların hizmetine adadı.
He devotes an hour each day to walking in the park. Her
gün parkta yürümeye bir saat ayırıyor.

351
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

devoted de.vot.edsıfat 1. to -e sadık, -e içten bağlı. 2. to -e


düşkün; -i seven.
devotee dev.o.tee devıti' isim 1. düşkün, meraklı, tutkun. 2.
dinine çok bağlı olan kimse, zahit.
devotion de.vo.tion dîvo'şın isim 1. sadakat, içten bağlılık. 2.
adama, vakfetme; hasretme.
devotional de.vo.tion.alsıfat ibadete özgü, ibadetle ilgili. isim kısa
bir ibadet.
devotions de.vo.tionsisim ibadet.
devour de.vour dîvaur' fiil 1. (yemeği) silip süpürmek, bir
çırpıda yiyip bitirmek; (avı) parçalayıp yutmak. 2. bir
solukta okumak. 3. (bir duygu) (birini) yiyip bitirmek.
4. mahvetmek, yok etmek.
devout de.vout dîvaut' sıfat 1. dindar, dini bütün, mütedeyyin.
2. samimi, içten, yürekten.
dew dew du, dyu isim çiy, şebnem.
dew-drop dew-dropisim çiy damlası.
dewy dewysıfat üzerine çiy düşmüş, çiyle kaplı.
dexterity dex.ter.i.ty dekster'ıti isim el çabukluğu, beceri, ustalık.
dexterous dex.ter.ous dek'strıs sıfat eli çabuk, eli uz, usta.
dextrous dex.trous dek'strıs sıfat eli çabuk, eli uz, usta.
diabetes di.a.be.tes dayıbi'tîs isim şeker hastalığı, diyabet.
diabetic di.a.bet.ic dayıbet'îk sıfat diyabetik. isim şeker hastası.
diabolic di.a.bol.ic dayıbal'îk sıfat şeytani, şeytanca.
diabolical di.a.bol.i.cal dayıbal'îkıl sıfat şeytani, şeytanca.
diagnose di.ag.nose day'ıgnos, day'ıgnoz fiil teşhis etmek,
tanılamak.
diagnosis di.ag.no.sis dayıgno'sîs isim (diagnoses) teşhis, tanı.
diagonal di.ag.o.nal dayäg'ınıl sıfat köşegenel. isim köşegen,
diyagonal.
diagram di.a.gram day'ıgräm isim 1. diyagram, grafik. 2. plan,
şema. fiil diyagram ile göstermek; diyagramını çizmek.
dial direct to -i direkt aramak.
dial tone (telefonda) çevir sesi.

352
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dial di.al day'ıl isim 1. kadran. 2. (saatte) mine, kadran. fiil


(dialed/dialled, dialing/dialling) (telefon numarasını)
çevirmek.
dialect di.a.lect day'ılekt isim diyalekt, lehçe, ağız.
dialectics di.a.lec.tics dayılek'tîks isim eytişim, diyalektik.
dialog di.a.log day'ılôg isim diyalog.
dialogue di.a.logue day'ılôg isim diyalog.
dialysis di.al.y.sis dayäl'ısîs isim (dialyses) diyaliz.
diameter di.am.e.ter dayäm'ıtır isim çap, kutur.
diametrically opposite taban tabana zıt.
diametrically di.a.met.ri.cal.ly dayımet'rîkli zarf 1. çap boyunca. 2.
tamamen.
diamond cutter elmastıraş.
diamond jubilee altmışıncı veya yetmiş beşinci yıldönümü.
diamond dia.mond day'mınd isim 1. elmas. 2. baklava biçimi. 3.
iskambil oyunları karo. 4. beysbol iç alan; oyun alanı.
diaper di.a.per day'pır isim çocuk bezi. fiil çocuk bezini
sarmak/değiştirmek.
diaphragm di.a.phragm day'ıfräm isim 1. anatomi diyafram kası,
diyafram. 2. zar, böleç. 3. diyafram.
diarrhea di.ar.rhea dayıri'yı isim ishal, sürgün.
diary di.a.ry day'ıri isim 1. günce, günlük. 2. hatıra defteri.
dice dice days isim, çoğul oyun zarları. fiil 1. küp şeklinde
doğramak. 2. zar atmak.
dicebox dice.boxisim zar atma kabı.
dicker dick.er dîk'ır fiil with (ile) pazarlık etmek.
dictate dic.tate dîk'teyt fiil 1. dikte etmek, yazdırmak. 2.
emretmek. 3. zorla kabul ettirmek. 4. gerektirmek. 5.
belirlemek.
dictation dic.ta.tionisim 1. dikte. 2. emir.
dictator dic.ta.tor dîk'teytır isim diktatör.
dictatorial dic.ta.to.ri.al dîktıtôr'iyıl sıfat diktatörce, amirane.
dictatorship dic.ta.tor.shipisim diktatörlük.

353
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

diction dic.tion dîk'şın isim 1. diksiyon, söyleyim. 2. sözcük


seçimi, sözcükleri kullanma şekli.
dictionary dic.tion.ar.y dîk'şıneri isim sözlük, lügat.
dictum dic.tum dîk'tım isim (dicta/dictums) 1. otoriter hüküm
veya söz. 2. özdeyiş, atasözü. 3. hukuk mütalaa.
Did she hurt herself? Bir yerini mi incitti?
Did you ever? konuşma dili Allah Allah!
Did your ears burn? Kulaklarınız çınladı mı?
did did dîd fiil bakınız do
didactic di.dac.tic daydäk'tîk sıfat didaktik.
didn't did.n't dîd'ınt kısaltma did not.
die away (gürültü) yavaş yavaş kesilmek, (ses) azalmak.
die down (rüzgâr, fırtına, yağmur) hafiflemek; (ateş, yangın)
sönmeye yüz tutmak; (alev) azalmak.
die of boredom sıkıntıdan patlamak.
die off birer birer ölmek.
die out yok olmak, ortadan kalkmak.
die die day fiil (died, dying) 1. ölmek, vefat etmek. 2.
(makine) birdenbire durmak, stop etmek. 3. (ateş)
sönmek. 4. can atmak, çok istemek: Ayşe is dying to
meet İbrahim. Ayşe, İbrahim'le tanışmaya can atıyor. 5.
yok olmak.
diehard die.hard day'hard isim inatla tutuculuğunu sürdüren
kimse.
diet di.et day'ıt isim 1. diyet, reqim, perhiz. 2. beslenme
biçimi. 3. yiyecek. fiil perhiz yapmak, reqim yapmak.
dietician di.e.ti.cianisim diyet uzmanı, diyetisyen.
differ dif.fer dîf'ır fiil 1. from -den başka olmak, -e
benzememek, -den farklı olmak, -den ayrılmak. 2. with
ile aynı fikirde olmamak.
difference of opinion fikir ayrılığı.
difference dif.fer.ence dîf'ırıns isim 1. ayrılık, fark. 2.
anlaşmazlık.

354
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

different dif.fer.ent dîf'ırınt sıfat 1. (from) farklı, başka, ayrı. 2.


çeşitli, değişik.
differential dif.fer.en.tial dîfıren'şıl isim diferansiyel.
differentiate dif.fer.en.ti.ate dîfıren'şiyeyt fiil 1. ayırmak, ayırt
etmek. 2. farklılaşmak, farklı olmak.
differently dif.fer.ent.lyzarf başka şekilde, başka türlü.
difficult dif.fi.cult dîf'ıkılt sıfat 1. güç, zor. 2. geçimsiz.
difficulty dif.fi.cul.ty dîf'ıkılti isim 1. güçlük, zorluk. 2. sıkıntı,
problem.
diffidence dif.fi.dence dîf'ıdıns isim çekinme, utangaçlık,
çekingenlik.
diffident dif.fi.dent dîf'ıdınt sıfat çekingen, utangaç, sıkılgan.
diffraction dif.frac.tion dîfräk'şın isim, fizik kırınım, difraksiyon.
diffuse dif.fuse dîfyus' sıfat 1. fizik dağınık, yayınık, difüzyona
uğramış. 2. zaman zaman konu dışına çıkarak meseleyi
uzun uzadıya anlatan.
diffusion dif.fu.sionisim, fizik yayınma, yayınım, difüzyon.
dig down konuşma dili elini cebine atmak, sökülmek, kendi
parasını ödemek.
dig in askeri siper kazmak, avcı çukuru kazmak. 2. (bir şeyi)
kürekle toprağa karıştırmak. 3. konuşma dili yemek
yemeye başlamak, yumulmak: Dig in! Haydi ye! 4.
konuşma dili kararlı bir şekilde işe koyulmak.
dig one's heels in inat edip hiç yapmamaya karar vermek.
dig out arayıp çıkarmak. 2. (gömülmüş birini/bir şeyi)
kürekleyerek çıkarmak.
dig up kazıp çıkarmak.
dig dig dîg fiil (dug, digging) 1. kazmak, bellemek. 2. kazı
yapmak. 3. dürtmek. 4. argo beğenmek, hoşlanmak. 5.
argo -den anlamak. isim 1. (arkeolojik) kazı. 2. iğneli
söz, taş.
digest di.gest day'cest isim 1. özet. 2. derleme.
digestion di.ges.tionisim sindirim.

355
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

digestive di.ges.tivesıfat 1. sindirime ait, sindirim. 2. sindirimi


kolaylaştıran. isim sindirimi kolaylaştıran ilaç.
digit dig.it dîc'ît isim 1. parmak. 2. sıfırdan dokuza kadar
tamsayıların her biri, rakam.
digital computer bilgisayar diqital bilgisayar.
digital dig.i.tal dîc'ıtıl sıfat diqital, sayısal.
dignified dig.ni.fiedsıfat ağırbaşlı.
dignify dig.ni.fy dîg'nıfay fiil 1. onurlandırmak, şeref vermek.
2. büyütmek, yüceltmek.
dignitary dig.ni.tar.y dîg'nıteri isim rütbe veya mevki sahibi,
kodaman.
dignity dig.ni.ty dîg'nıti isim 1. itibar, saygınlık. 2. vakar,
asalet.
digress di.gress dîgres', daygres' fiil konu dışına çıkmak,
konudan ayrılmak.
digression di.gres.sionisim 1. konudan ayrılma. 2. konu dışı söz,
arasöz.
dike dike dayk isim 1. hendek, suyolu, ark, kanal. 2. set,
bent. 3. argo lezbiyen, sevici.
dilapidate di.lap.i.date dîläp'ıdeyt fiil harap etmek, tahrip etmek;
harap olmak.
dilapidated di.lap.i.dat.edsıfat harap, köhne, yıkık dökük, yıkkın,
viran.
dilapidation di.lap.i.da.tionisim harap olma.
dilate di.late dayleyt' fiil genişletmek, büyütmek; genişlemek,
büyümek.
dilatory dil.a.to.ry dîl'ıtôri sıfat 1. işi ağırdan alan, geciktiren. 2.
ağır, yavaş.
dilemma di.lem.ma dîlem'ı isim 1. mantık ikilem, dilemma. 2.
güç durum, çıkmaz, açmaz.
dilettante dil.et.tante dîl'ıtant isim hevesli, heveskâr, amatör.
diligence dil.i.gence dîl'ıcıns isim özenle ve sebat ederek
çalışma.

356
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

diligent dil.i.gent dîl'ıcınt sıfat özenle ve sebat ederek çalışan


(kimse); özenle ve sebat edilerek yapılan (iş).
diligently dil.i.gent.lyzarf özenle ve sebat ederek.
dill dill dîl isim dereotu, yabantırak.
dillydally dil.ly.dal.ly dîl'idäl'i fiil, konuşma dili oyalanmak;
kararsızlık yüzünden vakit kaybetmek; ıvır zıvırla vakit
kaybetmek.
dilute di.lute dîlut', daylut' fiil sulandırmak, su katmak;
hafifletmek.
diluted di.lut.edsıfat sulandırılmış, su katılmış.
dim dim dîm sıfat (dimmer, dimmest) 1. loş, donuk, sönük.
2. belirsiz. 3. bulanık. fiil (dimmed, diming) 1. (ışığı)
azaltmak; (ışık) azalmak. 2. söndürmek, azaltmak;
sönmek, azalmak.
dime store ucuz eşya satılan mağaza.
dime dime daym isim on sent.
dimension di.men.sion dîmen'şın isim 1. boyut. 2. çoğul ebat,
boyutlar.
diminish di.min.ish dîmîn'îş fiil azaltmak, eksiltmek, küçültmek;
azalmak, eksilmek.
diminishing returns ekonomi azalan verim.
diminutive di.min.u.tive dîmîn'yıtîv sıfat küçücük, ufacık, minicik.
isim, dilbilgisi 1. küçültme. 2. küçültme eki.
dimmer dim.merisim, elektrik dimmer, azaltıcı.
dimple dim.ple dîm'pıl isim gamze.
dimwit dim.wit dîm'wît isim, konuşma dili aptal, budala, alık.
din din dîn isim gürültü, patırtı.
dine out dışarıda yemek yemek.
dine dine dayn fiil 1. günün esas yemeğini yemek. 2. akşam
yemeği yemek. 3. ziyafet vermek. 4. yemeğe davet
etmek, yemek vermek.
diner din.er day'nır isim 1. yemek yiyen kimse. 2. vagon
restoran. 3. vagon restorana benzer lokanta.

357
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dingy din.gy dîn'ci sıfat 1. rengi atmış, kirli. 2. karanlık,


sönük.
dining car vagon restoran.
dining hall yemek salonu.
dining room yemek odası.
dinner jacket smokin.
dinner party yemekli davet.
dinner service sofra takımı, yemek takımı.
dinner set sofra takımı, yemek takımı.
dinner table sofra.
dinner din.ner dîn'ır isim 1. günün esas yemeği. 2. akşam
yemeği. 3. ziyafet.
dinnertime din.ner.timeisim yemek vakti.
dinnerware din.ner.wareisim yemek takımı.
dinosaur di.no.saur day'nısôr isim dinozor.
dint dint dînt isim bakınız by dint of
dip into a book bir kitabı gözden geçirmek.
dip dip dîp fiil (dipped, dipping) 1. batırmak, daldırmak,
banmak; batmak, dalmak. 2. aşağıya doğru meyletmek.
isim 1. dalma, batma. 2. ani iniş, çukur.
diphtheria diph.the.ri.a dîfthîr'iyı isim, tıbbi difteri, kuşpalazı.
diphthong diph.thong dîf'thông isim ikili ünlü, diftong.
diploma di.plo.ma dîplo'mı isim diploma.
diplomacy di.plo.ma.cy dîplo'mısi isim 1. diplomasi. 2.
başkalarıyla ilişkide ustalık.
diplomat dip.lo.mat dîp'lımät isim 1. diplomat. 2. ilişkilerinde
ustalık gösteren kimse, diplomat.
diplomatic corps kordiplomatik.
diplomatic immunity diplomatik dokunulmazlık.
diplomatic relations diplomatik ilişkiler.
diplomatic service dışişleri memurluğu, hariciyecilik.
diplomatic dip.lo.mat.ic dîplımät'îk sıfat 1. diplomatik. 2.
başkalarıyla ilişkide usta.

358
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

diplomatically dip.lo.mat.ic.al.lyzarf diplomatça, diplomatik bir


şekilde.
dipper dip.per dîp'ır isim kepçe.
dipstick dip.stick dîp'stîk isim, otomotiv yağ çubuğu.
dire dire dayr sıfat 1. korkunç, dehşetli, müthiş. 2. acil.
direct call ara santralsız konuşma.
direct current elektrik doğru akım.
direct dialing direkt arama.
direct object dilbilgisi nesne.
direct tax dolaysız vergi.
direct di.rect dîrekt', dayrekt' sıfat 1. direkt, doğrudan,
dolaysız. 2. açık, kesin. 3. toksözlü. zarf doğrudan
doğruya, doğruca, direkt.
direction di.rec.tion dîrek'şın isim 1. yön, istikamet, taraf. 2.
yönetim, idare.
directions di.rec.tionsisim 1. talimat. 2. kullanma talimatı.

directive di.rec.tive dîrek'tîv isim direktif, yönerge, talimat.


directly di.rect.lyzarf 1. doğrudan, doğrudan doğruya. 2.
hemen.
director di.rec.tor dîrek'tır isim 1. yönetici, müdür, direktör. 2.
yönetmen, rejisör.
directory di.rec.to.ry dîrek'tıri isim 1. rehber. 2. bilgisayar rehber,
dizin, fihrist.
dirge dirge dırc isim ağıt, mersiye.
dirt cheap konuşma dili çok ucuz, sudan ucuz, bedava.
dirt poor konuşma dili çok yoksul, çok fakir.
dirt road toprak yol.
dirt dirt dırt isim kir, pislik; çamur; toz.
dirty look kötü bir bakış: He gave her a dirty look. Ona kötü kötü
baktı.
dirty work konuşma dili 1. pis iş, insanı pisleten iş. 2. tatsız işler. 3.
hile, sahtekârlık.

359
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dirty dirt.y dır'ti sıfat 1. kirli, pis. 2. iğrenç, çirkin. fiil


kirletmek, pisletmek.
disability dis.a.bil.i.ty dîsıbîl'ıti isim 1. sakatlık, maluliyet. 2.
yetersizlik.
disable dis.a.ble dîsey'bıl fiil sakatlamak.
disabled dis.a.bledsıfat sakat.
disabuse dis.a.buse dîsıbyuz' fiil (birini) (yanlış düşüncesinden)
vazgeçirmek.
disadvantage dis.ad.van.tage dîsıdvän'tîc isim sakınca, mahzur,
dezavantaq, zarar.
disadvantageous dis.ad.van.ta.geous dîsädvıntey'cıs sıfat sakıncalı,
mahzurlu, dezavantaqlı; elverişsiz.
disagree dis.a.gree dîsıgri' fiil 1. uyuşmamak, uymamak,
çelişmek: The reports disagree on the cause of the
accident. Raporlar kazanın nedeni konusunda çelişiyor.
2. with -e katılmamak, ile aynı görüşte olmamak: I
disagree with his thesis. Onun savına katılmıyorum. I
disagree with her about that. O konuda onunla aynı
görüşte değilim. 3. anlaşamamak. 4. bozuşmak,
tartışmak, atışmak. 5. with (yiyecek, iklim v.b.) -e
dokunmak, -e yaramamak.
disagreeable dis.a.gree.a.blesıfat 1. nahoş, hoşa gitmeyen, tatsız. 2.
huysuz, aksi, ters, sert.
disagreement dis.a.gree.mentisim 1. anlaşmazlık, uyuşmazlık. 2.
çekişme.
disappear dis.ap.pear dîsıpîr' fiil 1. gözden kaybolmak,
kaybolmak. 2. yok olmak: Too many forests have
disappeared. Pek çok orman yok oldu. 3. ortadan
kaybolmak: My pen has disappeared; I can't find it
anywhere. Kalemim kayboldu; hiçbir yerde
bulamıyorum.
disappearance dis.ap.pear.anceisim 1. gözden kaybolma. 2. yok olma.
3. ortadan kaybolma.
disappoint dis.ap.point dîsıpoynt' fiil hayal kırıklığına uğratmak.

360
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

disappointed dis.ap.point.edsıfat hayal kırıklığına uğramış, ümidi


kırılmış.
disappointment dis.ap.point.mentisim hayal kırıklığı.
disapproval dis.ap.prov.alisim doğru bulmama, onaylamama;
kınama.
disapprove dis.ap.prove dîsıpruv' fiil of -i doğru bulmamak, -i
onaylamamak; -i kınamak.
disarm dis.arm dîsarm' fiil 1. silahsızlandırmak;
silahsızlanmak. 2. zararsız duruma getirmek. 3.
güvenini kazanmak.
disarmament dis.ar.ma.mentisim silahsızlanma.
disarrange dis.ar.range dîsıreync' fiil karıştırmak, dağıtmak,
düzenini bozmak.
disarray dis.ar.ray dîsırey' isim karışıklık, düzensizlik.
disaster area afet bölgesi.
disaster dis.as.ter dîzäs'tır isim felaket, afet, yıkım, bela.
disastrous di.sas.troussıfat felaket getiren, feci.
disastrously di.sas.trous.lyzarf feci halde.
disavow dis.a.vow dîsıvau' fiil reddetmek, tanımamak.
disavowal dis.a.vow.alisim ret.
disband dis.band dîsbänd' fiil dağıtmak; dağılmak.
disbar dis.bar dîsbar' fiil, hukuk (disbarred, disbarring)
barodan ihraç etmek.
disbelief dis.be.liefisim inanmama, inanmayış.
disbelieve dis.be.lieve dîsbîliv' fiil in -e inanmamak.
disburse dis.burse dîsbırs' fiil (para) harcamak; (para) dağıtmak.
disbursement dis.burse.mentisim 1. ödeme. 2. ödenen para.
disc harrow diskaro, diskli tırmık makinesi.
disc jockey diskcokey.
disc disc dîsk isim 1. (tarım makinelerinde) disk. 2. bakınız
disk
discard dis.card dîskard' fiil atmak, ıskartaya çıkarmak.
discern dis.cern dîsırn' fiil 1. ayırt etmek. 2. sezmek, görmek,
anlamak, farkına varmak.

361
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

discernible dis.cern.iblesıfat farkedilebilir, görülebilir.


discerning dis.cern.ingsıfat anlayışlı; zeki.
discernment dis.cern.mentisim 1. ayırt etme. 2. anlayış, seziş.
discharge a debt borç ödemek, tediye etmek.
discharge dis.charge dîsçarc' fiil 1. boşaltmak, akıtmak;
boşalmak, akmak, dökülmek: discharge cargo yükü
boşaltmak. That pipe is discharging sewage into the
river. O boru ırmağa lağım suyu boşaltıyor. 2.
çıkarmak, dışarı vermek. 3. elektrik deşarj olmak,
boşalmak; elektrik akımını boşaltmak. 4. (top, tüfek
v.b.'yle) ateş etmek. 5. işten çıkarmak. 6. (borç)
ödemek. 7. (görevi) yerine getirmek. 8. terhis etmek:
The army will discharge those soldiers next week. Ordu
o askerleri gelecek hafta terhis edecek. 9. (tutukluyu)
tahliye etmek, serbest bırakmak; (hastayı) taburcu
etmek. 10. (yükü) boşaltmak; (yolcuları) indirmek. 11.
(upon) (öfkeyi) -den çıkarmak.
disciple dis.ci.ple dîsay'pıl isim 1. çömez, mürit. 2. havari.
disciplinarian dis.ci.pli.nar.i.an dîsıplıner'iyın isim sert amir, disiplin
yanlısı.
disciplinary dis.ci.pli.nar.y dîs'ıplıneri sıfat disiplinle ilgili.
discipline dis.ci.pline dîs'ıplîn isim 1. disiplin, düzence,
sıkıdüzen: military discipline askeri disiplin. 2. talim. 3.
itaat, boyun eğme. 4. cezalandırma. 5. bilim dalı,
disiplin. fiil 1. disiplin altına almak, terbiye etmek. 2.
disipline sokmak, yola getirmek. 3. cezalandırmak: The
principal was obliged to discipline two students for
their disobedience. Müdür iki öğrenciyi itaatsizlikleri
yüzünden cezalandırmak zorunda kaldı.
disclaim dis.claim dîskleym' fiil 1. yadsımak, inkâr etmek. 2.
reddetmek, kabul etmemek. 3. yalanlamak, tekzip
etmek.
disclaimer dis.claim.erisim yalanlama, tekzip.

362
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

disclose dis.close dîskloz' fiil 1. açığa vurmak, ifşa etmek:


disclose a secret bir sırrı ifşa etmek. 2. açığa çıkarmak,
ortaya çıkarmak: Our investigations have disclosed the
existence of life on Mars. Araştırmalarımız Merih'te
yaşam olduğunu ortaya çıkardı.
disclosure dis.clo.sureisim 1. açığa çıkarma, ifşa. 2. ortaya
çıkarılan şey.
disco music disko müziği.
disco dis.co dîs'ko isim, sıfat, konuşma dili disko.
discolor dis.col.or dîsk^l'ır fiil rengini bozmak, soldurmak,
lekelemek.
discolour dis.col.our dîsk^l'ır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
discolor
discomfort dis.com.fort dîsk^m'fırt isim rahatsızlık, sıkıntı,
huzursuzluk. fiil rahatsız etmek, sıkıntı vermek.
disconcert dis.con.cert dîskınsırt' fiil 1. şaşırtmak. 2. düzenini
bozmak, altüst etmek.
disconnect dis.con.nect dîskınekt' fiil 1. makine from ile
bağlantısını kesmek. 2. (telefon, cereyan, gaz v.b.'ni)
kesmek. 3. from -den ayırmak.
disconsolate dis.con.so.late dîskan'sılît sıfat çok kederli, avutulamaz.
discontent dis.con.tent dîskıntent' isim hoşnutsuzluk.
discontented dis.con.tent.edsıfat hoşnutsuz.
discontinue dis.con.tin.ue dîskıntîn'yu fiil kesmek, durdurmak,
devam etmemek, yarıda bırakmak, vazgeçmek.
discord dis.cord dîs'kôrd isim 1. uyuşmazlık, anlaşmazlık. 2.
müzik akortsuzluk.
discordant dis.cord.antsıfat 1. uyumsuz, ahenksiz. 2. müzik
akortsuz.
discothèque dis.co.thèjue dîs'kıtek isim diskotek.
discount dis.count dîs'kaunt isim indirim, ıskonto, tenzilat. fiil 1.
indirim yapmak, ıskonto etmek, hesaptan düşmek. 2.
(bono, senet) kırmak.

363
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

discourage dis.cour.age dîskır'îc fiil 1. cesaretini kırmak, hevesini


kırmak, gözünü korkutmak. 2. (from) -den
vazgeçirmek.
discouragement dis.cour.age.mentisim cesaretsizlik, hevesin kırılması.
discourse dis.course dîs'kôrs isim 1. ciddi ve ayrıntılı bir
konuşma/yazı. 2. söylev, nutuk. fiil ciddi ve ayrıntılı bir
şekilde konuşmak/yazmak.
discourteous dis.cour.te.ous dîskır'tiyıs sıfat nezaketsiz, kaba,
saygısız.
discourteously dis.cour.te.ous.lyzarf kabaca, saygısızca.
discourtesy dis.cour.te.sy dîskır'tısi isim nezaketsizlik, kabalık,
saygısızlık.
discover dis.cov.er dîsk^v'ır fiil keşfetmek, bulmak; ortaya
çıkarmak, meydana çıkarmak.
discovery dis.cov.eryisim keşif, buluş, bulgu; meydana çıkarma.
discredit dis.cred.it dîskred'ît isim 1. itibarsızlık. 2. güvensizlik,
itimatsızlık, şüphe. fiil 1. itibardan düşürmek, gözden
düşürmek. 2. şüpheye düşürmek, güvenini sarsmak. 3.
inanmamak.
discreet dis.creet dîskrit' sıfat denli, tedbirli; ağzı sıkı, ağzından
çıkana dikkat eden.
discrepancy dis.crep.an.cy dîskrep'ınsi isim 1. farklılık, ayrılık; fark,
ayrım. 2. çelişme, tutarsızlık. 3. muhasebecilik fark,
uyuşmazlık.
discrete dis.crete dîskrit' sıfat ayrı, farklı.
discretion dis.cre.tion dîskreş'ın isim 1. sağduyu. 2. ağız sıkılığı.
3. takdir yetkisi.
discretionary dis.cre.tion.arysıfat isteğe bağlı, ihtiyari.
discriminate against -e karşı ayırım yapmak.
discriminate dis.crim.i.nate dîskrîm'ıneyt fiil 1. ayırt etmek,
ayırmak: He can't discriminate good books from bad.
İyi kitapları kötülerinden ayırt edemez. 2. fark
gözetmek, ayrı tutmak, ayırım yapmak: That company

364
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

discriminates on the basis of sex. O şirket cinsiyet


ayırımı yapıyor.
discriminating dis.crim.i.nat.ing dîskrîm'ıneytîng sıfat 1. ayırt eden,
ayıran. 2. zevk sahibi. 3. titiz, zor beğenen.
discrimination dis.crim.i.na.tion dîskrîmıney'şın isim 1. ayırt etme,
ayırım. 2. fark gözetme, ayırım yapma. 3. zevk, beğeni,
güzeli çirkinden ayırabilme yetisi.
discus thrower spor diskçi.
discus dis.cus dîs'kıs isim, spor (discuses/disci) 1. disk. 2. disk
atma.
discuss dis.cuss dîsk^s' fiil 1. görüşmek, tartışmak. 2. -den söz
etmek, -i ele almak.
discussion dis.cus.sion dîsk^ş'ın isim görüşme, tartışma.
disdain to do something bir şey yapmaya tenezzül etmemek.
disdain dis.dain dîsdeyn' isim küçük görme, tepeden bakma,
hor görme. fiil küçük görmek, tepeden bakmak, hor
görmek.
disdainful dis.dain.fulsıfat bakınız be disdainful of something
disease dis.ease dîziz' isim hastalık, sayrılık, illet.
diseased dis.eased dîzizd' sıfat hasta, sayrı; hastalıklı.
disembark dis.em.bark dîsembark' fiil karaya çıkarmak/çıkmak.
disenchant dis.en.chant dîsençänt' fiil gözünü açmak.
disenchantment dis.en.chant.mentisim gözünü açma.
disengage dis.en.gage dîsengeyc' fiil 1. ilgisini kesmek,
bağlantısını kesmek. 2. salıvermek, serbest bırakmak. 3.
(askerleri) savaş alanından çekmek.
disengaged dis.en.gagedsıfat serbest, bağlantısız.
disentangle dis.en.tan.gle dîsentäng'gıl fiil 1. çözmek, açmak;
çözülmek, açılmak. 2. from -den kurtarmak.
disfavor dis.fa.vor dîsfey'vır isim gözden düşme.
disfavour dis.fa.vour dîsfey'vır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
disfavor
disfigure dis.fig.ure dîsfîg'yır fiil biçimini bozmak,
biçimsizleştirmek, çirkinleştirmek.

365
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

disgrace dis.grace dîsgreys' isim 1. gözden düşme, itibardan


düşme. 2. rezalet, yüzkarası. fiil 1. itibardan düşürmek,
gözden düşürmek. 2. rezil etmek.
disgraceful dis.grace.fulsıfat utanç verici, yüz kızartıcı, rezil.
disgruntled dis.grun.tled dîsgr^n'tıld sıfat hoşnutsuz, canı sıkkın.
disguise dis.guise dîsgayz' fiil 1. as ... olarak kılık değiştirmek:
The king disguised himself as a beggar. Kral
tanınmamak için dilenci kılığına girdi. 2. gizlemek,
saklamak: He is disguising his true intentions. Asıl
amaçlarını gizliyor. isim tanınmamak için giyilen
kıyafet.
disgust dis.gust dîsg^st' isim 1. iğrenme, tiksinti. 2. bezginlik,
bıkkınlık. fiil 1. iğrendirmek, tiksindirmek. 2.
bezdirmek, bıktırmak.
disgusting dis.gust.ingsıfat tiksindirici, iğrenç.
dish drainer (seyyar) damlalık, bulaşık damlalığı.
dish rack (seyyar) damlalık, bulaşık damlalığı.
dish dish dîş isim 1. tabak, çanak. 2. yemek. fiil 1. out
dağıtmak, vermek. 2. up tabağa koymak.
disharmony dis.har.mo.ny dîshar'mıni isim uyumsuzluk,
ahenksizlik.
dishcloth dish.clothisim bulaşık bezi.
dishearten dis.heart.en dîshar'tın fiil 1. cesaretini kırmak,
umudunu kırmak. 2. hevesini kırmak.
dishevel di.shev.el dîşev'ıl fiil (disheveled/dishevelled,
disheveling/dishevelling) (saç, giyim v.b.'ni)
darmadağınık etmek, karmakarışık etmek.
disheveled di.shev.el.edsıfat darmadağınık, karmakarışık.
dishful dish.fulisim tabak dolusu.
dishonest dis.hon.est dîsan'îst sıfat dürüst olmayan, sahtekâr,
yalancı.
dishonesty dis.hon.es.tyisim sahtekârlık, yalancılık.
dishonor dis.hon.or dîsan'ır isim 1. yüzkarası, utanç kaynağı. 2.
alçaklık. fiil şerefini lekelemek.

366
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dishonorable dis.hon.or.ablesıfat dürüst olmayan, güvenilmez; alçak.


dishonour dis.hon.our dîsan'ır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
dishonor

dishpan dish.panisim bulaşık tası.


dishwasher isim 1. bulaşıkçı. 2. bulaşık makinesi.
dishwater dish.waterisim bulaşık suyu.
disillusion dis.il.lu.sion dîsîlu'qın fiil hayal kırıklığına uğratmak,
gözünü açmak.
disillusionment dis.il.lu.sion.mentisim hayal kırıklığı, gözü açılma.
disincline dis.in.cline dîsînklayn' fiil (bir şeyden/birinden)
soğutmak, caydırmak.
disinfect dis.in.fect dîsînfekt' fiil dezenfekte etmek,
mikroplardan arındırmak, mikropsuzlandırmak.
disinfectant dis.in.fec.tantisim, sıfat dezenfektan.
disinherit dis.in.her.it dîsînher'ît fiil mirastan yoksun bırakmak.
disinheritance dis.in.her.it.anceisim mirastan yoksunluk.
disintegrate dis.in.te.grate dîsîn'tıgreyt fiil 1. parçalamak, bölmek;
parçalanmak, bölünmek. 2. fizik bozunmak.
disintegration disintegrationisim 1. parçalama; parçalanma. 2. fizik
bozunum, bozunma.
disinterested dis.in.ter.est.ed dîsîn'trîstîd sıfat bir konuyla hiçbir
ilgisi olmayan, bir konuda hiçbir çıkarı olmayan
(kimse); tarafsız, yansız.
disk brake disk freni.
disk crash bilgisayar disk kazası.
disk drive bilgisayar disk sürücü.
disk jockey diskcokey.
disk disk dîsk isim 1. bilgisayar disk. 2. teker, kurs, ağırşak.
diskette dis.kette dîsket' isim, bilgisayar disket.
dislike dis.like dîslayk' fiil sevmemek, hoşlanmamak. isim
of/for -i sevmeme, -den hoşlanmama.
dislocate dis.lo.cate dîs'lokeyt fiil 1. yerinden çıkarmak. 2. tıbbi
mafsaldan çıkarmak. 3. bozmak, altüst etmek.

367
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dislocation dis.lo.ca.tion dîslokey'şın isim, tıbbi çıkık.


dislodge dis.lodge dîslac' fiil yerinden çıkarmak; yerinden
atmak.
disloyal dis.loy.al dîsloy'ıl sıfat 1. vefasız, sadakatsiz. 2. hain.
disloyalty dis.loy.al.tyisim 1. vefasızlık, sadakatsizlik. 2. ihanet,
hıyanet.
dismal dis.mal dîz'mıl sıfat 1. kederli, neşesiz, kasvetli. 2.
sönük.
dismantle dis.man.tle dîsmän'tıl fiil 1. sökmek, parçalara ayırmak.
2. eşyasını boşaltmak.
dismay dis.may dîsmey' fiil 1. dehşete düşürmek. 2. perişan
etmek. isim dehşet.
dismember dis.mem.ber dîsmem'bır fiil parçalamak, uzuvları
bedenden ayırmak, uzuvlarını kesmek.
dismiss from one's mind aklından çıkarmak, düşünmemek.
dismiss dis.miss dîsmîs' fiil 1. işten çıkarmak, kovmak;
görevden almak, görevden uzaklaştırmak: The Prime
Minister has dismissed two members of her cabinet.
Başbakan kabine üyelerinden ikisini görevden aldı. 2.
gitmesine izin vermek: The teacher dismissed her
students. Öğretmen öğrencilerinin gitmesine izin verdi.
3. hukuk (davayı) reddetmek.
dismissal dis.miss.alisim 1. işten çıkarma; işten çıkarılma. 2.
gitmesine izin verme. 3. ciddiye almayı reddetme. 4.
aklından çıkarma. 5. (davayı) reddetme.
dismount dis.mount dîsmaunt' fiil 1. (hayvan, bisiklet v.b.'nden)
inmek/indirmek. 2. makine sökmek.
disobedience dis.o.be.di.ence dîsıbi'diyıns isim itaatsizlik,
başkaldırma.
disobedient dis.obe.di.entsıfat itaatsiz, asi.
disobediently dis.obe.di.ent.lyzarf itaatsizce.
disobey dis.o.bey dîsıbey' fiil -e itaat etmemek, -i dinlememek,
-e uymamak; itaatsizlik etmek.

368
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

disorder dis.or.der dîsôr'dır isim 1. düzensizlik. 2. karışıklık,


kargaşa. 3. hastalık, bozukluk.
disorderly conduct hukuk başkalarının huzurunu kaçıran davranış.
disorderly house hukuk genelev.
disorderly dis.or.der.ly dîsôr'dırli sıfat 1. düzensiz, intizamsız. 2.
(bağırıp çağırarak, kavga çıkararak) başkalarının
huzurunu kaçıran.
disorganization dis.or.ga.ni.za.tionisim düzensizlik, karışıklık.
disorganize dis.or.gan.ize dîsôr'gınayz fiil düzenini bozmak,
karmakarışık etmek, altüst etmek, karıştırmak.
disorient dis.o.ri.ent dîsôr'iyent fiil 1. (bir kimsenin) yolunu
şaşırtmak. 2. zihnini karıştırmak.
disown dis.own dîson' fiil 1. tanımamak, yadsımak. 2.
evlatlıktan reddetmek.
disparage dis.par.age dîsper'îc fiil kötülemek, küçük düşürmek.
disparagement dis.par.age.mentisim kötüleme, küçük düşürme.
disparate dis.pa.rate dîsper'ıt sıfat farklı, apayrı.
disparity dis.par.i.ty dîsper'ıti isim eşitsizlik, fark.
dispassionate dis.pas.sion.ate dîspäş'ınıt sıfat 1. tarafsız, yansız. 2.
soğukkanlı, serinkanlı, sakin.
dispassionately dis.pas.sion.ate.lyzarf tarafsızlıkla.
dispatch dis.patch dîspäç' isim 1. gönderme, sevketme. 2.
(telgraf, faks) çekme. 3. mesaq; rapor: We have
received a dispatch from headquarters. Karargâhtan bir
mesaj aldık. 4. öldürme; idam etme. 5. acele, hız: He
always acts with dispatch. Daima hızlı hareket eder. fiil
1. (kurye, mektup) göndermek. 2. (telgraf, faks)
çekmek. 3. sevketmek, göndermek: The government
has dispatched new troops to the front. Hükümet
cepheye yeni askerler gönderdi. 4. öldürmek, idam
etmek. 5. hızla bitirmek.
dispel dis.pel dîspel' fiil (dispelled, dispelling) dağıtmak,
defetmek, gidermek.

369
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dispensable dis.pen.sa.ble dîspen'sıbıl sıfat zorunlu olmayan,


vazgeçilebilir.
dispensary dis.pen.sa.ry dîspen'sıri isim dispanser.
dispensation dis.pen.sa.tion dîspınsey'şın isim 1. dağıtma, verme. 2.
(kuraldışı bir şeyin yapılması için verilen) özel izin. 3.
(bir dinin etkili olduğu) dönem.
dispense with the need for -i gereksiz kılmak.
dispense with -den vazgeçmek; -i ekarte etmek.
dispense dis.pense dîspens' fiil 1. dağıtmak, vermek. 2. (ilaç)
hazırlamak.
dispenser dis.pens.erisim 1. dağıtan kimse, dağıtıcı. 2. dağıtma
aracı/makinesi.
dispersal dis.pers.alisim dağıtma; dağılma.
disperse dis.perse dîspırs' fiil 1. dağıtmak, yaymak; dağılmak. 2.
fizik (ışınları) ayırmak.
dispirited dis.pir.it.ed dîspîr'îtîd sıfat 1. morali bozuk. 2. cesareti
kırık.
displace dis.place dîspleys' fiil 1. yerinden çıkarmak, yerini
değiştirmek. 2. yerini almak.
display dis.play dîspley' isim 1. gösterme, sergileme. 2.
gösteriş. 3. bilgisayar görüntüleme. fiil 1. göstermek,
sergilemek. 2. bilgisayar görüntülemek.
displease dis.please dîspliz' fiil canını sıkmak, sinirlendirmek.
displeased dis.pleasedsıfat hoşnutsuz.
displeasure dis.pleas.ure dîspleq'ır isim hoşnutsuzluk, öfke.
disposable dis.pos.a.ble dîspo'zıbıl sıfat kullanıldıktan sonra
atılabilen.
disposal unit çöp öğütücü.
disposal dis.pos.al dîspo'zıl isim 1. yok etme, imha etme. 2.
yerleştirme, yerleştirme düzeni. 3. satma; elden
çıkarma. 4. hukuk tasarruf, kullanım.
dispose of (belirli bir düzene göre) yerleştirmek. 2. (zaman, para
v.b.'ni) (belirli bir biçimde) harcamak. 3. yok etmek,

370
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

imha etmek. 4. satmak; elden çıkarmak; vermek;


dağıtmak. 5. halletmek, tamamlamak.
dispose dis.pose dîspoz' fiil 1. yerleştirmek. 2. hazırlamak.
disposition dis.po.si.tion dîspızîş'ın isim 1. yaradılış, mizaç, tabiat.
2. yerleştirme. 3. satış; elden çıkarma; verme; dağıtma.
dispossess dis.pos.sess dîspızes' fiil 1. hukuk mal ve mülküne el
koymak; evinden çıkarmak, tahliye etmek. 2. yoksun
bırakmak.
disproportionate dis.pro.por.tion.ate dîsprıpôr'şınît sıfat oransız; to ile
orantılı olmayan.
disprove dis.prove dîspruv' fiil aksini kanıtlamak, çürütmek.
dispute dis.pute dîspyut' isim tartışma, münakaşa. fiil 1.
tartışmak, münakaşa etmek. 2. doğruluğundan şüphe
etmek.
disqualification dis.jual.i.fi.ca.tion dîskwalıfıkey'şın isim 1. (ceza
olarak) yetkisini elinden alma. 2. spor diskalifiye etme;
diskalifiye olma.
disqualify dis.jual.i.fy dîskwal'ıfay fiil 1. (ceza olarak) yetkisini
elinden almak. 2. spor diskalifiye etmek, yarışdışı
bırakmak.
disquiet dis.jui.et dîskway'ıt fiil rahatsız etmek, endişe vermek,
huzurunu kaçırmak. isim endişe, huzursuzluk.
disregard dis.re.gard dîsrîgard' fiil önemsememek, aldırmamak,
hiçe saymak, boş vermek. isim önemsememe,
aldırmazlık, hiçe sayma, boş verme.
disrepair dis.re.pair dîsrîper' isim bakımsızlık.
disreputable dis.rep.u.ta.ble dîsrep'yıtıbıl sıfat adı kötüye çıkmış.
disrepute dis.re.pute dîsrîpyut' isim bakınız bring into disrepute
fall into disrepute
disrespect dis.re.spect dîsrîspekt' isim saygısızlık, hürmetsizlik,
kabalık.
disrespectful dis.re.spect.fulsıfat saygısız.
disrobe dis.robe dîsrob' fiil 1. (resmi giysisini) çıkarmak; resmi
giysisini çıkarmak. 2. soyunmak.

371
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

disrupt dis.rupt dîsr^pt' fiil 1. bozulmasına yol açmak; altüst


etmek; aksatmak. 2. (toplantının) kesilmesine yol
açmak.
disruption dis.rup.tionisim aksama; kesilme.
disruptive dis.rup.tivesıfat 1. işleri aksatan. 2. aksatan. 3.
karışıklığa/kargaşaya yol açan. 4. birliği bozan, bölücü.
dissatisfaction dis.sat.is.fac.tionisim memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk,
tatminsizlik.
dissatisfy dis.sat.is.fy dîssät'îsfay fiil memnun etmemek, hoşnut
etmemek, tatmin edememek.
dissect dis.sect dîsekt' fiil 1. parçalara ayırmak. 2. inceden
inceye incelemek.
dissemble dis.sem.ble dîsem'bıl fiil gerçeği gizlemek; (gerçeği)
gizlemek.
disseminate dis.sem.i.nate dîsem'ıneyt fiil saçmak, yaymak,
neşretmek.
dissension dis.sen.sion dîsen'şın isim anlaşmazlık, ihtilaf.
dissent dis.sent dîsent' fiil 1. from -i kabul etmemek. 2. from -
den ayrı görüşte olmak, -den ayrılmak. isim 1. kabul
etmeyiş. 2. ayrılık.
dissenter dis.sent.erisim ayrı görüşte olan kimse.
dissertation dis.ser.ta.tion dîsırtey'şın isim tez, travay.
disservice dis.ser.vice dîssır'vîs isim zarar, ziyan.
dissident dis.si.dent dîs'ıdınt sıfat ayrı görüşte olan, karşıt
görüşlü, muhalif. isim ayrı görüşte olan kimse, muhalif.
dissimilar dis.sim.i.lar dîsîm'ılır sıfat farklı, ayrımlı, değişik; to -
den farklı.
dissimilarity dis.sim.i.lar.i.ty dîsîmıler'ıti isim farklılık.
dissimulate dis.sim.u.late dîsîm'yıleyt fiil gerçeği gizlemek;
(gerçeği) gizlemek.
dissimulation dis.sim.u.la.tion dîsîmyıley'şın isim gerçeği gizleme.
dissipate dis.si.pate dîs'ıpeyt fiil 1. dağıtmak; dağılmak. 2. israf
etmek.
dissipated dis.si.pat.edsıfat 1. dağıtılmış. 2. israf edilmiş. 3. sefih.

372
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dissipation dis.si.pa.tionisim 1. dağıtma; dağılma. 2. israf. 3.


sefahat.
dissociate oneself from -den ayrılmak.
dissociate dis.so.ci.ate dîso'şiyeyt fiil ayırmak.
dissolute dis.so.lute dîs'ılut sıfat ahlaksız, çapkın, sefih.
dissolve dis.solve dîzalv' fiil 1. eritmek; erimek. 2. çözmek. 3.
feshetmek, dağıtmak, son vermek. 4. zamanla
kaybolmak, yok olmak.
dissonance dis.so.nance dîs'ınıns isim ahenksizlik, uyumsuzluk.
dissonant dis.so.nant dîs'ınınt sıfat ahenksiz, akortsuz, uyumsuz.
dissuade dis.suade dîsweyd' fiil from -den caydırmak, -den
vazgeçirmek.
distance dis.tance dîs'tıns isim 1. uzaklık, mesafe, ara. 2. uzak,
uzak yer. 3. mesafe, resmiyet. fiil geride bırakmak.
distant relative uzak akraba.
distant dis.tant dîs'tınt sıfat 1. uzak, ırak (yer/zaman). 2. soğuk,
mesafeli (kimse).
distaste dis.taste dîsteyst' isim beğenmeme, hoşlanmama.
distasteful dis.taste.ful dîsteyst'fıl sıfat tatsız, nahoş, hoşa
gitmeyen.
distemper dis.tem.per dîstem'pır isim bulaşıcı bir köpek hastalığı.
distend dis.tend dîstend' fiil şişirmek; şişmek.
distil dis.til dîstîl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız distill
distill dis.till dîstîl' fiil damıtmak, imbikten çekmek; imbikten
çekilmek.
distillation dis.til.la.tionisim damıtma.
distilled dis.till.edsıfat damıtık, damıtılmış.
distillery dis.till.eryisim damıtık içki fabrikası.
distinct dis.tinct dîstîngkt' sıfat 1. ayrı, farklı, başka. 2. açık,
belli.
distinction dis.tinc.tion dîstîngk'şın isim 1. ayırt etme. 2. fark. 3.
paye. 4. üstünlük.
distinctive dis.tinc.tive dîstîngk'tîv sıfat kolaylıkla ayırt edilebilen,
farklı; kendine özgü.

373
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

distinguish oneself sivrilmek.


distinguish dis.tin.guish dîstîng'gwîş fiil ayırt etmek, ayırmak.
distinguished dis.tin.guish.edsıfat 1. seçkin, güzide. 2. sivrilmiş.
distort dis.tort dîstôrt' fiil 1. biçimini bozmak; (yüzünü)
çarpıtmak. 2. çarpıtmak, gerçek anlamından saptırmak,
başka anlam vermek.
distortion dis.tor.tion dîstôr'şın isim 1. biçimini bozma; (yüzünü)
çarpıtma. 2. çarpıtma, gerçek anlamından saptırma.
distract dis.tract dîsträkt' fiil dikkatini başka yöne çekmek,
dikkatini dağıtmak: Don't distract me. Beni meşgul
etme.
distracted dis.tract.edsıfat 1. (by) (-den dolayı) dikkati dağılmış.
2. şaşkına dönmüş. 3. çok endişeli. 4. with -den dolayı
deliye dönmüş.
distraction dis.trac.tion dîsträk'şın isim 1. dikkati dağıtan şey;
oyalayıcı şey; eğlence. 2. dikkatini başka yöne çekme,
dikkatini dağıtma.
distraught dis.traught dîstrôt' sıfat with (-den dolayı) çılgına
dönmüş; çok endişeli.
distress dis.tress dîstres' isim 1. üzüntü; acı; endişe. 2. tehlikeli
bir durum, zor bir durum. fiil 1. üzmek. 2.
endişelendirmek.
distressing dis.tress.ingsıfat üzücü, acıklı.
distribute dis.trib.ute dîstrîb'yût fiil dağıtmak; yaymak.
distribution dis.tri.bu.tion dîstrıbyu'şın isim 1. dağıtım. 2. dağılım.
distributor dis.trib.u.tor dîstrîb'yûtır isim 1. dağıtıcı, bayi. 2.
otomotiv distribütör.
district attorney savcı.
district dis.trict dîs'trîkt isim mıntıka, bölge, mahalle.
distrust dis.trust dîstr^st' fiil güvenmemek, itimat etmemek.
isim güvensizlik, itimatsızlık.
distrustful dis.trust.fulsıfat başkalarına güvenmeyen, güvensiz,
itimatsız.

374
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

disturb dis.turb dîstırb' fiil 1. rahatsız etmek; huzurunu


kaçırmak; endişelendirmek. 2. karıştırmak, altüst etmek.
disturbance dis.turb.anceisim 1. rahatsızlık, huzursuzluk. 2.
karışıklık, kargaşa.
disturbed dis.turb.edsıfat (ruhen/aklen) dengesiz.
disunity dis.u.ni.ty dîsyu'nıti isim ayrılık, kopukluk.
disuse dis.use dîsyus' isim kullanılmama, kullanılmazlık.
ditch ditch dîç isim 1. hendek. 2. ark, kanal.
ditto dit.to dît'o isim denden işareti.
divan di.van dîvän' isim 1. sedir, divan. 2. divan, büyük
meclis. 3. şiir divan.
dive dive dayv fiil (dived/dove, dived) 1. suya dalmak,
dalmak. 2. havacılık pike yapmak. isim 1. dalış. 2.
havacılık pike. 3. konuşma dili batakhane.
diver div.er day'vır isim dalgıç.
diverge di.verge dîvırc', dayvırc' fiil ayrılmak, birbirinden
uzaklaşmak.
divergence di.ver.genceisim ayrılma, uzaklaşma.
divergency di.ver.gen.cyisim ayrılma, uzaklaşma.
divergent di.ver.gentsıfat ayrı, farklı.
diverse di.verse dîvırs', dayvırs' sıfat çeşit çeşit, çeşitli, farklı.
diversify di.ver.si.fy dîvır'sıfay, dayvır'sıfay fiil çeşitlendirmek.
diversion di.ver.sion dîvır'qın, dayvır'qın isim 1. eğlence,
oyalayıcı şey. 2. dikkati başka yöne çeken şey;
şaşırtmaca; yanıltmaca. 3. İngiliz İngilizcesi varyant
(yol). 4. saptırma.
diversionary di.ver.sion.arysıfat dikkati başka yöne çeken.
diversity di.ver.si.ty dîvır'sîti, dayvır'sîti isim çeşitlilik, farklılık.
divert di.vert dîvırt', dayvırt' fiil 1. dikkatini başka yöne
çekmek, dikkatini dağıtmak. 2. çevirmek, saptırmak. 3.
oyalamak, eğlendirmek.
divest di.vest dîvest' fiil of -den yoksun bırakmak.
divide down the middle ikiye bölmek.
divide into quarters dört kısma ayırmak, dörde bölmek.

375
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

divide up among -e dağıtmak.


divide di.vide dîvayd' fiil 1. bölmek, taksim etmek; bölünmek.
2. among -e dağıtmak.
divided di.vid.edsıfat bölünmüş.
dividend div.i.dend dîv'ıdend isim 1. matematik bölünen. 2. kâr
payı.
dividers di.vid.ers dîvay'dırz isim pergel.
divine di.vine dîvayn' sıfat tanrısal, ilahi. isim papaz. fiil 1.
sezmek, hissetmek. 2. kehanette bulunmak.
diving board atlama tahtası, tramplen.
diving suit dalgıç elbisesi.
divinity school Hristiyanlık ilahiyat fakültesi.
divinity di.vin.i.ty dîvîn'ıti isim 1. tanrısallık, ilahilik. 2. tanrı,
ilah; tanrıça, ilahe. 3. ilahiyat, Tanrıbilim, teoloqi.
divisible di.vis.i.ble dîvîz'ıbıl sıfat bölünebilir.
division of labor işbölümü.
division sign matematik bölme işareti.
division di.vi.sion dîvîq'ın isim 1. bölme, taksim; bölünme. 2.
bölüm, kısım. 3. bölüm, departman, seksiyon. 4.
matematik bölme.
divisive di.vi.sive dîvay'sîv sıfat bölücü.
divisor di.vi.sor dîvay'zır isim, matematik bölen.
divorce di.vorce dîvôrs' isim 1. boşama; boşanma. 2. ayrılma,
ayrılık. fiil 1. boşamak; boşanmak. 2. ayırmak;
ayrılmak.
divorcé di.vorcéisim boşanmış erkek.
divorcée di.vorcéeisim boşanmış kadın.
divulge di.vulge dîv^lc' fiil açığa vurmak, ifşa etmek.
dizziness diz.zi.nessisim baş dönmesi.
dizzy diz.zy dîz'i sıfat 1. başı dönen, sersem, şaşkın, gözü
kararmış. 2. baş döndürücü, sersemletici.
do a food justice bir yemeğin hakkından gelmek.
do a thing by halves bir işi yarımyamalak yapmak.
do an implant tıbbi implantasyon yapmak.

376
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

do away with -i ortadan kaldırmak, -i yok etmek. 2. -i öldürmek, -i


ortadan kaldırmak.
do badly durumu kötü olmak.
do disservice to (bir kimseye, ülkeye v.b.'ne) zarar vermek.
do honor to şereflendirmek, şeref kazandırmak.
do in öldürmek.
do justice adil bir şekilde davranmak; adalet dağıtmak. 2. to (bir
şeyi) gerektiği gibi yapmak: That painting doesn't do
qustice to the valley's beauty. O tablo vadinin
güzelliğini yeterince aksettirmiyor.
do obeisance to -e saygı göstermek.
do one's best elinden geleni yapmak.
do one's damnedest elinden geleni yapmak.
do one's duty görevini yerine getirmek.
do one's hair saçlarını düzeltmek, saçını yapmak.
do one's own thing konuşma dili başkalarına pek aldırış etmeden kendi
seçtiği bir yolda gitmek.
do one's shopping alışverişini yapmak.
do one's stuff konuşma dili marifetini göstermek.
do one's utmost elinden geleni yapmak.
do oneself justice her zamanki performansı göstermek: He didn't do
himself justice in the concert last night. Dün geceki
konserde her zamanki performansını gösteremedi.
do oneself up konuşma dili süslenmek, süslenip püslenmek.
do over again yeni baştan yapmak.
do overtime fazla mesai yapmak.
do penance bir günahı bağışlatmak için papazın önerdiği kefareti
yerine getirmek.
do someone a dirt birine kahpelik etmek; birine kalleşlik etmek.
do someone a favor birine bir iyilik etmek/yapmak.
do someone an injustice birisine haksızlık etmek.
do someone dirt konuşma dili birine kötülük etmek.
do someone good birine iyi gelmek.
do someone justice birinin hakkını vermek, birine hakça davranmak.

377
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

do someone proud konuşma dili 1. birini çok iyi ağırlamak. 2. birine gurur
vermek.
do something behind one's back birisinden gizli yapmak.
do something the hard way (daha kolay bir çözüm varken) bir şeyi zor bir şekilde
yapmak.
do something unbeknown to someonebirinin haberi olmadan bir şey yapmak.
do something with feeling bir şeyi duyarak yapmak: He plays the piano with
feeling. Piyanoyu duyarak çalıyor.
do violence to -i bozmak.
do well durumu iyi olmak.
do with -i yapmak: What have you done with my book?
Kitabımı ne yaptın? 2. (biriyle) baş etmek: What are we
going to do with you? Seninle nasıl baş edeceğiz? I
don't know what we're going to do with that child! O
çocuğu ne yapacağız, bilemiyorum. 3. Arzu edilen bir
şeyi belirtir: I sure could do with a drink. Şimdi bir içki
çok makbule geçer.
do without -siz yapmak/yaşamak: They can do without him. Onsuz
yapabilirler.
do wonders for (birine) çok yaramak, çok iyi gelmek.
do yeoman service çok yardım etmek, çok yardımı dokunmak.
do do du fiil (did, done) 1. yapmak. 2. etmek. 3. başa
çıkmak, başarmak. 4. bitirmek, tamamlamak. 5.
hazırlamak. 6. davranmak. 7. yetmek. 8. becermek. 9.
yetişmek. 10. düzenlemek. 11. (belirli bir mesafe)
katetmek. 12. çözmek. 13. (bulaşık) yıkamak. yardımcı
fiil 1. Özellikle soru cümlesi veya olumsuz cümle
kurmak için bir başka fiille birlikte kullanılır: Where
does she live? O nerede oturuyor? He didn't go to
school. Okula gitmedi. Did you like my new bicycle?
Yeni bisikletimi beğendin mi? 2. Bir başka fiili vurgular
veya anlamını pekiştirir: I really do like animals.
Hayvanları gerçekten severim. Do come! N'olur gel! 3.
Bir başka fiil yerine kullanılır: She speaks Spanish

378
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

better than her father does. İspanyolcayı babasından


daha iyi konuşur. "You tripped me up." "No, I didn't."
"Bana çelme attın." "Hayır, atmadım." "Lock the front
door." "I've already done it." "Ön kapıyı kilitle."
"Kilitledim bile."
docile doc.ile das'ıl sıfat uysal, yumuşak başlı, halim selim.
dock dock dak fiil 1. (kuyruğunu) kısaltmak, kesmek. 2.
(ücretten) kesmek.
dockyard dock.yardisim tersane.
Doctor Brown has a large practice. Doktor Brown'ın çok hastası var.
doctor up (with) (yemeğe) (bir şey katarak) tat vermek.
doctor doc.tor dak'tır isim 1. doktor, hekim, tabip. 2. doktor,
doktora sahibi. fiil 1. tedavi etmek. 2. onarmak, tamir
etmek. 3. (kötü bir amaçla) değiştirmek.
doctorate doc.tor.ateisim doktora.
doctor's degree doktora.
doctrine doc.trine dak'trîn isim öğreti, doktrin.
document doc.u.ment dak'yımınt isim belge, doküman. fiil
belgelemek.
documental film belgesel film, dokümanter film.
documental doc.u.men.tal dakyımen'tıl sıfat belgesel, dokümanter.
documentary film belgesel film, dokümanter film.
documentary doc.u.men.ta.ry dakyımen'tıri sıfat belgesel,
dokümanter.
documentation doc.u.men.ta.tionisim belgeleme.
dodge dodge dac fiil 1. bir yana kaçmak; bir yana kaçıp -den
kurtulmak. 2. kurnazlık veya hile ile atlatmak. isim 1.
bir yana kaçma. 2. kurnazlık veya hile ile atlatma. 3.
kaçamak yol.
doe doe do isim geyik, keçi, tavşan v.b. hayvanların dişisi.
does does d^z fiil do fiilinin geniş zamandaki üçüncü şahıs
tekil şekli: He does good work. İyi iş yapar.
doesn't does.n't d^z'ınt kısaltma does not.
dog collar köpek tasması.

379
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dog tired çok yorgun, bitkin, hoşaf gibi.


dog dog dôg fiil (dogged, dogging) 1. (bir isteğin üstüne
düşerek) (birini) rahat bırakmamak. 2. (kötü bir şey)
peşini bırakmamak.
dog-ear dog-ear dôg'ir fiil sayfa köşelerini kıvırmak veya
buruşturmak.
dog-eared dog-ear.edsıfat sayfa köşeleri kıvrık veya buruşuk.
dog-eat-dog dog-eat-dogisim kıran kırana rekabet. sıfat kıran kırana
rekabet edilen.
dogged dog.ged dôg'îd sıfat inatçı, dik kafalı, direngen.
dogma dog.ma dôg'mı isim dogma, inak.
dogmatic dog.mat.ic dôgmät'îk sıfat dogmatik, inaksal.
dogmatism dog.ma.tism dôg'mıtîzım isim dogmatizm, inakçılık.
doily doi.ly doy'li isim dantel veya işlemeli altlık.
doings do.ings du'wîngz isim işler.
doldrums dol.drums dol'drımz isim, çoğul 1. denizcilikle ilgili
okyanusların ekvator dolaylarındaki durgun veya az
rüzgârlı kısımları, eşleksel durgunluk alanı. 2. ticaret
durgunluk, kesatlık. 3. can sıkıntısı; efkâr.
dole dole dol isim işsizlik yardımı. fiil out dağıtmak.
doleful dole.ful dol'fıl sıfat kederli, acılı, hüzünlü.
doll oneself up giyinip kuşanmak, süslenip püslenmek.
doll someone up birini süsleyip püslemek.
doll doll dal isim oyuncak bebek. fiil bakınız doll oneself
up doll someone up
dollar dol.lar dal'ır isim dolar.
dolly dol.ly dal'i isim 1. bebek, kukla. 2. tekerlekli kriko. 3.
iki tekerlekli yük taşıyıcısı.
dolphin dol.phin dal'fîn isim yunusbalığı, yunus.
dolt dolt dolt isim mankafa, ahmak, budala.
domain do.main domeyn' isim 1. nüfuz alanı, nüfuz bölgesi. 2.
bilgi alanı; ilgi alanı: It's not in my domain. O benim
alanım dışında.
dome dome dom isim kubbe.

380
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

domed sıfat kubbeli.


domestic animal evcil hayvan, ehli hayvan.
domestic flight yurtiçi uçuş.
domestic flights iç hatlar.
domestic industries yerli sanayi.
domestic market iç pazar.
domestic politics iç politika.
domestic trade iç ticaret.
domestic do.mes.tic dımes'tîk sıfat 1. ev ile ilgili; aile ile ilgili,
aile içi. 2. evcimen. 3. evcil. 4. yurtiçi, iç. isim hizmetçi.
domesticate do.mes.ti.cate dımes'tıkeyt fiil evcilleştirmek.
domicile dom.i.cile dam'ısıl, dam'ısayl isim ikametgâh, konut,
mesken.
dominance dom.i.nanceisim 1. hâkimiyet, üstünlük. 2. biyoloji
başatlık.
dominant dom.i.nant dam'ınınt sıfat 1. hâkim, egemen. 2. biyoloji
dominant, başat.
dominate dom.i.nate dam'ıneyt fiil 1. hâkim olmak, egemen
olmak, hükmetmek. 2. (bir yere) hâkim olmak, tepeden
bakmak.
domination dom.i.na.tion damıney'şın isim hâkimiyet, egemenlik,
hükmetme.
domineer dom.i.neer damınîr' fiil despotça hükmetmek, hâkim
durumda olmak.
domineering dom.i.neer.ingsıfat otoriter, hükmeden.
Dominican Do.min.i.can dımîn'îkın sıfat 1. Dominik, Dominik
Cumhuriyeti'ne özgü. 2. Dominikli. isim Dominikli,
Dominik Cumhuriyeti vatandaşı.
dominion do.min.ion dımîn'yın isim 1. egemenlik, hâkimiyet. 2.
dominyon.
dominoes dom.i.noes dam'ınoz isim domino oyunu.
donate do.nate do'neyt fiil bağışlamak, hibe etmek.
donation do.na.tion doney'şın isim 1. bağışlama. 2. bağış, hibe.
done in çok yorgun, bitkin.

381
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

done through iyi pişmiş (et).


done done d^n fiil bakınız do sıfat 1. tamamlanmış, bitmiş.
2. iyi pişmiş.
Done! Tamam!/Oldu!/Kabul!
donkey don.key dang'ki isim eşek.
donor do.nor do'nır isim 1. bağışçı. 2. tıbbi verici.
Don't bother! Zahmet etmeyin!
Don't breathe a word of this to anyone. Bunu sakın kimseye söyleme.
Don't look a gift horse in the mouth. Bahşiş atın dişine bakılmaz.
Don't mention it. Bir şey değil./Estağfurullah.
Don't move a muscle! Kıpırdama!/Kımıldama!
Don't move; I've got you covered! Kıpırdama; elimdesin!
Don't press your luck. Şansına güvenme./Şansını zorlama.
Don't push your luck. Şansına fazla güvenme. Şansını zorlama.
Don't trouble yourself. Zahmet etmeyin./Zahmete girmeyin.
Don't you have any manners? Sende hiç terbiye yok mu?
don't don't dont kısaltma do not .
doom doom dum isim (talihin belirlediği) kötü son, korkunç
son. fiil bakınız be doomed to
doomsday dooms.day dumz'dey isim kıyamet günü.
door salesman ev ev dolaşarak satış yapan satıcı.
door service kapıdan kapıya servis.
door door dor isim kapı.
doorbell door.bellisim kapı zili.
doorkeeper door.keep.erisim kapıcı.
doorknob door.knobisim kapı tokmağı.
doorman door.manisim kapıcı.
doormat door.matisim paspas.
doorstep door.stepisim eşik.
doorstop door.stopisim kapı tamponu.
door-to-door sıfat 1. ev ev dolaşarak yapılan. 2. kapıdan kapıya.
doorway door.wayisim giriş, kapı aralığı.
dope dope dop isim 1. makine yağı. 2. uyuşturucu madde,
narkotik. 3. argo budala, ahmak. 4. argo bilgi.

382
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dopey dopeysıfat, argo 1. uyuşturucu etkisinde. 2. budala.


dorm dorm dôrm isim, konuşma dili yatakhane.
dormant dor.mant dôr'mınt sıfat uykuda, uyuşuk, cansız.
dormer window çatı penceresi.
dormer dor.mer dôr'mır isim bakınız dormer window
dormitory dor.mi.to.ry dôr'mıtôri isim 1. yatakhane, koğuş. 2.
öğrenci yurdu.
dosage dos.age do'sîc isim dozaq.
dose dose dos isim doz.
dossier dos.si.er das'iyey isim evrak dosyası.
dot the i's and cross the t's en ufak ayrıntıların üzerinde titizlikle durmak.
dot dot dat isim 1. nokta. 2. puan, benek, nokta. fiil (dotted,
dotting) noktalamak.
dotage dot.age do'tîc isim bunaklık.
dotard dot.ard do'tırd isim bunak.
dote dote dot fiil 1. on/upon -in üstüne titremek, -e çok
düşkün olmak. 2. bunamak.
dotted line bir belgenin imza yeri.
double back aynı yoldan geri dönmek.
double bed iki kişilik karyola/yatak.
double boiler iki katlı tencere, benmari.
double entry muhasebecilik çift kayıt sistemi.
double feature iki film birden.
double for -in dublörlüğünü yapmak.
double header spor üst üste yapılan iki karşılaşma.
double jeopardy hukuk aynı suç için ikinci defa yargılanma.
double pneumonia iki taraflı zatürree.
double room (otelde) çift yataklı oda.
double standard çifte standart.
double up eğilmek; iki büklüm olmak; iki büklüm etmek. 2. with
ile aynı odayı paylaşmak.
double dou.ble d^b'ıl fiil 1. iki katına çıkarmak, iki misli
yapmak; iki misli olmak. 2. iki ile çarpmak. 3. ikiye
katlamak.

383
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

double-breasted double-breast.edsıfat kruvaze (ceket).


double-check doub.le-checkfiil tekrar kontrol etmek; çifte kontrol
yapmak.
double-click doub.le-clickfiil, bilgisayar fare düğmesine iki kez
basmak.
double-cross doub.le-crossfiil, argo sözünden dönerek aldatmak,
kazık atmak. isim kazık atma.
double-dealer doub.le-deal.erisim ikiyüzlü, dolandırıcı, sahtekâr.
double-decker doub.le-deck.erisim 1. iki katlı otobüs. 2. ranza.
double-density dou.ble-den.si.ty d^b'ıldensıti sıfat, bilgisayar çifte
yoğunluklu.
double-edged compliment iğneli kompliman.
double-edged doub.le-edg.edsıfat 1. iki tarafı keskin. 2. hem lehte
hem aleyhte olan.
double-entendre doub.le-entendreiki tarafa çekilebilecek söz, ikircil söz,
lastikli söz.
double-faced doub.le-facedsıfat 1. iki yüzlü. 2. iki taraflı (kumaş).
double-glazed window çift camlı pencere.
double-quick doub.le-juicksıfat çok çabuk, hızlı. isim hızlı yürüyüş.
fiil hızlı yürümek.
doubles doub.lesisim, tenis çiftler.
double-space doub.le-spacefiil (daktilo veya bilgisayarda) çift
aralıkla yazmak.
doubt someone's word birinin dediklerinden şüphe etmek.
doubt doubt daut isim 1. kuşku, şüphe. 2. şüpheli durum. fiil
1. kuşkulanmak, kuşku duymak, şüphelenmek, şüphe
etmek: I doubt his integrity. Dürüstlüğünden kuşku
duyuyorum. She doubts that Yusuf will arrive on time.
Yusuf'un vaktinde geleceğinden şüphe ediyor. 2. ikna
olmamak: Despite his excellent qualifications l doubt
that he is the right person for this job. Üstün
niteliklerine karşın bu işe uygun bir kimse olduğuna
hâlâ ikna olmadım.

384
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

doubtful doubt.fulsıfat 1. kuşkulu, şüpheli, kuşku duyan. 2.


kuşkulu, kuşkulandıran, kuşku uyandıran. 3. belirsiz;
karanlık.
doubtless doubt.lesszarf 1. kuşkusuz, şüphesiz, kesinlikle,
muhakkak. 2. herhalde.
douche douche duş isim, tıbbi şırınga. fiil şırınga etmek.
dough dough do isim 1. hamur. 2. argo para, mangır.
doughnut dough.nut do'n^t isim yağda kızarmış şekerli çörek.
doughy doughysıfat hamur gibi.
dour dour dûr, daur sıfat asık yüzlü, ters, haşin, aksi.
dove dove d^v isim 1. kumru. 2. beyaz güvercin. 3. politika
savaş aleyhtarı, barışçı, barış yanlısı.
dowel dow.el dau'wıl isim geçme, ağaç çivi.
down and out hayatta yenilgiye uğramış, bezgin, bitkin.
down at the heel perişan kılıklı, hırpani, pejmürde.
down at the heels perişan bir durumda.
down on his luck talihsiz.
down on one's luck talihsiz, bahtsız.
down payment kaparo, pey akçesi; ilk ödeme.
down to the wire son ana kadar: They worked right down to the wire. Son
ana kadar çalıştılar.
Down with ...! Kahrolsun ...!
down down daun isim ince kuş tüyü, yonda.
downcast down.cast daun'käst sıfat 1. aşağıya yönelmiş. 2.
üzgün, morali bozuk.
downfall down.fall daun'fôl isim 1. düşüş, yıkılış, çöküş, çökme.
2. (yağmur) boşanma.
downgrade down.grade daun'greyd fiil derecesini indirmek,
alçaltmak.
downhearted down.heart.ed daun'har'tîd sıfat üzgün, morali bozuk.
downhill down.hill daun'hîl zarf yokuş aşağı, aşağıya. sıfat inişli,
meyilli.
downpour down.pour daun'pôr isim sağanak.

385
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

downright down.right daun'rayt sıfat 1. tam, düpedüz: a downright


insult düpedüz bir hakaret. 2. açık, dürüst. 3. açıksözlü,
sözünü esirgemeyen. zarf 1. tamamen, büsbütün: He's
downright wrong. Tamamen haksız o. 2. açıkça, dobra
dobra.
downstairs down.stairs daun'sterz' zarf aşağı kata, alt kata, aşağıya;
aşağı katta, alt katta, aşağıda. sıfat alt katta olan,
aşağıdaki. isim aşağı kat, alt kat.
downstream down.stream daun'strim zarf akıntı aşağı, akış aşağı.
down-to-earth down-to-earth daun'tu.ırth' sıfat 1. gerçekçi. 2.
uygulanabilir, gerçekleştirilebilir.
downtown down.town daun'taun isim şehrin merkezi, çarşı. zarf
çarşı tarafında; çarşıya. sıfat şehrin merkezinde olan.
downtrod down.trod daun'trad sıfat 1. ayaklar altında çiğnenmiş.
2. haksızlığa uğramış, ezilmiş.
downtrodden down.trod.den daun'tradın sıfat 1. ayaklar altında
çiğnenmiş. 2. haksızlığa uğramış, ezilmiş.
downward down.ward daun'wırd zarf aşağı doğru.
downwards down.wards daun'wırdz zarf aşağı doğru.
downwind down.wind daun'wînd zarf rüzgâr yönüne; rüzgârla
birlikte.
dowry dow.ry dau'ri isim 1. çeyiz. 2. drahoma.
doze off uyuklamak, uykuya dalmak.
doze doze doz isim hafif uyku, şekerleme, kestirme,
uyuklama. fiil şekerleme yapmak, kestirmek,
uyuklamak.
dozen doz.en d^z'ın isim düzine.
dozer doz.er do'zır isim, konuşma dili dozer, buldozer.
Dr. Dr.kısaltma «Doctor» Drive
drab drab dräb sıfat (drabber, drabbest) 1. kasvetli, sıkıcı. 2.
ölü (renk).
draft draft dräft fiil çekmek. isim 1. çekme, çekim, yudum.
2. poliçe, çek. 3. ödeme emri. 4. hava akımı, cereyan,
soba borusunun çekmesi. sıfat fıçıdan çekilen (bira).

386
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

drafting board çizim tahtası.


drafting draft.ingisim çizim, teknik resim.
draftsman drafts.manisim teknik ressam.
drafty draftysıfat cereyanlı, soğuk hava akımı olan.
drag on uzayıp gitmek, sürmek.
drag one's feet konuşma dili işi ağırdan almak.
drag one's heels istemeyerek gitmek veya kabul etmek, ayakları geri geri
gitmek.
drag out uzatmak.
drag drag dräg fiil (dragged, dragging) 1. sürüklemek,
sürümek, çekmek; sürüklenmek, sürünmek. 2. (toprağı)
taramak. 3. geride kalmak. isim 1. sürükleme, çekme. 2.
sürüklenen şey. 3. tırmık, tarak. 4. engel, mâni. 5.
konuşma dili sıkıcı kimse/şey.
dragon drag.on dräg'ın isim eqderha, eqder.
dragonfly drag.on.flyisim yusufçuk, büyük kızböceği.
drain drain dreyn fiil 1. akıtmak, süzmek; akmak, süzülmek.
2. suyunu çekmek, kurutmak; akaçlamak, drenaj
yapmak. 3. bitirmek, tüketmek. isim 1. suyunu çekme
veya akıtma. 2. lağım, kanalizasyon; kanal.
drainage drain.ageisim 1. akaçlama, drenaq. 2. akıtma, boşaltma.
3. kanalizasyon, lağım döşemi.
drainboard drain.boardisim (sabit) damlalık, bulaşık damlalığı.
draining board İngiliz İngilizcesi (sabit) damlalık, bulaşık damlalığı.
drainpipe drain.pipeisim 1. atık su borusu. 2. akaç, oluk.
drake drake dreyk isim erkek ördek, suna.
drama dra.ma dra'mı isim 1. dram, drama, oyun, piyes. 2.
tiyatro edebiyatı, dram, drama; tiyatro sanatı. 3.
dramatik durum, dram; dramatik olaylar dizisi;
dramatik özellik.
dramatic dra.mat.ic drımät'îk sıfat 1. dramatik, tiyatro ile ilgili.
2. dramatik, coşku veren, duyguları kamçılayan.
dramatically dra.mat.ic.al.lyzarf dramatik bir biçimde, çarpıcı
biçimde.

387
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dramatise dram.a.tise dräm'ıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız


dramatize
dramatist dram.a.tist dräm'ıtîst isim oyun yazarı, piyes yazarı.
dramatize dram.a.tize dräm'ıtayz fiil 1. oyunlaştırmak, dramatize
etmek, dramlaştırmak. 2. dramatik hale sokmak,
dramatize etmek.
drank drank drängk fiil bakınız drink
drape drape dreyp fiil kumaşla örtmek. isim genellikle çoğul
kalın perde.
drapery drap.eryisim 1. perde. 2. örtü. 3. güzel sanatlar drape.
drastic dras.tic dräs'tîk sıfat sert, şiddetli, zorlayıcı.
draught draught dräft fiil, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız draft
draw a bead on -e nişan almak.
draw a blank sonuçsuz kalmak. 2. hatıra getirememek.
draw a conclusion sonuç çıkarmak.
draw a line konuşma dili 1. between -i -den ayırmak 2. at (kabul
edilemeyecek bir şey olduğu için) (bir işe)
yanaşmamak/izin vermemek. 3. sınır koymak.
draw a parallel between -i benzetmek, -i karşılaştırmak.
draw ahead yavaş yavaş öne geçmek.
draw away çekilmek, kendini çekmek.
draw back geri çekilmek; geri çekmek.
draw blood kan akıtmak.
draw close yaklaşmak.
draw interest faiz getirmek.
draw lots kura çekmek.
draw near yaklaşmak.
draw on (bir fon, hesap v.b.'nden) para çekmek.
draw out uzatmak. 2. konuşturmak, söyletmek, açmak.
draw the line konuşma dili 1. at (kabul edilemeyecek bir şey olduğu
için) (bir işe) yanaşmamak/izin vermemek. 2. sınır
koymak. 3. between -i -den ayırmak

388
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

draw up (kontrat, senet v.b.'ni) hazırlamak, yazmak. 2. yaklaşıp


durmak: A limousine drew up in front of the mansion.
Köşkün önüne bir limuzin yaklaşıp durdu.
draw draw drô isim 1. çekme, çekiş. 2. (silah) çekme. 3.
(piyangoda) çekiliş; kura. 4. ilgi çeken şey/olay/kimse.
5. çekicilik. 6. berabere biten oyun; beraberlik, berabere
kalma.
drawback draw.back drô'bäk isim sakınca, mahzur, dezavantaq.
drawbridge draw.bridge drô'brîc isim kaldırma köprü.
drawer draw.er drôr isim çekmece, göz.
drawers draw.ers drôrz isim don, külot.
drawing board çizim tahtası.
drawing compass resim pergeli.
drawing pin İngiliz İngilizcesi raptiye.
drawing draw.ing drô'wîng isim 1. çizim, eskiz. 2. resim,
karakalem resim. 3. piyango, çekiliş.
drawn drawn drôn fiil bakınız draw
drawstring draw.string drô'strîng isim uçkur.
dread dread dred fiil çok korkmak, korku ve endişe duymak.
isim büyük korku, dehşet.
dreadful dread.fulsıfat 1. korkunç, dehşetli. 2. konuşma dili
berbat, çok kötü.
dream about someone birini/bir şeyi rüyasında görmek.
dream about something birini/bir şeyi rüyasında görmek.
dream that -i rüyasında görmek.
dream up konuşma dili hayalinde yaratmak.
dream dream drim isim 1. düş, rüya. 2. hayal, hulya.
dreamer dream.erisim hayalperest, hayalci, düşçü.
dreamlike dream.likesıfat rüya gibi, hayal gibi.
dreamt dreamt dremt fiil bakınız dream
dreary drear.y drîr'i sıfat kasvetli, sıkıcı.
dredge dredge drec isim, makine tarak, tırmık, tarama aygıtı;
tarak dubası. fiil (deniz, göl, ırmak v.b.'nin) dibini
taramak; (limanı) tarakla temizlemek.

389
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dregs dregs dregz isim 1. tortu, telve. 2. çöp, süprüntü.


drench drench drenç fiil sırılsıklam etmek.
dress down konuşma dili azarlamak, haşlamak.
dress rehearsal tiyatro kostümlü prova.
dress up giyinip süslenmek.
dress dress dres fiil 1. giydirmek; giyinmek. 2. düzenlemek,
süslemek. 3. askeri bir hizaya getirmek. 4. (yaraya)
pansuman yapmak. 5. (saça) şekil vermek. 6. (deriyi)
sepilemek, tabaklamak. 7. (tavuk, balık v.b.'ni)
temizlemek. isim 1. kadın elbisesi. 2. elbise, giysi. 3.
giyim, kılık kıyafet, üst baş.
dressed up fit to kill konuşma dili iki dirhem bir çekirdek.
dresser dress.er dres'ır isim şifoniyer.
dressing gown İngiliz İngilizcesi sabahlık; robdöşambr.
dressing table tuvalet masası.
dressing dress.ing dres'îng isim 1. (salata için) sos. 2. (kızarmış
hindi ile yenilen) ekmek kırıntılarıyla yapılan baharatlı
bir yemek. 3. pansuman.
dressmaker dress.mak.erisim kadın terzisi.
dressmaking dress.mak.ingisim terzilik.
drew drew dru fiil bakınız draw
dribble down (damlalar) akmak, süzülmek; (su) sızmak.
dribble drib.ble drîb'ıl fiil 1. damla damla akıtmak, damlatmak.
2. spor dripling yapmak; (topu) sürmek. 3. salyası
akmak. isim ufak akıntı; sızıntı.
driblet drib.let drîb'lît isim çok az miktar.
dried dried drayd fiil bakınız dry sıfat kurutulmuş, kuru.
drier dri.er dray'ır isim 1. kurutucu, kurutucu madde. 2.
bakınız dryer
drift apart sürüklenmek; uzaklaşmak; tedricen ayrı düşmek.
drift drift drîft isim 1. sürüklenme. 2. yönelim, yöneliş,
kayma. 3. sürükleniş, amaçsızca sürüklenme. 4.
(rüzgârın yığdığı) kar birikintisi. 5. anlam, demek
istenilen şey. fiil 1. (rüzgâr veya akıntının etkisiyle)

390
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sürüklenmek. 2. hiçbir yer veya işte sürekli kalmadan


yaşamak.
driftwood drift.wood drîft'wûd isim suların sürüklediği ağaç
dalları.
drill drill drîl isim 1. matkap, delgi. 2. askeri talim. 3.
alıştırma. fiil 1. (matkapla) delmek. 2. askeri talim
yaptırmak; talim yapmak. 3. alıştırma yaptırmak;
alıştırma yapmak.
drink a toast to (birinin) sıhhatine veya şerefine içmek.
drink in büyük bir zevkle seyretmek/dinlemek.
drink like a fish fazla içki içmek.
drink something straight (içkiyi) sek içmek.
drink to excess içkiyi fazla kaçırmak.
drink to -in şerefine içmek.
drink drink drîngk fiil (drank, drunk) 1. içmek. 2. içki içmek.
isim 1. içecek. 2. içki. 3. bir içimlik miktar. 4. argo
deniz.
drinking cup kadeh.
drinking straw kamış.
drinking water içme suyu.
drinking drink.ingisim içki içme.
drip drip drîp fiil (dripped/dript, dripping) damlatmak;
damlamak. isim 1. damla. 2. damlama. 3. damlalık,
yağmur suyunu akıtan çıkıntı veya yiv.
drip-dry drip.dry drîp'dray fiil suyu sıkılmadan kurumak. sıfat
ütü istemeyen (kumaş); ütü istemeyen kumaştan
yapılmış (giysi).
dripping wet sırsıklam, sırılsıklam.
dripping drip.ping drîp'îng isim eriyerek akıp donmuş yağ
damlası.
drive a hard bargain sıkı bir pazarlık yapmak; sıkı bir pazarlık yaparak ayrlı
bir sonuç elde etmek.
drive at demek istemek, kastetmek.
drive away kovmak, defetmek. 2. arabayla uzaklaşmak/ayrılmak.

391
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

drive back arabayla geri dönmek. 2. püskürtmek, geri dönmek


zorunda bırakmak.
drive by arabayla geçmek; arabayla önünden geçmek.
drive into a corner köşeye sıkıştırmak, kıstırmak.
drive mad çıldırtmak.
drive off kovmak, defetmek. 2. arabayla uzaklaşmak/ayrılmak.
drive out kovmak, defetmek.
drive someone ape konuşma dili birini delirtmek.
drive someone bananas konuşma dili birini çıldırtmak.
drive someone to distraction birini deli etmek, birini deliye çevirmek.
drive someone to the wall birini iflas ettirmek; birini iflasa sürüklemek; birini
iflasın eşiğine getirmek. 2. birini çok zor bir duruma
sokmak, birini köşeye sıkıştırmak.
drive someone up against the wall birini iflas ettirmek; birini iflasa sürüklemek; birini
iflasın eşiğine getirmek. 2. birini çok zor bir duruma
sokmak, birini köşeye sıkıştırmak.
drive someone up the wall birini deliye döndürmek, birini zıvanadan çıkarmak.
drive someone wild birini çıldırtmak. 2. birini çılgına çevirmek, birini çok
kızdırmak.
drive drive drayv fiil (drove, driven) 1. (araba) sürmek,
kullanmak: He doesn't know how to drive a car. Araba
kullanmasını bilmiyor. 2. araba ile gitmek: I drive to
and from work every day. İşe her gün arabayla gidip
geliyorum. 3. araba ile götürmek: I'll drive you home
after the party. Partiden sonra seni arabayla evine
götüreceğim. 4. (hayvanları) sürmek. 5. çalıştırmak: He
drives his employees much too hard. Personelini çok
çalıştırıyor. isim 1. araba gezintisi. 2. cadde. 3. askeri
büyük taarruz. 4. ruhbilim dürtü. 5. beceri, inisiyatif. 6.
makine işletme mekanizması. 7. bilgisayar sürücü. 8.
bakınız driveway
drive-in window müşterilerine arabalarında hizmet veren banka gişesi.
drive-in drive-inisim 1. müşterilerine arabalarında servis yapan
lokanta. 2. seyircilerin arabaları içinde oturarak

392
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

seyrettikleri açık hava sineması. sıfat 1. müşterilerine


arabalarında servis yapan (lokanta). 2. seyircilerin
arabaları içinde oturarak seyrettikleri (açık hava
sineması).
drivel driv.el drîv'ıl fiil (driveled/drivelled,
driveling/drivelling) 1. salyası akmak. 2. saçmalamak.
isim saçma sapan söz.
driven driv.en drîv'ın fiil bakınız drive
driver driv.er dray'vır isim 1. sürücü, şoför. 2. bilgisayar
uyumcu.
driver's license ehliyet, sürücü belgesi.
driveway drive.wayisim evin garaqını sokağa bağlayan yol.
driving rain şiddetli yağmur.
driving driv.ing dray'vîng isim sürme, sürüş. sıfat 1. enerqik,
canlı, dinamik. 2. şiddetli, sert.
drizzle driz.zle drîz'ıl fiil (yağmur) çiselemek, serpiştirmek.
isim 1. çisenti. 2. çiseleme.
drone drone dron isim 1. erkek arı. 2. asalak, parazit, ekti. 3.
monoton ses, vızıltı. fiil 1. vızıldamak. 2.
homurdanmak.
drool drool drul fiil ağzı sulanmak.
droop droop drup fiil 1. sarkmak, bükülmek, eğilmek;
sarkıtmak, eğmek. 2. (bitki, çiçek) boynunu bükmek.
drop a brick pot kırmak, gaf yapmak, çam devirmek.
drop a hint imada bulunmak, dokundurmak.
drop a line iki satır yazıvermek, pusula göndermek.
drop anchor demir atmak, demirlemek.
drop asleep uyuyakalmak.
drop behind geri kalmak.
drop down düşmek.
drop in at -e uğramak.
drop in on -i ziyaret etmek.
drop out (üyelikten) ayrılmak, çıkmak. 2. okula devam
etmemek.

393
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

drop drop drap isim 1. damla: a drop of water su damlası; bir


damla su. 2. düşüş, iniş: a drop in prices fiyatlarda
düşüş. 3. damla, pek az miktar; bir yudum. fiil
(dropped/dropt, dropping) 1. damlatmak; damlamak. 2.
düşürmek; düşmek: You dropped your pen. Kalemini
düşürdün. The inflation rate has dropped to forty
percent. Enflasyon oranı yüzde kırka düştü. 3. serpmek.
4. (arabadan) indirmek: Where shall I drop you? Seni
nerede indireyim? 5. vazgeçmek, bırakmak: A lack of
money has forced us to drop that project. Parasızlık
yüzünden o proqeden vazgeçmek zorunda kaldık. 6.
kesmek, son vermek: Let's drop this discussion. Bu
tartışmaya son verelim. 7. (sesi) alçaltmak; alçalmak.
drop-off drop-offisim 1. azalma, düşme. 2. dik iniş.
dropout drop.outisim okulu bırakan öğrenci.
dross dross drôs isim 1. cüruf, maden posası, dışık. 2.
süprüntü, artık, değersiz şeyler.
drought drought draut isim kuraklık, susuzluk.
drove drove drov isim sürü.
drown out (bir sesi) (daha yüksek bir sesle) bastırmak.
drown drown draun fiil (suda) boğulmak; boğmak.
drowse drowse drauz fiil uyuklamak, pineklemek.
drowsiness drowsinessisim uykulu olma, uyuşukluk.
drowsy drow.sy drau'zi sıfat 1. uykulu. 2. uyku veren.
drudge drudge dr^c isim ağır ve sıkıcı bir işte çalışan kimse.
fiil ağır ve sıkıcı bir iş yapmak.
drudgery drudg.eryisim ağır ve sıkıcı iş, angarya.
drug addict uyuşturucu bağımlısı; hapçı.
drug habit uyuşturucu bağımlılığı.
drug drug dr^g isim 1. ilaç, ecza. 2. uyuşturucu madde; hap.
fiil (drugged, drugging) 1. ilaçla uyuşturmak. 2.
(yiyecek veya içeceğe) uyuşturucu ilaç katmak.
druggist drug.gistisim eczacı.
drugstore drug.storeisim eczane.

394
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

drum drum dr^m isim 1. davul, trampet, dümbelek. 2. davul


sesi. 3. anatomi kulakzarı, kulakdavulu. 4. varil. fiil
(drummed, drumming) davul çalmak.
drumbeat drum.beatisim davul sesi.
drum-head cabbage top lahana.
drummer drum.merisim davulcu, trampetçi.
drumstick drum.stick dr^m'stîk isim 1. davul tokmağı; fışkın;
trampet değneği, baget. 2. ahçılık (kümes hayvanında)
bacak.
drunk with success başarı sevinciyle kendinden geçmiş.
drunk drunk dr^nk fiil bakınız drink sıfat, isim sarhoş, içkili.
drunkard drunk.ard dr^nk'ırd isim ayyaş, içkici.
drunken drunk.ensıfat sarhoş, içkili.
drunkenness drunk.en.nessisim sarhoşluk.
dry cell kuru pil.
dry cleaner kuru temizleyici.
dry cleaning kuru temizleme.
dry cough kuru öksürük.
dry dock denizcilikle ilgili kuru havuz.
dry goods manifatura, mensucat.
dry mustard toz hardal, hardal tozu.
dry quart 7,747 litre.
dry up kurumak, tükenmek; kurutmak, tüketmek.
dry dry dray sıfat 1. kuru. 2. yağmursuz, kurak, susuz. 3.
susamış. 4. kurumuş, suyu çekilmiş. 5. süt vermeyen,
sütü kesilmiş (inek). 6. kör (kuyu). 7. sert, keskin. 8.
yavan, tatsız (söz, konuşma v.b.). 9. sek (içki). 10.
sıkıcı. fiil (dried) kurutmak; kurumak.
dryer dry.er dray'ır isim kurutucu; kurutma makinesi: hair
dryer saç kurutucusu. clothes dryer çamaşır kurutma
makinesi.
dual du.al du'wıl sıfat ikili, çifte, çift; çift yönlü.
dual-purpose du.al-pur.posesıfat çift amaçlı.

395
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dub dub d^b fiil (dubbed, dubbing) dublaj yapmak, filmi


çekimden sonra seslendirmek.
dubious du.bi.ous du'biyıs sıfat 1. kuşkulu, şüpheli. 2. belirsiz.
3. kararsız. 4. güvenilmez.
duchess duch.ess d^ç'îs isim düşes.
duck duck d^k isim ördek; dişi ördek. fiil 1. (başını veya
vücudunu) suya sokup çıkarmak, suya daldırmak; suya
dalmak. 2. başını çabucak eğip kaldırmak.
duckling duck.lingisim ördek yavrusu, palaz.
duct duct d^kt isim tüp, kanal.
dud dud d^d isim 1. patlamayan mermi veya bomba. 2.
başarısız kimse; fiyasko.
duds duds d^dz isim, çoğul, konuşma dili giysiler.
due to -den dolayı, nedeniyle, yüzünden.
due due du, dyu sıfat 1. ödenmesi gereken, vadesi gelmiş.
2. uygun, gereken: The rent is due at the end of each
month. Kiranın, her ayın sonunda ödenmesi gerekiyor.
3. yeterli: After due consideration he accepted the qob.
İyice düşünüp taşındıktan sonra işi kabul etti. isim hak.
duel du.el du'wıl isim düello. fiil düello etmek.
dues dues duz isim ödenti, aidat.
duet duet duwet' isim düet, düo.
dug dug d^g fiil bakınız dig
duke duke duk isim dük.
dull dull d^l sıfat 1. kalın kafalı, anlayışsız, gabi. 2. kör,
kesmez (bıçak, makas v.b.). 3. donuk, sönük (renk). 4.
duygusuz. 5. sıkıcı, kasvetli. fiil 1. sersemlemek;
sersemletmek: dull someone's mind birini
sersemletmek. 2. körletmek; körlenmek: dull a blade
bıçağı körletmek. 3. donuklaştırmak; donuklaşmak. 4.
duygusuzlaşmak; duygusuzlaştırmak. 5. (ağrıyı)
hafifletmek, azaltmak.
duly du.ly du'li zarf 1. uygun olarak, gereğince, gerektiği
gibi, hakkıyla. 2. tam zamanında.

396
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dumb dumb d^m sıfat 1. dilsiz. 2. dili tutulmuş, sessiz. 3.


konuşma dili sersem, kafasız, budala.
dumbfound dumb.found d^mfaund' fiil hayretler içinde bırakmak,
şaşırtmak.
dumfound dum.found d^mfaund' fiil bakınız dumbfound
dummy dum.my d^m'i isim 1. taklit, sahte şey. 2. terzilik
manken. sıfat taklit, sahte; yapay.
dump truck damperli kamyon.
dump dump d^mp fiil 1. boşaltmak, atmak. 2. ticaret damping
yapmak, toptan ucuza satmak. isim çöp yığını, çöplük.
dumping dump.ingisim, ticaret damping.
dumps dumps d^mps isim, çoğul bakınız be down in the
dumps
dun dun d^n fiil (dunned, dunning) alacağını istemek,
borçluyu sıkıştırmak.
dunce dunce d^ns isim ahmak.
dune dune dun isim kumul.
dung dung d^ng isim 1. hayvan tersi. 2. gübre. fiil
gübrelemek.
dungarees dun.ga.rees d^ngıriz' isim, çoğul blucin pantolon,
blucin, kot pantolon, kot; blucin tulum.
dungeon dun.geon d^n'cın isim zindan.
dunk dunk d^ngk fiil batırmak, banmak.
duo du.o du'wo isim ikili, duo, düo.
duodenum du.o.de.num duwıdi'nım isim, anatomi onikiparmak
bağırsağı.
dupe dupe dup isim safdil. fiil aldatmak, dolandırmak.
duplex du.plex du'pleks sıfat 1. çift. 2. dubleks.
duplicate du.pli.cate du'plıkît sıfat, isim 1. eş, çift. 2. kopya. fiil
1. kopyasını yapmak. 2. kopya etmek, suretini
çıkarmak.
duplicity du.plic.i.ty duplîs'ıti isim ikiyüzlülük, düzenbazlık,
hile.

397
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

durability du.ra.bil.i.ty dûrıbîl'ıti isim 1. dayanıklılık. 2.


süreklilik, devam.
durable du.ra.ble dûr'ıbıl sıfat 1. dayanıklı, sağlam, eskimez. 2.
sürekli, devamlı.
duration du.ra.tion dûrey'şın isim 1. süreklilik, devam. 2. süre.
duress du.ress dûres' isim zorlama, baskı.
during dur.ing dûr'îng edat boyunca, süresince, esnasında,
zarfında, -de.
dusk dusk d^sk isim alacakaranlık, akşam karanlığı.
dusky duskysıfat 1. oldukça karanlık. 2. koyu esmer.
dust cover şömiz, ceket.
Dust has settled on everything. Her şey tozlandı.
dust jacket şömiz, ceket.
dust dust d^st isim 1. toz. 2. toprak. fiil 1. toz serpmek: dust
a cake with sugar keke şeker serpmek. 2. tozunu almak;
fırçalamak: She is dusting the furniture. Mobilyanın
tozunu alıyor.
dustcloth dust.clothisim toz bezi.
dustheap dust.heap (d^st'hip)isim toz veya süprüntü yığını.
dustpan dust.pan d^st'pän isim faraş.
dusty dustysıfat 1. tozlu. 2. toz gibi.
Dutch treat konuşma dili masrafın Alman usulü bölüşüldüğü
eğlenti.
Dutch Dutch d^ç sıfat 1. Hollanda, Hollanda'ya özgü. 2.
Hollandalı. 3. Hollandaca. isim Hollandaca.
Dutchman Dutch.man d^ç'mın isim (Dutchmen) Hollandalı erkek,
Hollandalı.
Dutchwoman Dutch.wom.an d^ç'wûmın isim (Dutchwomen)
Hollandalı kadın, Hollandalı.
dutiful du.ti.fulsıfat 1. ödevcil. 2. saygılı.
duty to -e karşı sorumluluk.
duty towards -e karşı sorumluluk.
duty du.ty du'ti isim 1. görev, ödev, vazife. 2. gümrük resmi,
gümrük vergisi.

398
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

duty-free du.ty-free du'tifri sıfat, zarf gümrüksüz.


dwarf dwarf dwôrf isim cüce. fiil 1. cüceleştirmek. 2. küçük
göstermek. sıfat cüce, bodur.
dwell in -de ikamet etmek, -de oturmak.
dwell dwell dwel fiil (dwelt/dwelled) 1. ikamet etmek,
oturmak. 2. on (bir konu) üzerinde durmak.
dweller dwell.erisim oturan, sakin.
dwelling dwell.ingisim konut, ev, ikametgâh, mesken.
dwindle dwin.dle dwîn'dıl fiil 1. yavaş yavaş azalmak, gittikçe
ufalmak, giderek küçülmek. 2. önemini kaybetmek.
dye dye day isim boya, renk. fiil boyamak; boyanmak.
dyestuff dye.stuff day'st^f isim boya maddesi.
dying dy.ing day'îng fiil bakınız die
dyke dyke dayk isim bakınız dike
dynamic dy.nam.ic daynäm'îk sıfat 1. dinamik, devimsel. 2.
mekanik gücü olan. 3. dinamik, canlı, hareketli.
dynamite dy.na.mite day'nımayt isim dinamit. fiil dinamitle
havaya uçurmak, dinamitlemek.
dynamo dy.na.mo day'nımo isim dinamo.
dynasty dy.nas.ty day'nısti, [İngiliz İngilizcesi] dîn'ısti isim
hanedan.
dysentery dys.en.ter.y dîs'ınteri isim, tıbbi dizanteri, kanlı basur.
dyspepsia dys.pep.sia dîspep'şı, dîspep'siyı isim, tıbbi
hazımsızlık, dispepsi.
E. E.kısaltma «East» Eastern English
e.g. e.g. i'ci' kısaltma exempli gratia (for example) mesela,
örneğin.
ea. ea.kısaltma each
each one her biri.
each other birbirini.
each each iç sıfat her, her bir. zamir her biri, tanesi.
eager beaver görevine fazlasıyla bağlı kimse.
eager ea.ger i'gır sıfat istekli, hevesli, can atan.
eagerness ea.ger.nessisim şevk, istek, arzu, canlılık.

399
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

eagle ea.gle i'gıl isim kartal, karakuş.


eagle-eyed ea.gle-eyed i'gılayd' sıfat keskin gözlü.
ear ear îr isim başak.
eardrum ear.drum îr'dr^m isim, anatomi kulakzarı, kulakdavulu.
earful ear.ful îr'fûl isim, konuşma dili 1. azar, papara, zılgıt. 2.
bir sürü dedikodu. 3. beklenmedik bir sürü laf.
earl earl ırl isim kont.
earlobe ear.lobe îr'lob isim kulakmemesi.
early riser erken kalkan kimse.
early warning system erken uyarı sistemi.
early ear.ly ır'li sıfat erken; eski; ilk. zarf zamansız, vakitsiz,
vaktinden evvel.
earmark ear.mark îr'mark isim 1. hayvanların kulaklarına takılan
marka. 2. (bir şeyin) esas niteliği. fiil belirli bir maksat
için ayırmak, bir yana koymak.
earn one's keep (biri/bir hayvan) yaptığı hizmetle kendi masrafını
çıkarmak/karşılamak.
earn earn ırn fiil kazanmak; kazandırmak.
earnest money teminat akçesi, pey akçesi.
earnest ear.nest ır'nîst sıfat ciddi, ağırbaşlı.
earnings earn.ings ır'nîngz isim kazanç, kâr; maaş, gelir.
earphone ear.phone îr'fon isim bakınız headphone
earring ear.ring îr'rîng isim küpe.
earshot ear.shot îr'şat isim bakınız be out of earshot be within
earshot
earsplitting ear.split.ting îr'splîtîng sıfat sağır edici (ses).
earth earth ırth isim 1. dünya. 2. toprak. 3. elektrik toprak.
earthen earth.en ır'thın sıfat topraktan yapılmış, toprak.
earthenware earth.en.ware ır'thınwer isim çanak çömlek. sıfat
topraktan yapılmış, toprak.
earthly earth.ly ırth'li sıfat dünyaya ait, dünyevi.
earthquake earth.juake ırth'kweyk isim deprem, zelzele,
yersarsıntısı.

400
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

earthshaking earth.shak.ing ırth'şeykîng sıfat inançları kökünden


sarsan, fikirleri altüst eden.
earthworm earth.worm ırth'wırm isim yer solucanı.
earthy earth.y ır'thi sıfat 1. toprağa benzer, topraksı. 2. kaba,
incelikten yoksun.
earwax ear.wax îr'wäks isim kulak kiri.
ease off gevşetmek.
ease up gevşetmek.
ease ease iz fiil 1. rahat ettirmek, sıkıntıdan kurtarmak. 2.
(ağrıyı) yatıştırmak. 3. kolaylaştırmak. 4. dikkatle
yerleştirmek. 5. yavaş yavaş hareket ettirmek.
easel ea.sel i'zıl isim ressam sehpası, şövale.
easily eas.i.ly i'zıli zarf kolaylıkla, kolayca, rahat rahat.
easiness eas.i.ness i'zînîs isim 1. kolaylık. 2. yumuşaklık,
yumuşak davranış.
east east ist isim doğu, şark. sıfat doğu. zarf doğuya doğru,
doğuya.
Easter egg Paskalya yumurtası.
Easter East.er is'tır isim Paskalya, Paskalya yortusu.
easterly east.er.ly is'tırli zarf 1. doğudan. 2. doğuya doğru. sıfat
1. gündoğusuna bakan. 2. doğudan esen.
eastern east.ern is'tırn sıfat doğu, doğusal, doğuya ait.
eastward east wardsıfat 1. doğuya yönelen. 2. doğuya bakan. zarf
doğuya doğru, doğu yönünde.
eastwardly east.ward.lyzarf 1. doğuya doğru. 2. doğudan. sıfat 1.
doğuya yönelen. 2. doğudan esen (rüzgâr).
eastwards east.wardszarf doğuya doğru, doğu yönünde.
easy chair rahat koltuk.
easy mark konuşma dili kolayca aldatılabilen kimse.
easy money kolay kazanılmış para.
easy eas.y i'zi zarf, konuşma dili kolayca, rahatça.
easygoing eas.y.go.ing i'zigo'wîng sıfat uysal, yumuşak başlı.
eat humble pie kibri kırılmak, burnu sürtülmek; kabahatini itiraf edip af
dilemek, tükürdüğünü yalamak.

401
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

eat one's fill karnını doyurmak.


eat one's heart out konuşma dili kendi kendini yemek, içi içini yemek, çok
üzülmek.
eat one's words sözünü geri almak.
eat someone out of house and home konuşma dili aşırı miktarda yiyerek birinin bütçesini
altüst etmek.
eat up yiyip bitirmek.
eat eat it fiil (ate, eaten) 1. yemek. 2. yemek yemek.
eaves eaves ivz isim saçak.
eavesdrop eaves.drop ivz'drap fiil on -e kulak misafiri olmak.
ebb tide cezir, inik deniz.
ebb ebb eb isim deniz sularının çekilmesi. fiil (deniz)
çekilmek.
ebony eb.on.y eb'ıni isim, sıfat abanoz.
ebullient e.bul.lient îb^l'yınt sıfat 1. içi kaynayan, coşkun, şevkli.
2. kaynayan, taşan (sıvı).
eccentric ec.cen.tric îksen'trîk sıfat 1. acayip, garip, tuhaf,
eksantrik. 2. dışmerkezli, eksantrik. isim garip bir kişi,
eksantrik.
eccentricity ec.cen.tric.i.ty eksentrîs'ıti isim 1. tuhaflık, eksantriklik.
2. dışmerkezlilik, eksantriklik.
ecclesiastic ec.cle.si.as.tic îkliziyäs'tîk sıfat kiliseye veya kilise
örgütüne ait, dini. isim papaz, rahip.
echelon ech.e.lon eş'ılan isim, askeri kademe.
echo ech.o ek'o isim (echoes) yankı. fiil 1. yankılanmak,
aksetmek. 2. tekrarlanmak; tekrarlamak.
éclair é.clair îkler', eykler' isim ekler (bir çeşit pasta).
eclectic ec.lec.tic eklek'tîk, îklek'tîk sıfat 1. çeşitli sistem ve
kaynaklardan derlenmiş. 2. felsefe seçmeci, seçmeciliğe
ait. isim, felsefe seçmeci.
eclecticism ec.lec.ti.cismisim, felsefe seçmecilik.
eclipse e.clipse îklîps' isim, gökbilim tutulma. fiil 1. ışığını
karartmak. 2. (birinden) üstün çıkmak, (birini) gölgede
bırakmak.

402
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ecological ec.o.log.i.cal ekılac'îkıl sıfat ekoloqik, çevrebilimsel.


ecologist e.col.o.gist îkal'ıcîst isim ekoloqist, çevrebilimci.
ecology e.col.o.gy îkal'ıci isim ekoloqi, çevrebilim.
econ. econ.kısaltma «economic» economics economy
economic ec.o.nom.ic ekınam'îk, ikınam'îk sıfat ekonomiyle
ilgili, ekonomik, iktisadi.
economical ec.o.nom.i.calsıfat tutumlu, hesaplı; ekonomik.
economics ec.o.nom.icsisim iktisat, ekonomi bilimi.
economist e.con.o.mist îkan'ımîst isim iktisatçı, ekonomist.
economize e.con.o.mize îkan'ımayz fiil tasarruf etmek, ekonomi
yapmak, iktisat yapmak.
economy e.con.o.my îkan'ımi isim 1. ekonomi, iktisat. 2.
tasarruf, tutumluluk, ekonomi.
ecosystem ec.o.sys.tem ek'osîstım isim ekosistem.
ecstasy ec.sta.sy ek'stısi isim esrime, coşu, kendinden geçme,
vecit.
ecstatic ec.stat.ic ekstät'îk sıfat 1. esrik, kendinden geçmiş. 2.
çok mutlu, sevinç dolu.
Ecuador Ec.ua.dor ek'wıdôr isim Ekvador.
Ecuadoran isim Ekvadorlu. sıfat 1. Ekvador, Ekvador'a özgü. 2.
Ekvadorlu.
Ecuadorean isim Ekvadorlu.
Ecuadorian isim Ekvadorlu.
ecumenical ec.u.men.i.cal ekyûmen'îkıl sıfat 1. kiliselerin tümünü
temsil eden; tüm kiliselerin kabul ettiği. 2. tüm
kiliselerin birleşmesini amaçlayan.
eczema ec.ze.ma ek'sımı, eg'zımı isim, tıbbi egzama, mayasıl.
ed. ed.kısaltma edited edition editor
eddy ed.dy ed'i isim girdap, anafor, eğrim, çevri, burgaç. fiil
anaforlanmak, burgaçlanmak.
edema e.de.ma îdi'mı isim, tıbbi ödem.
edge edge ec isim 1. kenar. 2. konuşma dili avantaq,
üstünlük. fiil 1. kenarına bordür yapmak. 2. (bir tarafa
doğru) yavaş yavaş gitmek.

403
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

edgewise edge.wise ec'wayz zarf yan yan, yanlamasına; yandan.


edginess edg.i.nessisim sinirlilik.
edging edg.ing ec'îng isim kenar suyu, dantel, sutaşı.
edgy edg.y ec'i sıfat sinirli, sinirleri gergin.
edible ed.i.ble ed'ıbıl sıfat yenebilir. isim yiyecek.
edict e.dict i'dîkt isim emir, ferman.
edifice ed.i.fice ed'ıfîs isim büyük yapı.
edify ed.i.fy ed'ıfay fiil ahlakça yükseltmek.
edifying ed.i.fyingsıfat ahlakça yükselten.
edit ed.it ed'ît fiil redaksiyon yapmak.
editing ed.it.ingisim redaksiyon.
edition e.di.tion îdîş'ın isim edisyon, basım.
editor ed.i.tor ed'îtır isim 1. editör. 2. redaktör.
editorial ed.i.to.ri.al edîtôr'iyıl isim başmakale.
editorship ed.i.tor.shipisim 1. editörlük. 2. redaktörlük.
educate ed.u.cate ec'ûkeyt fiil eğitmek; okutmak.
educated ed.u.catedsıfat eğitimli, tahsilli.
education ed.u.ca.tion ecûkey'şın isim eğitim.
educational ed.u.ca.tion.alsıfat eğitimsel, eğitsel; eğitici.
educator ed.u.ca.torisim eğitimci, eğitmen.
EEC EEC i'isi kısaltma European Economic Community.
eel eel il isim (eels/eel) yılanbalığı.
efface oneself dikkatleri üstüne çekmemeye çalışmak.
efface ef.face îfeys' fiil 1. silmek, bozmak. 2. yok etmek,
gidermek.
effect ef.fect îfekt' isim etki, sonuç. fiil yerine getirmek,
gerçekleştirmek, başarmak.
effective ef.fec.tive îfek'tîv sıfat 1. yürürlükte. 2. etkili, tesirli.
isim, ticaret efektif, nakit.
effects ef.fectsisim, çoğul eşya, mal.
effectual ef.fec.tu.al îfek'çuwıl sıfat etkili, istenilen sonucu
veren.
effeminate ef.fem.i.nate îfem'ınît sıfat kadınsı, efemine.
effervesce ef.fer.vesce efırves' fiil köpürmek, kabarmak.

404
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

effervescent ef.fer.ves.centsıfat efervesan.


effete ef.fete îfit' sıfat 1. bitkin, halsiz, güçsüz. 2. kısır,
verimsiz. 3. efemine.
efficacious ef.fi.ca.cious efıkey'şıs sıfat istenen sonucu veren,
etkili, tesirli.
efficacy ef.fi.ca.cy ef'ıkısi isim yarar, fayda, etki.
efficiency ef.fi.cien.cy îfîş'ınsi isim hızlı ve verimli çalışma.
efficient ef.fi.cient îfîş'ınt sıfat hızlı ve verimli çalışan,
randımanlı.
effigy ef.fi.gy ef'ıci isim bakınız burn someone in effigy hang
someone in effigy
effluence ef.flu.ence ef'luwıns isim 1. dışarı akma, akıntı. 2. atık
su; atık madde.
effluent effluentisim atık su; atık madde.
effort ef.fort ef'ırt isim gayret, çaba, efor.
effortless ef.fort.lesssıfat zahmetsiz, kolay.
effrontery ef.fron.ter.y îfr^n'tıri isim küstahlık, yüzsüzlük.
effusive ef.fu.sive îfyu'sîv sıfat coşkun, taşkın.
egg white yumurta akı.
egg egg eg fiil on tahrik etmek, kışkırtmak.
eggbeater egg.beat.er eg'bitır isim yumurta çırpacağı.
eggcup egg.cup eg'k^p isim yumurtalık, yumurta kabı.
egghead egg.head eg'hed isim, argo entel, entelektüel.
eggplant egg.plant eg'plänt isim patlıcan.
eggshell egg.shell eg'şel isim yumurta kabuğu.
ego e.go i'go isim benlik, ego, ben.
egocentric e.go.cen.tric igosen'trîk sıfat egosantrik, beniçinci.
egocentricity e.go.cen.tric.i.tyisim egosantrizm, beniçincilik.
egoism e.go.ism i'gowîzım isim egoizm, bencillik.
egoist e.go.istisim bencil, egoist.
egotism e.go.tism i'gıtîzım isim egotizm, benlikçilik.
egotist e.go.tistisim bencil.
egregious e.gre.gious îgri'cıs sıfat fevkalade kötü, korkunç: an
egregious mistake korkunç bir yanlış.

405
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Egypt E.gypt i'cîpt isim Mısır.


Egyptian E.gyp.tian îcîp'şın isim Mısırlı. sıfat 1. Mısır, Mısır'a
özgü. 2. Mısırlı.
eh eh ey ünlem, konuşma dili 1. ... değil mi?: He's a lucky
guy, eh? Şanslı bir herif, değil mi? 2. Ne?/Ha?: "Come
here!""Eh?" "I said `Come here!'" "Buraya gel!""Ne?"
"`Buraya gel!' dedim.
eiderdown ei.der.down ay'dırdaun isim kuştüyü yorgan.
eight eight eyt sıfat sekiz. isim sekiz rakamı (6, VIII).
eighteen eight.een ey'tin' sıfat onsekiz. isim onsekiz rakamı (36,
XVIII).
eighteenth eight.eenthsıfat, isim 1. onsekizinci. 2. onsekizde bir.
eighth note sekizlik nota, sekizlik.
eighth eighth eyt.th sıfat 1. sekizinci. 2. sekizde bir.
eight-hour day günde sekiz saat çalışma sistemi.
eightieth eightiethsıfat, isim 1. sekseninci. 2. seksende bir.
eighty eight.y ey'ti, eyth sıfat seksen. isim seksen rakamı (68,
LXXX).
Eire Eir.e er'ı isim İrlanda Cumhuriyeti.
either this or that ya bu ya o.
either ei.ther i'dhır, ay'dhır sıfat ikisi de; her iki: She doesn't
like either one. İkisini de sevmiyor. On either side of
him sat a cat. Her iki tarafında bir kedi oturuyordu.
zamir her ikisi, ikisi de; ikisinden biri: You can have
either. İkisinden birini alabilirsin. bağlaç ya ... ya (da) :
Either you do this or you clear out of here for good. Ya
bunu yaparsın, ya buradan temelli defolursun. zarf de:
"I don't know how to play bridge." "I don't either."
"Briç oynamayı bilmiyorum." "Ben de."
ejaculate e.jac.u.late îcäk'yıleyt fiil 1. birdenbire yüksek bir sesle
söylemek. 2. boşalmak, meni gelmek.
ejaculation ejac.u.la.tionisim 1. ünlem. 2. boşalma, meninin
atılması.

406
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

eject e.ject îcekt' fiil 1. dışarı atmak, çıkarmak, fışkırtmak. 2.


defetmek, kovmak.
ejector e.jectorisim, makine fışkırtıcı, eqektör.
eke out a living kıt kanaat geçinmek.
eke out (bir şey yapmakla) (yetersiz bir şeyi) artırmak.
eke eke ik fiil bakınız eke out eke out a living
El Salvador El Sal.va.dor el säl'vıdôr El Salvador.
elaborate e.lab.o.rate îläb'ıreyt fiil (on) ayrıntılarına girmek.
élan é.lan eylan' isim şevk, canlılık.
elapse e.lapse îläps' fiil (zaman) geçmek, akmak.
elastic e.las.tic îläs'tîk sıfat 1. esnek, elastik, elastiki. 2.
lastikli. isim lastik, lastikli şerit.
elasticity e.las.tic.i.ty îlästîs'ıti isim esneklik, elastiklik, elastisite.
elate e.late îleyt' fiil çok sevindirmek, çok neşelendirmek.
elated e.latedsıfat sevinçli, kıvançlı.
elation e.la.tion îley'şın isim sevinç, kıvanç.
elbow grease konuşma dili alın teri, emek.
elbow el.bow el'bo isim dirsek. fiil dirsekle itmek veya
vurmak, dirseklemek; ite kaka yol açmak.
elbowroom el.bow.room el'borum' isim rahatça hareket
edilebilecek yer, geniş yer.
elder brother ağabey.
elder sister abla.
elder el.der el'dır isim mürver ağacı, mürver.
elderly eld.er.ly el'dırli sıfat oldukça yaşlı.
elders eld.ersisim, çoğul (yaşça) büyükler.
eldest eld.est el'dîst sıfat (yaşça) en büyük.
elect e.lect îlekt' fiil seçmek.
election e.lec.tion îlek'şın isim seçim.
electioneer e.lec.tion.eer îlekşınir' fiil seçim propagandası yapmak.
elective e.lec.tive îlek'tîv sıfat 1. isteğe bağlı. 2. seçimle elde
edilen (bir makam). isim seçmeli ders.
elector e.lec.tor îlek'tır isim seçmen.
electorate e.lec.tor.ate îlek'tırît isim seçmenler.

407
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

electric arc fizik, elektrik elektrik arkı, elektrik yayı.


electric chair elektrikli sandalye.
electric current elektrik elektrik akımı, elektrik cereyanı.
electric eye elektrikli göz.
electric fan vantilatör.
electric guitar müzik elektrogitar.
electric light elektrik lambası.
electric meter elektrik saati.
electric motor elektrik motoru.
electric power elektrik kuvveti.
electric shaver elektrikli tıraş makinesi.
electric e.lec.tric îlek'trîk sıfat, elektrik 1. elektrikle ilgili. 2.
elektrikli.
electrical appliance elektrikli alet; elektrikli aygıt.
electrical engineer elektrik mühendisi.
electrical e.lec.tri.cal îlek'trîkıl sıfat, elektrik 1. elektrikli. 2.
elektrikle ilgili.
electrician e.lec.tri.cian îlektrîş'ın isim elektrikçi, elektrik
tesisatçısı.
electricity e.lec.tric.i.ty îlektrîs'ıti isim elektrik.
electrification e.lec.tri.fi.ca.tion îlektrıfîkey'şın isim elektriklendirme,
elektrifikasyon.
electrify e.lec.tri.fy îlek'trıfay fiil 1. elektriklendirmek. 2.
elektriklemek. 3. heyecanlandırmak, heyecan vermek.
electrocardiogram e.lec.tro.car.di.o.gram îlek'trokar'diyıgräm' isim, tıbbi
elektrokardiyogram.
electrocute e.lec.tro.cute îlek'trıkyut fiil 1. elektrikle öldürmek. 2.
elektrikli sandalyede idam etmek.
electrode e.lec.trode îlek'trod isim elektrot.
electrolysis e.lec.trol.y.sis îlektral'ısîs isim elektroliz.
electrolyte e.lec.tro.lyte îlek'trılayt isim elektrolit.
electromagnet e.lec.tro.mag.net îlek'tromäg'nît isim elektromıknatıs.
electromagnetic e.lec.tro.mag.net.icsıfat elektromanyetik.
electron e.lec.tron îlek'tran isim elektron.

408
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

electronic music müzik elektronik müzik.


electronic e.lec.tron.ic îlektran'îk sıfat elektronik.
electronics e.lec.tron.ics îlektran'îks isim elektronik.
electropositive e.lec.tro.pos.i.tive îlektropaz'ıtîv sıfat elektropozitif.
electroshock e.lec.tro.shock îlek'troşak isim, tıbbi elektroşok.
elegance el.e.gance el'ıgıns isim zarafet.
elegant el.e.gant el'ıgınt sıfat zarif.
elegy el.e.gy el'ıci isim eleqi, ağıt.
element el.e.ment el'ımınt isim 1. öğe, unsur, eleman, parça. 2.
kimya element, öğe.
elemental el.e.men.tal elımen'tıl sıfat 1. ilkel; dizginsiz,
frenlenmemiş. 2. doğadaki güçlere özgü. 3. doğal.
elementary education ilköğretim.
elementary school ilkokul.
elementary el.e.men.ta.ry elımen'tıri sıfat 1. başlayanlar için:
elementary French course yeni başlayanlar için
Fransızca kursu. 2. temel. 3. ilkel. 4. basit, kolay.
elements el.e.mentsisim, çoğul 1. the doğa güçleri. 2. gruplar. 3.
temel ilkeler.
elephant el.e.phant el'ıfınt isim fil.
elevate el.e.vate el'ıveyt fiil 1. yükseltmek; kaldırmak. 2. terfi
ettirmek.
elevation el.e.va.tion elıvey'şın isim 1. yükseltme; kaldırma. 2.
terfi. 3. coğrafya yükselti.
elevator shaft asansör boşluğu.
elevator el.e.va.tor el'ıveytır isim 1. asansör. 2. silo.
eleven e.lev.en îlev'ın sıfat on bir. isim on bir rakamı (33, XI).
eleventh hour son dakika.
eleventh e.lev.enthsıfat 1. on birinci. 2. on birde bir.
elf elf elf isim (elves) cüce ve yaramaz cin.
elicit e.lic.it îlîs'ît fiil 1. (gerçeği) ortaya çıkarmak. 2. (bilgi)
edinmek, sağlamak. 3. -e yol açmak, -e neden olmak.
eligibility el.i.gi.bil.i.tyisim uygunluk.
eligible el.i.gi.ble el'ıcıbıl sıfat for -e uygun.

409
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

eliminate e.lim.i.nate îlîm'ıneyt fiil 1. gidermek; yok etmek. 2.


(bir yarışçıyı) elemek. 3. konuşma dili öldürmek,
temizlemek.
elimination elim.i.na.tionisim 1. giderme; yok etme. 2. (yarışçıyı)
eleme.
elite e.lite elit', îlit' isim elit, seçkinler. sıfat elit, seçkin.
elixir e.lix.ir îlîk'sır isim iksir.
elk elk elk isim kanadageyiği; avrupamusu.
ellipse el.lipse îlîps' isim elips.
ellipsis el.lip.sis îlîp'sîs isim, dilbilgisi (ellipses) eksilti, eksiltili
anlatım.
elliptical el.lip.ti.cal îlîp'tîkıl sıfat eliptik.
elm elm elm isim karaağaç.
elocution el.o.cu.tion elıkyu'şın isim 1. söz söyleme sanatı. 2.
etkili ve güzel konuşma tarzı.
elongate e.lon.gate îlông'geyt fiil uzatmak.
elongation elon.ga.tionisim uzatma.
elope e.lope îlop' fiil evlenmek için evden kaçmak, âşığıyla
kaçmak.
eloquence el.o.juence el'ıkwıns isim etkili ve güzel söz söyleme
yeteneği.
eloquent el.o.juentsıfat 1. etkili ve güzel söz söyleyen. 2. etkili
ve güzel (sözler, konuşma tarzı).
else else els zarf başka: What else can he do? Başka ne
yapabilir? Who else was there? Orada başka kim vardı?
Where else can they be? Başka nerede olabilirler?
elsewhere else.where els'hwer zarf başka yere; başka yerde.
elucidate e.lu.ci.date îlu'sıdeyt fiil açıklamada bulunmak, izahat
vermek; açıklamak.
elude e.lude îlud' fiil 1. (izleyenleri, bir tehlikeyi) atlatmak. 2.
hatırlayamamak, aklına gelmemek: The name of the
town eludes me. Şehrin adı aklıma gelmiyor.
elusive e.lu.sive îlu'sîv sıfat 1. yakalanması zor. 2. tarifi zor;
anlaşılması zor. 3. çabucak geçen.

410
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

elves elves elvz isim, çoğul bakınız elf


emaciated e.ma.ci.at.ed îmey'şiyeytıd sıfat (açlıktan veya
hastalıktan) çok zayıflamış, sıskası çıkmış, bir deri bir
kemik kalmış.
emanate em.a.nate em'ıneyt fiil from -den çıkmak; -den
yayılmak; -den fışkırmak; -den akmak.
emancipate e.man.ci.pate îmän'sıpeyt fiil 1. azat etmek, serbest
bırakmak, özgürlüğüne kavuşturmak. 2. from -den
kurtarmak.
emancipation eman.ci.pa.tionisim 1. azat etme, serbest bırakma. 2.
özgürlük, kurtuluş.
emasculate e.mas.cu.late îmäs'kyıleyt fiil 1. hadım etmek, enemek,
burmak. 2. kuvvetten düşürmek. 3. (bazı kısımları
çıkararak veya sansür ederek) (bir yazıyı) kuşa
çevirmek/benzetmek.
embalm em.balm îmbam' fiil tahnit etmek, mumyalamak.
embankment em.bank.ment îmbängk'mınt isim toprak set.
embargo em.bar.go îmbar'go isim (embargoes) ambargo.
embark on -e girişmek, -e başlamak.
embark upon -e girişmek, -e başlamak.
embark em.bark îmbark' fiil gemiye binmek.
embarkation em.bark.a.tionisim gemiye binme.
embarrass em.bar.rass îmbär'ıs fiil utandırmak, mahcup etmek.
embarrassment em.bar.rass.mentisim utanma, utanç duyma, mahcup
olma.
embassy em.bas.sy em'bısi isim elçilik, sefaret.
embattled em.bat.tled îmbät'ıld sıfat güç durumda, sıkışmış.
embed em.bed îmbed' fiil (embedded, embedding) (in) (içine)
iyice yerleştirmek, gömmek.
embellish em.bel.lish îmbel'îş fiil süslemek.
embellishment em.bel.lish.mentisim 1. süsleme. 2. süs.
ember em.ber em'bır isim kor; köz.
embezzle em.bez.zle îmbez'ıl fiil (emanet para veya mülkü)
zimmetine geçirmek.

411
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

embezzlement em.bez.zle.mentisim zimmete geçirme.


embezzler em.bez.zler îmbez'lır isim zimmetine para geçiren
kimse.
embitter em.bit.ter îmbît'ır fiil hayata küstürmek.
emblazon em.bla.zon îmbley'zın fiil 1. süslemek, tezyin etmek. 2.
armalarla donatmak. 3. kutlamak.
emblem em.blem em'blım isim amblem, simge.
embodiment em.bod.i.ment îmbad'imınt isim (bir şeyin) somut hali;
kendisi: She is the embodiment of elegance. Zarafetin ta
kendisi.
embody em.bod.y îmbad'i fiil 1. in (belirli veya somut bir halde)
dışa vurmak. 2. kapsamak.
embolden em.bold.en îmbol'dın fiil cesaret vermek,
yüreklendirmek.
embolism em.bo.lism em'bılîzım isim, tıbbi amboli.
emboss em.boss îmbôs' fiil 1. kabartma desenle süslemek. 2.
kakmak, kabartmak.
embrace em.brace îmbreys' fiil 1. (birine) sarılmak, (birini)
kucaklamak; kucaklaşmak. 2. kapsamak. 3. (bir dini)
kabul etmek, (bir dine) girmek. 4. (bir teklifi) kabul
etmek. isim kucak.
embroider em.broi.der îmbroy'dır fiil 1. üzerine nakış işlemek. 2.
(anlatılan bir öykü veya olayı) hayalinden bir şeyler
katarak süslemek.
embroidery frame kasnak.
embroidery em.broi.der.yisim nakış, işleme.
embroil em.broil îmbroyl' fiil (birini) (zor bir işe) sokmak,
karıştırmak.
embryo em.bry.o em'briyo isim, biyoloji embriyon, oğulcuk.
emcee em.cee em'si' isim sunucu. fiil (bir programın)
sunuculuğunu yapmak.
emend e.mend îmend' fiil (bir metnin) yanlışlarını düzeltmek.
emendation e.mend.a.tionisim (metne ait) düzeltme.

412
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

emerald em.er.ald em'ırıld isim 1. zümrüt. 2. zümrüt yeşili. sıfat


zümrüt yeşili.
emerge e.merge îmırc' fiil çıkmak, meydana çıkmak.
emergency door acil çıkış kapısı.
emergency exit acil çıkış kapısı.
emergency landing mecburi iniş.
emergency treatment acil tedavi.
emergency ward (hastanede) acil servis.
emergency e.mer.gen.cy îmır'cınsi isim acil durum.
emergent e.mergentsıfat çıkan, meydana çıkan.
emeritus e.mer.i.tus îmer'ıtıs sıfat emeritus (emekli bir üniversite
öğretim görevlisine verilen unvan).
emery board zımparalı tırnak törpüsü.
emery em.er.y em'ıri isim zımpara.
emetic e.met.ic îmet'îk sıfat, isim kusturucu (ilaç).
emigrant em.i.grant em'ıgrınt isim göçmen.
emigrate em.i.grate em'ıgreyt fiil göç etmek.
emigration em.i.gra.tionisim göç.
émigré é.mi.gré em'ıgre isim siyasi göçmen.
eminence em.i.nence em'ınıns isim 1. yüksek bir mevki. 2.
yükseklik; yüksek yer, tepe.
eminent em.i.nent em'ınınt sıfat 1. yüksek (mevki). 2. tanınmış
ve üstün, ünlü (kişi). 3. yüksek (yer).
emissary em.is.sar.y em'ıseri isim özel bir görevle gönderilen
kişi.
emission e.mis.sion îmîş'ın isim 1. çıkarma; yayma. 2. mali işler
emisyon.
emit e.mit îmît' fiil (emitted, emitting) çıkarmak; fışkırtmak;
yaymak.
emollient e.mol.lient îmal'yınt sıfat yumuşatıcı. isim yumuşatıcı
ve acıyı dindiren merhem.
emolument e.mol.u.ment îmal'yımınt isim ücret; maaş; kazanç.
emotion e.mo.tion îmo'şın isim duygu, his; heyecan.

413
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

emotional e.mo.tion.al îmo'şınıl sıfat duygusal, duygulu,


heyecanlı.
empathy em.pa.thy em'pıthi isim, ruhbilim bir başkasının
duygularını anlayabilme, duygu sezgisi.
emperor em.per.or em'pırır isim imparator.
emphasis em.pha.sis em'fısîs isim (emphases) 1. vurgu,
vurgulama. 2. önem.
emphasise em.pha.sise em'fısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
emphasize
emphasize em.pha.size em'fısayz fiil vurgulamak.
emphatic em.phat.ic emfät'îk sıfat 1. vurgulanarak söylenen. 2.
ısrarlı. 3. göze çarpan, frapan.
emphatically em.phat.ic.al.lyzarf 1. üzerinde durarak. 2. kesin
olarak.
emphysema em.phy.se.ma emfısi'mı isim, tıbbi anfizem.
empire em.pire em'payr isim imparatorluk.
empirical em.pir.i.cal empîr'îkıl sıfat deneysel, ampirik.
empiricism em.pir.i.cism empîr'ısîzım isim deneycilik, ampirizm.
empiricist em.pir.i.cist empîr'ısîst isim deneyci, ampirist.
employ em.ploy împloy' fiil 1. kullanmak. 2. bir hizmet veya
işte kullanmak, istihdam etmek. isim bakınız be in the
employ of
employee em.ploy.ee împloy'i, employi' isim çalışan; görevli;
işçi.
employer em.ploy.erisim patron, işveren.
employment agency iş bulma bürosu, iş ve işçi bulma kurumu.
employment em.ploy.ment împloy'mınt isim iş verme, istihdam.
empower em.pow.er împaw'ır fiil yetki vermek.
empress em.press em'prîs isim imparatoriçe.
emptiness emp.ti.nessisim boşluk.
empty words boş laf.
empty emp.ty emp'ti sıfat 1. boş. 2. of -den yoksun. 3.
konuşma dili aç. isim boş şey, boş. fiil boşaltmak;
dökmek; boşalmak; dökülmek.

414
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

empty-handed emp.ty-handedsıfat eli boş.


emulate em.u.late em'yıleyt fiil benzerini veya daha iyisini
yapmaya çalışmak; taklit etmeye çalışmak.
emulsion e.mul.sion îm^l'şın isim emülsiyon.
en route yoldayken, giderken.
enable en.a.ble îney'bıl fiil 1. imkân vermek, mümkün kılmak,
sağlamak. 2. yetki vermek.
enact en.act înäkt' fiil yasalaştırmak.
enamel e.nam.el înäm'ıl isim 1. emay. 2. mine. 3. (dişlere ait)
mine. sıfat emaye. fiil (enameled/enamelled,
enameling/enamelling) 1. emaylamak. 2. minelemek.
enameled enam.eledsıfat emaye.
enamor en.am.or înäm'ır fiil bakınız be enamored of
enamour en.am.our înäm'ır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
enamor
encase en.case înkeys' fiil bakınız be encased in
enchant en.chant înçänt' fiil 1. büyülemek. 2. konuşma dili
(birinin) çok hoşuna gitmek.
enchanting en.chant.ingsıfat 1. büyüleyici. 2. konuşma dili harika,
fevkalade, çok güzel.
enchilada en.chi.la.da ençîla'dı isim Meksika mutfağına özgü
böreğe benzeyen acılı bir yemek.
encircle en.cir.cle ensır'kıl fiil etrafını çevirmek, kuşatmak.
encl. encl.kısaltma enclosed enclosure
enclose en.close înkloz' fiil 1. (bir şeyi) (bir mektupla aynı zarf
içine) koymak: I've enclosed a photograph with this
letter. Bu mektupla birlikte bir fotoğraf gönderiyorum.
2. (bir yeri) (duvar, çit v.b. ile) çevirmek: She enclosed
her garden with a hedge. Bahçesini çitle çevirdi.
enclosure en.clo.sure înklo'qır isim 1. (bir yeri) (duvar, çit v.b.
ile) çevirme. 2. (duvar, çit v.b. ile) çevrili olan yer.
enclosures en.clo.suresisim (mektupla aynı zarf içinde) gönderilen
şeyler, ilişiktekiler.

415
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

encompass en.com.pass înk^m'pıs fiil 1. kapsamak. 2. kaplamak,


örtmek. 3. kuşatmak.
encore en.core ang'kôr ünlem Bravo! isim bis.
encounter en.coun.ter înkaun'tır fiil 1. (bir tehlike veya zorlukla)
karşı karşıya gelmek. 2. rastlamak.
encourage en.cour.age înkır'îc fiil 1. teşvik etmek, özendirmek. 2.
cesaret vermek, yüreklendirmek.
encouragement en.cour.age.mentisim 1. teşvik etme, özendirme. 2.
cesaret verme, yüreklendirme.
encouraging en.cour.ag.ing înkır'îcîng sıfat 1. ümitlendirici, umut
verici. 2. teşvik edici, özendirici. 3. cesaret verici,
yüreklendirici.
encroach en.croach înkroç' fiil upon (başkasının hakkına)
tecavüzde bulunmak.
encroachment en.croach.mentisim (başkasının hakkına) tecavüzde
bulunma.
encrust en.crust înkr^st' fiil bakınız be encrusted with
encumber en.cum.ber înk^m'bır fiil bakınız be encumbered with
encumbrance en.cum.branceisim 1. yük. 2. çocuk. 3. hukuk ipotek.
encyclopaedia en.cy.clo.pae.di.a ensayklıpi'diyı isim, İngiliz
İngilizcesi bakınız encyclopedia
encyclopedia en.cy.clo.pe.di.a ensayklıpi'diyı isim ansiklopedi.
encyclopedic en.cy.clo.pe.dicsıfat ansiklopedik.
end table küçük masa, sehpa.
end end end isim 1. uç. 2. son, nihayet. 3. akıbet. 4. gaye,
amaç; niyet, maksat. 5. mecazi ölüm, son. fiil bitirmek,
son vermek; bitmek, sona ermek.
endanger en.dan.ger îndeyn'cır fiil tehlikeye atmak.
endear oneself to someone kendini birine sevdirmek.
endear en.dear îndîr' fiil sevdirmek.
endearing en.dear.ingsıfat sevimli, tatlı.
endeavor en.deav.or îndev'ır fiil yapmaya çalışmak; gayret
etmek, çalışmak. isim çaba, gayret.

416
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

endemic en.dem.ic endem'îk sıfat in (bir yer veya halka) özgü:


That disease is endemic in India. O hastalık Hindistan'a
özgü.
ending end.ing en'dîng isim 1. son, nihayet. 2. dilbilgisi takı,
sonek.
endive en.dive en'dayv, an'div isim acımarul, yabanimarul,
hindiba.
endless end.less end'lîs sıfat sonsuz.
endlessly end.less.lyzarf durmadan, bitmek tükenmek
bilmeksizin.
endlessness end.less.nessisim sonsuzluk.
endorse a bill çeki ciro etmek.
endorse en.dorse îndôrs' fiil 1. ciro etmek. 2. onaylamak.
endorsement en.dorse.ment îndôrs'mınt isim 1. ciro. 2. onay.
endow en.dow îndau' fiil with -e bağışta bulunmak.
endowment en.dow.mentisim 1. Allah vergisi, doğuştan gelen özel
yetenek. 2. bağışlardan oluşan toplu sermaye. 3. bağışta
bulunma.
endurable en.dur.ablesıfat dayanılabilir.
endurance en.dur.ance îndûr'ıns isim dayanma gücü, tahammül.
endure en.dure îndûr', îndyûr' fiil dayanmak, tahammül etmek,
çekmek, kaldırmak.
enduring en.dur.ing îndûr'îng, îndyûr'îng sıfat 1. dayanıklı. 2.
devamlı, sürekli.
endways end.ways end'weyz zarf 1. dik, dikine. 2. ucu ileriye
doğru; uzunluğuna. 3. uç uca.
endwise end.wise end'wayz zarf bakınız endways
enema en.e.ma en'ımı isim, tıbbi lavman, tenkıye.
enemy en.e.my en'ımi isim düşman.
energetic en.er.get.ic enırcet'îk sıfat enerqik, faal.
energize en.er.gize en'ırcayz fiil enerqi vermek, güç vermek.
energy crisis enerji krizi.
energy en.er.gy en'ırci isim 1. enerqi, erke. 2. enerji, güç,
kuvvet.

417
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

enervate en.er.vate en'ırveyt fiil zayıflatmak, kuvvetten


düşürmek.
enfold en.fold înfold' fiil 1. katlamak, sarmak. 2. kucaklamak,
bağrına basmak.
enforce en.force înfôrs' fiil uygulamak, tatbik etmek, yerine
getirmek.
enforceable en.force.ablesıfat uygulanabilir.
enforcement en.force.mentisim uygulama.
enfranchise en.fran.chise înfrän'çayz fiil oy hakkı vermek.
Eng. Eng.kısaltma «England» English
engage in ile meşgul olmak.
engage someone's attention birinin kafasını meşgul etmek.
engage en.gage îngeyc' fiil 1. işe almak, tutmak, angaqe etmek.
2. birbirine girmek, çarpışmak. 3. söz vermek, taahhüt
etmek. 4. makine birbirine geçmek; birbirine geçirmek,
birbirine tutturmak.
engaged en.gaged îngeycd' sıfat 1. nişanlı. 2. meşgul (telefon).
engagement en.gage.ment îngeyc'mınt isim 1. nişanlanma. 2.
randevu. 3. söz; vaat, taahhüt. 4. çarpışma, dövüşme. 5.
belirli bir süre için ücretli iş.
engaging en.gag.ing îngey'cîng sıfat hoş, sevimli, çekici.
engender en.gen.der încen'dır fiil 1. meydana getirmek,
oluşturmak. 2. doğurmak.
engine driver İngiliz İngilizcesi, demiryolu makinist.
engine en.gine en'cın isim 1. motor. 2. lokomotif.
engineer en.gi.neer encınîr' isim 1. mühendis. 2. demiryolu
makinist. 3. denizcilikle ilgili çarkçı. fiil planlayıp
düzenlemek.
engineering en.gi.neer.ingisim mühendislik.
England Eng.land îng'glınd isim İngiltere.
English Eng.lish îng'glîş sıfat 1. İngiliz. 2. İngilizce. isim
İngilizce.
Englishman Eng.lish.man îng'glîşmın isim (Englishmen) İngiliz
erkek, İngiliz.

418
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Englishwoman Eng.lish.wom.an îng'glîşwûmın isim (Englishwomen)


İngiliz kadın, İngiliz.
engrain en.grain îngreyn' fiil 1. in (düşünce, alışkanlık v.b.'ni) -
e aşılamak. 2. in -in içine iyice çektirmek/geçirtmek.
engrave en.grave îngreyv' fiil hakketmek, kazımak.
engraver en.grav.erisim 1. hakkâk, oymacı. 2. gravürcü.
engraving en.grav.ing îngrey'vîng isim 1. gravür. 2. hakkâklık,
oymacılık. 3. hakkâk işi.
engross one's thoughts kafasını bütünüyle işgal etmek.
engross en.gross îngros' fiil bakınız engross one's thoughts be
engrossed in
engrossing en.gross.ingsıfat çok sürükleyici (roman, film v.b.).
engulf en.gulf îng^lf' fiil içine çekmek, yutmak.
enhance en.hance înhäns' fiil (değer, fiyat v.b.'ni) artırmak,
yükseltmek.
enigma e.nig.ma înîg'mı isim bilmece, muamma.
enjoin en.join încoyn' fiil 1. tembih etmek; emretmek: I
enqoined him to leave. Gitmesini tembih ettim. 2.
yasaklamak.
enjoy good health sağlığı yerinde olmak.
enjoy oneself eğlenmek, hoşça vakit geçirmek.
enjoy en.joy încoy' fiil zevk almak, hoşlanmak.
enjoyable en.joy.ablesıfat hoş, tatlı, zevkli, eğlenceli.
enjoyment en.joy.mentisim zevk.
enlarge upon daha ayrıntılı bir şekilde anlatmak.
enlarge en.large înlarc' fiil büyütmek; genişletmek; büyümek;
genişlemek.
enlargement en.large.mentisim 1. büyütme; büyüme. 2. fotoğrafçılık
agrandisman.
enlarger en.larg.erisim, fotoğrafçılık agrandisör, büyülteç.
enlighten en.light.en înlayt'ın fiil aydınlatmak, bilgilendirmek.
enlightened en.light.en.edsıfat aydın (kimse).
enlightenment en.light.en.mentisim aydınlatma, bilgilendirme;
aydınlanma, bilgilenme.

419
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

enlist en.list înlîst' fiil 1. askere kaydolmak/yazılmak; askere


kaydetmek/yazmak. 2. yardımını sağlamak.
enliven en.liv.en înlay'vın fiil canlandırmak.
enmesh en.mesh enmeş' fiil in (birini) (olumsuz bir duruma)
düşürmek.
enmity en.mi.ty en'mıti isim düşmanlık, husumet.
ennoble en.no.ble îno'bıl fiil 1. soylular sınıfına almak, asalet
unvanı vermek. 2. yüceltmek.
enormity e.nor.mi.ty înôr'mıti isim 1. şer, büyük kötülük. 2.
muazzamlık, büyüklük.
enormous e.nor.mous înôr'mıs sıfat kocaman, muazzam.
enough and to spare yeter de artar bile.
enough e.nough în^f' isim yeterli miktar. sıfat yeterli, kâfi. zarf
kâfi derecede. ünlem Yeter!
Enough's enough. Yeter artık!
enquire en.juire înkwayr' fiil bakınız inquire
enrage en.rage înreyc' fiil öfkelendirmek, hiddetlendirmek.
enrich en.rich înrîç' fiil 1. zenginleştirmek, zengin etmek. 2.
zenginleştirmek, değerini artırmak.
enroll en.roll înrol' fiil kaydını yapmak, kaydetmek;
kaydolmak, yazılmak.
enrollment en.roll.mentisim kaydetme, kayıt.
ensconce oneself in -e yerleşmek.
ensconce en.sconce enskans' fiil yerleştirmek.
ensemble en.sem.ble ansam'bıl isim 1. müzik topluluk. 2. tiyatro
trup. 3. bütün. 4. birkaç parçadan oluşan kadın kostümü,
takım, döpiyes.
enshrine en.shrine înşrayn' fiil -i -in içinde saygın bir yere
koymak.
ensign en.sign en'sayn, en'sın isim bayrak, sancak, bandıra.
enslave en.slave însleyv' fiil köle yapmak, esir etmek.
ensnare en.snare însneyr' fiil tuzağa düşürmek.
ensue en.sue însu' fiil çıkmak, meydana gelmek; ardından
gelmek, izlemek.

420
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ensure en.sure înşûr' fiil 1. sağlamak, temin etmek. 2. garanti


etmek.
entail en.tail înteyl' fiil gerektirmek.
entangle en.tan.gle întäng'gıl fiil 1. dolaştırmak, karmakarışık
etmek. 2. in (olumsuz bir şeye) karıştırmak,
bulaştırmak.
entanglement en.tan.gle.mentisim 1. karışıklık, dolaşıklık. 2. engel,
mânia.
enter into an agreement anlaşmaya girmek.
enter into -e başlamak, - e girişmek.
enter on -e başlamak, -e girişmek.
enter one's head -in aklına gelmek.
enter upon -e başlamak, -e girişmek.
enter en.ter en'tır fiil 1. girmek, içine girmek. 2. girişmek,
başlamak. 3. deftere yazmak, kaydetmek. 4. bilgisayar
"Enter" tuşuna basarak (bir komutu) gerçekleştirmek.
enterprise en.ter.prise en'tırprayz isim girişim, teşebbüs.
enterprising en.ter.pris.ing en'tırprayzîng sıfat uyanık, açıkgöz,
girişken, müteşebbis.
entertain a motion (başkan) bir teklifi kabul edip kurula sunmak.
entertain en.ter.tain entırteyn' fiil 1. eğlendirmek. 2. misafir
etmek, ağırlamak, ikram etmek.
entertaining en.ter.tain.ing entırtey'nîng sıfat eğlenceli, eğlendirici.
entertainment en.ter.tain.ment entırteyn'mınt isim parti, davet;
ziyafet; balo.
enthrall en.thrall înthrôl' fiil büyülemek.
enthrone en.throne înthron' fiil tahta çıkarmak.
enthuse en.thuse înthuz' fiil about/over göklere çıkarmak, çok
övmek.
enthusiasm en.thu.si.asm înthu'ziyäzım isim şevk, istek; heves.
enthusiastic en.thu.si.as.ticsıfat şevkli, hararetli.
entice en.tice întays' fiil (birini) tatlılıkla (kötü bir şey
yapmaya) ikna etmek.

421
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

enticement en.tice.mentisim 1. baştan çıkarma. 2. çekici ancak


tehlikeli şey. 3. çekicilik.
enticing en.tic.ingsıfat çekici, cazip.
entire en.tire întayr' sıfat bütün, tamam, hepsi: the entire
group grubun hepsi.
entirely en.tire.ly întayr'li zarf büsbütün, tamamıyla, tamamen.
entirety en.tire.ty întay'rıti isim tüm, bütün.
entitle en.ti.tle întayt'ıl fiil 1. hak vermek. 2. yetki vermek.
entity en.ti.ty en'tıti isim varlık.
entomb en.tomb întum' fiil mezara koymak, gömmek.
entomologist en.to.mol.o.gistisim entomoloqist, böcekbilimci.
entomology en.to.mol.o.gy entımal'ıci isim entomoloqi, böcekbilim.
entourage en.tou.rage antûraq' isim beraberindekiler, maiyet.
entrails en.trails en'treylz isim bağırsaklar.
entrance examination giriş sınavı.
entrance fee giriş ücreti.
entrance en.trance en'trıns isim 1. giriş, girme. 2. giriş yeri, giriş
kapısı, giriş. 3. giriş ücreti, giriş.
entrap en.trap înträp' fiil (entrapped, entrapping) tuzağa
düşürmek, yakalamak.
entreat en.treat întrit' fiil yalvarmak.
entreaty en.treatyisim yalvarma, yalvarış, yakarış.
entrée en.trée an'trey isim 1. giriş, giriş izni, giriş hakkı. 2. baş
yemek. 3. İngiliz İngilizcesi balıkla baş yemek arasında
yenilen yemek.
entrench en.trench întrenç' fiil sağlam bir şekilde yerleştirmek.
entrenchment en.trench.mentisim, askeri siper.
entrepôt en.tre.pôt an'trıpo isim antrepo.
entrepreneur en.tre.pre.neur antrıprınır' isim girişimci, müteşebbis.
entrust en.trust într^st' fiil emanet etmek.
entry en.try en'tri isim 1. giriş, girme. 2. giriş, giriş yeri,
antre. 3. kayıt.
entryway en.try.wayisim giriş, giriş yeri.
entwine itself around (bitki, yılan v.b.) (bir şeyin) etrafına dolanmak.

422
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

entwine something around bir şeyi (başka bir şeye) dolamak.


entwine en.twine întwayn' fiil bakınız entwine itself around
entwine something around
enumerate e.nu.mer.ate înu'mıreyt fiil saymak, birer birer saymak
veya söylemek.
enunciate e.nun.ci.ate în^n'siyeyt fiil telaffuz etmek.
envelop en.vel.op învel'ıp fiil sarmak; kuşatmak, örtmek.
envelope en.ve.lope en'vılop, an'vılop isim zarf, mektup zarfı.
enviable en.vi.a.ble en'viyıbıl sıfat gıpta edilecek.
envious en.vi.ous en'viyıs sıfat kıskanç.
environment en.vi.ron.ment învay'rınmınt isim çevre, muhit.
environmental en.vi.ron.men.tal învayrınmen'tıl sıfat çevresel.
environmentalism en.vi.ron.men.tal.ismisim çevrecilik.
environmentalist en.vi.ron.men.tal.istisim çevreci.
environs en.vi.rons învay'rınz isim, çoğul dolay, civar.
envisage en.vis.age envîz'îc fiil kafasında canlandırmak,
tasavvur etmek.
envision en.vi.sion envîq'ın fiil kafasında canlandırmak,
tasavvur etmek.
envoy en.voy en'voy, an'voy isim 1. delege, temsilci. 2.
diplomat; elçi.
envy en.vy en'vi isim 1. kıskançlık, haset. 2. gıpta. fiil 1.
kıskanmak. 2. gıpta etmek.
enzyme en.zyme en'zaym isim, biyokimya enzim.
epaulet ep.au.let ep'ılet isim apolet.
epaulette ep.au.lette ep'ılet isim apolet.
ephemeral e.phem.er.al îfem'ırıl sıfat çok kısa süren; çok kısa
ömürlü; gelip geçici.
epic ep.ic ep'îk sıfat epik, destansı. isim epik, destan.
epicenter ep.i.cen.ter ep'ısentır isim, jeoloji depremin merkezi,
deprem özeği.
epidemic ep.i.dem.ic epıdem'îk sıfat salgın, salgınlaşmış. isim
salgın: flu epidemic grip salgını.
epidermis ep.i.der.mis epıdır'mîs isim epiderm.

423
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

epigram ep.i.gram ep'ıgräm isim nükte, nükteli söz.


epilepsy ep.i.lep.sy ep'ılepsi isim, tıbbi sara.
epileptic ep.i.lep.ticisim saralı. sıfat 1. sara hastalığına özgü. 2.
saralı.
epilogue ep.i.logue ep'ılôg isim sonsöz, epilog.
Epiphany E.piph.a.ny îpîf'ıni isim, Hristiyanlık 4 Ocak'ta
kutlanan bir yortu.
episcopal e.pis.co.pal îpîs'kıpıl sıfat 1. piskoposlara ait. 2.
piskoposlarca yönetilen.
episode ep.i.sode ep'ısod isim 1. edebiyat (olaylar zincirinde)
olay, epizot. 2. televizyon (dizide) bölüm.
episodic ep.i.sod.ic epısad'îk sıfat, edebiyat epizodik.
epistle e.pis.tle îpîs'ıl isim mektup.
epitaph ep.i.taph ep'ıtäf isim mezar kitabesi.
epithet ep.i.thet ep'ıthet isim (övücü veya hakaret edici) söz,
laf.
epitome e.pit.o.me îpît'ımi isim bakınız the epitome of
epoch ep.och ep'ık isim devir, çağ.
Epsom salts İngiliz tuzu.
equable ej.ua.ble ek'wıbıl sıfat 1. sakin, rahat, kolayca
kızmayan. 2. ılıman (iklim).
equal sign eşit işareti (=).
equal e.jual i'kwıl fiil 1. eşit olmak: Two plus two equals
four. İki artı iki eşit dört. 2. aynı düzeyde olmak, emsali
olmak: No one ejuals her. Emsali yok.
equality e.jual.i.ty îkwal'ıti isim eşitlik.
equalize e.jual.ize i'kwılayz fiil eşitlemek.
equanimity e.jua.nim.i.ty ikwınîm'ıti, ekwınîm'ıti isim itidal, ılım,
temkin.
equate e.juate ikweyt' fiil ile eşit saymak.
equation e.jua.tion ikwey'qın isim denklem.
equator e.jua.tor ikwey'tır isim ekvator.
Equatorial Guinea Ekvator Ginesi.

424
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Equatorial Guinean isim Ekvator Gineli. sıfat 1. Ekvator Ginesi, Ekvator


Ginesi'ne özgü. 2. Ekvator Gineli.
equatorial e.jua.to.ri.al ikwıtor'iyıl sıfat ekvatoral.
equestrian e.jues.tri.an îkwes'triyın sıfat 1. biniciliğe ait. 2. atlı
(heykel, portre): an ejuestrian statue of Napoleon
Napolyon'un atlı heykeli.
equidistant e.jui.dis.tant ikwıdîs'tınt sıfat eşit uzaklıkta, aynı
mesafede olan.
equilateral e.jui.lat.er.al ikwılät'ırıl sıfat eşkenar: equilateral
triangle eşkenar üçgen.
equilibrium e.jui.lib.ri.um ikwılîb'riyım isim denge, muvazene.
equinox e.jui.nox i'kwınaks isim, gökbilim ekinoks, ılım, gün-
tün eşitliği.
equip e.juip îkwîp' fiil (equipped, equipping) donatmak.
equipment e.juip.mentisim 1. donatım. 2. gereçler.
equitable ej.ui.ta.ble ek'wıtıbıl sıfat adil, adaletli.
equity ej.ui.ty ek'wıti isim 1. adalet. 2. ticaret özsermaye. 3.
muhasebecilik net varlık.
equivalence ejuiv.a.lenceisim eşitlik.
equivalent e.juiv.a.lent îkwîv'ılınt isim 1. karşılık, eşit. 2.
eşanlamlı sözcük, eşanlamlı. sıfat bakınız be ejuivalent
to
equivocal e.juiv.o.cal îkwîv'ıkıl sıfat kaçamaklı; iki anlama
gelebilen.
equivocate e.juiv.o.cate îkwîv'ıkeyt fiil kaçamaklı konuşmak; ne
evet ne de hayır demek.
era e.ra îr'ı isim devir, çağ.
eradicate e.rad.i.cate îräd'ıkeyt fiil 1. kökünden söküp atmak. 2.
yok etmek.
erase e.rase îreys' fiil 1. silmek. 2. gidermek, yok etmek.
eraser eras.erisim silgi.
erasure e.ra.sure îrey'şır isim silinmiş yer; silinti.
ere long çok geçmeden.
ere now bundan önce.

425
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ere ere er edat, bağlaç, şiir evvel, önce.


erect e.rect îrekt' sıfat 1. dimdik, ayakta duran, ayağa
kalkmış. 2. dik, dikilmiş, dikelmiş. fiil 1. (heykel, direk,
v.b.'ni) dikmek. 2. kurmak; yapmak; inşa etmek.
erection e.rec.tion îrek'şın isim 1. (heykel, direk v.b.'ni) dikme.
2. kurma; yapma; inşa etme. 3. penisin sertleşmesi.
Eritrea Er.i.tre.a erıtri'yı, erıtre'yı isim Eritrea, Eritre.
Eritrean isim Eritrealı. sıfat 1. Eritrea, Eritrea'ya özgü. 2.
Eritrealı.
ermine er.mine ır'mîn isim (ermines/ermine) ermin, as.
erode e.rode îrod' fiil, jeoloji aşındırmak; aşınmak.
erosion e.ro.sion îro'qın isim, jeoloji erozyon, aşınma;
aşındırma.
erosive e.ro.sive îro'sîv sıfat aşındırıcı.
erotic e.rot.ic îrat'îk sıfat erotik.
eroticism e.rot.i.cism îrat'ısîzım isim erotizm.
err err ır, er fiil hata etmek.
errand boy ayak işlerine bakan kimse, ayakçı.
errand er.rand er'ınd isim ayak işi.
erratic er.rat.ic îrät'îk sıfat istikrarsız, dengesiz, birden
değişiveren.
erroneous er.ro.ne.ous îro'niyıs sıfat yanlış, hatalı.
error er.ror er'ır isim hata, yanlış, yanlışlık.
erudite er.u.dite er'yıdayt sıfat çok bilgili, bilgin, âlim.
erudition er.u.di.tion eryıdîş'ın isim bilginlik, âlimlik.
erupt e.rupt îr^pt' fiil 1. (yanardağ) püskürmek. 2. patlak
vermek.
eruption e.rup.tion îr^p'şın isim 1. (yanardağ) püskürme. 2. tıbbi
döküntü. 3. patlak verme.
escalate es.ca.late es'kıleyt fiil 1. (fiyat v.b.'ni) yükseltmek;
yükselmek. 2. (savaş, anlaşmazlık v.b.'ni) kızıştırmak;
kızışmak.
escalator es.ca.la.tor es'kıleytır isim yürüyen merdiven.
escapade es.ca.pade es'kıpeyd isim macera.

426
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

escape from someone's grasp birinin pençesinden kurtulmak.


escape es.cape ıskeyp' isim kaçış, kaçma, firar. fiil 1. kaçmak,
firar etmek. 2. kurtulmak, paçayı kurtarmak; atlatmak.
3. gözünden kaçmak; aklından çıkmak.
escapist es.cap.ist ıskey'pîst sıfat insana gündelik hayatı ve
dertlerini unutturan çok sürükleyici (roman, film).
eschew es.chew esçu' fiil -den sakınmak, -den kaçınmak.
escort vessel refakat gemisi.
escort es.cort eskôrt' fiil 1. kavalyelik etmek. 2. (korumak
veya gözetmek amacıyla) eşlik etmek.
escutcheon es.cutch.eon îsk^ç'ın isim armalı kalkan.
Eskimo dog Eskimo köpeği.
Eskimo Es.ki.mo es'kımo isim 1. Eskimo. 2. Eskimoca, Eskimo
dili. sıfat 1. Eskimo. 2. Eskimoca.
esophagus e.soph.a.gus îsaf'ıgıs isim, anatomi yemek borusu.
esoteric es.o.ter.ic esıter'îk sıfat 1. ancak ufak bir grupça
bilinen; ufak bir gruba özgü; batıni, içrek. 2. anlaşılması
zor. 3. nadir; olağandışı. 4. gizli inançları olan.
especial es.pe.cial espeş'ıl sıfat özel, hususi.
especially es.pe.cial.lyzarf özellikle, bilhassa.
espionage es.pi.o.nage es'piyınaq isim casusluk.
esplanade es.pla.nade esplıneyd', esplınad' isim gezi, gezinti yeri;
kordon.
espousal es.pou.sal espau'zıl isim destekleme.
espouse es.pouse espauz' fiil desteklemek.
espresso es.pres.so espres'o isim ekspreso kahve, ekspreso.
esprit de corps (bir grup içindeki) birlik ruhu.
esprit es.prit espri' isim bakınız esprit de corps
Esq. Esj.kısaltma Esquire
Esquire Es.juire es'kwayr, eskwayr' isim, İngiliz İngilizcesi
mektup zarfı üzerine isim ve soyadından sonra
kısaltılarak yazılan ve "bay" anlamına gelen bir unvan:
John Smith, Esj.

427
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

essay es.say es'ey isim 1. deneme (bir düzyazı türü). 2.


deneme, yapmaya kalkışma.
essence of peppermint naneruhu.
essence es.sence es'ıns isim 1. öz, asıl. 2. esans, ıtır.
essential es.sen.tial îsen'şıl sıfat 1. asıl, esas, temel, ana. 2.
gerekli, zaruri. isim esas, temel.
essentially es.sen.tial.lyzarf aslında.
establish es.tab.lish îstäb'lîş fiil 1. kurmak. 2. saptamak, tespit
etmek.
establishment es.tab.lish.ment îstäb'lîşmınt isim 1. kurum, kuruluş,
müessese. 2. kurma; kuruluş. 3. tespit etme; tespit
edilme.
estate agent İngiliz İngilizcesi emlakçi.
estate car İngiliz İngilizcesi steyşın.
estate es.tate îsteyt' isim 1. hukuk tereke, bırakıt. 2. malikâne.
esteem es.teem îstim' fiil -e saygı duymak. isim saygı, itibar.
esthete es.thete es'thit isim bakınız aesthete
esthetic es.thet.ic esthet'îk sıfat, isim bakınız aesthetic
estimable es.ti.ma.ble es'tımıbıl sıfat saygıdeğer, itibarlı.
estimate es.ti.mate es'tımeyt fiil 1. tahmin etmek, kestirmek. 2.
(kıymetini) takdir etmek, değerlendirmek. isim 1.
tahmin, kestirme. 2. takdir, değerlendirme, değer biçme.
3. tahmini hesap.
estimation es.ti.ma.tionisim (birisi hakkındaki) fikir, düşünce: in
my estimation benim gözümde, bana göre, bence.
estival es.ti.val es'tıvıl sıfat bakınız aestival
Estonia Es.to.ni.a eston'yı, esto'niyı isim Estonya.
Estonian isim 1. Estonyalı. 2. Estçe. sıfat 1. Estonya, Estonya'ya
özgü. 2. Estçe. 3. Estonyalı.
estrange es.trange îstreync' fiil aralarını açmak, soğutmak.
estranged es.trangedsıfat birbirinden ayrılmış, ayrı yaşayan.
estuary es.tu.ar.y es'çuweri isim, coğrafya haliç.
et cetera et cet.er.a et set'ırı v.s., ve saire, v.b., ve benzeri.
etc. etc.kısaltma et cetera

428
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

etch a design on asitle oyarak (madeni bir yüzeye) desen hakketmek.


etch etch eç fiil (desen hakketmek için) (madeni bir yüzeyi)
asitle oymak.
etching etch.ing eç'îng isim asitle oyulmuş resim.
eternal e.ter.nal îtır'nıl sıfat ebedi ve ezeli, başı ve sonu
olmayan, ölümsüz.
eternally e.ter.nal.lyzarf ebediyen, daima.
eternity e.ter.ni.ty îtır'nıti isim ebediyet.
ether e.ther i'thır isim, kimya eter, lokmanruhu.
ethereal e.the.re.al îthîr'iyıl sıfat göksel, semavi.
ethic eth.ic eth'îk isim ahlak sistemi.
ethical eth.i.calsıfat ahlaki, etik.
ethics eth.icsisim törebilim, ahlak bilimi, etik.
Ethiopia E.thi.o.pi.a ithiyo'piyı isim Etyopya, Etiyopya,
Habeşistan.
Ethiopian isim Etyopyalı, Etiyopyalı, Habeş. sıfat 1. Etyopya,
Habeş, Etyopya'ya özgü. 2. Etyopyalı.
ethnic eth.nic eth'nîk sıfat etnik.
ethnography eth.nog.ra.phy ethnag'rıfi isim etnografya.
ethnology eth.nol.o.gy ethnal'ıci isim etnoloqi.
ethos e.thos i'thas isim 1. ruh, değerler sistemi. 2. değer ve
inançlar sistemi, dünya görüşü, yoltöre.
etiquette et.i.juette et'ıkît isim görgü kuralları, adabımuaşeret.
etymological et.y.mo.log.i.cal etımılac'îkıl sıfat etimoloqik,
kökenbilimsel.
etymology et.y.mol.o.gy etımal'ıci isim etimoloqi, kökenbilim.
eucalyptus eu.ca.lyp.tus yukılîp'tıs isim okaliptüs.
Eucharist Eu.char.ist yu'kırîst isim bakınız the Eucharist
eulogize eu.lo.gize yu'lıcayz fiil övmek.
eulogy eu.lo.gy yu'lıci isim övgü; methiye.
eunuch eu.nuch yu'nık isim hadım.
euphemism eu.phe.mism yu'fımîzım isim örtmece, edebi kelam.
euphony eu.pho.ny yu'fıni isim ses ahengi.
Euphrates Eu.phra.tes yufrey'tiz isim Fırat nehri.

429
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Eur. Eur.kısaltma «Europe» European


Eurasia Eur.a.sia yûrey'qı isim Avrasya.
Europe Eu.rope yûr'ıp isim Avrupa.
European Economic Community Ortak Pazar.
European Eu.ro.pe.an yûrıpi'yın isim Avrupalı. sıfat Avrupa,
Avrupa'ya özgü; Avrupai.
Eustachian tube anatomi östaki borusu.
Eustachian Eu.sta.chian yustey'şın, yustey'kiyın, yustey'şiyın sıfat
bakınız Eustachian tube
evacuate e.vac.u.ate îväk'yuweyt fiil 1. (insanları) (bir yerden)
almak, götürmek; (bir yeri) boşaltmak. 2. (bağırsakları)
boşaltmak.
evacuation evac.u.a.tionisim 1. (insanları) (bir yerden) alma; (bir
yeri) boşaltma, boşaltım. 2. (bağırsakları) boşaltma,
boşaltım.
evade e.vade îveyd' fiil 1. -den kurtulmak. 2. (bir bahaneyle)
kendini (bir yükümlülükten) kurtarmak. 3. (birinin
sorusuna, birine) cevap vermekten kaçmak; (bir işte)
yan çizmek.
evaluate someone on his own merits birini/bir şeyi kendi yeteneklerine/özelliklerine göre
değerlendirmek.
evaluate something on its own merits birini/bir şeyi kendi yeteneklerine/özelliklerine göre
değerlendirmek.
evaluate e.val.u.ate îväl'yuweyt fiil değerlendirmek.
evaluation eval.u.a.tionisim değerlendirme.
evangelical e.van.gel.i.cal îväncel'îkıl sıfat 1. son derece
Protestanca (bir öğreti, yaklaşım v.b.). 2. İncil'in
mesajına uyan/sadık; İncil'de bulunan; İncil'e ait. 3.
hararetli, ateşli. isim bazı Protestan ilkelerine çok önem
veren/çok bağlı kimse.
evangelise e.van.gel.ise îvän'cılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
evangelize

430
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

evangelist e.van.gel.ist îvän'cılîst isim 1. ateşli vaazlar veren


gezici Protestan. 2. İncil'in mesajını yaymaya çalışan
kimse. 3. belirli bir mesaqı yaymaya çalışan kimse.
evangelize e.van.gel.ize îvän'cılayz fiil İncil'in mesaqını
bildirmek/öğretmek/yaymak.
evaporate e.vap.o.rate îväp'ıreyt fiil buharlaştırmak; buharlaşmak.
evaporation evap.o.ra.tionisim buharlaşma; buharlaştırma.
evaporator evap.o.ra.torisim evaporatör, buharlaştırıcı.
evasion e.va.sion îvey'qın isim 1. (bir bahaneyle) kendini bir
yükümlülükten kurtarma. 2. -den kurtulma.
evasive e.va.sive îvey'sîv sıfat kaçamaklı; cevap vermekten
kaçan; (bir işte) yan çizen.
eve eve iv isim 1. akşam. 2. arife gecesi. 3. arife.
even if olsa bile.
even so yine de, gene de: "That book contains some mistakes."
"Even so, it's still worth buying." "O kitapta bazı
yanlışlar var." "Olsun, yine de almaya değer."
even though -e rağmen, -diği halde: Even though he studied hard, he
couldn't pass the exam. Çok çalıştığı halde sınavı
veremedi.
even e.ven i'vın sıfat 1. düz, engebesiz. 2. bir düzeyde. 3. çift
(sayı); tam (sayı). 4. temkinli. fiil düzleştirmek;
düzlemek, tesviye etmek.
evenhanded even.hand.edsıfat tarafsız, yansız.
evening dress gece elbisesi, tuvalet. 2. smokin; frak.
evening paper akşam gazetesi.
evening eve.ning iv'nîng isim akşam.
event e.vent îvent' isim olay, vaka, hadise.
even-tempered e.ven-tem.pered i'vıntem'pırd sıfat itidalli, itidal sahibi.
eventful e.vent.fulsıfat olaylı, hadiseli.
eventual e.ven.tu.al îven'çuwıl sıfat er geç olan, en sonunda
olan, nihai.
eventuality e.ven.tu.al.i.ty îvençuwäl'ıti isim ihtimal.
eventually e.ven.tu.al.lyzarf er geç.

431
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

eventuate e.ven.tu.ate îven'çuweyt fiil 1. meydana gelmek,


olmak. 2. in ile sonuçlanmak, ile son bulmak.
ever after ondan sonra, hep: They lived happily ever after. Ondan
sonra hep mutlu yaşadılar.
ever changing daima değişen.
ever ev.er ev'ır zarf hiç: Have you ever been to Beykoz? Hiç
Beykoz'a gittin mi?
evergreen ev.er.green ev'ırgrin sıfat, isim yaprağını dökmeyen,
her dem taze (ağaç, çalı).
everlasting ev.er.last.ing evırläs'tîng sıfat 1. sürekli, sonsuz. 2. çok
dayanıklı. 3. kör olası: You and your everlasting
typewriter! Sen ve senin kör olası daktilon!
evermore ev.er.more evırmor' zarf daima, ebediyen, ilelebet.
every few days birkaç günde bir.
every four days dört günde bir.
every inch tepeden tırnağa.
every jot and tittle en ufak her şey.
every man jack herkes.
every now and again ara sıra, arada bir.
every now and then ara sıra, arada bir.
every once in a while arada bir.
every one her biri.
every other day günaşırı, iki günde bir.
every other person her iki kişiden biri.
every single her: She remembers every single mistake they made.
Yaptıkları her hatayı hatırlıyor.
every so often ara sıra, arada sırada.
every which way konuşma dili her yöne, her tarafa.
every eve.ry ev'ri sıfat her, her bir.
everybody else başkaları, öbürleri.
everybody eve.ry.bod.y ev'ribadi zamir herkes.
everyday eve.ry.day ev'ridey isim her gün. sıfat her günkü.
Everyman Eve.ry.man ev'rimän isim herhangi bir kimse,
sokaktaki adam.

432
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

everyone eve.ry.one ev'riw^n zamir herkes.


everything eve.ry.thing ev'rithîng zamir her şey.
everywhere eve.ry.where ev'rihwer zarf her yer; her yerde; her
yere.
evict e.vict îvîkt' fiil, hukuk tahliye ettirmek.
eviction e.vic.tion îvîk'şın isim, hukuk tahliye ettirme.
evidence ev.i.dence ev'ıdıns isim kanıt, delil. fiil göstermek,
açığa vurmak.
evident ev.i.dent ev'ıdınt sıfat açık, belli.
evil eye kem göz, nazar.
evil e.vil i'vıl isim şer, kötülük. sıfat çok kötü, şerir.
evildoer e.vil.do.erisim kötülük eden kimse, şerir.
evil-minded evil-mindedsıfat kötü niyetli.
evince e.vince îvîns' fiil göstermek.
evocative e.voc.a.tive îvak'ıtîv sıfat of (birtakım şeyleri) akla
getiren; birtakım çağrışımlar yapan.
evoke e.voke îvok' fiil aklına getirmek, çağrıştırmak.
evolution ev.o.lu.tion evılu'şın isim evrim.
evolutionary ev.o.lu.tion.arysıfat evrimsel.
evolutionism ev.o.lu.tion.ismisim evrimcilik.
evolutionist ev.o.lu.tion.istisim evrimci.
evolve e.volve îvalv' fiil yavaş yavaş geliştirmek; yavaş yavaş
gelişmek.
ewe ewe yu isim dişi koyun, marya.
ewer ew.er yu'wır isim ibrik.
ex. ex.kısaltma «examination» example except
exacerbate ex.ac.er.bate îgzäs'ırbeyt fiil daha kötü bir duruma
sokmak, (kötü durumdaki bir şeyi) artırmak.
exact ex.act îgzäkt' sıfat 1. tam, kesin. 2. hatasız, doğru (bir
şey).
exacting ex.act.ingsıfat titizlik isteyen (bir iş); işin titizlikle
yapılmasını isteyen (kimse).
exactitude ex.act.i.tude îgzäk'tîtud isim eksiksizlik, kusursuzluk,
kesinlik.

433
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

exactly ex.act.ly îgzäkt'li zarf tam, tamamen, aynen.


exactness ex.act.ness îgzäkt'nîs isim eksiksizlik, kusursuzluk,
kesinlik.
exaggerate ex.ag.ger.ate îgzäc'ıreyt fiil abartmak, mübalağa etmek.
exaggerated ex.ag.ger.atedsıfat abartılmış, abartılı, mübalağalı.
exaggeration ex.ag.ger.a.tionisim abartma, abartı, mübalağa.
exalt ex.alt îgzôlt' fiil yüceltmek.
exaltation ex.al.ta.tion egzôltey'şın isim 1. yüceltme. 2.
coşkunluk; vecit.
exalted ex.alt.ed îgzôl'tîd sıfat yüce, ulu.
exam ex.am îgzäm' isim, konuşma dili sınav, imtihan.
examination ex.am.i.na.tion îgzämıney'şın isim 1. sınav, imtihan. 2.
hukuk sorgu.
examine ex.am.ine îgzäm'în fiil 1. dikkatle gözden geçirmek. 2.
incelemek, tetkik etmek. 3. muayene etmek. 4. hukuk
sorguya çekmek.
examiner ex.am.in.erisim 1. imtihan eden kimse. 2. hukuk
sorguya çeken kimse.
example ex.am.ple îgzäm'pıl isim örnek, misal.
exasperate ex.as.per.ate îgzäs'pıreyt fiil çileden çıkarmak, çok
kızdırmak.
exasperation ex.as.per.a.tionisim kızgınlık.
excavate ex.ca.vate eks'kıveyt fiil 1. kazı yapmak, hafriyat
yapmak. 2. kazıyıp ortaya çıkarmak.
excavation ex.ca.va.tionisim 1. kazı. 2. kazı yeri.
excavator ex.ca.va.tor eks'kıveytır isim ekskavatör, kazı
makinesi.
exceed ex.ceed îksid' fiil geçmek, aşmak.
exceedingly ex.ceed.ing.lyzarf fazlasıyla, çok, son derece.
excel ex.cel îksel' fiil (excelled, excelling) -den üstün olmak.
excellence ex.cel.lence ek'sılıns isim üstünlük.
Excellency Ex.cel.len.cy ek'sılınsi isim Ekselans: His Excellency
Ekselansları. Your Excellency Ekselans.
excellent ex.cel.lent ek'sılınt sıfat üstün, mükemmel.

434
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

except for olmasaydı: I'd be there, except for this. Bu olmasaydı


orada olacaktım. 2. dışında, -den başka: Everyone was
there except for him. Onun dışında herkes hazırdı.
except ex.cept îksept' fiil -in dışında tutmak: He excepted Faik
from this. Faik'i bunun dışında tuttu.
excepting ex.cept.ing îksep'tîng edat -den başka, hariç, dışında.
exception ex.cep.tion îksep'şın isim istisna.
exceptional ex.cep.tion.al îksep'şınıl sıfat 1. olağanüstü. 2. çok iyi.
excerpt ex.cerpt ek'sırpt isim (bir kitap veya yazıdan) seçilmiş
parça, pasaq.
excess ex.cess îkses', ek'ses isim aşırılık, ifrat, fazlalık. sıfat
fazla, ziyade, artan.
excessive ex.ces.sivesıfat fazla, aşırı.
excessively ex.ces.sive.lyzarf aşırı olarak, ziyadesiyle.
exchange blows yumruklaşmak.
exchange pleasantries hoşbeş etmek.
exchange rate ekonomi döviz kuru.
exchange ex.change îksçeync' isim 1. değiş tokuş, trampa,
değiştirme. 2. borsa; kambiyo. 3. telefon santralı.
exchangeable ex.change.ablesıfat değiştirilebilir.
Exchequer Ex.chej.uer eksçek'ır isim bakınız the Exchequer
Chancellor of the Exchequer
excise ex.cise ek'sayz isim, ticaret tüketim vergisi.
excitable ex.cit.a.ble îksay'tıbıl sıfat kolay heyecanlanan; kolay
telaşa kapılır.
excite ex.cite îksayt' fiil 1. heyecanlandırmak; telaşa vermek.
2. kışkırtmak, tahrik etmek. 3. (bir duygu veya tepki)
uyandırmak.
excited ex.cit.edsıfat heyecanlı.
excitedly ex.cit.ed.lyzarf heyecanla.
excitement ex.cite.ment îksayt'mınt isim heyecan.
exciting ex.cit.ingsıfat heyecan verici.
exclaim ex.claim îkskleym' fiil 1. çığlık atmak. 2. ... diye
bağırmak.

435
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

exclamation mark dilbilgisi ünlem işareti (!).


exclamation point dilbilgisi ünlem işareti (!).
exclamation ex.cla.ma.tion eksklımey'şın isim ünlem.
exclude ex.clude îksklud' fiil from -in dışında bırakmak.
exclusion ex.clu.sion îksklu'qın isim (from) (bir şeyin) dışında
bırakılma; (bir şeyin) dışında bırakma.
exclusive ex.clu.sive îksklu'sîv sıfat ancak özel seçilmiş bazı
kişilere açık olan.
excommunicate ex.com.mu.ni.cate ekskımyu'nıkeyt fiil kiliseden aforoz
etmek.
excommunication ex.com.mu.ni.ca.tionisim aforoz.
ex-con ex.con eks.kan' isim, konuşma dili ağır bir suçtan
dolayı hapiste yatmış biri, sabıkalı.
ex-convict ex.con.vict eks'kan'vict isim ağır bir suçtan dolayı
hapiste yatmış biri, sabıkalı.
excrement ex.cre.ment eks'krımınt isim dışkı.
excrete ex.crete ekskrit' fiil (vücuttan) çıkarmak.
excretion ex.cre.tionisim 1. salgı, ifrazat. 2. salgılama.
excruciating ex.cru.ci.a.ting îkskru'şiyeytîng sıfat dayanılmaz
derecede acı veren.
excursion ticket indirimli gidiş-dönüş bileti.
excursion ex.cur.sion îkskır'qın isim gezinti, kısa yolculuk.
excusable ex.cus.ablesıfat affedilebilir.
excuse from (birini) (bir şeyi yapmaktan) muaf tutmak.
Excuse me. Özür dilerim./Affedersiniz./Beni bağışlayın.
excuse oneself izin istemek.
excuse ex.cuse îkskyus' isim özür, mazeret.
execute ex.e.cute ek'sıkyut fiil 1. idam etmek. 2. uygulamak,
yerine getirmek; (bir yargıyı) infaz etmek. 3. (manevra,
hareket) yapmak.
execution ex.e.cu.tion eksıkyu'şın isim 1. idam, idamın infazı. 2.
uygulama, yerine getirme; infaz. 3. (manevra, hareket)
yapma.
executioner ex.e.cu.tion.erisim cellat.

436
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

executive committee yürütme kurulu.


executive power yürütme yetkisi.
executive ex.ec.u.tive îgzek'yıtîv isim yönetici, idareci. sıfat 1.
yöneticiye ait. 2. yönetimsel, idari.
executor ex.ec.u.tor ek'sıkyutır, îgzek'yıtır isim icra eden.
executory executorysıfat icrai.
exemplar ex.em.plar îgzem'plır isim örnek.
exemplary ex.em.pla.ry îgzem'plıri sıfat örnek niteliğinde olan,
örnek.
exemplify ex.em.pli.fy îgzem'plıfay fiil 1. -e örnek olmak. 2. -i
örnekle göstermek.
exempt ex.empt îgzempt' fiil muaf tutmak. sıfat bakınız be
exempt be exempt from
exemption ex.emp.tionisim muafiyet, bağışıklık.
exercise ex.er.cise ek'sırsayz isim 1. uygulama, yerine getirme,
kullanma. 2. alıştırma. 3. egzersiz. fiil 1. uygulamak,
yerine getirmek, kullanmak. 2. hareket ettirmek,
çalıştırmak. 3. egzersiz yapmak.
exert oneself çabalamak, uğraşmak, gayret sarfetmek.
exert ex.ert îgzırt' fiil (güç) kullanmak, (gayret) sarfetmek.
exertion ex.er.tion îgzır'şın isim gayret, çaba, emek.
exhale ex.hale eks.heyl' fiil 1. nefes vermek. 2. (egzoz, duman
v.b.'ni) çıkarmak.
exhaust pipe egzoz borusu.
exhaust ex.haust îgzôst' fiil 1. tüketmek, bitirmek. 2. bütün
kuvvetini tüketmek, çok yormak.
exhausted ex.haust.edsıfat 1. tükenmiş. 2. yorgun, bitkin.
exhausting ex.haust.ingsıfat yorucu, zahmetli.
exhaustion ex.haus.tion îgzôs'çın isim 1. yorgunluk, bitkinlik. 2.
tüketme; tükenme.
exhaustive ex.haus.tive îgzôs'tîv sıfat geniş kapsamlı ve ayrıntılı.
exhibit ex.hib.it îgzîb'ît isim sergi. fiil 1. sergilemek. 2. (bir
duygu veya niteliği) göstermek. 3. hukuk (dava
sırasında belge veya kanıt) ibraz etmek.

437
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

exhibition ex.hi.bi.tion eksıbîş'ın isim 1. sergi. 2. (bir duygu veya


niteliği) gösterme. 3. hukuk (dava sırasında belge veya
kanıt) ibraz etme.
exhilarate ex.hil.a.rate îgzîl'ıreyt fiil çok neşelendirip
zindeleştirmek, çok keyiflendirmek.
exhilaration ex.hil.a.ra.tionisim neşe ve zindelik.
exhort ex.hort îgzôrt' fiil teşvik etmek.
exhortation ex.hor.ta.tionisim 1. teşvik etme. 2. teşvik edici söz.
exhume ex.hume îgzum', eks.hyum' fiil mezardan çıkarmak.
ex-husband ex-hus.band eks'h^zbınd isim eski koca.
exile ex.ile eg'zayl, ek'sayl isim 1. sürgün. 2. sürgün edilen
kimse. fiil sürgüne göndermek.
exist ex.ist îgzîst' fiil var olmak, mevcut olmak.
existence ex.is.tence îgzîs'tıns isim 1. varlık, varoluş. 2. hayat,
yaşam.
existential ex.is.ten.tialsıfat, felsefe varoluşsal.
existentialism ex.is.ten.tial.ismisim, felsefe varoluşçuluk,
egzistansiyalizm.
existentialist ex.is.ten.tial.istisim, sıfat, felsefe varoluşçu,
egzistansiyalist.
exit ex.it eg'zît, ek'sît isim 1. çıkış. 2. çıkış kapısı, çıkış. fiil
çıkmak, gitmek.
exodus ex.o.dus ek'sıdıs isim çıkış.
exonerate ex.on.er.ate îgzan'ıreyt fiil beraat ettirmek, aklamak,
temize çıkarmak.
exorbitant ex.or.bi.tant îgzor'bıtınt sıfat aşırı yüksek, fahiş (fiyat).
exorcise ex.or.cise ek'sırsayz, eg'zırsayz fiil (cin, kötü ruh
v.b.'ni) dualarla defetmek.
exotic ex.ot.ic îgzat'îk sıfat egzotik, yabancıl.
exp. exp.kısaltma «export» express
expand ex.pand îkspänd' fiil 1. genişletmek; genişlemek;
büyütmek; büyümek. 2. fizik genleşmek; genleştirmek.
expanse ex.panse îkspäns' isim 1. geniş alan. 2. enginlik.

438
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

expansion ex.pan.sion îkspän'şın isim 1. genişletme; genişleme;


büyütme; büyüme. 2. fizik genleşme; genleştirme.
expansive ex.pan.sive îkspän'sîv sıfat 1. engin, geniş. 2.
genişleyen, açılan. 3. samimi, içten.
expat ex.pat eks'pät isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
bakınız expatriate

expatriate ex.pa.tri.ate ekspey'triyît isim kendi vatanından başka


bir ülkede yaşayan kimse.
expect the worst en kötü ihtimalin gerçekleşeceğini ummak.
expect ex.pect îkspekt' fiil 1. beklemek. 2. düşünmek;
zannetmek, sanmak. 3. (birinden) (bir şeyin
yapılmasını) beklemek: He expects me to carry out the
garbage. Benden çöpleri dışarı çıkarmamı bekliyor.
expectancy ex.pect.an.cy îkspek'tınsi isim 1. ümit, umut. 2.
beklenti, beklenen şey.
expectant mother hamile kadın.
expectant ex.pect.ant îkspek'tınt sıfat ümitle bekleyen.
expectation ex.pec.ta.tion ekspektey'şın isim beklenti.
expedience ex.pe.di.enceisim (belki doğru olmayan fakat) elverişli
bir çareye başvurma.
expedient ex.pe.di.ent îkspi'diyınt sıfat (belki doğru olmayan
fakat) elverişli (bir çare). isim (belki doğru olmayan
fakat) elverişli bir çare.
expedite ex.pe.dite ek'spıdayt fiil hızlandırmak, kolaylaştırmak.
expedition ex.pe.di.tion ekspıdîş'ın isim (özel bir amaçla yapılan)
uzun yolculuk.
expel ex.pel îkspel' fiil (expelled, expelling) 1. kovmak,
çıkarmak, atmak. 2. sınırdışı etmek.
expend ex.pend îkspend' fiil sarfetmek, harcamak.
expenditure ex.pend.i.ture îkspen'dıçır isim masraf, harcama, gider.
expense account gider hesabı; masraf hesabı.
expense ex.pense îkspens' isim masraf.
expensive ex.pen.sive îkspen'sîv sıfat pahalı, masraflı.

439
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

experience ex.pe.ri.ence îkspîr'iyıns isim deneyim, tecrübe. fiil


(bizzat) yaşamak, başından geçmek; (sıkıntı, acı v.b.'ni)
çekmek.
experienced ex.pe.ri.encedsıfat deneyimli, tecrübeli.
experiment ex.per.i.ment îksper'ımınt isim deney, tecrübe, deneme.
fiil deney yapmak.
experimental ex.per.i.men.talsıfat deneysel.
expert ex.pert ek'spırt sıfat usta. isim uzman; eksper, bilirkişi.
expertise ex.per.tise ekspırtiz' isim (belirli bir alandaki) bilgi,
uzmanlık.
expiration ex.pi.ra.tion ekspırey'şın isim sürenin dolması; sona
erme, bitiş.
expire ex.pire îkspayr' fiil 1. (süre) dolmak; süresi dolmak;
sona ermek. 2. ölmek, son nefesini vermek.
expiry ex.pi.ry îkspayr'i isim sürenin dolması; sona erme,
bitiş.
explain away (bahane öne sürerek bir şeyi) mazur veya makul
göstermek.
explain oneself kendisinin ne demek istediğini anlatmak. 2. kendisinin
niye öyle davrandığını anlatmak.
explain ex.plain îkspleyn' fiil anlatmak, açıklamak, izah etmek;
açıklamada bulunmak, izahat vermek.
explanation ex.pla.na.tion eksplıney'şın isim açıklama, izah; izahat.
explanatory ex.plan.a.to.ry îksplän'ıtori sıfat açıklayıcı.
explicable ex.pli.ca.ble eks'plîkıbıl, eksplî'kıbıl sıfat açıklanabilir,
anlatılabilir.
explicate ex.pli.cate eks'plıkeyt fiil (ayrıntılı bir şekilde)
açıklamada bulunmak, izahat vermek.
explicit ex.plic.it îksplîs'ît sıfat açık, sarih.
explicitly ex.plic.it.lyzarf açıkça, açık bir şekilde.
explode ex.plode îksplod' fiil 1. patlatmak; patlamak. 2. yanlış
olduğunu göstermek, çürütmek.
exploit ex.ploit îksployt' fiil sömürmek, istismar etmek, (kendi
çıkarı için) kullanmak.

440
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

exploitation ex.ploi.ta.tionisim kendi çıkarına kullanma, sömürme,


sömürü, istismar.
exploiter ex.ploit.erisim sömüren, sömürücü.
exploration ex.plo.ra.tionisim 1. (keşifte bulunmak amacıyla) (bir
bölgeyi) dolaşma. 2. (bir konuyu) araştırma, inceleme.
explore ex.plore îksplor' fiil 1. (keşifte bulunmak amacıyla) (bir
bölgeyi) dolaşmak. 2. (bir konuyu) araştırmak,
incelemek.
explorer ex.plor.erisim (keşifte bulunmak amacıyla) (bir
bölgeyi) dolaşan kimse.
explosion of laughter kahkaha tufanı.
explosion ex.plo.sion îksplo'qın isim patlama, infilak.
explosive ex.plo.sive îksplo'sîv sıfat 1. patlayıcı. 2. hakkında
şiddetli tartışmalar yapılan (konu), şiddetli tartışmalara
yol açabilen (konu). isim patlayıcı madde, patlayıcı.
exponent ex.po.nent îkspo'nınt isim 1. savunucu, taraftar. 2.
matematik üst, üs.
exponential ex.po.nen.tialsıfat, matematik üstel.
export duty ihracat vergisi.
export license ihracat lisansı.
export ex.port eks'pôrt isim 1. ihracatçılık. 2. ihraç malı.
exportation ex.por.ta.tionisim ihraç etme, dışsatım, ihracat.
exporter ex.port.erisim ihracatçı.
exposé ex.po.sé ekspozey' isim gizli işleri açığa vuran
makale/kitap.
expose ex.pose îkspoz' fiil 1. maruz bırakmak, etkisine açık
bırakmak. 2. sergilemek, teşhir etmek, herkese
duyurmak. 3. (satış için) sergilemek. 4. fotoğrafçılık
(filmi) ışıklamak, pozlandırmak.
exposition ex.po.si.tion ekspızîş'ın isim sergi, fuar.
exposure meter fotoğrafçılık pozometre.
exposure time fotoğrafçılık ışıklama süresi, pozlandırma süresi, poz
süresi.

441
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

exposure ex.po.sure îkspo'qır isim 1. maruz bırakma, etkisine


açık bırakma; maruz kalma. 2. sergileme, herkese
duyurma. 3. fotoğrafçılık ışıklama, pozlandırma,
ekspozisyon.
expound ex.pound îkspaund' fiil açıklamak, izah etmek,
yorumlamak.
express delivery İngiliz İngilizcesi acele posta.
express in other terms başka sözlerle anlatmak.
express one's sympathy for (görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak. 2. to (birine)
taziyede bulunmak; (birinin) acısını paylaştığını
belirtmek.
express one's thanks to (birine) minnettar/müteşekkir olduğunu belirtmek,
şükranlarını ifade etmek.
express one's thanks (birine) minnettar/müteşekkir olduğunu belirtmek,
şükranlarını ifade etmek.
express oneself maksadını anlatmak, meramını ifade etmek.
express ex.press îkspres' sıfat 1. açık, belli. 2. özel. 3. tam,
tıpkı. 4. ekspres (taşıt). 5. İngiliz İngilizcesi ekspres,
özel ulak, acele. zarf ekspresle. isim 1. ekspres tren. 2.
İngiliz İngilizcesi acele posta. fiil (mektubu) ekspresle
göndermek.
expression ex.pres.sion îkspreş'ın isim 1. deyim, tabir. 2. (yüzdeki)
ifade. 3. ifade, anlatım, dışavurum. 4. mantık deyim,
ifade.
expressionless ex.pres.sion.lesssıfat ifadesiz, anlamsız, manasız.
expressive ex.pres.sive îkspres'îv sıfat anlamlı, manalı.
expressly ex.press.ly îkspres'li zarf 1. açıkça. 2. özellikle,
bilhassa.
expressway ex.press.way îkspres'wey isim otoyol, ekspres yol.
expropriate ex.pro.pri.ate ekspro'priyeyt fiil istimlak etmek,
kamulaştırmak.
expropriation ex.pro.pri.a.tionisim istimlak, kamulaştırma.
expulsion ex.pul.sion îksp^l'şın isim kovma, ihraç etme;
kovulma, ihraç edilme.

442
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

expunge ex.punge îksp^nc' fiil çıkarmak, silmek.


expurgate ex.pur.gate eks'pırgeyt fiil (bir kitap, oyun v.b.'nin)
müstehcen veya sakıncalı bölümlerini çıkarmak.
exquisite ex.jui.site eks'kwîzît, îkskwîz'ît sıfat 1. üstün,
mükemmel, süper. 2. çok büyük (acı veya mutluluk). 3.
ince bir güzelliğe sahip.
extant ex.tant ek'stınt, îkstänt' sıfat mevcut.
extemporaneous ex.tem.po.ra.ne.ous îkstempırey'niyıs sıfat
doğaçlamayla söylenen veya yapılan.
extemporaneously ex.tem.po.ra.ne.ous.lyzarf doğaçlamayla, doğaçtan,
irticalen.
extempore ex.tem.po.re îkstem'pıri zarf doğaçlamayla, doğaçtan,
irticalen. sıfat doğaçlamayla söylenen veya yapılan.
extend ex.tend îkstend' fiil 1. uzatmak. 2. uzamak, sürmek. 3.
(yardım, kredi v.b.) vermek.
extended order askeri dağınık düzen.
extension cord uzatma kablosu, uzatma kordonu.
extension ex.ten.sion îksten'şın isim 1. uzatma. 2. uzama. 3.
(yardım, kredi v.b.) verme. 4. paralel telefon, paralel.
extensive ex.ten.sive îksten'sîv sıfat geniş, büyük, kapsamlı.
extent ex.tent îkstent' isim boyut.
extenuate ex.ten.u.ate îksten'yuweyt fiil bakınız extenuating
circumstances
extenuating circumstances hukuk hafifletici sebepler.
exterior angle dış açı.
exterior ex.te.ri.or îkstir'iyır sıfat dış, harici, zahiri. isim dış
taraf, dış, hariç.
exterminate ex.ter.mi.nate îkstır'mıneyt fiil yok etmek, imha etmek.
external affairs dışişleri.
external ex.ter.nal îkstır'nıl sıfat 1. dış, harici. 2. yüzeysel.
externals ex.ter.nals îkstır'nılz isim, çoğul bakınız qudge by
externals
extinct volcano sönmüş yanardağ.
extinct ex.tinct îkstîngkt' sıfat nesli tükenmiş.

443
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

extinguish ex.tin.guish îkstîng'gwîş fiil söndürmek.


extinguisher ex.tin.guish.erisim yangın söndürme aleti.
extirpate ex.tir.pate ek'stırpeyt fiil 1. söküp atmak, kökünü
kazımak. 2. kökünden sökmek.
extol ex.tol îkstol' fiil (extolled, extolling) övmek.
extoll ex.toll îkstol' fiil bakınız extol
extort ex.tort îkstôrt' fiil (para) sızdırmak, (haraç) almak;
zorla almak.
extortion ex.tor.tion îkstôr'şın isim para sızdırma, haraca kesme;
zorla alma.
extortionate ex.tor.tion.ate îkstôr'şınît sıfat 1. çok fazla, fahiş (fiyat).
2. para sızdıran, insanı haraca kesen.
extortioner ex.tor.tion.erisim haraççı; zorla alan kimse.
extortionist ex.tor.tion.istisim haraççı; zorla alan kimse.
extra ex.tra eks'trı sıfat 1. fazla: Do you have an extra pencil?
Fazla kalemin var mı? 2. çok çok, fevkalade: Work
extra hard! Çok çok çalış! isim 1. ek ücrete tabi şey. 2.
figüran. 3. gazetecilik özel baskı.
extract ex.tract îksträkt' fiil 1. çıkarmak. 2. söyletmek, itiraf
ettirmek. 3. (bilgi) almak; (para) koparmak. 4.
(özünü/suyunu) çıkarmak. 5. seçmek; (bir kitap
v.b.'nden bir parça) almak.
extraction ex.trac.tion îksträk'şın isim 1. çıkarma. 2. (diş) çekme.
3. öz.
extracurricular ex.tra.cur.ric.u.lar eks'trıkırîk'yılır sıfat ders programı
dışında kalan.
extradite ex.tra.dite eks'trıdayt fiil to (suçluyu) (suç işlediği
ülkeye) iade etmek/ettirmek.
extradition ex.tra.di.tion ekstrıdîş'ın isim suçluları iadesi.
extraneous ex.tra.ne.ous îkstrey'niyıs sıfat 1. konu dışı. 2. yabancı
(madde, cisim).
extraordinarily ex.traor.di.nari.lyzarf fevkalade, olağanüstü:
extraordinarily beautiful fevkalade güzel.

444
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

extraordinary ex.traor.di.nar.y îkstrôr'dıneri sıfat olağanüstü,


fevkalade.
extrapolation ex.trap.o.la.tion îksträpıley'şın isim, matematik
dışdeğerbiçim, ekstrapolasyon.
extravagance ex.trav.a.gance îksträv'ıgıns isim 1. israf, savurganlık.
2. aşırılık, fazlalık; abartı.
extravagant ex.trav.a.gant îksträv'ıgınt sıfat 1. savurgan, müsrif. 2.
aşırı, fazla; abartılı.
extravagantly ex.trav.a.gant.lyzarf 1. har vurup harman savurarak,
müsrifçe. 2. aşırı.
extreme case olağanüstü bir örnek.
extreme point matematik aşıt noktası, ekstrem nokta.
extreme ex.treme îkstrim' sıfat 1. uçta olan. 2. aşırı, çok. isim
uç, sınır.
extremely ex.treme.lyzarf aşırı derecede.
extremes ex.tremesmatematik dışlar.
extremist ex.trem.ist îkstri'mîst isim ifrata kaçan kimse.
extremity ex.trem.i.ty îkstrem'ıti isim uç, sınır.
extricate ex.tri.cate eks'trıkeyt fiil kurtarmak, çıkarmak.
extroversion ex.tro.ver.sion ekstrıvır'qın isim, ruhbilim
dışadönüklük.
extrovert ex.tro.vert eks'trıvırt isim, ruhbilim dışadönük kimse.
sıfat dışadönük.
extrude ex.trude îkstrud' fiil 1. uzatmak. 2. çıkarmak; çıkmak.
exuberance ex.u.ber.ance îgzu'bırıns isim 1. canlılık ve neşelilik. 2.
(bitkilerde) gürlük.
exuberant ex.u.ber.ant îgzu'bırınt sıfat 1. çok canlı ve neşeli. 2.
gür (bitkiler).
exudation ex.u.da.tionisim dışarı sızan şey, sızıntı.
exude ex.ude îgzud' fiil sızmak.
exult ex.ult îgz^lt' fiil (bir zaferden sonra) çok sevinmek.
exultation ex.ul.ta.tionisim sevinme.
ex-wife ex-wife eks'wayf isim eski karı (eş).
eye shadow far, göz farı.

445
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

eye eye ay isim göz.


eyeball eye.ball ay'bôl isim göz yuvarı, göz yuvarlağı, göz
küresi.
eyebrow pencil kaş kalemi.
eyebrow eye.brow ay'brau isim kaş.
eye-catching eye-catch.ing ay'käçîng sıfat gözalıcı, alımlı.
eyeful eye.ful ay'fûl isim, konuşma dili 1. göz alıcı şey. 2.
güzel kız.
eyeglasses eye.glass.es ay'gläsîz isim gözlük.
eyelash eye.lash ay'läş isim kirpik.
eyelid eye.lid ay'lîd isim gözkapağı.
eyeliner eye.lin.er ay'laynır isim göz kalemi.
eye-opener eye-o.pen.er ay'opınır isim aydınlatıcı veya şaşırtıcı
olay/haber.
eyesight eye.sight ay'sayt isim görme duyusu, görüş.
eyesocket eye.sock.et ay'sakît isim göz çukuru.
eyestrain eye.strain ay'streyn isim göz yorgunluğu.
eyewash eye.wash ay'wôş isim göz banyosu.
eyewitness eye.wit.ness ay'wîtnîs isim görgü tanığı.
f. f.kısaltma «feminine» fine fluid following frequency
f.o.b. f.o.b. ef'o'bi' kısaltma free on board ticaret fob
(gemide/trende teslim).
fable fa.ble fey'bıl isim masal, fabl.
fabric fab.ric fäb'rîk isim 1. kumaş, bez, dokuma. 2. yapı,
bünye, doku.
fabricate fab.ri.cate fäb'rıkeyt fiil 1. uydurmak, yalan söylemek.
2. imal etmek, yapmak, üretmek.
fabrication fab.ri.ca.tionisim 1. uydurmasyon, yalan. 2. imal,
yapım, üretim.
fabricator fab.ri.ca.torisim 1. imalatçı. 2. uydurmacı, yalancı.
fabulous fab.u.lous fäb'yılıs sıfat 1. harika, süper, çok güzel,
enfes. 2. inanılmaz, olağanüstü. 3. efsanevi.
fabulously fab.u.lous.lyzarf, konuşma dili inanılmaz derecede,
süper.

446
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

façade fa.çade fısad' isim 1. (yapılarda) ön yüz, ön cephe. 2.


(gerçeği maskeleyen bir) dış görünüş.
face down (karşısındakini) sindirmek.
face the issue bir durumu olduğu gibi kabul edip ona göre davranmak.
face the music kendisini eleştirecek veya cezalandıracak insanların
önüne çıkmak.
face to face yüz yüze.
face up to cesaretle karşılamak.
face value ticaret nominal değer, itibari değer.
face face feys isim 1. yüz, surat, çehre, sima. 2. ön yüz,
cephe. 3. madencilik alın, ayna. 4. geometri yüz. 5.
(saatte) mine, kadran.
facedown face.down feys'daun' zarf yüzüstü, yüzükoyun.
face-saving face-sav.ing feys'seyvîng sıfat vaziyeti kurtaran.
facet fac.et fäs'ît isim faseta, façeta.
facetious fa.ce.tious fısi'şıs sıfat şakacı.
facial fa.cial fey'şıl sıfat yüze ait. isim yüz masaqı.
facile fac.ile fäs'ıl sıfat kolay.
facilitate fa.cil.i.tate fısîl'ıteyt fiil kolaylaştırmak.
facility fa.cil.i.ty fısîl'ıti isim 1. kolaylık. 2. yetenek. 3. (özel
bir) hizmet, servis. 4. (özel bir hizmet için yapılmış)
tesis, yer.
facsimile fac.sim.i.le fäksîm'ıli isim 1. tıpkıbasım, faksimile,
kopya. 2. faks.
fact fact fäkt isim gerçek.
fact-finding fact-find.ingsıfat kanıt toplayan.
faction fac.tion fäk'şın isim hizip, grup.
factional fac.tion.alsıfat 1. hizipçi. 2. hizipler arası.
factionalism fac.tion.al.ismisim hizipçilik.
factious fac.tious fäk'şıs sıfat kavgacı.
factitious fac.ti.tious fäktîş'ıs sıfat sahte, uydurma.
factor cost ticaret faktör fiyatı.
factor fac.tor fäk'tır isim 1. faktör, etken, etmen. 2. matematik
çarpan; tambölen. fiil, matematik çarpanlara ayırmak.

447
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

factory fac.to.ry fäk'tıri isim fabrika.


factual fac.tu.al fäk'çuwıl sıfat gerçeklere dayanan.
faculty fac.ul.ty fäk'ılti isim 1. yeti; duyu, duyum; yetenek,
kabiliyet. 2. (bir öğretim kurumundaki) tüm öğretim
personeli; (bir okulun) öğretmen kadrosu; (bir
üniversitenin) öğretim üyeleri. 3. fakülte: the Faculty of
Law Hukuk Fakültesi.
fad fad fäd isim geçici bir moda veya heves.
fade away yavaş yavaş yok olmak.
fade in sinema, televizyon açılmak.
fade out sinema, televizyon kararmak.
fade fade feyd fiil solmak, rengi atmak; soldurmak.
faecal fae.cal fi'kıl sıfat bakınız fecal
faeces fae.ces fi'siz isim bakınız feces
fag someone out birisini çok yormak, turşusunu çıkarmak.
fag fag fäg fiil (fagged, fagging) bakınız fag someone out
be fagged be fagged out isim, argo 1. sigara. 2.
homoseksüel erkek, ibne.
fagot fag.ot fäg'ıt isim çalı çırpı demeti.
Fahrenheit Fahr.en.heit fer'ınhayt isim, sıfat fahrenhayt.
faience fa.ience fayans' isim fayans, çini.
fail fail feyl fiil 1. başaramamak; becerememek. 2. iflas
etmek. 3. kuvveti kesilmek, güçten düşmek. 4. sınıfta
kalmak; sınıfta bırakmak. 5. sınavda kalmak; sınavda
bırakmak. 6. boşa çıkarmak, bırakmak, ümidini kırmak.
7. ihmal etmek, yapmamak. 8. (ekinler) ürün
vermemek.
failing that aksi takdirde.
failing fail.ing fey'lîng edat olmadığı takdirde.
failure fail.ure feyl'yır isim 1. başarısızlık; beceremeyiş;
fiyasko. 2. ihmal, yapmayış. 3. iflas. 4. mesleğinde/iş
hayatında hiç başarı gösteremeyen kimse. 5. arıza:
power failure elektrik arızası.

448
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

faint faint feynt sıfat 1. donuk, belirsiz, zayıf. 2. baygın. isim


baygınlık, bayılma. fiil bayılmak.
fainthearted faint.heart.edsıfat yüreksiz; çekingen.
faintness faint.nessisim baygınlık, bayılma.
fair and square dürüst bir şekilde, dürüstçe.
fair game kolaylıkla eleştirilebilecek veya alay konusu olabilecek
kimse/durum.
fair to middling konuşma dili fena olmayan.
fair wind uygun rüzgâr.
fair fair fer sıfat 1. adaletli, adil. 2. kurallara uygun. 3. fena
olmayan, oldukça iyi. 4. güzel, açık ve güneşli (hava).
5. temiz (kopya). 6. sarışın; açık tenli. 7. güzel, alımlı.
fairground fair.groundisim (açıkta olan) fuar yeri, fuar meydanı.
fairness fair.nessisim 1. adaletlilik. 2. kurallara uygunluk. 3.
sarışınlık; açık tenlilik. 4. güzellik, alımlılık.
fair-weather friend iyi gün dostu.
fairy tale peri masalı.
fairy fair.y fer'i isim 1. peri. 2. argo homoseksüel erkek,
ibne. sıfat 1. peri gibi. 2. perilere ait.
fait accompli fait ac.com.pli fetakônpli' isim oldubitti, olupbitti,
emrivaki.
faith faith feyth isim 1. inanç; itikat; iman. 2. din. 3. güven,
itimat.
faithful to his word sözüne sadık.
faithful faith.ful feyth'fıl sıfat sadık, vefakâr.
faithfulness faith.ful.nessisim sadakat, vefakârlık.
faithless faith.less feyth'lîs sıfat vefasız, sadık olmayan,
sadakatsiz.
fake fake feyk sıfat uydurma, sahte. fiil uydurmak. isim 1.
sahte bir şey. 2. üçkâğıtçı, aldatıcı.
faker fak.erisim üçkâğıtçı, sahtekâr, dolandırıcı.
falcon fal.con fäl'kın isim şahin; doğan.
fall asleep uykuya dalmak, uyumak.
fall away çekilmek, gerilemek.

449
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fall back on (güvenilecek bir kimseye/yere) başvurmak.


fall back upon (çare olarak) -e başvurmak.
fall back geri çekilmek.
fall behind geri kalmak.
fall down in a fit fenalık geçirerek yere düşmek.
fall down düşmek.
fall due vadesi gelmek: The next installment will fall due on 17
May. Sonraki taksidin 93 Mayısta ödenmesi gerekecek.
fall flat umulan rağbeti hiç görmemek.
fall for argo 1. aldatılmak. 2. çok beğenmek, bayılmak.
fall foul of ile çatışmak.
fall guy başkasının cezasını çeken kimse. 2. dolandırılan kimse.
3. keriz, enayi.
fall ill hastalanmak.
fall in battle askeri savaşırken ölmek.
fall in love with -e âşık olmak.
fall in love âşık olmak.
fall in dizilmek, sıraya girmek.
fall into a trap tuzağa düşmek.
fall into disfavor gözden düşmek.
fall into disrepute adı kötüye çıkmak.
fall into disuse kullanılmaz olmak, bırakılmak, terkedilmek.
fall into error hataya düşmek.
fall off azalmak, düşmek. 2. bozulmak.
fall on one's feet dört ayağının üstüne düşmek, atlatmak, sıyrılmak,
başarmak.
fall on -e hücum etmek, -e saldırmak.
fall out kavga etmek, bozuşmak. 2. askeri sıradan çıkmak.
fall over oneself kendini çok istekli göstermek.
fall over yıkılmak.
fall prostrate yüzüstü düşmek, yüzükoyun kapaklanmak.
fall short of -e varamamak; -e varmamak. 2. (of) (para, malzeme)
(birinin) ihtiyaçlarını karşılayacak kadar olmamak. That
week I had fallen short of money. O hafta param yeterli

450
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

değildi. Our food supplies began to fall short.


Kumanyamız tükenmeye başladı.
fall through suya düşmek, gerçekleşmemek.
fall to yemeğe/savaşa başlamak; -e başlamak, -e koyulmak.
fall upon -e saldırmak.
fall victim to -e kurban gitmek.
fall fall fôl isim 1. düşüş, düşme. 2. çökme. 3. yağış. 4.
(fiyat, talep, ısı v.b.'nde) düşüş. 5. sonbahar, güz. 6.
güreş düşüş.
fallacious fal.la.cious fıley'şıs sıfat yanlış fikirlere dayanan,
çürük, temelsiz.
fallacy fal.la.cy fäl'ısi isim 1. yanlış düşünce veya inanç. 2.
mantık yanıltmaca, safsata, mantık kurallarına aykırı
sav.
fallen woman düşmüş kadın, fahişe.
fallen fall.en fô'lın fiil bakınız fall
fallible fal.li.ble fäl'ıbıl sıfat yanılabilir, hataya düşebilir.
falling star akanyıldız.
fallout fall.out fôl'aut isim radyoaktif serpinti.
fallow deer alageyik, sığın.
fallow fal.low fäl'o sıfat nadasa bırakılmış, ekilmemiş.
falls falls fôlz isim çağlayan, şelale.
false pride boş gurur.
false step falso, yanlış davranış.
false teeth takma dişler.
false false fôls sıfat 1. sahte. 2. vefasız, güvenilmez.
falsehood false.hood fôls'hûd isim 1. yalan. 2. yalan söyleme.
falseness false.nessisim sahtelik.
falsify fal.si.fy fôl'sıfay fiil 1. (hesap, kayıt, belge v.b.'nde)
tahrifat yapmak. 2. (gerçekleri) çarpıtmak.
falter fal.ter fôl'tır fiil 1. tereddüt etmek. 2. azalmak, düşmek;
gücünü/hızını kaybetmek. 3. sendeleyerek yürümek,
sendelemek. 4. (ses) titremek; titrek bir sesle konuşmak.
fame fame feym isim ün, şöhret, nam.

451
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

famed famedsıfat ünlü, meşhur.


familial fa.mil.ial fımîl'yıl sıfat ailevi, aileye ait.
familiar fa.mil.iar fımîl'yır sıfat 1. iyi bilinen, bildik; iyi
tanınan, tanıdık; aşina. 2. samimi, teklifsiz. isim iyi
arkadaş.
familiarise fa.mil.iar.ise fımîl'yırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
familiarize
familiarity fa.mil.i.ar.i.ty fımîliyer'ıti isim 1. aşinalık. 2.
samimiyet, teklifsizlik. 3. laubalilik.
familiarize oneself with bir şey hakkında bilgi edinmek.
familiarize fa.mil.iar.ize fımîl'yırayz fiil (bir şeyi) herkese
tanıtmak.
family circle aile çevresi, aile muhiti.
family man ev bark sahibi, aile babası.
family name soyadı, aile adı.
family planning aile planlaması.
family tree şecere, soyağacı.
family fam.i.ly fäm'li, fäm'ıli isim 1. aile; akrabalar; çoluk
çocuk. 2. zooloji familya.
famine fam.ine fäm'în isim kıtlık, açlık.
famish fam.ish fäm'îş fiil bakınız be famished
famous fa.mous fey'mıs sıfat ünlü, meşhur, tanınmış.
famously fa.mous.lyzarf, konuşma dili çok iyi.
fan belt makine pervane kayışı.
fan blade makine pervane kanadı.
fan the flames kışkırtmak, körüklemek.
fan fan fän fiil (fanned, fanning) yelpazelemek.
fanatic fa.nat.ic fınät'îk sıfat, isim fanatik, bağnaz, mutaassıp.
fanatical fa.nat.i.calsıfat fanatik, bağnaz, mutaassıp.
fanciful fan.ci.ful fän'sîfıl sıfat 1. hayalperest. 2. hayali.
fancy dress ball kıyafet balosu.
fancy oneself hayallerinde kendini (şöyle veya böyle) görmek.
fancy fan.cy fän'si fiil 1. hayal etmek. 2. sanmak, zannetmek,
düşünmek. 3. -den hoşlanmak. 4. istemek.

452
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fang fang fäng isim 1. (yırtıcı hayvanlarda) köpekdişi. 2.


yılanın zehirli dişi.
fanny fan.ny fän'i isim, konuşma dili kıç, popo.
fantastic fan.tas.tic fäntäs'tîk sıfat 1. harika, süper, enfes. 2.
inanılmayacak kadar büyük (miktar). 3. akıl almaz,
akıldışı, gerçekdışı. 4. fantastik, hayali, düşlemsel.
fantasy fan.ta.sy fän'tızi isim 1. fantezi, düşlem, sınırsız hayal
veya hayal gücü. 2. müzik fantezi.
far afield konu dışında.
far and away (öbürlerinden) kat kat daha ...: He's far and away the
best. Öbürlerinden kat kat daha iyi.
Far from it. konuşma dili Ne münasebet./Bilakis./Tersine.
far off çok uzak.
far far far zarf 1. -den uzak; uzağa; uzakta: He's never
qourneyed far from Istanbul. İstanbul'dan uzağa hiç
seyahat etmedi. They didn't go far. Uzağa gitmediler. I
saw her far in the distance. Ta uzakta onu gördüm. How
far is it to Bursa from here? Bursa buradan ne kadar
uzak? 2. çok; fazla; çok fazla: The light's far too dim.
Işık çok fazla loş. sıfat 1. uzak: a far country uzak bir
ülke. 2. öte, öbür: at the far end of the garden bahçenin
öte ucunda. 3. politika (bir kanadın) ucundaki, aşırı: He
supports the far right. Aşırı sağı destekliyor.
faraway far.a.way far'ıwey sıfat 1. uzak. 2. dalgın (bakış).
farce farce fars isim 1. tiyatro fars. 2. saçmalık, maskaralık.
farcical far.ci.cal far'sîkıl sıfat gülünç.
fare badly (birisi) için kötü olmak: He fared badly. Onun için
kötüydü.
fare well (birisi) için iyi gitmek.
fare fare fer isim 1. yol parası, bilet ücreti. 2. taksi
müşterisi. 3. yiyecekler, yemekler.
farewell dinner veda yemeği.
farewell fare.well ferwel' ünlem Elveda! isim veda.
far-famed far-famed farfeymd' sıfat çok meşhur.

453
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

farfetched far.fetched farfeçt' sıfat gerçek payı çok az olan.


far-flung far-flung farfl^ng' sıfat uzaklara yayılmış.
farina fa.ri.na fıri'nı isim irmik.
farm farm farm fiil çiftçilik yapmak.
farmer farm.er far'mır isim çiftçi.
farmhand farm.handisim rençper, ırgat.
farmhouse farm.house farm'haus isim çiftlik evi.
farming farm.ingisim çiftçilik.
farmost far.most far'most sıfat bakınız farthest
farmstead farm.stead farm'sted isim çiftlik ve içindeki binalar.
farmyard farm.yard farm'yard isim çiftlik avlusu, çiftlik binaları
arasındaki meydan.
far-reaching far-reach.ing far'ri'çîng sıfat çok kişi veya şeyi
etkileyen.
farsighted far.sight.ed far'saytîd sıfat 1. ileri görüşlü, öngörülü. 2.
tıbbi hipermetrop.
fart fart fart isim, kaba osuruk. fiil osurmak.
farther far.ther far'dhır sıfat 1. daha uzak. 2. öteki, ötedeki;
daha uzaktaki; daha ötedeki; daha ilerdeki.
farthermost far.ther.mostsıfat 1. en uzak. 2. en ötedeki.
farthest far.thest far'dhîst sıfat en uzak. zarf en uzakta; en
ötede; en ilerde; en uzağa.
farthing far.thing far'dhîng isim çeyrek peni (eski bir İngiliz
parası).
fascicle fas.ci.cle fäs'îkıl isim fasikül.
fascinate fas.ci.nate fäs'ıneyt fiil (birinin) ilgisini/merakını çok
çekmek.
fascinating fas.ci.nat.ingsıfat çok ilginç, çok enteresan.
fascination fas.ci.na.tionisim 1. büyük merak. 2. cazibe.
fascism fas.cism fäş'îzım isim faşizm.
fascist fas.cistisim, sıfat faşist.
fashion designer modacı.
fashion model manken.
fashion show defile.

454
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fashion fash.ion fäş'ın isim 1. moda. 2. biçim, şekil; tarz. fiil


yapmak, şekil vermek.
fashionable fash.ion.a.ble fäş'ınıbıl sıfat moda olan, şık, revaçta
olan, rağbette olan.
fast asleep derin uykuya dalmış.
fast color solmaz renk.
fast food (hamburger, pizza gibi) hazır yiyecekler.
fast lane (otoyolda) sürat şeridi.
fast fast fäst sıfat 1. hızlı, süratli; seri. 2. solmaz, sabit
(renk). 3. hızlı yaşayan, uçarı. 4. hafifmeşrep. zarf
çabuk, tez.
fastback fast.back fäst'bäk isim arka kaportası yatık spor araba.
fasten on üstünde durmak; -e takılmak; -e saplanmak; -i kafasına
takmak.
fasten the blame on someone suçu birine yüklemek, suçu birinin üstüne atmak.
fasten upon üstünde durmak; -e takılmak; -e saplanmak; -i kafasına
takmak.
fasten fas.ten fäs'ın fiil 1. bağlamak; tutturmak; bağlanmak;
tutturulmak. 2. çengelle bağlamak, çengellemek. 3. on
(gözü) (bir yere) dikmek.
fastener fas.ten.erisim 1. bağlayan şey, bağ. 2. kopça; çıtçıt.
fast-food restaurant hazır yiyecek satan lokanta.
fastidious fas.tid.i.ous fästîd'iyıs sıfat titiz, zor beğenen.
fastness fast.ness fäst'nîs isim 1. (kumaş boyası için) sabitlik;
sabitlik derecesi. 2. korunak; mahfuz yer. 3. ücra yer.
fat cat zengin adam.
fat fat fät sıfat (fatter, fattest) 1. şişman; semiz, yağlı. 2.
dolgun; kalın. isim yağ.
fatal fa.tal fey'tıl sıfat 1. öldürücü; ölümcül. 2. vahim.
fatalism fa.tal.ism feyt'ılîzm isim fatalizm, kadercilik,
yazgıcılık.
fatalist fa.tal.ist feyt'ılîst isim fatalist, kaderci, yazgıcı.
fatalistic fa.tal.is.ticsıfat fatalist, kaderci, yazgıcı.

455
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fatality fa.tal.i.ty feytäl'ıti isim 1. (kaza sonucu olan) ölüm. 2.


öldürücülük; ölümcüllük. 3. fatalite.
fate fate feyt isim kader, yazgı, alınyazısı, mukadderat.
fated fat.edsıfat kaderde olan.
fateful fate.ful feyt'fıl sıfat vahim.
Father Christmas İngiliz İngilizcesi Noel Baba.
Father Fa.ther fa'dhır isim Peder (papazlara verilen unvan).
father-in-law father-in-lawisim kayınpeder.
fatherland fa.ther.land fa'dhırländ isim anavatan, anayurt.
fatherless fa.ther.lesssıfat babasız.
fatherly fa.ther.lysıfat baba gibi, babacan.
fathom fath.om fädh'ım isim kulaç (uzunluk ölçü birimi). fiil 1.
iskandil etmek. 2. anlamak, kavramak.
fatigue fa.tigue fıtig' isim yorgunluk, bitkinlik. fiil yormak.
fatten fat.ten fät'ın fiil semirtmek, şişmanlatmak; semirmek,
şişmanlamak.
fatty acid kimya yağ asidi.
fatty fat.ty fät'i sıfat yağlı. isim, aşağılayıcı şişko, dobiş.
fatuity fa.tu.i.ty fıtu'wıti isim hebennekalık, budalalık.
fatuous fat.u.ous fäç'ıwıs sıfat 1. hebenneka, kendini akıllı
sanan budala. 2. budalaca.
faucet fau.cet fô'sît isim musluk.
fault fault fôlt isim 1. (birinin karakterinde) kusur, noksan.
2. yanlış, kabahat. 3. jeoloji kırık, fay. 4. tenis servis
hatası. fiil -de kusur bulmak.
faultless fault.lesssıfat 1. kusursuz, noksansız. 2. yanlışsız.
faultlessness fault.less.nessisim 1. noksansızlık. 2. yanlışsızlık.
faulty fault.y fôl'ti sıfat 1. kusurlu, defolu. 2. çürük, sağlam
bir temele dayanmayan.
fauna fau.na fô'nı isim (faunas/faunae) fauna, direy.
faux pas faux pas fo pa' falso, pot.
fava bean bakla.
favor fa.vor fey'vır isim 1. beğenme, onay; sevgi, sempati. 2.
iltimas, kayırma. 3. iyilik, lütuf. 4. (bir davete

456
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

katılanlara verilen) ufak hediye. fiil 1. tarafını tutmak.


2. tercih etmek. 3. benzemek.
favorable fa.vor.a.ble fey'vırıbıl sıfat 1. uygun, müsait. 2. hoşa
giden, iyi.
favorite fa.vor.ite fey'vırît isim 1. çok sevilen kimse veya şey;
sevgili, gözde. 2. favori, kazanacağına inanılan yarışçı.
sıfat en çok sevilen, favori, gözde.
favoritism fa.vor.it.ismisim kayırıcılık.
favour fa.vour fey'vır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
favor
fawn fawn fôn fiil yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.
fax fax fäks isim 1. faks makinesi, faks. 2. faksla gelen
mesaj, faks. fiil fakslamak.
faze faze feyz fiil, konuşma dili etkilemek: It didn't faze him
at all. Onu hiç etkilemedi.
FBI FBI ef'bi'ay' kısaltma Federal Bureau of Investigation
fear the worst en kötü ihtimalin gerçekleşmesinden korkmak.
fear fear fîr fiil korkmak.
fearful fear.ful fîr'fıl sıfat 1. korku veren, korkunç. 2. korkak.
fearless fear.lesssıfat korkusuz, gözü pek, yılmaz.
fearlessly fear.less.lyzarf korkusuzca, yılmadan.
fearlessness fear.less.nessisim korkusuzluk.
fearsome fear.some fîr'sım sıfat dehşetli, korkunç.
feasibility study fizibilite raporu.
feasibility fea.si.bil.i.ty fizıbîl'ıti isim fizibilite, yapılabilirlik.
feasible fea.si.ble fi'zıbıl sıfat 1. mümkün. 2. yapılabilir,
uygulanabilir.
feast feast fist isim 1. ziyafet. 2. Hristiyanlık yortu, bayram.
fiil 1. ziyafette yiyip içmek, doyasıya yemek. 2. ziyafet
vermek.
feat feat fit isim (cesaret veya bedensel güç isteyen) başarı.
feather bed kuştüyü yatak.
feather one's nest küpünü doldurmak.
feather feath.er fedh'ır isim tüy.

457
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

featherbrained feath.er.brained fedh'ırbreynd sıfat kuş beyinli.


feathered feath.eredsıfat tüylü.
featherweight feath.er.weight fedh'ırweyt isim tüysıklet.
feature fea.ture fi'çır isim 1. yüzdeki organlardan biri. 2. çoğul
yüz, sima, çehre; yüz hatları. 3. özellik. 4. asıl film. 5.
uzun makale. fiil 1. -de önemli bir rolü olmak: This film
features Cahide Sonku. Bu filmde Cahide Sonku'nun
önemli bir rolü var. 2. -i ön plana çıkarmak, -e ağırlık
vermek: All the fashion shows are featuring mink. Tüm
defilelerde vizona ağırlık veriliyor. This week our
restaurant is featuring fried oysters. Lokantımızın bu
haftaki spesiyalitesi istiridye tava. 3. (bir şeyin) önemli
bir öğesi olmak: Acorns feature heavily in the diet of
sjuirrels. Sincapların beslenmesinde meşe palamudu
önemli bir yer tutar.
Feb. Feb.kısaltma February
February Feb.ru.ar.y feb'ruweri isim şubat.
fecal fe.cal fi'kıl sıfat dışkıya ait.
feces fe.ces fi'siz isim dışkı.
feckless feck.less fek'lîs sıfat 1. beceriksiz, elinden iş gelmeyen.
2. cansız, zayıf.
fed fed fed fiil bakınız feed
Federal Bureau of Investigation Amerikan İngilizcesi Federal Araştırma Bürosu.
federal fed.er.al fed'ırıl sıfat federal.
federalism fed.er.al.ism fed'ırılîzım isim, politika federalizm.
federalist fed.er.al.ist fed'ırılîst isim, sıfat federalist.
federalize fed.er.al.ize fed'ırılayz fiil (devletleri) federasyon
haline getirmek.
federate fed.er.ate fed'ıreyt fiil federasyon haline getirmek.
federation fed.er.a.tion fedırey'şın isim federasyon.
fedora fe.do.ra fîdôr'ı isim fötr şapka, fötr.
fee fee fi isim ücret; giriş ücreti; doktor ücreti, vizite.
feeble fee.ble fi'bıl sıfat zayıf, kuvvetsiz.
feeble-minded fee.ble-mindedsıfat geri zekâlı.

458
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

feebleness fee.ble.nessisim zayıflık, kuvvetsizlik.


feebly feeblyzarf zayıf bir şekilde, hafifçe, kuvvetsizce.
feed feed fid fiil (fed) 1. yemek vermek. 2. beslemek. 3.
yedirmek; on ile beslemek. 4. (hayvan) beslenmek; on
yemek, ile beslenmek.
feedback feed.backisim 1. birinin bir şey hakkındaki
düşündükleri veya izlenimleri. 2. fizik fidbek,
geribesleme, geribildirim.
feedbag feed.bag fid'bäg isim yem torbası.
feeder feed.erisim yemlik, yem kabı.
feeding bottle biberon.
feel an affinity for (birini) çok çekici bulmak.
feel an urge to (bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the
urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma
tutkusu uyandı.
feel at ease içi rahat etmek.
feel at home kendini rahat hissetmek, yadırgamamak.
feel bad kendini iyi hissetmemek. 2. konuşma dili üzülmek.
feel disinclined canı istememek.
feel for -in çektiklerini anlamak.
feel giddy başı dönmek.
feel in one's bones içine doğmak.
feel keenly kuvvetle hissetmek.
feel like a fish out of water sudan/denizden çıkmış balığa dönmek.
feel like doing canı yapmak istemek.
feel like oneself kendini iyi hissetmek.
feel nauseous midesi bulanmak.
feel no pain konuşma dili bayağı sarhoş olmak, zilzurna sarhoş
olmak.
feel one's oats konuşma dili 1. yerinde duramamak, çok hareketli
olmak. 2. kendini bir şey zannetmek.
feel one's way el yordamıyla ilerlemek. 2. çok ihtiyatlı davranmak.
feel pity for -e acımak.
feel rotten keyfi olmamak. 2. kendini turşu gibi hissetmek.

459
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

feel shame for -den utanç duymak.


feel shame -den utanç duymak.
feel sick about -e çok üzgün olmak.
feel sick at -e çok üzgün olmak.
feel small utanmak, mahcup olmak.
feel sorry for -e acımak.
feel the urge to (bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the
urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma
tutkusu uyandı.
feel under the weather (kendini) bir hoş/tuhaf hissetmek.
feel up to kendini (belirli bir şeyi) yapacak kadar güçlü hissetmek.
feel woozy başı dönmek; sersemlemek. 2. midesi bulanmak.
feel feel fil isim 1. (bir şeyin dokununca uyandırdığı) his. 2.
dokunma.
feeler feel.er fi'lır isim, zooloji dokunaç.
feeling feel.ing fi'lîng isim 1. his, duygu. 2. çoğul his dünyası,
iç âlemi.
feet feet fit isim bakınız foot
feign madness deli numarası yapmak.
feign feign feyn fiil (yapar) gibi görünmek, ... numarası
yapmak.
feint feint feynt isim, askeri yanıltma hareketi, yanıltma. fiil
yanıltma hareketi yapmak.
feldspar feld.spar feld'spar isim, mineraloji feldispat.
felicitous fe.lic.i.tous fîlîs'ıtıs sıfat 1. mutlu, mesut. 2. uygun,
münasip, yerinde, isabetli.
felicity fe.lic.i.ty fılîs'ıti isim mutluluk, saadet.
fell fell fel fiil 1. kesip devirmek. 2. yere sermek,
düşürmek.
fellow citizen vatandaş, yurttaş.
fellow countryman vatandaş, yurttaş.
fellow sufferer dert ortağı.
fellow townsman hemşeri, hemşehri.

460
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fellow fel.low fel'o isim 1. adam, kişi; arkadaş. 2. (bir bilim


kurumunda) üye.
felon fel.on fel'ın isim, hukuk suçlu.
felony fel.o.ny fel'ıni isim, hukuk ağır suç.
felt pen keçeli kalem.
felt felt felt isim keçe, fötr.
felt-tipped pen keçeli kalem.
fem. fem.kısaltma «female» feminine
female fe.male fi'meyl sıfat, isim dişi.
feminine fem.i.nine fem'ınîn sıfat 1. kadına özgü; kadınsı. 2.
dilbilgisi dişil.
femininity fem.i.nin.i.tyisim kadınlık, dişilik.
feminism fem.i.nism fem'ınîzım isim feminizm.
feminist fem.i.nist fem'ınîst isim, sıfat feminist.
fen fen fen isim bataklık.
fence fence fens isim 1. parmaklık; tahta perde; çit. 2. çalıntı
mal alıp satan kimse.
fencer fenc.erisim eskrimci.
fencing fenc.ing fen'sîng isim 1. eskrim. 2. çit veya parmaklık
malzemesi.
fend for oneself kendini geçindirmek, başının çaresine bakmak.
fend off kovmak, uzaklaştırmak.
fend fend fend fiil bakınız fend for oneself fend off
fender fend.er fen'dır isim 1. çamurluk. 2. şöminenin önüne
konulan alçak parmaklık.
fennel fen.nel fen'ıl isim rezene, raziyane.
fenugreek fen.u.greek fen'yûgrik isim, botanik çemen.
ferment trouble among (birilerini) kışkırtmak.
ferment fer.ment fırment' fiil mayalanmak, ekşimek.
fermentation fer.men.ta.tion fırmıntey'şın isim mayalanma,
fermantasyon.
fern fern fırn isim eğreltiotu, aşk merdiveni, fuqer.
ferocious fe.ro.cious fıro'şıs sıfat vahşi, yırtıcı.
ferocity fe.roc.i.ty fıras'ıti isim vahşilik, vahşet.

461
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ferret out arayıp tarayıp bulmak.


ferret fer.ret fer'ît fiil arayıp taramak.
Ferris wheel dönme dolap.
Ferris Fer.ris fer'îs sıfat bakınız Ferris wheel
ferroconcrete fer.ro.con.crete ferokan'krit isim betonarme.
ferry fer.ry fer'i isim 1. iki kıyı arasında araba veya insan
taşıyan gemi, kayık, sal v.b.; araba vapuru, feribot;
vapur. 2. böyle bir taşıtın işlediği yer. fiil böyle bir
taşıtla götürmek.
fertile fer.tile fır'tıl sıfat verimli, bereketli.
fertility fer.til.i.tyisim verimlilik.
fertilize fer.til.ize fır'tîlayz fiil 1. gübrelemek. 2. döllemek.
fertilizer fer.til.iz.erisim gübre.
fervent fer.vent fır'vınt sıfat hararetli, ateşli.
fervid fer.vid fır'vîd sıfat hararetli, ateşli.
fervor fer.vor fır'vır isim hararetlilik, hararet, ateşlilik, ateş.
fester fes.ter fes'tır fiil irinlenmek, iltihaplanmak, azmak.
festival fes.ti.val fes'tıvıl isim 1. bayram; yortu. 2. festival,
şenlik.
festive fes.tive fes'tîv sıfat 1. şen, neşeli. 2. bayrama ait.
festivity fes.tiv.i.ty festîv'ıti isim kutlama: What kind of
festivities will there be? Ne gibi kutlamalar olacak?
festoon fes.toon festun' isim feston.
fetal fet.alsıfat cenine ait.
fetch fetch feç fiil 1. alıp getirmek, getirmek. 2. gelir
sağlamak, hasılat getirmek.
fetching fetch.ingsıfat, konuşma dili cazibeli, çekici, alımlı.
fetid fet.id fet'îd sıfat pis kokan, kokuşmuş.
fetish fet.ish fet'îş isim fetiş.
fetishism fet.ish.ismisim fetişizm.
fetter fet.ter fet'ır isim 1. bukağı. 2. genellikle çoğul engel.
fiil 1. ayağına zincir vurmak; elini ayağını bağlamak. 2.
bağlamak, engellemek.
fettle fet.tle fet'ıl isim bakınız in fine fettle

462
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fetus fe.tus fi'tıs isim cenin.


feud feud fyud isim 1. uzun süren düşmanlık. 2. kan davası.
fiil ihtilaflı olmak, kavga etmek.
feudal feu.dal fyud'ıl sıfat feodal.
feudalism feu.dal.ismisim feodalizm.
feudality feu.dal.i.ty fyudäl'ıti isim feodalite.
fever fe.ver fi'vır isim 1. tıbbi ateş, hararet. 2. tıbbi humma.
3. Duygu yoğunluğu belirtir: He was shouting in a fever
of excitement. Büyük bir heyecanla bağırıyordu.
fevered fe.ver.edsıfat ateşli, hararetli olan.
feverish fe.ver.ish fi'vırîş sıfat 1. ateşli, ateşi çıkmış. 2. hararetli,
ateşli. 3. heyecanlı, telaşlı.
few and far between çok nadir.
few few fyu sıfat az. isim az miktar.
fez fez fez isim (fezzes) fes.
fiancé fi.an.cé fiyansey' eril, isim nişanlı.
fiancée fi.an.cée fiyansey' dişil, isim nişanlı.
fiasco fi.as.co fiyäs'ko isim fiyasko.
fiat fi.at fi'yat, fi'yıt, fay'ıt, fay'ät isim 1. emir. 2. karar.
fib fib fib fiil (fibbed, fibbing) yalan söylemek, uydurmak,
atmak. isim küçük yalan.
fiber fi.ber fay'bır isim lif.
fiberglass fi.ber.glassisim cam elyafı.
fibre fi.bre fay'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız fiber
fibrous fi.brous fay'brıs sıfat lifli.
fickle fick.le fîk'ıl sıfat 1. (aşkta) vefasız, hercai. 2. fırdöndü,
hercai, değişken; kaypak, dönek.
fiction fic.tion fîk'şın isim 1. roman ve hikâye edebiyatı. 2.
hukuk kolaylık olsun diye gerçek gibi farzolunan şey,
mevhume.
fictionalise fic.tion.al.ise fîk'şınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
fictionalize
fictionalize fic.tion.al.ize fîk'şınılayz fiil hikâye veya roman şekline
sokmak.

463
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fictitious fic.ti.tious fîktîş'ıs sıfat uydurma, hayali.


fiddle around vakit geçirmek, oyalanmak.
fiddle away (zamanı) boş geçirmek.
fiddle fid.dle fîd'ıl isim, konuşma dili keman. fiil, konuşma
dili 1. keman çalmak. 2. vakit geçirmek, oyalanmak.
Fiddle! ünlem Hay Allah!
fiddle-faddle fid.dle-fad.dle fîd'ılfäd'ıl isim saçma sapan sözler.
fidelity fi.del.i.ty faydel'ıti isim sadakat, vefa.
fidget fidg.et fîc'ît fiil rahat oturamamak, yerinde duramamak,
durmadan kımıldamak.
fidgety fid.getysıfat rahat durmayan, kıpır kıpır.
fief fief fif isim tımar, zeamet.
field artillery askeri sahra topçu sınıfı.
field day spor bayramı.
field events alan yarışları.
field exercise askeri kıta tatbikatı.
field glasses (çifte) dürbün.
field hockey spor çim hokeyi.
field hospital sahra hastanesi.
field maneuver askeri kara manevrası.
field manual askeri sahra talimatnamesi.
field marshal feldmareşal.
field mouse tarla faresi.
field officer askeri üstsubay.
field trip (öğretimde) gezi.
field field fild isim 1. tarla. 2. çayır; otlak, mera. 3. alan,
saha. fiil (bir spor takımını) sahaya çıkarmak.
fieldpiece isim sahra topu.
fiend fiend find isim 1. şeytan, ifrit, zebani. 2. konuşma dili
düşkün, meraklı, hasta, deli, tiryaki: a tennis fiend tenis
hastası. an opium fiend afyonkeş.
fiendish fiend.ish fin'dîş sıfat şeytani, şeytanca.
fierce fierce fîrs sıfat 1. şiddetli. 2. sert, vahşi.

464
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fiery fi.er.y fayr'i sıfat 1. ateş gibi. 2. kızgın. 3. çabuk


öfkelenen, barut gibi. 4. ateşli; coşturucu; galeyana
getiren. 5. ateşli, şehvet dolu.
fiesta fi.es.ta fiyes'tı isim 1. yortu; bayram. 2. festival.
fifteen fif.teen fîftin' sıfat on beş. isim on beş, on beş rakamı
(35, XV).
fifteenth fif.teenthsıfat, isim 1. on beşinci. 2. on beşte bir.
fifth wheel gereksiz şey veya kimse.
fifth fifth fîfth sıfat, isim 1. beşinci. 2. beşte bir.
fiftieth fif.ti.eth fîf'tiyîth sıfat, isim 1. ellinci. 2. ellide bir.
fifty fif.ty fîf'ti sıfat elli. isim elli, elli rakamı (58, L).
fifty-fifty fif.ty-fif.tysıfat yarı yarıya.
fig fig fîg isim 1. incir ağacı. 2. incir.
fight fight fayt isim 1. kavga, dövüş. 2. mücadele. fiil
(fought) 1. kavga etmek, dövüşmek. 2. mücadele etmek,
uğraşmak. 3. savaşmak.
fighter fight.erisim 1. savaşçı. 2. boksör. 3. avcı uçağı.
fighting cock dövüş horozu.
fighting fight.ingisim savaş.
figment fig.ment fîg'mınt isim bakınız a figment of the
imagination
figurative fig.ur.a.tive fîg'yırıtîv sıfat mecazi.
figure of speech dilbilim mecaz.
figure on konuşma dili 1. -i hesaba katmak. 2. -e güvenmek. 3. -i
planlamak.
figure out -i anlamak, -i çözmek.
figure skater artistik patinajcı.
figure skating artistik patinaj, figür pateni.
figure up (bir hesabı) toplamak.
figure fig.ure fîg'yır, [İngiliz İngilizcesi] fîg'ır isim 1. sayı,
rakam, numara. 2. boy bos, endam. 3. figür.
figurehead fig.ure.headisim gemi aslanı.
Fiji Fi.ji fi'ci isim Fiqi.

465
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Fijian Fi.ji.an fi'ciyın, fîci'yın isim Fiqili. sıfat 1. Fiqi; Fiqi'ye


özgü; Fiqi Adaları'na özgü. 2. Fijili.
filament fil.a.ment fîl'ımınt isim 1. tel, iplik, lif. 2. botanik ercik
sapı. 3. elektrik filaman.
filbert fil.bert fîl'bırt isim fındık.
filch filch fîlç fiil çalmak, aşırmak, yürütmek.
file a complaint yazılı olarak şikâyet etmek.
file clerk evrakları dosyalayan görevli.
file suit against -i dava etmek.
file file fayl isim eğe; törpü. fiil eğelemek; törpülemek.
filet mignon fileminyon.
filet fi.let fîley' isim fileto.
filial fil.i.al fîl'îyıl sıfat evlada ait; evlada yakışır.
filing cabinet dosya dolabı.
filings fil.ings fay'lîngz isim, çoğul eğe talaşı.
fill a prescription reçetedeki ilaçları vermek.
fill a tooth dolgu yapmak.
fill dirt dolgu toprak.
Fill her up! otomotiv Depoyu doldur!
fill in for (birinin) yerine çalışmak.
fill in doldurmak. 2. geçici olarak bir işte çalışmak.
Fill me in on the situation. Durumu bana açıkla.
fill out (formu) doldurmak. 2. toplamak, kilo almak.
fill someone's shoes birinin yerini doldurmak.
fill the bill konuşma dili işe uygun olmak: He fills the bill. İşe
uygundur o.
fill up doldurmak.
fill fill fîl fiil 1. doldurmak; dolmak. 2. doyurmak. isim 1.
dolgu maddesi, dolgu. 2. dolgu, dolguyla meydana
getirilmiş yer.
filler fill.er fîl'ır isim 1. dolgu, katkı maddesi. 2. _boyacılık_
filler, dolgu macunu.
fillet fil.let fîl'ît isim 1. saç bandı. 2. kemiksiz et veya balık,
fileto.

466
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

filling station benzin istasyonu.


filling fill.ing fîl'îng isim 1. doldurma; dolma. 2. dişçilik
dolgu.
filly fil.ly fîl'i isim kısrak.
film speed film duyarlığı.
film star film yıldızı.
film film fîlm isim 1. zar; ince örtü, ince tabaka. 2. sinema
film. fiil 1. filme almak. 2. film çekmek.
filter paper filtre kâğıdı.
filter tip filtreli sigara. 2. sigara filtresi.
filter fil.ter fîl'tır isim 1. filtre. 2. çoğul filtreli sigaralar. fiil
filtreden geçirmek.
filter-tipped fil.ter-tippedsıfat filtreli (sigara).
filth filth fîlth isim pislik.
filthy filthysıfat çok pis.
filtrate fil.trate fîl'treyt isim süzüntü, filtrat.
fin fin fîn isim yüzgeç.
final heat spor final koşusu.
final fi.nal fay'nıl sıfat 1. son, sonuncu; kesin. 2. spor final:
final match final maçı. isim 1. yıl sonu, sömestr sonu
veya kurs sonu sınavı. 2. spor final, final karşılaşması.
3. gazetecilik son baskı.
finale fi.na.le fînäl'i isim, müzik final.
finalist fi.nal.ist fay'nılîst isim finalist.
finality fi.nal.i.ty faynäl'ıti isim kesinlik.
finalize fi.nal.ize fay'nılayz fiil bitirmek, son şeklini vermek.
finally fi.nal.lyzarf nihayet, sonunda.
finance fi.nance fînäns', fay'näns isim 1. maliye, finans:
Ministry of Finance Maliye Bakanlığı. 2. finansman. fiil
finanse etmek.
finances fi.nancesisim 1. para: A lack of finances was the
problem. Problem parasızlıktı. 2. mali durum: His
finances are in good shape. Onun mali durumu iyi.
financial pressure para sıkıntısı.

467
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

financial year bütçe yılı; mali yıl.


financial fi.nan.cial fînän'şıl sıfat mali.
financier fin.an.cier fînınsîr' isim 1. finansçı. 2. yatırımcı.
financing financingisim finansman.
finch finch fînç isim ispinoz.
find employment iş bulmak.
find fault with (-de/-e) kusur bulmak.
find fault (-de/-e) kusur bulmak.
find guilty suçlu çıkarmak.
Find out if he came. Gelip gelmediğini öğren.
find out öğrenmek.
find someone strange biri/bir şey (birinin) tuhafına gitmek.
find something strange biri/bir şey (birinin) tuhafına gitmek.
find something sympathetic bir şey birinin hoşuna gitmek: She didn't find his ways
sympathetic. Onun davranışları hoşuna gitmedi.
find find faynd fiil (found) bulmak, keşfetmek.
finding find.ingisim 1. bulunmuş veya keşfedilmiş şey. 2.
hukuk (qürinin verdiği) karar.
fine arts güzel sanatlar güzel sanatlar.
fine fine fayn sıfat 1. güzel, ince, zarif. 2. ince. 3. saf,
katışıksız, halis. 4. hassas, ince ruhlu, duygulu. 5. âlâ,
mükemmel, üstün. 6. açık, güzel (hava).
finery fin.er.y fay'nıri isim süslü giyim.
finesse fi.nesse fînes' isim incelik, ustalık. fiil ustalıkla durumu
idare etmek.
fine-toothed comb ince dişli tarak.
finger fin.ger fîng'gır isim parmak. fiil parmakla dokunmak,
el sürmek, ellemek.
fingernail fin.ger.nail fîng'gırneyl isim tırnak, parmak tırnağı.
fingerprint fin.ger.print fîng'gır.prînt isim parmak izi.
fingertip fin.ger.tip fîng'gırtîp isim parmak ucu.
finicky fin.ick.y fîn'îki sıfat titiz, kılı kırk yaran.
finish line spor finiş, bitiş.
finish off bitirmek.

468
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

finish up bitirmek.
finish with ile işi bitmek: If you've finished with that computer, I'd
like to use it. O bilgisayarla işin bittiyse onu kullanmak
istiyorum. 2. ile ilişkisini kesmek/bitirmek/sona
erdirmek: Belma's finished with Burhan. Belma,
Burhan'la ilişkisini kesti.
finish fin.ish fîn'îş fiil 1. bitirmek; sona erdirmek;
tamamlamak; bitmek; sona ermek; tamamlanmak. 2.
konuşma dili öldürmek, işini bitirmek. 3. konuşma dili
bitirmek, mahvetmek; bozmak; bitkin duruma getirmek.
4. (bir müsabakada) ... gelmek: He finished first. Birinci
geldi. isim 1. son, nihayet. 2. spor finiş, bitiş. 3. (ağaç
işlerinde) cila, perdah: This table has a lovely finish. Bu
masanın cilası güzel.
finite verb dilbilgisi çekimli fiil.
finite fi.nite fay'nayt sıfat 1. sınırlı, mahdut. 2. matematik
sonlu.
fink fink fîngk isim, argo 1. hain; ispiyoncu, ispiyon,
gammaz, ihbarcı. 2. grev kırıcı.
Finland Fin.land fîn'lınd isim Finlandiya.
Finlander isim Finlandiyalı.
Finn Finn fîn isim Finli. sıfat Fin.
Finnish isim Fince. sıfat 1. Fin. 2. Fince.
fiord fiord fyôrd isim bakınız fqord
fir fir fır isim köknar.
fire alarm yangın zili; yangın alarmı.
fire brigade İngiliz İngilizcesi itfaiye.
fire department itfaiye teşkilatı.
fire engine itfaiye arabası.
fire escape (yangında kullanlmak üzere binaya raptedilmiş
demirden) yangın merdiveni.
fire extinguisher yangın söndürme aleti.
fire hydrant yangın musluğu.
fire insurance yangın sigortası.

469
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fire questions at (birini) soru yağmuruna tutmak.


fire someone up (birini) gayrete getirmek. 2. (soba, kalorifer, v.b.'ni)
fayrap etmek. 3. (motoru) çalıştırmak.
fire someone with enthusiasm for (bir iş için) (birini) şevke getirmek.
fire something up (birini) gayrete getirmek. 2. (soba, kalorifer, v.b.'ni)
fayrap etmek. 3. (motoru) çalıştırmak.
fire tower yangın kulesi.
fire fire fay'ır isim 1. ateş. 2. yangın.
firearms fire.armsisim ateşli silahlar.
fireboat fire.boatisim yangın söndürme gemisi.
firebrand fire.brandisim 1. yanan odun parçası. 2. ortalığı
karıştıran delifişek.
firebrick fire.brickisim yangın tuğlası.
firebug fire.bugisim kundakçı.
firecracker fire.crack.erisim kestanefişeği.
firefly fire.flyisim ateşböceği.
fireman fire.manisim itfaiyeci.
fireplace fire.placeisim şömine, ocak.
fireplug fire.plugisim yangın musluğu.
fireproof fire.proofsıfat yanmaz.
fire-resistant sıfat ateşe dayanıklı.
fireside fire.sideisim ocak başı.
firewood fire.woodisim odun.
fireworks fire.worksisim havai fişekler, kestanefişekleri,
çatapatlar v.b.
firing line ateş hattı.
firing mechanism ateşleme mekanizması, ateşleme tertibatı.
firing pin ateşleme iğnesi, ateşleme pimi.
firing range atış alanı, poligon.
firing squad askeri idam mangası.
firing fir.ing fay'rîng isim 1. (tüfek, top, v.b.'ni) ateşleme;
ateşlenme, ateş alma. 2. (kurşun, top, belirli bir el silah)
atma, atış. 3. (toprak eşyayı) pişirme; pişim. 4. konuşma
dili işten kovma, sepetleme.

470
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

firm offer ticaret kesin teklif.


firm firm fırm isim firma.
firmament fir.ma.ment fır'mımınt isim gök kubbe.
firman fir.man fır'mın, fırman' isim ferman.
firmness firm.nessisim 1. (qöle, pelte, çikolata v.b.'ne özgü)
donmuşluk. 2. sağlamlık. 3. sıkılık. 4. (fiyatlarda)
istikrar.
first aid tıbbi ilk yardım.
first and foremost en başta.
first class (taşıtta) birinci mevki.
first floor zemin kat. 2. İngiliz İngilizcesi birinci kat.
first impression ilk izlenim.
first lady cumhurbaşkanının karısı.
first lieutenant askeri üsteğmen.
first name ilk ad.
first night gala, açılış gecesi.
first person dilbilgisi birinci şahıs.
first watch gecenin ilk nöbeti.
first first fırst sıfat 1. ilk, birinci. 2. baş, en büyük. zarf 1.
ilkin, evvela, ilkönce, önce. 2. ilk: When we first came
here it was a village. İlk geldiğimiz zaman burası bir
köydü. isim ilk, birinci.
firstborn first.bornisim ilk çocuk. sıfat ilk doğan.
firsthand first.handzarf doğrudan, doğrudan doğruya, ilk elden.
sıfat ilk elden, ilk elden alınmış.
firstly first.ly fırst'li zarf ilkin, evvela, ilkönce, önce.
first-rate first-ratesıfat üstün, mükemmel; birinci sınıf, ekstra.
firth firth fırth isim (İskoçya'da) haliç.
fiscal year mali işler mali yıl.
fiscal fis.cal fîs'kıl sıfat, mali işler mali.
fish for dolaylı bir şekilde istemek/aramak.
fish in troubled waters bulanık suda balık avlamak.

471
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fish or cut bait konuşma dili bir şeyi yapmak ya da ondan tamamıyla
vazgeçmek: You must either fish or cut bait! Ya bu
deveyi güdersin, ya da bu diyardan gidersin!
fish story palavra, masal, hikâye.
fish fish fîş fiil balık tutmak, balık avlamak.
fishbone fish.boneisim kılçık, balık kılçığı.
fisherman fish.er.man fîş'ırmın isim balıkçı.
fishing line olta, olta ipi, misina.
fishing pole olta kamışı.
fishing rod olta çubuğu.
fishing tackle olta takımı.
fishnet stocking file çorap.
fishnet fish.net fîş'net isim balık ağı.
fishy fish.y fîş'i sıfat 1. balık kokan; içinde balık tadı olan. 2.
balığı çok. 3. konuşma dili şüphe uyandıran: There's
something fishy about this. Bu işte bir bityeniği var.
fissile fis.sile fîs'ıl sıfat bölünebilir, yarılabilir.
fission fis.sion fîş'ın isim, fizik bölünüm, yarılım.
fissure fis.sure fîş'ır isim ince çatlak.
fist fist fîst isim yumruk.
fisticuffs fist.i.cuffs fîs'tîk^fs isim yumruklaşma, dövüşme.
fit for nothing hiçbir işe yaramaz, beş para etmez.
fit like a glove tıpatıp uymak.
fit someone out for birine (bir şey için) gerekli şeyleri sağlamak/tedarik
etmek.
fit to be tied konuşma dili çok öfkeli, babaları tutmuş, küplere
binmiş, zıvanadan çıkmış.
fit fit fît fiil (fitted, fitting) 1. -e göre olmak, -e yakışmak;
-e uygun olmak; -i uydurmak, -i ayarlamak, -in
uymasını sağlamak: This qob fits you perfectly. Bu iş
tam sana göre. The colors don't fit. Renkler birbirine
uymuyor. You should fit your remarks to the
educational level of your listeners. Sözlerinizi
dinleyicilerinizin eğitim düzeyine göre ayarlamalısınız.

472
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

2. in/into (bir yere, çevreye, gruba v.b.'ne) uygun


düşmek/olmak, uymak: He just doesn't fit in here.
Buraya uygun biri değil o. How does she fit into the
scheme of things here? Onun buradaki rolü ne? 3. -e
uymak, ölçüleri birbirini tutmak: This coat fits you. Bu
palto senin ölçülerine uyuyor. The key didn't fit the
lock. Anahtar kilide uymadı. 4. -e yerleştirmek; -e
takmak: He fitted the crown onto the tooth. Kuronu
dişin üstüne geçirdi. 5. into/in -i programına
almak/sıkıştırmak: I'll try to fit Gümüşhane into our
schedule. Gümüşhane'yi programımızın içine almaya
çalışırım. 6. into/in -e yerleştirmek, -e sığdırmak, -e
girmesini sağlamak; -e sığmak, -e girmek: Can you fit
this into the trunk of the car? Bunu otomobilin bagajına
yerleştirebilir misin? No, it won't fit. Hayır, sığmaz. 7.
uymak, tutmak, çelişmemek: He fits your description.
Senin tarifine uyuyor o. 8. for (birini) -e hazırlamak,
(birinin) (bir şey) için hazır/uygun olmasını sağlamak:
The education you get here will fit you for university.
Burada gördüğünüz tahsil sizi üniversiteye hazırlar. 9.
for (bir şey) için ölçü almak: She fitted him for a new
pair of shoes. Yeni bir çift ayakkabı için ayağının
ölçüsünü aldı. 10. with (bir giysinin) provasını yapmak:
We'll fit you with the dress tomorrow. Elbis
fitful fit.fulsıfat kısa aralıklarla bölünen, kesintili, düzensiz.
fitness fit.ness fît'nıs isim 1. uygunluk, uygun olma. 2.
(bedenen) formda olma, spor yapmaya hazır olma.
fitter fit.ter fît'ır isim borucu, tesisatçı.
fitting fit.ting fît'îng isim 1. terzilik prova. 2. çoğul (rakor,
manşon gibi) tesisat işlerinde kullanılan parça; fitings.
3. (bir) aksesuar. sıfat uygun.
five five fayv sıfat beş. isim 1. beş, beş rakamı (5, V). 2.
iskambil oyunları beşli.
five-and-ten bakınız five-and-ten-cent store

473
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

five-and-ten-cent store ucuz eşya satılan mağaza.


fivefold five.foldsıfat, zarf beş kat, beş misli.
fiver fiverisim, konuşma dili beş dolarlık kâğıt para.
fix a place up bir yeri tamir etmek.
fix on -i seçmek, -e karar vermek.
fix one's attention on dikkatini -e çevirmek.
fix one's eyes on gözünü -e dikmek.
fix oneself up süslenmek, kendini süslemek.
fix someone up with konuşma dili birine (bir şey) ayarlamak/sağlamak.
fix some-one's wagon konuşma dili 1. birini mahvetmek. 2. birinin hakkından
gelmek.
fix fix fîks fiil 1. tamir etmek. 2. (sabitleştirecek bir
şekilde) takmak, yerleştirmek. 3. (tarih, miktar v.b.'ni)
kararlaştırmak, tayin etmek. 4. (kahvaltı/öğle
yemeği/akşam yemeği) hazırlamak. 5. (saçını) yapmak.
6. (filmin) fiksajını yapmak. 7. konuşma dili şike
yaparak (maçın) sonucunu tayin etmek; rüşvet yedirerek
(mahkemenin) sonucunu tayin etmek. 8. konuşma dili
gününü göstermek, hakkından gelmek, çanına ot
tıkamak.
fixation fix.a.tion fîksey'şın isim aşırı bağlılık, aşırı düşkünlük.
fixed asset sabit değer.
fixed idea saplantı.
fixed price sabit fiyat.
fixed fixed fîkst sıfat 1. sabit, değişmeyen. 2. konuşma dili
şike veya rüşvet yoluyla ayarlanmış.
fixings fix.ings fîk'sîngz isim, çoğul, konuşma dili (bir et
yemeğini tamamlayan) diğer yemekler.
fixture fix.ture fîks'çır isim 1. (bir yapı veya odaya ait) sabit
eşya. 2. spor müsabaka.
fizz fizz fîz fiil (gazoz, soda, şampanya v.b.) fış fış/fışır fışır
köpürdemek, fışırdamak, fışıldamak. isim 1. (köpüren
gazoz, soda v.b.'nin çıkardığı) fışırtılı ses, fışırtı, fışıltı.
2. canlılık.

474
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fizzle fiz.zle fîz'ıl fiil, konuşma dili out iyi başlayıp sonradan
suya düşmek.
fizzy fizzysıfat karbonatlı (içecek).
fjord fjord fyôrd isim fiyort.
fl. oz. fl. oz.kısaltma fluid ounce
flabbergast flab.ber.gast fläb'ırgäst fiil, konuşma dili çok şaşırtmak,
küçük dilini yutturmak.
flabby flab.by fläb'i sıfat 1. gevşemiş, gevşek (adale, doku). 2.
cansız, güçsüz, ruhsuz, sönük.
flaccid flac.cid fläk'sîd, fläs'ıd sıfat bakınız flabby
flag a taxi taksi çevirmek.
flag down a taxi taksi çevirmek.
flag flag fläg isim büyük ve yassı kaldırım taşı. fiil
(flagged, flagging) bu taşlarla döşemek.
flagpole flag.poleisim gönder, bayrak direği.
flagrant fla.grant fley'grınt sıfat göze batan (kötülük,
ahlaksızlık); pervasız (suç işleyen kimse).
flagrante delicto fla.gran.te de.lic.to flıgrän'ti dîlîk'to suçüstü, cürmü
meşhut halinde.
flagship flag.shipisim 1. amiral gemisi. 2. bir şirket grubundaki
en önemli şirket: The Chicago Hilton is the flagship of
the Hilton chain of hotels. Şikago Hiltonu, Hilton otel
zincirinin baş oteli.
flagstaff flag.staffisim gönder, bayrak direği.
flagstone flag.stoneisim büyük ve yassı kaldırım taşı.
flair flair fler isim 1. yetenek, kabiliyet. 2. içgüdü.
flake flake fleyk isim 1. ince bir tabaka halinde olan parça. 2.
ince bir tabaka halindeki kar tanesi. fiil (of/away) (boya
tabakaları v.b.) kabarıp dökülmek; tabaka halinde
dökülmek.
flambeau flam.beau fläm'bo isim meşale.
flamboyant flam.boy.ant flämboy'ınt sıfat 1. frapan, göze çarpan
(renk). 2. aşırı davranışlarından dolayı göze çarpan
(kimse).

475
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flame flame fleym isim 1. alev, yalaz. 2. konuşma dili sevgili.


fiil alev alev yanmak.
flamethrower flame.throw.erisim alev makinesi.
flamingo fla.min.go flımîng'go isim (flamingos/flamingoes)
flamingo.
flammable flam.ma.ble fläm'ıbıl sıfat yanıcı.
Flanders Flan.ders flän'dırz isim Flandra.
flange flange flänc isim flanş.
flank attack askeri yan saldırısı, yan taarruzu.
flank flank flängk isim 1. böğür. 2. denizcilikle ilgili yan.
fiil, askeri 1. yandan kuşatmak. 2. yan saldırısı yapmak,
yan taarruzu yapmak.
flanking action askeri yan hareketi.
flannel flan.nel flän'ıl isim 1. flanel. 2. pazen. 3. İngiliz
İngilizcesi elbezi; sabun bezi, sabunluk. 4. İngiliz
İngilizcesi saçma, palavra.
flannelette flan.nel.etteisim pazen.
flap flap fläp isim 1. (kanat) çırpma, çırpıntı, çırpış. 2.
(yelken, bayrak, v.b.) dalgalanma. 3. (zarfa ait) kapak.
4. (kaskette) kulaklık. 5. (çadıra ait) etek. 6. (uçağın
kanadındaki) kanatçık. 7. (masaya ait) kanat. fiil
(flapped, flapping) 1. (kuş) (kanatlarını) çırpmak. 2.
(bayrak, yelken, v.b.) (rüzgârda) dalgalanmak.
flare flare fler fiil 1. parlamak, alevlenmek. 2. parlamak, ışık
saçmak. 3. (etekler) kabarmak. 4. up parlamak,
öfkelenmek. isim 1. askeri aydınlatma cephanesi. 2.
denizcilikle ilgili işaret fişeği.
flash flood aniden gelen sel.
flash in the pan saman alevi gibi bir şey.
flash through one's mind birden aklından geçmek.
flash flash fläş isim 1. ani bir parıldama. 2. flaş, kısa fakat
önemli bir haber. 3. fotoğrafçılık flaş aygıtı, flaş. 4. cep
feneri.
flashback flash.backisim geriye dönüş.

476
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flashbulb flash.bulbisim, fotoğrafçılık flaş ampulü.


flashgun flash.gunisim, fotoğrafçılık flaş lambası, flaş.
flashing flash.ing fläş'îng isim etek, yağmur sularına karşı
konulan sac örtü.
flashlight flash.lightisim el feneri.
flashy flash.y fläş'i sıfat frapan, göze çarpan.
flask flask fläsk isim 1. cep şişesi; matara. 2. kimya balon
(cam kap).
flat broke konuşma dili meteliksiz, züğürt.
flat on one's back yatalak.
flat rate tek fiyat.
flat tire patlak lastik.
flat flat flät sıfat (flatter, flattest) 1. düz; yassı. 2. yavan,
tatsız. 3. müzik bemol. 4. gazı gitmiş (meşrubat, bira,
şampanya).
flatcar flat.carisim, demiryolu açık yük vagonu.
flat-footed flat-foot.edsıfat düztaban.
flatiron flat.ironisim ütü.
flatness flat.nessisim 1. düzlük; yassılık. 2. yavanlık, tatsızlık.
flatten flat.ten flät'ın fiil yassılaştırmak, yassıltmak,
yassılatmak; ezmek.
flatter flat.ter flät'ır fiil pohpohlamak, koltuklamak, samimi
olmayan iltifatlarda bulunmak.
flatterer flat.ter.erisim pohpohçu.
flattery flat.teryisim pohpohlama.
flattop flat.topisim alabros saç.
flaunt flaunt flônt fiil göz önüne sermek, sergilemek.
flautist flau.tist flô'tîst isim, müzik flütçü.
flavor fla.vor fley'vır isim 1. (duyum olarak) tat, lezzet. 2.
lezzetli bir tat, çeşni. 3. çeşit: Their ice cream comes in
twenty flavors. Onların dondurmasının yirmi çeşidi var.
4. (belirli bir) nitelik. fiil (bir yiyeceğe) tat vermek için
(bir şey) katmak: She flavored it with vanilla. Tat
vermek için ona vanilya kattı.

477
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flavorful fla.vor.fulsıfat lezzetli.


flavoring fla.vor.ingisim yemeğe tat veren şey, tatlandırıcı.
flavorless fla.vor.lesssıfat tatsız, lezzetsiz, yavan.
flavour fla.vour fley'vır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız flavor
flaw flaw flô isim kusur; (kumaş veya giyside) defo.
flawed flaw.edsıfat kusurlu; defolu.
flawless flaw.lesssıfat kusursuz; defosuz.
flax flax fläks isim, botanik keten.
flaxen flax.ensıfat sarı, lepiska.
flaxseed flax.seed fläks'sid isim ketentohumu.
flay flay fley fiil 1. (derisini) yüzmek. 2. fena halde
azarlamak, haşlamak.
flea flea fli isim pire.
fleck fleck flek isim 1. nokta, benek, leke. 2. çok ufak parça.
fled fled fled fiil bakınız flee
fledgling fledg.ling flec'lîng isim 1. tüyleri henüz bitmiş yavru
kuş. 2. acemi çaylak, bir işe yeni başlayan kimse.
flee flee fli fiil (fled) kaçmak; firar etmek.
fleece fleece flis isim 1. (bir koyunun üstünde biten) yünün
tümü. 2. (bir koyundan kırkılan) yünün tümü. fiil 1.
(koyunu) kırkmak. 2. konuşma dili (hile ile) soyup
soğana çevirmek; kazıklamak.
fleecy flee.cysıfat 1. uzun tüylü yün kümelerine benzeyen. 2.
uzun tüylü yünle kaplı.
fleet fleet flit isim filo, donanma.
fleeting fleet.ingsıfat çabuk geçen, uçup giden; geçici, fani.
Fleming Flem.ing flem'îng isim Flaman.
Flemish Flem.ish flem'îş isim Flamanca. sıfat 1. Flaman. 2.
Flamanca.
flesh color ten rengi.
flesh flesh fleş isim et.
flew flew flu fiil bakınız fly
flex flex fleks fiil (kası) bükmek.
flexibility flex.i.bil.i.ty fleksıbîl'ıti isim esneklik, elastikiyet.

478
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flexible flex.i.ble flek'sıbıl sıfat esnek, elastiki.


flick one's fingers fiske atmak.
flick one's wrist çabuk ve kesik bir şekilde elini sallamak.
flick flick flîk isim 1. çabuk bir sallama hareketi: a flick of
the fingers bir fiske. a flick of the wrist çabuk ve kesik
bir el sallama. 2. konuşma dili (sinema salonunda
gösterilen) film. fiil çabuk bir sallama hareketinde
bulunmak.
flicker flick.er flîk'ır isim 1. titreşim, titreme. 2. ufacık bir
belirti: He suddenly felt a flicker of hope. Birdenbire
ufacık bir umut duydu. fiil 1. (ışık, gölge) oynamak. 2.
titreyen alevlerle/bir alevle yanmak.
flier fli.er flay'ır isim 1. pilot. 2. el ilanı.
flight of fancy hayal, hayal kurma.
flight of stairs (bir kattan başka bir kata giden) merdiven. 2. (bir
kattan merdiven sahanlığına kadar giden) merdiven
bölümü.
flight flight flayt isim 1. uçuş, uçma. 2. kaçış; firar.
flighty flight.y flay'ti sıfat hercai; havai; kaprisli.
flimsy flim.sy flîm'zi sıfat 1. dayanıksız; çürük; derme çatma.
2. uydurma olduğu belli, uyduruk, uydurmasyon.
flinch flinch flînç fiil (darbe yememek için) (vücudunu,
vücudunun bir parçasını) geri veya bir yana çekmek.
fling back open (pencereyi, kapıyı) hızla açmak.
fling oneself into (bir işe) dört elle sarılmak, balıklama dalmak.
fling fling flîng fiil (flung) 1. fırlatmak, hızla atmak. 2.
(kollarını) savurmak. isim bakınız have a fling have a
fling at
flint flint flînt isim çakmaktaşı.
flip a coin yazı tura atmak.
flip one's lid konuşma dili 1. tepesi atmak, zıvanadan çıkmak, çok
öfkelenmek. 2. oynatmak, delirmek. 3. (over) (-e) deli
divane olmak; (-den) sevinçten uçmak.

479
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flip flip flîp fiil (flipped, flipping) 1. fiske atmak. 2.


konuşma dili çıldırmak, keçileri kaçırmak. 3. konuşma
dili over -e hayran olmak. sıfat, konuşma dili saygısız,
küstah.
flip-flop flip-flopisim tokyo.
flippant flip.pant flîp'ınt sıfat saygısız, küstah.
flipper flip.per flîp'ır isim 1. (deniz kaplumbağalarında ve
yüzen memelilerde) yüzgeç. 2. (yüzmek için kullanılan)
palet.
flirt flirt flırt fiil with (erkek) (kadına) âşık gibi davranmak;
(kadın) (erkeğe) cilve yapmak. isim kadınlara âşık rolü
yapmayı seven erkek; erkeklere cilve yapmayı seven
kadın.
flit flit flît fiil (flitted, flitting) 1. oradan oraya uçmak. 2. -
den hızla geçmek.
float float flot isim 1. olta mantarı. 2. şamandıra, flotör. 3.
duba. fiil 1. su yüzünde/havada yüzmek/gitmek. 2.
(gemiyi) yüzdürmek. 3. (bir şeyin) su yüzünde yüzerek
bir yere gitmesini sağlamak; su yüzünde götürmek;
yüzdürmek. 4. hisseleri satarak (bir şirket) kurmak. 5.
(döviz kurunu) dalgalanmaya bırakmak. 6. boş verip her
şeyi oluruna bırakmak.
floating assets ticaret cari aktifler.
floating capital ticaret döner sermaye.
floating dock yüzer havuz.
floating population gelip geçici nüfus.
floating float.ing flo'tîng sıfat su yüzünde/havada yüzen.
flock flock flak isim sürü. fiil sürü halinde toplanmak.
floe floe flo isim denizde yüzen üstü düz buz kütlesi.
flog flog flag fiil (flogged, flogging) kırbaçlamak.
flood plain coğrafya taşkın yatağı.
flood tide kabarma, met.

480
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flood flood fl^d isim sel; su baskını, taşkın. fiil 1. sel


basmak; su basmak. 2. sel gibi akmak. 3. otomotiv
(motoru) ambale etmek.
floodgate flood.gateisim bent kapağı.
floodlight flood.lightisim proqektör.
floor lamp ayaklı lamba, abajur.
floor plan mimarlık kat planı.
floor show eğlence programı.
floor floor flôr isim 1. taş veya tahta döşeme, yer, zemin. 2.
(binadaki) kat. fiil 1. taş veya tahta döşemek. 2. vurup
yere yıkmak. 3. konuşma dili şaşırtmak, küçük dilini
yutturmak.
floorboard floor.board flor'bord isim döşeme tahtası. fiil, konuşma
dili (motorlu taşıtın) gaz pedalına sonuna kadar basmak,
alabildiğine gazlamak.
flooring floor.ingisim döşemelik.
floorwalker floor.walk.erisim büyük mağazalarda işi idare eden ve
müşterilere yardımcı olmak üzere dolaşan görevli.
floozy floo.zy flu'zi isim, konuşma dili hayat kadını, fahişe.
flop flop flap fiil (flopped, flopping) 1. çırpınmak. 2.
konuşma dili başaramamak. 3. (bir şeyi) birden sertçe
bırakıvermek. isim, konuşma dili başarısızlık, fiyasko.
flophouse flop.houseisim berduşların kalabileceği yurt;
berduşların kaldığı otel.
floppy disk bilgisayar disket, esnek disk.
floppy flop.py flap'i sıfat yumuşak ve kenarları sarkık.
flora flo.ra flor'ı isim (floras/florae) flora, bitey, bitki örtüsü.
floral flo.ral flor'ıl sıfat çiçeklere ait.
florid flor.id flôr'îd sıfat 1. tumturaklı (yazı); fazla süslü. 2.
kırmızı (yüz, yanak).
florist flo.rist flôr'îst isim çiçekçi, kesme çiçek satılan dükkânı
işleten kimse.
floss floss flôs isim diş ipliği. fiil (diş aralarını) iplikle
temizlemek.

481
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flossy flossysıfat, konuşma dili şatafatlı.


flotation flo.ta.tion flotey'şın isim 1. yüzme; yüzdürme. 2. ticaret
(senetleri) ihraç etme.
flotsam and jetsam denizde yüzen veya kıyıya vuran şeyler.
flotsam flot.sam flat'sım isim bakınız flotsam and qetsam
flounce flounce flauns isim fırfır, farbala.
flounder floun.der flaun'dır isim dilbalığı.
flour flour flaur, flau'wır isim un.
flourish flour.ish flır'îş fiil 1. gelişmek, büyümek; ilerlemek. 2.
sallamak. isim gösterişli bir hareket.
flout flout flaut fiil hor görmek, reddetmek veya itaat
etmemek.
flow flow flo fiil 1. akmak. 2. (saç) sarkmak. 3. (elbise,
kumaş) (belirli bir şekilde) dökülmek, düşmek, durmak,
oturmak. isim akış.
flower bed çiçek tarhı.
flower girl çiçekçi kız. 2. nikâh töreninde çiçek taşıyan küçük kız.
flower flow.er flau'wır isim çiçek. fiil çiçeklenmek, çiçek
vermek, çiçek açmak.
flowerpot flow.er.potisim saksı.
flower-seller flow.er-sell.erisim (sokakta çiçek satan) çiçekçi.
flowery flow.er.y flau'wıri sıfat 1. çiçekli, çiçeği çok. 2. süslü
(yazı, sözler, üslup).
flowing flow.ingsıfat 1. akan. 2. akıcı.
flown flown flon fiil bakınız fly
flu flu flu isim grip.
fluctuate fluc.tu.ate fl^k'çuweyt fiil 1. yükselip alçalmak; inip
çıkmak. 2. değişmek. 3. ticaret dalgalanmak.
fluctuation fluc.tu.a.tionisim 1. yükselip alçalma; inip çıkma. 2.
değişme. 3. ticaret dalgalanma.
flue flue flu isim büyük bir baca içindeki birkaç ayrı duman
yolunun her biri; duman yolu.
fluency flu.en.cy fluw'ınsi isim (dilde) akıcılık.

482
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fluent flu.ent fluw'ınt sıfat akıcı (yazı, üslup); akıcı bir şekilde
konuşan (biri).
fluently flu.ent.lyzarf akıcı bir şekilde.
fluff fluff fl^f isim (halıdan, kumaştan dökülmüş) hav. fiil
(tüylerini, saçını) kabartmak.
fluffy fluffysıfat tüyleri kabarık.
fluid ounce 23,59 cc. 2. İngiliz İngilizcesi 20.67 cc.
fluid flu.id flu'wîd sıfat akıcı; akışkan. isim sıvı; akışkan.
fluke fluke fluk isim (bir) şans, şans eseri.
flung flung fl^ng fiil bakınız fling
flunk out başarısızlıktan dolayı okulu bırakmak zorunda kalmak.
flunk flunk fl^ngk fiil, konuşma dili 1. (sınavda) çakmak;
çaktırmak. 2. (sınıfta) kalmak; (sınıfta) bırakmak.
flunky flun.ky fl^ng'ki isim 1. birinin emirlerine koşan, uşak,
piyon. 2. dalkavuk.
fluorescent light floresan lamba, floresan. 2. floresan ışık.
fluorescent flu.o.res.cent flûres'ınt sıfat floresan.
fluoride flu.o.ride flû'rayd isim, kimya flüorür.
flurry flur.ry flır'i isim 1. kısa süren hafif bir kar yağışı. 2.
kısa süren bir heyecan veya telaş. 3. ticaret borsada kısa
süren bir fiyat yükselişi veya inişi.
flush someone out birini saklandığı yerden çıkarmak.
flush something down the toilet tuvalete atıp sifonu çekmek.
flush tank (tuvalete ait) rezervuar.
flush the toilet sifonu çekmek.
flush flush fl^ş sıfat 1. düz, aynı hizada olan. 2. konuşma dili
üzerinde bol para olan. fiil 1. (av kuşunu) ürkütüp
uçurmak. 2. (yüzü) kızarmak; (yanaklarını) kızartmak.
isim (yüzde) kızartı.
fluster flus.ter fl^s'tır fiil (birini) heyecanlandırıp şaşırtmak.
isim heyecanlı ve şaşkın bir hal.
flute flute flut isim 1. müzik flüt, flavta. 2. mimarlık
(sütundaki) yiv.
fluted column yivli sütun.

483
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fluting flutingisim (sütundaki) yiv veya yivler.


flutist flutistisim flütçü, flavtacı.
flutter flut.ter fl^t'ır fiil 1. (kanatlarını) çırpmak. 2. çırpınmak.
3. (rüzgârda) titremek veya hafifçe dalgalanmak. 4.
çabuk çabuk sallamak. 5. çırpınır gibi düşmek. isim 1.
çırpınma, çırpınış. 2. (rüzgârda) titreme veya hafifçe
dalgalanma.
flux flux fl^ks isim akış.
fly a kite uçurtma uçurmak.
fly at someone's throat birine birdenbire (sözlerle) saldırmak.
fly at birdenbire üstüne saldırmak.
fly away uçup gitmek.
fly blind kör uçmak. 2. (tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler
yüzünden) sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek.
fly by the seat of one's pants (tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler yüzünden)
sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek.
fly in the face of -i hiçe saymak.
fly into a rage küplere binmek, hiddetlenmek.
fly into a tantrum (hiddetten) bağırıp çağırıp tepinmeye başlamak.
fly into a temper hemen öfkelenmek.
fly off on a tangent (önemsiz/ilgisiz bir şeye takılarak) asıl konudan
ayrılmak/uzaklaşmak, amaçtan sapmak.
fly off the handle zıvanadan çıkmak, çok öfkelenmek.
fly off uçup gitmek.
fly swatter sineklik.
fly the coop konuşma dili kaçmak, sıvışmak, tüymek.
fly fly flay isim 1. sinek. 2. erkek pantolonunun önündeki
fermuar veya düğmelerle açılıp kapanan bölüm: Your
fly's open. Pantolonunun önü açık.
fly-by-night fly-by-night flay'baynayt sıfat güvenilmez.
flyer fly.er flay'ır isim bakınız flier
flying buttress mimarlık dayanma kemeri.
flying saucer uçan daire.

484
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

flying fly.ing flay'îng isim 1. uçma, uçuş; uçurma. 2.


havacılık; pilotaj; pilotluk. sıfat 1. uçan. 2. havacılıkla
ilgili.
flypaper fly.pa.perisim sinek kâğıdı.
flyweight fly.weight flay'weyt isim, boks sinekağırlık,
sineksıklet.
flywheel fly.wheel flay'hwil isim volan, düzenteker.
FM FM ef'em' kısaltma Frequency Modulation
foal foal fol isim tay. fiil tay doğurmak.
foam at the mouth ağzı köpürmek. 2. çok öfkeli olmak, köpürmek.
foam rubber sünger.
foam foam fom isim köpük. fiil köpürmek.
foamy foamysıfat köpüklü.
focal point odak noktası.
focal fo.cal fo'kıl sıfat, fizik odaksal, mihraki.
focus one's attention on -e dikkatini çevirmek.
focus fo.cus fo'kıs isim (focuses/foci) odak. fiil
(focused/focussed, focusing/focussing) odaklamak.
fodder fod.der fad'ır isim (saman veya ot gibi) hayvan yemi.
foe foe fo isim düşman, hasım.
foetal foe.tal fi'tıl isim bakınız fetal
foetid foet.id fet'îd sıfat bakınız fetid
foetus foe.tus fi'tıs isim bakınız fetus
fog fog fag isim sis. fiil (fogged, fogging) buğulanmak;
buğulandırmak.
foggy fog.gy fag'i sıfat sisli.
foghorn fog.hornisim sis düdüğü.
fogy fo.gy fo'gi isim örümcek kafalı kimse.
foible foi.ble foy'bıl isim zaaf, zayıf yön.
foil foil foyl isim 1. alüminyum folyo, folyo. 2. (altın, kalay
v.b. madenleri döverek oluşturulan) varak, yaprak.
foist foist foyst fiil 1. on -e zorla kabul ettirmek, -in başına
yıkmak: foist a qob (off) on someone bir işi birinin

485
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

başına yıkmak. 2. on -e kakalamak. 3. in/into -e


sokuşturmak, -e kurnazlıkla koymak.
fold one's arms kollarını kavuşturmak.
fold fold fold isim 1. ağıl. 2. koyun sürüsü.
folder fold.er fol'dır isim 1. dosya. 2. broşür.
folding chair katlanır iskemle.
folding door katlanır kapı; akordeon kapı, armonik kapı, körüklü
kapı.
foliage plant yapraklarının güzelliği için yetiştirilen süs bitkisi.
foliage fo.li.age fo'liyîc isim bitki yaprakları; yeşillik.
folk dance halk oyunu.
folk literature halk edebiyatı.
folk song halk şarkısı.
folk folk fok isim 1. halk. 2. çoğul insanlar, kimseler. 3.
konuşma dili akrabalar, aile, ana baba.
folklore folk.loreisim folklor.
follow in someone's footsteps bir kimsenin izinde olmak.
follow one's nose dosdoğru gitmek. 2. düşünmeden hareket etmek.
follow someone's advice birinin sözünü dinlemek.
follow suit aynı şeyi yapmak.
follow the lead of someone birinin ardından gitmek.
follow through konuşma dili 1. başladığı bir işin sonunu getirmek; on
(başlandığı bir işin) sonunu getirmek. 2. avantajını
değerlendirmek.
follow up (başka bir şey yaparak) (bir şeyi) tamamlamak.
follow fol.low fal'o fiil 1. takip etmek, izlemek. 2. anlamak,
kavramak.
follower fol.low.er fal'owır isim taraftar, yandaş.
following fol.low.ing fal'owîng isim taraftarlar, yandaşlar. sıfat
aşağıdaki; -den sonraki. edat - den sonra, -i müteakip.
folly fol.ly fal'i isim delilik, budalalık.
foment fo.ment foment', fo'ment fiil 1. kışkırtmak. 2. teşvik
etmek.
fomenter fo.ment.erisim kışkırtıcı, tahrikçi.

486
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fond memories güzel hatıralar.


fond fond fand sıfat 1. fazla müsamahakâr. 2. sevgi dolu.
fondle fon.dle fan'dıl fiil okşamak, sevmek.
fondly fond.lyzarf sevgiyle, şefkatle.
fondness fond.nessisim 1. düşkünlük. 2. fazla müsamaha.
fondue fon.due fôndü', fandu' isim fondü.
font font fant isim, matbaacılık, bilgisayar font.
food food fud isim yemek, yiyecek; gıda, besin.
foodstuff food.stuffisim yiyecek, gıda maddesi.
fool around konuşma dili 1. vaktini boşa geçirmek; vaktini
çalışacağına eğlenmekle geçirmek. 2. with ile oynamak.
3. with bir hobi olarak (bir şey) ile ilgilenmek.
fool fool ful isim ahmak, budala, enayi, aptal.
foolhardy fool.har.dy ful'hardi sıfat kendini veya diğerlerini boş
yere tehlikeye atan.
foolish fool.ish fu'lîş sıfat ahmak, budala, aptal (kimse);
ahmakça, budalaca, aptalca (şey).
foolishness fool.ish.nessisim ahmaklık, budalalık, aptallık.
foolproof fool.proof ful'pruf sıfat 1. sağlam ve kullanılması
kolay. 2. çok sağlam, dört dörtlük, mükemmel.
fool's gold pirit.
fool's paradise hayaller üzerine kurulmuş mutluluk.
foot it yaya gitmek.
foot the bill konuşma dili parasını vermek, hesabı ödemek.
foot foot fût fiil bakınız foot it foot the bill
football foot.ball fût'bôl isim 1. Amerikan futbolu. 2. İngiliz
İngilizcesi futbol.
footboard foot.board fût'bôrd isim (karyolanın) ayakucundaki
tahta.
footbridge foot.bridge fût'brîc isim yaya köprüsü.
footed foot.ed fût'îd sıfat ayaklı: a four-footed animal dört
ayaklı bir hayvan.
foothills foot.hills fût'hîlz isim, çoğul sıradağların veya bir dağın
uzantısı olan tepeler.

487
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

foothold foot.hold fût'hold isim ayak basacak yer.


footing foot.ing fût'îng isim ayak basacak yer.
footlights foot.lights fût'layts isim, tiyatro ramp ışıkları.
footlocker foot.lock.er fût'lakır isim küçük sandık.
footloose foot.loose fût'lus sıfat serbest, başıboş.
footnote foot.note fût'not isim dipnot. fiil dipnot koymak.
footpath foot.path fût'päth isim patika.
footprint foot.print fût'prînt isim ayak izi.
footsore foot.sore fût'sôr sıfat yürümekten ayakları şişmiş,
yaralanmış veya ağrıyan.
footstep foot.step fût'step isim 1. adım. 2. ayak sesi. 3. ayak izi.
footwear foot.wear fût'wer isim ayak giyecekleri.
fop fop fap isim züppe.
for a song çok ucuza, yok pahasına.
for a variety of reasons çeşitli nedenlerden dolayı.
for ages uzun bir zaman, senelerce, çoktan beri.
for all one is worth var kuvvetiyle/gücüyle: He was running for all he was
worth. Var kuvvetiyle koşuyordu.
for all that her şeye rağmen.
for all the world like konuşma dili gerçekten, hakikaten: She looks for all the
world like her grandmother. Tıpkı büyükannesine
benziyor.
for all the world dünyayı verseler: She wouldn't do that for the world.
Dünyayı verseler onu yapmaz.
for appearances' sake görünüşü kurtarmak için.
for aught I care. .. bana ne, ... beni hiç ilgilendirmez: He can do it for
aught I care! Varsın yapsın, bana ne!
for aught I know benim bildiğime göre, bildiğim kadarıyla: He's still in
Paris for aught I know. Benim bildiğime göre hâlâ
Paris'te.
for better or for worse iyi de olsa, kötü de olsa; anca beraber kanca beraber.
for certain muhakkak, kesinlikle.
for dear life vargücüyle.
for effect gösteriş için.

488
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

for ever and a day konuşma dili ilelebet, daima.


for ever and ever ilelebet, ebediyen.
for ever sonsuza kadar, ebediyen.
for example örneğin, mesela.
for fear of korkusundan, korkusuyla, -den korkarak.
for free konuşma dili bedava, parasız.
for fun zevk için. 2. şakadan.
for good measure fazladan, ek olarak.
for good konuşma dili 1. bir daha dönmemek üzere (gitmek). 2.
gerçekten. 3. kesinlikle.
For goodness sake! Allah aşkına!
for heaven's sake Allah aşkına.
For heaven's sake! Allah aşkına!
for hire kiralık.
for instance örneğin, mesela.
for keeps her zaman için, temelli olarak, sonuna kadar.
for life ömür boyu.
for luck uğur getirsin diye.
For mercy's sake! Aman!/Allah aşkına!
for months aylarca.
for my sake hatırım için.
for nothing parasız, bedava. 2. boş yere, boşuna.
for once yalnız bu sefer/kez; bir kere/kez de olsa. For once he
wasn't lying. Yalnız bu sefer yalan söylemiyordu. For
once tell me the truth! Bir kere de olsa bana gerçeği
söyle!
For one thing ..., and for another ... Sebepler sıralanırken kullanılır: I don't want to go. For
one thing it's too cold, and for another I'm tired. Gitmek
istemiyorum. Evvela dışarısı fazla soğuk, ayrıca
yorgunum.
for one's part .. ise. For my part, I intend to stay. Ben ise kalmak
niyetindeyim.
for pity's sake Allah aşkına.
For shame! Ne ayıp!

489
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

for starters konuşma dili ilkin, evvela.


for sure kesin: That's for sure! Orası kesin!
for that matter ona gelince. 2. hatta.
for the asking istersen: It's yours for the asking. Alabilirsin. If you
want to use my boat on Mondays, it's yours for the
asking. Teknemi pazartesileri kullanmak istersen
alabilirsin.
for the birds konuşma dili saçma.
for the life of one konuşma dili bir türlü, hiç: I can't for the life of me
remember her name. İsmini bir türlü hatırlayamıyorum.
for the love of aşkına, hatırı için.
for the most part genel olarak.
for the present şimdilik, şu anda.
for the public weal umumun refahı için. 2. kamu yararına.
for the purpose of -mek amacıyla.
for the sake of argument varsayalım ki, farz edelim ki.
for the sake of clarity anlaşılsın diye.
for the time being şimdilik.
for the world dünyayı verseler: She wouldn't do that for the world.
Dünyayı verseler onu yapmaz.
for weeks haftalarca.
for what it's worth işinize yarar mı, bilmiyorum: Here's what I heard, for
whatever it's worth. İşinize yarar mı, bilmiyorum, ama
duyduğum bu.
for whatever it's worth işinize yarar mı, bilmiyorum: Here's what I heard, for
whatever it's worth. İşinize yarar mı, bilmiyorum, ama
duyduğum bu.
for for fôr edat 1. için, -e. 2. uğruna. 3. şerefine. 4. -den
dolayı. 5. -e karşı. bağlaç çünkü, zira.
forage for.age fôr'îc fiil 1. karıştırarak aramak. 2. aramak;
toplamak.
foray for.ay fôr'ey isim 1. akın, baskın. 2. dalma, girme.
forbade for.bade fırbäd' fiil bakınız forbid

490
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

forbear for.bear fôrber' fiil (forbore, forborne) 1. (merhamet


veya şefkatten dolayı) (bir şeyi) yapmamak. 2. (from)
kendini (bir şey yapmaktan) alıkoymak.
forbid for.bid fırbîd' fiil (forbade, forbidden, forbidding)
yasaklamak, yasak etmek.
forbidden for.bid.densıfat yasak, yasaklanmış.
forbidding for.bid.ding fırbîd'îng sıfat 1. sert, haşin. 2. ürkütücü,
korku veren.
forbore for.bore fôrbor' fiil bakınız forbear
forborne for.borne fôrborn' fiil bakınız forbear
force a smile zorla gülümsemek.
force majeure fors majör, zorlayıcı neden.
force someone at gunpoint tabancayla/tüfekle birini zorlamak.
force the door kapıyı zorlamak.
force force fôrs fiil zorlamak; mecbur etmek.
forced labor zorla işe koşulanların emeği. 2. zorla çalışma.
forced landing havacılık mecburi iniş.
forced march askeri cebri yürüyüş.
forced sale mecburi satış.
forceful force.ful fôrs'fıl sıfat güçlü, kuvvetli.
forceps for.ceps fôr'sıps isim, tıbbi forseps.
forcible for.ci.ble fôr'sıbıl sıfat 1. zora dayanan. 2. güçlü, etkili.
forcibly for.cib.lyzarf zorla.
ford ford ford isim ırmakta yürüyerek geçilen sığ yer, geçit.
fiil sığ yerden yürüyerek geçmek.
fore fore for sıfat öndeki. isim ön.
forearm fore.arm for'arm isim, anatomi önkol, kolun dirsekle
bilek arasındaki bölümü.
forebear fore.bear for'ber isim ata, cet.
forebode fore.bode forbod' fiil 1. önceden haber vermek. 2.
(özellikle uğursuz bir şeyi) önceden hissetmek.
foreboding fore.bod.ingisim kötü bir şeyin meydana geleceğini
önceden hissetme, önsezi.

491
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

forecast fore.cast for'käst fiil (forecast/forecasted) önceden


tahmin etmek. isim tahmin.
forecastle fore.cas.tle fok'sıl isim, denizcilikle ilgili baş kasarası.
foreclose fore.close for.kloz' fiil, hukuk parayı ödemediği için
ipotekli malı sahibinin elinden almak.
forefather fore.fa.ther for'fadhır isim ata, cet.
forefinger fore.fin.ger for'fîng.gır isim işaret parmağı.
forefoot fore.foot for'fût isim (forefeet) ön ayak.
forefront fore.front for'fr^nt isim en öndeki yer; ön plan.
foregone conclusion önceden belli olan sonuç.
foregone fore.gone for'gôn sıfat bakınız foregone conclusion
foreground fore.ground for'graund isim ön plan.
forehand fore.hand for'händ isim, tenis sağ vuruş. sıfat sağ
vuruşla yapılan.
forehead fore.head fôr'îd isim alın.
foreign affairs dışişleri.
foreign exchange ekonomi döviz.
foreign minister dışişleri bakanı.
Foreign Office İngiliz İngilizcesi Dışişleri Bakanlığı.
foreign parts dış ülkeler, yabancı ülkeler.
Foreign Secretary Dışişleri Bakanı.
foreign trade dış ticaret.
foreign for.eign fôr'în sıfat yabancı, ecnebi; dış.
foreigner for.eign.erisim yabancı, ecnebi.
foreknowledge fore.knowl.edge for'nalîc isim önceden bilme.
forelady fore.la.dy for'leydi isim işçibaşı kadın.
foreleg fore.leg for'leg isim (hayvanlarda) ön ayak.
foreman fore.man for'mın isim (foremen) 1. işçibaşı; ustabaşı. 2.
hukuk jüri başkanı.
foremost fore.most for'most sıfat başta gelen, en öndeki. zarf
başta.
forename fore.name for'neym isim ilk isim; küçük isim.
forensic medicine adli tıp.

492
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

forensic fo.ren.sic fıren'sîk sıfat 1. mahkemeye ait. 2.


münazaraya ait, hitabetle ilgili.
forensics fo.ren.sicsisim münazara sanatı.
foreplay fore.play for'pley isim cinsel ilişkiden önce oynaşma,
peşrev, ön oyun.
forerunner fore.run.ner for'r^nır isim 1. haberci; önden gelen. 2.
selef, öncel.
foresee fore.see forsi' fiil (foresaw, foreseen) önceden görmek,
önceden sezmek.
foreshadow fore.shad.ow forşä'do fiil (birinin, bir şeyin) habercisi
olmak.
foresight fore.sight for'sayt isim öngörü, ileri görüş; basiret,
sağgörü.
foreskin fore.skin for'skîn isim, anatomi sünnet derisi.
forest ranger devlet ormanlarında görevli ormancı.
forest for.est fôr'îst isim orman. fiil ağaç dikip orman haline
getirmek, ağaçlandırmak, ormanlaştırmak.
forestall fore.stall forstôl' fiil erken davranıp önlemek.
forester for.est.erisim orman mühendisi, ormancı.
forestry for.est.ryisim orman mühendisliği, ormancılık.
foretaste fore.taste for'teyst isim önceden alınan tat.
foretell fore.tell fortel' fiil (foretold) önceden haber vermek;
kehanette bulunmak.
forethought fore.thought for'thôt isim önceden düşünme.
forever for.ev.er fırev'ır zarf 1. sonsuza kadar, ebediyen. 2.
hep, durmadan.
forewarn fore.warn forwôrn' fiil önceden uyarmak/ikaz etmek.
forewoman fore.wom.an for'wûmın isim (forewomen) 1. işçibaşı
kadın, işçibaşı. 2. hukuk kadın jüri başkanı.
foreword fore.word for'wırd isim önsöz.
forfeit for.feit fôr'fît isim ceza, bedel. fiil ceza olarak
kaybetmek.
forgave for.gave fırgeyv' fiil bakınız forgive
forge ahead hızla ilerlemek. 2. öne geçmek.

493
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

forge forge fôrc fiil bakınız forge ahead


forger forg.er fôr'cır isim 1. bir şeyin sahtesini yapıp oriqinal
olduğunu ileri süren kimse. 2. sahtekâr; kalpazan.
forgery for.ger.y fôr'cıri isim 1. bir şeyin sahtesini yapıp
oriqinal olduğunu ileri sürme. 2. sahtekârlık;
kalpazanlık. 3. sahte şey.
forget for.get fırget' fiil (forgot, forgotten, forgetting)
unutmak.
forgetful for.get.ful fırget'fıl sıfat unutkan.
forgetfulness for.get.ful.nessisim unutkanlık.
forget-me-not for.get-me-not fırget'minat isim unutmabeni.
forgive for.give fırgîv' fiil (forgave, forgiven) affetmek,
bağışlamak.
forgiven for.giv.en fırgîv'ın fiil bakınız forgive
forgivingness for.giv.ing.nessisim bağışlama, af.
forgo for.go fôrgo' fiil (forwent, forgone) vazgeçmek,
bırakmak.
forgone for.gone fôrgôn' fiil bakınız forgo
forgot for.got fır'gat fiil bakınız forget
forgotten for.got.ten fırgat'ın fiil bakınız forget
fork fork fôrk isim 1. çatal. 2. bahçıvanlık bel. 3. yol veya
nehrin çatallaşan yer veya kolu, çatal. fiil 1.
çatallaşmak. 2. bahçıvanlık bellemek.
forked forked fôrkt sıfat çatallı.
forklift fork.liftisim forklift.
forlorn for.lorn fôrlôrn' sıfat 1. yalnız, ümitsiz ve üzgün. 2.
terkedilmiş ve harap.
form a government hükümet kurmak.
form a habit alışkanlık edinmek, âdet edinmek.
form a line sıra olmak, sıraya girmek.
form a single file tek sıra olmak, birbiri ardınca sıralanmak.
form an opinion fikir edinmek.
form form fôrm isim 1. şekil, biçim. 2. spor form. 3. form,
doldurulmak üzere hazırlanmış basılı belge. 4. İngiliz

494
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

İngilizcesi (okullarda) sınıf. fiil 1. şekil vermek, biçim


vermek, biçimlendirmek. 2. oluşturmak, teşkil etmek;
oluşmak. 3. düzenlemek, tertip etmek, kurmak: That
party was unable to form a government. O parti
hükümet kuramadı. 4. yapmak: He formed those boys
into soldiers. O çocukları alıp birer asker yaptı. Form
the dough into little balls. Bu hamurdan ufak topaklar
yap. How do you form the plural of this noun? Bu ismin
çoğulu nasıl yapılır?
formal for.mal fôr'mıl sıfat 1. resmi. 2. biçimsel.
formalise for.mal.ise fôr'mılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
formalize
formality for.mal.i.ty fôrmäl'ıti isim 1. resmiyet. 2. formalite.
formalize for.mal.ize fôr'mılayz fiil 1. resmileştirmek, resmiyete
dökmek. 2. biçimlendirmek, biçim/şekil vermek.
format for.mat fôr'mät isim, bilgisayar format, biçim. fiil,
bilgisayar (formated/formatted, formating/formatting)
format etmek, formatlamak, biçimlemek.
formated diskette formatlı disket.
formation for.ma.tion fôrmey'şın isim 1. oluşma; oluşturma,
teşkil. 2. şekil verme, biçim verme, biçimlendirme. 3.
askeri düzen.
formative form.a.tive fôr'mıtîv sıfat şekil veren, biçim veren,
biçimlendiren.
former for.mer fôr'mır sıfat 1. eski, önceki. 2. the birinci, ilk,
ilk söylenen.
formerly for.mer.lyzarf eskiden.
formidable for.mi.da.ble fôr'mîdıbıl sıfat zor, güç, müşkül;
aşılması zor.
Formosa For.mo.sa fôrmo'sı isim Formoza.
Formosan isim Formozalı. sıfat 1. Formoza, Formoza'ya özgü. 2.
Formozalı.
formula for.mu.la fôr'myılı isim (formulas/formulae) 1. reçete.
2. kimya formül.

495
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

formulate for.mu.late fôr'myıleyt fiil kesin ve açık olarak


belirtmek.
fornicate for.ni.cate fôr'nıkeyt fiil evlilikdışı cinsel ilişkide
bulunmak, zina etmek.
forsake for.sake fırseyk' fiil (forsook, forsaken) 1. vazgeçmek.
2. yüzüstü bırakmak, terketmek.
forsaken for.sak.en fırsey'kın fiil bakınız forsake
forsook for.sook fırsûk' fiil bakınız forsake
forswear for.swear fôr.swer' fiil (forswore, forsworn) bırakmak
için yemin etmek, tövbe etmek.
forswore for.swore fôr.swor' fiil bakınız forswear
forsworn for.sworn fôr.sworn' fiil bakınız forswear
fort fort fôrt isim kale, hisar.
forte forte fôrt isim birinin en iyi yaptığı iş; birinin asıl
uzmanlık alanı.
forth forth fôrth zarf ileri, dışarı, dışarıya doğru.
forthcoming forth.com.ing fôrth'k^mîng sıfat gelecek, önümüzdeki.
forthright forth.right fôrth'rayt sıfat 1. açıksözlü. 2. içten, samimi.
3. doğrudan.
forthwith forth.with fôrth.wîdh' zarf hemen, derhal.
fortieth for.ti.eth fôr'tiyîth sıfat, isim 1. kırkıncı. 2. kırkta bir.
fortification for.ti.fi.ca.tion fôrtıfıkey'şın isim, askeri 1. tahkimat. 2.
tahkimat yapma.
fortify for.ti.fy fôr'tıfay fiil 1. -de tahkimat yapmak. 2. -e
moral vermek.
fortitude for.ti.tude fôr'tıtud isim metanet.
fortnight fort.night fôrt'nayt isim iki hafta, on beş gün.
fortress for.tress fôr'trîs isim büyük kale, büyük hisar.
fortuitous for.tu.i.tous fôrtu'wıtıs sıfat rastlantı sonucu olan,
tesadüfi.
fortunate for.tu.nate fôr'çınît sıfat şanslı, talihli.
fortunately for.tu.nate.lyzarf iyi ki, çok şükür, Allahtan, bereket
versin.

496
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fortune for.tune fôr'çın isim 1. kısmet, kader; şans, talih. 2.


servet.
fortuneteller for.tune.tell.erisim falcı.
forty winks kısa süren uyku, şekerleme.
forty for.ty fôr'ti sıfat kırk. isim kırk, kırk rakamı (08, XL).
forum fo.rum for'ım isim (forums/fora) forum.
forward for.ward fôr'wırd sıfat 1. ileride olan, öndeki, ön; ileri.
2. küstah, şımarık. isim, futbol forvet.
forwarding agent nakliye acentesi.
forwards for.wards fôr'wırdz zarf bakınız forward
forwent for.went fôrwent' fiil bakınız forgo
fossil fos.sil fas'ıl isim fosil, taşıl.
fossilise fos.sil.ise fas'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
fossilize
fossilize fos.sil.ize fas'ılayz fiil fosilleşmek, taşıllaşmak;
fosilleştirmek, taşıllaştırmak.
foster child evlatlık.
foster parents evlatlığa bakan ana baba.
foster fos.ter fôs'tır fiil beslemek, büyütmek, bakmak.
fought fought fôt fiil bakınız fight
foul play cinayet, suikast.
foul foul faul sıfat 1. kirli, pis. 2. iğrenç, tiksindirici. 3.
kötü, fena. 4. birbirine karışmış (ipler, zincirler v.b.).
isim, spor faul.
foulmouthed foul.mouthedsıfat ağzı bozuk, küfürbaz.
found found faund fiil kurmak.
foundation foun.da.tion faundey'şın isim 1. kurma, tesis etme. 2.
temel. 3. temel, esas. 4. kurum, vakıf.
founder found.erisim dökümcü, dökmeci.
foundling found.ling faund'lîng isim buluntu, terkedilip sokakta
veya başka bir yerde bulunan bebek.
foundry foun.dry faun'dri isim dökümhane.
fount fount faunt isim pınar, kaynak, çeşme.
fountain pen dolmakalem.

497
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fountain foun.tain faun'tın isim 1. fıskıye. 2. çeşme.


fountainhead foun.tain.head faun'tınhed isim 1. pınar başı, kaynak,
memba. 2. asıl kaynak.
four corners of the earth dünyanın dört bucağı.
four four for sıfat dört. isim dört, dört rakamı (0, IV).
foursquare four.sjuaresıfat cesur, güvenilir ve inançlı.
fourteen four.teen fôr'tin' sıfat on dört. isim on dört, on dört
rakamı (30, XIV).
fourth fourth fôrth sıfat, isim 1. dördüncü. 2. dörtte bir.
fowl fowl faul isim (fowl/fowls) 1. kuş; kümes hayvanı. 2.
tavuk, hindi veya ördek eti.
fowling piece av tüfeği.
fox fox faks isim 1. tilki. 2. tilki kürkü. 3. kurnaz kimse,
tilki. fiil aldatmak.
foxglove fox.glove faks'gl^v isim yüksükotu.
foxy fox.y fak'si sıfat tilki gibi, kurnaz.
foyer foy.er foy'ır isim fuaye.
fracas fra.cas frey'kıs isim arbede; gürültülü kavga; dalaş.
fraction frac.tion fräk'şın isim 1. matematik kesir. 2. (bir
şeyden) küçük bir parça.
fractious frac.tious fräk'şıs sıfat huysuz, aksi.
fracture frac.ture fräk'çır isim 1. kırma; kırılma. 2. kırık, bir
şeyin kırılan yeri.
fragile frag.ile fräc'ıl sıfat kolay kırılan, kırılgan.
fragility fra.gil.i.ty frıcîl'ıti isim 1. kolay kırılma, kırılganlık. 2.
naziklik.
fragment frag.ment fräg'mınt isim kırık parça, kırık.
fragrance fra.grance frey'grıns isim güzel koku.
fragrant fra.grant frey'grınt sıfat güzel kokulu, mis kokulu.
frail frail freyl sıfat 1. ince ve zayıf nahif; ince ve güçsüz;
hafif ve kırılgan. 2. zayıf (umut, şans v.b.).
frailty frail.tyisim 1. ince ve zayıf nahif olma; ince ve güçsüz
olma; hafif ve kırılgan olma. 2. (umut, şans v.b.'nde)
zayıflık. 3. zaaf, irade zayıflığı.

498
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

frame of mind (ruhi) hal, durum: I left him in a cheerful frame of


mind. Onu neşeli bir halde bıraktım.
frame frame freym isim 1. çerçeve; (pencere, kapıya ait) kasa;
telaro. 2. (binaya ait) iskelet, karkas. 3. (vücuda ait)
bünye, yapı. 4. (otomobil, kamyon v.b.'nde) şasi. 5.
sinema kare, resim.
frame-up frame-upisim, argo suçu (aslında suçsuz olan birine)
yıkma, kumpas kurma, kumpas, tuzak.
framework frame.workisim (binaya ait) iskelet, karkas.
framing fram.ing frey'mîng isim (binaya ait) iskelet, karkas.
franc franc fränk isim (Fransa, Belçika, İsviçre para birimi)
frank.
France France fräns isim Fransa.
franchise fran.chise frän'çayz isim 1. the oy hakkı. 2. (şirketin
bayie tanıdığı) imtiyaz.
frank frank frängk fiil (posta pulunu) damgalamak; (zarfın
üstüne) posta damgasını veya posta ücretinin ödenmiş
olduğunu gösteren bir işareti basmak.
frankfurter frank.furt.er frängk'fırtır isim bir çeşit sosis.
frankly frank.lyzarf açıkça.
frankness frank.nessisim açıksözlülük.
frantic fran.tic frän'tîk sıfat 1. çılgına dönmüş. 2. çok acele ve
telaşlı; çılgın.
fraternal fra.ter.nal frıtır'nıl sıfat 1. kardeşçe. 2. kardeşlere özgü.
fraternise frat.er.nise frät'ırnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
fraternize
fraternity fra.ter.ni.ty frıtır'nıti isim 1. kardeşlik. 2. erkek
üniversite öğrencilerine ait birlik.
fraternize frat.er.nize frät'ırnayz fiil arkadaşlık etmek: Officers
are forbidden to fraternize with enlisted men.
Subayların eratla arkadaşlık etmesi yasak.
fraud fraud frôd isim 1. dolandırıcılık, sahtekârlık, hile,
aldatma, desise. 2. dolandırıcı, sahtekâr, hileci.
fraudulent bankruptcy hukuk hileli iflas.

499
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fraudulent transaction hukuk hileli muamele.


fraudulent fraud.u.lent frôc'ılınt sıfat hileli.
fraught fraught frôt sıfat (ile) dolu: a qourney fraught with
danger tehlike dolu bir seyahat.
fray fray frey fiil (kumaşı, ipi) yıpratmak; yıpranmak;
saçaklanmak.
frazzle fraz.zle fräz'ıl isim bakınız worn to a frazzle
freak freak frik isim 1. hilkat garibesi. 2. garabet; garip bir
olay. 3. argo hastası, delisi: a soccer freak futbol
hastası. fiil, argo 1. out çılgına döndürmek; çılgına
dönmek. 2. out küplere bindirmek; küplere binmek.
freckle freck.le frek'ıl isim çil.
freckled freck.ledsıfat çilli.
free and easy free and easy rahat, sert olmayan; teklifsiz. 2. serbest,
hafifmeşrep (kadın); mezhebi geniş. 3. çok hoşgörülü,
çok toleranslı.
free enterprise ekonomi özel girişim, hür teşebbüs.
free from - siz: free from error hatasız. free from pain ağrısız.
free kick spor frikik, serbest vuruş.
free of - den muaf: free of tax vergiden muaf.
free on board ticaret nakliyecinin aracına ücretsiz teslim, fob.
free pass parasız giriş kartı.
free port serbest liman, açık liman.
free will felsefe hür irade.
free zone ticaret serbest bölge.
free free fri sıfat 1. özgür, hür; serbest. 2. bedava, parasız. 3.
meşgul olmayan, boş. 4. laubali, saygısız. zarf bedava,
parasız.
freedman freed.man frid'mın isim (freedmen) kölelikten azat
edilmiş kimse, azatlı.
freedom of the press basın özgürlüğü.
freedom free.dom fri'dım isim özgürlük, hürriyet; serbestlik.

500
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

free-lance free-lance fri'läns sıfat serbest çalışan (gazeteci, yazar,


fotoğrafçı). fiil (gazeteci, yazar, fotoğrafçı) serbest
çalışmak.
freeload free.load fri'lod fiil, argo otlamak, otlakçılık etmek.
freeloader free.load.erisim bedavacı kimse, otlakçı kimse.
freely free.lyzarf serbestçe.
freemason free.ma.son fri'meysın isim mason, farmason.
freesia free.si.a fri'qı, fri'qiyı isim frezya.
freestyle swimming serbest yüzme.
freestyle wrestling serbest güreş.
freestyle free.style fri'stayl sıfat bakınız freestyle swimming
freestyle wrestling
freeway free.way fri'wey isim otoyol, çevre yolu.
freewheel free.wheel fri'hwil fiil 1. arka tekerleği zincirden güç
almadan serbest dönen bisikletle gitmek; pedal
çevirmeden gitmek. 2. etrafa aldırmadan hareket etmek;
çok serbest veya teklifsiz davranmak. 3. sorumsuzca
yaşamak.
freeze one's blood kanını dondurmak, çok korkutmak.
freeze over üstü buz tutmak.
freeze freeze friz fiil (froze, frozen) 1. donmak; buz tutmak,
buz bağlamak; dondurmak. 2. çok üşümek, donmak: I'm
freezing! Donuyorum! isim donma.
freeze-dry freeze-dry friz'dray' fiil dondurarak kurutmak.
freezer freez.er fri'zır isim dipfriz; (buzdolabının içindeki)
buzluk.
freezing compartment (buzdolabının içindeki) buzluk.
freezing point donma noktası.
freezing freez.ing fri'zîng sıfat dondurucu; çok soğuk.
freight car yük vagonu.
freight train marşandiz, yük treni.
freight freight freyt isim 1. taşıma ücreti, nakliye; navlun. 2.
ücretle taşınan mal; navlun.
freighter freight.er frey'tır isim şilep.

501
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

French doors camlı ve çift kanatlı kapının kanatları.


French fried yağda kızartılmış.
French fries kızarmış patates, patates tava.
French Guiana Fransız Guyanası.
French horn müzik korno, Fransız kornosu.
French toast yumurtaya batırılıp tavada kızartılmış ekmek.
French windows (balkon, teras veya bahçeye açılan) camlı ve çift kanatlı
kapının kanatları.
French French frenç isim Fransızca. sıfat 1. Fransız. 2.
Fransızca.
Frenchman French.man frenç'mın isim (Frenchmen) Fransız erkek,
Fransız.
Frenchwoman French.wom.an frenç'wûmın isim (Frenchwomen)
Fransız kadın, Fransız.
frenetic fre.net.ic frınet'îk sıfat 1. telaşlı, çok heyecanlı. 2.
çılgın (bir olay).
frenzied frenziedsıfat çılgın.
frenzy fren.zy fren'zi isim çılgın bir hal; çılgınlık.
frequency modulation frekans modülasyonu.
frequency fre.juen.cy fri'kwınsi isim 1. sık sık tekrarlanma; sıklık.
2. fizik frekans.
frequent fre.juent fri'kwınt sıfat sık sık tekrarlanan.
frequently fre.juent.lyzarf sık sık.
fresco fres.co fres'ko isim fresk.
fresh air taze hava.
fresh fresh freş sıfat 1. taze. 2. yeni; yeni yapılmış; yeniden
yapılan. 3. zinde; canlı. 4. taze (hava). 5. konuşma dili
fazla samimi davranan, sulu, cıvık.
freshen up yüzünü yıkayıp kendine bir çekidüzen vermek. 2. (bir
yeri) daha güzel ve daha çekici bir hale sokmak.
freshen fresh.en freş'ın fiil (rüzgâr) kuvvetlenmek, artmak.
freshman fresh.man freş'mın isim (freshmen) (kolej veya
üniversitede) birinci sınıf öğrencisi.
freshwater fresh.wat.ersıfat tatlı suya ait, tatlı su.

502
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fret fret fret fiil (fretted, fretting) 1. (küçük şeyler için)


endişe etmek; endişelendirmek, endişeye düşürmek. 2.
(küçük şeyler yüzünden) sinirlenmek, kızmak, sıkılmak;
sinirlendirmek, kızdırmak, sıkmak. 3. yıpratmak;
aşındırmak; çürütmek. 4. dalgalandırmak.
fretful fret.ful fret'fıl sıfat sinirli, huysuz, aksi, ters.
fretsaw fret.sawisim kıl testere.
fretwork fret.workisim, mimarlık fretler, sapaklar, fretleme işi,
fretaq.
Fri. Fri.kısaltma Friday
friar fri.ar fray'ır isim, Hristiyanlık (erkeklere özgü bazı dini
tarikatlarda) frer, rahip.
friction tape elektrik izole bant.
friction fric.tion frîk'şın isim 1. sürtünme; sürtünüm. 2. tıbbi
friksiyon, ovma, ovuşturma. 3. anlaşmazlık,
uyuşmazlık, sürtüşme, ihtilaf.
Friday Fri.day fray'di, fray'dey isim cuma.
fridge fridge frîc isim, konuşma dili buzdolabı.
fried egg sahanda yumurta.
fried fried frayd sıfat yağda pişirilmiş, kızartılmış.
friend friend frend isim arkadaş; ahbap; dost.
friendly friend.ly frend'li sıfat 1. cana yakın, sıcakkanlı, kanı
sıcak. 2. arkadaşça; dostça.
friendship friend.ship frend'şîp isim arkadaşlık; ahbaplık; dostluk.
frier fri.er fray'ır isim bakınız fryer
frieze frieze friz isim, mimarlık efriz, friz.
frigate frig.ate frîg'ît isim, denizcilikle ilgili firkateyn.
fright fright frayt isim korku, dehşet.
frighten someone out of his wits birinin ödünü koparmak/patlatmak.
frighten the wits out of someone birinin ödünü koparmak/patlatmak.
frighten fright.en frayt'ın fiil korkutmak.
frightening fright.en.ing frayt'ınîng sıfat korkutucu.
frightful fright.ful frayt'fıl sıfat korkunç, müthiş.

503
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

frightfully fright.ful.lyzarf 1. korkunç bir şekilde. 2. konuşma dili


çok.
frigid frig.id frîc'ıd sıfat 1. çok soğuk, buz gibi. 2. soğuk,
cana yakın olmayan, içten olmayan. 3. tıbbi frijit,
soğuk.
frigidaire frig.i.daire frîc'ıder' isim buzdolabı, friqider.
frill frill frîl isim fırfır, farbala.
fringe benefit (sosyal sigorta, emeklilik sigortası gibi) işçiye ücreti
dışında sağlanan herhangi bir şey.
fringe benefits maaş dışında verilen haklar.
fringe fringe frînc isim 1. saçak, püsküllü saçak. 2. perçem,
kâkül. 3. kenar. fiil saçak takmak.
frisk frisk frîsk fiil 1. (mutlu bir şekilde) sıçrayıp oynamak.
2. (birinin) üstünü aramak.
frisky frisk.ysıfat oynak, yerinde duramayan.
fritter frit.ter frît'ır fiil away azar azar çarçur etmek, parça
parça harcamak.
frivolity fri.vol.i.ty frîval'ıti isim 1. havailik, delişmenlik. 2.
ciddiyetten yoksun hareket veya söz. 3. eğlence.
frivolous friv.o.lous frîv'ılıs sıfat 1. ciddi olmayan, önemsiz, boş,
saçma. 2. havai (kimse); hoppa (kadın).
frizzle friz.zle frîz'ıl fiil 1. cızırdamak. 2. cızırdatarak
kızartmak.
frizzly friz.zly frîz'li sıfat kıvırcık, kıvır kıvır (saç).
frizzy friz.zy frîz'i sıfat kıvırcık, kıvır kıvır (saç).
fro fro fro zarf bakınız to and fro
frock coat redingot.
frock frock frak isim kadın elbisesi, rop.
frog frog frag isim kurbağa.
frogman frog.manisim kurbağa adam.
frolic frol.ic fral'îk isim eğlence. fiil (frolicked, frolicking) 1.
gülüp geçmek. 2. sıçrayıp oynamak.
frolicsome frol.ic.somesıfat şen, neşeli.
from a distance uzaktan.

504
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

from afar uzaktan.


from beginning to end baştan sona kadar.
from day to day günden güne.
from end to end bir uçtan bir uca.
from head to foot tepeden tırnağa (kadar), baştan aşağı.
from mouth to mouth dilden dile, ağızdan ağıza.
from pillar to post bir güçlükten diğer bir güçlüğe. 2. kapı kapı (dolaşma).
from the first baştan itibaren.
From the sound of it things are pretty bad. Anladığım kadarıyla durum vahim.
from the word go ta başından beri.
from time to time zaman zaman, arada sırada.
from top to bottom baştan başa.
from top to toe konuşma dili tepeden tırnağa, baştan ayağa.
from within içten; içinden; içeriden: We'll take the city from within.
Şehri içten fethedeceğiz.
from from fr^m edat 1. (bir yer)den, (bir başlangıç
noktasın)dan: She's from Edirne. O Edirneli. He
qumped from the branch. Daldan atladı. Her ranking
rose from twelfth to first. O, on ikinci sıradan birinci
sıraya yükseldi. 2. itibaren: from the first of January 3
Ocak'tan itibaren. 3. Uzaklığı gösterir: It's ten
kilometers from here. Buradan on kilometre uzak. 4. Bir
şeyi yapan kişiyi veya bir şeyin kaynağını gösterir: It's
from Saffet. Saffet'tendir. 5. Ortalamada kullanılır: from
twenty to twenty-five people yirmi, yirmi beş kişi
arasında. 6. Ürünün yapıldığı malzemeyi gösterir: This
statue's made from human teeth. Bu heykel insan
dişlerinden yapılmış. 7. Bir şeyin sebebini gösterir: He
died from its side effects. Yan etkileri yüzünden öldü. 8.
Bir farkı gösterir: He can't tell black from white. Akla
karayı birbirinden ayıramaz.
front line askeri cephe, cephe hattı, ileri hat.
front page gazetecilik baş sayfa.
front sight (tüfekte) arpacık.

505
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

front front fr^nt isim 1. ön; ön cephe; ön taraf. 2. (savaşta)


cephe. 3. (havaya ait) cephe. 4. (göl, deniz v.b.'ne ait)
kıyı, kenar. sıfat ön, öndeki. fiil on -e bakmak.
frontage front.age fr^n'tîc isim binanın cephesi; arsanın sokağa,
denize, göle veya nehre bakan tarafı.
frontal attack cephe taarruzu.
frontal fron.tal fr^n'tıl sıfat 1. ön, öne ait. 2. cepheye ait,
cephe. 3. direkt. 4. alna ait.
frontier fron.tier fr^ntîr' isim hudut, sınır; hudut bölgesi.
frontispiece fron.tis.piece fr^n'tîspis isim kitabın başındaki resimli
veya süslü sayfa.
front-wheel drive otomotiv önden çekişli: This car's got front-wheel drive.
Bu araba önden çekişli.
frost line yeraltı don seviyesi.
frost frost frôst isim ayaz, don, kırağı. fiil 1. kırağı düşmek.
2. (keki) şekerli bir karışımla kaplamak.
frostbite frost.bite frôst'bayt isim (bir uzuv) soğuktan yanma;
soğuktan donma.
frostbitten frost.bit.ten frôst'bîtın sıfat soğuktan yanmış (uzuv);
soğuktan donmuş.
frosted glass buzlucam.
frosted frost.edsıfat 1. kırağılı. 2. şekerli bir karışımla kaplı
(kek).
frosting frost.ing frôs'tîng isim keklerin üzerine konulan şekerli
karışım.
frosty frost.y frôs'ti sıfat 1. dona çekmiş (hava). 2. kırağılı. 3.
soğuk (tavır, cevap v.b.).
froth froth frôth isim köpükçük kümesi, köpükçükler. fiil
köpükçükler çıkmak/akmak.
frothy frothysıfat üstü köpükçüklerle kaplı.
froufrou frou.frou fru'fru isim 1. (eteklerin çıkardığı) hışırtılı
ses, hışırtı. 2. (fırfır, tül veya aksesuarlardan oluşan)
aşırı süs. 3. (evin iç dekorasyonunda) ufak süslerin
oluşturduğu aşırılık.

506
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

frown on -i uygun görmemek.


frown frown fraun fiil kaşlarını çatmak. isim kaş çatma.
froze froze froz fiil bakınız freeze
frozen food dondurulmuş yiyecek.
frozen prices donmuş fiyatlar.
frozen fro.zen fro'zın fiil bakınız freeze sıfat donmuş.
frugal fru.gal fru'gıl sıfat 1. tutumlu. 2. küçük, sade ve ucuz.
frugality fru.gal.i.ty frugäl'ıti isim tutumluluk.
fruit fruit frut isim 1. meyve. 2. sonuç, netice. fiil meyve
vermek.
fruiterer fruit.er.er fru'tırır isim, İngiliz İngilizcesi manav.
fruitful fruit.ful frut'fıl sıfat verimli.
fruitfulness fruit.ful.nessisim verimlilik.
fruition fru.i.tion fruwîş'ın isim gerçekleşme.
fruitless fruit.less frut'lıs sıfat faydasız, nafile.
fruity fruit.y fru'ti sıfat 1. meyvemsi. 2. fazla nağmeli (insan
sesi).
frump frump fr^mp isim kılıksız kadın, demode giyimli kadın.
frumpish frump.ishsıfat demode giyimli, gösterişsiz.
frumpy frumpysıfat demode giyimli, gösterişsiz.
frustrate frus.trate fr^s'treyt fiil 1. engellemek; kösteklemek, ket
vurmak; set çekmek. 2. hüsrana uğratmak.
frustrated frus.tratedsıfat 1. engellenmiş; kösteklenmiş, ket
vurulmuş; set çekilmiş. 2. hüsran dolu; ümitleri suya
düşmüş, istekleri gerçekleşmemiş. 3. hüsranı yansıtan;
hüsrandan ileri gelen.
frustrating frus.trat.ingsıfat sinir bozucu, moral bozucu: This work
is very frustrating. Bu çok sinir bir iş.
frustration frus.tra.tionisim 1. engellenme; kösteklenme; set
çekilme. 2. hüsran.
fry fry fray isim bakınız small fry
fryer fry.er fray'ır isim piliç.
frying pan tava.
ft. ft.kısaltma «foot» feet

507
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fuchsia fuch.sia fyu'şı isim küpeçiçeği.


fuck about vakit geçirmek/öldürmek. 2. şakalaşmak.
fuck all İngiliz İngilizcesi hiçbir şey.
fuck around vakit geçirmek/öldürmek. 2. şakalaşmak.
Fuck off! Siktir git!
fuck someone over birini sikmek/düzmek, birine çok aşağılık bir şey/bir
kahpelik/bir puştluk yapmak.
fuck something up bir şeyin içine etmek, bir şeyin içine sıçmak, bir şeyi
berbat etmek.
fuck up işin içine etmek, işi berbat etmek.
Fuck you! Siktir git!
fuck fuck f^k isim, kaba sikişme, düzüşme.
Fuck! Allah kahretsin!
fucked-up fucked-up f^kt'^p' sıfat, kaba 1. kafayı yemiş; kafayı
üşütmüş; bayağı problemli/kompleksli. 2. berbat, rezil;
kokuşmuş; yozlaşmış.
fucker fuck.erisim herif.
Fucking hell! Allah kahretsin!
fucking fuck.ingsıfat 1. Vurgulamak için kullanılır: You're a
fucking idiot! Tam bir dangalaksın! 2. kahrolası.
fuckup fuck.up f^k'^p isim, kaba tam bir fiyasko.
fud fud f^d' isim, konuşma dili aşırı titiz ve örümcek kafalı
kimse.
fuddy-duddy fud.dy-dud.dy f^'did^di isim, konuşma dili aşırı titiz ve
örümcek kafalı kimse. sıfat aşırı titiz ve örümcek kafalı.
fudge fudge f^c isim yumuşak ve çikolatalı şekerleme. fiil 1.
biraz uydurmak; ufak çapta bir yalan söylemek; ufak bir
hile yapmak. 2. kesin bir tavır almamak. 3. -den
kaçınmak. 4. sözünü tutmamak.
fuel gauge makine akaryakıt göstergesi.
fuel oil fuel-oil, yağyakıt.
fuel pump yakıt pompası.
fuel tank yakıt deposu.

508
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fuel fu.el fyu'wıl isim yakıt. fiil (fueled/fuelled,


fueling/fuelling) 1. yakmak, yanmasını sağlamak;
çalıştırmak. 2. up yakıt almak.
fugitive fu.gi.tive fyu'cıtîv sıfat kaçak, kaçan, firari. isim firari,
kaçak.
fugue fugue fyug isim, müzik füg.
fulfil ful.fil fûlfîl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız fulfill
fulfill ful.fill fûlfîl' fiil 1. yerine getirmek, yapmak: fulfill an
obligation bir görevi yerine getirmek. 2. (insan) içindeki
potansiyelini kendini tatmin edecek bir şekilde
kullanmak.
fulfilling ful.fill.ingsıfat tatmin edici, doyurucu: Do you find
your work fulfilling? İşin seni tatmin ediyor mu?
fulfillment ful.fill.mentisim 1. yerine getirme, yapma. 2. içindeki
potansiyelini iyi kullanmaktan doğan memnuniyet.
fuliginous fu.lig.i.nous fyulîc'ınıs sıfat 1. isli; is dolu. 2. is
renginde, is renkli.
full dress çok resmi toplantılarda giyilen elbise.
full fare tam bilet.
full general askeri orgeneral.
full measure tam ölçü.
full membership tam üyelik.
full moon dolunay.
full speed tam sürat.
full stop İngiliz İngilizcesi, dilbilgisi nokta (noktalama işareti).
full to overflowing ağzına kadar dolu, dopdolu.
full to the brim ağzına kadar dolu, dopdolu.
full full fûl sıfat 1. (of) (ile) dolu: The glass was full.
Bardak doluydu. The glass was full of water. Bardak
suyla doluydu. 2. tam: full member tam üye. a full hour
tam bir saat. 3. doymuş, karnı tok. 4. bol (giysi). 5.
dolgun.
fullback full.backisim, futbol bek.
full-blooded full-blood.edsıfat 1. safkan. 2. tam bir, gerçek bir.

509
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

full-blown full-blownsıfat tamamen açmış; tam gelişmiş.


full-fledged full-fledgedsıfat tam, gerçek, ehliyetli.
full-grown full-grownsıfat tamamıyla büyümüş; yetişkin.
full-length full-lengthsıfat tam boy (portre).
full-time job tamgün bir çalışma gerektiren iş.
full-time full-timesıfat fultaym, tamgün.
fully ful.lyzarf tamamen, tamamıyla.
fulminate ful.mi.nate f^l'mıneyt fiil against (-e) ateş püskürmek.
fumble fum.ble f^m'bıl fiil 1. el yordamıyla aramak, yoklamak.
2. (oyunda) topu düşürmek. isim topu düşürme.
fume fume fyum fiil 1. öfkeli olmak. 2. pis kokulu gazları
yaymak.
fumes fumesisim, çoğul pis kokulu gazlar.
fumigate fu.mi.gate fyu'mıgeyt fiil buharla dezenfekte etmek.
fun fair İngiliz İngilizcesi lunapark.
fun fun f^n isim eğlence, zevk. fiil, konuşma dili (funned,
funning) şaka etmek.
function func.tion f^ngk'şın isim 1. iş, görev, vazife, işlev,
fonksiyon. 2. tören, merasim. 3. matematik fonksiyon,
işlev. fiil işlemek, çalışmak.
functional func.tion.alsıfat işlevsel, fonksiyonel.
functionary func.tion.ar.y f^ngk'şıneri isim memur, görevli.
functioning func.tion.ingsıfat faal, işler durumda.
fund fund f^nd isim 1. fon. 2. çoğul para. 3. çoğul fonlar. fiil
(bir iş veya kimse için) para sağlamak.
fundamental fun.da.men.tal f^ndımen'tıl sıfat temel, esaslı, asıl. isim
esas, temel.
fundamentally fun.da.men.tal.lyzarf temelde, özünde.
funeral march cenaze marşı.
funeral fu.ner.al fyu'nırıl, fyun'rıl isim cenaze töreni.
funereal fu.ne.re.al fyunîr'iyıl sıfat kasvetli; cenaze törenine
yakışan.
fungicide fun.gi.cide f^n'cısayd, f^n'gısayd isim mantar öldürücü
ilaç.

510
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fungus fun.gus f^ng'gıs isim, botanik (fungi/funguses) mantar


veya mantar türünden bitki.
funicular fu.nic.u.lar fyunîk'yılır isim füniküler.
funnel fun.nel f^n'ıl isim 1. huni. 2. (vapurda) baca.
funnies fun.nies f^n'iz isim, çoğul bakınız the funnies
funny bone anatomi dirsekte bir şeye çarpınca kolun
karıncalanmasına sebep olan sinirin geçtiği yer.
funny business yalan dolan, hilecilik, düzenbazlık.
funny paper (gazetede) bant- karikatürlerin bulunduğu sayfa.
funny fun.ny f^n'i sıfat 1. komik, güldürücü, eğlendirici. 2.
tuhaf, garip, acayip. 3. şüpheli, şüphe uyandıran.
fur fur fır isim 1. kürk. 2. kürklü giysi, kürk. 3. (bazı
yumuşak tüylü hayvanlara ait) tüyler: the cat's fur
kedinin tüyleri. 4. (çaydanlık veya borularda oluşan)
kireç.
furbish fur.bish fır'bîş fiil 1. parlatmak. 2. yenileştirmek.
furious fu.ri.ous fyûri'yıs sıfat 1. çok öfkeli, küplere binmiş,
gözü dönmüş. 2. şiddetli, sert.
furl furl fırl fiil (yelken, bayrak) sarmak.
furlough fur.lough fır'lo isim izin, vazifeden izinle ayrılma.
furnace fur.nace fır'nîs isim büyük ocak, kalorifer ocağı;
(demirhanede) ocak.
furnish fur.nish fır'nîş fiil 1. döşemek; donatmak. 2. sağlamak.
furnished fur.nish.edsıfat 1. möbleli, mobilyalı. 2. with ile döşeli.
furnishings fur.nish.ingsisim mefruşat.
furniture fur.ni.ture fır'nıçır isim mobilya, möble.
furrier fur.ri.er fır'iyır isim kürkçü.
furrow fur.row fır'o isim 1. sabanın açtığı iz. 2. kırışık. fiil 1.
saban izi yapmak. 2. kırıştırmak.
furry fur.rysıfat tüyleri kabarık, tüylü.
further fur.ther fır'dhır ( Further çoğunlukla miktar ve derece,
farther ise mesafe için kullanılır.) sıfat 1. ötedeki,
uzaktaki, daha uzak. 2. ilave olunan. zarf 1. daha öteye;

511
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

daha ötede. 2. bundan başka, ayrıca. fiil ilerlemesini


sağlamak.
furtherance fur.ther.ance fır'dhırıns isim ilerlemesini sağlama.
furthermore fur.ther.morezarf bundan başka, ayrıca.
furthermost fur.ther.mostsıfat en ötedeki.
furthest fur.thest fır'dhîst sıfat en çok, en uzak.
furtive fur.tive fır'tîv sıfat gizli, sinsi.
fury fu.ry fyûr'i isim 1. büyük öfke, gazap. 2. şiddet.
fuse fuse fyuz fiil eritmek; erimek; eriyip birbiriyle
kaynaşmak.
fuselage fu.se.lage fyu'sılaq isim uçak gövdesi.
fusion fu.sion fyu'qın isim 1. eritme; erime; eriyip kaynaşma.
2. fizik füzyon.
fuss fuss f^s isim 1. gereksiz telaş, heyecan veya öfke. 2.
yaygara. fiil ufak meseleleri sorun yapmak; ufak şeyler
yüzünden telaşa düşmek.
fussy fus.sy f^s'i sıfat kılı kırk yaran, çok titiz.
fusty fus.ty f^s'ti sıfat 1. küf kokan. 2. eski, demode,
küflenmiş, küflü.
futile fu.tile fyu'tıl sıfat boş, nafile, abes.
futility fu.til.i.ty fyutîl'ıti isim boşuna olma, abes olma.
future tense dilbilgisi gelecek zaman.
future fu.ture fyu'çır sıfat gelecek, müstakbel. isim gelecek,
istikbal.
fuze fuze fyuz isim (top mermisine ait) tapa.
fuzz fuzz f^z isim 1. hav. 2. ince tüyler, ayva tüyü. 3.
kıvırcık saç. 4. argo polis. fiil havlanmak.
fuzzy fuzzysıfat 1. ince tüylerle kaplı. 2. çok tüylü (köpek
v.b.). 3. hatları belirsiz, flu. 4. çok havlı (kumaş). 5.
kıvırcık (saç).
G G, g ci isim 1. G, İngiliz alfabesinin yedinci harfi. 2.
müzik sol notası. 3. argo bin dolar.
G.B. G.B.kısaltma Great Britain

512
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

G.H.Q. G.H.Q. ci'eyç'kyu' kısaltma General Headquarters 1.


askeri başkumandanlık karargâhı. 2. merkez, idare
merkezi.
G.O.P. G.O.P. ci'o'pi' kısaltma the G.O.P.
G.P.O. G.P.O. ci'pi'o' kısaltma, İngiliz İngilizcesi the General
Post Office
gab gab gäb fiil, konuşma dili (gabbed, gabbing) çene
çalmak. isim çene çalma.
gabardine gab.ar.dine gäb'ırdin isim gabardin.
gabble gab.ble gäb'ıl fiil çabuk ve anlaşılamayacak bir şekilde
konuşmak. isim çabuk ve anlaşılmaz konuşma.
gaberdine gab.er.dine gäb'ırdin isim cüppe.
gabfest gab.fest gäb'fest isim, konuşma dili çene çalma.
gable roof beşikçatı.
gable ga.ble gey'bıl isim bina duvarının beşikçatı ile birleştiği
yerdeki üçgen bölüm.
Gabon Ga.bon gıbon' isim Gabon.
Gabonese Ga.bon.ese gäbıniz' isim (Gabonese) Gabonlu. sıfat 1.
Gabon, Gabon'a özgü. 2. Gabonlu.
gad gad gäd fiil (gadded, gadding) about/around başıboş
dolaşmak.
gadfly gad.fly gäd'flay isim atsineği.
gadget gad.get gäc'ît isim alet, küçük aygıt.
Gaelic Gael.ic gey'lîk isim, sıfat Gaelce; İrlandaca; İskoçça.
gaffe gaffe gäf isim gaf.
gag on (bir şey) boğazını tıkamak.
gag gag gäg isim şaka; gülüt.
gaga ga.ga ga'ga sıfat, konuşma dili budala, deli.
gage gage geyc isim, fiil bakınız gauge
gaiety gai.e.ty gey'ıti isim neşelilik, şenlik, neşe.
gain an advantage over (bir başkasından) daha kuvvetli olmak.
gain ground (hastanın durumu) iyileşmek. 2. (hisse senetlerinin
değeri) artmak. 3. (bir görüş) rağbet kazanmak. 4. on

513
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

(rakibini takip eden biri) (rakibe) daha yaklaşmak. 5.


askeri (ordu) (düşmandan) yer kazanmak.
gain the upper hand avantaj (birine) geçmek, avantaj (birinde) olmak.
gain time vakit kazanmak. 2. (saat) ileri gitmek.
gain weight kilo almak.
gain gain geyn isim 1. kazanç, kâr. 2. artma, artış. fiil 1. -i
elde etmek, -e sahip olmak. 2. on (takip eden kişi/şey)
yaklaşmak, aradaki mesafeyi kapatmak.
gainsay gain.say geyn.sey' fiil (gainsaid) inkâr etmek.
gait gait geyt isim yürüyüş, gidiş.
gaiter gai.ter gey'tır isim tozluk, getr.
gal. gal.kısaltma gallon
galaxy gal.ax.y gäl'ıksi isim, gökbilim galaksi, gökada.
gale gale geyl isim kuvvetli rüzgâr, bora, fırtına.
gall gall gôl isim bakınız gallbladder
gallant gal.lant gäl'ınt sıfat centilmen, efendi.
gallantry gal.lant.ry gäl'ıntri isim kahramanlık, yiğitlik.
gallbladder isim safra kesesi.
galleon gal.le.on gäl'iyın isim kalyon.
gallery gal.ler.y gäl'ıri isim 1. sanat galerisi. 2. balkon, galeri.
3. madencilik galeri.
galley proof matbaacılık ilk tashih.
galley gal.ley gäl'i isim 1. kadırga. 2. gemi mutfağı.
galling gall.ingsıfat sinir edici, sinirlendirici.
gallivant gal.li.vant gäl'ıvänt fiil gezip tozmak.
gallon gal.lon gäl'ın isim 1. galon (9,16 litre). 2. İngiliz
İngilizcesi galon (0,55 litre).
gallop gal.lop gäl'ıp fiil dörtnala gitmek. isim dörtnala gidiş.
gallows gal.lows gäl'oz isim darağacı.
gallstone gall.stone gôl'ston isim safra taşı.
galore ga.lore gılor' sıfat çok miktarda, bol: You can find
blackberries galore there. Orada böğürtlenden
geçilmiyor.
galosh ga.losh gılaş' isim kaloş, galoş, lastik.

514
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

galvanize gal.va.nize gäl'vınayz fiil 1. galvanizlemek. 2. hemen


harekete geçirmek.
Gambia Gam.bi.a gäm'bîyı isim Gambiya.
Gambian isim Gambiyalı. sıfat 1. Gambiya, Gambiya'ya özgü. 2.
Gambiyalı.
gamble for high stakes büyük para için kumar oynamak.
gamble gam.ble gäm'bıl fiil kumar oynamak. isim, konuşma
dili çok riskli iş, kumar.
gambler gam.blerisim kumarbaz.
gambling den kumarhane.
gambling gam.bling gäm'blîng isim kumar, kumar oynama.
gambol gam.bol gäm'bıl fiil sıçrayıp oynamak. isim sıçrayış,
zıplama.
game game geym sıfat sakat (bacak).
gamekeeper game.keep.er geym'kipır isim avlak bekçisi.
gamma ray gamma ışını.
gamma gam.ma gäm'ı isim bakınız gamma ray
gammon gam.mon gäm'ın isim, İngiliz İngilizcesi domuz
budundan yapılmış qambon.
gammy gam.my gäm'i sıfat, İngiliz İngilizcesi sakat (bacak).
gamut gam.ut gäm'ıt isim (of) her çeşit, her tür.
gander gan.der gän'dır isim 1. erkek kaz. 2. konuşma dili
bakış.
gang up on (birine) karşı cephe oluşturmak. 2. (birkaç kişi)
toplanıp (birine) karşı saldırmaya hazırlanmak.
gang gang gäng isim 1. çete. 2. takım; güruh.
gangling gan.gling gäng'glîng sıfat fasulye sırığı gibi, leylek
gibi.
gangplank gang.plank gäng'plängk isim iskele, iskele tahtası,
sürme iskele.
gangrene gan.grene gäng'grin isim, tıbbi kangren.
gangrenous gan.gren.oussıfat kangrenli.
gangster gang.ster gäng'stır isim gangster.
gangway gang.way gäng'wey isim, ünlem Destur!/Yol ver!

515
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gantlet gant.let gänt'lît isim bakınız gauntlet


gaol gaol qeyl isim, İngiliz İngilizcesi bakınız qail
gaoler gaol.er cey'lır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız qailer
gap gap gäp isim 1. aralık; boşluk, gedik. 2. eksiklik.
gape gape geyp fiil 1. ağzı açık bir şekilde hayret veya
şaşkınlıkla bakmak. 2. açılmak.
garage sale evde istenilmeyen eşyayı satmak amacıyla garaj veya
bahçede düzenlenen satış.
garage ga.rage gıraq', gırac', [İngiliz İngilizcesi] ger'îc isim
garaq. fiil garaqda bırakmak.
garb garb garb isim kılık, kıyafet, giysiler.
garbage can çöp tenekesi.
garbage man çöpçü.
garbage truck çöp kamyonu, çöp arabası.
garbage gar.bage gar'bîc isim 1. çöp; süprüntü. 2. pis ve
değersiz şey.
garbanzo gar.ban.zo garbän'zo isim nohut.
garble gar.ble gar'bıl fiil yanlış bir şekilde
anlatmak/nakletmek.
garden party gardenparti.
garden gar.den gar'dın isim bahçe; bostan. fiil bahçede
çalışmak, çiçeklerle uğraşmak.
gardener gar.den.erisim bahçıvan.
gardenia gar.de.nia gardin'yı isim gardenya.
gargantuan gar.gan.tu.an gargän'çuwın sıfat çok büyük, kocaman.
gargle gar.gle gar'gıl fiil gargara yapmak. isim gargara.
garish gar.ish ger'îş sıfat 1. çiğ, cart, cırlak, parlak (renk). 2.
cafcaflı.
garland gar.land gar'lınd isim çelenk.
garlic gar.lic gar'lîk isim sarımsak, sarmısak.
garment gar.ment gar'mınt isim giysi, elbise.
garner gar.ner gar'nır fiil toplamak.
garnet gar.net gar'nît isim grena, lal taşı.
garnish gar.nish gar'nîş fiil garnitürle süslemek. isim garnitür.

516
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

garret gar.ret ger'ît isim tavanarası; tavanarasındaki oda.


garrison gar.ri.son ger'ısın isim garnizon.
garrulous gar.ru.lous ger'ılıs sıfat geveze, lafazan, çenebaz.
garter gar.ter gar'tır isim qartiyer.
gas mask gaz maskesi.
gas meter doğalgaz saati/sayacı; havagazı saati/sayacı.
gas station benzin istasyonu.
gas up benzin deposunu doldurmak.
gas gas gäs isim (gases/gasses) 1. benzin. 2. gaz. 3.
(midede) gaz. 4. havagazı; doğalgaz. fiil (gassed,
gassing) 1. gazla zehirlemek. 2. konuşma dili çene
çalmak.
gaseous gas.e.ous gäs'îyıs sıfat gaz gibi; gazlı.
gash gash gäş isim derin yara. fiil -de derin yara açmak; -i
kesmek.
gasket gas.ket gäs'kît isim conta.
gaslight gas.light gäs'layt isim gaz ışığı.
gasoline gas.o.line gäsılin' isim benzin.
gasp gasp gäsp fiil 1. soluk soluğa kalmak, nefesi daralmak,
nefesi kesilmek. 2. solumak. 3. soluk soluğa söylemek.
isim soluma, nefes.
gastric gas.tric gäs'trîk sıfat, tıbbi mideye ait, midevi.
gastritis gas.tri.tis gästray'tîs isim, tıbbi gastrit.
gastronome gas.tro.nome gäs'trınom isim gastronom.
gastronomic gas.tro.nom.ic gästrınam'îk sıfat gastronomik.
gastronomy gas.tron.o.my gästranımi' isim gastronomi, iyi yemek
yeme ve yemekten anlama sanatı.
gasworks gas.works gäs'wırks isim gazhane.
gate gate geyt isim 1. kapı (kapı aralığını kapayan kanat). 2.
kanal kapağı. 3. (maç, konser, sirk v.b.'nde bilet
satışından sağlanan) hâsılat; gişe hâsılatı.
gatecrasher gate.crash.erisim, konuşma dili parasız veya
davetiyesiz giren kimse.
gateway gate.wayisim 1. kapı aralığı, kapı. 2. giriş.

517
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gather speed hız kazanmak.


gather gath.er gädh'ır fiil 1. toplamak, bir araya getirmek;
toplanmak, bir araya gelmek. 2. devşirmek, toplamak.
3. anlamak, sonuç çıkarmak. 4. büzmek. 5. (irin)
toplanmak. isim büzgü.
gathering gath.er.ing gädh'ırîng isim toplantı.
GATT GATT gät kısaltma General Agreement on Tariffs and
Trade
gauche gauche goş sıfat 1. pot kıran, gaf yapan. 2. uygunsuz,
münasebetsiz.
gaudy gaud.y gô'di sıfat 1. çiğ (renk); çiğ renkli. 2. aşırı ve
zevksiz bir şekilde süslü.
gauge gauge geyc isim 1. çap; ölçü; kalınlık. 2. demiryolu ray
açıklığı. 3. ölçme aleti. fiil 1. ölçmek. 2. ölçümlemek.
gaunt gaunt gônt sıfat sıska, çok zayıf ve kuru.
gauntlet gaunt.let gônt'lît isim bakınız run the gauntlet
gauze gauze gôz isim gaz bezi, gazlı bez.
gave gave geyv fiil bakınız give
gavel gav.el gäv'ıl isim (toplantıda oturumun açıldığını ilan
etmek için başkanın masaya vurduğu) tokmak.
gawk gawk gôk fiil aval aval bakmak, bön bön bakmak.
gawky gawkysıfat kolları, bacakları uzun, biçimsiz ve hantal.
gawp gawp gôp fiil at ağzı açık bir şekilde seyretmek; aval
aval bakmak, bön bön bakmak.
gay gay gey sıfat 1. neşeli, şen. 2. canlı, parlak ve güzel
(renk); parlak ve güzel renkli. 3. eşcinsel, homoseksüel.
isim eşcinsel, homoseksüel.
gaze gaze geyz fiil at gözünü dikip bakmak, seyretmek. isim
dik bakış.
gazebo ga.ze.bo gızi'bo isim belveder; güzel manzaralı
kameriye, çardak, pavyon; bir yapının üzerindeki teras
veya pavyon.
gazelle ga.zelle gızel' isim ceylan, ahu, gazal.
gazette ga.zette gızet' isim resmi gazete.

518
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gazetteer gaz.et.teer gäzıtîr' isim 1. yer adları sözlüğü. 2. (atlasta)


yer adları dizini.
gear down vitesi azaltmak.
gear up vitesi yükseltmek.
gear wheel dişli çark.
gear gear gîr isim 1. (belirli bir iş için kullanılan) eşya,
takım veya giysi. 2. tertibat, düzen, aygıt. 3. dişli çark.
4. vites.
gearbox gear.boxisim vites kutusu, şanqman, şanzıman.
gearshift lever vites kolu.
gearshift gear.shiftisim vites.
gee gee ci ünlem 1. Allah Allah! 2. Birinin veya bir şeyin
beğenildiğini gösterir: Gee you're swell! Sen bir
harikasın!
geese geese gis isim, çoğul bakınız goose
Geiger counter Gayger sayacı.
Geiger Gei.ger gay'gır isim bakınız Geiger counter
geisha gei.sha gey'şı isim geyşa.
gel gel cel isim qel, pelte.
gelatin gel.a.tin cel'ıtîn isim qelatin.
gelatine gel.a.tine cel'ıtîn isim qelatin.
geld geld geld fiil iğdiş etmek, enemek.
gelding geld.ingisim iğdiş edilmiş at.
gem gem cem isim 1. değerli taş, mücevher. 2. değerli kişi,
cevher; değerli nesne.
Gemini Gem.i.ni cem'ınay isim, astroloji İkizler burcu.
gemstone gem.stone cem'ston isim yontulmamış değerli taş.
gendarme gen.darme qan'darm, qandarm' isim qandarma.
gender gen.der cen'dır isim 1. dilbilgisi cins. 2. konuşma dili
cinsiyet.
gene gene cin isim, biyoloji gen.
genealogy ge.ne.al.o.gy ciniyal'ıci isim şecere, soyağacı.
General Agreement on Tariffs and TradeGümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması.
general election İngiliz İngilizcesi genel seçim.

519
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

General Post Office İngiliz İngilizcesi, eski Ulusal Posta Müdürlüğü.


general practice pratisyen hekimlik.
general practitioner tıbbi pratisyen, pratisyen doktor.
general staff askeri kurmay sınıfı.
general strike genel grev.
general gen.er.al cen'ırıl sıfat genel. isim, askeri general.
generalise gen.er.al.ise cen'ırılayz, cen'rılayz fiil, İngiliz
İngilizcesi bakınız generalize
generality gen.er.al.i.ty cenıräl'ıti isim 1. genellik. 2. çoğunluk. 3.
genelleme; genelleme içeren söz.
generalization gen.er.al.i.za.tion cenırılızey'şın isim 1. genelleştirme.
2. genelleme, genelleme içeren söz.
generalize gen.er.al.ize cen'ırılayz, cen'rılayz fiil genelleştirmek.
generally gen.er.al.lyzarf genellikle.
generate gen.er.ate cen'ıreyt fiil üretmek; meydana getirmek; -e
yol açmak.
generation gap kuşak farkı, kuşaklar arasındaki fark.
generation gen.er.a.tion cenırey'şın isim 1. kuşak, nesil. 2. üretim;
meydana getirme.
generator gen.er.a.tor cen'ıreytır isim qeneratör, dinamo.
generic ge.ner.ic cîner'îk sıfat, isim ambalaqında üreticinin adı
veya markası bulunmayan (gıda maddesi).
generosity gen.er.os.i.ty cenıras'ıti isim cömertlik.
generous gen.er.ous cen'ırıs sıfat cömert, eli açık.
genesis gen.e.sis cen'ısîs isim (geneses) başlangıç.
genetic ge.net.ic cınet'îk sıfat, biyoloji genetik.
genetics ge.net.ics cınet'îks isim, biyoloji genetik.
genial gen.ial cin'yıl sıfat 1. canayakın, arkadaşça davranan,
iyi huylu, güleryüzlü. 2. yumuşak (iklim).
genital gen.i.tal cen'ıtıl sıfat, tıbbi üreme organlarına ait.
genitals gen.i.talsisim, çoğul, tıbbi üreme organları, cinsel
organlar.
genitive gen.i.tive cen'ıtîv sıfat, dilbilgisi -in halindeki. isim -in
halindeki sözcük.

520
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

genius gen.ius cin'yıs isim (geniuses) 1. deha. 2. dâhi. 3.


istidat, yetenek. 4. özellik.
genocide gen.o.cide cen'ısayd isim soykırım, qenosit.
genre gen.re qan'r isim tarz, tür, nevi.
gent gent cent isim, halk dili erkek, adam.
genteel gen.teel centil' sıfat efendilik/kibarlık taslayan.
gentian gen.tian cen'şın isim centiyana, centiyan, kantaron.
gentile gen.tile cen'tayl isim Musevi olmayan kimse. sıfat
Musevi olmayan.
gentle gen.tle cen'tıl sıfat 1. yumuşak ve nazik. 2. hafif
(rüzgâr, yağmur). 3. meyli çok az (yokuş).
gentleman gen.tle.man cen'tılmın isim (gentlemen) centilmen,
efendi.
gentlemanly gen.tle.man.lysıfat centilmence, efendice, centilmene
yakışan.
gentleman's agreement karşılıklı anlayışa dayanan ve yazılı olmayan anlaşma.
gentlemen's agreement karşılıklı anlayışa dayanan ve yazılı olmayan anlaşma.
gentleness gen.tle.nessisim yumuşaklık, nezaket.
gently zarf 1. yumuşak ve nazik bir şekilde. 2. hafifçe (esen).
3. yavaşça (yükselen yokuş).
gentry gen.try cen'trî isim, çoğul sosyal statüsü iyi olanlar.
genuflect gen.u.flect cen'yuflekt fiil, Hristiyanlık (ibadette) diz
çökmek.
genuflec'tion isim (özellikle ibadet ederken) diz çökme.
genuine gen.u.ine cen'yuwîn sıfat 1. gerçek, hakiki. 2. içten
gelen. 3. içten, samimi.
genus ge.nus ci'nıs isim, biyoloji (genera) (birkaç türden
meydana gelen) cins.
geodesic dome geodezik kubbe.
geodesic ge.o.des.ic ciyıdes'îk sıfat geodezik, qeodezik,
geodeziyle ilgili.
geodesy ge.od.e.sy ciyad'ısi isim geodezi, qeodezi.
geographer ge.og.ra.pherisim coğrafya uzmanı, coğrafyacı.
geographic ge.o.graph.ic ciyıgräf'îk sıfat coğrafi.

521
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

geographical ge.o.graph.i.cal ciyıgräf'îkıl sıfat coğrafi.


geography ge.og.ra.phy ciyag'rıfi isim coğrafya.
geologic geo.log.icsıfat qeoloqik, yerbilimsel.
geological geo.log.i.calsıfat qeoloqik, yerbilimsel.
geologist ge.ol.o.gistisim qeolog.
geology ge.ol.o.gy ciyal'ıci isim qeoloqi, yerbilim.
geometric ge.o.met.ric ciyımet'rîk sıfat 1. geometrik,
uzambilgisel: geometric figure geometrik şekil. 2.
geometrik, eşçarpanlı: geometric series geometrik seri.
geometry ge.om.e.try ciyam'ıtri isim geometri, uzambilgisi.
geophysics ge.o.phys.ics ciyofîz'îks isim qeofizik.
geopolitics ge.o.pol.i.tics ciyopal'îtîks isim qeopolitik.
georgette geor.gette côrcet' isim qorqet.
Georgia Geor.gia côr'cı isim Gürcistan.
Georgian isim, sıfat 1. Gürcü. 2. Gürcüce.
geranium ge.ra.ni.um cırey'niyım isim sardunya.
Gerber daisy gerbera.
Gerber Ger.ber gır'bır isim bakınız Gerber daisy
geriatric ger.i.at.ric ceriyät'rîk sıfat geriatrik, qeriyatrik.
geriatrics ger.i.at.ricsisim geriatri, qeriyatri.
germ germ cırm isim 1. mikrop. 2. tohumun özü. 3.
başlangıç, tohum.
German measles kızamıkçık.
German Ger.man cır'mın sıfat, isim 1. Alman. 2. Almanca.
germander ger.man.der cırmän'dır isim 1. dalakotu, yermeşesi,
yerpalamudu. 2. kurtluca, yerpalamudu, yermeşesi.
germane ger.mane cırmeyn' sıfat (to) (ile) ilgili.
Germany Ger.man.y cır'mıni isim Almanya.
germicide ger.mi.cide cır'mısayd isim mikrop öldürücü,
antiseptik.
germinate ger.mi.nate cır'mıneyt fiil (tohum) çimlenmek;
(tohumu) çimlendirmek.
germination ger.mi.na.tion cırmıney'şın isim (tohum) çimlenme;
(tohumu) çimlendirme.

522
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gerrymander ger.ry.man.der cer'imändır, ger'imändır fiil (seçim


bölgesini) bir siyasi partinin çıkarlarına uygun düşecek
şekilde ayarlamak.
gerund ger.und cer'ınd isim, dilbilgisi fiilden türetilen isim.
gestalt ge.stalt gıştalt' isim, ruhbilim geştalt.
gestation ges.ta.tion cestey'şın isim 1. gebelik. 2. gebelik süresi.
gesticulate ges.tic.u.late cestîk'yuleyt fiil el, kol veya baş
hareketleri yapmak, qestler yapmak.
gesticulation ges.tic.u.la.tionisim 1. qestler yapma. 2. el, kol veya
baş hareketi, jest.
gesture ges.ture ces'çır isim 1. el, kol veya baş hareketi, qest. 2.
jest, güzel davranış. fiil el, kol veya baş hareketi
yapmak, jest yapmak.
Gesundheit Ge.sund.heit gızûnt'hayt ünlem Çok yaşayın! (Hapşıran
bir kimseye söylenir.).
get a bang on a part of one's body konuşma dili vücudunun bir yerine darbe yemek: She
got a bang on her head. Başına bir darbe yedi.
get a bang out of konuşma dili -e bayılmak, -e bitmek.
get a fright korkmak.
get a grasp on oneself kendine hâkim olmak, kendine gelmek.
get a hard-on -in kuşu kalkmak/uyanmak, -in penisi beton
olmak/dikelmek.
get a hustle on konuşma dili acele etmek, çabuk olmak.
get a kick out of -den zevk almak.
get a load of konuşma dili 1. (çok ilginç, güzel veya tuhaf birine
veya bir şeye) bakmak. 2. (çok ilginç, güzel veya tuhaf
bir şeyi) dinlemek.
get a lump in one's throat çok duygulanmak. 2. boğazı düğümlenmek.
Get a move on! konuşma dili Haydi!/Çabuk!
get a rise out of someone konuşma dili dalga geçerek birini kızdırmak.
get a rise out of birinin bamteline basıp çileden çıkarmak.
get a swelled head kendini bir şey zannetmek, başı dönmek, şımarmak.
get a whiff of -in kokusunu duymak.
get a whipping dayak yemek.

523
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get a woman into trouble bir kadını hamile bırakmak.


get about (haber, söylenti) yayılmak. 2. (bir hastalıktan sonra
yeniden) çıkıp dolaşmak. 3. seyahat etmek; gezmek.
get across anlatmak; açıklamak: He couldn't get his point across.
Ne demek istediğini anlatamadı. What he said
obviously didn't get across to them. Ne demek istediğini
anlamadıkları belli.
get after çıkışmak, paylamak.
get ahead konuşma dili başarılı olmak. 2. of -i geçmek.
get along in years yaşlanmak.
get along on in years yaşlanmak.
get along up in years yaşlanmak.
get along without -siz yapmak/idare etmek: I can get along without them.
Onlarsız yapabilirim. Can you get along wthout eight
hours of sleep? Sekiz saat uyumadan yapabilir misin?
get along birbiriyle iyi geçinmek. 2. idare etmek, yapmak; ile
arası ... olmak: How will he get along over there? Orada
nasıl yapacak? He'll get along fine. İyi olacak./Becerir
o. How's she getting along in French? Fransızcayla arası
nasıl? 3. (on) (ile) idare etmek, geçinmek. 4.
(saat/zaman) ilerlemek; towards (belirli bir zaman)
yaklaşmak; towards (saat) (belirli bir saate)
gelmek/yaklaşmak. 5. yaşlanmak. 6. with (bir işle)
meşgul olmak. 7. gitmek: We'd better be getting along.
Gitmeliyiz.
get an erection penisi sertleşmek.
get an urge to (bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the
urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma
tutkusu uyandı.
get anxious endişelenmek, merak etmek, meraklanmak.
get around to konuşma dili 1. (bir şeyi yapmaya) vakit
bulmak/ayırmak; (geciktirilmiş bir işi) yapmak. 2. (epey
bir geciktirmeden sonra) (bir konuyu) ele almak.

524
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get around çok gezmek. 2. hareket etmek, yürümek. 3. (haber)


yayılmak. 4. bir yol bulup -den kurtulmak; bir yol bulup
(birini) atlatmak.
get at -e ulaşmak, -e erişmek. 2. zarar vermek, kötülük etmek.
3. (bir şeyle) meşgul olmak. 4. kastetmek, demek
istemek; ima etmek.
get away with murder konuşma dili bir kötülüğün cezasını çekmemek.
get away with something konuşma dili (yapılan bir iş) yanına kâr kalmak: He's
gotten away with it. Yaptığı yanına kâr kaldı. I won't let
him get away with this. Bunu yanına
bırakmayacağım./Bunu yapmasına izin vermeyeceğim.
get away kaçmak. 2. çıkmak.
get back at someone for something konuşma dili birine bir şeyi ödetmek, birinden bir şeyin
öcünü almak.
get behind in (bir işte) gecikmek; (bir işin) gerisinde kalmak: He's
gotten behind in his payments. Ödemelerinde gecikti.
They've gotten behind in their work. Çalışma
programının gerisinde kaldılar. 2. konuşma dili arka
çıkmak, desteklemek.
get better iyileşmek.
get bogged down in fiil (bogged, bogging) (bir yerde) saplanıp kalmak.
get by konuşma dili 1. geçmek. 2. ile atlatmak, ile geçirmek;
ile idare etmek; (bir şeyi) durumu kurtaracak kadar
yapmak: I can get by this year with these shoes. Bu
ayakkabılarla bu seneyi atlatabilirim. She only studies
enough to get by. Ancak durumu kurtaracak kadar ders
çalışır. 3. vartayı atlatmak.
get carried away kendini kaptırmak, kapılıp gitmek; heyecanlanıp aşırıya
kaçmak.
get cold feet konuşma dili tereddüde düşmek, kararsızlığa kapılmak,
şüpheler duymaya başlamak.
get cracking konuşma dili (gayretle) başlamak.
get dark akşam olmak, hava kararmak.

525
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get down off one's high horse konuşma dili kibiri bırakmak, kibirli davranmaktan
vazgeçmek.
get down to brass tacks konuşma dili asıl işe bakmak, asıl işi ele almak.
get down to business konuşma dili asıl işe bakmak, asıl işi ele almak.
get down to work ciddi olarak işe koyulmak.
get down to konuşma dili (bir işe) bakmak, başlamak.
get even with konuşma dili -den öç almak.
Get fucked! Siktir git!
get going konuşma dili 1. (gayretle) başlamak. 2. başlatmak,
kızdırmak: Don't get him going! Onu başlatma!
get hell konuşma dili fena halde haşlanmak, adamakıllı bir zılgıt
yemek.
get hold of -i eline geçirmek. 2. (birini) bulmak.
get hot ısınmak. 2. kızmak, öfkelenmek.
get hysterical over (bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri
boşanmak.
get hysterical (bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri
boşanmak.
get in a state çok endişeli, heyecanlı veya sinirli bir hale girmek.
get in a stew konuşma dili telaşa/endişeye düşmek.
get in a tizzy gereksiz yere telaşlanmak veya heyecanlanmak, eli
ayağı dolaşmak, eteği ayağına dolaşmak.
get in by the back door konuşma dili 1. arka kapıdan girmak. 2. normal yoldan
başka bir yol ile (bir kuruluşa/bir gruba) girmak/dahil
olmak.
get in good with konuşma dili (birinin) gözüne girmek.
get in on the ground floor konuşma dili bir işe başlangıçta katılmak.
get in one's hair konuşma dili - e musallat olmak, başından ayrılmayarak
rahatsız etmek.
get in one's two cents worth fikrini söylemek, görüşünü belirtmek.
get in one's way konuşma dili -e engel olmak, -in işlerini aksatmak.
get in someone's hair birini rahatsız etmek.

526
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get in through the back door konuşma dili 1. arka kapıdan girmak. 2. normal yoldan
başka bir yol ile (bir kuruluşa/bir gruba) girmak/dahil
olmak.
get in with konuşma dili (birinin) arkadaşlığını kazanmak; (birinin)
gözüne girmek.
get into a predicament sıkıya gelmek.
get into a scrape belaya çatmak.
get into hot water konuşma dili başı derde girmek.
get into mischief yaramazlık etmek.
get into one's stride konuşma dili bakınız hit one's stride
get into the swing of things işlere alışmak.
get into trouble belaya çatmak, başı belaya girmek.
get it in the neck konuşma dili 1. ağır bir darbe yemek. 2. alabandayı
yemek, fırçayı yemek.
get it into one's head that ... -i kafasına koymak.
get it konuşma dili zılgıt yemek; gününü görmek: We're
going to get it now! Şimdi çattık belaya!
get loose kurtulmak.
get off easy konuşma dili hafif bir cezayla veya cezasız olarak
kurtulmak; ucuz kurtulmak.
get off on the wrong foot with someone konuşma dili başlangıçta birini kızdırmak.
get off scot-free konuşma dili (sanık) hiçbir ceza yemeden serbest
bırakılmak.
get off someone's back konuşma dili birini rahat bırakmak, birini azarlamaktan
veya eleştirmekten vazgeçmek.
get off someone's tail konuşma dili birini rahat bırakmak.
get off the ground (uçak) havalanmak. 2. konuşma dili tam anlamıyla
başlamak.
get off inmek. 2. from (işten) izin almak. 3. paçayı kurtarmak;
(birini) cezadan kurtarmak: How can we get him off?
Onu cezadan nasıl kurtarabiliriz? 4. yollamak. 5.
çıkarmak: Get that dirty shirt off this minute! O kirli
gömleği hemen çıkar!
get on someone's good side (birinin) gözüne girmek.

527
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get on someone's nerves konuşma dili birinin sinirine dokunmak.


get on the ball konuşma dili dikkat etmek, dikkatli olmak, uyanık
olmak.
get on the bandwagon konuşma dili başkalarının yaptığı bir eyleme katılmak.
Get on the stick! Dikkat et!/Aklını başına topla!/Kendine gel!/Uyan! 2.
Çabuk ol!
get on the wrong side of someone konuşma dili birini kızdırmak.
get on (-e) binmek; (-e) çıkmak. 2. (bir konuya) girmek. 3.
konuşma dili -i azarlamak, -e çıkışmak. 4. birbiriyle iyi
geçinmek. 5. idare etmek, yapmak; ile arası ... olmak:
How will he get on over there? Orada nasıl yapacak?
He'll get on fine. İyi olacak./Becerir o. How's she
getting on in French? Fransızcayla arası nasıl? 6.
(zaman) ilerlemek; towards (belirli bir zaman)
yaklaşmak; towards (saat) (belirli bir saate)
gelmek/yaklaşmak. 7. yaşlanmak. 8. with (bir iş) ile
meşgul olmak. 9. gitmek: We'd better be getting on.
Gitmeliyiz.
get one's back up öfkelenmek.
get one's ducks in a row konuşma dili hazırlıklarını yapmak.
get one's feet wet konuşma dili başlamak, denemek.
get one's goat konuşma dili sinirlendirmek, kızdırmak.
get one's hands on yakalamak, eline geçirmek. 2. -e sahip olmak.
get one's money's worth konuşma dili ödenen paranın karşılığında iyi mal
almak: You get your money's worth in that store. O
dükkânda ödediğin paranın karşılığında iyi mal alırsın.
get one's number konuşma dili birinin ne menem biri olduğunu anlamak.
get one's second wind (koşucu v.b.) (ilk kez yorulup soluğu kesildikten sonra)
soluklanıp tekrar eski formunu kazanmak. 2. (birinin
hızı kesildikten sonra) gayrete gelmek, canlanmak.
get one's way istediğini yaptırmak: She always gets her way. Hep
onun istediği olur.
get one's wind up korkuya kapılmak, korkmak. 2. sinirlenmek.
get one's wits about one aklını başına toplamak.

528
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get oneself couthed up konuşma dili süslenip püslenmek.


get oneself in a fix kendini zor bir duruma sokmak.
get onto konuşma dili 1. (bir işe) bakmak, (bir işi) ele almak, (bir
işle) meşgul olmak. 2. (bir konuya) girmek, (bir
konudan) bahsetmeye başlamak. 3. (biriyle) temasa
geçmek. 4. (bir kurula) seçilmek, seçim yoluyla girmek.
5. (birinin) suç işlediğini keşfetmek.
get out of debt borçtan kurtulmak.
get out of hand çığırından çıkmak, idare edilememek.
get out of the way yoldan çekilmek, kenara çekilmek.
get out çıkmak. 2. çıkarmak, yayımlamak.
Get out! Defol!
get over üstünden geçmek. 2. (bir hastalık) geçmek: Have you
gotten over your cold? Nezlen geçti mi? 3. (bir
üzüntüyü) unutmak. 4. (şaşırtıcı bir olaya) inanmak.
get ready for için/-e hazırlanmak.
get rid of (birini) savmak, başından savmak. 2. yok etmek;
ortadan kaldırmak; kovmak, defetmek. 3. (istenmeyen
bir şeyden) kurtulmak.
get set hazırlanmak.
get shot of konuşma dili -den kurtulmak.
get showered on konuşma dili yağmura yakalanmak.
get shut of konuşma dili -den kurtulmak.
get someone couthed up konuşma dili birini süsleyip püslemek.
get someone down konuşma dili birinin moralini bozmak.
get someone in shape for birini/bir şeyi hazırlamak.
get someone in shape birini/bir şeyi hazırlamak.
get someone into hot water konuşma dili birinin başını derde sokmak.
get someone into trouble birinin başını belaya sokmak.
get someone off the hook konuşma dili birini (zor bir durumdan) kurtarmak.
get someone out of one's mind birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
get someone out of the way birini yoldan çekmek, birini kenara çekmek. 2. birini
devredışı etmek, birini etkisiz hale getirmek.
get someone over a barrel konuşma dili birini köşeye sıkıştırmak.

529
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get someone under one's thumb birini istediği gibi idare etmek veya kullanmak.
get someone wrong birini/bir şeyi yanlış anlamak.
get someone's goat konuşma dili birini sinir etmek, kızdırmak.
get someone's number birinin ne mal olduğunu öğrenmek/anlamak.
get something across to someone konuşma dili bir şeyi birine anlatabilmek.
get something in shape for birini/bir şeyi hazırlamak.
get something in shape birini/bir şeyi hazırlamak.
get something off one's chest konuşma dili derdini dökmek, içini dökmek.
get something out of one's mind birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
get something out of one's system (birinin) vücudu bir şeyi atmak. 2. (biri) çok arzuladığı
bir şeyi arzulamaz olmak; bir şeyden hevesini almak.
get something out of the way bir şeyi yoldan çekmek, bir şeyi kenara çekmek.
get something over with bir şeyi yapıp bitirmek; bir şeyi bitirmek.
get something over bir şeyi bitirmek, bir şeyi sona erdirmek.
get something right bir şeyi tam istenilen şekilde yapmak.
get something straight bir şeyi doğru anlamak. 2. (bir yeri) bir düzene/düzenli
bir hale sokmak.
get something through one's head bir şeyi anlamak: Why can't you get this through your
head? Kafan niçin bunu almıyor?
get something through someone's head bir şeyi birine anlatmak, birinin kafasına sokmak.
get something wrong birini/bir şeyi yanlış anlamak.
get steamed up about (bir şeye) kızmak, sinirlenmek.
get stuck in (çamur, kum v.b.'ne) saplanıp kalmak. 2. in (bir
yerde) sıkışıp kalmak. 3. on -e yapışıp kalmak. 4. bir
problemin içinden çıkamamak, çıkmaza girmek. 5. with
(külfet sayılan bir iş veya istenilmeyen biri) (birinin)
başına kalmak. 6. on (birine) tutulmak, âşık olmak.
get tangled up (karmaşık bir durumun) içinden çıkamamak. 2. with
(iyi olmayan bir iş veya kimseye) bulaşmak.
get the ax konuşma dili iş veya okuldan atılmak, sepetlenmek.
get the ball rolling konuşma dili başlamak, işleri başlatmak.
get the best of -i alt etmek/yenmek, -e galip gelmek. 2. kazançlı
çıkmak; in (bir işte) (başkasından) kazançlı çıkmak. 3. -
in en iyisi (birine) nasip olmak.

530
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get the better of -i alt etmek/yenmek, -e galip gelmek.


get the blues konuşma dili efkârlanmak.
get the boot sepetlenmek, kapı dışarı edilmek, kıçına tekmeyi
yemek, işten çıkarılmak.
get the brush off konuşma dili(from) soğuk bir davranış veya sözle
kovulmak; soğuk bir karşılık görmek: I got the brush
off from her. Bana soğuk davrandı.
get the cart before the horse konuşma dili bir işi tersinden yapmak.
get the cold shoulder konuşma dili soğuk bir şekilde karşılanmak.
get the feel of -e alışmak.
get the goods on someone konuşma dili biri hakkında elinde kuvvetli deliller
olmak: We've got the goods on him. Onun hakkında
elimizde kuvvetli deliller var.
get the hang of konuşma dili (bir şeyin) nasıl yapıldığını/çalıştığını
öğrenmek; (bir şeyi) anlamak/kavramak; (bir işin)
havasına girmek.
get the jitters sinirli olmak, korku duymak.
get the jump on someone birinden önce davranmak, üstün gelerek birini
şaşırtmak.
get the jump on konuşma dili -den önce davranmak.
get the message anlamak, çakmak.
get the nod argo 1. izin almak. 2. seçilmek.
get the picture anlamak, çakmak.
get the push konuşma dili sepetlenmek/işten atılmak.
get the red carpet treatment konuşma dili şatafatlı bir şekilde karşılanıp ağırlanmak.
get the runaround kaçamak cevap almak.
get the sack konuşma dili işten kovulmak, sepetlenmek.
get the shaft (birinin) canı yanmak.
get the shakes konuşma dili titremeye başlamak, titreme nöbetine
tutulmak.
get the short end of the stick konuşma dili (birinin) payına en kötüsü düşmek: I got
the short end of the stick. Benim payıma en kötüsü
düştü.
get the show on the road konuşma dili başlamak; işleri başlatmak.

531
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get the upper hand üstün duruma geçmek; on (birinden) daha avantajlı bir
duruma geçmek.
get the urge to (bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the
urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma
tutkusu uyandı.
get the worst of it yenilmek, altta kalmak. 2. en çok zarara uğramak.
get the worst of yenilmek, sırtı yere getirilmek, alt edilmek. 2. -den
kazançlı çıkmamak.
get through to -e bir şey anlatmak: I can't get through to her. Ona bir
şey anlatamam. 2. kafasına girmek: I think it's finally
gotten through to him. Nihayet anladı galiba.
get through (to) -e varmak, -e ulaşmak. 2. (tasarı, teklif v.b.)
(meclisten) geçmek, onaylanmak. 3. (sınav, sınıf, kurs
v.b.'ni) geçmek; (okulu) bitirmek. 4. to (birine) (bir
şeyi) anlatmak, (bir şeyi) (birinin) kafasına sokmak. 5.
(to) (biriyle) telefon bağlantısı kurmak; (birinin
numarasını) telefonda çıkarmak. 6. (with) -i bitirmek. 7.
-i tüketmek. 8. (zor bir durumu) atlatmak; (zor bir
zamanı) geçirmek.
get to know -i tanımak.
get to sleep uyumak.
get to the bottom of something esas meselenin ne olduğunu öğrenmek.
get to the finals finale kalmak.
get to the heart of -in özüne inmek, -in esas anlamını kavramak.
get to the point sadede gelmek.
get to work işe başlamak: Get to work! Haydi, iş başına!
get to konuşma dili 1. başlamak (Mastarla birlikte kullanılır.):
They got to talking. Konuşmaya başladılar. 2. lazım
olmak, gerekmek; şart olmak: I've got to go now! Şimdi
gitmem gerek!
get together toplamak, biriktirmek. 2. bir araya gelmek, buluşmak.
3. (on) (üzerinde) anlaşmaya varmak, mutabık kalmak.
get under one's skin -i kızdırmak, -i sinir etmek.
get under someone's skin birinin sinirine dokunmak.

532
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

get up on one's soapbox sokakta nutuk çeken birinin üstüne çıktığı sandık; nutuk
çekmek için kullanılan kürsü v.b. nutuk çekmeye
başlamak.
get up on the wrong side of the bed konuşma dili ters tarafından kalkmak.
get up the nerve to (bir şey yapmak için) cesaretini toplamak.
get up yataktan kalkmak. 2. ayağa kalkmak. 3. hazırlamak,
düzenlemek. 4. (birini) (belirli bir kıyafete) sokmak:
She got herself up as a mouse. Kendini fare kılığına
soktu. 5. -i çıkmak; -i çıkarmak: Can you get up these
stairs? Bu merdivenleri çıkabilir misiniz? Can you get
the piano up the stairs? Piyanoyu merdivenlerden
çıkarabilir misin? 6. -i kaldırmak: Can they get it up
with a winch? Onu vinçle kaldırabilirler mi? 7. to -e
varmak: Which chapter have you gotten up to? Hangi
bölüme vardın?
get what's coming to one cezasını bulmak, layığını bulmak: She got what was
coming to her! Müstahaktır!
get wind of -i duymak, -i öğrenmek, -den haberdar olmak.
get wise to konuşma dili (birinin) ne yaptığının farkına varmak,
(birinin) ne yaptığını çakmak; (bir durumun) ne
olduğunun farkına varmak, (bir durumun) ne olduğunu
çakmak.
get with it konuşma dili uyanmak, kendine gelmek (Mecazen
söylenir.).
get worse daha kötü olmak.
get get get fiil (got, gotten/got, getting) 1. elde etmek;
edinmek; kazanmak; almak; satın almak; yakalamak;
ele geçirmek: He got it with difficulty. Zorla elde etti. I
hear they've gotten a dog. Köpek edinmişler. I didn't get
much for it. Ondan pek bir şey kazanmadım. When will
you get that book for me? Bana o kitabı ne zaman
alacaksın? I've got him by the tail. Kuyruğundan
yakaladım. 2. almak; yemek: She got a letter from
Perihan. Perihan'dan mektup aldı. He got a blow on his

533
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

jaw. Çenesine bir yumruk yedi. 3. bulup getirmek;


getirmek; götürmek: Will you get me my walking stick?
Bastonumu getirir misin? 4. (telefona, kapıya) bakmak:
Will you get the door? Kapıya bakar mısın? 5. Belirli
bir duruma geçişi gösterir: Let's get moving! Haydi
gidelim! Get going! Haydi yürü! He's getting older.
Yaşlanıyor. It's gotten hot. Sıcak oldu. Get her dressed!
Onu giydir! 6. Yardımcı fiil olarak başka fiilleri ettirgen
yapar: Get him to get it for you. Ona aldır. 7. (bir yere)
gitmek veya varmak: How will you get there? Oraya
nasıl gideceksin? When did you get there? Oraya ne
zaman vardın? 8. Bir yere koyma, sokma veya bir
yerden çıkarmayı gösterir: Get that animal out of here!
O hayvanı buradan çıkar! 9. - ebilmek: He got to go on
the trip. Seyahate katılabildi. When will I get to see
him? Onu ne zaman görebilirim? At last he got to go
too. Nihayet o da gidebildi. 10. (bir öğün yemek)
hazırlamak: I'm getting breakfast. Kahvaltı hazırl
getup get.up get'^p isim kıyafet, kılık.
geyser gey.ser gay'zır, [İngiliz İngilizcesi] gi'zır isim 1.
gayzer, kaynaç. 2. İngiliz İngilizcesi (havagazı veya
doğalgazla çalışan) şofben.
Ghana Gha.na ga'nı isim Gana.
Ghanaian Gha.na.ian ga'niyın, gän'iyın, ganey'ın isim Ganalı.
sıfat 1. Gana, Gana'ya özgü. 2. Ganalı.
ghastly ghast.ly gäst'li sıfat 1. beti benzi atmış. 2. korkunç. 3.
konuşma dili berbat, çok kötü.
ghazi gha.zi ga'zi isim gazi.
gherkin gher.kin gır'kîn isim kornişon.
ghetto ghet.to get'o isim (ghettos/ghettoes) getto.
ghost town ölü kent; terkedilmiş yerleşim yeri.
ghost ghost gost isim hayalet, hortlak.
ghostwriter ghost.writ.erisim bir diğerinin hesabına ve onun ismi
altında kitap yazan kimse.

534
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ghoul ghoul gul isim gulyabani.


GI Joe asker.
GI GI ci'yay isim, konuşma dili asker, er.
giant gi.ant cay'ınt isim dev. sıfat dev gibi, kocaman.
giaour giaour cawır isim gâvur.
gibberish gib.ber.ish cîb'ırîş, gîb'ırîş isim konuşmaya benzeyen
anlamsız sesler.
gibe gibe cayb fiil dokunaklı/incitici söz söylemek, alay
etmek. isim dokunaklı/incitici söz.
giblets gib.lets cîb'lîts isim, çoğul (kümes hayvanlarından elde
edilen) sakatat.
Gibraltar Gi.bral.tar cîbrôl'tır isim Cebelitarık.
Gibraltarian Gi.bral.tar.i.an cîbrôlter'iyın isim Cebelitarıklı. sıfat 1.
Cebelitarık, Cebelitarık'a özgü. 2. Cebelitarıklı.
giddiness gid.di.nessisim 1. baş dönmesi. 2. hoppalık, havailik,
terelellilik.
giddy gid.dy gîd'i sıfat 1. baş döndürücü (yükseklik veya
dönme hareketi). 2. hoppa, havai, terelelli.
gift gift gîft isim 1. hediye, armağan. 2. yetenek, istidat,
Allah vergisi.
gifted gift.edsıfat yetenekli, istidatlı.
gigantic gi.gan.tic caygän'tîk sıfat dev gibi, kocaman.
giggle gig.gle gîg'ıl fiil kıkırdamak, kıkır kıkır gülmek. isim
kıkırdama.
gigolo gig.o.lo cîg'ılo isim qigolo.
gild gild gîld fiil (gilded/gilt) yaldızlamak.
gilding gild.ing gîl'dîng isim yaldız.
gill gill gîl isim solungaç.
gilt gilt gîlt fiil bakınız gild sıfat yaldızlı. isim yaldız.
gimmick gim.mick gîm'îk isim 1. numara, trük. 2. alet.
gin gin cîn isim cin (içki).
ginger ale zencefilli gazoz.
ginger gin.ger cîn'cır isim zencefil. sıfat kızıl (saç).

535
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gingerbread gin.ger.breadisim 1. zencefilli, pekmezli kek. 2.


zencefilli, pekmezli kurabiye.
gingerly gin.ger.ly cîn'cırli zarf büyük bir dikkatle.
gingham ging.ham gîng'ım isim çizgili veya damalı pamuklu
kumaş.
ginkgo gink.go gîng'ko isim ginko, kızsaçı.
ginseng gin.seng cîn'seng isim ginseng.
Gipsy Gip.sy cîp'si isim bakınız Gypsy
giraffe gi.raffe cıräf' isim zürafa.
gird one's loins (zor bir işe) iyice hazırlanmak, (zor bir iş için)
paçaları/kolları sıvamak.
gird oneself for kendini -e iyice hazırlamak.
gird oneself with -i takmak, -i takınmak, -i kuşanmak.
gird someone with birine (bir şeyi) vermek/bahşetmek.
gird gird gırd fiil (girded/girt) 1. çevrelemek, kuşatmak. 2.
(on) (kılıç v.b.'ni) kuşanmak.
girder gird.er gır'dır isim putrel, potrel.
girdle gir.dle gır'dıl isim 1. korse. 2. kuşak, kemer.
girl friend kız arkadaş.
girl scout kız izci.
girl girl gırl isim 1. kız. 2. konuşma dili kız arkadaş.
girlhood girl.hoodisim kızlık çağı, kızlık.
girlish girl.ish gır'lîş sıfat kız gibi; kızlara özgü.
girth girth gırth isim 1. (semere ait) kolan. 2. çevre ölçüsü,
çevre: The tree's girth was ninety centimeters. Ağacın
çevresi doksan santimetreydi. 3. bel ölçüsü, bel.
gismo gis.mo gîz'mo isim bakınız gizmo
gist gist cîst isim ana fikir, esas anlam; başlıca fikirler.
give a good account of oneself Kendine düşen işi iyi yapmak anlamına gelir: He gave a
good account of himself on the battlefield today. Bugün
iyi savaştı.
give a hand to -e yardım etmek, elini uzatmak.
give a play bir piyes oynamak.
give a roundup of the news önemli haberleri özet halinde vermek.

536
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

give a slip sıvışarak birinin elinden kurtulmak.


give a speech bir konuşma yapmak.
give a wide berth to -den kaçınmaya dikkat etmek.
give affront to - i kızdırmak, -i gücendirmek.
give an account of oneself kendisi hakkında hesap vermek.
give an edge to -i bilemek. 2. (iştahı) açmak; (keyif, öfke v.b.'ni)
artırmak.
give away hediye olarak vermek, hediye etmek: She gave her dog
away. Köpeğini birine hediye etti. 2. ele vermek.
give back geri vermek, iade etmek.
give birth to -i doğurmak.
give chase (av köpeği) avın kokusunu alıp peşine düşmek. 2.
kovalamaya başlamak.
give ear to -e kulak vermek, - i dinlemek.
give heed to -e dikkat etmek, -e kulak asmak.
Give her my love! Ona sevgilerimi söyle!
Give her my regards. Ona benden selam söyle.
give in to temptation şeytana uymak.
give in teslim olmak, razı olmak, kabul etmek.
give it one's best shot elinden geleni yapmak.
Give me a little time. Bana biraz zaman verin.
give no leg to stand on tutunacak bir dal bırakmamak.
give notice işten çıkacağını önceden haber vermek.
give off (koku, buhar v.b.'ni) yaymak, çıkarmak: Plants give off
oxygen. Bitkiler havaya oksiqen verir.
give offense gücendirmek, darıltmak.
give one a black eye bir gözünü patlatmak.
give oneself airs burnu havada olmak.
give out çok yorulmak, bitmek.
give preference to -i tercih etmek.
give priority to -e öncelik tanımak.
give rein to dizginini salıvermek, başıboş bırakmak.
give rise to -e yol açmak, -e neden/sebep olmak.
give short notice (bir işin yapılması için) çok az zaman vermek.

537
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

give solace to -i teselli etmek, -e teselli vermek.


give someone a bath birini yıkamak.
give someone a belt on konuşma dili birine yumruk indirmek.
give someone a blessing out konuşma dili birine sapartayı çekmek/vermek.
give someone a blowjob birinin penisini ağızla uyarmak, supet/süpet yapmak;
saksofon çalmak.
give someone a cold welcome birini soğuk karşılamak.
give someone a fair shake birine adaletli veya dürüst bir şekilde davranmak.
give someone a free hand birine geniş yetki vermek.
give someone a fright birini korkutmak.
give someone a hand birine yardım etmek. 2. birini alkışlamak.
give someone a hard time (alay etmek veya tenkit etmek için) biriyle uğraşmak,
birine çullanmak. 2. birini çok uğraştırmak.
give someone a helping hand birine yardım elini uzatmak.
give someone a lift birini arabasına almak.
give someone a piece of one's mind konuşma dili birini iyice haşlamak, birini sertçe
azarlamak.
give someone a raw deal birine haksızlık etmek.
give someone a ride birini (at, araba v.b. ile) götürmek.
give someone a ring birine telefon etmek.
give someone a scare birini korkutmak.
give someone a shampoo birinin saçını şampuanla yıkamak.
give someone a spanking birinin kıçına şaplak atmak.
give someone a sporting chance birine kazanma imkânı tanımak.
give someone a start in life birinin hayata atılmasını sağlamak.
give someone a start birini irkiltmek. 2. (birinin) arabasının motorunu
çalıştırmak.
give someone a trial birini/bir şeyi denemek.
give someone a warm welcome birini nezaket ve içtenlikle karşılamak. 2. birini pişman
ettirmek.
give someone asylum politika birine sığınma hakkı tanımak.
give someone credit for birinin (yaptığı bir şey) takdir etmek. 2. birinin (yaptığı
bir şey) (bir şekilde) belirtmek.
give someone custody of birine (birinin) vesayetini vermek.

538
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

give someone hell konuşma dili birini fena halde haşlamak, birine
adamakıllı bir zılgıt vermek.
give someone his due bir kimseye hakkını vermek.
give someone no quarter birine aman vermemek.
give someone one's illness birine hastalığını bulaştırmak/geçirmek: Don't give me
your cold! Nezleni bana bulaştırma!
give someone one's word birine söz vermek.
give someone rope birini serbest bırakmak, birini kendi haline bırakmak.
give someone shelter birini korumak.
give someone the benefit of the doubt konuşma dili birinin kötü/olumsuz bir şey yapmadığını
farzetmek.
give someone the bird konuşma dili el işaretiyle birine "Siktir!" demek.
give someone the boot birini sepetlemek, birinin kıçına tekmeyi atmak, birini
işten çıkarmak.
give someone the bum's rush İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birini yaka paça
etmek/götürmek; birini âdeta kapı dışarı etmek.
give someone the cold shoulder konuşma dili birine soğuk davranmak.
give someone the come-on -e pas vermek.
give someone the glad eye birine pas vermek, birine davetkâr bir bakış yöneltmek.
give someone the glad hand sahte bir sıcaklıkla el sıkmak/selam vermek.
give someone the jumps birini çok sinirlendirmek, birinin tepesini attırmak.
give someone the once-over birini tepeden tırnağa süzmek.
give someone the push konuşma dili birini sepetlemek/işten atmak.
give someone the sack konuşma dili birini işten atmak, birini sepetlemek.
give someone the shirt off one's back çok cömert olmak.
give someone the slip sıvışarak birinden kaçmak/kurtulmak.
give someone the third degree birini konuşturmak için işkence yapmak. 2. birini sıkı
bir sorguya çekmek.
give someone the willies birinin tüylerini ürpertmek, birinin tüylerini diken diken
etmek.
give someone tit for tat birine misilleme yapmak, birine aynı biçimde karşılık
vermek.
give someone to understand something birine bir şeyi ima etmek.

539
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

give someone what for konuşma dili 1. birini haşlamak, birine zılgıt vermek. 2.
birine dayak atmak.

give something a lick and a promise bir şeyi yalapşap/yalap şalap yapmak.
give something a stir bir şeyi karıştırmak.
give something a trial birini/bir şeyi denemek.
give something a whirl konuşma dili bir şeyi denemek: Give it a whirl! Onu bir
dene!
give something some thought bir şeyi iyice düşünmek.
give something the benefit of the doubt konuşma dili bir şeyin kötü/olumsuz bir sonuç
vermediğini farzetmek.
give something the once-over bir şeyi gözden geçirmek. 2. etrafı şöyle bir düzeltmek.
give thanks şükretmek.
give the alarm tehlike işareti vermek.
give the land a wide berth karadan çok uzakta bulunmak.
give the lie to -in yalan veya yanlış olduğunu göstermek.
give the start signal spor start vermek.
give umbrage to -i gücendirmek.
give up the ghost konuşma dili 1. (makine/motor) (arızadan dolayı)
durmak, stop etmek. 2. ruhunu teslim etmek, ölmek.
give up thought of -i aklından çıkarmak.
give up vazgeçmek. 2. pes etmek.
give vent to -i belli etmek, -i göstermek.
give voice to -i anlatmak, -i ifade etmek, -i dile getirmek.
give witness tanıklık/şahitlik etmek.
give give gîv fiil (gave, given) 1. vermek. 2. sebep olmak:
Her presence gives him pleasure. Varlığı ona mutluluk
veriyor. It gave him a shock. Onu şoke etti. This noise
is giving me a headache. Bu gürültü başımı ağrıtıyor. 3.
göstermek: Can you give us some proof? Bize kanıt
gösterebilir misiniz? 4. esnemek, açılmak, eğilmek. 5.
esnek davranmak. 6. çökmek.
give-and-take give-and-takeisim karşılıklı fedakârlık.
given name küçük isim.

540
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

given giv.en gîv'ın fiil bakınız give sıfat belirli, muayyen.


isim veri.
gizmo giz.mo gîz'mo isim aygıt; alet.
gizzard giz.zard gîz'ırd isim 1. biyoloji taşlık, katı. 2. şaka
mide.
glacial gla.cial gley'şıl sıfat 1. buzullara ait: glacial lake buzul
gölü. 2. buz gibi, çok soğuk.
glacier gla.cier gley'şır isim buzul.
glad rags konuşma dili en iyi giysiler, bayramlıklar.
glad glad gläd isim, konuşma dili bakınız gladiolus
gladden glad.den gläd'ın fiil sevindirmek.
glade glade gleyd isim orman içindeki açık alan.
glad-hand fiil sahte bir sıcaklıkla el sıkmak/selam vermek.
gladiator glad.i.a.tor gläd'iyeytır isim gladyatör.
gladiolus glad.i.o.lus glädiyo'lıs isim (gladioli) glayöl,
kuzgunkılıcı.
gladly glad.lyzarf memnuniyetle.
gladness glad.nessisim memnuniyet.
glamor glam.or gläm'ır isim romantik bir çekicilik.
glamorise glam.or.ise gläm'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
glamorize
glamorize glam.or.ize gläm'ırayz fiil 1. romantik ve çekici bir
şekilde tarif etmek. 2. romantik ve çekici bir hava
vermek.
glamorous glam.or.oussıfat romantik bir çekiciliği olan.
glamour glam.our gläm'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
glamor
glamourise glamour.ise gläm'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
glamorize
glamourize glam.our.ize gläm'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
glamorize
glance off -i sıyırıp geçmek.
glance glance gläns fiil at -e göz atmak. isim bakış.
gland gland gländ isim, anatomi bez, beze, gudde.

541
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

glare glare gler fiil 1. göz kamaştıracak bir şekilde parlamak.


2. at -e ters ters bakmak. isim 1. göz kamaştırıcı parıltı.
2. ters bakış.
glaring glar.ing gler'îng sıfat 1. göz kamaştırıcı. 2. çok parlak,
çiğ (renk). 3. çok göze çarpan. 4. ters ters bakan.
glass cutter elmastıraş, elmas.
glass in -i camla kapatmak.
glass wool cam yünü.
glass glass gläs fiil cam takmak, camlamak.
glassblower glass.blow.erisim üfleyerek cam ve şişe yapan kimse.
glasses frames gözlük çerçevesi.
glasses glassesisim, çoğul gözlük.
glassful glass.fulisim bardak dolusu.
glasshouse glass.houseisim 1. cam fabrikası. 2. İngiliz İngilizcesi
sera.
glassware glass.wareisim zücaciye.
glassworks glass.worksisim cam fabrikası.
glassy glassysıfat 1. cam gibi. 2. durgun ve parıldayan (deniz,
göl v.b.). 3. donuk (bakış).
glaucoma glau.co.ma glôko'mı isim, tıbbi glokom, karasu.
glaze glaze gleyz fiil 1. (pencereye) cam takmak. 2. (seramik
nesneleri) sırlamak. 3. (bakış) donuklaşmak. isim
(seramik nesnelerdeki) sır.
glazier gla.zier gley'qır isim camcı.
gleam gleam glim isim pırıltı. fiil pırıldamak, parıldamak,
parlamak.
glean glean glin fiil 1. hasattan sonra ekin toplamak; hasattan
sonra (tarladaki) ekinleri toplamak. 2. azar azar (bilgi)
toplamak.
glee club koro.
glee glee gli isim neşe.
gleeful glee.ful gli'fıl sıfat neşeli, neşe dolu.
glen glen glen isim küçük vadi, dere.

542
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

glib glib glîb sıfat (glibber, glibbest) 1. cerbezeli. 2. kolaya


kaçan ve içtenliksiz (cevap, söz).
glide glide glayd fiil süzülerek gitmek, süzülmek; sessizce ve
kayıyormuş gibi gitmek.
glider glid.er glay'dır isim planör.
gliding glid.ing glay'dîng isim 1. süzülerek gitme, süzülme. 2.
planörcülük.
glimmer glim.mer glîm'ır fiil hafifçe pırıldamak. isim hafif
pırıltı.
glimpse glimpse glîmps isim anlık bakış, kısa bakış. fiil (birini,
bir şeyi) bir an için görmek.
glint glint glînt fiil pırıldamak, parıldamak. isim pırıltı.
glisten glis.ten glîs'ın fiil pırıldamak, parıldamak. isim parıltı.
glitter glit.ter glît'ır fiil pırıldamak, parıldamak. isim pırıltı.
gloat gloat glot fiil over -den şeytanca bir zevk duymak,
(birinin başarısızlığını) zevkle seyretmek; "Oh olsun!"
demek.
glob glob glab isim 1. damla. 2. topak.
global glob.al glo'bıl sıfat 1. tüm dünyayı kapsayan veya
ilgilendiren. 2. global.
globe globe glob isim 1. küre, yuvarlak, yuvar. 2. yerküre,
yeryuvarlağı, yeryuvarı. 3. küre, yerküreyi simgeleyen
model. 4. (lamba için) karpuz.
globetrotter globe.trot.terisim sık sık dünyayı dolaşan kimse.
gloom gloom glum isim 1. karanlık; loşluk. 2. kasvet, hüzün.
gloomy gloom.y glu'mi sıfat 1. karanlık; loş. 2. kasvetli,
hüzünlü.
glorification glo.ri.fi.ca.tion glorıfîkey'şın isim 1. hamdederek
(Allahı) yüceltme. 2. yüceltme.
glorify glo.ri.fy glor'ıfay fiil 1. hamdederek (Allahı)
yüceltmek. 2. yüceltmek.
glorious glo.ri.ous glor'iyıs sıfat 1. çok şerefli, yüceltilmeye
değer. 2. fevkalade güzel, harikulade, muhteşem.

543
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

glory glo.ry glor'i isim 1. şan ve şeref. 2. ihtişam, görkem. 3.


medarı iftihar. fiil 1. in -e çok sevinmek. 2. in ile çok
övünmek.
gloss gloss glas isim 1. parlaklık. 2. sahte bir dış görünüm:
Her politeness was merely a gloss. Onun nezaketi
sadece bir gösterişti. fiil over (bir yanlışı, doğru
olmayan bir şeyi) doğru veya makul göstermek.
glossary glos.sa.ry glas'ıri isim lügatçe, kitabın sonundaki
sözlük bölümü.
glossy glos.sy glas'i sıfat parlak.
glove compartment torpido gözü.
glove glove gl^v isim eldiven.
glow glow glo fiil 1. (kor) parlamak; kor gibi parlamak: The
cat's eyes glowed in the dark. Kedinin gözleri karanlıkta
kor gibi parlıyordu. 2. (yüzü, yanakları) kızarmak. isim
1. parıltı. 2. kızarıklık.
glower glow.er glaw'ır fiil ters ters bakmak. isim ters bakış.
glowworm glow.wormisim ateşböceği.
gloxinia glox.in.i.a glaksîn'iyı isim gloksinya.
glucose glu.cose glu'kos isim glikoz.
glue glue glu isim zamk. fiil zamklamak.
glum glum gl^m sıfat (glummer, glummest) 1. asık suratlı,
somurtuk. 2. kasvet veren.
glut oneself on -i tıka basa yemek: They glutted themselves on pears.
Armutları tıka basa yediler.
glut oneself with -i tıka basa yemek: They glutted themselves on pears.
Armutları tıka basa yediler.
glut the market with piyasayı (aşırı miktarda mala) boğmak: She glutted the
market with bananas. Piyasayı muza boğdu.
glut glut gl^t isim aşırı miktar: There's a glut of turnips on
the market. Piyasa şalgama boğuldu. fiil (glutted,
glutting) bakınız glut oneself with glut oneself on glut
the market with
glutinous glu.ti.nous glut'ınıs sıfat tutkala benzer, yapış yapış.

544
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

glutton glut.ton gl^t'ın isim obur.


gluttonous glut.ton.oussıfat obur.
gluttony glut.ton.y gl^t'ıni isim oburluk.
glycerin glyc.er.in glîs'ırîn isim gliserin.
glycerine glyc.er.ine glîs'ırîn isim gliserin.
GMT GMT ci'em'ti' kısaltma Greenwich Mean Time
gnarled gnarled narld sıfat boğum boğum.
gnash gnash näş fiil (diş) gıcırdatmak.
gnat gnat nät isim 1. tatarcık. 2. titrersinek.
gnaw gnaw nô fiil kemirmek.
gnome gnome nom isim (peri masallarında) cüce.
GNP GNP ci'en'pi' kısaltma gross national product
go a long way towards (bir şey) çok katkıda bulunmak, çok yararlı olmak:
This'll go a long way towards making up for what you
did. Bu, yaptığını affettirmeye bayağı yardımcı olur.
go aboard binmek.
go about a task bir işi ele almak, bir işe başlamak.
go about denizcilikle ilgili tiramola etmek.
go abroad yurtdışına gitmek, dışarı gitmek.
go after (yakalamak veya almak için) peşinden gitmek;
kovalamak.
go against the grain (birinin) tabiatına aykırı olmak.
go against -e karşı gelmek, -e karşı olmak. 2. -e aykırı olmak. 3.
(sonuç) -in aleyhinde olmak.
go aground karaya oturmak.
Go ahead and smoke! Buyur, sigaranı iç!
go ahead (of) -den önce gitmek. 2. (with) -e devam etmek.
Go ahead! Devam et!
go all the way konuşma dili 1. with (biriyle) tamamıyla hemfikir
olmak; (birinin dediğine) tamamıyla katılmak. 2. (with)
(ile) cinsel ilişkide bulunmak, (ile) sevişmek.
go along with ile beraber gitmek. 2. -e razı olmak, -i kabul etmek.
Go along! Haydi, git!
Go along. Hadi git.

545
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

go ape over konuşma dili -e bayılmak, için deli olmak.


go around herkese yetmek. 2. with ile arkadaş olmak, ile birlikte
olmak. 3. (hastalık) çok kişiye bulaşmak.
go ashore karaya çıkmak.
go astray (hayvan) sürüden çıkıp kendi başına gitmek, sürüden
ayrılmak. 2. (insan) kötü yola sapmak, doğru yoldan
sapmak. 3. yanlış yapmak, hata yapmak.
go at -e saldırmak.
go away gitmek, ayrılmak.
go awry ters gitmek.
go back on one's promise sözünden dönmek.
go back on one's word sözünden dönmek.
go back on someone birine ihanet etmek.
go back dönmek.
go bad (yiyecek) bozulmak.
go bail for (sanığın) kefaletini yatırmak. 2. (sanığa) kefil olmak.
go bananas konuşma dili çıldırmak.
go bankrupt iflas etmek, batmak.
go begging istenilmemek, rağbet görmemek.
go belly-up konuşma dili topu atmak, iflas etmek.
go berserk çıldırarak etrafı kırıp geçirmek.
go beyond -in ötesine geçmek.
go bust konuşma dili iflas etmek, sıfırı tüketmek, topu atmak.
go by the board konuşma dili (iyi şeyler) yok olmak, gitmek; (fırsat)
kaçırılmak; (iş, tasarı v.b.) suya düşmek.
go by the wayside daha önemli bir şeyden dolayı rafa kaldırılmak.
go by geçmek: Several hours went by. Birkaç saat geçti. I've
never gone by your house. Evinin önünden hiç
geçmedim. Don't let that chance go by. O fırsatı
kaçırma! 2. (bir şeyi) kılavuz saymak; (bir şeye) riayet
etmek: Don't go by what he says! Onun dediklerine
göre hareket etme. 3. -e bakarak hükme varmak, -e
bakmak: If you go only by appearances, you'd say he's

546
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

poor. Sadece görünüşüne bakarsan fakir olduğunu


söylerdin.
go counter to -e aykırı düşmek, -e uymamak. 2. -e zıt gitmek.
go down in history tarihe geçmek.
go down the drain konuşma dili (para) boşuna harcanmak, boşa gitmek.
go down (seviye, kalite) düşmek. 2. batmak. 3. (şiş, sular)
inmek; (lastik) sönmek. 4. karşılanmak: The proposal
went down well. Teklif iyi karşılandı. 5. to -e uzanmak.
go downhill (başarı, sağlık v.b.) düşüş göstermek, bozulmak; baş
aşağı gitmek.
go Dutch konuşma dili (bir eğlentide) masrafı Alman usulü
bölüşmek.
go far konuşma dili (hayatta/bir meslekte) çok başarılı olmak.
Go fly a kite! Çek arabanı!
go for a song çok ucuza satılmak.
Go for it! Yallah!
go for nothing boşa gitmek, heder olmak.
go for -e saldırmak, -in üstüne varmak. 2. -i elde etmeye
çalışmak. 3. -i seçmek; -i tercih etmek. 4. -den
hoşlanmak. 5. için geçerli olmak: I'm fed up with all of
you. And that goes for you too Nadide. Hepinizden
bıktım artık. Bu senin için de geçerli, Nadide.
go from bad to worse (iş/işler) daha kötü olmak.
go gaga over (bir şey için) deli olmak.
go green around the gills benzi atmak.
go halves konuşma dili yarı yarıya paylaşmak.
go haywire konuşma dili 1. sapıtmak, delirmek. 2. bozulmak.
go hog wild konuşma dili çılgınlaşmak, çılgınca davranmak, iyice
azmak.
go in for (bir şeyin) meraklısı olmak, (bir şeyi) yapmaktan
hoşlanmak.
go in with someone on (bir şeyde) biriyle ortak olmak.
go in girmek. 2. girmek, uymak. 3. (güneş, ay) bulutla
örtülmek.

547
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

go into a decline kuvvetten düşmek.


go into a skid (araba) kaymaya başlamak.
go into action harekete geçmek.
go into detail ayrıntılara girmek.
go into details ayrıntılara girmek.
go into effect yürürlüğe girmek.
go into one's shell kabuğuna çekilmek, susup insanlarla konuşmamak.
go into operation yürürlüğe girmek.
go into (bir mesleğe) girmek. 2. (bir iş) için (belirli bir süre)
harcanmak: Three months of work have gone into the
preparation of this proqect. Bu projeyi hazırlamak için
üç ay çalıştık. 3. (bir şeyi konuşmaya, tartışmaya,
açıklamaya veya araştırmaya) girmek.
go it alone kendi başına hareket etmek/yaşamak.
Go it! Koş! 2. Haydi gayret!
go native yerliler gibi davranmaya/düşünmeye/giymeye
başlamak.
go off at half cock hazırlıksız iş görmek.
go off half-cocked konuşma dili yeterince düşünmeden hemen harekete
geçmek.
go off on a tangent (önemsiz/ilgisiz bir şeye takılarak) asıl konudan
ayrılmak/uzaklaşmak, amaçtan sapmak.
go off the deep end konuşma dili kendini bir işe fazlasıyla kaptırmak.
go off the rails raydan çıkmak. 2. aklını kaçırmak, aklını oynatmak.
go off patlamak. 2. çalmaya başlamak. 3. (ışıklar, kalorifer)
sönmek; (bir aygıt) durmak, işlemez olmak,
çalışmamak. 4. (yemek) bozulmak. 5. (bir olay) (belirli
bir şekilde) geçmek. 6. konuşma dili -den
hoşlanmamaya başlamak.
go on a diet perhize başlamak.
go on strike greve gitmek.
go on the assumption that (bir şeyin olacağını) zannederek harekete
geçmek/harekete geçmiş olmak.
go on the dole işsizlik yardımı almak.

548
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

go on the road (tiyatro topluluğu) turneye çıkmak.


go on the stage oyuncu olmak, tiyatrocu olmak.
go on tour turneye çıkmak.
go on olmak; devam etmek: What's going on? Ne oluyor?
The party went on all night. Parti gece boyunca devam
etti. 2. (ışıklar, kalorifer) yanmaya başlamak; (aygıt)
çalışmaya başlamak. 3. (bir işi sürdürebilmek için) (bir
söz veya kanıta) dayanmak: What are you going on?
Neye dayanıyorsun? 4. devam etmek, gitmek: Go on;
I'll wait here for the others. Sen devam et; ben burada
öbürlerini bekleyeceğim. 5. (zaman) geçmek. 6. (with) -
e devam etmek. 7. (belirli bir şekilde) davranmaya
devam etmek: If you go on like this you'll end up in a
loony bin. Böyle devam edersen tımarhaneyi boylarsın.
8. konuşmaya devam etmek. 9. (about) (hakkında)
fazlasıyla konuşmak, bıktıracak kadar konuşmak. 10.
(at) -i azarlamak, -in başının etini yemek.
Go on! Aman sen de! Haydi canım sen de!
go one's way kendi yoluna gitmek, bildiğini okumak.
go out of one's way zahmet etmek, zahmete katlanmak.
go out of sight gözden kaybolmak.
go out eğlenmek için dışarı çıkıp insanlarla buluşmak,
çıkmak. 2. (with) ile flört etmek, ile gezmek, ile
çıkmak: Faik's started to go out with Leyla. Faik, Leyla
ile çıkmaya başladı. 3. (mektup, koli, ilan v.b.)
yollanmak, gönderilmek. 4. (ateş, ışık) sönmek. 5.
(deniz) çekilmek: The tide's going out. Deniz çekiliyor.
6. demode olmak.
go over the matter with a fine-toothed comb ince eleyip sık dokumak.
go over the top amaçlanan sınırı aşmak.
go over -i incelemek, -i kontrol etmek. 2. -i tekrar anlatmak, -i
tekrar açıklamak. 3. -i tekrar gözden geçirmek. 4.
(belirli bir şekilde) karşılanmak: It went over well in the
meeting. Toplantıda iyi karşılandı. 5. (bir grubu

549
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bırakarak) (başka bir gruba) girmek: He abandoned the


Anglican church and went over to Rome. Anglikan
kilisesini bırakıp Katolik oldu.
go overboard about konuşma dili -e fazla tutkun olmak.
go overboard for konuşma dili -e fazla tutkun olmak.
go places konuşma dili (hayatta/bir meslekte) çok başarılı olmak.
go round bakınız go around
go scot-free konuşma dili (sanık) hiçbir ceza yemeden serbest
bırakılmak.
go shares with ile paylaşmak, ile üleşmek.
go shares paylaşmak: I'll go shares with you in this. Bunu seninle
paylaşırım.
go shopping çarşıya çıkmak, alışverişe çıkmak.
go short of (birine) yeterli miktarda (bir şey) olmamak: They won't
go short of bread. Onlara yetecek kadar ekmek var.
go short (birine) yeterli miktarda (bir şey) olmamak: They won't
go short of bread. Onlara yetecek kadar ekmek var.
go soft in the head aklını oynatmak, oynatmak.
go someone one better birinin yaptığından daha iyisini yapmak, birini geçmek.
go sour ekşimek. 2. bozulmak, kötüye gitmek.
go stag (bir erkek) (bir eğlenceye/partiye) damsız gitmek.
go steady with sadece (belirli biriyle) çıkmak/flört etmek.
go steady konuşma dili (birbirine âşık iki genç) ancak birbiriyle
çıkmak/gezmek.
go straight düz/doğru gitmek. 2. doğru yoldan ayrılmamak, ahlaklı
bir şekilde yaşamak.
go swimmingly (işler) çok iyi/tıkırında gitmek.
go the round ağızdan ağıza dolaşmak.
go the whole hog konuşma dili bir işi layıkıyla yapmak, bir işi tam olarak
yapmak.
go through the mill büyük zorluklar atlatmak. 2. feleğin çemberinden
geçmek.
go through the roof konuşma dili çok kızmak, küplere binmek.

550
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

go through -den/içinden geçmek: He went through the door.


Kapıdan geçti. 2. (tasarı, teklif v.b.) (meclis veya
kuruldan) geçmek, (meclis veya kurulda) onaylanmak;
(bir satış) olmak/gerçekleşmek. 3. -i incelemek; -e
bakmak; -i gözden geçirmek, -i kontrol etmek. 4.
(sıkıntı) çekmek; (hastalık, zor durum v.b.'ni)
geçirmek/atlatmak/yaşamak. 5. -i bitirmek, -i
tamamlamak. 6. konuşma dili (parayı) harcamak. 7.
with (planlanmış bir şeyi) gerçekten yapmak,
gerçekleştirmek. Are you really going to go through
with this? Bunu gerçekten yapacak mısın? 8. -i
konuşmak: We've already gone through this once. Bunu
zaten bir kez konuştuk. 9. (işlemden/safhalardan)
geçmek/geçirilmek. 10. (temsil, konser v.b.'nin)
provasını yapmak; (bir şeyi mükemmelleştirmek üzere)
-i (bir daha) yapmak: Let's go through this scene ones
more. Bu sahneyi bir kez daha oynayalım.
go to all lengths her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak.
go to any extent her şeye başvurmak: He'll go to any extent to get it.
Onu elde etmek için her şeye başvurur.
go to any length her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak.
go to bed with ile cinsel ilişkide bulunmak, ile sevişmek.
go to bed yatmak.
Go to blazes! konuşma dili Cehennem ol!
go to extremes ifrata kaçmak.
go to great expense (bir şeyi yapmak için) çok masraf etmek, büyük
masrafa girmek.
go to great lengths her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak.
go to hell cehennemin dibine gitmek.
Go to hell! Cehennem ol!
go to one's glory ölmek.
go to one's head kendini bir şey zannetmesine sebep olmak, başını
döndürmek. 2. (içki) başına vurmak.

551
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

go to pieces konuşma dili sinir krizi geçirmek, kendini kaybetmek,


sinirleri boşanmak.
go to pot konuşma dili bozulmak, mahvolmak.
go to press (gazete v.b.) baskıya girmek.
go to rack and ruin harabeye dönmek, harap olmak; mahvolmak.
go to sea denizci olmak. 2. deniz yolculuğuna çıkmak.
go to seed (bitki) tohuma kaçmak. 2. konuşma dili bozulmak, iyi
niteliklerini kaybetmek.
go to sleep uyumak.
go to sugar (reçel, bal v.b.) şekerlenmek.
go to the dogs konuşma dili bozulmak, iyi niteliklerini kaybetmek.
go to the flicks konuşma dili (film seyretmek için) sinemaya gitmek.
go to the wall iflas etmek; iflasın eşiğinde olmak.
go to town şehre gitmek. 2. konuşma dili tam gazla çalışmak,
bayağı hızlı çalışmak. 3. konuşma dili çok başarılı
olmak.
go to waste ziyan olmak, heder olmak, boşa gitmek.
go to wrack and ruin bakımsızlıktan harabeye dönüşmek.
go together birbirine uymak.
go too far ileri gitmek, fazla olmak, çok olmak.
go under the name of adıyla tanınmak.
go under konuşma dili batmak, iflas etmek. 2. batmak.
go underground faaliyetlerini gizli olarak sürdürmeye başlamak.
go up in flames yanıp kül olmak.
go up in smoke yanıp kül olmak. 2. konuşma dili yok olmak.
go up çıkmak, yükselmek. 2. artmak. 3. tiyatro (perde)
kalkmak.
go white as a sheet konuşma dili sapsarı/bembeyaz kesilmek, benzi
atmak/uçmak, beti benzi atmak.
go whole hog konuşma dili bir işi layıkıyla yapmak, bir işi tam olarak
yapmak.
go wild çıldırmak.
go with the crowd grubun isteğine uymak.

552
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

go with -e uygun olmak, -e uymak; -e yakışmak. 2. ile flört


etmek.
go without saying söylemeye lüzum olmamak: It goes without saying that
you must be punctual. Vaktinde gelmenizin gerekli
olduğunu söylemeye lüzum yok.
go without (bir şeyden) mahrum kalmak: He's gone without food
for three days. Üç gün yemeksiz kaldı. 2. (bir şeysiz)
yapmak/yaşamak. Can you go without it? Onsuz
yapabilir misin?
go wrong yanılmak, yanlış yapmak. 2. bozulmak; aksamak: After
that everything began to go wrong. Ondan sonra her şey
aksamaya başladı.
go go go fiil (went, gone) 1. gitmek. 2. -e çıkmak: She's
gone shopping. Alışverişe çıktı. They've gone for a
walk. Onlar yürüyüşe çıktı. 3. (bir şeyin) yeri (belirli
bir) yer olmak: That book goes there. O kitabın yeri
orası. 4. (makine) işlemek, çalışmak. 5. olmak:
Mehmet's gone crazy. Mehmet delirdi. That bank's gone
private. O banka özel sektöre geçti. 6. (belirli bir)
durumda kalmak: Her screams went unheard. Çığlıkları
duyulmadı. He went hungry all day. Gün boyunca aç
kaldı. 7. gitmek, satılmak: The apartment went for a
song. Daire çok ucuza gitti. 8. (on) (para) gitmek,
harcanmak: One third of his salary goes on rent.
Maaşının üçte biri kiraya gidiyor. 9. yok olmak,
kaybolmak; (zaman, mevsim) uçup gitmek. 10. ortadan
kaldırılmak; işten çıkarılmak; yürürlükten kaldırılmak:
The chairman must go; that's certain. Başkan gitmeli;
orası kesin. 11. gitmek, ölmek: I know they'll sell this
farm once I'm gone. Ben gittikten sonra bu çiftliği
satacaklarını biliyorum. 12. (zaman, toplantı) geçmek;
(hayat, işler) (herhangi bir durumda) olmak, gitmek:
How'd the meeting go? Toplantı nasıl geçti? How's it
going? İşler nasıl gidiyor? 13. (şiir, tekerleme v.b.'nin

553
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sözleri, müziğin nağmesi) (belirli bir biçimde) olmak:


The first line of the rhyme goes like this:"Little Miss
Muffet sat on a tuffet." Tekerlemenin ilk satırı şöyle:
"Minnacık Matmazel Muffet bir ot kümesi üstünde
oturuyordu." 14. matematik into (bir sayı) (başka bir
sayıyı) bölmek: Five won't go into four. Beş dördü
bölemez.
goad goad god isim üvendire. fiil 1. üvendire ile dürtmek. 2.
dürtmek; kışkırtmak; itmek.
goal kick kale vuruşu, aut atışı.
goal line gol çizgisi.
goal posts spor kale direkleri.
goal goal gol isim 1. amaç, gaye, hedef, erek, maksat. 2.
spor kale. 3. spor gol.
goalie goal.ieisim kaleci.
goalkeeper goal.keep.erisim kaleci.
goat goat got isim keçi; teke.
goatee goat.ee goti' isim keçisakalı.
gob gob gab isim, konuşma dili 1. parça. 2. çoğul büyük
miktar, çok.
gobble gob.ble gab'ıl fiil acele yemek, atıştırmak.
gobbler gob.blerisim baba hindi.
go-between go-be.tween go'bîtwin isim aracı, arabulucu.
goblet gob.let gab'lît isim kadeh.
goblin gob.lin gab'lîn isim cin (göze görünmeyen efsanevi
yaratık).
God bless you! Allah senden razı olsun!
God forbid! Allah korusun!
God help us! Allah yardımcımız olsun!
God only knows! Allah bilir!
God willing inşallah.
god god gad isim tanrı, ilah.
godchild god.child gad'çayld isim vaftiz çocuğu.
goddamn god.damn gad'däm' ünlem Kahrolsun! sıfat kahrolası.

554
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

goddess god.dess gad'îs isim tanrıça, ilahe.


godfather god.fa.ther gad'fadhır isim vaftiz babası.
God-fearing God-fear.ing gad'fîrîng sıfat dindar, dini bütün,
mütedeyyin.
godforsaken god.for.sak.en gad'fırseykın sıfat 1. çok tenha, cinlerin
cirit oynadığı (yer). 2. sefil.
godhead god.head gad'hed isim tanrılık, uluhiyet.
godless god.less gad'lîs sıfat Allahsız, Tanrısız.
godlike god.like gad'layk sıfat Tanrısal.
godly god.ly gad'li sıfat dindar.
godmother god.moth.er gad'm^dhır isim vaftiz anası.
godsend god.send gad'send isim Hızır gibi yetişen devlet kuşu,
beklenmedik nimet.
Godspeed God.speed gad'spid ünlem 1. Allah yardımcın olsun! 2.
İyi yolculuklar!
gofer go.fer go'fır isim, argo (işyerinde) ayak işlerini yapan
kimse, hizmetli, odacı.
go-getter go-get.ter go'get'ır isim gayretli ve tuttuğunu koparan
kimse.
goggles gog.gles gag'ılz isim, çoğul gözleri toz, su, kar veya
rüzgârdan koruyan gözlük.
going concern kâr eden ticari kuruluş.
going price şimdiki fiyat.
going go.ing go'wîng isim 1. gidiş, ayrılış. 2. ilerleme hızı:
That part of the road is hard going. Yolun o
bölümünden geçmek zor. This book's heavy going. Bu
kitabı okumak zor. sıfat bakınız going concern
goings-on isim olup bitenler.
goiter goi.ter goy'tır isim, tıbbi guatr.
goitre goi.tre goy'tır isim, tıbbi guatr.
gold digger erkeklerden para sızdırmaya çalışan kadın.
gold gold gold isim altın. sıfat altın, altından yapılmış.
goldbrick gold.brick gold'brîk fiil kaytarmak, işten kaçmak; işini
üstünkörü yapmak; kendi işini başkalarına bırakmak.

555
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

golden gold.en gol'dın sıfat 1. altın, altından yapılmış. 2. altın


renginde.
goldfinch gold.finch gold'fînç isim saka, sakakuşu.
goldfish gold.fish gold'fîş isim kırmızı balık, havuz balığı.
goldsmith gold.smith gold'smîth isim altın kuyumcusu.
golf club golf sopası. 2. golf kulübü.
golf course golf alanı.
golf links golf alanı.
golf golf gôlf isim golf. fiil golf oynamak.

golfer golf.erisim golfçü, golf oyuncusu.


golly gol.ly gal'i ünlem Hay Allah!
golosh go.losh gılaş' isim bakınız galosh
gondola gon.do.la gan'dılı, gando'lı isim gondol.
gone gone gôn, gan fiil bakınız go
gong gong gang, gông isim gonk.
gonorrhea gon.or.rhe.a ganıriy'ı isim, tıbbi belsoğukluğu.
goo goo gu isim yapışkan madde.
goober goo.ber gu'bır isim, konuşma dili yerfıstığı.
good and konuşma dili iyice, bayağı: She was good and mad.
Bayağı kızmıştı.
Good day! İyi günler!
Good evening! İyi akşamlar!
Good evening. İyi akşamlar.
good faith (birine karşı beslenen) güven, itimat. 2. niyetin
ciddiliği.
Good for you! Aferin!
Good Friday Hristiyanlık Paskalya yortusundan önceki cuma.
Good God! Aman yarabbi!
Good gracious! Allah Allah!
Good grief! Allah Allah!
Good heavens! Aman yarabbi!
good humor iyi huy, hoş mizaç.
good looks güzellik.

556
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Good morning! Günaydın!


Good night! İyi geceler! 2. Allah Allah!
good offices arabuluculuk.
Good riddance to bad rubbish! konuşma dili bakınız Good riddance!
Good riddance! konuşma dili Çok şükür!/Şükürler olsun! (İstenmeyen
biri/bir şey gidince söylenir.)
good sense akıllılık.
Good show! Aferin!
good sport şaka kaldırabilen kimse.
good works hayır işleri.
good good gûd sıfat (better, best) 1. iyi. 2. iyi, sağlam. 3. iyi,
taze, çürümüş olmayan. isim 1. iyilik; hayır. 2. iyilik,
menfaat, yarar.
good-by good-by gûdbay' ünlem, isim Allaha ısmarladık.
good-bye good-bye gûdbay' ünlem, isim Allaha ısmarladık.
good-for-nothing good-for-noth.ingsıfat hiçbir işe yaramayan/yaramaz.
good-looking good.look.ingsıfat yakışıklı, güzel.
goodly good.ly gûd'li sıfat 1. epey büyük (bir miktar). 2. güzel,
çok hoş.
good-natured good.na.turesıfat iyi huylu.
Goodness knows! Allah bilir!
goodness good.ness gûd'nîs isim 1. iyilik. 2. faziletlilik,
erdemlilik. 3. (bir yemekteki) besleyici değer veya
lezzet.
goods train İngiliz İngilizcesi marşandiz, yük katarı.
goods goods gûdz isim, çoğul 1. menkuller, taşınırlar;
menkuller ve gayrimenkuller. 2. mallar, eşya. 3. kumaş.
4. İngiliz İngilizcesi yük, kargo.
good-tempered good-tem.peredsıfat iyi huylu, yumuşak başlı.
goodwill good.will gûd'wîl' isim 1. iyi niyet. 2. (ticari) itibar.
goody good.y gûd'i isim, konuşma dili 1. lezzetli (özellikle
tatlı) bir yiyecek. 2. güzel şey, istenilen bir şey.
gooey goo.ey gu'wi sıfat yapışkan, vıcık vıcık, yapış yapış.
goof off konuşma dili haylazlık etmek, aylaklık etmek.

557
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

goof goof guf isim, konuşma dili aptalca bir hata. fiil,
konuşma dili (up) aptalca bir hata yapmak; aptalca bir
hata yaparak her şeyi bozmak.
goofy goof.y gu'fi sıfat, konuşma dili aptal, ahmak.
gook gook gûk, guk isim, konuşma dili çamur gibi yapışkan
bir karışım.
goon goon gun isim, konuşma dili adam, fedai, goril.
goop goop gup isim, konuşma dili yapışkan madde.
goose goose gus isim (geese) kaz. fiil, konuşma dili poposuna
parmak atmak.
gooseberry goose.ber.ry gus'beri isim bektaşiüzümü.
gooseflesh goose.fleshisim tüyleri diken diken olmuş deri.
gopher go.pher go'fır isim 1. zooloji Amerikan yersincabı. 2.
argo (işyerinde) ayak işlerini yapan kimse, hizmetli,
odacı.
gore gore gor isim kan.
gorge oneself on midesini (bir şey) ile tıka basa doldurmak.
gorge gorge gôrc isim iki dağ arasındaki geçit/boğaz.
gorgeous gor.geous gôr'cıs sıfat çok güzel, harika.
gorilla go.ril.la gırîl'ı isim 1. zooloji goril. 2. argo goril,
koruyucu.
gory gor.y gor'i sıfat kanlı.
gosh gosh gaş ünlem Hay Allah!
gosling gos.ling gaz'lîng isim kaz palazı, kaz yavrusu.
go-slow go-slow go'slo' isim, İngiliz İngilizcesi işi yavaşlatma
grevi, işi yavaşlatma.
gospel music siyah Amerikalılara özgü dini müzik türü.
gospel truth asıl gerçek.
Gospel Gos.pel gas'pıl isim, Hristiyanlık dört İncil'den biri,
İncil.
gossamer gos.sa.mer gas'ımır isim 1. havada uçan ince örümcek
ağı. 2. çok ince bir tür bürümcük. sıfat incecik, hafif.

558
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gossip gos.sip gas'ıp isim 1. dedikodu. 2. dedikoducu kimse.


fiil 1. dedikodu yapmak. 2. about -in dedikodusunu
yapmak.
got got gat fiil bakınız get
Gothic Goth.ic gath'îk sıfat, mimarlık Gotik.
gotten got.ten gat'ın fiil bakınız get
gouge gouge gauc isim iskarpela, oyma kalemi. fiil
iskarpelayla oymak.
gourd gourd gôrd isim 1. sukabağı. 2. (sukabağından
yapılmış) su kabı.
gout gout gaut isim, tıbbi gut, damla hastalığı.
govern gov.ern g^v'ırn fiil 1. yönetmek, idare etmek. 2.
iktidarda bulunmak.
governance gov.ern.ance g^v'ırnıns isim yönetim, idare.
governess gov.ern.ess g^v'ırnîs isim mürebbiye.
government gov.ern.ment g^v'ırnmınt isim 1. hükümet, devlet
yönetimi. 2. idare, yönetme, yönetim.
governmen'tal sıfat idari, hükümete ait.
governor gov.er.nor g^v'ırnır isim 1. vali. 2. yönetici, idareci. 3.
makine regülatör.
governorship gov.er.nor.shipisim valilik.
gown gown gaun isim 1. uzun etekli kadın elbisesi. 2.
gecelik. 3. sabahlık (giysi). 4. cüppe.
GP GP ci'pi' kısaltma «grade» general practitioner general
practice
gr. wt. gr. wt.kısaltma gross weight
gr. gr.kısaltma «grade» grain gram grammar gravity gross
group great
grab grab gräb fiil (grabbed, grabbing) 1. kapmak, çabucak
ve zorla elinden almak. 2. (elle) tutmak. 3. at -i (elle)
tutmaya çalışmak. isim bakınız be up for grabs
grace grace greys isim 1. zarafet, letafet, incelik. 2. (Allaha
özgü) inayet. 3. Hristiyanlık (yemekten önce veya sonra
söylenen) şükran duası. 4. ertelenme süresi: I'll give you

559
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a week's grace. Sana bir haftalık mühlet vereceğim. fiil


şereflendirmek, onurlandırmak.
graceful grace.ful greys'fıl sıfat zarif, latif.
graceless grace.less greys'lîs sıfat 1. kaba, görgüsüz. 2. çirkin. 3.
zarafetten yoksun.
gracious gra.cious grey'şıs sıfat kibar, ince, hoş. ünlem Hay
Allah!/Allah Allah!
grad grad gräd isim, konuşma dili mezun.
gradation gra.da.tion greydey'şın isim 1. derece, aşama. 2. bir
tondan diğer bir tona geçme; geçiş.
grade crossing hemzemin geçit.
grade school ilkokul.
grade grade greyd isim 1. derece; rütbe; cins; sınıf, kalite. 2.
(ilk veya orta öğretimde) sınıf: He's six years old and in
the first grade. Altı yaşında ve birinci sınıfta. 3.
(öğretmenin öğrenciye verdiği) not. 4. eğim, meyil. fiil
1. (sınav kâğıdını veya ödevi okuyup) not vermek. 2.
derecelere ayırmak, tasnif etmek. 3. tesviye etmek,
düzlemek.
grader grad.erisim greyder.
gradient gra.di.ent grey'diyınt isim eğim, meyil.
gradual grad.u.al gräc'uwıl sıfat derece derece olan, yavaş
yavaş olan, yavaş.
gradually grad.u.al.lyzarf yavaş yavaş, derece derece, gittikçe,
giderek.
graduate school (bir üniversiteye ait) lisansüstü eğitim birimi.
graduate student lisansüstü öğrencisi.
graduate grad.u.ate gräc'uweyt fiil from -den mezun olmak; -i
mezun etmek.
graduation ceremony mezuniyet töreni.
graduation grad.u.a.tion gräcuwey'şın isim 1. mezun olma. 2.
mezuniyet töreni.
graffiti graf.fi.ti grıfi'ti isim duvardaki yazılar, graffiti.

560
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

graft graft gräft isim 1. para, makam v.b.'ni yolsuzlukla elde


etme. 2. yolsuzlukla elde edilen para, makam v.b. 3.
rüşvet.
grain grain greyn isim 1. (arpa, buğday, mısır v.b.) tane:
three grains of wheat üç buğday tanesi. 2. tahıl,
hububat. 3. zerre. 4. (bir ağaç parçasının içindeki)
damarların düzeni.
gram gram gräm isim gram.
grammar school ilkokul. 2. İngiliz İngilizcesi (öğrencilerini üniversiteye
hazırlayan) lise.
grammar gram.mar gräm'ır isim 1. dilbilgisi, gramer. 2. gramer
açısından ifade. 3. dilbilgisi kitabı, gramer kitabı.
grammatical gram.mat.i.cal grımät'îkıl sıfat 1. gramere ait,
dilbilgisel. 2. gramatikal, gramer kurallarına uygun.
gramme gramme gräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız gram
granary gran.a.ry grey'nıri, grän'ırî isim tahıl ambarı.
grand duchess grandüşes.
grand duke grandük.
grand jury hukuk tahkikat heyeti.
grand piano kuyruklu piyano.
grand total (genel) toplam.
grand vizier sadrazam.
grand grand gränd sıfat 1. muhteşem, görkemli, ihtişamlı. 2.
büyük, mühim. 3. konuşma dili çok güzel, harika. isim
1. konuşma dili kuyruklu piyano. 2. argo bin dolar.
grandchild grand.childisim torun.
granddaughter grand.daugh.terisim kız torun.
grandeur gran.deur grän'cır isim 1. ihtişam, görkem, heybet. 2.
büyüklük, azamet.
grandfather clock dolaplı saat, sandıklı saat, ayaklı duvar saati.
grandfather grand.fa.therisim dede, büyükbaba.
grandiloquent gran.dil.o.juent grändîl'ıkwınt sıfat tumturaklı.
grandiose gran.di.ose grän'diyos sıfat fazlasıyla büyük ve
görkemli, şatafatlı, cafcaflı.

561
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

grandma grand.maisim nine, büyükanne.


grandmother grand.moth.erisim nine, büyükanne; anneanne;
babaanne.
grandpa grand.paisim dede, büyükbaba.
grandparent grand.par.entisim büyükbaba; büyükanne.
grandson grand.sonisim erkek torun.
grandstand grand.standisim, spor kapalı tribün.
granite gran.ite grän'ît isim granit.
granny gran.ny grän'i isim nine, büyükanne.
grant someone bail birini kefaletle/kefaleten tahliye etmek.
grant grant gränt fiil 1. kabul etmek; rıza göstermek; yerine
getirmek: She granted his request. Ricasını yerine
getirdi. Granting the truth of what you're saying, I still
don't see that there's anything we can do about it.
Dediklerinizin doğruluğunu kabul etsek bile, yine de bu
işte bizim yapabileceğimiz bir şey göremiyorum. 2.
vermek, lütfetmek, bahşetmek. isim 1. ödenek, tahsisat.
2. burs.
Granted. (cevaben) Evet.
granulated sugar tozşeker.
granulated gran.u.lat.ed grän'yıleytîd sıfat bakınız granulated sugar
granule gran.ule grän'yul isim tanecik.
grape grape greyp isim üzüm.
grapefruit grape.fruit greyp'frut isim greypfrut, greyfrut, greyfurt,
altıntop, kızmemesi.
grapeshot grape.shot greyp'şat isim, askeri (bomba veya şarapnel
içindeki) misket.
grapevine grape.vine greyp'vayn isim asma.
graph paper kareli kâğıt.
graph graph gräf isim grafik, çizge.
graphic design grafik dizayn.
graphic designer grafiker.
graphic graph.ic gräf'îk sıfat 1. grafikle ilgili. 2. canlı ve net;
tüm ayrıntıları gösteren; canlı ve açık seçik bir şekilde

562
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yazan. 3. çarpıcı. 4. yazılmış, çizilmiş veya kazılmış. 5.


grafik sanatlarla ilgili.
graphite graph.ite gräf'ayt isim grafit.
grapple grap.ple gräp'ıl fiil with ile boğuşmak.
grasp at straws uçan kuştan medet ummak.
grasp the nettle zor bir probleme çözüm yolu bulmak.
grasp grasp gräsp fiil 1. sıkı tutmak; kavramak; yakalamak. 2.
at kapmaya çalışmak. 3. kavramak, anlamak. isim 1.
kavrayış, anlayış. 2. pençe.
grasping grasp.ing gräs'pîng sıfat açgözlü, haris, tamahkâr.
grass widow boşanmış veya kocasından ayrı yaşayan kadın. 2.
kocası geçici olarak bir yere gitmiş olan kadın.
grass widower boşanmış veya karısından ayrı yaşayan adam. 2. karısı
geçici olarak bir yere gitmiş olan adam.
grass grass gräs isim 1. çimen; çim, ot. 2. argo (sigara
halinde içilen) hintkenevirinin kurutulmuş yaprakları.
fiil 1. çimenle kaplamak. 2. çimlemek.
grasshopper grass.hop.per gräs'hapır isim çekirge.
grassroots grass.roots gräs'ruts isim, konuşma dili sıradan
insanlar, sokaktaki kişiler, ortadirek. sıfat 1. sıradan
insanlara yönelik. 2. sıradan insanlardan kaynaklanan.
grassy grassysıfat çimenli, çimenlik.
grate on one's nerves sinirine dokunmak.
grate on -e sürtünerek/çarparak ses çıkarmak.
grate one's teeth dişlerini gıcırdatmak.
grate grate greyt fiil rendelemek.
grateful grate.ful greyt'fıl sıfat minnettar.
gratefully grate.ful.lyzarf minnetle.
grater grat.er grey'tır isim rende.
gratification grat.i.fi.ca.tion grätîfîkey'şın isim 1. memnuniyet, zevk,
haz. 2. zevk veren şey.
gratify grat.i.fy grät'îfay fiil memnun etmek, hoşnut etmek,
tatmin etmek.
grating grat.ing grey'tîng isim ızgara; demir parmaklık.

563
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gratis gra.tis grey'tîs, grät'îs zarf, sıfat bedava, parasız.


gratitude grat.i.tude grät'îtud isim minnettarlık.
gratuitous gra.tu.i.tous grıtyu'wîtıs sıfat 1. bedava, parasız. 2.
gereksiz.
gratuity gra.tu.i.ty grıtyu'wıtî isim bahşiş.
grave grave greyv isim mezar.
gravedigger grave.dig.ger greyv'dîgır isim mezarcı.
gravel grav.el gräv'ıl isim çakıl. fiil (graveled/gravelled,
graveling/gravelling) çakıl döşemek.
gravestone grave.stone greyv'ston isim mezar taşı.
graveyard grave.yard greyv'yard isim mezarlık.
gravitate grav.i.tate gräv'îteyt fiil 1. (towards/to) -e yönelmek. 2.
yerçekimiyle hareket etmek. 3. çökelmek, çökmek.
gravitation grav.i.ta.tion grävıtey'şın isim 1. yerçekimi. 2.
yerçekimiyle hareket etme. 3. yönelme. 4. çökelme,
çökme.
gravitational grav.i.ta.tion.alsıfat yerçekimiyle ilgili.
gravity grav.i.ty gräv'ıti isim, fizik 1. yerçekimi. 2. ciddiyet,
vahamet. 3. ağırbaşlılık.
gravy gra.vy grey'vi isim sos; et suyu.
gray matter konuşma dili beyin, akıl.
gray gray grey sıfat, isim gri.
graze graze greyz fiil otlamak; otlatmak.
grease someone's palm birine rüşvet vermek.
grease grease gris isim 1. yağ, içyağı, et yağı. 2. makineyağı,
gres, gresyağı. fiil yağ sürmek, yağlamak.
greasy greas.y gri'si sıfat yağlı, yağlanmış.
Great Britain Büyük Britanya.
Great Dane Danua cinsi köpek.
great great greyt sıfat 1. büyük (derece, miktar), çok. 2.
büyük, muazzam; önemli. 3. konuşma dili mükemmel,
fevkalade, harika.
great-grandchild great-grand.child greyt'gränd'çayld isim torun çocuğu.
great-grandfather great-grand.fa.ther greyt'gränd'fa'dhır isim büyük dede.

564
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

great-grandmother great-grand.moth.er greyt'gränd'm^dh'ır isim büyük


nine.
great-hearted great-heart.ed greyt'har'tîd sıfat 1. cesur, yiğit. 2.
cömert.
greatly great.lyzarf çok, pek çok; fazlasıyla.
greatness great.nessisim büyüklük.
Greece Greece gris isim Yunanistan.
greed greed grid isim hırs, tamah, açgözlülük.
greedy greedysıfat tamahkâr, hırslı, açgözlü.
Greek Greek grik isim 1. Yunanlı; Rum. 2. Yunanca; Rumca.
sıfat 1. Yunan; Rum. 2. Yunanca; Rumca. 3. Yunanlı.
green bean ayşekadın; çalı fasulyesi.
green inclining to blue maviye çalan yeşil.
green light (trafik lambasında) yeşil ışık. 2. konuşma dili müsaade,
izin, yeşil ışık.
green onion taze soğan, yeşil soğan.
green pea bezelye.
green pepper dolmalık biber. 2. yeşil biber (olgunlaşmamış biber).
green green grin sıfat 1. yeşil. 2. henüz olgunlaşmamış, ham
(meyve). 3. konuşma dili acemi, toy. isim 1. yeşil renk,
yeşil. 2. çimenlik.
greenback green.back grin'bäk isim, konuşma dili papel, dolar,
yeşil.
greenery green.er.y gri'nıri isim yeşillik.
greengrocer green.gro.cer grin'grosır isim, İngiliz İngilizcesi
manav.
greenhorn green.horn grin'hôrn isim acemi kimse, acemi çaylak.
greenhouse green.house grin'haus isim sera, ser, limonluk.
Greenland Green.land grin'lınd isim Grönland.
Greenlander isim Grönlandlı.
Greenlandic isim Grönlandca. sıfat 1. Grönland, Grönland'a özgü. 2.
Grönlandca. 3. Grönlandlı.
greens greensisim (yaprakları çiğ veya haşlanmış olarak
yenilen) yeşil yapraklı sebzeler.

565
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Greenwich mean time Greenwich ortalama saati.


Greenwich Green.wich grin'îç isim bakınız Greenwich mean time
greet greet grit fiil selamlamak, selam vermek; karşılamak;
selamlaşmak.
greeting card tebrik kartı.
greeting greet.ing gri'tîng isim selam.
gregarious gre.gar.i.ous grıger'iyıs sıfat 1. başkalarıyla beraber
olmayı seven, girgin. 2. sürü halinde yaşamayı seven;
sürücül.
Gregorian calendar Gregoryen takvimi, Miladi takvim.
gremlin grem.lin grem'lîn isim (makineleri bozduğuna inanılan)
cin.
grenade gre.nade grıneyd' isim el bombası.
grew grew gru fiil bakınız grow
grewsome grew.some gru'sım sıfat bakınız gruesome
grey grey grey sıfat, isim bakınız gray
greyhound grey.hound grey'haund isim tazı.
grid grid grîd isim 1. ızgara. 2. grid.
griddle grid.dle grîd'ıl isim (alçak kenarlı, demir) tava.
gridiron grid.i.ron grîd'ayırn isim 1. ızgara. 2. konuşma dili
Amerikan futbol sahası.
grief grief grif isim büyük üzüntü, acı, keder.
grief-stricken grief-strick.ensıfat büyük bir üzüntü içinde olan.
grievance griev.ance gri'vıns isim 1. şikâyet, yakınma. 2. şikâyete
yol açan durum.
grieve grieve griv fiil büyük bir üzüntü içinde olmak; -e
büyük üzüntü vermek, -e acı vermek.
grievous griev.ous gri'vıs sıfat çok büyük (yanlış, zarar, kayıp,
acı); ağır (masraf).
grill grill grîl isim 1. ızgara (alet). 2. (alçak kenarlı, demir)
tava. 3. ufak lokanta. fiil 1. ızgarada pişirmek. 2.
konuşma dili sorguya çekmek.
grim grim grîm sıfat (grimmer, grimmest) 1. korkunç. 2.
aman bilmez, katı, sert. 3. amansız (mücadele).

566
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

grimace gri.mace grî'mıs, grîmeys' isim yüz


buruşturma/çarpıtma. fiil yüzünü
buruşturmak/çarpıtmak.
grime grime graym isim kir, kirlilik.
grimy grimysıfat kirli.
Grin and bear it! Gülümseyip sineye çek!
grin grin grîn fiil (grinned, grinning) sırıtmak. isim sırıtma.
grind to a halt gıcırdayarak yavaş yavaş stop etmek; stop etmek,
durmak.
grind grind graynd fiil (ground) 1. (değirmen, havan, dibek
v.b.'nde) öğütmek, çekmek, dövmek. 2. (kıyma
makinesinde) (et) çekmek; (mutfak robotunda) (sebze
v.b.'ni) çekmek. 3. (dişlerini, vitesi) gıcırdatmak. 4.
(bıçak v.b.'ni) bilemek. 5. konuşma dili (away at) ders
için çok çalışmak, ineklemek. isim 1. zor ve sıkıcı iş. 2.
(kahvenin) çekiliş şekli; (unun) öğütülüş şekli: What
grind of coffee do you prefer? Kahvenizi nasıl çekelim?
3. konuşma dili çok çalışan öğrenci, inek.
grinder grind.er grayn'dır isim 1. (aletle veya makineyle bir
şeyi) öğüten, çeken veya döven kimse. 2. öğütücü (alet,
makine). 3. öğütücü diş. 4. bileyici.
grindstone grind.stone graynd'ston isim 1. (çark ile döndürülen)
bileğitaşı, bileği çarkı. 2. değirmentaşı.
grip someone's imagination -i alıp götürmek.
grip grip grîp fiil (gripped, gripping) 1. sıkı tutmak,
kavramak. 2. (birinin) dikkatini çekmek. isim 1.
tutma/kavrama şekli. 2. kontrol, idare: Get a grip on
yourself! Kendine hâkim ol! Don't let the firm get into
their grip. Firma onların kontrolüne geçmesin. 3. bavul.
gripe gripe grayp fiil 1. konuşma dili (about/at) şikâyet
etmek, yakınmak. 2. (mide) sancımak. isim 1. konuşma
dili şikâyet, yakınma. 2. (midede) sancı.
grisly gris.ly grîz'li sıfat tüyler ürpertici, korkunç, dehşet
verici.

567
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

grist grist grîst isim öğütülecek veya öğütülmüş tahıl.


gristle gris.tle grîs'ıl isim kıkırdak.
grit one's teeth metin olmak; dişini sıkmak.
grit grit grît isim 1. kum tanesi; kum tanesi gibi taş
parçacığı. 2. metanet. fiil (gritted, gritting) bakınız grit
one's teeth
grits grits grîts isim, çoğul kabuksuz mısır tanelerini kaba
bir şekilde öğüterek yapılan ezme.
gritty grit.ty grît'i sıfat 1. kumlu; kumlu gibi. 2. metin,
dayanıklı.
grizzly bear (Kuzey Amerika'ya özgü) korkunçayı.
grizzly griz.zly grîz'li isim (Kuzey Amerika'ya özgü)
korkunçayı. sıfat boz, gri, kurşuni.
groan groan gron fiil inlemek. isim inilti.
grocer gro.cer gro'sır isim bakkal.
groceries gro.cer.ies gro'sıriz isim, çoğul bakkaldan alınan gıda
maddeleri.
grocery store bakkal dükkânı, bakkal, bakkaliye.
grocery gro.cer.y gro'sıri isim bakkal dükkânı, bakkal,
bakkaliye.
groggy grog.gy grag'i sıfat sersem, zihni karışık; mahmur;
uyku sersemi; içki sersemi.
groin groin groyn isim, anatomi kasık.
groom groom grum isim güvey. fiil tımar etmek.
groove groove gruv isim 1. yiv. 2. rutin. fiil yiv açmak.
grope for words kelimeleri zor bulmak.
grope grope grop fiil 1. el yordamıyla aramak/ilerlemek. 2.
(elle) sarkıntılık etmek.
gross income brüt gelir.
gross national product ekonomi gayri safi milli hasıla.
gross profit brüt kâr.
gross weight brüt ağırlık.
gross gross gros isim grosa, on iki düzine.

568
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

grotesque gro.tesjue grotesk' sıfat gülünç, güldürecek kadar


acayip; çok garip.
grotty grot.ty grat'i sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili 1.
pis, kirli, pasaklı, kırtıpil. 2. kıtıpiyoz, kıtıpiyos, kırtıpil,
değersiz.
grouch grouch grauç isim, konuşma dili her zaman şikâyetçi
olan kimse, dırdırcı.
grouchy grouchysıfat, konuşma dili 1. şikâyetçi, dırdırcı. 2.
sinirli.
ground beef sığır kıyması.
ground crew (havaalanında) yer mürettebatı.
ground floor zemin kat.
ground forces kara kuvvetleri.
ground glass buzlucam.
ground meat kıyma.
ground rule temel kural.
ground someone in birine (bir konunun) temel ilkelerini öğretmek.
ground wire elektrik toprak teli.
ground ground graund fiil 1. karaya oturmak; karaya oturtmak.
2. (uçak) (hava koşullarından dolayı) uçamamak;
(uçağı) uçurtmamak. 3. (birini) (ceza olarak) (ev, okul,
v.b.'nden) dışarı çıkartmamak. 4. (bir sebebe)
dayanmak/dayatmak. 5. elektrik (bir cihazı)
topraklamak.
groundbreaking ceremony temel atma töreni.
groundbreaking ground.break.ing graund'breykîng sıfat çığır açan (olay
v.b.). isim bakınız the groundbreaking groundbreaking
ceremony
groundhog ground.hog graund'hôg isim dağsıçanı.
groundless ground.less graund'lîs sıfat asılsız, temelsiz.
groundnut ground.nut graund'n^t isim, İngiliz İngilizcesi
yerfıstığı.
groundwork ground.work graund'wırk isim ön hazırlıklar.
group insurance grup sigortası.

569
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

group therapy grup terapisi, küme sağaltımı.


group group grup isim grup. fiil gruplandırmak; gruplaşmak.
groupie group.ie gru'pi isim pop müzik topluluğu üyelerinin
peşinde koşan kız.
grouse grouse graus isim ormantavuğu.
grove grove grov isim 1. koru. 2. (meyve ağaçlarından
oluşan) bahçe: orange grove portakal bahçesi.
grovel grov.el gr^v'ıl fiil (groveled/grovelled,
groveling/grovelling) 1. kendini alçaltmak,
yaltaklanmak. 2. yerde sürünmek.
grow away from ile ilişkileri azalmak, -den uzaklaşmak.
grow into olmak. 2. zamanla büyüyüp (bir giysinin) ölçülerine
uymak. 3. (bir işe) alışmak.
grow old yaşlanmak, ihtiyarlamak. 2. eskimek.
grow on someone zamanla birinin hoşuna gitmeye başlamak.
grow out of büyüdüğü için (bir giysiyi) giyememek. 2.
büyüyüp/olgunlaşıp (kötü bir şeyden) vazgeçmek. 3. -
den kaynaklanmak.
grow too big for one's boots yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmemek.
grow up büyümek. 2. meydana gelmek, vuku bulmak.
Grow up! Çocukluğu bırak!
grow grow gro fiil (grew, grown) 1. büyümek; gelişmek;
artmak. 2. (bitki, sebze, meyve) yetiştirmek; yetişmek.
3. olmak: She's grown ugly. Çirkinleşti./Çirkin oldu.
He's grown old. Yaşlandı.
grower grow.er grow'ır isim yetiştirici.
growl growl graul fiil hırlamak. isim hırlama.
grown grown gron fiil bakınız grow sıfat yetişkin.
grown-up grown-upsıfat, isim yetişkin.
growth growth groth isim 1. büyüme; gelişme; artma. 2. bir
bitkiden süren dallar, sürgünler veya yapraklar. 3. ur,
tümör.

570
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

grub grub gr^b fiil (grubbed, grubbing) 1. up


kazarak/belleyerek -i çıkarmak/sökmek. 2. (bir yerdeki)
kökleri kazarak sökmek. 3. kazmak, bellemek.
grubby grub.bysıfat kirli, pis.
grudge grudge gr^c fiil (bir şeyi) (birine) çok görmek;
kıskanmak: Do you grudge me this? Bunu bana çok mu
görüyorsun? isim kin, garaz, hınç.
grudgingly grudg.ing.lyzarf istemeyerek.
gruel gru.el gru'wıl isim sulu yulaf v.b. lapası.
grueling gru.el.ing gru'wılîng sıfat çok zor; zorlu.
gruelling gru.el.ling gru'wılîng sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız
grueling
gruesome grue.some gru'sım sıfat korkunç, dehşet verici.
gruff gruff gr^f sıfat sert, katı, sevimsiz.
grumble grum.ble gr^m'bıl fiil şikâyet etmek. isim şikâyet.
grumpy grump.y gr^m'pi sıfat aksiliği tutmuş, hırçınlığı
üstünde.
grunt grunt gr^nt fiil domuz gibi ses çıkarmak,
homurdanmak. isim homurtu.
G-string G-string ci'strîng isim, konuşma dili (şovlarda
dansçıların giydiği) minicik tanga.
guarantee guar.an.tee gerınti' isim garanti. fiil garanti etmek.
guarantor guar.an.tor ger'ıntır isim kefil.
guaranty guar.an.ty ger'ınti isim, hukuk garanti.
guard a secret sır tutmak.
guard against -e karşı önlem almak.
guard of honor askeri şeref kıtası.
guard one's tongue ağzını sıkı tutmak, dilini tutmak.
guard 's van İngiliz İngilizcesi marşandizin arkasına takılan ve
demiryolu görevlilerini taşıyan cumbalı vagon.
guard guard gard isim 1. koruma görevlisi, muhafız; nöbetçi.
2. muhafızlar. 3. basketbol gard. 4. boks gard, savunma
duruşu. 5. İngiliz İngilizcesi (trende) biletçi.
guarded guard.ed gar'dîd sıfat ihtiyatlı (söz, cevap, rapor v.b.).

571
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

guardian angel koruyucu melek.


guardian guard.i.an gar'diyın isim 1. hukuk vasi. 2. koruyucu.
guardianship guard.i.an.ship gar'diyınşîp isim vesayet, vasilik.
guardrail guard.rail gard'reyl isim (yol kenarındaki) bariyer,
korkuluk.
guardsman guards.man gardz'mın isim (guardsmen) muhafız.
Guatemala Gua.te.ma.la gwatıma'lı isim Guatemala.
Guatemalan isim Guatemalalı. sıfat 1. Guatemala, Guatemala'ya
özgü. 2. Guatemalalı.
gubernatorial gu.ber.na.to.ri.al gubırnıtôr'iyıl sıfat valiye veya
valiliğe ait.
guerilla gue.ril.la gırîl'ı isim bakınız guerrilla
guerrilla warfare gerilla savaşı.
guerrilla guer.ril.la gırîl'ı isim gerilla, gerillacı, çeteci.
guess guess ges fiil 1. tahmin etmek; tahminde bulunmak. 2.
zannetmek, sanmak. isim tahmin.
guesswork guess.work ges'wırk isim 1. tahmini iş. 2. tahmine
dayanan sonuç/sonuçlar.
guest artist konuk sanatçı.
guest of honor şeref konuğu/misafiri.
guest room misafir odası.
guest guest gest isim 1. misafir, konuk; davetli. 2. otel veya
pansiyon müşterisi.
guesthouse guest.house gest'haus isim pansiyon.
guff guff g^f isim, konuşma dili boş laf, palavra, martaval.
guffaw guf.faw gıfô' isim nahoş bir kahkaha. fiil nahoş
kahkaha atmak.
Guiana Gui.an.a giyän'ı, giya'nı, [İngiliz İngilizcesi] gayän'ı
isim 1. Fransız Guyanası. 2. Guyana bölgesi, Guyana.
Guianan isim 1. Fransız Guyanalı. 2. Guyana bölgesi halkından
biri, Guyanalı. sıfat 1. Fransız Guyanası, Fransız
Guyanası'na özgü. 2. Guyana, Guyana bölgesi veya
halkına özgü. 3. Fransız Guyanalı. 4. Guyanalı, Guyana
bölgesi halkından olan.

572
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Guianese Gui.a.nese giyıniz', [İngiliz İngilizcesi] gayıniz' isim,


sıfat (Guianese) bakınız Guianan
guidance counselor rehber öğretmen.
guidance guid.ance gayd'ıns isim 1. rehberlik, yol gösterme. 2.
güdüm.
guide guide gayd fiil 1. rehberlik etmek, yol göstermek. 2.
yönetmek, idare etmek. isim 1. rehber, kılavuz. 2.
rehber kitabı, rehber.
guidebook guide.book gayd'bûk isim rehber, rehber kitabı.
guided missile askeri güdümlü mermi.
guideline guide.line gayd'layn isim (bir proqedeki) ana hatlar.
guild guild gîld isim esnaf birliği, lonca.
guile guile gayl isim kurnazlık, açıkgözlük.
guileful guile.fulsıfat kurnaz, açıkgöz.
guileless guile.lesssıfat saf, art niyetsiz.
guillotine guil.lo.tine gîl'ıtin, gi'yıtin isim giyotin. fiil giyotin ile
idam etmek.
guilt guilt gîlt isim suçluluk.
guiltless guilt.lesssıfat suçsuz.
guilty conscience vicdan azabı.
guilty guilt.y gîl'ti sıfat suçlu.
guinea fowl beçtavuğu.
guinea pig kobay.
Guinea Guin.ea gîn'i isim Gine.
Guinea-Bissau Guin.ea-Bis.sau gîn'ibîsau', gîn'ibîso' isim Gine-Bisav.
Guinea-Bissauan isim Gine-Bisavlı. sıfat 1. Gine-Bisav, Gine-Bisav'a
özgü. 2. Gine-Bisavlı.
Guinean isim Gineli. sıfat 1. Gine, Gine'ye özgü. 2. Gineli.
guise guise gayz isim 1. kılık. 2. dış görünüş.
guitar gui.tar gîtar' isim gitar.
guitarist gui.tar.istisim gitarist.
gulch gulch g^lç isim küçük kanyon.
Gulf Stream golfstrim.
gulf gulf g^lf isim 1. körfez. 2. çok derin kanyon.

573
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gull gull g^l isim martı.


gullet gul.let g^l'ît isim boğaz, gırtlak.
gullibility gull.ibil.i.tyisim kolay aldatılma, saflık.
gullible gul.li.ble g^l'ıbıl sıfat kolay aldatılabilir.
gully gul.ly g^l'i isim sel yatağı.
gulp something down bir şeyi yutuvermek.
gulp gulp g^lp fiil yutuvermek. isim yutuverme.
gum boot lastik çizme.
gum mastic sakız.
gum tree okaliptüs, sıtmaağacı. 2. (çamdan başka herhangi bir)
reçineli ağaç.
gum gum g^m isim genellikle çoğul dişeti.
gumbo gum.bo g^m'bo isim bamyalı yahni.
gumdrop gum.drop g^m'drap isim qelatinli şekerleme.
gummed gum.medsıfat zamklı.
gumption gump.tion g^mp'şın isim, konuşma dili inisiyatif ve
cesaret.
gun for (birinin) çanına ot tıkamak için fırsat kollamak. 2.
(belirli bir yeri) elde etmek için bütün gayretiyle
çalışmak.
gun rack tüfeklik.
gun someone down birini (ateşli silahla) vurmak.
gun gun g^n isim ateşli silah; top; tüfek; tabanca. fiil
(motoru) birdenbire tam gazla çalıştırmak; (arabayı)
birdenbire tam gaz sürmek.
gunboat gun.boat g^n'bot isim gambot.
gunfight gun.fight g^n'fayt isim (iki kişi arasındaki) silahlı
çatışma.
gunfire gun.fire g^n'fayr isim ateş etme, ateş.
gunge gunge g^nc isim, İngiliz İngilizcesi bakınız gunk
gung-ho gung-ho g^ng'ho' sıfat, konuşma dili fazlasıyla istekli,
dünden hazır.
gunk gunk g^ngk isim, konuşma dili vıcık vıcık şey.

574
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gunman gun.man g^n'mın isim (gunmen) silahlı kimse, ateşli


silah taşıyan kimse.
gunner gun.ner g^n'ır isim topçu.
gunnery gun.ner.y g^n'ıri isim topçuluk; atış ilmi.
gunnysack gun.ny.sack g^n'isäk isim çuval.
gunpoint gun.point g^n'poynt isim bakınız force someone at
gunpoint
gunpowder gun.pow.der g^n'paudır isim barut.
gunrunner gun.run.ner g^n'r^nır isim silah kaçakçısı.
gunrunning gun.run.ning g^n'r^nîng isim silah kaçakçılığı.
gunshot gun.shot g^n'şat isim 1. silah atışı. 2. (ateşli silaha ait)
menzil, erim, atım.
gunsmith gun.smith g^n'smîth isim tüfekçi, tüfek ve tabanca
yapan veya tamir eden kimse.
gurgle gur.gle gır'gıl fiil 1. çağıldamak. 2. (bebek) agulamak.
isim 1. çağıltı. 2. agu.
guru gu.ru gu'ru isim guru, mürşit, rehber.
gush gush g^ş fiil 1. fışkırmak. 2. (about) hayranlığını
abartılı bir şekilde anlatmak; yağlayıp ballamak. isim
fışkırma, fışkırış; fışkırtı.
gusset gus.set g^s'ît isim kuş, verev takılan kumaş parçası.
gussy oneself up süslenip püslenmek.
gussy gus.sy g^s'i fiil, konuşma dili up -i süslemek.
gust gust g^st isim rüzgârın ani ve sert esmesi.
gustatory gus.ta.to.ry g^s'tıtôri sıfat tat alma duyusuyla ilgili.
gusto gus.to g^s'to isim zevk.
gut gut g^t isim bağırsak.
gutless gut.lesssıfat, konuşma dili yüreksiz.
guts guts g^ts isim 1. çoğul bağırsaklar. 2. konuşma dili
cesaret, yürek: He's got guts. Bayağı cesur o.
gutsy gutsysıfat, konuşma dili cesur, yürekli.
gutter gut.ter g^t'ır isim 1. (çatı veya dam kenarındaki) oluk.
2. (kaldırım kenarındaki) oluk, kanivo.
guttural gut.tur.al g^t'ırıl sıfat gırtlaksı (ses).

575
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

guy guy gay isim, konuşma dili adam.


Guyana Guy.a.na gayän'ı, gaya'nı isim 1. Guyana, eski İngiliz
Guyanası. 2. Guyana, Guyana bölgesi.
Guyanan isim 1. Guyanalı, eski İngiliz Guyanası halkından biri.
2. Guyanalı, Guyana bölgesi halkından biri. sıfat 1.
Guyana, eski İngiliz Guyanası veya halkına özgü. 2.
Guyana, Guyana bölgesi veya halkına özgü. 3.
Guyanalı, Guyana uyruklu. 4. Guyanalı, Guyana
bölgesi halkından olan.
Guyanese Guy.a.nese gayıniz' isim (Guyanese) 1. Guyanalı, eski
İngiliz Guyanası halkından biri. 2. Guyanalı, Guyana
bölgesi halkından biri. sıfat 1. Guyana, eski İngiliz
Guyanası veya halkına özgü. 2. Guyana, Guyana
bölgesi veya halkına özgü. 3. Guyanalı, Guyana
uyruklu. 4. Guyanalı, Guyana bölgesi halkından olan.
guzzle guz.zle g^z'ıl fiil (içki) çokça içmek.
gym gym cîm isim 1. spor salonu, qimnastik salonu. 2.
(okullarda) beden eğitimi.
gymnasium gym.na.si.um cîmney'ziyım isim spor salonu,
qimnastik salonu.
gymnast gym.nast cîm'näst isim qimnastikçi.
gymnastic gym.nas.ticsıfat qimnastiğe ait.
gymnastics gym.nas.ticsisim, çoğul qimnastik.
gynaecologist gy.nae.col.o.gistisim bakınız gynecologist
gynaecology gy.nae.col.o.gy gaynıkal'ıci isim bakınız gynecology
gynecologist gy.ne.col.o.gistisim qinekolog.
gynecology gy.ne.col.o.gy gaynıkal'ıci isim qinekoloqi, nisaiye.
gyp joint kazık bir yer.
gyp gyp cîp isim, konuşma dili üçkâğıtçı, hileci, sahtekâr;
kazıkçı. fiil (gypped, gypping) aldatmak; kazık atmak.
gypsum gyp.sum cîp'sım isim alçıtaşı, qips.
Gypsy Gyp.sy cîp'si isim Roman, Çingene.
gyrate gy.rate cay'reyt fiil dönmek, dönerek sallanmak.
gyra'tion isim dönme, dönerek sallanma.

576
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gyropilot gy.ro.pi.lot cay'ropaylıt isim, havacılık bakınız


automatic pilot
gyroscope gy.ro.scope cay'rıskop isim cayroskop, qiroskop.
H H, h eyç isim H, İngiliz alfabesinin sekizinci harfi. (
Honor, hour, herb gibi bazı kelimelerin başında ve
herhangi bir kelime veya hecenin sonunda telaffuz
edilmez. Bazı ünsüzlerden sonra başka şekillerde
telaffuz edilir.)
H.H. H.H. eyç'eyç' kısaltma 1. His/Her Highness. 2. His
Holiness.
H.M.S. H.M.S. eyç'em'es' kısaltma His/Her Maqesty's Service ,
His/Her Maqesty's Ship .
H.P. H.P., HP, h.p.kısaltma high pressure horsepower
H.Q. H.Q. eyç'kyu' kısaltma Headquarters
H.R.H. H.R.H.kısaltma His Royal Highness ; Her Royal
Highness .
H.S. H.S.kısaltma «high school» Home Secretary
haberdasher hab.er.dash.er häb'ırdäşır isim 1. erkek giyimi satan
mağaza. 2. İngiliz İngilizcesi tuhafiyeci.
haberdashery hab.er.dash.eryisim 1. şapka dükkânı. 2. İngiliz
İngilizcesi tuhafiye. 3. İngiliz İngilizcesi tuhafiye
dükkânı.
habit hab.it häb'ît isim 1. alışkanlık, itiyat, âdet. 2.
Hristiyanlık din görevlilerine özgü kıyafet.
habitat hab.i.tat häb'ıtät isim 1. habitat, hayvan veya bitkinin
yetiştiği doğal ortam. 2. bir şeyin doğal yeri.
habit-forming hab.it-form.ingsıfat alışkanlık meydana getiren.
habitual ha.bit.u.al hıbîç'uwıl sıfat 1. alışılmış, mutat. 2. daimi.
habitually ha.bit.u.al.lyzarf alışıldığı şekilde, âdet üzere.
hack stand taksi durağı.
hack hack häk fiil 1. çentmek, yarmak, yontmak, kıymak. 2.
kuru kuru öksürmek. 3. argo becermek. isim 1. çentik.
2. kuru öksürük.
hackberry hack.ber.ry häk'beri isim çitlembik, melengiç.

577
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hackles hack.les häk'ılz isim, çoğul (hayvan dövüşmeye


hazırlanınca dikleşen/kabaran) tüyler.
hackneyed hack.neyed häk'nid sıfat basmakalıp, klişe, bayat.
had best do yapmalı, yapsa daha iyi olur.
had better -se iyi olur: I had better go. Gitsem iyi olur.
had had häd fiil bakınız have
haddock had.dock häd'ık isim mezgit.
hadj hadj häc isim hac.
hadji hadj.i häc'i isim hacı.
hadn't had.n't häd'ınt kısaltma had not.
hag hag häg isim 1. yaşlı çirkin kadın, kocakarı. 2. büyücü
kadın.
haggard hag.gard häg'ırd sıfat yorgunluk ve açlıktan bitkin,
bitkin, argın.
haggle hag.gle häg'ıl fiil sıkı pazarlık etmek, çekişe çekişe
pazarlık etmek.
ha-ha ha-ha ha'ha isim kahkaha sesi. ünlem Hah hah!
hail fellow well met yakın arkadaş. 2. herkesle çabuk ahbap olan kimse.
hail from denizcilikle ilgili 1. .. limanından kalkmak.
hail hail heyl fiil selamlamak; çağırmak; seslenmek.
hailstone hail.stoneisim dolu tanesi.
hailstorm hail.stormisim dolu fırtınası.
hair curler bigudi.
hair dryer saç kurutma makinesi, saç kurutucusu.
hair net saç filesi.
hair spray saç spreyi.
hair hair her isim saç, kıl, tüy.
hairbrush hair.brush her'br^ş isim saç fırçası.
haircut hair.cut her'k^t isim 1. saç tıraşı. I want a haircut.
Saçımı kestirmek istiyorum. 2. saçın kesilme biçimi.
hairdo hair.do her'du isim (hairdos) saç tuvaleti, saç şekli.
hairdresser hair.dress.er her'dresır isim 1. kadın kuaförü, kadın
berberi. 2. İngiliz İngilizcesi erkek berberi.
hairless hair.less her'lîs sıfat 1. tüysüz; kılsız. 2. saçsız.

578
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hairpin turn keskin viraj.


hairpin hair.pin her'pîn isim saç tokası, firkete. sıfat U şeklinde
kıvrılan.
hair-raising hair-rais.ingsıfat tüyler ürpertici, korkunç.
hairsplitter hair.split.ter her'splîtır isim kılı kırk yaran kimse.
hairsplitting hair.split.ting her'splîtîng isim kılı kırk yarma. sıfat kılı
kırk yaran.
hairy hair.y her'i sıfat 1. tüylü; kıllı. 2. argo tehlikeli. 3. argo
çok zor.
Haiti Hai.ti hey'ti isim Haiti.
Haitian Hai.tian hey'şın isim Haitili. sıfat 1. Haiti, Haiti'ye
özgü. 2. Haitili.
hale and hearty turp gibi, sapasağlam.
hale hale heyl sıfat bakınız hale and hearty
half a dozen yarım düzine.
half brother üvey erkek kardeş.
half fare yarım bilet.
half glasses yarım gözlük.
half measures yeterli olmayan tedbirler.
half sister üvey kızkardeş.
half sole yarım pençe.
half the battle işin yarısı; işin çoğu, işin en zor tarafı.
half half häf isim (halves) yarım, yarı: Two halves make a
whole. İki yarım bir bütün eder. half an apple yarım
elma. Half the students have come. Öğrencilerin yarısı
geldi. sıfat buçuk; yarı, yarım: one and a half kilos bir
buçuk kilo. a half page yarım sayfa. zarf yarı, yarı
yarıya: He half filled my glass. Bardağımı yarı yarıya
doldurdu.
halfback half.back häf'bäk isim, spor hafbek.
half-baked half-baked häf'beykt' sıfat 1. yarı pişmiş. 2. iyi
düşünülmemiş.
half-breed half-breed häf'brid sıfat, isim melez.
halfhearted half.heart.ed häf'har'tîd sıfat isteksiz, gönülsüz.

579
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

halfheartedly half.heart.ed.lyzarf istemeye istemeye, isteksizce,


gönülsüzce; yarım ağız, yarım ağızla.
half-length half-length häf'length sıfat yarım boy. isim vücudun
yukarı kısmını gösteren resim.
half-life half-lifeisim, fizik yarılanma süresi.
half-mast half-mast häf'mäst' isim bayrağın yarıya indirilmesi.
half-moon half-moon häf'mun' isim yarımay.
half-time half-timesıfat yarım günlük (iş çalışma).
halfway half.way häf'wey' zarf 1. ortada, yarı yolda. 2. yetersiz
olarak. sıfat 1. yarı yolda bulunan (yer). 2. yetersiz.
half-witted half-wit.ted häf'wîtîd sıfat ahmak, budala.
Halicarnassus Hal.i.car.nas.sus hälıkarnäs'ıs isim Bodrum,
Halikarnas.
hall hall hôl isim 1. koridor. 2. hol. 3. salon. 4. okul veya
üniversite binası. 5. malikâne, çiftlikteki köşk.
hallow hal.low häl'o fiil 1. kutsamak. 2. kutsallaştırmak.
Halloween Hal.low.een hälowin' isim (eski bir inanışa göre)
cadıların, hayaletlerin, hortlakların ortalığa çıktığı gece
(17 Ekim).
hallucinate hal.lu.ci.nate hılu'sıneyt fiil sanrılamak.
hallucination hal.lu.ci.na.tionisim, ruhbilim sanrı.
hallway hall.way hôl'wey isim 1. koridor. 2. hol.
halo ha.lo hey'lo isim (halos/haloes) hale, ağıl, ayla.
halogen hal.o.gen häl'ıcın isim haloqen.
halt halt hôlt isim 1. durma, duruş. 2. mola. fiil durmak;
durdurmak.
halter hal.ter hôl'tır isim yular.
halve halve häv fiil 1. yarıya bölmek. 2. yarıya indirmek.
halves halves hävz isim, çoğul bakınız half
ham ham häm isim 1. qambon. 2. argo abartarak oynayan
oyuncu. 3. konuşma dili amatör radyo operatörü. fiil,
argo (hammed, hamming) abartarak oynamak.
hamburger ham.burg.er häm'bırgır isim 1. sığır kıyması. 2.
hamburger.

580
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hamlet ham.let häm'lît isim mezra, ufak köy.


hammer an idea into someone's head bir fikri birinin kafasına sokmak.
hammer away durmadan çalışmak.
hammer out -e şekil vermek.
hammer throw spor çekiç atma.
hammer ham.mer häm'ır isim çekiç; tokmak.
hammock ham.mock häm'ık isim hamak.
hamper ham.per häm'pır fiil engel olmak, güçleştirmek.
hamster ham.ster häm'stır isim hamster, cırlaksıçan.
hamstring ham.string häm'strîng isim dizardı kirişi. fiil
(hamstrung) 1. kösteklemek. 2. dizardı kirişini
koparmak/kesmek.
hamstrung ham.strung häm'str^ng fiil bakınız hamstring
hand down kuşaktan kuşağa devretmek.
hand grenade el bombası.
hand in hand el ele.
hand in vermek, teslim etmek.
hand labor el ile yapılan iş.
hand on babadan oğula geçirmek. 2. başkasına vermek.
hand organ laterna.
hand out dağıtmak.
hand over vermek, devretmek, teslim etmek.
hand hand händ fiil elle vermek, uzatmak: Please hand me
that book. O kitabı bana uzatır mısınız?
handbag hand.bag händ'bäg isim el çantası.
handball hand.ball händ'bôl isim, spor hentbol, eltopu.
handbill hand.bill händ'bîl isim el ilanı.
handbrake hand.brake händ'breyk isim el freni.
handcuff hand.cuff händ'k^f isim kelepçe. fiil kelepçe vurmak,
kelepçelemek.
handful hand.fulisim 1. avuç dolusu. 2. az miktar. 3. konuşma
dili idare edilmesi zor biri; ele avuca sığmaz çocuk.
handgun hand.gun händ'g^n isim tabanca.

581
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

handicap hand.i.cap hän'dikäp isim 1. engel. 2. sakatlık, özür. 3.


handikap. 4. spor handikap. fiil (handicapped,
handicapping) engel olmak, engellemek.
handicapped hand.i.cappedsıfat özürlü, sakat.
handicraft hand.i.craft hän'dikräft isim el sanatı.
handily hand.i.lyzarf kolayca, elverişli bir şekilde.
handiness hand.i.nessisim beceriklilik.
handiwork hand.i.work hän'diwırk isim iş, elişi.
handkerchief hand.ker.chief häng'kırçîf isim mendil.
handle someone with kid gloves (çok kırılgan veya sinirli birine) son derece dikkatli
davranmak.
handle han.dle hän'dıl fiil 1. el sürmek, ellemek, dokunmak. 2.
ele almak. 3. kullanmak. 4. idare etmek. 5. satmak. isim
sap, kulp, kabza, tutamaç.
handlebar han.dle.bar hän'dılbar isim (bisiklette) gidon.
handling han.dling hän'dlîng isim 1. elle dokunma. 2. işleme
tarzı.
handmade hand.made händ'meyd sıfat elişi, el yapımı.
hand-me-down hand-me-down händ'midaun sıfat kullanılmış, elden
düşme. isim kullanılmış elbise veya eşya.
handrail hand.rail händ'reyl isim merdiven parmaklığı, tırabzan.
hands down parmağını kıpırdatmadan, kolaylıkla. 2. şüphesiz,
apaçık: He was hands down the best. Onun en iyi
olduğu apaçıktı.
Hands off! Dokunma!/Elini sürme!
Hands up! Eller yukarı!
handshake hand.shake händ'şeyk isim el sıkma.
handsome hand.some hän'sım sıfat 1. yakışıklı. 2. çok, bol; büyük.
3. cömert.
handwork hand.work händ'wırk isim elişi.
handwriting hand.writ.ing händ'raytîng isim el yazısı.
handy hand.y hän'di sıfat 1. hazır, yakın, el altında. 2. eli işe
yatkın, becerikli, marifetli, usta. 3. elverişli, kullanışlı.

582
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

handyman hand.y.man hän'dimän isim (handymen) elinden her iş


gelen işçi.
hang around konuşma dili başıboş gezerek beklemek.
hang back tereddüt etmek, çekinmek.
hang fire geri kalmak.
hang in the balance (sonuç) belli olmamak: For a week her life hung in the
balance. Bir hafta boyunca yaşayıp yaşamayacağı belli
değildi. The fate of the city was hanging in the balance.
Şehrin kaderi meçhuldü.
hang on someone's every word birinin her dediğini can kulağıyla dinlemek.
hang on (to) (-e) sıkı tutunmak. 2. dayanmak, katlanmak.
hang someone in effigy protesto olarak sevilmeyen birinin kuklasını yakmak
veya asmak.
hang up telefonu kapamak.
hang hang häng fiil (hung) 1. asmak; asılmak, asılı olmak,
sallanmak, sarkmak. 2. takmak. 3. (başını) eğmek. 4.
kaplamak, yapıştırmak.
hangar han.gar häng'ır isim hangar.
hangdog hang.dog häng'dôg isim sinsi adam. sıfat 1. alçak,
habis. 2. ürkek, korkak.
hanger hang.erisim 1. askı, askı kancası. 2. çengel.
hanger-on hang.er-on häng'ıran isim (hangers-on) beleşçi kimse.
hanging hang.ingisim 1. asma. 2. ipe çekme, asma, idam. sıfat
asılı, sarkan.
hangman hang.man häng'mın isim (hangmen) cellat.
hangnail hang.nail häng'neyl isim şeytantırnağı.
hangover hang.o.ver häng'ovır isim içki sersemliği.
hangup hang.up häng'^p isim 1. güçlük, engel. 2. takınak.
hank hank hängk isim 1. çile, yün veya ipek çilesi. 2. kangal.
hanker han.ker häng'kır fiil after/for arzulamak, özlemini
çekmek.
haphazard hap.haz.ard häp'häz'ırd sıfat, zarf rasgele, gelişigüzel.
isim rastlantı, şans.
hapless hap.less häp'lîs sıfat şanssız, talihsiz, bahtsız.

583
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

happen on rastgelmek, bulmak.


happen hap.pen häp'ın fiil olmak, meydana gelmek.
happening hap.pen.ing häp'ınîng isim olay, vaka.
happily hap.pi.ly häp'ıli zarf 1. mutlulukla, sevinçle. 2. çok
şükür, Allahtan, bereket versin ki.
happy hap.py häp'i sıfat 1. mutlu, mesut; şen, neşeli. 2.
yerinde, iyi. 3. ... delisi: girl-happy kız delisi.
happy-go-lucky hap.py-go-luckysıfat kaygısız; bir şeye aldırmaz,
neşeli.
harangue ha.rangue hıräng' isim uzun ve tumturaklı konuşma,
tirat. fiil uzun ve tumturaklı bir şekilde konuşmak, tirat
söylemek.
harass har.ass hıräs', her'ıs fiil 1. rahat vermemek, rahatsız
etmek, taciz etmek; bizar etmek, tedirgin etmek. 2.
askeri aralıksız saldırılarla taciz etmek.
harbor har.bor har'bır isim 1. liman. 2. barınak, sığınak. fiil 1.
barındırmak. 2. misafir etmek. 3. beslemek.
harbour har.bour har'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız harbor
hard cash nakit para.
hard currency sağlam döviz/para.
hard disk bilgisayar sabit disk.
hard drink sert içki.
hard hat kask, miğfer.
hard labor hukuk ağır iş cezası.
hard luck şanssızlık.
hard nut to crack çetin ceviz.
hard row to hoe zor iş.
hard hard hard sıfat 1. katı, sert, pek. 2. güç, zor, çetin. 3.
katı, acımasız, sert. 4. acı, ağır, sert (söz). 5. şiddetli,
kuvvetli. 6. şiddetli, sert; çok soğuk (mevsim, hava). 7.
sert, kireçli, acı (su). 8. sert (içki). 9. tehlikeli ve
bağımlılık yapan (madde).
hard-boiled egg lop yumurta.

584
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hard-boiled hard-boiled hard'boyld' sıfat 1. lop, katı (yumurta). 2.


konuşma dili kül yutmaz, kurt.
hard-core hard-core hard'kôr' sıfat 1. yolundan şaşmaz, boyun
eğmez, kararlı. 2. cinsel organları ve sevişme
hareketlerini yakından gösteren. 3. çetin ceviz.
harden hard.en har'dın fiil 1. sertleştirmek, katılaştırmak;
sertleşmek, katılaşmak. 2. pekiştirmek,
kuvvetlendirmek; pekişmek, kuvvetlenmek. 3.
(çimento) donmak.
hardheaded hard.head.ed hard'hed'îd sıfat makul düşünen.
hardhearted hard.heart.ed hard'har'tîd sıfat katı yürekli, acımasız,
kalpsiz.
hard-line hard-line hard'layn' sıfat katı, inatçı, uzlaşmaz.
hardly to have time to breathe (birinin) nefes alacak zamanı bile olmamak, çok meşgul
olmak.
hardly hard.lyzarf 1. zorla, güçlükle, güçbela. 2. hemen
hemen: Hardly anything was left. Hemen hemen hiçbir
şey kalmamıştı. I hardly knew her. Tanışıklığımız çok
yüzeyseldi. This is hardly the time for that! Şimdi hiç
de onun zamanı değil!
hardness hard.nessisim 1. (fiziksel olarak) katılık, sertlik. 2.
güçlük, zorluk. 3. katılık, sertlik, acımasızlık.
hard-nosed hard-nosed hard'nozd' sıfat kendi çıkarını düşünen,
çıkarcı.
hard-on hard-on hard'an isim bakınız get a hard-on
hardship hard.ship hard'şîp isim sıkıntı, darlık, güçlük.
hardware store nalbur dükkânı.
hardware hard.ware hard'wer isim 1. madeni eşya, hırdavat. 2.
silah. 3. bilgisayar donanım.
hardwood hard.wood hard'wûd isim 1. kerestesi sert ağaç. 2. sert
kereste.
hardy har.dy har'di sıfat dayanıklı, dirençli.
hare hare her isim yabani tavşan.
harebrained hare.brained her'breynd sıfat kuş beyinli, kafasız.

585
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

harelip hare.lip her'lîp isim yarık dudak, tavşandudağı.


harem har.em her'ım isim harem.
haricot bean kuru fasulye.
hark back to (geçmişe, önceki konuya) dönmek; (geçmişten, eski
olaylardan) söz etmek.
hark hark hark fiil dinlemek. ünlem Dinle!/Dur!/Sus!
harlot har.lot har'lıt isim fahişe, orospu.
harm harm harm isim 1. zarar, hasar, ziyan. 2. kötülük. fiil
zarar vermek, kötülük etmek.
harmful harm.fulsıfat zararlı.
harmless harm.lesssıfat zararsız.
harmonic har.mon.ic harman'îk sıfat 1. uyumlu, ahenkli. 2. müzik
armonik, armoniye ait.
harmonica har.mon.i.ca harman'îkı isim armonika, mızıka.
harmonious har.mo.ni.ous harmo'niyıs sıfat ahenkli, uyumlu.
harmonise har.mo.nise har'mınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
harmonize
harmonize har.mo.nize har'mınayz fiil 1. uyum sağlamak. 2.
müzik armonize etmek. 3. uymak.
harmony har.mo.ny har'mıni isim 1. ahenk, uyum. 2. müzik
armoni.
harness har.ness har'nîs isim koşum takımı. fiil 1. (ata) koşum
takmak. 2. to (atı) (arabaya) koşmak; (öküzleri)
(sabana) koşmak. 3. (doğal bir gücü dizginleyerek)
yararlanmak, kullanmak.
harp on -in üzerinde çok durmak, (aynı şeyleri) tekrarlayıp
durmak.
harp harp harp isim, müzik harp, arp. fiil harp çalmak.
harpoon har.poon harpun' isim zıpkın. fiil zıpkınlamak.
harpsichord harp.si.chord harp'sıkôrd isim klavsen.
harrow har.row her'o isim 1. kesek kırma makinesi. 2. tapan.
fiil 1. tırmık çekmek, kesek kırmak. 2. tapanlamak,
tapan çekmek.
harrowing har.row.ingsıfat üzücü, asap bozucu.

586
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

harsh harsh harş sıfat 1. sert, acı. 2. kaba, haşin, ters, huysuz.
hart hart hart isim erkek geyik; kızıl geyiğin erkeği.
harvest har.vest har'vîst isim 1. hasat. 2. hasat zamanı, hasat,
orak mevsimi. 3. ürün, mahsul, rekolte. 4. sonuç,
semere. fiil hasat etmek, biçmek.
has has häz fiil bakınız have
hash over konuşma dili tartışmak.
hash hash häş isim 1. kuşbaşı doğranarak yeniden pişirilen
et yemeği. 2. karmakarışık şey. 3. bozulmuş şey. 4. argo
haşiş. fiil 1. kuşbaşı doğramak. 2. bozmak, altüst etmek.
hasheesh hash.eesh häş'iş isim haşiş, hintkenevirinden çıkarılan
esrar.
hashish hash.ish häş'iş isim haşiş, hintkenevirinden çıkarılan
esrar.
hasn't has.n't häz'ınt kısaltma has not.
hasp hasp häsp isim asma kilit köprüsü.
hassle has.sle häs'ıl isim 1. tartışma. 2. zorluk, güçlük.
Haste makes waste. Acele işe şeytan karışır.
haste haste heyst isim 1. acele. 2. ivedilik.
hasten has.ten hey'sın fiil acele ettirmek; acele etmek.
hastily hast.i.lyzarf aceleyle.
hasty hast.y heys'ti sıfat 1. acele, tez, çabuk. 2. düşüncesiz. 3.
aceleci, telaşçı.
hat press şapka kalıbı.
hat hat hät isim şapka.
hatch hatch häç isim, denizcilikle ilgili ambar ağzı; ambar
kapağı.
hatchback hatch.backisim, otomotiv arkada kapısı olan küçük
araba.
hatchet hatch.et häç'ît isim küçük balta.
hatchway hatch.way häç'wey isim, denizcilikle ilgili ambar ağzı;
lombar ağzı.
hate hate heyt fiil nefret etmek. isim nefret.
hateful hate.fulsıfat 1. nefret edilen. 2. nefret dolu.

587
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hatred ha.tred hey'trîd isim kin, nefret, düşmanlık.


haughtiness haughtinessisim kibirlilik, kendini beğenmişlik.
haughty haugh.ty hô'ti sıfat kibirli, kendini beğenmiş, mağrur.
haul over the coals haşlamak, azarlamak.
haul someone over the coals birini azarlamak/haşlamak.
haul haul hôl fiil 1. çekmek. 2. taşımak. 3. denizcilikle ilgili
vira etmek. 4. (rüzgâr, gemi) yön değiştirmek, dönmek.
isim 1. çekme, çekiş. 2. bir ağda çıkarılan balıklar. 3.
taşıma uzaklığı. 4. taşınılan şey.
haunch haunch hônç isim 1. kalça. 2. çoğul kıç, popo. 3. but;
sağrı.
haunt haunt hônt fiil 1. (hortlak veya ruhlar) sık sık uğramak.
2. usandırmak. 3. akıldan çıkmamak. 4. sık sık gitmek,
dadanmak. 5. sürekli yanında bulunmak. isim sık sık
gidilen yer, uğrak, uğrak yeri.
haunted haunt.edsıfat tekin olmayan, perili.
haunting haunt.ingsıfat zor unutulan, akıldan çıkmayan.
hauteur hau.teur hotır' isim kibir, gurur.
have a ball konuşma dili çok eğlenmek.
have a bath banyo yapmak, yıkanmak.
have a bearing on ile ilgisi olmak; -i etkilemek.
have a bee in one's bonnet bir fikri kafasına takmış olmak.
have a big lead çok önde olmak.
have a blast konuşma dili çok eğlenmek.
have a BM büyük aptes bozmak.
have a bone to pick with someone biriyle paylaşacak kozu olmak, halledilecek davası
olmak.
have a bone to pick with ile paylaşılacak kozu olmak.
have a bowel movement büyük aptes bozmak.
have a change of heart fikir veya davranışlarını değiştirmek.
have a chip on one's shoulder çok alıngan olmak.
have a crush on someone konuşma dili birine fena halde tutulmak.
have a feeling for -in dilinden anlamak: She has a feeling for animals.
Hayvanların dilinden anlar.

588
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

have a field day bayram etmek. 2. with makaraya almak, sarakaya


almak.
have a finger in the pie çorbada tuzu bulunmak.
have a fit of the sulks somurtup durmak.
have a fit (öfkeden) deli olmak, babaları tutmak, küplere binmek,
zıvanadan çıkmak. 2. mest olmak, deli olmak,
neredeyse zil takıp oynamak, çok sevinmek. 3. fenalık
geçirmek.
have a fling at (bir şey yapmayı) denemek.
have a fling kurtlarını dökmek.
have a gander at konuşma dili -e bir göz atmak, -e bir bakmak.
have a go at denemek: Have a go! Bir dene!
have a go denemek: Have a go! Bir dene!
have a good grasp of -i iyi kavramak, -e iyice vâkıf olmak.
have a good head on one's shoulders sağduyu sahibi olmak.
have a good mind to konuşma dili Aniden akla gelen ve neredeyse
uygulamasına kalkışılacak olan bir fikri belirtmek için
kullanılır: I've a good mind to give you a good
whipping! Sana bir güzel dayak atmak geliyor içimden!
have a grudge against birine karşı kin beslemek.
have a hand in (bir işte) parmağı olmak.
have a heart insaflı davranmak.
Have a heart! İnsaf be!
have a line on hakkında bilgi almak, bilgisi olmak.
have a losing streak (birinin) şansı rast gitmemek.
have a lot of brass çok yüzsüz olmak.
have a lucky streak şansı rast gitmek.
have a lump in one's throat üzüntüden boğazı tıkanmak.
have a mind to -eceği gelmek, -esi gelmek: I have a mind to go there
this instant. Oraya hemen gidesim geliyor.
have a narrow escape ucuz kurtulmak.
have a one-track mind bir konuyu tutturmak: You've got a one-track mind.
Aklın fikrin hep onda.

589
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

have a penchant for -e meraklı olmak; -e düşkün olmak: He has a penchant


for fixing things. Eşyaları tamir etmeye meraklı.
have a rough time zor/sıkıntılı bir dönem geçirmek, zor/sıkıntılı bir
dönemden geçmek; zor bir hayat geçirmek.
Have a round of drinks on me. Herkese benden birer bardak içki.
have a run-in with someone biriyle atışmak.
have a screw loose konuşma dili bir tahtası eksik olmak, kafadan kontak
olmak, kontak olmak.
have a share in - de payı olmak.
have a short memory çabuk unutmak, hafızası zayıf olmak.
have a soft heart yumuşak kalpli olmak, müşfik olmak.
have a soft spot for konuşma dili -e zaafı olmak.
have a sore throat anjin olmak, boğazı yanmak.
have a spill atın sırtından düşmek.
have a stiff neck boynu tutulmak.
have a stomachache (birinin) midesi ağrımak.
have a sweet tooth tatlı sevmek, tatlı yiyecekleri sevmek.
have a temper çabuk öfkelenen biri olmak.
have a tickle in one's throat (birinin) boğazı gıcıklanmak.
have a voice in -de söz hakkı olmak.
have a way with machines makinelerden anlamak.
have a way with someone birini kolaylıkla etkilemek.
have a whale of a time çok eğlenmek.
have a whip-round para toplamak.
have a winning streak şansı rast gitmek.
have a word with someone biriyle konuşmak.
have a working knowledge of (bir şeyi) iyi kötü kullanabilecek kadar bilmek: They
have a working knowledge of Russian. Bir Rusla iyi
kötü anlaşabilecek kadar Rusça biliyorlar.
have a wreck trafik kazası geçirmek.
have a yearning for -i arzu etmek.
have a yearning to -i arzu etmek.
have a yen to (bir şey yapmayı) arzu etmek.
have a zizz şekerleme yapmak, kestirmek, kısa bir uyku çekmek.

590
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

have an abortion düşük yapmak.


have an accident kaza geçirmek, kazaya uğramak.
have an ace in the hole elinde kozu olmak.
have an ace up one's sleeve elinde kozu olmak.
have an advantage over someone başkasına göre avantajlı bir durumda olmak.
have an affair with (kendisiyle evli olmayan biriyle) bir aşk ilişkisinde
bulunmak.
have an aptitude for -e yeteneği olmak.
have an in (bir yerde) torpili olmak.
have an itching palm para hırsı olmak.
have an option on something bir şeyi belirli bir süre içinde alma veya reddetme hakkı
olmak.
have an urge to (bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the
urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma
tutkusu uyandı.
have bats in the belfry bir tahtası eksik olmak, kafadan kontak olmak.
have been around konuşma dili görmüş geçirmiş olmak.
have both one's feet on the ground aklı başında olmak, gerçekçi ve pratik bir şekilde
düşünmek.
have cold feet konuşma dili tereddüde düşmek, kararsızlığa kapılmak,
şüpheler duymaya başlamak.
have designs on -de gözü olmak.
have done with bitirmek, işi tamamlamak.
have had it argo 1. bıkmak: I've had it; I am going to divorce my
husband. Artık bıktım; kocamdan boşanacağım. 2. artık
yetmek: He's been cheating me for years, but now he's
had it. Senelerdir beni aldatıyordu, ama artık yeter.
have half a mind to konuşma dili bakınız have a good mind to
have hard feelings about konuşma dili -e gücenmiş olmak.
have in mind hatırında tutmak, aklında olmak.
have in reserve ihtiyat olarak saklamak.
have it coming -i hak etmek.

591
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

have it in for someone konuşma dili birinin canını yakmak istemek; birinin
canını yakmak için frsat kollamak; birine düşmanlık
beslemek.
have it in one yeteneği olmak.
have it made ısmarlamak. 2. argo işi iş olmak, işleri tıkırında olmak.
have it out bir davayı kavga ederek veya tartışarak
sonuçlandırmak.
Have it your own way. Siz bilirsiniz./Nasıl isterseniz öyle olsun.
Have it your way. Nasıl istersen öyle yap.
have kittens içini kurt kemirmek, dokuz doğurmak.
have many irons in the fire kırk tarakta bezi olmak.
have no business doing something (birinin) bir şey yapmaya hakkı olmamak: You have no
business interfering in my affairs. Benim işlerime
burnunu sokmaya hiç hakkın yok.
have no stomach for (belirli bir şey için) (birinde) hiç istek/arzu olmamak.
have no thought of hiç aklından geçmemek, -e hiç niyeti olmamak.
have no time for -den hiç hoşlanmamak, -i hiç sevmemek. 2. (birinin) -e
harcayacak vakti olmamak, (birinin) (biri/bir şey) için
vakti olmamak.
have no use for konuşma dili -i hiç sevmemek, -den hiç hoşlanmamak,
-i adam yerine koymamak, -e hiç değer vermemek. 2.
(birine) lazım olmamak; (birinin) işine yaramamak.
have none of -e izin vermemek, -i kabul etmemek.
have nothing to do with ile hiç görüşmemek; ile hiç ahbaplık etmemek; ile hiç
emasta bulunmamak. 2. ile hiç ilgisi/alakası olmamak; -
I hiç ilgilendirmemek.
have nothing to show for it elinde ne yaptığını gösterecek hiçbir şey olmamak.
have on giyinmek. 2. şaka etmek.
have one foot in the grave bir ayağı çukurda olmak.
have one's back to the wall çaresiz kalmak.
have one's eyes on gözü -in üzerinde olmak. 2. -e göz koymak.
have one's fill of konuşma dili -den bıkmak, -den illallah demek.
have one's guard down tetikte olmamak.
have one's guard up tetikte olmak.

592
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

have one's hands free elleri boş olmak. 2. boş olmak, meşgul olmamak.
have one's hands full konuşma dili yeterince meşgul olmak.
have one's head screwed on right aklı başında biri olmak.
have one's head screwed on the right wayaklı başında biri olmak.
have one's head screwed on aklı başında biri olmak.
have one's way istediğini yaptırmak: She always gets her way. Hep
onun istediği olur.
have one's wits about one kafası yerinde olmak, doğru dürüst düşünebilmek.
have one's work cut out for one (birinin) önünde zor bir iş olmak.
have other fish to fry başka bir işi olmak.
have preference tercih hakkına sahip olmak.
have recourse to -e başvurmak.
have scruples about doing something vicdani nedenle bir şeyi yapmaktan çekinmek.
have second thoughts about (daha önce verilen bir karar hakkında) tereddüt etmeye
başlamak.
have second thoughts (daha önce verilen bir karar hakkında) tereddüt etmeye
başlamak.
have sex seks yapmak, sevişmek.
have shadows around one's eyes gözleri mor halkalarla çevrili olmak.
have some say in -de söz sahibi olmak.
have someone in mind birini/bir şeyi düşünmek, biri/bir şey aklında olmak.
have someone on a string birini parmağında oynatmak.
have someone on one's mind biri/bir şey kafasını meşgul etmek, aklı birine/bir şeye
takılmak.
have someone under one's thumb birini istediği gibi idare etmek veya kullanmak.
have someone's number birinin ne mal olduğunu öğrenmek/anlamak.
have something at one's fingertips bir şey elinin altında bulunmak. 2. bir şeyi çok iyi
bilmek.
have something dry-cleaned bir şeyi kuru temizleyiciye vermek, bir şeyi
temizletmek.
have something in common with someonebiriyle bir şeyi paylaşmak: I have nothing in
common with him. Onunla ortak hiçbir şeyim yok.
have something in mind birini/bir şeyi düşünmek, biri/bir şey aklında olmak.

593
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

have something on one's mind biri/bir şey kafasını meşgul etmek, aklı birine/bir şeye
takılmak.
have something on someone elinde suçlayıcı delil bulunmak.
have something on the brain bir şeyi kafasına takmak.
have stars in one's eyes ortalığı toz pembe görmek; çok sevinçli olmak.
have sympathy for (görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek. 2.
(birinin) halini anlamak.
have the best of it galip gelmek, üstün olmak.
have the blues konuşma dili efkârlı olmak.
have the courage of one's convictions inandığı şeyi yapma veya söyleme cesaretini göstermek.
have the face to do something bir şey yapmaya yüzü olmak/cüret etmek.
have the floor mecliste söz söyleme hakkı olmak.
have the gall to (belirli bir şeyi) yapacak kadar küstah olmak.
have the inside track yarış alanının en iç kısmına yakın olmak. 2. daha
elverişli durumda olmak.
have the last laugh sonunda başarmak.
have the last word (bir tartışma veya ağız kavgasının sonunda) son söz
birinin olmak: He always has the last word. Son söz hep
onun. 2. in (bir konuda) nihai karar/son söz birinin
olmak.
have the run of (bir yere) rahatça girip çıkabilmek; (bir yeri) serbestçe
kullanabilmek.
have the runs konuşma dili ishal olmak.
have the shits ishal olmak.
have the squirts konuşma dili içi sürmek, içi gitmek, ishal olmak.
have the time of one's life olağanüstü güzel vakit geçirmek.
have the trots konuşma dili ishal olmak, dibi tutmamak.
have the urge to (bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the
urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma
tutkusu uyandı.
have to do with ile ilgisi olmak.
have to -meli, -malı: I have to go. Gitmeliyim.

594
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

have what it takes konuşma dili gereken niteliklere sahip olmak: She's got
what it takes to be number one in her class. Sınıfının
birincisi olmak için gerekli niteliklere sahip.
have words kavga etmek, atışmak.
have have häv fiil (had, having) kuraldışı çekimleri: şimdiki
zaman I, you, we, they have; he, she it has; geçmiş
zaman had . 1. sahip olmak; -si olmak. 2. almak; elinde
tutmak. 3. elde etmek, ele geçirmek. 4. yapmak, etmek;
yaptırmak, ettirmek. 5. konuşma dili aldatmak. 6.
konuşma dili cinsel ilişkide bulunmak. Yardımcı fiil
olarak geçmiş zamanı gösterir: I have gone. Gittim.
haven ha.ven hey'vın isim 1. liman. 2. sığınak.
haven't have.n't häv'ınt kısaltma have not .
haves haves hävz isim, çoğul bakınız the haves and the have-
nots
havoc hav.oc häv'ık isim hasar, tahribat, zarar ziyan.
haw haw hô isim alıç.
hawk hawk hôk isim 1. şahin; doğan. 2. atmaca. 3. çaylak.
hawker hawk.erisim işportacı.
hawthorn haw.thorn hô'thôrn isim alıç.
hay fever tıbbi saman nezlesi.
hay hay hey isim saman, kuru ot. fiil 1. (kurutmak için) ot
biçmek. 2. otu biçip kurutmak.
hayloft hay.loft hey'lôft isim otluk, samanlık.
hayrick hay.rick hey'rîk isim kuru ot yığını, otluk; tınaz.
haystack hay.stack hey'stäk isim kuru ot yığını, otluk; tınaz.
haywire hay.wire hey'wayr sıfat bakınız go haywire
hazard a guess tahmin etmek, kafadan atmak.
hazard haz.ard häz'ırd isim şans, tehlike, riziko. fiil 1.
tehlikeye atmak, şansa bırakmak. 2. -e cesaret etmek.
hazardous haz.ard.oussıfat tehlikeli, rizikolu.
haze haze heyz isim hafif sis, ince duman, pus.
hazel ha.zel hey'zıl isim 1. fındık ağacı. 2. kestane rengi. sıfat
ela (göz).

595
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hazelnut ha.zel.nutisim fındık.


hazy haz.y hey'zi sıfat 1. sisli, dumanlı, puslu. 2. anlaşılmaz,
belirsiz, bulanık.
He came at the stroke of ten. Saat onu çalarken geldi.
He can stew in his own juice! Ne hali varsa görsün!
He can't see the woods for the trees. Ayrıntılara takılıp kaldığı için durumu bir bütün olarak
göremiyor.
He did what little he could. Elinden geleni yaptı.
He didn't let any grass grow under his feet. Hiç vakit kaybetmedi.
He doesn't give a damn. Ona vız gelir. Umurunda değil. İplemez.
He failed to come. Gelmedi.
He feels queasy. Midesi bulanıyor.
He gives you good value for your money. Ödediğin para karşılığında sana iyi mal verir.
He got his deserts. Hak ettiğini buldu.
He had better not. Yapmazsa daha iyi eder.
He had, say, a thousand dollars. Diyelim ki bin doları vardı.
He has a bad name. Adı kötüye çıkmış./Kötü şöhreti var.
He has a good head on his shoulders. Onun kafası çalışıyor./Aklı başında biri.
He has his limitations. Yetenekleri sınırlıdır.
He has left for India. Hindistan'a hareket etti.
He has lots of friends. Pek çok dostu var.
He has turned sixty. Yaşı altmışı geçti./Altmış yaşına bastı.
He is down with a fever. Ateşten yatağa düşmüş.
He is due in at noon. Öğleyin varacak./Öğleyin gelmesi bekleniyor.
He is lousy with money. Onun parası çok.
He is minus his hat. Şapkası yok./Şapkasız.
He is not himself. Kendinde değil.
He is past hope. Ümitsiz durumda.
He is riding for a fall. Belasını arıyor.
He is riding high. İşleri yolunda/tıkırında.
He is welcome to come and go at his pleasure. İstediği zaman gelip gidebilir.
He jolly well had to. İngiliz İngilizcesi Yapmaktan başka çaresi yoktu.
He just missed being run over. Ezilmekten zor kurtuldu.
He little knows .... Bilmiyor ki ....

596
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

He looked me through and through. Beni iyice inceledi./Beni süzdü.


He no longer comes here. Artık buraya gelmiyor.
He numbers eighty years. Seksen yaşında.
He read the book from cover to cover. Kitabı başından sonuna kadar okudu.
He sends his compliments. Selamlarını gönderdi.
He should have known better than to do it. O işi yapmayacak kadar aklı olmalıydı.
He treated me to a beer. Bana bir bira ısmarladı.
He walks home to save carfare. Yol parası harcamamak için eve yürür.
He was the life of the party. Toplantıyı canlandıran o idi.
He will amount to something. Başarılı bir adam olacak.
He will come to no good. Onun sonu iyi olmaz.
He will have it that .... -i iddia ediyor.
He will not take nay. "Yok" sözünden anlamaz.
He wouldn't hurt a fly. Karıncayı bile ezmez.
he he hi zamir, eril o. sıfat erkek: he-goat teke.
head honcho şef, başkan.
head over heels başaşağı. 2. konuşma dili sırılsıklam (âşık olmak). 3.
konuşma dili gırtlağına kadar (borç içinde olmak).
head someone off birinin yolunu kesmek, birinin ilerlemesini engellemek.
2. birini kösteklemek.
head something off bir şeyin yolunu kesmek, bir şeyin ilerlemesini
engellemek. 2. bir şeyi engellemek.
head start spor avantaq.
head up konuşma dili başkanlık etmek.
head wind pruva rüzgârı.
head head hed sıfat baş, başta olan; başa ait. fiil 1. (bir şeyin)
başkanlığını yapmak/başkanı olmak: Who heads this
outfit? Buranın başkanı kim? 2. -in birincisi olmak: She
headed her class. Sınıfının birincisiydi. 3. for -e gitmek;
-in istikametini tutmak, -e doğru gitmek: You're
heading for trouble. Bu gidişle başın belaya girecek. 4.
towards -e doğru yöneltmek: Head your horses towards
Kangal! Atlarınızı Kangal'a sürün!
headache head.ache hed'eyk isim 1. baş ağrısı. 2. dert, baş belası.

597
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

headband head.band hed'bänd isim saç bandı, bant.


headboard head.board hed'bôrd isim karyolanın başucundaki
tahta.
headdress head.dress hed'dres isim başlık.
header head.er hed'ır isim sayfa başlığı.
headfirst head.first hed'fırst' zarf başı önde, balıklama (dalma).
headgear head.gear hed'gîr isim başlık.
heading head.ing hed'îng isim (yazıda) başlık.
headland head.land hed'lınd, hed'länd isim, coğrafya burun.
headlight head.light hed'layt isim, otomotiv far.
headline head.line hed'layn isim başlık, manşet.
headlong head.long hed'lông zarf 1. pervasızca, sakınmadan;
balıklama. 2. apar topar.
headmaster head.mas.ter hed'mäs'tır isim özel okul müdürü.
headmistress head.mis.tress hed'mîs'trîs isim özel okul müdiresi.
head-on head-on hed'an' sıfat, zarf baştan (çapma), kafa kafaya,
burun buruna (çarpışma).
headphone head.phone hed'fon isim telefon veya radyo kulaklığı.
headquarters head.juar.ters hed'kwôrtırz isim 1. karargâh. 2.
kumanda merkezi. 3. merkez büro. 4. merkezde
çalışanlar.
headrest head.rest hed'rest isim koltuk başlığı.
Heads or tails? Yazı mı, tura mı?
headstrong head.strong hed'strông sıfat inatçı, dik başlı, bildiğini
okuyan.
headwaiter head.wait.er hed'wey'tır isim şef garson.
headwaters head.wa.ters hed'wôtırz isim, çoğul ırmağı besleyen
kaynaklar.
headway head.way hed'wey isim ilerleme, yol alma.
heady head.y hed'i sıfat 1. kuvvetli, sert, çarpıcı (esans, içki).
2. inatçı, kafa tutan.
heal heal hil fiil iyileştirmek; iyileşmek.
healer heal.erisim 1. doktor. 2. üfürükçü.
health certificate sağlık belgesi.

598
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

health food sağlığa yararlı, katkısız, doğal besin.


health insurance sağlık sigortası.
health officer sağlık memuru.
health health helth isim sağlık.
healthful health.fulsıfat 1. sağlığa yararlı. 2. sağlıklı.
healthy healthysıfat 1. sağlıklı, sağlam. 2. sağlığa yararlı.

heap heap hip isim 1. yığın, küme. 2. konuşma dili çok


miktar. 3. konuşma dili kalabalık. fiil 1. yığmak,
kümelemek. 2. (hediye, hakaret) yağdırmak.
hear about -den haberi olmak, -i duymak.
hear of -den haberi olmak, -i duymak.
hear out sonuna kadar dinlemek.
hear hear hîr fiil (heard) 1. işitmek, duymak. 2. dinlemek,
kulak vermek. 3. haber almak, mektup almak. 4.
sorguya çekmek, ifadesini almak.
Hear! Hear! İngiliz İngilizcesi Bravo!/Yaşa!
heard heard hırd fiil bakınız hear
hearing aid kulaklık, işitme cihazı.
hearing hear.ing hîr'îng isim 1. işitme, işitim. 2. hukuk celse,
duruşma, oturum.
hearsay evidence hukuk başkalarından işitilerek öne sürülen delil.
hearsay hear.say hîr'sey isim söylenti, dedikodu.
hearse hearse hırs isim cenaze arabası.
heart attack kalp krizi.
heart disease kalp hastalığı.
heart failure kalp yetmezliği.
heart transplant kalp nakli.
heart heart hart isim 1. yürek, kalp. 2. kasaplık yürek. 3.
gönül, can. 4. merkez, orta. 5. (marul, enginar v.b.'nde)
göbek. 6. öz, can damarı. 7. kuvvet, enerji. 8. cesaret,
şevk. 9. iskambil oyunları kupa.
heartache heart.ache hart'eyk isim kalp ağrısı, üzüntü, acı, keder.
heartbeat heart.beat hart'bit isim kalp atışı, yürek vuruşu.

599
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

heartbreak heart.break hart'breyk isim 1. büyük acı/keder. 2.


büyük acı veren kimse/şey.
heartbreaking heart.break.ingsıfat büyük acı veren.
heartburn heart.burn hart'bırn isim, tıbbi mide ekşimesinden
dolayı yemek borusunda veya midede duyulan yanma
hissi.
hearten heart.en har'tın fiil yüreklendirmek, cesaretlendirmek.
heartfelt heart.felt hart'felt sıfat yürekten, candan, içten.
hearth hearth harth isim 1. ocak, şömine. 2. yurt, aile ocağı.
heartless heart.lesssıfat kalpsiz, acımasız, merhametsiz.
heart-rending heart-rend.ing hart'rendîng sıfat yürek parçalayıcı, çok
acıklı, yürekler acısı.
heartstrings heart.strings hart'strîngz isim, çoğul bakınız pull at
one's heartstrings tear at one's heartstrings tug at one's
heartstrings
heart-to-heart heart-to-heart hart'tıhart' sıfat samimi, açık.
hearty heartysıfat 1. candan, yürekten, içten. 2. sağlam,
kuvvetli, sağlıklı.
heat conduction ısı iletimi.
heat rash isilik.
heat stroke sıcak çarpması.
heat wave sıcak dalgası.
heat heat hit fiil ısıtmak; ısınmak.
heated heat.edsıfat 1. öfkeli. 2. kızışmış, kızışık, hararetli
(tartışma).
heater heat.er hi'tır isim ısıtıcı, soba, ocak, fırın.
heath heath hith isim 1. fundalık. 2. funda, süpürge çalısı,
süpürgeotu.
heathen hea.then hi'dhın isim (heathen/heathens) 1. kâfirler,
kefere, küffar. 2. kâfir. sıfat kâfir, kâfirlere özgü.
heather heath.er hedh'ır isim süpürgeotuna benzer bir çalı.
heating coil elektrik rezistans.
heating heat.ing hi'tîng sıfat ısıtıcı. isim ısıtma.
heave a sigh içini çekmek, ah çekmek.

600
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Heave ho! denizcilikle ilgili Yisa! Vira salpa!


heave to rüzgârı başa alıp gemiyi durdurmak. 2. faça edip
durmak.
heave heave hiv fiil (heaved/hove) 1. büyük bir güçle atmak
veya fırlatmak. 2. kaldırmak, çekmek. 3. yukarı
kaldırmak. 4. yükseltmek, kabartmak. 5. (deniz)
kabarmak. 6. (göğüs) şişirmek; (göğüs) inip kalkmak. 7.
(inilti) güçlükle çıkarmak. 8. kusmak. 9. denizcilikle
ilgili ırgatı çevirmek, vira etmek.
heaven heav.en hev'ın isim cennet.
heavenly body gökcismi.
heavenly heav.en.lysıfat 1. cennet gibi, çok güzel. 2. göksel,
gökle ilgili, göğe ilişkin. 3. ilahi, Tanrısal.
heavily heav.i.ly hev'ıli zarf 1. ağır bir şekilde. 2. şiddetle.
heaviness heav.i.ness hev'inıs isim 1. ağırlık. 2. şiddet, yeğinlik.
heavy guns ağır silahlar.
heavy industry ağır sanayi.
heavy metals ağır metaller.
heavy sea dalgalı deniz.
heavy water kimya ağır su.
heavy heav.y hev'i sıfat 1. ağır. 2. şiddetli, kuvvetli (yağmur,
rüzgâr, fırtına). 3. kalın (kar tabakası). 4. çok miktarda
(oy kullanımı). 5. (borsada) çok miktarda (alım satım).
6. kabarmış (deniz). 7. aşırı. 8. kalın (elbise). 9. ciddi,
önemli. 10. güç, zor (iş). 11. bulutlu, kapalı (gök). 12.
sıkıcı, ezici, usandırıcı. 13. sıkıntılı, üzücü. 14. kederli.
15. zarafetsiz, incelikten yoksun, kaba. 16. ağır, hazmı
güç (yemek). 17. ağır, boğucu (koku). 18. derin
(sessizlik). 19. uyku basmış, ağırlaşmış (göz). 20. fizik
ağır (izotop). 21. yoğun (trafik).
heavy-duty heav.y-du.tysıfat dayanıklı, ağır iş için elverişli.
heavy-handed heav.y-hand.edsıfat eli ağır, beceriksiz, sakar.
heavy-hearted heav.y-heart.edsıfat üzgün, kederli.
heavyweight heav.y.weight hev'iweyt isim, sıfat ağırsıklet.

601
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Hebrew He.brew hi'bru isim, sıfat 1. İbrani. 2. İbranice.


heck heck hek ünlem, argo Kahrolası.
heckle heck.le hek'ıl fiil (konuşmacının) sözünü kesmek, soru
yağmuruna tutmak, sıkıştırmak.
hectare hec.tare hek'ter isim hektar.
hectic hec.tic hek'tîk sıfat heyecanlı, telaşlı.
he'd he'd hid kısaltma 1. he had. 2. he would.
hedge hedge hec isim sık ağaç veya çalılardan oluşan çit; çalı
çit. fiil 1. etrafına çalı dikmek, çalı ile çevirmek. 2.
kuşatmak, sarmak, çevirmek. 3. kaçamak cevap
vermek.
hedgehog hedge.hog hec'hôg isim kirpi.
hedgerow hedge.rowisim ekilmiş çalı veya ağaçlardan oluşan çit.
heed heed hid fiil dikkat etmek, dinlemek, önemsemek. isim
dikkat, önemseme.
heedless heed.lesssıfat 1. dikkatsiz. 2. pervasız.
heehaw hee.haw hi'hô isim eşek anırması, anırma.
heel heel hil fiil ökçe takmak.
hefty heft.y hef'ti sıfat, konuşma dili 1. oldukça ağır. 2.
kuvvetli. 3. iriyarı. 4. bol.
heifer heif.er hef'ır isim düve, doğurmamış genç inek.
height height hayt isim 1. yükseklik. 2. boy. 3. yükselti. 4.
doruk, en yüksek nokta.
heighten height.en hayt'ın fiil 1. yükseltmek; yükselmek. 2.
artırmak; artmak. 3. çoğaltmak; çoğalmak.
heinous hei.nous hey'nıs sıfat tiksindirici, iğrenç, kötü, çirkin.
heir heir er isim vâris, mirasçı, kalıtçı.
heiress heir.ess er'ıs isim kadın mirasçı.
heirloom heir.loom er'lum isim kuşaktan kuşağa geçen değerli
şey.
held held held fiil bakınız hold
helicopter hel.i.cop.ter hel'ıkaptır, hi'lıkaptır isim helikopter.
heliotrope he.li.o.trope hi'liyıtrop isim bambulotu.
helium he.li.um hi'liyım isim helyum.

602
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hell hell hel isim cehennem. ünlem Kahrolsun!


he'll he'll hil kısaltma he will.
hellebore hel.le.bore hel'ıbor isim çöpleme.
hellish hell.ish hel'îş sıfat kötü, berbat, korkunç.
hello hel.lo hılo' ünlem 1. Merhaba. 2. Alo.
helm helm helm isim, denizcilikle ilgili dümen yekesi;
dümen.
helmet hel.met hel'mît isim 1. miğfer, tolga. 2. kask.
helmsman helms.manisim dümenci.
help oneself to (kendi kendine servis yaparak) (yiyeceklerden) almak:
He helped himself to a piece of the cake. Kekten bir
dilim aldı.
help out yardımda bulunmak.
help someone out birine yardım etmek: Can you help her out with her
French? Fransızcasına yardım edebilir misin?
Help wanted. Eleman aranıyor.
help help help fiil 1. yardım etmek; katkıda bulunmak: I
don't see how I can help you. Sana nasıl yardım edeyim
bilemiyorum. 2. faydası olmak, fayda etmek;
rahatlatmak; (acıyı) dindirmek; (gergin/zor bir durumu)
yumuşatmak: I can lend you some money, if that'll help.
Faydası olursa sana biraz borç verebilirim. Complaining
won't help. Şikâyet etmek fayda etmez. A little lemon
quice'll help. Biraz limon sıksan iyi olur. isim (help) 1.
yardım; katkı. 2. yardımcı; hizmetçi; hizmetkâr. 3. ırgat,
rençper.
Help! İmdat!
helper help.erisim yardımcı; muavin; çırak.
helpful help.fulsıfat 1. faydalı, yararlı; kullanışlı. 2.
yardımsever, yardımcı: You're not being helpful.
Yardımcı olmuyorsun.
helping help.ingisim 1. yardım etme; katkıda bulunma. 2.
ahçılık porsiyon.
helpless help.lesssıfat âciz; savunmasız.

603
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

helplessness help.less.nessisim aciz, âcizlik; savunmasızlık.


helter-skelter hel.ter-skel.ter hel'tır.skel'tır zarf alelacele, telaşla, apar
topar. sıfat 1. karmakarışık. 2. gelişigüzel.
hem about kuşatmak, içine almak, çevirmek.
hem in kuşatmak, içine almak, çevirmek.
hem hem hem isim elbise kenarı, baskı. fiil (hemmed,
hemming) kıvırıp kenarını bastırmak.
hemisphere hem.i.sphere hem'îsfîr isim yarıküre.
hemline hem.line hem'layn isim, terzilik elbise veya paltonun
etek kenarı, etek boyu, etek.
hemlock hem.lock hem'lak isim baldıran, ağıotu.
hemoglobin he.mo.glo.bin hi'mıglobîn isim hemoglobin.
hemophilia he.mo.phil.i.a himıfîl'iyı isim, tıbbi hemofili.
hemophiliac he.mo.phil.i.ac himıfîl'iyäk isim, sıfat hemofil.
hemorrhage hem.or.rhage hem'ırîc isim, tıbbi kanama.
hemorrhoid hem.or.rhoid hem'ıroyd isim, tıbbi basur, emoroit.
hemp hemp hemp isim kenevir, kendir.
hemstitch hem.stitch hem'stîç isim aqur, antika, sıçandişi.
hen hen hen isim 1. tavuk. 2. dişi kuş.
hence hence hens zarf 1. bu nedenle, bundan dolayı,
dolayısıyla. 2. (belirli bir zaman) sonra. 3. buradan.
henceforth hence.forthzarf bundan böyle, bundan sonra.
henceforward hence.for.wardzarf bundan böyle, bundan sonra.
hencoop hen.coop hen'kup isim kümes.
henpeck hen.peck hen'pek fiil başının etini yemek, vır vır
etmek, dır dır etmek.
henpecked hen.peck.edsıfat kılıbık.
hepatitis hep.a.ti.tis hepıtay'tîs isim, tıbbi hepatit, karaciğer
iltihabı.
Her conscience pricked her. Vicdanı kendisini rahatsız etti.
Her heart sank. Birdenbire umutsuzluğa düştü.
her her hır zamir, dişil onu; ona; ondan; onun: He loves
her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They
hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased her. Onun

604
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hoşuna gitti. sıfat onun; kendi: It's her book. Onun


kitabı. She gazed at her portrait. Kendi portresini
seyretti.
herald her.ald her'ıld isim 1. haberci, müqdeci. 2. protokol
görevlisi, teşrifatçı. fiil haber vermek, ilan etmek.
herb herb ırb, hırb isim 1. ot. 2. yemeklere tat vermek için
kullanılan bitki. 3. şifalı bitki.
herbal herb.alsıfat otlara ait; otlardan yapılan, bitkisel.
herbicide her.bi.cide hır'bısayd isim herbisit, yabancı ot öldürücü.
herbivore her.bi.vore hır'bıvôr isim otçul hayvan.
herbivorous her.biv.or.ous hırbîv'ırıs sıfat otçul.
Hercules' allheal çavşırotu, çavşır.
Hercules Her.cu.les hır'kyıliz isim Herkül.
herd instinct sürü içgüdüsü.
herd herd hırd isim 1. hayvan sürüsü, sürü. 2. avam,
ayaktakımı. fiil 1. gütmek. 2. sürü halinde gitmek.
herdsman herds.man hırdz'mın isim (herdsmen) çoban.
here and there orada burada, şurada burada.
Here goes! Bismillah!/Haydi bakalım!/İşte başlıyorum! (Zor
sayılan veya biraz korkulan bir şeyi yapmaya
başlamadan hemen önce söylenir.)
Here you are. Buyur, al. 2. Ha, geldin mi? 3. İşte!
here here hîr zarf burada; buraya; burası.
hereabouts here.a.bouts hîr'ıbauts zarf buralarda.
hereafter here.af.ter hîräf'tır zarf ileride, bundan sonra.
hereby here.by hîrbay' zarf bu vesile ile.
hereditary he.red.i.tar.y hıred'ıteri sıfat 1. miras yoluyla geçen. 2.
kalıtsal, kalıtımsal, irsi.
heredity he.red.i.ty hıred'ıti isim kalıtım, soyaçekim, irsiyet.
herein here.in hîrîn' zarf bunda, bunun içinde.
heresy her.e.sy her'ısi isim 1. dince kabul olunmuş inançlara
aykırı düşünce, dalalet. 2. hâkim olan felsefi veya siyasi
doktrinlere karşı gelen düşünce.

605
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

heretic her.e.tic her'ıtîk isim kabul olunmuş doktrinlere karşı


olan kimse.
heretical he.ret.i.cal hıret'îkıl sıfat kabul olunmuş doktrinlere
karşı olan.
heretofore here.to.fore hir'tıfor zarf şimdiye kadar, bundan önce.
hereupon here.up.on hîrıpan' zarf bunun üzerine.
herewith here.with hîrwîth' zarf 1. bununla. 2. ilişikte.
heritage her.i.tage her'ıtîc isim miras, kalıt.
hermit her.mit hır'mît isim münzevi, topluluktan kaçan, yalnız
başına yaşayan kimse.
hernia her.ni.a hır'niyı isim fıtık, kavlıç.
hero he.ro hîr'o, hi'ro isim (heroes) 1. kahraman, yiğit. 2.
edebiyat kahraman, baş karakter.
heroic he.ro.icsıfat 1. kahraman, kahramanca, cesur. 2. güzel
sanatlar muazzam, gerçek boyutlarından çok büyük
(heykel, resim). 3. edebiyat kahramanlarla ilgili,
destansı, epik.
heroical he.ro.icalsıfat 1. kahraman, kahramanca, cesur. 2. güzel
sanatlar muazzam, gerçek boyutlarından çok büyük
(heykel, resim). 3. edebiyat kahramanlarla ilgili,
destansı, epik.
heroin her.o.in her'owîn isim eroin.
heroine her.o.ine her'owîn isim kadın kahraman.
heroism her.o.ism her'owîzım isim kahramanlık.
heron her.on her'ın isim balıkçıl.
herring her.ring her'îng isim, zooloji ringa.
hers hers hırz zamir, dişil onunki; onun: Take hers.
Onunkini al. That's hers. O onun. That damn goat of
hers is eating my roses. Onun o kör olası keçisi
güllerimi yiyor.
herself her.self hırself' zamir, dişil kendisi, kendi; bizzat.
hertz hertz hırts isim, fizik (hertz/hertzes) hertz.
He's a good speller. Onun imlası iyi.
He's a man of few words. Az konuşan biri o.

606
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

He's a man of principle. Prensip sahibi bir adam.


He's an object of scorn. Herkes onu hor görüyor.
He's not the only fish in the sea! Ondan başkası yok mu bu dünyada?
he's he's hiz kısaltma 1. he is. 2. he has.
hesitant hes.i.tant hez'ıtınt sıfat tereddütlü, ikircikli, ikircimli,
kararsız, duruksun.
hesitantly hes.i.tant.lyzarf tereddütle, duraksayarak.
hesitate hes.i.tate hez'ıteyt fiil tereddüt etmek, duraksamak;
çekinmek.
hesitation hes.i.ta.tionisim tereddüt, duraksama, ikircik, ikircim.
heterogeneous het.er.o.ge.ne.ous hetırıci'niyıs sıfat heteroqen.
heterophyte het.er.o.phyte het'ırıfayt isim tamasalak.
heterosexual het.er.o.sex.u.al hetırısek'şuwıl sıfat karşı cinse ilgi
duyan, heteroseksüel.
hew down (ağacı) kesip devirmek.
hew out yontarak şekil vermek. 2. zahmetle meydana getirmek.
hew hew hyu fiil (hewed, hewn) 1. balta ile kesmek. 2.
yontmak. 3. kesmek, yarmak.
hewn hewn hyun fiil bakınız hew
hexagon hex.a.gon hek'sıgan isim, geometri altıgen.
hey hey hey ünlem 1. Hey!/Baksana! 2. Haydi! 3. A!
heyday hey.day hey'dey isim altın çağ, en parlak dönem.
hi hi hay ünlem 1. Merhaba! 2. İngiliz İngilizcesi Hey!
hiatus hi.a.tus hayey'tıs isim (hiatuses/hiatus) aralık, açıklık,
ara, fasıla, boş yer.
hibernate hi.ber.nate hay'bırneyt fiil kış uykusuna yatmak.
hibernation hi.ber.na.tionisim kış uykusu.
hibiscus hi.bis.cus haybîs'kıs, hîbîs'kıs isim çingülü.
hiccough hic.cough bakınız hiccup
hiccup hic.cup hîk'ıp isim hıçkırık. fiil hıçkırmak.
hick hick hîk isim, konuşma dili taşralı, hödük, hanzo, kıro.
hickory hick.o.ry hîk'ıri, hîk'ri isim, botanik karya.
hid hid hîd fiil bakınız hide
hidden hid.den hîd'ın fiil bakınız hide sıfat gizli, kapalı.

607
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hide away saklamak; saklanmak.


hide hide hayd isim hayvan derisi, deri; post.
hide-and-seek hide-and-seek hayd'ınsik' isim saklambaç.
hideaway hide.a.way hayd'ıwey isim (polisten) saklanacak yer,
yatak.
hidebound hide.bound hayd'baund sıfat dar görüşlü, eski kafalı.
hideous hid.e.ous hîd'iyıs sıfat çok çirkin, iğrenç, korkunç.
hide-out hide-out hayd'aut isim bakınız hideaway
hiding-place hid.ing-place hay'dîng.pleys isim 1. saklanacak yer,
gizlenecek yer. 2. zula.
hierarchical hi.er.ar.chi.cal hayırar'kîkıl sıfat hiyerarşik.
hierarchy hi.er.ar.chy hay'ırarki isim hiyerarşi.
hieroglyph hi.er.o.glyph hay'ırıglîf isim hiyeroglif.
hi-fi hi-fi hay'fay isim, sıfat bakınız high fidelity
high and low her yerde. 2. zengin fakir, herkes.
high fidelity sesi çok doğal bir şekilde verme. 2. sesi çok doğal bir
şekilde veren (radyo, pikap, hoparlör).
high frequency yüksek frekans.
high gear otomotiv en hızlı vites.
high hurdles yüksek engel. 2. yüksek engelli 338 metrelik koşu.
high jinks şamata, cümbüş.
high jump spor yüksek atlama.
high latitudes kutuplara yakın yerler.
high living lüks hayat.
high octane gasoline yüksek oktanlı benzin.
high places yüksek mertebeler.
high point en önemli veya en heyecanlı nokta.
high price yüksek fiyat.
high relief güzel sanatlar yüksek kabartma.
high school lise.
high seas enginler, açık deniz.
high tide denizin kabarmış olması, denizin kabarmış hali. 2.
denizin kabarmış olduğu zaman.

608
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

high high hay sıfat 1. yüksek. 2. kibirli, kendini beğenmiş.


3. yüce. 4. müzik tiz, yüksek perdeden. 5. lüks (yaşantı).
6. kokmuş (et). 7. coğrafya kutuplara yakın. 8. coşkun,
taşkın (neşe). 9. yüksek, fahiş (fiyat). 10. şiddetli, sert
(rüzgâr). 11. kabarık, azgın (deniz). 12. argo uyuşturucu
etkisi altında.
highbrow high.brow hay'brau sıfat, isim entelektüel.
highchair high.chair hay'çer isim yüksek mama iskemlesi.
high-class high-class hay'kläs' sıfat, konuşma dili kaliteli, birinci
sınıf.
high-density high-den.si.ty hay'densıti sıfat, bilgisayar yüksek
yoğunluklu.
higher education yükseköğrenim.
higher high.er hay'ır sıfat daha yüksek.
high-grade high-grade hay'greyd' sıfat kaliteli, üstün nitelikli,
ekstra.
highlands high.lands hay'lındz isim, çoğul dağlık yer.
highlight high.light hay'layt isim 1. (resimde) ışıklı bölüm. 2.
fotoğrafçılık parlak nokta. 3. ilgi çekici olay; en önemli
bölüm. fiil 1. -i vurgulamak, -in altını çizmek, -e dikkati
çekmek. 2. bilgisayar aydınlatmak.
highly high.ly hay'li zarf 1. çok, pek çok, son derece. 2. çok
iyi; çok olumlu bir şekilde.
high-minded high-mind.ed hay'mayn'dîd sıfat yüce gönüllü.
highness high.ness hay'nîs isim yücelik.
high-pitched high-pitched hay'pîçt' sıfat çok tiz.
high-pressure high-pres.sure hay'preş'ır isim yüksek basınç. sıfat 1.
zorla yapılan (satış). 2. zorlayıcı.
high-rise high-rise hay'rayz' sıfat, isim yüksek (bina, apartman).
highroad high.road hay'rod isim anayol.
high-speed train hızlı tren.
high-speed high-speed hay'spid' sıfat büyük hızla giden.
high-strung high-strung hay'str^ng' sıfat sinirli, sinirleri gergin.

609
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

high-water mark suyun azami kabarma noktası. 2. doruk, en üstün başarı


düzeyi.
high-water high-wa.ter hay'wô'tır isim 1. azami kabarma. 2. taşkın.
highway high.way hay'wey isim anayol.
highwayman high.way.man hay'weymîn isim eşkıya, haydut.
hijack hi.jack hay'cäk fiil 1. (uçak, gemi) kaçırmak. 2.
(kamyon, tren v.b.'ni) soymak.
hijacker hi.jack.erisim 1. uçak korsanı. 2. (kamyon, tren v.b.'ni
durdurarak soyan) soyguncu.
hike hike hayk fiil 1. uzun yürüyüş yapmak. 2. (eteğini)
toplamak. 3. (fiyatı) yükseltmek, artırmak. isim 1. uzun
ve çetin yürüyüş. 2. yükselme, artış.
hiker hikerisim uzun yürüyüş yapan kimse.
hilarious hi.lar.i.ous hîler'iyıs sıfat gürültülü ve neşeli.
hilarity hi.lar.i.tyisim neşe, kahkaha.
hill hill hîl isim 1. tepe. 2. bayır, yokuş.
hillside hill.side hîl'sayd isim yamaç.
hilltop hill.top hîl'tap isim doruk.
hilly hillysıfat tepelik.
hilt hilt hîlt isim kabza, kılıç kabzası.
him him hîm zamir, eril onu; ona.
himself him.self hîmself' zamir, eril kendisi, kendi; bizzat.
hind legs arka ayaklar.
hind quarter but (et).
hind hind haynd isim dişi geyik.
hinder hin.der hîn'dır fiil engellemek.
hindermost hind.er.mostsıfat en arkadaki, en gerideki, en sondaki.
Hindi Hin.di hîn'di isim, sıfat Hintçe.
hindmost hind.mostsıfat en arkadaki, en gerideki, en sondaki.
hindmoster hind.mostersıfat en arkadaki, en gerideki, en sondaki.
hindrance hin.drance hîn'drıns isim 1. engelleme. 2. engel.
Hindu Hin.du hîn'du isim Hindu, dini Hinduizm olan kimse.
sıfat Hindu; Hinduizme özgü; dini Hinduizm olan.

610
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hinge hinge hînc isim 1. menteşe, reze. 2. dayanak noktası.


fiil 1. menteşe takmak. 2. on/upon -e bağlı olmak, -e
dayanmak.
hint at -i hissettirmek, -i üstü kapalı söylemek, -i
dokundurmak, -i ima etmek.
hint hint hînt isim ima, üstü kapalı söz. fiil ima etmek,
çıtlatmak.
hinterland hin.ter.land hîn'tırländ isim hinterlant, iç bölge.
hip hip hîp isim kalça.
hipbone hip.boneisim kalça kemiği.
hippie hip.pie hîp'i isim hippi.
hippo hip.po hîp'o isim, konuşma dili suaygırı.
hippopotamus hip.po.pot.a.mus hîpıpat'ımıs isim
(hippopotamuses/hippopotami) suaygırı.
hire oneself out ücretle çalışmak.
hire out -i kiraya vermek.
hire hire hay'ır isim kira; ücret. fiil 1. ücretle tutmak. 2. kira
ile tutmak, kiralamak.
hirsute hir.sute hır'sut sıfat 1. kıllı, tüylü. 2. saçlı sakallı.
His All Holiness Patrik Cenapları (Ekümenik Patrik için kullanılır.).
His bark is worse than his bite. Ne varsa dilindedir.
His blood is up. konuşma dili Bayağı kızdı.
His eye fell upon me. Gözü bana ilişti.
His face became purple. Öfkeden mosmor kesildi.
His face fell. Suratı asıldı.
His face was wreathed in smiles. Tebessüm ediyordu.
His hair stood on end. Tüyleri ürperdi.
His head is spinning. Başı dönüyor.
His heart is in the right place. İyi niyetlidir.
His Highness Ekselansları.
His Holiness Papa Cenapları.
His Honor Sayın Yargıç. 2. Sayın Başkan (belediye başkanı).
his opposite number karşı tarafta aynı yeri işgal eden kimse.
his strong point onun kuvvetli tarafı.

611
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

his his hîz zamir, eril onunki; onun: I don't want his.
Onunkini istemiyorum. That dog's his. O köpek onun.
Take his outside. Onunkini dışarıya çıkar. sıfat onun;
kendi: It's his car. Onun arabası. He likes his
handwriting. Kendi elyazısını beğeniyor.
hiss someone off the stage birini ıslıklayarak sahneden kovmak.
hiss hiss hîs fiil 1. tıslamak. 2. ıslıklamak, ıslık çalarak
yuhalamak. isim 1. tıslama. 2. ıslık.
hist. hist.kısaltma «historian» historical history
histoid his.toid hîs'toyd sıfat dokusal.
histology his.tol.o.gy hîstal'ıci isim dokubilim, histoloqi.
historian his.to.ri.an hîstôr'iyın isim tarihçi.
historic moment dönüm noktası, tarihi an.
historic his.tor.ic hîstôr'îk sıfat 1. tarihsel, tarihi. 2. önemli.
historical novel tarihi roman.
historical his.tor.i.cal hîstôr'îkıl sıfat tarihsel, tarihi, tarihle ilgili.
historically his.tor.i.cal.lyzarf tarihe göre.
history his.to.ry hîs'tıri isim tarih.
hit below the belt konuşma dili doğru olmayan bir şekilde saldırmak;
mertliğe/delikanlılığa yakışmayan bir şekilde saldırmak.
2. boks belden aşağı vurmak.
hit it off anlaşmak, uyuşmak.
hit man konuşma dili kiralık katil.
hit one's head against a stone wall boşuna uğraşmak, haybeye kürek çekmek.
hit one's stride konuşma dili iyi iş yapar duruma gelmek, işin havasına
girmek; (deneyim kazandıktan sonra artık) iyi iş
yapmak.
hit pay dirt konuşma dili (bir şeyi arayan biri) aradığını
bulmak/kendisini çok umutlandıran bir şey bulmak.
hit the books konuşma dili ineklemek.
hit the bottle şişeyi devirmek.
hit the ceiling tepesi atmak.
hit the deck argo 1. yataktan kalkmak. 2. iki/bir seksen uzanmak.

612
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hit the high spots ancak en önemli noktalara değinmek. 2. ancak en


önemli şeyleri görmek.
hit the hoy konuşma dili (uyumak üzere) yatmak.
hit the jackpot konuşma dili turnayı gözünden vurmak, aşığı cuk
oturmak; en büyük para ödülünü kazanmak.
hit the mark hedefi vurmak. 2. tahmini doğru olmak.
hit the nail on the head taşı gediğine koymak. 2. tam bilmek. 3. tam isabet
kaydetmek.
hit the roof küplere binmek, tepesi atmak.
hit the sack konuşma dili (uyumak üzere) yatmak.
hit the spot (yiyecek, içecek) çok makbule geçmek.
hit the trail yola koyulmak.
hit upon rasgele bulmak.
hit hit hît fiil (hit, hitting) 1. vurmak, çarpmak. 2. isabet
ettirmek; isabet etmek. isim 1. vuruş, vurma, darbe. 2.
isabet. 3. başarı. 4. yerinde söz.
hit-and-run sıfat çarpıp kaçan (şoför).
hitch on to -e bağlamak.
hitch up to (atı) -e koşmak. 2. yukarı çekmek.
hitch hitch hîç fiil 1. ip ile bağlamak; bağlamak, iliştirmek,
takmak. 2. topallamak. 3. çekelemek. isim 1. engel. 2.
aksama. 3. bağlantı parçası. 4. volta, bağ, adi düğüm.
hitchhike hitch.hikefiil otostop yapmak.
hitchhiker hitch.hikerisim otostopçu.
hither and thither oraya buraya, şuraya buraya. 2. bir ileri bir geri.
hither and yon oraya buraya, şuraya buraya. 2. bir ileri bir geri.
hither hith.er hîdh'ır zarf buraya. sıfat beriki, beri yandaki.
hitherto hith.er.tozarf şimdiye kadar, şimdiye dek.
hive hive hayv isim kovan; arı kovanı.
hives hives hayvz isim, tıbbi ürtiker, kurdeşen.
hoard hoard hôrd isim biriktirilmiş şey, istif. fiil biriktirmek,
stok etmek, istiflemek.
hoarder hoard.erisim biriktirip saklayan kimse, istifçi.
hoarding hoard.ingisim istifçilik.

613
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hoarfrost hoar.frost hôr'frôst' isim kırağı.


hoarhound hoar.hound hor'haund isim bakınız horehound
hoarse hoarse hôrs sıfat 1. boğuk. 2. boğuk sesli.
hoarsely hoarse.lyzarf boğuk sesle.
hoarseness hoarse.nessisim 1. boğukluk. 2. boğuk seslilik.
hoary hoar.y hôr'i sıfat kır; ak, ağarmış.
hoax hoax hoks isim 1. şaka, latife. 2. hile, oyun. fiil
aldatmak, oyun etmek, işletmek.
hobble hob.ble hab'ıl fiil 1. topallamak, aksayarak yürümek. 2.
bukağı vurmak, kösteklemek. 3. topal etmek. isim 1.
topallama, aksama. 2. bukağı, köstek. 3. dert. 4. ayak
bağı, engel.
hobby hob.by hab'i isim hobi, düşkü, özel zevk.
hobgoblin hob.gob.lin hab'gablîn isim 1. ifrit, gulyabani. 2. yersiz
korku; saplantı.
hobo ho.bo ho'bo isim (hoboes/hobos) 1. gezici rençper. 2.
serseri, aylak, boş gezenin boş kalfası.
hock hock hak isim, konuşma dili rehin. fiil rehine koymak.
hockey hock.ey hak'i isim, spor hokey.
hodgepodge hodge.podge hac'pac isim 1. karmakarışık şey. 2. türlü
yemeği.
hoe hoe ho isim çapa. fiil çapalamak.
hog wild çılgın.
hog hog hôg, hag isim büyük domuz.
hoist hoist hoyst fiil 1. yukarı kaldırmak; yukarı çekmek. 2.
(bayrak) çekmek. isim yük asansörü.
hold a child back a year çocuğa (okulda) aynı sınıfı tekrarlatmak.
hold a crowd back kalabalığı zaptetmek.
hold a thing over someone birini bir şey ile durmadan tehdit etmek.
hold against (suçu) -e yüklemek. 2. yüzüne vurmak.
hold aloof uzak durmak, yaklaşmamak, ilişki kurmamak.
hold an animal at bay birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini
önlemek, sindirmek.
hold at bay arada mesafe bırakmak, yaklaştırmamak.

614
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hold by konuşma dili tutmak, inanmak.


hold down konuşma dili (bir işi) yürütmek. 2. baskı altında
tutmak.
hold forth önermek, öne sürmek. 2. nutuk söylemek, uzun uzadıya
konuşmak.
hold good geçerli olmak.
hold in contempt hakir görmek, hor görmek.
hold in esteem saymak, saygı göstermek.
hold in leash yularını elden bırakmamak.
hold in pledge rehin olarak tutmak.
hold in reserve ihtiyat olarak saklamak.
hold in tutmak, zaptetmek.
hold incommunicado kimseyle görüştürmemek, başkalarıyla görüşmesine izin
vermemek.
hold no brief for -in savunucusu olmamak, -in taraftarı olmamak.
hold off uzakta tutmak, yaklaştırmamak. 2. ertelemek.
hold on to -i tutmak, -e tutunmak.
hold on devam etmek, süregelmek. 2. tutmak. 3. dayanmak,
direnmek. 4. (telefonda) beklemek.
Hold on! konuşma dili Dur!/Bekle!
hold one's ground durumunu korumak.
hold one's own konuşma dili 1. bir şeyi başkaları/başkası kadar iyi
yapabilmek: She can hold her own with the best of 'em.
En iyi olanlarla aşık atabilir. 2. var olan durumu
sürdürmek; daha kötüye gitmemek: This firm's holding
its own. Bu firma eski durumunu koruyor.
hold one's peace tongue dilini tutmak, konuşmamak.
hold one's peace susmak, bir şey söylememek.
hold one's tongue dilini tutmak, konuşmamak.
hold out on one birinden gizlemek.
hold out dayanmak. 2. ileri sürmek. 3. yetmek. 4. ayak diremek.
hold over ertelemek.
hold someone at bay birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini
önlemek, sindirmek.

615
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hold someone back birinin ilerlemesini durdurmak/engellemek.


hold someone in high regard birine/bir şeye saygı duymak.
hold someone in one's arms birini kucağında tutmak.
hold something in high regard birine/bir şeye saygı duymak.
hold still kıpırdamamak.
hold sway egemen olmak.
hold the field üstünlüğünü korumak.
hold the line değişikliğe karşı olmak. 2. telefonu kapatmamak.
hold the pass geçidi tutmak.
hold the purse strings of kasanın anahtarı (birinde) olmak, para (birinin) elinde
olmak.
hold together bir arada tutmak. 2. ayrılmamak. 3. (ifade) tutarlı
olmak.
hold up kaldırmak. 2. tutmak, yardımda bulunmak, korumak. 3.
geciktirmek; engellemek. 4. arzetmek, göstermek. 5.
yolunu kesip soymak.
hold water konuşma dili geçerli olmak, makul olmak.
hold with ile aynı fikirde olmak.
Hold your horses! konuşma dili Dur!/Bekle!
hold hold hold fiil (held) 1. tutmak: Hold my hand. Elimi
tut. 2. bırakmamak, zaptetmek. 3. içine almak: How
much water will this glass hold? Bu bardak ne kadar su
alır? 4. alıkoymak, salıvermemek, durdurmak. 5. sahip
olmak, elinde tutmak. 6. (toplantı) düzenlemek. 7.
(makam) işgal etmek. 8. (mevzi) savunmak, korumak.
9. (ağırlık) taşımak, çekmek. 10. devam ettirmek. 11.
inanmak; kabul etmek; düşünmek, saymak; karar
vermek. 12. devam etmek. 13. (zamk) yapışmak. 14.
dayanmak, sabit olmak. 15. to -e sadık kalmak, -den
caymamak, -den vazgeçmemek: He held to his decision.
Kararından caymadı. 16. değişmemek. 17. devam
etmek, arkası kesilmemek, ilerlemek. 18. durmak. isim
1. tutma, tutuş. 2. tutunacak yer. 3. tutamak. 4.

616
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sığınacak yer, destek, dayanak noktası. 5. nüfuz,


hüküm. 6. müzik uzatma işareti.
holder hold.er hol'dır isim 1. kulp, tutamak, tutamaç. 2.
tutacak. 3. hukuk hamil, sahip. 4. kiracı.
holding company holding.
holding hold.ing hol'dîng isim 1. tutma. 2. kira ile tutulmuş
arazi. 3. Genellikle çoğul mal, mülk ve tahvil gibi
eldeki değerler, edinç.
holdover hold.o.ver hold'ovır isim, konuşma dili süresi uzatılmış
şey veya kimse.
holdup hold.up hold'^p isim 1. durdurma. 2. gecikme. 3. engel.
4. yolunu kesip soyma.
hole up saklanmak.
hole hole hol isim 1. delik. 2. boşluk. 3. çukur. fiil delik
açmak, delmek.
holiday hol.i.day hal'ıdey isim 1. tatil günü; tatil. 2. bayram
günü; yortu günü.
holiness ho.li.ness ho'linîs isim kutsallık, kutsiyet.
Holland Hol.land hal'ınd isim Hollanda.
holler hol.ler hal'ır fiil, konuşma dili bağırmak, haykırmak.
isim bağırış, haykırış.
hollow victory bir şeye yaramayan zafer, boş başarı.
hollow hol.low hal'o sıfat 1. içi boş, oyuk. 2. çukur, derin,
çökük. 3. yankı yapan, boşluktan gelen (ses). 4. yalan,
sahte. isim oyuk, çukur. fiil out oymak.
holly hol.ly hal'i isim çobanpüskülü.
hollyhock hol.ly.hock hal'ihak isim gülhatmi.
holocaust hol.o.caust hal'ıkôst isim 1. yakarak yok etme. 2.
katliam.
holster hol.ster hol'stır isim tabanca kılıfı.
Holy Ghost Kutsal Ruh.
Holy Scripture Kitabı Mukaddes.
Holy Week Paskalyadan önceki hafta.
holy ho.ly ho'li sıfat kutsal, mukaddes.

617
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

homage hom.age ham'îc, am'îc isim (hükümdara v.b.'ne


gösterilen) saygı, hürmet.
home base merkez, üs.
home economics ev ekonomisi.
home office (büyük bir firmaya ait) merkez bürosu, merkez.
home port demirleme limanı.
Home Secretary İngiliz İngilizcesi İçişleri Bakanı.
home home hom isim 1. ev, aile ocağı, yuva. 2. vatan, yurt,
memleket. sıfat 1. ev ile ilgili, eve özgü. 2. İngiliz
İngilizcesi içişlerine ait.
homebody home.bod.y hom'badi isim evde oturmayı tercih eden
kimse.
homeland home.land hom'länd isim anavatan, anayurt.
homeless home.less hom'lîs sıfat evsiz, evsiz barksız.
homelike home.like hom'layk sıfat ev gibi, rahat.
homely home.ly hom'li sıfat 1. basit, sade. 2. çirkin.
homemade home.made hom'meyd' sıfat evde yapılmış.
homemaker home.mak.er hom'meykır isim ev kadını.
homeroom home.roomisim (okulda) esas dershane.
homesick home.sick hom'sîk sıfat vatan veya ev hasreti çeken.
homesickness home.sick.nessisim sıla hasreti.
homespun home.spun hom'sp^n sıfat 1. evde dokunmuş. 2. basit,
sade.
homestead home.stead hom'sted isim 1. ev ve eklentileri. 2. çiftlik
ve eklentileri.
homeward bound memleketine dönen; evine giden.
homeward home.ward hom'wırd zarf eve doğru.
homework home.work hom'wırk isim ev ödevi, ödev.
homicide hom.i.cide ham'ısayd isim adam öldürme, cinayet,
katil.
homogeneity ho.mo.ge.ne.i.ty homıcıni'yıti isim homoqenlik,
bağdaşıklık, türdeşlik.
homogeneous ho.mo.ge.ne.ous homıci'niyıs sıfat homoqen, bağdaşık,
türdeş.

618
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

homogenise ho.mog.e.nise hımac'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi


bakınız homogenize
homogenize ho.mog.e.nize hımac'ınayz fiil 1. homoqenleştirmek,
bağdaşık hale getirmek. 2. dövüp kıvamına getirmek.
homogenized ho.mog.e.nizedsıfat homoqenize: homogenized milk
homojenize süt.

homogenizer ho.mog.e.nizerisim homoqenleştirici.


homologous ho.mol.o.gous homal'ıgıs sıfat homolog.
homonym hom.o.nym ham'ınîm, ho'mınîm isim eşadlı.
homosexual ho.mo.sex.u.al homısek'şuwıl isim, sıfat homoseksüel,
eşcinsel.
Hon. Hon.kısaltma Honorable
Honduran Hon.du.ran handur'ın, handyur'ın isim Honduraslı. sıfat
1. Honduras, Honduras'a özgü. 2. Honduraslı.
Honduras Hon.du.ras handur'ıs, handyur'ıs isim Honduras.
hone hone hon fiil bilemek.
honest hon.est an'îst sıfat 1. dürüst, namuslu. 2. hilesiz.
honestly hon.est.lyzarf 1. sahiden, gerçekten. 2. dürüstçe,
hilesizce.
Honesty is the best policy. Dürüstlük en iyi yoldur.
honesty hon.es.ty an'îsti isim dürüstlük, namus.
honey in the comb petek balı.
honey hon.ey h^n'i isim 1. bal. 2. konuşma dili sevgilim;
canım.
honeybee hon.ey.bee h^n'ibi isim balarısı.
honeycomb hon.ey.comb h^n'ikom isim (ballı veya balsız) petek.
fiil bakınız be honeycombed with
honeymoon hon.ey.moon h^n'imun isim balayı. fiil balayına
çıkmak.
honeysuckle hon.ey.suck.le h^n'is^kıl isim hanımeli.
honk honk hôngk isim 1. yabankazı sesi. 2. klakson sesi. fiil
1. kaz sesi çıkarmak. 2. klakson çalmak.
honor a debt borcunu ödemek.

619
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

honor roll iftihar listesi.


honor hon.or an'ır isim 1. onur, şeref. 2. şöhret, nam, ün. 3.
namus, iffet. fiil 1. şereflendirmek, şeref vermek. 2.
(bono, çek) kabul edip karşılığını ödemek.
honorable mention mansiyon.
honorable hon.o.ra.blesıfat şerefli.
honorarium hon.o.rar.i.um anırer'iyım isim
(honoraria/honorariums) ücret, serbest meslek sahibine
hizmet karşılığında verilen para.
honorary hon.or.ar.y an'ıreri sıfat 1. fahri, onursal. 2. ücretsiz
yapılan.
honour hon.our an'ır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız honor
hood hood hûd isim 1. kukuleta, başlık. 2. otomotiv motor
kapağı, kaput. 3. gangster.
hoodlum hood.lum hud'lım isim serseri, kabadayı.
hoodwink hood.wink hûd'wîngk fiil aldatmak, göz boyamak.
hoof it konuşma dili 1. yaya gitmek, taban tepmek. 2. dans
etmek.
hoof hoof hûf, huf isim (hoofs/hooves) toynak. fiil bakınız
hoof it
hook and eye erkek ve dişi kopça.
hook up with argo 1. ile ilişki kurmak. 2. ile evlenmek.
hook up kancayla bağlamak. 2. birleştirmek.
hook hook hûk isim 1. kanca, çengel; kopça. 2. orak. fiil 1.
çengel ile yakalamak, tutmak, çekmek, bağlamak. 2.
olta ile (balık) tutmak. 3. çengel şekline sokmak. 4.
takılmak, asılmak.
hook, line and sinker konuşma dili tamamen, olduğu gibi: He swallowed my
story hook, line and sinker. Masalımı olduğu gibi yuttu.
hooka hook.aisim bakınız hookah
hookah hook.ah hûk'ı isim nargile.
hooked hook.edsıfat 1. çengelli. 2. çengel şeklinde, çengelsi. 3.
konuşma dili (on) -e düşkün.
hooker hook.er hûk'ır isim, konuşma dili orospu, fahişe.

620
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hooky hook.y hûk'i isim bakınız play hooky


hooligan hoo.li.gan hu'lîgın isim, konuşma dili sokak serserisi.
hoop hoop hup isim çember, kasnak. fiil çemberlemek.
hoopoe hoo.poe hu'pu isim ibibik, hüthüt, çavuşkuşu.
hoopoo hoo.poo hu'pu isim ibibik, hüthüt, çavuşkuşu.
hooray hoo.rayünlem, fiil bakınız hurrah
hoot hoot hut fiil 1. (baykuş) ötmek. 2. yuhalamak, yuha
çekmek. isim 1. baykuş sesi. 2. yuhalama. 3. konuşma
dili güldürücü şey.
hoover hoo.ver hu'vır fiil, İngiliz İngilizcesi elektrikli süpürge
ile temizlemek.
hooves hooves huvz isim bakınız hoof
hop hop hap fiil (hopped, hopping) sıçramak, sekmek. isim
1. sıçrama, sekme. 2. konuşma dili uçuş, uçak seferi.
hope hope hop isim ümit, umut. fiil ümit etmek, ummak.
hopeful hope.fulsıfat ümitli, ümit verici.
hopefully hope.fullyzarf 1. ümitle. 2. konuşma dili inşallah.
hopeless hope.lesssıfat 1. ümitsiz, umutsuz. 2. ümit vermeyen.
hoping against hope ümidini kesmeyerek.
hopper hop.per hap'ır isim silo, sarpın.
hopscotch hop.scotch hap'skaç isim seksek oyunu.
horde horde hôrd isim 1. horda. 2. kalabalık.
horehound hore.hound hor'haund isim 1. karaısırgan, köpekotu. 2.
köpekayası.
horizon ho.ri.zon hıray'zın isim ufuk, çevren.
horizontal hor.i.zon.tal hôrızan'tıl sıfat yatay. isim yatay düzlem
veya çizgi.
hormone hor.mone hôr'mon isim hormon.
horn of plenty bereket boynuzu.
horn horn hôrn isim 1. boynuz. 2. müzik boru. 3. klakson,
korna.
hornbeam horn.beam hôrn'bim isim gürgen.
hornet hor.net hôr'nît isim büyük eşekarısı.
horns of a dilemma birinin seçilmesi gereken iki güç seçenek.

621
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

horny horn.y hôr'ni sıfat 1. boynuzlu. 2. argo seks yapma


arzusuyla yanıp tutuşan; abaza, abazan. 3. nasırlı.
horoscope hor.o.scope hôr'ıskop isim 1. zayiçe. 2. yıldız falı.
horrible hor.ri.ble hôr'ıbıl sıfat 1. müthiş, dehşetli, korkunç,
iğrenç. 2. konuşma dili berbat.
horribly hor.rib.lyzarf korkunç bir şekilde.
horrid hor.rid hôr'îd sıfat 1. korkunç, iğrenç. 2. konuşma dili
kötü, çirkin, berbat.
horridly hor.rid.lyzarf korkunç bir şekilde.
horrify hor.ri.fy hôr'ıfay fiil korkutmak.
horror hor.ror hôr'ır isim dehşet, yılgı, korku.
hors d'oeuvre hors d'oeu.vre ôr'dırv' Fransızca ordövr, çerez, meze.
horse chestnut atkestanesi.
horse mackerel istavrit.
horse horse hôrs isim 1. at, beygir. 2. atlama beygiri, beygir.
horseback horse.back hôrs'bäk isim at sırtı. zarf at sırtında, ata
binerek.
horsebean horse.bean hôrs'bin isim bakla.
horsehair horse.hair hôrs'her isim 1. at kılı. 2. at kılından
dokunmuş kumaş.
horseman horse.man hôrs'mın isim (horsemen) binici; süvari.
horsemanship horse.man.shipisim binicilik.
horseplay horse.play hôrs'pley isim eşek şakası; hoyratlık.
horsepower horse.pow.er hôrs'pawır isim, makine beygirgücü.
horseradish horse.rad.ish hôrs'rädîş isim, botanik bayırturpu.
horseshoe horse.shoe hôrs'şu isim 1. at nalı. 2. nal şeklinde şey. 3.
çoğul nal ile oynanılan oyun.
horsewhip horse.whip hôrs'hwîp isim kamçı, kırbaç. fiil
(horsewhipped, horsewhipping) kamçılamak.
hort. hort.kısaltma horticulture
hortative hor.ta.tive hôr'tıtîv sıfat 1. öğüt veren, nasihat dolu. 2.
teşvik edici, gayret verici, yüreklendirici.
hortatory hor.ta.to.ry hôr'tıtôri sıfat 1. öğüt veren, nasihat dolu. 2.
teşvik edici, gayret verici, yüreklendirici.

622
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

horticulture hor.ti.cul.ture hôr'tık^lçır isim bahçıvanlık, bahçecilik,


çiçekçilik.
hose hose hoz isim (hoses) hortum.
hosier ho.sier ho'qır isim, İngiliz İngilizcesi çorapçı.
hosiery ho.sieryisim 1. çoraplar. 2. çorap fabrikası. 3.
mensucat. 4. mensucat fabrikası.
hospice hos.pice has'pîs isim 1. özellikle rahip veya rahibeler
tarafından idare edilen misafirhane veya yurt. 2.
ölümcül hastaların ölene kadar bakıldığı bakımevi.
hospitable hos.pi.ta.ble has'pîtıbıl, haspît'ıbıl sıfat konuksever,
misafirperver.
hospital hos.pi.tal has'pîtıl isim hastane.
hospitalise hos.pi.tal.ise has'pîtılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
hospitalize
hospitality hos.pi.tal.i.ty haspıtäl'ıti isim konukseverlik,
misafirperverlik.
hospitalize hos.pi.tal.ize has'pîtılayz fiil hastaneye yatırmak.
host host host isim kalabalık, çokluk.
hostage hos.tage has'tîc isim rehine, tutak.
hostel hos.tel has'tıl isim 1. genç turistler için ucuz otel. 2.
İngiliz İngilizcesi öğrenci yurdu.
hostess host.ess hos'tîs isim 1. ev sahibesi. 2. garson kadın. 3.
konsomatris. 4. hostes.
hostile hos.tile has'tıl, has'tayl sıfat düşman, düşmanca,
saldırgan.
hostility hos.til.i.ty hastîl'ıti isim 1. düşmanlık. 2. çoğul savaş,
çarpışmalar.
hot air boş laf, martaval, atmasyon.
hot chocolate sütlü kakao.
hot dog bir çeşit sosis. 2. bu sosisle yapılan sandviç, sosisli
sandviç.
hot line direkt telefon hattı (özellikle devlet başkanları
arasında). 2. her zaman cevap veren imdat telefonu.
hot pepper acı biber.

623
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hot plate elektrikli ocak; elektrik ocağı.


hot spring kaplıca.
hot hot hat sıfat (hotter, hottest) 1. sıcak, kızgın. 2. acı
(biber v.b.). 3. şiddetli, sert. 4. yüksek gerilimli akım
taşıyan (tel). 5. yeni, taze (haber v.b.). 6. radyoaktif. 7.
kızışmış, şehvetli. 8. argo çalıntı veya kaçak (mal).
hotbed hot.bed hat'bed isim 1. camekânda bulunan gübreli
toprak. 2. (fesat, kötülük, huzursuzluk) kaynağı veya
yuvası.
hot-blooded hot-blood.ed hat'bl^d'îd sıfat 1. çabuk parlayan (kimse).
2. (cinsel açıdan) ateşli.
hotchpot hotch.pot haç'pat isim bakınız hodgepodge
hotchpotch hotch.potch haç'paç isim bakınız hodgepodge
hotel ho.tel hotel' isim otel.
hothead hot.head hat'hed isim öfkeli kimse, çabuk kızan kimse.
hothouse hot.house hat'haus isim limonluk, sera, ser.
hot-water bottle sıcak su torbası, buyot.
hound hound haund isim 1. tazı, av köpeği. 2. it, alçak herif.
fiil 1. tazı ile ava gitmek. 2. peşini bırakmamak,
izlemek.
hour hand (saatte) akrep.
hour hour aur isim 1. saat. 2. vakit, zaman.
hourglass hour.glass aur'gläs isim kum saati.
hourly hour.lyzarf saatte bir, saat başı.
house arrest evde göz hapsi.
house dog ev köpeği.
house martin evkırlangıcı, pencerekırlangıcı.
house of cards dayanıksız iş; derme çatma şey.
House of Commons İngiliz İngilizcesi Avam Kamarası.
House of Representatives Amerikan İngilizcesi Temsilciler Meclisi.
house house haus isim 1. ev. 2. ev halkı, aile. 3. tiyatro. 4.
hükümet meclisi. 5. genellikle büyük harf ile hanedan.
6. ticarethane.
housebreaker house.break.er haus'breykır isim ev hırsızı.

624
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

housecoat house.coat haus'kot isim sabahlık (giysi).


housedress house.dressisim ev kıyafeti.
houseguest house.guestisim gece yatısına gelen misafir.
household word her gün kullanılan kelime.
household house.hold haus'hold isim ev halkı, aile. sıfat ev, eve
ait.
householder house.hold.erisim aile reisi, ev sahibi.
housekeeper house.keep.er haus'kipır isim kâhya kadın.
housekeeping house.keep.ing haus'kipîng isim ev idaresi.
housetop house.top haus'tap isim dam.
housewarming house.warm.ing haus'wôrmîng isim yeni eve taşınanlar
tarafından dostlarına verilen ziyafet.
housewife house.wife haus'wayf isim (housewives) 1. ev hanımı.
2. İngiliz İngilizcesi dikiş kutusu.
housework house.work haus'wırk isim ev işi.
housing project toplu konut.
housing hous.ing hau'zîng isim 1. iskân. 2. evler. 3. barınacak
yer. 4. makine kutu, mahfaza.
hove hove hov fiil bakınız heave
hovel hov.el h^v'ıl, hav'ıl isim 1. açık ağıl. 2. harap kulübe.
hover hov.er h^v'ır, hav'ır fiil 1. fazla hareket etmeden
üzerinde ve etrafında uçmak. 2. etrafında dolaşıp
durmak. 3. tereddüt etmek.
hovercraft hov.er.craft h^v'ırkräft isim hoverkraft.
How about coming with us? Bizimle gelmeye ne dersin?
How about it? Ne dersiniz?
How are you? Nasılsınız?
How did he measure up? O, diğerlerine göre nasıldı?
How do you do? Nasılsınız?
How goes it? Ne var ne yok?/Ne âlemdesiniz?/İşler nasıl?
How good of you! Çok naziksiniz.
How is it going? Ne var ne yok?/Ne âlemdesiniz?/İşler nasıl?
how much ne kadar: No matter how much I try, I just can't do it.
Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, yine de yapamam.

625
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

How much money do you need? Ne kadar para lazım


sana? 2. kaça, ne kadar: How much is that computer? O
bilgisayar kaça?
How old are you? Kaç yaşındasın?/Yaşın kaç?
How so? Niçin?/Nasıl olabilir?
how how hau zarf 1. nasıl: How did it happen? Nasıl oldu?
How will he do this? Bunu nasıl yapacak? How does it
work? Nasıl çalışıyor? 2. ne kadar: How long must I
wait? Ne kadar beklemem gerekiyor? How much did
you pay for that? Ona ne kadar ödedin? 3. kaç: How old
are you? Kaç yaşındasın?/Yaşın kaç? How many kilos
of meat did you buy? Kaç kilo et aldın? "How old will
Murat, who was born on 3 June 3778, be on 3 June
3775?" "He will be 5 years old." "3 Haziran 3778'da
doğan Murat, 3 Haziran 3775'te 5 yaşında olacak?" "5
yaşında olacak." isim yapma tarzı.
however how.ev.er hawev'ır zarf 1. bununla birlikte, ama, fakat.
2. ne kadar.
howl howl haul fiil ulumak; inlemek. isim uluma, inleme.
howler howl.erisim, konuşma dili gülünç hata, budalaca
yanlışlık.
How's it going? İşler nasıl gidiyor?
hr. hr.kısaltma hour
hrs. hrs.kısaltma hours
ht. ht.kısaltma «heat» height
hub hub h^b isim 1. poyra, tekerlek göbeği. 2. (of) merkez.
hubble-bubble hub.ble-bub.ble h^b'ıl.b^b'ıl isim nargile.
hubbub hub.bub h^b'^b isim gürültü.
hubby hub.by h^b'i isim, konuşma dili koca, eş.
hubcap hub.cap h^b'käp isim, otomotiv qant kapağı.
huckleberry huck.le.ber.ry h^k'ılberi isim kamburüzüm.
huckster huck.ster h^k'stır isim 1. parlak reklamlarla bir şeyi
satmaya/yutturmaya çalışan kimse, çığırtkan. 2. başlıca

626
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

amacı para kazanmak olan kimse, tüccar. 3. seyyar


satıcı.
huddle hud.dle h^d'ıl fiil 1. bir araya sıkışmak. 2. birbirine
sokulup sarılmak.
hue and cry protesto, yuhalama.
hue hue hyu isim 1. renk tonu. 2. renk.
huff huff h^f isim öfke.
hug hug h^g fiil (hugged, hugging) 1. kucaklamak,
sarılmak. 2. bağrına basmak, sımsıkı tutmak. 3.
benimsemek. isim kucaklama, sarılma.
huge huge hyuc sıfat çok iri, kocaman, muazzam.
huh huh h^ ünlem 1. Ne? 2. Ne olacak, ...! (Küçümseme
belirtir.).
hulk hulk h^lk isim 1. hurda gemi. 2. çok büyük ve kaba
gemi. 3. iri ve hantal kimse veya şey.
hulking hulk.ingsıfat 1. iriyarı ve hantal. 2. lenduha gibi.
hull hull h^l isim 1. fındık v.b.'nin dış kabuğu. 2. kuru
tekne. fiil kabuğunu ayıklamak.
hum hum h^m fiil (hummed, humming) 1. vızıldamak. 2.
(şarkı) mırıldanmak. 3. konuşma dili faaliyette olmak:
The office was humming. Büroda herkes arı gibi
çalışıyordu.
human being insan, insanoğlu.
human nature insan tabiatı.
human race insan ırkı.
human rights insan hakları.
human hu.man hyu'mın sıfat insani, beşeri. isim insan.
humane hu.mane hyumeyn' sıfat insancı, insancıl, merhametli.
humanely hu.mane.lyzarf insanca, merhametle.
humanism hu.man.ism hyu'mınîzım isim hümanizm, insancılık.
humanist hu.man.ist hyu'mınîst isim hümanist.
humanitarian hu.man.i.tar.i.an hyumänıter'iyın sıfat iyiliksever,
insancı, insani. isim yardımsever kimse.
humanity hu.man.i.ty hyumän'ıti isim insanlık.

627
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

humankind hu.man.kind hyu'mınkaynd isim insanoğlu.


humanly hu.man.lyzarf insanca.
humble apology alçakgönüllülükle özür dileme.
humble someone's pride birinin kibrini kırmak.
humble hum.ble h^m'bıl sıfat 1. alçakgönüllü, mütevazı. 2.
hakir, âciz. fiil kibrini kırmak, burnunu kırmak.
humbleness hum.ble.nessisim alçakgönüllülük, tevazu.
humbly humblyzarf alçakgönüllülükle, tevazu ile.
humbug hum.bug h^m'b^g isim 1. yalan dolan; sahtekârlık;
dolap, hile. 2. sahtekâr.
humdinger hum.ding.er h^m'dîng'ır isim olağanüstü bir şey; harika
bir şey: That was one humdinger of a storm! O ne
fırtınaydı öyle!
humdrum hum.drum h^m'dr^m sıfat can sıkıcı, yeknesak, yavan.
humid hu.mid hyu'mîd sıfat yaş, rutubetli, nemli.
humidifier hu.mid.i.fi.er hyumîd'ıfayır isim nemlendirici,
rutubetlendirici.
humidify hu.mid.i.fy hyumîd'ıfay fiil nemlendirmek.
humidity hu.mid.i.tyisim rutubet, nem.
humidness hu.mid.nessisim rutubet, nem.
humiliate hu.mil.i.ate hyumîl'iyeyt fiil küçük düşürmek, çok
utandırmak.
humiliation hu.mil.i.a.tion hyumîliyey'şın isim küçük düşürme,
utandırma.
humility hu.mil.i.ty hyumîl'ıti isim alçakgönüllülük, tevazu.
hummingbird hum.ming.bird h^m'îngbırd isim sinekkuşu.
humongous hu.mon.gous hyumang'gıs sıfat, argo çok büyük,
kocaman.
humor hu.mor hyu'mır isim 1. komiklik. 2. nüktedanlık. 3.
mizah, güldürü. 4. keyif. 5. huy, tabiat. 6. kapris. fiil
ayak uydurmak, kaprisine boyun eğmek, suyuna
gitmek: You shouldn't humor that spoiled brat. O
şımarık veledin suyuna gitmemelisin.
humorist hu.mor.istisim 1. şakacı, nüktedan. 2. güldürü yazarı.

628
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

humorous hu.mor.oussıfat gülünç, komik, mizahi.


humour hu.mour hyu'mır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
humor
hump hump h^mp isim 1. kambur. 2. hörgüç. 3. tümsek yer,
tepe. fiil kamburlaştırmak.
humpback hump.back h^mp'bäk isim 1. kambur. 2. kambur kimse.
humph humph h^mf ünlem 1. Hım! 2. Hıh!
humus hu.mus hyu'mıs isim, bahçıvanlık humus.
hunch hunch h^nç fiil kamburlaştırmak. isim 1. kambur. 2.
konuşma dili önsezi, içe doğma.
hunchback hunch.back h^nç'bäk isim 1. kambur. 2. kambur kimse.
hundred hun.dred h^n'drîd sıfat yüz. isim yüz, yüz rakamı (388,
C).
hundredth hun.dredthsıfat yüzüncü. isim yüzde bir.
hundredweight hun.dred.weight h^n'drîdweyt isim 1. 388 libre (05,5
kg.). 2. İngiliz İngilizcesi 332 libre (yaklaşık 58 kg.).
hung jury kararında oybirliğine varamayan jüri.
hung hung h^ng fiil bakınız hang sıfat asılmış, asılı.
Hungarian Hun.gar.i.an h^nger'iyın isim, sıfat 1. Macar. 2.
Macarca.
Hungary Hun.ga.ry h^ng'gıri isim Macaristan.
hunger strike açlık grevi.
hunger hun.ger h^ng'gır isim açlık. fiil for -in hasretini
çekmek, -in özlemini duymak, -i şiddetle arzulamak.
hungrily hun.gri.lyzarf 1. açlıkla. 2. arzuyla.
hungry hun.gry h^ng'gri sıfat 1. aç, karnı acıkmış. 2. istekli. 3.
kuru, kıraç.
hunk hunk h^ngk isim, konuşma dili iri parça.
hunt down yakalayıncaya kadar peşini bırakmamak.
hunt out of season av mevsimi dışında avlanmak.
hunt up aramak, arayıp bulmak.
hunt hunt h^nt fiil 1. avlanmak; avlamak. 2. for -i aramak.
hunter hunt.erisim 1. avcı. 2. arayıcı. 3. av atı veya köpeği.

629
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hunting hunt.ing h^n'tîng isim avcılık. sıfat av: hunting dog av


köpeği. hunting knife av bıçağı.
hurdle hur.dle hır'dıl isim 1. (yarışlarda) engel, mania. 2.
çoğul engelli yarış.
hurdler hur.dlerisim engelli koşuya katılan yarışmacı.
hurl hurl hırl fiil 1. fırlatmak, savurmak. 2. (tehdit, küfür
v.b.) yağdırmak.
hurrah hur.rah hûrô' ünlem Yaşa! fiil "Yaşa!" diye bağırmak.
hurray hur.rayünlem, fiil bakınız hurrah
hurricane lamp rüzgâr feneri, gemici feneri.
hurricane hur.ri.cane hır'ıkeyn isim kasırga.
Hurry up! Acele et!/Çabuk ol!/Haydi!
hurry hur.ry hır'i fiil 1. acele etmek. 2. acele ile göndermek.
3. sıkıştırmak. isim acele, telaş.
hurt one's feelings gücendirmek, hatırını kırmak.
hurt hurt hırt isim 1. yara, bere. 2. acı, ağrı, sızı. fiil (hurt) 1.
incitmek, acıtmak, yaralamak. 2. acımak, ağrımak.
hurtful hurt.fulsıfat 1. zararlı. 2. incitici, acı veren.
hurtle hur.tle hır'tıl fiil 1. çarpmak. 2. hızla atılmak/fırlamak.
3. hızla fırlatmak.
husband hus.band h^z'bınd isim koca. fiil idare etmek, idareli
kullanmak.
husbandry hus.band.ry h^z'bındri isim 1. çiftçilik. 2. idarecilik. 3.
idareli kullanma.
hush money susmalık, sus payı.
hush up örtbas etmek, kapatmak.
hush hush h^ş isim derin sessizlik. fiil susmak; susturmak.
Hush! Susun!
hush-hush hush-hush h^ş'h^ş sıfat, konuşma dili çok gizli. isim
büyük gizlilik.
husk husk h^sk isim 1. mısır başağının dış yaprakları. 2.
(bazı tohum ve meyvelerde) dış kabuk, kapçık. 3. bir
şeyin işe yaramayan dış kısmı. fiil dış kabuğunu
çıkarmak.

630
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

husky husk.y h^s'ki sıfat 1. kabuklu. 2. boğuk, kısık (ses). 3.


konuşma dili iriyarı, üçlü kuvvetli. isim 1.
eskimoköpeği. 2. güçlü kuvvetli kimse.
hussy hus.sy h^z'i, h^s'i isim 1. ahlaksız kadın. 2. civelek kız,
fındıkçı.
hustle and bustle hareketlilik, koşuşturma.
hustle someone into birini apar topar (bir yere) sokmak.
hustle someone off to birini apar topar (bir yere) götürmek.
hustle someone out of birini apar topar (bir yerden) çıkarmak.
hustle hus.tle h^s'ıl isim bakınız hustle and bustle get a hustle
on fiil, konuşma dili 1. acele etmek, çabuk olmak; iki
ayağını bir pabuca sokmak, acele ettirmek. 2. gözünü
dört açıp çok çalışmak. 3. fahişelik yapmak.
hustler hus.tler h^s'lır isim, konuşma dili 1. üçkâğıtçı,
numaracı, dümenci, hileci. 2. fahişe. 3. gözünü dört açıp
çok çalışan kimse.
hut hut h^t isim 1. kulübe. 2. asker barakası.
hutch hutch h^ç isim tavşan kafesi.
hyacinth hy.a.cinth hay'ısînth isim sümbül.
hyaena hy.ae.naisim bakınız hyena
hybrid hy.brid hay'brîd isim melez hayvan veya bitki, hibrit.
sıfat melez, hibrit.
hybridise hy.brid.ise hay'brîdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
hybridize
hybridization hy.brid.i.za.tion haybrîdîzey'şın isim melezleşme,
hibritleşme.
hybridize hy.brid.ize hay'brîdayz fiil melezlemek; melezleşmek.
hydrangea hy.dran.gea haydreyn'cı, haydrän'cı isim, botanik
ortanca.
hydrant hy.drant hay'drınt isim yangın musluğu.
hydrate hy.drate hay'dreyt isim hidrat. fiil su ile karıştırarak
bileşik meydana getirmek.
hydraulic hy.drau.lic haydrô'lîk sıfat hidrolik.
hydraulics hy.drau.licsisim hidrolik.

631
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hydro- hydro-önek suya ait, hidro-.


hydrobiology hy.dro.bi.ol.o.gy haydrobayal'ıci isim hidrobiyoloqi.
hydrocarbon hy.dro.car.bon haydrıkar'bın isim, kimya hidrokarbon.
hydrocephalic hy.dro.ce.phal.ic haydrosıfäl'îk sıfat, isim, tıbbi
hidrosefal.
hydrocephalus hy.dro.ceph.a.lus haydrısef'ılıs isim, tıbbi hidrosefali.
hydrocephaly hy.dro.ceph.a.lyisim, tıbbi hidrosefali.
hydrochloric acid hidroklorik asit.
hydrochloric hy.dro.chlo.ric haydrıklôr'îk sıfat klorhidrik.
hydrodynamic hy.dro.dy.nam.ic haydrodaynäm'îk sıfat hidrodinamik.
hydrodynamics hy.dro.dy.nam.icsisim hidrodinamik.
hydroelectric hy.dro.e.lec.tric hay'drowilek'trîk sıfat hidroelektrik.
hydrofoil hy.dro.foil hay'drıfoyl isim deniz otobüsü.
hydrogen bomb hidrojen bombası.
hydrogen peroxide hidrojen peroksit; oksijenli su.
hydrogen hy.dro.gen hay'drıcın isim hidroqen.
hydrologist hy.drol.o.gist haydral'ıcîst isim hidrolog, subilimci.
hydrology hy.drol.o.gy haydral'ıci isim hidroloqi, subilim.
hydrolysis hy.drol.y.sis haydral'ısîs isim hidroliz.
hydromechanics hy.dro.me.chan.ics haydromıkän'îks isim
hidromekanik.
hydrometer hy.drom.e.ter haydram'ıtır isim hidrometre, suölçer.
hydrophobia hy.dro.pho.bi.a haydrıfo'biyı isim hidrofobi, su
korkusu.
hydroplane hy.dro.plane hay'drıpleyn isim deniz uçağı, suya
inebilen uçak.
hydroponics hy.dro.pon.ics haydrıpan'îks isim su içinde bitki
yetiştirme.
hydrosphere hy.dro.sphere hay'drısfîr isim hidrosfer, suküre,
suyuvarı.
hydrotherapy hy.dro.ther.a.py haydrıther'ıpi isim hidroterapi, su
tedavisi.
hyena hy.e.na hayi'nı isim sırtlan.
hygiene hy.giene hay'cin isim hiqyen, sağlık bilgisi.

632
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hygienic hy.gien.icsıfat hiqyenik, sağlıksal.


hygrometer hy.grom.e.ter haygram'ıtır isim higrometre.
hygroscope hy.gro.scope hay'grıskop isim higroskop.
hymen hy.men hay'mın isim, anatomi kızlık zarı.
hymn hymn hîm isim ilahi. fiil ilahi okumak; ilahi okuyarak
kutlamak veya ifade etmek.
hyper- hyper-önek aşırı, yüksek, hiper-.
hyperbola hy.per.bo.la haypır'bılı isim, geometri
(hyperbolae/hyperbolas) hiperbol.
hyperbole hy.per.bo.le haypır'bıli isim abartma, mübalağa.
hyperbolic hy.per.bol.ic haypırbal'îk sıfat, geometri hiperbolik.
hyperbolical hy.per.bol.i.cal haypırbal'îkıl sıfat abartmalı.
hyperboloid hy.per.bo.loid haypır'bıloyd isim, geometri hiperboloit.
hyperboloidal hy.per.bo.loi.dal haypırbıloy'dıl sıfat, geometri 1.
hiperboloidal. 2. hiperboloit.
hypercritical hy.per.crit.i.cal haypırkrît'îkıl sıfat aşırı derecede
eleştiren.
hypersensitive hy.per.sen.si.tive haypırsen'sıtîv sıfat 1. aşırı duyarlı. 2.
alerjik.
hypertension hy.per.ten.sion haypırten'şın isim, tıbbi hipertansiyon,
yüksek tansiyon.
hyperthermia hy.per.ther.mi.a haypır.thır'miyı isim hipertermi.
hypertrophy hy.per.tro.phy haypır'trıfi isim, tıbbi hipertrofi, irileşim,
irileşme. fiil, tıbbi irileşmek.
hyphen hy.phen hay'fın isim, dilbilgisi tire, kısa çizgi.
hyphenate hy.phen.ate hay'fıneyt fiil, dilbilgisi tire ile birleştirmek
veya ayırmak.
hyphenated hy.phen.at.edsıfat, dilbilgisi tireli.
hypnosis hyp.no.sis hîpno'sîs isim ipnoz, hipnoz.
hypnotic hyp.not.ic hîpnat'îk sıfat uyutucu. isim uyuşturucu.
hypnotise hyp.no.tise hîp'nıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
hypnotize
hypnotism hyp.no.tismisim ipnotizma, hipnotizma.
hypnotist hyp.no.tistisim ipnotizmacı.

633
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hypnotize hyp.no.tize hîp'nıtayz fiil ipnotize etmek.


hypochondria hy.po.chon.dri.a haypıkan'driyı isim, tıbbi hastalık
hastalığı.
hypochondriac hy.po.chon.dri.acisim hastalık hastası.
hypocrisy hy.poc.ri.sy hîpak'rısi isim ikiyüzlülük.
hypocrite hyp.o.crite hîp'ıkrît isim ikiyüzlü kimse.
hypocritical hyp.o.crit.i.calsıfat ikiyüzlü.
hypodermic needle tıbbi 1. enqektör iğnesi. 2. enjektör, iğne.
hypodermic syringe tıbbi 1. enqektör, iğne. 2. enjektör şırıngası.
hypodermic hy.po.der.mic haypıdır'mîk sıfat, tıbbi hipodermik.
hypoglycemia hy.po.gly.ce.mi.a haypoglaysi'miyı isim, tıbbi
hipoglisemi.
hypotension hy.po.ten.sion haypıten'şın isim hipotansiyon.
hypotenuse hy.pot.e.nuse haypat'ınus isim, geometri hipotenüs.
hypothesis hy.poth.e.sis haypath'ısîs isim varsayım, hipotez,
faraziye.
hypothetical hy.po.thet.i.calsıfat varsayımlı, varsayımsal, hipotetik,
farazi.
hypothetically hy.po.thet.i.cal.lyzarf varsayımlı olarak.
hyssop hys.sop hîs'ıp isim, botanik çördükotu, zufaotu.
hysteria hys.te.ri.a hîstîr'iyı, hîster'iyı isim isteri, histeri.
hysteric hys.ter.ic hîster'îk sıfat bakınız hysterical
hysterical hys.ter.i.cal hîster'îkıl sıfat 1. isterik, histerik. 2. çok
komik: a hysterical joke çok komik bir şaka.
hysterically funny çok komik.
hysterically hys.ter.i.cal.lyzarf 1. çılgınca, deli gibi. 2. isterik bir
şekilde.
hysterics hys.ter.ics hîster'îks isim isteri nöbeti.
I am inclined to think .... .. düşünme eğilimindeyim.
I am much obliged. Çok minnettarım.
I am proud to know him. Onu tanımakla iftihar ediyorum.
I beg your pardon. Affedersiniz.
I can't make head or tail of it. Hiçbir şey anlayamıyorum./İşin içinden çıkamıyorum.
I can't make heads or tails of it. Ondan hiçbir şey anlayamıyorum.

634
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

I couldn't help smiling. Kendimi gülümsemekten alamadım.


I dare say herhalde, zannedersem: You, I dare say, will be late.
Sen herhalde geç kalırsın.
I dare you. Haydi yap bakalım.
I don't doubt that Hiç kuşkum yok ki ....
I don't feel like myself. İyi değilim./Keyfim yok.
I don't give a darn. Bana vız gelir.
I don't give a toot! Bana ne!/Bana vız gelir!
I don't have the foggiest idea. Hiç fikrim yok.
I don't like the sound of it. Bana iyi bir şey gibi gelmiyor.
I don't think he's all there. Bence bir tahtası eksik.
I doubt whether .... .. pek sanmam. ... pek sanmıyorum.
I feel like resting. Canım dinlenmek istiyor.
I feel refreshed. Kendime geldim.
I for one do not believe it. Kendi hesabıma ben inanmıyorum.
I had better go. Gitsem iyi olacak.
I had him there. O noktada onu mat ettim.
I had rather go. Gitmeyi tercih ederim.
I have conceived a dislike for him. Ona karşı içimde bir nefret uyandı.
I have confidence in him. Ona güvenirim. Ona itimadım var.
I have had enough of him. Burama kadar geldi.
I have no idea. Hiçbir fikrim yok.
I haven't a penny to my name. Hiç param yok.
I haven't seen hide or hair of him. İzi tozu yok.
I heard it on the grapevine. konuşma dili Kulağıma geldi.
I hope nothing's wrong. İnşallah kötü bir şey yok/yoktur.
I hope so. İnşallah./Umarım öyle olur.
I kind of expected it. Bunu biraz da bekliyordum.
I myself am doubtful. Ben bile kuşkulanıyorum.
I never saw the likes of it. Benzerini hiç görmedim.
I paid through the nose for it. Bana çok pahalıya mal oldu.
I say. İngiliz İngilizcesi, konuşma dili Bana bak!
I should have liked ... .. isterdim. I should have liked you to have known her.
Onu tanımış olmanızı isterdim.

635
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

I should have thought ... .. zannederdim. I should have thought her to be older.
Daha yaşlı olduğunu zannederdim.
I should like ... .. istiyorum. I should like to tell you I'm sorry. Senden
özür dilemek istiyorum. I'd like to buy a novel. Roman
almak istiyorum.
I should say so! Hem de nasıl!
I should say so. Öyle zannediyorum./Herhalde.
I should think so. Öyle zannediyorum./Herhalde.
I shouldn't think so. Zannetmiyorum.
I swear .... Bir sözü pekiştirmek için kullanılır: I swear I didn't do
it! Vallahi yapmadım!
I think he would rather die! Bence ölmeyi tercih eder!
I think so. Öyle zannediyorum.
I thought as much. Zaten bunu bekliyordum./Hiç şaşırmadım.
I treated myself to a new dress. Paraya kıyıp kendime yeni bir elbise aldım.
I want no more of it. Bu kadarı yeter./Sözü uzatma.
I warrant you .... Sizi temin ederim ki ....
I was under the impression that .... Öyle zannediyordum ki .... Bana öyle geliyordu ki ....
I will not labor the point. İşin ayrıntılarına girmeyeceğim.
I won't hear of it. Kabul etmem.
I would not know! Ne bileyim ben!
I wouldn't know. Hiçbir bilgim yok./Bilmiyorum.
I wouldn't touch that with a ten-foot pole. Ona hiç yaklaşmam.
I I, i ay isim İ, İngiliz alfabesinin dokuzuncu harfi.
i.e. i.e. ay'i' kısaltma id est yani, demek ki.
ice age buzul devri.
ice cream cone dondurma külahı.
ice cream dondurma.
ice cube küçük buz kalıbı.
ice field isfilt.
ice hockey spor buz hokeyi.
ice pack buz torbası.
ice pick buz kıracağı.
ice rink buz pateni alanı.

636
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ice ice ays isim 1. buz. 2. buzlu şerbetten yapılan tatlı. fiil
1. dondurmak; donmak. 2. (over/up) buzlanmak. 3.
buzda soğutmak. 4. üzerine krema sürmek. 5. argo
öldürmek.
iceberg ice.berg ays'bırg isim aysberg, buzdağı.
icebound ice.bound ays'baund sıfat 1. etrafı buzlarla çevrili
(gemi). 2. buzlarla kaplı, buz tutmuş (liman).
icebox ice.box ays'baks isim, konuşma dili buzdolabı.
icebreaker ice.break.er ays'breykır isim buzkıran.
icecap ice.cap ays'käp isim buzul.
ice-cold ice-cold ays'kold' sıfat buz gibi.
ice-cream soda üstüne soda dökülmüş dondurma.
iced icedsıfat 1. buzlu: iced tea buzlu çay. 2. üzerine krema
sürülmüş (pasta, kek).
iced-tea spoon uzun saplı tatlı kaşığı.
iced-tea iced-tea ayst'ti sıfat bakınız iced-tea spoon
Iceland Ice.land ays'lınd isim İzlanda.
Icelander isim İzlandalı.
Icelandic Ice.lan.dic ayslän'dîk isim İzlandaca. sıfat 1. İzlanda,
İzlanda'ya özgü. 2. İzlandaca. 3. İzlandalı.
icicle i.ci.cle ay'sîkıl isim buz, saçak buzu, buz saçağı, buz
salkımı, kar dişi.
icing ic.ing ay'sîng isim (pasta ve kek üzerine sürülen) krema
v.b.
icon i.con ay'kan isim ikona, ikon.
iconoclasm i.con.o.clasm aykan'ıkläzım isim 1. yerleşmiş inanç,
gelenek veya kurumlara karşı çıkma/saldırma. 2. tarih
büyük harf ile ikonoklazm, ikon kırıcılık.
iconoclast i.con.o.clast aykan'ıkläst isim 1. yerleşmiş inanç,
gelenek veya kurumlara karşı çıkan/saldıran kimse. 2.
tarih büyük harf ile ikonoklast, ikon kırıcı.
iconoclastic i.con.o.clas.tic aykanıkläs'tîk sıfat 1. yerleşmiş inanç,
gelenek veya kurumlara karşı çıkan/saldıran. 2. tarih
büyük harf ile ikonoklast, ikon kırıcı.

637
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

icy i.cy ay'si sıfat 1. buz gibi. 2. buzlu, buz kaplı.


ID card ID card ay'di' card kimlik kartı, kimlik.
I'd just as soon ... -i tercih etmek. I'd just as soon stay here. Burada
kalmayı tercih ederim. "Will you come with us?" "I'd
just as soon not." "Bizimle gelir misin?"
"Gelmeyeyim."
I'd sooner die! Ölmeyi tercih ederim!
I'd I'd ayd kısaltma 1. I had . 2. I would/should .
idea i.de.a aydi'yı isim fikir, düşünce.
ideal i.de.al aydi'yıl, aydil' isim ideal, ülkü. sıfat 1. ideal,
ülküsel. 2. ideal, mükemmel.
idealise i.de.al.ise aydi'yılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
idealize
idealism i.de.al.ism aydi'yılîzım isim, felsefe idealizm,
ülkücülük.
idealist i.de.al.ist aydi'yılîst isim idealist, ülkücü.
idealistic i.de.al.is.ticsıfat idealist, ülkücü.
idealize i.de.al.ize aydi'yılayz fiil idealleştirmek.
ideally i.de.al.lyzarf ideal olarak.
idée fixe i.dée fixe idey' fiks' saplantı, sabit fikir, idefiks.
identical i.den.ti.cal ayden'tîkıl sıfat aynı, bir, tıpkı, özdeş.
identically i.den.ti.cal.lyzarf aynen, aynı şekilde.
identification tag askeri (kolye zincirine takılı) künye.
identify with ile bir tutmak. 2. ile özdeşleştirmek.
identify i.den.ti.fy ayden'tıfay fiil 1. tanılamak, teşhis etmek. 2.
tanımak, teşhis etmek, kimliğini saptamak.
identity card kimlik belgesi, kimlik cüzdanı.
identity crisis kimlik bunalımı.
identity disk askeri künye.
identity i.den.ti.ty ayden'tıti isim 1. kimlik, hüviyet. 2. özdeşlik.
ideological i.de.ol.o.gicalsıfat ideoloqik.
ideologist i.de.ol.o.gistisim ideolog.
ideology i.de.ol.o.gy îdiyal'ıci, aydiyal'ıci isim ideoloqi.

638
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

idiom id.i.om îd'iyım isim 1. deyim, tabir. 2. (bir gruba özgü)


dil, ağız.
idiomatic id.i.om.at.icsıfat (bir dilin) ifade tarzına uygun.
idiomatically id.i.om.at.i.cal.lyzarf (bir dilin) ifade tarzına uygun
olarak.
idiosyncracy id.i.o.syn.cra.cy îdiyısîng'krısi isim 1. kişisel özellik. 2.
mizaç, huy.
idiot id.i.ot îd'iyıt isim 1. geri zekâlı. 2. ahmak, alık.
idiotic id.i.ot.ic îdiyat'îk sıfat ahmak.
idle away time zaman öldürmek.
idle hours boş vakit.
idle i.dle ay'dıl sıfat 1. işsiz, aylak. 2. tembel. 3. boş, asılsız
(söz, vaat, tehdit). 4. boşta, işlemeyen (makine). 5. boş
(vakit). fiil (motor) rölantide/avarada çalışmak.
idler gear avara dişlisi.
idler wheel avara kasnağı.
idler i.dlerisim 1. boş gezen kimse. 2. makine avara dişlisi.
3. makine avara kasnağı.
idol i.dol ay'dıl isim 1. put, sanem. 2. çok sevilen kimse
veya şey.
idolater i.dol.a.ter aydal'ıtır isim putperest.
idolatry idol.a.tryisim putperestlik.
idolise i.dol.ise ay'dılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız idolize
idolize i.dol.ize ay'dılayz fiil 1. tapınmak. 2. putlaştırmak.
idyl i.dyl ay'dıl isim bakınız idyll
idyll i.dyll ay'dıl isim idil.
idyllic idyl.licsıfat 1. pastoral. 2. hoş ve sakin.
if ever şayet.
If he hasn't done it again! Hay Allah, yine aynı şeyi yaptı.
If I only knew! Keşke bilseydim!
If it weren't for you .... Siz olmasaydınız ....
If it's just the same to ... .. için farketmezse. If it's just the same to you, I'll go
with them. Senin için farketmezse, onlarla giderim.
if need be gerekirse.

639
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

if not aksi takdirde, değilse, olmazsa.


if only keşke: If only I had known. Keşke bilseydim.
if perchance eğer, şayet.
if push comes to shove çok gerekirse.
if worst comes to worst en kötü ihtimal gerçekleşecek olursa/gerçekleşirse: If
worst comes to worst, we can always live in the cave.
En kötü ihtimal gerçekleşecek olursa mağarada
yaşayabiliriz.
If you don't like it you can lump it. konuşma dili Beğensen de bir, beğenmesen de.
If you don't mind, .... Müsaade ederseniz .../İzin verirseniz .../İzninizle ....
if you please lütfen, rica ederim. 2. isterseniz.
if if îf bağlaç eğer, ise, şayet. isim şart.

iffy if.fy îf'i sıfat, konuşma dili şüpheli; belirsiz.


igneous ig.ne.ous îg'niyıs sıfat püskürük (kütle).
ignite ig.nite îgnayt' fiil tutuşturmak, yakmak, ateşlemek;
tutuşmak, yanmak, ateş almak.
ignition key otomotiv kontak anahtarı.
ignition switch otomotiv kontak, ateşleme düzeninin açılıp kapanmasını
sağlayan aygıt.
ignition ig.ni.tion îgnîş'ın isim 1. tutuşma; tutuşturma, ateşleme.
2. otomotiv ateşleme tertibatı.
ignoble ig.no.ble îgno'bıl sıfat 1. alçak, aşağılık, bayağı. 2.
soysuz, şerefsiz.
ignominious ig.no.min.i.ous îgnımîn'iyıs sıfat 1. alçakça,
namussuzca. 2. yüz kızartıcı.
ignominy ig.no.min.y îg'nımîni isim rezalet, alçaklık.
ignoramus ig.no.ra.mus îgnırey'mıs isim cahil.
ignorance ig.no.rance îg'nırıns isim bilgisizlik, cehalet, cahillik.
ignorant ig.no.rantsıfat bilgisiz, cahil.
ignore ig.nore îgnor' fiil 1. aldırmamak, boş vermek. 2.
bilmezlikten gelmek.
iguana i.gua.na îgwa'nı isim iguana, hintkertenkelesi.
ileum il.e.um îl'iyım isim, anatomi (ilea) kıvrım bağırsak.

640
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ilex i.lex ay'leks isim 1. pırnal, pırnar, yeşilmeşe. 2.


çobanpüskülü.
ill at ease huzursuz, içi rahat olmayan.
I'll be buggered! Hay Allah!
I'll be damned! Olur şey değil!/Allah Allah!
I'll bet .... Bahse girerim ki ....
I'll come in a minute or two. Bir iki dakikaya kadar geleceğim.
I'll go along now. Gidiyorum artık.
I'll have his head! konuşma dili Kellesini uçuracağım!/Derisini
yüzeceğim!
I'll have his hide! konuşma dili Kellesini uçuracağım!/Derisini
yüzeceğim!
ill humor ters huy, aksi mizaç.
ill will düşmanlık, husumet; kin, garaz.
I'll I'll ayl kısaltma I will/shall .
ill ill îl sıfat (worse, worst) 1. hasta, rahatsız. 2. kötü, fena.
3. ters, uğursuz. isim kötülük, fenalık, zarar.
ill-adapted ill-adaptedsıfat uymayan, uygun olmayan.
ill-advised ill-ad.visedsıfat yanlış, sakıncalı.
ill-disposed ill-disposedsıfat 1. kötü huylu. 2. düzensiz.
illegal il.le.gal îli'gıl sıfat 1. yasadışı, illegal. 2. yolsuz.
illegibility il.leg.i.bil.i.tyisim okunaksızlık.
illegible il.leg.i.ble îlec'ıbıl sıfat okunaksız.
illegitimate il.le.git.i.mate îlîcît'ımît sıfat 1. gayri meşru, evlilikdışı.
2. yasadışı, yolsuz.
ill-fated ill-fat.edsıfat bahtsız, talihsiz.
ill-gotten gains haksız kazanç.
illiberal il.lib.er.al îlîb'ırıl sıfat 1. cimri. 2. dar görüşlü. 3.
kültürsüz, bilgisiz.
illicit il.lic.it îlîs'ît sıfat 1. yasadışı. 2. haram; caiz olmayan.
illiterate il.lit.er.ate îlît'ırît sıfat okumamış, kara cahil, okuma
yazma bilmeyen.
ill-mannered ill-man.neredsıfat terbiyesiz, kaba.
ill-natured ill-na.turedsıfat huysuz, ters, serkeş.

641
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

illness ill.ness îl'nîs isim hastalık, rahatsızlık.


illogical il.log.i.cal îlac'îkıl sıfat mantıksız, mantığa aykırı.
ill-omened ill-omenedsıfat uğursuz.
ill-starred ill-starredsıfat bahtı kara, talihsiz.
ill-timed ill-timedsıfat vakitsiz, zamansız, mevsimsiz.
ill-treat ill-treatfiil kötü davranmak.
illuminate il.lu.mi.nate îlu'mıneyt fiil 1. aydınlatmak,
ışıklandırmak. 2. (kitap veya yazıyı) tezhip etmek. 3.
(birini veya bir konuyu) aydınlatmak.
illuminating illuminatingsıfat aydınlatıcı.
illumination il.lu.mi.na.tionisim 1. aydınlatma. 2. tezhip.
illusion il.lu.sion îlu'qın isim 1. yanılsama, illüzyon. 2. hayal.
illusive il.lu.sive îlu'sîv sıfat aldatıcı, asılsız.
illusory il.lu.so.ry îlu'sıri sıfat aldatıcı, asılsız.
illustrate il.lus.trate îl'ıstreyt fiil 1. örneklemek. 2. resimlemek.
illustration il.lus.tra.tion îlıstrey'şın isim 1. örnek. 2. resim,
illüstrasyon.
illustrative il.lus.tra.tive îl^s'trıtîv sıfat örnekleyen.
illustrator il.lus.tra.torisim çizer, illüstratör.
illustrious il.lus.tri.ous îl^s'triyıs sıfat 1. ünlü, meşhur. 2. şanlı,
şerefli.
illuvium il.lu.vi.um îlu'viyım isim, jeoloji (illuvia/illuviums)
ilüvyon.
ILO ILO ay'el'o' kısaltma International Labor Organization .
I'm buggered! Pestilim çıktı!/ Bittim!
I'm on the horns of a dilemma. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık.
I'm pleased to meet you. Tanıştığımıza memnun oldum.
I'm surprised at you. Yaptığına şaşırıyorum. 2. Aşkolsun!
I'm willing to bet .... Bahse girerim ki ....
I'm I'm aym kısaltma I am .
image im.age îm'îc isim 1. imaq. 2. görüntü. 3. hayal, imge. 4.
put.
imagery isim betimleme.

642
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

imaginable im.ag.i.na.ble îmäc'ınıbıl sıfat hayal edilebilir, göz


önüne getirilebilir.
imaginary im.ag.i.nar.y îmäc'ıneri sıfat imgesel, hayal ürünü,
hayali.
imagination im.ag.i.na.tion îmäcıney'şın isim 1. hayal gücü. 2.
imgelem. 3. hayal. 4. kuruntu.
imaginative im.ag.i.na.tive îmäc'ınıtîv sıfat 1. hayal gücü kuvvetli,
yaratıcı. 2. iyi planlanmış.
imaginatively im.ag.i.na.tive.lyzarf hayal gücüne dayanarak.
imagine im.ag.ine îmäc'în fiil 1. hayal etmek, imgelemek;
tasarımlamak. 2. sanmak, zannetmek.
imagism im.ag.ism îm'ıcîzım isim imgecilik.
imagist im.ag.ist îm'ıcîst isim, sıfat imgeci.
imbalance im.bal.ance îmbäl'ıns isim dengesizlik.
imbecile im.be.cile îm'bısîl sıfat, isim budala, ahmak, aptal.
imbecility imbecilityisim budalalık, ahmaklık, aptallık.
imbibe im.bibe îmbayb' fiil 1. içmek. 2. soğurmak, emmek. 3.
öğrenmek, kapmak; özümsemek.
imbue im.bue îmbyu' fiil with (fikir) aşılamak.
IMF IMF ay'em'ef' kısaltma the International Monetary
Fund
imitate im.i.tate îm'ıteyt fiil 1. taklit etmek, taklidini yapmak.
2. (birini) örnek almak.
imitation im.i.ta.tion îmıtey'şın isim 1. taklit. 2. taklit etme.
immaculate im.mac.u.late îmäk'yılît sıfat 1. lekesiz, tertemiz. 2.
kusursuz.
immaculately im.mac.u.late.lyzarf lekesiz olarak, tertemiz bir şekilde.
immanence im.ma.nence îm'ınıns isim, felsefe içkinlik.
immanent im.ma.nent îm'ınınt sıfat, felsefe içkin.
immaterial im.ma.te.ri.al îmıtîr'iyıl sıfat 1. önemsiz. 2. konu dışı.
3. maddi olmayan.
immature im.ma.ture îmıçûr' sıfat 1. olgunlaşmamış. 2. ham,
olmamış. 3. toy, gelişmemiş.

643
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

immaturity im.ma.tur.i.tyisim 1. olgun olmama. 2. hamlık. 3.


toyluk.
immeasurable im.meas.ur.a.ble îmeq'ırıbıl sıfat ölçülemez;
ölçülemeyecek kadar büyük/çok, tahmin edilemeyecek
boyutlarda; sonsuz.
immediate cause (bir şeye) doğrudan yol açan neden.
immediate im.me.di.ate îmi'diyît sıfat 1. şimdiki. 2. acil. 3. yakın.
immediately im.me.di.ate.lyzarf 1. hemen, derhal. 2. doğrudan
doğruya.
immense im.mense îmens' sıfat çok büyük, kocaman; uçsuz
bucaksız.
immensely im.mense.lyzarf gayet, pek çok.
immensity im.men.si.ty îmen'sıti isim çok büyük olma; uçsuz
bucaksız olma.
immerse im.merse îmırs' fiil daldırmak, suya batırmak.
immersed in thought dalgın, derin düşüncelere dalmış.
immersion im.mer.sion îmır'qın, îmır'şın isim dalma, batma;
daldırma, batırma.
immigrant im.mi.grant îm'ıgrınt isim göçmen, muhacir.
immigrate im.mi.grate îm'ıgreyt fiil göç etmek.
immigration im.mi.gra.tionisim göç etme.
imminent im.mi.nent îm'ınınt sıfat yakında olmasından korkulan,
yakın.
immobile im.mo.bile îmo'bıl sıfat 1. kımıldatılamaz. 2.
hareketsiz.
immobilise im.mo.bi.lise îmo'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
immobilize
immobility im.mo.bilityisim hareketsizlik.
immobilize im.mo.bi.lize îmo'bılayz fiil kımıldayamaz duruma
getirmek, tespit etmek.
immoderate im.mod.er.ate îmad'ırît sıfat aşırı, ölçüsüz.
immodest im.mod.est îmad'îst sıfat 1. utanmaz, arsız. 2. açık
saçık. 3. haddini bilmez.

644
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

immoral im.mor.al îmôr'ıl sıfat 1. ahlaksız, edepsiz. 2. ahlaka


aykırı.
immorality im.mo.ral.i.tyisim ahlaksızlık.
immortal im.mor.tal îmôr'tıl sıfat ölümsüz, ebedi, sonsuz. isim
ölümsüz varlık.
immortalise im.mor.tal.ise îmôr'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
immortalize
immortality im.mor.tal.i.ty îmôrtäl'îti isim ölümsüzlük.
immortalize im.mor.tal.ize îmôr'tılayz fiil ölümsüzleştirmek,
ebedileştirmek.
immovable im.mov.a.ble îmu'vıbıl sıfat 1. kımıldamaz, yerinden
oynamaz, sabit. 2. değişmez. 3. kolay etkilenmez. 4.
hukuk gayri menkul, taşınmaz.
immune im.mune îmyun' sıfat to -e karşı bağışık; from/to -den
muaf.
immunise im.mu.nise îm'yınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
immunize
immunity im.mu.ni.ty îmyu'nıti isim 1. bağışıklık. 2. hukuk
dokunulmazlık.
immunize im.mu.nize îm'yınayz fiil (against) (-e karşı) bağışık
kılmak.
immutable im.mu.ta.ble îmyu'tıbıl sıfat değişmez, sabit.
imp imp împ isim 1. küçük şeytan. 2. afacan çocuk,
şeytanın art ayağı.
impact im.pact îm'päkt isim 1. vuruş. 2. çarpışma. 3. etki. fiil
sıkıştırmak, pekiştirmek.
impacted tooth dişçilik çene kemiğine kaynamış diş.
impair im.pair împer' fiil bozmak, zayıflatmak.
impale im.pale împeyl' fiil kazıklamak, kazığa oturtmak,
kazığa vurmak.
impart im.part împart' fiil 1. (to) (-e) bildirmek, söylemek. 2.
to -e vermek.
impartial im.par.tial împar'şıl sıfat tarafsız, yansız.
impartiality im.par.ti.al.i.ty împarşiyäl'ıti isim tarafsızlık, yansızlık.

645
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

impassable im.pass.a.ble împäs'ıbıl sıfat geçilmez, aşılmaz, geçit


vermez.
impasse im.passe îm'päs, împäs' isim çıkmaz, açmaz,
kördüğüm.
impassion im.pas.sion împäş'ın fiil 1. hırslandırmak, kızdırmak,
çileden çıkarmak. 2. coşturmak, heyecanlandırmak.
impassioned im.pas.sionedsıfat ateşli, coşkulu, heyecanlı.
impassive im.pas.sive împäs'îv sıfat duygularını açığa vurmayan.
impatience im.pa.tienceisim sabırsızlık.
impatient im.pa.tient împey'şınt sıfat sabırsız, tez canlı.
impatiently im.pa.tient.lyzarf sabırsızlıkla.
impeach im.peach împiç' fiil (devlet memurunu) mahkeme
önünde suçlandırmak; suçlamak.
impeccable im.pec.ca.ble împek'ıbıl sıfat kusursuz.
impecunious im.pe.cu.ni.ous împıkyu'niyıs sıfat parasız.
impede im.pede împid' fiil engellemek.
impediment im.ped.i.ment împed'ımınt isim 1. engel, mâni. 2. özür,
engel.
impel im.pel împel' fiil (impelled, impelling) sürmek, itmek,
sevketmek.
impending im.pend.ing împend'îng sıfat olması yakın.
impenetrable im.pen.e.tra.ble împen'ıtrıbıl sıfat 1. delinmez. 2. to
(yağmur, hava) geçirmez. 3. içinden geçilmez (orman).
4. girilmesi imkânsız (kale). 5. çözülemeyen (sav, söz,
sır v.b.). 6. koyu, zifiri (karanlık).
impenitence im.pen.i.tenceisim pişman olmama, pişmanlık
duymama.
impenitent im.pen.i.tent împen'ıtınt sıfat pişman olmayan,
pişmanlık duymayan.
imperative im.per.a.tive împer'ıtîv sıfat 1. zorunlu, mecburi. 2.
emreden. 3. dilbilgisi emir belirten. isim 1. zorunlu şey.
2. zorunluk, zorunluluk. 3. emir. 4. dilbilgisi emir kipi.
imperceptible im.per.cep.ti.ble împırsep'tıbıl sıfat görülmez, seçilmez,
farkedilmez, hissedilmez; belli belirsiz.

646
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

imperfect im.per.fect împır'fîkt sıfat 1. eksik, noksan, kusurlu. 2.


defolu. 3. dilbilgisi bitmemiş bir eylemi gösteren
(zaman). isim, dilbilgisi bitmemiş bir eylemi gösteren
zaman veya fiil.
imperfection im.per.fec.tion împırfek'şın isim kusur, eksiklik.
imperial im.pe.ri.al împîr'iyıl sıfat 1. imparatora özgü;
imparatorluğa ait. 2. şahane. isim keçisakalı.
imperialism im.pe.ri.al.ism împîr'iyılîzım isim 1. imparatorluk
sistemi. 2. emperyalizm, yayılımcılık.
imperialist im.pe.ri.al.istisim emperyalist, yayılımcı.
imperialistic im.pe.ri.al.ist.ic împirîyılîs'tîk sıfat emperyalist,
yayılımcı.
imperil im.per.il împer'îl fiil (imperiled/imperilled,
imperiling/imperilling) tehlikeye atmak.
imperious im.pe.ri.ous împîr'iyıs sıfat emretmeyi seven,
buyurgan; amirane.
imperishable im.per.ish.a.ble împer'îşıbıl sıfat bozulmaz, çürümez,
yok olmaz.
impermanent im.per.ma.nent împır'mınınt sıfat geçici, kalıcı
olmayan.
impermeable im.per.me.a.ble împır'miyıbıl sıfat 1. sugeçirmez; hava
geçirmez. 2. geçirimsiz (toprak).
impersonal im.per.son.al împır'sınıl sıfat kişisel olmayan,
kişilikdışı.
impersonate im.per.son.ate împır'sıneyt fiil 1. taklit etmek. 2.
canlandırmak, temsil etmek.
impersonation im.per.son.ationisim 1. taklit etme. 2. canlandırma.
impertinence im.per.ti.nenceisim küstahlık; münasebetsizlik.
impertinency im.per.ti.nen.cyisim küstahlık; münasebetsizlik.
impertinent im.per.ti.nent împır'tınınt sıfat terbiyesiz, küstah;
münasebetsiz.
imperturbable im.per.turb.a.ble împırtır'bıbıl sıfat ağırbaşlı, temkinli,
istifini bozmayan, soğukkanlı.

647
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

impervious im.per.vi.ous împır'viyıs sıfat 1. to (su, hava v.b.'ni)


geçirmez. 2. nüfuz edilemeyen. 3. to (öğüt, eleştiri
v.b.'ne) kulak asmaz, (öğüt, eleştiri v.b.'ni) dinlemez. 4.
to (korku, acı v.b.'nden) etkilenmez.
impetuous im.pet.u.ous împeç'uwıs sıfat 1. aceleci. 2. düşünmeden
yapılan. 3. sert, şiddetli. 4. çabuk, hızlı.
impetus im.pe.tus îm'pıtıs isim 1. güç, zor, şiddet. 2. uyarı;
dürtü; güdü.
impiety im.pi.e.ty împay'ıti isim Allaha karşı saygısızlık.
impinge im.pinge împînc' fiil on/upon -i etkilemek.
impious im.pi.ous îm'piyıs sıfat Allaha karşı saygısız.
implacable im.plac.a.ble împläk'ıbıl, împley'kıbıl sıfat 1.
yatıştırılmaz (öfke, nefret v.b.). 2. amansız (düşman).
implant im.plant împlänt' fiil 1. dikmek. 2. aklına sokmak,
aşılamak. 3. tıbbi implantasyon yoluyla
aşılamak/dikmek. isim tıbbi implantasyon.
implantation im.plan.ta.tion împläntey'şın isim 1. tıbbi
implantasyon. 2. mimarlık aplikasyon.
implement im.ple.ment îm'plıment fiil 1. (taahhüt, plan v.b.'ni)
yerine getirmek, uygulamak. 2. (yasa, karar v.b.'ni)
yürürlüğe koymak. isim alet, araç.
implementation im.ple.men.ta.tion împlımentey'şın isim 1. yerine
getirme, yürütme. 2. yürürlüğe koyma.
implicate im.pli.cate îm'plıkeyt fiil (birini) (olumsuz bir şeye)
karıştırmak.
implication im.pli.ca.tionisim 1. (bir şeyin içinde) saklı olan anlam.
2. (birini) (olumsuz bir şeye) karıştırma.
implicit im.plic.it împlîs'ît sıfat 1. ifade edilmeden anlaşılan,
saklı. 2. ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan. 3. tam,
kesin: implicit trust tam güven.
implicitly im.plic.it.lyzarf 1. dolaylı olarak. 2. tamamıyla.

implore im.plore împlor' fiil yalvarmak.

648
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

imply im.ply împlay' fiil 1. (dolaylı olarak) göstermek, ima


etmek, -e işaret etmek. 2. içermek: Smoke implies fire.
Duman ateşi içerir. 3. beraberinde getirmek: Privileges
imply duties. Ayrıcalıklar beraberinde görevleri getirir.
impolite im.po.lite împılayt' sıfat terbiyesiz, kaba.
impolitely im.po.lite.lyzarf terbiyesizce, kaba bir şekilde.
impoliteness im.po.lite.nessisim terbiyesizlik, kabalık.
impolitic im.pol.i.tic împal'ıtîk sıfat uygunsuz, isabetsiz.
imponderable im.pon.der.a.ble împan'dırıbıl sıfat tartıya gelmez,
ağırlığı olmayan, ölçülemeyen. isim önceden
kestirilemeyen etken.
import duty ithalat vergisi.
import license permi, ithalat izni.
import permit permi, ithalat izni.
import quota ithalat kotası.
import im.port împôrt' fiil ithal etmek. isim 1. ithal malı. 2.
anlam. 3. önem.
importance im.por.tance împôr'tıns isim 1. önem. 2. etki, nüfuz,
itibar.
important im.por.tant împor'tınt sıfat 1. önemli. 2. etkili, nüfuzlu,
itibarlı.
importation im.por.ta.tionisim ithalat, dışalım.
importer im.port.erisim ithalatçı.
imports and exports ithalat ve ihracat.
importunate im.por.tu.nate împôr'çınît sıfat isteğinde çok ısrar eden;
çok ısrarlı.
importune im.por.tune împôrtun' fiil ısrarla istemek.
impose im.pose împoz' fiil 1. on/upon -e (vergi) koymak. 2.
on/upon zorla kabul ettirmek, empoze etmek. 3.
on/upon rahatsız etmek. 4. on/upon zahmet vermek. 5.
on/upon (ceza) vermek. 6. on/upon (zorla) yüklemek. 7.
on/upon hile ile kabul ettirmek. 8. on/upon etkilemek.
imposing im.pos.ing împo'zîng sıfat heybetli, görkemli.

649
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

imposition im.po.si.tion împızîş'ın isim 1. (vergi) koyma. 2. zorla


kabul ettirme. 3. zahmet. 4. ceza. 5. yük. 6. hile. 7.
haksız talep.
impossibility im.pos.si.bil.i.tyisim olanaksızlık, imkânsızlık.
impossible im.pos.si.ble împas'ıbıl sıfat olanaksız, imkânsız.
impossibly impossiblyzarf imkânsız bir şekilde.
I've a sinking feeling you're right. Korkarım haklısın.
I've been had. konuşma dili Üçkâğıda geldim.
I've half a notion to give you a hiding! Sana dayak atasım geliyor.
I've never seen the like of it. Benzerini hiç görmedim.
I've I've ayv kısaltma I have .
impost im.post îm'post isim vergi; resim, harç.
impostor im.pos.tor împas'tır isim sahtekâr, dolandırıcı.
impotence im.po.tenceisim 1. güçsüzlük. 2. iktidarsızlık.
impotency im.po.ten.cyisim 1. güçsüzlük. 2. iktidarsızlık.
impotent im.po.tent îm'pıtınt sıfat 1. güçsüz, âciz, zayıf. 2.
iktidarsız (erkek).
impound im.pound împaund' fiil 1. haczetmek, kanunen el
koymak. 2. ağıla kapamak.
impoverish im.pov.er.ish împav'ırîş fiil 1. yoksullaştırmak,
fakirleştirmek. 2. kuvvetini kesmek.
impracticable im.prac.ti.ca.ble împräk'tîkıbıl sıfat 1. yapılamaz. 2.
uygulanamaz. 3. kullanışsız, elverişsiz, pratik olmayan.
4. geçilmez, çetin (yol).
impractical im.prac.ti.cal împräk'tîkıl sıfat 1. yapılamaz. 2.
uygulanamaz. 3. elverişsiz, pratik olmayan, mantıksız.
4. beceriksiz.
imprecise im.pre.cise împrîsays' sıfat 1. kesin olmayan. 2.
dikkatsiz, titiz olmayan, özensiz.
impregnable im.preg.na.ble împreg'nıbıl sıfat 1. zaptedilemez. 2.
kazanılamaz.
impregnate im.preg.nate împreg'neyt fiil 1. gebe bırakmak,
döllemek. 2. kimya emdirmek, emprenye etmek. 3. with
(fikir) aşılamak.

650
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

impress im.press împres' fiil 1. etkilemek. 2. on/upon aklına


sokmak. 3. (damga) basmak.
impression im.pres.sion împreş'ın isim 1. etki. 2. izlenim. 3.
damga. 4. baskı.
impressionable im.pres.sion.ablesıfat 1. aşırı duyarlı, hassas. 2. kolayca
etkilenen.
impressionism im.pres.sion.ismisim izlenimcilik, empresyonizm.
impressionist im.pres.sion.istisim izlenimci, empresyonist.
impressionistic im.pres.sion.ist.icsıfat izlenimci, empresyonist.
impressive im.pres.sive împres'îv sıfat duyguları etkileyen,
etkileyici.
impressively im.pres.sive.lyzarf etkileyici bir şekilde, şaşırtıcı
derecede.
imprint im.print îm'prînt isim 1. baskı. 2. damga. 3. iz. 4. etki.
5. izlenim. 6. (kitapta) yayınevinin adı. fiil 1. (on)
(damga, mühür) basmak. 2. (on) (zihnine) sokmak,
nakşetmek.
imprison im.pris.on împrîz'ın fiil hapsetmek.
imprisonment im.pris.on.mentisim 1. hapsetme. 2. hapis.
improbable im.prob.a.ble împrab'ıbıl sıfat ihtimal dışı, olmayacak.
impromptu im.promp.tu împramp'tu sıfat hazırlıksız. zarf
hazırlıksız olarak, doğaçtan.
improper im.prop.er împrap'ır sıfat 1. uygunsuz. 2. yakışıksız,
çirkin.
impropriety im.pro.pri.e.ty împrıpray'ıti isim uygunsuzluk.
improve im.prove împruv' fiil 1. düzeltmek, yoluna koymak;
düzelmek, yola girmek: Ercan's health is improving.
Ercan'ın sağlığı düzeliyor. 2. geliştirmek, ilerletmek;
gelişmek, ilerlemek: He is trying to improve his Latin.
Latincesini ilerletmeye çalışıyor. 3. değerlendirmek;
değerlenmek.
improvement im.prove.mentisim 1. düzelme; düzeltme. 2. geliştirme;
gelişme. 3. ilerleme.

651
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

improvise im.pro.vise îm'prıvayz fiil 1. anında uydurmak,


uydurup yapmak. 2. doğaçtan çalmak.
imprudence im.pru.denceisim tedbirsizlik, ihtiyatsızlık.
imprudent im.pru.dent împrud'ınt sıfat tedbirsiz, ihtiyatsız.
impudence im.pu.denceisim küstahlık, yüzsüzlük, arsızlık.
impudent im.pu.dent îm'pyıdınt sıfat küstah, yüzsüz, arsız.
impugn im.pugn împyun' fiil yalancı çıkarmak.
impulse im.pulse îm'p^ls isim 1. tepi, itki. 2. itici güç. 3. ani bir
istek.
impulsive im.pul.sive împ^l'sîv sıfat 1. düşüncesizce davranan. 2.
ruhbilim tepisel.
impulsively im.pul.sive.lyzarf düşünmeden, birdenbire.
impunity im.pu.ni.ty împyu'nıti isim cezadan muaf olma.
impure im.pure împyûr' sıfat 1. kirli, pis, murdar. 2. karışık,
katışık. 3. iffetsiz.
impurity im.pu.ri.tyisim 1. kirlilik, pislik, murdarlık. 2.
katışıklık. 3. saflığı bozan şey, yabancı madde, katışkı.
impute im.pute împyut' fiil 1. atfetmek. 2. üstüne yıkmak,
yüklemek. 3. vermek.
in a bad way kötü bir durumda. 2. tehlikede. 3. çok hasta.
in a big way büyük çapta.
in a body hep birlikte/beraber.
in a breeze kolaylıkla.
in a coon's age konuşma dili çoktandır, epeydir.
in a daze sersem sepelek.
in a ferment kargaşalık içinde.
in a flash yıldırım hızıyla.
in a good light (bir şeyi) iyimser olarak (görmek).
in a hurry acele ile, telaşla.
in a jiffy hemen.
in a lather konuşma dili heyecanlı.
in a lump sum peşin ve taksitsiz olarak.
in a manner of speaking bir anlamda.
in a monotone monoton bir şekilde, sesini alçaltıp yükseltmeden.

652
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in a nutshell az ve öz olarak.
in a pinch gerektiğinde, gereğinde; sıkışınca.
in a roundabout way dolambaçlı yoldan. 2. dolaylı yoldan, dolaylı olarak.
in a slapdash manner gelişigüzel, baştan savma.
in a small way azıcık, küçük çapta.
in a state of undress çıplak.
in a trice bir anda, çabucak, bir çırpıda.
in a twitter heyecan içinde.
in a way bir bakıma.
in a word sözün kısası.
in absolute privacy tamamen aralarında kalmak üzere.
in accordance with -e uygun olarak; uyarınca, gereğince: in accordance
with the law kanun uyarınca.
in acknowledgment of -in karşılığı olarak: in acknowledgment of his years of
service yıllarca verdiği hizmetin karşılığı olarak.
in actuality gerçekten, hakikaten.
in addition to -e ilaveten, -e ek olarak, ayrıca, fazla olarak.
in advance önde, ileride. 2. peşin olarak.
in aid of menfaatine, -e yardım için.
in all probability büyük bir olasılıkla.
in all toplam olarak.
in alphabetical order alfabetik olarak dizilmiş. 2. alfabetik sıraya göre.
in and of itself özünde, kendisi, bizatihi: In itself it's not a problem.
Kendi başına bir problem değil.
in and out kâh içeride, kâh dışarıda.
in any case neyse, her neyse, her ne hal ise; her nasılsa: In any
case, she won't be able to walk for at least a week. Her
neyse, en az bir hafta yürüyemez. 2. en azından: He
was, in any case, alive. En azından yaşıyordu. 3. zaten:
I was going there in any case. Zaten oraya gidiyordum.
4. ne olursa olsun, herhalde, her halükârda: In any case,
I'll be there by nine o'clock. Ne olursa olsun, saat
dokuzda oradayım.
in any event bakınız in any case

653
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in any shape or form hiçbir şekilde.


in apple-pie order çok düzenli bir şekilde.
in between aralarında: two houses with a yard in between
aralarında bir bahçe olan iki ev.
in bloom çiçek açmış, çiçekte.
in brief kısaca, özetle.
in broad daylight güpegündüz.
in bulk açık, ambalajsız. 2. toptan.
in camera hukuk gizli celsede.
in care of eliyle: Write me care of Sıdıka Şentürk. Bana mektup
postaladığında zarftaki ismimin altına Sıdıka Şentürk
eliyle diye yaz.
in case of emergency acil bir durumda.
in case of halinde: In case of fire press this button. Yangın anında
bu düğmeye basın. in case of emergency acil durumda.
in case takdirde: I can work late in case it's necessary.
Gerektiği takdirde geç vakte kadar çalışabilirim.
in cipher şifreli.
in cold blood soğukkanlılıkla, amansızca.
in command amir, sözü geçen.
in commission sefere hazır (gemi). 2. işe hazır.
in company with ile beraber, birlikte.
in comparison with -e oranla, -e nispetle, -e nispeten.
in compliance with -e uygun olarak, mucibince.
in concert uyum içinde, birlik içinde.
in conclusion son olarak.
in conference toplantıda, meşgul.
in conformity with -e uyarak; -e uygun.
in conjunction with ile bir arada, birlikte.
in consequence of sonucunda, nedeniyle.
in danger tehlikede.
in days of yore çok eskiden.
in default of yokluğunda, yokluğundan dolayı.

654
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in defiance of -i hiçe sayarak, -e meydan okuyarak. 2. -e aykırı


olarak.
in despite of -e karşın, -e rağmen.
in detail ayrıntılı olarak, ayrıntılarıyla.
in diameter çap olarak.
in dismay dehşet içinde, dehşetle.
in disrepair tamire muhtaç, harap.
in doubt kuşkulu, şüpheli, henüz belli olmayan.
in due course zamanı/vakti gelince. 2. zamanla.
in due time zamanı/vakti gelince. 2. zamanla.
in duplicate iki suret halinde.
in earnest ciddi olarak, ciddi, gerçekten. 2. bayağı, çok.
in easy circumstances hali vakti yerinde, varlıklı.
in effect aslında. 2. yürürlükte.
in excess of -den fazla, -i geçen.
in fact aslında; haddi zatında: He is, in fact, ninety five.
Aslınde doksan beş yaşında.
in favor of -in lehinde, -in lehine, -den yana, -in taraftarı.
in fear and trembling korkudan titreyerek.
in fine fettle keyfi yerinde.
in flames alevler içinde.
in focus iyi odaklanmış.
in front of önünde: in front of the building binanın önünde.
in front önde.
in full view tam göz önünde.
in fun şakadan.
in general genellikle, genel olarak.
in good company iyi arkadaşlarla.
in good faith sadece birinin sözüne güvenerek.
in good spirits keyfi yerinde.
in good time biraz erken. 2. vaktinde, önceden belirlenen zamanda.
3. süresi gelince.
in good trim iyi durumda/vaziyette, formda.
in great demand çok revaçta, çok aranan, büyük rağbet gören, tutulan.

655
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in hand elde. 2. hazırlanmakta. 3. kontrol altında.


in harness iş başında.
in haste aceleyle, telaşla.
in hiding saklı.
in his own backyard kendi çevresinde.
in hock rehinde.
in honor of şerefine.
in hopes of ümidi ile.
in imitation of -i taklit ederek.
in irons zincire vurulmuş; eli kelepçeli.
in itself özünde, kendisi, bizatihi: In itself it's not a problem.
Kendi başına bir problem değil.
in jeopardy of his life idam cezası tehlikesiyle karşı karşıya. 2. hayatı
tehlikede.
in jest şaka olarak.
in keeping with -e uygun olarak.
in labor doğurma halinde.
in leaf yapraklanmış.
in less than no time bir çırpıda, çabucak.
in lieu of -in yerine, -e bedel olarak.
in line for -e aday, için sırada.
in luck talihli, şansı açık.
in memory of -in anısına, -in hatırasına.
in mesh birbirine girmiş.
in miniature ufak çapta, minyatür.
in motion hareket halinde.
in my book bana göre.
in my judgement fikrimce, bana kalırsa.
in my judgment fikrimce, bana kalırsa.
in my opinion bence, bana göre, kanımca.
in name sözde, ismen.
in no time at all konuşma dili bir çırpıda, çabucak.
in no time konuşma dili bir çırpıda, çabucak.
in no uncertain terms sert bir şekilde/açıkça (söylemek).

656
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in nothing flat bir an evvel, hemen.


in one body hep birlikte/beraber.
in one fell swoop bir çırpıda.
in one's mind's eye hayalinde, kafasında.
in one's pocket nüfuzu altında, avucunun içinde.
in one's spare time boş vaktinde.
in operation yürürlükte.
in order of priorities önem sırasına göre.
in order that -sin diye: in order that he may see görsün diye.
in order to keep up appearances ele güne karşı rezil olmamak için.
in order to için: in order to see görmek için.
in order düzenli. 2. sıra ile. 3. yolunda, usule göre.
in other words yani, demek.
in our midst aramızda.
in part kısmen.
in particular özellikle.
in parts parça parça, kısım kısım.
in passing geçerken. 2. tesadüfen.
in patches kısmen, yer yer.
in pawn rehinde.
in perpetuity ebediyen, her zaman için, daima.
in person şahsen, bizzat.
in place of -in yerine.
in place yerinde.
in plain English açıkçası.
in plain words açıkça. 2. açıkçası.
in play şaka olarak.
in point of fact aslında, gerçekte.
in point of bakımından.
in position tam yerinde.
in practice uygulamada.
in press baskıda, basılmakta.
in print basılmış, satılmakta.
in private özel olarak. 2. gizlice.

657
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in process of construction inşa halinde, yapılmakta.


in proportion to -e oranla, -e göre.
in public alenen, açıkça, herkesin önünde.
in pursuance of yerine getirirken, peşinde koşarken, gerçekleştirmeye
çalışırken: He sacrificed his wealth in pursuance of his
ideals. İdeallerinin peşinde koşarken servetini feda etti.
in regard to -e gelince.
in relation to hakkında.
in reply to -e cevap olarak.
in respect to ile ilgili olarak.
in response to -e karşılık; -e karşılık olarak.
in retrospect geçmişe bakarak.
in return for -e karşılık olarak, -in karşılığında.
in revenge for -den öç almak için.
in ruins harap, viran, yıkkın.
in self-defense kendini korumak için.
in sequence sırayla. 2. art arda.
in seventh heaven çok mutlu.
in shore kıyıya yakın.
in short course kısaca.
in short order konuşma dili çabucak, çok kısa bir zaman içinda.
in short kısaca, sözün kısası.
in sight görünürde.
in single file tek sıra halinde.
in so far as -e kadar.
in so many words açık seçik bir şekilde, açıkça.
in some measure bir dereceye kadar, kısmen.
in some ways bazı bakımlardan.
in someone's stead birinin yerine, birinin namına: Ürkmez can go in her
stead. Onun yerine Ürkmez gidebilir.
in spite of -e rağmen, -e karşın: He's carrying on in spite of the
difficulties. Zorluklara rağmen devam ediyor.
in stock ticaret mevcut.
in sum sözün kısası, kısaca.

658
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in tandem art arda dizilmiş bir şekilde. 2. koordinasyon içinde,


birbirine bağlı olarak; ortaklaşa, birlikte, beraber.
in ten seconds flat tam on saniyede.
in terms of ... açıdan: Don't look at the situation in those terms!
Duruma o açıdan bakma! 2. konuşma dili -e gelince, -
ce/-çe: She's got no problems in terms of money. Paraca
hiçbir sorunu yok.
in that case o takdirde.
in that yüzünden, -den dolayı; çünkü; mademki.
in the aggregate toplam olarak.
in the background ikinci planda.
in the bag konuşma dili emin, garantili; çantada keklik.
in the cards muhtemel, olası.
in the clouds hayal âleminde, dalgın.
in the course of time zamanla.
in the course of sırasında, esnasında.
in the crunch paçası sıkışınca.
in the dark karanlıkta. 2. habersiz.
in the end sonunda, eninde sonunda.
in the event of takdirde, halinde.
in the extreme son derece.
in the eyes of gözünde.
in the face of karşısında.
in the family way konuşma dili gebe, hamile.
in the flesh bizzat.
in the hole konuşma dili borçlu; para kaybetmiş durumda.
in the interest of yararına, için.
in the interim aradaki zamanda.
in the land of the living sağ, hayatta.
in the large bütün kapsamı ile.
in the light of the facts olayların gelişmesine göre, olayların ışığı altında.
in the limelight genel ilgiyi üzerinde toplamış, revaçta, gözde. 2. herkes
tarafından bilinen.
in the long run konuşma dili uzun vadede.

659
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in the long term uzun vadede.


in the lump bütünüyle, bütün olarak.
in the main çoğunlukla, çoğu.
in the making olmakta, yapılmakta.
in the matter of konusunda.
in the meantime o/bu arada, o/bu süre içinde.
in the midst of -in ortasında, -in arasında.
in the morning sabahleyin.
in the name of adına, namına, yerine. 2. başı için, hakkı için, aşkına.
in the nature of things doğal olarak, tabiatıyla.
in the neighborhood of yaklaşık olarak, civarında.
in the nick of time tam zamanında (Gecikmeye hiç yer olmayan durumlar
için kullanılır.).
in the nude çıplak.
in the offing yakında, pek uzak olmayan (olay).
in the open açık havada.
in the presence of a large company büyük bir topluluk önünde.
in the present case bu durumda.
in the process of time zamanla, zaman geçtikçe.
in the raw doğal halde, işlenmemiş. 2. konuşma dili çıplak.
in the rough kaba taslak durumda. 2. işlenmemiş durumda.
in the same breath bir solukta, aynı zamanda.
in the second place ikinci olarak, ondan sonra.
in the short run konuşma dili kısa vadede.
in the short term kısa vadede.
in the thick of the battle muharebenin en şiddetli yerinde.
in the twinkling of an eye göz açıp kapayıncaya kadar; kaşla göz arasında.
in the vicinity of dolaylarında: He lives in the vicinity of Kadıköy.
Kadıköy civarında oturuyor. 2. konuşma dili aşağı
yukarı, yaklaşık olarak: His salary is in the vicinity of
ten million a month. Ayda aşağı yukarı on milyon maaş
alıyor.
in the wake of -in ardında, -in peşinde. 2. -in ardından, - den sonra; ...
sonucunda.

660
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

in the world konuşma dili Allah aşkına, Allahı/Allahını seversen


(Soru zamirleriyle kullanılır.): What in the world is
that? O ne, Allahını seversen? How in the world did
you do that? Onu nasıl yaptın Allah aşkına?
in this connection bu münasebetle, bu hususta.
in three months üç aya kadar.
in time vaktinde, zamanında (yetişmek veya yetiştirmek). 2.
zamanla.
in total toplam olarak. 2. bütünüyle, tamamıyla.
in tow konuşma dili beraberinde: He had his girl friend in tow
as well. Beraberinde kız arkadaşı da vardı.
in triplicate üç kopya olarak.
in truth hakikaten, gerçekten.
in tune akortlu.
in turn sıra ile; sırasıyla; nöbetleşe: Each charge was mowed
down in turn by their deadly fire. Hücuma kalkan her
grup onların öldürücü ateşiyle helak oldu. 2. kâh ... kâh
...: She was cutting and tender in turn. Kâh kırıcı, kâh
şefkatliydi.
in two shakes konuşma dili bir lahzada.
in two iki kısma, ikiye (kesmek, bölmek, ayırmak).
in unison birlikte, beraber, bir ağızdan.
in vain boş yere, boşuna.
in view of -den dolayı, yüzünden, -i göz önünde tutarak.
in view görünürde, ortada.
in vogue moda. 2. rağbette.
in in în zarf 1. içeride; içeriye; içine. 2. evde. 3. görev
başında. 4. mevsimi gelmiş. 5. moda, gözde.
inability in.a.bil.i.ty înıbîl'ıti isim yetersizlik, ehliyetsizlik;
yeteneksizlik; güçsüzlük; beceriksizlik.
inaccessible in.ac.ces.si.ble înäkses'ıbıl sıfat yanına varılmaz,
erişilmez.
inaccurate in.ac.cu.rate înäk'yırît sıfat yanlış, kusurlu, hatalı.
inaction in.ac.tion înäk'şın isim hareketsizlik.

661
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inactive in.ac.tive înäk'tîv sıfat 1. hareketsiz. 2. kimya etkisiz. 3.


ticaret durgun.
inactivity in.ac.tiv.i.tyisim 1. hareketsizlik. 2. kimya etkisizlik. 3.
ticaret durgunluk.
inadequate in.ad.e.juate înäd'ıkwît sıfat 1. yetersiz. 2. eksik,
noksan.
inadmissible in.ad.mis.si.ble înıdmîs'ıbıl sıfat kabul olunmaz, uygun
görülmez.
inadvertent in.ad.ver.tent înıdvır'tınt sıfat kasıtsız, elde olmayan.
inalienable in.al.ien.a.ble îneyl'yınıbıl sıfat 1. (kişinin) elinden
alınamayacak (hak). 2. satılamaz, devrolunamaz.
inane in.ane îneyn' sıfat 1. boş, anlamsız. 2. budala, aptal;
budalaca, aptalca.
inanimate in.an.i.mate înän'ımît sıfat 1. cansız, ruhsuz, ölü. 2.
donuk, sönük.
inappropriate in.ap.pro.pri.ate înıpro'priyît sıfat uygunsuz, yersiz,
münasebetsiz.
inapt in.apt înäpt' sıfat bakınız inept
inarticulate in.ar.tic.u.late înartîk'yılît sıfat 1. kendini iyi ifade
edemeyen. 2. anlaşılmaz. 3. dilsiz. 4. iyi ifade
edilmemiş.
inasmuch as -diğine göre. 2. -diği derecede/kadar.
inasmuch in.as.much înızm^ç' zarf bakınız inasmuch as
inattention in.at.ten.tion înıten'şın isim dikkatsizlik.
inattentive in.at.ten.tivesıfat dikkatsiz.
inattentiveness in.at.ten.tive.nessisim dikkatsizlik.
inaugural in.au.gu.ral înô'gyırıl sıfat açılış töreni ile ilgili.
inaugurate in.au.gu.rate înô'gyıreyt fiil 1. resmen işe başlatmak,
(birini) törenle bir göreve getirmek. 2. törenle açmak,
açılış töreniyle başlatmak. 3. başlamak; başlatmak, -in
başlangıcı olmak.
inauguration in.au.gu.ra.tionisim 1. resmen işe başlama. 2. göreve
başlama töreni. 3. açılış töreni, açılış.
inauspicious in.aus.pi.cious înôspîş'ıs sıfat uğursuz, meşum.

662
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inborn in.born în'bôrn sıfat 1. (birinin) tabiatında olan,


doğuştan gelen. 2. irsi, kalıtsal.
inbound in.bound în'baund sıfat 1. limana veya havaalanına
giren (gemi, uçak). 2. şehir merkezine doğru giden
(tren, otobüs v.b.).
inbred in.bred în'bred' sıfat uzun zaman boyunca
edinilegelmiş.
incalculable in.cal.cu.la.ble înkäl'kyılıbıl sıfat hesap edilemez,
hesaplanamayan; haddi hesabı olmayan.
incandescence in.can.des.cenceisim akkorluk.
incandescent lamp elektrik elektrik ampulü.
incandescent in.can.des.cent înkındes'ınt sıfat akkor.
incapable in.ca.pa.ble înkey'pıbıl sıfat yeteneksiz, kabiliyetsiz;
âciz, güçsüz.
incapacitate in.ca.pac.i.tate înkıpäs'ıteyt fiil güçsüz duruma
getirmek; for -i yapamaz duruma getirmek.
incapacity in.ca.pac.i.ty înkıpäs'ıti isim güçsüzlük, yeteneksizlik.
incarcerate in.car.cer.ate înkar'sıreyt fiil hapsetmek.
incarnate in.car.nate înkar'nît sıfat 1. cisimlenmiş. 2. insan
şekline girmiş.
incase in.case înkeys' fiil bakınız encase
incautious in.cau.tious înkô'şıs sıfat dikkatsiz, tedbirsiz,
düşüncesiz.
incendiary bomb yangın bombası.
incendiary in.cen.di.ar.y însen'diyeri sıfat 1. kasten yangın çıkaran.
2. kışkırtıcı, karışıklık çıkaran. isim kundakçı.
incense in.cense însens' fiil kızdırmak, öfkelendirmek.
incentive pay teşvik primi.
incentive in.cen.tive însen'tîv isim 1. isteklendiren ödül;
özendirici şey. 2. dürtü, güdü.
inception in.cep.tion însep'şın isim başlama, başlangıç.
incessant in.ces.sant înses'ınt sıfat devamlı, sürekli, ardı arkası
kesilmeyen.
incessantly in.ces.sant.lyzarf sürekli olarak, ardı arkası kesilmeden.

663
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

incest in.cest în'sest isim yakın akraba ile cinsel ilişki kurma.
inch along yavaş yavaş ilerlemek. 2. yavaş yavaş hareket ettirmek.
inch inch înç isim inç, parmak, 2,50 cm.
incident in.ci.dent în'sıdınt isim olay, hadise.
incidental in.ci.den.tal însıden'tıl sıfat 1. ikinci derecede önemi
olan (masraflar v.b.). 2. to -e eşlik eden, -in yol
açabileceği: problems incidental to divorce boşanmanın
yol açabileceği sorunlar.
incidentally in.ci.den.tal.lyzarf aklıma gelmişken.
incinerate in.cin.er.ate însîn'ıreyt fiil yakıp kül etmek.
incinerator in.cin.er.a.torisim fırın; çöp fırını.
incipient in.cip.i.ent însîp'iyınt sıfat henüz başlamakta olan, yeni
başlayan.
incise in.cise însayz' fiil hakketmek, oymak, kazımak.
incision in.ci.sion însîq'ın isim 1. yarma, deşme. 2. tıbbi
ensizyon.
incisive in.ci.sive însay'sîv sıfat 1. keskin. 2. zeki.
incisor in.ci.sor însay'zır isim kesicidiş.
incite in.cite însayt' fiil kışkırtmak, tahrik etmek; teşvik
etmek.
incitement in.cite.mentisim kışkırtma, tahrik; teşvik.
incivility in.ci.vil.i.ty însıvîl'ıti isim 1. kabalık, nezaketsizlik. 2.
kaba davranış.
inclement in.clem.ent înklem'ınt sıfat sert, fırtınalı (hava).
inclination in.cli.na.tion înklıney'şın isim 1. eğilim, meyil; istek,
heves. 2. eğim, eğiklik.
incline one's ear kulak kabartmak.
incline in.cline înklayn' fiil 1. eğmek; eğilmek. 2. to/towards -e
eğilim göstermek. isim 1. eğri yüzey. 2. yokuş.
inclined plane eğri yüzey.
inclose in.close înkloz' fiil bakınız enclose
inclosure in.clo.sure înklo'qır isim bakınız enclosure
include in.clude înklud' fiil 1. içine almak, içermek, kapsamak.
2. dahil etmek, katmak.

664
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

included in.clud.edsıfat dahil.


inclusion in.clu.sion înklu'qın isim 1. dahil etme, katma; dahil
olma, katılma. 2. içindeleme. 3. katılan şey.
inclusive in.clu.sive înklu'sîv sıfat 1. of -i kapsayan, dahil: The
charge is a million liras inclusive of service. Hesap,
servis dahil bir milyon lira tuttu. 2. içlemci.
incognito in.cog.ni.to înkagni'to zarf takma adla; kılık
değiştirerek.
incoherence in.co.her.ence înkohîr'ıns isim tutarsızlık.
incoherency in.co.her.en.cy înkohîr'ınsi isim tutarsızlık.
incoherent in.co.her.entsıfat tutarsız.
income tax gelir vergisi.
income in.come în'k^m isim gelir, kazanç.
incoming in.com.ing în'k^mîng sıfat 1. giren, ele geçen. 2. yeni
(hükümet, yıl).
incommensurate in.com.men.su.rate înkımen'şırît sıfat 1. oransız. 2.
yetersiz.
incommunicado in.com.mu.ni.ca.do înkımyunıka'do zarf bakınız hold
incommunicado

incommunicative in.com.mu.ni.ca.tive înkımyu'nıkıtîv sıfat bildiğini


başkalarına söylemeyen, ketum.
incomparable in.com.pa.ra.ble înkam'pırıbıl sıfat 1. eşsiz, emsalsiz. 2.
with/to ile karşılaştırılamaz, ile kıyaslanamaz.
incompatibility in.com.pat.i.bil.i.tyisim uyuşmazlık, bağdaşmazlık.
incompatible in.com.pat.i.ble înkımpät'ıbıl sıfat 1. birbirine
uymayan, birbirine zıt. 2. uyuşmaz, bağdaşmaz.
incompetence in.com.pe.tenceisim yetersizlik, beceriksizlik.
incompetency in.com.pe.ten.cyisim yetersizlik, beceriksizlik.
incompetent in.com.pe.tent înkam'pıtınt sıfat 1. yetersiz, beceriksiz.
2. hukuk ehliyetsiz.
incomplete in.com.plete înkımplit' sıfat eksik, noksan, bitmemiş;
kusurlu.

665
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

incomprehensible in.com.pre.hen.si.ble înkamprîhen'sıbıl sıfat


anlaşılmaz, akıl almaz.
incomprehension in.com.pre.hen.sion înkamprîhen'şın isim anlayışsızlık,
kavrayamama.
inconceivable in.con.ceiv.a.ble înkınsi'vıbıl sıfat kavranılmaz,
anlaşılmaz.
inconclusive in.con.clu.sive înkınklu'sîv sıfat 1. bir sonuca
varmayan, sonuçsuz. 2. inandırıcı olmayan. 3. etkisiz.
incongruity in.con.gru.i.ty înkang.gru'wıti isim 1. uyuşmazlık,
bağdaşmazlık. 2. uygunsuzluk, yersizlik. 3. uyuşmayan
kısım veya şey.
incongruous in.con.gru.ous înkang'gruwıs sıfat 1. uyuşmaz,
bağdaşmaz. 2. uygunsuz, yersiz.
inconsequent in.con.se.juent înkan'sıkwınt sıfat 1. tutarsız. 2.
mantıksız. 3. konu dışı.
inconsequential in.con.se.juen.tialsıfat 1. yersiz. 2. önemsiz.
inconsiderate in.con.sid.er.ate înkınsîd'ırît sıfat düşüncesiz, saygısız.
inconsistent in.con.sis.tent înkınsîs'tınt sıfat 1. uyuşmaz, tutarsız. 2.
kararsız, değişken.
inconsolable in.con.sol.a.ble înkınso'lıbıl sıfat avutulamaz.
inconspicuous in.con.spic.u.ous înkınspîk'yuwıs sıfat 1.
farkedilmeyen, göze çarpmayan. 2. önemsiz.
inconstant in.con.stant înkan'stınt sıfat 1. kararsız, değişken. 2.
vefasız.
incontestable in.con.test.a.ble înkıntes'tıbıl sıfat tartışılmaz, itiraz
edilemez, su götürmez.
incontinent in.con.ti.nent înkan'tınınt sıfat 1. kendini tutamayan. 2.
idrarını tutamayan.
incontrovertible in.con.tro.vert.i.ble înkantrıvır'tıbıl sıfat yadsınamaz,
inkâr edilemez.
incontrovertibly incontrovertiblyzarf yadsınamayacak şekilde.
inconvenience in.con.ven.ience înkınvin'yıns isim güçlük, zahmet,
rahatsızlık. fiil zahmet vermek, rahatsız etmek.

666
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inconvenient in.con.ven.ient înkınvin'yınt sıfat 1. uygunsuz. 2.


zahmetli, müşkül. 3. elverişsiz.
incorporate in.cor.po.rate înkôr'pıreyt fiil 1. içermek, kapsamak. 2.
into/in -e dahil etmek, -e katmak. 3. anonim şirket
haline getirmek. 4. birleştirmek; birleşmek. 5.
cisimlendirmek.
incorporated in.cor.po.ratedsıfat anonim.
incorrect in.cor.rect înkırekt' sıfat 1. yanlış. 2. düzeltilmemiş. 3.
biçimsiz.
incorrigible in.cor.ri.gi.ble înkôr'ıcıbıl sıfat adam olmaz, yola
getirilemez, düzelmez (kimse).
incorruptible in.cor.rupt.i.ble înkır^p'tıbıl sıfat 1. rüşvet kabul etmez.
2. ahlakı bozulmaz. 3. bozulmaz, çürümez, kokuşmaz.
increase in.crease înkris' fiil 1. artmak, çoğalmak; artırmak,
çoğaltmak. 2. büyümek, gelişmek; verimli olmak;
büyütmek, geliştirmek. isim 1. artış, artma, çoğalma. 2.
ürün. 3. kâr. 4. hâsılat.
increasingly in.creas.ing.ly înkris'îngli zarf gittikçe artarak: become
increasingly difficult gittikçe zorlaşmak.
incredible in.cred.i.ble înkred'ıbıl sıfat 1. inanılmaz, akıl almaz. 2.
konuşma dili harika.
incredulity in.cre.du.li.ty înkrıdu'lıti isim 1. inanmazlık. 2. kuşku.
incredulous in.cred.u.lous înkrec'ılıs sıfat 1. inanmayan. 2. kuşkulu,
kuşkulanan.
incredulousness in.cred.u.lous.nessisim 1. inanmazlık. 2. kuşku.
increment in.cre.ment în'krımınt isim artış, artma, çoğalma.
incriminate in.crim.i.nate înkrîm'ıneyt fiil suçlamak.
incrust in.crustfiil bakınız encrust
incubate in.cu.bate în'kyıbeyt fiil 1. kuluçkaya yatmak. 2. civciv
çıkarmak. 3. kafasında (plan) kurmak.
incubation in.cu.ba.tionisim kuluçka dönemi.
incubator in.cu.ba.torisim 1. kuluçka makinesi. 2. kuvöz.
inculcate in.cul.cate înk^l'keyt fiil öğretmek, tekrarlayarak
kafasına sokmak, aşılamak.

667
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

incumbency in.cum.ben.cyisim 1. görev, vazife. 2. görev süresi.


incumbent in.cum.bent înk^m'bınt isim makamı işgal eden kimse.
sıfat bakınız be incumbent on
incur a debt borçlanmak, borca girmek.
incur in.cur înkır' fiil (incurred, incurring) 1. uğramak, maruz
kalmak, girmek. 2. üstüne çekmek, uyandırmak.
incurable in.cur.a.ble înkyûr'ıbıl sıfat onulmaz, amansız, şifasız.
incurious in.cu.ri.ous înkyûr'iyıs sıfat 1. meraksız. 2. ilgisiz,
kayıtsız.
incursion in.cur.sion înkır'qın isim akın, hücum, saldırı.
indebted in.debt.ed îndet'îd sıfat 1. borçlu. 2. teşekkür borçlu,
minnettar.
indecent in.de.cent îndi'sınt sıfat 1. yakışıksız, edepsiz, kaba. 2.
hukuk toplum töresine aykırı.
indecipherable in.de.ci.pher.a.ble îndîsay'fırıbıl sıfat okunmaz,
çözülmez, sökülmez.
indecision in.de.ci.sion îndîsîq'ın isim kararsızlık.
indecisive in.de.ci.sive îndîsay'sîv sıfat 1. kararsız. 2. kesin
olmayan.
indecorous in.de.co.rous îndek'ırıs, îndîko'rıs sıfat uygunsuz,
münasebetsiz, yakışıksız, yakışık almayan.
indecorum in.de.co.rum îndîko'rım isim 1. uygunsuz davranış veya
söz, uygunsuzluk. 2. uygunsuzluk, uygunsuz olma.
indeed in.deed îndid' zarf gerçekten, hakikaten, doğrusu.
ünlem Öyle mi?
indefatigable in.de.fat.i.ga.ble îndîfät'ıgıbıl sıfat yorulmaz, yorulmak
bilmez.
indefensible in.de.fen.si.ble îndîfen'sıbıl sıfat savunulamaz.
indefinable in.de.fin.a.ble îndîfay'nıbıl sıfat tanımlanamaz,
açıklanması olanaksız, anlatılamaz.
indefinite article belgisiz sıfat: bir (İngiliz İngilizcesi a, an ).
indefinite pronoun dilbilgisi belirsizlik zamiri.
indefinite in.def.i.nite îndef'ınît sıfat 1. belirsiz. 2. dilbilgisi
belgisiz.

668
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

indelible ink sabit mürekkep.


indelible pencil kopya kalemi.
indelible in.del.i.ble îndel'ıbıl sıfat 1. silinmez, çıkmaz,
giderilmez (leke, iz). 2. silinmez, kalıcı (izlenim, etki,
duygu). 3. sabit (boya, mürekkep).
indelicacy in.del.i.ca.cyisim 1. uygunsuzluk. 2. kabalık.
indelicate in.del.i.cate îndel'ıkît sıfat 1. uygun olmayan. 2. kaba,
nezaketsiz.
indemnify in.dem.ni.fy îndem'nıfay fiil 1. zararını ödemek. 2.
zarar görmeyeceğine dair peşinen kefil olmak.
indemnity in.dem.ni.ty îndem'nıti isim 1. tazminat, ödence. 2.
kefalet, teminat, güvence.
indent in.dent îndent' fiil içerlek yazmak, paragraf başı
yapmak.
indentation in.den.ta.tionisim içerlek yazma.
indenture in.den.ture înden'çır isim sözleşme. fiil kontrat veya
senetle bağlamak.
Independence Day Amerikan İngilizcesi Bağımsızlık Günü 0 Temmuz.
independence in.de.pen.dence îndîpen'dıns isim bağımsızlık.
independent in.de.pen.dent îndîpen'dınt sıfat 1. bağımsız. 2. başına
buyruk. 3. (ekonomik açıdan) bağımsız, kendi geliri ile
geçinebilen. 4. politika bağımsız. isim, politika
bağımsız.
independently in.de.pen.dent.lyzarf 1. bağımsız olarak. 2. birbirini
etkilemeden.
indescribable in.de.scrib.a.ble îndîskray'bıbıl sıfat tanımlanamaz,
anlatılmaz.
indestructible in.de.struc.ti.ble îndîstr^k'tıbıl sıfat yıkılmaz, yok
edilemez.
indeterminate in.de.ter.mi.nate îndîtır'mınît sıfat 1. sınırsız, belirsiz,
bellisiz. 2. kuşkulu.
index card fiş.
index finger işaretparmağı.

669
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

index in.dex în'deks isim (indexes/indices) 1. dizin, indeks,


fihrist. 2. katalog. 3. gösterge. fiil 1. (kitap) için dizin
hazırlamak, (kitabın) indeksini yapmak. 2. işaret etmek,
göstermek.
India ink çini mürekkebi.
India In.di.a în'diyı isim Hindistan.
Indian corn mısır.
Indian file tek sıra (yürüyüş).
Indian hemp hintkeneviri.
Indian lotus hintfulü.
Indian rice hintpirinci.
Indian summer pastırma yazı.
Indian yellow hintsarısı.
Indian In.di.an în'diyın isim 1. Hintli. 2. Kızılderili. sıfat 1.
Hint; Hindistan; Hindistan'a özgü. 2. Hintli. 3.
Kızılderili, Kızılderililere özgü. 4. Kızılderili.
indicate in.di.cate în'dıkeyt fiil işaret etmek, göstermek,
imlemek.
indication in.di.ca.tionisim 1. bildirme, anlatma, gösterme. 2.
belirti, delil, gösterge, işaret.
indicative mood dilbilgisi bildirme kipi.
indicative in.dic.a.tive îndîk'ıtîv sıfat 1. of -i gösteren, -i belirten.
2. of -i bildiren.
indicator in.di.ca.torisim gösterge, ibre.
indict in.dict îndayt' fiil for ile suçlamak.
indictment in.dict.mentisim 1. iddianame, savca. 2. suçlama. 3.
dava açma.
indifference in.dif.fer.ence îndîf'ırıns isim 1. aldırmazlık. 2.
ilgisizlik.
indifferent in.dif.fer.ent îndîf'ırınt sıfat 1. kaygısız, aldırmaz,
umursamayan. 2. duygusuz. 3. önemsiz.
indigenous in.dig.e.nous îndîc'ınıs sıfat 1. yerli. 2. to (bir yere)
özgü, (bir yerde) doğal olarak bulunan/yetişen.
indigent in.di.gent în'dıcınt sıfat yoksul, fakir.

670
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

indigestible in.di.gest.i.ble îndîces'tıbıl sıfat sindirilemeyen.


indigestion in.di.ges.tion îndıces'çın isim sindirim güçlüğü,
hazımsızlık, mide fesadı.
indignant in.dig.nant îndîg'nınt sıfat (haksızlıktan dolayı) kızgın,
öfkeli.
indignation in.dig.na.tion îndîgney'şın isim (haksızlıktan dolayı)
kızgınlık, öfke.
indignity in.dig.ni.ty îndîg'nıti isim küçük düşürücü hareket,
hakaret; onur kırıcı durum.
indigo blue çivit rengi, çivit mavisi.
indigo plant çivitotu, indigo.
indigo in.di.go în'dıgo, în'digo isim 1. çivit rengi, çivit mavisi.
2. çivitotu. sıfat çivit rengi, çivit mavisi, çividi.
indirect cost dolaylı masraf.
indirect lighting dolaylı ışıklandırma.
indirect object dilbilgisi -e halindeki isim, dolaylı tümleç.
indirect tax dolaylı vergi.
indirect in.di.rect îndırekt' sıfat 1. dolaylı. 2. dolaşık,
dolambaçlı.
indirectly in.di.rect.lyzarf dolaylı olarak.
indiscernible in.dis.cern.i.ble îndîsır'nıbıl sıfat seçilemez, ayırt
edilemez, farkedilemeyecek.
indiscreet in.dis.creet îndîskrit' sıfat düşüncesiz; geveze,
boşboğaz, ağzı gevşek.
indiscrete in.dis.crete îndîskrit' sıfat kısımlara bölünmemiş, toplu
halde.
indiscretion in.dis.cre.tion îndîskreş'ın isim 1. düşüncesizlik;
boşboğazlık. 2. düşüncesiz hareket.
indiscriminate in.dis.crim.i.nate îndîskrîm'ınıt sıfat gelişigüzel,
rasgele; ayırt edilmemiş, karışık.
indispensable in.dis.pen.sa.ble îndîspen'sıbıl sıfat gerekli,
vazgeçilmez, zorunlu.
indispose in.dis.pose îndîspoz' fiil 1. hevesini kırmak, soğutmak.
2. rahatsız etmek.

671
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

indisposed in.dis.posedsıfat 1. rahatsız, keyifsiz. 2. isteksiz.


indisposition in.dis.po.si.tion îndîspızîş'ın sıfat 1. rahatsızlık,
keyifsizlik. 2. isteksizlik.
indisputable in.dis.put.a.ble îndîspyu'tıbıl sıfat su götürmez, kesin,
tartışılmaz.
indistinct in.dis.tinct îndîstîngkt' sıfat belirsiz, iyice görülmeyen,
bulanık.
indistinguishable in.dis.tin.guish.a.ble îndîstîng'gwîşıbıl sıfat ayırt
edilmesi olanaksız, seçilemez.
individual in.di.vid.u.al îndıvîc'uwıl sıfat 1. tek, yalnız, ayrı. 2.
bireysel. isim 1. birey, fert. 2. kişi, kimse, şahıs.
individualism in.di.vid.u.al.ismisim bireycilik.
individualist in.di.vid.u.al.istisim bireyci.
individuality in.di.vid.u.al.i.ty îndıvîcuwäl'ıti isim bireysellik.
individually in.di.vid.u.al.lyzarf ayrı ayrı.
indivisible in.di.vis.i.ble îndıvîz'ıbıl sıfat bölünmez.
Indochina In.do.chi.na în'do.çay'nı isim Çinhindi.
Indochinese In.do.chi.nese în'do.çayniz' isim (Indo-chinese)
Çinhintli. sıfat 1. Çinhindi, Çinhindi'ne özgü. 2.
Çinhintli.
indoctrinate in.doc.tri.nate îndak'trıneyt fiil 1. bir düşünce
sisteminin esaslarını öğretmek. 2. telkin etmek, (fikir)
aşılamak.
Indo-European languages Hint-Avrupa dilleri.
Indo-European In.do-Eu.ro.pe.an în'do.yûrıpi'yın sıfat Hint-Avrupa dil
ailesine ait.
indolent in.do.lent în'dılınt sıfat 1. tembel, üşengen, üşengeç. 2.
tıbbi ağrısız.
indomitable in.dom.i.ta.ble îndam'îtıbıl sıfat yılmaz, boyun eğmez.
Indonesia In.do.ne.sia îndıni'qı isim Endonezya, İndonezya.
Indonesian isim Endonezyalı. sıfat 1. Endonezya, Endonezya'ya
özgü. 2. Endonezyalı.
indoor in.door în'dôr sıfat 1. iç mekânlara uygun; iç
mekânlarda kullanılan: indoor shoes iç mekânlarda

672
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

giyilen ayakkabılar. 2. kapalı: indoor tennis court kapalı


tenis kortu. 3. iç mekânlarda yapılan: He's got an indoor
qob. Onun işi içeride çalışmasını gerektiriyor. 4. tiyatro
iç mekânda geçen (sahne).
indoors in.doors în'dôrz' zarf içeride; içeri, içeriye: Stay
indoors! İçeride kal! She went indoors. İçeri gitti.
indorse in.dorsefiil bakınız endorse
induce in.duce îndus' fiil 1. neden olmak. 2. ikna etmek,
kandırıp yaptırmak.
inducement in.duce.ment îndus'mınt isim 1. neden, vesile. 2. ikna,
teşvik.
induct in.duct înd^kt' fiil 1. askere almak. 2. göreve getirmek,
memuriyete başlatmak.
induction in.duc.tion înd^k'şın isim 1. göreve getirme. 2. mantık
tümevarım. 3. sonuç çıkarma. 4. elektrik indüksiyon,
indükleme.
inductive reasoning tümevarımlı usavurma.
inductive in.duc.tive înd^k'tîv sıfat 1. mantık tümevarımsal. 2.
elektrik indükleyen, indüksiyon yapan.
indulge in.dulge înd^lc' fiil 1. (sakınılması gereken bir şeye)
teslim olmak: She indulged her desire for candy. Şeker
yeme arzusuna yenildi. 2. in kendine bir şey yapma izni
vermek: I haven't indulged in cigarettes for a week. Bir
haftadır sigaradan uzak duruyorum. 3. (arzu, rica
v.b.'ni) yerine getirmek. 4. -e yüz vermek: Don't indulge
that naughty child. O yaramaz çocuğa yüz verme.
indulgence in.dul.gence înd^l'cıns isim 1. düşkünlük. 2. hoşgörü.
indulgent in.dul.gent înd^l'cınt sıfat hoşgörülü.
industrial arts endüstriyel sanatlar.
industrial engineer endüstri mühendisi.
industrial school endüstri meslek lisesi.
industrial in.dus.tri.al înd^s'triyıl sıfat endüstriyel, sınai,
işleyimsel.

673
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

industrialise in.dus.tri.al.ise înd^s'triyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi


bakınız industrialize
industrialist in.dus.tri.al.istisim sanayici.
industrialize in.dus.tri.al.ize înd^s'triyılayz fiil sanayileştirmek.
industrious in.dus.tri.ous înd^s'triyıs sıfat çalışkan, gayretli.
industry in.dus.try în'dıstri isim 1. sanayi, endüstri, işleyim. 2.
çalışkanlık, gayret.
inebriate in.e.bri.ate îni'briyeyt fiil sarhoş etmek, mest etmek.
inedible in.ed.i.ble îned'ıbıl sıfat yenmez.
ineffable in.ef.fa.ble înef'ıbıl sıfat 1. sözü edilmez, ağza alınmaz
(kutsal). 2. tarifsiz, anlatılmaz.
ineffective in.ef.fec.tive înîfek'tîv sıfat 1. etkisiz (çare, ilaç v.b.). 2.
yeteneksiz (yönetici, işçi v.b.).
ineffectual in.ef.fec.tu.al înîfek'çuwıl sıfat 1. etkisiz (çare, ilaç
v.b.). 2. yeteneksiz (yönetici, işçi v.b.).
inefficient in.ef.fi.cient înîfîş'ınt sıfat 1. istenilen etkiyi
uyandırmayan, etkisiz. 2. zaman ve enerjiyi ekonomik
bir şekilde kullanmayan, verimsiz, randımansız (iş
yöntemi, makine v.b.).
inelegant in.el.e.gant înel'ıgınt sıfat zarif olmayan, incelikten
yoksun.
ineligible in.el.i.gi.ble înel'ıcıbıl sıfat 1. katılma hakkı olmayan.
2. bir makam için yeterli nitelikleri olmayan, yetersiz. 3.
askeri hizmete alınamaz.
ineluctable in.e.luc.ta.ble înîl^k'tıbıl sıfat kaçınılmaz.
inept in.ept înept' sıfat 1. uygunsuz, yersiz, yakışıksız. 2.
beceriksiz, hünersiz.
ineptitude in.ep.ti.tudeisim 1. uygunsuzluk. 2. beceriksizlik. 3.
gaf, pot.
inequality in.e.jual.i.ty înikwal'ıti isim 1. eşitsizlik, farklılık. 2.
değişebilirlik, değişkenlik.
inequitable in.ej.ui.ta.blesıfat haksız, insafsız.
inequity in.ej.ui.ty înek'wıti isim haksızlık, insafsızlık.

674
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inert in.ert înırt' sıfat 1. fizik süreduran. 2. hareketsiz. 3. ağır,


tembel, uyuşuk. 4. kimya eylemsiz.
inertia in.er.tia înır'şı isim 1. fizik süredurum, atalet. 2.
tembellik.
inescapable in.es.cap.a.ble înıskey'pıbıl sıfat kaçınılmaz.
inessential in.es.sen.tial înîsen'şıl sıfat gereksiz.
inestimable in.es.ti.ma.ble înes'tımıbıl sıfat 1. hesaba sığmaz,
hesapsız. 2. paha biçilmez, çok değerli.
inevitable in.ev.i.ta.ble înev'ıtıbıl sıfat kaçınılmaz, çaresiz.
inevitably inevitablyzarf kaçınılmaz şekilde.
inexact in.ex.act înîgzäkt' sıfat 1. kesin olmayan. 2. tam doğru
olmayan, yanlış, hatalı.
inexcusable in.ex.cus.a.ble înîkskyu'zıbıl sıfat bağışlanamaz,
affedilmez.
inexcusably inexcusablyzarf affedilmeyecek şekilde.
inexhaustible in.ex.haust.i.ble înîgzôs'tıbıl sıfat 1. tükenmez, bitmez
tükenmez. 2. yorulmaz.
inexorable in.ex.o.ra.ble înek'sırıbıl sıfat 1. amansız, insafsız,
acımasız. 2. değiştirilemez.
inexpedient in.ex.pe.di.ent înîkspi'diyınt sıfat amaca uygun
düşmeyen, elverişsiz.
inexpensive in.ex.pen.sive înîkspen'sîv sıfat ucuz, masrafı az.
inexpensively in.ex.pen.sive.lyzarf ucuza.
inexperience in.ex.pe.ri.ence înîkspîr'iyıns isim tecrübesizlik,
deneyimsizlik, acemilik.
inexperienced in.ex.pe.ri.encedsıfat tecrübesiz, deneyimsiz, acemi.
inexpert in.ex.pert înek'spırt sıfat 1. tecrübesiz, deneyimsiz,
acemi. 2. beceriksiz.
inexplicable in.ex.pli.ca.ble înek'splîkıbıl, îneksplîk'ıbıl sıfat nedeni
anlaşılmaz, açıklanamaz.
inexplicably inexplicablyzarf açıklanamayacak şekilde.
inexpressible in.ex.press.i.ble înîkspres'ıbıl sıfat anlatılmaz, ifade
edilemez.
inexpressibly inexpressiblyzarf anlatılamayacak derecede.

675
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inextricable in.ex.tri.ca.ble îneks'trîkıbıl sıfat 1. içinden çıkılmaz. 2.


çözülmez. 3. ayrılmaz; girift.
inextricably inextricablyzarf içinden çıkılamayacak şekilde.
infallibility in.fal.li.bil.i.tyisim yanılmazlık.
infallible in.fal.li.ble înfäl'ıbıl sıfat yanılmaz, şaşmaz, hata
yapmaz.
infallibly infalliblyzarf yanılmadan.
infamous in.fa.mous în'fımıs sıfat 1. adı kötüye çıkmış. 2. rezil.
3. ayıp, çok çirkin.
infamy in.fa.my în'fımi isim rezalet, alçaklık.
infancy in.fan.cy în'fınsi isim 1. bebeklik, çocukluk. 2.
küçüklük. 3. (tasarı, iş v.b.'nin) başlangıç aşaması,
emekleme dönemi.
infant in.fant în'fınt isim bebek, küçük çocuk. sıfat küçük.
infantile paralysis tıbbi çocuk felci.
infantile in.fan.tile în'fıntayl sıfat 1. çocuğa özgü. 2. çocukça. 3.
çocuğa benzer.
infantilism in.fan.til.ism înfän'tılîzım isim, ruhbilim bebeksilik.
infantry in.fan.try în'fıntri isim piyade.
infatuate in.fat.u.ate înfäç'uweyt fiil aklını çelmek, çıldırtmak.
infatuated with -e deli gibi âşık.
infatuation in.fat.u.a.tionisim (with) -e delicesine âşık olma.
infect in.fect înfekt' fiil bulaştırmak, geçirmek.
infection in.fec.tion înfek'şın isim 1. bulaşma; bulaştırma. 2.
enfeksiyon.
infectious in.fec.tious înfek'şıs sıfat 1. bulaşıcı. 2. başkalarına
kolay geçen (gülme, neşe).
infelicitous in.fe.lic.i.toussıfat hoş olmayan/nahoş (söz veya
davranış).
infelicity in.fe.lic.i.ty înfılîs'ıti isim hoş olmayan/nahoş söz veya
davranış.
infer in.fer înfır' fiil (inferred, inferring) 1. (from) (-den)
anlamak, çıkarmak. 2. (from) (-den) sonuç çıkarmak.
inference in.fer.ence în'fırıns isim sonuç çıkarma.

676
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inferior in.fe.ri.or înfîr'iyır sıfat 1. (to) (-den) aşağı, adi, bayağı,


düşük, (-e göre) değersiz. 2. ikinci derecede.
inferiority complex ruhbilim aşağılık kompleksi.
inferiority feeling aşağılık duygusu.
inferiority in.fe.ri.or.i.ty înfîriyôr'ıti isim aşağılık, adilik,
bayağılık, değerce aşağılık.
infernal in.fer.nal înfır'nıl sıfat 1. cehenneme ait. 2. iğrenç.
inferno in.fer.no înfır'no isim 1. cehennem. 2. cehennem gibi
yer.
infertile in.fer.tile înfır'tîl sıfat 1. çorak, verimsiz. 2. kısır.
infertility infertilityisim 1. verimsizlik. 2. kısırlık.
infest in.fest infest' fiil (bit, kurt, fare) istila etmek, etrafı
sarmak.
infestation in.fes.ta.tionisim (bit, kurt, fare) istila etme, etrafı
sarma.
infidel in.fi.del în'fîdıl isim kâfir.
infidelity in.fi.del.i.ty înfîdel'ıti isim 1. sadakatsizlik. 2. zina. 3.
imansızlık, küfür.
infiltrate in.fil.trate înfîl'treyt fiil 1. süzülmek, içeri sızmak. 2.
süzmek.
infiltration infiltrationisim süzme; süzülme.
infinite pains sonsuz gayret.
infinite in.fin.ite în'fınît sıfat 1. sonsuz, sınırsız. 2. bitmez,
tükenmez.
infinitely in.fin.ite.lyzarf son derece, çok.
infinitesimal in.fin.i.tes.i.mal înfînîtes'ımıl sıfat 1. matematik
infinitezimal, sonsuzküçük. 2. ölçülemeyecek kadar
küçük.
infinitive in.fin.i.tive înfîn'ıtîv isim, dilbilgisi mastar.
infinity in.fin.i.ty înfîn'ıti isim sonsuzluk, sınırsızlık.
infirm in.firm înfırm' sıfat zayıf, kuvvetsiz, halsiz.
infirmary in.fir.ma.ry înfır'mıri isim 1. (okulda, fabrikada) revir.
2. hastane. 3. klinik.
infirmity in.fir.mi.tyisim 1. zayıflık. 2. hastalık. 3. sakatlık.

677
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inflame in.flame înfleym' fiil 1. tutuşturmak, alevlendirmek;


tutuşmak; alevlenmek. 2. kışkırtmak, tahrik etmek. 3.
öfkelendirmek. 4. tıbbi iltihaplandırmak.
inflammable in.flam.ma.ble înfläm'ıbıl sıfat 1. kolay tutuşan,
parlayıcı. 2. kolay kızdırılır.
inflammation in.flam.ma.tion înflımey'şın tıbbi 1. kızarma. 2.
iltihaplanma, iltihap, yangı.
inflammatory in.flam.ma.to.ry înfläm'ıtori sıfat kışkırtıcı, tahrik edici.
inflate in.flate înfleyt' fiil 1. hava ile şişirmek. 2. (fiyatları)
suni olarak yükseltmek, şişirmek. 3. piyasaya çok
miktarda kâğıt para çıkarmak.
inflation in.fla.tionisim enflasyon, para şişkinliği.
inflect in.flect înflekt' fiil 1. ses tonunu değiştirmek. 2.
dilbilgisi çekmek.
inflection in.flec.tion înflek'şın isim 1. sesin yükselip alçalması.
2. dilbilgisi çekim.
inflexible in.flex.i.ble înflek'sıbıl sıfat 1. eğilmez, bükülmez. 2.
inatçı.
inflexion in.flex.ion înflek'şın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
inflection
inflict a punishment on someone birini cezaya çarptırmak.
inflict in.flict înflîkt' fiil (on/upon) -e (ağrı, acı, ceza) vermek.
inflorescence in.flo.res.cence înflıres'ıns isim, botanik çiçek durumu.
inflow in.flow în'flo isim içeriye akış.
influence in.flu.ence în'fluwıns isim etki, tesir, nüfuz. fiil 1.
etkilemek, tesir etmek. 2. sözünü geçirmek.
influential in.flu.en.tial înfluwen'şıl sıfat etkili, sözü geçen.
influenza in.flu.en.za înfluwen'zı isim grip, enflüanza.
influx in.flux în'fl^ks isim 1. içeriye akma. 2. akın.
inform in.form înfôrm' fiil 1. (of/about/that) -den haberdar
etmek, hakkında bilgi vermek, -i bildirmek: I informed
him that I would not come tomorrow. Ona yarın
gelmeyeceğimi bildirdim. 2. bilgilendirmek. 3.
against/on -i ihbar etmek.

678
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

informal in.for.mal înfôr'mıl sıfat teklifsiz, resmi olmayan.


informality in.for.mal.i.ty înfôrmäl'ıti isim teklifsizlik.
informally in.for.mal.lyzarf teklifsizce, gayri resmi olarak.
informant in.for.mant înfôr'mınt isim bilgi veren kimse.
information booth danışma, müracaat, danışma yeri.
information in.for.ma.tion înfırmey'şın isim 1. bilgi, haber. 2.
danışma.
informative in.form.a.tive înfôr'mıtîv sıfat bilgilendirici, aydınlatıcı,
eğitici.
informed in.formed înfôrmd' sıfat bilgili, haberli.
informer in.form.er înfôr'mır isim qurnalci, ihbarcı, muhbir.
infraction in.frac.tion înfräk'şın isim (kuralları) bozma, ihlal.
infrared in.fra.red înfrıred' sıfat kızılötesi, kızılaltı, enfraruq.
infrastructure in.fra.struc.ture în'frıstr^kçır isim altyapı, enfrastrüktür.
infrequent in.fre.juent înfri'kwınt sıfat seyrek.
infringe in.fringe înfrînc' fiil 1. (anlaşma, antlaşma v.b.'ni)
bozmak, ihlal etmek. 2. on/upon -e tecavüz etmek.
infringement in.fringe.mentisim 1. (anlaşma, antlaşma v.b.'ni)
bozma. 2. on/upon -e tecavüz etme.
infuriate in.fu.ri.ate înfyûr'iyeyt fiil çıldırtmak, çileden
çıkarmak, çok öfkelendirmek.
infuse in.fuse înfyuz' fiil 1. with -i aşılamak; into -e aşılamak.
2. into içine dökmek veya akıtmak. 3. (çay) demlemek,
demlendirmek.
infusion in.fu.sion înfyu'qın isim 1. içine dökme veya akıtma;
içine dökülme. 2. demleme, demlendirme. 3. demlenmiş
içecek (çay, ilaç). 4. tıbbi damara zerketme, içitim.
ingenious in.gen.ious încin'yıs sıfat 1. hünerli. 2. usta. 3. usta işi.
ingeniously in.gen.ious.lyzarf ustalıkla.
ingenuity in.ge.nu.i.ty încınu'wıti isim yaratıcılık; hüner, marifet.
ingenuous in.gen.u.ous încen'yuwıs sıfat 1. açıkyürekli, samimi,
candan. 2. saf, masum.
inglorious in.glo.ri.ous înglor'iyıs sıfat 1. utandırıcı, yüz kızartıcı.
2. şerefsiz. 3. tanınmamış.

679
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ingoing in.go.ing în'gowîng sıfat 1. iktidara yeni gelen


(hükümet). 2. kabaran (deniz).
ingot in.got îng'gıt isim külçe.
ingrate in.grate în'greyt isim nankör kimse.
ingratiate oneself with someone birinin gözüne girmeye çalışmak.
ingratiate in.gra.ti.ate în.grey'şiyeyt fiil bakınız ingratiate oneself
with someone
ingratitude in.grat.i.tude în.grät'ıtud isim nankörlük.
ingredient in.gre.di.ent în.gri'diyınt isim karışımdaki madde,
malzeme.
ingrowing in.grow.ing în'growîng sıfat içe doğru büyüyen.
inguinal gland kasık bezi.
inguinal in.gui.nal îng'gwınıl sıfat kasıksal, kasığa ait.
inhabit in.hab.it înhäb'ît fiil içinde oturmak.
inhabitable in.hab.it.ablesıfat içinde oturulur, oturmaya elverişli.
inhabitant in.hab.i.tant înhäb'ıtınt isim (bir yerde) oturan kimse,
sakin.
inhalation in.ha.la.tion înhıley'şın isim 1. nefes alma. 2. (sigara
dumanı v.b.'ni) içine çekme.
inhale in.hale înheyl' fiil 1. nefes almak. 2. (sigara dumanı
v.b.'ni) içine çekmek.
inherence in.her.ence înhîr'ıns isim (bir şeye/birine) özgü olma.
inherency in.her.en.cy înhîr'ınsi isim (bir şeye/birine) özgü olma.
inherent in.her.ent înhîr'ınt, înher'ınt sıfat (bir şeye/birine)
özgü/has; esas, asıl, öz: inherent rights temel haklar.
inherit in.her.it înher'ît fiil -e miras kalmak; vâris olmak.
inheritance in.her.i.tance înher'ıtıns isim 1. miras, kalıt. 2. biyoloji
kalıtım, soyaçekim.
inherited in.her.itedsıfat 1. irsi, kalıtsal. 2. miras kalan.

inheritor in.her.itorisim mirasçı, vâris.


inhibit in.hib.it înhî'bît fiil 1. from -den alıkoymak, -i
engellemek. 2. yavaşlatmak. 3. ruhbilim inhibe etmek.
inhibited in.hib.itedsıfat çekingen.

680
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inhibition in.hi.bi.tion înhîbîş'ın isim 1. alıkoyma, engelleme. 2.


yavaşlatma. 3. ruhbilim inhibisyon, inhibe etme.
inhospitable in.hos.pi.ta.ble înhas'pîtıbıl, înhaspît'ıbıl sıfat 1. konuk
sevmez. 2. barınak olmayan (yer).
inhuman in.hu.man înhyu'mın sıfat insanlık dışı, merhametsiz,
şefkatsiz, zalim.
inhumane in.hu.mane înhyumeyn' sıfat zalim, merhametsiz.
inhumanity in.hu.man.i.ty înhyumän'ıti isim insaniyetsizlik.
inimical in.im.i.cal înîm'îkıl sıfat 1. to -e düşman: That village is
inimical to strangers. O köy yabancılara düşman. 2. to -
e ters düşen, -e karşıt; -e zararlı: His plan is inimical to
our interests. Onun planı bizim çıkarlarımıza ters
düşüyor.
inimitable in.im.i.ta.ble înîm'ıtıbıl sıfat 1. taklit edilemez. 2. eşsiz.
iniquity in.ij.ui.ty înîk'wıti isim 1. günah. 2. kötülük. 3.
haksızlık, adaletsizlik.
initial in.i.tial înîş'ıl sıfat baştaki, birinci, ilk. isim kelimenin
ilk harfi. fiil (initialed/initialled, initialing/initialling)
kısa imza atmak.
initiate in.i.ti.ate înîş'iyeyt fiil 1. başlatmak. 2. into -e
alıştırmak, -i göstermek. 3. üyeliğe kabul etmek. isim
üyeliğe yeni kabul edilmiş kimse.
initiation in.i.ti.a.tion înîşiyey'şın isim 1. üyeliğe kabul töreni. 2.
başlatma.
initiative in.i.tia.tive înîş'ıtîv isim 1. inisiyatif. 2. girişim,
teşebbüs.
initiator initiatorisim başlatan kimse.
inject in.ject încekt' fiil şırınga etmek, enqeksiyon yapmak.
injection in.jec.tion încek'şın isim enqeksiyon, iğne.
injudicious in.ju.di.cious încudîş'ıs sıfat tedbirsiz; düşüncesiz;
patavatsız.
injure in.jure în'cır fiil 1. incitmek, zarar vermek. 2. bozmak.
injurious in.ju.ri.ous încûr'iyıs sıfat 1. zararlı, dokunur. 2. kırıcı,
yerici, aşağılayıcı.

681
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

injury in.ju.ry în'cıri isim 1. zarar, ziyan. 2. eza, üzgü. 3.


haksızlık. 4. yara.
injustice in.jus.tice înq^s'tîs isim haksızlık, adaletsizlik.
ink ink îngk isim mürekkep.
inkling ink.ling îngk'lîng isim 1. işaret, ipucu. 2. seziş.
inkpad ink.padisim ıstampa.
inkwell ink.wellisim mürekkep hokkası.
inlaid in.laid în'leyd sıfat kakma, kakmalı, işlemeli.
inland sea kapalı deniz, içdeniz.
inland waters iç sular.
inland in.land în'lınd isim ülkenin denizden uzak yerleri;
ülkenin iç kısmı. sıfat denizden uzak, iç. zarf denizden
uzakta, iç kısımlarda; iç kısımlara doğru.
in-law in-law în'lô isim, konuşma dili evlilik dolayısıyla yakın
akraba.
inlay in.lay in'ley, înley' fiil (inlaid) içine kakmak, kakma
yapmak. isim 1. kakma işi. 2. dişçilik dolgu.
inlet in.let în'let isim 1. koy, küçük körfez. 2. giriş, giriş
yeri.
inmate in.mate în'meyt isim 1. hapishane veya akıl
hastanesinde bulunan kimse. 2. sakin. 3. başkası ile aynı
evde oturan kimse. 4. birlikte oturan kimse.
inn inn în isim han, otel.
innards in.nards în'ırdz isim, çoğul, konuşma dili iç kısımlar, iç
organlar.
innate in.nate în'eyt, îneyt' sıfat 1. (bir şeye/birine) özgü/has;
esas, asıl, öz. 2. irsi, kalıtsal. 3. (birinin) tabiatında olan.
4. felsefe doğuştan olan.
inner city şehrin merkezinde yoksulların oturduğu mahalle.
Inner Mongolia İç Moğolistan.
inner resources manevi kuvvet.
inner significance derin veya gizli anlam.
inner tube iç lastik.

682
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inner in.ner în'ır sıfat 1. iç, dahili. 2. iç, ruhsal. 3. gizli, saklı
(anlam v.b.).
innermost in.ner.mostsıfat en içerideki, en içteki.
inning in.ning în'îng isim, beysbol her iki takımdaki
oyuncuların birer vuruş sırası.
innings in.ningsisim 1. kriket bir takımdaki on oyuncunun
oyun dışı edilinceye kadar vuruş sıraları. 2. sıra, nöbet.
innkeeper inn.keep.erisim hancı, otelci.
innocence in.no.cence în'ısıns isim 1. masumluk, suçsuzluk. 2.
saflık.
innocent amusement zararsız eğlence.
innocent in.no.cent în'ısınt sıfat 1. masum, suçsuz. 2. zararsız. 3.
saf, safdil. isim 1. masum kimse veya çocuk. 2. aptal
kimse.
innocuous in.noc.u.ous înak'yuwıs sıfat zararsız, incitmeyen.
innovate in.no.vate în'ıveyt fiil yenilik çıkarmak, değişiklik
yapmak.
innovation in.no.va.tionisim 1. yenilik, değişiklik. 2. buluş, icat.
innovator innovatorisim yenilik yapan kimse.
innuendo in.nu.en.do înyuwen'do isim olumsuz bir şey ima eden
söz, taş, kinaye.
innumerable in.nu.mer.a.ble înu'mırıbıl sıfat sayısız, hesapsız, pek
çok.
inoculate in.oc.u.late înak'yıleyt fiil aşılamak.
inoculation in.oc.u.la.tionisim 1. aşı. 2. aşılama.
inoffensive in.of.fen.sive înıfen'sîv sıfat zararsız, incitmeyen.
inoperable in.op.er.a.ble înap'ırıbıl sıfat 1. ameliyat edilemez. 2.
çalıştırılamaz; uygulanamaz.
inoperative in.op.er.a.tive înap'ırıtîv sıfat işlemeyen, çalışmayan.
inopportune in.op.por.tune înapırtun' sıfat zamansız, mevsimsiz,
uygunsuz, sırasız.
inordinate in.or.di.nate înôr'dınît sıfat 1. aşırı. 2. düzensiz.
inorganic chemistry inorganik kimya.
inorganic in.or.gan.ic înôrgän'îk sıfat inorganik.

683
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

inpatient in.pa.tient în'peyşınt isim hastanede yatan hasta.


input data bilgisayar girdi, giriş verileri.
input device bilgisayar girdi aygıtı.
input in.put în'pût isim 1. ekonomi girdi. 2. elektrik girdi. 3.
bilgisayar girdi, giriş.
input-output in.put-out.putsıfat, bilgisayar girdi-çıktı, giriş-çıkış.
inquest in.juest în'kwest isim resmi soruşturma; nedeni
bilinmeyen ölüm hakkında adli soruşturma.
inquire after someone bir kimsenin hal ve hatırını sormak.
inquire in.juire înkwayr' fiil 1. about hakkında bilgi almak. 2.
into -i araştırmak. 3. into -i soruşturmak. 4. -i sormak.
inquiry in.juir.y înkwayr'i, îng'kwıri isim sorgu, soruşturma,
araştırma.
inquisition in.jui.si.tion înkwızîş'ın isim 1. soruşturma. 2. sorgu. 3.
büyük harf ile Engizisyon.
inquisitive in.juis.i.tive înkwîz'ıtîv sıfat meraklı.
inroad in.road în'rod isim genellikle çoğul akın, baskın.
insane person deli.
insane in.sane înseyn' sıfat 1. deli, çıldırmış. 2. delice,
anlamsız.
insanity in.san.i.ty însän'ıti isim delilik, cinnet.
insatiability insatiabilityisim doymazlık, açgözlülük.
insatiable in.sa.tia.ble însey'şıbıl sıfat 1. doymak bilmez, doymaz,
kanmaz. 2. açgözlü, obur.
insatiableness in.sa.tia.ble.nessisim doymazlık, açgözlülük.
inscribe in.scribe înskrayb' fiil 1. yazmak, kaydetmek. 2. (yazıt)
yazmak, hakketmek. 3. to/for (bir yapıtı imzalayarak) -e
ithaf etmek.
inscription in.scrip.tion înskrîp'şın isim 1. kitabe, yazıt, yazı. 2.
ithaf. 3. madalya veya para üzerindeki yazı.
inscrutable in.scru.ta.ble înskru'tıbıl sıfat anlaşılmaz, esrarlı.
insect in.sect în'sekt isim böcek.
insecticide in.sec.ti.cide însek'tîsayd isim böcek ilacı.
insectivorous in.sec.tiv.o.rous însektîv'ırıs sıfat böcekçil.

684
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

insecure in.se.cure însıkyûr' sıfat 1. emniyetsiz, sağlam


olmayan, garantili olmayan, tehlikeli. 2. kendine
güvenmeyen.
insecurity in.se.cu.ri.tyisim emniyetsizlik, sağlam olmama.
inseminate in.sem.i.nate însem'ıneyt fiil 1. döllemek. 2. aşılamak,
telkin etmek.
insemina'tion isim dölleme.
insensible in.sen.si.ble însen'sıbıl sıfat 1. to -i duymaz, -i
hissetmez. 2. to -e karşı duygusuz. 3. kendinden geçmiş,
baygın. 4. of -in farkında olmayan.
insensitive in.sen.si.tive însen'sıtîv sıfat 1. to -e karşı duyarsız. 2.
duygusuz, anlayışsız, düşüncesiz.
inseparable in.sep.a.ra.ble însep'ırıbıl sıfat ayrılmaz.
inseparables in.sep.a.ra.blesisim ayrılmaz dostlar.
insert in.sert însırt' fiil 1. (in) (-e) sokmak. 2. (into) (-e)
koymak. 3. arasına koymak. isim 1. araya eklenen şey.
2. kitap ortasına eklenen sayfalar. 3. dergi veya gazete
arasına konulan ek.
insertion in.ser.tion însır'şın isim 1. ekleme. 2. eklenen şey. 3. bir
ilanın gazeteye bir kez konması.
inshore in.shore în'şôr sıfat kıyıya yakın. zarf kıyıya doğru.
inside information içeriden sızan haberler.
inside of an hour bir saate kadar.
inside out tersyüz.
inside in.side în'sayd' isim iç, iç taraf: the inside of the box
kutunun içi. sıfat iç, içteki. zarf içeride; içeriye. edat
içine, içerisine; içinde, içerisinde: The mouse is hiding
inside that piano. Fare o piyanonun içinde saklanıyor.
insider in.siderisim içeriden biri, iç yüzünü bilen kimse.
insides in.sidesisim bağırsaklar; iç organlar, iç kısımlar.
insidious in.sid.i.ous însîd'iyıs sıfat 1. sinsi, gizlice fırsat
kollayan. 2. hain, hilekâr.
insight in.sight în'sayt isim anlayış, bir şeyin iç yüzünü
kavrama.

685
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

insignia in.sig.ni.a însîg'niyı isim, çoğul 1. nişanlar. 2. rütbe


işaretleri.
insignificant in.sig.nif.i.cant însîgnîf'ıkınt sıfat 1. anlamsız. 2.
önemsiz. 3. pek az. 4. ufak. 5. değersiz, değmez.
insincere in.sin.cere însînsîr' sıfat samimiyetsiz, içtenliksiz,
ikiyüzlü.
insincerity in.sin.cer.i.ty însînser'ıti isim samimiyetsizlik,
içtensizlik.
insinuate in.sin.u.ate însîn'yuweyt fiil 1. (olumsuz bir şeyi) üstü
kapalı söylemek. 2. kurnazlıkla anıştırmak, çıtlatmak. 3.
demeye getirmek.
insinuation in.sin.u.a.tion însînyuwey'şın isim 1. üstü kapalı
olumsuz söz. 2. kurnazlıkla anıştırma.
insipid in.sip.id însîp'îd sıfat 1. sönük. 2. tatsız, yavan,
lezzetsiz.
insist in.sist însîst' fiil (on/upon) -de ısrar etmek, -de
direnmek, için diretmek, -de ayak diremek, -i tutturmak:
She insisted on buying the red dress. Kırmızı elbiseyi
almakta ısrar etti. He insisted that there be an immediate
investigation. Derhal bir soruşturma açılması için
diretti.
insistence in.sis.tenceisim ısrar, ayak direme.
insistent in.sis.tentsıfat 1. ısrar edici, direngen. 2. ısrarlı.
insofar as -diği derecede/kadar.
insofar in.so.far însofar' zarf bakınız insofar as
insolence in.so.lenceisim küstahlık.
insolent in.so.lent în'sılınt sıfat küstah, terbiyesiz, arsız.
insoluble in.sol.u.ble însal'yıbıl sıfat 1. erimez, çözünmez. 2.
çözülmez, halledilmez (problem v.b.).
insolvency in.sol.ven.cyisim, hukuk aciz hali.
insolvent in.sol.vent însal'vınt sıfat, ticaret ödeme aczine
düşmüş; iflas etmiş, batkın. isim ödeme aczine düşmüş
kişi/şirket; müflis kimse, batkın.

686
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

insomnia in.som.ni.a însam'niyı isim uykusuzluk, uyuyamazlık,


uyku yitimi.
insomniac in.som.ni.ac însam'niyäk isim uykusuzluk çeken kimse.
insomuch as -diğine göre. 2. -diği derecede/kadar.
insomuch that o kadar ki.
insomuch in.so.much însom^ç' zarf bakınız insomuch as
insomuch that
inspect in.spect înspekt' fiil teftiş etmek, denetlemek, kontrol
etmek, yoklamak.
inspection in.spec.tion înspek'şın isim teftiş, denetleme, kontrol,
yoklama.
inspector in.spec.tor înspek'tır isim 1. müfettiş, enspektör. 2.
kontrol memuru.
inspiration in.spi.ra.tion înspırey'şın isim 1. ilham, esin. 2. aşılama,
telkin.
inspire in.spire înspayır' fiil 1. ilham etmek, esinlemek. 2.
(öfke, sevgi v.b.'ni) uyandırmak. 3. solumak.
inst. inst.kısaltma «instant» institute institution
instability in.sta.bil.i.ty înstıbîl'ıti isim 1. dayanıksızlık. 2.
kararsızlık, sebatsızlık.
install in.stall înstôl' fiil 1. yerine koymak. 2. kurmak, tesis
etmek. 3. (memuru) makamına getirmek. 4. bilgisayar
kurmak.
installation in.stal.la.tion înstıley'şın isim 1. tesisat, döşem; tertibat,
düzen. 2. askeri üs. 3. bilgisayar kurma.
installment plan taksit usulü.
installment in.stall.ment înstôl'mınt isim 1. taksit. 2. kısım, bölüm.
instalment in.stal.ment înstôl'mınt isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
installment
instance in.stance în'stıns isim 1. örnek. 2. kere, defa. 3. durum.
instant in.stant în'stınt sıfat 1. ani, hemen olan, derhal olan. 2.
acil, ivedi. 3. şimdiki. 4. su katılarak hemen hazırlanan
(yiyecek veya içecek). isim an, dakika: at this instant bu
anda. the instant I came ben gelir gelmez.

687
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

instantly in.stant.lyzarf hemen, derhal.


instead in.stead însted' zarf of -in yerine, -ecek yerde, -eceğine:
He came here instead. Oraya gideceğine buraya
geldi./Başkasının yerine kendisi buraya geldi.
instep in.step în'step isim ayağın üst kısmı, ağım.
instigate in.sti.gate în'stıgeyt fiil kışkırtmak, tahrik etmek, teşvik
etmek.
instigation in.sti.ga.tionisim kışkırtma.
instigator in.sti.ga.torisim kışkırtıcı.
instil in.stil înstîl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız instill
instill in.still înstîl' fiil 1. in/into -e yavaş yavaş
aşılamak/telkin etmek. 2. with -i yavaş yavaş
aşılamak/telkin etmek.
instillation in.stil.la.tionisim fikir aşılama.
instinct in.stinct în'stîngkt isim içgüdü.
instinctive in.stinc.tivesıfat içgüdüsel.
instinctively in.stinc.tive.lyzarf içgüdüsel olarak.
institute in.sti.tute în'stıtut isim 1. kuruluş, müessese. 2. enstitü,
okul. 3. bilimsel kurum. fiil 1. kurmak. 2. atamak, tayin
etmek.
institution in.sti.tu.tion înstıtu'şın isim 1. yerleşmiş gelenek. 2.
kurum, müessese.
institutional in.sti.tu.tion.alsıfat 1. kuruluş veya kuruma ait. 2.
kurumsal.
institutionalise in.sti.tu.tion.al.ise înstıtu'şınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız institutionalize
institutionalize in.sti.tu.tion.al.ize înstıtu'şınılayz fiil 1. kurum haline
getirmek. 2. âdet haline getirmek. 3. akıl hastanesi,
ıslahevi v.b.'ne yerleştirmek.
instruct in.struct înstr^kt' fiil 1. okutmak, öğretmek, eğitmek. 2.
talimat vermek, yol göstermek.
instruction in.struc.tion înstr^k'şın isim 1. öğretme, eğitim. 2.
öğrenim. 3. bilgi; ders.
instructions in.struc.tionsisim direktif, yönerge; açıklama.

688
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

instructive in.struc.tive înstr^k'tîv sıfat öğretici, eğitici.


instructor in.struc.torisim 1. öğretmen, eğitmen. 2. asistan;
okutman.
instrument panel kontrol tablosu.
instrument in.stru.ment în'strımınt isim 1. alet. 2. araç. 3. müzik
enstrüman, çalgı. 4. belge. 5. belgit, senet.
instrumental music müzik enstrümantal müzik.
instrumental in.stru.men.tal înstrımen'tıl sıfat 1. yararlı, etkili. 2.
yardımcı, aracı olan. 3. müzik enstrümantal.
instrumentalist in.stru.men.tal.istisim, müzik çalgı çalan müzisyen.
insubordinate in.sub.or.di.nate însıbôr'dınît sıfat asi, itaatsiz, kafa
tutan, baş kaldıran.
insubordination in.sub.or.di.na.tionisim baş kaldırma.
insubstantial in.sub.stan.tial însıbstän'şıl sıfat 1. asılsız, temelsiz,
hayali. 2. zayıf; hafif.
insufferable in.suf.fer.a.ble îns^f'ırıbıl sıfat çekilmez, katlanılmaz.
insufficient in.suf.fi.cient însıfîş'ınt sıfat eksik, yetersiz.
insufficiently in.suf.fi.cient.lyzarf yetersiz derecede.
insular in.su.lar în'sılır sıfat 1. adaya ait, adaya özgü. 2.
ayrılmış, ayrı. 3. dar görüşlü.
insulate in.su.late în'sıleyt fiil izole etmek, yalıtmak.
insulating tape elektrik izole bant, yalıtım sargısı.
insulation in.su.la.tionisim 1. izolasyon, yalıtım. 2. yalıtım
maddesi.
insulator in.su.la.torisim izolatör, yalıtkan.
insulin in.su.lin în'sılîn isim ensülin.
insult in.sult în's^lt isim hakaret, onur kırma, aşağısama. fiil
hakaret etmek, aşağısamak, hor görmek.
insuperable in.su.per.a.ble însu'pırıbıl sıfat 1. başa çıkılmaz,
yenilemez. 2. geçilemez.
insurance broker sigorta simsarı.
insurance company sigorta şirketi.
insurance policy sigorta poliçesi.
insurance premium sigorta primi.

689
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

insurance in.sur.ance înşûr'ıns isim sigorta.


insure in.sure înşûr' fiil 1. against -e karşı sigorta etmek;
sigorta olmak. 2. emin olmak; sağlamak, temin etmek: I
called the hotel to insure that I had a reservation.
Rezervasyonumun yapıldığından emin olmak için otele
telefon ettim. My investments insure that I have
sufficient income. Yatırımlarım bana yeteri kadar gelir
sağlar.
insurgent in.sur.gent însır'cınt sıfat asi, baş kaldıran, kafa tutan.
isim isyancı, asi.
insurmountable in.sur.mount.a.ble însırmaun'tıbıl sıfat yenilmez,
geçilemez, başa çıkılmaz, üstesinden gelinemez.
insurrection in.sur.rec.tion însırek'şın isim isyan, ayaklanma.
int. int.kısaltma «intelligence» interest interior interqection
internal international interval intransitive
intact in.tact întäkt' sıfat bozulmamış, dokunulmamış, el
sürülmemiş; sağlam, eksiksiz.
intangible in.tan.gi.ble întän'cıbıl sıfat 1. fiziksel varlığı olmayan,
elle tutulamaz, dokunulamaz. 2. kavranamaz.
integer in.te.ger în'tıcır isim, matematik tamsayı.
integral calculus integral hesabı/kalkülüsü.
integral equation integral denklemi.
integral in.te.gral în'tıgrıl sıfat 1. bir bütünün ayrılmaz bir
parçası olan. 2. parçalardan oluşan. isim, matematik
integral.
integrate in.te.grate în'tıgreyt fiil 1. tamamlamak, bütünlemek. 2.
with ile birleştirmek. 3. into -e katmak: He integrated
the letters into his book. Mektupları kitabına kattı.
integration in.te.gra.tion întıgrey'şın isim 1. bütünleşme, birleşme,
integrasyon, entegrasyon. 2. matematik integrasyon.
integrity in.teg.ri.ty înteg'rıti isim 1. doğruluk, dürüstlük. 2.
bütünlük.
intellect in.tel.lect în'tılekt isim 1. akıl, zihin, idrak, anlık,
entelekt, intelekt. 2. akıl sahibi.

690
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

intellectual in.tel.lec.tu.al întılek'çuwıl sıfat 1. akla ait, zihinsel. 2.


yüksek zekâ sahibi. 3. entelektüel, aydın. isim
entelektüel, aydın.
intellectualism in.tel.lec.tu.al.ism întılek'çuwılîzım isim, felsefe
anlıkçılık, entelektüalizm, intelektüalizm.
intelligence bureau istihbarat bürosu.
intelligence quotient zekâ bölümü.
intelligence service istihbarat teşkilatı.
intelligence test zekâ testi.
intelligence in.tel.li.gence întel'ıcıns isim 1. akıl, zekâ, anlayış. 2.
zekâ sahibi. 3. haber. 4. bilgi. 5. istihbarat.
intelligent in.tel.li.gent întel'ıcınt sıfat akıllı, zeki, anlayışlı.
intelligible in.tel.li.gi.ble întel'ıcıbıl sıfat anlaşılır.
intemperate in.tem.per.ate întem'pırît sıfat 1. taşkın, aşırı. 2. sert,
fırtınalı, bozuk (hava). 3. sert, şiddetli (söz).
intend in.tend întend' fiil 1. kastetmek, demek istemek: That's
not what she intended to say. Demek istediği o değil. 2.
niyetinde olmak, niyetlenmek; kararlı olmak: I don't
intend to speak to him ever again. Onunla bir daha
konuşmamakta kararlıyım. 3. tasarlamak, planlamak:
He intends to build a summer house in Yalova.
Yalova'da bir yazlık yapmayı tasarlıyor.
intense in.tense întens' sıfat 1. şiddetli, kuvvetli, keskin,
hararetli. 2. gergin. 3. ciddi olan (kimse).
intensely in.tense.lyzarf 1. şiddetle. 2. yoğun bir şekilde.
intensify in.ten.si.fy înten'sıfay fiil şiddetlendirmek,
yoğunlaştırmak; şiddetlenmek, yoğunlaşmak: The storm
is intensifying. Fırtına şiddetleniyor. They intensified
their search for the lost child. Kayıp çocuğu bulmak için
aramalarını yoğunlaştırdılar.
intensity in.ten.si.ty înten'sıti isim 1. keskinlik, şiddet. 2.
yoğunluk.
intensive care unit tıbbi yoğun bakım servisi.
intensive in.ten.sive înten'sîv sıfat 1. şiddetli. 2. yoğun.

691
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

intent in.tent întent' isim amaç, maksat, niyet. sıfat 1. on -e


kararlı: He is intent on solving the problem. Sorunu
çözmeye kararlı. 2. on -e dalmış: He was so intent on
his work that he lost all track of time. İşine öyle
dalmıştı ki zamanı tamamen unuttu.
intention in.ten.tion înten'şın isim 1. niyet, amaç, maksat: His
intention is to help you. Amacı size yardım etmek. He
has no intention of coming. Gelmek niyetinde değil. 2.
anlam, mana: That's not the intention of the poem.
Şiirin anlamı öyle değil. 3. kasıt.
intentional in.ten.tion.alsıfat kasıtlı, kasti, maksatlı, bile bile
yapılan, isteyerek yapılan.
intentionally in.ten.tion.al.lyzarf kasten, bile bile, isteyerek, mahsus.
inter in.ter întır' fiil (interred, interring) gömmek, defnetmek.
interact in.ter.act întıräkt' fiil birbirini etkilemek.
interaction in.ter.ac.tion întıräk'şın isim 1. birbirini etkileme,
etkileşim. 2. fizik interaksiyon, etkileşim.
intercede in.ter.cede întırsid' fiil araya girmek, aracılık etmek.
intercellular in.ter.cel.lu.lar întırsel'yılır sıfat, biyoloji hücrelerarası,
gözelerarası.
intercept in.ter.cept întırsept' fiil yolunu kesip durdurmak,
yolunu kesip yakalamak.
intercession in.ter.ces.sion întırseş'ın isim araya girme, aracılık.
intercessor in.ter.ces.sor întırses'ır isim aracı, arabulucu.
interchange in.ter.change întırçeync' fiil değiştirmek, değiş tokuş
etmek. isim değiştirme, değiş tokuş etme.
interchangeable in.ter.change.ablesıfat birbiriyle değiştirilebilir.
interconnect in.ter.con.nect întırkınekt' fiil birbirine bağlamak.
interconnecting rooms birbirine açılan odalar.
interconnection in.ter.con.nec.tion întırkınek'şın isim 1. birbirine bağlı
olma. 2. elektrik interkoneksiyon.
intercontinental in.ter.con.ti.nen.tal întırkantınen'tıl sıfat kıtalararası.
intercourse in.ter.course în'tırkôrs isim 1. görüşme, konuşma;
ilişki. 2. cinsel ilişki.

692
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

interdependence in.ter.de.pend.ence întırdîpend'ıns isim karşılıklı


dayanışma.
interdependent in.ter.de.pen.dentsıfat birbirine bağlı olan.
interdict in.ter.dict în'tırdîkt isim yasak. fiil yasaklamak,
menetmek.
interest in.ter.est în'tırîst isim 1. in -e ilgi, merak. 2. hisse, pay.
3. çıkar. 4. kâr, kazanç. 5. faiz. fiil 1. ilgilendirmek. 2.
merakını uyandırmak.
interesting in.ter.est.ing în'tırîstîng sıfat ilginç, enteresan.
interface in.ter.face în'tırfeys isim 1. arayüzey. 2. bilgisayar
arabirim.
interfere in.ter.fere întırfîr' fiil 1. in -e karışmak, -e burnunu
sokmak, -e müdahale etmek. 2. with ile çatışmak. 3.
with -i engellemek.
interference in.ter.fer.enceisim 1. karışma, müdahale. 2. çatışma. 3.
engel. 4. radyo parazit.
interim in.ter.im în'tırîm isim aralık, ara, fasıla. sıfat geçici.
interior decoration içmimarlık.
interior decorator içmimar.
interior in.te.ri.or întîr'iyır sıfat içerideki, iç, dahili. isim 1. iç,
dahil. 2. iç yerler, iç kısım.
interject in.ter.ject întırcekt' fiil arada (söz) söylemek.
interjection in.ter.jec.tion întırcek'şın isim 1. ünlem. 2. arada
söyleme.
interlace in.ter.lace întırleys' fiil 1. birbirine dolanmak; birbirine
dolamak. 2. birbirine geçmek; birbirine geçirmek. 3.
with -e yer yer serpiştirmek: He interlaced his writings
with aphorisms. Yazılarına yer yer özdeyişler
serpiştirdi.
interlock in.ter.lock întırlak' fiil birbirine bağlamak, birbirine
kenetlemek; birbirine bağlanmak, birbirine
kenetlenmek.
interlope in.ter.lope întırlop' fiil başkasının işine karışmak.
interloper in.ter.loperisim başkasının işine burnunu sokan kimse.

693
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

interlude in.ter.lude în'tırlud isim 1. ara dönem. 2. konser ara,


antrakt. 3. tiyatro ara oyunu.
intermarriage in.ter.mar.riage întırmer'îc isim 1. çeşitli aileler veya
milletler arasında evlenme. 2. yakın akrabalar arasında
evlenme.
intermediary in.ter.me.di.ar.y întırmi'diyeri sıfat arada bulunan,
aracılık eden. isim aracı, arabulucu.
intermediate in.ter.me.di.ate întırmi'diyît sıfat ortadaki, aradaki, orta.
interment in.ter.ment întır'mınt isim (ölüyü) gömme, defnetme.
intermezzo in.ter.mez.zo întırmet'so isim, müzik intermezzo.
interminable in.ter.mi.na.ble întır'mînıbıl sıfat sonsuz, bitmez
tükenmez.
intermission in.ter.mis.sion întırmîş'ın isim 1. konser ara, antrakt. 2.
futbol ara, haftaym. 3. basketbol ara, mola.
intermittent current elektrik kesikli akım.
intermittent fever tıbbi belirli aralıklarla gelen ateş.
intermittent in.ter.mit.tent întırmît'ınt sıfat kesik kesik, aralıklı.
intermittently in.ter.mit.tent.lyzarf kesik kesik, aralıklı olarak.
intern in.tern întırn' fiil 1. enterne etmek, gözaltına almak. 2.
(bir gemiyi bir limanda) hapsetmek. isim 1. stajını
yapan tıp öğrencisi, intern. 2. staq yapan kimse.
internal affairs içişleri.
internal combustion engine iç yakımlı motor.
internal inflection dilbilgisi içbükün.
internal medicine tıbbi dahiliye.
internal migration içgöç.
internal organs iç organlar.
internal revenue devlet geliri.
internal structure iç bünye, iç yapı.
internal in.ter.nal întır'nıl sıfat 1. iç, dahili. 2. içilir (ilaç). 3.
içten.
international law hukuk uluslararası hukuk.
International Standard Book Number uluslararası standart kitap numarası.

694
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

international in.ter.na.tion.al întırnäş'ınıl sıfat uluslararası,


milletlerarası, enternasyonal.
internationalism in.ter.na.tion.al.ism întırnäş'ınılîzım isim
enternasyonalizm, uluslararasıcılık.
internationalist in.ter.na.tion.al.ist întırnäş'ınılîst isim enternasyonalist,
uluslararasıcı.
interpenetrate in.ter.pen.e.trate întırpen'ıtreyt fiil 1. tamamen içine
geçmek, nüfuz etmek. 2. birbirinin içine geçmek.
interplay in.ter.play în'tırpley isim karşılıklı etkileme.
Interpol In.ter.pol în'tırpol isim İnterpol.
interpolate in.ter.po.late întır'pıleyt fiil 1. yazıya sözcük veya
cümle ekleyerek asıl metni değiştirmek. 2. iki şey
arasına başka bir şey sokmak.
interpolation in.ter.po.la.tion întırpıley'şın isim 1. yazıya sözcük
veya cümle ekleyerek asıl metni değiştirme. 2. metne
eklenmiş sözcük veya cümle, eklenti. 3. araya bir şey
sokma. 4. matematik interpolasyon.
interpose in.ter.pose întırpoz' fiil 1. iki şeyin arasına koymak. 2.
araya girmek.
interpret in.ter.pret întır'prît fiil 1. yorumlamak. 2. çevirmek,
tercüme etmek. 3. çevirmenlik yapmak.
interpretation in.ter.pre.ta.tionisim yorum, açıklama.
interpreter in.ter.pret.erisim 1. yorumcu. 2. çevirmen, tercüman.
interracial in.ter.ra.cial întır.rey'şıl sıfat ırklararası.
interrelated in.ter.re.lat.edsıfat birbiriyle ilgili.
interrelation in.ter.re.la.tion întır.rîley'şın isim karşılıklı ilişki.
interrogate in.ter.ro.gate înter'ıgeyt fiil 1. sorguya çekmek. 2. soru
sormak.
interrogation in.ter.ro.ga.tionisim 1. sorguya çekme. 2. soru sorma.
interrogative pronoun dilbilgisi soru zamiri.
interrogative in.ter.rog.a.tive întırag'ıtîv sıfat sorulu, soru ifade eden.
isim soru zamiri; soru sözcüğü.
interrogator in.ter.rog.a.torisim 1. sorgu yargıcı. 2. soru soran
kimse.

695
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

interrupt in.ter.rupt întır^pt' fiil 1. yarıda kesmek. 2. engellemek.


3. (birinin) sözünü kesmek.
interruption in.ter.rup.tion întır^p'şın isim ara, kesinti, kesilme.
intersect in.ter.sect întırsekt' fiil 1. kesişmek. 2. katetmek,
kesmek, ikiye bölmek.
intersection in.ter.sec.tion întırsek'şın isim 1. kesişme. 2. kavşak. 3.
geometri arakesit.
intersperse in.ter.sperse întırspırs' fiil arasına serpmek, karıştırmak.
interspersion interspersionisim serpiştirme.
intertwine in.ter.twine întırtwayn' fiil 1. birbirine sarılmak,
birbirine geçmek. 2. with -e sarmak, -e dolamak.
interuniversity in.ter.u.ni.ver.si.ty întıryunıvır'sıti sıfat
üniversitelerarası.
interval in.ter.val în'tırvıl isim 1. aralık, ara. 2. süre. 3. müzik
iki ses arasındaki perde farkı, enterval.
intervene in.ter.vene întırvin' fiil 1. araya girmek. 2. in -e
karışmak.
intervention in.ter.ven.tion întırven'şın isim 1. aracılık. 2. karışma.
interview in.ter.view întır.vyu fiil 1. görüşmek. 2. röportaj
yapmak. isim 1. görüşme. 2. röportaq.
interweave in.ter.weave întırwiv' fiil (interwove, interwoven) 1.
beraber dokumak. 2. birbirine karıştırmak.
intestinal in.tes.ti.nalsıfat bağırsaklara ait.
intestine in.tes.tine întes'tîn isim bağırsak.
intimacy in.ti.ma.cy în'tımısi isim samimilik, samimiyet.
intimate in.ti.mate în'tımît sıfat 1. samimi, çok yakın (arkadaş).
2. çok yakın, sıkı: There is an intimate relationship
between love and hate. Aşk ve nefret arasında çok yakın
bir ilişki var. 3. derin, ayrıntılı (bilgi). 4. özel, mahrem.
isim 1. samimi arkadaş. 2. sırdaş.
intimately in.ti.mate.ly în'tımîtli zarf 1. içtenlikle, samimiyetle. 2.
çok yakından: He's a distant relative; I don't know him
intimately. O uzak bir akraba; kendisini yakından
tanımıyorum. The two subjects are intimately related.

696
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

İki konu birbiriyle yakından ilgili. 3. derinlemesine, çok


iyi: She is intimately familiar with Bach's music.
Bach'ın müziğini derinlemesine biliyor.
intimation in.ti.ma.tionisim üstü kapalı söyleme, ima.
intimidate in.tim.i.date întîm'ıdeyt fiil gözünü korkutmak,
sindirmek, yıldırmak; gözdağı vermek.
intimidation in.tim.i.da.tionisim gözünü korkutma, yıldırma,
sindirme; gözdağı verme.
into the bargain üstelik, caba.
into in.to în'tu edat içine; içeri; -e, -ye.
intolerable in.tol.er.a.ble întal'ırıbıl sıfat çekilmez, dayanılmaz.
intolerance in.tol.er.anceisim hoşgörüsüzlük.
intolerant in.tol.er.ant întal'ırınt sıfat of -e karşı hoşgörüsüz.
intonation in.to.na.tion întıney'şın isim 1. ses tonunun yükselip
alçalma şekli, tonlanma, titremleme. 2. müzik
entonasyon, tonötüm.
intoxicant in.tox.i.cant întak'sıkınt sıfat sarhoş edici. isim sarhoş
eden madde.
intoxicate in.tox.i.cate întak'sıkeyt fiil 1. sarhoş etmek. 2. mest
etmek. 3. tıbbi zehirlemek.
intoxication intoxicationisim 1. sarhoşluk. 2. mest olma. 3. tıbbi
zehirlenme.
intractable in.trac.ta.ble înträk'tıbıl sıfat 1. inatçı, serkeş, yola
getirilemeyen. 2. kolay kontrol edilemeyen.
intramuscular in.tra.mus.cu.lar întrım^s'kyılır sıfat kasiçi.
intransigence in.tran.si.genceisim uzlaşmazlık.
intransigent in.tran.si.gent înträn'sıcınt sıfat uzlaşmaz, uzlaşması
olanaksız.
intransitive verb dilbilgisi geçişsiz fiil.
intransitive in.tran.si.tive înträn'sıtîv sıfat, dilbilgisi geçişsiz,
nesnesiz (fiil).
intrauterine device tıbbi spiral.
intrauterine in.tra.u.ter.ine întrıyu'tırîn sıfat bakınız intrauterine
device

697
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

intravenous in.tra.ve.nous întrıvi'nıs sıfat damariçi.


intrepid in.trep.id întrep'îd sıfat yılmaz, korkusuz, cesur.
intricate in.tri.cate în'trîkît sıfat karışık, çapraşık, girişik, girift.
intrigue in.trigue întrig' fiil 1. merakını uyandırmak, ilgisini
çekmek; şaşırtmak. 2. entrika çevirmek, dalavere
çevirmek. 3. gizlice sevişmek. isim 1. entrika, hile. 2.
gizli aşk macerası.
intrinsic in.trin.sic întrîn'sîk sıfat asıl, esas, kendine özgü.
intrinsical in.trin.si.cal întrîn'sîkıl sıfat bakınız intrinsic
intrinsically in.trin.si.cal.lyzarf aslında, özünde.
introduce in.tro.duce întrıdus' fiil 1. to ile tanıştırmak: She
introduced him to her mother. Onu annesiyle tanıştırdı.
2. to -i tanıtmak: This book introduces preschool
children to biology. Bu kitap okulöncesi çocuklarına
biyoloqiyi tanıtıyor. 3. ortaya koymak, ileri sürmek, öne
sürmek: I'm about to introduce new evidence in support
of my thesis. Tezimi desteklemek için yeni kanıtlar
ortaya koymak üzereyim. 4. into içine sokmak: The
nurse introduced the needle into the vein with difficulty.
Hemşire iğneyi damara sokmakta zorlandı. 5. into -e
sunmak: The bill was introduced into the Grand
National Assembly. Yasa tasarısı Büyük Millet
Meclisine sunuldu. 6. into (soyut bir şeyi) -e (ilk olarak)
getirmek, -e tanıtmak: He introduced double-entry
accounting into that firm. O firmaya çift kayıt defter
tutma yöntemini o tanıttı. 7. into (somut bir şeyi) -e (ilk
olarak) getirmek/götürmek: The English introduced
rabbits into Australia. Avustralya'ya tavşanı ilk olarak
İngilizler getirdi.
introduction in.tro.duc.tion întrıd^k'şın isim 1. tanıtım. 2. tanıştırma,
takdim. 3. başlangıç, giriş, önsöz.
introductory in.tro.duc.to.ry întrıd^k'tıri sıfat 1. tanıtıcı. 2. başlangıç
ile ilgili.
introspection in.tro.spec.tion întrıspek'şın isim içgözlem, içebakış.

698
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

introspectionism in.tro.spec.tion.ismisim içebakışçılık.


introspectionist in.tro.spec.tion.istisim, sıfat içebakışçı.
introspectionistic in.tro.spec.tion.ist.icsıfat içebakışçı.
introspective in.tro.spec.tive întrıspek'tîv sıfat içgözlemsel.
introvert in.tro.vert în'trıvırt isim içedönük kimse.
intrude in.trude întrud' fiil 1. zorla içeriye sokmak; zorla
girmek. 2. istenilmeyen bir yere izinsiz ve davetsiz
girmek.
intruder in.trud.erisim 1. zorla giren kimse. 2. davetsiz misafir.
intrusion in.tru.sion întru'qın isim 1. zorla girme. 2. izinsiz ve
davetsiz girme.
intrusive in.tru.sive întru'sîv sıfat 1. zorla giren. 2. izinsiz ve
davetsiz giren.
intuition in.tu.i.tion întuwîş'ın isim sezgi, sezi, içe doğma.
intuitionism in.tu.i.tion.ismisim, felsefe sezgicilik.
intuitionist in.tu.i.tion.istisim, sıfat, felsefe sezgici.
intuitionistic in.tu.i.tion.ist.icsıfat, felsefe sezgici.
intuitive knowledge sezgiyle edinilen bilgi.
intuitive in.tu.i.tive întu'wıtîv sıfat sezgiyle anlaşılan veya
öğrenilen, sezgisel.
intuitively in.tu.i.tive.lyzarf sezgiyle.
inundate in.un.date în'^ndeyt fiil 1. su basmak, sel basmak. 2.
garketmek.
invade in.vade înveyd' fiil 1. saldırmak, hücum etmek. 2. istila
etmek.
invader in.vaderisim istilacı.
invalid in.val.id înväl'îd sıfat geçersiz, hükümsüz.
invalidate in.val.i.date înväl'ıdeyt fiil geçersizleştirmek,
hükümsüz kılmak.
invaluable in.val.u.a.ble înväl'yuwıbıl sıfat çok değerli, paha
biçilmez.
invariable in.var.i.a.ble înver'iyıbıl sıfat değişmeyen, değişmez,
sabit kalan.

699
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

invariably invariablyzarf 1. değişmeyerek. 2. aynı şekilde. 3. her


zaman.
invasion in.va.sion învey'qın isim istila, saldırı, akın.
invective in.vec.tive învek'tîv isim ağır hakaret, sövüp sayma,
küfür.
inveigh in.veigh învey' fiil against -i şiddetle eleştirmek; -i
paylamak.
invent in.vent învent' fiil 1. icat etmek, yaratmak. 2.
uydurmak.
invention in.ven.tion înven'şın isim buluş, icat.
inventive in.ven.tivesıfat yaratıcı.
inventor in.ven.torisim icat eden, yaratıcı.
inventory in.ven.to.ry în'vıntori isim 1. envanter. 2. deftere kayıtlı
eşya, demirbaş.
inverse in.verse învırs', în'vırs sıfat ters, aksi. isim, matematik
ters sonuç.
inversion in.ver.sion învır'qın isim 1. ters dönme, altüst olma. 2.
tersine dönmüş şey. 3. ters çevirme.
invert in.vert învırt' fiil 1. tersine çevirmek, tersyüz etmek. 2.
sırasını değiştirmek.
invertebrate in.ver.te.brate învır'tıbreyt, învır'tıbrît sıfat omurgasız.
isim omurgasız hayvan.
inverted comma dilbilgisi tırnak işareti.
inverted commas İngiliz İngilizcesi tırnak işaretleri.
inverted in.vert.ed învırt'îd sıfat tersine çevrilmiş, ters.
invest in.vest învest' fiil 1. in -e (para) yatırmak. 2. in (bir
proje için) (para, emek, zaman) harcamak. 3. with (bir
makama) getirmek. 4. with (sorumluluk, yetki v.b.'ni)
vermek. 5. (with) (belirli bir) hava vermek: His voice
invests what he says with authority. Sesi söylediklerine
otoriter bir hava veriyor. 6. askeri kuşatmak, muhasara
etmek.
investigate in.ves.ti.gate înves'tıgeyt fiil 1. hakkında
tahkikat/soruşturma yapmak: The detective was

700
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

investigating the murder. Dedektif cinayet hakkında


tahkikat yapıyordu. 2. araştırmak, incelemek: They
were investigating the problem. Problemi
araştırıyorlardı.
investigation in.ves.ti.ga.tionisim 1. tahkikat, soruşturma. 2.
araştırma, inceleme.
investigator in.ves.ti.ga.tor înves'tıgeytır isim 1. dedektif. 2.
araştırıcı.
investment in.vest.ment învest'mınt isim 1. yatırım, envestisman.
2. (sorumluluk, yetki v.b.'ni) verme.
investor in.ves.torisim yatırımcı.
inveterate in.vet.er.ate învet'ırît sıfat 1. kökleşmiş, yerleşmiş. 2.
müzmin; düşkün, tiryaki.
invidious in.vid.i.ous învîd'iyıs sıfat 1. kıskandırıcı. 2. haksız. 3.
tiksindirici.
invigorate in.vig.or.ate învîg'ıreyt fiil canlandırmak,
güçlendirmek.
invincible in.vin.ci.ble învîn'sıbıl sıfat yenilmez.
inviolable in.vi.o.la.ble învay'ılıbıl sıfat 1. dokunulmaz. 2.
bozulamaz, çiğnenemez.
inviolate in.vi.o.late învay'ılît sıfat bozulmamış, çiğnenmemiş.
invisibility invisibilityisim görünmezlik.
invisible in.vis.i.ble învîz'ıbıl sıfat 1. görülmez, görünmez, gözle
seçilemez. 2. çabuk kestirilemez. 3. mali işler resmi
hesaplarda gözükmeyen.
invisibleness in.vis.i.ble.nessisim görünmezlik.
invitation in.vi.ta.tion învıtey'şın isim 1. davet, çağrı. 2. davetiye.
invite in.vite învayt' fiil 1. davet etmek, çağırmak: He invited
only his close friends to the exhibit. Sergiye sadece en
yakın arkadaşlarını davet etti. 2. rica etmek: He invited
me to apply for the job. İşe başvurmamı rica etti. 3.
davet etmek, yol açmak: Carelessness invites criticism.
Dikkatsizlik eleştiriye yol açar.
invoice in.voice în'voys isim fatura. fiil faturasını çıkarmak.

701
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

invoke in.voke învok' fiil 1. (yardım, koruma v.b.'ni) istemek.


2. (Allaha) yakarmak, yalvarmak. 3. (ruh) çağırmak. 4.
başvurmak: He invoked his diplomatic immunity.
Diplomatik dokunulmazlığına başvurdu. He invoked
Plato in defense of his thesis. Tezini savunmak için
Eflatun'a başvurdu.
involve in.volve învalv' fiil 1. gerektirmek, istemek: Expertise
involves practice. Ustalık pratik ister. 2. in -e
karıştırmak, -e bulaştırmak, -e sokmak: Don't involve
me in your illegal activities. Beni yasadışı işlerinize
bulaştırmayın. 3. içermek, kapsamak: This problem
involves other problems. Bu sorun başka sorunları
içeriyor.
involvement in.volve.mentisim 1. ilgi, ilişki. 2. karışma, bulaşma. 3.
konuşma dili aşk ilişkisi.
invulnerable in.vul.ner.a.ble înv^l'nırıbıl sıfat 1. zarar görmekten
veya yaralanmaktan tamamen korunmuş. 2.
fethedilemez; ele geçirilmez (yer). 3. gayet sağlam: His
position in the firm is invulnerable. Firmadaki yeri
gayet sağlam.
inward in.ward în'wırd zarf 1. içeriye doğru. 2. fikir veya
ruhun derinliğine doğru, içe doğru.
inwards in.wards în'wırdz zarf 1. içeriye doğru. 2. fikir veya
ruhun derinliğine doğru, içe doğru.
iodic i.od.ic ayad'îk sıfat iyotlu.
iodine i.o.dine ay'ıdayn isim iyot.
iodise i.o.dise ay'ıdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız iodize
iodization i.o.di.za.tion ayıdîzey'şın isim iyotlama.
iodize i.o.dize ay'ıdayz fiil iyotlamak.
ion i.on ay'ın, ay'an isim iyon.
ionic i.on.ic ayan'îk sıfat iyonik.
ionise i.on.ise ay'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız ionize
ionization ion.iza.tionisim iyonlaşma, iyonlanma.
ionize i.on.ize ay'ınayz fiil iyonlaştırmak; iyonlaşmak.

702
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ionosphere i.on.o.sphere ayan'ısfîr isim iyonyuvarı.


iota i.ot.a ayo'tı isim zerre, nebze: There's not an iota of
truth in it. Onda zerre kadar gerçeklik yok.
IOU IOU ay'o'yu' kısaltma I owe you size olan borcum; borç
senedi.
Iran I.ran îran', îrän' isim İran.
Iranian isim İranlı. sıfat 1. İran, İran'a özgü. 2. İranlı.
Iraq I.raj îrak', îräk' isim Irak.
Iraqi isim Iraklı. sıfat 1. Irak, Irak'a özgü. 2. Iraklı.
irascible i.ras.ci.ble îräs'ıbıl sıfat çabuk öfkelenen, sinirli,
huysuz.
irate i.rate ay'reyt, ayreyt' sıfat öfkeli, hiddetli, kızgın.
ire ire ayr isim öfke, hiddet, kızgınlık.
Ireland Ire.land ayr'lınd isim İrlanda.
iridescent ir.i.des.cent îrıdes'ınt sıfat yanardöner.
iris i.ris ay'rîs isim 1. anatomi iris. 2. süsen.
Irish coffee üstüne kremşantiyi konulan viskili ve şekerli kahve,
İrlanda kahvesi.
Irish Gaelic İrlandaca.
Irish I.rish ay'rîş isim İrlandaca. sıfat 1. İrlanda, İrlanda'ya
özgü. 2. İrlandaca. 3. İrlandalı.
Irishman I.rish.man ay'rîşmın isim (Irishmen) İrlandalı erkek,
İrlandalı.
Irishwoman I.rish.wom.an ay'rîşwûmın isim (Irishwomen) İrlandalı
kadın, İrlandalı.
irk irk ırk fiil 1. bıktırmak, usandırmak. 2. canını sıkmak,
sinirlendirmek.
irksome irk.somesıfat sıkıcı, bıktırıcı, usandırıcı.
Iron Curtain tarih Demirperde.
iron foundry dökümhane, demirhane.
iron gray demirkırı.
iron out ütülemek, (buruşuklukları) gidermek. 2. (pürüz, sorun
v.b.'ni) gidermek.

703
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

iron i.ron ay'ırn isim 1. demir. 2. ütü. 3. maden uçlu golf


sopası. sıfat 1. demir, demirden yapılmış. 2. demir gibi.
fiil ütülemek.
ironic i.ron.ic ayran'îk sıfat inceden inceye alay eden, alaylı,
ironik.
ironical i.ron.i.cal ayran'îkıl sıfat inceden inceye alay eden,
alaylı, ironik.
ironing board ütü tahtası/masası.
ironing i.ron.ingisim 1. ütüleme: Have you done the ironing?
Çamaşırları ütüledin mi? 2. ütülenecek çamaşırlar: She's
got a lot of ironing to do. Çok ütü işi var. 3.
ütülenmiş/ütülü çamaşırlar.
irony of fate kaderin cilvesi.
irony i.ro.ny ay'rıni isim 1. ironi, istihza. 2. insana alay gibi
gelen bir tesadüf.
irrational ir.ra.tion.al îräş'ınıl sıfat 1. akılsız, mantıksız. 2.
akıldışı, usdışı, irrasyonel.
irrationalism ir.ra.tion.al.ismisim, felsefe usdışıcılık, irrasyonalizm.
irrationally ir.ra.tio.nal.lyzarf mantıksızca.
irreconcilable ir.rec.on.cil.a.ble îrekınsay'lıbıl sıfat uzlaştırılamaz,
barıştırılamaz. isim 1. uzlaşmaz kimse. 2. çoğul
uyuşmayan fikirler.
irrecoverable ir.re.cov.er.a.ble îrîk^v'ırıbıl sıfat 1. düzeltilemez. 2.
geri alınamaz.
irredeemable ir.re.deem.a.ble îrîdi'mıbıl sıfat 1. kurtulamaz. 2.
paraya çevrilemez. 3. bedeli ödenerek kurtarılamaz. 4.
çaresiz.
irrefutable ir.ref.u.ta.ble îref'yıtıbıl, îrîfyu'tıbıl sıfat aksi iddia
edilemez, su götürmez, çürütülemez.
irregular ir.reg.u.lar îreg'yılır sıfat 1. düzensiz, kuralsız. 2.
yolsuz, usulsüz. 3. çarpık, düz olmayan. 4. başıbozuk
(asker). 5. dilbilgisi kuraldışı.
irrelevant ir.rel.e.vant îrel'ıvınt sıfat konu dışı; to ile ilgisi
olmayan.

704
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

irremediable ir.re.me.di.a.ble îrîmi'diyıbıl sıfat 1. çaresiz. 2. tedavisi


olanaksız.
irreparable ir.rep.a.ra.ble îrep'ırıbıl sıfat onarılamaz, tamir
olunamaz; onulmaz, çaresiz.
irreplaceable ir.re.place.a.ble îrîpley'sıbıl sıfat yeri doldurulamaz.
irrepressible ir.re.pres.si.ble îrîpres'ıbıl sıfat 1. bastırılamayan,
frenlenemeyen, önüne geçilemeyen. 2. zaptolunmaz,
gemlenmez.
irreproachable ir.re.proach.a.ble îrîpro'çıbıl sıfat kusur bulunamaz,
aleyhinde söylenecek bir şey olmayan, kusursuz.

irresistible ir.re.sis.ti.ble îrîzîs'tıbıl sıfat karşı konulmaz,


dayanılmaz, çok çekici.
irresolute ir.res.o.lute îrez'ılut sıfat kararsız, ikircimli, mütereddit.
irresolvable ir.re.solv.a.ble îrîzal'vıbıl sıfat çözülemez.
irrespective ir.re.spec.tive îrîspek'tîv sıfat of -e bakmaksızın.
irresponsibility irresponsibilityisim sorumsuzluk.
irresponsible ir.re.spon.si.ble îrîspan'sıbıl sıfat sorumsuz.
irretrievable ir.re.triev.a.ble îrîtri'vıbıl sıfat 1. bir daha ele geçmez.
2. telafi edilemez.
irreverence ir.rev.er.enceisim saygısızlık.
irreverent ir.rev.er.ent îrev'ırınt sıfat saygısız.
irreversible ir.re.vers.i.ble îrîvır'sıbıl sıfat 1. ters çevrilemez. 2.
değiştirilemez, geri alınamaz. 3. fizik tersinmez.
irrevocable ir.rev.o.ca.ble îrev'ıkıbıl sıfat geri alınamaz, değişmez,
değiştirilemez.
irrigate ir.ri.gate îr'ıgeyt fiil 1. (toprağı) sulamak. 2. tıbbi
yıkamak, lavaq yapmak.
irrigation ir.ri.ga.tion îrıgey'şın isim 1. (toprağı) sulama. 2. tıbbi
yıkama, lavaq.
irritable ir.ri.ta.ble îr'ıtıbıl sıfat çabuk kızan, sinirli.
irritant ir.ri.tant îr'ıtınt sıfat 1. sinirlendirici. 2. tahriş edici.
isim 1. tahriş edici şey. 2. sinirlendirici şey.
irritate ir.ri.tate îr'ıteyt fiil 1. sinirlendirmek. 2. tahriş etmek.

705
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

irritating ir.ri.tat.ing îr'ıteytîng sıfat 1. sinirlendirici. 2. tahriş


edici.
irritation ir.ri.ta.tionisim sinirlendirme.
Is he the man for the job? O bu işin adamı mı?
is is îz bakınız be
ISBN ISBN ay'es'bi'en' kısaltma International Standard Book
Number
Islam Is.lam îslam' isim İslam, Müslümanlık, İslamiyet.
Islamic sıfat İslam, İslami, Müslüman.
Islamise Is.lam.ise îz'lımayz, îs'lımayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız Islamize
Islamize Is.lam.ize îz'lımayz, îs'lımayz fiil İslamlaştırmak;
İslamlaşmak.
island is.land ay'lınd isim ada.
islander is.land.erisim adalı.
isle isle ayl isim ada.
islet is.let ay'lît isim adacık.
isn't is.n't îz'ınt kısaltma is not .
isobar i.so.bar ay'sıbar isim izobar, eşbasınç.
isolate i.so.late ay'sıleyt fiil 1. izole etmek, ayırmak. 2.
(hastayı) tecrit etmek. 3. kimya ayırmak.
isolation i.so.la.tion aysıley'şın isim 1. izolasyon, ayırma. 2.
(hastayı) tecrit etme. 3. kimya ayırma.
isomer i.so.mer ay'sımır isim, kimya izomer.
isomeric i.so.mer.ic aysımer'îk sıfat izomerik.
isomerism i.som.er.ism aysam'ırîzım isim izomerizm.
isomorph i.so.morph ay'sımôrf isim izomorf, eşbiçim.
isomorphic i.so.mor.phic aysımôr'fîk sıfat izomorfik, eşbiçimli.
isomorphism i.so.mor.phism aysımôr'fîzım isim izomorfizm,
eşbiçimlilik.
isosceles triangle geometri ikizkenar üçgen.
isosceles i.sos.ce.les aysas'ıliz sıfat ikizkenar.
isotherm i.so.therm ay'sıthırm isim izoterm, eşsıcak.
isotope i.so.tope ay'sıtop isim izotop, yerdeş.

706
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Israel Is.ra.el îz'riyıl isim İsrail.


Israeli Is.rae.li îzrey'li isim İsrailli. sıfat 1. İsrail, İsrail'e özgü.
2. İsrailli.
issue of shares hisse senedi ihracı.
issue is.sue îş'u fiil 1. yayımlama, yayım, basım. 2. konu. 3.
sorun, mesele. 4. sonuç, netice. 5. sayı, nüsha. 6.
boşalma yeri. 7. boşalma, çıkış. 8. dağıtım. 9. çocuklar.
10. mali işler piyasaya sürme, emisyon.
isthmus isth.mus îs'mıs, [İngiliz İngilizcesi] îst'mıs isim,
coğrafya kıstak, berzah.
It appeals to the eye. Göze hoş geliyor./Göze güzel görünüyor.
It comes to the same thing. Aynı kapıya çıkar.
It dawned on me. Kafama dank etti.
It doesn't matter. Önemi yok./Fark etmez.
It fell to my lot. Benim payıma düştü.
It gives me a kick. Bana zevk veriyor./Hoşuma gidiyor.
It has seen better days. Artık eskidi.
It is an ill wind that blows nobody good. Her işte bir hayır vardır.
It is beyond my power. Elimde değil.
It is half past one. Saat bir buçuk.
It is more than probable that .... Büyük bir olasılıkla ....
It is neither here nor there. Onun önemi yok./Mesele onda değil.
It is only a question of time. Sadece bir zaman meselesi.
It is reported that .... -diği söyleniyor.
It is rumored that .... Söylentiye göre ....
It is usual to do so. Böyle yapmak âdettir.
It isn't done. Yakışık almaz./Hiç hoş bir şey değil.
It isn't worth a farthing. Beş para etmez.
It leaves me cold. Beni etkilemiyor./Bana vız gelir.
It looks like rain. Yağmur yağacağa benziyor.
It makes my flesh creep. Tüylerimi ürpertiyor.
It makes no difference. Farketmez.
It requires qualification. Kısmen doğru.
It rings a bell with me. Tanıdık gibi geliyor./Bana bir şey hatırlatıyor.

707
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

It rings a bell. Tanıdık gibi geliyor./Bana bir şey hatırlatıyor.


It seems as if Sanki .../Galiba .../... imiş gibi.
It seems as though Sanki .../Galiba .../... imiş gibi.
It serves him right! Müstahaktır!/Oh olsun!
It set my teeth on edge. Dişlerimi kamaştırdı.
It stands to reason .... Kuvvetle tahmin edilen bir durum için kullanılır: It
stands to reason he'll come. Gelmemesi için bir neden
olmadığına göre gelir.
It stands to reason that .... Kuvvetle tahmin edilen bir durum için kullanılır: It
stands to reason he'll come. Gelmemesi için bir neden
olmadığına göre gelir.
It was just one of those things. Ne yapalım? Kısmet!
It was like this. Böyleydi.
It would seem that .... .. gibi görünüyor.
it it ît zamir o; onu; ona. isim (oyunlarda) ebe.
Italian I.tal.ian îtäl'yın isim, sıfat 1. İtalyan. 2. İtalyanca.
italic i.tal.ic îtäl'îk sıfat italik. isim genellikle çoğul italik.
italicise i.tal.i.cise îtäl'ısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
italicize
italicize i.tal.i.cize îtäl'ısayz fiil italik harflerle basmak.
Italy It.a.ly ît'ıli isim İtalya.
itch mite uyuzböceği.
itch itch îç fiil 1. kaşınmak. 2. to -i şiddetle arzu etmek.
isim 1. kaşıntı, kaşınma. 2. şiddetli arzu.
itchy itchysıfat 1. kaşıntılı. 2. kaşıntı yapan.
it'd it'd ît'ıd kısaltma 1. it had . 2. it would .
item i.tem ay'tım isim 1. parça, kalem, adet. 2. madde, fıkra.
3. gazetecilik haber. 4. hesapta tek rakam.
itemise i.tem.ise ay'tımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
itemize
itemize i.tem.ize ay'tımayz fiil ayrıntılarıyla yazmak.
itinerant i.tin.er.ant aytîn'ırınt sıfat dolaşan, gezgin, seyyar. isim
gezginci, seyyar kimse.

708
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

itinerary i.tin.er.ar.y aytîn'ıreri isim 1. yol. 2. seyahat programı.


3. yolcu rehberi. sıfat 1. yola ait. 2. yolculukla ilgili.
It'll set tongues wagging. Herkesin ağzına sakız olacak.
it'll it'll ît'ıl kısaltma it will .
It's a bit thick of you to ask me to do this.Benden bunu istemen biraz fazla.
It's a crying shame! Yazıklar olsun!
It's a deal! Anlaştık!
It's a pleasure. Benim için bir zevktir.
It's a real pity! Çok yazık!
It's a sure thing! Yüzde yüz olacak bir şey!/Sağlam bir iş bu!
It's a wonder she's still alive. Onun hayatta kalması bir mucize.
It's about time we went. Artık gitmeliyiz.
It's all very well but .... Hepsi iyi hoş ama .../Her şey iyi güzel de ....
It's anybody's guess. Kesin olarak kimse bilmiyor.
It's Greek to me. Hiç anlayamıyorum.
It's high time. Tam vakti./Zamanı geldi de geçti bile.
It's my treat. Ben ısmarlıyorum.
It's no go. Olmuyor.: It's no go; he won't change his mind.
Olmuyor; kararından vazgeçmiyor.
It's no joke. konuşma dili Şaka değil bu./Ciddi
söylüyorum./Ciddiyim.
It's no laughing matter. İşin şakası yok./Şakaya gelmez.
It's no skin off my nose! Bana ne!
It's no sweat! Hiç problem değil!/Çok kolay! 2. Hiç de zahmet değil!
It's no wonder he took to drink. Kendini içkiye vermesi şaşılacak bir şey değil.
It's not my cup of tea. O bana göre değil.
It's not within her capacity. Kapasitesi ona yetmez.
It's not within reach. El altında değil.
It's nothing special. Ahım şahım bir şey değil.
It's one o'clock. Saat bir.
It's time for school. Okul zamanı geldi.
It's your turn. Sıra sende.
it's it's îts kısaltma 1. it is . 2. it has .
its its îts zamir onun ( it 'in iyelik hali).

709
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

itself it.self îtself' zamir kendi, kendisi.


IUD IUD ay'yu'di' kısaltma intrauterine device
Ivorian I.vo.ri.an ayvo'riyın isim Fildişi Kıyılı. sıfat 1. Fildişi
Kıyısı, Fildişi Kıyısı'na özgü. 2. Fildişi Kıyılı.
ivory tower fildişi kule.
ivory i.vo.ry ay'vıri isim 1. fildişi. 2. fildişi rengi.
ivy i.vy ay'vi isim duvarsarmaşığı, ağaçsarmaşığı,
sarmaşık, hedera.
J J, j cey isim J, İngiliz alfabesinin onuncu harfi.
J.P. J.P. cey'pi' kısaltma Justice of the Peace
jab jab cäb fiil (qabbed, qabbing) 1. dürtmek, itmek. 2.
saplamak. isim 1. dürtme. 2. saplama.
jabber jab.ber cäb'ır fiil 1. çabuk çabuk konuşmak. 2.
anlaşılmayacak şekilde konuşmak.
jack jack cäk isim 1. otomotiv kriko, kaldırıcı. 2. adam;
köylü. 3. gemici. 4. bocurgat. 5. iskambil oyunları
oğlan, bacak, vale. 6. (bazı oyunlarda) top. 7. argo para.
8. elektrik priz. 9. denizcilikle ilgili cıvadra sancağı. 10.
erkek eşek. 11. erkek tavşan. 12. çoğul beş taş oyunu.
fiil 1. up kriko ile kaldırmak. 2. up bocurgatla
kaldırmak. 3. up bir kimseye görevini hatırlatmak.
jackal jack.al cäk'ıl isim çakal.
jackass jack.ass cäk'äs isim 1. erkek eşek. 2. ahmak adam, eşek
herif, marsıvan eşeği.
jackboot jack.boot cäk'but isim 1. kaba kuvvet. 2. kaba kuvvet
kullanan kimse, zorba. fiil kaba kuvvetle başkasını
boyun eğmeye zorlamak. sıfat kaba kuvvete dayanan.
jackdaw jack.daw cäk'dô isim bir tür küçük karga.
jacket jack.et cäk'ît isim 1. ceket. 2. şömiz. 3. makine silindir
ceketi.
jackknife jack.knife cäk'nayf isim (qackknives) büyük çakı.
jack-of-all-trades jack-of-all-trades cäk'ıvôl'treydz isim elinden her iş
gelen kimse, on parmağında on marifet olan kimse.

710
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

jackpot jack.pot cäk'pat isim, iskambil oyunları pot, ortada


biriken para.
jade jade ceyd isim yeşim.
jaded jadedsıfat 1. çok yorgun, bitkin. 2. isteksiz, bıkkın.
Jaffa orange yafa, yafa portakalı.
Jaffa Jaf.fa cäf'ı isim yafa, yafa portakalı.
jag jag cäg isim 1. viraq, keskin dönüş. 2. diş, sivri uç. fiil
(jagged, jagging) diş diş etmek, çentmek.
jagged jag.ged cäg'îd sıfat dişli, çentikli, sivri uçlu.
jaguar jag.uar cäg'war isim qaguar, qagar.
jail jail ceyl isim cezaevi, hapishane. fiil hapse atmak,
hapsetmek.
jailbird jail.bird ceyl'bırd isim 1. hapishane gediklisi. 2. ip
kaçkını. 3. pranga kaçağı.
jailer jail.er cey'lır isim gardiyan.
jaloppy ja.lop.py cılap'i isim, argo külüstür otomobil, düldül.
jalopy ja.lop.y cılap'i isim, argo külüstür otomobil, düldül.
jam session cazcıların bir araya gelip doğaçtan çaldığı caz müziği.
jam jam cäm isim reçel, marmelat.
Jamaica Ja.mai.ca cımey'kı isim Jamaika.
Jamaican isim Jamaikalı. sıfat 1. Jamaika, Jamaika'ya özgü. 2.
Jamaikalı.
jamb jamb cäm isim kapı veya pencerenin dik yanı veya
kenar pervazı.
jamboree jam.bo.ree cämbıri' isim, argo cümbüş, eğlenti, gırgır.
jam-packed jam-pack.edsıfat dopdolu, hıncahınç dolu, tıklım
tıklım.
Jan. Jan.kısaltma January
jangle jan.gle cäng'gıl fiil 1. ahenksiz ses çıkarmak. 2. kavga
etmek, çekişmek. isim 1. ahenksiz ses. 2. gürültü.
janissary jan.is.sar.y cän'ısıri isim yeniçeri.
janitor jan.i.tor cän'îtır isim kapıcı; odacı.
janizary jan.i.zar.y cän'ızıri isim yeniçeri.
January Jan.u.ar.y cän'yuweri isim ocak ayı.

711
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Jap. Jap.kısaltma «Japan» Japanese


Japan Ja.pan cıpän' isim Japonya.
Japanese cedar botanik kriptomerya.
Japanese maple japonakçaağacı.
Japanese persimmon trabzonhurması.
Japanese plum maltaeriği, yenidünya.
Japanese quince japonayvası.
Japanese Jap.a.nese cäpıniz' isim (Japanese) 1. Japon. 2.
Japonca. sıfat 1. Japon. 2. Japonca.
japonica ja.pon.i.ca cıpan'îkı isim qaponayvası.
jar jar car fiil (qarred, qarring) 1. kulak tırmalayıcı bir ses
çıkarmak. 2. zangırdatmak; zangırdamak. 3. (with) (-e)
ters düşmek, (ile) çatışmak. 4. on/upon sinirlendirmek.
5. sarsmak; sarsılmak. isim 1. sarsıntı; şok. 2. zangırtı.
jargon jar.gon car'gın isim 1. anlaşılmaz dil. 2. meslek argosu.
3. özel dil.
jasmine jas.mine cäz'mîn, cäs'mîn isim yasemin.
jaundice jaun.dice côn'dîs isim 1. tıbbi sarılık. 2. hoşnutsuzluk;
karamsarlık; düşmanlık; kıskançlık; önyargı.
jaundiced jaun.dicedsıfat 1. sarılık olmuş. 2. hoşnutsuz; karamsar;
düşmanca; kıskançlık dolu; önyargılı.
jaunt jaunt cônt fiil gezmek. isim gezinti.
jauntily jaun.ti.lyzarf kaygısızca, fütursuzca.
jaunty jaun.tysıfat 1. neşeli, şen, kaygısız. 2. gösterişli, şık.
Java Ja.va ca'vı isim Cava.
Javan isim Cavalı. sıfat bakınız Javanese
Javanese Jav.a.nese cavıniz' isim (Javanese) 1. Cavalı. 2.
Cavaca. sıfat 1. Cava, Cava'ya özgü. 2. Cavaca. 3.
Cavalı.
javelin throw cirit atma, cirit.
javelin jav.e.lin cäv'lîn, cäv'ılîn isim cirit.
jaw jaw cô isim 1. çene. 2. çoğul ağız. 3. argo çene çalma,
laflama. fiil, argo 1. çene çalmak, laflamak. 2.
dırlanmak.

712
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

jawbone jaw.boneisim çene kemiği. fiil, argo tehditle baskı


yapmak.
jawbreaker jaw.break.erisim, konuşma dili 1. çok sert akide şekeri.
2. söylenişi zor sözcük.
jay jay cey isim alakarga, kestanekargası.
jaywalker jay.walk.erisim caddeyi trafik kurallarına uymadan
geçen kimse.
jazz band cazbant.
jazz up canlandırmak, hareketlendirmek.
jazz jazz cäz isim, sıfat caz.
jealous jeal.ous cel'ıs sıfat kıskanç.
jealously jeal.ous.lyzarf kıskançlıkla.
jealousy jeal.ou.syisim kıskançlık.
jean jean cin isim cin kumaş.
jeans jeansisim cin, cin pantolon; blucin.
jeep jeep cip isim cip.
jeer jeer cîr fiil at ile alay etmek, ile eğlenmek. isim alay.
jell jell cel fiil 1. pelteleşmek. 2. konuşma dili
biçimlenmek, belirginleşmek.
jelly jel.ly cel'i isim qöle. fiil pelteleştirmek; pelteleşmek.
jellybean jel.ly.bean cel'ibin isim içi qöleli fasulye biçiminde bir
şeker.
jellyfish jel.ly.fish cel'ifîş isim 1. denizanası, medüz. 2.
konuşma dili kararsız kimse.
jeopardise jeop.ard.ise cep'ırdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
qeopardize

jeopardize jeop.ard.ize cep'ırdayz fiil tehlikeye atmak, tehlikeye


sokmak.
jeopardy jeop.ard.y cep'ırdi isim 1. tehlike, nazik durum. 2.
hukuk yargılanan sanığın cezaya çarpılma olasılığı.
jerboa jer.bo.a cırbo'wı isim cırboğa, çölfaresi, çölsıçanı.
jerk off otuz bir çekmek, abaza çekmek, masturbasyon yapmak.
jerk out kesik kesik ve hızlı söylemek.

713
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

jerk jerk cırk fiil 1. birdenbire ve şiddetle çekmek. 2. silkip


atmak. 3. fırlatmak. 4. sarsıla sarsıla gitmek.
jerkily jerk.i.lyzarf sarsıntılarla, sarsarak.
jerky jer.kysıfat 1. sarsıntılı. 2. spazmodik. 3. argo aptal,
salak.
jerry-built jer.ry-built cer'ibîlt sıfat kötü malzemeyle yapılmış.
jersey jer.sey cır'zi isim qarse.
Jerusalem artichoke yerelması.
Jerusalem Je.ru.sa.lem cıru'sılım isim Kudüs.
jessamine jes.sa.mine ces'ımîn isim bakınız qasmine
jest jest cest isim şaka, latife, alay. fiil latife etmek, şaka
söylemek; şaka etmek.
jester jest.erisim soytarı, maskara.
Jesus Je.sus ci'zıs isim Hz.İsa.
Jesus! ünlem Allah Allah!
jet lag (uzun bir uçak yolculuğundan sonra) zaman farkından
doğan uyku düzensizliği, yorgunluk v.b.
jet plane jet uçağı, tepkili uçak.
jet propulsion tepkili çalıştırma, jetli sürüş.
jet set jet sosyete.
jet setter jet sosyeteden bir kimse.
jet jet cet fiil (qetted, qetting) 1. fışkırtmak; fışkırmak. 2.
qetle yolculuk yapmak. isim 1. qet. 2. fışkırma. 3.
fıskıye.
jet-black jet-blacksıfat simsiyah.
jet-propelled jet-pro.pelledsıfat 1. tepkili. 2. jet gibi hızlı. 3. enerqik,
hareketli.
jettison jet.ti.son cet'ısın fiil (tehlike anında gemiyi hafifletmek
için) (yükü) denize atmak.
jetton jet.ton cet'ın isim qeton.
jetty jet.ty cet'i isim 1. dalgakıran, mendirek. 2. kâgir iskele.
Jew Jew cu isim, sıfat Musevi, Yahudi.
jewel jew.el cu'wıl isim 1. değerli taş, cevher, mücevher. 2.
cep saatinin içindeki taş. 3. değerli kimse veya şey. fiil

714
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

(qeweled/qewelled, qeweling/qewelling) değerli taşlarla


süslemek.
Jewish Jew.ish cu'wîş sıfat Musevi, Yahudi.
jib jib cîb isim, denizcilikle ilgili flok yelkeni.
jibe jibe cayb fiil 1. denizcilikle ilgili bumba ile seren veya
yelkeni rüzgâr yönünde giderken kavanço etmek. 2.
konuşma dili with -e uymak, ile uyuşmak.
jiff jiff cîf isim bakınız qiffy
jiffy jif.fy cîf'i isim, konuşma dili an, lahza.
jiggle jig.gle cîg'ıl fiil salınmak, dingildemek, ırgalanmak;
sallamak. isim 1. titreme. 2. hafif sallantı.
jigsaw puzzle kesilmiş parçaları birleştirerek oynanan resimbilmece.
jigsaw jig.saw cîg'sô isim motorlu oyma testeresi.
jihad ji.had cîhad' isim cihat.
jilt jilt cîlt fiil (sevgilisini) terketmek. isim sevgilisini
terkeden kız.
jimmy jim.my cîm'i isim (hırsızların kullandığı) ufak levye.
fiil (hırsızların kullandığı) ufak levye ile açmak.
jimsonweed jim.son.weed cîm'sınwid isim tatula, şeytanelması.
jingle jin.gle cîng'gıl isim 1. şıngırtı; çıngırtı; şıkırtı. 2.
(tekerleme gibi) kısa şiir. 3. tekerlemeli şarkı. fiil
şıngırdatmak; çıngırdatmak; şıkırdatmak.
jinks jinks cîngks isim bakınız high qinks
jinni jin.ni cîn'i isim cin.
jinx jinx cîngks isim, argo uğursuz şey veya kimse,
uğursuzluk. fiil uğursuzluk getirmek.
jitters jit.ters cît'ırz isim, konuşma dili the aşırı sinirlilik.
jittery jit.ter.y cît'ıri sıfat, konuşma dili çok sinirli.
jiujitsu jiu.jit.su cucît'su isim bakınız quqitsu
job work götürü iş.
job job cab isim iş, görev, vazife, memuriyet.
jobber job.ber cab'ır isim 1. toptancı, toptan mal satan tüccar,
toptan dağıtımcı. 2. parça başına çalışan işçi.
jockey for position (bir yarışta) daha avantajlı bir yere geçmeye çalışmak.

715
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

jockey jock.ey cak'i fiil dalavere ile kandırmak.


jockstrap jock.strap cak'sträp isim suspansuvar.
jocular joc.u.lar cak'yılır sıfat 1. şakalı, şaka yollu. 2. şakacı.
jocularity joc.u.lar.i.ty cakyılär'ıti isim şakacılık.
jocularly joc.u.lar.lyzarf şaka olarak.
jog someone's memory (bir şeyi hatırlatmak için ipucu vererek) birinin
belleğini canlandırmak.
jog jog cag fiil (qogged, qogging) 1. itmek, sarsmak,
dürtmek. 2. yavaş koşmak, qogging yapmak. isim 1.
dürtme. 2. yavaş koşma.
jogging jog.gingisim yavaş koşma, qogging.
joggle jog.gle cag'ıl fiil 1. hafifçe sarsmak, yavaşça sallamak;
hafifçe sarsılmak veya sallanmak. 2. geçme ile
tutturmak. isim 1. birden dürtme, sallama. 2. sarsıntı. 3.
geçme.
join battle (iki ordu) çarpışmaya başlamak.
join hands el ele tutuşmak.
join up konuşma dili 1. asker yazılmak. 2. üye yazılmak.
join join coyn fiil 1. (kulüp, parti v.b.'ne) katılmak. 2.
buluşmak. 3. birleştirmek; birleşmek. 4. bağlamak;
bağlanmak. 5. konuşma dili bitişmek. 6. in -de yer
almak, -e katılmak. isim 1. bitişme noktası. 2. birleşme;
bitişme.
joiner join.er coy'nır isim 1. birleştirici şey veya kimse. 2.
İngiliz İngilizcesi doğramacı, marangoz.
joinery join.eryisim doğramacılık, marangozluk.
joint account ticaret müşterek hesap.
joint creditors müteselsil alacaklılar.
joint debtors müteselsil borçlular.
joint heir mirasta ortak.
joint owner mülkiyette/tasarrufta ortak; paydaş.
joint surety müteselsil kefil.
joint joint coynt isim 1. anatomi eklem, mafsal. 2. ek. 3. ek
yeri. 4. kasaplık büyük et parçası. 5. botanik düğüm,

716
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

boğum. 6. argo afyon çekilen veya kumar oynanan


batakhane. 7. argo esrarlı sigara. fiil 1. bitiştirmek,
eklemek, raptetmek. 2. ek veya oynak yeri yapmak. 3.
(eti) oynak yerlerinden ayırmak.
jointly joint.lyzarf ortaklaşa, birlikte.
joint-stock company ticaret anonim şirket.
joist joist coyst isim kiriş; putrel.
joke joke cok isim şaka, latife, nükte. fiil şaka yapmak, şaka
etmek.
joker jok.er co'kır isim 1. şakacı kimse. 2. iskambil oyunları
qoker.
jokingly jokinglyzarf şaka ederek, şakayla.
jolly good İngiliz İngilizcesi çok iyi.
jolly jol.ly cal'i sıfat 1. şen, neşeli. 2. neşe verici. 3. konuşma
dili hoş, güzel. zarf, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
pek çok, son derece.
jolt jolt colt fiil 1. sarsmak; sarsılmak. 2. şaşkına çevirmek,
şoke etmek. isim 1. sarsma, sarsıntı. 2. şok.
jonquil jon.juil can'kwîl isim fulya, zerrin.
Jordan Jor.dan côr'dın isim Ürdün.
Jordanian Jor.da.ni.an côrdey'niyın isim Ürdünlü. sıfat 1. Ürdün,
Ürdün'e özgü. 2. Ürdünlü.
josh josh caş fiil, konuşma dili takılmak, şaka etmek, alay
etmek.
jostle jos.tle cas'ıl fiil itip kakmak, itelemek, dürtüklemek.
isim itip kakma.
jot jot cat fiil (qotted, qotting) down yazmak, not etmek.
isim zerre, nebze: I won't change a jot of it! Bir
noktasını bile değiştirmem! Don't you miss a jot or a
tittle! En ufak bir noktayı kaçırma!
joule joule cul, caul isim, fizik qul.
journal jour.nal cır'nıl isim 1. günlük, günce. 2. denizcilikle
ilgili seyir defteri. 3. ticaret günlük defter, yevmiye
defteri. 4. gazete. 5. dergi.

717
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

journalism jour.nal.ism cır'nılîzım isim gazetecilik.


journalist jour.nal.ist cır'nılîst isim gazeteci.
journey jour.ney cır'ni isim yolculuk, gezi, seyahat, sefer, yol.
fiil yolculuk etmek.
journeyman jour.ney.man cır'nimın isim (qourneymen) ustabaşı.
jovial jo.vi.al co'viyıl sıfat şen, neşeli.
joviality jo.vi.al.i.ty coviyäl'ıti isim şenlik, neşe.
jovialness jo.vi.al.nessisim şenlik, neşe.
jowl jowl caul, col isim çene kemiği, alt çene.
joy joy coy isim sevinç, keyif, haz, neşe.
joyful joy.fulsıfat sevinçli, sevindirici, neşeli, neşeyle dolu.
joyfully joy.ful.lyzarf neşeyle.
joyous joy.ous coy'ıs sıfat sevinçli, keyifli, neşeli.
joyride joy.rideisim otomobil gezintisi; çalıntı araba ile gezme.
joystick joy.stickisim 1. uçakta manevra kolu. 2. bilgisayar
kumanda kolu.
Jr. Jr.kısaltma Junior
jubilant ju.bi.lant cu'bılınt sıfat sevinçli, coşkun.
jubilation ju.bi.la.tion cubıley'şın isim coşkulu sevinç, coşku.
jubilee ju.bi.lee cu'bıli isim 1. herhangi bir olayın ellinci
yıldönümü. 2. evlilikte altın yıl. 3. qübile.
Judaism Ju.da.ism cu'diyîzım isim 1. Musevilik, Musevi dini. 2.
Musevi olma, Musevilik. 3. Musevi âlemi.
Judas tree erguvanağacı, erguvan.
Judas Ju.das cu'dıs isim bakınız Judas tree
Judeo-German Ju.de.o-Ger.man cudey'o.cır'mın isim, sıfat bakınız
Yiddish
Judeo-Spanish Ju.de.o-Span.ish cudey'o.spän'îş isim, sıfat Yahudi
İspanyolcası.
judge by externals görünüşe dayanarak hükme varmak.
judge judge c^c isim 1. yargıç, hâkim. 2. hakem. 3. bilirkişi.
fiil 1. yargılamak. 2. hakemlik etmek. 3. hüküm
vermek; hükmetmek. 4. tahmin etmek.
Judgement Day kıyamet günü.

718
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

judgement judge.ment c^c'mınt isim hüküm, karar, yargı.


Judgment Day kıyamet günü.
judgment judg.ment c^c'mınt isim hüküm, karar, yargı.
judicial ju.di.cial cudîş'ıl sıfat adli, hukuki, türel.
judiciary ju.di.ci.ar.y cudîş'iyeri sıfat adli, hukuki; yargılama ile
ilgili. isim 1. adliye. 2. yargıçlar.
judicious ju.di.cious cudîş'ıs sıfat akıllıca, tedbirli, sağgörülü,
mantıklı.
judo ju.do cu'do isim qudo.
judoist ju.do.ist cu'dowîst isim qudocu.
jug jug c^g isim 1. testi. 2. İngiliz İngilizcesi (kulplu)
sürahi. 3. argo hapishane, kodes.
juggle the books aldatmak için hesap defterlerini karıştırıp hazırlamak.
juggle jug.gle c^g'ıl fiil 1. hokkabazlık yapmak. 2. el
çabukluğu ile marifet yapmak. 3. hile yapmak. 4.
aldatmak. isim 1. hokkabazlık. 2. hile.
juggler jug.gler c^g'lır isim 1. hokkabaz, qonglör. 2. hilekâr
kimse.
Jugoslav Ju.go.slav yu'goslav isim, sıfat bakınız Yugoslav
Jugoslavia Ju.go.slav.ia yugoslav'iyı, yugoslav'yı isim bakınız
Yugoslavia
Jugoslavian Ju.go.slav.ian yugoslav'iyın, yugoslav'yın isim, sıfat
bakınız Yugoslavian
Jugoslavic Ju.go.slav.ic yugoslav'îk sıfat bakınız Yugoslavic
jugular vein şahdamarı.
jugular jug.u.lar c^g'yılır sıfat boyuna ait.
juice juice cus isim 1. özsu. 2. sebze, meyve veya et suyu. 3.
argo cereyan, elektrik. 4. argo benzin. 5. argo kuvvet,
enerji.
juiceless juice.lesssıfat özü veya suyu olmayan, kuru.
juicy juicysıfat 1. özlü, sulu. 2. ilginç, ilgi çekici.
jujitsu ju.jit.su cucît'su isim, spor qiuqitsu.
jujube ju.jube cu'cub isim, botanik hünnap, çiğde.

719
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

jukebox juke.box cuk'baks isim para ile plak çalan otomatik


pikap.
July Ju.ly cûlay', cu'lay' isim temmuz.
jumble jum.ble c^m'bıl isim karmakarışık şey; karışıklık,
düzensizlik. fiil karmakarışık olmak; karmakarışık
etmek.
jumbo jum.bo c^m'bo sıfat çok büyük, kocaman.
jump a train trene atlamak.
jump at a conclusion acele hüküm vermek.
jump bail konuşma dili (kefaletle tahliye edilen sanık) hazır
bulunması gereken duruşmaya gelmemek.
jump down someone's throat konuşma dili birini sert bir şekilde azarlamak, birini
haşlamak, birine sapartayı vermek.
jump on the bandwagon konuşma dili başkalarının yaptığı bir eyleme katılmak.
jump on konuşma dili -e saldırmak, -e çatmak.
jump one's bail kefalet altındayken duruşmaya gelmemek.
jump out of one's skin hayretle yerinden sıçramak; ödü kopmak, ödü patlamak.
jump out of the frying pan into the fire yağmurdan kaçıp doluya tutulmak.
jump ship (tayfa) gemiyi haber vermeden terketmek.
jump the gun konuşma dili vaktinden önce davranmak/hareket
etmek/başlamak.
jump the track (tren) raydan çıkmak.
jump jump c^mp fiil 1. atlamak, sıçramak, zıplamak;
sıçratmak, zıplatmak, fırlatmak, atlatmak. 2. üzerinden
atlamak. 3. (fiyat) fırlamak.
jumper jump.er c^m'pır isim 1. bluz veya kazak üzerine giyilen
kolsuz elbise. 2. çocuklara giydirilen pantolonlu ceket,
tulum. 3. İngiliz İngilizcesi kazak.
jumping-off place dünyanın öbür ucu. 2. başlama noktası, başlangıç
noktası.
jumpy jump.y c^m'pi sıfat sinirli, sinirleri gergin, diken
üstünde.
Jun. Jun.kısaltma «June» Junior
junction box elektrik buat, kutu.

720
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

junction junc.tion c^ngk'şın isim 1. bitişme, birleşme. 2.


birleşme yeri, kavşak. 3. demiryolu makas.
juncture junc.ture c^ngk'çır isim 1. bitişme, bağlantı. 2. oynak
yeri. 3. dikiş yeri. 4. önemli an. 5. aralık, zaman.
June bug haziranböceği.
June June cun isim haziran.
Juneberry June.ber.ry cun'beri isim kayaarmudu.
jungle jun.gle c^ng'gıl isim cengel, cangıl.
junior college üniversitenin birinci ve ikinci sınıf öğretim programını
uygulayan iki senelik okul.
junior high school ilkokul ve lise arasındaki 9., 0. ve 3. sınıfları kapsayan
ortaokul.
junior jun.ior cun'yır sıfat 1. yaşça küçük. 2. kıdemce aşağı,
ast. 3. iki kişiden küçük olanı. 4. büyük harf ile küçük
(babasıyla aynı adı taşıyan kimsenin adına eklenir). 5.
spor genç. isim 1. yaşça küçük kimse. 2. mevki veya
kıdemce küçük olan kimse. 3. lise veya üniversitede
sondan bir önceki sınıf öğrencisi.
juniper ju.ni.per cu'nıpır isim ardıç.
junk food tadı güzel, besin değeri az olan yiyecek.
junk heap hurdası çıkmış araba.
junk mail reklam olarak gelen posta.
junk junk c^ngk isim Çin yelkenlisi.
junkie junk.ie c^ng'ki isim, argo keş, uyuşturucu bağımlısı;
eroinman.
junkman junk.man c^ngk'mın isim (qunkmen) eskici; hurdacı.
junkyard junk.yard c^ngk'yard isim hurda deposu, hurdalık.
junta jun.ta cın'tı, hûn'tı isim cunta.
Jupiter Ju.pi.ter cu'pıtır isim Jüpiter, Erendiz.
jurisdiction ju.ris.dic.tion cûrîsdîk'şın isim 1. hukuk yargı hakkı,
yargılama hakkı. 2. yetki. 3. hükümet, hükümetin nüfuz
dairesi.
jurisprudence ju.ris.pru.dence cûrîspru'dıns isim hukuk ilmi, hukuk.
jurist ju.rist cûr'îst isim hukuk ilmi uzmanı; hukukçu.

721
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

juror ju.ror cûr'ır isim qüri üyesi.


jury ju.ry cûr'i isim 1. qüri, yargıcılar kurulu. 2. jüri,
seçiciler kurulu, seçici kurul.
Just a sec! konuşma dili Bir saniye!
just about -mek üzere: I was just about to leave. Tam çıkmak
üzereydim. 2. hemen hemen: We're qust about finished.
Hemen hemen bitirdik. She's acted in qust about every
play you can think of. Hemen hemen bildiğin her
oyunda rol aldı.
just like aynı, tıpkı: Fehmi looks just like his father. Fehmi tıpkı
babasına benziyor. That's just like Fettah, isn't it? O tam
Fettah'ça bir şey, değil mi?
just my luck tam benim şansıma.
just now şimdi. 2. biraz önce: They were here qust now. Biraz
önce buradaydılar.
just so çok düzenli bir halde: She keeps her house just so.
Evini çok muntazam tutuyor. 2. çok dikkatli bir şekilde:
When you're with them you have to behave qust so.
Onlarla beraberken çok dikkatli davranman lazım. 3.
şartıyla: Go where you will, just so you get back here
by six. Nereye gitmek istersen git, ancak herhalükârda
altıda burada ol.
just the same her zamanki gibi, her zaman olduğu gibi, eskisi gibi. 2.
gene de, yine de, buna rağmen.
just then tam o sırada; tam o anda.
just there tam orada.
Just think! Bir düşün!/Düşünsene! Just think! This time tomorrow
we'll be in China! Düşünsene! Yarın bu saatte Çin'de
olacağız!
just to spite -e inat: He's doing this just to spite them. Onlara inat
bunu yapıyor.
Just try and catch me! konuşma dili Haydi, yakala bakalım!
just under the wire son anda, ucu ucuna.
Just what the fuck do you mean? Ne demek istiyorsun be?

722
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

just just c^st zarf 1. tam: qust across from us tam


karşımızda. qust at that spot tam o noktada. qust in time
tam vaktinde. That's qust what I've been looking for. O
tam aradığım şey. 2. hemen, şimdi, biraz önce: She has
just arrived. Şimdi geldi. I was just going out the door
when the telephone rang. Tam kapıdan çıkıyordum ki
telefon çaldı. 3. ancak, yalnız, sadece: There are qust
two new students this year. Bu sene ancak iki yeni
öğrenci var. 4. anca, ancak, zorla, güçlükle, güçbela:
From that window you can just see a bit of the Galata
Tower. O pencereden Galata kulesinin azıcık bir
kısmını anca görebilirsin. Her house is just within the
city limits. Evi anca şehrin sınırları içinde kalıyor.
justice of the peace hukuk sulh hâkimi.
justice jus.tice c^s'tîs isim 1. adalet, hak. 2. haklılık,
yerindelik, doğruluk.
justification jus.ti.fi.ca.tion c^stıfıkey'şın isim 1. haklı çıkarma veya
çıkma. 2. haklı neden, gerekçe. 3. bilgisayar metnin sağ
kenarını hizalama.
justify jus.ti.fy c^s'tıfay fiil 1. doğrulamak, haklı çıkarmak. 2.
suçsuzluğunu kanıtlamak, temize çıkarmak. 3.
bilgisayar metnin sağ kenarını hizalamak.
justly just.lyzarf 1. adaletle, adil bir şekilde. 2. haklı olarak.
jut jut c^t fiil (qutted, qutting) 1. out çıkıntı yapmak, çıkık
olmak. 2. çıkmak, uzanmak.
jute jute cut isim qüt, muhliye.
juvenile court hukuk çocuk mahkemesi.
juvenile delinquency çocuğun suç işlemesi.
juvenile delinquent hukuk çocuk suçlu.
juvenile ju.ve.nile cu'vınıl, cu'vınayl sıfat 1. genç; gençliğe
özgü. 2. olgunlaşmamış, çocuksu. isim genç; çocuk.
juxtapose jux.ta.pose c^kstıpoz' fiil birbirine yakın koymak;
yanyana koymak.

723
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

juxtaposition jux.ta.po.si.tion c^kstıpızîş'ın isim 1. birbirine yakın


koyma; yanyana koyma. 2. birbirine yakın
bulunma/bulundurma; yanyana bulunma/bulundurulma.
K K key isim K, İngiliz alfabesinin on birinci harfi.
Kaaba Kaa.ba ka'bı isim Kâbe.
kale kale keyl isim karalahana.
kaleidoscope ka.lei.do.scope kılay'dıskop isim çiçek dürbünü,
kaleydoskop.
Kampuchea Kam.pu.che.a kämpu'çiyı isim Kampuçya, Kamboçya,
Kamboç.
Kampuchean isim 1. Kampuçyalı, Kamboçyalı, Kamboçlu. 2.
Kampuçça, Kamboçça. sıfat 1. Kampuçya,
Kampuçya'ya özgü. 2. Kampuçça. 3. Kampuçyalı.
kangaroo kan.ga.roo käng.gıru' isim kanguru.
kaput ka.put kapût' sıfat, argo mahvolmuş.
karat kar.at ker'ıt isim ayar, altın ayarı.
karate ka.ra.te kıra'ti isim karate.
Karelia Ka.re.li.a kıril'yı, kıri'liyı isim Karelya.
Karelian isim 1. Karelyalı. 2. Karelyaca. sıfat 1. Karelya,
Karelya'ya özgü. 2. Karelyaca. 3. Karelyalı.
karyokinesis kar.yo.ki.ne.sis käriyokîni'sîs isim, biyoloji karyokinez,
mitoz.
Kashmir Kash.mir käşmir', käş'mir isim Keşmir.
Kashmiri Kash.mir.i käşmir'i isim, sıfat Keşmirli.
Kashmirian Kash.mir.i.an käşmir'iyın sıfat 1. Keşmir, Keşmir'e
özgü. 2. Keşmirli. isim Keşmirli.
Kazak Ka.zak kazak' isim, sıfat bakınız Kazakh
Kazakh Ka.zakh kazak' isim, sıfat 1. Kazak. 2. Kazakça.
Kazakhstan Ka.zakh.stan kazak'stan isim Kazakistan.
Kazakstan Ka.zak.stan kazak'stan isim bakınız Kazakhstan
keel over alabora olmak. 2. birden devrilip düşmek.
keel keel kil isim gemi omurgası, karina. fiil alabora etmek.
keelage keel.ageisim liman resmi.
keen on acting aktörlüğe hevesli.

724
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

keen on konuşma dili -e çok hevesli, -e meraklı, -e düşkün.


keen keen kin sıfat 1. keskin, sivri. 2. acı. 3. sert, şiddetli,
keskin. 4. kuvvetli, yoğun. 5. gözü açık, zeki. 6.
doymak bilmez (iştah).
keenly keen.lyzarf 1. şiddetle. 2. şevkle.
keenness keen.nessisim 1. keskinlik. 2. şiddet. 3. düşkünlük,
merak. 4. zekâ, akıllılık.
keep a civil tongue in one's head terbiyeli bir şekilde konuşmak: I'll thank you to keep a
civil tongue in your head! Terbiyeni takın!
keep a journal günlük tutmak.
keep a low profile dikkati çekmemeye çalışmak, sivri olmamaya çalışmak,
göze batmamaya çalışmak.
keep a secret sır saklamak/tutmak.
keep a stiff upper lip konuşma dili (zor bir durumda iken) duygularını örtbas
etmek.
keep a straight face hiç gülmemek, ciddiyetini korumak, istifini bozmamak.
keep a tab on -i takip etmek, -i izlemek; -i gözetlemek.
keep abreast of yeni gelişmeleri öğrenmek, olan biteni öğrenmek.
keep account of -i aklında tutmak.
keep an account of -in kaydını tutmak, -i kaydetmek, -i not etmek.
keep an animal at bay birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini
önlemek, sindirmek.
keep an ear to the ground kulağı kirişte olmak, kulağı tetikte olmak.
keep an eye on -e göz kulak olmak, gözü üstünde olmak.
keep an eye out for (bir şey için) göz kulak olmak.
keep away uzak durmak. 2. uzak tutmak.
keep back saklamak, gizlemek.
Keep back! Uzak dur!
keep bankers' hours konuşma dili 1. günde pek az saat açık olmak. 2. günde
pek az saat çalışmak.
keep company yalnız bırakmamak. 2. with ile arkadaşlık etmek.
keep count of -in sayısını tutmak.
keep count -in sayısını tutmak.
keep dark saklamak, sır vermemek.

725
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

keep down baş kaldırtmamak. 2. yükselmesine izin vermemek.


keep early hours eve erken dönmek; erken yatmak.
keep fit formunu korumak.
keep from -den korumak.
keep going devam etmek. 2. ilerlemek. 3. sürdürmek, devam
ettirmek.

keep good time (saat) her zaman zamanı doğru göstermek.


keep house ev idare etmek.
keep in mind -i aklında tutmak, -i unutmamak. You should also bear
this in mind. Bunu da unutmamalısın. 2. dikkate almak,
hesaba katmak.
keep in reserve ihtiyat olarak saklamak.
keep in the background arka planda kalmak, kendini göstermemek.
keep in view gözden kaybetmemek; gözden uzak tutmamak. 2. göz
önünde tutmak.
keep in with ile dost kalmak.
keep in içeride kalmak. 2. içeride alıkoymak, saklamak.
keep it up sürdürmek, devam etmek.
keep off -i yaklaştırmamak, -i uzak tutmak. 2. -den uzak
kalmak.
keep on devam etmek.
keep one's balance (düşmemek için) dengesini korumak.
keep one's counsel sır saklamak.
keep one's distance from -den uzak durmak, ile arasına mesafe koymak.
keep one's end up kendine düşen görevi yerine getirmek; kendine düşen
payı ödemek.
keep one's eyes peeled for konuşma dili (etrafta bulunabilecek birine/bir şeye)
dikkat etmek: Keep your eyes peeled for snakes!
Yılanlara dikkat et!
keep one's eyes peeled konuşma dili (etrafta bulunabilecek birine/bir şeye)
dikkat etmek: Keep your eyes peeled for snakes!
Yılanlara dikkat et!
keep one's feet düşmemek.

726
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

keep one's figure vücut hatlarını korumak.


keep one's head kendine hâkim olmak.
keep one's mouth shut ağzını sıkı tutmak, çenesini tutmak.
keep one's nose to the grindstone konuşma dili durmadan çalışmak, durup dinlenmeden
çalışmak.
keep one's own counsel fikirlerini kendine saklamak.
keep one's promise sözünü tutmak.
keep one's seat oturduğu yerden kalkmamak. 2. parlamentodaki yerini
korumak.
keep one's shirt on konuşma dili 1. sinirlenmemek, patlamamak. 2.
sabırsızlanmamak. 3. telaşa kapılmamak.
keep one's temper öfkeye kapılmamak; öfkesini yenmek.
keep one's trap shut çenesini tutmak, gagasını kısmak.
keep one's word sözünü tutmak; sözünü yerine getirmek; sözünden
dönmemek.
keep oneself aloof from kendini -den uzak tutmak.
keep order disiplini korumak.
keep out of mischief yaramazlıktan kaçınmak.
keep out of sight hiç görünmemek, hiç gözükmemek.
keep out dışında kalmak. 2. dışarıda bırakmak.
Keep out! Girilmez. 2. Yaklaşma!
keep pace with -e ayak uydurmak.
keep score (puan) saymak.
keep silent sessiz kalmak, susmak.
keep someone advised of birini -den haberdar etmek, birini (bir konuda)
bilgilendirmek.
keep someone at a distance birisine soğuk davranmak.
keep someone at arm's length konuşma dili biriyle arasına mesafe koymak, biriyle
samimi olmamak, biriyle samimiyet kurmamak.
keep someone at bay birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini
önlemek, sindirmek.
keep someone engaged birini meşgul etmek.
keep someone from doing something birini bir şey yapmaktan alıkoymak.
keep someone guessing birini doğru dürüst haberdar etmemek.

727
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

keep someone in sight (izlerken) gözünü/gözlerini birinden/bir şeyden


ayırmamak.
keep someone under surveillance birini sürekli olarak gizlice izlemek.
keep someone waiting birini bekletmek.
keep something in perspective bir şeye bir bütün olarak bakmak, bir şeyi bir
bütünsellik içinde ele almak.
keep something in sight (izlerken) gözünü/gözlerini birinden/bir şeyden
ayırmamak.
keep something under one's hat bir şeyi gizli tutmak.
keep something under wraps bir şeyi gizli tutmak.
keep step with -e ayak uydurmak.
keep tabs on -i takip etmek, -i izlemek; -i gözetlemek.
keep the accounts hesap tutmak, defter tutmak.
keep the ball rolling iyi bir işi sürdürmek.
keep the lid on konuşma dili 1. -i gizli tutmak, -i gizlemek. 2.
(çığırından çıkmaması için) -i denetim altında tutmak.
keep the peace hukuk sulhu bozmamak.
keep time tempo tutmak. 2. spor (bir yarış, maç v.b.'nde) zaman
tutmak. 3. (saat) her zaman zamanı doğru göstermek.
keep to the straight and narrow doğru yoldan ayrılmamak, ahlaklı bir şekilde yaşamak.
keep to -e bağlı kalmak.
keep touch with ile ilişkiyi sürdürmek.
keep track (of) (bir şeyi) aklında tutmak. 2. of (bir şeye) dikkat
etmek, (bir şeyi) takip etmek; (birinin) izini
kaybetmemek.
keep under baş kaldırtmamak. 2. yükselmesine izin vermemek.
keep up with the times çağın gerisinde kalmamak, çağa ayak uydurmak.
keep up with -den geri kalmamak, -e yetişmek.
keep up devam etmek. 2. yüksek tutmak.
keep watch bekçilik etmek, nöbet beklemek, gözetlemek.
keep keep kip fiil (kept) 1. tutmak, saklamak. 2. (dükkân)
sahibi olmak, işletmek. 3. beslemek.
keeper keep.er ki'pır isim 1. bekçi. 2. gardiyan. 3. bakıcı.

728
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

keeping keep.ing ki'pîng isim 1. tutma, koruma. 2. geçim,


geçimini sağlama. 3. himaye. 4. uyum.
keepsake keep.sake kip'seyk isim andaç, anmalık, hatıra.
keg keg keg isim küçük fıçı, varil.
kelp kelp kelp isim esmer suyosunu, varek.
Kelt Kelt kelt isim bakınız Celt
ken ken ken fiil, İskoçya (kenned, kenning) bilmek,
anlamak, tanımak. isim 1. görüş alanı; görüş açısı. 2.
bilgi alanı.
kennel ken.nel ken'ıl isim 1. köpek kulübesi. 2. köpek
yetiştirilen yer.
kennels ken.nelsisim, çoğul köpek yetiştirilen yer.
Kenya Ken.ya ken'yı, kin'yı isim Kenya.
Kenyan isim Kenyalı. sıfat 1. Kenya, Kenya'ya özgü. 2.
Kenyalı.
kept kept kept fiil bakınız keep
kerb kerb kırb isim, İngiliz İngilizcesi kaldırım taşı, bordür.
kerchief ker.chief kır'çîf isim 1. başörtüsü, eşarp. 2. boyun
atkısı. 3. mendil.
kermes mineral madenkırmız, kırmız madeni.
kermes oak kırmızmeşesi.
kermes ker.mes kır'miz isim kırmız.
kernel ker.nel kır'nıl isim 1. tahıl tanesi. 2. çekirdek içi. 3. iç.
4. öz, cevher, esas, ruh.
kerosene lamp gaz lambası.
kerosene ker.o.sene kerısin' isim gazyağı, gaz.
ketchup ketch.up keç'ıp isim ketçap.
kettle ket.tle ket'ıl isim 1. çaydanlık. 2. tencere. 3. kazan. 4.
güğüm.
key position önemli yer; yetkili mevki.
key ring anahtar halkası.
key up heyecanlandırmak, coşturmak. 2. müzik perdesini
yükseltmek.
key word (sözlük veya ansiklopedide) madde, madde başı sözcük.

729
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

key key ki isim 1. anahtar. 2. kurgu, zemberek kurgusu. 3.


çözüm yolu. 4. cevap anahtarı, şifre cetveli. 5.
(klavyede) tuş. 6. müzik anahtar. 7. ses perdesi. sıfat
baş, ana, en önemli.
keyboard key.board ki'bôrd isim klavye.
keyhole key.hole ki'hol isim anahtar deliği.
keynote address toplantıyı açış konuşması.
keynote key.note ki'not isim 1. müzik ana nota. 2. temel
düşünce, ilke, dayanak.
keystone key.stone ki'ston isim 1. anahtar taşı, kilit taşı. 2. temel
taşı, ana ilke, temel.
kg. kg.kısaltma «keg» kilogram
khaki khak.i käk'i sıfat, isim (koyu) beq.
khakis khak.isisim 1. (koyu) beq pantolon. 2. (koyu) bej
üniforma.
Khyber Khy.ber kay'bır isim Hayber.
kibla kib.la kîb'lı isim bakınız qibla
kiblah kib.lah kîb'lı isim bakınız qibla
kick a goal topa vurup gol atmak.
kick around konuşma dili 1. kötüye kullanmak. 2. ihmal etmek. 3.
diyar diyar dolaşmak. 4. düşünüp taşınmak.
kick ass konuşma dili bazılarına dünyanın kaç bucak olduğunu
göstermek.
kick at tekme vurmak.
kick back (tüfek) geri tepmek. 2. argo rüşvet vermek.
kick off futbol oyuna başlamak. 2. argo nalları dikmek,
mortoyu çekmek, ölmek.
kick out kapı dışarı etmek; işten çıkarmak.
kick over the traces dizginleri koparmak.
kick the bucket nalları dikmek, mortoyu çekmek, ölmek.
kick the habit konuşma dili uyuşturucu bağımlılığından veya sigara
tiryakiliğinden kurtulmak.
kick up a fuss konuşma dili kavga çıkarmak, hır çıkarmak, kıyameti
koparmak, çıngar çıkarmak.

730
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kick up a row konuşma dili kavga çıkarmak, hır çıkarmak, kıyameti


koparmak, çıngar çıkarmak.
kick up one's heels konuşma dili dans edip eğlenmek.
kick kick kîk fiil 1. tekmelemek, tekme atmak; çifte atmak.
2. (silah) geri tepmek, seğirdim yapmak. 3. konuşma
dili karşı durmak. 4. tekmeleyerek kovmak.
kickback kick.back kîk'bäk isim, argo rüşvet, komisyon.
kicker kick.er kîk'ır isim 1. vuran şey veya kimse. 2. konuşma
dili şikâyetçi, yakınan kimse. 3. argo konuyu veya
tartışmayı etkileyecek gizli nokta.
kickoff kick.off kîk'ôf isim 1. futbol oyuna başlama vuruşu. 2.
konuşma dili başlama.
kid kid kîd isim 1. oğlak, keçi yavrusu. 2. konuşma dili
çocuk. fiil (kidded, kidding) 1. konuşma dili takılmak,
işletmek, dalga geçmek. 2. oğlak doğurmak.
kid-glove sıfat fazla nazik.
kid-gloved sıfat fazla nazik.
kidnap kid.nap kîd'näp fiil (kidnapped/kidnaped,
kidnapping/kidnaping) (fidye için) (birini) kaçırmak.
kidney bean bir tür barbunya fasulyesi, barbunya.
kidney machine böbrek makinesi, diyaliz makinesi.
kidney kid.ney kîd'ni isim böbrek.
kill off hepsini öldürmek, kılıçtan geçirmek.
kill the fatted calf büyük bir karşılama töreni hazırlamak.
kill the goose that lays the golden egg altın yumurtlayan kazı kesmek.
kill time zaman öldürmek.
kill two birds with one stone bir taşla iki kuş vurmak, iki işi birden görmek.
kill kill kîl fiil 1. öldürmek, katletmek. 2. mahvetmek, yok
etmek. 3. argo çok heyecanlandırmak. 4. etkisiz hale
getirmek. 5. (zamanı) boşa geçirmek, öldürmek. 6. veto
etmek, reddetmek. isim 1. öldürme. 2. avda öldürülmüş
hayvan, av.
killer kill.erisim 1. öldüren şey veya kimse. 2. argo çok
çekici kimse.

731
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

killing kill.ingisim 1. öldürme, katil. 2. vurgun (av). 3.


konuşma dili vurgun, büyük kazanç. sıfat 1. öldürücü.
2. konuşma dili çok komik. 3. yorucu, yıpratıcı.
kiln kiln kîl, kîln isim tuğla veya kireç ocağı, fırın.
kiln-dry kiln-dryfiil ocakta kurutmak.
kilo ki.lo ki'lo isim kilo, kilogram.
kilocalory kil.o.cal.o.ry kîl'ıkälıri isim kilokalori.
kilocycle kil.o.cy.cle kîl'ısaykıl isim kilosikl.
kilogram kil.o.gram kîl'ıgräm isim kilogram, kilo.
kilogram-force kil.o.gram-force kîl'ıgrämfôrs' isim, fizik
kilogramkuvvet.
kilogramme kil.o.gramme kîl'ıgräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
kilogram
kilogram-meter kil.o.gram-me.ter kîl'ıgräm.mi'tır isim, fizik
kilogrammetre.
kilohertz kil.o.hertz kîl'ıhırts isim, fizik kilohertz.
kilojoule kil.o.joule kîl'ıcul isim, fizik kiloqul.
kiloliter kil.o.li.ter kîl'ılitır isim kilolitre.
kilolitre kil.o.li.tre kîl'ılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
kiloliter
kilometer kil.o.me.ter kîlam'ıtır isim kilometre.
kilometre kil.o.me.tre kîlam'ıtır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
kilometer
kilowatt kil.o.watt kîl'ıwat isim kilovat.
kilt kilt kîlt isim fistan, İskoç erkeklerinin giydiği eteklik.
kin kin kîn isim (kin) akraba.
kind kind kaynd isim çeşit, cins, tür, nevi.
kindergarten kin.der.gar.ten kîn'dırgartın isim anaokulu.
kindhearted kind.heart.edsıfat iyi kalpli.
kind-heartedness isim iyi kalplilik.
kindle kin.dle kîn'dıl fiil 1. tutuşturmak, yakmak; tutuşmak,
yanmak, ateş almak. 2. uyandırmak; uyanmak.
kindling wood çıra.
kindling çıra.

732
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kindly kind.ly kaynd'li sıfat 1. iyi niyetli, iyilikten


kaynaklanan. 2. iyi, iyiliksever; sevecen; merhametli.
zarf 1. iyi; müşfik/merhametli bir şekilde. 2. lütfen:
Will you kindly open the door? Kapıyı lütfen açar
mısınız?
kindness kind.nessisim 1. iyilik, iyilikseverlik, iyilikçilik;
sevecenlik; merhametlilik. 2. iyilik, lütuf.
kindred kin.dred kîn'drîd isim 1. akraba. 2. soy. 3. akrabalık.
sıfat akraba olan; birbirine benzer; aynı soydan; aynı
türden.
kinetic art kinetik sanat.
kinetic energy kinetik enerji.
kinetic ki.net.ic kînet'îk sıfat kinetik.
kinetics ki.net.icsisim, fizik, kimya kinetik, hızbilim.
king orange king, kink.
king king kîng isim 1. kral. 2. başta olan kimse. 3. bir
konuda en usta kimse. 4. satranç şah. 5. iskambil
oyunları papaz.
kingdom king.dom kîng'dım isim 1. krallık. 2. biyoloji âlem.
kingfisher king.fish.er kîng'fîşır isim yalıçapkını, iskelekuşu.
kingpin king.pin kîng'pîn isim, konuşma dili en nüfuzlu kişi, en
önemli kişi; kilit noktasında bulunan kimse.
king-size king-size kîng'sayz sıfat, konuşma dili olağandan daha
büyük; çok büyük.
king-sized king-sized kîng'sayzd sıfat, konuşma dili bakınız king-
size
kink kink kîngk isim 1. halat, tel veya ipin dolaşması. 2.
garip fikir, kapris.
kinky kinkysıfat 1. dolaşık, karışık. 2. argo müstehcen. 3.
argo garip.
kinship kin.ship kîn'şîp isim 1. akrabalık, yakınlık. 2. birbirine
benzerlik.

733
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kiosk ki.osk ki'yask isim 1. kulübe: newspaper kiosk gazete


kulübesi. telephone kiosk telefon kulübesi. 2. (parkta
bulunan ve büyük bir kameriyeye benzeyen) pavyon.
kipper kip.per kîp'ır isim çiroz. fiil (balığı) tuzlayıp
tütsülemek veya kurutmak.
Kirghiz Kir.ghiz kîrgiz' isim (Kirghiz) 1. Kırgız. 2. Kırgızca.
sıfat 1. Kırgız. 2. Kırgızca.
Kirghizia Kir.ghi.zia kîrgi'qı, kîrgi'qiyı, kîrgi'ziyı isim, tarih
Kırgızistan.
Kirghizistan Kir.ghiz.i.stan kîrgiz'îstän, kîrgiz'îstan isim bakınız
Kyrgyzstan

Kirgiz Kir.giz kîrgiz' isim, sıfat bakınız Kirghiz


Kirgizia Kir.gi.zia kîrgi'qı, kîrgi'qiyı, kîrgi'ziyı isim bakınız
Kirghizia
Kirgizistan Kir.giz.i.stan kîrgiz'îstän, kîrgiz'îstan isim bakınız
Kirghizistan

kiss and be friends barışmak.


kiss away the hurt ağrıyı öpücükle geçirmek.
kiss the dust boyun eğmek, mağlup olmak. 2. vurulup ölmek.
kiss kiss kîs fiil 1. öpmek. 2. hafifçe dokunmak. isim 1.
öpüş, öpücük, buse. 2. hafif temas. 3. şeker, şekerleme.
kit kit kît isim 1. takım. 2. alet takımı, avadanlık. 3. monte
edilmemiş takım. 4. takım çantası.
kitchen cabinet mutfak dolabı.
kitchen garden sebze bahçesi.
kitchen sink eviye, bulaşık teknesi.
kitchen kitch.en kîç'ın isim mutfak.
kitchenette kitch.en.ette kîçınet' isim ufak mutfak.
kite kite kayt isim 1. uçurtma. 2. zooloji çaylak.
kitten kit.ten kît'ın isim 1. yavru kedi, enik, encik. 2. tavşan
yavrusu.
kitty kit.ty kît'i isim pisi, pisipisi, kedi.

734
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kittycat kit.ty.cat kît'ikät isim bakınız kitty


kiwi ki.wi ki'wi isim 1. zooloji kivi. 2. botanik kivi.
kiwifruit ki.wi.fruit ki'wifrut isim kivi (meyve).
kleptomania klep.to.ma.ni.a kleptımey'niyı isim kleptomani.
kleptomaniac klep.to.ma.ni.acisim kleptoman.
klutz klutz kl^ts isim, argo saloz, dangalak.
km. km.kısaltma kilometer
knack knack näk isim 1. ustalık, marifet, hüner. 2. ustalıklı iş.
knapsack knap.sack näp'säk isim sırt çantası.
knave knave neyv isim 1. hilekâr kimse. 2. iskambil oyunları
bacak, vale, oğlan.
knead knead nid fiil 1. yoğurmak. 2. masaj yapmak.
knee joint diz eklemi.
knee knee ni isim diz.
knee-deep knee-deep ni'dip sıfat diz boyu derinliğinde.
knee-high to a grasshopper konuşma dili çok kısa boylu.
knee-high knee-high ni'hay sıfat dize kadar yükselen, diz
boyunda.
knee-jerk knee-jerk ni'cırk sıfat düşünmeden yapılan, tepke
olarak yapılan.
kneel kneel nil fiil (knelt/kneeled) 1. diz çökmek. 2. diz üstü
oturmak. 3. diz büküp selamlamak.
knell knell nel isim 1. matem çanı. 2. ölüm haberi, kara
haber. 3. herhangi bir şeyin yok olacağı haberi.
knelt knelt nelt fiil bakınız kneel
knew knew nu fiil bakınız know
knickerbockers knick.er.bock.ers nîk'ırbakırz isim, çoğul diz altından
büzgülü bol pantolon, golf pantolonu.
knickers knick.ers nîk'ırz isim 1. golf pantolonu. 2. İngiliz
İngilizcesi dizde büzülen kadın donu.
knickknack knick.knack nîk'näk isim biblo, süs eşyası.
knife grinder bıçak bileyici.
knife sharpener bıçak bileyici alet, bileği.

735
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

knife knife nayf isim (knives) bıçak, çakı. fiil 1. bıçakla


kesmek. 2. bıçaklamak. 3. argo arkadan vurmak.
knight knight nayt isim 1. şövalye. 2. satranç at.
knit goods örme eşya; triko eşya.
knit one, purl one bir düz, bir ters örmek.
knit knit nît fiil (knitted/knit) 1. örmek. 2. sıkı sıkıya
bağlamak, birleştirmek. 3. (kaşları) çatmak: He knit his
brows. Kaşlarını çattı. 4. (kemik) kaynamak: The bone
has knit. Kemik kaynamış.
knitted knit.ted nît'ıd sıfat örme, örülmüş.
knitting machine örgü makinesi.
knitting needle örgü şişi, şiş.
knitting work örgü işi.
knitting knit.ting nît'îng isim 1. örme. 2. örgü.
knitwear knit.wear nît'wer isim örme eşya/giysiler.
knives knives nayvz isim, çoğul bakınız knife
knob knob nab isim 1. top, yumru. 2. topuz, tokmak. 3.
tepecik, yuvarlak tepe. fiil (knobbed, knobbing)
yumrulaştırmak.
knobby knob.bysıfat 1. yumrulu, yumru yumru. 2. tokmak gibi.
knock about tekrar tekrar vurmak, şiddetle sarsmak, tartaklamak. 2.
konuşma dili oradan oraya dolaşmak.
knock at the door kapıyı çalmak.
knock down yumrukla yere devirmek. 2. mezatta çekici vurup malı
son fiyatı verenin üzerine bırakmak. 3. (fiyatı)
indirmek.
knock off work (geçici olarak) işi bırakmak; paydos etmek; mola
vermek.
knock off konuşma dili işi bırakmak, paydos etmek, tatil etmek.
2. şıpınişi yapıvermek. 3. argo öldürmek. 4. argo
soymak.
knock on the door kapıyı çalmak.
knock out vurup yıkmak. 2. nakavt etmek, oyun dışı etmek.
knock over devirmek.

736
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

knock together birbirine çarpmak.


knock up bir araya toplamak. 2. kriket puan yapmak. 3. İngiliz
İngilizcesi kapıya vurup uyandırmak. 4. argo hamile
bırakmak.
knock knock nak fiil 1. vurmak, çarpmak. 2. tokuşmak. 3.
at/on -i çalmak, -e vurmak. 4. otomotiv
vuruntu/detonasyon yapmak. 5. against/into -e çarpmak.
6. argo kusur bulmak, eleştirmek. isim 1. vurma, vuruş.
2. kapı çalınması. 3. makine vuruntu, detonasyon.
knocker knock.er nak'ır isim 1. kapı tokmağı, tokmak. 2. argo
(kadında) göğüs, meme, far, ampul, çıngırak, çan.
knock-kneed knock-kneed nak'nid sıfat çarpık bacaklı, yürürken
dizleri birbirine çarpan.
knockout knock.out nak'aut isim, boks nakavt. sıfat 1.
sersemletici. 2. askeri düşmana çok zarar veren (saldırı).
3. konuşma dili çok güzel, muhteşem.
knoll knoll nol isim tepecik.
knot knot nat isim 1. düğüm. 2. güçlük, zorluk. 3. rabıta,
bağ. 4. küme. 5. budak, boğum. 6. denizcilikle ilgili
deniz mili: twenty knots saatte yirmi mil. fiil (knotted,
knotting) 1. düğümlemek; düğümlenmek, düğüm
olmak. 2. karmakarışık etmek. 3. budaklanmak.
knotty knot.tysıfat 1. düğümlü, düğüm düğüm. 2. karışık,
dolaşık. 3. budaklı.
know all the wrinkles konuşma dili işin bütün yönlerini bilmek.
know how to -in usulünü bilmek: Do you know how to swim?
Yüzmeyi biliyor musun?
know one's own mind konuşma dili ne istediğini bilen biri olmak.
know one's stuff ilgilendiği konuyu iyi bilmek.
know one's way around a place bir yerin girdisini çıktısını bilmek.
know someone by sight only birini sadece yüzünden tanımak.
know something cold bir şeyi eksiksiz bir şekilde bilmek.
know the ropes konuşma dili bir işin nasıl yapılması gerektiğini bilmek;
usulü/kuralları/prosedürü bilmek.

737
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

know the score konuşma dili dünyada olup bitenleri bilmek.


know what's what uyanık olmak, dünyada olup bitenleri bilmek.
know which side one's bread is buttered on gerçek çıkarının nerede olduğunu bilmek.
know know no fiil (knew, known) 1. bilmek. 2. tanımak. 3.
seçmek, farketmek. 4. haberi olmak, haberdar olmak.
know-how know-how no'hau isim 1. teknik ustalık. 2. beceri.
knowing know.ingsıfat 1. bilgisi olan. 2. çok bilmiş, şeytan. 3.
kurnaz, açıkgöz.
knowingly know.ing.lyzarf bilerek, bile bile, kasten.
knowledge knowl.edge nal'îc isim 1. bilgi, malumat. 2. haber.
knowledgeable knowl.edge.ablesıfat bilgili, zeki.
known known non fiil bakınız know sıfat bilinen. isim bakınız
the known
knuckle down işe koyulmak.
knuckle under teslim olmak, boyun eğmek.
knuckle knuck.le n^k'ıl isim parmağın oynak yeri, boğum.
knuckledusters knuck.le.dust.ersisim demir muşta.
kohlrabi kohl.rabi kolra'bi, kol'rabi, kolrä'bi isim (kohlrabies)
alabaş.
kook kook kûk isim, argo antika kimse.
kooky kookysıfat antika.
Koran Ko.ran korän' isim Kuran.
Koranic Ko.ran.icsıfat Kuran'a ait; Kuran'da bulunan; Kuran'ın
buyurduklarına göre/uygun.
Korea Ko.re.a kıri'yı, kori'yı isim Kore.
Korean isim 1. Koreli. 2. Korece. sıfat 1. Kore, Kore'ye özgü. 2.
Korece. 3. Koreli.
Kos Kos kôs isim İstanköy.
kosher ko.sher ko'şır sıfat 1. turfa olmayan, kaşer. 2. konuşma
dili dürüst.
kowtow kow.tow kau'tau' fiil to -e yaltaklanmak.
Kremlin Krem.lin krem'lîn isim bakınız the Kremlin
kudos ku.dos kyu'dos, ku'dos isim övgü, övücü sözler.
kudzu kud.zu kûd'zu isim qaponsarmaşığı.

738
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kumquat kum.juat k^m'kwat isim, botanik kumkat.


kung fu kung fu k^ng fu spor kung fu.
Kurd Kurd kırd, kûrd isim Kürt.
Kurdish sıfat, isim 1. Kürt. 2. Kürtçe.
Kuwait Ku.wait kuweyt' isim Kuveyt.
Kuwaiti isim Kuveytli. sıfat 1. Kuveyt, Kuveyt'e özgü. 2.
Kuveytli.
Kyrgyz Kyr.gyz kır'gız isim (Kyrgyz) 1. Kırgız. 2. Kırgızca.
sıfat 1. Kırgız. 2. Kırgızca.
Kyrgyzstan Kyr.gyz.stan kır'gız.stan isim Kırgızistan.
L LL, Romen rakamları dizisinde 54 sayısı.
L.L.D. L.L.D. el'el'di' kısaltma Doctor of Laws
la la la isim, müzik la notası, müzik gamında altıncı nota.
lab lab läb isim, konuşma dili laboratuvar.
labdanum lab.da.num läb'dınım isim laden reçinesi.
label la.bel ley'bıl isim 1. etiket. 2. nitelendirici isim veya
cümlecik. fiil (labeled/labelled, labeling/labelling) 1.
etiket yapıştırmak, etiketlemek. 2. sınıflandırmak. 3.
nitelendirmek, ... damgasını vurmak.
labor dispute iş anlaşmazlığı.
labor exchange iş ve işçi bulma kurumu.
labor relations iş ilişkileri. 2. işçi ve işveren ilişkileri.
labor under a misconception yanlış kanıda olmak.
labor union işçi sendikası.
labor la.bor ley'bır isim 1. çalışma, iş, emek. 2. işçi sınıfı. 3.
doğum sancısı. 4. zahmet. 5. denizcilikle ilgili fırtınada
geminin şiddetle çalkalanması. fiil 1. çalışmak,
çabalamak. 2. uğraşmak, emek vermek. 3. güçlükle
ilerlemek. 4. denizcilikle ilgili denizlerde çalkalanmak,
çok hırpalanmak. 5. doğurma halinde olmak. 6. ağrı
çekmek. 7. emekle meydana getirmek.
laboratory lab.o.ra.to.ry läb'rıtôri, [İngiliz İngilizcesi] lıbar'ıtri
isim laboratuvar.

739
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

labored la.bor.edsıfat 1. güçlükle yapılan. 2. fazla şatafatlı;


yapmacıklı.
laborer la.bor.er ley'bırır isim işçi, rençper.
labor-intensive la.bor-in.ten.sivesıfat yoğun işgücü gerektiren.
laborious la.bo.ri.ous lıbôr'iyıs sıfat 1. zahmetli, emekli, yorucu.
2. çalışkan.
laboriously la.bo.ri.ous.lyzarf zahmetle, emek vererek.
laborsaving la.bor.sav.ingsıfat zahmeti azaltan, kolaylaştırıcı, daha
az emek isteyen.
labour la.bour ley'bır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız labor
labourer la.bour.er ley'bırır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
laborer
Labrador retriever labradorköpeği.
Labrador Lab.ra.dor läb'rıdor isim 1. coğrafya Labrador. 2.
labradorköpeği.
Labradorean isim Labradorlu. sıfat 1. Labrador, Labrador'a özgü. 2.
Labradorlu.
Labradorian isim, sıfat bakınız Labradorean
laburnum la.bur.num lıbır'nım isim sarısalkım.
labyrinth lab.y.rinth läb'ırînth isim labirent.
lace into konuşma dili 1. -e yumrukla saldırmak. 2. -i fena halde
haşlamak, -e fırça çekmek, -i şiddetle azarlamak.
lace up (ayakkabı, bot v.b.'ni) bağlamak.
lace lace leys isim 1. dantel. 2. şerit. 3. kaytan. 4. kordon. 5.
bağ, bağcık.
lacerate lac.er.ate läs'ıreyt fiil 1. yırtmak, yaralamak. 2.
(kalbini) kırmak, (duygularını) incitmek, üzmek.
laceration lacerationisim 1. yırtma, yaralama. 2. incitme.
lachrymal lach.ry.mal läk'rımıl sıfat bakınız lacrimal
lachrymatory lach.ry.ma.to.ry läk'rımıtori isim bakınız lacrimatory
lack lack läk isim 1. eksiklik, noksan. 2. gereksinme. 3.
yoksunluk. fiil 1. eksiği olmak. 2. gereksemek, ihtiyacı
olmak, yoksun kalmak.

740
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lackadaisical lack.a.dai.si.cal läkıdey'zîkıl sıfat 1. canından bezmiş


gibi, cansız. 2. uyuşuk, tembel.
lackey lack.ey läk'i isim uşak.
lackluster lack.lus.ter läk'l^stır isim donukluk, cansızlık. sıfat
donuk, cansız.
lacklustre lack.lus.tre läk'l^stır isim, sıfat, İngiliz İngilizcesi
bakınız lackluster
laconic la.con.ic lıkan'îk sıfat az ve öz, özlü, veciz.
lacquer lac.juer läk'ır isim vernik, laka. fiil verniklemek.
lacrimal gland gözyaşı bezi.
lacrimal sac gözyaşı kesesi.
lacrimal lac.ri.mal läk'rımıl sıfat gözyaşı ile ilgili, lakrimal.
lacrimatory lac.ri.ma.to.ry läk'rımıtori isim gözyaşı testisi.
lactate lac.tate läk'teyt isim laktik asidin tuzu veya esteri. fiil
1. süt salgılamak. 2. meme vermek, emzirmek.
lactation lac.ta.tionisim 1. süt salgılama. 2. meme verme,
emzirme.
lactic acid laktik asit.
lactic lac.tic läk'tîk sıfat bakınız lactic acid
lactose lac.tose läk'tos isim laktoz, süt şekeri.
lacuna la.cu.na lıkyu'nı isim (lacunae/lacunas) boşluk, aralık,
boş yer, eksiklik.
lacustrine la.cus.trine lıkıs'trîn sıfat 1. gölsel. 2. gölcül.
lacy lac.y ley'si sıfat 1. dantel gibi. 2. dantelli. 3. dantelden
yapılmış.
lad lad läd isim 1. erkek çocuk; delikanlı, genç. 2. İngiliz
İngilizcesi (erkekleri kastederek) arkadaşlar: Tell the
lads! Arkadaşlara söyle! Come on, lads! Haydi beyler!
ladanum lad.a.num läd'ınım isim bakınız labdanum
ladder stitch iğneardı teyel, çapraz teyel.
ladder lad.der läd'ır isim 1. merdiven, portatif merdiven. 2.
çorap kaçığı.
lade lade leyd fiil (laded, laded/laden) yüklemek.
laden lad.en ley'dın fiil bakınız lade sıfat yüklü.

741
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lading lad.ing ley'dîng isim yükleme.


Ladino La.di.no lıdi'no isim, sıfat Yahudi İspanyolcası,
Yahudice.
ladle la.dle ley'dıl isim kepçe. fiil kepçe ile doldurmak veya
boşaltmak.
ladleful la.dle.fulisim kepçe dolusu.
lady in waiting kraliçe veya prensesin nedimesi.
lady of the house evi idare eden kadın.
lady la.dy ley'di isim 1. bayan, hanım, hanımefendi. 2.
büyük harf ile Leydi. 3. sevilen kadın, sevgili.
ladybird la.dy.bird ley'dibırd isim bakınız ladybug
ladybug la.dy.bug ley'dib^g isim hanımböceği, gelinböceği.
lady-killer la.dy-kill.er ley'dikîlır isim kadın avcısı.
ladylike la.dy.like ley'dilayk sıfat hanımca, hanıma yakışır,
hanım gibi, zarif.
lag end geç kalan, son.
lag lag läg fiil (lagged, lagging) 1. behind -den geri
kalmak. 2. oyalanmak. isim geri kalma, gerilik. sıfat
ağır, geri.
lager la.ger la'gır isim hafif bir Alman birası.
laggard lag.gard läg'ırd sıfat 1. tembel, ağır. 2. geri kalan. isim
ağır hareket eden kimse.
lagoon la.goon lı'gun isim lagün, denizkulağı, kıyı gölü.
laic la.ic ley'îk sıfat laik.
laicise la.i.cise ley'ısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız laicize
laicize la.i.cize ley'ısayz fiil laikleştirmek.
laid up biriktirilmiş, ilerisi için saklanmış. 2. hastalık
nedeniyle evde veya yatakta.
laid laid leyd fiil bakınız lay
lain lain leyn fiil bakınız lie
lair lair ler isim 1. in. 2. gizli barınak, yatak.
laissez-passer lais.sez-pas.ser le'seypasey' isim lesepase.
laity la.i.ty ley'ıti isim 1. papazdan başka bütün halk. 2.
meslekten olmayanlar.

742
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lake lake leyk isim göl.


lamb chop kuzu pirzolası.
lamb lamb läm isim 1. kuzu. 2. kuzu eti. 3. kuzu gibi masum
ve zayıf kimse.
lamblike lamb.likesıfat kuzu gibi, iyi huylu, yumuşak başlı.
lamb's wool kuzu yünü.
lambskin lamb.skinisim kuzu derisi.
lame excuse sudan bahane, kabul edilmez özür.
lame lame leym sıfat 1. topal, ayağı sakat. 2. eksik, kusurlu.
fiil topal etmek.
lamebrain lame.brainisim, konuşma dili aptal, kuş beyinli,
beyinsiz.
lament la.ment lıment' fiil ağlamak, dövünmek.
lamentable la.men.ta.blesıfat acınacak, esef edilecek.
lamentation lam.en.ta.tionisim ağlama, dövünme.
lamina lam.i.na läm'ını isim (laminae/laminas) 1. ince tabaka,
yaprak. 2. botanik yaprak ayası.
laminate lam.i.nate läm'ıneyt fiil 1. ince tabakalara ayırmak. 2.
lamine etmek.
lamination lam.i.na.tionisim tabaka, varak, yaprak.
lamp chimney lamba şişesi.
lamp shade abajur.
lamp lamp lämp isim lamba.
lampblack lamp.blackisim lamba isi.
lamplight lamp.lightisim lamba ışığı.
lampoon lam.poon lämpun' fiil taşlamak, yermek. isim taşlama,
yergi.
lamppost lamp.postisim sokak lambası direği.
lance lance läns isim mızrak.
land agent emlakçi.
land bank emlak bankası.
land breeze kara meltemi.
land force askeri kara kuvveti.

743
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

land grant hükümet tarafından okul binası yapımı gibi işler için
verilen toprak.
land mine kara mayını.
land land länd isim 1. kara. 2. toprak, yer, arsa. 3. ülke,
memleket. 4. emlak, arazi. fiil 1. karaya çıkarmak;
karaya çıkmak. 2. yere indirmek; yere inmek: That
airplane is about to land. O uçak inmek üzere. 3.
(gemiden yük, yolcu v.b.'ni) indirmek. 4. (balık) tutup
karaya çıkarmak. 5. elde etmek, kazanmak. 6. (yumruk)
indirmek.
landed land.edsıfat arazisi olan, arazi sahibi.
landing craft çıkartma gemisi.
landing field havaalanı.
landing gear havacılık iniş takımı.
landing place iskele.
landing stage iskele.
landing strip (uçaklar için) iniş pisti.
landing land.ing län'dîng isim 1. havacılık iniş. 2. iskele. 3.
karaya çıkma veya çıkarma.
landlady land.la.dy länd'leydi isim 1. pansiyoncu kadın. 2. evini
kiraya veren mal sahibi kadın, ev sahibesi.
landlocked land.locked länd'lakt sıfat kara ile kuşatılmış.
landlord land.lord länd'lôrd isim evini kiraya veren mal sahibi,
ev sahibi.
landmark land.mark länd'mark isim 1. sınır işareti. 2. herhangi bir
şeyin yerini gösteren işaret. 3. dönüm noktası.
landmass land.massisim kıta, büyük kara parçası.
landowner land.own.er länd'onır isim emlak ve arazi sahibi.
landscape architect bahçe mimarı.
landscape architecture bahçe mimarlığı; peyzaj mimarlığı.
landscape garden manzara bahçesi.
landscape gardener bahçeyi düzenleyen kimse.
landscape land.scape länd'skeyp isim kır manzarası, peyzaq.

744
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

landslide land.slide länd'slayd isim 1. toprak kayması, yer


göçmesi, kayşa, heyelan. 2. seçimde oyların çoğunu
kazanma.
landslip land.slip länd'slîp isim toprak kayması, yer göçmesi,
kayşa, heyelan.
lane lane leyn isim 1. dar yol, dar sokak, dar geçit. 2.
otomotiv şerit. 3. spor kulvar. 4. havacılık rota.
lang. lang.kısaltma language
language laboratory dil laboratuvarı.
language lan.guage läng'gwîc isim dil, lisan.
languid lan.guid läng'gwîd sıfat 1. ruhsuz, gevşek, yavaş, ağır.
2. isteksiz.
languish in prison hapishanede çürümek.
languish lan.guish läng'gwîş fiil zayıf düşmek, takatı kesilmek.
languor lan.guor läng'gır isim bitkinlik, dermansızlık,
kuvvetsizlik.
languorous lan.guor.oussıfat bitkin, dermansız, kuvvetsiz.
lanky lank.y läng'ki sıfat leylek gibi, sırık gibi.
lanolin lan.o.lin län'ılîn isim lanolin.
lantana lan.ta.na läntä'nı, länta'nı isim ağaçminesi.
lantern lan.tern län'tırn isim fener.
lantern-jawed lan.tern-jaw.edsıfat çene kemiği ince ve uzun olan.
Lao Lao lau isim, sıfat 1. Lao. 2. Laoca.
Laos La.os la'os, ley'ıs isim Laos.
Laotian La.o.tian leyo'şın isim Laoslu. sıfat 1. Laos, Laos'a
özgü. 2. Laoslu.
lap dog kucağa alınan ufak köpek, fino.
lap of luxury servet ve konfor.
lap lap läp fiil (lapped, lapping) (yarışta) (rakibini) bir
devirlik mesafe ile geçmek. isim, spor tur.
lapel la.pel lıpel' isim klapa.
lapful lap.fulisim kucak dolusu.

745
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lapidary lap.i.dar.y läp'ıderi isim kıymetli taş kesicisi. sıfat 1.


kıymetli taş kesme sanatına ait. 2. taşlara ait. 3. özlü. 4.
yazıta elverişli.
Lapland Lap.land läp'länd isim Laponya.
Laplander isim Laponyalı.
Lapp Lapp läp isim, sıfat 1. Lapon. 2. Laponca.
lapse into silence sessizliğe gömülmek.
lapse lapse läps isim 1. (zaman) geçme. 2. yanılma. 3. yanlış
(söz veya yazı). 4. sapma. 5. (adalette) kusur. 6.
kullanılmaz duruma gelme. fiil 1. geçmek. 2.
kullanılmaz durumda olmak. 3. sapmak. 4. yanılmak,
hata etmek, kusur etmek. 5. bir süre için inanç ve
prensiplerinden vazgeçmek.
laptop computer bilgisayar dizüstü bilgisayar.
lapwing lap.wing läp'wîng isim kızkuşu.
larceny lar.ce.ny lar'sıni isim hırsızlık.
larch larch larç isim melezçam, melez.
lard lard lard isim domuz yağı. fiil 1. domuz yağı ile
yağlamak. 2. with (yazı veya sözü) (tumturaklı
kelimelerle) süslemek.
larder lard.er lar'dır isim kiler.
large as life ta kendisi.
large intestine kalınbağırsak.
large large larc sıfat 1. büyük. 2. geniş. 3. iri. 4. bol.
largehearted large.heart.edsıfat iyi kalpli, cömert ruhlu.
largely large.lyzarf 1. büyük ölçüde. 2. bol bol.
large-minded large-mind.edsıfat geniş fikirli, geniş görüşlü.
largeness large.nessisim 1. büyüklük. 2. genişlik. 3. bolluk. 4.
irilik.
larger-than-life larger-than-lifesıfat epik ve efsanevi özellikleri olan.
largess lar.gess larces' isim 1. bahşiş, büyük hediye. 2.
cömertlik.
largesse lar.gesse larces' isim 1. bahşiş, büyük hediye. 2.
cömertlik.

746
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

largish larg.ishsıfat irice, büyücek.


lariat lar.i.at ler'iyıt isim kement.
lark lark lark isim 1. şaka, muziplik. 2. eğlence, eğlenti,
cümbüş.
larkspur lark.spur lark'spır isim hezaren çiçeği.
larva lar.va lar'vı isim, zooloji (larvae) tırtıl, kurtçuk.
larval lar.valsıfat tırtıla ait.
larviphagic lar.vi.phag.ic lar'vıfäc'îk sıfat bakınız larvivorous
larvivorous lar.viv.o.rous larvîv'ırıs sıfat kurtçul.
laryngitis lar.yn.gi.tis lerıncay'tîs isim, tıbbi larenqit.
larynx lar.ynx ler'îngks isim, anatomi (larynxes/larynges)
gırtlak.
lasagna la.sa.gna lızan'yı isim, ahçılık lasanya.
lascivious las.civ.i.ous lısîv'iyıs sıfat 1. şehvetli. 2. şehvete
düşkün. 3. şehvet uyandırıcı.
lasciviously las.civ.i.ous.lyzarf şehvetle.
lasciviousness las.civ.i.ous.nessisim şehvet.
laser printer bilgisayar lazer yazıcı/printer.
laser la.ser ley'zır isim, fizik lazer.
lash out at -e sert ve ani çıkış yapmak.
lash someone into a fury birini galeyana getirmek.
lash together iple birbirine bağlamak.
lash lash läş fiil bağlamak.
lass lass läs isim 1. kız, genç kadın. 2. sevgili.
lassitude las.si.tude läs'ıtud isim dermansızlık, halsizlik,
bitkinlik, yorgunluk.
lasso las.so lä'so isim kement. fiil kementle tutmak.
last but not least son fakat aynı derecede önemli.
last ditch son çare.
last for many hours saatlerce sürmek.
last mentioned en son olarak söylenen.
last night dün gece.
last resort son çare.
last rites cenaze töreni.

747
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

last straw bardağı taşıran damla.


last word son söz. 2. son model. 3. en mükemmel şey.
last last läst fiil 1. sürmek, devam etmek. 2. dayanmak. 3.
bitmemek, yetmek.
lasting last.ingsıfat devam eden, dayanıklı, devamlı olan.
lastly last.lyzarf son olarak.
latch on to elde etmek.
latch latch läç isim kapı mandalı. fiil mandallamak;
mandallanmak.
latchkey child anne ve babası çalışan çocuk.
late for dinner yemeğe geç kalmış.
late in the day günün sonuna doğru. 2. geç kalınmış.
late late leyt sıfat 1. geç. 2. gecikmiş. 3. sabık, eski. 4. ölü,
merhum, rahmetli, müteveffa.
latecomer late.com.er leyt'k^mır isim geç gelen, geç kalan.
lately late.lyzarf yakın zamanlarda, bugünlerde, yakınlarda.
latent la.tent ley'tınt sıfat gelişmemiş, belirti göstermeyen,
gizil, potansiyel.
later on daha sonra.
lateral thinking etraflıca düşünme.
lateral lat.er.al lät'ırıl sıfat 1. yana ait. 2. yanal. 3. yandan
gelen. 4. yana doğru.
latex la.tex ley'teks isim lateks.
lath lath läth isim lata, tiriz.
lathe lathe leydh isim torna tezgâhı.
lather lath.er lädh'ır isim sabun köpüğü. fiil 1. sabunlamak. 2.
köpürmek.
lathery lath.erysıfat köpüklü.
Latin alphabet Latin alfabesi.
Latin Lat.in lät'în sıfat, isim 1. Latince. 2. Latin.
latitude lat.i.tude lät'ıtud isim 1. enlem. 2. serbestlik, tolerans,
hoşgörü.
latter lat.ter lät'ır sıfat 1. ikisinden sonuncusu, ikincisi. 2. son.
lattice lat.tice lät'îs isim pencere kafesi, kafes.

748
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Latvia Lat.vi.a lät'vîyı isim Letonya.


Latvian isim 1. Leton; Letonyalı. 2. Letonca. sıfat 1. Leton. 2.
Letonca. 3. Letonyalı.
laud laud lôd isim 1. övme, yüceltme. 2. övgü, methiye. fiil
övmek, yüceltmek.
laudable laud.ablesıfat övgüye değer.
laudative lau.da.tivesıfat övücü, övgü dolu.
laudatory lau.da.to.rysıfat övücü, övgü dolu.
laugh at -e gülmek.
laugh away gülerek konuyu kapatmak, gülerek geçiştirmek.
laugh down gülerek susturmak.
laugh off gülerek geçiştirmek.
laugh on the other side of the mouth burnu sürtülmek.
laugh on the wrong side of one's mouth gülerken ağlamak.
laugh up one's sleeve içinden gülmek, için için gülmek, bıyık altından
gülmek.
laugh laugh läf fiil gülmek. isim gülme, gülüş.
laughable laugh.ablesıfat 1. gülünç, gülünecek, gülünür. 2. tuhaf,
acayip.
laughing gas güldürücü gaz.
laughing laugh.ing läf'îng sıfat gülen; güldüren. isim gülme,
gülüş.
laughingstock laugh.ing.stockisim gülünecek kişi, alay konusu,
maskara.
laughter laugh.ter läf'tır isim gülüş, gülme, kahkaha.
launch forth işe başlamak, işe atılmak.
launch out işe başlamak, işe atılmak.
launch pad fırlatma rampası, atış rampası.
launch launch lônç fiil 1. (gemiyi) kızaktan suya indirmek. 2.
(roket) fırlatmak. 3. (yeni işi) başlatmak. 4. mızrak gibi
atmak. isim 1. (gemiyi) kızaktan suya indirme. 2.
(roketi) uzaya fırlatma. 3. denizcilikle ilgili
işkampaviye.
launching pad fırlatma rampası, atış rampası.

749
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

launder laun.der lôn'dır fiil 1. (çamaşır) yıkamak. 2. yıkayıp


ütülemek. 3. çamaşır yıkamak.
laundromat laun.dro.mat lôn'drımät isim çamaşırhane.
laundry laun.dryisim 1. çamaşırhane. 2. çamaşır, kirli çamaşır.
laurel lau.rel lôr'ıl isim 1. defne. 2. çoğul şeref, şan, şöhret.
lava la.va la'vı isim lav, püskürtü.
lavatory lav.a.to.ry läv'ıtôri isim 1. lavabo (el ve yüz yıkamaya
yarayan tekne). 2. tuvalet, lavabo, hela.
lavender lav.en.der läv'ındır isim lavanta.
lavish gifts on someone birine bol bol hediye vermek, birini hediyelere boğmak.
lavish lav.ish läv'îş sıfat 1. savurgan. 2. bol, pek çok. fiil bol
bol harcamak, savurmak.
lavishness lav.ish.nessisim savurganlık.
law and order hukuk yasa ve düzen.
law court hukuk mahkeme.
law enforcement officer polis.
law of supply and demand ekonomi sunu ve istem kuralı, arz ve talep kanunu.
law school hukuk hukuk fakültesi.
law law lô isim, hukuk 1. kanun, yasa. 2. kural. 3. hukuk.
law-abiding law-a.bid.ing lô'ıbaydîng sıfat yasalara uyan, kanuna
itaat eden.
lawbreaker law.break.er lô'breykır isim yasaya aykırı hareket eden
kimse.
lawful law.ful lô'fıl sıfat yasal, yasalara uygun, kanuni.
lawfully law.ful.lyzarf yasalara uygun bir şekilde.
lawgiver law.giv.er lô'gîvır isim yasa yapan kimse.
lawless law.less lô'lîs sıfat 1. yasalara aykırı, kanunsuz. 2.
serkeş.
lawlessness law.less.nessisim kanunsuzluk, kanun tanımazlık.
lawmaker law.mak.er lô'meykır isim meclis üyesi.
lawn mower çimen biçme makinesi.
lawn lawn lôn isim çimen, çimenlik, çayır.
lawsuit law.suit lô'sut isim, hukuk dava.
lawyer law.yer lô'yır isim, hukuk avukat.

750
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lax lax läks sıfat 1. gevşek, zayıf. 2. savsak, ihmalci.


laxative lax.a.tive läk'sıtîv isim müshil, laksatif. sıfat ishal edici.
laxity lax.ityisim gevşeklik.
laxness lax.nessisim gevşeklik.
lay about one sağına soluna vurmak.
lay an ambush pusu kurmak.
lay an egg yumurtlamak.
lay aside bir yana koymak. 2. terketmek, vazgeçmek. 3.
biriktirmek.

lay at one's door -in üstüne atmak, -e yüklemek.


lay at someone's door (bir suçu) birine yüklemek, birinin üstüne atmak.
lay awake gözüne uyku girmemek.
lay away bir yana koymak. 2. ayırmak, saklamak.
lay bare açmak, açıkça ortaya koymak.
lay by biriktirmek, yığmak.
lay down one's arms silahlarını bırakmak. 2. savaşmaktan vazgeçmek;
teslim olmak.
lay down one's life canını feda etmek.
lay down the law direktif vermek, zart zurt etmek.
lay for -e pusu kurmak, -i pusuda beklemek.
lay great store on -e çok değer vermek.
lay hands on konuşma dili 1. (bir şeyi) bulmak. 2. (birini)
yakalamak/ele geçirmek.
lay hold of -i ele geçirmek. 2. -in yakasına yapışmak.
lay into argo -i dövmek, -e dayak atmak. 2. -i azarlamak, -i
haşlamak.
lay it on thick konuşma dili çok fazla iltifat etmek, birini iltifatlara
boğmak, birini koltuklamak/pohpohlamak.
lay low yatağa düşürmek. 2. argo gizlenmek.
lay off (işçiye) geçici olarak yol vermek. 2. argo -i rahat
bırakmak.
lay on üzerine atılmak, saldırmak. 2. üstüne sürmek.
lay one's cards on the table konuşma dili ne düşündüğünü açıkça söylemek.

751
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lay one's hand on -i bulmak.


lay one's hands on (cezalandırmak veya dövmek için) yakalamak, ele
geçirmek. 2. -e sahip olmak, -i elde etmek. 3. -i bulmak.
lay open açmak, açıklamak. 2. kesip içini açmak.
lay out sermek. 2. sergilemek. 3. ölüyü gömülmeye
hazırlamak. 4. harcamak. 5. tasarlamak.
lay siege to -i kuşaltma altına almak; -i kulaştma altında tutmak.
lay someone to rest birini gömmek/defnetmek.
lay stress on -i vurgulamak.
lay the groundwork for (bir iş için) ön hazırlık yapmak.
lay to rest gömmek, defnetmek. 2. gidermek, son vermek.
lay up biriktirmek, toplamak, saklamak.
lay waste yakıp yıkmak; tahrip etmek, harap etmek, kasıp
kavurmak; viraneye çevirmek.
lay lay ley fiil (laid) 1. yatırmak; sermek. 2. yatıştırmak. 3.
koymak. 4. yumurtlamak. 5. (suç) yüklemek. 6.
yaymak. 7. (sofra) kurmak, hazırlamak. 8. (tuğla)
örmek. 9. (plan, tuzak v.b.'ni) kurmak. 10. denizcilikle
ilgili (bir yöne) gitmek.
layer cake kat kat kremalı pasta.
layer lay.er ley'ır isim 1. kat, tabaka. 2. botanik daldırma,
daldırma yöntemiyle daldırılan dal.
layering lay.er.ing ley'ırîng isim, botanik daldırma.
layman lay.man ley'mın isim (laymen) 1. papaz veya rahip
sınıfından olmayan erkek. 2. bir meslek veya ilmin
yabancısı.
layoff lay.off ley'ôf isim işçilerin geçici olarak işten
çıkarılması.
layover lay.o.ver ley'ovır isim (uçak, otobüs, gemi veya trenle
yolculuk ederken) (bir yerde) bekleme; konaklama.
layperson lay.per.son ley'pırsın isim (laypeople) 1. papaz, rahip
veya rahibe sınıfından olmayan Hristiyan. 2. bir meslek
veya ilmin yabancısı.

752
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

laywoman lay.wom.an ley'wûmın isim (laywomen) 1. papaz veya


rahibe sınıfından olmayan kadın. 2. bir meslek veya
ilmin yabancısı olan kadın.
laziness la.zi.nessisim tembellik, haylazlık; miskinlik,
uyuşukluk.
lazy Susan döner tepsi.
lazy la.zy ley'zi sıfat tembel, haylaz; miskin, uyuşuk.
lazybones la.zy.bonesisim tembel kimse.
lb. lb.kısaltma pound
lead a dog's life çok sıkıntı çekmek, sürünmek.
lead a happy life mutlu bir yaşam sürmek.
lead a life of pleasure zevk ve sefa sürmek.
lead off başlamak.
lead pencil kurşunkalem.
lead poisoning kurşun zehirlenmesi.
lead someone a chase birini çok uğraştırmak; birini çok zahmete sokmak;
birini çok yormak.
lead someone a dance birini çok uğraştırmak; birini çok zahmete sokmak;
birini çok yormak.
lead someone a merry chase birini çok uğraştırmak; birini çok zahmete sokmak;
birini çok yormak.
lead someone astray birini doğru yoldan saptırmak, birini ayartmak.
lead someone by the nose birini parmağında oynatmak/çevirmek, birinin yuları
elinde olmak.
lead someone on birini kandırmak/ayartmak.
lead the way yol göstermek, kılavuzluk etmek, öne düşmek.
lead up to -in kapısını yapmak, -e zemin hazırlamak. 2. -e yol
açmak.
lead lead lid isim 1. kılavuzluk, rehberlik. 2. önde bulunma.
3. önde gelme, başta olma, ileride bulunma. 4. tiyatro
başrol. 5. tiyatro başrol oyuncusu, başoyuncu. 6.
elektrik bağlama teli.
leaden lead.en led'ın sıfat 1. kurşundan, kurşun. 2. kurşun
renginde, kurşuni. 3. ağır, kurşun gibi. 4. kasvetli.

753
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

leader lead.er li'dır isim 1. kılavuz, rehber. 2. önder, lider, baş.


3. orkestra, bando veya koro şefi.
leadership lead.er.shipisim öncülük, önderlik, liderlik.
lead-free lead-freesıfat kurşunsuz (benzin).
leading article İngiliz İngilizcesi başmakale.
leading lady başrol oyuncusu kadın.
leading man başrol oyuncusu erkek.
leading question belirli bir cevaba yönelten soru.
leading lead.ing li'dîng sıfat önde olan, yol gösteren, kılavuzluk
eden.
leaf through (kitap, dergi v.b.'nin) sayfalarını karıştırmak.
leaf leaf lif isim (leaves) 1. yaprak. 2. ince madeni tabaka.
3. (masada) kanat. fiil yaprak vermek, yapraklanmak.
leaflet leaf.let lif'lît isim 1. broşür, kitapçık; bildiri; el ilanı. 2.
ufak yaprak, yaprakçık.
leafstalk leaf.stalk lif'stôk isim yaprak sapı.
league league lig isim 1. birlik, cemiyet. 2. spor lig.
leak leak lik isim 1. su sızdıran delik veya çatlak. 2. sızıntı.
fiil 1. sızdırmak, kaçırmak; sızmak: The tire is leaking
air. Lastik hava kaçırıyor. 2. out (sır) dışarı sızmak, ifşa
olunmak.
leakage leak.ageisim sızıntı, sızma.
leaky leakysıfat sızıntılı.
lean lean lin sıfat 1. zayıf, sıska. 2. yağsız.
leaning lean.ingisim eğilim.
leanness lean.nessisim 1. zayıflık. 2. yağsızlık.
leant leant lent fiil bakınız lean
leap day artıkgün.
leap in the dark sonu belirsiz iş.
leap year artıkyıl.
leap leap lip fiil (leaped/leapt) sıçramak, atlamak, fırlamak,
hoplamak; sıçratmak. isim 1. atlama, sıçrama. 2.
atlanılan yer. 3. atlanılan uzaklık.
leapfrog leap.frogisim birdirbir oyunu.

754
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

leapt leapt lept, lipt fiil bakınız leap


learn by heart ezbere öğrenmek, ezberlemek.
learn by rote tekrarlaya tekrarlaya ezberlemek.
learn something from the ground up bir şeyi her yönüyle öğrenmek.
learn learn lırn fiil (learned/learnt) 1. öğrenmek. 2. haber
almak, öğrenmek.
learned learn.ed lır'nîd sıfat bilgili.
learning learn.ingisim ilim, irfan.
learnt learnt lırnt fiil bakınız learn
lease lease lis isim 1. kira sözleşmesi. 2. kiralama. fiil 1.
kiralamak. 2. kiraya vermek.
leaseholder lease.hold.erisim kiracı.
leash leash liş isim tasma kayışı.
least common denominator matematik en küçük ortak payda. 2. ortalama seviye. 3.
asgari müşterek.
least common multiple matematik en küçük ortakkat.
least least list sıfat en ufak, en küçük, en az, asgari. zarf en
az derecede. isim 1. en az derece. 2. en az miktar. 3. en
önemsiz kimse veya şey.
leather leath.er ledh'ır isim deri; kösele; meşin. sıfat deriden
yapılmış, deri.
leatherette leath.er.ette ledhıret' isim suni deri.
leave a bad impression with someone birinde iyi/kötü bir izlenim bırakmak.
leave a good impression with someone birinde iyi/kötü bir izlenim bırakmak.
leave a place a shambles bir yeri darmadağınık bir halde bırakmak.
leave a place in a shambles bir yeri darmadağınık bir halde bırakmak.
leave no stone unturned her çareye başvurmak.
leave nothing undone yapılmamış hiçbir şey bırakmamak.
leave of absence izin.
leave off -i giymemek. 2. -i takmamak. 3. -den vazgeçmek, -i
bırakmak.
leave out -i atlamak.
leave over ertelemek.

755
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

leave someone alone birini rahat bırakmak; birini karışmamak; birini kendi
haline bırakmak, birini bırakmak. 2. birini yalnız
bırakmak.
leave someone in the lurch konuşma dili birini yüzüstü bırakmak, işleri bozulmaya
başlayınca birini bırakmak.
leave someone in the shade birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
leave someone out in the cold birine hiç haber vermemek. 2. birine hiçbir şey
vermemek.
leave someone short birini -siz bırakmak. That leaves me two thousand liras
short. Ondan dolayı hesabımda iki bin liralık bir
eksiklik var.
leave someone to his own devices birini kendi haline bırakmak.
leave something alone bir şeyi ellememek, bir şeye dokunmamak. 2. bir şeyi
içmemek/yememek/kullanmamak. 3. bir konuya
girmemek; bir konu hakkında hiç bir girişimde
bulunmamak.
leave something in the shade birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
leave something undone bir şeyi yarıda bırakmak.
Leave the house! Defol!
leave word with someone birine haber bırakmak.
leave leave liv isim 1. izin. 2. veda, ayrılma.
leaven leav.en lev'ın isim hamur mayası. fiil mayalandırmak.
leaves leaves livz isim bakınız leaf
leave-taking leave-tak.ingisim ayrılma, veda.
leavings leav.ings li'vîngz isim, çoğul artıklar.
Lebanese Leb.a.nese lebıniz' isim (Lebanese) Lübnanlı. sıfat 1.
Lübnan, Lübnan'a özgü. 2. Lübnanlı.
Lebanon Leb.a.non leb'ının isim Lübnan.
lecher lech.er leç'ır isim zampara.
lecherous lech.er.oussıfat şehvet düşkünü, zampara.
lectern lec.tern lek'tırn isim kürsü.
lecture lec.ture lek'çır isim 1. konferans, konuşma. 2.
(üniversitede) ders. 3. azarlama. fiil 1. konferans
vermek. 2. (üniversitede) ders vermek. 3. azarlamak.

756
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lecturer lec.tur.erisim 1. konferans veren kimse, konferansçı,


konuşmacı. 2. okutman, lektör.
led led led fiil bakınız lead
ledge ledge lec isim 1. düz çıkıntı. 2. resif.
ledger ledg.er lec'ır isim ana hesap defteri, defteri kebir.
lee lee li isim, denizcilikle ilgili rüzgâr altı, boca, poca.
leech leech liç isim 1. sülük. 2. çanak yalayıcı kimse, sülük.
leek leek lik isim pırasa.
leer leer lîr fiil yan bakmak, yan gözle bakmak. isim yan
bakma.
leery lee.rysıfat bakınız be leery of
leeward lee.ward li'wırd sıfat boca yönündeki. zarf boca
yönüne.
leeway lee.way li'wey isim 1. rahatça kımıldanacak yer, bol
yer. 2. denizcilikle ilgili rüzgâr altına düşme.
left hand sol el. 2. sol taraf.
left wing politika sol kanat.
left winger solaçık.
left left left sıfat sol, soldaki. isim sol, sol taraf. zarf sola.
left-handed compliment acemice veya samimi olmayan kompliman.
left-handed left-hand.ed left'händîd sıfat solak.
left-handedness left-hand.ed.nessisim 1. solaklık. 2. gizli anlamı olma.
leftist left.ist lef'tîst isim, politika solcu.
leftover left.o.ver left'ovır sıfat artan, artık.
leftovers left.o.versisim artan yemek.
leg of lamb kasaplık kuzu budu.
leg of mutton koyun budu.
leg leg leg isim 1. bacak. 2. (mobilyada, pergelde) ayak. 3.
(pantolonda) bacak.
legacy leg.a.cy leg'ısi isim kalıt, miras.
legal error adli hata.
legal holiday resmi tatil günü.
legal science hukuk ilmi.
legal separation evli bir çiftin ayrı yaşaması.

757
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

legal le.gal li'gıl sıfat 1. yasal, legal, kanuni, meşru. 2.


hukuksal, hukuki.
legalise le.gal.ise li'gılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
legalize
legality le.gal.i.ty lîgäl'ıti isim yasallık, kanunilik, yasaya
uygunluk, meşruluk.
legalize le.gal.ize li'gılayz fiil yasallaştırmak, kanunlaştırmak.
legally le.gal.lyzarf 1. yasal olarak, kanunen. 2. hukuken.
legation le.ga.tion lîgey'şın isim ortaelçilik.
legend leg.end lec'ınd isim 1. efsane, söylence. 2. sikke veya
harita üzerindeki yazı.
legendary leg.end.arysıfat efsanevi, söylencesel.
legging leg.ging leg'îng isim genellikle çoğul tozluk, getr.
leggy leg.gy leg'i sıfat uzun bacaklı.
legibility leg.i.bil.i.tyisim okunaklılık, açıklık.
legible leg.i.ble lec'ıbıl sıfat okunur, açık, okunaklı.
legibleness leg.i.ble.nessisim okunaklılık, açıklık.
legibly le.gib.lyzarf okunaklı olarak.
legion le.gion li'cın isim 1. leqyon. 2. kalabalık, alay.
legislate leg.is.late lec'îsleyt fiil kanun yapmak, yasa çıkarmak,
yasamak.
legislation leg.is.la.tion lecîsley'şın isim 1. kanun yapma, yasama.
2. yasa, kanunlar.
legislative immunity milletvekilliği dokunulmazlığı.
legislative power yasama gücü.
legislative leg.is.la.tive lec'îsleytîv sıfat kanun koyan, yasamalı.
legislator leg.is.la.tor lec'îsleytır isim millet meclisi üyesi.
legislature leg.is.la.ture lec'îsleyçır isim yasama kurulu.
legitimate le.git.i.mate lıcît'ımeyt fiil 1. yasallaştırmak. 2.
(çocuğun) nesebini tashih etmek.
legitimatise le.git.i.ma.tise lıcît'ımıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız legitimatize

758
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

legitimatize le.git.i.ma.tize lıcît'ımıtayz fiil 1. yasallaştırmak. 2.


haklı göstermek, mazur göstermek. 3. (çocuğun)
nesebini tashih etmek.
legitimise le.git.i.mise lıcît'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
legitimize
legitimize le.git.i.mizefiil 1. yasallaştırmak. 2. haklı göstermek,
mazur göstermek. 3. (çocuğun) nesebini tashih etmek.
legume leg.ume leg'yum, lıgyum' isim 1. baklagiller
familyasından bitkinin tanesi veya tohumu. 2.
baklagiller familyasından bitki.
leisure lei.sure li'qır, leq'ır isim boş zaman.
leisurely lei.sure.lysıfat 1. acelesiz iş yapan. 2. acelesiz yapılan.
zarf acele etmeden.
lemon balm oğulotu, kovanotu, melisa.
lemon peel limon kabuğu.
lemon lem.on lem'ın isim 1. limon. 2. limon ağacı. 3. argo
değersiz kimse veya şey, moloz, gazoz.
lemonade lem.on.adeisim limonata.
lend a hand to -e yardım etmek, elini uzatmak.
lend a hand yardım etmek.
lend an ear kulak vermek, dinlemek.
lend itself to -e uygun olmak, -e elverişli olmak.
lend oneself to -e yardım etmek.
lend someone a helping hand birine yardım elini uzatmak.
lend lend lend fiil (lent) 1. ödünç vermek. 2. borç vermek.
length length lengkth, length isim 1. uzunluk, boy. 2. süre.
lengthen length.en lengk'thın, leng'thın fiil uzatmak; uzamak.
lengthways length.ways lengkth'weyz zarf bakınız lengthwise
lengthwise length.wise lengkth'wayz zarf uzunlamasına.
lengthy lengthysıfat uzun, fazlasıyla uzun.
lenience le.ni.enceisim yumuşaklık.
leniency le.nien.cyisim yumuşaklık.
lenient le.ni.ent li'niyınt, lin'yınt sıfat yumuşak.
leniently le.ni.ent.lyzarf yumuşaklıkla.

759
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lens lens lenz isim 1. mercek. 2. göz merceği. 3. obqektif.


lent lent lent fiil bakınız lend
lenticel len.ti.cel len'tısel isim, botanik kovucuk.
lentil len.til len'tıl isim mercimek.
Leo Le.o li'yo isim, astroloji Aslan burcu.
leopard leop.ard lep'ırd isim leopar, pars.
leopardess leop.ard.essisim dişi leopar.
leotard le.o.tard liy'ıtard isim genellikle çoğul dansçıların
giydiği mayo.
leper lep.er lep'ır isim cüzamlı kimse.
leprosy lep.ro.sy lep'rısi isim cüzam, lepra.
leprous lep.rous lep'rıs sıfat 1. cüzamlı. 2. cüzam gibi.
Lesbian Les.bi.an lez'biyın isim Midillili. sıfat 1. Midilli,
Midilli'ye özgü. 2. Midillili.
lesbianism les.bi.an.ismisim lezbiyenlik, sevicilik.
Lesbos Les.bos lez'bıs, lez'bas isim Midilli.
lesion le.sion li'qın isim, tıbbi 1. doku bozukluğu, lezyon. 2.
yara, bere.
Lesotho Le.so.tho lısu'tu, lıso'to isim Lesoto.
less less les sıfat daha küçük, daha az. zarf aşağı bir
derecede, bir derece aşağı. isim 1. eksik bir miktar, daha
az bir şey. 2. daha küçük kimse veya şey. edat eksi.
lessen less.en les'ın fiil küçültmek, eksiltmek, azaltmak;
küçülmek, azalmak.
lesser less.er les'ır sıfat daha küçük, daha az.
lesson les.son les'ın isim 1. ders. 2. ibret: Let it be a lesson to
you. Size ibret olsun.
lest lest lest bağlaç 1. -mesin diye. 2. korkusu ile.
let alone şöyle dursun: He can't support himself, let alone three
relatives. Üç akraba şöyle dursun, kendisini bile
geçindiremiyor.
Let be! Bırak!/Öyle kalsın!/Dokunma!/Bozma!
Let bygones be bygones. Geçmişi unutalım./Olan oldu./Geçmişe mazi derler.
let down one's hair samimi davranmak.

760
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

let down indirmek. 2. boşa çıkarmak, hayal kırıklığına uğratmak.


Let 'er rip! konuşma dili Haydi başla!/Haydi fayrop et!
let fall düşürmek.
let fly ağzına geleni söylemek. 2. with bir şeyin şiddetini
vurgulamak için kullanılır: He let fly with his right fist.
Sağ yumruğunu indiriverdi.
let go bırakmak, tutmamak; of (tutulan bir şeyi) bırakmak. 2.
konuşma dili ağzına geleni söylemek.
Let go! Bırak!
Let him have his say. Bırak, diyeceğini desin.
let in kapıyı açıp içeriye almak.
Let it be. Bırak. Öyle olsun.
let loose -i serbest bırakmak. 2. konuşma dili -e yol açmak, -i
meydana getirmek. 3. konuşma dili with Bir şeyin
şiddetini vurgulamak için kullanılır: At that moment
Recep let loose with a violent oath. O an Recep
sumturlu bir küfür savurdu. 4. konuşma dili gök
delinmek. 5. konuşma dili başlamak. 6. konuşma dili
ağzına geleni söylemek.
Let me see. Bakayım./Dur bakalım./Düşüneyim.
let off steam konuşma dili deşarq olmak, içini dökerek rahatlamak.
let off cezasını affetmek, cezasını hafifletmek. 2. dışarı
vermek.
let on sırrı başkasına söylemek, sırrı ifşa etmek.
let one's hair down içini dökmek.
let oneself go kendini bırakıp coşmak. 2. kendini kapıp koyuvermek,
kendini bırakmak, kendine özen göstermemek.
let oneself in kapıyı anahtarla açıp içeriye girmek.
let out dışarıya bırakmak, koyuvermek, kaçmasına izin
vermek. 2. (ip, kablo v.b.'ni) gevşetmek, genişletmek. 3.
(elbiseyi) genişletmek. 4. İngiliz İngilizcesi kiraya
vermek.
let rip konuşma dili ağzına geleni söylemek.
let sleeping dogs lie fincancı katırlarını ürkütmemek.

761
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

let slide vazgeçmek.


let slip through one's fingers elinden kaçırmak.
let slip ağzından kaçırmak. 2. (fırsatı) elinden kaçırmak.
let someone alone birini rahat bırakmak; birini karışmamak; birini kendi
haline bırakmak, birini bırakmak. 2. birini yalnız
bırakmak.
let someone be bakınız let someone alone
let someone down gently birini yavaş yavaş alıştırarak hayal kırıklığına
uğratmak.
let someone have it birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek; birini
haşlamak.
let someone loose birini serbest bırakmak. 2. in/on birinin (bir yerde)
istediği gibi hareket etemesine/davranmasına izin
vermek.
let something alone bir şeyi ellememek, bir şeye dokunmamak. 2. bir şeyi
içmemek/yememek/kullanmamak. 3. bir konuya
girmemek; bir konu hakkında hiç bir girişimde
bulunmamak.
let something be bir konuya girmemek, bir konu hakkında hiçbir
girişimde bulunmamak.
let something go by the board fırsatı kaçırmak. 2. bir şeyden vazgeçmek.
let something slide işi oluruna bırakmak.
let something slip bir şeyi ağzından kaçırıvermek. 2. fırsatı kaçırmak.
let the cat out of the bag konuşma dili gizli bir şeyi söylemek; baklayı ağzından
çıkarmak: Don't let the cat out of the bag! Sakın
ağzından kaçırma!
let the side down bekleneni yapmayarak arkadaşlarını büyük bir hayal
kırıklığına uğratmak.
Let the water stand for three days. Suyu üç gün dinlendir.
Let things stand for now. Şimdilik her şey olduğu gibi kalsın.
let up yumuşamak, sertliğini kaybetmek. 2. (yağmur)
kesilmek, dinmek.
Let us part friends. Dost olarak ayrılalım./Dost kalalım.
let well enough alone olanla yetinmek.

762
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Let x equal 2y. x'in 2y'ye eşit olduğunu farzedelim.


let let let fiil (let, letting) 1. izin vermek. 2. by/through/in -
mesine izin vermek: Let him through. Geçmesine izin
verin. 3. kiraya vermek. 4. (birinci veya üçüncü şahıs
emir kipi) -elim, -sin, -sinler : Let's go. Gidelim.
lethal le.thal li'thıl sıfat öldürücü.
lethargic le.thar.gicsıfat 1. uyuşuk. 2. tıbbi letarqik.
Let's call it quits! Haydi bırakalım artık!/Paydos edelim!/Haydi
vazgeçelim!
Let's do it; nobody'll be any the wiser. Onu yapalım. Kimsenin haberi olmaz.
Let's get this show on the road! Haydi başlayalım!
letter of condolence başsağlığı mektubu.
letter of credit ticaret akreditif, kredi mektubu.
license tag otomotiv plaka.
lichen li.chen lay'kın isim, botanik liken.
lick clean yalayıp temizlemek.
lick into shape biçim vermek.
lick one's chops düşündükçe ağzı sulanmak.
lick someone's boots birinin elini eteğini öpmek, birine dalkavukluk etmek.
lick the boot of çanak yalamak, dalkavukluk etmek.
lick the dust öldürülmek. 2. yere serilmek, yeri öpmek, iki seksen
uzanmak. 3. el etek öpmek, çanak yalamak.
lick lick lîk fiil 1. yalamak. 2. alev gibi yalayıp geçmek. 3.
argo dayak atmak. 4. argo üstün gelmek, yenmek. isim
yalama, yalayış.
licorice lic.o.rice lîk'ırîs, lîk'ırîş isim meyan, meyankökü.
lid lid lîd isim 1. kapak. 2. gözkapağı.
lie behind -in ardında yatmak, -in ardında gizli olmak.
lie down yatmak, uzanmak.
lie fallow boş kalmak.
lie in ambush pusuya yatmak.
lie in one's teeth korkunç yalanlar söylemek.
lie in ruins harap olmak.
lie in wait pusuda beklemek; pusuya yatmak.

763
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lie like a trooper çok yalan söylemek.


lie low gizlenmek, saklanmak.
lie off denizcilikle ilgili alargada yatmak.
lie one's way out of something yalan söyleyerek bir işten sıyrılıvermek.
lie sick hasta yatmak.
lie lie lay fiil (lay, lain, lying) 1. yatmak, uzanmak. 2.
durmak, kalmak, olmak. isim 1. yatış. 2. duruş. 3.
mevki.
Liechtenstein Liech.ten.stein lîk'tınştayn isim Lihtenştayn. sıfat
Lihtenştayn, Lihtenştayn'a özgü.
Liechtensteiner isim Lihtenştaynlı.
lieu lieu lu isim bakınız in lieu of
lieutenant colonel askeri yarbay.
lieutenant commander askeri ön yüzbaşı, kıdemli yüzbaşı.
lieutenant general askeri korgeneral.
lieutenant governor vali vekili.
lieutenant lieu.ten.ant luten'ınt, [İngiliz İngilizcesi] leften'ınt isim
1. askeri teğmen. 2. askeri yüzbaşı. 3. vekil.
lieutenant, junior grade denizcilikle ilgili, askeri teğmen.
lieutenant, senior grade askeri yüzbaşı.
life assurance İngiliz İngilizcesi hayat sigortası.
life belt cankurtaran kemeri.
life buoy cankurtaran simidi.
life expectancy (istatistiklere göre belirli bir yaşta olan biri için) tahmin
edilen yaşam süresi.
life imprisonment ömür boyu hapis cezası.
life insurance hayat sigortası.
life jacket cankurtaran yeleği.
life line cankurtaran halatı. 2. avuç içinde görülen yaşam
çizgisi.
life preserver cankurtaran.
life sentence ömür boyu hapis cezası.
life span ömür.

764
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

life life layf isim (lives) 1. yaşam, hayat, dirim; ömür. 2.


canlılık. 3. can. 4. yaşam tarzı.
lifeboat life.boat layf'bot isim cankurtaran sandalı.
lifeguard life.guard layf'gard isim (plaqlarda) can kurtaran
görevli, cankurtaran.
lifeless life.less layf'lîs sıfat cansız, ölü.
lifelike life.like layf'layk sıfat canlı gibi görünen.
lifelong life.long layf'lông sıfat ömür boyu.
lifesaver life.sav.er layf'seyvır isim 1. (plaqlarda) can kurtaran
görevli, cankurtaran. 2. imdada yetişen şey.
life-size life-size layf'sayz sıfat doğal büyüklükte (resim,
heykel).
life-sized life-sized layf'sayzd sıfat doğal büyüklükte (resim,
heykel).
lifestyle life.style layf'stayl isim, konuşma dili yaşam biçimi.
lifetime life.time layf'taym isim ömür.
lift a blockade ablukayı kaldırmak.
lift off (roket) havalanmak, kalkmak.
lift up one's voice bağırmak, sesini yükseltmek.
lift lift lîft fiil 1. kaldırmak, yükseltmek. 2. konuşma dili
çalmak, yürütmek, aşırmak. 3. (sis, duman) dağılmak.
4. (kulakları) dikmek. isim 1. kaldırma, yükseltme;
yükselme. 2. İngiliz İngilizcesi asansör.
liftoff lift.off lîft'ôf isim (roket) havalanma, kalkma.
ligament lig.a.ment lîg'ımınt isim, anatomi bağ.
ligate li.gate lay'geyt fiil, tıbbi (kan damarını) bağlamak.
ligation li.ga.tionisim bağlama; bağlanma.
ligature lig.a.ture lîg'ıçûr, lîg'ıçır isim 1. bağ. 2. bağlama,
raptetme. 3. tıbbi kan damarını bağlamak için kullanılan
iplik. 4. müzik bağ.
light comedy hafif komedi.
light fixtures (duvar veya tavana yerleştirilen) lamba armatürleri.
light in the head başı dönmüş, sersemlemiş. 2. budala, ahmak. 3. deli.
light industry hafif sanayi.

765
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

light into konuşma dili -e saldırmak.


light literature eğlendirici, kolay okunan hafif kitaplar.
light meal hafif yemek.
light meter ışıkölçer.
light opera operet.
light out aceleyle yola çıkmak, yola düzülmek.
light sleeper uykusu hafif kimse.
light up -i aydınlatmak; aydınlanmak. 2. (sigara, puro, pipo)
yakmak.
light year ışık yılı.
light light layt fiil (lighted/lit) 1. konmak. 2. üzerine
düşmek. 3. (at veya arabadan) inmek.
lighten light.en layt'ın fiil aydınlatmak, ışık saçmak.
lighter light.er lay'tır isim mavna, salapurya, layter.
light-fingered light-fin.gered layt'fîng.gırd sıfat hırsızlığı benimsemiş,
eli uzun.
light-footed light-foot.ed layt'fûtîd sıfat çevik, zarif.
lightheaded light.head.ed layt'hedîd sıfat başı dönen, sersemlemiş.
lighthearted light.heart.ed layt'hartîd sıfat kaygısız, endişesiz,
tasasız, neşeli, şen.
lighthouse light.house layt'haus isim fener kulesi.
lighting light.ing layt'îng isim aydınlatma, ışıklandırma.
lightly light.ly layt'li zarf 1. hafifçe. 2. kolayca, kolaylıkla. 3.
ciddiye almadan, umursamazca. 4. neşeyle.
lightness light.nessisim hafiflik.
lightning bug ateşböceği, yıldızböceği.
lightning conductor İngiliz İngilizcesi yıldırımsavar, paratoner.
lightning rod yıldırımsavar, paratoner.
lightning light.ning layt'nîng isim şimşek; yıldırım.
lightweight light.weight layt'weyt sıfat 1. hafif. 2. önemsiz. isim 1.
spor tüysıklet, hafifsıklet. 2. yeteneksiz kimse.
lignite lig.nite lîg'nayt isim linyit.
lignum vitae lig.num vi.tae lîg'nım vay'ti peygamberağacı.
ligustrum li.gus.trum lîgıs'trım isim kurtbağrı.

766
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

likable lik.a.ble lay'kıbıl sıfat hoşa giden, hoş.


like a bolt out of the blue beklenmedik bir şekilde, birdenbire.
like a drowned rat sırsıklam, sırılsıklam.
like a house afire şiddetle, kuvvetle.
like a shot derhal, hemen, hiç tereddüt etmeden. 2. şimşek gibi,
yıldırım gibi, çabucak.
like a streak of lightning yıldırım gibi.
like all get-out konuşma dili son sürat, delicesine, deli gibi: They were
working like all get-out. Eşek gibi çalışıyorlardı. He
was running like all get-out. Deli gibi koşuyordu.
like clockwork saat gibi, çok düzenli, tıkır tıkır.
like crazy konuşma dili Bir şeyi vurgulamak için kullanılır: These
ties are selling like crazy. Bu kıravatlar kapış kapış
gidiyor. This rose is blooming like crazy this year. Bu
gül bu yıl çok çiçek açıyor. They are working like
crazy. Deli gibi çalışıyorlar.
Like father, like son. Tıpkı babasına benzer.
like hell konuşma dili 1. deli gibi: He was running like hell. Deli
gibi koşuyordu. 2. hiç; aksine.
like lightning şimşek gibi, yıldırım gibi, çok çabuk.
like mad konuşma dili bakınız like crazy
like like layk fiil hoşlanmak, sevmek; beğenmek.
likeable like.a.ble lay'kıbıl sıfat bakınız likable
likelihood like.li.hood layk'lihûd isim olasılık, ihtimal.
likely like.ly laykli sıfat 1. olası, muhtemel. 2. uygun: a likely
day for a picnic pikniğe uygun bir gün. 3. geleceği
parlak: a likely candidate geleceği parlak bir aday. 4.
inanılır: a likely story inanılır bir hikâye. zarf
muhtemelen.
likeminded like.mind.ed layk'mayn'dîd sıfat hemfikir.
liken lik.en lay'kın fiil to -e benzetmek.
likeness like.ness layk'nîs isim 1. suret, kılık. 2. resim, portre. 3.
benzerlik, benzeşme.
likes and dislikes (bir kimsenin) sevdiği ve sevmediği şeyler.

767
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

likewise like.wise layk'wayz zarf 1. aynı biçimde, aynen; keza.


2. ayrıca, ve de.
liking lik.ing lay'kîng isim 1. hoşlanma, sevme; beğenme. 2.
sevgi. 3. ilgi; eğilim.
lilac li.lac lay'läk, lay'lık isim 1. leylak. 2. leylak rengi, açık
mor, lila. sıfat leylak rengindeki, açık mor, lila.
lilt lilt lîlt isim (ses tonunda) hoş bir iniş çıkış.
lily of the valley müge, inciçiçeği.
lily lil.y lîl'i isim zambak.
lily-livered lily-liv.eredsıfat korkak, ödlek, yüreksiz.
lily-white lily-whitesıfat bembeyaz, zambak gibi beyaz.
lima bean limafasulyesi.
lima li.ma lay'mı isim bakınız lima bean
limb limb lîm isim 1. kol ve bacak gibi vücuda eklemle
bağlı organ. 2. ağacın ana dalı. 3. kol, dal.
limber lim.ber lîm'bır fiil, spor up bedeni ısıtmak, ısınma
hareketleri yapmak. sıfat eğilir bükülür, oynak
(özellikle kol ve bacaklar).
limbo lim.bo lîm'bo isim büyük harf ile Araf.
lime lime laym isim misket limonu.
limekiln lime.kiln laym'kîl, laym'kîln isim kireç ocağı.
limelight lime.light laym'layt isim 1. kireç lambası. 2. tiyatro
spot, spotlu lamba. 3. ilgi merkezi, ilgi odağı.
limestone lime.stone laym'ston isim kireçtaşı.
limit lim.it lîm'ît isim limit, sınır, had, uç. fiil sınırlandırmak,
sınırlamak, kısıtlamak.
limitation lim.i.ta.tion lîmıtey'şın isim sınırlama, kısıtlama.
limited liability company ticaret limitet şirket.
limited lim.i.ted lîm'îtîd sıfat 1. sınırlı, kısıtlı; az, sayılı. 2.
çevrili. 3. ekspres (tren). 4. İngiliz İngilizcesi sınırlı
sorumlu (şirket).
limitless lim.it.less lîm'îtlîs sıfat sınırsız, sonsuz.
limousine lim.ou.sine lîm'ızin isim limuzin.

768
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

limp limp lîmp fiil topallamak, aksamak. isim topallama.


sıfat yumuşak, bükülgen, gevşek.
limpid lim.pid lîm'pîd sıfat berrak, şeffaf, duru.
linchpin linch.pin lînç'pîn isim tekerleğin dingil çivisi.
linden tea ıhlamur.
linden lin.den lîn'dın isim ıhlamur ağacı, ıhlamur.
line of defence askeri savunma hattı. 2. savunma tezimiz.
line of least resistance en kolay yol.
line of vision görüş hattı.
line line layn isim 1. çizgi. 2. yol, hat. 3. ip, sicim. 4. satır;
dize, mısra: There are fiftyfour lines on this page. Bu
sayfada elli dört satır var. a line of poetry bir şiir dizesi.
5. dizi, sıra; saf: a line of oaks bir sıra meşe. Stay in
line! Sıradan çıkmayın! The worshipers were arrayed in
lines. Müminler saf bağlamışlardı. 6. kuyruk: We stood
in that line for hours. O kuyrukta saatlerce bekledik. 7.
kısa mektup, pusula, not. 8. hiza. 9. konuşma dili iş,
meslek. 10. (telefon, telgraf, tren, gemi v.b. için) hat.
11. olta. 12. seri, dizi. 13. belirli bir cins veya marka
mal. 14. tiyatro rol. 15. soy. 16. argo kandırıcı sözler,
martaval, masal. 17. çoğul ana hatlar. 18. askeri hat; saf:
line of retreat ricat hattı. front line cephe hattı. line of
communications ulaşım hattı. fiil 1. çizgilerle
göstermek. 2. çizgi çekmek. 3. up dizmek, sıralamak. 4.
up sıraya girmek.
lineage lin.e.age lîn'iyîc isim soy, nesil, silsile.
lineament lin.e.a.ment lîn'iyımınt isim, çoğul yüz hatları.
linear measure uzunluk ölçüsü.
linear lin.e.ar lîn'iyır sıfat 1. çizgisel. 2. doğrusal.
lineman line.man layn'mın isim hat bekçisi; hat döşeyicisi.
linen closet çamaşır dolabı.
linen lin.en lîn'ın sıfat keten. isim 1. keten kumaş, keten. 2.
masa örtüleri ve yatak çarşafları. 3. iç çamaşırı, çamaşır.
liner lin.er lay'nır isim 1. yolcu gemisi. 2. yolcu uçağı.

769
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lineup line.up layn'^p isim, spor oyun başlamadan


oyuncuların yerini alması.
linger lin.ger lîng'gır fiil 1. (gitmesi gerekirken) kalmak,
ayrılamamak. 2. on kolay kolay geçmemek.
lingerie lin.ge.rie lanqıri', lanqırey' isim kadın iç çamaşırı ve
gecelik.
lingo lin.go lîng'go isim (lingoes) dil; yabancı dil.
lingua franca lin.gua fran.ca lîng'gwı fräng'kı anadili farklı insanların
konuştuğu ortak dil.
linguist lin.guist lîng'gwîst isim dilbilimci, dilci, lengüist.
linguistic lin.guis.tic lîng.gwîs'tîk sıfat 1. dile ait. 2. dilbilimsel.
linguistical lin.guist.i.cal lîng.gwîs'tîkıl sıfat 1. dile ait. 2.
dilbilimsel.
linguisticals lin.guist.i.calsisim, dilbilim dilbilim, lengüistik.
linguistics lin.guis.ticsisim, dilbilim dilbilim, lengüistik.
lining lin.ing lay'nîng isim astar.
link up bağlamak, birleştirmek; bağlanmak, birleşmek.
link link lîngk isim 1. halka, zincir baklası. 2. bağ, bağlantı.
fiil birbirine bağlamak, birleştirmek, zincirlemek;
birbirine bağlanmak, birleşmek, zincirlenmek.
linkage link.ageisim 1. bağlama, bağlayış. 2. makine bağlantı.
linnet lin.net lîn'ît isim ketenkuşu.
linoleum li.no.le.um lînol'yım, lîno'liyım isim muşamba,
linolyum.
linotype li.no.type lay'nıtayp isim, matbaacılık linotip.
linseed oil beziryağı.
linseed lin.seed lîn'sid isim ketentohumu.
lint lint lînt isim 1. keten tiftiği. 2. yaraları sarmak için
kullanılan yumuşak bir madde.
lion li.on lay'ın isim 1. aslan. 2. cesur kişi, aslan yürekli
adam. 3. ünlü kişi, şöhret.
lioness li.on.essisim dişi aslan.
lionhearted sıfat aslan yürekli, cesur.
lip service sahte bağlılık.

770
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lip lip lîp isim 1. dudak. 2. kenar, uç. 3. argo küstahlık,


yüzsüzlük.
lipid lip.id lîp'îd isim, biyokimya lipit.
lipide lip.ide lîp'ayd isim, biyokimya lipit.
lipoma li.po.ma laypo'mı isim, tıbbi (lipomas/lipomata) lipom,
yağ uru.
lipstick lip.stick lîp'stîk isim ruq, dudak boyası.
liquefaction lij.ue.fac.tion lîkwıfäk'şın isim sıvılaştırma; sıvılaşma.
liquefy lij.ue.fy lîk'wıfay fiil eritmek, sıvılaştırmak; erimek,
sıvılaşmak.
liqueur li.jueur lîkır' isim likör.
liquid measure sıvı ölçüsü; sıvı ölçü birimleri.
liquid quart 4,368 litre. 2. İngiliz İngilizcesi 7,718 litre.
liquid lij.uid lîk'wîd sıfat 1. sıvı, akıcı, akışkan. 2. şeffaf,
berrak. 3. hemen paraya çevrilebilir; likit. isim sıvı.
liquidate lij.ui.date lîk'wıdeyt fiil 1. (borcu) ödeyip kapatmak,
tediye etmek. 2. (bir ticaret kuruluşunu) kapatmak,
tasfiye etmek, likide etmek. 3. argo öldürmek,
temizlemek.
liquidation lij.ui.da.tion lîkwıdey'şın isim tasfiye, işi kapatma,
likidasyon.
liquidity lij.uid.i.ty lîkwîd'ıti isim 1. sıvılık. 2. ekonomi likidite.
liquor lij.uor lîk'ır isim 1. içki; sert içki. 2. et suyu.
liquorice lij.uo.rice lîk'ırîs, lîk'ırîş isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız licorice
lira li.ra lîr'ı isim 1. lira. 2. liret.
lisp lisp lîsp fiil peltek konuşmak. isim pelteklik.
list price katalog fiyatı; liste fiyatı.
list list lîst fiil yan yatmak. isim yan yatma.
listen in başkasının konuşmasını dinlemek, kulak misafiri
olmak.
listen to reason mantığa kulak vermek.
listen lis.ten lîs'ın fiil to -i dinlemek, -e kulak vermek.
listless list.less lîst'lîs sıfat neşesiz, halsiz.

771
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

listlessness list.less.nessisim neşesizlik, halsizlik.


lit lit lît fiil bakınız light sıfat 1. yanmış, tutuşturulmuş. 2.
aydınlatılmış.
liter li.ter li'tır isim litre.
literacy lit.er.a.cy lît'ırısi isim okuryazarlık.
literal lit.er.al lît'ırıl sıfat 1. kelimesi kelimesine, harfi harfine.
2. gerçek.
literally lit.er.al.lyzarf 1. harfi harfine. 2. gerçekten.
literary lit.er.ar.y lît'ıreri sıfat yazınsal, edebi.
literate lit.er.ate lît'ırît sıfat, isim okuryazar.
literature lit.er.a.ture lît'ırıçûr, lît'ırıçır, lît'rıçır isim yazın,
edebiyat.
lithe lithe laydh sıfat kolay eğilip bükülebilen, kıvrak.
lithium lith.i.um lîth'iyım isim, kimya lityum.
lithograph lith.o.graph lîth'ıgräf isim taşbasması resim,
taşbasması, taşbaskı, litografya, litografi.
lithographer li.thog.ra.pher lîthag'rıfır isim litografyacı, taşbaskıcı.
lithography li.thog.ra.phy lîthag'rıfi isim litografya, litografi,
taşbaskı, taşbasması.
lithology li.thol.o.gy lîthal'ıci isim taşbilim, litoloqi.
lithosphere lith.o.sphere lîth'ısfîr isim taşyuvarı, taşküre, litosfer.
Lithuania Lith.u.a.ni.a lîthıwey'niyı, lîthuwey'niyı isim Litvanya.
Lithuanian isim 1. Litvanyalı. 2. Litvanyaca, Litovca. sıfat 1.
Litvanya, Litvanya'ya özgü. 2. Litvanyaca, Litovca. 3.
Litvanyalı.
litigant lit.i.gantisim davacı.
litigate lit.i.gate lît'ıgeyt fiil 1. mahkemeye başvurmak. 2. dava
etmek, dava açmak.
litigation lit.i.ga.tionisim 1. dava etme. 2. dava.
litmus paper turnusol kâğıdı.
litmus lit.mus lît'mıs isim turnusol.
litre li.tre li'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız liter
litter bag çöp torbası.
litter up karmakarışık etmek.

772
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

litter lit.ter lît'ır isim 1. döküntü, çerçöp, süprüntü. 2. bir


defada doğan yavrular. 3. tahtırevan. 4. sedye. 5.
hayvanları yatırmak için serilen saman veya kuru ot. fiil
1. darmadağın etmek. 2. saçmak, dağıtmak. 3.
doğurmak, birden çok yavru doğurmak. 4. ahırda
hayvanın altına yataklık ot sermek.
little by little azar azar, yavaş yavaş.
Little did I think. Aklımdan geçirmedim.
Little Dipper gökbilim Küçükayı.
little or nothing hiç denecek kadar az, hemen hemen hiç.
Little pitchers have big ears. Çocukların kulağı delik olur.
little lit.tle lît'ıl sıfat (littler, littlest) 1. küçük, ufak. 2. kısa,
az, biraz. 3. cici. 4. önemsiz, değersiz. zarf (less/lesser,
least) 1. az miktarda. 2. hemen hiç. isim 1. az miktar. 2.
ufak şey. 3. az zaman.
littoral lit.to.ral lît'ırıl sıfat sahile yakın. isim sahil boyu.
liturgical li.tur.gi.cal lîtır'cîkıl sıfat 1. liturqiye ait, liturqik. 2.
liturjisi olan, liturjik (kilise). 3. liturqiye göre yapılan,
liturqik (ayin).
liturgy lit.ur.gy lît'ırci isim 1. liturqi, liturya. 2. Hristiyanlık
ekmek ve şarap ayini, kudas.
live a double life iki yüzlü bir hayat yaşamak.
live a lie sahte hayat geçirmek.
live among -in içinde/-in arasında yaşamak.
live and learn yaşadıkça öğrenmek.
live by one's wits (geçinmek için) uyanık ve kurnaz olmak.
live embers sönmemiş ateş korları.
live fast hızlı yaşamak.
live from hand to mouth elden ağıza yaşamak, kıt kanaat geçinmek.
live in a world of one's own kendi dünyasında yaşamak.
live in someone's shadow daha güçlü veya ünlü birinin gölgesinde kaybolup
gitmek.
live like a lord lord gibi lüks içinde yaşamak.
live off the fat of the land bir eli yağda, bir eli balda yaşamak.

773
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

live on the razor's edge ölümle kalım arasında olmak; iki ateş arasında kalmak.
live out sonuna kadar yaşamak.
live through (bir zamanı, bir olayı) yaşamak. 2. (zor bir durumdan)
sağ olarak çıkmak, sağ salim çıkmak.
live up to one's reputation şöhretini doğrulayacak bir yaşam sürmek.
live wire cereyanlı tel. 2. konuşma dili başkalarını harekete
getirme yeteneği olan çok enerjik kimse.
live with ile birlikte yaşamak.
live live lîv fiil 1. yaşamak. 2. oturmak, ikamet etmek. 3.
(yaşam, ömür) sürmek, geçirmek, (hayat) yaşamak. 4.
on ile beslenmek. 5. on ile geçinmek. 6. off ile
geçinmek, geçimini -den sağlamak.
live-in live-in lîv'în sıfat 1. işyerinde oturan. 2. işyerinde
oturmayı gerektiren (iş).
livelihood live.li.hood layv'lihûd isim 1. geçim, geçinme. 2. geçim
yolu. 3. rızk.
livelong live.long lîv'lông sıfat bitmez tükenmez, bütün.
lively hope güçlü umut.
lively live.ly layv'li sıfat 1. canlı, neşeli. 2. parlak (renk).
liven liv.en lay'vın fiil up -i neşelendirmek, -i canlandırmak;
neşelenmek, canlanmak.
liver liv.er lîv'ır isim karaciğer, ciğer.
livery liv.er.y lîv'ıri isim 1. özel üniforma. 2. hizmetçi sınıfı.
3. kılık, kıyafet.
lives lives layvz isim bakınız life
livestock live.stock layv'stak isim çiftlik hayvanları.
livid liv.id lîv'îd sıfat 1. sinirden mosmor kesilmiş. 2.
kurşuni. 3. konuşma dili çok öfkeli, kanı beynine
sıçramış.
living image of -in tıpkısı.
living language yaşayan dil.
living picture canlı tablo.
living room oturma odası.
living wage geçindirebilecek maaş.

774
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

living liv.ing lîv'îng isim 1. yaşam. 2. yaşam tarzı. 3. geçim.


lizard liz.ard lîz'ırd isim kertenkele.
llama lla.ma la'mı isim lama.
loach loach loç isim çoprabalığı.
load up -i yükletmek.
load load lod fiil 1. yükletmek; yüklemek. 2. with (hediye)
yağdırmak. 3. (zar) doldurmak. 4. (silah) doldurmak. 5.
(fotoğraf makinesine) film koymak.
loaded question şaşırtıcı soru.
loaded load.ed lo'dîd sıfat 1. dolu. 2. hileli (zar). 3. argo
sarhoş, yüklü. 4. argo zengin, yüklü.
loading load.ingisim 1. yükleme. 2. yük.
loads loadsisim, konuşma dili çok miktar, yığın: loads of
love pek çok sevgiler, kucak dolusu sevgiler.
loadstar load.star lod'star isim 1. Çobanyıldızı. 2. Kutupyıldızı.
3. yol gösterici rehber veya ilke.
loaf loaf lof isim (loaves) ekmek somunu, somun.
loafer loaf.erisim 1. aylak, boş gezen; haylaz kimse. 2.
mokasen.
loam loam lom isim 1. kil, kum ve çürümüş bitkisel
maddelerden oluşan toprak. 2. pahsa, samanlı balçık,
kerpiç çamuru. 3. killi toprak.
loan shark konuşma dili tefeci.
loan loan lon isim 1. ödünç verme. 2. ödünç alma,
borçlanma. 3. ödünç verilen şey. fiil 1. özellikle faiz
karşılığında ödünç para vermek. 2. ödünç vermek.
loanword loan.word lon'wırd isim başka bir dilden alınan sözcük.
loath loath loth sıfat bakınız be loath to do something
nothing loath
loathe loathe lodh fiil 1. nefret etmek, hiç sevmemek. 2.
tiksinmek, iğrenmek.
loathing isim nefret.
loathsome loath.some lodh'sım sıfat tiksindirici, iğrenç.
loaves loaves lovz isim, çoğul bakınız loaf

775
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lob lob lab fiil (lobbed, lobbing) havaya atmak, havaya


doğru vurmak. isim havaya atılmış top, havaya doğru
vurulmuş top.
lobby lob.by lab'i isim 1. dehliz, koridor, geçit. 2. antre. 3.
bekleme salonu, lobi. 4. kulis yapanlar, lobi. 5. kulis
faaliyeti. fiil kulis yapmak.
lobe lobe lob isim 1. yuvarlakça kısım. 2. anatomi lop. 3.
kulakmemesi.
lobed leaf botanik oymalı yaprak.
lobelia lo.be.lia lobil'yı isim, botanik lobelya.
lobster lob.ster lab'stır isim ıstakoz.
local call şehir içi konuşma.
local color güzel sanatlar, edebiyat yöresel özellikler.
local government yerel yönetim.
local lo.cal lo'kıl sıfat 1. yerel, yöresel, mahalli. 2. dar,
sınırlı. 3. tıbbi lokal.
locale lo.cale lokäl' isim (bir olayın geçtiği) yer.
localise lo.cal.ise lo'kılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
localize
locality lo.cal.i.ty lokäl'ıti isim yer, mevki, mahal.
localization lo.cal.i.za.tion lokılîzey'şın isim 1. lokalizasyon, -in
(belirli bir yerden) çıkmasını önleme. 2. lokalizasyon, -
in yerini tayin etme/saptama.
localize lo.cal.ize lo'kılayz fiil 1. -i lokalize etmek, -in (belirli
bir yerden) çıkmasını önlemek. 2. -in yerini tayin
etmek/saptamak, -i lokalize etmek.
locate lo.cate lo'keyt fiil 1. (bir yerde) iskân etmek,
yerleştirmek. 2. yerini saptamak, yerini keşfetmek.
location lo.ca.tion lokey'şın isim 1. yer, mahal, konum, mevki.
2. yerini saptama.
locative loc.a.tive lak'ıtîv sıfat, dilbilgisi -de halindeki. isim -de
halindeki sözcük.
loch loch lak isim, İskoçya 1. göl. 2. körfez, haliç.
lock in kilitlemek, üzerine kapıyı kilitlemek.

776
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lock out dışarıda bırakmak. 2. lokavt yapmak.


lock up kilit altında saklamak. 2. hapsetmek. 3. (parayı)
bağlamak, yatırmak. 4. bilgisayar kilitlenmek.
lock lock lak fiil 1. kilitlemek; kilitlenmek. 2. birbirine
geçmek, kenetlenmek. 3. bilgisayar kilitlenmek.
lock, stock and barrel baştan başa, tamamen.
locker room sporcuların elbise ve aletleri için dolaplı oda, soyunma
odası.
locker lock.er lak'ır isim 1. kilitli çekmece veya dolap. 2.
denizcilikle ilgili dolap, ambar.
locket lock.et lak'ît isim madalyon.
lockjaw lock.jaw lak'cô isim, konuşma dili tetanos,
kazıklıhumma.
locknut lock.nut lak'n^t isim emniyet somunu, kilit somunu.
lockout lock.out lak'aut isim lokavt.
locksmith lock.smith lak'smîth isim çilingir.
lockup lock.up lak'^p isim, konuşma dili tutukevi, dam.
loco lo.co lo'ko sıfat, argo deli, çılgın.
locomobile lo.co.mo.bile lokımobil' isim lokomobil.
locomotion lo.co.mo.tion lokımo'şın isim hareket.
locomotive lo.co.mo.tive lokımo'tîv sıfat 1. harekete ait. 2. hareket
edebilen. 3. hareket ettiren. isim lokomotif.
locus lo.cus lo'kıs isim (loci) yer, mahal, konum, mevki.
locust bean keçiboynuzu.
locust lo.cust lo'kıst isim 1. çekirge. 2. ağustosböceği. 3.
akasya, yalancı akasya, salkımağacı.
locution lo.cu.tion lokyu'şın isim 1. anlatış tarzı. 2. deyim, tabir.
lode lode lod isim maden damarı.
lodestar load.star lod'star isim 1. Çobanyıldızı. 2. Kutupyıldızı.
3. yol gösterici rehber veya ilke.
lodge lodge lac isim 1. tekke. 2. mason locası. 3. ufak ev. 4.
kapıcı veya bahçıvan kulübesi. 5. tatil evi. 6. hayvan ini.
lodger lodg.erisim 1. misafir. 2. kiracı.
lodging house kiralık odaları olan ev, pansiyon.

777
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lodging lodg.ing lac'îng isim 1. geçici konut. 2. çoğul pansiyon.


3. kiralık oda.
loess lo.ess low'es, les isim, jeoloji lös.
loft loft lôft isim 1. tavanarası. 2. tavanarası odası. 3.
güvercinlik. 4. samanlık. 5. kilise balkonu.
lofty loft.y lôf'ti sıfat 1. yüksek, yüce. 2. azametli, çalımlı.
log cabin kütüklerden yapılmış kulübe.
log in to bilgisayar (-e) girmek.
log in bilgisayar (-e) girmek.
log off bilgisayar -i sonlandırmak.
log on to bilgisayar (-e) girmek.
log on bilgisayar (-e) girmek.
log log lôg isim 1. kütük, ağaç gövdesi. 2. denizcilikle
ilgili parakete. 3. denizcilikle ilgili qurnal, gemi qurnalı.
logarithm log.a.rithm lag'ırîdhım, lôg'ırîdhım isim, matematik
logaritma.
logbook log.book lôg'bûk isim gemi qurnalı.
loge loge loq isim loca, tiyatro locası.
loggerhead log.ger.head lôg'ırhed isim Atlantik Okyanusu'na özgü
çok iri denizkaplumbağası.
logic log.ic lac'îk isim mantık ilmi, mantık, eseme.
logical log.i.calsıfat 1. mantıksal. 2. mantıklı, esemeli.
logically log.i.cal.lyzarf mantığa göre, mantıklı olarak.
logician lo.gi.cian locîş'ın isim mantıkçı.
logistics lo.gis.tics locîs'tîks isim loqistik.
logo lo.go lo'go isim logo.
logos lo.gos lo'gas, lo'gos isim logos, deyi.
loin loin loyn isim 1. bel. 2. fileto.
loincloth loin.clothisim peştamal.
loiter loi.ter loy'tır fiil yolda oyalanmak, aylakça dolaşmak.
loiterer loi.ter.erisim aylakça dolaşan kimse.
loitering loi.ter.ingisim aylak aylak dolaşma.

778
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

loll loll lal fiil 1. iş yapmadan dolaşmak, sallanmak. 2. out


(dil) ağzından dışarı sarkmak; (dilini) ağzından dışarı
sarkıtmak. 3. away (zamanı) tembelce geçirmek.
lollipop lol.li.pop lal'ipap isim lolipop; saplı şeker.
Lombardy poplar karakavak.
Lombardy Lom.bar.dy lam'bardi isim Lombardiya.
London pride botanik taşkıran.
London Lon.don l^n'dın isim Londra.
lone wolf yalnızlığı seven kimse.
lone lone lon sıfat tek, yalnız.
loneliness lone.li.nessisim yalnızlık, kimsesizlik.
lonely lone.ly lon'li sıfat 1. yalnız, kimsesiz. 2. ıssız, tenha.
loner lon.er lo'nır isim yalnızlığı seven kimse.
lonesome lone.some lon'sım sıfat yalnız, yapayalnız.
long after a friend bir dostun özlemini çekmek.
long distance call şehirlerarası konuşma; milletlerarası konuşma.
long for -i özlemek.
long hours uzun çalışma saatleri.
long johns konuşma dili uzun paçalı don.
long jump uzun atlama.
long since çok zaman önce. 2. çoktan beri.
Long time no see! Epeydir görüşemedik!
long long lông sıfat 1. uzun: a long corridor uzun bir
koridor. 2. uzun süren, yorucu: What a long speech! Ne
uzun bir konuşma! zarf çok, uzun zaman: The meeting
won't last long. Toplantı uzun sürmez. She left here
long ago. Buradan çok zaman önce gitti.
long-distance long-dis.tance lông'dîs'tıns sıfat 1. uzun mesafeli. 2.
şehirlerarası, uluslararası (telefon konuşması).
long-drawn-out long-drawn-out lông'drôn'aut sıfat çok uzun süren.
longevity lon.gev.i.ty lôncev'ıti isim uzun ömürlülük.
longhand long.hand lông'händ isim el yazısı.
longing long.ingisim özlem, hasret.
longitude lon.gi.tude lan'cıtud isim boylam.

779
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

long-lived long-lived lông'layvd', lông'lîvd' sıfat uzun ömürlü.


long-playing record uzunçalar, longpley.
long-playing long-play.ing lông'pley'îng sıfat uzun devirli (plak).
long-range plans uzun vadeli planlar.
long-range long-range lông'reync' sıfat uzun menzilli (top).
long-sighted long-sight.ed lông'saytîd sıfat uzağı gören.
long-suffering long-suf.fer.ing lông's^f'ırîng sıfat sabırlı.
long-term long-term lông'tırm' sıfat uzun vadeli.
long-winded long-wind.ed lông'wîn'dîd sıfat sözü bitmez.
loo loo lu isim yüznumara, hela.
look about etrafına bakmak, bakınmak.
look after -e bakmak, -i gözetmek, ile ilgilenmek.
look ahead ileriye bakmak.
look alive acele etmek.
look around for -i araştırmak.
look around -i araştırmak.
look at someone askance birine yan bakmak.
look at something in perspective bir şeye geniş bir açıdan bakmak.
look back geriye bakmak. 2. geçmişe bakmak, geçmişi
düşünmek.
Look before you leap. Düşüncesizce iş görmeyin.
look daggers at someone birine öfke ile bakmak.
look daggers kötü kötü bakmak; kaşlarını çatmak.
look down on -i hor görmek, -e tepeden bakmak.
look down one's nose at -i hor görmek.
look for a needle in a haystack saman yığınında iğne aramak, olanaksız şeyi bulmaya
çalışmak.
look for -i aramak. 2. -i beklemek.
look forward to -i dört gözle beklemek, -i sabırsızlıkla beklemek, -i iple
çekmek; -e can atmak.
Look here! Bana bak!
Look here. Buraya bak./Baksana.
look in on kısa bir ziyaret yapmak.
look into -i araştırmak, -i soruşturmak, -i incelemek.

780
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

look kindly upon -i hoş görmek/karşılamak.


look like -e benzemek, -cek gibi olmak: It looks like rain.
Yağmur yağacağa benziyor.
Look lively! Acele et!/Çabuk ol!
look on the bright side iyimser olmaya çalışmak.
look on bakıp durmak, seyretmek. 2. başkası ile aynı kitaptan
okumak.
look onto -e bakmak, -e nazır olmak.
Look out for number one. Kendi çıkarına bak.
look out -den dışarı bakmak. 2. sakınmak. 3. for -e dikkat
etmek, -i gözetmek.
look over -i incelemek, -e göz gezdirmek, -i yoklamak.
look sharp konuşma dili (biri) şık olmak. You're looking sharp
today. Bugün şıksın. 2. dikkatli olmak.
look someone in the face utanmayarak veya cesaretle birinin yüzüne bakmak.
look the other way görmezlikten gelmek.
look the worse for wear konuşma dili pek iyi bir halde olmamak, pek iyi
gözükmemek: You look the worse for wear today.
Bugün seni pek iyi görmüyorum.
look through -den bakmak. 2. -i gözden geçirmek, -i incelemek.
Look to your manners! Davranışlarına dikkat et!/Kendine gel!
look up to -e saygı göstermek. 2. -e hayranlık duymak; -i örnek
almak.
look up gözleri yukarı dikmek. 2. -i aramak, -e bakmak. 3. -i
ziyaret etmek, -i yoklamak. 4. iyileşmek, düzelmek.
look look lûk fiil 1. bakmak. 2. görünmek, gözükmek: He
looks ill. Hasta görünüyor. isim 1. bakış, bakma, nazar.
2. görünüş. 3. ifade, yüz ifadesi.
looking-glass look.ing-glass lûk'îng.gläs sıfat 1. ters yönde olan. 2.
karmakarışık.
lookout look.out lûk'aut isim 1. gözetleme yeri, gözleği. 2.
gözetleme; gözleme.
look-see look-see lûk'si isim, konuşma dili bakma.
loom large in -de çok önem taşımak.

781
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

loom loom lum fiil hayal gibi belirmek.


loop loop lup isim 1. ilmik; ilik halkası. 2. havacılık takla. 3.
bilgisayar döngü. 4. elektrik kapalı devre.
loophole loop.hole lup'hol isim 1. kaçamak, kaçamak noktası. 2.
mazgal deliği, mazgal.
loose ends yarım kalmış işler.
loose loose lus sıfat 1. gevşek. 2. dağınık, seyrek. 3. serbest,
aslından uzak (çeviri, yorum v.b.). 4. bol, dökümlü
(giysi). 5. sallanan (diş). 6. yumuşak (öksürük). 7.
serbest, hafifmeşrep.
loose-leaf loose-leafsıfat sayfaları çıkarılıp tekrar takılabilen
(kitap, defter).
loosely made bol yapılmış, gevşek örülmüş (elbise).
loosely loose.lyzarf gevşek, gevşek bir biçimde.
loot loot lut isim 1. ganimet. 2. yağma. 3. argo para. fiil
yağma etmek.
lop lop lap fiil (lopped, lopping) 1. (ağacın dallarını)
kesmek, budamak. 2. off -i kesip düşürmek; -i
kaldırmak.
lope lope lop fiil (hayvan) uzun adımlarla koşmak. isim
uzun adımlarla koşma.
lopsided lop.sid.ed lap'say'dîd sıfat 1. bir yana eğik. 2. orantısız.
loquacious lo.jua.cious lokwey'şıs sıfat konuşkan, dilli.
loquat lo.juat lo'kwat isim maltaeriği, yenidünya.
lord it over someone gururlu davranmak, kibirlilik göstermek, amirane tavır
takınmak.
lord lord lôrd isim 1. efendi, sahip, mal sahibi. 2. hâkim,
hükümdar. 3. lord. 4. büyük harf ile Rab, Allah, Tanrı.
5. büyük harf ile Hz.İsa. fiil lord payesi vermek.
lordly lord.ly lôrd'li sıfat 1. amirane, lordvari, lorda yaraşır. 2.
gururlu.
lore lore lôr isim ilim, bilgi, irfan (özellikle eski zaman
bilgileri).

782
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lorry lor.ry lôr'i isim 1. İngiliz İngilizcesi kamyon. 2. alçak,


yanları açık ve dört tekerlekli yük arabası.
lose count hesabını şaşırmak; of -in sayısını hatırlamamak.
lose face rezil olmak; itibarını kaybetmek; itibarı zedelenmek.
lose ground askeri (savaşta) toprak kaybetmek. 2. (hasta) kötüye
gitmek/kötüleşmek. 3. (herhangi bir uğraşıda) yenilgiye
uğramak, yenilmek.
lose one's appetite iştahı kesilmek.
lose one's balance dengesini kaybetmek.
lose one's bearings şaşırmak, pusulayı şaşırmak.
lose one's footing ayağı kaymak, ayağı sürçmek.
lose one's head kendinden geçmek, aklı başından gitmek.
lose one's life hayatını kaybetmek.
lose one's marbles aklını kaçırmak.
lose one's mind aklını kaçırmak/oynatmak.
lose one's nerve cesaretini kaybetmek.
lose one's reason aklı başından gitmek.
lose one's seat yerini kaybetmek.
lose one's shirt konuşma dili meteliksiz kalmak.
lose one's stake (kumarda) koyduğu parayı kaybetmek.
lose one's temper öfkeye kapılmak, soğuk kanlılığını yitirmek, itidalini
kaybetmek..
lose one's way yolunu şaşırmak.
lose oneself in -e dalmak.
lose oneself kendini kaybetmek, kendinden geçmek.
lose out on -i kaybetmek.
lose sight of (birini/bir hayvanı) gözden kaybetmek. 2. -i unutmak.
lose the toss yazı turada kaybetmek.
lose track of (bir şeyi) aklında tutmamak. 2. (bir şeye) dikkat
etmemek, (bir şeyi) takip etmemek; (birinin) izini
kaybetmek.
lose weight kilo vermek, zayıflamak.
lose lose luz fiil (lost) 1. yitirmek, kaybetmek. 2. kaçırmak,
elden kaçırmak. 3. şaşırmak. 4. (saat) geri kalmak. 5.

783
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yenilmek, kaybetmek: "Did your team win?" "No, it


lost." "Sizin takım kazandı mı?" "Hayır, kaybetti."
loser los.er lu'zır isim 1. kaybeden kimse. 2. zarar eden
kimse.
losing los.ing lu'zîng sıfat kazançlı olmayan, zarar gören.
löss löss les, lıs isim bakınız loess
loss loss lôs isim 1. zarar, ziyan, hasar. 2. kayıp.
lost cause kaybedilmiş dava, ümitsiz dava.
lost in -e tamamen dalmış, -e dalıp gitmiş.
lost lost lôst fiil bakınız lose sıfat 1. kaybolmuş, kayıp;
kaybedilmiş. 2. boşa gitmiş (zaman). 3. harap olmuş. 4.
yolunu şaşırmış, kaybolmuş.
lot lot lat isim 1. kısmet, kader, talih. 2. kura. 3. arazi
parçası. 4. hisse, pay. 5. kısım, parça. 6. ticaret (mal)
parti.
lotion lo.tion lo'şın isim losyon.
lottery lot.ter.y lat'ıri isim piyango.
lotus lo.tus lo'tıs isim nilüfer, lotus.
loud loud laud sıfat 1. yüksek (ses). 2. gürültülü, patırtılı. 3.
çok parlak, çiğ, cart (renk). zarf 1. yüksek sesle. 2.
gürültüyle.
loudly loud.lyzarf 1. yüksek sesle. 2. gürültüyle.
loudmouthed loud.mouthedsıfat ağzı kalabalık.
loudspeaker loud.speak.erisim hoparlör.
loud-voiced loud-voicedsıfat yüksek sesli.
lough lough lah isim, İskoçya 1. göl. 2. körfez, haliç.
lounge away (zamanı) tembelce geçirmek.
lounge suit İngiliz İngilizcesi takım elbise.
lounge lounge launc fiil 1. tembelce uzanmak, yayılıp
oturmak. 2. aylaklık etmek, aylakça vakit geçirmek.
isim 1. lobi; fuaye. 2. (okul veya işyerinde) oturma
salonu. 3. İngiliz İngilizcesi (evde) oturma odası/salonu.
4. İngiliz İngilizcesi kanepe.
lounger loungerisim tembelce yaşayan kimse, aylak.

784
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

louse louse laus isim (lice) bit.


lousy lous.y lau'zi sıfat 1. bitli. 2. argo kötü. 3. argo alçak,
iğrenç.
lout lout laut isim kaba adam, hırbo.
love affair aşk macerası, macera.
love letter aşk mektubu.
love potion aşk iksiri.
love seat iki kişilik kanepe.
love story aşk hikâyesi.
love vine botanik küsküt, şeytansaçı.
love love l^v fiil sevmek, âşık olmak. isim 1. sevgi. 2. sevi,
aşk. 3. sevgili. 4. tenis sıfır.
lovebird love.bird l^v'bırd isim muhabbetkuşu.
lovely love.ly l^v'li sıfat güzel, hoş, sevimli.
lover of art sanat âşığı.
lover lov.er l^v'ır isim âşık, sevgili, yâr, dost.
lovesick love.sick l^v'sîk sıfat aşk hastası, sevdalı.
loving lov.ing l^v'îng sıfat 1. seven. 2. sevecen, müşfik.
loving-kindness lov.ing-kind.nessisim şefkat.
lovingly lov.ing.lyzarf sevgi ile.
low frequency alçak frekans.
low gear birinci vites.
low hurdles alçak engel. 2. alçak engelli 288 metrelik koşu.
low life yoksulluk.
low pressure alçak basınç.
low price düşük fiyat.
low relief hafif kabartma.
low tide denizin alçalmış olması, denizin alçalmış hali. 2. deniz
alçalmış olduğu zaman.
low low lo fiil böğürmek. isim böğürme.
lowbrow low.brow lo'brau isim hiç entelektüel olmayan kimse.
sıfat hiç entelektüel olmayanlara hitap eden; hiç
entelektüel olmayan birine uygun.

785
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lowdown low.down lo'daun isim, konuşma dili hakikat, işin


içyüzü.
low-down low-down lo'daun' sıfat, konuşma dili 1. alçak,
ahlaksız. 2. alçakça yapılan.
lower case küçük harf, minüskül.
lower deck ikinci güverte, tavlun.
lower low.er lo'wır fiil 1. indirmek; inmek. 2. azaltmak,
eksiltmek, alçaltmak; azalmak, eksilmek, alçalmak. 3.
(gurur) kırmak; alçaltmak. 4. zayıflatmak. 5. (güneş)
batmak. sıfat, zarf 1. daha aşağı. 2. daha alçak.
lower-class low.er-class lo'wır.kläs sıfat (toplumdaki) alt sınıfa ait.
lowermost low.er.mostsıfat en aşağı, en alt, en aşağıdaki.
lowland low.land lo'lınd, lo'länd isim genellikle çoğul düz arazi,
ova. sıfat ovaya özgü.
lowliness low.li.nessisim alçakgönüllülük.
lowly low.ly lo'li sıfat 1. rütbe veya mevkice aşağı. 2.
alçakgönüllü. zarf ikinci derecede, aşağı.
lownecked low.necked lo'nekt' sıfat açık yakalı (elbise), dekolte.
lowpitched low.pitched lo'pîçt' sıfat 1. pes sesli. 2. heyecansız. 3.
az eğimli (çatı).
low-rise low-rise lo'rayz sıfat asansörsüz ve alçak (bina).
low-spirited low-spir.it.ed lo'spîr'îtîd sıfat neşesiz, keyifsiz, üzgün.
low-water mark alçak su seviyesi işareti. 2. bir şeyin en alçak veya en
düşük noktası.
low-water low-wa.ter lo'wôtır sıfat bakınız low-water mark
loyal loy.al loy'ıl sıfat sadık, vefalı.
loyally loy.al.lyzarf sadakatle.
loyalty loy.al.tyisim sadakat, vefa, bağlılık.
lozenge loz.enge laz'înc isim 1. pastil. 2. eşkenar dörtgen.
LP LP el'pi' isim uzunçalar, longpley.
lube oil bakınız lubricating oil
lube lube lub isim bakınız lube oil
lubricant lu.bri.cantisim yağlayıcı madde.
lubricate lu.bri.cate lu'brıkeyt fiil yağlamak.

786
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lubricating oil makine yağı, motor yağı.


lubrication lu.bri.ca.tionisim yağlama.
lubricator lu.bri.ca.torisim 1. yağ pompası, gresör. 2. yağlayıcı
madde. 3. yağlama işi yapan kimse.
lucid lu.cid lu'sîd sıfat 1. kolay anlaşılır, açık. 2. aklı başında.
3. duru, berrak. 4. şeffaf.
lucidity lu.cid.i.tyisim 1. açıklık. 2. berraklık. 3. sağduyu.
lucidness lu.cid.nessisim 1. açıklık. 2. berraklık. 3. sağduyu.
luck luck l^k isim 1. talih, şans, baht. 2. uğur, yom.
luckily luck.i.ly l^k'ıli zarf çok şükür, talihine, bereket versin
ki.
luckless luck.lesssıfat talihsiz, şanssız.
lucky day uğurlu gün.
lucky dog talihli adam.
Lucky dog! Şanslı kerata!
lucky luck.y l^k'i sıfat 1. talihli, şanslı. 2. uğurlu.
lucrative lu.cra.tive lu'krıtîv sıfat kârlı, kazançlı, yararlı.
ludicrous lu.di.crous lu'dıkrıs sıfat 1. gülünç, güldürücü, komik.
2. saçma.
lug lug l^g fiil (lugged, lugging) 1. çekmek, sürüklemek. 2.
güçlükle taşımak.
luggage rack bagaj rafı.
luggage van İngiliz İngilizcesi eşya vagonu.
luggage lug.gage l^g'îc isim bagaq, eşya.
lugubrious lu.gu.bri.ous lûgu'briyıs sıfat mahzun, kederli.
lukewarm luke.warm luk'wôrm' sıfat 1. ılık. 2. soğuk, kayıtsız.
lukewarmness luke.warm.nessisim 1. ılıklık. 2. kayıtsızlık.
lull someone into a false sense of security birine sahte bir güven duygusu vermek.
lull someone to sleep ninni söyleyerek uyutmak.
lull lull l^l fiil 1. yatıştırmak. 2. (fırtına, rüzgâr v.b.)
dinmek. 3. (konuşmada) geçici bir sessizlik olmak. isim
1. geçici bir durulma/dinme. 2. durgunluk, kesatlık.
lullaby lull.a.by l^l'ıbay isim ninni.

787
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lulu lu.lu lu'lu isim, konuşma dili 1. fevkalade bir gaf/falso.


2. facia, felaket, püsküllü bela: She's a real lulu. Tam
bir facia.
lumbago lum.ba.go l^mbey'go isim, tıbbi bel ağrısı, lumbago.
lumber mill kereste kesme yeri.
lumber lum.ber l^m'bır fiil hantal hantal yürümek.
lumberjack lum.ber.jackisim ormanda ağaç kesen kimse.
lumberyard lum.ber.yardisim kereste deposu.
luminary lu.mi.nar.y lu'mıneri isim 1. ışık veren cisim (özellikle
güneş ve ay). 2. (belirli bir meslekte) şöhret, önde gelen
kişi.
luminescence lu.mi.nes.cence lumınes'ıns isim gazışı, lüminesans;
ışıldama, ışıltı.
luminescent paint fosforlu boya.
luminescent lu.mi.nes.cent lumınes'ınt sıfat gazışıl; ışıldayan.
luminous paint fosforlu boya.
luminous lu.mi.nous lu'mınıs sıfat 1. (fosforlu boya gibi)
karanlıkta ışık saçan/ışıldayan. 2. çok aydınlık, ışık
dolu.
lump sugar kesmeşeker.
lump sum bir defada yapılan ödeme, toptan ödenen para.
lump lump l^mp isim 1. parça, topak, yumru. 2. küme, öbek.
3. şiş. 4. yığın, toptan şey. 5. hantal kimse; abullabut
kimse. fiil 1. yığmak. 2. bir araya toplamak. 3. hantal
hantal dolaşmak.
lumpen proletarian lümpen proleter.
lumpen proletariat lümpen proletarya.
lumpen lum.pen lûm'pın sıfat lümpen.
lumpy lumpysıfat yumrulu, yumru yumru, topak topak.
lunacy lu.na.cy lu'nısi isim delilik, cinnet.
lunar eclipse ay tutulması.
lunar month kameri ay.
lunar year ay yılı.
lunar lu.nar lu'nır sıfat aya ait, ay.

788
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lunatic fringe (siyasal, toplumsal veya dinsel bir gruptaki) fanatikler.


lunatic lu.na.tic lu'nıtîk sıfat 1. deli, çılgın. 2. delice, çılgınca.
isim deli.
lunch counter büfe.
lunch hour öğle tatili.
lunch lunch l^nç isim öğle yemeği. fiil öğle yemeği yemek
veya yedirmek.
luncheon lunch.eon l^n'çın isim öğle yemeği. fiil öğle yemeği
yemek.
lung lung l^ng isim akciğer, ciğer.
lunge lunge l^nc isim 1. (kılıç ile) hamle. 2. hamle. fiil 1. at
(kılıç ile) -e doğru hamle etmek. 2. hamle etmek.
lungs lungsisim, çoğul akciğer.
lupine lu.pine lu'pîn isim acıbakla, yahudibaklası.
lupus lu.pus lu'pıs isim deri veremi.
lurch lurch lırç isim bakınız leave someone in the lurch
lure lure lûr isim 1. yem. 2. cazibe; tuzak. fiil cezbetmek,
çekmek, ayartmak.
lurid lu.rid lûr'îd sıfat 1. korkunç, dehşetli, heyecan
uyandıran. 2. donuk, uçuk renkli. 3. parlak, renkli.
lurk lurk lırk fiil 1. in -de gizlenmek. 2. in -de saklı olmak, -
de gizli olmak. 3. about/around gizli gizli dolaşmak.
luscious lus.cious l^ş'ıs sıfat 1. pek tatlı, çok lezzetli. 2. fazla
tatlı. 3. zevki okşayan.
lush lush l^ş isim, argo ayyaş. fiil 1. içki içmek. 2. (içki)
içmek.
lust lust l^st isim 1. şehvet. 2. çok güçlü ve karşı konulmaz
arzu. fiil for/after -i şehvetle arzu etmek.
luster lus.ter l^s'tır isim 1. parlaklık, parıltı. 2. cila. 3. şaşaa,
göz alıcılık. 4. şöhret.
lustful lust.ful l^st'fıl sıfat şehvet dolu, şehvetli.
lustre lus.tre l^s'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız luster
lustrous lus.trous l^s'trıs sıfat parlak.

789
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lusty lust.y l^s'ti sıfat 1. sağlam, dinç, canlı, gürbüz. 2.


kuvvetli.
lutanist lutanistisim lavtacı.
lute lute lut isim lök, lökün.
Lutheran Lu.ther.an lu'thırın sıfat, isim Lüteriyen.
luting lut.ing lu'tîng isim lök, lökün.
lutist lutistisim lavtacı.
luxate lux.ate l^k'seyt fiil eklemden çıkarmak; yerinden
çıkarmak; burkmak.
Luxembourg Lux.em.bourg l^k'sımbırg isim Lüksemburg.
Luxembourger isim Lüksemburglu.
Luxembourgian Lux.em.bourg.i.an l^k'sımbır'giyın sıfat Lüksemburg,
Lüksemburg'a özgü.
Luxemburg Lux.em.burg l^k'sımbırg isim bakınız Luxembourg
Luxemburgian Lux.em.burg.i.an l^k'sımbır'giyın sıfat bakınız
Luxembourgian
luxmeter lux.me.ter l^ks'mitır isim lüksmetre, aydınlıkölçer.
luxometer lux.om.e.ter lıksam'ıtır isim lüksmetre, aydınlıkölçer.
luxuriant lux.u.ri.ant l^gqûr'iyınt, l^kşûr'iyınt sıfat 1. bereketli,
çok bol. 2. çok süslü.
luxuriate lux.u.ri.ate l^gqûr'iyeyt, l^kşûr'iyeyt fiil 1. lüks içinde
yaşamak. 2. in -den pek çok zevk almak, -den tat almak.
3. in -in zevkini çıkarmak, -in tadını çıkarmak. 4. iyi
yetişmek/gelişmek.
luxurious lux.u.ri.ous l^gqûr'iyıs, l^kşûr'iyıs sıfat 1. lüks. 2. zevk
verici, çok rahat.
luxury lux.u.ry l^k'şıri, l^g'qıri isim lüks şey, lüks. sıfat lüks.
lye lye lay isim küllü su, boğada suyu.
lying ly.ing lay'îng isim yalan söyleme, yalancılık.
lymph node lenf boğumu, akkan düğümü.
lymph lymph lîmf isim lenf, lenfa, akkan.
lymphatic lym.phat.ic lîmfät'îk sıfat 1. lenfatik. 2. ağır kanlı,
uyuşuk.
lymphatism lym.pha.tism lîm'fıtîzım isim, tıbbi lenfatizm.

790
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

lymphocyte lym.pho.cyte lîm'fısayt isim, biyoloji lenfosit.


lymphoduct lym.pho.duct lîm'fıd^kt isim, anatomi lenf damarı.
lynch law linç kanunu.
lynch lynch lînç fiil linç etmek.
lynx lynx lîngks isim vaşak.
lyre lyre layr isim, müzik lir.
lyric lyr.ic lîr'îk sıfat lirik. isim lirik şiir.
lyrical lyr.i.calsıfat lirik.
M MM, Romen rakamları dizisinde 7444 sayısı.
M.A. M.A. em'ey' kısaltma Master of Arts
M.C. M.C. em'si' kısaltma Master of Ceremonies
M.D. M.D. em'di' kısaltma Doctor of Medicine
M.P. M.P. em'pi' kısaltma «Member of Parliament» Military
Police Military Policeman Military Policewoman
M.S. M.S. em'es' kısaltma Master of Science
ma ma ma isim, konuşma dili anne.
ma'am ma'am mäm isim madam, efendim, hanımefendi (Bir
cevap veya cümle sonunda kullanılır.)
macaber ma.ca.ber mıka'bır sıfat 1. ölümü hatırlatan. 2. dehşetli,
korkunç.
macabre ma.ca.bre mıka'bır sıfat 1. ölümü hatırlatan. 2. dehşetli,
korkunç.
macadam mac.ad.am mıkäd'ım isim makadam, şose.
macadamise mac.ad.am.ise mıkäd'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız macadamize
macadamize mac.ad.am.ize mıkäd'ımayz fiil makadam yöntemi ile
şose yapmak.
macaroni and cheese fırında makarna.
macaroni mac.a.ro.ni mäkıro'ni isim düdük makarnası.
macaroon mac.a.roon mäkırun' isim 1. koko. 2. acıbadem
kurabiyesi.
mace mace meys isim 1. ortaçağda kullanılan ağır topuz. 2.
süslü asa.
Macedonia Mac.e.do.ni.a mäsıdo'niyı isim Makedonya.

791
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Macedonian isim 1. Makedonyalı. 2. Makedonca. sıfat 1.


Makedonya, Makedonya'ya özgü. 2. Makedonca. 3.
Makedonyalı.
macfarlane mac.far.lane mıkfar'lîn isim makferlan.
machete ma.chet.e mışet'i isim büyük bir çeşit bıçak.
machinate mach.i.nate mäk'ıneyt fiil düzenbazlık etmek, dolap
çevirmek, entrika çevirmek.
machination mach.i.na.tionisim genellikle çoğul entrika, dolap.
machine gun makineli tüfek, makineli, mitralyöz.
machine oil makine yağı.
machine shop makine atölyesi. 2. tornacı dükkanı.
machine ma.chine mışin' isim 1. makine. 2. motorlu araç. 3.
mekanizma. 4. politika çarkı. sıfat 1. makineyle ilgili. 2.
makine ile yapılmış. fiil makine ile yapmak veya şekil
vermek.
machine-made ma.chine-madesıfat makine işi.
machinery ma.chin.er.y mışi'nıri, mışin'ri isim 1. makineler. 2.
makine aksamı. 3. mekanizma, sistem, düzenek.
machinist ma.chin.ist mışi'nîst isim makinist.
mackerel mack.er.el mäk'ırıl isim uskumru.
mackintosh mack.in.tosh mäk'ıntaş isim yağmurluk.
macramé mac.ra.mé mäk'rımey isim makrame.
macro- macro-önek makro-, büyük.
macrocephalic mac.ro.ce.phal.ic mäkrosıfäl'îk sıfat bakınız
macrocephalous
macrocephalous mac.ro.ceph.a.lous mäkrosef'ılıs sıfat makrosefal.
macrocephalus mac.ro.ceph.a.lus mäkrosef'ılıs isim (macrocephali)
makrosefal.
macrocephaly mac.ro.ceph.a.ly mäkrosef'ıli isim makrosefali.
macroeconomics mac.ro.e.co.nom.ics mäkro.ikınam'îks isim
makroiktisat.
mad as a hatter zırdeli.
mad as a March hare zırdeli.

792
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mad mad mäd sıfat (madder, maddest) 1. deli. 2. çılgın. 3.


konuşma dili çok kızmış, kudurmuş. 4. kuduz. 5. delice,
deli gibi.
Madagascan Mad.a.gas.can mädıgäs'kın isim Madagaskarlı. sıfat 1.
Madagaskar, Madagaskar'a özgü. 2. Madagaskarlı.
Madagascar Mad.a.gas.car mädıgäs'kır isim Madagaskar.
Madagascarian Mad.a.gas.car.i.an mädıgäsker'iyın sıfat 1. Madagaskar,
Madagaskar'a özgü. 2. Madagaskarlı.
madam mad.am mäd'ım isim 1. bayan, madam. 2. hanımefendi.
3. genelev işleten kadın, mama, çaça.
Madame Ma.dame mıdäm' isim (Mesdames) Madam.
madcap mad.cap mäd'käp sıfat delişmen, ele avuca sığmaz.
madden mad.den mäd'ın fiil 1. delirtmek; delirmek. 2.
sinirlendirmek.
maddening mad.den.ingsıfat 1. çıldırtıcı, delirtici. 2. sinirlendirici,
can sıkıcı.
madder mad.der mäd'ır isim 1. botanik kökboyası, kökboya,
kızılkök. 2. kökboyası, kökboya, kökkırmızısı, alizarin.
made to measure ısmarlama yapılmış (elbise).
made made meyd fiil bakınız make sıfat yapılmış: made of
wood ağaçtan yapılmış.
made-to-order made-to-or.der meyd'tuwôr'dır sıfat ısmarlama.
made-up made-up meyd'^p' sıfat 1. uydurma. 2. makyajlı.
madhouse mad.house mäd'haus isim tımarhane.
madly mad.lyzarf delice.
madman mad.man mäd'män isim (madmen) deli.
madness mad.nessisim delilik.
madrigal mad.ri.gal mäd'rıgıl isim, müzik madrigal.
madrona apple kocayemiş.
madrona ma.dro.na mıdro'nı isim kocayemiş ağacı.
magazine mag.a.zine mägızin' isim 1. dergi, magazin, mecmua. 2.
depo. 3. cephanelik. 4. şarjör.
maggot mag.got mäg'ıt isim kurt, kurtçuk, larva.
maggoty mag.got.ysıfat kurtlu.

793
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

magic marker keçeli kalem.


magic wand sihirli değnek.
magic mag.ic mäc'îk isim 1. sihirbazlık. 2. sihir, büyü. 3.
gözbağcılık, hokkabazlık. sıfat 1. sihirle ilgili,
büyücülükte kullanılan. 2. sihirli, büyülü.
magical mag.ic.alsıfat büyü gibi, sihirle ilgili.
magically mag.ic.al.lyzarf büyülü bir şekilde, büyüleyerek.
magician ma.gi.cian mıcîş'ın isim 1. sihirbaz, büyücü. 2.
gözbağcı, hokkabaz.
magistracy mag.is.tra.cy mäc'îstrısi isim 1. yargıçlık, hâkimlik. 2.
yargıçlar, hâkimler. 3. bir yargıcın nüfuz bölgesi.
magistrate mag.is.trate mäc'îstreyt isim sulh yargıcı.
magma mag.ma mäg'mı isim, jeoloji magma.
magnanimity mag.na.nim.i.ty mägnınîm'ıti isim yüce gönüllülük.
magnanimous mag.nan.i.mous mägnän'ımıs sıfat yüksek ruhlu, yüce
gönüllü.
magnanimously mag.nan.i.mous.lyzarf cömertçe.
magnate mag.nate mäg'neyt, mäg'nît isim 1. nüfuzlu kimse. 2.
gazetecilik patron. 3. büyük işadamı.
magnesium mag.ne.si.um mägni'ziyım, mägni'qım isim
magnezyum.
magnet mag.net mäg'nît isim mıknatıs.
magnetic field manyetik alan.
magnetic needle pusula iğnesi.
magnetic mag.net.ic mägnet'îk sıfat manyetik.
magnetism mag.net.ism mäg'nıtîzım isim manyetizma.
magnetize mag.net.ize mäg'nıtayz fiil mıknatıslamak.
magneto mag.ne.to mägni'to isim (magnetos) manyeto.
magnification mag.ni.fi.ca.tion mägnıfıkey'şın isim büyütme,
büyütüm.
magnificence mag.nif.i.cenceisim ihtişam, görkem.
magnificent mag.nif.i.cent mägnîf'ısınt sıfat 1. görkemli, ihtişamlı.
2. harika, nefis, fevkalade.

794
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

magnify mag.ni.fy mäg'nıfay fiil 1. büyütmek, büyük


göstermek. 2. abartmak, büyütmek.
magnifying glass mag.ni.fy.ing glassbüyüteç.
magnitude mag.ni.tude mäg'nıtud isim 1. büyüklük, boy. 2. önem.
3. gökbilim kadir.
magnolia mag.no.li.a mägno'liyı isim manolya.
magnum opus edebiyat, güzel sanatlar başyapıt, şaheser.
magnum mag.num mäg'nım sıfat bakınız magnum opus
magpie mag.pie mäg'pay isim saksağan.
mahaleb cherry mahlep, kokulukiraz.
mahaleb ma.ha.leb ma'hıleb isim mahlep, kokulukiraz.
mahogany ma.hog.a.ny mıhag'ıni isim 1. maun, akaqu (ağaç veya
kereste): a mahogany table maun bir masa. 2.
maun/akaju rengi.
mahonia ma.ho.nia mıhon'yı, mıho'niyı isim, botanik mahunya,
mahonya.
maid of honor baş nedime.
maid maid meyd isim 1. hizmetçi, hizmetçi kadın. 2.
evlenmemiş genç kız.
maiden name bekârlık soyadı, kızlık adı.
maiden maid.en meyd'ın isim evlenmemiş genç kız. sıfat 1.
evlenmemiş (kadın). 2. ilk: maiden effort ilk girişim.
maiden voyage (gemi için) ilk sefer.
maidenhair fern baldırıkara.
maidenhair tree kızsaçı, gingko.
maidenhair maid.en.hair meyd'ınher isim baldırıkara.
maidenhead maid.en.head meyd'ınhed isim bekâret, kızlık.
maidenhood maid.en.hood meyd'ınhûd isim genç kızlık çağı.
maidservant maid.ser.vant meyd'sırvınt isim hizmetçi, hizmetçi
kadın.
maigre mai.gre mey'gır isim, zooloji 1. sarıağız. 2. işkine.
mail carrier postacı.
mail order posta ile sipariş.
mail route postacının güzergâhı.

795
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mail train posta treni.


mail mail meyl isim zırh.
mailbag mail.bag meyl'bäg isim 1. postacı çantası. 2. posta
torbası.
mailbox mail.box meyl'baks isim posta kutusu.
mailed fist saldırı tehdidi, baskı.
mailman mail.man meyl'män isim (mailmen) postacı.
mail-order house posta ile sipariş alan mağaza.
maim maim meym fiil sakat etmek, sakatlamak.
main body askeri asıl kuvvet.
main deck denizcilikle ilgili baş güverte.
main dish baş yemek.
main road anayol.
Main Street ana cadde. 2. taşra gelenekleri.
main main meyn sıfat asıl, esas, başlıca, ana, temel.
mainframe computer bilgisayar merkezi işlem birimi.
mainland main.land meyn'länd isim anakara.
mainly main.lyzarf başlıca, esasen.
mainspring main.spring meyn'sprîng isim 1. büyük zemberek, ana
yay. 2. asıl neden, baş etken.
mainstay main.stay meyn'stey isim başlıca dayanak.
maintain main.tain meyn.teyn' fiil 1. sürdürmek, devam
ettirmek. 2. korumak: maintain one's reputation
şöhretini korumak, adını bozmamak. 3. beslemek,
bakmak, geçindirmek: maintain a family aile
geçindirmek. 4. makine bakımını sağlamak. 5. iddia
etmek: maintain that it is so böyledir diye iddia etmek.
maintenance main.te.nance meyn'tınıns isim 1. makine bakım. 2.
koruma. 3. sürdürme. 4. geçim. 5. nafaka. 6. iddia.
maize maize meyz isim, İngiliz İngilizcesi mısır.
majestic ma.jes.tic mıces'tîk sıfat görkemli, şahane, muhteşem,
heybetli.
majestically ma.jes.tic.allyzarf görkemli bir şekilde.

796
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

majesty maj.es.ty mäc'îsti isim 1. görkem, haşmet, heybet. 2.


büyük harf ile kral veya eşine verilen unvan:
Your/His/Her Majesty Maqesteleri, Maqeste,
Haşmetmeap.
major general askeri tümgeneral.
major key majör perdesi.
major offense büyük suç.
major premise mantık büyük önerme.
major premiss mantık büyük terim.
major term mantık büyük terim.
major ma.jor mey'cır isim 1. askeri binbaşı. 2. müzik maqör.
3. (üniversitede) asıl branş.
Majorca Ma.jor.ca mıcôr'kı isim Mayorka.
Majorcan isim Mayorkalı. sıfat 1. Mayorka, Mayorka'ya özgü. 2.
Mayorkalı.
majority ma.jor.i.ty mıcôr'ıti isim 1. çoğunluk. 2. oy çoğunluğu.
3. erginlik, rüşt.
majuscule ma.jus.cule mıc^s'kyul, mäc'ıskyul isim büyük harf,
maqüskül. sıfat 1. büyük (harf), maqüskül. 2. büyük
harfle yazılmış.
make a bad impression on someone bakınız leave a good impression with someone leave a
bad impression with someone
make a bargain anlaşmaya varmak, mutabık kalmak.
make a bed yatak yapmak.
make a beeline for -e hemen gitmek.
make a beeline to -e hemen gitmek.
make a big splash büyük bir sükse yapmak; dikkatleri üzerine çekmek.
make a bolt for fırlayıp (bir yere) doğru koşmak.
make a clean breast of itiraf etmek, içini boşaltmak, içini dökmek.
make a decision karar vermek, karar almak.
make a detour varyanttan gitmek.
make a difference fark etmek.
make a display gösteriş yapmak.
make a face suratını buruşturmak, somurtmak.

797
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

make a faux pas pot kırmak, falso yapmak.


make a fire ateş yakmak.
make a fool of (birini) maskaraya çevirmek, rezil etmek.
make a fuss about -i mesele yapmak.
make a fuss over -in üzerine titremek; -i baş tacı etmek.
make a go of (bir işyerini) başarılı bir şekilde idare etmek.
make a good impression on someone bakınız leave a good impression with someone leave a
bad impression with someone
make a grab for - e elini atmak.
make a hash of konuşma dili -i bozmak, -i iyice karıştırmak; -i yüzüne
gözüne bulaştırmak.
make a hit üstün başarı sağlamak. 2. çok beğenilmek.
make a mess of -i altüst etmek. 2. -i berbat etmek.
make a mistake yanlış yapmak, hata etmek/işlemek.
make a motion önerge vermek, teklifte bulunmak.
make a mountain out of a molehill habbeyi kubbe yapmak, pireyi deve yapmak.
make a name for oneself ad yapmak.
make a night of it konuşma dili sabaha kadar bir şeyi yapmak: Let's make
a night of it! Sabaha kadar yapalım!
make a nuisance of oneself baş belası olmak.
make a pass at (birine) duyulan erotik hisleri belli etmek.
make a play for konuşma dili 1. -i ayartmaya çalışmak. 2. -i kazanmaya
çalışmak.
make a point of (bir şeyi) mahsus/özellikle yapmak: He made a point of
speaking to her. Özellikle ona selam verdi.
make a point (bir konuşma sırasında) önemli bir şey söylemek. 2.
spor (sporcu/spor takımı) puan kazanmak. 3. (av
köpeği) ferma etmek, fermaya oturmak.
make a practice of doing something bir şeyi âdet edinmek.
make a row konuşma dili kavga çıkarmak, hır çıkarmak, kıyameti
koparmak, çıngar çıkarmak.
make a show of gibi yapmak, -mişçesine davranmak: They made a show
of resistance. Karşı koyar gibi yaptılar.
make a speech bir konuşma yapmak.

798
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

make a stab at -i denemek.


make a stand against (düşmana karşı) direnmek, direnerek savaşmak.
make a stand (düşmana karşı) direnmek, direnerek savaşmak.
make a travesty of -i gülünç/rezil bir hale sokmak.
make a vow to do something bir şey yapmaya ant içmek.
make a wish dilekte bulunmak; niyet tutmak.
make a wry face yüzünü ekşitmek/buruşturmak.
make after takip etmek, kovalamak.
make allowance for -i hesaba katmak.
make amends to someone for something bir şeyin zararını telafi etmek. 2. birinden bir şey
için özür dilemek.
make an example of someone birini ibret olsun diye cezalandırmak.
make an example of ibret olsun diye -i cezalandırmak.
make an exhibition of oneself kendini rezil etmek.
make as if yapar gibi görünmek.
make away with alıp götürmek, yürütmek.
make believe -i (bir şey) olarak düşünmek/hayal etmek: Make believe
you're a king. Kendini kral olarak düşün.
make bold to -e cesaret etmek, -e cüret etmek.
make bold cüret göstermek, cesaret etmek.
make both ends meet konuşma dili (para açısından) idare etmek.
make capital of kendi çıkarına kullanmak, istismar etmek.
make common cause with (bir uğurda) ... ile birlikte hareket etmek.
make difficulties zorluk çıkarmak.
make do with ile yetinmek, ile idare etmek.
make eyes at konuşma dili kaş göz etmek, gözle flört etmek.
make faces alay ederek yüzünü gözünü tuhaf şekillere sokmak.
make for home evin yolunu tutmak, eve koşmak.
make free with (başkasının malı olan bir şeyi) izin almadan kullanmak.
2. (bir kadına) fazla samimi davranmak.
make friends with (ile) arkadaş olmak.
make friends (ile) arkadaş olmak.
make fun of (bir kimse) ile alay etmek.
make good one's charge iddiasını kanıtlamak.

799
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

make good one's escape kaçmayı başarmak.


make good time (yolu) hızla katetmek: We made good time between Bor
and Niğde. Bor'la Niğde arasındaki yolu hızla katettik.
make good konuşma dili (biri) başarılı olmak, başarmak. 2. (on)
(sözünü) yerine getirmek; (söylediğini) yapmak.. 3. (on)
(borcu) ödemek. 4. telafi etmek. 5. ispatlamak.
make great strides (bir işte) hızla ilerlemek, çok yol katetmek.
make haste acele etmek.
make havoc of -i harabeye çevirmek.
Make hay while the sun shines. Yağmur yağarken küpünü doldur.
make headway ilerlemek.
make heavy weather yalpa vurmak, yalpalamak. 2. zorluk çıkarmak.
make inroads on -de gedik açmak; -i azaltmak: make inroads on one's
budget bütçede gedik açmak. make inroads on one's
time zamanını azaltmak.
make into -e dönüştürmek, durumuna getirmek.
Make it snappy! konuşma dili Çabuk ol!
make it to the finals finale kalmak.
make it konuşma dili 1. yetişmek, zamanında varmak. 2.
başarmak. 3. hayatta başarılı olmak; köşeyi dönmek.
make life miserable for (birine) çok çektirmek, (birinin) ensesinde boza
pişirmek.
make light of -e önem vermemek, -i hafife almak.
make like taklidini yapmak.
make little of -i küçümsemek, -i önemsememek.
make love sevişmek, aşk yapmak.
make mention of -i anmak, -in sözünü etmek.
make merry eğlenmek.
make mincemeat of -i paramparça etmek.
make much of -e çok önem vermek.
make no bones about açıkça söylemek.
make no bones of it bir işi duraksamadan hemen yapmak, duraksamamak,
tereddüt etmemek. 2. saklamamak, açıkça itiraf etmek.
make noises about -den bahsetmek.

800
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

make nothing of -e önem vermemek. 2. -i anlayamamak.


make of -den anlamak: What do you make of this? Bundan ne
anlıyorsunuz? 2. -e anlam vermek: I couldn't make
anything of his behavior. Onun davranışına hiçbir
anlam veremedim.
make off with aşırmak, çalıp kaçmak.
make off sıvışmak, kaçmak.
make one's blood boil çok kızdırmak, çok öfkelendirmek, kanına dokunmak.
make one's blood run cold tüylerini ürpertmek.
make one's deposition yeminle yazılı ifade vermek.
make one's eyes water gözlerini yaşartmak.
make one's heart bleed - in kalbini kırmak, -i üzmek.
make one's living hayatını kazanmak, geçinmek.
make one's mark ün kazanmak, isim yapmak.
make one's mouth water ağzını sulandırmak, imrendirmek.
make one's point ne demek istediğini yeterince anlatmak: You've made
your point; now sit down! Ne demek istediğini anladık;
otur artık!
make one's way ileri gitmek, ilerlemek.
make one's will vasiyetini yazmak veya yazdırmak.
make oneself scarce konuşma dili ortadan kaybolmak.
make or break ya kazanmak ya da batırmak.
make out a case for (bir iddianın) savunulabilecek yanlarını bulmak.
make out (ne olduğunu) kestirmek, çıkarmak; seçmek, fark
etmek. 2. anlam çıkarmak, anlamak. 3. okumak,
çözmek. 4. yazmak. 5. başarmak. 6. geçinmek, idare
etmek.
make over yenilemek. 2. to -e devretmek.
make peace with ile barışmak.
make peace barışmak.
make redundant işten çıkarmak. 2. gereksiz kılmak.
make reference to -den söz etmek, -den bahsetmek.
make room for someone biri için yer açmak.
make room for -e yer açmak.

801
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

make sense out of -den anlam çıkarmak.


make sense anlamı olmak. 2. mantıklı olmak.
make shift with ile idare etmek.
make short work of (bir şeyi) yiyivermek, çabucak yemek, silip süpürmek.
2. çabuk bitirmek; (biri) (biriyle) olan işini çabucak
bitirmek/halletmek: He made short work of those
salesmen. O pazarlamacılarla olan görüşmesini çabucak
bitirdi. 3. (birini) kolaylıkla pes ettirmek/yenmek.
make small talk havadan sudan konuşmak, hoşbeş etmek.
make someone a curtsy (kadın) birine reverans yapmak.
make someone look sick birini gölgede bırakmak, birini çok geride bırakmak,
birinin pabucu dama atılmak.
make someone see reason birinin aklını başına getirmek.
make someone see stars konuşma dili birini bir yumrukla sersemletmek.
make someone thirsty birini susatmak.
make someone turn in his grave (mezarında) birinin kemiklerini sızlatmak.
make someone's acquaintance biriyle tanışmak.
make someone's hackles rise birini öfkelendirmek.
make something clear bir şeyi belli etmek, bir şeyi belirtmek.
make something tingle bir şeyi tatlı bir şekilde ürpertmek. 2. bir şeyi
çınlatmak.
make sure of (bir şeyin) doğru olup olmadığından emin olmak. 2.
Emri pekiştirmek için kullanılır: Make sure she's here at
eight! Ne yapıp edip onun saat sekizde burada olmasını
sağla!
make sure emin olmak. 2. kontrol etmek, bakmak.
make the best of (kötü olan veya çekici olmayan bir durumdan)
yararlanmaya çalışmak.
make the fur fly konuşma dili 1. adamakıllı dövmek, dayak atmak. 2.
sert bir şekilde azarlamak, haşlamak.
make the grade başarmak.
make the most of something bir şeyden azami derecede faydalanmak.
make the supreme sacrifice canını feda etmek.
make things lively for someone birinin başına iş açmak.

802
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

make time with (biriyle) flört etmek.


make time (biriyle) flört etmek.
make to order ısmarlama yapmak.
make tracks konuşma dili 1. çıkıp gitmek. 2. hızla gitmek.
make up for lost time kayıp zamanı telafi etmek.
make up one's mind karara varmak. 2. to -i aklına koymak, -e karar vermek.
make up to konuşma dili -in gözüne girmeye çalışmak, ile
barışmak.
make up with konuşma dili -in gözüne girmeye çalışmak, ile
barışmak.
make use of -i kullanmak, -den yararlanmak.
make water su dökmek, işemek.
make waves düzeni bozmak, karışıklık yaratmak.
make way for -e yol açmak, -e yol vermek.
make way yol vermek, yol açmak. 2. ilerlemek.
Make yourself at home. Kendi evinizdeymiş gibi hareket edin. 2. Rahatınıza
bakın.
make make meyk fiil (made) 1. yapmak, etmek. 2. yaratmak.
3. olarak atamak, yapmak: The board made him
president of the company. Yönetim kurulu onu şirketin
başına getirdi. 4. anlamak, anlam çıkarmak: I can't
make anything of this poem. Bu şiirden hiçbir anlam
çıkaramıyorum. 5. göstermek. 6. girişmek. 7.
kazanmak, elde etmek: make money para kazanmak. 8.
etmek, tutmak: Two plus three makes five. İki artı üç,
beş eder. 9. hesap etmek. 10. hazırlamak, düzenlemek,
yapmak: Who made this plan? Bu planı kim yaptı? 11.
zorlamak, mecbur etmek, yaptırmak: They made me do
it. Onu bana yaptırdılar. 12. sağlamak. 13. olmak. 14.
başarıya ulaştırmak: This will either make you or break
you. Bu seni ya başarıya ulaştıracak, ya da batıracak.
15. (yol) almak, katetmek. 16. varmak, ulaşmak: The
bus driver hopes he can make Adana by nine o'clock
tonight. Otobüs şoförü Adana'ya bu gece saat dokuzda

803
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

varabileceğini umuyor. 17. yetişmek: I wasn't able to


make the eight-thirty boat. Sekiz otuz vapuruna
yetişemedim. 18. erişmek. 19. elektrik (devreyi)
kapatmak, tamamlamak. 20. inşa etmek.
makeshift make.shift meyk'şîft isim geçici çare. sıfat geçici,
eğreti.
make-up make-up meyk'^p isim 1. yapılış. 2. makyaj. 3.
matbaacılık mizanpaj, sayfa düzeni. 4. bütünleme
sınavı.
making mak.ing mey'kîng isim 1. yapma, etme. 2. yapı. 3.
başarı nedeni: This will be the making of him. Bu, onun
başarısına neden olacak. 4. çoğul malzeme. 5. çoğul
nitelikler: He has the makings of a man. Adam olacağa
benziyor.
malabsorption mal.ab.sorp.tion mälıbsôrp'şın isim kötü emilim.
maladjusted mal.ad.just.edsıfat uyumsuz, intibaksız.
maladjustment mal.ad.just.ment mälıc^st'mınt isim uyumsuzluk,
intibaksızlık.
maladministration mal.ad.min.is.tra.tion mälıdmînîstrey'şın isim kötü
yönetim.
maladroit mal.a.droit mälıdroyt' sıfat beceriksiz, eli işe yakışmaz,
sakar.
malady mal.a.dy mäl'ıdi isim hastalık.
Malagasy Mal.a.gas.y mälıgäs'i isim (Malagasy) 1. sıfat Malgaş.
2. Malgaşça.
malaise mal.aise mäleyz' isim kırıklık, keyifsizlik.
malaria ma.lar.i.a mıler'iyı isim sıtma, malarya.
Malawi Ma.la.wi mıla'wi isim Malavi.
Malawian isim Malavili. sıfat 1. Malavi, Malavi'ye özgü. 2.
Malavili.
Malay Ma.lay mey'ley, mıley'ı isim, sıfat 1. Malay. 2.
Malayca.
Malaysia Ma.lay.sia mıley'qı isim Malezya.

804
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Malaysian isim Malezyalı. sıfat 1. Malezya, Malezya'ya özgü. 2.


Malezyalı.
malcontent mal.con.tent mäl'kıntent sıfat hoşnutsuz, memnun
olmayan, tatmin olmayan. isim hoşnutsuz kimse.
Maldive Mal.dive mäl'dayv isim bakınız the Maldives
Maldivian Mal.div.i.an mäldîv'iyın isim Maldivli. sıfat 1. Maldiv,
Maldiv Adaları'na özgü. 2. Maldivli.
male chauvinism erkek şovenizmi.
male prostitute erkek fahişe.
male male meyl sıfat, isim erkek.
malediction mal.e.dic.tion mälıdîk'şın isim lanet, beddua.
malefactor mal.e.fac.tor mäl'ıfäktır isim 1. suçlu kimse. 2. kötülük
eden kimse.
malevolence ma.lev.o.lenceisim kötü niyet.
malevolent ma.lev.o.lent mılev'ılınt sıfat kötü niyetli, hain.
malevolently ma.lev.o.lent.lyzarf kötü niyetle.
malformation mal.for.ma.tion mälfôrmey'şın isim kusurlu oluşum,
sakatlık.
Mali Ma.li ma'li isim Mali.
Malian isim Malili. sıfat 1. Mali, Mali'ye özgü. 2. Malili.
malice mal.ice mäl'îs isim kötü niyet.
malicious ma.li.cious mılîş'ıs sıfat kötü niyetli.
maliciously ma.li.cious.lyzarf kötü niyetle.
malign ma.lign mılayn' sıfat 1. kötü, zararlı. 2. kötücül
(kimse). 3. kötücül, habis (ur, hastalık). fiil iftira etmek,
kötülemek, yermek.
malignant tumor kötücül ur.
malignant ma.lig.nant mılîg'nınt sıfat 1. kötücül, kötü yürekli. 2.
uğursuz. 3. tıbbi kötücül, habis.
mall mall môl, mal, mäl isim 1. kapalı alışveriş merkezi,
kapalı çarşı. 2. ağaçlık yol.
mallard mal.lard mäl'ırd isim, zooloji yeşilbaş.
malleable mal.le.a.ble mäl'iyıbıl sıfat 1. dövülgen (maden). 2.
yumuşak başlı, uysal.

805
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mallet mal.let mäl'ît isim 1. tokmak. 2. spor sopa.


mallow mal.low mäl'o isim ebegümeci.
malnutrition mal.nu.tri.tion mälnutrîş'ın isim 1. yetersiz beslenme. 2.
kötü beslenme, dengesiz beslenme.
malodorous mal.o.dor.ous mälo'dırıs sıfat pis kokulu.
malpractice mal.prac.tice mälpräk'tîs isim 1. yolsuzluk, görevi
kötüye kullanma. 2. yanlış tedavi.
malt malt môlt isim çimlendirilmiş arpa, malt. fiil 1. (arpa
veya başka tahıldan) malt yapmak. 2. malt haline
gelmek.
Malta fever maltahumması.
Malta Mal.ta môl'tı isim Malta.
Maltese Mal.tese môltiz' isim (Maltese) 1. Maltalı. 2. Maltaca.
sıfat 1. Malta, Malta'ya özgü. 2. Maltaca. 3. Maltalı.
maltose malt.ose môl'tos isim maltoz.
maltreat mal.treat mältrit' fiil kötü davranmak, eziyet etmek.
maltreatment mal.treat.mentisim kötü davranma.
mama ma.ma ma'mı isim, çocuk dili anne.
mamma mam.ma ma'mı isim, çocuk dili anne.
mammal mam.mal mäm'ıl isim memeli hayvan.
mammoth mam.moth mäm'ıth isim mamut. sıfat dev gibi,
muazzam.
man about town tiyatro ve gece kulübüne sıkça giden adam.
Man alive! Yahu!/Be adam!
man and wife karı koca.
man in the street sokaktaki adam, sıradan kimse.
man of letters yazar; edebiyatçı, yazıncı. 2. bilim adamı.
man of substance zengin adam.
man of the world görmüş geçirmiş adam.
Man overboard! Yetişin! Adam denize düştü.
man to man erkek erkeğe, samimi olarak, açıkça.
man man män isim (men) 1. adam, erkek. 2. insan,
insanoğlu. 3. uşak, erkek işçi. 4. biri, kimse, şahıs, kişi.
5. dama taş.

806
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

manacle man.a.cle män'ıkıl isim genellikle çoğul kelepçe. fiil


kelepçe takmak, kelepçelemek.
manage man.age män'îc fiil 1. yönetmek, idare etmek. 2. to -
meyi becermek. 3. kullanmak. 4. (ev, insan v.b.'ni)
çekip çevirmek. 5. (hayvan) terbiye etmek. 6.
düzenlemek. 7. kontrol etmek. 8. işini uydurmak, işini
çevirmek. 9. geçinmek.
manageable man.age.a.ble män'îcıbıl sıfat 1. yönetilebilir, idare
edilebilir. 2. kontrol edilebilir. 3. kullanışlı. 4.
gerçekleştirilebilen, yerine getirilebilen. 5. şekle
girebilen (saç).
management man.age.ment män'îcmınt isim 1. yönetim, idare. 2.
yönetim kurulu.
manager man.ag.er män'îcır isim 1. yönetmen, müdür, direktör.
2. yönetici, idareci. 3. menaqer, bir sanatçı veya spor
takımının işlerini yöneten kimse.
managerial decision yönetim kararı.
managerial position yönetim mevkii.
managerial staff yönetim kadrosu.
managerial man.a.ge.ri.al mänıcîr'iyıl sıfat yönetimsel.
Manchu Man.chu mänçu' isim, sıfat 1. Mançu. 2. Mançuca.
Manchuria Man.chu.ri.a mänçur'iyı isim Mançurya.
Manchurian isim Mançuryalı. sıfat 1. Mançurya, Mançurya'ya özgü.
2. Mançuryalı.
mandarin duck çinördeği.
mandarin orange mandalina. 2. king, kink.
mandarin man.da.rin män'dırîn mandalina. 2. king, kink.
mandate man.date män'deyt isim 1. manda. 2. emir, ferman.
mandatory man.da.to.ry män'dıtori sıfat zorunlu, gerekli. isim 1.
mandater, mandacı. 2. vekil.
mandolin man.do.lin män'dılîn isim mandolin.
mandrake man.drake män'dreyk isim adamotu, kankurutan,
adamkökü, abdüsselamotu, hacılarotu, köpekelması.
mane mane meyn isim yele.

807
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

maneuver ma.neu.ver mınu'vır isim 1. manevra. 2. hile, dolap. fiil


1. manevra yapmak. 2. dolap çevirmek.
maneuverly ma.neu.ver.lyzarf erkekçe, yiğitçe.
manful man.ful män'fıl sıfat erkekçe, mert, yiğit.
manganese man.ga.nese mäng'gıniz isim manganez, mangan.
mange mange meync isim (hayvanlarda) uyuz hastalığı.
manger man.ger meyn'cır isim (ahırda) yemlik.
mangle man.gle mäng'gıl fiil 1. parçalamak. 2. bozmak.
mango man.go mäng'go isim (mangoes/mangos) hintkirazı,
mango.
mangosteen man.go.steen mäng'gıstin isim, botanik mangostan.
mangrove man.grove mäng'grov isim, botanik mangrov, rizofora,
hindistansakızağacı.
mangy man.gy meyn'ci sıfat 1. uyuz (hayvan). 2. pis, iğrenç,
tiksinti veren.
manhandle man.han.dle män'händıl fiil hırpalamak, itip kakmak.
manhole cover rögar kapağı.
manhole man.hole män'hol isim rögar, baca, kontrol deliği,
bakmalık.
mania ma.ni.a mey'niyı isim 1. for -e aşırı düşkünlük, -e tutku.
2. cinnet.
maniac ma.ni.ac mey'niyäk sıfat, isim çılgın, deli, manyak.
manic-depressive man.ic-de.pres.sive män'îkdîpres'îv sıfat, isim, ruhbilim
manikdepresif.
manicure man.i.cure män'ıkyûr isim manikürcü. fiil manikür
yapmak.
manicurist man.i.cur.istisim manikürcü.
manifest itself kendini belli etmek, kendini göstermek.
manifest man.i.fest män'ıfest isim manifesto, gümrük bildirgesi.
manifestation man.i.fest.a.tionisim 1. açıkça gösterme. 2. belirti,
gösterge. 3. gösteri.
manifestly man.i.fest.lyzarf açıkça.
manifesto man.i.fes.to mänıfes'to isim (manifestoes) 1. bildiri,
tebliğ, beyanname. 2. politika parti programı.

808
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

manifold man.i.fold män'ıfold sıfat türlü türlü, pek çok, çeşit


çeşit.
manikin man.i.kin män'ıkîn isim manken.
manipulate ma.nip.u.late mınîp'yıleyt fiil 1. elle hareket ettirmek.
2. kullanmak, hareket ettirmek, çalıştırmak, işletmek. 3.
kendi çıkarları için kullanmak. 4. hile yaparak (fiyatları)
istediği şekilde değiştirmek.
manipulation ma.nip.u.la.tionisim 1. elle hareket ettirme. 2.
kullanma, hareket ettirme, çalıştırma, işletme. 3. kendi
çıkarları için kullanma. 4. hile yaparak (fiyatları)
istediği şekilde değiştirme.
manipulative ma.nip.u.la.tive mınîp'yılıtîv sıfat 1. kendi çıkarları için
başkalarını kullanan, çıkarcı (kimse). 2. çıkarcı
(davranış). 3. hileli. 4. el becerisine ait. 5. elle hareket
ettirmeye özgü.
mankind man.kind män'kaynd' isim insanlık, beşeriyet,
insanoğulları.
manly man.ly män'li sıfat 1. erkekçe. 2. mert, yiğit.
manmade man.made män'meyd sıfat insan tarafından yapılan,
yapay, suni.
mannequin man.ne.juin män'ıkîn isim manken.
manner of life yaşam biçimi, yaşayış tarzı.
manner man.ner män'ır isim 1. tavır. 2. usul. 3. çeşit. 4. çoğul
görgü, terbiye. 5. çoğul örf, töre.
mannered man.nered män'ırd sıfat yapmacıklı, yapma tavırlı.
mannerism man.ner.ism män'ırîzım isim bir kişiye özgü hareket,
tavır veya ifade tarzı.
mannerly man.ner.lysıfat terbiyeli.
manoeuvre ma.noeu.vre mınu'vır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız maneuver

man-of-war man-of-war män'ıvwôr' isim (men-of-war) 1. iri bir tür


denizanası. 2. tarih savaş gemisi.
manor house malikâne.

809
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

manor man.or män'ır isim malikâne.


manpower man.pow.er män'pawır isim 1. insan gücü. 2. işgücü. 3.
işçi sayısı, personel.
mansard roof mansart çatı, mansart.
mansard man.sard män'sard isim bakınız mansard roof
manse manse mäns isim papaz loqmanı, papaz evi.
manservant man.ser.vant män'sırvınt isim (menservants) uşak;
hizmetkâr.
mansion man.sion män'şın isim konak; kâşane; köşk; malikâne.
manslaughter man.slaugh.ter män'slôtır isim önceden tasarlamadan
adam öldürme, kasıtsız cinayet.
mantle man.tle män'tıl isim 1. kolsuz manto. 2. örtü, örten şey.
3. lüks gömleği. 4. jeoloji çekirdek kabuğu. 5. anatomi
örtenek.
manual labor amelelik. 2. ağır iş.
manual man.u.al män'yuwıl sıfat 1. ele ait. 2. elle yapılan; elle
çalıştırılan. isim 1. elkitabı, kılavuz. 2. müzik (orgda)
klavye.
manually man.u.al.lyzarf el ile.
manufacture man.u.fac.ture mänyıfäk'çır isim 1. imal, yapım. 2.
mamul, yapılmış eşya veya yiyecek. fiil 1. imal etmek,
yapmak. 2. (bahane) uydurmak.
manure ma.nure mınûr', mınyûr' isim gübre. fiil gübrelemek.
manuscript man.u.script män'yıskrîpt isim 1. yazma, el yazması. 2.
müsvedde.
Manx cat mankedisi.
Manx Manx mängks isim Manca. sıfat 1. Man, Man Adası'na
özgü. 2. Manca.
Manxman Manx.man mängks'mın isim (Manxmen) Manlı erkek,
Manlı.
Manxwoman Manx.wom.an mängks'wûmın isim (Manxwomen)
Manlı kadın, Manlı.
many a time çok kere.
Many thanks! Çok teşekkür!/Çok mersi!

810
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

many man.y men'i sıfat (more, most) çok, bir hayli. isim bir
çoğu.
many-colored many-col.oredsıfat çok renkli, rengârenk.
manyplies man.y.plies men'iplayz isim, zooloji kırkbayır.
Many's the time .... Çok kez ...:
many-sided man.y-sid.edsıfat 1. matematik çokyüzlü; çokkenar. 2.
çok yönlü.
map map mäp isim harita, plan. fiil (mapped, mapping) 1.
haritasını yapmak. 2. out ayrıntılarıyla plan-lamak.
maple sugar akçaağaç şekeri.
maple syrup akçaağaç pekmezi.
maple ma.ple mey'pıl isim akçaağaç, isfendan.
maquis ma.juis maki' isim, botanik maki.
mar mar mar fiil (marred, marring) bozmak, mahvetmek.
marabou stork murabutkuşu, murabut, marabut.
marabou mar.a.bou mär'ıbu isim (marabous/marabou)
murabutkuşu, murabut, marabut.
marabout mar.a.bout mär'ıbut isim 1. murabıt, murabut. 2.
murabutkuşu, murabut, marabut.
maraschino cherry maraska, marask, maraska kirazı.
maraschino mar.a.schi.no märıski'no isim 1. maraskino, marasken
(likör). 2. maraska, marask, maraska kirazı.
marathon mar.a.thon mer'ıthan isim maraton.
maraud ma.raud mırôd' fiil çapulculuk amacıyla akın etmek,
çapulculuk etmek.
marauder ma.raud.erisim çapulcu, yağmacı.
marble mar.ble mar'bıl isim 1. mermer. 2. bilye, misket. 3.
çoğul misket oyunu. sıfat mermer, mermerden yapılmış.
fiil ebrulamak.
marbled mar.bledsıfat 1. ebrulu. 2. mermer döşeli.
March March març isim mart ayı.
marchioness mar.chio.ness mar'şınîs isim markiz, markinin karısı.
march-past march-pastisim geçit töreni.
mare mare mer isim kısrak.

811
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

margarine mar.ga.rine mar'cırîn isim margarin.


margin of safety emniyet payı, hava payı.
margin mar.gin mar'cîn isim 1. kenar, sınır. 2. ticaret maliyet
fiyatı ile satış fiyatı arasındaki fark. 3. ticaret ihtiyat
akçesi, marq. 4. sayfa kenarındaki boşluk, marj.
marginal mar.gi.nal mar'cınıl sıfat 1. kenarda olan. 2. kenarda
yazılı, marjinal. 3. pek az: It is of marginal importance.
Pek az önemi var. 4. ruhbilim marqinal.
marigold mar.i.gold mer'ıgold isim kadifeçiçeği.
marijuana mar.i.jua.na merıwan'ı isim 1. marihuana. 2. botanik
hintkeneviri, kenevir, kendir.
marina ma.ri.na mıri'nı isim yat limanı, marina.
marinate mar.i.nate mer'ıneyt fiil (eti yumuşatmak için)
zeytinyağlı salamurada bırakmak.
marine ma.rine mırin' sıfat 1. denize ait, denizle ilgili. 2.
denizciliğe ait. 3. deniz kuvvetlerine ait. isim 1.
denizcilik. 2. denizci, deniz askeri.
mariner mar.i.ner mer'ınır isim 1. gemici. 2. denizci.
mariner's compass gemici pusulası.
marital rights evlilikte karı kocaya tanınan haklar.
marital status medeni hal.
marital mar.i.tal mer'ıtıl sıfat evlenmeye ait, evlilikle ilgili.
maritime law deniz hukuku.
maritime mar.i.time mer'ıtaym sıfat 1. deniz kıyısında olan;
denize yakın. 2. denizle ilgili; denizcilikle ilgili. 3.
denizciye özgü.
marjoram mar.jo.ram mar'cırım isim mercanköşk, merzengûş,
şile.
mark down fiyat indirmek. 2. not etmek, kaydetmek.
mark off sınırlarını çizmek.
mark out sınırlarını çizmek. 2. planını yapmak. 3. seçip ayırmak.
mark time yerinde saymak.
mark up çizmek. 2. (fiyat) yükseltmek, artırmak.

812
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mark mark mark fiil 1. işaretlemek. 2. damga vurmak,


damgalamak. 3. göstermek, belirtmek. 4. çizmek,
yazmak. 5. not vermek. 6. dikkat etmek, dikkate almak,
hesaba katmak. 7. etiketlemek.
marked marked markt sıfat 1. göze çarpan, belirgin. 2. işaretli.
markedly marked.lyzarf önemli derecede.
marker mark.er mar'kır isim 1. markacı. 2. işaret, damga.
market garden bostan.
market place pazar yeri.
market value piyasa değeri, piyasa fiyatı.
market mar.ket mar'kît isim 1. pazar, çarşı. 2. piyasa. 3. for -e
talep, -e rağbet. fiil 1. pazarlamak. 2. satışa çıkarmak. 3.
çarşıda alışveriş etmek.
marketable mar.ket.a.ble mar'kîtıbıl sıfat 1. pazarlanabilir. 2.
kolaylıkla satılabilir.
marketing mar.ket.ing mar'kîtîng isim 1. pazarlama. 2. alışveriş.
marksman marks.man marks'mın isim (marksmen) nişancı.
marksmanship marks.man.shipisim nişancılık.
markup mark.up mark'^p isim 1. alış ve satış fiyatları
arasındaki fark. 2. fiyat artışı.
marl marl marl isim, jeoloji marn, pekmez toprağı.
marmalade mar.ma.lade marmıleyd' isim marmelat.
marmot mar.mot mar'mıt isim dağsıçanı, marmot.
maroon ma.roon mırun' isim, sıfat kestane rengi, maron.
marquee mar.juee marki' isim 1. (kapı önündeki) markiz. 2.
büyük çadır, otağ.
marquis mar.juis mar'kwîs isim marki.
marriage certificate evlenme cüzdanı.
marriage licence nikâh kâğıdı, evlenme izni.
marriage vows evlilik sözü.
marriage mar.riage mer'îc isim 1. evlenme. 2. evlenme töreni. 3.
evlilik. 4. birleşme.
marriageable mar.riage.ablesıfat evlenecek yaşta, yetişmiş.
married life evlilik yaşamı.

813
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

married mar.ried mer'id sıfat 1. evli. 2. to ile evli. 3. evliliğe


veya evlilere özgü.
marrow mar.row mär'o isim 1. anatomi ilik. 2. öz. 3. İngiliz
İngilizcesi sakızkabağı, kabak.
marrowbone mar.row.bone mär'obon isim iliği çok olan kemik.
marry mar.ry mer'i fiil 1. evlenmek; evlendirmek. 2. evermek.
3. birleşmek; birleştirmek.
Mars Mars marz isim, gökbilim Merih, Mars.
marsh crocodile hinttimsahı.
marsh marsh marş isim bataklık.
marshal mar.shal mar'şıl isim 1. askeri mareşal. 2. teşrifatçı,
protokol görevlisi. 3. polis müdürü. fiil
(marshaled/marshalled, marshaling/marshalling) 1.
sıraya koymak, sıralamak, dizmek. 2. önüne düşüp
götürmek.
marshmallow marsh.mal.low marş'melo isim 1. hatmi. 2. lokuma
benzer şekerleme.
marshy marsh.y mar'şi sıfat 1. bataklığa özgü. 2. bataklık gibi.
3. bataklı.
marsupial mar.su.pi.al marsu'piyıl sıfat, zooloji keseli. isim keseli
hayvan.
mart mart mart isim çarşı, pazar.
marten mar.ten mar'tın isim 1. ağaçsansarı, zerdeva. 2. zerdeva
kürkü.
martial law sıkıyönetim, örfi idare.
martial mar.tial mar'şıl sıfat 1. savaşa özgü. 2. askeri. 3.
savaşçı, savaşkan.
martin mar.tin mar'tîn isim kırlangıç.
martinet mar.ti.net martınet' isim sert amir.
martini mar.ti.ni marti'ni isim martini.
martyr mar.tyr mar'tır isim şehit. fiil şehit etmek.
marvel mar.vel mar'vıl isim harika, mucize. fiil (marveled/
marvelled, marveling/marvelling) hayret etmek,
şaşmak.

814
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

marvelous mar.vel.ous mar'vılıs sıfat olağanüstü; harika.


Marxism Marx.ism mark'sîzım isim Marksizm.
Marxist Marx.ist mark'sîst isim, sıfat Marksist.
masc. masc.kısaltma masculine
mascara mas.car.a mäsker'ı isim rimel, maskara.
mascot mas.cot mäs'kat, mäs'kıt isim maskot.
masculine mas.cu.line mäs'kyılîn sıfat 1. erkeğe özgü, erkeksi. 2.
dilbilgisi eril. isim, dilbilgisi 1. eril cins. 2. eril sözcük.
masculinity mas.cu.lin.i.tyisim erkeklik.
mash mash mäş isim 1. lapa. 2. bira yapmak için ezilmiş arpa
ile su karışımı. fiil ezmek, püre yapmak.
mashed potatoes patates püresi.
masher mash.er mäş'ır isim, argo askıntı, kadınlara askıntı olan
erkek.
mask mask mäsk isim maske. fiil maskelemek, gizlemek.
masked ball maskeli balo.
masochism mas.och.ism mäz'ıkîzım isim mazoşizm.
mason ma.son mey'sın isim 1. duvarcı; taşçı. 2. genellikle
büyük harf ile mason, farmason.
masonry ma.son.ryisim 1. duvarcılık; taşçılık. 2. genellikle
büyük harf ile masonluk, farmasonluk.
masque masjue mäsk isim maskeli balo.
masquerade as fiil kendini ... gibi göstermek, kendini ... olarak
tanıtmak.
masquerade mas.juer.ade mäskıreyd' isim 1. maskeli balo. 2.
maskeli balo kostümü. 3. (sahte bir) gösteri.
mass media kitle iletişim araçları.
mass meeting kitlesel miting.
mass movement kitle hareketi.
mass production toptan üretim; seri üretim.
mass mass mäs isim 1. ekmek ve şarap ayini, kudas. 2. bu
ayine özgü müzik.
massacre mas.sa.cre mäs'ıkır isim katliam, kırım, toplukıyım. fiil
katletmek, kırıp geçirmek.

815
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

massage mas.sage mısaq' isim masaq. fiil masaq yapmak.


masseur mas.seur mäsır' isim masaqcı, masör.
masseuse mas.seuse mäsız' isim kadın masaqcı, masöz.
massif mas.sif mäsif' isim dağ kitlesi.
massive mas.sive mäs'îv sıfat 1. büyük ve ağır. 2. çok büyük,
kocaman, koca; heybetli; büyük çapta, muazzam. 3.
iriyarı, irikıyım. 4. şiddetli (deprem, kalp krizi v.b.).
mass-produce mass-pro.duce mäs'prıdus' fiil seri olarak üretmek.
mast mast mäst isim direk, gemi direği.
master builder mimar; kalfa.
master copy orijinal, orijinal kopya, asıl.
master key ana anahtar.
Master of Arts hümaniter bilimlerde master derecesi/yüksek lisans.
master of ceremonies protokol görevlisi, teşrifatçı.
Master of Science fen bilimlerinde master derecesi/yüksek lisans.
master plan ana plan.
master switch elektrik ana anahtar.
master touch usta eli. 2. yerinde söz veya davranış.
master mas.ter mäs'tır fiil 1. yenmek, üstesinden gelmek. 2.
hükmetmek. 3. iyice öğrenmek, uzmanlaşmak:
Hayriye's mastered French. Hayriye Fransızcayı çok iyi
öğrendi.
masterful mas.ter.ful mäs'tırfıl sıfat 1. amirane, buyurucu. 2.
ustaca, ustalıklı.
masterly mas.ter.ly mäs'tırli sıfat ustaca, ustalıklı.
mastermind mas.ter.mind mäs'tırmaynd isim bir işin beyni. fiil (bir
işin) beyni olmak.
masterpiece mas.ter.piece mäs'tırpis isim 1. şaheser, başyapıt. 2.
harika.
masterstroke mas.ter.strokeisim 1. mükemmel bir çözüm;
(tartışmada) çok etkileyici bir cevap. 2. kesin başarı.
mastery mas.ter.y mäs'tıri, mäs'tri isim 1. üstünlük, hâkim olma,
hâkimiyet. 2. ustalık.
mastic tree damlasakızağacı, sakızağacı.

816
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mastic mas.tic mäs'tîk isim 1. damlasakızı, sakız, mastika,


sakızağacından çıkarılan reçine. 2. mastika, sakız rakısı.
3. damlasakızağacı, sakızağacı.
masticate mas.ti.cate mäs'tıkeyt fiil çiğnemek.
mastication mas.ti.ca.tionisim çiğneme.
mastiff mas.tiff mäs'tîf isim mastı (köpek).
masturbate mas.tur.bate mäs'tırbeyt fiil mastürbasyon yapmak.
masturbation mas.tur.ba.tionisim mastürbasyon.
mat mat mät isim 1. hasır. 2. paspas. 3. altlık. 4. keçeleşmiş
saç, kıllar, lifler v.b. 5. (saç, kıl, lif v.b.'nde) düğüm. fiil
(matted, matting) 1. hasır ile örtmek. 2. keçeleştirmek;
keçeleşmek. 3. düğümlenmek, birbirine dolaşmak.
matador mat.a.dor mät'ıdôr isim matador, boğa güreşçisi.
match match mäç isim kibrit.
matchbox match.box mäç'baks isim kibrit kutusu.
matchless match.less mäç'lîs sıfat eşsiz, emsalsiz, rakipsiz.
matchmaker match.mak.er mäç'meykır isim çöpçatan.
maté ma.té ma'tey isim mate, Paraguay çayı.
mate mate meyt isim 1. eş, misil. 2. karı, koca, eş. 3.
arkadaş. 4. ikinci kaptan, muavin. fiil 1. eşlemek. 2.
evlendirmek; evlenmek. 3. çiftleştirmek; çiftleşmek. 4.
uymak. 5. satranç mat etmek.
material well-being maddi refah.
material ma.te.ri.al mıtîr'iyıl sıfat 1. maddi, özdeksel. 2.
bedensel. 3. önemli. 4. to -e değgin. isim 1. madde,
özdek. 2. materyal, gereç, malzeme. 3. bez, dokuma,
kumaş.
materialise ma.te.ri.al.ise mıtîr'iyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız materialize
materialism ma.te.ri.al.ism mıtîr'iyılîzım isim materyalizm,
maddecilik, özdekçilik.
materialist ma.te.ri.al.istisim materyalist, maddeci, özdekçi.
materialistic ma.te.ri.al.ist.icsıfat materyalist, maddeci, özdekçi.

817
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

materialize ma.te.ri.al.ize mıtîr'iyılayz fiil 1. maddileşmek;


maddileştirmek. 2. gerçekleşmek. 3. (hortlak, ruh)
görünmek, peydahlanmak.
maternal aunt teyze.
maternal grandmother anneanne.
maternal uncle dayı.
maternal ma.ter.nal mıtır'nıl sıfat 1. anneliğe özgü. 2. anneye
yakışır. 3. anne tarafından.
maternity dress hamile elbisesi.
maternity hospital doğumevi, doğum hastanesi.
maternity ma.ter.ni.ty mıtır'nıti isim analık, annelik.
math. math.kısaltma «mathematical» mathematician
mathematics
mathematical math.e.mat.i.cal mäthımät'îkıl sıfat 1. matematiksel,
matematikle ilgili. 2. kesin, tam.
mathematician math.e.ma.ti.cian mäthımıtîş'ın isim matematikçi.
mathematics math.e.mat.ics mäthımät'îks isim matematik.
maths maths mäths isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
matematik.
matinée mat.i.née mätıney' isim matine.
mating season çiftleşme mevsimi.
mating mat.ing mey'tîng isim çiftleşme; çiftleştirme.
matriarch ma.tri.arch mey'triyark isim aile reisi sayılan kadın.
matriarchal ma.tri.arch.alsıfat anaerkil, matriarkal, maderşahi.
matriarchy ma.tri.arch.yisim anaerki, maderşahilik.
matriculate ma.tric.u.late mıtrîk'yıleyt fiil 1. kaydetmek. 2.
(özellikle üniversiteye) öğrenci olarak kaydedilmek.
matriculation ma.tric.u.la.tionisim 1. öğrenci kaydı. 2. üniversite giriş
sınavı.
matrimony mat.ri.mo.ny mät'rımoni isim evlenme, evlilik.
matrix printer bilgisayar matrisli yazıcı.
matrix ma.trix mey'trîks isim (matrices/matrixes) 1. bir
nesneye biçim veren veya dayanak olan şey. 2. anatomi
dölyatağı, rahim. 3. matbaacılık matris. 4. dişi kalıp.

818
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

matron ma.tron mey'trın isim 1. (özellikle çocuğu olan) orta


yaşlı evli kadın. 2. (hapishane ve yetimhanede) kadın
yönetici. 3. başhemşire.
matronly ma.tron.lysıfat 1. ana gibi. 2. toplu, dolgun. 3. ağırbaşlı
(kadın).
matter of course usul, yöntem; âdet.
matter of life and death ölüm kalım meselesi.
matter mat.ter mät'ır isim 1. özdek, madde. 2. konu, sorun, iş.
3. önem. 4. of/for neden.
matter-of-fact mat.ter-of-fact mät'ırıvfäkt' sıfat 1. gerçekçi. 2. tabii,
heyecansız.
mattress mat.tress mät'rıs isim döşek, yatak, şilte.
mature ma.ture mıçûr', mıtyûr' fiil 1. olgunlaşmak;
olgunlaştırmak. 2. erginleşmek. sıfat 1. olgun, ergin. 2.
iyi hazırlanmış (plan, eser v.b.). 3. vadesi gelmiş, vadesi
dolmuş.
maturity ma.tu.ri.tyisim 1. olgunluk, erginlik. 2. vade.
maudlin maud.lin môd'lîn sıfat aşırı duygusal.
maul maul môl fiil dövmek; berelemek; hırpalamak.
Mauritania Mau.ri.ta.ni.a môrıtey'niyı isim Moritanya.
Mauritanian isim Moritanyalı. sıfat 1. Moritanya, Moritanya'ya
özgü. 2. Moritanyalı.
Mauritian Mau.ri.tian môrîş'ın isim Morityuslu. sıfat 1. Morityus,
Morityus'a özgü. 2. Morityuslu.
Mauritius Mau.ri.tius môrîş'ıs isim Morityus.
mausoleum mau.so.le.um môsıli'yım isim mozole, anıtmezar.
mauve mauve mov isim leylak rengi. sıfat leylak renginde
olan.
maverick mav.er.ick mäv'ırîk isim 1. damgalanmamış ve sahipsiz
dana. 2. konuşma dili toplum kurallarına uymayan
kimse. 3. parti disiplinine uymayan politikacı.
maw maw mô isim 1. mide; boğaz; ağız. 2. (korkunç bir yere
açılan) ağız.
mawkish mawk.ish mô'kîş sıfat 1. tiksindirici. 2. aşırı dokunaklı.

819
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

max. max. mäks kısaltma maximum


maxi max.i mäk'si isim 1. maksi etek. 2. maksi palto.
maxim max.im mäk'sîm isim özdeyiş, özlü söz, vecize.
maximal max.i.mal mäk'sımıl sıfat maksimal.
maximum max.i.mum mäk'sımım isim (maximums/maxima)
maksimum, azami derece, en yüksek düzey. sıfat
maksimum, maksimal, azami.
May Day 7 Mayıs.
May I trouble you for the salt? Tuzu verebilir misiniz?
May I venture a suggestion? Bir teklifte bulunabilir miyim?
May May mey isim Mayıs (ay).
Maybe it's all for the best. Belki de böylesi daha iyi olur.
maybe may.be mey'bi zarf belki, olabilir.
Mayday May.day mey'dey isim Mayday (telsizle yapılan
uluslararası imdat çağrısı).
mayhem may.hem mey'hem isim kargaşa.
mayonnaise may.on.naise meyıneyz' isim mayonez.
mayor may.or mey'ır isim belediye başkanı.
mayoress may.or.essisim kadın belediye başkanı.
Maypole May.pole mey'pol isim 3 Mayıs'ta kızların etrafında
dans ettiği çiçeklerle süslü direk.
maypop may.pop mey'pap isim, botanik çarkıfelek.
maze maze meyz isim 1. labirent. 2. şaşkınlık, hayret.
mazourka ma.zour.ka mızûr'kı isim mazurka.
mazurka ma.zur.ka mızır'kı isim mazurka.
MC MC em'si' isim protokol görevlisi, teşrifatçı.
Mc.Coy Mc.Coy mıkoy' isim bakınız the real Mc.Coy
mdse. mdse.kısaltma merchandise
me me mi zamir beni; bana.
mead mead mid isim mayalandırılmış bal ve sudan yapılan
alkollü bir içki.
meadow mead.ow med'o isim çayır.
meager mea.ger mi'gır sıfat 1. yetersiz, eksik, az. 2. yavan,
tatsız. 3. zayıf.

820
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

meagre mea.gre mi'gır sıfat, İngiliz İngilizcesi meager.


meal meal mil isim yemek.
mealtime meal.time mil'taym isim yemek zamanı.
mealy-mouthed meal.y-mouthed mi'limautht', mi'limaudhd' sıfat
samimiyetsiz.
mean business çok ciddi olmak, şaka yapmamak: This time she means
business. Bu kez ciddidir.
mean daily temperature günlük ortalama sıcaklık.
mean distance ortalama uzaklık.
mean little -in değeri/önemi az olmak: That prize means little to
her. Onun gözünde o ödülün pek az önemi var.
mean pressure ortalama basınç.
mean solar time ortalama güneş zamanı.
mean well -in niyeti iyi olmak.
mean mean min sıfat orta, vasat; ortalama. isim orta;
ortalama.
meander me.an.der miyän'dır fiil 1. dolambaçlı yoldan gitmek.
2. avare dolaşmak, gezinmek.
meaning mean.ing mi'nîng isim anlam, mana.
meaningful mean.ing.fulsıfat anlamlı, manalı.
meaningless mean.ing.lesssıfat 1. anlamsız, manasız. 2. boş, abes.
means of support birini geçindiren iş veya para.
means of transport ulaşım araçları, taşıtlar.
means to an end araç, vasıta.
means means minz isim 1. araç, vasıta. 2. servet, varlık. 3.
gelir, para.
meant meant ment fiil bakınız mean
meantime mean.time min'taym isim bakınız in the meantime
meanwhile mean.while min'hwayl zarf bu arada.
measles mea.sles mi'zılz isim kızamık.
measly mea.sly miz'li sıfat 1. kızamıklı. 2. argo adi, değersiz.
measure out ölçüp ayırmak.
measure up istenilen ölçülere göre/uygun olmak. 2. to kadar iyi
olmak: Gül doesn't measure up to Derya. Gül, Derya

821
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kadar iyi değil. Her performance that day didn't


measure up to her ability. O günkü performansı asıl
yeteneğinin gerisinde kaldı.
measure meas.ure meq'ır fiil 1. ölçmek; ölçüsünü almak:
Measure the height of that door right now! O kapının
yüksekliğini hemen ölç! The tailor is measuring me for
a new suit. Terzi yeni bir elbise için ölçümü alıyor.
They're going to measure Zeki's intelligence. Zeki'nin
zekâsını ölçecekler. 2. -in ölçüleri ... olmak: That piece
of paper measures ten centimeters by twelve
centimeters. O kâğıdın ölçüleri on çarpı on iki
santimetre.
measured meas.uredsıfat 1. ölçülü. 2. düzgün, düzenli. 3. hesaplı,
ölçülü.
measureless meas.ure.lesssıfat ölçüsüz, sınırsız, hesapsız.
measurement meas.ure.mentisim 1. ölçü. 2. ölçme, ölçüm.
measuring cup ölçü kabı.
measuring spoon ölçü kaşığı.
measuring meas.ur.ing meq'ırîng isim ölçme, ölçüm.
meat loaf rulo köfte.
meat packing toptan kasap işi.
meat pie etli börek.
meat meat mit isim 1. yenecek et, et. 2. öz.
meaty meat.ysıfat 1. etli. 2. özlü, dolgun.
Mecca Mec.ca mek'ı isim Mekke.
mech. mech.kısaltma «mechanical» mechanics mechanism
mechanic me.chan.ic mıkän'îk isim makinist, makine ustası.
mechanical drawing teknik resim.
mechanical engineer makine mühendisi.
mechanical me.chan.i.cal mıkän'îkıl sıfat 1. mekanik. 2. makineye
ait.
mechanically me.chan.i.cal.lyzarf mekanik olarak.
mechanics me.chan.ics mıkän'îks isim, fizik mekanik.

822
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mechanise mech.a.nise mek'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız


mechanize
mechanism mech.a.nism mek'ınîzım isim 1. mekanizma. 2. işleyiş.
3. felsefe mekanikçilik, mekanizm.
mechanization mech.a.niza.tionisim makineleştirme; makineleşme.
mechanize mech.a.nize mek'ınayz fiil 1. makineleştirmek. 2.
askeri mekanize etmek.
mechanized mech.a.nizedsıfat 1. makineleştirilmiş. 2. askeri
mekanize.
meconium me.co.ni.um mıko'niyım isim ilkdışkı, mekonyum.
med. med.kısaltma «medicine» medieval medium
medal med.al med'ıl isim madalya.
medalist med.al.istisim 1. madalya yapan kimse. 2. madalya
kazanan kimse.
medallion me.dal.lion mıdäl'yın isim madalyon.
meddle med.dle med'ıl fiil karışmak, burnunu sokmak.
meddler med.dlerisim herkesin işine karışan kimse, her şeye
burnunu sokan kimse, işgüzar.
meddlesome med.dle.somesıfat her şeye burnunu sokan, her işe
karışan, işgüzar.
medfly med.fly med'flay isim akdenizmeyvesineği.
media me.di.a mi'diyı isim, çoğul araçlar, vasıtalar.
mediaeval me.di.ae.val mi'dîyi'vıl sıfat bakınız medieval
medial me.di.al mi'diyıl sıfat 1. orta. 2. ortada olan.
median me.di.an mi'diyın sıfat orta. isim 1. orta. 2. medyan. 3.
geometri kenarortay.
mediate me.di.ate mi'diyeyt fiil 1. aracılık etmek, arabuluculuk
etmek, aracı olmak, araya girmek. 2. ara bulmak. sıfat
1. dolaylı ilgisi olan, doğrudan doğruya olmayan. 2.
ortada olan, ikisi ortası.
mediation me.di.a.tionisim aracılık, arabuluculuk.
mediator me.di.a.tor mi'diyeytır isim arabulucu, aracı.
medical med.i.cal med'îkıl sıfat 1. tıbba ait, tıbbi. 2. iyileştirici.

823
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Medicare Med.i.care med'îker isim, Amerikan İngilizcesi


(yaşlılar için) devlet sağlık sigortası.
medicate med.i.cate med'ıkeyt fiil 1. ilaçla tedavi etmek. 2.
ilaçlamak; içine ilaç katmak.
medication med.i.ca.tionisim ilaçla tedavi.
medicinal me.dic.i.nal mıdîs'ınıl sıfat ilaç özelliği olan,
iyileştirici, tedavi edici, tıbbi.
medicine chest ilaç dolabı.
medicine med.i.cine med'ısın isim 1. ilaç. 2. tıp, hekimlik.
medieval me.di.e.val mîdi'vıl sıfat ortaçağa ait, ortaçağa özgü.
Medina Me.di.na mıdi'nı isim Medine.
mediocre me.di.o.cre midiyo'kır sıfat alelade, olağan, sıradan, ne
iyi ne kötü, orta karar.
mediocrity me.di.oc.ri.ty midiyak'rıti isim aleladelik, sıradanlık.
meditate med.i.tate med'ıteyt fiil 1. (on) (-i) derin derin
düşünmek. 2. meditasyon yapmak.
meditation med.i.ta.tionisim 1. derin derin düşünme. 2.
meditasyon. 3. derin düşüncelerin ürünü olan yazı.
Mediterranean fruit fly akdenizmeyvesineği.
Mediterranean Med.i.ter.ra.ne.an medıtırey'niyın sıfat Akdeniz,
Akdeniz'e veya Akdeniz bölgesine özgü.
medium frequency radyo orta dalga.
medium me.di.um mi'diyım isim (mediums) medyum.
medium-sized me.di.um-sized mi'diyımsayzd' sıfat orta boy.
medlar med.lar med'lır isim muşmula, döngel, beşbıyık.
medley med.ley med'li isim 1. karmakarışık şey. 2. müzik
potpuri.
medulla oblongata me.dul.la ob.lon.ga.ta mîd^l'ı ablông.ga'tı anatomi
(medulla oblongatas/medullae oblongatae) soğancık.
meek meek mik sıfat 1. sabırlı ve yumuşak başlı, uysal. 2.
alçakgönüllü.
meekly meek.lyzarf uysalca.
meekness meek.nessisim uysallık.
meek-spirited meek-spiritedsıfat alçakgönüllü.

824
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

meerschaum meer.schaum mîr'şım isim 1. eskişehirtaşı, lületaşı,


denizköpüğü, manyezit. 2. lületaşı pipo.
meet one's match hakkından gelebilecek birine rastlamak.
meet meet mit fiil (met) 1. -e rastlamak, -e rast gelmek, ile
karşılaşmak: I met Deniz by chance on my way to
work. İşe giderken Deniz'e rastladım. 2. karşılamak:
They plan to meet him at the bus stop. Onu otobüs
durağında karşılamayı tasarlıyorlar. 3. tanışmak: I met
him for the first time last year. Onunla geçen yıl
tanıştım. 4. (masraf, borç v.b.'ni) ödemek, karşılamak.
5. spor karşılaşmak: The two teams will meet again on
Saturday. İki takım cumartesi günü yeniden
karşılaşacak. 6. buluşmak: Let's meet in front of the
restaurant at nine o'clock. Saat dokuzda lokantanın
önünde buluşalım. 7. toplanmak: The staff will meet in
the conference room. Personel toplantı odasında
toplanacak. 8. with ile karşılaşmak: He met with several
problems. Birkaç sorunla karşılaştı. 9. with ile
görüşmek: I met with him over lunch. Onunla öğle
yemeğinde görüştüm. 10. with -e uğramak: He met with
an accident. Kazaya uğradı.
meeting place toplantı yeri. 2. buluşma yeri.
meeting meet.ing mi'tîng isim 1. toplantı. 2. birleşme, bitişme.
3. miting.
megahertz meg.a.hertz meg'ıhırts isim, fizik megahertz.
megalomania meg.a.lo.ma.ni.a megılomey'niyı isim, ruhbilim
megalomani, büyüklük hastalığı.
megalomaniac meg.a.lo.ma.ni.acisim, sıfat megaloman.
megaphone meg.a.phone meg'ıfon isim megafon.
megaton meg.a.ton meg'ıt^n isim megaton.
megawatt meg.a.watt meg'ıwat isim megavat.
melancholy mel.an.chol.y mel'ınkali isim melankoli, karasevda.
sıfat 1. melankolik. 2. kasvetli.
Melanesia Mel.a.ne.sia melıni'qı isim Melanezya.

825
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Melanesian isim Melanezyalı. sıfat 1. Melanezya, Melanezya'ya


özgü. 2. Melanezyalı.
melba toast bir çeşit gevrek.
melba mel.ba mel'bı isim bakınız melba toast
meld meld meld fiil birbirine karışmak.
melee me.lee mey'ley isim meydan kavgası.
meliorate mel.io.rate mil'yıreyt fiil düzeltmek, iyileştirmek;
düzelmek, iyileşmek.
mellow mel.low mel'o sıfat 1. olgun. 2. yıllanmış (şarap). 3.
yumuşak, tatlı (ses, renk). 4. iyi huylu. 5. keyifli. 6.
yumuşak (toprak). fiil 1. olgunlaşmak. 2. yumuşatmak;
yumuşamak.
melodious me.lo.di.ous mılo'diyıs sıfat 1. ahenkli. 2. melodik,
ezgili.
melodrama mel.o.dra.ma mel'ıdramı isim melodram.
melodramatic mel.o.dra.mat.ic melıdrımät'îk sıfat 1. melodram
türünden. 2. aşırı duygusal.
melody mel.o.dy mel'ıdi isim melodi, ezgi.
melon mel.on mel'ın isim 1. kavun; karpuz. 2. argo havadan
gelen kâr.
melt into tears gözyaşlarına boğulmak.
melt melt melt fiil (melted, melted/[eski] molten) 1. eritmek;
erimek. 2. yumuşatmak; yumuşamak. 3. away yok
etmek; yok olmak, kaybolmak. 4. into -in içine
karışmak.
melting point erime noktası.
melting pot pota. 2. çeşitli ırk ve ulustan insanların kaynaştığı yer.
member of parliament milletvekili.
member mem.ber mem'bır isim 1. üye. 2. organ.
membership mem.ber.shipisim 1. üyelik. 2. üyeler.
membrane mem.brane mem'breyn isim zar, örtenek.
memento me.men.to mımen'to isim (mementos/mementoes)
hatıra, andaç, yadigâr.
memo mem.o mem'o isim, konuşma dili kısa not.

826
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

memoir mem.oir mem'war isim 1. biyografi. 2. inceleme yazısı,


rapor.
memoirs mem.oirs mem'warz isim anılar, hatırat.
memorabilia mem.o.ra.bil.i.a memırıbîl'iyı isim, çoğul hatırlanmaya
değer şeyler.
memorable mem.o.ra.ble mem'ırıbıl sıfat anmaya değer,
hatırlanmaya değer.
memorandum mem.o.ran.dum memırän'dım isim
(memorandums/memoranda) 1. muhtıra. 2. not. 3.
hukuk layiha.
memorial me.mo.ri.al mımôr'iyıl sıfat hatırlatıcı. isim 1. anıt. 2.
muhtıra, önerge.
memorialise me.mo.ri.al.ise mımôr'iyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız memorialize
memorialize me.mo.ri.al.ize mımôr'iyılayz fiil 1. takdirle anmak. 2.
anma töreni yapmak.
memorise mem.o.rise mem'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
memorize
mélange mé.lange melanq' isim karışık şey, karışım.
memorize mem.o.rize mem'ırayz fiil ezberlemek, ezbere
öğrenmek.
memory mem.o.ry mem'ıri isim 1. bellek, hafıza. 2. hatır. 3.
hatıra, anı.
men of weight nüfuzlu adamlar, kodamanlar.
menace men.ace men'îs isim 1. tehdit, gözdağı. 2. tehdit eden
şey. fiil tehdit etmek, gözdağı vermek.
menagerie me.nag.er.ie mınäc'ıri isim 1. yabanıl hayvanlar
koleksiyonu. 2. yabanıl hayvanların sergilendiği yer.
Mend your ways. Davranışlarına dikkat et.
mend mend mend isim onarım, tamir.
mendacious men.da.cious mendey'şıs sıfat 1. yalancı. 2. yalan.
mendacity men.dac.i.ty mendäs'ıti isim yalancılık.
mendicant men.di.cant men'dıkınt sıfat 1. dilencilik eden, dilenen.
2. dilenciye özgü. isim dilenci.

827
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

menial me.ni.al mi'niyıl sıfat 1. hizmetçiye ait. 2. köleye


yakışır. 3. bayağı, adi, aşağılık. isim hizmetçi.
meningitis men.in.gi.tis menıncay'tîs isim, tıbbi menenqit.
menopause men.o.pause men'ıpôz isim menopoz.
menstrual men.stru.al men'struwıl sıfat âdetle ilgili, aybaşına ait,
menstrüel.
menstruate men.stru.ate men'struweyt, men'streyt fiil âdet görmek,
aybaşı olmak.
menstruation men.stru.a.tionisim âdet, aybaşı, menstrüasyon.
mental age ruhbilim zekâ yaşı.
mental arithmetic akıldan yapılan hesap.
mental deficiency geri zekâlılık, zekâ geriliği, zihinsel özür.
mental hospital akıl hastanesi.
mental retardation geri zekâlılık, zekâ geriliği, zihinsel özür.
mental men.tal men'tıl sıfat 1. zihinsel, zihni, akıl ile ilgili. 2.
argo deli, kaçık.
mentality men.tal.i.ty mentäl'ıti isim 1. zihniyet, düşünüş. 2.
anlak, zekâ.
mentally deficient geri zekâlı, zihinsel özürlü.
mentally retarded geri zekâlı.
mentally men.tal.lyzarf aklen, zihnen.
menthol men.thol men'thôl isim mentol.
mentholated men.tho.lat.ed men'thıleytîd sıfat mentollü.
mention men.tion men'şın isim 1. söyleme. 2. bahsetme, anma.
fiil anmak, sözünü etmek, -den söz etmek, -den
bahsetmek.
mentor men.tor men'tır isim rehber, danışman; akıl hocası, yol
gösterici.
menu men.u men'yu isim yemek listesi, menü.
meow me.ow miyau', myau' isim miyav. fiil miyavlamak.
mercantile mer.can.tile mır'kıntil, mır'kıntayl sıfat ticarete ait,
ticari.

828
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mercenary mer.ce.nar.y mır'sıneri sıfat 1. kâr gözeten, çıkarcı,


paragöz. 2. (yabancı orduda hizmet eden) paralı (asker).
isim (yabancı orduda hizmet eden) paralı asker.
mercer mer.cer mır'sır isim, İngiliz İngilizcesi kumaşçı, kumaş
satıcısı.
mercerise mer.cer.ise mır'sırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
mercerize
mercerize mer.cer.ize mır'sırayz fiil merserizelemek.
mercerized mer.cer.izedsıfat merserize.
merchandise mer.chan.dise mır'çındayz isim ticari eşya, emtia, mal.
fiil alıp satmak, -in ticaretini yapmak.
merchant marine ticaret filosu.
merchant prince çok zengin tüccar.
merchant mer.chant mır'çınt isim tüccar. sıfat ticari.
merchantman isim (merchantmen) ticaret gemisi.
merciful mer.ci.ful mır'sıfıl sıfat 1. merhametli. 2. acı
çektirmeyen.
merciless mer.ci.less mır'sılîs sıfat merhametsiz, amansız,
acımasız.
mercurial mer.cu.ri.al mırkyûr'iyıl sıfat 1. cıvalı. 2. canlı, cıva
gibi. 3. değişken.
mercury mer.cu.ry mır'kyıri isim, kimya cıva.
mercy mer.cy mır'si isim 1. merhamet. 2. insaf.
Mercy! Aman!/Allah aşkına!
mere mere mîr sıfat 1. katkısız, saf. 2. önemsiz.
merely mere.lyzarf sadece, ancak, yalnız, sade.
merest mer.est mîr'ıst sıfat en az, en ufak.
merge merge mırc fiil 1. birleşmek; birleştirmek. 2. içine
karışıp kaybolmak.
merger merg.er mır'cır isim iki veya daha çok şirketin
birleşmesi.
meridian me.rid.i.an mırîd'iyın isim 1. meridyen. 2. doruk, zirve.
sıfat meridyen.

829
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

meringue me.ringue mıräng' isim, ahçılık 1. beze. 2. (turtanın


üzerine konulduktan sonra pişirilen) çırpılmış yumurta
akı, şeker v.b. karışımı, mereng.
merino wool merinos yünü, merinos.
merino me.ri.no mıri'no isim merinos.
merit system devlet memurluğunda başarıya göre atama ve terfi
sistemi.
merit mer.it mer'ît isim 1. değer. 2. erdem, fazilet. fiil -i hak
etmek, -e layık olmak; -e değmek.
meritorious mer.i.to.ri.ous merıtôr'iyıs sıfat övgüye değer, saygıya
değer.
merlon mer.lon mır'lın isim mazgal dişi/siperi.
mermaid mer.maid mır'meyd isim denizkızı.
merrily mer.ri.lyzarf neşeyle.
merriment mer.ri.ment mer'îmınt isim 1. eğlence, keyif. 2. şenlik,
neşe, keyif.
merry mer.ry mer'i sıfat 1. şen, neşeli, keyifli. 2. neşe verici,
keyiflendirici.
merry-go-round mer.ry-go-round mer'igoraund isim atlıkarınca.
merrymaking mer.ry.mak.ing mer'imeykîng isim cümbüş, eğlence.
mesa me.sa mey'sı isim mesa, masatepe.
mesh mesh meş isim 1. ağ gözü. 2. ağ, şebeke. 3. çark
dişlerinin birbirine girmesi. fiil 1. ağ ile tutmak. 2. (çark
dişlerini) birbirine geçirmek; birbirine geçmek.
mesmerise mes.mer.ise mez'mırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
mesmerize
mesmerize mes.mer.ize mez'mırayz fiil 1. ipnotizmayla uyutmak.
2. büyülemek, gözünü bağlamak.
Mesopotamia Mes.o.po.ta.mi.a mesıpıtey'miyı isim Mezopotamya.
mess around with ile uğraşmak, ile ilgilenmek.
mess up yüzüne gözüne bulaştırmak. 2. kirletmek, bozmak. 3.
altüst etmek.
mess mess mes isim 1. karışıklık, düzensizlik, dağınıklık. 2.
karışık durum, güç veya utandırıcı durum. 3. pislik,

830
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kirlilik. fiil 1. yüzüne gözüne bulaştırmak, berbat


etmek. 2. kirletmek, bozmak. 3. altüst etmek.
message mes.sage mes'îc isim 1. mesaq, haber. 2. resmi bildiri.
messenger mes.sen.ger mes'ıncır isim 1. haberci, ulak. 2. kurye.
Messiah Mes.si.ah mısay'ı isim 1. Mesih, İsa. 2. küçük harf ile
kurtarıcı.
met met met fiil bakınız meet
metabolic met.a.bol.ic metıbal'îk sıfat metabolik.
metabolism me.tab.o.lism mıtäb'ılîzım isim, biyoloji metabolizma.
metal met.al met'ıl isim metal, maden. sıfat metal, metalik,
madeni.
metallic me.tal.lic mıtäl'îk sıfat metalik, madeni.
metallurgical met.al.lur.gi.calsıfat metalurqik, metalbilimsel.
metallurgy met.al.lur.gy met'ılırci isim metalurqi, metalbilim.
metamorphic met.a.mor.phic metımôr'fîk sıfat başkalaşmış,
metamorfik.
metamorphose met.a.mor.phose metımôr'foz fiil başkalaştırmak;
başkalaşmak.
metamorphosis met.a.mor.pho.sis metımôr'fısîs isim (metamorphoses)
başkalaşma, başkalaşım, metamorfoz.
metaphor met.a.phor met'ıfôr isim mecaz.
metaphoric met.a.phor.icsıfat mecazi.
metaphorical met.a.phor.ic.alsıfat mecazi.
metaphorically met.a.phor.ic.al.lyzarf mecazen.
metaphysical met.a.phys.i.calsıfat metafizik, doğaötesi, fizikötesi.
metaphysics met.a.phys.ics metıfîz'îks isim metafizik, doğaötesi,
fizikötesi.
metaplasia met.a.pla.sia metıpley'qı isim, biyoloji dönüşüm,
metaplazi.
metapsychic met.a.psy.chic metısay'kîk sıfat ruhötesi, metapsişik.
metapsychics met.a.psy.chicsisim ruhötesi, metapsişik.
metastasis me.tas.ta.sis mıtäs'tısîs isim (metastases) metastaz.
metathesis me.tath.e.sis mıtäth'ısîs isim, dilbilim (metatheses)
göçüşme, yer değiştirme, metatez.

831
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mete mete mit fiil out vermek.


metempsychosis me.tem.psy.cho.sis mıtemsıko'sîs isim ruh göçü.
meteor me.te.or mi'tiyır isim akanyıldız, meteor.
meteoric me.te.or.ic mitiyôr'îk sıfat 1. akanyıldıza ait. 2.
akanyıldıza benzer. 3. parlak, göz kamaştırıcı. 4. çok
hızlı.
meteorite me.te.or.ite mi'tiyırayt isim göktaşı, meteortaşı,
meteorit.
meteorological me.te.or.ol.o.gi.calsıfat meteoroloqik.
meteorologist me.te.or.ol.o.gistisim meteoroloqi uzmanı.
meteorology me.te.or.ol.o.gy mitiyıral'ıci isim meteoroloqi.
meter me.ter mi'tır isim metre.
methane meth.ane meth'eyn isim, kimya metan.
method meth.od meth'ıd isim 1. yöntem, metot, usul, yol. 2.
düzen.
methodical me.thod.i.cal mıthad'îkıl sıfat 1. yöntemli, metotlu. 2.
düzenli, sistemli.
methodically me.thod.i.cal.lyzarf düzenli olarak.
methodological meth.od.o.log.i.cal methıdılac'îkıl sıfat metodoloqik,
yöntembilimsel.
methodology meth.od.ol.o.gy methıdal'ıci isim metodoloqi,
yöntembilim.
methyl alcohol metil alkol.
methyl meth.yl meth'ıl isim metil.
meticulous me.tic.u.lous mıtîk'yılıs sıfat çok titiz, çok dikkatli.
meticulousness me.tic.u.lous.nessisim titizlik.
metre me.tre mi'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız meter
metric system metre sistemi, metrik sistem.
metric met.ric met'rîk sıfat 1. metrik, metre ile ilgili. 2. metrik,
metre sistemini kullanan. 3. şiir vezinli, ölçülü.
metrical met.ri.cal met'rîkıl sıfat 1. metrik, metre ile ilgili. 2.
metrik, metre sistemini kullanan. 3. şiir vezinli, ölçülü.

832
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

metro met.ro met'ro sıfat, konuşma dili anakente ait,


metropoliten. isim (İngiltere hariç, Avrupa'da bulunan)
metro.
metronome met.ro.nome met'rınom isim, müzik metronom.
metropolis me.trop.o.lis mıtrap'ılîs isim anakent, büyükşehir,
metropol.
metropolitan met.ro.pol.i.tan metrıpal'ıtın sıfat 1. anakente ait,
metropoliten. 2. Hristiyanlık metropolite ait. isim,
Hristiyanlık metropolit.
mettle met.tle met'ıl isim 1. huy, mizaç. 2. yüreklilik,
atılganlık.
mew mew myu fiil 1. miyavlamak. 2. (martı) miyavlar gibi
ses çıkarmak. isim miyav.
Mexican isim Meksikalı. sıfat 1. Meksika, Meksika'ya özgü. 2.
Meksikalı.
Mexico Mex.i.co mek'sıko isim Meksika.
mezzanine mez.za.nine mez'ınin isim asmakat.
miaow mi.aow mi'yav isim, fiil bakınız meow
mica mi.ca may'kı isim mika, evrenpulu.
mice mice mays isim, çoğul bakınız mouse
Michaelmas daisy saraypatı, aster.
Michaelmas Mich.ael.mas mîk'ılmıs isim, Hristiyanlık
başmeleklerden Mikâil'in 27 Eylül'de kutlanan yortusu.
micro- micro-önek mikro-, küçük.
microbe mi.crobe may'krob isim mikrop.
microbial mi.cro.bi.al maykro'biyıl sıfat mikrobik.
microbic mi.cro.bic maykro'bîk sıfat mikrobik.
microbiologist mi.cro.bi.ol.o.gist maykrobayal'ıcîst isim
mikrobiyolog.
microbiology mi.cro.bi.ol.o.gy maykrobayal'ıci isim mikrobiyoloqi.
microcephalic mi.cro.ce.phal.ic maykrosıfäl'îk sıfat mikrosefal.
microcephalous mi.cro.ceph.a.lous maykrosef'ılıs sıfat bakınız
microcephalic

833
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

microcephalus mi.cro.ceph.a.lus maykrosef'ılıs isim (microcephali)


mikrosefal.
microcephaly mi.cro.ceph.a.ly maykrosef'ıli isim mikrosefali.
microchip mi.cro.chip may'krıçîp isim, bilgisayar yongacık.
micrococcus mi.cro.coc.cus maykrokak'ıs isim (micrococci)
mikrokok.
microcopy mi.cro.cop.y may'krıkapi isim mikrokopya.
microeconomics mi.cro.e.co.nom.ics maykro.ikınam'îks isim
mikroiktisat.
microfiche mi.cro.fiche may'krıfiş isim mikrofiş.
microfilm mi.cro.film may'krıfîlm isim mikrofilm.
micrometer mi.crom.e.ter maykram'ıtır isim mikrometre.
micron mi.cron may'kran isim mikron.
Micronesia Mi.cro.ne.sia maykrıni'qı isim Mikronezya.
Micronesian isim Mikronezyalı. sıfat 1. Mikronezya, Mikronezya'ya
özgü. 2. Mikronezyalı.
microorganism mi.cro.or.gan.ism maykrowôr'gınîzım isim
mikroorganizma.
microphone mi.cro.phone may'krıfon isim mikrofon.
microscope mi.cro.scope may'krıskop isim mikroskop.
microscopic mi.cro.scop.ic maykrıskap'îk sıfat 1. mikroskobik. 2.
çok ufak.
microsecond mi.cro.sec.ond may'krosekınd isim mikrosaniye.
microsurgery mi.cro.sur.ger.y may'krosırcıri isim mikrocerrahi.
microwave oven mikrodalga fırın.
microwave mi.cro.wave may'krıweyv isim mikrodalga.
mid mid mîd sıfat orta, ortadaki.
mid-air mid-air mîd'er' sıfat havadaki.
midday mid.day mîd'dey isim öğle, gün ortası.
middle age orta yaş.
middle C müzik do.
middle class orta sınıf, burjuva.
middle mid.dle mîd'ıl sıfat 1. orta, vasat. 2. ortadaki, aradaki.
isim orta yer, orta.

834
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

middle-aged mid.dle-aged mîd'ıleycd' sıfat orta yaşlı.


middleman mid.dle.man mîd'ılmän isim (middlemen) komisyoncu,
aracı.
middlemost mid.dle.most mîd'ılmost sıfat en ortadaki.
middle-of-the-road mid.dle-of-the-road mîd'ılıvdhırod' sıfat ılımlı bir yol
veya politika izleyen, ılımlı.
middle-sized mid.dle-sized mîd'ılsayzd sıfat orta boy.
middleweight mid.dle.weight mîd'ılweyt isim ortasıklet, ortaağırlık.
middling mid.dling mîd'lîng sıfat 1. orta, iyice. 2. orta sınıfa
özgü. zarf, konuşma dili şöyle böyle.
midget midg.et mîc'ît isim cüce.
midi mid.i mîd'i isim 1. midi etek. 2. midi palto.
midland mid.land mîd'lınd sıfat ülkenin iç kısmında bulunan.
isim bir ülkenin iç kısmı.
midmost mid.most mîd'most sıfat en orta yerdeki, tam ortadaki.
midnight mid.night mîd'nayt isim gece yarısı.
midpoint mid.point mîd'poynt isim orta, göbek, orta yer.
midriff mid.riff mîd'rîf isim 1. göğüsle karın arasındaki kısım.
2. anatomi diyafram.
midst midst mîdst isim orta, orta yer. edat ortasında.
midstream mid.stream mîd'strim isim nehrin orta yeri.
midsummer mid.sum.mer mîd's^mır isim yaz ortası.
midterm mid.term mîd'tırm isim 1. sömestr ortası. 2. sömestr
ortasında yapılan sınav.
midway mid.way mîd'wey sıfat yarı yolda olan. zarf yarı yolda.
midweek mid.week mîd'wik isim hafta ortası.
Midwest Mid.west mîd'west' isim bakınız the Midwest
midwife mid.wife mîd'wayf isim (midwives) ebe.
midwifery mid.wife.ry mîd'wayfıri, mîd'wayfri isim ebelik.
midwinter mid.win.ter mîd'wîn'tır isim kış ortası, karakış.
midyear mid.year mîd'yîr sıfat sene ortasındaki. isim sene
ortasında yapılan sınav.
mien mien min isim 1. surat, çehre. 2. eda, tavır.
might might mayt fiil bakınız may

835
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mighty mightysıfat 1. güçlü, kuvvetli, kudretli. 2. güçlü,


büyük. 3. konuşma dili fevkalade.
mignonette mi.gnon.ette mînyınet' isim muhabbetçiçeği.
migraine mi.graine may'greyn, [İngiliz İngilizcesi] mi'greyn isim
migren.
migrant mi.grantisim göçmen.
migrate mi.grate may'greyt fiil göç etmek.
migration mi.gra.tionisim göç.
migratory bird göçmen kuş.
migratory mi.gra.to.ry may'grıtôri sıfat 1. göçmen, göçebe, göçer.
2. göçle ilgili.
mihrab mih.rab mi'rıb isim mihrap.
mike mike mayk isim, konuşma dili mikrofon.
mil. mil.kısaltma military
milage mil.age may'lîc isim bakınız mileage
milch milch mîlç sıfat süt veren, sağmal.
mild mild mayld sıfat 1. yumuşak başlı, ılımlı. 2. hafif. 3.
ılıman (iklim).
mildew mil.dew mîl'du isim 1. küf. 2. mildiyu. fiil
küflendirmek; küflenmek.
mildly mild.lyzarf 1. kibarca. 2. biraz.
mile mile mayl isim mil (uzaklık ölçü birimi).
mileage mile.age may'lîc isim mil hesabı ile uzaklık.
milestone mile.stone mayl'ston isim 1. kilometre taşı. 2. önemli
bir olay, dönüm noktası.
milfoil mil.foil mîl'foyl isim, botanik 1. binyaprak. 2.
civanperçemi, kandilçiçeği.
milieu mi.lieu milyö' isim (milieus/milieux) ortam, çevre.
militant mil.i.tant mîl'ıtınt sıfat 1. kavgacı. 2. militan. isim
militan.
military police askeri inzibat.
military uniform asker üniforması, üniforma.
military mil.i.tar.y mîl'ıteri sıfat askeri. isim bakınız the military
militate against -in aleyhine olmak, -e engel olmak.

836
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

militate in favor of -in lehine olmak, -e yararlı olmak.


militate mil.i.tate mîl'ıteyt fiil bakınız militate against militate
in favor of
militia mi.li.tia mılîş'ı isim milis.
milk jug İngiliz İngilizcesi (sürahi şeklinde) sütlük.
milk shake milkşeyk.
milk sugar laktoz, süt şekeri.
milk teeth sütdişleri.
milk thistle meryemanadikeni.
milk milk mîlk isim süt. fiil 1. sağmak. 2. faydalanmak,
kötüye kullanmak, sömürmek.
milker milk.er mîl'kır isim 1. süt sağan kimse, sağıcı. 2. sağma
makinesi. 3. sağmal hayvan, sağmal.
milking machine sağma makinesi.
milking milk.ing mîl'kîng isim sağma, sağım.
milkmaid milk.maid mîlk'meyd isim sütçü kız.
milkman milk.man mîlk'män isim (milkmen) sütçü (erkek).
milkweed milk.weed mîlk'wid isim ipekotu.
milky milk.y mîl'ki sıfat 1. süt gibi, süte benzer. 2. sütlü.
mill wheel değirmen çarkı veya dolabı.
mill mill mîl isim 1. değirmen. 2. el değirmeni. 3. fabrika,
yapımevi, imalathane. fiil 1. değirmende öğütmek,
çekmek. 2. değirmenden geçirmek. 3. (paranın kenarını)
diş diş yapmak. 4. konuşma dili around dolanıp durmak.
millennium mil.len.ni.um mîlen'iyım isim (millenniums/millennia)
1. bin yıllık devre. 2. bininci yıldönümü. 3. mutluluk
çağı.
miller mill.erisim değirmenci.
millet mil.let mîl'ît isim darı.
milligram mil.li.gram mîl'ıgräm isim miligram.
milligramme mil.li.gramme mîl'ıgräm isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız milligram

milliliter mil.li.li.ter mîl'ılitır isim mililitre.

837
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

millilitre mil.li.li.tre mîl'ılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız


milliliter
millimeter mil.li.me.ter mîl'ımitır isim milimetre.
millimetre mil.li.me.tre mîl'ımitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
millimeter
million mil.lion mîl'yın isim milyon.
millionaire mil.lion.aire mîlyıner' isim milyoner.
millionth mil.lionthsıfat, isim 1. milyonda bir. 2. milyonuncu.
millipede mil.li.pede mîl'ıpid isim kırkayak.
mimbar mim.bar mîm'bar isim bakınız minbar
mime mime maym isim, tiyatro mim.
mimic mim.ic mîm'îk sıfat taklit eden. isim 1. taklitçi. 2.
taklit. fiil (mimicked, mimicking) 1. taklidini yapmak.
2. taklit etmek, kopya etmek. 3. zooloji benzemek.
mimicry mim.ic.ryisim 1. taklitçilik. 2. biyoloji benzeme.
minaret min.a.ret mînıret' isim minare.
minbar min.bar mîn'bar isim minber.
mince mince mîns fiil kıymak, ince ince doğramak.
Mind one's p's and q's. konuşma dili ne yaptığına dikkat etmek.
Mind you, .... Aslında, ...: Mind you, I don't for a minute think he'll
agree. Doğrusunu istersen kabul edeceğini hiç
sanmıyorum.
Mind your own business! Sen kendi işine bak!
Mind your step! Dikkat et!
mind mind maynd isim 1. akıl, zihin, bellek. 2. hatır. 3. fikir,
düşünce. 4. zekâ, anlak. 5. istek, arzu.
mindful mind.fulsıfat dikkatli, dikkat eden.
mindless mind.lesssıfat 1. akılsız. 2. dikkatsiz. 3. of -e aldırış
etmeyen.
mine detector mayın dedektörü.
mine shaft maden kuyusu.
mine mine mayn isim 1. maden, maden ocağı. 2. hazine,
kaynak. 3. askeri mayın. fiil 1. madencilik kazıp

838
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

çıkarmak. 2. yeraltında (lağım veya yol) kazmak. 3.


araştırıp bulmak. 4. askeri mayın dökmek, mayınlamak.
minefield mine.field mayn'fild isim mayın tarlası.
miner minerisim madenci.
mineral oil madeni yağ, mineral yağ.
mineral water madensuyu.
mineral min.er.al mîn'ırıl, mîn'rıl sıfat 1. madensel, madeni. 2.
mineral. isim 1. maden, mineral. 2. maden filizi. 3.
konuşma dili madensuyu.
mineralogist min.er.al.o.gistisim mineralog.
mineralogy min.er.al.o.gy mînıral'ıci isim mineralbilim,
mineraloqi.
minesweeper mine.sweep.er mayn'swipır isim mayın tarama gemisi.
mingle min.gle mîng'gıl fiil 1. katıp karıştırmak. 2. birbirine
karıştırmak; katmak; katılmak.
mini- mini-önek mini-, küçük.
miniature camera 15 mm.'lik veya daha dar bir film kullanan fotoğraf
makinesi.
miniature min.i.a.ture mîn'iyıçır isim minyatür. sıfat minyatür,
çok ufak.
miniaturise min.i.a.tur.ise mîn'iyıçırayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız miniaturize
miniaturist min.i.a.tur.istisim minyatürcü.
miniaturize min.i.a.tur.ize mîn'iyıçırayz fiil (bir şeyin) daha
küçüğünü yapmak; minyatürleştirmek.
minibus min.i.bus mîn'ib^s isim minibüs.
minimal min.i.mal mîn'ımıl sıfat en az, asgari, minimal,
minimum.
minimise min.i.mise mîn'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
minimize
minimize min.i.mizefiil 1. mümkün olduğu kadar azaltmak veya
ufaltmak. 2. önemsememek, küçümsemek.
minimum wage asgari ücret.

839
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

minimum min.i.mum mîn'ımım isim (minimums/minima) en az


miktar, en ufak derece, minimum. sıfat asgari,
minimum, en az, en küçük, en aşağı.
mining engineer maden mühendisi.
mining min.ing may'nîng isim 1. madencilik. 2. maden kazma.
3. askeri mayın dökme, mayınlama.
minion min.ion mîn'yın isim 1. yardakçı. 2. buyruk altında olan
biri.
miniskirt min.i.skirt mîn'iskırt isim mini etek.
minister min.is.ter mîn'îstır fiil to -e bakmak, -e yardım etmek, -
e hizmet etmek.
ministration min.is.tra.tion mînîstrey'şın isim özenli bakım,
ihtimam.
Ministry of Agriculture Tarım Bakanlığı.
Ministry of Commerce Ticaret Bakanlığı.
Ministry of Communications Ulaştırma Bakanlığı.
Ministry of Culture and Tourism Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Ministry of Customs and Monopolies Gümrük ve Tekel Bakanlığı.
Ministry of Defense Milli Savunma Bakanlığı.
Ministry of Development and Housing İmar ve İskân Bakanlığı.
Ministry of Education Milli Eğitim Bakanlığı.
Ministry of Energy and Natural Resources Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı.
Ministry of Finance Maliye Bakanlığı.
Ministry of Foreign Affairs Dışişleri Bakanlığı.
Ministry of Forestry Orman Bakanlığı.
Ministry of Health Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı.
Ministry of Industry and Technology Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı.
Ministry of Justice Adalet Bakanlığı.
Ministry of Labor İngiliz İngilizcesi Çalışma Bakanlığı.
Ministry of Public Works Bayındırlık Bakanlığı.
Ministry of the Interior İçişleri Bakanlığı.
Ministry of Village Affairs Köy İşleri Bakanlığı.
Ministry of Youth and Sports Gençlik ve Spor Bakanlığı.
ministry min.is.try mîn'îstri isim 1. bakanlık. 2. papazlık.

840
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mink mink mîngk isim vizon, mink.


minnow min.now mîn'o isim 1. (yem olarak kullanılabilen) ufak
balık. 2. golyan balığı.
minor league spor ikinci lig.
minor premise mantık küçük önerme.
minor premiss mantık küçük terim.
minor term mantık küçük terim.
minor mi.nor may'nır sıfat 1. küçük. 2. ikincil, önemi az. 3.
müzik minör. isim 1. ergin olmayan kimse, rüştünü
ispat etmemiş kimse. 2. (üniversitede) yardımcı branş.
3. müzik minör. fiil in (üniversitede) -i yardımcı branş
olarak almak.
Minorca Mi.nor.ca mînôr'kı isim Minorka.
Minorcan isim Minorkalı. sıfat 1. Minorka, Minorka'ya özgü. 2.
Minorkalı.
minority mi.nor.i.ty mınôr'ıti, maynôr'ıti isim 1. azınlık. 2. ergin
olmama, reşit olmama.
minster min.ster mîn'stır isim, İngiliz İngilizcesi 1. manastır
kilisesi. 2. büyük kilise, katedral.
minstrel min.strel mîn'strıl isim ozan, âşık, halk şairi.
mint mint mînt isim 1. darphane. 2. büyük miktar (özellikle
para). fiil (para) basmak.
minuet min.u.et mînyuwet' isim menuet.
minus seven degrees Centigrade sıfırın altında yedi derece.
minus sign eksi işareti.
minus mi.nus may'nıs edat eksi, çıkarsa.
minuscule mi.nus.cule mîn'ıskyul isim küçük harf, minüskül. sıfat
1. küçük harfle yazılı. 2. küçük, ufacık, önemsiz.
minute book tutanak defteri.
minute hand saat yelkovanı.
minute min.ute mîn'ît isim 1. dakika. 2. an. 3. tutanak, zabıt.
minutia mi.nu.ti.a mînu'şîyı isim (minutiae) önemsiz ayrıntı.
minutiae mi.nu.ti.ae mînu'şîyi isim, çoğul önemsiz ayrıntılar.
miracle mir.a.cle mîr'ıkıl isim mucize, harika.

841
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

miraculous mi.rac.u.lous mîräk'yılıs sıfat mucize türünden,


harikulade, hayret verici.
mirage mi.rage mîraq' isim serap, ılgım, yalgın.
mire down yarıda kalmak, başarısızlığa uğramak.
mire mire mayr isim 1. çamur, batak. 2. kir, pislik. fiil 1.
çamura saplamak; çamura saplanmak. 2. çamur
bulaştırmak.
mirror mir.ror mîr'ır isim ayna. fiil yansıtmak, aksettirmek.
mirth mirth mırth isim şenlik, cümbüş.
mirthful mirth.fulsıfat şen, sevinçli, neşeli.
mirthless mirth.lesssıfat neşesiz.
miry mir.y may'ri sıfat 1. çamurlu. 2. kirli, pis.
mis- mis-önek yanlış, kötü, hatalı.
misadventure mis.ad.ven.ture mîsıdven'çır isim kaza, bela, talihsizlik,
felaket.
misadvise mis.ad.vise mîsädvayz' fiil yanlış öğüt veya bilgi
vermek.
misanthrope mis.an.thrope mîs'ınthrop isim 1. insanlardan nefret
eden veya insanlara güvenmeyen kimse. 2. insanlardan
kaçan kimse, merdümgiriz kimse.
misanthropist mis.an.thro.pist mîsän'thrıpîst isim 1. insanlardan nefret
eden veya insanlara güvenmeyen kimse. 2. insanlardan
kaçan kimse, merdümgiriz kimse.
misapply mis.ap.ply mîsıplay' fiil yanlış uygulamak.
misapprehend mis.ap.pre.hend mîsäprîhend' fiil yanlış anlamak.
misapprehension mis.ap.pre.hen.sion mîsäprîhen'şın isim yanlış anlama.
misappropriate mis.ap.pro.pri.ate mîsıpro'priyeyt fiil haksız olarak
almak veya kullanmak.
misbehave mis.be.have mîs'bîheyv' fiil 1. yaramazlık etmek;
terbiyesizlik etmek. 2. kötü davranmak.
misbehavior mis.be.ha.vior mîsbîheyv'yır isim 1. yaramazlık;
terbiyesizlik. 2. kötü davranış.
misc. misc.kısaltma «miscellaneous» miscellany
miscalculate mis.cal.cu.late mîskäl'kyıleyt fiil yanlış hesap etmek.

842
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

miscalculation mis.cal.cu.la.tionisim yanlış hesaplama.


miscarriage of justice adli hata.
miscarriage mis.car.riage mîsker'îc isim 1. çocuk düşürme, düşük.
2. işin boşa çıkması, işin ters gitmesi, başarısızlık. 3.
yanlış yere sevketme.
miscarry mis.car.ry mîsker'i fiil 1. başaramamak. 2. boşa
çıkmak, ters gitmek. 3. çocuk düşürmek. 4. yanlış yere
götürülmek.
miscast mis.cast mîskäst' fiil (miscast) tiyatroda yanlış rol
vermek.
miscellaneous mis.cel.la.ne.ous mîsıley'niyıs sıfat 1. çeşitli, muhtelif,
karışık. 2. çok yönlü.
miscellany mis.cel.la.ny mîs'ıleyni isim derleme.
mischance mis.chance mîsçäns' isim talihsizlik, kaza.
mischief mis.chief mîs'çîf isim 1. yaramazlık, haylazlık. 2. fesat,
kötülük. 3. zarar. 4. haylaz kimse. 5. fesatçı.
mischief-maker mis.chief-makerisim fitneci, fitçi, arabozucu, fesatçı,
fesat kumkuması.
mischievous mis.chie.vous mîs'çîvıs sıfat 1. yaramaz, haylaz. 2.
zarar verici.
misconceive mis.con.ceive mîskınsiv' fiil yanlış kavramak; yanlış
yorumlamak; yanlış anlamak.
misconception mis.con.cep.tion mîskınsep'şın isim yanlış kavram;
yanlış yorum; yanlış kanı.
misconduct mis.con.duct mîskan'd^kt isim 1. yetkisini kötüye
kullanma. 2. zina; ahlaksızca davranma.
misconstrue mis.con.strue mîskınstru' fiil yanlış yorumlamak; yanlış
anlamak.
miscount mis.count mîskaunt' fiil yanlış saymak, yanlış hesap
etmek. isim yanlış hesap.
misdate mis.date mîsdeyt' fiil yanlış tarihlendirmek, yanlış tarih
koymak.
misdeed mis.deed mîsdid' isim kötü ve ahlaksızca hareket,
kötülük, günah.

843
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

misdirect mis.di.rect mîsdîrekt' fiil 1. yanıltmak. 2. yanlış yere


veya adrese göndermek. 3. yanlış yön göstermek.
miser mi.ser may'zır isim cimri kimse, pinti kimse.
miserable mis.er.a.ble mîz'ırıbıl sıfat 1. çok kötü, berbat; çok
mutsuz, insanı mutsuz eden, insanın keyfini kaçıran: I
feel miserable. Kendimi çok kötü hissediyorum. What a
miserable winter that was! O kış herkesi perişan etti.
The weather is miserable. Hava berbat. Sahir turned
into a miserable old man. Sahir huysuz ve mutsuz bir
ihtiyar oldu. What a miserable life this is! Ne çekilmez
bir hayat bu böyle! You'll die miserable. Büyük bir
mutsuzluk içinde öleceksin. 2. aşağılık, çok kötü,
alçakça (davranış). 3. cüzi, çok az (bir miktar). 4. sefil;
sefalet çeken; sefalet kokan.
miserly mi.ser.lysıfat cimri, pinti.
misery mis.er.y mîz'ıri, mîz'ri isim 1. çok acı bir durum, çok
kötü bir durum, perişanlık. 2. sefalet. 3. İngiliz
İngilizcesi hep şikâyet eden kimse.
misfire mis.fire mîsfayr' fiil 1. (silah) ateş almamak. 2. (içten
yanmalı motor) iyi çalışmamak. 3. hedefe isabet
ettirememek. isim ateş almama.
misfit mis.fit mîs'fît isim 1. uygun gelmeyiş. 2. iyi uymayan
şey. 3. uyumsuz kimse.
misfortune mis.for.tune mîsfôr'çın isim 1. talihsizlik, aksilik. 2.
kaza, bela, felaket.
misgiving mis.giv.ing mîsgîv'îng isim 1. genellikle çoğul endişe,
kuşku, şüphe. 2. genellikle çoğul korku.
misguide mis.guide mîsgayd' fiil 1. saptırmak, azdırmak, baştan
çıkarmak. 2. yanıltmak.
mishandle mis.han.dle mîshän'dıl fiil 1. kötü kullanmak. 2. kötü
yönetmek.
mishap mis.hap mîs'häp isim aksilik, talihsizlik.
mishmash mish.mash mîş'mäş isim nahoş karışım.
misinform mis.in.form mîsînfôrm' fiil yanlış bilgi vermek.

844
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

misinformation mis.in.form.a.tionisim yanlış bilgi.


misinterpret mis.in.ter.pret mîsîntır'prît fiil yanlış yorumlamak,
yanlış anlamak.
misinterpretation mis.in.ter.pret.a.tionisim yanlış yorum.
misjudge mis.judge mîsc^c' fiil 1. yanlış hüküm vermek. 2.
yanlış anlamak. 3. yanlış fikir edinmek.
mislay mis.lay mîsley' fiil (mislaid) yanlış yere koymak,
kaybetmek.
mislead mis.lead mîslid' fiil (misled) 1. yanlış yoldan götürmek.
2. yanıltmak.
misleading mis.lead.ingsıfat yanıltıcı.
mismanage mis.man.age mîsmän'îc fiil kötü yönetmek, kötü idare
etmek.
mismanagement mis.man.age.mentisim kötü yönetim, kötü idare.
misplace one's confidence yanlış kimseye güvenmek.
misplace mis.place mîspleys' fiil yanlış yere koymak,
kaybetmek.
misprint mis.print mîsprînt' fiil yanlış basmak. isim baskı hatası.
mispronounce mis.pro.nounce mîsprınauns' fiil yanlış telaffuz etmek,
yanlış söylemek.
mispronunciation mis.pro.nun.ci.a.tion mîsprın^nsiyey'şın isim yanlış
söyleyiş, yanlış söyleniş, yanlış telaffuz.
misquotation mis.juota.tionisim yanlış aktarma.
misquote mis.juote mîskwot' fiil yanlış aktarmak, (birinin
sözünü) yanlış tekrarlamak.
misread mis.read mîsrid' fiil (misread) 1. yanlış okumak. 2.
yanlış yorumlamak.
misrepresent mis.rep.re.sent mîsreprîzent' fiil bile bile yanlış bir
şekilde tanıtmak.
misrepresentation mis.rep.re.sent.a.tionisim bile bile yanlış bir şekilde
tanıtma.
miss fire ateş almamak.
miss the mark hedefi tutturamamak. 2. tahmini yanlış çıkmak.
miss the point sorunu kavramamak.

845
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

miss miss mîs isim 1. konuşma dili genç kız. 2. büyük harf
ile Bayan, Matmazel (Soyadından önce gelir.).
misshape mis.shape mîs.şeyp' fiil kötü biçim vermek.
misshapen mis.shapensıfat biçimsiz, deforme olmuş.
missile mis.sile mîs'ıl, [İngiliz İngilizcesi] mîs'ayl isim 1. füze.
2. mermi. 3. atılan şey.
missing miss.ing mîs'îng sıfat eksik, olmayan, kayıp: There is a
page missing. Bir sayfa eksik.
mission mis.sion mîş'ın isim 1. özel görev. 2. askeri uçuş. 3.
politika misyon. 4. misyoner heyeti, misyon. 5. elçilik;
sefarethane.
missionary mis.sion.ar.y mîş'ıneri isim 1. misyoner, dinyayar,
dinyayıcı. 2. misyoner, misyon sahibi kimse. sıfat
misyoner.
missive mis.sive mî'sîv isim uzun mektup.
misspell mis.spell mîs.spel' fiil (misspelled/misspelt) imlasını
yanlış yazmak.
misspelled mis.spell.edsıfat imlası bozuk, yanlış yazılmış.
mist mist mîst isim 1. sis, duman, pus. 2. buhar, buğu. 3.
karartı. fiil 1. sisle kaplamak, sis basmak. 2. buğulamak;
buğulanmak. 3. çiselemek.
mistake mis.take mîsteyk' fiil (mistook, mistaken) 1. yanlış
anlamak. 2. for yanlışlıkla -e benzetmek, ile
karıştırmak: I mistook them for students. Onları
öğrencilerle karıştırdım.
mistaken mis.tak.en mîstey'kın fiil bakınız mistake sıfat yanlış,
yanlış fikre dayanan, hatalı.
mistakenly mis.tak.en.lyzarf yanlışlıkla.
Mister Mis.ter mîs'tır isim Bay, Efendi (Soyadından önce
gelir.).
mistletoe mis.tle.toe mîs'ılto isim ökseotu, burç, göğce.
mistook mis.took mîstûk' fiil bakınız mistake
mistranslate mis.trans.late mîstränsleyt' fiil yanlış çevirmek, yanlış
tercüme etmek.

846
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mistranslation mis.trans.la.tionisim yanlış çeviri.


mistreat mis.treat mîstrit' fiil 1. kötü kullanmak. 2. kötü
davranmak.
mistress mis.tress mîs'trîs isim 1. hanım, sahibe. 2. metres. 3.
İngiliz İngilizcesi kadın öğretmen.
mistrust mis.trust mîstr^st' isim güvensizlik, kuşku, şüphe. fiil
güvenmemek, hakkında kuşkulanmak/şüphe etmek.
mistrustful mis.trust.fulsıfat güvensiz, kuşkulu, şüpheli.
misty mistysıfat 1. sisli, dumanlı. 2. bulanık.
misunderstand mis.un.der.stand mîs^ndırständ' fiil (misunderstood)
yanlış anlamak, ters anlamak.
misunderstanding mis.un.der.stand.ingisim 1. yanlış anlama. 2.
anlaşmazlık.
misunderstood mis.un.der.stood mîs^ndırstûd' fiil bakınız
misunderstand sıfat yanlış anlaşılmış.
misuse mis.use mîsyuz' fiil 1. yanlış kullanmak. 2. kötüye
kullanmak.
mite mite mayt isim, zooloji akar.
miter mi.ter may'tır isim piskoposluk tacı.
mitigate mit.i.gate mît'ıgeyt fiil 1. yatıştırmak. 2. hafifletmek,
azaltmak.
mitigation mit.i.ga.tionisim hafifletme, azaltma.
mitosis mi.to.sis mayto'sîs isim, biyoloji mitoz, karyokinez.
mitral insufficiency tıbbi mitral yetersizlik.
mitral valve anatomi mitral kapakçık, ikili kapacık.
mitral mi.tral may'trıl sıfat, anatomi mitral.
mitre mi.tre may'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız miter
mitt mitt mît isim 1. beysbol eldiveni. 2. tek parmaklı
eldiven, kolçak. 3. argo el. 4. argo boks eldiveni.
mitten mit.ten mît'ın isim tek parmaklı eldiven, kolçak.
mix up karıştırmak.
mix mix mîks fiil 1. karıştırmak, birbirine karıştırmak;
karışmak: Oil and water won't mix. Yağ, su ile
karışmaz. 2. karmak. 3. into -e katmak. 4. melez elde

847
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

etmek için çiftleştirmek. 5. kaynaşmak, uyuşmak,


bağdaşmak: They do not mix well.
Anlaşamıyorlar./Uyuşamıyorlar.
mixed doubles tenis karışık çiftler.
mixed economy karma ekonomi.
mixed group karma grup.
mixed marriage değişik din veya ırktan kişilerin evlenmesi.
mixed mixed mîkst sıfat 1. karışık. 2. karma.
mixer mix.er mîk'sır isim 1. karıştırıcı. 2. mikser.
mixture mix.ture mîks'çır isim 1. karıştırma; karışma. 2. karma.
3. katma. 4. karışım: a mixture of salt and flour tuz ve
un karışımı.
mizzenmast miz.zen.mast mîz'ınmäst isim, denizcilikle ilgili mizana
direği, mizana.
mm. mm.kısaltma millimeter
mnemonic mne.mon.ic niman'îk sıfat hatırlamaya yardımcı olan,
belletici, bellemsel. isim belleteç.
mnemonics mne.mon.ics niman'îks isim mnemotekni.
mnemotechnics mne.mo.tech.nics nimotek'nîks isim mnemotekni,
belletmece.
moan moan mon fiil inlemek. isim inilti.
moat moat mot isim kale hendeği.
mob mob mab isim 1. kalabalık, izdiham. 2. ayaktakımı,
avam. 3. konuşma dili gangster çetesi. fiil (mobbed,
mobbing) güruh halinde saldırmak.
mobile mo.bile mo'bıl, [İngiliz İngilizcesi] mo'bayl sıfat 1.
devingen, hareket eden. 2. kolay değişen (çehre). 3.
değişken (fikir). 4. askeri seyyar (ordu).
mobilise mo.bi.lise mo'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
mobilize
mobility mo.bil.i.ty mobîl'ıti isim 1. devingenlik. 2. değişkenlik.
mobilize mo.bi.lize mo'bılayz fiil seferber etmek, harekete
geçirmek; seferber olmak, harekete geçmek.
mobster mob.ster mab'stır isim, argo gangster.

848
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

moccasin moc.ca.sin mak'ısîn isim mokasen.


mocha mo.cha mo'kı isim moka, Yemen kahvesi.
mock orange filbahri, filbahar.
mock mock mak isim 1. alay, eğlenme. 2. taklit, sahte şey.
sıfat sahte, kalp, taklit. fiil 1. alay etmek, alaya almak,
eğlenmek. 2. küçümsemek. 3. aldatmak. 4. taklidini
yapmak.

mockery mock.eryisim 1. alay. 2. taklit. 3. alay konusu.


mod. mod.kısaltma «moderate» modern
mode mode mod isim 1. müzik makam. 2. dilbilgisi kip. 3.
usul, tarz, üslup, şekil.
model mod.el mad'ıl isim 1. örnek, model. 2. kalıp. 3. resim,
plan. 4. örnek tutulacak kimse. 5. manken. sıfat 1.
model. 2. örnek. 3. örnek tutulmaya uygun. fiil
(modeled/modelled, modeling/modelling) 1. modelini
yapmak. 2. biçimlendirmek. 3. mankenlik yapmak.
moderate mod.er.ate mad'ırît sıfat 1. ılımlı. 2. orta, ikisi ortası.
isim ılımlı kimse.
moderation mod.er.a.tion madırey'şın isim 1. yatıştırma,
yumuşatma, azaltma, hafifletme; yatışma, yumuşama,
azalma, hafifleme. 2. ılımlılık.
moderator mod.er.a.tor mad'ıreytır isim 1. toplantı başkanı. 2.
fizik ılımlayıcı.
modern mod.ern mad'ırn sıfat modern, çağcıl; çağdaş. isim
modern kimse, çağcıl kimse.
modernise mod.ern.ise mad'ırnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
modernize
modernistic mod.ern.is.tic madırnîs'tîk sıfat sözümona modern.
modernity mo.der.ni.ty madır'nıti isim modernlik, çağcıllık.
modernize mod.ern.ize mad'ırnayz fiil modernleştirmek,
modernize etmek, çağcıllaştırmak, yenileştirmek.
modest mod.est mad'îst sıfat 1. alçakgönüllü. 2. gösterişsiz. 3.
ılımlı. 4. namuslu, iffetli.

849
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

modesty mod.estyisim 1. alçakgönüllülük. 2. ılımlılık. 3. iffet.


modicum mod.i.cum mad'ıkım isim bakınız a modicum of
modification mod.i.fi.ca.tion madıfıkey'şın isim 1. değiştirme. 2.
değişiklik.
modifier mod.i.fi.er mad'ıfayır isim 1. değiştiren şey. 2.
dilbilgisi niteleyen sözcük veya cümlecik.
modify mod.i.fy mad'ıfay fiil 1. biraz değiştirmek. 2. azaltmak,
hafifletmek. 3. dilbilgisi nitelemek.
modulate mod.u.late mac'ûleyt fiil 1. (konuşma ve şarkı
söylemede) ses perdesini gereğine göre değiştirmek, bir
tondan başka bir tona geçmek. 2. (sesi) yumuşatmak,
hafifleştirmek, tatlılaştırmak. 3. radyo modüle etmek.
module mod.ule mac'ul isim 1. modül. 2. ölçü birimi.
mohair mo.hair mo'her isim 1. tiftik. 2. tiftik kumaş.
Mohammed Mo.ham.med mohäm'îd isim bakınız Muhammad
moist moist moyst sıfat 1. nemli, rutubetli. 2. ıslak. 3. yaşlı
(göz).
moisten mois.ten moys'ın fiil nemlendirmek, ıslatmak;
nemlenmek, ıslanmak.
moisture mois.ture moys'çır isim nem, rutubet.
molar mo.lar mo'lır isim azıdişi.
molasses mo.las.ses mıläs'îz isim 1. pekmez. 2. melas.
mold public opinion kamuoyu oluşturmak.
mold mold mold isim kalıp. fiil şekil vermek,
biçimlendirmek.
Moldavia Mol.da.vi.a maldey'viyı, maldeyv'yı isim, tarih
Moldavya.
Moldavian isim, tarih Moldavyalı. sıfat, tarih 1. Moldavya,
Moldavya'ya özgü. 2. Moldavyalı.
moldiness mold.i.nessisim küf, küflülük.
molding mold.ing mol'dîng isim tiriz; pervaz; korniş; silme.
Moldova Mol.do.va môldo'vı isim Moldova.
Moldovan isim Moldovalı. sıfat 1. Moldova, Moldova'ya özgü. 2.
Moldovalı.

850
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

moldy moldysıfat küflü, küf bağlamış.


mole bean hintyağıbitkisinin tohumu. 2. hintyağıbitkisi, keneotu.
mole cricket danaburnu, kökkurdu.
mole mole mol isim dalgakıran, mendirek.
molecular mo.lec.u.lar mılek'yılır sıfat moleküler, özdeciksel.
molecule mol.e.cule mal'ıkyul isim molekül, özdecik, tozan,
zerre.
molehill mole.hill mol'hîl isim bakınız make a mountain out of a
molehill
molest mo.lest mılest' fiil -e cinsel tacizde bulunmak.
molestation mo.les.ta.tion molestey'şın isim 1. cinsel taciz. 2.
engelleme.
molester mo.lest.er mıles'tır isim cinsel tacizde bulunan kimse.
mollify mol.li.fy mal'ıfay fiil yumuşatmak, yatıştırmak.
mollycoddle mol.ly.cod.dle mal'ikadıl isim muhallebi çocuğu,
hanım evladı. fiil üstüne titremek.
Molotov cocktail molotofkokteyli.
Molotov Mo.lo.tov ma'lıtôf sıfat bakınız Molotov cocktail
molt molt molt fiil 1. tüylerini dökmek. 2. deri değiştirmek.
molten mol.ten mol'tın fiil, eski bakınız melt sıfat 1. erimiş. 2.
dökme.
Molucca Mo.luc.ca mıl^k'ı sıfat Molük, Molük Adaları'na özgü.
Moluccan isim Molüklü. sıfat 1. Molük, Molük Adaları'na özgü. 2.
Molüklü.
mom mom mam isim, konuşma dili anne.
moment of truth karar anı, kritik an.
moment mo.ment mo'mınt isim 1. an. 2. önem. 3. fizik moment.
momentary mo.ment.arysıfat 1. bir an süren, bir anlık. 2. geçici,
çok az süren.
momentous mo.men.tous momen'tıs sıfat önemli, ciddi.
momentum mo.men.tum momen'tım isim, fizik
(momentums/momenta) moment.
mommy mom.my mam'i isim, konuşma dili anne.

851
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Monacan Mon.a.can man'ıkın, mınak'ın isim Monakolu. sıfat 1.


Monako, Monako'ya özgü. 2. Monakolu.
Monaco Mon.a.co man'ıko, mına'ko isim Monako.
monarch mon.arch man'ırk isim kral, hükümdar.
monarchy mon.archyisim monarşi, tekerklik.
monastery mon.as.ter.y man'ısteri isim manastır.
monastic mo.nas.tic mınäs'tîk sıfat manastıra veya manastır
hayatına özgü. isim keşiş.
monasticism mo.nas.tic.ismisim manastır hayatı veya sistemi.
Monday Mon.day m^n'di, m^n'dey isim pazartesi.
Monegasque Mon.e.gasjue manıgäsk' isim Monakolu. sıfat 1.
Monako, Monako'ya özgü. 2. Monakolu.
monetary mon.e.tar.y man'ıteri, m^n'ıteri sıfat parayla ilgili,
parasal, para ....
money belt para taşımaya elverişli kuşak.
Money is no object. İş parada değil./Para önemli değil.
money market para piyasası.
money on deposit bankadaki para, mevduat.
money order para havalesi.
money plant denizlahanası, ayotu.
money mon.ey m^n'i isim para.
moneybags mon.ey.bags m^n'ibägz isim, argo zengin kimse, para
babası.
moneychanger mon.ey.chang.er m^n'içeyncır isim sarraf.
moneyed mon.ey.edsıfat paralı.
moneylender mon.ey.lend.er m^n'ilendır isim faizci, tefeci.
moneyless mon.ey.lesssıfat parasız.
monger mon.ger mang'gır isim, İngiliz İngilizcesi satıcı.
Mongol Mon.gol mang'gıl isim Moğol, Moğol halkından biri.
sıfat Moğol, Moğollara özgü.
Mongolia Mon.go.li.a mang.go'liyı, mang.gol'yı isim Moğolistan.
Mongolian isim 1. Moğol, Moğolistan halkından biri. 2. Moğolca.
sıfat 1. Moğol. 2. Moğolca.
mongolism mon.gol.ism man'gılîzım isim mongolizm.

852
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mongrel mon.grel mang'grıl isim melez köpek veya başka


hayvan. sıfat melez (köpek, hayvan).
monism mon.ism man'îzım, mo'nîzım isim, felsefe monizm,
tekçilik.
monist mon.ist man'îst, mo'nîst isim, felsefe monist, tekçi.
monitor mon.i.tor man'ıtır isim 1. televizyon monitör. 2. sınıf
başkanı. 3. izleme veya gözlem sistemi.
monk monk m^ngk isim keşiş.
monkey about with ile oynamak, -i ellemek.
monkey about oynamak, oyalanmak.
monkey around with ile oynamak, -i ellemek.
monkey around oynamak, oyalanmak.
monkey business dalavere, dolap, düzenbazlık.
monkey puzzle botanik şiliarokaryası.
monkey with ile oynamak, -i ellemek.
monkey wrench ingilizanahtarı.
monkey mon.key m^ng'ki isim maymun.
monkfish monk.fish m^ngk'fîş isim kelerbalığı.
monkshood monks.hood m^ngks'hûd isim, botanik kurtboğan,
fırtınakülahı.
mono mon.o man'o isim, konuşma dili intani mononükleoz,
monositli anqin.
monobloc mon.o.bloc man'ıblak isim tekgövde, monoblok.
monochromatic mon.o.chro.mat.ic manıkromät'îk sıfat tekrenkli,
monokrom.
monochrome monitor bilgisayar tekrenkli monitör.
monochrome mon.o.chrome man'ıkrom isim tekrenkli resim. sıfat
tekrenkli, monokrom.
monochromous mon.o.chro.mous manıkro'mıs sıfat bakınız
monochromatic
monocle mon.o.cle man'ıkıl isim tekgözlük, monokl.
monogamous monogamoussıfat tekeşli, monogam.
monogamy mo.nog.a.my mınag'ımi isim tekeşlilik, monogami.
monogenesis mon.o.gen.e.sis manıcen'ısîs isim tekkaynakçılık.

853
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

monogram mon.o.gram man'ıgräm isim monogram.


monograph mon.o.graph man'ıgräf isim monografi, tekyazı.
monolog mon.o.log man'ılag isim monolog.
monologue mon.o.logue man'ılôg isim monolog.
mononuclear mon.o.nu.cle.ar manınu'kliyır sıfat tekçekirdekli.
mononucleosis mon.o.nu.cle.o.sis manonukliyo'sîs, manınukliyo'sîs
isim (mononucleoses) 1. intani mononükleoz, monositli
anjin. 2. mononükleoz.
monopolise mo.nop.o.lise mınap'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız monopolize
monopolist mo.nop.o.list mınap'ılîst isim tekelci.
monopolistic mo.nop.o.list.icsıfat tekelci.
monopolize the conversation başka kimseyi konuşturmamak.
monopolize mo.nop.o.lize mınap'ılayz fiil tekeline almak.
monopoly mo.nop.o.ly mınap'ıli isim tekel, inhisar, monopol.
monotheism mon.o.the.ism man'ıthiyîzım isim tektanrıcılık,
monoteizm.
monotheist mon.o.the.istisim tektanrıcı, monoteist.
monotheistic mon.o.the.ist.icsıfat tektanrıcılıkla ilgili.
monotone mon.o.tone man'ıton isim bakınız in a monotone
monotonous mo.not.o.noussıfat tekdüze, monoton.
monotony mo.not.o.ny mınat'ıni isim tekdüzelik, monotonluk.
monotype mon.o.type man'ıtayp isim monotip.
monsoon mon.soon mansun' isim muson.
monster mon.ster man'stır isim 1. canavar. 2. ucube. 3. dev gibi
şey veya kimse. sıfat çok büyük, koskoca, muazzam;
dev gibi.
monstrosity mon.stros.i.ty manstras'ıti isim ucube, devasa ve çok
çirkin şey.
monstrous mon.strous man'strıs sıfat 1. acayip/korkunç derecede
büyük; devasa ve çok çirkin, ucube gibi. 2. çok
korkunç, korkunç derecede kötü.
montage mon.tage mantaq' isim 1. fotomontaq. 2. televizyon
montaq.

854
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Montenegrin Mon.te.ne.grin mantıni'grîn isim Karadağlı. sıfat 1.


Karadağ, Karadağ'a özgü. 2. Karadağlı.
Montenegro Mon.te.ne.gro mantıni'gro isim Karadağ.
month month m^nth isim ay.
monthly month.lysıfat 1. ayda bir olan. 2. aylık. isim aylık
dergi. zarf ayda bir.
monument mon.u.ment man'yımınt isim 1. anıt, abide. 2. eser.
monumental mon.u.ment.alsıfat 1. anıtsal. 2. muazzam, koskoca. 3.
güzel sanatlar aslından büyük.
moo moo mu fiil böğürmek. isim böğürme.
mood mood mud isim, dilbilgisi kip.
moody moodysıfat 1. birdenbire bambaşka bir ruh haline
geçebilen, ruhsal açıdan aniden değişebilen. 2. canı
sıkkın.
moon moon mun isim ay. fiil, konuşma dili about/around
dalgın dalgın gezinmek.
moonbeam moon.beam mun'bim isim ay ışını.
moonlight moon.light mun'layt isim ay ışığı, mehtap.
moonlighting moon.light.ing mun'laytîng isim, argo asıl işinden
başka bir işte de çalışma.
moonrise moon.rise mun'rayz isim ayın doğması.
moonstruck moon.struck mun'str^k sıfat aysar, çılgın, deli.
moonwalk moon.walk mun'wôk isim ayda yürüyüş.
moor moor mûr isim, İngiliz İngilizcesi engebeli ve ağaçsız
arazi.
moorings moor.ingsisim 1. palamar takımı. 2. geminin
bağlanacağı yer.
moose moose mus isim, zooloji (moose) mus.
moot moot mut sıfat tartışmalı.
mop one's brow alnının terini silmek.
mop the floor with (bir tartışma veya oyunda) -i bozguna uğratmak.
mop up paspaslamak. 2. askeri düşmanı temizlemek.

855
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mop mop map isim 1. saplı tahta bezi, paspas. 2. karışık ve


taranmamış saç. fiil (mopped, mopping) paspas
yapmak, paspaslamak, bezle silmek.
mope mope mop fiil 1. üzüntülü olmak. 2. üzmek.
moraine mo.raine mıreyn' isim, jeoloji moren, buzultaş.
moral defeat manevi yenilgi.
moral principle ahlak kuralı.
moral support manevi destek.
moral victory manevi zafer.
moral mor.al môr'ıl sıfat 1. ahlaksal, ahlaki, törel. 2. ahlak
prensiplerine bağlı, namuslu. 3. ahlak kurallarına uyan.
4. (cinsel açıdan) namuslu.
morale mo.rale mıräl', môräl' isim moral, içgücü.
moralise mor.al.ise môr'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
moralize
moralize mor.al.ize môr'ılayz fiil 1. ahlaki yönlerini açıklamak, -
den ahlak dersi çıkarmak. 2. ahlakını düzeltmek.
morass mo.rass mıräs', môräs' isim 1. bataklık, batak. 2.
güçlük, engel.
moratorium mor.a.to.ri.um môrıtor'iyım isim moratoryum.
moray eel murana.
moray mo.ray mo'rey, mırey' isim, zooloji murana.
morbid mor.bid môr'bîd sıfat 1. ürkütücü ve marazi konulara
aşırı ilgi duyan. 2. hastalıklı, marazi.
mordant mor.dant môr'dınt sıfat acıtıcı, acı veren, keskin.
more or less oldukça, az çok. 2. aşağı yukarı.
More power to him! Allah gücünü artırsın!/Tebrikler!
more than one birden fazla.
more more môr sıfat 1. daha çok, daha fazla: He needs more
money. Daha çok paraya ihtiyacı var. 2. daha: one more
time bir kez daha. five more bananas beş muz daha. zarf
1. (than) (-den) daha. 2. (than) (-den) daha çok.
Morea Mo.re.a môri'yı isim bakınız the Morea

856
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Morean Mo.re.an môri'yın isim Moralı. sıfat 1. Mora, Mora'ya


özgü. 2. Moralı.
morello cherry vişne.
moreover more.o.ver môro'vır zarf bundan başka, ayrıca, üstelik.
morgue morgue môrg isim morg.
moribund mor.i.bund môr'ıbınd sıfat 1. ölmek üzere olan, can
çekişen. 2. çok sönük, zayıf.
morning coat jaketatay, ceketatay.
morning dress jaketatay ve çizgili pantolon.
morning glory kahkahaçiçeği, gündüzsefası.
morning sickness hamilelikte sabah bulantısı.
morning star sabah yıldızı.
morning morn.ing môr'nîng isim sabah.
mornings morn.ingszarf, konuşma dili sabahları.
Moroccan isim Faslı. sıfat 1. Fas, Fas'a özgü. 2. Faslı.
Morocco Mo.roc.co mırak'o isim Fas.
moron mo.ron môr'an isim 1. kısmen geri zekâlı kimse. 2.
konuşma dili kuş beyinli, gerzek.
morose mo.rose mıros' sıfat marazi, somurtkan, suratsız.
morpheme mor.pheme môr'fim isim, dilbilim morfem, biçimbirim.
morphine mor.phine môr'fin isim, kimya morfin.
morphological mor.pho.log.i.cal môrfılac'îkıl sıfat morfoloqik.
morphology mor.phol.o.gy môrfal'ıci isim, biyoloji, dilbilim
biçimbilim, yapıbilim, morfoloqi.
Morse code Mors alfabesi.
Morse Morse môrs isim bakınız Morse code
morsel mor.sel môr'sıl isim lokma, parça.
mortal enemies birbirinin can düşmanı.
mortal mor.tal môr'tıl sıfat 1. ölümlü, fani. 2. öldürücü. 3.
ölümcül. isim insan, insanoğlu.
mortality mor.tal.i.ty môrtäl'ıti isim 1. ölümlülük, fanilik. 2.
büyük ölçüde can kaybı. 3. ölüm oranı.
mortar mor.tar môr'tır isim 1. havan. 2. havan topu. 3. kireçli
harç. fiil harç ile sıvamak.

857
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mortgage mort.gage môr'gîc isim ipotek. fiil ipotek etmek.


mortice mor.tice môr'tîs isim bakınız mortise
mortician mor.ti.cian môrtîş'ın isim cenaze levazımatçısı.
mortification mor.ti.fi.ca.tion môrtıfıkey'şın isim 1. küçük düşme. 2.
çile. 3. tıbbi kangren.
mortify the flesh nefsin isteklerini kırmak.
mortify mor.ti.fy môr'tıfay fiil 1. küçük düşürmek, mahcup
etmek. 2. tıbbi kangrenleştirmek; kangren olmak.
mortise mor.tise môr'tîs isim zıvana, yuva.
mortuary mor.tu.ar.y môr'çuweri isim morg.
mosaic mo.sa.ic mozey'îk isim, sıfat mozaik.
Moslem Mos.lem maz'lım, mas'lım sıfat, isim bakınız Muslim
mosque mosjue mask isim cami, mescit.
mosquito net cibinlik.
mosquito netting cibinlik kumaşı.
mosquito mos.jui.to mıski'to isim sivrisinek.
moss moss môs, mas isim yosun.
mossy mossysıfat yosunlu.
Most of it is true. Büyük bir kısmı doğru./Çoğu doğru.
Most people think so. Çoğu kimse böyle düşünüyor.
most most most sıfat 1. çoğu, pek çok: Most of these people
spend their evenings watching television. Bu insanların
çoğu gece televizyon izler. 2. en çok, en fazla: Who's
got the most money? En çok para kimde? zarf 1. en çok:
Which one did you like most? En çok hangisini
beğendin? 2. en: That's the most beautiful one I've ever
seen. Şimdiye kadar gördüklerimin en güzeli o. 3.
konuşma dili çok. isim en fazla miktar, en büyük kısım.
mostly most.lyzarf 1. çoğunlukla, çoğu kez. 2. genellikle. 3. en
çok.
mote mote mot isim zerre, tanecik, parçacık.
motel mo.tel motel' isim motel.
moth moth môth, math isim 1. güve. 2. pervane.

858
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mothball moth.ball môth'bôl isim naftalin topu. fiil (gemiyi)


kullanımdan çıkarıp tekrar kullanılıncaya kadar
muhafaza altında tutmak; (fabrikanın) faaliyetine son
verip tekrar kullanılıncaya kadar muhafaza altında
tutmak.
moth-eaten moth-eat.en môth'itın sıfat güve yemiş.
mother country anayurt, anavatan.
mother tongue anadili.
mother moth.er m^dh'ır isim anne, ana. fiil annelik etmek.
motherboard moth.er.board m^dh'ırbôrd isim, bilgisayar ana levha.
motherhood moth.er.hood m^dh'ırhûd isim annelik, analık.
mother-in-law moth.er-in-law m^dh'ırînlô isim kayınvalide, kaynana.
motherly moth.er.lysıfat 1. ana gibi. 2. anaya yakışır.
mother-of-pearl moth.er-of-pearl m^dh'ırıvpırl' isim sedef.
Mother's Day Anneler Günü.
mothproof moth.proof môth'pruf sıfat güve yemez.
motif mo.tif motif' isim motif.
motion picture sinema film.
motion mo.tion mo'şın isim 1. hareket, devinim. 2. teklif,
önerge. fiil el ile işaret etmek.
motionless mo.tion.lesssıfat hareketsiz.
motivate mo.ti.vate mo'tıveyt fiil harekete geçirmek, sevketmek.
motivation mo.ti.va.tionisim 1. harekete getirme. 2. motivasyon,
güdülenme. 3. güdü.
motive mo.tive mo'tîv isim 1. güdü, neden. 2. müzik motif.
sıfat 1. hareket ettirici, devindirici, itici. 2. güdüsel.
motley mot.ley mat'li sıfat 1. çeşitli kısımlardan oluşmuş,
birbirine benzemez, karmakarışık. 2. karışık renkli,
alaca, rengârenk.
motor launch motorlu sandal, motorbot, motor.
motor police motosikletli polis.
motor mo.tor mo'tır isim 1. motor. 2. İngiliz İngilizcesi
otomobil. sıfat 1. hareket ettirici. 2. motorlu. 3. tıbbi

859
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hareket kaslarına ait. 4. devimsel, hareki. fiil otomobille


gitmek; otomobille götürmek.
motorbike mo.tor.bike mo'tırbayk isim motosiklet.
motorboat mo.tor.boat mo'tırbot isim motorbot, deniz motoru,
motor.
motorcade mo.tor.cade mo'tırkeyd isim araba konvoyu.
motorcar mo.tor.car mo'tırkar isim, İngiliz İngilizcesi otomobil.
motorcycle mo.tor.cy.cle mo'tırsaykıl isim motosiklet.
motorise mo.tor.ise mo'tırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
motorize
motorist mo.tor.istisim sürücü.
motorize mo.tor.izefiil motor ile donatmak, motorize etmek.
motorman mo.tor.man mo'tırmın isim (motormen) vatman.
motorway mo.tor.way mo'tırwey isim karayolu, otoban, otoyol.
mottle mot.tle mat'ıl fiil beneklemek, alacalamak.
mottled mot.tledsıfat benekli, alacalı.
motto mot.to mat'o isim (mottos/mottoes) özdeyiş, özlü söz,
vecize.
mould mould mold isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız mold
moult moult molt fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız molt
mound mound maund isim 1. tümsek, tepecik, küme. 2. höyük.
3. yığın.
mount a production of (oyunu) sahneye koymak.
mount guard nöbet tutmak.
Mount Sinai Sina Dağı.
mount mount maunt isim dağ, tepe.
mountain chain sıradağ, sıradağlar.
mountain range dağ silsilesi.
mountain moun.tain maun'tın isim 1. dağ. 2. yığın.
mountaineer moun.tain.eerisim 1. dağlı kimse. 2. dağcı.
mountainous moun.tain.oussıfat 1. dağlık. 2. dağ gibi, çok büyük,
çok iri.
mounted gem kakma taş.
mounted police atlı polis.

860
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mounted troops süvari, atlı asker.


mounted mount.ed maun'tîd sıfat 1. ata binmiş, atlı. 2. takılı,
hazır. 3. kakılmış, kakma.
mourn mourn môrn fiil 1. yas tutmak, matem tutmak. 2.
kederlenmek.
mourner mourn.erisim yaslı kimse.
mournful mourn.fulsıfat 1. kederli, üzgün. 2. yaslı. 3. acıklı,
dokunaklı.
mourning mourn.ingisim 1. yas tutma. 2. yas, matem. 3. matem
elbisesi. 4. yas süresi.
mouse mouse maus isim (mice) 1. fare, sıçan. 2. bilgisayar
fare.
mousetrap mouse.trap maus'träp isim 1. fare kapanı. 2. tuzak.
mouth organ mızıka, armonika.
mouth mouth maudh fiil 1. söylemek. 2. dudaklarını oynatarak
(bir şey) söyler gibi yapmak.
mouthful mouth.ful mauth'fûl isim 1. ağız dolusu. 2. lokma. 3.
konuşma dili söylenişi güç sözcük.
mouthpiece mouth.piece mauth'pis isim 1. ağızlık. 2. sözcü.
mouthwash mouth.wash mauth'wôş isim gargara.
movable feast Hristiyanlık her yıl değişik bir tarihe rastlayan yortu.
movable mov.a.ble mu'vıbıl sıfat 1. kımıldayabilen, hareket
edebilen. 2. taşınabilir. 3. tarihi değişen (yortu). 4.
hukuk taşınır, menkul. isim, çoğul, hukuk taşınır mallar,
menkuller.
move down (öğrenciyi) bir alt sınıfa indirmek; bir alt sınıfa inmek.
move heaven and earth konuşma dili mümkün olan her şeyi yapmak.
move in eve taşınmak. 2. içeri girmek.
move on ileri gitmek.
move out evden taşınmak. 2. dışarı çıkmak.
move up (öğrenciyi) bir üst sınıfa yükseltmek; bir üst sınıfa
yükselmek.
move move muv fiil 1. kımıldatmak, oynatmak, hareket
ettirmek; kımıldamak, oynamak, hareket etmek: My

861
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

right leg is paralyzed; I can't move it. Sağ bacağım felç


oldu; hareket ettiremiyorum. Don't move! Kımıldama!
2. taşımak, nakletmek; taşınmak: She plans to move this
table into the kitchen. Bu masayı mutfağa taşımayı
düşünüyor. Fatma has moved to her summer place in
Gümüşköy. Fatma, Gümüşköy'deki yazlığına taşındı. 3.
önermek, teklif etmek: I move that the meeting be
adjourned. Toplantının sona erdirilmesini öneriyorum.
4. etkilemek, dokunmak: His story deeply moved me.
Onun öyküsü beni derinden etkiledi. 5. gayrete
getirmek. 6. harekete getirmek. 7. (satranç veya dama
taşını) yürütmek, sürmek. 8. (bağırsaklar) işlemek;
işletmek. 9. satmak; sattırmak: It's difficult to move
these high-priced books. Bu pahalı kitapları satmak zor.
10. kalkmak, ilerlemek, ileri gitmek. isim 1. hareket,
kımıldanma. 2. taşınma. 3. dama taş sürme. 4. dama
oynama sırası.
moveable move.a.ble mu'vıbıl sıfat, isim bakınız movable
movement move.ment muv'mınt isim 1. hareket, kımıldanma. 2.
akım, hareket: the women's liberation movement
kadınların özgürlüğü hareketi. 3. askeri manevra. 4.
saatin makinesi veya parçaları. 5. müzik bölüm. 6.
bağırsakların işlemesi.
movie house sinema.
movie mov.ie mu'vi isim, sinema film.
moving day taşınma günü.
moving picture sinema film.
moving platform hareket eden platform.
moving mov.ing mu'vîng sıfat 1. hareket eden, devingen,
oynak. 2. ilerleyen. 3. harekete geçiren. 4. etkileyici,
dokunaklı.
movingly mov.ing.lyzarf etkileyici bir şekilde, dokunaklı olarak.
mow mow mo fiil (mowed, mown) 1. biçmek. 2. down (top
veya tüfek ateşiyle) toptan öldürmek/biçmek.

862
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Mozambican Mo.zam.bi.can mozımbi'kın, mozämbi'kın isim


Mozambikli. sıfat 1. Mozambik, Mozambik'e özgü. 2.
Mozambikli.
Mozambique Mo.zam.bijue mozämbik' isim Mozambik.
Mozambiquean isim Mozambikli. sıfat 1. Mozambik, Mozambik'e
özgü. 2. Mozambikli.
MP MPkısaltma Military Police
Mr. Mr. mîs'tır isim Bay (Soyadından önce kullanılır.).
Mrs. Mrs. mîs'îz isim Bayan (Evli kadının soyadından önce
kullanılır.).
MS. MS., ms. em'es' kısaltma manuscript
Mt. Mt., mt.kısaltma «mount» mountain
much as her ne kadar ... ise de, ise de: Much as I would like to I
can't go. Gitmek istesem de gidemem.
much less şöyle dursun: I can't walk, much less run. Koşmak şöyle
dursun, yürüyemiyorum.
much the same hemen hemen aynı.
much much m^ç sıfat (more, most) çok, epey, hayli: There's
much work still to be done. Hâlâ yapacak epey iş var.
zarf 1. çok, epey, hayli, pek: I'm feeling much better.
Kendimi çok daha iyi hissediyorum. She is much
admired. Çok beğeniliyor. I didn't much like that play.
O oyunu pek beğenmedim. 2. aşağı yukarı, hemen
hemen. isim 1. çok şey, çok miktarda şey. 2. önemli
şey.
muck muck m^k isim 1. pislik. 2. çamur. 3. gübre, yaş gübre.
fiil 1. gübrelemek. 2. konuşma dili up kirletmek,
pisletmek.
muckrake muck.rake m^k'reyk fiil (önemli birine) çamur atmak.
mucus mu.cus myu'kıs isim 1. sümük. 2. balgam.
mud mud m^d isim 1. çamur. 2. kötü söz veya iftira.
muddle along iyi kötü geçinip gitmek. 2. yanılmalara karşın bir işten
sıyrılıp çıkmak.

863
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

muddle on iyi kötü geçinip gitmek. 2. yanılmalara karşın bir işten


sıyrılıp çıkmak.
muddle through İngiliz İngilizcesi her şeye karşın gemisini kurtarmak.
muddle mud.dle m^d'ıl fiil 1. karmakarışık etmek. 2.
sersemletmek. 3. up yüzüne gözüne bulaştırmak. isim 1.
karışıklık. 2. sersemlik. 3. karmakarışık iş.
muddleheaded mud.dle.head.ed m^d'ılhedîd sıfat sersem.
muddy mud.dy m^d'i sıfat 1. çamurlu. 2. bulanık, kirli, pis. 3.
karışık. fiil 1. çamurlamak, çamura bulamak. 2.
bulandırmak.
mudguard mud.guard m^d'gard isim çamurluk.
mudslinger mud.sling.er m^d'slîngır isim, politika rakibine çamur
atan kimse.
muezzin mu.ez.zin myuwez'în isim müezzin.
muff muff m^f fiil 1. becerememek, yüzüne gözüne
bulaştırmak. 2. spor (topu) kaçırmak.
muffin muf.fin m^f'în isim şamkurabiyesine benzeyen ufak,
yuvarlak ve tatlı bir ekmek türü.
muffle oneself up sarınıp sarmalanmak.
muffle muf.fle m^f'ıl fiil 1. in/with -e sarınmak. 2. up sarınıp
sarmalanmak; sarıp sarmalamak. 3. (bir şeyi) ses
çıkarmayacak şekilde örtmek/sarmak.
muffler muf.fler m^f'lır isim 1. susturucu. 2. boyun atkısı.
mufti muf.ti m^f'ti isim müftü.
mug mug m^g fiil (mugged, mugging) saldırıp soymak.
mugger mug.ger m^g'ır isim hinttimsahı.
muggy mug.gy m^g'i sıfat sıcak ve rutubetli, kapalı, sıkıntılı
(hava).
Muhammad Mu.ham.mad mûhäm'ıd isim Hz.Muhammed.
mulatto mu.lat.to mılät'o, myûlät'o isim beyaz ile zenci melezi
kimse.
mulberry mul.ber.ry m^l'beri, m^l'bıri isim dut.
mule mule myul isim 1. katır. 2. konuşma dili çok inatçı
kimse.

864
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mulish mul.ishsıfat inatçı, katır gibi.


mulishly mul.ish.lyzarf inatla.
mull mull m^l isim ince muslin kumaş.
mullah mul.lah m^l'ı, mûl'ı isim molla.
mullein mul.lein m^l'ın isim, botanik sığırkuyruğu.
mullion mul.lion m^l'yın isim pencere tirizi. fiil tirizlerle
ayırmak.
multi- multi-önek çok, mülti-.
multicellular mul.ti.cel.lu.lar m^ltîsel'yılır sıfat çokgözeli,
çokhücreli.
multidimensional mul.ti.di.men.sion.al m^ltîdîmen'şınıl sıfat çokboyutlu.
multifarious mul.ti.far.i.ous m^ltıfer'iyıs sıfat çok çeşitli, türlü türlü.
multiform mul.ti.form m^l'tıfôrm sıfat çokbiçimli, çokşekilli.
multilateral mul.ti.lat.er.al m^ltîlät'ırıl sıfat 1. çok yanlı, çok taraflı.
2. hukuk çok taraflı.
multilingual mul.ti.lin.gual m^ltîlîng'gwıl sıfat çokdilli, çok dil
bilen.
multimillionaire mul.ti.mil.lion.aire m^ltîmîlyıner' isim mültimilyoner.
multinational mul.ti.na.tion.al m^ltînäş'ınıl sıfat çokuluslu.
multiple mul.ti.ple m^l'tıpıl sıfat 1. birçok, çok yönlü. 2.
katmerli. isim, matematik katsayı.
multiplicand mul.ti.pli.cand m^ltıplıkänd' isim, matematik çarpılan.
multiplication table çarpım tablosu.
multiplication mul.ti.pli.ca.tion m^ltıplıkey'şın isim 1. çoğaltma;
çoğalma. 2. matematik çarpma, çarpım.
multiplicity mul.ti.plic.i.ty m^ltıplîs'ıti isim çokluk, çeşitlilik.
multiplier mul.ti.pli.er m^l'tıplayır isim, matematik çarpan.
multiply mul.ti.ply m^l'tıplay fiil 1. çoğaltmak, artırmak;
çoğalmak, artmak. 2. matematik çarpmak. 3. biyoloji
üremek.
multitude mul.ti.tude m^l'tıtud isim 1. kalabalık, halk yığını. 2.
çokluk.
multitudinous mul.ti.tu.di.nous m^ltıtu'dınıs sıfat çok, pek çok.
multi-user mul.ti-us.er m^l'tıyuzır isim, bilgisayar çoklu kullanıcı.

865
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mum mum m^m isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili anne.


mumble mum.ble m^m'bıl fiil mırıldanmak. isim mırıltı.
mummification mummificationisim 1. mumyalama, mumya yapma. 2.
mumyalaşma.
mummify mum.mi.fy m^m'ıfay fiil 1. mumyalamak. 2.
mumyalaşmak.
mummy mum.my m^m'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
anne.
mumps mumps m^mps isim, çoğul, tıbbi kabakulak.
Mum's the word! Hiç kimseye söyleme!
Mum's the word. Sakın kimseye söyleme.
munch munch m^nç fiil kıtır kıtır yemek, hapır hupur yemek.
mundane mun.dane m^n'deyn' sıfat 1. günlük, olağan, sıradan. 2.
dünyaya ait, dünyevi.
municipal mu.nic.i.pal myunîs'ıpıl sıfat belediyeye ait, belediye.
municipality mu.nic.i.pal.ity myunîsıpäl'ıti isim belediye.
munificence mu.nif.i.cenceisim cömertlik.
munificent mu.nif.i.cent myunîf'ısınt sıfat cömert, eliaçık.
munitions mu.ni.ti.ons myunîş'ınz isim, çoğul savaş gereçleri.
mural mu.ral myûr'ıl sıfat 1. duvara ait. 2. duvara asılan. 3.
duvar gibi. isim duvar resmi.
murder in the first degree kasten adam öldürme.
murder mystery cinai roman.
murder mur.der mır'dır isim 1. cinayet, adam öldürme. 2.
konuşma dili baş belası, işkence. fiil 1. katletmek,
öldürmek. 2. konuşma dili bozmak, berbat etmek:
murder a piece of music bir müzik parçasını berbat
etmek.
murderer mur.der.erisim katil.
murderess mur.der.essisim kadın katil.
murderous mur.der.oussıfat 1. öldürücü, ölüm saçan, kanlı. 2.
tehlikeli.
murk murk mırk isim karanlık, kasvet.

866
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

murky murk.y mır'ki sıfat 1. karanlık, kasvetli. 2. bulutlu,


bulanık. 3. belirsiz, anlaşılması güç.
murmur mur.mur mır'mır isim 1. mırıldanma, mırıltı. 2.
söylenme, şikâyet. 3. çağıltı; uğultu. 4. hırıltı, üfürüm.
fiil 1. mırıldanmak. 2. söylenmek, homurdanmak. 3.
çağıldamak; uğuldamak.
muscle mus.cle m^s'ıl isim kas, adale.
muscular mus.cu.lar m^s'kyılır sıfat 1. kaslı, adaleli. 2. kasa ait.
muse muse myuz fiil düşünceye dalmak, derin derin
düşünmek.
museum mu.se.um myuzi'yım isim müze.
mush mush m^ş isim 1. mısır unu lapası. 2. lapa gibi şey. 3.
konuşma dili aşırı duygusallık.
mushroom cloud (özellikle nükleer patlama sonucunda) mantar şeklinde
yükselen bulut.
mushroom growth birdenbire büyüyüp yayılma, mantar gibi büyüme.
mushroom mush.room m^ş'rum, m^ş'rûm isim mantar. sıfat
mantarımsı. fiil hızla büyümek, mantar gibi büyümek;
(yapılar) mantar gibi bitmek.
mushy mush.y m^ş'i sıfat 1. lapa gibi. 2. konuşma dili aşırı
duygusal.
music book müzik nota kitabı.
music box müzik müzik kutusu.
music hall müzik müzikhol. 2. tiyatro vodvil.
music stand müzik nota sehpası.
music mu.sic myu'zîk isim, müzik müzik; musiki.
musical mu.si.cal myu'zîkıl sıfat, müzik 1. müziğe ait; müzikle
ilgili, müzikal. 2. ahenkli, uyumlu. 3. müziksever. 4.
bestelenmiş. isim, müzik müzikal.
musician mu.si.cian myuzîş'ın isim, müzik 1. müzisyen. 2.
çalgıcı.
musicologist mu.si.col.o.gist myuzîkal'ıcîst isim, müzik
müzikbilimci, müzikolog.

867
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

musicology mu.si.col.o.gy myuzîkal'ıci isim, müzik müzikbilim,


müzikoloqi.
musk ox misköküzü, misksığırı.
musk musk m^sk isim 1. misk. 2. misk kokusu.
musket mus.ket m^s'kît isim (eski model) tüfek.
muskmelon musk.mel.on m^sk'melın isim şamama, miskkavunu.
muskrat musk.rat m^sk'rät isim misksıçanı, miskfaresi.
Muslim calendar Hicri takvim.
Muslim Mus.lim m^z'lîm isim, sıfat Müslüman.
muslin mus.lin m^z'lîn isim muslin.
muss muss m^s isim karışıklık. fiil 1. up -i buruşturmak. 2.
up -i karıştırmak, -i altüst etmek, -i bozmak.
mussel mus.sel m^s'ıl isim midye.
must must m^st yardımcı fiil 1. Şart belirtir: You must do it.
Onu yapman şart. 2. Gereklilik belirtir: You must do it.
Onu yapman lazım. 3. Kuvvetli bir tahmin belirtir: You
must be freezing. Dondun herhalde. Ahmet must have
done it. Herhalde Ahmet yaptı./Ahmet yaptı demek. 4.
Kızgınlık, yakınma veya istihza belirtir: Despite being
warned she must go and try it. İhtar edilmesine rağmen
yine de gidip onu denedi. 5. Kararlılık belirtir: If you
must go, do so after the children have gone to bed.
Gitmeyi kafana koydunsa bari çocuklar yattıktan sonra
git. 6. -meli, -malı: You must come to see us. Bizi
ziyaret etmelisin. isim, konuşma dili şart, zaruri bir şey:
In the summer a mosjuito net is a must. Yazın cibinlik
şart.
mustache mus.tache mıstäş', m^s'täş isim bıyık.
mustang mus.tang m^s'täng isim, Amerikan İngilizcesi
(A.B.D.'nin batısına özgü) yabani at.
mustard greens hardal yaprakları.
mustard mus.tard m^s'tırd isim hardal.
muster mus.ter m^s'tır fiil 1. toplamak; toplanmak. 2. askeri
içtima yapmak. isim, askeri içtima.

868
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mustn't must.n't m^s'ınt kısaltma must not .


musty must.y m^s'ti sıfat küflü; küf kokulu.
mutable mu.ta.ble myu'tıbıl sıfat 1. değişebilir, değişken. 2.
dönek, kararsız.
mutant mu.tant myu'tınt sıfat, biyoloji mutasyona uğramış.
isim mutasyona uğramış hayvan veya bitki.
mutate mu.tate myu'teyt fiil, biyoloji mutasyona uğramak;
mutasyona uğratmak.
mutation mu.ta.tion myutey'şın isim 1. değişme, dönüşme. 2.
biyoloji değişinim, mutasyon.
mutationism mu.ta.tion.ismisim, biyoloji değişinimcilik,
değişimcilik, mutasyonizm.
mute mute myut sıfat 1. sessiz, suskun. 2. dilsiz. isim dilsiz
kimse. fiil sesini kısmak.
mutilate mu.ti.late myu'tıleyt fiil 1. sakatlamak, kötürüm etmek.
2. önemli kısımları çıkararak bozmak.
mutilation mu.ti.la.tionisim 1. kötürüm etme. 2. bozma.
mutineer mu.ti.neer myutınîr' isim isyancı, asi.
mutinous mu.ti.nous myu'tınıs sıfat isyankâr, asi.
mutiny mu.ti.ny myu'tıni isim (özellikle asker veya gemiciler
için) isyan, başkaldırma, ayaklanma. fiil isyan etmek,
başkaldırmak, ayaklanmak.
mutt mutt m^t isim, argo it, köpek.
mutter mut.ter m^t'ır fiil 1. mırıldanmak. 2. söylenmek,
homurdanmak. isim mırıltı.
mutton chop koyun pirzolası.
mutton mut.ton m^t'ın isim koyun eti, koyun.
mutual mu.tu.al myu'çuwıl sıfat 1. iki taraflı, karşılıklı: mutual
love karşılıklı sevgi. 2. ortak, müşterek: mutual friend
ortak dost.
muzzle muz.zle m^z'ıl isim 1. hayvan burnu. 2. burunsalık. 3.
top veya tüfek ağzı. fiil 1. burunsalık takmak. 2.
susturmak.
My arm is affected. Hastalık koluma yayıldı.

869
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

My bet is .... Bahse girerim ki ....


My flesh creeps. Tüylerim ürperiyor.
my lord efendim.
my off day izin günüm. 2. fena günüm.
my my may zamir benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek
için kullanılır.) : My, my, how nice you look! O, bu ne
güzellik böyle!
myalgia my.al.gi.a mayäl'cı, mayäl'ciyı isim, tıbbi kas ağrısı.
mycology my.col.o.gy maykal'ıci isim mantarbilim, mikoloqi.
myeloid my.e.loid may'ıloyd sıfat, anatomi iliksel.
myocardial infarction miyokard enfarktüsü.
myocardial my.o.car.di.al mayıkar'diyıl sıfat bakınız myocardial
infarction
myocarditis my.o.car.di.tis mayıkarday'tîs isim, tıbbi miyokardit,
kalp kası iltihabı/yangısı.
myocardium my.o.car.di.um mayıkar'diyım isim, anatomi miyokard,
kalp kası.
myology my.ol.o.gy mayal'ıci isim kasbilim.
myoma my.o.ma mayo'mı isim, tıbbi (myomas/myomata)
miyom, kas uru.
myopia my.o.pi.a mayo'piyı isim miyopluk.
myopic my.op.ic mayap'îk sıfat miyop.
myriad myr.i.ad mîr'iyıd sıfat çok büyük sayıda, sayısız, çok.
myrrh myrrh mır isim 1. (reçine olarak) mürrüsafi. 2. laden
reçinesi; laden reçinesiyle mürrüsafiden oluşan bir
karışım.
myrtle myr.tle mır'tıl isim mersin.
myself my.self mayself' zamir kendim, bizzat, ben: I will come
myself. Kendim geleceğim./Bizzat geleceğim. I do not
regard myself as a mathematician. Kendimi
matematikçi saymıyorum.
mysterious mys.te.ri.ous mîstîr'iyıs sıfat 1. gizemli, esrarengiz,
esrarlı. 2. akıl ermez, anlaşılmaz. 3. garip.

870
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mysteriously mys.te.ri.ous.lyzarf gizemli bir şekilde, esrarengiz bir


şekilde.
mystery mys.ter.y mîs'tıri isim gizem, sır, esrar.
mystic mys.tic mîs'tîk sıfat 1. mistik, mistisizmle ilgili. 2.
gizemli, esrarengiz. isim mistik, gizemci.
mystical mys.tic.alsıfat mistik, gizemli.
mysticism mys.ti.cism mîs'tısîzım isim mistisizm, gizemcilik,
tasavvuf.
mystify mys.ti.fy mîs'tıfay fiil 1. şaşırtmak, hayrete düşürmek.
2. anlaşılmasını güçleştirmek.
myth myth mîth isim 1. söylence, efsane, mit, mitos. 2.
hayali kimse veya şey.
mythic mythicsıfat 1. söylencesel, efsanevi. 2. hayali.
mythical mythicalsıfat 1. söylencesel, efsanevi. 2. hayali.
mythological myth.o.log.i.cal mîthılac'îkıl sıfat mitoloqik,
söylencebilimsel.
mythology my.thol.o.gy mîthal'ıci isim mitoloqi, söylencebilim.
Mytilene Myt.i.le.ne mîtıli'ni isim bakınız Lesbos
n. n.kısaltma «name» nephew net neuter new nominative
noon north northern note noun number
N.C.O. N.C.O. en'si'o' kısaltma Noncommissioned Officer .
n.d. n.d.kısaltma no date .
N.E. N.E.kısaltma Near East Northeast
N.N.E. N.N.E.kısaltma north-northeast .
N.N.W. N.N.W.kısaltma north-northwest .
N.P. N.P.kısaltma notary public
N.T. N.T.kısaltma New Testament
nab nab näb' fiil, konuşma dili (nabbed, nabbing) 1.
yakalamak, ele geçirmek, tutuklamak. 2. kapmak.
nacre na.cre ney'kır isim sedef.
nadir na.dir ney'dır isim 1. gökbilim ayakucu. 2. en aşağı
nokta.
nag nag näg fiil (nagged, nagging) 1. dırdır etmek, başının
etini yemek. 2. rahatsız etmek.

871
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nail brush tırnak fırçası.


nail down -i çivilerle sabitleştirmek. 2. -i garantiye almak.
nail file tırnak törpüsü.
nail polish oje, tırnak cilası.
nail scissors tırnak makası.
nail up -i çivileyerek kapatmak.
nail nail neyl isim 1. çivi, mıh. 2. tırnak. 3. (hayvanlarda)
pençe, toynak. fiil 1. to -e çivilemek, -e mıhlamak. 2.
sıkı sıkı bağlamak, kavramak. 3. argo tutmak;
yakalamak. 4. argo (bir yalanı) meydana çıkarmak. 5.
argo çalmak. 6. argo vurmak.
naïve na.bve na.iv' sıfat bakınız naive
naive na.ive na.iv' sıfat 1. saf. 2. toy, tecrübesiz. 3. naif
(resim).
naively na.ive.lyzarf safça.
naiveté na.ive.téisim 1. saflık. 2. toyluk.
naivety na.ive.tyisim 1. saflık. 2. toyluk.
naked na.ked ney'kîd sıfat 1. çıplak. 2. yalın, açık. 3. çaresiz,
savunmasız.
nakedness na.ked.nessisim 1. çıplaklık. 2. yalınlık. 3. çaresizlik.
name tag isim kartı.
Name your price. Düşündüğünüz fiyatı söyleyin.
name name neym isim 1. ad, isim. 2. şöhret, ün.
name-dropping name-drop.ping neym'drapîng isim, konuşma dili
kendine paye vermek için ünlü isimlerden söz etme.
nameless name.lesssıfat adsız, isimsiz.
namely name.lyzarf yani, şöyle ki.
namesake name.sake neym'seyk isim adaş.
Namibia Na.mib.i.a nımîb'iyı isim Namibya.
Namibian isim Namibyalı. sıfat 1. Namibya, Namibya'ya özgü. 2.
Namibyalı.
nanny goat dişi keçi.
nanny nan.ny nän'i isim 1. İngiliz İngilizcesi dadı. 2. dişi keçi.

872
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nap nap näp fiil (napped, napping) uyuklamak, hafif


uykuya dalmak, kestirmek, şekerleme yapmak. isim
hafif kısa uyku, şekerleme.
nape nape neyp isim ense.
naphthalene naph.tha.lene näf'thılin isim, kimya naftalin.
naphthaline naph.tha.line näf'thılîn isim, kimya naftalin.
napkin ring peçete halkası.
napkin nap.kin näp'kîn isim 1. peçete, peşkir. 2. İngiliz
İngilizcesi çocuk bezi.
nappy nap.py näp'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
çocuk bezi.
narcissism nar.cis.sism narsîs'îzım isim narsisizm, narsislik,
özseverlik.
narcissist nar.cis.sist narsîs'îst isim narsist, özsever.
narcissus nar.cis.sus narsîs'ıs isim (narcissus/narcissi) sim;
nergis, zerrin.
narcosis nar.co.sis narko'sîs isim narkoz.
narcotic drug uyuşturucu ilaç.
narcotic nar.cot.ic narkat'îk sıfat, isim uyuşturucu, narkotik.
narrate nar.rate nereyt', ner'eyt fiil hikâye etmek, öykülemek,
anlatmak.
narration nar.ra.tionisim 1. anlatım, anlatış. 2. hikâye, öykü.
narrative nar.ra.tive ner'ıtîv isim hikâye, öykü. sıfat hikâye
türünden.
narrator nar.ra.tor nerey'tır isim anlatıcı, anlatan.
narrow circumstances fakirlik, parasızlık, darlık.
narrow escape darı darına kurtulma, ucuz kurtulma.
narrow nar.row ner'o sıfat 1. dar, ensiz. 2. sınırlı, kısıtlı. 3. dar
görüşlü. 4. darlık içinde olan. 5. cüzi, az. 6. sıkı,
dikkatli. isim 1. dar geçit. 2. çoğul dar boğaz. fiil 1.
daraltmak; daralmak, çekmek, ensizleşmek. 2.
sınırlamak. 3. kısmak.
narrowly nar.row.lyzarf dar, güçbela, darı darına.
narrow-minded nar.row-mind.ed ner'omayn'dîd sıfat dar görüşlü.

873
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nasal cavity burun boşluğu.


nasal na.sal ney'zıl sıfat 1. buruna ait. 2. fonetik genizsi,
genzel. isim, fonetik genizsi ses, genizsil.
nascent nas.cent ney'sınt sıfat gelişmeye başlayan, yeni oluşan.
nasturtium nas.tur.tium nästır'şım isim latinçiçeği.
nasty blow ağır darbe, tehlikeli vuruş.
nasty sea fırtınalı deniz.
nasty story müstehcen hikâye.
nasty nas.ty näs'ti sıfat 1. tiksindirici, iğrenç. 2. kötü, çirkin.
3. ayıp, müstehcen. 4. pis, çok kirli.
nat. nat.kısaltma «national» natural
natal na.tal ney'tıl sıfat 1. doğuma ait; doğumla ilgili. 2.
doğuştan olan/gelen, doğumda var olan, doğumsal.
nation na.tion ney'şın isim ulus, millet.
national anthem milli marş.
national bank ulusal banka.
national debt devlet borcu.
national monument ulusal anıt.
national park milli park.
national na.tion.al näş'ınıl sıfat ulusal, milli. isim vatandaş,
yurttaş, uyruk.
nationalise na.tion.al.ise näş'ınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
nationalize
nationalism na.tion.al.ismisim ulusçuluk, milliyetçilik.
nationalist na.tion.al.istisim ulusçu, milliyetçi.
nationalistic na.tion.al.ist.icsıfat ulusçu, milliyetçi.
nationality na.tion.al.i.ty näşınäl'ıti isim milliyet, uyrukluk,
tabiiyet.
nationalize na.tion.al.ize näş'ınılayz fiil ulusallaştırmak,
devletleştirmek, millileştirmek.
nation-wide na.tion-widesıfat ülke çapında olan.
native ability Allah vergisi yetenek.
native citizen doğuştan uyrukluk hakkı olan kimse.
native land anayurt, anavatan.

874
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

native language anadili.


native na.tive ney'tîv sıfat 1. yerli. 2. doğal. 3. doğuştan olan.
isim yerli.
native-born na.tive-bornsıfat doğma büyüme, yerli.
nativity na.tiv.i.ty neytîv'ıti isim doğuş, doğum.
natural child evlilikdışı çocuk.
natural color doğal renk, asıl renk.
natural selection doğal ayıklama/ayıklanma.
natural nat.u.ral näç'ırıl sıfat 1. doğal, tabii. 2. doğuştan olan.
isim, konuşma dili doğuştan yetenekli kimse.
naturalise nat.u.ral.ise näç'ırılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
naturalize
naturalist nat.u.ral.ist näç'ırılîst isim doğabilimci.
naturalize nat.u.ral.ize näç'ırılayz fiil 1. vatandaşlığa kabul etmek.
2. (yabancı bir sözcüğü) dile almak. 3. (bir bitki veya
hayvanı) yeni iklime alıştırmak.
naturally nat.u.ral.lyzarf 1. doğal bir biçimde. 2. doğuştan. 3.
doğal olarak, tabii, kuşkusuz, şüphesiz.
naturalness nat.u.ral.nessisim doğallık, tabiilik.
nature na.ture ney'çır isim 1. doğa, tabiat. 2. huy, mizaç,
tabiat.
naught naught nôt isim 1. hiç, hiçbir şey. 2. sıfır.
naughtily naugh.ti.lyzarf yaramazca, haylazca.
naughtiness naugh.ti.nessisim yaramazlık.
naughty naugh.ty nô'ti sıfat 1. yaramaz, haylaz. 2. açık saçık.
Nauru Na.u.ru na.u'ru isim Nauru.
Nauruan isim Naurulu. sıfat 1. Nauru, Nauru'ya özgü. 2.
Naurulu.
nausea nau.se.a nô'ziyı isim 1. bulantı, mide bulantısı. 2.
tiksinme, iğrenme.
nauseate nau.se.ate nô'ziyeyt fiil 1. midesini bulandırmak. 2.
iğrendirmek, tiksindirmek.
nauseous nau.seous nô'şıs, nô'ziyıs sıfat mide bulandırıcı,
tiksindirici.

875
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nautical mile deniz mili (7052 metre).


nautical nau.ti.cal nô'tîkıl sıfat denizcilikle ilgili, deniz;
gemicilikle ilgili.
naval academy deniz harp akademisi.
naval base deniz üssü.
naval forces deniz kuvvetleri.
naval officer deniz subayı.
naval na.val ney'vıl sıfat 1. deniz kuvvetlerine ait, deniz. 2.
savaş gemilerine ait.
nave nave neyv isim (kilisede) ana nef.
navel cord tıbbi göbek kordonu.
navel orange vaşington (portakal).
navel na.vel ney'vıl isim 1. göbek. 2. merkez.
navigable nav.i.ga.ble näv'ıgıbıl sıfat deniz taşıtlarının seyrine
elverişli.
navigate nav.i.gate näv'ıgeyt fiil 1. gemi ile gezmek. 2. içinde
gemi veya kayıkla gezmek. 3. kaptanlık etmek,
kılavuzluk etmek.
navigation nav.i.ga.tionisim 1. gemi seferi, gemi yolculuğu. 2.
gemicilik; denizcilik.
navy blue lacivert, koyu mavi.
navy na.vy ney'vi isim 1. donanma. 2. deniz kuvvetleri.
nay nay ney zarf hayır, yok. isim 1. ret. 2. olumsuz oy. 3.
olumsuz oy veren kimse.
Nazi Na.zi na'tsi isim, sıfat Nazi.
Nazism isim Nazizm.
near at hand yakın.
near near nîr zarf 1. yakın, yakında. 2. hemen hemen, az
daha, az kaldı, az kalsın, neredeyse: He came near to
falling. Az daha düşecekti. 3. aşağı yukarı, yaklaşık
olarak: The soldiers number near a thousand. Yaklaşık
bin tane asker var. sıfat 1. yakın. 2. samimi, yakın. 3.
sadık (çeviri). 4. soldaki (araba veya at). 5. cimri,

876
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

elisıkı. edat -e bitişik, -e yakın, -in yakınında. fiil


yaklaşmak, yakınlaşmak.
nearby near.bysıfat yakın. zarf yakında.
nearly near.ly nîr'li sıfat 1. az daha, neredeyse, hemen hemen.
2. yakından.
nearness near.nessisim yakınlık.
nearsighted near.sight.ed nîr'saytîd sıfat miyop.
neat neat nit sıfat 1. temiz, derli toplu, düzgün. 2. sek (içki).
3. argo harika.
neatly neat.lyzarf temizce.
neatness neat.nessisim temizlik, düzgünlük.
nebula neb.u.la neb'yılı isim, gökbilim (nebulas/nebulae)
bulutsu, nebülöz.
nebulous neb.u.lous neb'yılıs sıfat 1. bulutlu, dumanlı. 2. belirsiz,
bulanık.
necessarily nec.es.sar.i.lyzarf 1. ister istemez. 2. muhakkak.
necessary nec.es.sar.y nes'ıseri isim 1. gerekli, lüzumlu, lazım;
zorunlu, zaruri. 2. kaçınılmaz.
necessitate ne.ces.si.tate nıses'ıteyt fiil gerektirmek; zorunlu
kılmak.
necessity ne.ces.si.ty nıses'ıti isim 1. gerekli şey. 2. gereksinim,
ihtiyaç. 3. zorunluluk.
neck and neck yarışta at başı beraber.
neck neck nek isim 1. boyun. 2. coğrafya kıstak. 3. (telli
çalgılarda) sap. 4. elbise yakası. 5. (şişede) boyun,
boğaz. fiil, argo sevişirken kucaklaşıp öpüşmek.
neckband neck.band nek'bänd isim (giyside) dik yaka.
neckerchief neck.er.chief nek'ırçîf isim boyun atkısı.
necking neck.ing nek'îng isim, argo sevişirken kucaklaşıp
öpüşme.
necklace neck.lace nek'lîs isim kolye, gerdanlık.
necktie neck.tie nek'tay isim kravat, boyunbağı.
necromancer necromancerisim büyücü, sihirbaz.

877
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

necromancy nec.ro.man.cy nek'rımänsi isim 1. ölülerle haberleşerek


fala bakma. 2. büyücülük, sihirbazlık.
nectar nec.tar nek'tır isim 1. mitoloji nektar. 2. balözü, nektar.
nectarine nec.tar.ine nektırin' isim tüysüz şeftali, nektarin.
need to gerekmek, lazım olmak; zorunda olmak, -e mecbur
olmak: I need to leave soon. Yakında gitmem gerekiyor.
I don't need to obey his orders. Emirlerine itaat etmek
zorunda değilim.
need need nid isim 1. gereksinim, gereksinme, ihtiyaç;
gerek, gereklik, gereklilik, lüzum: a need for money
para gereksinimi. There's no need to hurry. Acele
etmeye gerek yok. 2. yoksulluk. fiil 1. -e ihtiyacı olmak,
-i gereksemek, -e muhtaç olmak; gerekmek, gerekli
olmak: I need a better computer. Daha iyi bir
bilgisayara ihtiyacım var. 2. istemek, gerektirmek: That
plant needs water. O bitki su ister. This work needs
time. Bu iş zaman gerektiriyor.
needful need.fulsıfat gerekli, lüzumlu, lazım olan.
needle nee.dle nid'ıl isim 1. iğne, dikiş iğnesi. 2. örgü şişi. 3.
tığ. 4. ibre. 5. iğneyaprak. fiil 1. iğne ile dikmek. 2.
konuşma dili iğnelemek, sataşmak.
needlefish nee.dle.fish nid'ılfîş isim (needlefish/needlefishes)
zargana.
needless need.lesssıfat gereksiz, lüzumsuz.
needlessly need.less.lyzarf gereksizce, gereksiz yere.
needn't need.n't ni'dınt kısaltma need not .
needy need.y ni'di sıfat yoksul, fakir.
ne'er-do-well ne'er-do-well ner'duwel sıfat, isim hiçbir işi
beceremeyen (kimse).
nefarious ne.far.i.ous nîfer'iyıs sıfat kötü, alçakça.
negate ne.gate nîgeyt' fiil 1. reddetmek, inkâr etmek. 2.
çürütmek, boşa çıkarmak.
negation ne.ga.tion nîgey ' şın isim 1. ret, inkâr. 2. doğru
olmadığını kanıtlama. 3. boşa çıkarma. 4. yokluk.

878
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

negative evidence olumsuz kanıt.


negative sign eksi işareti, eksi.
negative vote aleyhte verilen oy.
negative neg.a.tive neg'ıtîv sıfat 1. olumsuz, negatif. 2. aksi, ters.
isim 1. olumsuz söz veya yanıt. 2. fotoğrafçılık negatif.
negativism neg.a.tiv.ism neg'ıtîvîzım isim, felsefe yadsımacılık.
neglect neg.lect nîglekt' fiil 1. ihmal etmek, savsaklamak,
boşlamak. 2. bakmamak, aldırmamak. isim 1. ihmal,
savsaklama, boşlama. 2. bakmama, aldırmama.
neglectful sıfat ihmalci, ihmalkâr, savsak.
negligee neg.li.gee neglîqey' isim (uzun ve süslü) sabahlık.
negligée neg.li.gée neglîqey' isim (uzun ve süslü) sabahlık.
negligence neg.li.gence neg'lıcıns isim ihmal, savsaklama;
ihmalkârlık.
negligent neg.li.gent neg'lıcınt sıfat ihmalci, ihmalkâr, savsak.
negligible neg.li.gi.ble neg'lıcıbıl sıfat önemsemeye değmez,
önemsiz.
negotiate ne.go.ti.ate nîgo'şiyeyt fiil 1. (anlaşmayı) görüşmek. 2.
(çek, bono) ciro etmek. 3. (senet) kırdırmak. 4. (engel)
aşmak.
negotiation ne.go.ti.a.tion nîgoşiyey'şın isim 1. görüşme. 2. (çek,
bono) ciro etme. 3. (senet) kırdırma. 4. (engel) aşma.
negotiator ne.go.ti.a.tor nîgo'şiyeytır isim 1. delege. 2. arabulucu.
negro ne.gro ni'gro isim, sıfat, aşağılayıcı zenci.
neigh neigh ney fiil kişnemek. isim kişneme.

neighbor neigh.bor ney'bır isim komşu.


neighborhood neigh.bor.hoodisim 1. civar, yöre. 2. semt, mahalle.
neighboring on -e komşu, -e yakın.
neighborly neigh.bor.lysıfat komşuya yakışır, dostça.
neighbour neigh.bour ney'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
neighbor
neighbourhood neigh.bour.hoodisim, İngiliz İngilizcesi bakınız
neighborhood

879
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

neither fish nor fowl hiçbir kategoriye girmeyen; garip bir kişi/şey.
neither more nor less ne fazla ne eksik, tam öyle, tam o kadar.
neither nei.ther ni'dhır, nay'dhır sıfat ikisinden hiçbiri, ne bu ne
öteki: Neither of them knows. Hiçbirinin haberi yok.
bağlaç ne, ne de: neither white nor red nor black ne
beyaz, ne kırmızı, ne de siyah.
nemesis nem.e.sis nem'ısîs isim 1. hak edilen ve kaçınılmaz
ceza. 2. güçlü rakip.
neolithic age cilalı taş devri.
neolithic ne.o.lith.ic niyılîth'îk sıfat neolitik.
neologism ne.ol.o.gism niyal'ıcîzım isim yeni sözcük.
neology ne.ol.o.gy niyal'ıci isim bakınız neologism
neon lamp neon lambası.
neon light neon lambası.
neon ne.on ni'yan isim, kimya neon.
Nepal Ne.pal nıpôl' isim Nepal.
Nepalese Nep.a.lese nepıliz' isim (Nepalese) Nepalli. sıfat 1.
Nepal, Nepal'e özgü. 2. Nepalli.
Nepali Ne.pa.li nıpô'li, nıpa'li, nıpä'li isim 1. Nepalli. 2.
Nepalce. sıfat 1. Nepal, Nepal'e özgü. 2. Nepalce. 3.
Nepalli.
nephew neph.ew nef'yu isim erkek yeğen.
nephritis ne.phri.tis nîfray'tîs isim, tıbbi böbrek iltihabı, nefrit.
nepotism nep.o.tism nep'ıtîzım isim akrabalara yapılan iltimas,
akraba kayırma.
Neptune Nep.tune nep'tun isim, gökbilim Neptün.
nerve center kalp, merkez: Istanbul is the economic nerve center of
Turkey. Türk ekonomisinin kalbi İstanbul'da atıyor.
nerve gas sinir gazı.
nerve oneself cesaretini toplamak.
nerve nerve nırv isim 1. sinir. 2. soğukkanlılık, cesaret. 3.
küstahlık. fiil cesaret vermek.
nerve-racking nerve-rack.ing nırv'räkîng sıfat sinir bozucu.
nerve-wracking nerve-rack.ing nırv'räkîng sıfat sinir bozucu.

880
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nervous breakdown sinir argınlığı, nevrasteni.


nervous prostration sinir argınlığı, nevrasteni.
nervous system sinir sistemi.
nervous ner.vous nır'vıs sıfat 1. heyecanlı. 2. endişeli, kaygılı.
3. sinirleri gergin. 4. sinirsel.
ness -nesssonek -lik, -lık: ful ness . isim doluluk.
nest nest nest isim yuva. fiil yuva yapmak.
nestle nes.tle nes'ıl fiil 1. birbirine sokulmak. 2. gömülmek,
yerleşmek; gömmek, koymak. 3. bağrına basmak.
net income net gelir.
net profit net kâr.
net net net sıfat net, kesintisiz. fiil (netted, netting) 1.
kazanmak, kâr etmek. 2. kazanç getirmek, kâr getirmek.
nether neth.er nedh'ır sıfat alt, alttaki.
Netherlands Neth.er.lands nedh'ırlındz isim bakınız the Netherlands
netting net.ting net'îng isim 1. örme, ağ örme. 2. ağ. 3. cibinlik.
nettle tree çitlembik.
nettle net.tle net'ıl isim ısırgan, ısırganotu. fiil kızdırmak,
sinirlendirmek.
network net.work net'wırk isim ağ, şebeke.
neural tissue anatomi sinirdoku.
neural neu.ral nûr'ıl sıfat sinirsel, sinire ait, sinirle ilgili.
neuralgia neu.ral.gia nûräl'cı isim, tıbbi nevralqi, sinir ağrısı.
neurasthenia neu.ras.the.ni.a nûrısthi'niyı isim, tıbbi nevrasteni, sinir
argınlığı.
neurogenic neu.ro.gen.ic nûrıcen'îk sıfat, tıbbi sinir kökenli.
neurologist isim nörolog, sinir hastalıkları uzmanı.
neurology neu.rol.o.gy nûral'ıci isim nöroloqi, sinirbilim.
neuropath neu.ro.path nûr'ıpäth isim nevropat.
neuropathic neu.ro.path.icsıfat nevropatik.
neuropathy neu.rop.a.thy nûrap'ıthi isim, tıbbi nevropati.
neurosis neu.ro.sis nûro'sîs isim nevroz, sinirce.

881
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

neurotic neu.rot.ic nûrat'îk sıfat 1. nevrotik, nevrozla ilgili. 2.


nevrozlu, nevrotik, sinir hastası. isim nevrotik kimse,
sinir hastası.
neuter neu.ter nu'tır sıfat 1. dilbilgisi yansız, cinssiz. 2.
dilbilgisi geçişsiz (fiil). 3. biyoloji cinsliksiz,
cinsiyetsiz, eşeysiz. isim 1. cinssiz sözcük. 2. iğdiş
edilmiş hayvan. 3. cinsiyetsiz hayvan veya bitki.
neutral neu.tral nu'trıl sıfat 1. tarafsız, yansız. 2. nötr. isim 1.
tarafsız kimse veya ülke. 2. otomotiv boş vites.
neutralise neu.tral.ise nu'trılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
neutralize

neutrality neu.tral.i.ty nuträl'ıti isim tarafsızlık, yansızlık.


neutralize neu.tral.ize nu'trılayz fiil 1. etkisiz duruma getirmek. 2.
tarafsız kılmak, yansızlaştırmak. 3. kimya
nötrleştirmek, nötralize etmek.
neutron neu.tron nu'tran isim nötron.
Never fear. Korkma, öyle bir tehlike yok.
never in the world dünyada, asla, hiçbir zaman: I'd never in the world think
of doing something like that. Öyle bir şey yapmayı
dünyada düşünmem.
Never mind. Boş ver.
Never say die. Davandan asla vazgeçme.
never nev.er nev'ır isim hiç, hiçbir zaman, asla, katiyen.
never-ending nev.er-end.ing nev'ıren'dîng sıfat hiç bitmeyen, bitmez
tükenmez.
nevermore nev.er.more nev'ırmôr' zarf asla, hiçbir zaman.
nevertheless nev.er.the.less nevırdhıles' zarf yine de, bununla
birlikte.
new arrival yeni gelen.
New Guinea Yeni Gine.
New Guinean Yeni Gineli. 2. Yeni Gine, Yeni Gine'ye özgü.
new moon yeniay, ayça, hilal.

882
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

new recruit (silahlı kuvvetlere gönüllü olarak yazılmış/askere


alınmış) acemi er.
New Year yeni yıl.
New Year's Day Yılbaşı; 7 Ocak.
New Year's Eve Yılbaşı gecesi; 17 Aralık gecesi.
New Zealand Yeni Zelanda. 2. Yeni Zelanda, Yeni Zelanda'ya özgü.
3. Yeni Zelandalı.
New Zealander Yeni Zelandalı.
new new nu sıfat 1. yeni. 2. taze.
newborn new.born nu'bôrn sıfat yeni doğmuş.
newcomer new.com.er nu'k^mır isim yeni gelen.
new-fangled new-fan.gled nu'fäng'gıld sıfat, konuşma dili yeni
çıkmış, yeni model.
Newfoundland New.found.land nu'fınlınd isim 1. coğrafya Ternöv. 2.
Ternöv köpeği, Ternöv. sıfat 1. Ternöv, Ternöv'e özgü.
2. Ternövlü.
Newfoundlander isim Ternövlü.
newly new.lyzarf 1. yakın zamanlarda, geçenlerde, yeni. 2.
yeniden.
news agency haber ajansı.
news news nuz isim haber.
newsboy news.boy nuz'boy isim gazete satıcısı, gazeteci.
newscast news.cast nuz'käst isim haber yayını.
newspaper news.pa.per nuz'peypır isim gazete.
newspaperman news.pa.per.man nuz'peypırmän isim (newspapermen)
1. gazeteci. 2. gazete sahibi.
newsprint news.print nuz'prînt isim gazete kâğıdı.
newsstand news.stand nuz'ständ isim gazete satış yeri.
newsworthy news.wor.thy nuz'wırdhi sıfat bahsedilmeye değer.
next door neighbor kapı komşu.
next of kin hukuk en yakın akraba.
next to nothing konuşma dili hiç denecek kadar az, hemen hemen hiç.
next to -in yanında, -e bitişik; -in yakınındaki. 2. hemen
hemen.

883
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

next next nekst sıfat 1. bir sonraki, sonraki: the next street
bir sonraki sokak. 2. ertesi: the next day ertesi gün. 3.
gelecek: next year gelecek yıl. zarf sonra, ondan sonra,
daha sonra, hemen sonra. edat en yakın.
next-door next-doorsıfat 1. yandaki evde oturan. 2. yandaki,
bitişikteki, bitişik.
nib nib nîb isim kalem ucu.
nibble at -i dişlemek.
nibble nib.ble nîb'ıl fiil 1. azar azar yemek, çöplenmek. 2.
kemirmek. isim 1. kemirme. 2. ufak lokma.
Nicaragua Nic.a.ra.gua nîkıra'gwı, [İngiliz İngilizcesi]
nîkıräg'yuwı isim Nikaragua.
Nicaraguan isim Nikaragualı. sıfat 1. Nikaragua, Nikaragua'ya
özgü. 2. Nikaragualı.
nice nice nays sıfat 1. hoş, güzel, cazip, iyi. 2. nazik. 3. latif,
tatlı.
nicely nice.lyzarf güzel bir şekilde, güzelce, iyi.
niceties nicetiesisim, çoğul ince noktalar, incelikler.
nicety ni.ce.ty nay'sıti isim incelik, hassaslık, titizlik.
niche niche nîç isim 1. (heykel v.b. için) duvarda oyuk. 2.
niş. 3. mevki, uygun yer.
nick nick nîk isim 1. diş, çentik, kertik. 2. konuşma dili
hapishane, kodes, delik. fiil 1. çentmek, kertik yapmak.
2. argo tutuklamak. 3. konuşma dili çalmak, yürütmek.
nickel nick.el nîk'ıl isim 1. nikel. 2. beş sentlik para.
nickname nick.name nîk'neym isim lakap, takma ad. fiil lakap
takmak.
nicotine nic.o.tine nîk'ıtin isim nikotin.
niece niece nis isim kız yeğen.
nifty nif.ty nîf'ti sıfat, argo 1. şık. 2. hoş. 3. kullanışlı.
Niger Ni.ger nay'cır, niqer', ni'qır isim Niqer.
Nigeria Ni.ge.ri.a naycir'iyı isim Niqerya.
Nigerian isim Niqeryalı. sıfat 1. Niqerya, Niqerya'ya özgü. 2.
Nijeryalı.

884
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Nigerien Ni.ger.i.en niqeryen', niqer'iyın isim Niqerli. sıfat 1.


Niqer, Niqer'e özgü. 2. Nijerli.
Nigerois Ni.ge.rois niqerwa' isim (Nigerois) Nijerli. sıfat 1.
Nijer, Nijer'e özgü. 2. Niqerli.
niggard nig.gard nîg'ırd isim cimri kimse.
niggardly sıfat 1. cimri, eli sıkı. 2. çok az.
niggle nig.gle nîg'ıl fiil 1. about/over (cüzi şeyler, ufak
kusurlar) üzerinde durmak/ile uğraşmak. 2. at (bir şey) -
in kafasını hep kurcalamak.
niggling sıfat 1. çok önemsiz. 2. ufak ayrıntıları insanı çok
uğraştıran (iş). 3. insanın kafasını hep kurcalayan.
night and day gece gündüz.
night blindness gece körlüğü.
night nurse gece hemşiresi.
night owl geceleri geç yatmayı âdet edinen kimse, gece kuşu.
night school gece okulu.
night night nayt isim 1. gece. 2. akşam.
nightcap night.cap nayt'käp isim 1. gece başlığı, takke. 2.
yatmadan önce içilen içki.
nightclub night.club nayt'kl^b isim gece kulübü.
nightfall night.fall nayt'fôl isim akşam vakti, akşam karanlığı.
nightgown night.gown nayt'gaun isim gecelik (kadın giysisi).
nightingale night.in.gale nay'tın.geyl isim bülbül.
night-light night-light nayt'layt isim gece açık bırakılan loş ışık.
nightlong night.long nayt'lông zarf, sıfat gece boyunca (süren).
nightly night.lyzarf 1. geceleyin. 2. her gece.
nightmare night.mare nayt'mer isim kâbus, karabasan.
nightshirt night.shirt nayt'şırt isim gecelik entarisi (erkek giysisi).
nightspot night.spot nayt'spat isim, konuşma dili gece kulübü.
nightstick night.stick nayt'stîk isim cop.
nighttime night.time nayt'taym isim gece vakti, gece.
nighty night.y nay'ti isim, konuşma dili gecelik (kadın giysisi).
nihilism ni.hil.ism nay'ılîzım, ni'yılîzım isim nihilizm, hiççilik,
yokçuluk.

885
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nihilist ni.hil.ist nay'ılîst, ni'yılîst isim nihilist, hiççi, yokçu.


nil nil nîl isim hiç.
nimble nim.ble nîm'bıl sıfat 1. çevik, atik. 2. uyanık, zeki,
açıkgöz.
nimbus nim.bus nîm'bıs isim (nimbi/nimbuses) 1. nimbus,
karabulut. 2. hale, ayla.
nincompoop nin.com.poop nîn'kımpup isim dangalak, kuş beyinli.
nine nine nayn sıfat dokuz. isim dokuz, dokuz rakamı (7,
IX).
nineteen nine.teen nayn'tin' sıfat on dokuz. isim on dokuz, on
dokuz rakamı (37, XIX).
nineteenth nine.teenthsıfat, isim 1. on dokuzuncu. 2. on dokuzda
bir.
ninetieth nine.ti.ethsıfat, isim 1. doksanıncı. 2. doksanda bir.
ninety nine.ty nayn'ti sıfat doksan. isim doksan, doksan
rakamı (78, XC).
ninny nin.ny nîn'i isim ahmak, budala, sersem.
ninth ninth naynth sıfat, isim 1. dokuzuncu. 2. dokuzda bir.
nip in the bud başlangıçta durdurmak veya bastırmak.
nip nip nîp isim azıcık içki. fiil (nipped, nipping) azıcık
içki içmek.
nipper nip.per nîp'ır isim 1. çoğul kıskaç. 2. yengeç veya
ıstakozun kıskacı. 3. konuşma dili erkek çocuk, oğlan.
4. argo kelepçe.
nipple nip.ple nîp'ıl isim 1. meme başı. 2. (biberon için)
emzik. 3. (boru için) nipel.
nit nit nît isim bit yumurtası, sirke.
niter ni.ter nay'tır isim güherçile.
nitpick nit.pick nît'pîk fiil, konuşma dili ufak kusurlar aramak.
nitrate ni.trate nay'treyt isim nitrat.
nitrogen ni.tro.gen nay'trıcın isim nitroqen, azot.
nitroglycerin ni.tro.glyc.er.in naytroglîs'ırîn isim nitrogliserin.
nitroglycerine ni.tro.glyc.er.ine naytroglîs'ırîn isim nitrogliserin.

886
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nitty-gritty nit.ty-grit.ty nît'i.grît'i isim bir konunun özü; asıl


mesele.
nitwit nit.wit nît'wît isim kuş beyinli, beyinsiz.
No admittance. Girilmez.
no better than -den daha iyi olmayan.
No dice. Olmaz./Olmayacak.
no doubt hiç kuşkusuz, hiç şüphesiz, elbette.
no end of talk sonu gelmez laf.
No ifs or buts! İtiraz yok!
no laughing matter şakaya gelmez durum, gülünmeyecek şey.
no man's land iki cephe arasındaki sahipsiz toprak. 2. çok tehlikeli
bölge.
no matter how difficult .... ne kadar güç olursa olsun ....
no matter what konuşma dili ne olursa olsun.
No matter. Önemi yok./Zararı yok.
no mean cook çok iyi bir aşçı.
no more than -den daha çok değil.
No offense! Gücenmek yok!/Alınmak yok!
No smoking. Sigara içilmez.
no soap konuşma dili imkânsız, imkânı yok.
No sooner said than done. Söz ağızdan çıkar çıkmaz yapılır.
no sooner -er -mez: He'd no sooner begun to speak than the lights
went out. Konuşmaya başlar başlamaz ışıklar söndü.
No sweat! Hiç problem değil!/Çok kolay! 2. Hiç de zahmet değil!
No Trespassing Girilmez./Girmek yasak.
No way! konuşma dili Asla!/Katiyen!
no wonder hiç garip değil, pek tabii, tabii ki.
no no no zarf hayır, yok, değil, olmaz: "Would you like
some tea?" "No, thank you." "Çay içer misiniz?"
"Hayır, teşekkür ederim." "Is there any film in the
camera?" "No, there isn't." "Fotoğraf makinesinde film
var mı?" "Yok." "It's a beautiful day, isn't it?" "No, it
isn't." "Güzel bir gün, değil mi?" "Değil." "Can you
finish the work in an hour?" "No, I can't." "İşi bir saat

887
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

içinde bitirebilir misiniz?" "Olmaz, bitiremem." sıfat


hiç, hiçbir. isim (noes/nos) 1. yok cevabı. 2. olumsuz oy
veya karar. 3. olumsuz oy veren kimse: The noes have
it. Aleyhte oy verenler kazandı.
No, indeed! Hiç de öyle değil!/Yok canım!
Noah No.ah no'wı isim Nuh peygamber.
Noah's ark Nuh'un gemisi.
nobility no.bil.i.ty nobîl'ıti isim soyluluk, asalet.
noble no.ble no'bıl sıfat 1. soylu, asil. 2. âlicenap, yüce
gönüllü. 3. yüce, ulu. isim soylu, asilzade.
nobleman no.ble.manisim asilzade.
noblewoman no.ble.wom.anisim soylu kadın.
nobody no.bod.y no'b^di zamir hiç kimse. isim önemsiz biri,
hiç.
nocturnal emission tıbbi uyurken belsuyunun boşalması, düş azması.
nocturnal noc.tur.nal naktır'nıl sıfat geceye özgü; geceleyin olan.
nod nod nad fiil (nodded, nodding) 1. baş sallamak. 2. off
uyuklamak, kestirmek. isim baş sallama.
node node nod isim 1. düğüm. 2. botanik düğüm, nod. 3.
tıbbi nod, yumru, şiş. 4. fizik boğum. 5. bilgisayar
düğüm.
nodule nod.ule nac'ul, nad'yul isim, tıbbi, botanik nodül,
yumrucuk, düğümcük.
noggin nog.gin nag'în isim 1. konuşma dili kafa. 2. ufak
bardak. 3. ufak bir içki ölçüsü.
noise noise noyz isim ses, gürültü, patırtı, şamata. fiil
about/around/abroad etrafa yaymak, ilan etmek.
noiseless noise.lesssıfat sessiz, gürültüsüz.
noiselessly noise.less.lyzarf sessizce.
noisome noi.some noy'sım sıfat 1. iğrenç, pis kokulu. 2. zararlı.
noisy nois.y noy'zi sıfat 1. sesli, gürültülü. 2. gürültücü,
yaygaracı.
nomad no.mad no'mäd sıfat, isim göçebe.
nomadic no.mad.icsıfat göçebe, göçerkonar, göçer.

888
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nomenclature no.men.cla.ture no'mınkleyçır isim 1. adlar dizgisi,


adlandırma. 2. terminoloji.
nominal value nominal değer.
nominal nom.i.nal nam'ınıl sıfat 1. saymaca, itibari, nominal. 2.
ismen var olan, sözde. 3. önemsiz (fark, derece v.b.),
çok düşük (fiyat, rakam v.b.).
nominalism nom.i.nal.ism nam'ınılîzım isim nominalizm, adcılık.
nominalist nom.i.nal.ist nam'ınılîst isim, sıfat nominalist, adcı.
nominally nom.i.nal.lyzarf ismen.
nominate nom.i.nate nam'ıneyt fiil 1. aday göstermek. 2. atamak,
görevlendirmek.
nomination nom.i.na.tion namıney'şın isim aday gösterme.
nominative nom.i.na.tive nam'ınıtîv sıfat, dilbilgisi yalın,
nominatif.
nominee nom.i.nee namıni' isim aday.
non- non-önek gayri-, -siz.
nonalcoholic non.al.co.hol.ic nan'älkıhôl'îk sıfat alkolsüz.
nonchalance non.cha.lanceisim soğukkanlılık.
nonchalant non.cha.lant nan'şılınt, nanşılant' sıfat kayıtsız, ilgisiz,
soğukkanlı.
noncom non.com nan'kam isim, konuşma dili, askeri astsubay
noncombatant non.com.bat.ant nankımbät'ınt, nankam'bıtınt isim,
askeri 1. geri hizmetlerde görevli kimse. 2. savaş
zamanında sivil olan kimse.
noncommissioned officer astsubay.
noncommissioned non.com.mis.sioned nankımîş'ınd sıfat resmen görevli
olmayan.
noncommittal non.com.mit.tal nankımît'ıl sıfat 1. tarafsız, yansız. 2.
ne olumlu, ne de olumsuz (cevap, söz v.b.).
noncompliance non.com.pli.ance nankımplay'ıns isim karşı gelme,
emredilen bir şeye uymama.
nonconformist non.con.form.ist nankınfôr'mîst isim 1. topluma ayak
uydurmayan kimse. 2. İngiliz İngilizcesi büyük harf ile
Anglikan kilisesine bağlı olmayan kimse.

889
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nonconformity non.con.form.i.ty nankınfôr'mıti isim 1. uymayı


reddetme. 2. İngiliz İngilizcesi büyük harf ile resmi
kiliseye uymama.
nondescript non.de.script nan'dîskrîpt sıfat kolay tanımlanamaz,
sınıflandırılamaz.
none none n^n zamir hiçbiri, hiç kimse. zarf hiç, asla, hiçbir
biçimde.
nonentity non.en.ti.ty nanen'tıti isim 1. önemsiz kimse. 2.
değersiz şey. 3. hiçlik, yokluk.
nonetheless none.the.less n^n'dhıles' zarf bununla birlikte, her şeye
karşın, gene de, yine de.
nonexistence non.ex.is.tence nanîgzîs'tıns isim yokluk, varolmama.
nonexistent sıfat varolmayan.
nonfiction non.fic.tion nanfîk'şın isim kurgusal olmayan düzyazı.
nonfigurative non.fig.ur.a.tive nanfîg'yırıtîv sıfat nonfigüratif.
nonintervention non.in.ter.ven.tion nanîntırven'şın isim başka
devletlerin işine karışmama politikası.
nonleaded non.lead.ed nanled'îd sıfat kurşunsuz (benzin).
no-no no-no no'no isim, argo yapılmaması gereken şey.
nonpartisan non.par.ti.san nanpar'tızın sıfat 1. partiye bağlı
olmayan. 2. tarafsız, yansız.
nonplus non.plus nan'pl^s isim şaşkınlık, hayret. fiil şaşırtmak,
hayrete düşürmek.
nonproductive non.pro.duc.tive nanprıd^k'tîv sıfat verimsiz.
nonprofit non.prof.it nanpraf'ît sıfat kâr amacı gütmeyen.
nonresident non.res.i.dent nanrez'ıdınt sıfat, isim 1. görevli
bulunduğu yerde oturmayan (kimse). 2. ülkesi dışında
yaşayan (kimse).
nonrestrictive non.re.stric.tive nanrîstrîk'tîv sıfat kısıtlamayan.
nonsectarian non.sec.tar.i.an nansekter'iyın sıfat bir mezhebe bağlı
olmayan.
nonsense non.sense nan'sens isim 1. saçma, zırva, boş laf. 2.
saçmalık.

890
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nonsensical non.sen.si.calsıfat saçma, saçma sapan, anlamsız, abuk


sabuk, ipe sapa gelmez.
nonstop non.stop nan'stap' sıfat 1. direkt giden, hiçbir yerde
durmayan, direkt. 2. aralıksız, sürekli. zarf 1.
duraklamadan, direkt. 2. durmadan, sürekli, aralıksız.
nonunion non.un.ion nanyun'yın sıfat sendikaya bağlı olmayan,
sendikasız.
noodle noo.dle nud'ıl isim 1. erişte, şerit halindeki makarna. 2.
konuşma dili kafa.
nook nook nûk isim kuytu yer, köşe.
noon noon nun isim öğle.
noose noose nus isim ilmik, bağ. fiil ilmiklemek.
nope nope nop zarf, argo Yok./Hayır.
nor nor nôr bağlaç ne de, ne: His answer was neither
positive nor negative. Cevabı ne olumlu, ne de
olumsuzdu.
norm norm nôrm isim norm, düzgü, standart, örnek.
normal price normal fiyat.
normal nor.mal nôr'mıl sıfat normal, düzgülü.
normal-angle lens fotoğrafçılık olağan açılı mercek.
normalise nor.mal.ise nôr'mılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
normalize
normalize nor.mal.ize nôr'mılayz fiil normalleştirmek;
normalleşmek.
normly norm.lyzarf normal olarak; genellikle, çoğunlukla.
north north nôrth isim kuzey. sıfat 1. kuzey. 2. kuzeyden esen
veya gelen. 3. kuzeye bakan. zarf 1. kuzeye doğru. 2.
kuzeyde, kuzey tarafta.
northeast north.eastisim, sıfat kuzeydoğu.
northeastern north.east.ernsıfat 1. kuzeydoğuda olan. 2.
kuzeydoğudan esen veya gelen.
Northern Ireland Kuzey İrlanda.
northern north.ern nôr'dhırn sıfat kuzeye ait, kuzey.
northerner north.ern.erisim kuzeyli kimse, kuzeyli.

891
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

northward north.ward nôrth'wırd zarf kuzeye doğru.


northwest north.westisim, sıfat kuzeybatı.
northwestern north.west.ernsıfat 1. kuzeybatıda olan. 2.
kuzeybatıdan esen veya gelen.
Norway maple çınar yapraklı akçaağaç, sivriakçaağaç.
Norway spruce avrupaladini.
Norway Nor.way nôr'wey isim Norveç.
Norwegian Nor.we.gian nôrwi'cın isim 1. Norveçli. 2. Norveççe.
sıfat 1. Norveç, Norveç'e özgü. 2. Norveççe. 3.
Norveçli.
nose out -i kıl payı farkla yenmek, -i az bir farkla yenmek.
nose nose noz isim 1. burun. 2. koklama duyusu. 3. burun
gibi çıkıntı. 4. (uçakta) burun.
nosebleed nose.bleed noz'blid isim burun kanaması.
nose-dive nose-dive noz'dayv fiil 1. pike yapmak. 2. aniden
düşmek.
nostalgia nos.tal.gi.a nastäl'cı, nastäl'ciyı isim 1. nostalqi,
geçmişe duyulan özlem. 2. vatan özlemi.
nostalgic nos.tal.gicsıfat nostalqik, özlem dolu.
nostril nos.tril nas'trıl isim burun deliği.
nosy nos.y no'zi sıfat, konuşma dili başkasının işine burnunu
sokan, meraklı.
not a bit hiç de değil, asla.
not a little epey.
not at all hiç, asla: This house is not at all suitable. Bu ev hiç
uygun değil.
Not at all! Bir şey değil!/Rica ederim! ( Thank you! sözüne
karşılık).
Not bad! konuşma dili Fena değil!/Oldukça iyi!
not by a long shot konuşma dili hiç.
Not by a long shot! Bir işte birinin başarıdan çok uzak kaldığını belirtir:
"Did she pass the test?" "Not by a long shot!" "İmtihanı
verdi mi?" "Fena halde çaktı."

892
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

not excepting de dahil olmak üzere: Everybody's going to be affected


by this, not excepting Fatma. Fatma da dahil olmak
üzere herkes bundan etkilenecek.
not fit to be seen konuşma dili insan içine çıkacak durumda olmayan.
not for love or money asla, ölsem, dünyada, hayatta.
not give the least sign en küçük bir işaret vermemek.
not half bad hiç de fena olmayan.
not in the least hiç.
Not just yet. Yok, şimdi değil./Şimdi değil./Henüz değil./Henüz
vakti değil.
not one tittle en ufak hiçbir şey.
not only this yalnız bu değil.
not sleep a wink hiç uyumamak, göz kırpmamak.
Not that I know of. Bildiğime göre, değil/yok.
Not that it matters but .... Önemli değil ama ....
not to be advisable akıl kârı bir iş olmamak.
not to be long for this world konuşma dili yakında bu dünyadan gitmek, yakında
ölmek: He's not long for this world. Yakında bu
dünyadan göçecek.
not to be sure emin olmamak, tam olarak bilmemek: I'm not sure how
to do this. Bunun nasıl yapılacağını tam olarak
bilmiyorum. She's not sure where he is. Onun nerede
olduğunu tam olarak bilmiyor.
not to be worth a damn beş para bile etmemek.
not to be worth a hill of beans beş para bile etmemek.
not to be worth a shit beş para etmemek; değersiz bir şey olmak, boktan bir
şey olmak; aşağılık bir şey olmak.
not to be worth a tinker's damn beş para bile etmemek.
not to be worth a toot beş para bile etmemek.
not to be worth one's keep (biri/bir hayvan) masrafına değmemek.
not to care a whit (birinin) hiç umurunda olmamak.
not to give a fuck about (-i) siklememek, (-e) hiç değer veya önem vermemek.
not to give a fuck (-i) siklememek, (-e) hiç değer veya önem vermemek.
not to give a shit (birinin) umurunda olmamak.

893
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

not to have a care in the world (birinin) hiç derdi olmamak.


not to have a good word to say for -i hiç beğenmemek, -i hep tenkit etmek.
not to have a stitch on çırılçıplak olmak.
not to let an animal out of one's sight birini/bir hayvanı gözünden hiç kaçırmamak.
not to let someone out of one's sight birini/bir hayvanı gözünden hiç kaçırmamak.
not to lift a hand parmağını kıpırdatmamak, en ufak bir gayret
göstermemek.
not to make a peep konuşma dili gık dememek, gıkı çıkmamak.
not to say hem de ....
not to turn a hair kılını bile kıpırdatmamak, aldırış etmemek.
not turn a hair kılını kıpırdatmamak.
not worth considering düşünmeye değmez.
not worth his salt masrafını karşılamaz, beş para etmez.
not not nat zarf değil, olmayan.
notable no.ta.ble no'tıbıl sıfat 1. dikkate değer. 2. belli. 3.
tanınmış, ünlü. 4. unutulmaz. isim 1. tanınmış kimse,
ünlü kimse. 2. çoğul ileri gelenler.
notably no.ta.bly no'tıbli zarf 1. özellikle, başta ... olmak üzere.
2. bayağı, epey, bir hayli. 3. dikkati çekecek bir şekilde.
notarise no.ta.rise no'tırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
notarize
notarize no.ta.rize no'tırayz fiil 1. notere onaylatmak, notere
tasdik ettirmek. 2. (noter) onaylamak, tasdik etmek.
notary public noter.
notary no.ta.ry no'tıri isim noter.
notation no.ta.tion notey'şın isim 1. işaret veya rakamlarla
gösterme sistemi. 2. simgelenim, notasyon. 3. not etme,
kayıt.
notch notch naç isim 1. çentik, kertik, diş. 2. dar ve derin dağ
geçidi. 3. konuşma dili derece. fiil 1. çentmek,
kertiklemek, diş diş etmek. 2. (oku) yaya yerleştirmek.
note down not etmek, kaydetmek.
note note not fiil 1. dikkat etmek, önem vermek. 2.
işaretlemek, işaret etmek. 3. -den söz etmek, anmak.

894
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

notebook note.book not'bûk isim defter.


noted not.edsıfat ünlü, tanınmış.
notepaper isim mektup kâğıdı.
noteworthy note.wor.thy not'wırdhi sıfat dikkate değer, önemli.
nothing but sırf, yalnız. 2. -den başka bir şey.
Nothing doing. konuşma dili Olmaz./Ben karışmam.
nothing else başka hiçbir şey: He said nothing else. Başka hiçbir şey
söylemedi.
nothing like benzemez, hiç de değil.
nothing loath seve seve.
nothing more than yalnız, sadece.
Nothing of the kind. Hiç de öyle değil.
nothing short of -den başka hiçbir şey: He will accept nothing short of
an apology. Kendisinden özür dilenilmesinden başka
hiçbir şeyi kabul etmez.

nothing noth.ing n^th'îng isim 1. hiçbir şey. 2. sıfır. 3. önemsiz


şey veya kimse, hiç: Your problems are nothing
compared to mine. Senin sorunların benimkilerin
yanında hiç kalır. 4. hiçlik, yokluk. zarf hiç, hiçbir
biçimde, asla, katiyen.
nothingness noth.ing.ness n^th'îngnîs isim yokluk, hiçlik.
notice no.tice no'tîs isim 1. ilan, duyuru, bildiri. 2. ihbarname.
3. uyarma, ikaz. 4. dikkat, önemseme. fiil 1. dikkat
etmek. 2. farkına varmak. 3. saygı göstermek. 4. -den
söz etmek, anmak.
noticeable no.tice.ablesıfat belli, açık.
notification no.ti.fi.ca.tion notıfıkey'şın isim bildirme, haber verme.
notify no.ti.fy no'tıfay fiil bildirmek, haber vermek.
notion no.tion no'şın isim 1. düşünce, fikir, inanç. 2. heves;
ani fikir: She goes whenever she takes a notion. Aklına
estiği zaman gidiyor. 3. delice fikir: Don't you go
getting any such notions! Sen sakın öyle delice fikirleri
kafana koyma!

895
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

notions no.tionsisim, çoğul tuhafiye.


notoriety no.to.ri.e.ty notıray'ıti isim şöhret, ün (köyü anlamda).
notorious no.to.ri.ous notôr'iyıs sıfat adı çıkmış, kötülüğüyle ün
salmış, dile düşmüş.
notwithstanding not.with.stand.ing natwîth.stän'dîng zarf gene de, yine
de. edat -e karşın, -e rağmen.
noumenon nou.me.non nu'mınan isim, felsefe (noumena) numen.
noun noun naun isim isim.
nourish false hopes gerçekleşemeyecek umutlar beslemek.
nourish nour.ish nır'îş fiil 1. beslemek, gıda vermek. 2. (duygu,
umut v.b.'ni) beslemek.
nourishing nour.ish.ingsıfat besleyici.
nourishment nour.ish.mentisim 1. besin, gıda, yemek. 2. besleme,
beslenme.
Nov. Nov.kısaltma November
nova no.va no'vı isim, gökbilim nova.
novel nov.el nav'ıl sıfat 1. yeni, yeni çıkmış. 2. orijinal, tuhaf,
garip.
novelist nov.el.istisim romancı.
novelties noveltiesisim tuhafiye.
novelty nov.el.ty nav'ılti isim 1. yenilik. 2. yeni çıkmış şey.
November No.vem.ber novem'bır isim kasım.
novice nov.ice nav'îs isim 1. acemi, toy. 2. çırak. 3. rahip veya
rahibe adayı. 4. kiliseye yeni giren kimse.
Now ... now .... Bazen/Kâh ... bazen/Kâh ....
now and again ara sıra, zaman zaman.
now and then ara sıra, zaman zaman.
now that mademki.
now then şu halde, öyle ise.
Now we are in for it. Çattık belaya!
now now nau zarf şimdi. isim şimdiki zaman.
nowadays now.a.days nau'wıdeyz zarf bugünlerde, günümüzde.
nowhere no.where no'hwer zarf hiçbir yerde; hiçbir yere.
noxious nox.i.ous nak'şıs sıfat zararlı.

896
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nozzle noz.zle naz'ıl isim (hortum için) ağızlık, meme.


nt. wt. nt. wt.kısaltma net weight
nth nth enth sıfat 1. matematik n derecesinde olan. 2.
konuşma dili son, sonuncu.
nuance nu.ance nuwans' isim ince fark, ayırtı, nüans.
nub nub n^b isim 1. yumru. 2. konuşma dili öz, nüve: nub
of the story hikâyenin özü, hikâyenin nüvesi.
nubile nu.bile nu'bîl sıfat evlenecek yaşa gelmiş, gelinlik.
nuclear energy nükleer enerji.
nuclear family çekirdek aile.
nuclear physics nükleer fizik.
nuclear power plant nükleer santral.
nuclear reactor nükleer reaktör.
nuclear warhead nükleer harp başlığı.
nuclear waste nükleer artık.
nuclear weapons nükleer silahlar.
nuclear nu.cle.ar nu'kliyır sıfat nükleer, çekirdeksel.
nucleon nu.cle.on nu'kliyan isim, fizik nükleon.
nucleus nu.cle.us nu'kliyıs isim (nuclei) çekirdek, öz, nüve.
nude nude nud sıfat çıplak. isim, güzel sanatlar nü, çıplak.
nudge nudge n^ç fiil dirsek ile dürtmek. isim dürtme.
nudist colony çıplaklar kampı.
nudist nud.ist nu'dîst isim çıplaklık yanlısı, nüdist.
nudity nu.di.tyisim çıplaklık.
nugget nug.get n^g'ît isim (altın) külçe.
nuisance nui.sance nu'sıns isim baş belası.
nuke nuke nuk isim, konuşma dili atom bombası. fiil -e atom
bombası atmak.
null and void hükümsüz, geçersiz.
null null n^l sıfat 1. geçersiz, hükümsüz. 2. değersiz,
önemsiz.
nullify nul.li.fy n^l'ıfay fiil 1. hükümsüz kılmak. 2. etkisiz
bırakmak.
num. num.kısaltma «number» numeral

897
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

numb numb n^m sıfat 1. hissiz, duygusuz. 2. uyuşuk,


uyuşmuş. fiil uyuşturmak.
number someone among birini/bir şeyi -den saymak: He doesn't number Galip
among his friends. Galip'i arkadaşlarından saymıyor. 2.
birini/bir şeyi -in arasına katmak: Most critics number
Halit Ziya among the greatest writers of this century.
Çoğu eleştirmen Halit Ziya'yı bu yüzyılın en büyük
yazarları arasına katıyor.
number something among birini/bir şeyi -den saymak: He doesn't number Galip
among his friends. Galip'i arkadaşlarından saymıyor. 2.
birini/bir şeyi -in arasına katmak: Most critics number
Halit Ziya among the greatest writers of this century.
Çoğu eleştirmen Halit Ziya'yı bu yüzyılın en büyük
yazarları arasına katıyor.
number num.ber n^m'bır isim 1. sayı, rakam: fractional number
kesirli sayı. Add up these numbers. Bu sayıları topla. 2.
numara: room number oda numarası. telephone number
telefon numarası. 3. sayı, miktar: a large number of
books çok sayıda kitap. the number of pages sayfa
sayısı. 4. çoğul çokluk. 5. müzik parçası.
numberless num.ber.lesssıfat sayısız, hesapsız.
numbness numb.nessisim uyuşukluk, uyuşma.
numbskull numb.skull n^m'sk^l isim bakınız numskull
numeral nu.mer.al nu'mırıl sıfat sayısal, sayı. isim sayı, rakam.
numerator nu.mer.a.tor nu ' mıreytır isim 1. matematik pay. 2.
sayıcı.
numerical nu.mer.i.cal numer'îkıl sıfat sayısal.
numerous nu.mer.ous nu'mırıs sıfat çok, pek çok.
numismatics nu.mis.mat.ics numîzmät'îks isim nümismatik.
numismatist nu.mis.ma.tist numîz'mıtîst isim nümismat.
numskull num.skull n^m'sk^l isim mankafa, dangalak.
nun nun n^n isim rahibe.
nunnery nun.ner.y n^n'ıri isim rahibe manastırı.

898
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nuptial nup.tial n^p'şıl sıfat evlenmeye veya düğüne ait. isim,


çoğul nikâh; düğün.
nurse a grudge kin beslemek.
nurse nurse nırs isim 1. hemşire, hastabakıcı. 2. sütnine,
sütanne, sütana. 3. dadı. fiil 1. (hastaya) bakmak. 2.
emzirmek.
nursemaid nurse.maid nırs'meyd isim dadı.
nursery rhyme çocuk şiiri; çocuk şarkısı.
nursery school anaokulu.
nursery nurs.er.y nır'sıri isim 1. çocuk odası. 2. çocuk yuvası,
kreş. 3. fidanlık.
nursing bottle biberon.
nursing home şifa yurdu, huzurevi.
nursing sister İngiliz İngilizcesi hemşire.
nursing nurs.ing nırs'îng isim hemşirelik, hastabakıcılık.
nurture nur.ture nır'çır isim 1. besleyen şey, gıda. 2. terbiye,
yetişme. 3. eğitim. fiil 1. beslemek. 2. yetiştirmek. 3.
eğitmek.
nut nut n^t isim 1. fındık, fıstık, ceviz gibi kabuklu yemiş.
2. botanik kapçık meyve. 3. makine somun. 4. argo
çatlak kimse. 5. argo kafa, baş.
nutcracker nut.crack.er n^t'kräkır isim fındıkkıran.
nutmeg nut.meg n^t'meg isim küçükhindistancevizi.
nutrient nu.tri.ent nu'triyınt sıfat besleyici. isim besin, gıda.
nutriment nu.tri.ment nu'trımınt isim besin, gıda.
nutrition nu.tri.tion nutrîş'ın isim besi, besleme; beslenme.
nutritious nu.tri.tioussıfat besleyici.
nutritive nu.tri.tivesıfat besleyici.
nuts nuts n^ts sıfat, argo bakınız be nuts be nuts about
nutshell nut.shell n^t'şel isim fındık, fıstık, ceviz gibi yemişlerin
kabuğu.
nutty nut.ty n^t'i sıfat 1. argo deli, çatlak. 2. fındık, fıstık,
ceviz v.b. ile dolu.
nux vomica nux vom.i.ca n^ks vam'îkı botanik kargabüken.

899
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

nuzzle nuz.zle n^z'ıl fiil 1. burunla eşmek/eşelemek; burun


sürtmek. 2. kucağına sokulmak.
nylon ny.lon nay'lan isim 1. naylon. 2. konuşma dili naylon
çorap.
nymph nymph nîmf isim su perisi; orman perisi.
nymphomania nym.pho.ma.ni.a nîmfımey'niyı isim nemfomani.
nymphomaniac nym.pho.ma.ni.ac nîmfımey'niyäk isim nemfoman,
nemfomanyak. sıfat nemfomanyak.
O woe is me! Vay başıma gelenler vay!
O O, o o isim 1. O, İngiliz alfabesinin on beşinci harfi. 2.
sıfır.
O.D. O.D. o'di' kısaltma «overdose» Officer of the Day
O.T. O.T.kısaltma Old Testament
oaf oaf of isim hödük, hırbo.
oafish oaf.ishsıfat hödük gibi; kaba saba.
oak oak ok isim meşe.
oakum oa.kum o'kım isim üstüpü, kalafat üstüpüsü.
oar oar or isim kürek. fiil kürek çekmek.
oarsman oars.manisim kürekçi.
oasis o.a.sis owey'sîs isim (oases) vaha.
oat oat ot isim genellikle çoğul yulaf.
oath oath oth isim 1. yemin, ant. 2. küfür, lanet.
oatmeal isim yulaf ezmesi.
obbligato ob.bli.ga.to ablîga'to isim, müzik obligato.
obdurate ob.du.rate ab'dyırît sıfat 1. inatçı, boyun eğmez, dik
başlı. 2. sert, katı, kırıcı.
obedience o.be.di.ence obi'diyıns isim itaat, söz dinleme; boyun
eğme.
obedient o.be.di.ent obi'diyınt sıfat itaatli, söz dinleyen.
obeisance o.bei.sance obey'sıns, obi'sıns isim 1. saygıyla eğilme.
2. saygı, hürmet.
obelisk ob.e.lisk ab'ılîsk isim dikilitaş, obelisk.
obese o.bese obis' sıfat çok şişman.
obesity o.be.si.ty obi'sıti, obes'ıti isim şişmanlık.

900
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

obey o.bey obey' fiil itaat etmek, söz dinlemek; boyun


eğmek.
obfuscate ob.fus.cate ab'fıskeyt, abf^s'keyt fiil 1. örtmek,
gizlemek, perde çekmek. 2. şaşırtmak.
obfuscation ob.fus.ca.tion abfıskey'şın isim 1. örtme, gizleme,
perde çekme. 2. şaşırtma.
obituary o.bit.u.ar.y obîç'uweri isim 1. bir ölü hakkında yazılan
kısa biyografi. 2. ölüm ilanı. sıfat birinin ölümüne ait.
obj. obj.kısaltma «obqect» obqection obqective
object at issue anlaşmazlık konusu. 2. iddia olunan şey.
object lesson ibret.
object ob.ject ab'cîkt, ab'cekt isim 1. nesne, obqe, şey, cisim.
2. amaç, gaye, maksat, hedef: Money's her object. Onun
amacı para. 3. dilbilgisi nesne.
objection ob.jec.tion ıbcek'şın isim 1. itiraz; itiraz etme. 2. itiraz
nedeni.
objectionable ob.jec.tion.ablesıfat itiraz edilebilir, nahoş, uygunsuz,
münasebetsiz: His actions were obqectionable.
Terbiyesizce davrandı.
objective case dilbilgisi belirtme durumu, ismin -i hali.
objective ob.jec.tive ıbcek'tîv sıfat nesnel, obqektif. isim 1. amaç,
gaye, maksat, hedef. 2. objektif, mercek.
objectively ob.jec.tive.lyzarf nesnel olarak.
objectivity ob.jec.tiv.i.tyisim nesnellik, obqektiflik.
obligate ob.li.gate ab'lıgeyt fiil zorlamak, mecbur etmek.
obligation ob.li.ga.tion ablıgey'şın isim 1. zorunluluk, zorunluk,
mecburiyet; yüküm, yükümlülük; farz. 2. senet, borç.
obligatory ob.lig.a.to.ry ıblîg'ıtôri sıfat mecburi, gerekli, zorunlu.
oblige o.blige ıblayc' fiil 1. mecbur etmek, zorlamak. 2. iyilik
etmek, memnun etmek.
obliging o.blig.ing ıblay'cîng sıfat yardım etmeye hazır.
oblique angle geometri yatık açı.
oblique ob.lijue ıblik' sıfat 1. eğik, yatık, meyilli. 2. dolaylı.
obliterate ob.lit.er.ate ıblît'ıreyt fiil yok etmek, silmek.

901
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

obliteration oblit.er.a.tionisim yoketme, silme.


oblivion ob.liv.i.on ıblîv'iyın isim 1. unutma; unutulma. 2.
kayıtsızlık, ilgisizlik.
oblivious ob.liv.i.ous ıblîv'iyıs sıfat unutkan.
oblong ob.long ab'lông sıfat 1. dikdörtgen biçiminde olan,
boyu eninden fazla. 2. botanik oblong, yumurta
biçiminde (yaprak).
obnoxious ob.nox.ious ıbnak'şıs sıfat iğrenç, tiksindirici.
oboe o.boe o'bo isim obua.
oboist obo.istisim obuacı.
obs. obs.kısaltma «observation» observatory obsolete
obscene ob.scene ıbsin' sıfat 1. müstehcen, açık saçık. 2. ağza
alınmaz (söz). 3. konuşma dili tiksindirici, iğrenç.
obscenity ob.scen.i.ty ıbsen'ıti isim 1. açık saçıklık, müstehcenlik.
2. açık saçık laf.
obscure ob.scure ıbskyûr' sıfat 1. çapraşık, anlaşılması güç. 2.
belirsiz. 3. bulutlu, karanlık. fiil 1. karartmak. 2.
örtmek, gözden saklamak.
obscurity ob.scu.ri.tyisim 1. çapraşıklık. 2. belirsizlik. 3.
karanlık.
obsequious ob.se.jui.ous ıbsi'kwiyıs sıfat 1. aşırı derecede itaatli. 2.
dalkavukluk eden.
observance ob.ser.vance ıbzır'vıns isim 1. of -i yerine getirme; -e
uyma. 2. âdet, örf. 3. tören.
observant ob.ser.vant ıbzır'vınt sıfat 1. dikkatli. 2. itaatli.
observation ob.ser.va.tion abzırvey'şın isim 1. inceleme. 2. gözlem.
3. izlem. 4. düşünce. 5. gözetleme.
observatory ob.ser.va.to.ry ıbzır'vıtôri isim gözlemevi, rasathane,
observatuar.
observe ob.serve ıbzırv' fiil 1. gözlemlemek, gözlemek. 2. fark
etmek, görmek. 3. (kural, yasa, v.b.'ne) uymak; (âdeti)
yerine getirmek. 4. (bayramı) kutlamak. 5. (oruç)
tutmak. 6. ileri sürmek.
observer ob.serv.erisim 1. gözlemci. 2. izlemci.

902
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

obsess ob.sess ıbses' fiil -in aklına takılmak, -in kafasına


takılmak.
obsession ob.ses.sionisim 1. akla takılan düşünce, takınak. 2.
sürekli endişe.
obsolescence ob.so.les.cenceisim eskime.
obsolescent ob.so.les.cent absıles'ınt sıfat modası geçmekte olan
(sözcük, makine).
obsolete ob.so.lete ab'sılit, absılit' sıfat kullanılmayan, modası
geçmiş (sözcük, makine, görenek v.b.).
obstacle race engelli koşu.
obstacle ob.sta.cle ab'stıkıl isim engel, mâni.
obstetrician ob.ste.tri.cian abstıtrîş'ın isim doğum uzmanı.
obstinacy ob.sti.na.cy ab'stınısi isim inatçılık, dik başlılık.
obstinate ob.sti.nate ab'stınît sıfat inatçı, direngen, dik kafalı.
obstinately ob.sti.nate.lyzarf inatla.
obstreperous ob.strep.er.ous ıbstrep'ırıs sıfat 1. gürültücü, yaygaracı.
2. ele avuca sığmaz, haylaz.
obstruct ob.struct ıbstr^kt' fiil 1. engellemek, engel olmak, mâni
olmak. 2. tıkamak, kapamak.
obstruction ob.struc.tion ıbstr^k'şın isim 1. engelleme. 2. engel,
mâni, set.
obstructive ob.struc.tivesıfat engelleyici.
obtain ob.tain ıbteyn' fiil 1. elde etmek, almak, edinmek,
sağlamak, ele geçirmek. 2. geçerli olmak.
obtainable ob.tain.ablesıfat elde edilebilir, bulunabilir.
obtrude ob.trude ıbtrud' fiil upon -e empoze etmek.
obtrusive ob.tru.sive ıbtru'sîv sıfat göze batan; kendini fazlasıyla
hissettiren/belli eden.
obtuse angle geometri geniş açı.
obtuse ob.tuse ıbtus' sıfat 1. kalın kafalı. 2. geometri geniş.
obviate ob.vi.ate ab'viyeyt fiil önünü almak, önüne geçmek,
önlemek.
obvious ob.vi.ous ab'viyıs sıfat aşikâr, açık, apaçık, belli.
obviously ob.vi.ous.lyzarf açıkça.

903
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

occasion oc.ca.sion ıkey'qın isim 1. fırsat, vesile, elverişli


durum. I would like to take this occasion to thank you
all. Bu vesileyle hepinize teşekkür etmek istiyorum. 2.
neden, sebep. 3. gerek, lüzum. fiil neden olmak, sebep
olmak, vesile olmak.
occasional oc.ca.sion.alsıfat ara sıra olan.
occasionally oc.ca.sion.al.lyzarf ara sıra, bazen.
Occident Oc.ci.dent ak'sıdınt isim bakınız the Occident
Occidental Oc.ci.den.tal aksıden'tıl sıfat 1. Batı'ya özgü. 2. Batılı.
isim Batılı.
occult oc.cult ık^lt' sıfat 1. büyücülükle ilgili; medyumlukla
ilgili. 2. esrarlı, gizli, bilinmez.
occupant oc.cu.pant ak'yıpınt isim 1. (ev, bina, oda v.b.'nde)
oturan kimse. 2. (koltuk, masa v.b.'nde) oturan kimse.
The occupants of these beds are heart patients. Bu
yataklardakiler kalp hastaları.
occupation oc.cu.pa.tion akyıpey'şın isim 1. iş. 2. uğraş,
meşguliyet. 3. meslek, sanat. 4. işgal, zorla alma.
occupational oc.cu.pa.tion.alsıfat 1. mesleki, meslek dolayısıyla
meydana gelen: occupational disease mesleki hastalık.
occupational hazard mesleki tehlike. 2. işgal
kuvvetleriyle ilgili.
occupy oc.cu.py ak'yıpay fiil 1. (ev, bina, oda v.b.'nde)
oturmak. 2. (koltuk, masa v.b.'nde) oturmak. 3. (belirli
bir yerde) bulunmak: A fountain occupies the center of
the garden. Bahçenin ortasında fıskıyeli bir havuz var.
4. (yer) işgal etmek, tutmak: Your firm occupies a lot of
this building's space. Firmanız bu binada epey yer işgal
ediyor. Which bed do you occupy? Hangi yatak senin?
You're occupying my seat. Benim yerime
oturmuşsunuz. The hotel is fully occupied. Otel
tamamen dolu. 5. işgal etmek, ele geçirmek; işgal
altında tutmak: The army occupied the city for three

904
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

years. Ordu şehri üç yıl boyunca işgal altında tuttu. 6.


meşgul etmek; (zamanını) almak.
occur to someone birinin aklına gelmek.
occur oc.cur ıkır' fiil (occurred, occurring) 1. olmak,
meydana gelmek. 2. bulunmak.
occurrence oc.cur.rence ıkır'ıns isim 1. oluş, meydana gelme. 2.
olay.
ocean current okyanus akıntısı.
ocean sunfish aybalığı, pervanebalığı.
ocean o.cean o'şın isim okyanus.
Oceania O.ce.an.i.a oşiyän'iyı isim Okyanusya.
Oceanian isim Okyanusyalı. sıfat 1. Okyanusya, Okyanusya'ya
özgü. 2. Okyanusyalı.
oceanography o.cean.og.ra.phy oşınag'rıfi isim oşinografi, denizbilim.
o'clock o'clock ıklak' zarf saate göre.
OCR OCR o'si'ar' kısaltma optical character recognition
ocrea oc.re.a ak'riyı isim, botanik kın.
Oct. Oct.kısaltma October
octagon oc.ta.gon ak'tıgan isim, geometri sekizgen.
octahedron oc.ta.he.dron aktıhi'drın isim, geometri
(octahedrons/octahedra) sekizyüzlü.
octane oc.tane ak'teyn isim oktan.
octave oc.tave ak'tîv, ak'teyv isim, müzik oktav.
October Oc.to.ber akto'bır isim ekim.
octopus oc.to.pus ak'tıpıs isim ahtapot.
ocular oc.u.lar ak'yılır sıfat göze ait, gözle ilgili, göz. isim
oküler.
oculist oc.u.list ak'yılîst isim göz doktoru.
OD OD, O.D. o'di' fiil, konuşma dili (OD'd/O.D.'d,
OD'ing/O.D.'ing) aşırı miktarda ilaç/uyuşturucu madde
almak.
odd or even tek mi çift mi oyunu.
odd odd ad sıfat 1. garip, tuhaf, acayip, bambaşka. 2. tek:
odd number tek sayı. odd sock tek çorap. 3. küsur: ten

905
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thousand odd dollars on bin küsur dolar. 4. ara sıra


meydana gelen.
oddity odd.i.ty ad'ıti isim 1. tuhaflık, acayiplik. 2. garip
özellik. 3. garip kimse veya şey.
oddly enough İşin tuhafı şu ki ....
odds and ends ufak tefek şeyler, ıvır zıvır, öteberi.
odds odds adz isim, çoğul ihtimal: The odds are very much
in our favor. Başarı ihtimalimiz yüksek. The odds are
against us. Başarı ihtimalimiz düşük.
ode ode od isim od; kaside; gazel.
odious o.di.ous o'diyıs sıfat tiksindirici, iğrenç, nefret verici.
odometer o.dom.e.ter odam'ıtır isim yol sayacı, kilometre sayacı.
odor o.dor o'dır isim koku.
odoriferous o.dor.if.er.oussıfat 1. hoş kokulu. 2. kötü kokan.
odorless o.dor.lesssıfat kokusuz.
odour o.dour o'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız odor
oeil-de-boeuf oeil-de-boeuf öydıböf' isim, mimarlık (oeils-de-boeuf)
gözpencere.
of a different kind başka tür.
of a piece with ile aynı, -in tıpkısı.
of age reşit, rüştünü ispat etmiş.
of course tabii, elbette.
of high standing çok itibarlı.
of late son zamanlarda, yakın zamanlarda.
of long standing çok eski.
of necessity zaruri olarak.
of no account önemsiz, değersiz.
of no avail faydası yok; boşuna.
of no consequence önemsiz.
of no earthly use hiçbir faydası olmayan, beş para etmez.
of one's own accord kendiliğinden, kendi rızasıyla.
of one's own free will kendiliğinden: She did it of her own free will.
Kendiliğinden yaptı.
of one's own volition kendi iradesiyle, isteyerek, gönüllü olarak.

906
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

of sorts bir çeşit: It's a game of sorts. Bir çeşit oyun.


of the first water birinci sınıf, fevkalade: She's a poet of the first water. O
çok iyi bir şair. He's an idiot of the first water.
Dangalağın teki o.
of the old school eski kafalı.
of yore çok eskiden: Here lived of yore an archduchess. Çok
eskiden burada bir arşidüşes yaşardı. 2. eski zaman,
eski: I miss those bookshops of yore. O eski zaman
kitabevlerini özlüyorum.
of of ^v, ıv edat 1. -in: the properties of light ışığın
özellikleri. the works of Shakespeare Shakespeare'in
eserleri. 2. -li: a man of talent hünerli bir adam. 3. -den:
make mention of -den söz etmek. be afraid of -den
korkmak. made of -den yapılmış. 4. hakkında, ile ilgili:
speak of hakkında konuşmak. write of ile ilgili yazı
yazmak.

off and on kesintili. 2. arada sırada, zaman zaman.


off base yanlış yolda; yanılmış.
off chance zayıf bir ihtimal.
off duty izinli.
off limits yasak bölge.
off one's feed konuşma dili iştahsız.
off one's head konuşma dili deli, çıldırmış.
off one's rocker çatlak, dengesiz, deli.
off shore denizcilikle ilgili açıkta.
off the beam yanlış yolda; yanlış.
off the coast of sahillerine yakın.
off the cuff doğaçtan, irticalen.
off the hook (sıkıntıdan, sorumluluktan) kurtulmuş.
off the map ortadan kaybolmuş.
off the press baskıdan çıkmış.
off the record gizli. 2. açıklanmamak şartıyla.
off the top of one's head konuşma dili hiç düşünmeden, hemen.

907
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Off with you! Defol!


off off ôf zarf 1. uzağa; uzakta. 2. ileriye; ileride. 3. öteye;
ötede. sıfat 1. uzak. 2. kapalı. 3. kesat (iş). 4. yanlış
(ölçü). 5. uzak, zayıf, az (bir olasılık). 6. sağdaki. edat
1. -den, -dan. 2. -den uzak: It's two kilometers off the
main road. Anayoldan iki kilometre uzakta.
offal of.fal ô'fıl isim 1. kasaplık hayvanların yenilmeyen
kısımları. 2. İngiliz İngilizcesi sakatat. 3. çerçöp,
süprüntü.
offbeat off.beat ôf'bit' sıfat, konuşma dili olağandışı.
off-color off-col.or ôf'k^l'ır sıfat 1. doğal renkte olmayan. 2. açık
saçık.
offence of.fence ıfens' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız offense
offend of.fend ıfend' fiil 1. against -e karşı gelmek, -e aykırı
davranmak. 2. gücendirmek, darıltmak, kırmak.
offended of.fend.edsıfat gücenik, küskün, dargın, kırgın.
offender of.fend.erisim suçlu.
offense of.fense ıfens' isim 1. kusur, kabahat, suç. 2. saldırı,
hücum, tecavüz. 3. gücenme, küsme, darılma. 4. spor
hücum, ofans.
offensive of.fen.sive ıfen'sîv sıfat 1. çirkin, iğrenç, itici. 2.
saldırıya özgü, hücuma ait. 3. yakışmaz. 4. hakaret
edici. 5. spor ofansif. isim saldırı, hücum.
offer battle savaş açmak.
offer for sale satılığa çıkarmak.
offer resistance karşı koymak.
offer thanks Allaha şükretmek, Allaha şükranlarını sunmak.
offer of.fer ô'fır fiil 1. sunmak, takdim etmek, arzetmek. 2.
teklif etmek, önermek. 3. (fiyat) vermek. 4. vermek,
sağlamak. isim 1. teklif. 2. fiyat teklifi.
offering of.fer.ingisim 1. sunma. 2. teklif. 3. sunulan şey. 4.
Hristiyanlık (ayin sırasında cemaatten toplanan) para,
bağışlar.

908
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

offhand off.hand ôf'händ' sıfat düşünmeden yapılmış, rasgele


yapılmış. zarf düşünmeden, rasgele.
office hours çalışma saatleri.
office of.fice ô'fîs isim 1. yazıhane, işyeri, daire, ofis. 2. iş,
memuriyet. 3. görev, vazife.
officeholder of.fice.hold.erisim devlet memuru.
officer of the day askeri nöbetçi amir.
officer of.fi.cer ô'fîsır isim 1. memur. 2. askeri subay. 3. polis
memuru.
official minute book kararname defteri.
official of.fi.cial ıfîş'ıl sıfat 1. resmi. 2. memuriyete ait;
memura yakışır. isim memur.
officially of.fi.cial.lyzarf resmen.
officiate of.fi.ci.ate ıfîş'iyeyt fiil 1. ayin yönetmek. 2. resmi bir
görevi yerine getirmek.
officious of.fi.cious ıfîş'ıs sıfat işgüzar.
officiously of.fi.cious.lyzarf işgüzarlık ederek.
offing off.ing ô'fîng isim bakınız in the offing
off-line off-line ôf'layn sıfat, bilgisayar çevrim dışı.
offprint off.print ôf'prînt isim ayrıbasım.
offset off.set ôfset' fiil (offset, offsetting) 1. karşılamak;
dengelemek. 2. ofset basmak. isim, matbaacılık ofset.
offshoot off.shoot ôf'şut isim 1. dal. 2. yan kuruluş. 3. yan
çalışma; yan ürün.
offshore off.shore ôf'şôr' sıfat 1. kıyıdan uzak. 2. kıyıdan esen.
offside off.side ôf'sayd' sıfat, spor ofsayt.
offspring off.spring ôf'sprîng isim 1. döl, evlat. 2. ürün.
often of.ten ô'fın zarf sık sık, çoğu kez.
ogle o.gle o'gıl, ag'ıl fiil göz süzerek bakmak. isim göz
süzme.
ogre o.gre o'gır isim 1. insan yiyen dev. 2. canavara benzer
kimse.
Oh yeah? Bir sözün küçümsendiğini belirtir: "I'm going to beat
you." "Oh yeah?" "Sana pes dedirteceğim." "Yap da

909
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

görelim!" 2. Söylenen şeyin doğruluğundan şüphe


edildiğini belirtir: "She was at the concert." "Oh yeah?"
"O konserdeydi." "Öyle mi?"/"Sahi mi?"
Oh Oh o ünlem 1. Ay! (Korku veya şaşkınlık belirtir.). 2.
Ay!/Ah!/Of! (Ağrı veya acı belirtir.). 3. Ah! (Pişmanlık
veya özlem belirtir.). 4. Oh!/O! (Beğenme, sevinç veya
hayranlık belirtir.). 5. Of!/Öf! (Kızgınlık veya
hoşnutsuzluk belirtir.). 6. Birine seslenirken kullanılır:
Oh, waiter! Will you bring us the bill? Garson, bize
hesabı getirir misin?
Oh, for wings! Keşke kanatlarım olsaydı!
ohm ohm om isim, elektrik om, ohm.
oho o.ho oho' ünlem Ooo! (Biraz şaşırtıcı bir haber ilk kez
öğrenildiğinde söylenir.).
oil field petrol sahası.
oil filter otomotiv yağ filtresi.
oil gauge yağ basınçölçeri, yağ basınç manometresi.
oil lamp kandil.
oil painting yağlıboya resim.
oil pan yağ deposu.
oil slick (göl, deniz v.b. üzerinde yüzen) yağ tabakası.
oil someone's hand birine rüşvet vermek.
oil someone's palm birine rüşvet vermek.
oil tanker akaryakıt tankeri.
oil well petrol kuyusu.
oil oil oyl isim 1. yağ, sıvıyağ: olive oil zeytinyağı. corn
oil mısıryağı. 2. petrol. 3. yağlıboya. fiil 1. yağlamak. 2.
yağ çekmek, pohpohlamak.
oilcan oil.can oyl'kän isim yağdanlık.
oilcloth oil.cloth oyl'klôth isim muşamba.
oilstone oil.stone oyl'ston isim yağtaşı.
oily oilysıfat yağlı.
ointment oint.ment oynt'mınt isim merhem.

910
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

OK OK, O.K. okey' zarf Peki!/Tamam!/Olur!/Oldu! sıfat 1.


geçer. 2. iyi. 3. doğru. isim onay, tasdik. fiil
(OK'd/O.K.'d, OK'ing/O.K.'ing) peki demek,
onaylamak, tasdik etmek, kabul etmek.
okay o.kay okey' zarf, sıfat, isim, fiil bakınız OK
okra o.kra o'krı isim bamya.
old age yaşlılık, ihtiyarlık.
old bird konuşma dili ihtiyar kurt, tecrübeli kimse.
Old Church Slavonic Slavonca.
old fellow ünlem azizim.
old fogy eski kafalı kimse.
Old Glory Amerikan bayrağı, A.B.D.'nin bayrağı.
old hand tecrübeli kimse, usta.
old hat modası geçmiş.
old lady argo 1. anne, kocakarı. 2. karı, kocakarı.
old salt tecrübeli denizci, deniz kurdu.
old standby eskiden beri kullanılıp popüler olan şey.
old timer yaşlı adam.
old wives' tale batıl itikat.
old old old sıfat 1. eski. 2. yaşlı, ihtiyar. 3. deneyimli,
tecrübeli. 4. modası geçmiş. 5. sevgili (dost).
old-clothesman isim eskici.
olden old.ensıfat, eski eski zamana ait, eski.
old-fashioned old-fash.ioned old'fäş'ınd sıfat eski moda, modası
geçmiş.
oldish old.ishsıfat 1. oldukça yaşlı. 2. eskice.
oldster old.sterisim, konuşma dili yaşlı.
oleander o.le.an.der oliyän'dır isim zakkum, ağıağacı.
oleaster o.le.as.ter oliyäs'tır isim iğde.
olfactory ol.fac.to.ry alfäk'tıri sıfat koklama duyusuna ait.
oligarchy ol.i.gar.chy al'ıgarki isim takımerki, oligarşi.
olive branch (barış sembolü olan) zeytin dalı. 2. barış sembolü
olarak kullanılan herhangi bir şey.
olive oil zeytinyağı.

911
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

olive tree zeytin ağacı.


olive ol.ive al'îv isim zeytin.
Olympic O.lym.pic olîm'pîk isim, çoğul olimpiyat oyunları,
olimpiyatlar.
Oman O.man oman' isim Umman.
Omani isim Ummanlı. sıfat 1. Umman, Umman'a özgü. 2.
Ummanlı.
omasum o.ma.sum omey'sım isim, zooloji (omasa) kırkbayır.
omelet om.e.let am'lît, am'ılît isim omlet.
omelette om.e.lette am'lît, am'ılît isim omlet.
omen o.men o'mın isim (bir olayın gerçekleşeceğini önceden
belirten) alamet, işaret.
ominous om.i.nous am'ınıs sıfat uğursuz, meşum.
omission o.mis.sion omîş'ın isim 1. ihmal, boşlama, savsama. 2.
atlama, dışarıda bırakma.
omit o.mit omît' fiil (omitted, omitting) 1. ihmal etmek,
yapmamak. 2. atlamak, dışarıda bırakmak.
omnipotence om.nip.o.tenceisim her şeye gücü yetme.
omnipotent om.nip.o.tent amnîp'ıtınt sıfat her şeye gücü yeten.
omnipresent om.ni.pres.ent amnîprez'ınt sıfat her yerde ve her
zaman hazır.
omniscience om.ni.scienceisim her şeyi bilme.
omniscient om.nis.cient amnîş'ınt sıfat her şeyi bilen.
omnivorous reader ne bulursa okuyan kimse.
omnivorous om.niv.o.rous amnîv'ırıs sıfat 1. her şeyi yiyen. 2.
zooloji hepçil.
on a line aynı hizada, bir sırada.
on a regular basis düzenli olarak, muntazaman.
on a shoestring az parayla.
on account of -den dolayı, için.
on account krediyle, veresiye.
on all fours dört ayak üzerinde.
on alternate days günaşırı, iki günde bir.

912
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

on an even keel başta ve kıçta çektiği su aynı, dengede (gemi). 2. her


şey yolunda.
on and on ara vermeden, biteviye.
on approval beğenilmediği takdirde geri verilmek şartıyla.
on behalf of -in namına, -in adına.
on bended knee yalvararak, diz çökmüş durumda.
on board gemide, trende.
on call hazır.
on condition that şartıyla, koşuluyla: You can stay here on condition that
you look after the animals and the garden. Hayvanlara
ve bahçeye bakma şartıyla burada kalabilirsin.
on consignment konsinye olarak.
on contract sözleşmeli, mukaveleli, mukavele ile.
on credit ticaret veresiye.
on demand mal istenildiğinde.
on duty görev başında.
on easy street hali vakti yerinde, varlıklı.
on file dosyaya geçirilmiş (evrak).
on foot yaya olarak.
on hand elde; hazır.
on his merits değerine göre.
on horseback ata binmiş, at sırtında.
on ice yedekte.
on leave izinli.
on loan ödünç olarak.
on location sinema, televizyon stüdyo dışında yapılan (çekim).
on no account asla, katiyen.
on one's last legs ölmek üzere. 2. çok bitkin durumda.
on one's mind aklında, hatırında.
on one's own initiative kendi inisiyatifini kullanarak.
on one's own kendi hesabına, kendi başına.
on paper kâğıt üzerinde kalan.
on parole şartlı olarak tahliye edilmiş.
on pins and needles huzursuz, endişeli, diken üstünde.

913
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

on purpose mahsus, bile bile, kasten.


on record kaydedilen, kayıtlı, kaydı olan.
on request istek üzerine, istenildiği zaman.
on schedule tam zamanında, vaktinde, tarifede belirtilen zamanda.
on second thought Yok, ... (Az önce verilmiş bir karardan vazgeçince
söylenir.): On second thought, let's not go. Yok,
gitmeyelim. 2. Düşündüm de ...: On second thought,
maybe you should buy that house. Düşündüm de, o evi
alsan iyi olur galiba.
on shore kıyıda.
on suspicion of zannıyla: He was arrested on suspicion of murder.
Cinayetten tutuklandı.
on that score o nedenle. 2. o konuda.
on the average ortalama olarak.
on the beam doğru yönde; doğru, tam.
on the bias verevine, verev.
on the chance that ümidiyle.
on the contrary tersine, aksine, bilakis.
on the cuff veresiye.
on the decrease azalmakta.
on the dot konuşma dili dakikası dakikasına, tam zamanında.
on the face of it dış görünüşe bakılırsa.
on the high seas açık denizlerde, enginlerde.
on the hour saat başında.
on the house bedava, şirketten.
on the increase gittikçe artmakta.
on the line peşin (ödeme).
on the loose serbest.
on the mend iyileşmekte, gelişen, düzelen.
on the move hareket halinde.
on the nail hemen, derhal. 2. söz konusu.
on the occasion of nedeniyle, dolayısıyla.
on the one hand diğer taraftan.
on the order of tarzında.

914
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

on the other hand diğer taraftan.


on the part of -in tarafından.
on the point of -mek üzere: He was on the point of going. Gitmek
üzereydi.
on the rocks kayalara çarpmış. 2. iflas etmiş; meteliksiz. 3. buzlu
(fakat soda veya su katılmamış) (viski).
on the run kaçmakta. 2. geri çekilmekte. 3. koşarken.
on the sly gizli gizli, gizlice.
on the spot hemen, derhal.
on the spur of the moment anında, o anda.
on the strength of -e dayanarak; -in yüzünden.
on the wagon konuşma dili içkiyi bırakmış durumda.
on the wane azalmakta.
on the water denizde.
on the whole her şeyi düşünürsek, her şey hesaba katılırsa: It is, on
the whole, a good job. Her şeyi düşünürsek iyi bir iş. 2.
genellikle.
on thin ice çok nazik veya müşkül bir durumda; büyük bir riske
girmiş.
on Thursday perşembe günü.
on time zamanında, vaktinde, vakitli.
on tiptoe ayaklarının ucuna basarak.
on tiptoes ayaklarının ucuna basarak.
on top of -e ek olarak, -in yanı sıra, ile beraber: He's doing this on
top of his regular job. Bunu asıl işinden ayrı olarak
yapıyor. She asked for a promotion, and on top of that
she wanted a raise. Terfiini istedi; bir de üstüne üstlük
bir maaş artışı talep etti.
on welfare ihtiyaç dolayısıyla resmi kuruluştan yardım alan.
on on an edat 1. üzerinde, üstünde; üzerine, üstüne: on the
end table sehpanın üstünde. on the wall duvarın
üstünde. Don't write on the wall. Duvarın üzerine
yazma. 2. -de: on the bus otobüste. on the list listede. on
the first of March bir martta. on the governing board

915
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yönetim kurulunda. 3. hakkında, konusunda, üstünde,


üzerinde, üstüne, üzerine, ile ilgili: a talk on friendship
arkadaşlık hakkında bir konuşma. research on the Battle
of Manzikert Malazgirt Savaşı üzerine araştırmalar. 4.
durumunda, halinde: on the defensive savunma
durumunda. on the move hareket halinde. on the
offensive hücum halinde. 5. ile: live on five dollars a
day günde beş dolarla geçinmek. buy on credit taksitle
satın almak. 6. kenarında; kıyısında: a house on the
river nehrin kıyısında bir ev. zarf 1. ileri, ileriye; ileride,
ilerde: walk on ileri gitmek. The next gas station is five
kilometers on. Bundan sonraki benzin istasyonu beş
kilometre ilerde. 2. durmadan, aralıksız: She sang on.
Durmadan şarkı söyledi. 3. -ince: on receiving the gift
hediyeyi alınca. on hearing this bunu duyunca. 4.
üstüne, üzerine; üstünde, üzerinde, giyilmiş: have a coat
on üzerinde bir palto olmak.
once again bir kez daha, tekrar.
once for all son olarak. 2. ilk ve son olarak.
once in a blue moon kırk yılda bir.
once in a while arasıra, arada bir.
once more bir kez daha.
once or twice bir iki kere.
Once upon a time .... Bir varmış bir yokmuş... (Masal anlatmaya başlarken
söylenir.).
once once w^ns zarf 1. bir kez, bir defa. 2. bir zamanlar,
eskiden. bağlaç 1. bir -se: Once he starts he will be
obliged to continue. Bir başlarsa devam etmek zorunda
kalır. 2. -ir -mez: We can start once he arrives. Gelir
gelmez başlayabiliriz. isim bir kez, bir kere.
once-over once-o.ver w^ns'ovır isim bakınız give someone the
once-over give something the once-over
oncology on.col.o.gy ang.kal'ıci isim onkoloqi.

916
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

oncoming on.com.ing an'k^mîng sıfat yaklaşmakta olan. isim


yaklaşma.
one after another birbiri ardından, birbiri peşi sıra, peş peşe, arka arkaya.
one after the other birbiri ardından, birbiri peşi sıra, peş peşe, arka arkaya.
one and all hepsi; herkes; her biri.
one and only tek: It was her one and only desire. Onun tek arzusuydu.
one and the same aynı, bir, tek: They're one and the same person. Onlar
aynı kişi.
one another birbiri, birbirleri (Hep çekimli bir şekilde kullanılır.):
You must get along with one another. Birbirinizle iyi
geçinmeniz lazım. Don't kill one another. Birbirinizi
öldürmeyin.
one by one birer birer, teker teker.
one fine day günün birinde.
one foot in the grave bir ayağı çukurda.
one or two birkaç.
one one w^n sıfat 1. bir: Give me one loquat. Bana bir
maltaeriği ver. One hundred and twenty people came.
Yüz yirmi kişi geldi. One half of them were crazy.
Onların yarısı deliydi. She came here one day in
January. Ocak ayında bir gün buraya geldi. 2. tek: It's
the one lake that's not polluted. Suları kirlenmemiş tek
göl o. 3. adında biri: While you were out one Melahat
Gözüpek called. Siz dışardayken Melahat Gözüpek
adında biri telefon etti. 4. aynı, bir, tek: The writer of
the play and his main character are one. Oyunun yazarı
ve başkişisi aynı. They shouted with one voice. Hep bir
ağızdan bağırdılar. zamir 1. biri; bir tane: One of them
must have been you. Onlardan biri herhalde sendin. I'd
like one of those flowers. O çiçeklerden bir tane
istiyorum. 2. Genellemelerde kullanılır: One doesn't go
there alone. Oraya tek başına gidilmez. 3. insan (Kibar
konuşmalarda bazen ben veya biz zamirleri yerine
kullanılır.): One dislikes having to talk with such

917
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

persons. Öyle insanlarla konuşmak zorunda olmak


insanın hiç hoşuna gitmiyor. isim 1. (belirli) biri/bir
tane: Which one? Hangisi? I'd like the one with the
variegated flowers. Çiçekleri ebruli olanı istiyorum.
That's the one I want. Benim istediğim o. That's a
lovely one. Çok güzel o. Give me qust one. Bana sadece
bir tane ver. 2. (sayı olarak) bir: Put a one to the left of
that zero. O sıfırın soluna bir bir koy. 3. saat bir; saat on
üç: Let's meet here at one. Birde burada buluşalım.
oneiric o.nei.ric onay'rîk sıfat düşsel.
oneirology o.nei.rol.o.gy onayral'ıci isim düşbilim.
one-man show tek kişilik sergi.
one-man one-man w^n'män' sıfat bakınız one-man show
onerous on.er.ous an'ırıs, o'nırıs sıfat zahmetli, meşakkatli,
külfetli, eziyetli.
oneself one.self w^nself' zamir 1. kendi, kendisi, bizzat. 2.
kendi kendini; kendi kendine.
one-sided one-sid.ed w^n'saydîd sıfat tek taraflı.
one-track one-track w^n'träk sıfat bakınız have a one-track mind
one-way ticket gidiş bileti; dönüş bileti.
one-way one-way w^n'wey sıfat tek yönlü.
ongoing on.go.ing an'gowîng sıfat devam eden.
onion on.ion ^n'yın isim soğan.
on-line on-line an'layn sıfat, bilgisayar çevrim içi.
onlooker on.look.er an'lûkır isim seyirci.
only on.ly on'li sıfat bir tek, eşsiz, biricik, yegâne. zarf
yalnız, ancak. bağlaç 1. yalnız, ancak. 2. daha: only
yesterday daha dün.
onomatopoeia on.o.mat.o.poe.ia anımätıpi'yı isim yansıma,
onomatope.
onrush on.rush an'r^ş isim üşüşme, saldırı.
onset on.set an'set isim 1. saldırı, hücum. 2. başlama,
başlangıç.
onshore on.shore an'şor sıfat kıyıya doğru. zarf kıyıda.

918
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

onslaught on.slaught an'slôt isim şiddetli saldırı, hücum.


on-the-job on-the-job an.dhı.cab' sıfat hizmetiçi, işbaşında
(eğitim).
onto on.to an'tu edat üstüne, -e.
ontology on.tol.o.gy antal'ıci isim varlıkbilim, ontoloqi.
onus o.nus o'nıs isim sorumluluk, yükümlülük.
onward on.ward an'wırd zarf ileriye doğru, ileri; ileride.
onwards on.wards an'wırdz zarf bakınız onward
onyx on.yx an'îks isim oniks.
oops oops ups ünlem Ay!
ooze ooze uz isim 1. sulu çamur, balçık; batak. 2. sızma. 3.
sızıntı. fiil sızmak; sızdırmak.
opal o.pal o'pıl isim opal, panzehirtaşı.
opaque o.pajue opeyk' sıfat ışık geçirmez, donuk, saydam
olmayan.
open air açık hava.
open end wrench somun anahtarı.
open fire ateş açmak.
open into -e açılmak.
open onto -e açılmak.
open out on -e açılmak.
open question çözümlenmemiş sorun.
open sea açık deniz.
open someone's eyes birinin gözünü açmak, birini uyarmak, birini haberdar
etmek.
open to the public halka açık, umuma açık.
open o.pen o'pın sıfat 1. açık. 2. serbest. 3. aşikâr, meydanda
olan. 4. kapanmamış, ödenmemiş borç. 5. çözülmemiş
(sorun). fiil 1. açmak; açılmak. 2. başlamak; başlatmak.
3. yaymak, sermek. 4. açığa vurmak. isim bakınız in the
open
open-ended o.pen-end.ed o'pınend'îd sıfat sonuca bağlanmamış,
açık bırakılmış.
openhanded o.pen.hand.ed o'pınhän'dîd sıfat eliaçık, cömert.

919
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

open-heart surgery açık kalp ameliyatı.


openhearted o.pen.heart.ed o'pınhar'tîd sıfat açık yürekli, açık kalpli,
samimi.
opening o.pen.ingisim 1. açıklık, delik. 2. açılış: opening day
açılış günü. 3. açma; açılma. 4. fırsat.
openly o.pen.lyzarf açıkça, açıktan açığa.
open-minded o.pen-mind.ed o'pınmayn'dîd sıfat açık fikirli.
openness o.pen.nessisim açıklık.
opera glasses opera dürbünü.
opera op.er.a ap'ırı isim opera.
operate on someone birini ameliyat etmek.
operate op.er.ate ap'ıreyt fiil 1. makine işlemek, çalışmak;
işletmek, çalıştırmak. 2. (ticari veya sınai bir kuruluşu)
işletmek, yönetmek, idare etmek. 3. ameliyat yapmak.
4. (borsada) alışveriş yapmak. 5. etkilemek.
operation op.er.a.tion apırey'şın isim 1. makine işleme, çalışma.
2. (ticari veya sınai bir kuruluşu) işletme, yönetme. 3.
iş, çalışma. 4. ameliyat. 5. (borsada) alışveriş. 6. etki. 7.
askeri harekât; tatbikat. 8. matematik işlem.
operational op.er.a.tion.alsıfat 1. işlemsel; işletimsel. 2.
kullanılmaya hazır.
operative op.er.a.tive ap'ırıtîv sıfat 1. işleyen, çalışan, faal. 2.
yürürlükte olan. 3. etkin, etkili. 4. ameliyata ait. 5.
ameliyat edilebilir. isim 1. usta işçi. 2. teknisyen. 3.
casus, aqan. 4. dedektif.
operator op.er.a.tor ap'ıreytır isim 1. operatör. 2. teknisyen. 3.
ticari veya sınai bir kuruluşun sahip veya yöneticisi. 4.
santral memuru. 5. argo lüpçü.
operetta op.e.ret.ta apıret'ı isim operet.
ophthalmia oph.thal.mi.a af.thäl'miyı isim, tıbbi göz
iltihabı/yangısı.
ophthalmologist oph.thal.mol.o.gist af.thälmal'ıcîst isim göz
doktoru/hekimi, oftalmolog.

920
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ophthalmology oph.thal.mol.o.gy af.thälmal'ıci isim oftalmoloqi,


gözbilim.
ophthalmoscope oph.thal.mo.scope af.thäl'mıskop isim oftalmoskop,
göz aynası.
opiate o.pi.ate o'piyît, o'piyeyt sıfat 1. afyonlu. 2. uyuşturucu,
uyku getirici, sersemletici. isim afyonlu ilaç.
opinion o.pin.ion ıpîn'yın isim görüş, fikir, düşünce.
opinionated o.pin.ion.at.ed ıpîn'yıneytîd sıfat inatçı, fikrinden
dönmeyen, dik kafalı.
opium poppy haşhaş.
opium o.pi.um o'piyım isim afyon.
opopanax o.pop.a.nax ıpap'ınäks isim (reçine olarak) çavşır.
opoponax o.pop.o.nax ıpap'ınäks isim bakınız opopanax
opossum o.pos.sum ıpas'ım, opas'ım isim opossum, sarig.
opp. opp.kısaltma opposed opposite
opponent op.po.nent ıpo'nınt isim 1. düşman. 2. rakip.
opportune op.por.tune apırtun' sıfat 1. elverişli, uygun. 2. tam
zamanında olan, vakitli.
opportunely op.por.tune.lyzarf tam zamanında.
opportunism op.por.tun.ism apırtu'nîzım isim fırsatçılık, oportünizm.
opportunist op.por.tun.istisim fırsatçı, oportünist.
opportunity op.por.tu.ni.ty apırtu'nıti isim fırsat, elverişli durum.
oppose op.pose ıpoz' fiil 1. karşı koymak, karşı çıkmak,
direnmek. 2. karşılaştırmak.
opposite angle geometri tersaçı.
opposite leaves botanik karşılıklı yapraklar.
opposite op.po.site ap'ızît sıfat 1. karşıki, karşı. 2. karşıt, ters,
zıt, aksi. isim 1. karşıt olan şey veya kimse. 2. karşıda
olan şey veya kimse. zarf, edat 1. karşı karşıya. 2.
karşılıklı. 3. karşısında.
opposition op.po.si.tion apızîş'ın isim 1. politika muhalefet. 2.
karşıtlık, zıtlık. 3. karşı koyma, karşı çıkma.

921
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

oppress op.press ıpres' fiil 1. sıkmak, sıkıştırmak, baskı


yapmak. 2. eziyet etmek, zulmetmek. 3. bunaltmak,
sıkıntı vermek.
oppression op.pres.sion ıpreş'ın isim 1. baskı. 2. eziyet, zulüm. 3.
sıkıntı, ağırlık.
oppressive op.pres.sive ıpres'îv sıfat 1. ezici, zulmedici. 2.
bunaltıcı, sıkıcı, ağır.
oppressor op.pres.sorisim zalim kimse.
opt out -den çekilmek, -den vazgeçmek, -i yapmamaya karar
vermek.
opt opt apt fiil 1. seçmek. 2. karar vermek.
optative op.ta.tive ap'tıtîv sıfat istek belirten. isim, dilbilgisi
istek kipi.
optic nerve görme siniri.
optic op.tic ap'tîk sıfat optik, görsel.
optical character reader bilgisayar optik karakter okuyucu.
optical character recognition bilgisayar optik karakter tanıma.
optical illusion gözü yanıltan görüntü.
optical scanner bilgisayar optik tarayıcı.
optical op.ti.cal ap'tîkıl sıfat 1. optikle ilgili. 2. görsel.
optician op.ti.cian aptîş'ın isim gözlükçü.
optics op.ticsisim optik.
optimise op.ti.mise ap'tımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
optimize
optimism op.ti.mism ap'tımîzım isim iyimserlik, optimizm.
optimist op.ti.mistisim iyimser, optimist.
optimistic op.ti.mis.ticsıfat iyimser.
optimistically op.ti.mis.ti.cal.lyzarf iyimserlikle.
optimize op.ti.mize ap'tımayz fiil en iyi şekilde kullanmak.
optimum op.ti.mum ap'tımım isim en uygun durum, optimum.
sıfat en uygun, optimum.
option key bilgisayar seçme tuşu.
option to purchase satın alma opsiyonu.

922
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

option op.tion ap'şın isim 1. seçme. 2. seçme hakkı, tercih. 3.


seçenek, şık. 4. ticaret opsiyon.
optional op.tion.alsıfat zorunlu olmayan, isteğe bağlı, seçmeli.
opulence op.u.lence ap'yılıns isim 1. servet, zenginlik. 2. bolluk.
opulency op.u.len.cy ap'yılınsi isim 1. servet, zenginlik. 2.
bolluk.
opulent op.u.lentsıfat 1. zengin. 2. bol.
opulently op.u.lent.lyzarf bolca.
opus o.pus o'pıs isim 1. yapıt, eser. 2. müzik opus.
or else yoksa: Go now or else you'll miss the train. Şimdi git,
yoksa treni kaçıracaksın.
or so I think zannedersem.
or so kadar, civarında, yaklaşık: It's fifteen miles or so from
here. Buradan on beş mil kadar uzakta.
or whatever veya öyle bir şey, veya onun gibi bir şey.
or or ôr bağlaç veya, ya da, yahut; yoksa: one or two bir
veya iki. Are you qoking, or have you really taken
offense? Şaka mı söylüyorsun, yoksa gerçekten
gücendin mi?
oracle or.a.cle ôr'ıkıl isim 1. kehanet. 2. kâhin.
oracular o.rac.u.lar ôräk'yılır sıfat 1. kehanetle ilgili. 2. gizli
anlamlı.
oral o.ral ôr'ıl sıfat 1. sözlü, ağızdan söylenen. 2. ağıza ait.
3. oral, ağızdan alınan (ilaç). 4. ruhbilim oral.
orally o.ral.lyzarf 1. ağızdan. 2. sözlü olarak.
orange blossom portakal çiçeği.
orange marmalade turunç/portakal marmeladı.
orange or.ange ôr'înc isim 1. portakal. 2. portakal rengi,
turuncu. sıfat portakal renginde olan, turuncu.
orangoutan o.rang.ou.tan oräng'ıtän isim bakınız orangutan
orangoutang o.rang.ou.tang oräng'ıtäng isim bakınız orangutan
orangutan o.rang.u.tan oräng'ıtän isim orangutan.
orate o.rate oreyt' fiil nutuk çekmek.
oration o.ra.tion ôrey'şın isim söylev, nutuk, hitabe.

923
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

orator or.a.tor ôr'ıtır isim hatip, nutuk çeken kimse.


oratorical or.a.tor.i.cal ôrıtôr'îkıl sıfat hatipliğe ait.
oratory or.a.to.ry ôr'ıtôri isim 1. hatiplik, hitabet. 2. belagat, dil
uzluğu.
orbit or.bit ôr'bît isim yörünge. fiil 1. bir yörüngede dönmek.
2. -in etrafında dönmek.
orchard or.chard ôr'çırd isim meyve bahçesi.
orchestra or.ches.tra ôr'kîstrı isim 1. müzik orkestra. 2. tiyatro
orkestra. 3. tiyatro parter.
orchestrate or.ches.trate ôr'kîstreyt fiil 1. orkestra için müzik
parçası yazmak. 2. planlamak, düzenlemek.
orchid or.chid ôr'kîd isim orkide.
ordain or.dain ôrdeyn' fiil 1. emretmek, buyurmak; (Tanrı)
takdir etmek. 2. papazlığa atamak.
ordeal or.deal ôrdil' isim 1. karakter veya dayanıklılık
denemesi. 2. büyük sıkıntı.
order of precedence kıdem sırası.
order or.der ôr'dır isim 1. düzen, tertip. 2. sıra, dizi. 3.
yöntem, usul. 4. emir, buyruk. 5. ısmarlama, sipariş. 6.
tarikat. 7. şeref rütbesi. 8. cins, çeşit, tür. 9. mimari
üslup. 10. biyoloji takım. fiil 1. emretmek, emir
vermek: Who ordered you to shoot that cat? O kediyi
vurmanı kim emretti? 2. ısmarlamak, sipariş etmek: The
tea that I ordered still hasn't come. Ismarladığım çay
hâlâ gelmedi. That company ordered one thousand pairs
of snakeskin boots from South Africa. O firma Güney
Afrika'dan bin çift yılan derisi çizme sipariş etti. 3.
düzenlemek, sıraya koymak, tertip etmek: We have
ordered the words alphabetically. Sözcükleri alfabetik
sıraya göre dizdik.
orderly or.der.lysıfat düzenli, derli toplu, düzgün. isim 1. emir
eri. 2. hastane hademesi.
ordinal numbers matematik sıra sayıları.

924
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ordinal or.di.nal ôr'dınıl sıfat 1. sıra veya derece gösteren. 2.


biyoloji takıma ait.
ordinance or.di.nance ôr'dınıns isim 1. düzen, kural. 2. emir. 3.
yasa; yönetmelik.
ordinarily or.di.nari.lyzarf genellikle, çoğunlukla.
ordinariness or.di.nari.nessisim sıradanlık.
ordinary or.di.nar.y ôr'dıneri sıfat 1. sıradan, alelade: an ordinary
house sıradan bir ev. 2. olağan, alışılmış, her zamanki,
normal, tipik: his ordinary way of speaking her zamanki
konuşma biçimi. 3. hukuk doğal (hak). isim alışılmış
şey.
ordnance ord.nance ôrd'nıns isim 1. savaş gereçleri. 2. ordonat.
ore ore or isim maden cevheri.
oregano o.reg.a.no ıreg'ıno isim keklikotu, güveyotu, güveyiotu.
org. org.kısaltma «organic» organization organized
organ bank organ bankası.
organ grinder laternacı.
organ or.gan ôr'gın isim 1. org, erganun. 2. örgen, organ,
uzuv. 3. organ, kuruluş; yayın organı.
organdie or.gan.die ôr'gındi isim bakınız organdy
organdy or.gan.dy ôr'gındi isim organze.
organic chemistry organik kimya.
organic disease organik hastalık.
organic substance organik madde.
organic or.gan.ic ôrgän'îk sıfat örgensel, organik.
organically or.gan.i.cal.lyzarf organik olarak.
organisation or.gan.i.sa.tion ôrgınızey'şın isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız organization
organise or.gan.ise ôr'gınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
organize
organism or.gan.ism ôr'gınîzım isim organizma, örgenlik.
organist or.gan.ist ôr'gınîst isim orgcu.
organization or.gan.i.za.tion ôrgınızey'şın isim 1. örgüt, kuruluş. 2.
düzen. 3. örgütleme. 4. düzenleme, organizasyon.

925
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

organize or.gan.ize ôr'gınayz fiil 1. düzenlemek, organize etmek.


2. örgütlemek.
orgasm or.gasm ôr'gäzım isim orgazm.
orgy or.gy ôr'ci isim 1. sefahat. 2. aşırı düşkünlük.
orient oneself to -e uymak, -e alışmak.
orient o.ri.ent ôr'iyınt isim 1. doğu, şark. 2. büyük harf ile
Doğu, genellikle Asya ülkeleri. fiil yönlendirmek,
yöneltmek.
Oriental poppy botanik doğuhaşhaşı.
Oriental rug Şark halısı.
oriental o.ri.en.tal ôriyen'tıl sıfat 1. Doğulu. 2. Doğu'ya özgü.
isim büyük harf ile Doğulu.
Orientalist O.ri.en.tal.istisim doğubilimci, şarkiyatçı, oryantalist.
orientate o.ri.en.tate ô'riyenteyt fiil 1. yönlendirmek, yöneltmek.
2. alıştırmak.
orientation ori.en.ta.tionisim 1. yönlendirme. 2. alıştırma. 3.
alıştırma programı.
orifice or.i.fice ô'rıfîs isim delik, ağız.
orig. orig.kısaltma «origin» original originally
origanum o.rig.a.num ırîg'ınım isim bakınız oregano
origin or.i.gin ôr'ıcîn isim 1. köken, kaynak, asıl. 2. nesil, soy.
original o.rig.i.nal ırîc'ınıl sıfat 1. ilk, asıl: Who was the original
owner of this car? Bu arabanın ilk sahibi kimdi? 2.
orijinal, asıl, kopya olmayan: Is this an original
painting? Bu resim oriqinal mi? 3. özgün, oriqinal. isim
oriqinal, asıl. She read Crime and Punishment in the
original. Suç ve Ceza'yı yazıldığı dilde okudu.
originality o.rig.i.nal.i.ty ırîcınäl'ıti isim oriqinallik, özgünlük.
originally o.rig.i.nal.lyzarf 1. ilk başta; başlangıçta. 2.
özgün/orijinal bir şekilde. 3. aslen: She was originally
from Edirne. O, Edirne kökenli.
originate o.rig.i.nate ırîc'ıneyt fiil icat etmek, meydana getirmek,
çıkarmak, yaratmak; meydana gelmek, çıkmak,
kaynaklanmak.

926
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

originator o.rig.i.nat.or ırîc'ıneytır isim yaratan kimse, icat eden


kimse.
ornament or.na.ment ôr'nımınt isim süs.
ornamental plants süs bitkileri.
ornamental or.na.men.tal ôrnımen'tıl sıfat 1. süs olarak kullanılan.
2. süsleyici; dekoratif.
ornamentation or.na.men.ta.tionisim 1. süs. 2. süsleme.
ornate or.nate ôrneyt' sıfat çok süslü, şatafatlı, gösterişli.
ornately or.nate.lyzarf çok süslü bir biçimde.
ornery or.ner.y ôr'nıri, ôrn'ri sıfat 1. huysuz, aksi. 2. inatçı. 3.
alçak, aşağılık.
ornithologist or.ni.thol.o.gistisim kuşbilimci, ornitolog.
ornithology or.ni.thol.o.gy ôrnıthal'ıci isim kuşbilim, ornitoloqi.
orogenesis o.ro.gen.e.sis ôrıcen'ısîs isim bakınız orogeny
orogeny o.rog.e.ny ôrac'ıni isim dağoluş, oroqeni.
orography o.rog.ra.phy ôrag'rıfi isim dağbilgisi.
orology o.rol.o.gy ôral'ıci isim dağbilgisi.
orphan or.phan ôr'fın isim, sıfat öksüz. fiil öksüz bırakmak.
orphanage or.phan.ageisim yetimhane, öksüzler yurdu.
orthodontics or.tho.don.tics ôrthıdan'tîks isim ortodonti.
orthodox or.tho.dox ôr'thıdaks sıfat 1. ortodoks. 2. geleneksel,
göreneksel.
orthopedic or.tho.pe.dic ôrthıpi'dîk sıfat ortopedik.
orthopedics or.tho.pe.dics ôrthıpi'dîks isim, tıbbi ortopedi.
orthopedist or.tho.pe.distisim ortopedist, ortopedi uzmanı.
oscillate os.cil.late as'ıleyt fiil 1. salınmak. 2. kararsız olmak,
tereddüt etmek, bocalamak.
osmosis os.mo.sis azmo'sîs, asmo'sîs isim, kimya geçişme,
geçişim, ozmos.
osprey os.prey as'pri isim balıkkartalı, deniztavşancılı.
Osset Os.set as'ît isim bakınız Ossete
Ossete Os.sete a'sit isim Oset.
Ossetia Os.se.tia ısi'şı isim Osetya, Osetiya.
Ossetian Os.se.tian ısi'şın isim, sıfat Oset.

927
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Ossetic Os.set.ic ıset'îk isim Osetçe. sıfat 1. Oset. 2. Osetçe.


ossicle os.si.cle as'îkıl isim, anatomi kemikçik, küçük kemik.
ossification os.si.fi.ca.tion asıfıkey'şın isim 1. kemikleşme;
kemikleştirme. 2. katılaşma; katılaştırma.
ossify os.si.fy as'ıfay fiil 1. kemikleşmek; kemikleştirmek. 2.
katılaşmak; katılaştırmak.
osteitis os.te.i.tis astiyay'tîs isim, tıbbi kemik iltihabı/yangısı.
ostensible os.ten.si.ble asten'sıbıl sıfat görünüşteki, görünen.
ostensibly ostensiblyzarf görünüşte, görünürde.
ostensive os.ten.sive asten'sîv sıfat görünüşte olan.
ostentation os.ten.ta.tion astıntey'şın isim gösteriş, gereksiz
gösteriş.
ostentatious os.ten.ta.tioussıfat dikkati çeken, gösterişli, fiyakalı,
cakalı.
ostentatiously os.ten.ta.tious.lyzarf gösterişli bir biçimde.
osteogenesis os.te.o.gen.e.sis astiyıcen'ısîs isim kemik oluşumu.
osteoid os.te.oid as'tiyoyd sıfat kemiksi. isim kemiksi doku.
osteology os.te.ol.o.gy astiyal'ıci isim osteoloqi, kemikbilim.
osteolysis os.te.ol.y.sis astiyal'ısîs isim, tıbbi kemik erimesi.
osteoporosis os.te.o.po.ro.sis astiyopıro'sîs isim, tıbbi (osteoporoses)
osteoporoz.
ostracise os.tra.cise as'trısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
ostracize
ostracism os.tra.cism as'trısîzım isim 1. toplum dışına itme;
dışlama. 2. sürme, sürgüne gönderme.
ostracize os.tra.cize as'trısayz fiil 1. toplum dışına itmek;
dışlamak. 2. sürmek, sürgüne göndermek.
ostrich os.trich ôs'trîç isim devekuşu.
ostrichlike os.trich.likesıfat devekuşu gibi.
other oth.er ^dh'ır sıfat başka, diğer, öbür. zamir başkası,
diğeri, öbürü.
otherwise oth.er.wise ^dh'ırwayz zarf 1. başka türlü. 2. yoksa,
olmazsa, aksi takdirde.
otter ot.ter at'ır isim susamuru.

928
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Ottoman Ot.to.man at'ımın sıfat, isim (Ottomans) Osmanlı.


ouch ouch auç ünlem Ah!/Of!/Aman!
ought ought ôt yardımcı fiil -meli, -malı (Gereklilik ve
zorunluluk belirtir.): I ought to go. Gitmeliyim. It ought
not to be allowed. Buna izin verilmemeli. You ought to
know better. Bu hareketin fena olduğunu bilmeniz
gerekir. I ought to have gone. Gitmeliydim.
oughtn't ought.n't ôt'ınt kısaltma ought not .
ounce ounce auns isim ons, 26,9 gram.
our our aur zamir, sıfat bizim.
ours ours aurz zamir bizimki.
ourselves our.selves aurselvz' zamir, çoğul kendimiz, bizler: We
ourselves will help. Biz kendimiz yardım edeceğiz.
oust oust aust fiil çıkarmak, dışarı atmak, kovmak.
ouster oust.erisim dışarı atma.
out at the elbows kılıksız, hırpani, üstü başı dökülen. 2. eskimiş (giysi).
out back konuşma dili binanın/bir yerin arkasındaki yer, arka: I'll
meet you out back in five minutes. Seni beş dakika
sonra binanın arka tarafında bulurum.
out front konuşma dili binanın/bir yerin önündeki yer, ön: He's
standing out front. Binanın önünde duruyor.
out loud sesli; yüksek sesle.
out of action işlemeyecek hale gelmiş. 2. saf dışı (oyuncu, asker).
out of breath soluğu kesilmiş, soluk soluğa.
out of commission görev yapamaz durumda. 2. bozuk.
out of curiosity meraktan.
out of danger tehlikeyi atlatmış.
out of date modası geçmiş, demode. 2. tarihi geçmiş.
out of deference to -e riayeten, -e uyarak.
out of fashion demode, modası geçmiş.
out of favor bakınız be out of favor
out of focus odaklanmamış, flu.
out of hand hemen, derhal. 2. kontrolden çıkmış; çığırından çıkmış.
out of harm's way emniyette, emin yerde.

929
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

out of hearing işitemeyecek uzaklıkta.


out of his senses aklı başından gitmiş, çıldırmış.
out of humor canı sıkkın; sinirli, öfkeli.
out of joint çıkık, çıkmış. 2. çığırından çıkmış.
out of line with -e uymayan. 2. itaatsiz (kimse). 3. uygunsuz (söz,
davranış).
out of luck talihsiz.
out of one's depth boyunu aşan, bilgi ve yeteneği dışında.
out of one's head konuşma dili deli, çıldırmış.
out of order bozuk. 2. düzensiz. 3. usule aykırı. 4. uygunsuz.
out of pity merhameten, acıyarak.
out of place yersiz, uygunsuz.
out of position yerinden çıkmış.
out of practice yeteneği körelmiş, pratiğini kaybetmiş.
out of print baskısı tükenmiş.
out of proportion oransız, orantısız.
out of reach erişilmez.
out of regard for -in hatırı için.
out of regard to -in hatırı için.
out of spite inadına: She did it out of spite. Onu inadına yaptı.
out of stock ticaret elde kalmamış, mevcudu tükenmiş.
out of the blue birdenbire, aniden, damdan düşer gibi.
out of the corner of one's eye gözünün ucuyla (bakmak).
out of the ordinary olağandışı.
out of the question imkânsız, olamaz, söz konusu olamaz.
out of trim kötü durumda, fena vaziyette. 2. idmansız.
out of tune akortsuz. 2. ahenksiz, uyumsuz.
out of turn sıra beklemeden, sırası gelmeden.
out of use geçersiz, kullanılmayan.
out of wedlock evlilik dışı, gayri meşru.
out of whack bozuk, çalışamaz/işleyemez durumda.
out of -den (Yeri değişen birinin veya bir nesnenin çıkış
yerini bildirir.): Take your hands out of your pockets!
Ellerini ceplerinden çıkar! 2. dışında: It's out of range.

930
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Menzil dışında. That's out of my sphere. Bilgi alanımın


dışında o. 3. -den uzak, dışında: It's twenty kilometers
out of town. Şehirden yirmi kilometre uzakta. 4. -den
dolayı, için, -den: He did it out of love. Sevdiği için
yaptı. She did it out of necessity. Mecbur kaldığı için
yaptı. He went to them out of desperation. Çaresizlikten
onlara gitti. 5. arasından: Out of three hundred
candidates they selected her. Üç yüz aday arasından onu
seçtiler.

Out with it! Söylesene!


Out you go! Haydi çık!
out out aut zarf 1. Belirli bir yerden gitme veya gönderme
anlamındaki fiillerle birlikte kullanılır: They started out
at dawn. Şafak sökerken yola çıktılar. Take him out!
Onu dışarı çıkar! She's gone out for lunch. Öğle yemeği
için dışarı çıktı. She was sent out to India. Hindistan'a
gönderildi. The tide's going out. Deniz alçalıyor. 2.
dışarı; dışarıda; dışarıya: No sooner had she hung out
the laundry than it began to rain. Çamaşırı dışarıya asar
asmaz yağmur yağmaya başlamıştı. His shirttails were
hanging out. Gömleğinin etekleri pantolonunun
üzerinden sarkıyordu. Don't stick your tongue out!
Dilini çıkarma! He took out his checkbook. Çek
defterini çıkardı. We'll smoke him out. Onu dumanla
dışarı çıkarırız. It's nice out today. Dışarısı güzel
bugün./Bugün hava güzel. Let's sit out. Dışarıda
oturalım. 3. Birinin/Bir şeyin merkez sayılan bir yerden
uzak olduğunu göstermek için kullanılır: They live way
out in Maltepe. Onlar ta Maltepe'de oturuyor. 4. Bazı
fiilleri pekiştirmek için kullanılır: Write it all out!
Hepsini yaz! Sing out! Yüksek sesle söyle! I'm tuckered
out. Pestilim çıktı. 5. (Birinin belirli bir şey yapmaktan
yorulduğunu göstermek için kullanılır.): edat (-den)

931
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dışarıya/öteye. I'm meetinged out. Toplantılara


gitmekten yoruldum artık. He looked out the window.
Pencereden baktı. Don't throw him out the door! Onu
kapı dışarı etme! Drive out that road for twenty
kilometers. O yoldan yirmi kilometre git. isim,
konuşma dili çare; bahane; mazeret. fiil (bir şey)
kendini belli etmek, ortaya çıkmak, meydana çıkmak:
Sooner or later the truth will out. Hakikat ergeç
meydana çıkar.
Out! Çık dışarı!
out-and-out out-and-out aut'ınaut' sıfat, konuşma dili tam, düpedüz:
He's an out-and-out fraud. O tam bir sahtekâr.
outbid out.bid autbîd' fiil (outbid, outbidding) (açık artırmada)
(-den) daha fazla fiyat vermek.
outboard motor takma motor.
outboard out.board aut'bôrd sıfat, denizcilikle ilgili takma
motorlu, dıştan motorlu.
outbreak out.break aut'breyk isim 1. (istenmeyen bir olay) ortaya
çıkma, çıkma, baş gösterme, patlama. 2. salgın.
outburst out.burst aut'bırst isim patlak verme, patlama.
outcast out.cast aut'käst isim toplum dışına itilmiş kimse. sıfat
toplum dışına itilmiş.
outclass out.class autkläs' fiil üstün olmak, üstün gelmek.
outcome out.come aut'k^m isim sonuç.
outcrop out.crop aut'krap isim 1. (istenmeyen bir olay) ortaya
çıkma, çıkma, baş gösterme, patlama. 2. jeoloji bir
kayacın yeryüzüne çıkmış uzantısı, çıkma, çıkıntı.
outcropping isim, jeoloji bir kayacın yeryüzüne çıkmış uzantısı,
çıkma, çıkıntı.
outcry out.cry aut'kray isim 1. haykırış, çığlık, bağırış. 2.
protesto.
outdated out.dated autdeyt'îd sıfat 1. modası geçmiş. 2. günün
şartlarına uymayan, zamana uymayan, köhne. 3. eski
(teknoloqi, makine v.b.).

932
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

outdistance out.dis.tance autdîs'tıns fiil geçmek, geride bırakmak.


outdo out.do autdu' fiil (outdid, outdone) geçmek, geride
bırakmak, bastırmak.
outdoor out.door aut'dôr sıfat dışarıda yapılan.
outdoors out.doors autdôrz' zarf 1. dışarıya. 2. dışarıda, açık
havada. isim açık hava.
Outer Mongolia Dış Moğolistan.
outer out.er au'tır sıfat 1. dıştaki, diş. 2. dışarıdaki.
outermost out.er.mostsıfat en dıştaki.
outfit out.fit aut'fît isim 1. takım, donatı. 2. gereçler. 3.
konuşma dili askeri birlik. 4. konuşma dili ekip. 5.
konuşma dili kuruluş. fiil (outfitted, outfitting)
donatmak, gereçlerini sağlamak.
outfitter out.fit.terisim 1. teçhizatçı. 2. giyim eşyası satıcısı.
outflank out.flank autflängk' fiil, askeri (düşmanın) yanından
dolanıp arkasına geçmek.
outgoing out.go.ing aut'gowîng sıfat 1. sempatik, cana yakın. 2.
giden, çıkan. 3. ayrılan, kalkan. isim gidiş, çıkış.
outgrow out.grow autgro' fiil (outgrew, outgrown) 1. küçük
gelmek: The child has outgrown his clothes. Giysileri
çocuğa artık küçük geliyor. 2. (büyüyünce) -den
vazgeçmek.
outgrowth out.growth aut'groth isim 1. bir başka şeyden gelişerek
büyüyen şey. 2. fazlalık. 3. doğal bir sonuç veya
gelişme.
outing out.ing au'tîng isim gezinti.
outlandish out.land.ish autlän'dîş sıfat 1. tuhaf, acayip, garip. 2.
yabancı. 3. uzak.
outlast out.last autläst' fiil -den çok dayanmak.
outlaw out.law aut'lô isim 1. haydut, yasaya karşı gelen kimse.
2. yasal haklardan yoksun bırakılmış kimse. fiil 1.
yasaklamak. 2. yasadışı ilan etmek. 3. yasal haklardan
yoksun bırakmak.
outlay out.lay aut'ley isim masraf, giderler, harcama.

933
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

outlet out.let aut'let isim 1. dışarı çıkacak yer, çıkış yeri, çıkış,
kapı, çıkak, çıkıt. 2. yol, çıkış yolu. 3. satış yeri. 4.
elektrik priz.
outline out.line aut'layn isim 1. kontur. 2. ana hatlar. 3. taslak,
kroki. fiil taslağını çizmek.
outlook out.look aut'lûk isim 1. görüş açısı. 2. gelecek: The
outlook for the company is good. Şirketin geleceği
olumlu. 3. manzara.
outlying out.ly.ing aut'layîng sıfat uzakta bulunan, uzak.
outmoded out.mod.ed autmo'dîd sıfat 1. demode, modası geçmiş.
2. eski (teknoloji, makine).
outnumber out.num.ber autn^m'bır fiil sayıca üstün olmak; sayıca
geçmek.
out-of-doors out-of-doors autıvdôrz' zarf dışarıda, açık havada. isim
açık hava.
out-of-the-way out-of-the-way autıvdhıwey' sıfat sapa.
outpatient out.pa.tient aut'peyşınt isim ayakta tedavi edilen hasta.
outpost out.post aut'post isim ileri karakol.
outpour out.pour aut'pôr isim dökülme, taşma, akma.
output out.put aut'pût isim 1. ticaret üretim; ürün, çıktı. 2. fizik
çıktı. 3. bilgisayar çıkış, çıktı. 4. randıman, verim.
outrage out.rage aut'reyc isim 1. hakların açıkça çiğnenmesi;
büyük hakaret; büyük ayıp. 2. (büyük bir haksızlık veya
hakaretten kaynaklanan) öfke. fiil çok öfkelendirmek.
outrageous price fahiş fiyat.
outrageous out.ra.geous autrey'cıs sıfat 1. korkunç, çok fazla,
ölçüyü aşan, şoke edici. 2. fazlasıyla frapan; acayip.
outrank out.rank aut'rängk fiil -den daha yüksek rütbede olmak.
outreach program sosyal yardım programı.
outreach out.reach aut'riç fiil aşmak, geçmek. isim sosyal
yardım.
outright out.right aut'rayt' zarf 1. açıkça, kesin olarak. 2.
tamamen, resmen. 3. hemen, derhal. 4. peşin olarak, bir
ödemede: He bought the house outright. Parayı bastırıp

934
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

evi aldı. sıfat 1. kesin; tam, resmen, düpedüz. 2.


yalnızca, karşılıksız (bir hediye/bağış/yardım).
outrun out.run aut'r^n fiil (outran, outrun, outrunning) 1. -den
daha hızlı koşmak, -i geçmek. 2. aşmak: This year
income outran expenses. Bu yıl gelir gideri aştı.
outset out.set aut'set isim başlangıç.
outshine out.shine autşayn' fiil (outshone) (başkasını) gölgede
bırakmak, -den daha fazla parlamak.
outside of konuşma dili -den başka.
outside out.side aut'sayd isim 1. dış, dış taraf. 2. dış görünüş.
sıfat 1. dış. 2. en fazla, en yüksek, azami. zarf 1.
dışarıda; dışarıya. 2. açık havada. 3. dıştan. edat -in
dışında.
outsider isim bir grubun dışında olan kimse.
outsize out.size aut'sayz isim büyük boy. sıfat büyük boyda
olan, büyük.
outskirts out.skirts aut'skırts isim varoşlar, dış mahalleler.
outsmart out.smart aut.smart' fiil, konuşma dili kurnazlıkla
yenmek.
outspoken out.spo.ken aut'spo'kın sıfat sözünü sakınmayan,
açıksözlü.
outstanding account ticaret vadesi geçmiş borç.
outstanding out.stand.ing autstän'dîng sıfat 1. üstün, seçkin. 2. göze
çarpan. 3. ödenmemiş; kalmış (borç).
outstay one's welcome (misafir) fazla kalmak.
outstay out.stay aut'stey' fiil fazla kalmak.
outstretch out.stretch autstreç' fiil aşmak, geçmek.
outstretched hand uzatılan el.
outstrip out.strip autstrîp' fiil (outstripped, outstripping) 1.
(yarışta) geçmek. 2. -den üstün çıkmak.
outward out.ward aut'wırd sıfat dış. zarf 1. dışarıya doğru. 2.
görünüşte, dıştan.
outwardly out.ward.lyzarf 1. dıştan. 2. dışa doğru. 3. dış görünüşe
göre, görünüşte.

935
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

outwards out.wardszarf dışarıya doğru.


outweigh out.weigh autwey' fiil 1. -den daha ağır gelmek. 2. daha
ağır basmak, daha önemli olmak.
outwit out.wit autwît' fiil (outwitted, outwitting) kurnazlıkla
yenmek.
outworn out.worn autwôrn' sıfat fazla eskimiş.
oval o.val o'vıl sıfat oval. isim oval şey.
ovary o.va.ry o'vıri isim, anatomi yumurtalık.
ovation o.va.tion ovey'şın isim coşkunca alkış.
oven ov.en ^v'ın isim fırın.
over again tekrar, yeniden, baştan, bir daha.
over and above konuşma dili -den ayrı olarak, -den başka.
over and over defalarca, tekrar tekrar.
over the hump iyileşme yolunda.
over- over-önek 1. aşırı, fazla. 2. üstüne, üzerine; üstünde,
üzerinde; üstünden, üzerinden. 3. öteye, ötesine. 4. üst-.
overact o.ver.act ovıräkt' fiil (rolü) abartmalı bir şekilde
oynamak.
overall o.ver.all o'vırôl sıfat 1. baştan başa olan, bir uçtan bir
uca olan. 2. kapsamlı, ayrıntılı. isim 1. İngiliz
İngilizcesi iş önlüğü.
overalls o.ver.alls o'vırôlz isim, çoğul iş tulumu.
overarch o.ver.arch ovırarç' fiil üzerinde kemer meydana
getirmek.
overawe o.ver.awe ovırô' fiil korkutup hareketsiz bırakmak.
overbalance o.ver.bal.ance ovırbäl'ıns fiil 1. ağır basmak. 2.
dengesini bozmak, devirmek; dengesini kaybetmek.
overbearing o.ver.bear.ing ovırber'îng sıfat 1. zorba tavırlı, otoriter.
2. ezici.
overblown o.ver.blown ovırblon' sıfat abartmalı, şişirilmiş.
overboard o.ver.board o'vırbôrd zarf gemiden denize.
overbook o.ver.book o'vırbûk' fiil fazla rezervasyon yapmak.

936
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

overburden o.ver.bur.den ovırbır'dın fiil 1. taşıyabileceğinden fazla


yük yüklemek. 2. fazla sıkıntı vermek, fazla sorumluluk
yüklemek.
overcast o.ver.cast o'vırkäst sıfat bulutlu, kapalı (hava).
overcharge o.ver.charge ovırçarc' fiil 1. fazla fiyat istemek. 2.
makine fazla yüklemek, fazla doldurmak. isim 1. fazla
fiyat. 2. fazla yük.
overcoat o.ver.coat o'vırkot isim palto.
overcome o.ver.come ovırk^m' fiil (overcame, overcome) -i
yenmek; -in üstesinden gelmek.

overcompensate o.ver.com.pen.sate ovırkam'pınseyt fiil fazlasıyla


karşılamak.
overconfident o.ver.con.fi.dent ovırkan'fîdınt sıfat kendine fazla
güvenen.
overcrowd o.ver.crowd ovırkraud' fiil fazla kalabalık etmek.
overdo o.ver.do ovırdu' fiil (overdid, overdone) 1. fazla
yapmak, aşırıya kaçmak. 2. fazla -mek. 3. fazla
kullanmak. 4. gereğinden fazla pişirmek.
overdose o.ver.dose o'vırdos isim 1. belirli bir ölçüden fazla ilaç
verme, dozu aşma. 2. aşırı doz. fiil 1. (with) fazla
miktarda ilaç vermek: She overdosed him with
morphine. Ona fazla morfin verdi.
overdraft o.ver.draft o'vırdräft isim 1. hesaptan çekilen fazla
para. 2. hesaptan fazla para çekme.
overdraw o.ver.draw ovırdrô' fiil (overdrew, overdrawn) 1.
abartmak. 2. hesaptan fazla para çekmek.
overdrive o.ver.drive o'vırdrayv isim, otomotiv overdrayv, fazla
hızlandırma mekanizması.
overdue o.ver.due ovırdu' sıfat 1. gecikmiş. 2. vadesi geçmiş.
overeat o.ver.eat ovırit' fiil (overate, overeaten) 1. fazla yemek
yemek. 2. tıka basa yemek.
overestimate o.ver.es.ti.mate ovıres'tımeyt fiil fazla tahmin etmek.

937
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

overexpose o.ver.ex.pose ovırîkspoz' fiil, fotoğrafçılık (filme) aşırı


poz vermek.
overexposure o.ver.ex.po.sure ovırîkspo'qır isim, fotoğrafçılık aşırı
poz verme, aşırı ışıklama.
overflow pipe taşma borusu.
overflow o.ver.flow ovırflo' fiil (overflowed, overflown) 1.
taşmak. 2. çok bol olmak. isim 1. taşma. 2. fazlalık. 3.
taşma borusu.
overgrow o.ver.grow ovırgro' fiil (overgrew, overgrown)
(bitkiler) birbirini örtecek derecede büyümek.
overgrown with (yabani bitkiler v.b.) ile kaplı, ile örtülü.
overgrown sıfat yaşına göre fazla büyümüş.
overhang o.ver.hang o'vırhäng fiil (overhung) 1. üzerine süslü
şeyler asmak. 2. üzerine sarkmak. 3. (tehlike v.b.) tehdit
etmek. isim 1. çıkıntı. 2. çıkıntı derecesi.
overhaul o.ver.haul ovırhôl fiil 1. gereken onarımı yapmak için
elden geçirmek. 2. arkasından yetişip önüne geçmek.
overhead o.ver.head o'vırhed isim genel giderler. sıfat 1. baştan
yukarıda olan. 2. yukarıdan geçen. 3. genel giderlerle
ilgili. zarf baştan yukarı, yukarıda, üstte.
overhear o.ver.hear ovırhîr' fiil (overheard) kulak misafiri
olmak.
overjoy o.ver.joy ovırcoy' fiil fazlasıyla sevindirmek.
overkill o.ver.kill o'vırkîl isim 1. gereğinden fazla silah. 2.
fazlalık, aşırılık.
overladen o.ver.lad.en ovırley'dın sıfat fazlasıyla yüklenmiş.
overland o.ver.land o'vırländ sıfat karayolu ile yapılan. zarf
karada; karadan.
overlap o.ver.lap ovırläp' fiil (overlapped, overlapping) üst üste
bindirmek; üst üste binmek, binişmek.
overlay o.ver.lay ovırley' fiil (overlaid) kaplamak. isim 1. örten
tabaka, örtü. 2. kaplama.
overload o.ver.load ovırlod' fiil fazla yüklemek, fazla
doldurmak.

938
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

overlook o.ver.look ovırlûk fiil 1. gözden kaçırmak. 2. göz


yummak. 3. dikkate almamak. 4. bakmak: The house
overlooks the Bosporus. Ev Boğaz'a bakıyor.
overmuch o.ver.much o'vırm^ç' zarf gereğinden fazla.
overnight o.ver.night o'vırnayt' zarf 1. geceleyin, bir gece içinde.
2. birdenbire. sıfat bir gecelik.
overpass o.ver.pass o'vırpäs isim üstgeçit.
overpay o.ver.pay ovırpey' fiil (overpaid) fazla ödemek.
overplay one's hand kendi olanaklarına fazla güvenmek.
overplay o.ver.play ovırpley' fiil büyütmek, abartmak.
overplus o.ver.plus o'vırpl^s isim fazlalık.
overpopulation o.ver.pop.u.la.tion ovırpapyıley'şın isim nüfus fazlalığı.
overpower o.ver.pow.er ovırpau'wır fiil 1. zararsız duruma
getirmek. 2. zor kullanarak yenmek. 3. çok etkilemek.
overpowering o.ver.pow.er.ingsıfat 1. yıkıcı, kahredici. 2. çok
kuvvetli (neden, koku, duygu).
overprice o.ver.price ovırprays' fiil fazla yüksek fiyat koymak.
overproduce o.ver.pro.duce ovırprıdus' fiil gereğinden fazla
üretmek.
overproduction o.ver.pro.duc.tion ovırprıd^k'şın isim aşırı üretim.
overprotect o.ver.pro.tect ovırprıtekt' fiil gereğinden fazla
korumak.
overrate o.ver.rate ovırreyt' fiil fazla önemsemek.
overreach oneself altından kalkamayacak kadar çok iş üstlenmek.
overreach o.ver.reach ovır.riç' fiil 1. yetişip geçmek. 2. ötesine
geçmek. 3. aldatmak, dolandırmak.
override o.ver.ride ovır.rayd' fiil (overrode, overridden) 1. (bir
sorun) (hepsinden) önemli olmak. 2. yetkisini
kullanarak (başka birinin kararını) geçersiz kılmak. 3. -i
bastırmak, -e üstün gelmek, -e engel olmak: His
emotions overrode his judgment. Duyguları aklını
kullanmasına engel oldu. 4. (atı) fazla binerek yormak.
overriding sıfat en önemli (amaç, neden v.b.).

939
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

overrule o.ver.rule ovır.rul' fiil yetkisini kullanarak (başka


birinin kararını) geçersiz kılmak/iptal etmek.
overrun o.ver.run ovır.r^n' fiil (overran, overrun, overrunning)
1. istila etmek; kaplamak. 2. geçmek, aşmak.
overseas o.ver.seas ovırsiz' sıfat, zarf denizaşırı.
oversee o.ver.see ovırsi' fiil (oversaw, overseen) yönetmek,
denetlemek.
overseer o.ver.seerisim 1. ustabaşı, kalfa. 2. yönetici, denetçi.
overshadow o.ver.shad.ow ovırşäd'o fiil gölgelemek, gölge
düşürmek, gölgede bırakmak.
overshoe o.ver.shoe o'vırşu isim şoson, lastik.
overshoot o.ver.shoot ovırşut' fiil (overshot) 1. hedeften öteye
atmak. 2. geçmek. 3. aşırılığa kaçmak.
oversight o.ver.sight o'vırsayt isim 1. yanlış, kusur. 2. gözetim,
bakım; yönetim.
oversimplification o.ver.sim.pli.fi.ca.tionisim fazla basitleştirme.
oversimplify o.ver.sim.pli.fy ovırsîm'plîfay fiil fazla basitleştirmek.
oversize o.ver.size o'vırsayz sıfat fazla büyük.
oversleep o.ver.sleep ovırslip' fiil (overslept) fazla uyumak;
uyuyakalıp gecikmek.
overspend o.ver.spend ovırspend' fiil (overspent) fazla masraf
yapmak, bütçeyi aşmak.
overstate o.ver.state ovırsteyt' fiil abartmak.
overstatement o.ver.state.mentisim abartma, abartı.
overstay one's welcome fazla kalıp tadını kaçırmak, ziyareti uzatıp bıktırmak.
overstay o.ver.stay ovırstey' fiil fazla kalmak.
overstep o.ver.step ovırstep' fiil (overstepped, overstepping)
geçmek, aşmak.
oversupply o.ver.sup.ply o'vırsıplay isim fazlalık.
overt o.vert o'vırt, ovırt' sıfat açık olarak yapılan, açıktan
açığa olan, ortada olan.
overtake o.ver.take ovırteyk' fiil (overtook, overtaken) 1.
yetişmek, yakalamak. 2. İngiliz İngilizcesi (taşıtı)
sollamak, geçmek. 3. birden karşısına çıkmak.

940
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

overtax o.ver.tax ovırtäks' fiil 1. ağır vergi koymak. 2. aşırı


yüklenmek.
overthrow the government hükümeti devirmek.
overthrow o.ver.throw ovırthro' fiil (overthrew, overthrown)
devirmek, yıkmak, düşürmek. isim devirme, yıkma.
overtime o.ver.time o'vırtaym isim fazla mesai.
overtly o.vert.lyzarf açık bir biçimde, açıkça.
overtone o.ver.tone o'vırton isim ima edilen fikir.
overture o.ver.ture o'vırçır isim 1. öneri, teklif. 2. müzik uvertür.
overturn o.ver.turn ovırtırn' fiil devirmek, altüst etmek, bozmak.
overweening o.ver.ween.ing ovırwi'nîng sıfat kendinden fazla emin.
overweight o.ver.weight o'vırweyt isim 1. fazla ağırlık. 2.
şişmanlık. sıfat şişman.
overwhelm o.ver.whelm ovır.hwelm' fiil 1. akın ederek (düşmanı)
yenmek. 2. (su, sel v.b.) basmak, kaplamak. 3. with
(iltifat, iyilik, hediye v.b.'ne) boğmak, garketmek.
overwork o.ver.work ovırwırk' fiil fazla çalıştırmak; fazla
çalışmak. isim fazla çalışma.
overwrought o.ver.wrought ovır.rôt' sıfat 1. sinirleri bozuk. 2. aşırı
heyecanlı.
ovulate o.vu.late ov'yıleyt fiil, biyoloji yumurtlamak.
ovulation o.vu.la.tion ovyıley'şın isim, biyoloji yumurtlama.
owe owe o fiil borcu olmak, borçlu olmak: How much do I
owe you? Sana ne kadar borcum var? That company
owes us a billion liras. O şirketin bize bir milyar lira
borcu var. owing to nedeniyle, -in sayesinde, yüzünden,
-den dolayı.
owl owl aul isim baykuş.
own something in common aynı şeye sahip olmak: We own this building in
common. Bu binanın ortak sahibiyiz.
own up to konuşma dili (bir suçu) itiraf etmek, kabul etmek.
own own on fiil 1. sahip olmak, -si olmak. 2. kabul etmek,
itiraf etmek.
owner own.er o'nır isim sahip, iye, malik.

941
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ownership isim sahiplik, iyelik, mülkiyet.


ox ox aks isim (oxen) öküz.
oxalis ox.al.is aksäl'îs isim ekşiyonca.
oxcart ox.cart aks'kart isim öküz arabası, kağnı.
oxeye ox.eye aks'ay isim, mimarlık gözpencere.
oxidation ox.i.da.tion aksıdey'şın isim oksitlenme, oksidasyon.
oxide ox.ide ak'sayd isim, kimya oksit.
oxidise ox.i.dise ak'sıdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
oxidize
oxidize ox.i.dize ak'sıdayz fiil oksitlemek; oksitlenmek.
oxygen ox.y.gen ak'sıcın isim oksiqen.
oyster bed istiridye yatağı.
oyster oys.ter oys'tır isim istiridye.
oz. oz.kısaltma ounce
ozone o.zone o'zon isim ozon.
ozonosphere o.zo.no.sphere ozo'nısfir isim ozonyuvarı.
p pkısaltma piano
P.A. system (mikrofon ve hoparlörden oluşan) ses düzeni.
p.a. p.a.kısaltma per annum
P.M. P.M. pi'em' kısaltma prime minister
P.O. P.O. pi'o' kısaltma «Post Office» petty officer
P.S. P.S. pi'es' kısaltma «postscript» public school
P.T. P.T. pi'ti' kısaltma «physical training» physical therapy
P.T.A. P.T.A. pi'ti'ey' kısaltma bakınız Parent-Teacher
Association .
P.T.O. P.T.O. pi'ti'o' kısaltma bakınız Parent-Teacher
Organization
pa pa pa isim, konuşma dili baba.
pace back and forth bir aşağı bir yukarı yürümek, volta atmak.
pace up and down bir aşağı bir yukarı yürümek, volta atmak.
pace pace peys isim 1. adım. 2. bir adımda alınan yol. 3.
gidiş, yürüyüş. 4. yürüyüş hızı. 5. hız. fiil 1. adımlamak.
2. arşınlamak, bir aşağı bir yukarı yürümek, volta
atmak. 3. (yarışçının) hızını ayarlamak.

942
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pacemaker pace.mak.er peys'meykır isim 1. örnek alınan kimse. 2.


kalbin atış hızını ayarlayan aygıt, geçici kalp pili.
pacific pa.cif.ic pısîf'îk sıfat 1. uzlaştırıcı, barıştırıcı. 2. sakin.
pacification pac.i.fi.ca.tion päsıfıkey'şın isim 1. barışı sağlama. 2.
kontrol altına alma. 3. barıştırma, uzlaştırma; barışma,
uzlaşma.
pacifier pac.i.fi.er päs'ıfayır isim emzik.
pacifism pac.i.fism päs'ıfîzım isim barışseverlik, barışçılık.
pacifist pac.i.fistisim barışçı kimse.
pacify pac.i.fy päs'ıfay fiil 1. barıştırmak, uzlaştırmak. 2.
yatıştırmak, sakinleştirmek.
pack a wallop konuşma dili 1. bomba gibi bir etki yapmak. 2. çok
şiddetli bir yumruk atmak.
pack animal yük hayvanı.
pack off göndermek, defetmek, kovmak.
pack up bavula veya sandığa koymak. 2. (makine) durmak.
pack pack päk isim 1. bohça, çıkın. 2. denk. 3. (sigara için)
paket. 4. sürü. 5. iskambil oyunları deste. 6. tıbbi
kompres, tampon.
package deal ticaret paket teklif.
package tour grup turu, paket tur.
package pack.age päk'îc isim 1. paket. 2. bohça. 3. ambalaq.
packed like sardines sardalye gibi istif edilmiş.
packed pack.edsıfat 1. paketlenmiş. 2. ağzına kadar dolu.
packer pack.er päk'ır isim paketçi; ambalaqcı.
packet pack.et päk'ît isim 1. paket. 2. bohça, çıkın.
packhorse pack.horse päk'hôrs isim yük beygiri.
packing box eşya sandığı.
packing case eşya sandığı.
packing pack.ing päk'îng isim 1. paketleme, paket etme;
ambalaqlama. 2. ambalaj. 3. salmastra, tıkaç, conta.
packinghouse pack.ing.houseisim büyük mezbaha.
packsaddle pack.sad.dle päk'sädıl isim semer.
pact pact päkt isim pakt, antlaşma; sözleşme.

943
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pad pad päd isim 1. yumuşak bir maddeden yapılmış


koruyucu şey: kneepad dizlik. saddle pad semer yastığı.
desk pad sumen. 2. bloknot, kâğıt destesi. 3. bazı
hayvanların yumuşak tabanı. fiil (padded, padding) 1.
(yumuşak bir madde ile) doldurmak. 2. (konuşma, yazı
v.b.'ni) şişirmek.
padding pad.dingisim 1. dolgu maddesi. 2. vatka. 3. fodra. 4.
abartma.
paddle pad.dle päd'ıl isim 1. kısa kürek. 2. tokaç. fiil 1. kısa
kürekle yürütmek. 2. kürek çekmek. 3. konuşma dili
pataklamak.
paddock pad.dock päd'ık isim 1. ahıra yakın etrafı çevrili küçük
çayır veya otlak. 2. padok.
paddy pad.dy päd'i isim çeltik tarlası.
padishah pa.di.shah pa'dîşa isim padişah.
padlock pad.lock päd'lak isim asma kilit. fiil asma kilitle
kilitlemek, asma kilit vurmak.
paeony pae.o.ny pi'yıni isim, İngiliz İngilizcesi bakınız peony
pagan pa.gan pey'gın isim, sıfat 1. pagan; putperest. 2. dinsiz.
paganism pa.gan.ismisim 1. paganizm; putperestlik. 2. dinsizlik.
page through sayfalarını çevirmek; sayfalarını çevirip göz atmak.
page page peyc isim 1. (otelde) komi. 2. içoğlanı. 3. uşak.
fiil hoparlör ile çağırmak.
pageant pag.eant päc'ınt isim 1. alay, tören. 2. gösteri.
pageantry pag.eant.ryisim tantana, debdebe, şatafat.
paginate pag.i.nate päc'ıneyt fiil (bir yazının) sayfalarını
numaralamak.
pagination pag.i.na.tionisim (bir yazının) sayfalarını numaralama.
paid paid peyd fiil bakınız pay
pail pail peyl isim kova.
pailful pail.fulisim bir kova dolusu.
pain in the neck baş belası.

944
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pain pain peyn isim 1. ağrı, acı, sızı. 2. acı, ıstırap. 3. dert,
keder. 4. çoğul özen, ihtimam, itina. 5. çoğul doğum
sancıları. fiil 1. canını yakmak, eziyet etmek. 2. üzmek.
painful pain.fulsıfat 1. ağrılı. 2. zahmetli, güç. 3. acıklı, üzücü.
painkiller pain.kill.er peyn'kîlır isim ağrı kesici.
painless pain.lesssıfat 1. acısız, ağrısız. 2. zahmetsiz.
painstaking pains.tak.ing peynz'teykîng sıfat 1. titiz, özenli, itinalı.
2. zahmetli.
paint paint peynt isim 1. boya. 2. allık. 3. makyaq. fiil 1.
boyamak. 2. tasvir etmek, betimlemek, resmetmek. 3.
makyaq yapmak.
paintbox paint.box peynt'baks isim boya kutusu.
paintbrush paint.brush peynt'br^ş isim boya fırçası.
painter paint.er peyn'tır isim 1. ressam. 2. boyacı, badanacı.
painting paint.ing peyn'tîng isim 1. resim, tablo. 2. ressamlık. 3.
boyacılık, badanacılık. 4. resim sanatı.
pair of compasses pergel.
pair of pajamas pijama.
pair of pants pantolon.
pair of scissors makas.
pair of trousers pantolon.
pair off eşleşmek; eşleştirmek.
pair pair per isim (pairs) çift. fiil eşleştirmek, çiftleştirmek.
pajamas pa.ja.mas pıca'mız isim piqama.
Pakistan Pak.i.stan päk'îstän isim Pakistan.
Pakistani Pak.i.sta.ni päkîstän'i isim Pakistanlı. sıfat 1. Pakistan,
Pakistan'a özgü. 2. Pakistanlı.
pal pal päl isim, konuşma dili arkadaş, dost.
palace pal.ace päl'îs isim saray.
palatable pal.at.a.ble päl'îtıbıl sıfat 1. lezzetli. 2. yenebilir. 3.
içilebilir. 4. hoşa giden, hoş.
palate pal.ate päl'ît isim 1. damak. 2. tat alma duyusu. 3. (for)
damak zevki.
palatial pa.la.tial pıley'şıl sıfat saray gibi.

945
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

palaver pa.lav.er pıläv'ır isim 1. boş laf, palavra. 2.


pohpohlama. fiil 1. boş laf etmek, palavra atmak. 2.
pohpohlamak.
pale pale peyl sıfat 1. soluk, solgun, renksiz. 2. açık, uçuk
(renk). 3. donuk. fiil beti benzi atmak, sararmak;
sarartmak.
paleness pale.nessisim 1. solgunluk. 2. açıklık. 3. donukluk.
paleography pa.le.og.ra.phy peyliyag'rıfi isim paleografi.
paleontologist pa.le.on.tol.o.gist peyliyantal'ıcîst isim paleontoloqist,
taşılbilimci.
paleontology pa.le.on.tol.o.gy peyliyantal'ıci isim paleontoloqi,
taşılbilim.
Palestine Pal.es.tine päl'îstayn isim Filistin.
Palestinian Pal.es.tin.i.an pälîstîn'iyın isim Filistinli. sıfat 1.
Filistin, Filistin'e özgü. 2. Filistinli.
palette pal.ette päl'ît isim 1. palet. 2. bir ressama özgü renkler,
palet.
paling pal.ing pey'lîng isim 1. çit yapmaya özgü kazık. 2.
kazık çit, çit.
palisade pal.i.sade pälıseyd' isim 1. savunmada kullanılan ve
sivri kazıklardan yapılmış çit; kazık çit. 2. çoğul (ırmak
boyunca uzanan) kayalık uçurum dizisi. fiil etrafına
sivri kazıklar dikerek çit çevirmek.
pall pall pôl isim 1. (siyah çuha veya kadifeden) tabut
örtüsü. 2. örtü, tabaka: A pall of thick mist covered the
city. Kenti koyu bir sis tabakası örtmüştü.
pallet pal.let päl'ît isim 1. çömlekçi spatulası. 2. (yük
kaldırma veya taşımada kullanılan) palet.
palliate pal.li.ate päl'iyeyt fiil 1. (hastalık, zorluk v.b.'ni)
hafifletmek. 2. (kabahat, hakaret v.b.'ni) önemsizmiş
gibi göstermek.
pallid pal.lid päl'îd sıfat solgun, soluk.
pallor pal.lor päl'ır isim solgunluk, beniz sarılığı.
palm branch zafer simgesi olan hurma dalı.

946
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

palm oil hurma yağı.


palm something off on someone birine bir şeyi hile ile kabul ettirmek.
Palm Sunday paskalyadan önceki pazar günü.
palm palm pam isim 1. avuç içi, aya. 2. hurma ağacı. 3.
palmiye. fiil avuç içinde saklamak.
palmetto pal.met.to pälmet'o isim, botanik
(palmettos/palmettoes) sabal.
palmist palm.ist pa'mîst isim el falına bakan kimse.
palmistry palm.ist.ryisim el falı.
palpable pal.pa.ble päl'pıbıl sıfat 1. hissedilir, dokunulabilir. 2.
aşikâr, açık.
palpably pal.pa.blyzarf 1. el ile hissedilerek. 2. aşikâr olarak,
açıkça.
palpitate pal.pi.tate päl'pıteyt fiil (kalp) hızlı atmak, çarpmak.
palpitation pal.pi.ta.tionisim çarpıntı.
palsy pal.sy pôl'zi isim inme, felç, nüzul. fiil felce uğratmak.
paltriness pal.tri.nessisim değersizlik, önemsizlik.
paltry pal.try pôl'tri sıfat değersiz, önemsiz.
pampa pam.pa päm'pı, pam'pı isim pampa.
pampas grass pampaotu, tüykamışı.
pamper pam.per päm'pır fiil 1. şımartmak. 2. pohpohlamak.
pamphlet pam.phlet päm'flît isim broşür, risale.
pan out konuşma dili 1. sonuç vermek. 2. başarıya ulaşmak.
pan pan pän isim 1. tepsi. 2. tava. 3. kefe, terazi gözü. fiil
(panned, panning) 1. toprağı yıkayarak altın çıkarmak.
2. konuşma dili eleştirmek.
panacea pan.a.ce.a pänısi'yı isim her derde deva.
Panama Pan.a.ma pän'ıma, pän'ımô isim Panama.
Panamanian Pan.a.ma.ni.an pänımey'niyın isim Panamalı. sıfat 1.
Panama, Panama'ya özgü. 2. Panamalı.
pancake pan.cake pän'keyk isim krep; gözleme.
pancreas pan.cre.as pän'kriyıs isim, anatomi pankreas.
panda pan.da pän'dı isim panda.

947
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pandemonium pan.de.mo.ni.um pändımo'niyım isim kargaşa, velvele,


kıyamet.
pander pan.der pän'dır isim pezevenk. fiil 1. to (çıkar
amacıyla) (birinin olumsuz bir eğilimini) tatmin etmeye
çalışmak: He is pandering to their reactionary
tendencies. Onların gerici eğilimlerini tatmin etmeye
çalışıyor. 2. pezevenklik etmek.
panderer pan.der.erisim pezevenk.
pane pane peyn isim pencere camı.
panegyric pan.e.gyr.ic pänıcîr'îk isim birini veya bir şeyi göklere
çıkaran yazı veya söylev, övgü.
panel discussion (dinleyiciler önünde yapılan) panel.
panel pan.el pän'ıl isim 1. mimarlık panel. 2. kapı aynası. 3.
pano, duvar panosu. 4. (dinleyiciler önünde belirli bir
konuyu tartışmak için seçilen) tartışmacı grubu. 5. jüri
heyetinin isim listesi. 6. qüri heyeti. fiil
(paneled/panelled, paneling/panelling) 1. mimarlık
panellerle kaplamak. 2. panolarla süslemek.
pang pang päng isim ani ve şiddetli ağrı, sancı, spazm.
panhandle pan.han.dle pän'händıl isim 1. tava sapı. 2. ileri doğru
uzanan dar kara parçası. fiil, konuşma dili dilenmek.
panic pan.ic pän'îk isim panik, ürkü. fiil (panicked,
panicking) paniğe kapılmak; paniğe kaptırmak.
panicky pan.ic.kysıfat 1. paniğe kapılmış. 2. kolayca paniğe
kapılan.
panic-stricken sıfat paniğe kapılmış.
Panjab Pan.jab p^ncab', p^n'cab isim bakınız the Panqab
Panjabi isim 1. Pencapça. 2. Pencaplı. sıfat 1. Pencapça. 2.
Pencap, Pencap'a özgü. 3. Pencaplı.
panorama pan.o.ram.a pänırä'mı isim panorama.
panoramic pan.o.ram.icsıfat panoramik.
pansy pan.sy pän'zi isim hercaimenekşe, alacamenekşe.

948
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pant pant pänt fiil 1. nefes nefese kalmak, solumak. 2.


after/for -e can atmak, -e içi gitmek, için yanıp
tutuşmak. 3. (kalp) şiddetle çarpmak, hızla atmak.
pantheism pan.the.ism pän'thiyîzım isim panteizm, tümtanrıcılık,
kamutanrıcılık.
pantheist pan.the.istisim panteist, tümtanrıcı, kamutanrıcı.
panther pan.ther pän'thır isim 1. panter, pars, leopar. 2. puma,
yenidünyaaslanı.
panties pant.ies pän'tiz isim, çoğul kadın külotu.
pantograph pan.to.graph pän'tıgräf isim pantograf, leylekgagası.
pantomime pan.to.mime pän'tımaym isim pantomim. fiil pantomim
oynamak.
pantry pan.try pän'tri isim kiler.
pants pants pänts isim, çoğul 1. pantolon. 2. İngiliz
İngilizcesi külot, don.
pantyhose pant.y.hose pän'tihoz isim külotlu çorap.
pantywaist pant.y.waist pän'tiweyst isim 1. pantolonu ve bluzu
birbirine düğmelenen çocuk tulumu. 2. argo kadınsı
adam, efemine erkek.
pap pap päp isim lapa; papara; mama.
papa pa.pa pa'pı isim (özellikle çocuk dilinde) baba.
papacy pa.pa.cy pey'pısi isim papalık.
papal pa.pal pey'pıl sıfat papaya veya papalığa ait.
papaw pa.paw pôpô', pıpô' isim 1. şişeağacının meyvesi. 2.
şişeağacı. 3. kavunağacının meyvesi. 4. kavunağacı.
papaya pa.pa.ya pıpa'yı isim 1. kavunağacının meyvesi. 2.
kavunağacı.
paper clip ataş, kâğıt maşası.
paper credit vadeli senet ile kredi.
paper mill kâğıt fabrikası.
paper money kâğıt para, banknot.
paper mulberry kâğıtdutu, kâğıtağacı.
paper profits kâğıt üzerindeki kâr.

949
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

paper tiger güçlüymüş gibi görünen ama aslında zayıf


kimse/kuruluş/ülke.
paper pa.per pey'pır isim 1. kâğıt. 2. gazete. 3. herhangi bir
yazı, tez, bildiri, tebliğ. 4. duvar kâğıdı. 5. yazılı ödev.
6. sınav kâğıdı. 7. mali işler değerli kâğıt. 8. çoğul bir
kimsenin toplu mektup, günce ve diğer yazıları. 9.
çoğul kimlik. sıfat 1. kâğıt, kâğıttan yapılmış. 2. kâğıt
üzerinde kalan. fiil 1. üzerine kâğıt kaplamak,
kâğıtlamak; kâğıt yapıştırmak. 2. duvar kâğıdı ile
kaplamak.
paperback pa.per.back pey'pırbäk sıfat, isim karton kapaklı
(kitap).
paper-bag pa.per-bag pey'pırbäg isim kesekâğıdı.
paperhanger pa.per.hang.er pey'pırhängır isim duvar kâğıdı
yapıştıran kimse.
paperknife pa.per.knife pey'pırnayf isim, İngiliz İngilizcesi kitap
açacağı; mektup açacağı.
paper-mâché pa.per-mâ.ché peypırmışey' isim bakınız papier-mâché
paperweight pa.per.weight pey'pırweyt isim prespapye.
papier-mâché pa.pier-mâ.ché peypırmışey' isim ezilmiş kâğıt, tutkal
v.b.'nden oluşan ve kalıplara dökülerek çeşitli eşya
yapılan madde, kâğıt ezmesi; kartonpiyer.
papist pa.pist pey'pîst isim, aşağılayıcı Katolik.
papoose pa.poose päpus' isim (Kızılderili) bebek.
pappy pap.py päp'i isim, konuşma dili baba.
paprika pa.pri.ka päpri'kı, päp'rıkı isim tatlı bir tür kırmızı
biberin tozuyla yapılan baharat.
Papua New Guinea Papua-Yeni Gine.
Papua Pap.u.a päp'yıwı isim Papua.
Papuan isim Papualı. sıfat 1. Papua, Papua'ya özgü. 2. Papualı.
papyrus pa.py.rus pıpay'rıs isim (papyruses/papyri) papirüs.
par value ticaret yazılı değer, saymaca değer.
par par par isim bakınız above par at par below par par
value be on a par with be up to par

950
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

parable par.a.ble per'ıbıl isim içinde gerçek payı olan kısa


alegorik hikâye, mesel.
parabola pa.rab.o.la pıräb'ılı isim, geometri parabol.
parabolic par.a.bol.ic perıbal'îk sıfat alegorik. 2. geometri
parabolik.
parabolical par.a.bol.i.cal perıbal'îkıl bakınız parabolic
paraboloid pa.rab.o.loid pıräb'ıloyd isim, geometri paraboloit.
parachute par.a.chute per'ışut isim paraşüt. fiil 1. paraşütle
atlamak. 2. paraşütle indirmek.
parachutist par.a.chut.istisim paraşütçü.
parade ground tören alanı.
parade pa.rade pıreyd' isim 1. geçit töreni, alay. 2. gösteriş. 3.
gezinti yeri, gezi. fiil 1. geçit töreni yapmak. 2. gösteriş
yapmak. 3. övünerek sergilemek.
paradigm par.a.digm per'ıdîm isim 1. örnek, numune. 2. dilbilgisi
çekim örneği. 3. paradigma, dizi.
paradise par.a.dise per'ıdays isim cennet.
paradox par.a.dox per'ıdaks isim paradoks.
paradoxical par.a.dox.i.calsıfat paradoksal.
paradoxically par.a.dox.i.callyzarf paradoksal olarak.
paraffin wax parafin mumu.
paraffin par.af.fin per'ıfîn isim 1. parafin mumu, petrol mumu.
2. İngiliz İngilizcesi gazyağı, gaz. 3. kimya parafin.
paragon par.a.gon per'ıgan isim mükemmel olduğu kabul edilen
örnek, numune.
paragraph par.a.graph per'ıgräf isim 1. paragraf. 2. hukuk
paragraf, fıkra; bent, madde.
Paraguay tea Paraguay çayı, mate.
Paraguay Par.a.guay pär'ıgwey, pär'ıgway isim Paraguay.
Paraguayan isim Paraguaylı. sıfat 1. Paraguay, Paraguay'a özgü. 2.
Paraguaylı.
parakeet par.a.keet per'ıkit isim muhabbetkuşu.
parallax par.al.lax pär'ıläks isim paralaks, ıraklık açısı.
parallel bars spor paralel bar, paralel.

951
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

parallel port bilgisayar paralel kapı, paralel port.


parallel par.al.lel per'ılel sıfat 1. paralel, koşut. 2. aynı, benzer.
3. aynı doğrultuda olan. fiil 1. paralel olmak. 2. paralel
olarak koymak. 3. -e benzetmek, ile karşılaştırmak.
parallelepiped par.al.lel.e.pi.ped perılelıpay'pîd isim, geometri
paralelyüz.
parallelogram par.al.lel.o.gram perılel'ıgräm isim, geometri
paralelkenar.
paralyse par.a.lyse per'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
paralyze
paralysis pa.ral.y.sis pıräl'ısîs isim felç, inme.
paralytic par.a.lyt.ic perılît'îk sıfat felçli, inmeli. isim felçli
kimse.
paralyze par.a.lyze per'ılayz fiil 1. felç etmek; kötürüm etmek. 2.
felce uğratmak.
parameter pa.ram.e.ter pıräm'ıtır isim parametre.
paramount par.a.mount per'ımaunt sıfat 1. üstün, en önemli,
başlıca. 2. rütbece üstün olan.
paranoia par.a.noi.a perınoy'ı isim paranoya.
paranoiac par.a.noi.ac perınoy'äk sıfat, isim paranoyak.
paranoid par.a.noid per'ınoyd sıfat, isim paranoit.
parapet par.a.pet per'ıpît isim 1. siper. 2. korkuluk. 3.
parmaklık.
paraphasia par.a.pha.sia perıfey'qı isim, tıbbi söz karışıklığı,
kelime karışıklığı, parafazi.
paraphernalia par.a.pher.na.li.a perıfırney'liyı isim, çoğul 1. kişisel
eşyalar. 2. donatı, teçhizat.
paraphrase par.a.phrase per'ıfreyz isim başka sözcüklerle anlatma.
fiil başka sözcüklerle anlatmak.
parapsychology par.a.psy.chol.o.gy perısaykal'ıci isim parapsikoloqi,
ruhbilim ötesi.
parasite par.a.site per'ısayt isim asalak, parazit.
parasitic par.a.sit.ic perısît'îk sıfat 1. asalak, parazit. 2. asalaksal.

952
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

parasitical par.a.sit.i.cal perısît'îkıl sıfat 1. asalak, parazit. 2.


asalaksal.
parasitology par.a.si.tol.o.gy perısîtal'ıci isim asalakbilim,
parazitoloqi.
parasol par.a.sol per'ısôl isim güneş şemsiyesi.
paratrooper par.a.troop.erisim paraşütçü asker.
paratroops par.a.troops per'ıtrups isim, çoğul, askeri paraşüt
birlikleri.
paratyphoid par.a.ty.phoid perıtay'foyd isim, tıbbi paratifo.
parboil par.boil par'boyl fiil yarı kaynatmak.
parcel par.cel par'sıl isim 1. paket. 2. bohça, çıkın. 3. parsel.
fiil 1. out -i parsellemek. 2. out -i eşit kısımlara ayırıp
dağıtmak, -i üleştirmek. 3. up -i paketlemek.
parch parch parç fiil kavurmak, yakmak.
parchment parch.ment parç'mınt isim 1. parşömen, tirşe. 2.
parşömen kâğıdı.
Pardon me. Pardon.
pardon par.don par'dın fiil affetmek, bağışlamak. isim af,
bağışlama.
pardonable par.don.ablesıfat affedilebilir, bağışlanabilir.
pare pare per fiil 1. (kabuğunu) soymak. 2. (tırnak, peynir
kabuğu v.b.'ni) kesmek. 3. down azaltmak, kısmak.
parenchyma pa.ren.chy.ma pıreng'kımı isim, biyoloji özekdoku,
parenkima.
parent par.ent per'ınt isim 1. anne/baba. 2. ata, cet. 3. çoğul
ana baba, ebeveyn: My parents and your parents are old
friends. Bizim ana babalarımız eski dost. the parents of
the children çocukların ana babaları.
parentage par.ent.ageisim 1. ana babalık. 2. soy, nesil.
parental pa.ren.tal pıren'tıl sıfat ana babaya ait.
parenthesis pa.ren.the.sis pıren'thısîs isim, dilbilgisi (parentheses)
parantez, ayraç.
parenthetical par.en.thet.i.cal perınthet'îkıl sıfat parantez içi.
Parent-Teacher Association okul aile birliği.

953
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Parent-Teacher Organization okul aile birliği.


pariah pa.ri.ah pıray'ı, per'iyı isim 1. parya. 2. toplum dışı
bırakılmış kimse.
paring par.ing per'îng isim 1. kabuğunu soyma. 2. kabuk,
soyuntu.
parish par.ish per'îş isim, Hristiyanlık 1. (bir kilise ve
papazının sorumlu olduğu) mahalle/semt. 2. bu mahalle
veya semtte oturanlar.
parishioner par.ish.i.on.er perîş'ınır isim parish 'te oturan kimse.
parity par.i.ty per'ıti isim 1. eşitlik. 2. ticaret parite.
park park park isim park. fiil park etmek.
parka par.ka par'kı isim parka.
parking lot park yeri, otopark.
parking meter park saati.
parkway park.way park'wey isim bulvar.
parl. parl.kısaltma «parliament» parliamentary
parlance par.lance par'lıns isim 1. deyiş, dil. 2. deyim.
parlay par.lay par'ley, par'li fiil (kazanılan parayı) bir sonraki
yarışa yatırmak.
parley par.ley par'li isim görüşme, müzakere. fiil barış
görüşmeleri yapmak.
parliament par.lia.ment par'lımınt isim parlamento.
parliamentarian par.lia.mentar.ianisim parlamenter.
parliamentarianism par.lia.men.tar.i.an.ism parlımenter'iyınîzım isim
bakınız parliamentarism
parliamentarism par.lia.men.ta.rism parlımen'tırîzım isim
parlamentarizm.
parliamentary procedure parlamento usulleri.
parliamentary par.lia.men.ta.rysıfat parlamentoya ait.
parlor par.lor par'lır isim oturma odası, salon.
parlour par.lour par'lır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız parlor
Parmesan cheese parmıcan.
Parmesan Par.me.san par'mızän isim bakınız Parmesan cheese
parochial school dini bir kuruluş veya grubun yönetimindeki özel okul.

954
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

parochial pa.ro.chi.al pıro'kiyıl sıfat 1. (bir kilise ve papazının


sorumlu olduğu) mahalleye/semte ait. 2. dar görüşlü;
dar (görüş).
parody par.o.dy per'ıdi isim 1. parodi. 2. gülünç bir taklit. fiil
1. parodisini yazmak. 2. gülünç bir taklidini yapmak.
parole pa.role pırol' isim şartlı tahliye. fiil (mahkûmu) şartlı
olarak serbest bırakmak.
parquet par.juet parkey' isim parke. fiil parke döşemek.
parrot par.rot per'ıt isim papağan. fiil papağan gibi
tekrarlamak.
parry par.ry per'i fiil 1. (darbeyi) bertaraf etmek. 2. kaçamak
cevap vermek.
parsimonious par.si.mo.ni.ous parsımo'niyıs sıfat cimri, pinti, hasis,
eli sıkı.
parsimony par.si.mo.ny par'sımoni isim cimrilik, pintilik, hasislik.
parsley pars.ley pars'li isim maydanoz.
parsnip pars.nip pars'nîp isim yabanhavucu, yabanihavuç,
karakavza.
parson par.son par'sın isim papaz.
parsonage par.son.age par'sınîc isim papaz evi.
part company with -den ayrılmak.
part company birbirinden ayrılmak. 2. with ile ilişkisini kesmek.
part from -den ayrılmak.
part owner hissedar.
part with -i bırakmak.
part. part.kısaltma «participle» particular
partake of -i yemek; -i içmek. 2. -in niteliğinde olmak, -i
andırmak.
partake par.take parteyk' fiil (partook, partaken) 1. in -e
katılmak. 2. paylaşmak.
parthenogenesis par.the.no.gen.e.sis parthınocen'ısîs isim, biyoloji
kendiliğinden türeme/üreme, partenogenez.
partial par.tial par'şıl sıfat 1. kısmi; kısmen etkili. 2. taraf
tutan, tarafgir. 3. to -e meyilli.

955
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

partiality par.ti.al.i.ty parşiyäl'ıti isim 1. taraf tutma, tarafgirlik.


2. tarafgirlikten ileri gelen haksızlık. 3. yeğleme. 4.
düşkünlük, özel sevgi.
partially par.tial.lyzarf 1. kısmen. 2. tarafgirlikle, bir tarafı
tutarak.
participant par.tic.i.pant partîs'ıpınt isim katılan, iştirakçi. sıfat
paylaşan, katılan.
participate par.tic.i.pate partis'ıpeyt fiil in -e katılmak.
participation par.tic.i.pa.tionisim 1. katılma. 2. ortaklık.
participle par.ti.ci.ple par'tısîpıl isim, dilbilgisi sıfat-fiil, ortaç,
partisip.
particle par.ti.cle par'tîkıl isim 1. zerre, parçacık, partikül. 2.
dilbilgisi edat; ek, takı.
particular to -e özgü.
particular par.tic.u.lar pırtîk'yılır sıfat 1. belirli; özel. 2. -e özgü:
his particular style ona özgü biçem. 3. titiz, meraklı. 4.
ayrıntılı. isim 1. madde, husus. 2. çoğul ayrıntılar.
particularly par.tic.u.lar.lyzarf özellikle.
parting of the ways ayrılma noktası; yol ayrımı.
parting shot giderayak söylenen iğneli laf, son taş.
parting part.ing par'tîng isim 1. ayrılma. 2. veda. sıfat
ayrılırken yapılan.
partisan par.ti.san par'tîzın isim 1. partizan, tarafgir. 2. askeri
gerillacı, partizan. sıfat partizan.
partisanship par.ti.san.shipisim partizanlık.
partition par.ti.tion partîş'ın isim 1. bölme; bölünme. 2. bölme,
perde. 3. bilgisayar bölüntü. 4. müzik partisyon. fiil 1.
bölmek, ayırmak. 2. bilgisayar bölüntülemek.
partitur par.ti.tur par'tıtûr isim, müzik partisyon.
partitura par.ti.tu.ra partıtû'rı isim, müzik partisyon.
partizan par.ti.zan par'tîzın isim, sıfat bakınız partisan
partly part.ly part'li zarf kısmen, bir dereceye kadar.
partner part.ner part'nır isim 1. ortak; arkadaş. 2. eş, partner. 3.
dans arkadaşı, kavalye/dam.

956
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

partnership part.ner.shipisim ortaklık.


partridge par.tridge par'trîc isim, zooloji keklik.
parts of speech dilbilgisi sözbölükleri.
part-time part-time part'taym sıfat parttaym.
parturition par.tu.ri.tion parçırîş'ın, partyûrîş'ın isim doğurma.
party in power iktidar partisi.
party line parti veya grubun benimsediği fikirler.
party organ parti organı.
party par.ty par'ti isim 1. parti, eğlence. 2. politika parti. 3.
grup, takım. 4. hukuk taraf. 5. katılan. 6. konuşma dili
kişi, şahıs.
pasha pa.sha pa'şı, pä'şı isim paşa.
Pashto Pash.to p^ş'to isim, sıfat Peştuca, Afganca.
Pashtu Pash.tu p^ş'tu isim, sıfat bakınız Pashto
pass an examination sınavı geçmek, imtihanı vermek.
pass away ölmek. 2. sona ermek.
pass by yanından geçmek.
pass for .. gözüyle bakılmak, ... diye kabul edilmek.
pass in review geçit töreni yapmak.
pass judgement hukuk hüküm vermek.
pass judgment hukuk hüküm vermek. 2. on hakkında yargıya varmak.
pass muster yeterli olmak, geçmek.
pass on vefat etmek. 2. to (başka bir konuya) geçmek.
pass oneself off as .. diye geçinmek, kendini ... diye satmak.
pass out bayılmak, kendinden geçmek. 2. dağıtmak.
pass over atlayıp geçmek, üstünden geçmek. 2. öbür tarafa
geçmek. 3. ihmal etmek, görmemek. 4. göz yummak.
pass something on to . bir şeyi (başkasına) vermek/geçirmek.
pass the ball to spor (-e) pas vermek.
pass the ball spor (-e) pas vermek.
pass the buck sorumluluğu başkasının üzerine atmak.
pass the hat konuşma dili yardım için toplamak.
pass the time of day selamlaşmak.
pass the time vakit geçirmek.

957
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pass through one's mind aklından geçmek.


pass through içinden geçmek. 2. nüfuz etmek.
pass up konuşma dili yararlanmamak, fırsatı kaçırmak.
pass pass päs isim 1. geçiş, geçme. 2. paso, şebeke. 3.
sınavda geçme. 4. boğaz, geçit. 5. askeri hatlardan
geçme izni. 6. durum, hal. 7. spor pas.
passable pass.a.ble päs'ıbıl sıfat 1. geçirilebilir, geçer. 2. kabul
edilir, geçerli. 3. geçit verir (yol).
passage pas.sage päs'îc isim 1. geçme, gitme. 2. yol; boğaz,
geçit. 3. pasaq. 4. yolculuk. 5. koridor, dehliz. 6. metin
parçası, parça, pasaj. 7. (tasarı) kabul edilip yürürlüğe
girme.
passageway isim pasaq, geçit.
passbook pass.book päs'buk isim hesap cüzdanı.
passenger pas.sen.ger päs'ıncır isim yolcu.
passe-partout passe-par.tout päspırtu', paspartu' isim (passe-partouts)
paspartu.
passerby pass.er.by päs'ırbay isim (passersby) yoldan geçen
kimse.
passing grade geçer not.
passing pass.ing päs'îng sıfat geçen: I heard the sound of a
passing train. Geçen bir trenin sesini duydum. It was
but a passing fancy. Gelip geçici bir hayalden başka bir
şey değildi. isim 1. geçme. 2. vefat.
passion pas.sion päş'ın isim 1. hırs; tutku. 2. aşk. 3. şehvet. 4.
hiddet, öfke.
passionate pas.sion.ate päş'ınît sıfat 1. aşırı tutkulu. 2. heyecanlı,
hararetli, ateşli. 3. çabuk öfkelenen, hiddetli.
passionately pas.sion.ate.lyzarf 1. tutkuyla. 2. hararetle.
passionflower isim çarkıfelek, fırıldakçiçeği.
passionless pas.sion.lesssıfat tutkusuz, ruhsuz.
passive resistance pasif direniş, eylemsiz direniş.
passive pas.sive päs'îv sıfat 1. pasif, eylemsiz, edilgin. 2.
dilbilgisi edilgen.

958
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

passively pas.sive.lyzarf pasif olarak.


passiveness pas.sive.nessisim pasiflik, edilginlik.
passivity pas.siv.i.ty päsîv'ıti isim pasiflik, edilginlik.
passport pass.port päs'pôrt isim pasaport.
password pass.word pas'wırd isim parola.
past participle geçmiş zaman sıfat-fiili.
past perfect tense dilbilgisi -miş'li geçmiş zaman.
past redemption kurtarılamaz.
past tense dilbilgisi geçmiş zaman.
past past päst sıfat geçmiş, geçen, olmuş, sabık. isim 1.
geçmiş, mazi. 2. bir kimsenin geçmişi. 3. dilbilgisi
geçmiş zaman kipi. zarf geçerek. edat 1. -den daha
ötede veya öteye. 2. ötesinde.
pasta pas.ta pas'tı isim makarna.
paste paste peyst isim 1. beyaz tutkal. 2. kola. 3. macun. 4.
lapa, ezme. fiil 1. yapıştırmak. 2. argo yumruk atmak.
pasteboard paste.board peyst'bôrd isim mukavva. sıfat mukavva,
mukavvadan yapılmış.
pastel pas.tel pästel' isim 1. pastel boya. 2. pastel resim.
pasteurise pas.teur.ise päs'çırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
pasteurize

pasteurization pas.teur.i.za.tion päsçırîzey'şın isim pastörizasyon.


pasteurize pas.teur.ize päs'çırayz fiil pastörize etmek.
pasteurized milk pastörize süt.
pastille pas.tille pästil' isim, tıbbi pastil.
pastime pas.time päs'taym isim eğlence.
pastor pas.tor päs'tır isim (Protestanlıkta) papaz.
pastoral pas.tor.al päs'tırıl sıfat 1. pastoral, çobanlara veya kır
hayatına ait. 2. papazlığa ait. isim, edebiyat pastoral.
pastorale pas.to.rale pästıral' isim, müzik pastoral.
pastrami pas.tra.mi pıstra'mi isim sığır pastırması.
pastry shop pastane.

959
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pastry pas.try peys'tri isim 1. hamur; yufka. 2. hamur tatlısı. 3.


hamur tatlıları.
pasturage isim otlak.
pasture pas.ture päs'çır isim otlak, mera. fiil otlamak; otlatmak.
pasty past.y peys'ti sıfat 1. hamur gibi, macun kıvamında. 2.
solgun.
pat on the back tebrik etmek.
pat pat pät fiil (patted, patting) (takdir veya sevgi belirtisi
olarak) elle hafifçe/yumuşakça vurmak; okşamak,
sıvazlamak. isim (takdir veya sevgi belirtisi olarak) elle
hafifçe/yumuşakça vurma; okşama, sıvazlama.
patch someone up birinin yaralarını tedavi etmek.
patch something together bir şeyi eğreti bir şekilde tamir etmek.
patch something up bir şeyi eğreti bir şekilde tamir etmek.
patch things up aradaki anlaşmazlığı gidermek.
patch patch päç isim 1. yama. 2. benek. 3. toprak parçası. fiil
1. yamamak, yamalamak, yama vurmak. 2. eğreti bir
şekilde tamir etmek.
patchwork patch.work päç'wırk isim 1. kumaş artıklarından
dikilmiş yorgan. 2. uydurma iş. 3. yama işi.
pate pate peyt isim _alay_ baş, kafa.
patent leather rugan (deri).
patent medicine hazır ilaç, müstahzar.
patent rights patent hakkı.
patent pat.ent pät'ınt, [İngiliz İngilizcesi] peyt'ınt isim 1.
patent, imtiyaz. 2. imtiyazlı arazi. sıfat patentli. fiil
patentini almak.
patentee pat.ent.ee pätınti' isim patent sahibi.
patently pat.ent.lyzarf açıkça, aşikâr olarak.
paternal pa.ter.nal pıtır'nıl sıfat 1. babaya ait. 2. babacan. 3.
baba tarafından olan. 4. babadan kalma.
paternalism pa.ter.nal.ism pıtır'nılîzım isim (devletin, hükümetin,
bir kuruluşun, patronun) kendine bağlı bireylere karşı
babanın çocuğuna davrandığı gibi davranması.

960
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

paternally pat.ter.nal.lyzarf baba gibi.


paternity suit hukuk babalık davası.
paternity test babalık testi.
paternity pa.ter.ni.ty pıtır'nıti isim babalık.
path path päth isim 1. yol. 2. patika.
pathetic pa.thet.ic pıthet'îk sıfat 1. acıklı, dokunaklı, etkili,
patetik. 2. konuşma dili gülünç: What you've written is
so bad it's pathetic! Yazdıkların o kadar berbat ki ...
gülünç buluyorum!
pathfinder path.find.er päth'fayndır isim çığır açan kimse, kâşif.
pathogen path.o.gen päth'ıcın isim, tıbbi patoqen mikrop.
pathological path.o.log.i.cal päthılac'îkıl sıfat patoloqik.
pathologist pa.thol.o.gist pıthal'ıcîst isim patolog.
pathology pa.thol.o.gy pıthal'ıci isim patoloqi.
pathos pa.thos pey'thas isim acınma duygusu uyandıran
nitelik.
pathway path.way päth'wey isim yol: the pathway to success
başarıya giden yol.
patience dock botanik labada.
patience pa.tience pey'şıns isim 1. sabır, dayanç, tahammül. 2.
botanik labada.
patient pa.tient pey'şınt sıfat sabırlı. isim hasta.
patiently pa.tient.lyzarf sabırla.
patio pa.ti.o pät'iyo isim 1. avlu, hayat. 2. taraça, teras,
veranda.
Patmian Pat.mi.an pät'miyın isim Patmoslu. sıfat 1. Patmos,
Patmos'a özgü. 2. Patmoslu.
Patmos Pat.mos pät'mıs, pat'môs isim Patmos.
patriarch pa.tri.arch pey'triyark isim 1. aile reisi sayılan adam. 2.
yaşlı ve saygıdeğer adam. 3. patrik.
patriarchal pa.tri.ar.chal peytriyar'kıl sıfat 1. ataerkil, patriarkal,
pederşahi. 2. yaşlı ve saygıdeğer (adam). 3. patriğe ait.
patriarchate pa.tri.arch.ate pey'triyarkît, pey'triyarkeyt isim 1.
patrikhane. 2. patriklik.

961
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

patriarchy pa.tri.ar.chy pey'triyar'ki isim ataerki, pederşahilik.


patrician pa.tri.cian pıtrîş'ın isim en yüksek sınıftan adam,
aristokrat.
patricide pat.ri.cide pät'rısayd isim 1. babayı öldürme. 2. baba
katili.
patriot pa.tri.ot pey'triyıt isim yurtsever, vatansever, ulussever.
patriotic pa.tri.ot.ic peytriyat'îk sıfat yurtsever, vatansever,
ulussever.
patriotism pa.tri.ot.ismyurtseverlik, vatanseverlik, ulusseverlik.
patrol car devriye arabası.
patrol pa.trol pıtrol' isim 1. karakol, askeri devriye. 2. devriye
gezme. fiil (patrolled, patrolling) devriye gezmek.
patrolman pa.trol.manisim devriye polis.
patron pa.tron pey'trın isim 1. hami, koruyucu. 2. devamlı
müşteri.
patronage pa.tron.ageisim koruma, himaye, yardım.
patronise pa.tron.ise pey'trınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
patronize
patronize pa.tron.ize pey'trınayz fiil 1. korumak, himaye etmek.
2. -in müşterisi olmak, -den alışveriş etmek.
patter pat.ter pät'ır fiil pıtırdamak, tıpırdamak. isim pıtırtı,
tıpırtı.
pattern oneself after someone birini örnek almak.
pattern oneself on someone birini örnek almak.
pattern pat.tern pät'ırn isim 1. örnek, model; patron. 2. biçim
düzeni. 3. şablon. fiil 1. modele göre yapmak. 2.
şekillerle süslemek.
patty pat.ty pät'i isim 1. yassı köfte. 2. küçük börek.
paucity pau.ci.ty pô'sıti isim azlık, kıtlık, yetersizlik.
paunch paunch pônç isim (şişman) göbek.
paunchy paunchysıfat göbekli.
pauper pau.per pô'pır isim yoksul, fakir.
pauperise pau.per.ise pô'pırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
pauperize

962
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pauperize pau.per.ize pô'pırayz fiil dilenecek duruma getirmek,


dilenci durumuna getirmek.
pause pause pôz isim 1. durma; durgu. 2. fasıla, ara. fiil 1.
durmak, duraklamak. 2. duraksamak, tereddüt etmek.
pave the way for -in yolunu açmak.
pave pave peyv fiil asfaltlamak; taşla döşemek.
pavement pave.ment peyv'mınt isim 1. döşenmiş yolun yüzeyi;
asfalt; döşeme taşları, parke taşları. 2. İngiliz İngilizcesi
kaldırım, yaya kaldırımı, trotuar.
pavilion pa.vil.ion pıvîl'yın isim 1. (parklarda) büyük kameriye.
2. (fuarda) pavyon. 3. (hastanede) pavyon.
paving pav.ing pey'vîng isim 1. yol döşeme. 2. yol döşeme
maddeleri.
paw paw pô isim 1. hayvanın pençeli ayağı. 2. konuşma dili
el. fiil 1. (at, boğa) (yeri) eşelemek; eşinmek. 2.
(hayvan) patisiyle (bir yeri) tırmalamak. 3. pençe
atmak. 4. konuşma dili (kadına) el atmak, (kadını)
ellemek.
pawn broker rehin karşılığı borç para veren kimse; tefeci.
pawn shop tefeci dükkânı.
pawn ticket rehin makbuzu.
pawn pawn pôn isim 1. rehin, rehine. 2. rehine koyma. fiil 1.
rehine koymak. 2. tehlikeye atmak.
pawpaw paw.paw pôpô' isim bakınız papaw
pay a compliment kompliman yapmak.
pay a debt borç ödemek, tediye etmek.
pay a premium for -i pahalıya almak.
pay a visit to -i ziyaret etmek. 2. -e gitmek; -e uğramak.
pay an arm and a leg for -e çok pahalıya patlamak: You'll pay an arm and a leg
for it. Sana çok pahalıya patlayacak.
pay as one goes peşin parayla alışveriş etmek.
pay attention dikkat etmek.
pay court to -e kur yapmak.
pay day maaş günü.

963
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pay dearly for pahalıya mal olmak.


pay for itself kendi masrafını çıkarmak.
pay for -in parasını ödemek; -in masrafını/hesabını
ödemek/çekmek, -in faturasını ödemek. 2. (hata veya
suçun) bedelini ödemek, cezasını çekmek.
pay heed to -e dikkat etmek, -e kulak asmak.
pay in advance peşin ödemek, teslim almadan önce parasını ödemek.
pay in kind ayni olarak ödemek.
pay interest (hesap, bono v.b.) faiz getirmek.
pay lip service to -e inanır gibi yapmak.
pay obeisance to -e saygı göstermek.
pay off (borcu) tamamıyla ödemek. 2. konuşma dili faydalı
olmak.
pay one's dues aidatını ödemek. 2. argo (stajyerlik veya çıraklık
dönemlerine özgü) sıkıcı işler yapmak. 3. argo bir şeyin
cezasını çekmek.
pay one's respects (to) (-e) ziyarette bulunmak. 2. (-e) saygı ziyaretinde
bulunmak.
pay one's way kendi masraflarını kendi ödemek.
pay out (parayı) ödemek. 2. denizcilikle ilgili (ip, zincir v.b.'ni)
vermek; kaloma etmek.
pay phone konuşma dili umumi/ankesörlü telefon.
pay someone a call birini ziyaret etmek.
pay someone a compliment birine iltifat etmek.
pay someone back birine olan borcu ödemek: I'll pay you back on
Monday. Bu borcumu size pazartesi ödeyeceğim. 2.
(güzel bir şeye karşı) birine karşılıkta bulunmak: How
can I pay you back for such a wonderful meal? Böyle
güzel bir yemeğe karşı size ne yapabilirim? 3. (kötülük
yapan birinden) intikam almak; (kötülük yapan birinin)
hakkından gelmek.
pay someone off birine ücretini/maaşını verip işine son vermek. 2. birine
rüşvet vermek.
pay someone's way birinin masraflarını karşılamak/ödemek.

964
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pay station bakınız pay telephone


pay telephone jetonlu telefon.
Pay the piper and call the tune. Parayı veren düdüğü çalar.
pay the piper konuşma dili yaptığının/yaptıklarının sonuçlarına
katlanmak: He did it, but it's me who's going to have to
pay the piper. O yaptı, fakat ceremesini çekecek olan
benim.
pay through the nose konuşma dili -e çok pahalıya patlamak: You'll pay
through the nose. Sana çok pahalıya patlayacak.
pay under protest itiraz ederek ödemek.
pay up (borcunu) ödemek; borcunu ödemek.
pay pay pey isim ücret, maaş. fiil (paid) 1. (birine) (para,
borç v.b.'ni) ödemek: Haven't you paid him yet?
Parasını daha ödemedin mi? You have to pay your taxes
next month. Gelecek ay vergilerini ödemen lazım. 2.
(hata veya suçun) bedelini ödemek, cezasını çekmek:
You'll pay heavily for this. Bunu ağır ödersin. 3. -in
yararına olmak: Who says crime doesn't pay? Suç
işlemenin faydasını kim inkâr edebilir ki? It'll pay you
to listen to this. Buna kulak asarsan iyi olur. 4. (bir iş)
birine para getirmek; (bir işin) maaşı (belirli bir
nitelikte) olmak: This qob pays well. Dolgun maaşlı bir
iş bu.
payable at sight görüldüğünde ödenecek.
payable on demand ibrazında ödenecek.
payable to bearer hamiline ödenecek.
payable to cash hamiline.
payable to order emre ödenecek.
payable pay.a.ble pey'ıbıl sıfat 1. ödenebilir. 2. ödenmesi
gereken, ödenecek.
payday pay.day pey'dey isim maaş günü; ödeme günü.
payee pay.ee peyi' isim alacaklı.
paying guest pansiyoner.
paymaster pay.mas.ter pey'mästır isim mutemet.

965
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

payment pay.ment pey'mınt isim 1. ödeme. 2. ücret, maaş. 3.


taksit.
payoff pay.off pey'ôf isim 1. ücret ödeme. 2. konuşma dili
ödül veya ceza. 3. konuşma dili sonuç, netice. 4. çıkış
noktası. 5. argo rüşvet.
payroll pay.roll pey'rol isim 1. maaş/ücret bordrosu. 2.
maaşların/ücretlerin toplamı.
PC PC pi'si' kısaltma personal computer
pd. pd.kısaltma paid
pea green bezelye yeşili, açık yeşil.
pea soup bezelye çorbası.
pea souper konuşma dili koyu sis.
pea pea pi isim bezelye.
Peace be with you. Selamünaleyküm.
peace offering barış ve uzlaşma amacıyla verilen hediye.
peace peace pis isim 1. huzur, sükûn, rahat, asayiş. 2. barış.
peaceable peace.ablesıfat 1. barışsever. 2. sakin.
peaceful peace.fulsıfat huzurlu, sakin.
peacemaker peace.mak.er pis'meykır isim barıştırıcı, uzlaştırıcı.
peacetime peace.time pis'taym isim barış zamanı.
peach blossom şeftali baharı.
peach fuzz şeftalinin üstündeki tüyler. 2. ayva tüyü, insan
vücudundaki ince sarı tüyler.
peach Melba peşmelba.
peach tree şeftali ağacı.
peach peach piç isim şeftali.
peacock pea.cock pi'kak isim tavus.
peahen pea.hen pi'hen isim dişi tavus.
peak load en büyük yük.
peak traffic hours trafiğin en sıkışık olduğu saatler.
peak peak pik isim 1. tepe, doruk, zirve. 2. (kaskette) siper,
siperlik.
peaked peak.ed pi'kîd, pikt sıfat 1. zayıf, bitkin. 2. tepeli. 3.
siperli (kasket).

966
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

peal peal pil isim 1. birkaç çanın birlikte veya art arda
çalınması. 2. yüksek ve devamlı ses. 3. top veya gök
gürlemesi gibi ses. fiil (çan) çalınmak.
peanut brittle yerfıstığıyla yapılan bir şekerleme.
peanut butter yerfıstığı ezmesi, fıstık ezmesi.
peanut gallery konuşma dili (tiyatrodaki) en üst balkon.
peanut pea.nut pi'n^t isim 1. yerfıstığı. 2. konuşma dili
önemsiz miktarda para.
pear pear per isim armut.
pearl onion çok ufak arpacıksoğanı.
pearl pearl pırl isim, sıfat inci.
peasant peas.ant pez'ınt isim 1. köylü. 2. konuşma dili köylü,
çemiş.
peasantry peas.ant.ryisim köylüler, köylü sınıfı.
peat bog turbalık.
peat peat pit isim turba.
pebble peb.ble peb'ıl isim çakıl taşı, çakıl.
pebbly peb.blysıfat çakıllı.
Pêche Melba Pwche Mel.ba peş mel'bı peşmelba.
peck at kuş gibi az yemek.
peck peck pek fiil 1. gagalamak. 2. gaga ile toplamak. isim
gagalama.
pectin pec.tin pek'tîn isim pektin.
pectoral fin göğüs yüzgeci.
pectoral muscle göğüs kası.
pectoral pec.to.ral pek'tırıl sıfat göğüs boşluğuna ait; göğse ait,
pektoral.
peculiar pe.cu.liar pîkyul'yır sıfat 1. to -e özgü: a disease
peculiar to children çocuklara özgü bir hastalık. 2. özel:
a peculiar circumstance özel bir durum. 3. acayip, garip,
tuhaf.
peculiarity pe.cu.li.ar.i.ty pîkyuliyer'ıti isim 1. özellik. 2. acayiplik.
peculiarly pe.cu.liar.lyzarf 1. özel olarak. 2. alışılmışın dışında. 3.
acayip bir şekilde.

967
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pecuniary pe.cu.ni.ar.y pîkyu'niyeri sıfat parayla ilgili, parasal,


para.
pedagog ped.a.gog ped'ıgag isim 1. eğitimbilimci, eğitimci,
pedagog. 2. dar görüşlü öğretmen.
pedagogic ped.a.gog.ic pedıgac'îk sıfat eğitimsel, pedagoqik.
pedagogical ped.a.gog.i.cal pedıgac'îkıl sıfat eğitimsel, pedagoqik.
pedagogue ped.a.gogue ped'ıgag isim 1. eğitimbilimci, eğitimci,
pedagog. 2. dar görüşlü öğretmen.
pedagogy ped.a.go.gy ped'ıgaci isim eğitimbilim, eğitbilim,
pedagoqi.
pedal ped.al ped'ıl isim pedal, ayaklık. fiil (pedaled/pedalled,
pedaling/pedalling) 1. pedalla işletmek. 2. pedal
çevirmek.
pedant ped.ant ped'ınt isim 1. bilgiçlik taslayan kimse. 2.
gereksiz ayrıntılar üzerinde ısrarla duran bilim adamı.
pedantic pe.dan.tic pîdän'tîk sıfat bilgiçlik taslayan.
pedantry ped.ant.ryisim bilgiçlik taslama.
peddle ped.dle ped'ıl fiil kapı kapı/sokak sokak dolaşarak
satmak.
peddler ped.dlerisim seyyar satıcı.
pederast ped.er.ast ped'ıräst isim oğlancı.
pederasty ped.er.ast.yisim oğlancılık.
pedestal ped.es.tal ped'îstıl isim 1. heykel veya sütun tabanı,
kaide. 2. esas, temel.
pedestrian crossing yaya geçidi.
pedestrian subway (yayalar için) altgeçit.
pedestrian pe.des.tri.an pıdes'triyın isim yaya. sıfat 1. yürümeye
ait. 2. yaya yürüyen piyade. 3. ağır, sıkıcı.
pediatric pe.di.at.ric pidiyät'rîk sıfat, tıbbi pediatrik, pediyatrik.
pediatrician pe.di.a.tri.cian pidiyıtrîş'ın isim çocuk doktoru.
pediatrics pe.di.at.ricsisim, tıbbi pediatri, pediyatri.
pedicel ped.i.cel ped'ısel isim, botanik sapçık.
pedicure ped.i.cure ped'îkyûr isim pedikür.
pedigree ped.i.gree ped'ıgri isim 1. soy. 2. soyağacı, şecere.

968
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pedigreed ped.i.greedsıfat şecereli (hayvan).


pedlar ped.lar ped'lır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız peddler
pedology pe.dol.o.gy pîdal'ıci isim çocukbilim, pedoloqi.
pedophile pe.do.phile pi'dıfayl isim pedofil, sübyancı.
pedophilia pe.do.phil.ia pidıfîl'iyı isim pedofili, sübyancılık.
peduncle pe.dun.cle pîd^ng'kıl isim, botanik, anatomi sapçık.
pedunculus pe.dun.cu.lus pîd^ng'kyılıs isim, anatomi sapçık.
pee pee pi isim, konuşma dili çiş. fiil işemek.
peek peek pik fiil gizlice bakmak, gözetlemek, dikizlemek.
isim gizlice bakma, gözetleme, dikiz.
peel off one's clothes soyunmak, elbiselerini çıkarmak.
peel peel pil fiil 1. (meyvenin/sebzenin) kabuğunu soymak,
(meyveyi/sebzeyi) soymak. 2. (karidesin) kabuğunu
çıkarmak. 3. (ağacın kabuğu, insanın derisi, boya v.b.)
sıyrılmak. isim meyve/sebze kabuğu: Pick up those
banana peels! O muz kabuklarını topla!
peeling peel.ingisim (soyulmuş) meyve/sebze kabuğu: Throw
those apple peelings out the window! O elma
kabuklarını pencereden at!
peep of day gün ağarması.
peep peep pip fiil gizlice bakmak, gözetlemek, dikizlemek,
röntgencilik etmek. isim gizlice bakma.
pee-pee pee-pee pi'pi isim, çocuk dili çiş. fiil, çocuk dili çiş
yapmak.
peephole peep.hole pip'hol isim gözetleme deliği.
peeping Tom röntgenci.
peer peer pîr isim 1. akran, emsal. 2. İngiliz İngilizcesi dük,
marki, kont, vikont veya baron unvanlı kimse.
peerless peer.less pîr'lîs sıfat eşsiz, emsalsiz.
peeve peeve piv fiil, konuşma dili sinirlendirmek. isim
bakınız pet peeve
peevish pee.vish pi'vîş sıfat sinirli, huysuzluğu üstünde.
peg away at (bir işte) sebatla çalışmak.
peg away (bir işte) sebatla çalışmak.

969
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

peg peg peg isim 1. ağaç çivi. 2. askı, kanca. 3. gerekçe;


bahane. 4. konuşma dili derece. 5. müzik mandal. fiil
(pegged, pegging) 1. ağaç çiviyle çivilemek. 2. İngiliz
İngilizcesi up (çamaşırı) mandallayarak asmak. 3.
(fiyat, ücret v.b.'ni) sabit tutmak. 4. konuşma dili atmak.
pejorative pe.jo.ra.tive pîcôr'ıtîv sıfat aşağılayıcı, yermeli,
peqoratif. isim aşağılayıcı sözcük, yermeli sözcük.
pelican pel.i.can pel'îkın isim kaşıkçıkuşu, pelikan.
pellet pel.let pel'ît isim 1. küçük topak. 2. saçma tanesi. 3.
hap.
pellmell pell.mell pel'mel' zarf paldır küldür, aceleyle.
pell-mell pell-mell pel'mel' zarf paldır küldür, aceleyle.
Peloponnese Pel.o.pon.nese pelıpıniz', pelıpınis' isim bakınız the
Peloponnese
Peloponnesian Pel.o.pon.ne.sian pelıpıni'qın isim Peloponezli. sıfat 1.
Peloponez, Peloponez'e özgü. 2. Peloponezli.
Peloponnesus Pel.o.pon.ne.sus pelıpıni'sıs isim bakınız the
Peloponnesus
pelt pelt pelt fiil 1. with ... yağmuruna tutmak: They pelted
him with rotten tomatoes. Onu çürük domates
yağmuruna tuttular. They pelted her with questions.
Onu soru yağmuruna tuttular. 2. down (yağmur)
bardaktan boşanırcasına yağmak.
pelvis pel.vis pel'vîs isim, anatomi pelvis, leğen.
pen name edebiyat takma ad.
pen point kalem ucu.
pen pen pen isim 1. (çevresi çit veya tel örgüyle çevrili,
üstü açık) ağıl. 2. konuşma dili cezaevi. fiil
(penned/pent, penning) 1. kapatmak, hapsetmek. 2.
ağıla koymak.
penal code ceza kanunları.
penal colony mahkûmların gönderildiği sürgün yeri.
penal servitude ağır hapis cezası.
penal pe.nal pi'nıl sıfat ceza ile ilgili, cezai.

970
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

penalise pe.nal.ise pi'nılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız


penalize
penalize pe.nal.ize pi'nılayz fiil cezalandırmak.
penalty pen.al.ty pen'ılti isim 1. ceza. 2. spor penaltı.
penance pen.ance pen'ıns isim, Hristiyanlık 1. günah çıkarma ve
papazın önerdiği kefareti yerine getirme. 2. bir günahı
bağışlatmak için papazın önerdiği kefaret.
pen-and-ink sıfat dolmakalemle yazılmış veya çizilmiş.
pence pence pens isim, İngiliz İngilizcesi, çoğul bakınız
penny
penchant pen.chant pen'çınt, pan'şan' isim bakınız have a
penchant for
pencil box kalem kutusu, kalemlik.
pencil sharpener kalemtıraş.
pencil pen.cil pen'sıl isim kurşunkalem. fiil
(penciled/pencilled, penciling/pencilling)
kurşunkalemle yazmak veya çizmek.
pend pend pend fiil askıda kalmak, muallakta olmak.
pendant pen.dant pen'dınt isim 1. asılı şey. 2. pandantif. 3. küpe
ucundaki süs.
pending pend.ing pen'dîng sıfat kararlaştırılmamış, bir karara
bağlanmamış, askıda. edat 1. sırasında, esnasında. 2. -e
kadar.
penduline titmouse çulhakuşu.
penduline pen.du.line pen'cılîn sıfat bakınız penduline titmouse
pendulous pen.du.lous pen'cûlıs sıfat sarkan, asılı.
pendulum pen.du.lum pen'cûlım isim 1. sarkaç, rakkas. 2. sürekli
değişen şey.
peneplain pe.ne.plain pi'nıpleyn isim, jeoloji peneplen,
yontukdüz.
penetrate pen.e.trate pen'ıtreyt fiil 1. girmek, içine işlemek, nüfuz
etmek. 2. etkilemek. 3. delip geçmek. 4. anlamak. 5.
sokulmak, içeriye sızmak.

971
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

penetrating pen.e.trat.ing pen'ıtreytîng sıfat 1. içe işleyen, keskin.


2. anlayışlı.
penetration pen.e.tra.tion penıtrey'şın isim 1. içine işleme, nüfuz
etme. 2. etki. 3. anlayış. 4. delip geçme. 5. sokulma,
sızma.
penguin pen.guin pen'gwîn isim penguen.
penholder isim 1. kalem sapı. 2. kalemlik, kalem koyacağı.
penicillin pen.i.cil.lin penısîl'în isim penisilin.
peninsula pen.in.su.la pınîn'sılı, pınîn'syılı isim yarımada.
peninsular pen.in.su.larsıfat yarımadaya ait.
penis pe.nis pi'nîs isim (penises/penes) penis, erkeklik
organı.
penitence pen.i.ten.ceisim tövbekârlık, tövbekâr olma.
penitent pen.i.tent pen'ıtınt sıfat tövbekâr. isim, Hristiyanlık bir
günahı bağışlatmak için papazın önerdiği kefareti yerine
getiren kimse.
penitentiary pen.i.ten.tia.ry penıten'şıri isim hapishane, cezaevi.
penknife pen.knife pen'nayf isim (penknives) çakı.
penmanship pen.man.ship pen'mınşîp isim el yazısı; kalemle yazı
yazma.
pennant pen.nant pen'ınt isim flama, flandra.
penniless pen.ni.less pen'îlîs sıfat parasız, meteliksiz, cebi delik.
pennon pen.non pen'ın isim 1. flandra, flama. 2. kanat.
penny pincher cimri kimse.
penny pen.ny pen'i isim (pennies/[İngiliz İngilizcesi] pence)
1. sent (Amerikan dolarının yüzde biri). 2. İngiliz
İngilizcesi peni. 3. az miktarda para.
pennyroyal pen.ny.roy.al pen'iroy'ıl isim yarpuz, habak.
pennyweight pen.ny.weight pen'iweyt isim yirmi dört buğday
ağırlığında ölçü birimi (3,54 gram).
penny-wise and pound-foolish ufak şeylerde tutumlu, büyük şeylerde müsrif (kimse).
pension off emekliye ayırmak.
pension pen.sion pen'şın isim emekli aylığı. fiil emekli aylığı
vermek, aylık bağlamak.

972
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pensioner pen.sion.erisim emekli aylığı alan kimse.


pensive pen.sive pen'sîv sıfat dalgın, düşünceli.
pent up bir yere kapatılmış, hapsedilmiş. 2. bastırılmış (duygu).
pent pent pent sıfat bakınız pent up
pentagon pen.ta.gon pen'tıgan isim, geometri beşgen.
pentagonal pen.tag.o.nal pentäg'ınıl sıfat beş köşeli.
pentathlon pen.tath.lon pentäth'lın isim, spor pentatlon.
Pentecost Pen.te.cost pen'tıkôst isim 1. Hristiyanlık Hamsin
yortusu, Hamsin, Gül Paskalyası. 2. Musevilik Hamsin
bayramı.
penthouse pent.house pent'haus isim çatı katı, çekmekat.
penultimate pe.nul.ti.mate pîn^l'tımît sıfat sondan önceki, sondan
bir evvelki.
penurious pe.nu.ri.ous pınûr'iyıs sıfat aşırı yoksul.
penury pen.u.ry pen'yıri isim aşırı yoksulluk.
peony pe.o.ny pi'yıni isim şakayık.
people peo.ple pi'pıl isim 1. insanlar. 2. halk, ahali. 3. ulus,
millet, kavim. 4. ırk. 5. aile, bir kimsenin yakınları. 6.
çoğul uluslar, milletler, kavimler. fiil insanla
doldurmak.
People's Republic of China Çin Halk Cumhuriyeti.
pep pill amfetaminli hap.
pep talk konuşma dili moral verici kısa konuşma.
pep pep pep isim 1. kuvvet, enerqi. 2. canlılık. fiil (pepped,
pepping) up canlandırmak, hareketlendirmek.
pepper mill biber değirmeni.
pepper pep.per pep'ır isim biber; karabiber; kırmızıbiber. fiil
üzerine biber ekmek, biberlemek.
pepper-and-salt pep.per-and-salt pep'ırınsôlt' sıfat karyağdı (kumaş); ak
düşmüş (saç, sakal).
peppercorn pep.per.corn pep'ırkôrn isim karabiber tanesi.
peppermint pep.per.mint pep'ırmînt isim 1. nane. 2. naneşekeri.
peppery pep.per.y pep'ıri sıfat 1. biberli. 2. hemen parlayan
(kimse). 3. iğneli, iğneleyici (sözler).

973
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

peppy peppysıfat canlı, enerqik.


pepsin pep.sin pep'sîn isim, biyokimya pepsin.
per annum yıllık, her yıl için; yılda.
per capita kişi başına.
per diem günlük; günde.
per se kendi başına, aslında, haddi zatında.
per per pır edat 1. ... başına, her bir ... için: two per person
kişi başına iki tane. 2. vasıtasıyla, eliyle; tarafından.
Pera Pe.ra pe'rı isim, tarih Beyoğlu, Pera.
perambulate per.am.bu.late pıräm'byıleyt fiil 1. (bir yerde)
gezinmek, gezmek, dolaşmak. 2. çevresini dolaşmak.
perambulator per.am.bu.latorisim, İngiliz İngilizcesi çocuk arabası.
perceive per.ceive pırsiv' fiil 1. algılamak. 2. fark etmek,
anlamak; kavramak; sezmek.
percent per.cent pırsent' isim, sıfat yüzde: ten percent of his
salary maaşının yüzde onu. a two percent price hike
yüzde iki oranında bir zam.
percentage per.cent.age pırsen'tîc isim 1. yüzde, yüzde oranı. 2.
pay, hisse, yüzdelik. 3. konuşma dili yarar, avantaj, kâr.
perceptible per.cep.ti.ble pırsep'tıbıl sıfat 1. algılanabilir. 2. fark
edilebilir, anlaşılır.
perception per.cep.tion pırsep'şın isim 1. algılama. 2. fark etme,
anlama; kavrama; sezme. 3. algı, idrak. 4. anlayış;
kavrayış; sezgi.
perceptive per.cep.tive pırsep'tîv zarf anlayışlı; kavrayışlı; sezgili.
perch perch pırç isim 1. tünek. 2. oturulacak yüksek yer. fiil
1. (on) (-) tünemek, tüneklemek, konmak. 2. (on) (-)
oturmak, tünemek.
perchance per.chance pırçäns' zarf bakınız if perchance
percolate per.co.late pır'kıleyt fiil süzmek, filtreden geçirmek;
süzülmek, sızmak.
percolation per.co.la.tionisim süzme; süzülme.
percolator per.co.la.torisim filtreli kahve makinesi.
percussion instrument müzik vurma çalgı.

974
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

percussion per.cus.sion pırk^ş'ın isim 1. vurma, çarpma. 2. vurma


çalgılar. 3. tıbbi perküsyon.
peregrinate per.e.gri.nate per'ıgrîneyt fiil 1. yolculuk etmek,
seyahat etmek. 2. katetmek, aşmak.
peregrination per.e.gri.na.tionisim yolculuk, seyahat.
peremptorily per.emp.to.ri.lyzarf kesin olarak, tartışmaya yer
bırakmayacak şekilde.
peremptory per.emp.to.ry pıremp'tıri, per'ımptôri sıfat 1. kesin,
mutlak. 2. otoriter, buyurucu, diktatörce.
perennial per.en.ni.al pıren'iyıl sıfat 1. yıllarca süren, sürekli,
daimi. 2. çokyıllık (bitki). isim çokyıllık bitki.
perfect tense dilbilgisi görülen geçmiş zaman.
perfect per.fect pırfekt' fiil 1. mükemmelleştirmek. 2.
geliştirmek. 3. bitirmek, tamamlamak.
perfection per.fec.tion pırfek'şın isim 1. mükemmellik,
kusursuzluk. 2. bitirme, tamamlama.
perfectly per.fect.lyzarf 1. tamamen. 2. mükemmelen, kusursuz
bir biçimde.
perfidious per.fid.i.ous pırfîd'iyıs sıfat hain; vefasız; kalleş.
perfidiously per.fid.i.ous.lyzarf haince; vefasızca; kalleşçe.
perfidy per.fi.dy pır'fıdi isim hıyanet, hainlik; vefasızlık;
kalleşlik.
perforate per.fo.rate pır'fıreyt fiil 1. delmek. 2. bir dizi delik
açmak. 3. içine işlemek, nüfuz etmek.
perforation per.fo.ra.tionisim 1. delme. 2. bir dizi delik açma. 3.
delik. 4. bir dizi delikten biri. 5. tıbbi perforasyon.
perforce per.force pırfôrs' zarf mecburen.
perform per.form pırfôrm' fiil 1. yapmak, yerine getirmek. 2.
tiyatro oynamak, rolünü yapmak, canlandırmak. 3.
müzik çalmak.
performance per.form.ance pırfôr'mıns isim 1. yerine getirme,
yapma. 2. tiyatro gösteri, temsil. 3. müzik çalma. 4.
çalışma, işleme.

975
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

performer per.form.er pırfôr'mır isim 1. yerine getiren kimse. 2.


oyuncu, artist. 3. müzisyen.
perfume per.fume pır'fyum isim parfüm, esans; güzel koku. fiil
parfüm sürmek.
perfunctorily per.func.to.ri.lyzarf 1. formalite gereği. 2. dikkatsizce,
baştan savma.
perfunctory per.func.to.ry pırf^ngk'tıri sıfat 1. mekanik olarak
yapılan. 2. dikkatsiz, baştan savma. 3. sıkıcı, formalite
gereği yapılan.
perfusion per.fu.sion pırfyu'qın isim, tıbbi sıvı içitimi.
pergola per.go.la pır'gılı isim çardak.
perhaps per.haps pırhäps' zarf belki, muhtemelen.
peri pe.ri pîr'i isim peri.
pericardium per.i.car.di.um perıkar'diyım isim, anatomi (pericardia)
perikard.
perigee per.i.gee per'ıci isim, gökbilim yerberi.
perigon per.i.gon per'ıgan isim, geometri tam açı.
peril per.il per'ıl isim tehlike; tehlikeye uğrama. fiil
(periled/perilled, periling/perilling) tehlikeye atmak.
perilous per.il.ous per'ılıs sıfat çok tehlikeli.
perimeter pe.rim.e.ter pırîm'ıtır isim çevre.
period pe.ri.od pîr'iyıd isim 1. devir: the Ottoman period
Osmanlı devri. 2. dönem, devre: a period of political
unrest siyasi kargaşaların olduğu bir dönem. 3. süre,
müddet: for a brief period kısa bir süre için. 4. jeoloji
devir, çağ. 5. âdet, aybaşı. 6. dilbilgisi nokta.
periodic table kimya öğeler çizelgesi, periyodik cetvel.
periodic pe.ri.od.ic pîriyad'îk sıfat süreli, periyodik.
periodical pe.ri.od.i.cal pîriyad'îkıl isim süreli yayın. sıfat süreli,
periyodik.
periodically pe.ri.od.i.cal.lyzarf 1. belirli aralıklarla. 2. belirli
zamanlarda.
periphery pe.riph.er.y pırîf'ıri isim dış sınır çizgisi, çevre.
periscope per.i.scope per'ıskop isim periskop.

976
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

perish per.ish per'îş fiil 1. ölmek. 2. yok olmak, soyu


tükenmek.
perishable per.ish.a.ble per'îşıbıl sıfat 1. kolay bozulur, dayanıksız
(yiyecekler). 2. ölümlü, fani. isim, çoğul çabuk veya
kolay bozulabilen gıda maddeleri.
peritoneum per.i.to.ne.um perıtıni'yım isim, anatomi
(peritoneums/peritonea) karınzarı, periton.
peritonitis per.i.to.ni.tis perıtınay'tîs isim, tıbbi karınzarı
yangısı/iltihabı, peritonit.
periwinkle per.i.win.kle per'îwîngkıl isim cezayirmenekşesi.
perjure oneself yalan yere yemin etmek.
perjure per.jure pır'cır fiil yalan yere yemin ettirmek; yalancı
tanıklık etmek.
perjury per.ju.ry pır'cıri isim yeminli yalan; yalancı tanıklık.
perk up neşelenmek, canlanmak; neşelendirmek, canlandırmak.
perk perk pırk fiil bakınız perk up
perky perk.y pır'ki sıfat neşeli, canlı.
perm perm pırm isim perma, permanant. fiil perma yapmak.
permanence per.ma.nenceisim kalıcılık, daimilik; süreklilik,
devamlılık.
permanencely per.ma.nence.lyzarf kalıcı bir şekilde; sürekli olarak,
devamlı olarak.
permanency per.ma.nen.cyisim kalıcılık, daimilik; süreklilik,
devamlılık.
permanent press ütü istemez.
permanent wave perma, permanant.
permanent per.ma.nent pır'mınınt sıfat kalıcı, daimi; sürekli,
devamlı: permanent scar kalıcı iz. permanent solution
kalıcı çözüm. permanent chairman daimi başkan.
permanent qob sürekli iş. She seems to have a
permanent smile on her face. Sanki yüzündeki tebessüm
hiç eksilmiyor.
permanganate per.man.ga.nate pırmäng'gıneyt isim, kimya
permanganat.

977
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

permeability per.me.abil.i.tyisim geçirgenlik, geçirimlilik,


permeabilite.
permeable per.me.a.ble pır'miyıbıl sıfat geçirgen, geçirimli,
permeabl.
permeate per.me.ate pır'miyeyt fiil nüfuz etmek, içine işlemek.
permissible per.mis.si.ble pırmîs'ıbıl sıfat izin verilebilir, hoş
görülebilir.
permission per.mis.sion pırmîş'ın isim 1. izin, müsaade. 2. ruhsat.
permissive per.mis.sive pırmîs'îv sıfat aşırı hoşgörülü, fazla
müsamahakâr.
permit per.mit pır'mît isim izin belgesi, tezkere; izin; ruhsat;
permi.
permutation per.mu.ta.tion pırmyıtey'şın isim 1. permütasyon;
değişim; değiştirim. 2. matematik permütasyon,
devşirim.
pernicious anemia tıbbi kötücül kansızlık.
pernicious per.ni.cious pırnîş'ıs sıfat 1. zararlı, tehlikeli. 2.
öldürücü.
perniosis per.ni.o.sis pırniyo'sîs isim, tıbbi (pernioses) soğuk
ısırması.
peroxide per.ox.ide pırak'sayd isim, kimya peroksit.
perpendicular per.pen.dic.u.lar pırpındîk'yılır sıfat düşey, dikey. isim,
matematik dikme.
perpetrate per.pe.trate pır'pıtreyt fiil (suç v.b.'ni) işlemek.
perpetrator per.pe.tratorisim (suç) işleyen kimse.
perpetual motion fizik sürgit devinim.
perpetual per.pet.u.al pırpeç'uwıl sıfat 1. sürekli, devamlı, daimi,
aralıksız. 2. ebedi, ölümsüz.
perpetually per.pet.u.al.lyzarf sürekli olarak, daima.
perpetuate per.pet.u.ate pırpeç'uweyt fiil sürekli kılmak,
sürdürmek, devam ettirmek.
perpetuity per.pe.tu.i.ty pırpıtu'wıti isim bakınız in perpetuity

978
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

perplex per.plex pırpleks' fiil 1. zihnini karıştırmak, şaşırtmak,


allak bullak etmek. 2. karıştırmak, çapraşık duruma
getirmek.
perplexed per.plexedsıfat şaşkın, şaşırmış.
perplexing per.plex.ingsıfat şaşırtıcı.
perplexity per.plex.i.tyisim 1. şaşkınlık. 2. karışıklık.
persecute per.se.cute pır'sıkyut fiil zulmetmek, eziyet etmek.
persecution per.se.cu.tion pırsıkyu'şın isim zulüm, eziyet.
perseverance per.se.ver.ance pırsıvîr'ıns isim sebat, direşme.
persevere per.se.vere pırsıvîr' fiil sebat etmek, direşmek.
persevering sıfat sebatlı, direşken.
Persia Per.sia pır'qı isim İran.
Persian carpet İran halısı.
Persian cat irankedisi.
Persian rug İran halısı.
Persian Per.sian pır'qın isim 1. İranlı. 2. tarih Pers. 3. Farsça.
sıfat 1. İran, İran'a özgü. 2. tarih Pers. 3. Farsça. 4.
İranlı.
persimmon per.sim.mon pırsîm'ın isim trabzonhurması,
qaponhurması.
persist per.sist pırsîst', pırzîst' fiil 1. in -de ısrar etmek, -de
ayak diremek, -de inat etmek. 2. devam etmek, sürüp
gitmek.
persistence per.sist.enceisim 1. ısrar, inat. 2. devam etme, sürüp
gitme.
persistent per.sis.tentsıfat 1. ısrarlı, inatçı. 2. devamlı, sürekli,
sürüp giden.
persistently per.sis.tent.lyzarf 1. ısrarla, üzerinde durarak, inatla. 2.
devamlı olarak, sürekli.
person of note ünlü kimse, tanınmış kimse.
person to person call ihbarlı konuşma, davetli konuşma.
person per.son pır'sın isim kimse, kişi, şahıs.
persona non grata Latince istenmeyen kişi.
persona per.so.na pırso'nı isim bakınız persona non grata

979
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

personable per.son.a.ble pır'sınıbıl sıfat hoş, çekici, cana yakın.


personage per.son.ageisim önemli kişi, şahsiyet.
personal computer kişisel bilgisayar.
personal effects özel eşya.
personal estate hukuk menkuller.
personal pronoun dilbilgisi şahıs zamiri.
personal per.son.al pır'sınıl sıfat kişisel, özel.
personality per.son.al.i.ty pırsınäl'ıti isim 1. kişilik, şahsiyet. 2.
önemli kişi, şahsiyet.
personally per.son.al.lyzarf 1. şahsen, bizzat. 2. kendine gelince.
personify per.son.i.fy pırsan'ıfay fiil 1. kişilik vermek,
kişileştirmek, canlandırmak. 2. -i somut bir şekilde
temsil etmek/yansıtmak, -in somut temsilcisi olmak, -in
ta kendisi olmak: He personifies courage. O cesaretin ta
kendisi.
personnel per.son.nel pırsınel' isim personel, kadro.
perspective per.spec.tive pırspek'tîv isim 1. (resimde) perspektif. 2.
bakış açısı, açı. 3. uzaklık duygusu veren manzara
resmi.
perspicacious per.spi.ca.cious pırspıkey'şıs sıfat keskin zekâlı,
anlayışlı.
perspiration per.spi.ra.tion pırspırey'şın isim 1. ter. 2. terleme.
perspire per.spire pırspayr' fiil terlemek, ter dökmek.
persuade per.suade pırsweyd' fiil 1. ikna etmek, inandırmak: I
persuaded him that he was wrong. Onu yanıldığına
inandırdım. 2. ikna etmek, razı etmek: I persuaded him
to go. Onu gitmeye razı ettim.
persuasion per.sua.sion pırswey'qın isim 1. ikna etme, inandırma.
2. ikna etme, razı etme. 3. kanaat, inanç.
persuasive per.sua.sive pırswey'sîv sıfat ikna edici.
persuasively per.sua.sive.lyzarf ikna edici şekilde.
persuasiveness per.sua.sive.nessisim ikna edebilme gücü.
pert pert pırt sıfat arsız, şımarık, yılışık; küstah.

980
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pertain per.tain pırteyn' fiil 1. to -e ait olmak; ile ilgili olmak, -


e ilişkin olmak; ile ilgisi olmak: This forest doesn't
pertain to that estate. Bu orman o malikâneye ait değil.
His remarks pertained only to legal matters. Sözleri
yalnızca yasal sorunlarla ilgiliydi. This privilege doesn't
pertain to you. Bu ayrıcalığın seninle ilgisi yok. 2. to -e
özgü olmak, -e has olmak: That characteristic pertains
only to vertebrates. O özellik yalnızca omurgalılara
özgüdür.
pertinacious per.ti.na.cious pırtıney'şıs sıfat direngen; kararlı,
azimli.
pertinaciously per.ti.na.cious.lyzarf kararlılıkla, azimle.
pertinacity per.ti.nac.i.ty pırtınäs'ıti isim direngenlik; kararlılık,
azim.
pertinent per.ti.nent pır'tınınt sıfat 1. yerinde: a pertinent remark
yerinde bir söz. 2. geçerli: This book is still pertinent.
Bu kitap hâlâ geçerli.
perturb per.turb pırtırb' fiil 1. zihnini karıştırmak, rahatsız
etmek. 2. altüst etmek.
Peru Pe.ru pıru' isim Peru.
perusal pe.rus.al pıru'zıl isim dikkatle okuma.
peruse pe.ruse pıruz' fiil dikkatle okumak.
Peruvian isim Perulu. sıfat 1. Peru, Peru'ya özgü. 2. Perulu.
pervade per.vade pırveyd' fiil istila etmek, kaplamak, yayılmak,
sarmak, bürümek.
pervasive per.va.sive pırvey'sîv sıfat yayılmış, kaplayan.
perverse per.verse pırvırs' sıfat 1. ters, aksi. 2. huysuz. 3. sapık;
sapkın.
perversion per.ver.sion pırvır'qın isim 1. sapıklık. 2. sapkınlık,
sapınç, dalalet. 3. baştan çıkarma, ayartma. 4. (anlamı)
saptırma; (gerçeği) çarpıtma.
perversity per.ver.si.tyisim 1. terslik, aksilik. 2. huysuzluk. 3.
sapıklık.

981
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pervert per.vert pırvırt' fiil 1. çıkarmak, ayartmak. 2. (anlamı)


saptırmak; (gerçeği) çarpıtmak. isim (pır'vırt) cinsel
sapık.
pesky pes.ky pes'ki sıfat, konuşma dili belalı, sinir bozucu.
pessimism pes.si.mism pes'ımîzım isim kötümserlik, karamsarlık.
pessimist pes.si.mist pes'ımîst isim kötümser, karamsar.
pessimistic pes.si.mis.tic pesımîs'tîk sıfat kötümser, karamsar.
pessimistically pes.si.mis.tic.allyzarf karamsarlıkla.
pest pest pest isim 1. baş belası, püsküllü bela, musibet. 2.
bitkilere zarar veren küçük hayvan, böcek, mantar v.b.
pester pes.ter pes'tır fiil sıkmak, sıkıntı vermek, başını
ağrıtmak; sıkboğaz etmek.
pesticide pes.ti.cideisim böcek ilacı.
pestilence pes.ti.lence pes'tılıns isim 1. salgın ve öldürücü
hastalık, kıran. 2. veba.
pestilent pes.ti.lent pes'tılınt bulaşıcı hastalık getiren. 2.
tehlikeli, öldürücü. 3. ahlaka zararlı. 4. konuşma dili
sıkıcı.
pestle pes.tle pes'ıl isim havaneli.
pet aversion en çok nefret edilen şey veya kimse.
pet hate en çok nefret edilen şey veya kimse.
pet peeve başlıca şikâyet konusu.
pet pet pet isim 1. evde beslenen hayvan. 2. gözde:
teacher's pet öğretmenin gözdesi. sıfat 1. evcil. 2.
gözde, en çok sevilen. fiil (petted, petting) sevmek,
okşamak.
petal pet.al pet'ıl isim, botanik taçyaprağı, petal.
Peter doesn't hold a candle to Mary. Peter, Mary'nin eline su dökemez.
petiole pet.i.ole pet'iyol isim, botanik yaprak sapı.
petit bourgeois küçük burjuva.
petit four pötifur.
petit pe.tit pet'i sıfat küçük, ufak.
petite pe.tite pıtit' sıfat ufak, ince, narin, minyon.

982
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

petition pe.ti.tion pıtîş'ın isim 1. rica. 2. dilek, dua. 3. dilekçe.


fiil 1. for için rica etmek, için ricada bulunmak. 2.
dilekçe vermek.
petrify pet.ri.fy pet'rıfay fiil 1. taşlaştırmak; taşlaşmak. 2.
ödünü koparmak. 3. aklını başından almak.
petrochemistry pet.ro.chem.is.try petrokem'îstri isim petrokimya.
petrography pe.trog.ra.phy pıtrag'rıfi isim taşbilgisi, petrografi.
petrol bomb İngiliz İngilizcesi molotofkokteyli.
petrol station İngiliz İngilizcesi benzin istasyonu.
petrol pet.rol pet'rıl isim, İngiliz İngilizcesi benzin.
petrolatum pet.ro.la.tum petrıley'tım isim petrolatum.
petroleum jelly vazelin.
petroleum pe.tro.le.um pıtro'liyım isim petrol.
petrology pe.trol.o.gy pıtral'ıci isim taşbilim, petroloqi.
petticoat pet.ti.coat pet'ikot isim qüpon, iç etekliği.
pettiness isim 1. küçük şeylerle uğraşma. 2. küçüklük.
pettish pet.tish pet'îş sıfat hırçın, huysuz.
petty cash küçük kasa. 2. küçük masraf.
petty larceny adi hırsızlık.
petty officer askeri, denizcilikle ilgili deniz astsubayı.
petty pet.ty pet'i sıfat küçük, önemsiz, ufak tefek.
petulance isim huysuzluk, hırçınlık.
petulancy isim huysuzluk, hırçınlık.
petulant pet.u.lant peç'ılınt sıfat huysuz, hırçın.
petulantly zarf huysuzca, hırçınlıkla.
petunia pe.tu.nia pıtun'yı isim petunya.
pew pew pyu isim kilisede oturacak sıra.
pewit pe.wit pi'wît isim kızkuşu.
pewter pew.ter pyu'tır isim 1. kurşun ve kalay alaşımı. 2. bu
alaşımdan yapılan kap.
pf. pf.kısaltma «pfennig» preferred
pfennig pfen.nig fen'îg isim fenik, Alman markının yüzde biri.
pH pH pi.eyç' isim, kimya pH.
Ph.D. Ph.D. pi'eyç.di' kısaltma Doctor of Philosophy

983
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

phagocyte phag.o.cyte fäg'ısayt isim, biyoloji yutargöze, fagosit.


phagocytosis phag.o.cy.to.sis fägısayto'sîs isim, biyoloji
gözeyutarlığı, fagositoz.
phantom phan.tom fän'tım isim 1. hayal. 2. hayalet. 3. görüntü,
aldanış.
Pharaoh Phar.aoh fer'o isim firavun.
pharmaceutic phar.ma.ceu.tic farmısu'tîk sıfat 1. eczacılığa ait. 2. ilaç
kullanımına ait.
pharmaceutical phar.ma.ceu.ti.cal farmısu'tîkıl sıfat, isim bakınız
pharmaceutic
pharmaceutics isim eczacılık.
pharmacist phar.ma.cist far'mısîst isim eczacı.
pharmacologist isim farmakolog.
pharmacology phar.ma.col.o.gy farmıkal'ıci isim farmakoloqi,
ilaçbilim.
pharmacy phar.ma.cy far'mısi isim 1. eczacılık. 2. eczane.
pharyngitis phar.yn.gi.tis ferîncay'tîs isim, tıbbi farenqit, yutak
iltihabı.
pharynx phar.ynx fer'îngks isim, anatomi yutak.
phase down yavaş yavaş azaltmak.
phase in yavaş yavaş kullanmaya başlamak.
phase out yavaş yavaş kullanımdan kaldırmak/sona erdirmek.
phase phase feyz isim 1. evre, safha. 2. faz. fiil (bir şeyi)
evreler halinde hazırlamak veya sunmak.
pheasant pheas.ant fez'ınt isim sülün.
phenomenal phe.nom.e.nal fînam'ınıl sıfat 1. doğal olaylarla ilgili.
2. olağanüstü, harikulade.
phenomenalism phe.nom.e.nal.ism fînam'ınılîzım isim, felsefe
olaycılık, fenomenizm.
phenomenology phe.nom.e.nol.o.gy fînamınal'ıci isim, felsefe
olaybilim, fenomenoloqi.
phenomenon phe.nom.e.non fînam'ınan isim (phenomena) fenomen,
olay, olgu, görüngü.

984
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

philander phi.lan.der fîlän'dır fiil kur yapmak, flört etmek; kadın


peşinde koşmak, zamparalık etmek.
philanderer isim zampara, çapkın erkek.
philanthropic phil.an.throp.ic fîlınthrap'îk sıfat iyilikçi, iyiliksever,
hayırsever, yardımsever.
philanthropical phil.an.throp.i.cal fîlınthrap'îkıl sıfat bakınız
philanthropic

philanthropist phi.lan.thro.pist fîlän'thrıpîst isim hayırsever,


yardımsever.
philanthropy phi.lan.thro.py fîlän'thrıpi isim hayırseverlik,
yardımseverlik.
philatelist phi.lat.e.list fîlät'ılîst isim filatelist, pul koleksiyoncusu.
philately phi.lat.e.ly fîlät'ıli isim filateli, pul koleksiyonculuğu.
philharmonic orchestra filarmoni orkestrası.
philharmonic phil.har.mon.ic fîlharman'îk sıfat filarmonik.
Philippine Phil.ip.pine fîl'ıpin sıfat 1. Filipin, Filipin Adaları'na
özgü. 2. Filipinli.
philodendron phil.o.den.dron fîlıden'drın isim
(philodendrons/philodendra) filodendron.
philologist isim filolog, dil bilgini, dilci.
philology phi.lol.o.gy fîlal'ıci isim 1. filoloqi. 2. dilbilim.
philosopher phi.los.o.pher fîlas'ıfır isim filozof, felsefeci.
philosophic phil.o.soph.ic fîlısaf'îk sıfat 1. felsefi. 2. filozofça.
philosophical phil.o.soph.i.cal fîlısaf'îkıl sıfat bakınız philosophic
philosophise phi.los.o.phise fîlas'ıfayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
philosophize
philosophize phi.los.o.phize fîlas'ıfayz fiil 1. filozofça konuşmak
veya düşünmek. 2. felsefeyle meşgul olmak.
philosophy phi.los.o.phy fîlas'ıfi isim felsefe.
phlebitis phle.bi.tis flîbay'tîs isim, tıbbi flebit, filibit,
toplardamar yangısı.
phlegm phlegm flem isim 1. balgam. 2. kayıtsızlık, ilgisizlik. 3.
soğukkanlılık.

985
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

phlegmatic phleg.mat.ic flegmät'îk sıfat soğukkanlı, sakin, kendine


hâkim.
phlox phlox flaks isim alevçiçeği.
phobia pho.bi.a fo'biyı isim fobi, yılgı, korku.
phoenix phoe.nix fi'nîks isim Anka, Zümrüdüanka.
phone phone fon isim, konuşma dili telefon. fiil, konuşma dili
telefon etmek.
phoneme pho.neme fo'nim isim fonem, sesbirim.
phonetic alphabet fonetik alfabe, sesçil abece.
phonetic spelling fonetik yazım.
phonetic pho.net.ic fınet'îk sıfat fonetik, sesçil.
phonetically zarf fonetik olarak.
phonetics isim fonetik, sesbilgisi.
phonograph pho.no.graph fo'nıgräf isim fonograf.
phonology pho.nol.o.gy fonal'ıci isim sesbilim, fonoloqi.
phony pho.ny fo'ni sıfat, argo 1. sahte, düzme, düzmece. 2.
yapmacık. isim 1. sahte şey. 2. düzenbaz.
phosphate phos.phate fas'feyt isim, kimya fosfat.
phosphorescent phos.pho.res.cent fasfıres'ınt sıfat fosfor gibi ışıldayan.
phosphorous phos.pho.rous fas'fırıs sıfat, kimya fosforlu.
phosphorus phos.pho.rus fas'fırıs isim fosfor.
phot. phot.kısaltma «photograph» photography
photo finish fotofiniş.
photo pho.to fo'to isim, konuşma dili fotoğraf.
photocell pho.to.cell fo'tosel isim ışıkgözü.
photochemistry pho.to.chem.is.try fotokem'îstri isim fotokimya,
ışılkimya, fotoşimi.
photocopier isim fotokopi makinesi.
photocopy pho.to.cop.y fo'tokapi isim fotokopi, tıpkıçekim.
photoelectric cell ışıkgözü.
photoelectric pho.to.e.lec.tric fotowîlek'trîk sıfat fotoelektrik.
photoelectricity pho.to.e.lec.tric.i.ty fotowîlektrîs'ıti isim fotoelektrik,
ışılelektrik.
photogenic pho.to.gen.ic fotocen'îk sıfat fotoqenik.

986
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

photograph pho.to.graph fo'tıgräf isim fotoğraf. fiil fotoğrafını


çekmek: He is photographing his daughter. Kızının
fotoğrafını çekiyor.
photographer pho.tog.ra.pher fıtag'rıfır isim, fotoğrafçılık fotoğrafçı.
photography pho.tog.ra.phy fıtag'rıfi isim, fotoğrafçılık fotoğrafçılık.
photogravure pho.to.gra.vure fotogrıvyûr' isim fotogravür.
photometer pho.tom.e.ter fotam'ıtır isim fotometre, ışıkölçer.
photometry pho.tom.e.try fotam'ıtri isim fotometri, ışıkölçümü.
photosphere pho.to.sphere fo'tısfîr isim fotosfer, ışıkküre,
ışıkyuvarı.
photosynthesis pho.to.syn.the.sis fotosîn'thısîs isim, biyokimya
fotosentez, ışılbireşim.
phototaxis pho.to.tax.is fotıtäk'sîs isim, biyoloji fototaksi,
ışığagöçüm.
phototaxy pho.to.tax.y fo'tıtäksi isim bakınız phototaxis
phototropism pho.tot.ro.pism fotat'rıpîzım isim, biyoloji fototropizm,
ışığayönelim, ışığadoğrulum.
phrase book yabancı dil kılavuzu.
phrase phrase freyz isim 1. ibare. 2. deyim, tabir. 3. müzik
cümle. fiil 1. cümle veya sözcüklerle anlatmak. 2.
müzik (bir parçayı) cümlelemek.
phraseology phra.se.ol.o.gy freyziyal'ıci isim söyleniş; söyleyiş.
phrenology phre.nol.o.gy frînal'ıci isim frenoloqi.
phyllo dough yufka. 2. yufka hamuru.
phyllo phyl.lo fi'lo, fay'lo isim 1. yufka. 2. yufka hamuru.
phylogeny phy.log.e.ny fîlac'ıni isim, biyoloji filogenez, filoqenez,
soyoluş.
phylum phy.lum fay'lım isim, biyoloji (phyla) filum.
phys. ed. phys. ed. fîz'ed kısaltma physical education
physic nut hintfıstığı, kürkas.
physic phys.ic fîz'îk isim, eski müshil.
physical education beden eğitimi.
physical examination sağlık muayenesi, çekap.
physical therapy fizik tedavisi, fizyoterapi.

987
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

physical training İngiliz İngilizcesi beden eğitimi.


physical phys.i.cal fîz'îkıl sıfat 1. fiziksel, fiziki. 2. maddi. 3.
bedensel. isim, konuşma dili sağlık muayenesi, çekap.
physician phy.si.cian fîzîş'ın isim doktor, hekim.
physicist phys.i.cist fîz'ısîst isim fizikçi.
physics phys.ics fîz'îks isim fizik.
physiognomy phys.i.og.no.my fîziyag'nımi isim fizyonomi.
physiologic phys.i.o.log.ic fîziyılac'îk sıfat fizyoloqik,
işlevbilimsel.
physiological phys.i.o.log.i.cal fîziyılac'îkıl sıfat fizyoloqik,
işlevbilimsel.
physiology phys.i.ol.o.gy fîziyal'ıci isim fizyoloqi, işlevbilim.
physiotherapy phys.i.o.ther.a.py fîziyother'ıpi isim fizyoterapi, fizik
tedavisi.
physique phy.sijue fîzik' isim bünye, fizik yapısı.
pi pi pay isim, matematik pi.
pianissimo pi.a.nis.si.mo piyınîs'îmo sıfat, zarf, müzik pianissimo,
çok hafif (sesle).
pianist pi.an.ist piyän'îst, pi'yınîst isim piyanist.
piano pi.a.no piya'no sıfat, zarf, müzik piano, hafif (sesle).
pianoforte pi.an.o.for.te piyänıfôr'ti isim piyano.
piazza pi.az.za piyäz'ı, piyät'sı isim 1. (İtalyan şehirlerinde)
meydan; pazar yeri. 2. balkon, veranda.
picarel pic.a.rel pîkırel' isim, zooloji istrongilos.
picayune pic.a.yune pîkîyun' sıfat çok önemsiz, çok değersiz.
piccolo pic.co.lo pîk'ılo isim, müzik pikolo, küçük flüt.
pick a fight kavga çıkarmak.
pick a quarrel kavga çıkarmak.
pick and choose titizlikle seçmek.
pick apart çekiştirmek, insafsızca eleştirmek. 2. (savı) çürütmek.
pick at -i çekelemek. 2. -i iştahsızca yemek. 3. konuşma dili -i
kızdırmak, ile uğraşmak.
pick holes in -de kusur bulmak.

988
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pick off -i koparmak. 2. (tabanca ile) -i birer birer vurup


düşürmek.
pick on seçmek. 2. konuşma dili durmadan kusur bulup
azarlamak; ile uğraşmak.
pick one's nose burnunu karıştırmak.
pick one's teeth kürdanla dişlerini temizlemek.
pick one's way engelleri yenerek kendine yol açmak.
pick out seçmek, ayırmak. 2. müzik ağır ağır nota çıkarmaya
çalışmak.
pick over ayıklamak.
pick someone's brains birine çok soru sormak.
pick someone's pocket birinin cebindekileri yürütmek.
pick to pieces çekiştirmek, insafsızca eleştirmek. 2. (savı) çürütmek.
pick up speed hızlanmak.
pick up kaldırmak, toplamak. 2. devşirmek. 3. rasgele bulmak.
4. pratik olarak öğrenmek, (dili) kulaktan öğrenmek. 5.
almak. 6. toplanmak. 7. konuşma dili iyileşmek. 8.
ilerlemek, gelişmek. 9. hızlanmak.
pick pick pîk isim 1. kazma. 2. kürdan. 3. mızrap. fiil 1.
seçmek. 2. (meyve, çiçek v.b.'ni) toplamak, koparmak.
3. delmek, kazmak. 4. (sivri alet veya tırnaklarla)
çıkartmak. 5. (kilidi) anahtarsız açmak. 6. müzik (telli
çalgıyı) mızrapla veya parmaklarla çalmak. isim 1.
seçme, seçim. 2. en seçkin şey.
pickaback pick.a.back pîk'ıbäk zarf omuzda, sırtta.
pickax pick.ax pîk'äks isim kazma.
picket fence kazık çit.
picket pick.et pîk'ît isim 1. kazık. 2. askeri ileri karakol. 3.
grev gözcüsü. fiil 1. kazıklarla etrafını çevirmek. 2.
nöbetçi veya karakol koymak. 3. grev gözcülüğü
yapmak.
pickings pick.ings pîk'îngz isim, çoğul toplanılacak artıklar.
pickle pick.le pîk'ıl isim 1. salatalık/hıyar turşusu; kornişon. 2.
turşu: She bought a jar of tomato pickles. Bir kavanoz

989
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

domates turşusu aldı. 3. dekapaq solüsyonu. fiil 1. -den


turşu yapmak. 2. (metal bir nesneyi) dekape etmek.
pickled pick.led pîk'ıld sıfat 1. turşu haline getirilmiş
(sebze/meyve): pickled beets pancar turşusu. 2.
konuşma dili zilzurna sarhoş, fitil gibi.
pickling tank dekapaj teknesi.
pickling pick.ling pîk'lîng isim 1. -den turşu yapma. 2. dekapaj.
sıfat turşuluk.
picklock pick.lock pîk'lak isim 1. hırsız. 2. maymuncuk.
pick-me-up pick-me-up pîk'mi.^p isim, konuşma dili kuvvet verici
ve canlandırıcı içecek/yiyecek.
pickpocket pick.pock.et pîk'pakît isim yankesici.
pickup arm pikap kolu.
pickup truck kamyonet, pikap.
pickup pick.up pîk'^p isim 1. otomotiv hızlanma kapasitesi,
çabuk hızlanma kapasitesi: This car's got no pickup. Bu
arabanın hızlanma gücü sıfır. 2. kamyonet, pikap. 3.
konuşma dili bir gecelik aşk için eve alınan veya otele
götürülen kimse. 4. (pikap kolundaki) kafa, pikap
kafası. 5. (ticarette) canlanma. 6. (çöpü, postayı,
yollanan malları) toplama: They only make one garbage
pickup a week here. Burada çöpü ancak haftada bir kez
topluyorlar.
picnic pic.nic pîk'nîk isim 1. piknik. 2. kolay veya hoşa giden
iş. fiil (picnicked, picnicking) pikniğe gitmek, piknik
yapmak.
pictorial pic.to.ri.al pîktôr'iyıl sıfat 1. resimle ilgili. 2. resimli. 3.
resim gibi. isim resimli dergi.
picture book resimli kitap.
picture frame resim çerçevesi.
picture gallery resim galerisi.
picture postcard kartpostal.
picture tube televizyon resim tüpü, resim lambası.

990
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

picture pic.ture pîk'çır isim 1. resim. 2. betimleme. 3. -in


tıpatıp benzeri, kopya. 4. çoğul sinema. 5. görüntü. fiil
1. betimlemek, resmetmek. 2. canlandırmak, hayal
etmek.
picturesque pic.tur.esjue pîkçıresk' sıfat pitoresk, resim konusu
olmaya elverişli.
pie pie pay isim 1. ahçılık turta. 2. argo kolay şey. 3. argo
rüşvet.
piebald pie.bald pay'bald sıfat alacalı (at, kuş v.b.).
piece goods ticaret metreyle satılan kumaş.
piece on eklemek.
piece out parça ekleyerek tamamlamak.
piece together parçaları bir araya getirmek.
piece piece pis fiil bakınız piece on piece out piece together
piecemeal piece.meal pis'mil zarf parça parça, yavaş yavaş. sıfat
parça parça yapılan, kademeli.
piecework piece.work pis'wırk isim parça başı iş.
piecrust pie.crust pay'kr^st isim, ahçılık turta hamuru.
pied pied payd sıfat benekli, alaca.
piedmont pied.mont pid'mant isim, coğrafya sıradağların
eteklerindeki bölge. sıfat, coğrafya sıradağların
eteklerindeki.
pieplant pie.plant pay'plänt isim, botanik, konuşma dili ravent.
pier pier pîr isim 1. iskele, rıhtım. 2. kemer veya köprü
payandası.
pierce pierce pîrs fiil 1. delmek. 2. delip geçmek. 3. içine
işlemek, nüfuz etmek.
piety pi.e.ty pay'ıti isim 1. Tanrıya hürmet. 2. dindarlık.
pig iron pik, dökme demir, font.
pig Latin kuşdili (Birinci ses kelimenin sonuna getirilir ve ay
eklenir: igpay atinlay .).
pig pig pîg isim 1. domuz. 2. argo pis herif. 3. argo şırfıntı,
yelloz.
pigeon pi.geon pîc'ın isim güvercin.

991
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pigeonhole pi.geon.hole pîc'ınhol isim 1. güvercin yuvası. 2. yazı


masasında kâğıt gözü. fiil 1. yazı masasının kâğıt
gözüne yerleştirmek. 2. sınıflandırmak. 3. bir kenara
bırakmak, rafa kaldırmak.
piggyback pig.gy.back pîg'ibäk zarf omuzda, sırtta.
pigheaded pig.head.ed pîg'hedîd sıfat inatçı, dik kafalı.
pigment pig.ment pîg'mınt isim 1. renk maddesi, boya maddesi.
2. toz boya. 3. biyoloji pigment.
pigmentation pig.ment.a.tionisim, biyoloji pigmentasyon.
pigmy pig.my pîg'mi isim, sıfat bakınız pygmy
pigpen pig.pen pîg'pen isim domuz ağılı.
pigskin pig.skin pîg'skîn isim 1. domuz derisi. 2. konuşma dili
Amerikan futbol topu.
pigsty pig.sty pîg'stay isim 1. domuz ağılı. 2. domuz ağılı gibi
pis ev/oda, mezbele.
pike perch uzunlevrek.
pike pike payk isim 1. kargı, mızrak. 2. anayol. 3. paralı yol.
pilaf pi.laf pîlaf' isim pilav.
pile driver şahmerdan.
pile in doluşmak.
pile off inmek, hep birlikte inmek.
pile on üşüşmek. 2. tepeleme doldurmak.
pile out inmek, hep birlikte inmek.
pile up yığmak, biriktirmek; yığılmak, birikmek. 2. konuşma
dili kazada çarpıp ezmek.
pile pile payl isim 1. yığın, küme. 2. fizik atom reaktörü. 3.
tüy, hav. 4. argo servet, dünyalık. 5. çoğul emoroit. fiil
yığmak, kümelemek.
pilfer pil.fer pîl'fır fiil çalmak, aşırmak, yürütmek.
pilgrim pil.grim pîl'grîm isim hacı.
pilgrimage pil.grim.ageisim hac.
piling pil.ing pay'lîng isim 1. temel kazıkları. 2. kazık çakma.
pill pill pîl isim hap.

992
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pillage pil.lage pîl'îc isim 1. yağma, talan. 2. ganimet. fiil


yağma etmek.
pillar box İngiliz İngilizcesi posta kutusu.
pillar pil.lar pîl'ır isim, mimarlık sütun, kolon; direk; dikme.
pillory pil.lo.ry pîl'ıri fiil elâleme rezil etmek.
pillow pil.low pîl'o isim yastık.
pillowcase pil.low.case pîl'okeys isim yastık yüzü.
pilot film deneme filmi.
pilot light (şofbende) pilot alevi, tutuşturma alevi. 2. işaret
lambası.
pilot project deneme projesi.
pilot pi.lot pay'lıt isim 1. pilot. 2. kılavuz, rehber. 3.
dümenci. fiil 1. (uçak) kullanmak. 2. kılavuzluk etmek,
yol göstermek.
pilothouse pi.lot.house pay'lıt.haus isim kaptan köşkü.
pimento cheese içine bu tür biber katılmış çok yumuşak bir peynir.
pimento pi.men.to pîmen'tô, pîmen'tı isim bir tür tatlı
kırmızıbiber.
pimiento pi.mien.to pîmen'tô, pîmen'tı isim bakınız pimento
pimp pimp pîmp isim pezevenk. fiil pezevenklik etmek.
pimple pim.ple pîm'pıl isim sivilce.
pin down saptamak.
pin someone down on something birisini (bir konudaki niyetini) açıklamak zorunda
bırakmak.
pin someone's ears back birini haşlamak, birini azarlamak.
pin something on someone bir şeyi birinin üstüne atmak, birini bir şeyle suçlamak.
2. birinin bir suçu işlediğini kanıtlamak.
pin pin pîn isim 1. topluiğne. 2. broş, iğne. 3. müzik (telli
çalgılarda) akort mandalı. fiil (pinned, pinning) 1.
topluiğne ile tutturmak. 2. iliştirmek. 3. kıpırdayamaz
hale sokmak.
pinafore pin.a.fore pîn'ıfôr isim çocuk önlüğü, göğüslük.
pincers pin.cers pîn'sırz isim, çoğul kerpeten, kıskaç.

993
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pinch pinch pînç fiil 1. çimdiklemek. 2. kıstırmak. 3.


(ayakkabı) vurmak, sıkmak. 4. argo çalmak, aşırmak.
isim 1. çimdik. 2. tutam. 3. sıkıntı, darlık.

pinchbug pinch.bug pînç'b^g isim makaslıböcek, yereşeği.


pincushion pin.cush.ion pîn'kûşın isim iğnedenlik, iğnelik.
pine cone çam kozalağı.
pine needle çam iğnesi.
pine nut çamfıstığı.
pine pine payn isim çam.
pineal body anatomi kozalaksı bez.
pineal gland anatomi kozalaksı bez.
pineal pin.e.al pîn'iyıl, payn'iyıl sıfat kozalaksı.
pineapple pine.ap.ple payn'äpıl isim ananas.
ping-pong ping-pong pîng'pang isim pingpong, masatenisi.
pinion pin.ion pîn'yın isim, makine küçük dişli çark, pinyon.
pink pink pîngk isim 1. pembe renk. 2. (bir çeşit ufak)
karanfil. sıfat pembe.
pinna pin.na pîn'ı isim, zooloji (pinnas/pinnae) pines.
pinnacle pin.na.cle pîn'ıkıl isim 1. mimarlık bina üzerindeki sivri
tepeli kule. 2. doruk, tepe, zirve.
pinpoint pin.point pîn'poynt isim 1. iğne ucu. 2. ufak şey. fiil
kesin olarak yerini belirtmek.
pinprick pin.prick pîn'prîk isim 1. iğne batması. 2. sinir bozucu
ufak bir şey.
pins and needles karıncalanma, uyuşma.
pinstripe suit ince çizgili takım elbise.
pinstripe pin.stripe pîn'strayp isim (kumaşta) ince çizgi.
pinstriped pin.stripedsıfat ince çizgili (kumaş, giysi).
pint pint paynt isim 1. 8,019 litre. 2. İngiliz İngilizcesi
8,558 litre.
pintail pin.tail pîn'teyl isim, zooloji kılkuyruk.
pinwheel pin.wheel pîn'hwil isim fırıldak; çarkıfelek.

994
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pioneer pi.o.neer payınîr' isim öncü. fiil yol açmak, öncülük


etmek.
pious pi.ous pay'ıs sıfat dindar.
pip pip pîp isim (elma, portakal v.b.'nde) çekirdek.
Pipe down! Sus!/Kes sesini!
pipe dream boş hayal, hulya.
pipe organ borulu org.
pipe up konuşma dili birden sesini çıkarmak, birden konuşmak.
pipe pipe payp isim 1. boru. 2. kaval, düdük. 3. pipo. fiil 1.
düdük çalmak. 2. düdük çalarak emretmek/çağırmak. 3.
borularla iletmek. 4. (radyo/televizyon programı v.b.'ni)
kablo ile iletmek. 5. (elbiseyi) şeritle süslemek.
pipeline pipe.line payp'layn isim 1. boru hattı. 2. gizli bilgi
iletme kanalı.
piper pip.er pay'pır isim 1. gayda çalan kimse, gaydacı. 2.
kavalcı.
pipestem isim pipo sapı.
pipet pi.pet pîpet' isim pipet.
pipette pi.pette paypet' isim pipet.
piping hot çok sıcak, dumanı üstünde.
piping pip.ing pay'pîng sıfat bakınız piping hot
piquant pi.juant pi'kınt sıfat 1. hoş bir acılığı olan (tat, koku). 2.
insanın kafasını çalıştıran (yazı v.b.).
pique pijue pik isim gücenme. fiil 1. gücendirmek. 2.
uyandırmak: You've pijued my curiosity. Beni
meraklandırdın.
piracy pi.racyisim korsanlık.
pirate publisher korsan yayımcı.
pirate radio station korsan radyo istasyonu.
pirate pi.rate pay'rît isim 1. korsan. 2. korsan gemisi.
pirouette pir.ou.ette pîruwet' isim parmak uçlarında veya topuk
üzerinde dönüş yapma. fiil parmak uçlarında veya topuk
üzerinde dönüş yapmak.
Pisces Pis.ces pîs'iz, pay'siz isim, astroloji Balık burcu.

995
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

piss someone off kaba birini sinirlendirmek/sinir etmek/kızdırmak.


piss piss pîs isim, kaba sidik. fiil, kaba işemek.
pistachio pis.ta.chi.o pîsta'şiyo, pîstäş'iyo isim 1. fıstık,
antepfıstığı, şamfıstığı. 2. fıstıkağacı, antepfıstığıağacı.
pistil pis.til pîs'tîl isim, botanik pistil, dişiorgan.
pistol pis.tol pîs'tıl isim tabanca.
piston ring piston yayı.
piston rod piston kolu.
piston pis.ton pîs'tın isim piston.
pit one person against another person iki kişi veya şeyi karşı karşıya getirip
dövüştürmek/yarıştırmak. 2. (iki şey) birbiriyle
yarışmak/boy ölçüşmek: Zeki's pitted his brains against
Yavuz's brawn. Zeki'nin zekâsıyla Yavuz'un kuvvetli
cüssesi çarpışıyor.
pit one thing against another thing iki kişi veya şeyi karşı karşıya getirip
dövüştürmek/yarıştırmak. 2. (iki şey) birbiriyle
yarışmak/boy ölçüşmek: Zeki's pitted his brains against
Yavuz's brawn. Zeki'nin zekâsıyla Yavuz'un kuvvetli
cüssesi çarpışıyor.
pit pit pît isim şeftali gibi etli meyvelerin çekirdeği. fiil
(pitted, pitting) çekirdeğini çıkarmak.
pita pi.ta pi'dı, pi'tı isim pide.
pitch in konuşma dili (bir grup çalışana) yardım etmek; (yardım
etmek üzere) gelmek: Why don't you pitch in and help?
Neden gelip yardım etmiyorsun?
pitch pitch pîç isim zift.
pitch-black pitch-black pîç'bläk' sıfat simsiyah, zifiri karanlık.
pitch-dark pitch-dark pîç'dark' sıfat zifiri karanlık.
pitcher pitch.er pîç'ır isim (kulplu) sürahi.
pitcher's mound beysbol atıcının durduğu tümsek yer.
pitchfork pitch.fork pîç'fôrk isim yaba.
piteous pit.e.ous pît'iyıs sıfat merhamet uyandıran, yürekler
acısı.
pitfall pit.fall pît'fôl isim 1. tuzak. 2. gizli tehlike.

996
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pith pith pîth isim 1. botanik süngerdoku. 2. öz.


pithy pithy özlü. 2. kuvvetli, etkileyici, az ve öz.
pitiable pit.i.a.ble pît'iyıbıl sıfat acınacak, acıklı.
pitiful pit.i.ful pît'îfıl sıfat 1. acınacak, acıklı. 2. (acınacak ve
horlanacak kadar) gülünç, acınası, zavallı.
pitifully pit.i.ful.lyzarf 1. acıklı bir şekilde. 2. acınacak kadar. 3.
gülünç derecede.
pitifulness pit.i.ful.nessisim acınacak durum.
pitiless pit.i.less pît'îlîs sıfat acımasız, merhametsiz, taşyürekli.
pitilessly pit.i.less.lyzarf acımasızca, merhametsizce.
pitilessness pit.i.less.nessisim acımasızlık, merhametsizlik.
pittance pit.tance pît'ıns isim çok düşük ücret.
pituitary gland anatomi hipofiz.
pituitary pi.tu.i.tar.y pîtu'wıteri sıfat, biyoloji 1. balgam
salgılayan. 2. sümüksü. isim, anatomi hipofiz.
pity pit.y pît'i isim acıma, merhamet.
piuri pi.u.ri pi'yuri isim hintsarısı.
pivot piv.ot pîv'ıt isim mil, eksen, mihver. fiil 1. mil üzerine
yerleştirmek. 2. on mil veya eksen üzerinde dönmek.
pivotal piv.ot.alsıfat 1. mile ait. 2. çok önemli.
pizza piz.za pit'sı isim pizza.
pkg. pkg.kısaltma package
pl. pl.kısaltma «place» plural
placable plac.a.ble pläk'ıbıl, pley'kıbıl sıfat kolay yatışır, kolay
affeder.
placard plac.ard pläk'ırd isim afiş; döviz.
placate pla.cate pley'keyt, pläk'eyt fiil yatıştırmak, teskin
etmek.
place a bet bahse girmek.
place an order sipariş vermek, siparişte bulunmak.
place card davetlilerin sofradaki yerlerini gösteren kart.
place in the sun iyi durum.
place of delivery ticaret teslim yeri.
place someone under arrest tutuklamak.

997
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

place place pleys isim 1. yer, konum, mevki. 2. küçük sokak


veya meydan. 3. semt, şehir, kasaba. 4. ev. 5. koltuk,
yer. 6. görev, vazife. 7. memuriyet, mevki.
placement place.ment pleys'mınt isim koyma, yerleştirme.
placenta pla.cen.ta plısen'tı isim, anatomi son, plasenta, etene.
placid plac.id pläs'îd sıfat sakin, yumuşak, uysal.
plagiarise pla.gia.rise pley'cırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
plagiarize
plagiarism pla.gia.rism pley'cırîzım isim aşırma, aşırmacılık.
plagiarist pla.gia.rist pley'cırîst isim aşırmacı.
plagiarize pla.gia.rize pley'cırayz fiil çalıntı eseri kendi imzasıyla
yayımlamak, aşırmak.
plagiary pla.gia.ry pley'cıri isim aşırma, aşırmacılık.
Plague on it! Allah belasını versin!
Plague take it! Allah belasını versin!
plague plague pleyg isim 1. bela. 2. veba. 3. konuşma dili baş
belası, dert. fiil 1. uğraşmak, rahatsız etmek. 2. eziyet
vermek.
plaice plaice pleys isim (plaice) pisibalığı.
plaid plaid pläd sıfat ekose. isim 1. ekose kumaş. 2. ekose
desen.
plain dealing dürüstlük. 2. dürüst.
plain living sade yaşam.
plain sailing konuşma dili kolay bir iş.
plain plain pleyn sıfat 1. düz: I want a plain rather than a
patterned cloth. Desenli değil, düz bir kumaş istiyorum.
2. sade, süssüz, basit: The ceremony was not elaborate;
it was plain. Tören görkemli değildi, sadeydi. 3. açık:
It's meaning is plain. Anlamı açık. 4. baharatsız, sade
(yiyecek). zarf 1. sadece. 2. açıkça. isim düzlük, ova,
geniş ve düz yer.
plainspoken plain.spo.ken pleyn'spokın sıfat açıksözlü.
plaintiff plain.tiff pleyn'tîf isim, hukuk davacı.

998
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

plaintive plain.tive pleyn'tîv sıfat yakınan, sızlanan, inleyen,


kederli.
plait plait pleyt, plät isim 1. örgü. 2. pli, kırma. fiil örmek.
plan plan plän isim 1. plan. 2. kroki, taslak. 3. plan,
düşünce, niyet, maksat. fiil (planned, planning) 1.
planını çizmek. 2. tasarlamak, planlamak. 3.
düzenlemek.
plane tree çınar.
plane plane pleyn isim rende, el planyası, planya. fiil
rendelemek; planyalamak.
planer planerisim 1. planya makinesi, planya. 2. planyacı;
rendeleyici.
planet plan.et plän'ît isim gezegen.
planetarium plan.e.tar.i.um plänıter'iyım isim planetaryum, gökevi,
yıldızlık.
planetary plan.et.arysıfat gezegenlere özgü; gezegenlerle ilgili.
planetoid plan.et.oid plän'ıtoyd isim, gökbilim küçük gezegen.
planing mill planyalama atölyesi.
planing plan.ing pley'nîng isim planyalama; rendeleme.
planisphere plan.i.sphere plän'ısfîr isim düzlemküre.
plank plank plängk isim 1. (enli) tahta. 2. politika (parti
programında) ana madde.
plankton plank.ton plängk'tın isim plankton.
planner plan.nerisim plan yapan kimse, plancı.
plant louse fidanbiti.
plant plant plänt isim 1. bitki, ot. 2. fabrika. 3. demirbaş. 4.
teçhizat. 5. argo hile, oyun, tuzak. 6. şakşakçı. 7.
seyircilerin arasında oturup rol yapan oyuncu. fiil 1.
dikmek, ekmek: Villagers planted those plane trees. O
çınarları köylüler dikti. He planted the stake in the
ground. Kazığı yere dikti. 2. kurmak: The English
planted colonies in North America. İngilizler Kuzey
Amerika'da sömürgeler kurdu. 3. yerleştirmek: They
planted spies in the intelligence organization. İstihbarat

999
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

örgütüne aqanlar yerleştirdiler. He planted his foot on


the second step. Ayağını ikinci basamağa yerleştirdi. 4.
in -e (fikir) aşılamak, (kafasına) (fikir) sokmak. 5. argo
in/on -e (tokat) indirmek, -e (tokadı) yapıştırmak.
plantain plan.tain plän'tîn isim sinirotu.
plantation plan.ta.tion pläntey'şın isim plantasyon.
planter plant.er plän'tır isim 1. ekici. 2. tohum serpme
makinesi. 3. plantasyon sahibi; plantasyon işletmecisi.
plaque plajue pläk isim 1. süs tabağı. 2. plaka, plaket, madeni
levha. 3. diş taşı, diş kiri.
plash plash pläş fiil su sıçratmak.
plasma plas.ma pläz'mı isim plazma.
plasmolysis plas.mol.y.sis pläzmal'ısîs isim plazma bozulumu.
plaster cast tıbbi alçı.
plaster of Paris alçı.
plaster plas.ter pläs'tır isim 1. mimarlık sıva. 2. alçı. 3. tıbbi
yakı. fiil 1. sıvamak. 2. yakı yapıştırmak. 3.
yapıştırmak. 4. konuşma dili yumruk indirmek.
plastered plas.tered pläs'tırd sıfat, argo sarhoş, küfelik.
plastic arts plastik sanatlar.
plastic surgery plastik ameliyat.
plastic plas.tic pläs'tîk sıfat 1. plastik. 2. naylon. 3.
yoğrulabilen. isim plastik.
plate glass dökme cam.
plate plate pleyt isim 1. tabak. 2. plak, plaka, madeni levha.
3. kupa, şilt. 4. dişçilik damak, takma diş, protez. 5.
beysbol kale işareti. fiil madenle kaplamak.
plateau pla.teau pläto' isim (plateaus/plateaux) plato.
plated platedsıfat kaplamalı, kaplama, kaplı.
plateful plate.fulisim bir tabak dolusu.
platform plat.form plät'fôrm isim 1. kürsü: The speaker used a
crate as his platform. Konuşmacı kürsü olarak bir
sandık kullandı. 2. platform, yüksekçe yer. 3. peron. 4.
politika platform, parti programı. 5. plan, tasarı.

1000
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

platinum blonde platin saçlı kadın.


platinum plat.i.num plat'ınım isim, kimya platin.
platitude plat.i.tude plät'ıtud isim 1. yavan söz, basmakalıp söz.
2. yavanlık, tatsızlık.
Plato Pla.to pley'to isim Eflatun, Platon.
platonic love platonik sevgi.
Platonic Pla.ton.ic plıtan'îk sıfat Eflatun veya felsefesine ait,
Platonik.
Platonism Pla.to.nism pley'tınîzım isim Eflatunculuk,
Platonculuk.
platoon pla.toon plıtun' isim müfreze, takım.
platter plat.ter plät'ır isim servis tabağı.
plausible plau.si.ble plô'zıbıl sıfat akla yakın, makul.
play a joke on someone birine şaka yapmak, birine oyun oynamak.
play a part bir rolü oynamak.
play at (çocuklar) -cilik oynamak.
play back (kaydı) yeniden göstermek veya dinlemek.
play ball top oynamak. 2. konuşma dili birlikte çalışmak.
play both ends against the middle kendi çıkarı için başkalarını birbirine düşürmek.
play down hafifsemek, önemsememek.
play fair hilesiz oynamak, doğru oynamak.
play fast and loose with konuşma dili 1. -i aldatmak. 2. -i çarpıtmak.
play havoc with -i harap etmek.
play hooky konuşma dili okulu asmak.
play house evcilik oynamak.
play into the hands of -in ekmeğine yağ sürmek.
play it smart konuşma dili akıllı olmak, akıllıca davranmak.
play off berabere kalan bir oyunu sonradan tamamlamak.
play on someone's affections karşısındakinin hislerine hitap etmek.
play on (çalgı) çalmaya devam etmek. 2. (duyguları)
sömürmek/istismar etmek.
play one's trump card kozunu oynamak.
play politics siyasi çıkarlarına göre davranmak.
play possum uyur gibi yapmak. 2. ölü numarası yapmak.

1001
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

play second fiddle ikinci derecede rol oynamak.


play second string to (birinin) gölgesinde kalmak.
play someone false birini aldatmak, birine oyun oynamak.
play something by ear notasız çalmak. 2. olayların seyrine göre hareket
etmek.
play the devil's advocate (kendi görüşlerinin doğruluğunu ölçmek için) karşıt
görüşlerin savunmasını yapmak.
play the field konuşma dili birden fazla kimseyle aynı zamanda flört
etmek.
play the fool ahmakça davranmak.
play the game dürüstçe hareket etmek.
play the market spekülasyon yapmak.
play truant dersi asmak; okulu kırmak. 2. vazifeden kaçmak.
play up to -e yaltaklanmak.
play up -in üzerinde durmak, -i vurgulamak.
play with ile oynamak.
play play pley fiil 1. oynamak; oynatmak. 2. (çalgı, müzik)
çalmak. 3. tiyatro oynamak, canlandırmak. isim 1.
oyun. 2. sahne oyunu, piyes. 3. şaka. 4. hareket
serbestliği.
playbill play.bill pley'bîl isim 1. tiyatro afişi. 2. oyun programı.
playboy play.boy pley'boy isim zevk peşinde koşan zengin
erkek.
play-by-play play-by-play pley'baypley' sıfat 1. dakikası dakikasına
veren. 2. ayrıntılı.
played out bitkin. 2. modası geçmiş. 3. işe yaramaz.
player play.er pley'ır isim 1. oyuncu. 2. aktör. 3. çalgı çalan
kimse, çalgıcı. 4. eğlenceyle vakit geçiren kimse.
playfellow play.fel.low pley'felo isim oyun arkadaşı.
playful play.ful pley'fıl sıfat şen, neşeli, oyuncu.
playgoer play.go.er pley'gowır isim tiyatro meraklısı.
playground play.ground pley'graund isim oyun alanı.
playhouse play.house pley'haus isim 1. tiyatro. 2. çocukların
içinde oynadıkları küçük ev.

1002
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

playing card oyun kâğıdı, iskambil kâğıdı.


playing play.ing pley'îng sıfat bakınız playing card
playmate play.mate pley'meyt isim oyun arkadaşı.
playoff play.off pley'ôf isim, spor rövanş maçı, rövanş.
playpen play.pen pley'pen isim portatif çocuk parkı.
plaything play.thing pley'thîng isim oyuncak.
playwright play.wright pley'rayt isim oyun yazarı.
plaza pla.za pla'zı, pläz'ı isim meydan, çarşı yeri.
plea plea pli isim 1. yalvarma, rica. 2. hukuk iddia, ifade. 3.
hukuk dava. 4. hukuk itiraz. 5. bahane, mazeret, özür.
plead guilty hukuk suçu kabul etmek.
plead not guilty hukuk suçu reddetmek.
plead plead plid fiil (pleaded/pled) 1. yalvarmak, rica etmek.
2. hukuk dava açmak. 3. iddia etmek. 4. mazeret olarak
göstermek, bahane etmek.
pleasant pleas.ant plez'ınt sıfat hoş, güzel, tatlı, latif.
pleasantry pleas.ant.ry plez'ıntri isim latife; hoş söz.
please oneself canının istediği gibi hareket etmek, hoşuna gideni
yapmak.
please the eye göze hoş görünmek, gözü okşamak.
please please pliz fiil 1. sevindirmek, hoşnut etmek, memnun
etmek. 2. hoşuna gitmek. zarf lütfen: Please give me the
salt./Please pass the salt. Lütfen tuzu verir misiniz?
pleased pleasedsıfat memnun.
pleasing pleas.ing pli'zîng sıfat hoş, sevimli, tatlı.
pleasure pleas.ure pleq'ır isim 1. zevk, sevinç, keyif,
memnuniyet. 2. lütuf, şeref: May I have the pleasure of
this dance? Bu dansı bana lütfeder misiniz? Will you do
me the pleasure of accepting this invitation? Bu daveti
kabul buyurur musunuz? Fahrettin Bey rejuests the
pleasure of your company at the wedding of his
daughter. Fahrettin Bey kızının nikâhını
onurlandırmanızı rica ediyor.
pleat pleat plit isim pli, plise. fiil pli yapmak.

1003
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

plebiscite pleb.i.scite pleb'ısayt isim plebisit.


plectrum plec.trum plek'trım isim, müzik (plectra) mızrap,
çalgıç.
pled pled pled fiil bakınız plead
pledge pledge plec isim 1. ant, söz, vaat. 2. işaret: It was a
pledge of their friendship. Arkadaşlıklarının bir
işaretiydi. 3. teminat; rehin. 4. bağışlanacağına dair söz
verilmiş olan para. fiil 1. ant içmek, söz vermek, vaat
etmek. 2. (belirli bir miktar para) bağışlamaya söz
vermek. 3. -i teminat veya rehin olarak vermek; -i
rehine koymak.
plenary ple.na.ry pli'nıri, plen'ıri sıfat 1. tam; sınırsız: plenary
authority tam yetki. 2. bütün üyelerin hazır bulunduğu
(toplantı, kurul).
plenipotentiary plen.i.po.ten.ti.ar.y plenîpıten'şiyeri, plenîpıten'şıri sıfat
tam yetkisi olan. isim tam yetkili elçi.
plenteous plen.te.ous plen'tiyıs sıfat çok, bol, bereketli.
plentiful plen.ti.ful plen'tîfıl sıfat 1. çok, bol. 2. bereketli,
verimli.
plenty of bol miktarda, bol.
plenty plen.ty plen'ti isim bolluk.
pleura pleu.ra plûr'ı isim, anatomi (pleurae/pleuras) plevra,
göğüs zarı.
pliable pli.a.ble play'ıbıl sıfat 1. esnek, bükülgen. 2. uysal,
yumuşak.
pliant pli.ant play'ınt sıfat 1. esnek, bükülgen. 2. uysal,
yumuşak.
pliers pli.ers play'ırz isim, çoğul kerpeten, pense, kıskaç.
plight plight playt isim kötü durum.
plod away at (bir işte) şevksiz bir şekilde çalışmak; (bir işi)
hevessizce sürdürmek.
plod plod plad fiil (plodded, plodding) (along) ayaklarını
sürümek, ağır adımlarla yürümek.
plop oneself down on (bir yere) lop diye oturmak.

1004
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

plop something down on (bir şeyi) -in üzerine pat diye koyuvermek.
plop plop plap fiil (plopped, plopping) into -e cup diye
düşmek, -e cumbadak düşmek. isim cumburtu, suya
düşen ağır bir cismin çıkardığı ses. zarf cup diye,
cumburlop, cumbadak.
plot plot plat isim 1. arsa, parsel. 2. hikâyenin konusu. 3.
komplo, entrika, gizli plan. fiil (plotted, plotting) 1.
planını çizmek; haritasını çıkarmak. 2. komplo kurmak,
entrika çevirmek.
plotter plot.terisim komplocu, entrikacı.
plough plough plau isim, İngiliz İngilizcesi bakınız plow
plow back (kârı) tekrar işe yatırmak.
plow into konuşma dili 1. -e hızla çarpmak. 2. -e girişmek. 3. -e
(para) yatırmak.
plow through a book bir kitabı güçlükle okuyup bitirmek.
plow plow plau isim saban, pulluk. fiil 1. (toprağı, tarlayı)
sabanla sürmek, pullukla sürmek. 2. through -i yarıp
geçmek, yol açıp arasından geçmek.
plowshare plow.share plau'şer isim saban demiri, pulluk demiri.
ploy ploy ploy isim manevra, hile, taktik.
pluck off -i koparmak.
pluck out -i çıkarmak.
pluck someone clean birisini soyup soğana çevirmek.
pluck up by the root kökünden sökmek.
pluck up the courage to do something cesaretini toplayıp bir şey yapmak.
pluck pluck pl^k isim cesaret, yüreklilik, yiğitlik.
plucky pluckysıfat cesur, yürekli, yiğit.
plug away at üzerinde sebatla çalışmak.
plug for konuşma dili (birini) desteklemek, (birinin) tarafını
tutmak.
plug in fişi prize sokmak: Plug in the television. Televizyonun
fişini prize sok.
plug plug pl^g isim 1. tapa, tıkaç, tampon. 2. elektrik fiş. 3.
otomotiv buqi. 4. tütün parçası. 5. konuşma dili reklam.

1005
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fiil (plugged, plugging) 1. tıkamak, tıkaçla kapamak. 2.


konuşma dili durmadan reklamını yapmak.
plum plum pl^m isim 1. erik. 2. arzulanacak şey; kıyak iş.
plumage plu.mage plu'mîc isim kuşun tüyleri.
plumb plumb pl^m isim iskandil kurşunu. sıfat 1. düşey;
dikey. 2. konuşma dili tam. zarf 1. konuşma dili tam. 2.
tamamen. fiil 1. iskandil etmek, şakullemek. 2.
doğrultmak, düzeltmek. 3. ölçmek, tartmak. 4. kökenine
inmek.
plumber plumb.er pl^m'ır isim (sıhhi) tesisatçı.
plumbing fixtures (bir yapının sıhhi tesisatını oluşturan) borular ve boru
bağlama parçaları.
plumbing plumb.ing pl^m'îng isim 1. (binadaki) (sıhhi) tesisat. 2.
(sıhhi) tesisatçılık.
plume oneself on ile övünmek.
plume plume plum isim tüy, kuş tüyü. fiil 1. tüylerle
süslemek. 2. (kuş) tüylerini düzeltmek.
plummet plum.met pl^m'ît isim iskandil kurşunu. fiil dikine
düşmek.
plump down on one's knees dizlerinin üzerine çöküvermek.
plump oneself down on (bir yere) lop diye oturmak.
plump someone into birini pat diye -e oturtuvermek.
plump something down on bir şeyi pat diye -in üzerine koyuvermek.
plump plump pl^mp fiil 1. down oturuvermek. 2. in
girivermek. 3. out çıkıvermek. 4. for -i desteklemek. 5.
(up) (yastık v.b.'ni) vurarak kabartmak.
plunder plun.der pl^n'dır fiil yağmalamak, yağma etmek. isim
yağma.
plunge plunge pl^nc fiil 1. into -e dalmak; -e daldırmak. 2.
sokmak. 3. saplamak. 4. into içine atılmak. 5. forward
ileriye atılmak. isim 1. dalış, dalma. 2. suya atlama. 3.
konuşma dili tehlikeli girişim.
plunger plungerisim 1. lavabo pompası. 2. dalma piston.
plunk down money parayı bastırmak.

1006
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

plunk oneself down on (bir yere) oturuvermek, kendini (bir yere)


atıvermek/bırakıvermek.
plunk someone down on bir şeyi/birini pat diye (bir yere) bırakmak/koymak; bir
şeyi/birini (bir yere) bırakıvermek/koyuvermek.
plunk something down on bir şeyi/birini pat diye (bir yere) bırakmak/koymak; bir
şeyi/birini (bir yere) bırakıvermek/koyuvermek.
plunk plunk pl^ngk fiil, konuşma dili 1. (telli bir çalgıyı)
tıngırdatmak, zımbırdatmak. 2. pat diye düşmek;
düşüvermek. 3. pat diye koymak/bırakmak;
koyuvermek, bırakıvermek. 4. for -i desteklemeye karar
vermek.
pluperfect plu.per.fect plu'pırfîkt sıfat, dilbilgisi -miş'li geçmiş.
plural plu.ral plûr'ıl sıfat, isim, dilbilgisi çoğul.
pluralism plu.ral.ism plûr'ılîzım isim çoğulculuk, plüralizm.
pluralist plu.ral.istisim, sıfat çoğulcu, plüralist.
plurality plu.ral.i.ty plûräl'ıti isim 1. adaylar arasında en fazla oy
alma. 2. seçimi kazanan kimsenin ikinci gelen kişiden
fazla olarak aldığı oy sayısı. 3. çokluk.
plus fours golf pantolon.
plus sign artı işareti (+).
plus plus pl^s edat 1. artı. 2. ve ayrıca, ve, ve de. sıfat 1.
fazla. 2. artı, pozitif. isim artı işareti (+).
plush plush pl^ş isim pelüş. sıfat 1. pelüşten yapılmış. 2.
lüks.
Pluto Plu.to plu'to isim, gökbilim Plüton.
plutocracy plu.toc.ra.cy plutak'rısi isim plütokrasi, zenginerki,
varsılerki.
plutonium plu.to.ni.um pluto'niyım isim, kimya plutonyum.
ply someone with liquor birine durmadan içki içirmek.
ply ply play isim 1. kat, tabaka. 2. eğilim.
plying between New York and London New York ile Londra arasında işleyen (gemi veya
uçak).
plywood ply.wood play'wûd isim kontrplak.
pneumatic pneu.mat.ic numät'îk sıfat, makine havalı, pnömatik.

1007
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pneumonia pneu.mo.nia numon'yı isim zatürree.


poach poach poç fiil yasak bölgede avlanmak.
poacher poach.erisim bir tür benmari.
pock pock pak isim çiçek hastalığının kabarcığı.
pocket calculator cep hesap makinesi.
pocket knife çakı.
pocket money cep harçlığı.
pocket pock.et pak'ît isim 1. cep. 2. çukur. fiil 1. cebe
yerleştirmek, cebe koymak. 2. iç etmek. 3. gizlemek,
saklamak.
pocketbook pock.et.book pak'îtbûk isim 1. cüzdan. 2. el çantası. 3.
cep defteri.
pocketknife pock.et.knife pak'îtnayf isim çakı.
pockmark pock.mark pak'mark isim çiçek hastalığının kabarcığı.
pockmarked pock.mark.edsıfat çiçekbozuğu, çopur.
pod pod pad isim, botanik 1. (baklagillerde) tohum zarfı. 2.
baklamsı meyve.
podium po.di.um po'diyım isim (podiums/podia) podyum.
poem po.em po'wım isim şiir, koşuk.
poet po.et po'wît isim şair, ozan.
poetaster po.et.as.ter po'wîtästır isim şair bozuntusu.
poetess po.et.essisim kadın şair.
poetic po.et.ic powet'îk sıfat 1. şairliğe özgü: poetic talent şiir
yazma yeteneği. 2. manzum: I like his poetic works.
Onun şiirlerini beğeniyorum. 3. şiirsel, şairane: a poetic
turn of phrase şiirsel bir ifade tarzı.
poetical po.et.i.cal powet'îkıl sıfat 1. şairliğe özgü. 2. manzum.
3. şiirsel, şairane.
poetically po.et.i.callyzarf şiirsel bir biçimde, şairane.
poetry po.et.ry po'wîtri isim 1. şiir, koşuk, nazım. 2. şiir
sanatı. 3. şiirler. 4. şiirsellik.
pogrom po.grom po'grım isim soykırımı; Yahudi soykırımı.
poignancy poi.gnan.cyisim acılık, keskinlik.

1008
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

poignant poign.ant poyn'yınt, poyn'ınt sıfat 1. acı, keskin. 2.


şiddetli. 3. dokunaklı.
poikilothermal poi.kil.o.ther.mal poykîl'ıthırmıl sıfat, zooloji
soğukkanlı.
poinciana poin.ci.an.a poynsiyän'ı isim cennetağacı, cennetçiçeği.
poinsettia poin.set.ti.a poynsed'ı, poynset'ı, poynset'iyı isim
Atatürkçiçeği.
point lace iğne oyası.
point of honor şeref meselesi.
point of no return dönüşü olmayan nokta.
point of view bakış açısı, görüş açısı.
point point poynt isim 1. uç, sivri uç. 2. nokta: boiling point
kaynama noktası. freezing point donma noktası. point
of intersection kesişme noktası. 3. nokta, noktalama
işareti. 4. amaç, anlam, yarar: There's not much point in
going there personally. Oraya bizzat gitmenin pek
anlamı yok. 5. anlatmak istenilen şey: That's not my
point. Demek istediğim o değil. the point of the story
hikâyenin anlatmak istediği şey. 6. coğrafya burun. 7.
sayı, puan: win/lose on points sayı ile
kazanmak/kaybetmek. 8. pusula kertesi. 9. matematik
tamsayı ile kesiri ayırmak için aralarına konulan nokta
Türkiye'de bunun yerine virgül kullanılır: four point six
(6.8) dört virgül altı (0,4). 10. matbaacılık punto. 11.
borsa puan. 12. ferma. fiil 1. at -e doğrultmak, -e
çevirmek: He pointed his telescope at the moon.
Teleskopunu aya çevirdi. 2. at/out/to -i işaret etmek, -i
göstermek: She pointed at her left foot. Sol ayağını
işaret etti. 3. out -e dikkati çekmek: He pointed out the
problem to us. Soruna dikkatimizi çekti. 4. ucunu
sivriltmek. 5. (av köpeği) ferma yapmak, fermaya
oturmak.
pointed point.ed poyn'tîd sıfat 1. sivri uçlu. 2. anlamlı.
pointedly point.ed.lyzarf anlamlı olarak.

1009
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pointer point.er poyn'tır isim 1. işaret eden kimse veya şey. 2.


işaret değneği. 3. ibre, gösterge. 4. puanter (bir tür av
köpeği).
pointillism poin.til.lism pwän'tiyîzım isim, resim noktacılık.
pointillisme poin.til.lisme pwän'tiyîzım isim, resim noktacılık.
pointillist poin.til.list pwän'tiyîst isim, resim noktacı.
pointilliste poin.til.liste pwän'tiyîst isim, resim noktacı.
pointless point.less poynt'lîs sıfat 1. uçsuz. 2. anlamsız. 3.
amaçsız. 4. puansız.
poise poise poyz fiil 1. dengelemek; dengelenmek. 2.
hazırlamak; hazırlanmak: The general poised his army
for battle. General askerlerini savaşa hazırladı. 3.
hareketsiz tutmak; hareketsiz durmak: The gull hung
poised in the air. Martı havada hareketsiz duruyordu. 4.
belirli bir şekilde tutmak: The dancer poised her arm
gracefully over her head. Balerin kolunu zarif bir
şekilde başının üzerinde tuttu.
poison gas zehirli gaz.
poison hemlock baldıran, ağıotu.
poison ivy bir tür zehirli sumak.
poison oak bir tür zehirli sumak.
poison sumach bir tür zehirli sumak.
poison poi.son poy'zın isim zehir. fiil zehirlemek.
poisonous poi.son.oussıfat zehirli.
poke about in (bir yerde) (bir şeyi aramak veya merakını gidermek
için) etrafı karıştırmak: What are you doing poking
around in here? Etrafı ne karıştırıyorsun?
poke along aylak aylak dolaşmak.
poke around in (bir yerde) (bir şeyi aramak veya merakını gidermek
için) etrafı karıştırmak: What are you doing poking
around in here? Etrafı ne karıştırıyorsun?
poke fun at (bir kimse) ile alay etmek.
poke one's nose in -e burnunu sokmak.
poke one's nose into something bir işe burnunu sokmak.

1010
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

poke one's nose into -e burnunu sokmak.


poke out of -den çıkmak.
poke sallet konuşma dili 1. şekerciboyasının yeni çıkan yaprakları.
2. bu yapraklarla yapılan bir yemek.
poke something at bir şeyi -e uzatmak.
poke something out bir şeyi -den dışarı uzatmak/çıkarmak.
poke poke pok isim konuşma dili kesekâğıdı.
pokeberry poke.ber.ry pok'beri isim 1. şekerciboyasının meyvesi.
2. botanik şekerciboyası.
poker pok.er po'kır isim ölçer, ocak süngüsü.
pokeweed poke.weed pok'wid isim, botanik şekerciboyası.
poky pok.y po'ki isim, argo hapishane, kodes.
Poland Po.land po'lınd isim Polonya.
polar bear kutupayısı.
polar po.lar po'lır sıfat kutupsal, kutup: polar lights kutup
ışıkları.
Polaris Po.lar.is pılär'îs isim, gökbilim Kutupyıldızı.
polarise po.lar.ise po'lırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
polarize
polarity po.lar.i.ty poler'ıti isim, fizik polarite.
polarization po.lar.iza.tionisim polarizasyon, polarma, ucaylanma.
polarize po.lar.ize po'lırayz fiil 1. polarmak, kutuplanmak. 2.
kutuplaştırmak; kutuplaşmak.
Polaroid camera polaroit, polaroit fotoğraf makinesi.
Polaroid photograph polaroit fotoğraf.
Polaroid Po.lar.oid po'lıroyd isim polaroit.
pole vault sırıkla (yüksek) atlama.
Pole Pole pol isim Polonyalı; Leh.
polecat pole.cat pol'kät isim kokarca, kırsansarı.
polemic po.lem.ic pılem'îk sıfat tartışmalı. isim polemik, sert
tartışma.
polemical po.lem.ic.alsıfat tartışmalı.
polemics po.lem.icssisim tartışma sanatı, polemik.

1011
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

polestar pole.star pol'star isim, gökbilim Kutupyıldızı,


Demirkazık.
police commissioner komiser, polis komiseri.
police officer polis.
police squad polis müfrezesi.
police station karakol.
police po.lice pılis' isim (police) polis. fiil polis kuvvetiyle
güvenliği sağlamak.
policeman po.lice.man pılis'mın isim (policemen) polis.
policewoman po.lice.wom.an pılis'wûmın isim (policewomen) kadın
polis.
policlinic pol.i.clin.ic paliklîn'îk isim poliklinik.
policy pol.i.cy pal'ısi isim siyaset, politika.
polio po.li.o po'liyo isim çocuk felci.
poliomyelitis po.li.o.my.e.li.tis poliyomayılay'tîs isim çocuk felci.
polish off (işi) çabucak bitirmek. 2. (yemeği) silip süpürmek, bir
çırpıda temizlemek.
polish up iyice parlatmak. 2. çalışarak ilerletmek.
Polish Po.lish po'lîş isim Lehçe, Polca. sıfat 1. Polonya,
Polonya'ya özgü; Leh. 2. Lehçe, Polca. 3. Polonyalı;
Leh.
polite po.lite pılayt' sıfat kibar, nazik, terbiyeli.
politeness po.lite.nessisim kibarlık, nezaket, terbiye.
politic pol.i.tic pal'ıtîk sıfat 1. kurnaz, becerikli. 2. sağgörülü;
tedbirli, ihtiyatlı. 3. politik, siyasal.
political science siyasal bilgiler.
political po.lit.i.cal pılît'îkıl sıfat 1. devlete veya hükümete ait.
2. politik, siyasal, siyasi.
politician pol.i.ti.cian palıtîş'ın isim politikacı.
politics pol.i.tics pal'ıtîks isim 1. politika, siyaset. 2.
politikacılık. 3. entrikalar.
polity pol.i.ty pal'ıti isim yönetim biçimi, hükümet şekli.
polka dot (kumaşta) puan.
polka pol.ka pol'kı isim polka (dans veya müzik).

1012
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

poll poll pol isim 1. oylama. 2. oy sayısı. 3. anket. fiil 1. oy


vermek, oyunu kullanmak. 2. oy toplamak. 3. anket
yapmak.
pollen pol.len pal'ın isim çiçektozu, polen.
pollinate pol.li.nate pal'ıneyt fiil, botanik tozlaşmak.
pollination pol.li.na.tionisim tozlaşma.
pollster poll.ster pol'stır isim anketçi.
pollutant pol.lut.ant pılu'tınt isim kirletici madde.
pollute pol.lute pılut' fiil kirletmek.
pollution pol.lu.tion pılu'şın isim 1. kirletme; kirlenme. 2.
kirlilik.
polo po.lo po'lo isim polo, çevgen.
poly- poly-önek çok.
polyandrous pol.y.an.drous paliyän'drıs sıfat çokkocalı.
polyandry pol.y.an.dry paliyän'dri isim çokkocalılık, poliandri.
polyester pol.y.es.ter pal'iyestır, paliyes'tır isim polyester.
polyethylene pol.y.eth.yl.ene paliyeth'ılin isim, kimya polietilen.
polygamist po.lyg.a.mistisim çokeşli erkek, poligam erkek.
polygamous po.lyg.a.moussıfat çokeşli, poligam.
polygamy po.lyg.a.my pılîg'ımi isim çokeşlilik, poligami.
polyglot pol.y.glot pal'iglat sıfat 1. çok dil bilen, poliglot. 2.
birçok dili kapsayan. isim çok dil bilen kimse.
polygon pol.y.gon pal'igan isim, geometri çokgen, poligon.
polygynous po.lyg.y.nous pılîc'ınıs sıfat çokkarılı.
polygyny po.lyg.y.ny pılîc'ıni isim çokkarılılık.
polyhedral pol.y.he.dral palihi'drıl sıfat, geometri çokyüzlü.
polyhedron pol.y.he.dron palihi'drın isim, geometri çokyüzlü.
Polynesia Pol.y.ne.sia palıni'qı isim Polinezya.
Polynesian isim Polinezyalı. sıfat 1. Polinezya, Polinezya'ya özgü.
2. Polinezyalı.
polynomial pol.y.no.mi.al palino'miyıl isim, matematik çokterimli.
polyp pol.yp pal'îp isim, zooloji, tıbbi polip.
polyphasal pol.y.phas.al pal'ifeyzıl sıfat, elektrik çokfazlı.
polyphase pol.y.phase pal'ifeyz sıfat, elektrik çokfazlı.

1013
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

polyphonic pol.y.phon.ic palîfan'îk sıfat, müzik çoksesli, polifonik.


polyphony po.lyph.o.ny pılîf'ıni isim, müzik çokseslilik, polifoni.
polypore pol.y.pore pal'ipor isim, botanik katranköpüğü.
polysemous po.ly.se.mous pa'lisimıs sıfat çokanlamlı.
polysemy po.ly.se.my pa'lisimi isim çokanlamlılık.
polytheism pol.y.the.ism pal'ithiyîzım isim çoktanrıcılık, politeizm.
polytheist pol.y.the.istisim çoktanrıcı, politeist.
polyurethane pol.y.ur.e.thane paliyur'ıtheyn isim poliüretan.
polyuria pol.y.u.ri.a paliyu'riyı isim, tıbbi sıkişeme.
pomade po.made pomeyd', pımad' isim briyantin; pomat,
merhem.
pomegranate pome.gran.ate pam'gränît isim nar.
pommel pom.mel p^m'ıl fiil (pommeled/pommelled,
pommeling/pommelling) yumruklamak, dövmek.
pomp and circumstances debdebe ve tantana.
pomp pomp pamp isim tantana, debdebe, görkem.
pomposity pom.pos.i.ty pampas'ıti isim 1. tantana, debdebe. 2.
azamet, kurum.
pompous pom.pous pam'pıs sıfat 1. azametli, kurumlu, gururlu.
2. gösterişli, görkemli, saltanatlı. 3. süslü.
pond lily nilüfer.
pond pond pand isim gölcük, gölet; havuz.
ponder pon.der pan'dır fiil düşünüp taşınmak, zihninde
tartmak, uzun uzun düşünmek.
ponderous pon.der.ous pan'dırıs sıfat 1. ağır, hantal. 2. sıkıcı,
tatsız.
ponderously pon.der.ous.lyzarf 1. ağır ağır. 2. sıkıcı bir şekilde.
pontiff pon.tiff pan'tîf isim 1. papa. 2. piskopos.
pontoon bridge dubalı köprü.
pontoon pon.toon pantun' isim duba, tombaz.
pony po.ny po'ni isim midilli.
pooch pooch puç isim, argo it.
poodle poo.dle pu'dıl isim kaniş.
pooh-pooh pooh-pooh pu'pu' fiil, konuşma dili hafife almak.

1014
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pool hall bilardo salonu.


pool pool pul isim 1. iskambil oyunları ortaya konulan para.
2. on beş top ile oynanan bir çeşit bilardo. 3. ticaret
rekabeti önlemek için fiyatları kontrol altında tutan
tüccarlar birliği. 4. çalışma grubu, ekip. fiil 1. ticaret
(ortak fona) koymak. 2. bir araya getirmek,
birleştirmek.
poolroom pool.room pul'rum isim bilardo salonu.
poop deck kıç kasarası.
poop poop pup isim, argo haber, bilgi, malumat.
pooped poop.edsıfat bitkin, bitap, takati kesilmiş.
poo-poo poo-poo pu'pu' isim, çocuk dili kaka. fiil, çocuk dili
kaka yapmak; on -i kakalamak, -e kaka yapmak.
poor fellow zavallı adam.
Poor fellow! Vah zavallı!
poor sport mızıkçı.
poor poor pûr sıfat 1. yoksul, fakir. 2. zayıf. 3. az. 4.
kuvvetsiz. 5. verimsiz, kısır. 6. zavallı, biçare. 7. kötü,
adi. isim bakınız the poor
poorly poor.lyzarf kötü bir şekilde; başarısızlıkla.
pop in uğramak.
pop out ağızdan kaçmak. 2. fırlamak.
pop the question konuşma dili evlenme teklif etmek.
pop pop pap isim 1. patlama sesi. 2. gazoz. fiil (popped,
popping) 1. patlamak; patlatmak. 2. (mısır) patlatmak.
popcorn pop.corn pap'kôrn isim 1. patlamış mısır. 2. cinmısırı.
pope pope pop isim papa.
popeyed pop.eyed pap'ayd sıfat patlak gözlü.
poplar pop.lar pap'lır isim kavak.
poplin pop.lin pap'lîn isim poplin.
poppy seed haşhaş tohumu.
poppy pop.py pap'i isim, botanik gelincik; haşhaş.
poppycock pop.py.cock pap'ikak isim, konuşma dili saçma,
saçmalık, zırva.

1015
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

populace pop.u.lace pap'yılîs isim halk, kitle.


popular pop.u.lar pap'yılır sıfat 1. popüler, herkesçe sevilen. 2.
halka özgü; halk: the popular vote halkoyu. 3. genel,
yaygın. 4. herkesçe anlaşılabilir. 5. halkın kesesine
elverişli, ucuz.
popularise pop.u.lar.ise pap'yılırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
popularize
popularity pop.u.lar.i.ty papyıler'ıti isim popülerlik, popülarite.
popularize pop.u.lar.ize pap'yılırayz fiil 1. popülerleştirmek. 2.
herkesin anlayacağı şekle sokmak.
populate pop.u.late pap'yıleyt fiil 1. nüfuslandırmak, şeneltmek.
2. yaşamak, oturmak.
population explosion nüfus patlaması.
population pop.u.la.tion papyıley'şın isim nüfus.
populous pop.u.lous pap'yılıs sıfat yoğun nüfuslu, kalabalık.
porcelain por.ce.lain pôr'sılîn, pôrs'lîn sıfat porselen.
porch porch pôrç isim 1. sundurma. 2. veranda.
porcupine por.cu.pine pôr'kyıpayn isim oklukirpi.
pore fungus botanik katranköpüğü.
pore mushroom botanik katranköpüğü.
pore pore pôr isim gözenek.
pork sausage domuz sosisi.
pork pork pôrk isim domuz eti.
porn porn pôrn isim, konuşma dili pornografi.
porno por.no pôr'nô isim, konuşma dili pornografi.
pornographic por.no.graph.ic pôrnıgräf'îk sıfat pornografik,
müstehcen.
pornography por.nog.ra.phy pôrnag'rıfi isim pornografi.
porosity po.ros.i.ty pôras'ıti isim gözeneklilik, porozite.
porous plaster yakı.
porous po.rous pôr'ıs sıfat gözenekli.
porphyry por.phy.ry pôr'fıri isim porfir, somaki.
porpoise por.poise pôr'pıs isim 1. domuzbalığı. 2. yunusbalığı.

1016
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

porridge por.ridge pôr'îc isim, İngiliz İngilizcesi su veya sütle


pişirilen lapa.
port authority liman idaresi.
port of call denizcilikle ilgili uğranılacak liman.
port of entry giriş limanı. 2. gümrük kapısı.
port port pôrt isim porto şarabı.
portable port.a.ble pôr'tıbıl sıfat taşınabilir, portatif.
portal por.tal pôr'tıl isim ana kapı.
portend por.tend pôrtend' fiil (kötü bir olayı) önceden haber
vermek, (olumsuz bir şeyin) habercisi olmak.
portent por.tent pôr'tent isim 1. belirti, işaret, haberci. 2.
mucize, harika.
porter por.ter pôr'tır isim hamal, taşıyıcı, yükçü.
porterage por.ter.ageisim 1. hamallık. 2. hamal ücreti.
portfolio port.fo.li.o pôrtfo'liyo isim 1. evrak çantası. 2. makam,
görev. 3. borsa portföy.
porthole port.hole pôrt'hol isim 1. denizcilikle ilgili lomboz. 2.
kale mazgalı.
portion por.tion pôr'şın isim 1. kısım, parça, bölüm, cüz. 2.
porsiyon, bir tabak yemek. 3. pay, hisse. 4. kader, nasip.
fiil out -i bölüştürmek.
portly port.ly pôrt'li sıfat iri yapılı, cüsseli, şişman.
Porto Rican Por.to Ri.can pôr'tı ri'kın bakınız Puerto Rican
Porto Rico Por.to Ri.co pôr'tı ri'ko bakınız Puerto Rico
portrait painter portre ressamı.
portrait por.trait pôr'trît isim portre.
portray por.tray pôrtrey' fiil 1. resmetmek, resmini yapmak. 2.
betimlemek, tanımlamak.
portrayal por.tray.alisim 1. resmetme. 2. betimleme.
Portugal Por.tu.gal pôr'çıgıl isim Portekiz.
Portuguese man-of-war (birkaç tür) renkli ve büyük medüz/denizanası.
Portuguese Por.tu.guese pôr'çıgiz isim (Portuguese) 1. Portekizli.
2. Portekizce. sıfat 1. Portekiz, Portekiz'e özgü. 2.
Portekizce. 3. Portekizli.

1017
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pos. pos.kısaltma «position» positive possessive


pose as kendine ... süsü vermek, ... kılığına girmek: The
burglar, posing as a policeman, knocked on the door.
Hırsız kendine polis süsü vererek kapıyı çaldı.
pose pose poz isim 1. poz, duruş. 2. tavır; yapmacık tavır.
fiil 1. poz vermek. 2. ortaya (bir soru) atmak. 3. (sorun)
yaratmak. 4. yerleşmek; yerleştirmek.
poseur po.seur pozır' isim pozcu.
posh posh paş sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili lüks;
şık, modaya uygun.
position oneself to do something -e uygun pozisyona girmek: The football player
positioned himself for a goal. Futbolcu gol pozisyonuna
girdi. 2. (bir şey yapabilmek için) zemin hazırlamak: He
is positioning himself to become president.
Cumhurbaşkanı seçilebilmek için kendine zemin
hazırlıyor.
position po.si.tion pızîş'ın isim 1. yer, mevki. 2. durum, vaziyet,
pozisyon. 3. tutum, görüş. 4. konum. 5. toplumsal
durum, sosyal pozisyon. 6. duruş. 7. askeri mevzi. 8. iş,
görev, memuriyet. fiil 1. yerleştirmek. 2. (bir yerde)
durmak: He positioned himself next to the window.
Pencerenin önünde durdu.
positive sign toplama işareti, artı işareti (+).
positive pos.i.tive paz'ıtîv sıfat 1. kesin, mutlak: positive proof
kesin delil. 2. olumlu, pozitif: a positive development
olumlu bir gelişme. 3. gerçek: a positive difference
gerçek bir fark. 4. belli, açık: It's positive that she was
mistaken. Yanıldığı belli. 5. emin: Are you positive?
Emin misin? 6. tam: a positive nuisance tam bir bela. 7.
fotoğrafçılık pozitif. 8. kimya artı, pozitif. 9. dilbilgisi
olumlu. isim 1. pozitif resim. 2. kesin şey, kati şey.
positivism pos.i.tiv.ism paz'ıtîvîzım isim, felsefe pozitivizm,
olguculuk.

1018
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

positivist pos.i.tiv.ist paz'ıtîvîst isim, sıfat, felsefe pozitivist,


olgucu.
possess pos.sess pızes' fiil 1. sahip olmak, -si olmak: He
possesses two cars. İki arabası var. 2. hükmetmek.
possessed pos.sess.edsıfat 1. sahipli. 2. soğukkanlı. 3. mecnun. 4.
çılgın.
Possession is nine points of the law. hukuk Zilyetlik mülkiyet hakkının en büyük delilidir.
possession pos.ses.sion pızeş'ın isim 1. iyelik, sahip olma. 2. çoğul
servet, mal mülk. 3. cin çarpması, cinnet, delilik.
possessive case dilbilgisi -in hali, genitif.
possessive pronoun dilbilgisi iyelik zamiri.
possessive pos.ses.sive pızes'îv sıfat 1. iyelik gösteren, iyelik .... 2.
paylaşmak istemeyen.
possessor pos.ses.sor pızes'ır isim mal sahibi.
possibility pos.si.bil.i.ty pasıbîl'ıti isim 1. olanak, imkân. 2.
gerçekleşmesi mümkün olan olay.
possible pos.si.ble pas'ıbıl sıfat olası, mümkün, imkân dahilinde,
muhtemel.
possibly zarf belki, olabilir.
possum pos.sum pas'ım isim, konuşma dili opossum, sarig. fiil,
konuşma dili 1. uyur gibi yapmak. 2. ölü numarası
yapmak.
post office postane.
post- post-önek sonra.
postage due taksa.
postage stamp posta pulu.
postage post.age pos'tîc isim posta ücreti.
postage-due stamp taksa pulu.
postal clerk postane memuru.
postal money posta havalesi.
postal order posta havalesi.
postal post.al pos'tıl sıfat postayla ilgili.
postcard post.card post'kard isim kartpostal.
postdate post.date post'deyt fiil üzerine ileri bir tarih atmak.

1019
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

postdated check ticaret vadeli çek.


poster post.er pos'tır isim poster, afiş.
posterior pos.te.ri.or pastîr'iyır sıfat 1. sonra gelen, sonraki. 2.
gerideki. 3. anatomi kıça yakın. isim kıç, popo, kaba
etler.
posterity pos.ter.i.ty paster'ıti isim 1. döl, soy. 2. gelecek
kuşaklar.
post-free post-free post'fri sıfat 1. posta ücretine tabi olmayan. 2.
İngiliz İngilizcesi posta ücreti ödenmiş.
postgraduate post.grad.u.ate postgräc'uwît sıfat üniversite sonrası
öğrenimle ilgili. isim master ya da doktora öğrencisi.
posthaste post.haste post'heyst' zarf büyük bir hızla, çok acele.
posthumous post.hu.mous pas'çımıs sıfat 1. babasının ölümünden
sonra doğmuş. 2. yazarın ölümünden sonra
yayımlanmış. 3. bir kimsenin ölümünden sonra olan.
posthumously post.hu.mous.lyzarf ölümden sonra.
postman post.man post'mın isim (postmen) postacı.
postmark post.mark post'mark isim posta damgası.
postmaster post.mas.ter post'mästır isim postane müdürü.
postmistress post.mis.tress post'mîstrıs isim postane müdiresi.
postmortem post.mor.tem postmôr'tım sıfat öldükten sonraki, ölüm
sonrası. isim otopsi.
postnatal post.na.tal post'ney'tıl sıfat doğum sonrası.
post-office box posta kutusu.
postpaid post.paid post'peyd' sıfat, zarf posta ücreti ödenmiş
(olarak).
postpartum post.par.tum post'par'tım sıfat doğum sonrası.
postpone post.pone postpon' fiil ertelemek.
postponement isim erteleme.
postscript post.script post'skrîpt isim not, dipnot.
postulate pos.tu.late pas'çılît isim, mantık, matematik postulat,
konut, koyut. fiil farzetmek, varsaymak.
posture pos.ture pas'çır isim 1. duruş, poz. 2. durum, hal. 3.
tutum, tavır.

1020
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pot pot pat isim 1. toprak kap, çömlek. 2. tencere. 3. argo


haşiş. 4. göbek. 5. bir kap dolusu: a pot of tea bir
çaydanlık dolusu çay. a pot of soup bir tencere çorba. 6.
kumarda bir oyunda ortaya konan toplam para. 7. argo
klozet.
potable po.ta.ble po'tıbıl sıfat içilebilir.
potassium po.tas.si.um pıtäs'iyım isim, kimya potasyum.
potato chip cips.
potato po.ta.to pıtey'to isim (potatoes) patates.
potbellied sıfat şişman göbekli, göbekli.
potbelly pot.bel.ly pat'beli isim 1. konuşma dili şişman göbek,
göbek. 2. bir tür soba.
potency po.ten.cy po'tınsi isim 1. kuvvet, güç. 2. etki. 3. yetki.
4. nüfuz. 5. cinsel güç, iktidar.
potent po.tent po'tınt sıfat 1. kuvvetli, güçlü. 2. etkili. 3.
yetkili. 4. nüfuzlu. 5. cinsel iktidarı olan.
potentate po.ten.tate po'tınteyt isim 1. hükümdar, kral. 2. büyük
yetki sahibi, otorite.
potential energy fizik gizilgüç.
potential po.ten.tial pıten'şıl sıfat 1. olası, muhtemel. 2. fizik
gizil, potansiyel. isim potansiyel.
potentially po.ten.tial.lyzarf potansiyel olarak: That man is
potentially dangerous. O adam tehlikeli olabilir.
pothole pot.hole pat'hol isim (yol yüzeyinde arabaların yol
açtığı) çukur.
potion po.tion po'şın isim 1. ilaç dozu. 2. iksir.
potpourri pot.pour.ri po'pıri' isim 1. çeşitli çiçeklerin güzel
kokulu yapraklarıyla baharattan oluşan ve kavanozda
saklanan bir karışım. 2. birbirinden epey farklı
şeylerden oluşan karışım. 3. müzik potpuri.
potsherd pot.sherd pat'şırd isim kırık çömlek parçası.
potshot isim rasgele vuruş.
potter pot.ter pat'ır fiil bakınız putter
potter's clay çömlek çamuru.

1021
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

potter's wheel çömlekçi çarkı.


pottery pot.ter.y pat'ıri isim 1. çanak çömlek. 2. çömlek
imalathanesi. 3. çömlekçilik.
potty chair lazımlıklı iskemle.
potty pot.ty pat'i isim, çocuk dili 1. lazımlık. 2. klozet. sıfat,
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili deli, çatlak.
pouch pouch pauç isim 1. kese, torba. 2. göz altında oluşan
torbamsı şişlik. 3. zooloji kese. 4. zooloji avurt.
poulter poul.ter pol'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız poulterer
poulterer poul.ter.er pol'tırır isim, İngiliz İngilizcesi 1. kümes
hayvanlarının etini satan kasap. 2. kümes hayvanlarını
yetiştirip satan kimse.
poultice poul.tice pol'tîs isim yara lapası.
poultry poul.try pol'tri isim 1. kümes hayvanları. 2. kümes
hayvanlarının eti.
poultryman poul.try.man pol'trimın isim (poultrymen) 1. kümes
hayvanlarının etini satan kasap. 2. kümes hayvanlarını
yetiştirip satan adam.
pounce pounce pauns isim saldırma, atılma. fiil at/on/upon
birden üstüne atılmak.
pound sterling İngiliz İngilizcesi sterlin, pound, İngiliz lirası.
pound pound paund fiil 1. vurmak, dövmek. 2. yumruklamak.
3. (gemi) dalgaya çarpmak. 4. (kalp) küt küt atmak. 5.
ağır adımlarla yürümek.
pour cold water on .. umudunu söndürmeye çalışmak, ... hevesini kırmaya
çalışmak.
pour oil on troubled waters heyecanı yatıştırmak.
pour pour pôr fiil 1. dökmek, akıtmak; dökülmek, akmak. 2.
bardaktan boşanırcasına yağmak.
pout pout paut fiil surat asmak, somurtmak. isim surat asma,
somurtma.
poverty pov.er.ty pav'ırti isim 1. yoksulluk, fakirlik, ihtiyaç. 2.
yetersizlik, eksiklik.
poverty-stricken sıfat çok fakir, yoksul.

1022
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

POW POW pi'o'd^b'ılyu kısaltma Prisoner of War


powder flask barutluk.
powder horn barutluk.
powder puff pudra ponponu.
powder room bayanlara ait tuvalet.
powder pow.der pau'dır isim 1. toz. 2. pudra. 3. barut. fiil 1.
pudralamak. 2. toz haline getirmek; toz haline gelmek.
powdered milk süttozu.
powdered sugar pudraşeker, pudraşekeri.
powdery pow.derysıfat 1. toz gibi. 2. tozlu.
power of attorney vekâlet, temsil yetkisi, vekâletname.
power of life and death idam etme veya af yetkisi.
power plant elektrik santralı.
power politics kuvvet politikası.
power station elektrik santralı.
power pow.er pau'wır isim 1. güç, kuvvet: physical power
fiziksel güç. 2. yetenek: the power to learn öğrenme
yeteneği. 3. etki: The medicine has lost its power. İlaç
etkisini kaybetti. 4. nüfuz: His power in political circles
is limited. Siyasi çevrelerdeki nüfuzu sınırlı. 5. yetki:
the power to hire and fire işe alma ve işten çıkarma
yetkisi. 6. matematik üs, üst: raise to the tenth power
onuncu üse çıkarmak.
powerful pow.er.fulsıfat 1. güçlü, kuvvetli. 2. etkili. 3. nüfuzlu.
powerless pow.er.lesssıfat 1. güçsüz, kuvvetsiz. 2. çaresiz. 3.
beceriksiz.
powwow pow.wow pau'wau isim, konuşma dili toplantı;
görüşme. fiil görüşmek, konuşmak.
pp. pp.kısaltma pages pianissimo
PR PR pi'ar' kısaltma public relations
practicability prac.ti.ca.bil.i.ty präktîkıbîl'ıti isim yapılabilirlik,
uygulanabilirlik.
practicable prac.ti.ca.ble präk'tîkıbıl sıfat 1. yapılabilir,
uygulanabilir. 2. kullanışlı, elverişli.

1023
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

practical joke eşek şakası.


practical prac.ti.cal präk'tîkıl sıfat 1. pratik, kullanışlı, elverişli.
2. pratik, uygulamalı, tatbiki. 3. pratik (kimse).
practicality prac.ti.cal.i.ty präktîkäl'ıti isim pratiklik.
practically prac.ti.cal.lyzarf 1. gerçekte. 2. hemen hemen. 3. pratik
olarak.
Practice makes perfect. Meşk kemale erdirir.
Practice what you preach. Davranışlarınız sözlerinize uysun.
practice prac.tice präk'tîs isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
practice
practiced prac.ticedsıfat deneyimli, tecrübeli.
practitioner prac.ti.tion.er präktîş'ınır isim pratisyen.
pragmatic prag.mat.ic prägmät'îk sıfat pragmatik.
pragmatism prag.ma.tism präg'mıtîzım isim pragmacılık,
pragmatizm.
pragmatist isim pragmacı, pragmatist.
prairie prai.rie prer'i isim (ağaçsız, otlarla kaplı, geniş) düzlük,
ova.
praise someone to the skies birini göklere çıkarmak, birini aşırı derecede övmek.
praise praise preyz fiil 1. övmek, methetmek. 2. hamdetmek,
şükretmek. isim övgü.
praiseworthy sıfat övülmeye değer.
pram pram präm isim çocuk arabası.
prance prance präns fiil (at) sıçrayıp oynamak; (atı) sıçratıp
oynatmak.
prank prank prängk isim eşek şakası; oyun.
prate prate preyt fiil gevezelik etmek. isim gevezelik.
prattle prat.tle prät'ıl fiil 1. çocukça konuşmak. 2. gevezelik
etmek. isim çocukça konuşma.
prawn prawn prôn isim, İngiliz İngilizcesi karides.
pray pray prey fiil 1. dua etmek. 2. namaz kılmak.
prayer beads tespih.
prayer book dua kitabı.
prayer meeting dua meclisi.

1024
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

prayer rug seccade.


prayer prayer prer isim 1. dua. 2. namaz.
praying mantis peygamberdevesi.
pre- pre-önek önce, ön.
preach against aleyhinde va'zetmek.
preach to -e va'zetmek.
preach preach priç fiil vaaz vermek.
preacher preach.erisim vaiz.
preamble pre.am.ble pri'yämbıl isim başlangıç, önsöz.
preanimism pre.an.i.mism priyän'ımîzım isim preanimizm.
prearrange pre.ar.range priyıreync' fiil önceden düzenlemek.
precarious pre.car.i.ous priker'iyıs sıfat 1. güvenilmez. 2. kararsız,
şüpheli. 3. nazik, tehlikeli, rizikolu.
precariously pre.car.i.ous.lyzarf tehlikeli bir şekilde.
precaution pre.cau.tion prikô'şın isim önlem, tedbir.
precede pre.cede prîsid' fiil -den önde olmak, -den önce
gelmek.
precedence prec.e.dence pres'ıdıns, prîsid'ıns isim 1. önce gelme. 2.
üstünlük. 3. önce olma.
precedent prec.e.dent pres'ıdınt isim örnek.
preceding pre.ced.ing prîsi'dîng sıfat -den önceki; önde bulunan.
precept pre.cept pri'sept isim 1. emir. 2. ahlaki kural, ilke. 3.
yönerge.
precinct pre.cinct pri'sîngkt isim 1. bölge, yöre. 2. çevre. 3.
seçim bölgesi.
precious metals (altın, gümüş, platin gibi) kıymetli madenler.
precious stone kıymetli taş, mücevher.
precious pre.cious preş'ıs sıfat 1. değerli, kıymetli. 2. çok pahalı.
3. aziz. 4. fazla nazik. 5. konuşma dili rezil. zarf,
konuşma dili çok, pek: There is precious little time left.
Çok az zaman kaldı.
precipice prec.i.pice pres'îpîs isim 1. uçurum. 2. sarp kayalık.
precipitant pre.cip.i.tant prisîp'ıtınt isim, kimya çökeltici,
çöktürücü. sıfat bakınız precipitate

1025
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

precipitate pre.cip.i.tate prîsîp'ıtît, prîsîp'ıteyt isim, kimya çökelti,


çökel. sıfat 1. aceleci. 2. düşüncesiz. 3. aceleyle yapılan.
4. ani.
precipitation pre.cip.i.ta.tion prîsîpıtey'şın isim 1. yağış. 2. kimya
çökelme; çökeltme.
precipitous pre.cip.i.tous prîsîp'ıtıs sıfat 1. dik, sarp. 2. atılgan,
aceleci.
précis pré.cis prey'si isim özet.
precise pre.cise prîsays' sıfat 1. tam, kesin: a precise definition
of the word sözcüğün tam karşılığı. at the precise
moment of his arrival tam geldiği anda. 2. çok dikkatli,
titiz (kimse). 3. titizlikle yapılmış (iş). 4. dakik (saat). 5.
hassas (alet).
precision pre.ci.sion prîsîq'ın isim 1. kesinlik. 2. doğruluk. 3.
açıklık. sıfat hassas: a precision instrument hassas bir
alet.
preclude pre.clude priklud' fiil 1. olanaksızlaştırmak,
imkânsızlaştırmak, engellemek. 2. dışarıda bırakmak.
precocious pre.co.cious prîko'şıs sıfat erken gelişmiş.
preconceived pre.con.ceived prikınsivd' sıfat önyargılı.
preconception pre.con.cep.tion prikınsep'şın isim önyargı.
precondition pre.con.di.tion prikındîş'ın isim önkoşul.
precursor pre.cur.sor prikır'sır isim haberci, müqdeci.
predate pre.date prideyt' fiil 1. erken tarih atmak. 2. daha önce
gelmek.
predator pred.a.tor pred'îtır isim yırtıcı hayvan.
predatory pred.a.to.ry pred'ıtôri sıfat 1. yırtıcı: predatory animal
yırtıcı hayvan. 2. çapulcu, yağmacı: a predatory tribe
çapulcu bir kabile.
predecessor pred.e.ces.sor pred'ısesır isim 1. öncel, selef. 2. ata, cet.
predestination pre.des.ti.na.tion pridestıney'şın isim 1. Allahın, kişinin
cennete veya cehenneme gideceğini doğmadan önce
tayin etmesi. 2. Allahın, kişinin hayatıyla ilgili her şeyi
önceden tayin etmesi, öncel belirleme. 3. takdiri ilahi.

1026
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

predestine pre.des.tine prides'tîn fiil 1. (for) (birinin) (cennete


veya cehenneme gideceğini) önceden tayin etmek. 2.
(birinin) (yaşarken başına gelecekleri) önceden tayin
etmek.
predetermine pre.de.ter.mine pridîtır'mîn fiil 1. önceden belirtmek. 2.
önceden kararlaştırmak.
predicament pre.dic.a.ment pridîk'ımınt isim 1. kötü durum, bela. 2.
durum, hal, vaziyet.
predicate on -e dayandırmak.
predicate pred.i.cate pred'îkît isim, dilbilgisi, mantık yüklem.
sıfat yüklemle ilgili.
predict pre.dict prîdîkt' fiil 1. önceden söylemek: That
economist predicted the present recession. O ekonomist
şimdiki durgunluğun olacağını önceden söylemişti. 2. -e
dair/hakkında kehanette bulunmak: The fortune-teller
predicted that she would marry young. Falcı genç yaşta
evleneceğine dair kehanette bulundu.
predilection pre.di.lec.tion predîlek'şın, pridîlek'şın isim yeğleme,
tercih.
predispose pre.dis.pose pridîspoz' fiil 1. to -e önceden hazırlamak.
2. to -e yatkınlaştırmak.
predisposition pre.dis.po.si.tion pridîspızîş'ın isim to/towards -e
yatkınlık, -e eğilim.
predominant pre.dom.i.nant pridam'ınınt sıfat 1. çoğunlukta olan. 2.
ağır basan, hâkim olan: the predominant color hâkim
olan renk. 3. en nüfuzlu: the predominant group in the
meeting toplantıdaki en nüfuzlu grup. 4. en etkili.
predominantly pre.dom.i.nant.lyzarf genelde, çoğu: The
representatives were predominantly European.
Temsilcilerin çoğu Avrupalıydı.
predominate pre.dom.i.nate pridam'ıneyt fiil 1. (sayı, nüfuz, kuvvet,
etki veya derece açısından) üstün olmak. 2. hâkim
olmak. 3. galip gelmek.
preeminence pre.em.i.nenceisim üstünlük.

1027
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

preeminent pre.em.i.nent priyem'ınınt sıfat üstün, seçkin.


preempt pre.empt priyempt' fiil 1. önceden ayırmak. 2.
herkesten önce satın almak.
preemption pre.emp.tion priyemp'şın isim herkesten önce satın
alma hakkı, önalım hakkı; önalım.
preemptive strike karşı tarafın muhtemel saldırısına karşı önceden yapılan
saldırı.
preemptive pre.emp.tivesıfat önceden satın alma hakkı olan.
preen oneself saçını başını özenle düzeltmek.
preen preen prin fiil 1. (kuş) gagasıyla (tüylerini) düzeltmek;
gagasıyla tüylerini düzeltmek. 2. (kedi, köpek v.b.)
(tüylerini) yalamak; tüylerini yalamak. 3. saçını başını
özenle düzeltmek.
preexist pre.ex.ist priyîgzîst' fiil önceden var olmak.
pref. pref.kısaltma «preface» prefix
prefab pre.fab prifäb' isim, konuşma dili prefabrik yapı.
prefabricate pre.fab.ri.cate prifäb'rıkeyt fiil parçalarını önceden
hazırlamak.
prefabricated pre.fab.ri.catedsıfat prefabrik, prefabrike.
prefabrication pre.fab.ri.ca.tion prifäbrîkey'şın isim prefabrikasyon.
preface pref.ace pref'îs isim önsöz. fiil 1. önsöz ile başlamak. 2.
önsözünü yazmak.
prefatory pref.a.to.ry pref'ıtôri sıfat önsöz niteliğindeki.
prefer pre.fer prîfır' fiil (preferred, preferring) 1. yeğlemek,
tercih etmek. 2. hukuk sunmak, arzetmek.
preferable pref.er.a.ble pref'ırıbıl sıfat tercih edilir, daha iyi.
preferably pref.er.a.blyzarf tercihen.
preference pref.er.ence pref'ırıns isim 1. yeğleme, tercih. 2. tercih
edilen şey.
preferential pref.er.en.tial prefıren'şıl sıfat tercihli; ayrıcalıklı.
preferred stock ticaret tercihli hisse senedi.
prefix pre.fix prifîks' fiil (sözcük başına) önek koymak. isim
(pri'fîks) önek.
pregnancy preg.nancyisim hamilelik, gebelik.

1028
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pregnant preg.nant preg'nınt sıfat 1. hamile, gebe. 2. with ile


dolu. 3. anlamlı.
preheat pre.heat prihit' fiil önceden ısıtmak.
prehistoric pre.his.tor.ic prihîstôr'îk sıfat tarihöncesi, tarihten
önceki, prehistorik.
prehistory pre.his.to.ry prihîs'tıri isim tarihöncesi, prehistorya.
prejudge pre.judge pric^c' fiil önceden hüküm vermek.
prejudice against -e karşı önyargı.
prejudice in favor of -in lehine önyargı.
prejudice prej.u.dice prec'ıdîs isim 1. önyargı. 2. kayırma, taraf
tutma, tarafgirlik. 3. zarar, ziyan. fiil 1. haksız hüküm
verdirmek. 2. zarara uğratmak.
prejudicial prej.u.di.cial precıdîş'ıl sıfat bakınız be prequdicial to
preliminary pre.lim.i.nar.y prîlîm'ıneri sıfat hazırlayıcı, ilk, ön.
isim, çoğul 1. başlangıç, ön hazırlık. 2. eleme maçı. 3.
ön sınav, yeterlik sınavı.
prelude prel.ude prel'yud, pri'lud isim 1. başlangıç, giriş. 2.
müzik prelüd.
premature pre.ma.ture primıtûr', primıçûr' sıfat 1. zamanından
önce olan veya gelişen, erken. 2. mevsimsiz, zamansız.
3. erken doğmuş, prematüre (bebek).
prematurely pre.ma.ture.lyzarf zamanından önce, mevsimsiz olarak,
erken.
premeditate pre.med.i.tate primed'ıteyt fiil önceden tasarlamak.
premeditated pre.med.i.tatedsıfat önceden tasarlanmış.
premier pre.mier prîmir', prîmyir', [İngiliz İngilizcesi] prem'yır
sıfat 1. birinci, ilk. 2. baş, asıl. isim başbakan.
premiere pre.miere prîmir' isim gala.
premiership isim başbakanlık.
premise prem.ise prem'îs isim, mantık öncül; terim.
premises prem.is.es prem'îsîz isim (bir kurum veya kişiye ait)
bina/arazi.
premiss prem.iss prem'îs isim, mantık öncül; terim.

1029
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

premium pre.mi.um pri'miyım isim 1. prim. 2. ödül. 3. ikramiye.


4. sigorta primi. 5. ticaret acyo, prim.
premonition pre.mo.ni.tion primınîş'ın, premınîş'ın isim 1. önsezi. 2.
uyarma.
prenatal pre.na.tal priney'tıl sıfat doğum öncesi.
preoccupation pre.oc.cu.pa.tionisim with zihni ... ile meşgul olma.
preoccupy pre.oc.cu.py priyak'yıpay fiil zihnini meşgul etmek.
prep school kolej, özel ortaokul ve lise. 2. İngiliz İngilizcesi koleje
hazırlayan özel okul.

prep prep prep sıfat, konuşma dili hazırlayıcı, hazırlık. isim,


İngiliz İngilizcesi ev ödevi.
prepaid pre.paid pripeyd' fiil bakınız prepay
preparation prep.a.ra.tion prepırey'şın isim 1. hazırlama. 2. hazırlık.
3. preparat, hazır ilaç.
preparative pre.par.a.tive prîper'ıtîv sıfat hazırlayıcı. isim
hazırlayıcı şey.
preparatory school kolej, özel ortaokul ve lise.
preparatory to sending it gönderilmesi için hazırlık olarak.
preparatory pre.par.a.to.ry prîper'ıtôri sıfat hazırlayıcı, hazırlık.
prepare for the worst en kötü ihtimale karşı hazırlanmak.
prepare pre.pare prîper' fiil 1. hazırlamak; hazırlanmak. 2.
düzenlemek. 3. donatmak. 4. yapmak.
preparedness pre.par.ed.ness prîper'îdnîs, prîperd'nîs isim hazırlık,
hazır olma.
prepay pre.pay pripey' fiil (prepaid) parasını önceden vermek,
peşin ödemek.
prepayment pre.pay.mentisim peşin ödeme.
preponderance pre.pon.der.anceisim çoğunluk, üstünlük.
preponderancy pre.pon.der.ancyisim çoğunluk, üstünlük.
preponderant pre.pon.der.antsıfat 1. ağır basan, üstün gelen, baskın
çıkan. 2. hâkim olan.
preponderate pre.pon.der.ate prîpan'dıreyt fiil 1. ağır basmak, üstün
gelmek, baskın çıkmak. 2. hâkim olmak.

1030
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

preposition prep.o.si.tion prepızîş'ın isim edat, ilgeç.


prepositional phrase edat ve isimden oluşan söz öbeği.
prepossess pre.pos.sess pripızes' fiil 1. olumlu bir şekilde
etkilemek. 2. zihnini meşgul etmek.
prepossessing pre.pos.sess.ing pripızes'îng sıfat çekici, alımlı.
preposterous pre.pos.ter.ous pripas'tırıs sıfat akıl almaz, inanılmaz,
saçma, abes.
preposterously pre.pos.ter.ous.lyzarf mantıksızca.
prepuce pre.puce pri'pyus isim, anatomi sünnet derisi.
prereligion pre.re.li.gion pririlîc'ın isim dinöncesi.
prerequisite pre.rej.ui.site prirek'wızît sıfat önceden gerekli olan.
isim önceden gerekli olan şey.
prerogative pre.rog.a.tive prirag'ıtîv isim ayrıcalık, yetki, hak.
presage pres.age pres'îc, priseyc' fiil -i göstermek, -e işaret
etmek, -in habercisi olmak.
presbyope pres.by.ope prez'biyop, pres'biyop isim, tıbbi presbit.
presbyopia pres.by.o.pi.a prezbiyo'piyı, presbiyo'piyı isim, tıbbi
presbitlik.
presbyopic pres.by.op.ic prezbiyap'îk, presbiyap'îk sıfat presbit.
preschool pre.school pri'skul' sıfat okulöncesi.
prescience pre.sci.ence pri'şiyıns, preş'iyıns isim ileri görüş.
prescient pre.sci.ent pri'şiyınt, preş'iyınt sıfat ileri görüşlü.
prescribe pre.scribe prîskrayb' fiil 1. emretmek. 2. (ilaç) vermek.
3. reçete yazmak.
prescription pre.scrip.tion priskrîp'şın isim 1. emir. 2. tıbbi reçete.
presence of mind konuşma dili (zor bir dudumda kullanılan) akıl: She had
the presence of mind to get under the table. Masanın
altına girmeyi akıl etti.
presence pres.ence prez'ıns isim huzur, hazır bulunma, varlık.
Your presence is requested. Hazır bulunmanız rica
olunur.
present a bold front cesaret göstermek, yürekli gözükmek.
present an appearance görünmek.
present one's compliments saygılarını sunmak.

1031
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

present participle durum ortacı, faaliyet ismi.


present some difficulty güçlük çıkarmak.
present someone with birini ... ile karşı karşıya bırakmak: His sudden
resignation presented us with a problem. Ani istifası
bizi bir problemle karşı karşıya bıraktı.
present pre.sent prîzent' fiil 1. sunmak, arz etmek: present a
petition dilekçe sunmak. 2. takdim etmek: He presented
me to the jueen. Beni kraliçeye takdim etti. 3. (film)
göstermek. 4. (oyun) sunmak.
presentable pre.sent.a.ble prîzen'tıbıl sıfat prezantabl: I went
upstairs to make myself presentable before the guests
arrived. Misafirler gelmeden önce yukarı çıkıp kendime
çekidüzen verdim.
presentation pres.en.ta.tion prezıntey'şın, prîzıntey'şın isim 1.
sunma, sunuş, takdim; sunulma. 2. takdim etme; takdim
edilme. 3. gösterme; gösterilme. 4. temsil, oyun.
present-day pres.ent-day prez'ıntdey' sıfat şimdiki, günümüzün.
presentiment pre.sen.ti.ment prizen'tımınt isim önsezi.
presently pres.ent.ly prez'ıntli zarf 1. birazdan, yakında. 2. şimdi,
şu anda.
preservation pres.er.va.tion prezırvey'şın isim 1. saklama; saklanma.
2. koruma; korunma.
preservative pre.serv.a.tive prîzır'vıtîv sıfat saklayan, koruyan,
koruyucu. isim koruyucu madde.
preserve pre.serve prîzırv' fiil 1. korumak, esirgemek. 2.
saklamak. 3. sürdürmek. 4. reçelini yapmak. 5.
konservesini yapmak.
preside pre.side prîzayd' fiil at/over -e başkanlık etmek.
presidency pres.i.den.cy prez'ıdınsi isim başkanlık.
president pres.i.dent prez'ıdınt isim 1. başkan. 2. cumhurbaşkanı.
3. rektör.
presidential pres.i.den.tial prezıden'şıl sıfat başkanlığa ait.
press agent basın sözcüsü.
press association basın kurumu.

1032
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

press conference basın toplantısı.


press forward hızla ilerlemek.
press release basın bildirisi.
press the shutter fotoğrafçılık deklanşöre basmak.
press press pres isim 1. basın. 2. basın mensupları. 3. matbaa,
basımevi. 4. yayınevi. 5. matbaa makinesi, baskı
makinesi. 6. pres, cendere, mengene. 7. sıkıştırma. 8.
kalabalık. 9. (elbise veya çamaşır için) dolap veya
yüklük. 10. (giyside) ütü.
pressing press.ing pres'îng sıfat 1. acil, ivedi, ivedili. 2. ısrarlı;
sıkboğaz eden.
pressure cooker düdüklü tencere.
pressure gauge basıölçer, manometre.
pressure group baskı grubu.
pressure pres.sure preş'ır isim 1. basınç: atmospheric pressure
hava basıncı. high pressure yüksek basınç. low pressure
alçak basınç. 2. baskı: work under pressure baskı altında
çalışmak.
pressurise pres.sur.ise preş'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
pressurize

pressurize pres.sur.ize preş'ırayz fiil 1. basınç altında tutmak. 2.


havacılık (uçağın içindeki havayı) yeterli basınçta
tutmak.
prestige pres.tige prestiq' isim prestiq, saygınlık, itibar.
presto pres.to pres'to zarf, müzik presto.
presumably pre.sum.ablyzarf galiba, tahminen.
presume pre.sume prizum' fiil 1. sanmak, tahmin etmek: I am
presuming that it will cost around one million liras.
Yaklaşık bir milyon liraya mal olacağını tahmin
ediyorum. 2. varsaymak, farzetmek: We should
presume his innocence. Onun suçsuz olduğunu
varsaymalıyız. 3. kalkmak, yeltenmek: She presumed to

1033
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

correct her teacher. Öğretmeninin yanlışını düzeltmeye


kalktı.
presumption pre.sump.tion priz^mp'şın isim 1. cüret, küstahlık. 2.
zan, tahmin. 3. farz, varsayım.
presumptive pre.sump.tive priz^mp'tîv sıfat 1. olası, muhtemel. 2.
varsayımsal.
presumptuous pre.sump.tu.ous priz^mp'çuwıs sıfat küstah, haddini
bilmez.
presuppose pre.sup.pose prisıpoz' fiil 1. (bir şey) mantıken (başka
bir şeyi) gerektirmek: Prayer presupposes God. Dua için
Allahın varlığı gerek. This course presupposes a
knowledge of Latin. Bu ders için Latince bilmek gerek.
2. farzetmek, varsaymak.
presupposition pre.sup.po.si.tion pris^pızîş'ın isim önceden farzedilen
şey.
pretence pre.tence pri'tens, prîtens' isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız pretense
pretend to the throne tahtta hak iddia etmek.
pretend pre.tend pritend' fiil 1. rolüne girmek, olmak: You
pretend to be the cat and I'll be the mouse. Sen kedi ol,
ben de fare olayım. 2. -miş gibi davranmak, -mezlikten
gelmek: He is pretending that he doesn't know.
Bilmiyormuş gibi davranıyor. 3. yalandan yapmak, ...
numarası yapmak: He's pretending to be sick. Hasta
numarası yapıyor. 4. taslamak: He's pretending to be a
scholar. Bilginlik taslıyor.
pretense pre.tense pri'tens, prîtens' isim 1. rolüne girme. 2.
yalandan yapma, numara: make a pretense of illness
hasta numarası yapmak. 3. bahane: on the slightest
pretense en ufak bahane ile.
pretension pre.ten.sion priten'şın isim 1. iddia. 2. hak iddiası. 3.
gösteriş, kurum.
pretentious pre.ten.tious priten'şıs sıfat 1. iddialı, gösterişli. 2.
gösterişçi, kurumlu.

1034
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pretentiously pre.ten.tious.lyzarf gösterişle.


pretentiousness pre.ten.tious.nessisim gösterişçilik.
pretext pre.text pri'tekst isim bahane.
pretty difficult epey zor, hayli güç.
pretty much the same hemen hemen aynı, yine öyle.
pretty pret.ty prît'i sıfat 1. güzel, hoş, sevimli. 2. iyi. zarf
oldukça, epeyce, hayli.
prevail pre.vail priveyl' fiil 1. üstün gelmek; over/against -i
yenmek. 2. hüküm sürmek, yaygın olmak. 3. hâkim
olmak. 4. başarmak. 5. on/upon -i ikna etmek, -i razı
etmek.
prevailing pre.vail.ing privey'lîng sıfat 1. galip gelen, üstün gelen.
2. hüküm süren. 3. hâkim olan. 4. geçerli, yaygın. There
the prevailing winds are from the north. Orada rüzgâr
genellikle kuzeyden eser.
prevalence prev.a.lence prev'ılıns isim 1. hüküm sürme. 2. hâkim
olma. 3. yaygınlık.
prevalent prev.a.lent prev'ılınt sıfat olagelen, hüküm süren,
yaygın.
prevaricate pre.var.i.cate priver'ıkeyt fiil 1. yalan söylemek. 2.
kaçamak cevaplar vermek.
prevarication pre.var.i.ca.tionisim 1. yalan; yalan söyleme. 2.
kaçamak cevaplar verme.
prevent pre.vent privent' fiil 1. önlemek, engellemek. 2. -den
alıkoymak.
preventable pre.vent.ableönlenebilir, önüne geçilebilir.
prevention pre.vent.ionisim önleme, engelleme.
preventive measures önleyici tedbirler.
preventive medicine koruyucu hekimlik.
preventive pre.ven.tive priven'tîv sıfat önleyici, engelleyici. isim
1. önleyici şey. 2. önlem, önleyici tedbir.
preventorium pre.ven.to.ri.um privıntor'iyım isim
(preventoriums/preventoria) prevantoryum.
preview pre.view pri'vyu isim, sinema ilk oynatım.

1035
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

previous knowledge of hakkında önbilgi.


previous to -den önce.
previous pre.vi.ous pri'viyıs sıfat 1. önceki, evvelki: the previous
day evvelki gün. 2. eski, sabık: a previous husband of
hers eski kocalarından biri.
previously pre.vi.ous.lyzarf önceden, evvelce.
prewar pre.war pri'wôr' sıfat savaş öncesi: prewar politics
savaş öncesi politika.
prey prey prey isim av. fiil 1. on -i avlamak. 2. on -i sıkmak,
-e sıkıntı vermek.
price ceiling fiyat tavanı.
price cutting fiyat kırma.
price list fiyat listesi, tarife.
price oneself out of the market bir malın fiyatını fazla yüksek tutarak ona ait piyasayı
kaybetmek: You've priced yourself out of the market in
that line. O serinin fiyatlarını fazla yüksek tutmakla
piyasayı kaybettin.
price range fiyat dağılımı.
price something out of the market bir malın fiyatını fazla yüksek tutarak ona ait piyasayı
kaybetmek: You've priced yourself out of the market in
that line. O serinin fiyatlarını fazla yüksek tutmakla
piyasayı kaybettin.
price tag fiyat etiketi. 2. fiyat.
price price prays isim 1. fiyat, eder, paha. 2. karşılık, bedel.
fiil 1. fiyat koymak, paha biçmek. 2. konuşma dili
fiyatını sormak.
priceless price.lesssıfat 1. değer biçilmez. 2. konuşma dili çok
komik, gülünç.
prick of conscience vicdan azabı.
prick up its ears (hayvan) kulaklarını dikmek.
prick up one's ears kulak kabartmak.
prick prick prîk isim 1. sivri bir şeyin batmasından ileri gelen
acı. 2. sivri bir şeyin açtığı delik. 3. argo penis, yarak. 4.

1036
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

konuşma dili pis herif. fiil 1. batmak; batırmak. 2.


(delik) açmak.
prickle prick.le prîk'ıl isim 1. diken. 2. iğnelenme;
karıncalanma. 3. dalama; batma. fiil 1. iğnelenmek;
karıncalanmak. 2. dalamak; batmak.
prickly juniper katranardıcı.
prickly pear frenkinciri, hintinciri, firavuninciri.
prickly prick.ly prîk'li sıfat 1. dikenli. 2. dalayan; batan. 3.
huysuz, çabuk öfkelenen. 4. çapraşık.
prickly-pear cactus (bitki olarak) frenkinciri, hintinciri, firavuninciri.
pride of place en yüksek mevki.
pride oneself on something bir şey ile övünmek.
pride pride prayd isim 1. gurur, iftihar, övünç: take pride in
one's work işinden gurur duymak. 2. kibir: His pride
prevents him from admitting his mistake. Kibri,
yanlışını kabul etmesine engel oluyor. fiil (kuş)
tüylerini kabartmak.
priest priest prist isim papaz.
prig prig prîg isim ahlaken kendini üstün gören kuralcı kişi,
herkese ahlak hocalığı yapan kimse.
prim prim prîm sıfat fazla resmi, biçimci, çok ciddi.
prima donna pri.ma don.na pri'mı dan'ı primadonna. 2. konuşma dili
hep ön planda olmak isteyen kişi.
primacy pri.ma.cy pray'mısi isim öncelik, üstünlük.
primarily pri.mar.i.ly praymer'ıli zarf aslında, esasen: It's
primarily an exporting firm. O firmanın asıl işi ihracat.
primary colors ana renkler.
primary pri.ma.ry pray'meri, pray'mıri sıfat 1. ilk, birinci,
birincil: primary stage of development gelişmenin ilk
aşaması. primary school ilkokul. 2. en önemli, başlıca:
primary problem en önemli sorun. primary aim başlıca
amaç. 3. temel, ana, birincil: the primary elements of a
qust peace adil bir barışın temel öğeleri.

1037
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

primate pri.mate pray'meyt isim 1. başpiskopos. 2. zooloji


primat.
prime cost üretim maliyeti.
prime meridian başlangıç meridyeni.
prime minister başbakan.
prime number asal sayı.
prime of life hayatın en verimli dönemi.
prime prime praym sıfat 1. önemli; başlıca: This has become
a prime concern. Önemli bir mesele oldu bu. That's the
prime reason why she's come. Onun gelmesinin başlıca
nedeni o. 2. en iyi, birinci kalite: prime beef en iyi sığır
eti.
primer prim.er pray'mır isim 1. astar; astar boya. 2. ağızotu.
primeval pri.me.val praymi'vıl sıfat tarihöncesi çağlara ait.
primitive prim.i.tive prîm'ıtîv sıfat ilkel, primitif.
primitively prim.i.tive.lyzarf ilkelce.
primitiveness prim.i.tive.nessisim ilkellik.
primitivism prim.i.tiv.ism prîm'ıtîvîzım isim ilkelcilik, primitivizm.
primitivist prim.i.tiv.ist prîm'ıtîvîst isim ilkelci, primitivist.
primordial pri.mor.di.al praymôr'diyıl sıfat başlangıçta var olan.
primrose prim.rose prîm'roz isim çuhaçiçeği.
primula prim.u.la prîm'yılı isim çuhaçiçeği.
prince prince prîns isim prens.
princely prince.ly prîns'li sıfat 1. prense yakışır. 2. cömert, asil.
3. şahane.
princess prin.cess prîn'sîs isim prenses.
principal prin.ci.pal prîn'sıpıl sıfat baş, ana, başlıca, en önemli,
belli başlı. isim 1. müdür, okul müdürü. 2. hukuk
müvekkil. 3. ticaret sermaye, anamal, anapara.
principality prin.ci.pal.i.ty prînsıpäl'ıti isim prenslik.
principally prin.ci.pal.lyzarf 1. genellikle. 2. çoğunlukla.
principle prin.ci.ple prîn'sıpıl isim prensip, ilke.
principled prin.ci.pledsıfat prensip sahibi.

1038
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Prinkipo Prin.ki.po pring.kipo' isim, tarih (Kızıl Adalardan)


Büyükada.
print print prînt isim 1. bası, tabı. 2. basma, matbua. 3. iz:
footprint ayak izi. 4. basma (kumaş). 5. basma kalıbı. 6.
fotoğrafçılık negatiften yapılmış resim. fiil 1. basmak.
2. yayımlamak. 3. matbaa harfleriyle yazmak. 4.
fotoğrafçılık negatiften resim çıkarmak.
printed matter matbua, basma.
printer print.er prîn'tır isim 1. basımcı, matbaacı. 2. bilgisayar
yazıcı, printer.
printer's ink baskı mürekkebi.
printing press matbaa makinesi, baskı makinesi.
printing print.ing prîn'tîng isim 1. basma, tabetme. 2. baskı
sayısı.
print-out print-out prînt'aut isim, bilgisayar yazılı çıkış/çıktı.
prior to his death ölümünden önce.
prior pri.or pray'ır sıfat önceki, evvelki, sabık.
priority pri.or.i.ty prayôr'ıti isim öncelik.
prism prism prîz'ım isim prizma.
prison breaker hapishane kaçağı.
prison pris.on prîz'ın isim hapishane, cezaevi.
prisoner pris.on.er prîz'ınır isim 1. tutuklu, hükümlü, mahkûm:
political prisoner siyasi tutuklu. 2. tutsak, esir: prisoner
of war savaş esiri.
prissy pris.sy prîs'i sıfat, konuşma dili resmi, müşkülpesent ve
burnu havada.
pristine pris.tine prîs'tin, [İngiliz İngilizcesi] prîs'tayn sıfat
bozulmamış, saf.
privacy pri.va.cy pray'vısi isim 1. mahremiyet: The English
value their privacy. İngilizler mahremiyetlerine çok
önem verir. 2. gizlilik.
private detective özel dedektif.
private pri.vate pray'vît sıfat 1. özel, hususi, kişisel: private car
özel araba. private life özel yaşam. private ownership

1039
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

özel iyelik. private property özel mülk. private school


özel okul. 2. gizli: a private telephone conversation gizli
telefon konuşması. isim 1. askeri er, asker. 2. çoğul
edep yerleri.
privation pri.va.tion prayvey'şın isim yoksunluk, sıkıntı.
privatise pri.vat.ise pray'vıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
privatize
privatization pri.vat.i.za.tion prayvıtızey'şın isim özelleştirme.
privatize pri.vat.ize pray'vıtayz fiil özelleştirmek.
privilege priv.i.lege prîv'ılîc isim ayrıcalık, imtiyaz.
privileged priv.i.legedsıfat ayrıcalıklı, imtiyazlı.
privy council özel meclis. 2. büyük harf ile (İngiltere'de) danışma
meclisi.
privy priv.y prîv'i isim 1. (su tesisatı olmayan kulübe
içindeki) ayakyolu, apteshane. 2. tuvalet. sıfat bakınız
be privy to someone's secrets privy council
prize possession en değerli şey, en gözde şey.
prize prize prayz fiil manivela ile kaldırmak veya açmak,
kanırtmak. isim ganimet.
pro and con lehte ve aleyhte.
pro forma invoice ticaret proforma fatura.
pro forma pro for.ma pro fôr'mı sıfat bakınız pro forma invoice
pro- pro-önek 1. . taraftarı, ... yanlısı, -in tarafını tutan: He's
pro-French. O, Fransızların tarafını tutuyor./O,
Fransızcadan yanadır.
prob. prob.kısaltma «probable» probably problem
probability prob.a.bil.i.ty prabıbîl'ıti isim olasılık, ihtimal.
probable prob.a.ble prab'ıbıl sıfat olası, olasılı, muhtemel.
probably prob.a.blyzarf belki de, galiba.
probation officer şartlı tahliye edilmiş kimseyle ilgilenen memur.
probation pro.ba.tion probey'şın isim 1. şartlı tahliye, meşruten
tahliye. 2. deneme süresi.
probationer pro.ba.tion.er probey'şınır isim şartlı tahliye edilmiş
kimse.

1040
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

probe probe prob fiil 1. araştırmak, incelemek. 2.


sondalamak, sondaj yapmak. isim 1. sonda, mil. 2.
araştırma. 3. insansız uzay roketi.
probity pro.bi.ty pro'bıti isim doğruluk, dürüstlük.
problem prob.lem prab'lım isim 1. sorun, mesele, problem. 2.
matematik problem. sıfat problemli, problem: problem
child problem çocuk.
problematic prob.lem.at.ic prablımät'îk sıfat şüpheli.
problematical prob.lem.at.i.cal prablımät'îkıl sıfat şüpheli.
procedure pro.ce.dure prısi'cır isim 1. yol, yöntem, metot,
prosedür. 2. işlem: There are a number of steps to be
followed in this procedure. Bu işlemde izlenecek birkaç
basamak var.
proceed pro.ceed prısid' fiil 1. to -e gitmek; ilerlemek. 2. with -e
devam etmek. 3. başlamak: When I asked them to lower
their voices they proceeded to speak even more loudly.
Seslerini kısmalarını istediğim zaman daha da yüksek
sesle konuşmaya başladılar. 4. from -den
kaynaklanmak; -den ileri gelmek. 5. to -e geçmek.
proceedings pro.ceed.ings prısi'dîngz isim 1. tutanak, zabıt. 2.
hukuk yargılama yöntemleri.
proceeds pro.ceeds pro'sidz isim, çoğul gelir, hâsılat, kazanç.
process proc.ess pras'es, [İngiliz İngilizcesi] pro'ses isim 1.
yöntem, metot, yol: a production process bir üretim
yöntemi. 2. süreç, proses: growth process büyüme
süreci. 3. işlem; tretman: the steps in the production
process üretim işlemindeki aşamalar. fiil
işlemden/işlemlerden geçirmek.
procession pro.ces.sion prıseş'ın isim alay; dizi, sıra: funeral
procession cenaze alayı.
proclaim pro.claim prokleym' fiil 1. ilan etmek. 2. açığa vurmak.
proclamation proc.la.ma.tion praklımey'şın isim 1. ilan. 2. bildiri.
proclivity pro.cliv.i.ty proklîv'ıti isim eğilim, meyil.

1041
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

procrastinate pro.cras.ti.nate prokräs'tıneyt fiil 1. sürüncemede


bırakmak, ağırdan almak, geciktirmek. 2. ertelemek.
procreate pro.cre.ate pro'kriyeyt fiil üretmek; üremek; yaratmak.
procure pro.cure prokyûr' fiil 1. elde etmek, edinmek,
sağlamak. 2. (birine) seks için (birini) bulmak.
prod prod prad fiil (prodded, prodding) 1. dürtmek. 2. teşvik
etmek. isim 1. dürtme. 2. üvendire.
prodigal prod.i.gal prad'ıgıl sıfat 1. savurgan. 2. çok bol. isim
savurgan kimse.
prodigious pro.di.gious prıdîc'ıs sıfat 1. çok büyük, kocaman. 2.
şaşılacak, müthiş.
prodigy prod.i.gy prad'ıci isim 1. dâhi, deha, harika: child
prodigy dâhi çocuk, harika çocuk. musical prodigy
müzik dehası. 2. harika, olağanüstü şey.
produce pro.duce pro'dus isim 1. ürün. 2. zerzevat, sebze ve
meyve; tarım ürünleri.
producer goods ticaret sermaye malları.
producer pro.duc.er prıdu'sır isim 1. üretici. 2. sinema yapımcı,
prodüktör.
product prod.uct prad'ıkt isim 1. ürün. 2. sonuç. 3. matematik
çarpım.
production pro.duc.tion prıd^k'şın isim 1. üretim. 2. ürün. 3. eser,
yapıt. 4. yapım, prodüksiyon. 5. sahneye koyma.
productive capacity üretim kapasitesi.
productive pro.duc.tive prıd^k'tîv sıfat verimli, bereketli; üretken.
productivity pro.duc.tiv.i.ty prod^ktîv'ıti isim verimlilik; üretkenlik;
prodüktivite.
prof. prof.kısaltma professor
profane pro.fane prıfeyn' fiil (kutsal bir şeye) saygısızlık etmek.
sıfat 1. zındık. 2. kutsal olmayan. 3. adi, bayağı. 4. laik.
profanity pro.fan.i.ty prıfän'ıti isim 1. kutsal şeylere saygısızlık.
2. ağız bozukluğu, küfür.

1042
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

profess pro.fess prıfes' isim 1. itiraf etmek, açıkça söylemek;


ilan etmek. 2. iddia etmek, savlamak, taslamak. 3.
(inancını) ikrar etmek, açıkça söylemek.
professed pro.fess.edsıfat 1. itiraf edilmiş. 2. iddia edilen. 3.
sözde.
profession pro.fes.sion prıfeş'ın isim 1. meslek; sanat; işkolu. 2.
iddia. 3. itiraf. 4. inancın açıklanması.
professional pro.fes.sion.al prıfeş'ınıl sıfat 1. mesleğe ait, mesleki. 2.
profesyonel. isim profesyonel.
professionalism pro.fes.sion.al.ismisim profesyonellik.
professor pro.fes.sor prıfes'ır isim profesör.
proffer prof.fer praf'ır fiil teklif etmek, önermek. isim teklif,
önerme.
proficiency pro.fi.cien.cy prıfîş'ınsi isim ustalık, beceri.
proficient pro.fi.cient prıfîş'ınt sıfat yetenekli, usta.
profile pro.file pro'fayl isim 1. profil. 2. kısa biyografi,
karakter portresi. 3. grafik, çizge. fiil profilini yapmak.
profit and loss account kâr ve zarar hesabı.
profit motive kâr güdüsü.
profit sharing kâr dağıtımı.
profit prof.it praf'ît isim 1. kâr, kazanç. 2. fayda, çıkar. fiil 1.
-e kazanç sağlamak. 2. by/from -den yararlanmak, -den
faydalanmak.
profitable prof.it.ablesıfat 1. ekonomi kârlı, kazançlı; rantabl. 2.
yararlı, faydalı.
profiteer prof.i.teer prafıtîr' fiil vurgunculuk yapmak. isim
vurguncu.
profitless prof.it.lesssıfat 1. kârsız. 2. yararsız.
profligate prof.li.gate praf'lıgît, praf'lıgeyt sıfat 1. savurgan,
müsrif; hovarda. 2. sefih, ahlaksız.
profound pro.found prıfaund', profaund' sıfat 1. derin. 2. büyük: a
profound mystery büyük bir sır. I feel a profound
sympathy for her. Onu çok iyi anlıyorum.

1043
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

profuse pro.fuse prıfyus', profyus' sıfat 1. çok, bol. 2. savurgan.


3. cömert.
profusion pro.fu.sion prıfyu'qın, profyu'qın isim çok büyük
miktar, çokluk, bolluk.
progenitor pro.gen.i.tor procen'ıtır isim cet, ata, dede.
progeny prog.e.ny prac'ıni isim 1. soy; torunlar. 2. zooloji
yavrular.
prognosis prog.no.sis pragno'sîs isim (prognoses) 1. tıbbi
prognoz. 2. tahmin.
prognosticate prog.nos.ti.cate pragnas'tıkeyt fiil 1. (bir şeyin
olacağını) önceden haber vermek. 2. -e işaret etmek.
prognostication prog.nos.ti.ca.tionisim 1. (bir şeyin olacağını) önceden
haber verme. 2. işaret, belirti.
program pro.gram pro'gräm, pro'grım isim, bilgisayar program.
fiil, bilgisayar (programmed/programed)
programlamak.
programer pro.gram.er pro'grämır isim bakınız programmer
programme pro.gramme pro'gräm isim, fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız program
programmer pro.gram.mer pro'grämır isim bilgisayar programcısı.
progress prog.ress prıgres' fiil ilerlemek, gelişmek.
progression pro.gres.sion prıgreş'ın isim 1. ilerleme. 2. matematik
dizi: arithmetical progression aritmetik dizi. geometrical
progression geometrik dizi.
progressive assimilation fonetik ilerleyici benzeşme.
progressive paralysis tıbbi ilerleyici felç.
progressive pro.gres.sive prıgres'îv sıfat 1. ilerleyen. 2. ilerici. isim,
politika ilerici kimse.
prohibit pro.hib.it prohîb'ît fiil yasaklamak, menetmek.
prohibition pro.hi.bi.tion prowıbîş'ın isim 1. yasak. 2. yasak emri.
3. içki yasağı.
prohibitionist pro.hi.bi.tion.istisim içki yasağı taraftarı.
prohibitive pro.hib.i.tive prohîb'ıtîv sıfat 1. yasaklayıcı. 2.
engelleyici. 3. fahiş (fiyat).

1044
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

prohibitory pro.hib.i.to.ry prohîb'ıtôri sıfat 1. yasaklayıcı. 2.


engelleyici. 3. fahiş (fiyat).
project proj.ect prac'ekt isim plan, proqe, tasarı.
projectile pro.jec.tile prıcek'tıl, [İngiliz İngilizcesi] prıcek'tayl
isim mermi, atılan cisim.
projection booth sinema makine dairesi.
projection pro.jec.tion prıcek'şın isim 1. fırlatma, atma. 2. çıkıntı,
sundurma. 3. sinema projeksiyon, gösterim. 4. geometri
izdüşüm, izdüşümü.
projectional pro.jec.tion.alsıfat, geometri izdüşümsel.
projectionist pro.jec.tion.istsinema makinist.
projector pro.jec.tor prıcek'tır isim 1. gösterici, proqektör,
sinema makinesi. 2. ışıldak, projektör.
proletarian pro.le.tar.i.an prolıter'iyın isim proleter, emekçi. sıfat
proleter, proletarya özgü, emekçi.
proletariat pro.le.tar.i.at prolıter'iyıt isim proletarya, emekçi sınıf.
prolific pro.lif.ic prolîf'îk sıfat 1. doğurgan. 2. bereketli,
verimli. 3. üretken.
prolificacy pro.lif.i.ca.cy prolîf'ıkısi isim doğurganlık.
prolix pro.lix pro'lîks sıfat 1. uzun, ayrıntılı. 2. yorucu, sıkıcı.
prolog pro.log pro'lôg isim prolog, öndeyiş.
prologue pro.logue pro'lôg isim prolog, öndeyiş.
prolong pro.long prılông' fiil uzatmak, sürdürmek.
prolongation pro.lon.ga.tion prolông.gey'şın isim uzatma, sürdürme.
promenade deck gezinti güvertesi, üst güverte.
promenade prom.e.nade pramıneyd', pramınad' isim 1. yürüyüş,
piyasa. 2. gezinti yeri. fiil gezinmek, piyasa etmek.
prominence prom.i.nenceisim 1. ün. 2. göze çarpan şey. 3. çıkıntı,
burun.
prominent prom.i.nent pram'ınınt sıfat 1. ünlü, önemli. 2. göze
çarpan. 3. çıkıntılı, çıkık.
promiscuity prom.is.cu.i.ty pramîskyu'wıti isim rasgele cinsel ilişki.
promiscuous pro.mis.cu.ous prımîs'kyuwıs sıfat rasgele cinsel
ilişkide bulunan.

1045
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

promise prom.ise pram'îs isim 1. söz, vaat. 2. umut verici şey.


fiil 1. söz vermek, vaat etmek. 2. (belirli bir duruma)
işaret etmek: This weather promises rain. Yağmur
yağacağa benziyor. This promises to be a good game.
İyi bir maç olacağa benziyor.
promising prom.is.ing pram'îsîng sıfat umut verici, geleceği
parlak.
promissory note bono.
promissory prom.is.so.ry pram'ısôri sıfat bakınız promissory note
promontory prom.on.to.ry pram'ıntôri isim, coğrafya burun.
promote pro.mote prımot' fiil 1. ilerletmek. 2. terfi ettirmek. 3.
sınıf geçirmek. 4. reklamını yaparak tanıtmak,
tanıtımını yapmak. 5. geliştirmek, desteklemek.
promoter pro.mot.er prımo'tır isim 1. destekleyen kimse. 2.
girişimci, kurucu. 3. tanıtımcı. 4. spor organizatör.
promotion pro.mo.tion prımo'şın isim 1. terfi. 2. sınıf geçirme;
sınıfını geçme. 3. ticaret reklam, tanıtım.
prompt prompt prampt sıfat 1. çabuk, acele. 2. hazır. isim
sahnede oyuncuya hatırlatılan söz. fiil 1. to (birini) (bir
şey yapmaya) sevketmek, itmek, yöneltmek, (birinin)
(bir şey yapmasına) yol açmak: His curiosity prompted
him to open the red box. Merakı onu kırmızı kutuyu
açmaya itti. 2. tiyatro bir şey hatırlatmak; suflörlük
etmek.
prompter prompt.erisim suflör.
promulgate prom.ul.gate pram'ılgeyt fiil 1. resmen ilan etmek,
duyurmak. 2. hukuk (yasayı) yürürlüğe koymak. 3.
(inanç, düşünce v.b.'ni) yaymak.
pron. pron.kısaltma «pronoun» pronunciation
prone prone pron sıfat 1. yüzükoyun yatmış. 2. eğilimli.
prong prong prông isim 1. çatal dişi. 2. sivri uçlu alet. 3. sivri
uç.
pronoun pro.noun pro'naun isim, dilbilim zamir, adıl.

1046
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pronounce pro.nounce prınauns' fiil 1. telaffuz etmek, söylemek.


2. hukuk kararı bildirmek.
pronounced pro.nounced prınaunst' sıfat 1. belirgin. 2. kesin.
pronouncement pro.nounce.mentisim 1. resmi açıklama; resmi bildiri.
2. hukuk kararı bildirme.
pronto pron.to pran'to zarf, konuşma dili hemen, derhal.
pronunciation pro.nun.ci.a.tion prın^nsiyey'şın isim telaffuz, söyleniş,
söyleyiş.
proof positive kesin bir delil; kesin deliller.
proof sheet matbaacılık prova.
proof proof pruf isim 1. delil, kanıt, tanıt. 2. matbaacılık
prova. 3. fotoğrafçılık ayar. 4. alkol derecesi. 5.
matematik sağlama. sıfat against -e karşı dirençli, -e
karşı dayanıklı.
proofread proof.read pruf'rid fiil (proofread) (pruf'red) provaları
düzeltmek.
proofreader proof.read.erisim düzeltmen.
prop prop prap fiil (propped, propping) 1. desteklemek. 2.
against -e dayamak, -e yaslamak. isim destek.
propaganda prop.a.gan.da prapıgän'dı isim propaganda.
propagandise prop.a.gan.dise prapıgän'dayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız propagandize
propagandist prop.a.gan.distisim propagandacı.
propagandize prop.a.gan.dize prapıgän'dayz fiil propaganda yapmak.
propagate prop.a.gate prap'ıgeyt fiil 1. üretmek, çoğaltmak;
üremek. 2. yaymak.
propane pro.pane pro'peyn isim, kimya propan.
propel pro.pel prıpel' fiil (propelled, propelling) 1. ileriye
doğru sürmek. 2. itmek, sevketmek.
propeller pro.pel.lerisim pervane.
propensity pro.pen.si.ty prıpen'sıti isim (for/to) (-e) eğilim.
proper fraction basit kesir.
proper noun dilbilgisi özel isim.

1047
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

proper prop.er prap'ır sıfat 1. uygun, münasip, yakışır: the


proper time uygun zaman. 2. özel: proper name özel ad.
3. doğru. 4. gerçek. 5. tam.
properly speaking aslında, gerçekte.
properly prop.er.lyzarf 1. esaslı bir şekilde. 2. doğru dürüst;
gerektiği gibi, layıkıyla. 3. uygun bir şekilde. 4.
konuşma dili adamakıllı, bayağı.
property prop.er.ty prap'ırti isim 1. mal. 2. mülk, emlak, arazi:
property tax emlak vergisi. 3. özellik.
prophecy proph.e.cy praf'ısi isim 1. kehanet. 2. tahmin.
prophesy proph.e.sy praf'ısay fiil 1. (bir olayın gerçekleşeceğini)
önceden haber vermek. 2. kehanette bulunmak, gaipten
haber vermek. 3. tahminde bulunmak.
prophet proph.et praf'ît isim 1. peygamber, yalvaç. 2. kâhin.
prophetess proph.et.essisim kadın peygamber.
prophetic pro.phet.ic prıfet'îk sıfat 1. kehanetle ilgili; kehanet
gibi. 2. (olacakları) önceden bildiren. 3. kâhince. 4.
isabetli (tahmin). 5. peygambere özgü.
prophylactic pro.phy.lac.tic profıläk'tîk sıfat, tıbbi hastalıktan
koruyan, koruyucu, profilaktik. isim 1. tıbbi koruyucu
ilaç. 2. prezervatif.
prophylaxis pro.phy.lax.is profıläk'sîs isim, tıbbi (prophylaxes)
profilaksi.
propitiate pro.pi.ti.ate propîş'iyeyt fiil 1. yatıştırmak. 2. gönlünü
almak.
propitious pro.pi.tious propîş'ıs sıfat 1. uygun, elverişli. 2. hayırlı.
proportion pro.por.tion prıpôr'şın isim 1. oran, orantı: the
proportion of births to population nüfusa göre doğum
oranı. 2. hisse, pay. 3. uygunluk. 4. çoğul boyutlar. fiil
oranlamak.
proportional pro.por.tion.alsıfat orantılı.
proportionate pro.por.tion.atesıfat orantılı.
proposal pro.pos.al prıpo'zıl isim 1. öneri, teklif. 2. evlenme
teklifi.

1048
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

propose pro.pose prıpoz' fiil 1. önermek, teklif etmek. 2. niyet


etmek. 3. evlenme teklif etmek.
proposition prop.o.si.tion prapızîş'ın isim 1. öneri, teklif. 2.
konuşma dili girişim, girişme. 3. konuşma dili
uygunsuz teklif. fiil, konuşma dili uygunsuz bir teklifte
bulunmak.
propound pro.pound prıpaund' fiil ileri sürmek, ortaya atmak,
önermek.
proprietary pro.pri.e.tar.y prıpray'ıteri sıfat 1. birinin mülkü olan,
özel. 2. mal sahibine ait. 3. sicilli, tescilli, patentli. 4.
sahip çıkan, sahiplik taslayan.
proprietor pro.pri.e.tor prıpray'ıtır isim mal sahibi.
propriety pro.pri.e.ty prıpray'ıti isim 1. uygunluk. 2. görgü
kurallarına uyma.
propulsion pro.pul.sion prıp^l'şın isim 1. ileriye doğru sürme. 2.
itici güç.
prorate pro.rate proreyt', pro'reyt fiil belirli bir oranda
bölüştürmek/paylaştırmak.
pros and cons lehte ve aleyhte olanlar.
prosaic pro.sa.ic prozey'îk sıfat 1. sıkıcı. 2. yavan, basit. 3.
şiirsellikten yoksun.
prosaical pro.sa.i.cal prozey'îkıl sıfat 1. sıkıcı. 2. yavan, basit. 3.
şiirsellikten yoksun.
proscribe pro.scribe proskrayb' fiil 1. yasaklamak. 2. medeni
haklarını elinden almak.
prose prose proz isim düzyazı, nesir. sıfat düzyazı şeklinde
yazılmış.
prosecute pros.e.cute pras'ıkyut fiil 1. sürdürmek, -e devam
etmek. 2. hukuk aleyhine dava açmak.
prosecuting attorney savcı.
prosecution pros.e.cu.tion prasıkyu'şın isim 1. sürdürme, devam. 2.
hukuk dava. 3. davacı.
prosecutor pros.e.cu.tor pras'ıkyutır isim 1. davacı. 2. savcı.

1049
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

proselyte pros.e.lyte pras'ılayt isim dinini değiştiren kimse. fiil


başkasını kendi dinine çevirmek veya çevirmeye
çalışmak; (başkasını) kendi dinine çevirmek veya
çevirmeye çalışmak.
proselytise pros.e.lyt.ise pras'ılîtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
proselytize
proselytism pros.e.lyt.ism pras'ılıtîzım isim başkalarını kendi dinine
çevirme veya çevirmeye çalışma.
proselytize pros.e.lyt.ize pras'ılîtayz fiil başkasını kendi dinine
çevirmek veya çevirmeye çalışmak; (başkasını) kendi
dinine çevirmek veya çevirmeye çalışmak.
prosody pros.o.dy pras'ıdi isim prosodi, ölçübilim.
prospect pros.pect pras'pekt isim 1. ihtimal, olasılık: The
prospect of his finding a qob is poor. İş bulma ihtimali
az. 2. çoğul başarı şansı: His prospects are excellent.
Onun geleceği parlak. 3. olası müşteri. fiil for (maden)
aramak.
prospective pro.spec.tive prıspek'tîv sıfat 1. beklenen, umulan. 2.
muhtemel, olası.
prospector pro.spec.torisim maden arayıcısı.
prospectus pro.spec.tus prıspek'tıs isim prospektüs, tanıtmalık.
prosper pros.per pras'pır fiil 1. başarılı olmak. 2. gelişmek,
büyümek, zenginleşmek.
prosperity pros.per.i.ty prasper'ıti isim 1. başarı. 2. gönenç, refah.
prosperous pros.per.ous pras'pırıs sıfat 1. işi yolunda. 2. başarılı. 3.
gönençli.
prostate gland prostat.
prostate pros.tate pras'teyt isim prostat.
prosthesis pros.the.sis prasthi'sîs isim (prostheses) protez.
prostitute pros.ti.tute pras'tıtut isim fahişe, orospu. fiil kötü bir
amaçla kullanmak.
prostitution pros.ti.tu.tionisim 1. fahişelik. 2. kötü bir amaçla
kullanma.
prostrate oneself before -in ayağına kapanmak.

1050
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

prostrate oneself secde etmek.


prostrate pros.trate pras'treyt sıfat 1. yüzükoyun yatan. 2. yere
kapanmış. 3. halsiz, bitkin, güçsüz. fiil 1. yere sermek,
yere yıkmak. 2. halsiz bırakmak, güçsüz düşürmek.
prostration pros.tra.tionisim 1. yere kapanma. 2. bitkinlik.
prosy pros.y pro'zi sıfat 1. düzyazı türünden; düzyazı gibi. 2.
can sıkıcı, ağır; sıradan, yavan.
prot- prot-önek birinci, ilk, baş.
protagonist pro.tag.o.nist protäg'ınîst isim 1. öncü, önder. 2.
edebiyat başkişi, başkahraman. 3. başoyuncu.
protasis prot.a.sis prat'ısîs isim, dilbilgisi (protases) koşullu
yantümce.
protect pro.tect prıtekt' fiil korumak, muhafaza etmek.
protecting pro.tect.ingsıfat koruyan.
protection pro.tec.tion prıtek'şın isim koruma, muhafaza.
protectionism pro.tec.tion.ismisim yerli sanayii koruma politikası.
protective pro.tec.tivesıfat koruyucu.
protector pro.tec.torisim koruyucu.
protectorate pro.tec.tor.ate prıtek'tırît isim güçlü bir devletin
koruma ve denetimi altında olan devlet.
protégé pro.té.gé pro'tıqey isim birinin koruması altında olan
kimse.
protégée pro.té.gée pro'tıqey isim, dişil bakınız protégé
protein pro.tein pro'tin, pro'tiyîn isim protein.
protest pro.test prıtest' fiil 1. protesto etmek. 2. itiraz etmek. 3.
ısrarla iddia etmek. isim 1. protesto. 2. itiraz.
protestant prot.es.tant prat'îstınt isim 1. itiraz eden kimse. 2.
büyük harf ile Protestan. sıfat 1. itiraz eden. 2. büyük
harf ile Protestan.
Protestantism Prot.es.tant.ismisim Protestanlık.
protestation prot.es.ta.tion pratîstey'şın isim 1. protesto etme. 2.
itiraz.
proto- proto-önek birinci, ilk, baş.
protocol pro.to.col pro'tıkôl isim 1. protokol. 2. tutanak.

1051
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

proton pro.ton pro'tan isim, kimya, fizik proton.


protoplasm pro.to.plasm pro'tıpläzım isim protoplazma.
prototype pro.to.type pro'tıtayp isim prototip, ilkörnek.
protozoan pro.to.zo.an protızo'wın isim, zooloji birgözeli hayvan,
birgözeli. sıfat, zooloji birgözeli (hayvan).
protract pro.tract proträkt' fiil 1. uzatmak. 2. zooloji dışarıya
uzatmak.
protractor pro.trac.tor proträk'tır isim iletki.
protrude pro.trude protrud' fiil çıkıntı yapmak, dışarı çıkmak;
pırtlamak; dışarı çıkarmak.
protrusion pro.tru.sion protru'qın isim çıkıntı.
protuberance pro.tu.ber.anceisim şiş, yumru, tümsek, çıkıntı.
protuberant pro.tu.ber.ant protu'bırınt sıfat şiş, dışarı fırlamış,
fırlak, yumru gibi, tümsek, çıkık.
proud proud praud sıfat 1. kibirli: He's too proud to
apologize. O kadar kibirli ki özür bile dilemez. 2.
gururlu.
proudly proud.lyzarf gururla, iftiharla.
prove prove pruv fiil (proved, proved/proven) 1. ispatlamak,
kanıtlamak, tanıtlamak. 2. denemek. 3. çıkmak: This car
has proved to be more reliable than I had expected. Bu
araba umduğumdan daha sağlam çıktı.
provenance prov.e.nance prav'ınıns isim kaynak, köken.
proverb prov.erb prav'ırb isim atasözü.
proverbial pro.ver.bi.al prıvır'biyıl sıfat 1. atasözü türünden;
atasözü gibi. 2. herkesçe bilinen, ünlü, meşhur.
provide against -e karşı hazırlıklı olmak.
provide for geçimini sağlamak. 2. -e karşı hazırlıklı olmak.
provide pro.vide prıvayd' fiil 1. sağlamak, bulmak. 2. önceden
hazırlamak. 3. şart koşmak.
provided that koşuluyla, şartıyla: I will lend you the money provided
that you pay me back tomorrow. Yarın bana iade
etmeniz şartıyla size parayı veririm.

1052
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

providence prov.i.dence prav'ıdıns isim 1. Tanrının inayeti, ilahi


takdir. 2. sağgörü. 3. büyük harf ile Allah, Tanrı.
provident prov.i.dentsıfat ihtiyatlı, tedbirli.
providential prov.i.den.tial pravıden'şıl sıfat 1. Allahtan. 2. talihli.
providentialism prov.i.den.tial.ismisim kayracılık, providansiyalizm.
providentialist prov.i.den.tial.istisim kayracı, providansiyalist.
providentially prov.i.den.tial.lyzarf 1. Allahtan. 2. şans eseri.
provider pro.vid.er prıvay'dır isim 1. sağlayan kimse. 2. aile
geçindiren kimse.
province prov.ince prav'îns isim 1. il, vilayet; eyalet. 2. bilgi
alanı. 3. yetki alanı.
provincial pro.vin.cial prıvîn'şıl sıfat 1. vilayete ait. 2. taşralı. 3.
görgüsüz.
provincialism pro.vin.cial.ismisim taşraya özgü âdet veya deyiş
özelliği.
provision pro.vi.sion prıvîq'ın isim 1. hazırlık. 2. koşul, şart. 3.
çoğul erzak; azık. fiil yiyecek veya gerekli şeyleri
sağlamak.
provisional pro.vi.sion.alsıfat geçici, eğreti.
proviso pro.vi.so prıvay'zo isim, hukuk (provisos/provisoes)
(sözleşmeye konulan) kayıt, koşul, şart.
provocation prov.o.ca.tion pravıkey'şın isim 1. kışkırtma, tahrik,
dürtme. 2. provokasyon, kışkırtma. 3. kızdırma,
sinirlendirme.
provocative pro.voc.a.tive prıvak'ıtîv sıfat 1. kışkırtıcı, tahrik edici.
2. kızdırıcı, sinirlendirici. 3. çekici, cazip.
provoke pro.voke prıvok' fiil 1. kışkırtmak, tahrik etmek,
dürtmek. 2. kızdırmak, sinirlendirmek. 3. -e yol açmak,
-e neden olmak.
provost guard askeri polis karakolu.
provost marshal inzibat amiri, adli subay.
provost pro.vost pro'vost, prav'ıst isim 1. resmi amir. 2. dekan.
3. (İskoçya'da) belediye başkanı.
prow prow prau isim, denizcilikle ilgili pruva, baş.

1053
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

prowess prow.ess prau'wîs isim 1. yiğitlik, cesaret. 2. beceri;


yetenek.
prowl car konuşma dili polis arabası.
prowl prowl praul fiil 1. sinsi sinsi dolaşmak. 2. etrafı kolaçan
etmek. isim 1. sinsi sinsi dolaşma. 2. etrafı kolaçan
etme.
proximity prox.im.i.ty praksîm'ıti isim yakınlık.
proxy prox.y prak'si isim 1. vekil. 2. vekillik, vekâlet. 3.
vekâletname.
prude prude prud isim aşırı derecede erdemlilik taslayan
kimse.
prudence pru.denceisim 1. tedbirlilik, sağgörü. 2. tutumluluk.
prudent pru.dent prud'ınt sıfat 1. tedbirli, sağgörülü. 2. tutumlu,
hesabını bilir.
prudery prud.er.y pru'dıri isim aşırı derecede erdemlilik
taslama.
prudish prud.ish pru'dîş sıfat aşırı derecede erdemlilik taslayan.
prune prune prun fiil 1. budamak. 2. fazla kısımları atmak;
kısaltmak; azaltmak.
pruning knife budama bıçağı.
pruning shears bahçıvan makası, bahçe makası.
pruning prun.ingisim budama.
prurient pru.ri.ent prûr'iyınt sıfat 1. şehvet düşkünü. 2. istekli,
arzulu.
pruritic pru.rit.ic prûrît'îk sıfat kaşıntılı.
pruritus pru.ri.tus prûray'tîs isim, tıbbi kaşıntı.
Prussia Prus.sia pr^ş'ı isim, tarih Prusya.
Prussian isim Prusyalı. sıfat 1. Prusya, Prusya'ya özgü. 2.
Prusyalı.
pry into someone's affairs birinin işlerine burnunu sokmak.
pry pry pray fiil into -in gizlisini saklısını araştırmak.
psalm psalm sam isim 1. mezmur. 2. ilahi.
pseud- pseud-önek sahte, yalancı.
pseudo pseu.do su'do sıfat sahte, yalancı, kalp.

1054
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pseudonym pseu.do.nym su'dınîm isim takma ad.


psoriasis pso.ri.a.sis sıray'ısîs isim, tıbbi (psoriases) sedef
hastalığı.
psych oneself up kendini ruhen hazırlamak
psych someone out birinin psikolojisini anlamak. 2. birini ruhen tedirgin
etmek.
psych. psych.kısaltma «psychological» psychologist
psychology
psychasthenia psy.chas.the.ni.a saykästhi'niyı isim, ruhbilim
psikasteni.
psyche psy.che say'ki isim, ruhbilim ruh.
psychiatrist psy.chi.a.tristisim psikiyatr, psikiyatri uzmanı.
psychiatry psy.chi.a.try saykay'ıtri isim psikiyatri.
psychic psy.chic say'kîk sıfat ruhsal, psişik.
psychical psy.chi.cal say'kîkıl sıfat ruhsal, psişik.
psycho- psycho-önek 1. akıl. 2. ruh.
psychoanalysis psy.cho.a.nal.y.sis saykowınäl'ısîs isim psikanaliz.
psychoanalyst psy.cho.a.na.lystisim psikanalist.
psychoanalyze psy.cho.an.a.lyze saykowän'ılayz fiil psikanaliz
yapmak.
psychologic psy.cho.log.ic saykılac'îk sıfat ruhbilimsel, psikoloqik.
psychological psy.cho.log.i.cal saykılac'îkıl sıfat ruhbilimsel,
psikoloqik.
psychologically psy.cho.log.i.callyzarf psikoloqik bakımdan.
psychologist psy.cho.log.istisim psikolog, ruhbilimci.
psychology psy.chol.o.gy saykal'ıci isim ruhbilim, psikoloqi.
psychopath psy.cho.path say'kopäth isim ruh hastası, psikopat.
psychopathologic psy.cho.path.o.log.ic saykopäthılac'îk sıfat
psikopatoloqik.
psychopathological psy.cho.path.o.log.i.cal saykopäthılac'îkıl sıfat
psikopatoloqik.
psychopathology psy.cho.pa.thol.o.gy saykopıthal'ıci isim psikopatoloqi.
psychopathy psy.chop.a.thy saykap'ıthi isim psikopati.

1055
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

psychosis psy.cho.sis sayko'sîs isim (psychoses) akıl hastalığı,


psikoz.
psychosomatic psy.cho.so.mat.ic saykosomät'îk sıfat psikosomatik.
psychotherapist psy.cho.ther.a.pistisim psikoterapist.
psychotherapy psy.cho.ther.a.py saykother'ıpi isim psikoterapi.
pt. pt.kısaltma «part» past tense payment pint point port
ptosis pto.sis to'sîs isim, tıbbi (ptoses) kıpıklık.
pub pub p^b isim, konuşma dili meyhane, birahane.
puberty pu.ber.ty pyu'bırti isim ergenlik çağı, buluğ çağı.
pubic pu.bic pyu'bîk sıfat kasık kemiğine ait.
public debt devlet borcu.
public domain kamu arazisi. 2. halkın malı.
public enemy halk düşmanı.
public health halk sağlığı.
public holiday resmi tatil günü.
public house han, otel. 2. İngiliz İngilizcesi meyhane, birahane.
public law kamu hukuku, amme hukuku.
public library halk kütüphanesi.
public nuisance kamu için zararlı olan davranış.
public opinion kamuoyu.
public prosecutor savcı.
public relations halkla ilişkiler.
public revenue devlet geliri.
public revenues devlet geliri.
public school devlet okulu. 2. İngiliz İngilizcesi özel okul.
public sector kamu kesimi, kamu sektörü.
public servant devlet memuru.
public service kamu hizmeti.
public utilities (elektrik, su gibi) kamu hizmeti kuruluşları.
public works bayındırlık işleri.
public pub.lic p^b'lîk sıfat 1. halka ait, umumi. 2. herkese ait.
3. açık, aleni. isim 1. halk, ahali, kamu, umum. 2.
seyirciler.
public-address system (havaalanı, alışveriş merkezi v.b.'nde) hoparlör sistemi.

1056
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

publication pub.li.ca.tion p^blıkey'şın isim 1. yayımlama, yayım. 2.


yayın.
publicise pub.li.cise p^b'lısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
publicize
publicity pub.lic.i.ty p^blîs'ıti isim 1. umuma açık olma. 2.
açıklık, alenilik. 3. şöhret. 4. reklam, tanıtım; ilan.
publicize pub.li.cize p^b'lısayz fiil ilan etmek.
publicly pub.lic.lyzarf 1. alenen. 2. halk tarafından.
public-spirited pub.lic-spir.it.ed p^b'lîkspîr'îtîd sıfat yardımsever.
publish the banns bir çiftin belirli bir tarihte evleneceklerini ilan etmek,
nikâh kâğıtlarını askıya çıkarmak.
publish pub.lish p^b'lîş fiil 1. yayımlamak. 2. (kitap, dergi
v.b.'ni) bastırmak. 3. ilan etmek, açıklamak.
publisher pub.lish.erisim yayımcı.
publishing house yayınevi.
publishing pub.lish.ingisim 1. yayımlama. 2. yayımcılık.
pucker puck.er p^k'ır fiil 1. buruşturmak, kırıştırmak;
buruşmak, kırışmak. 2. (dudaklarını) büzmek;
(dudakları) büzülmek.
pudding pud.ding pûd'îng isim muhallebi, puding.
puddle pud.dle p^d'ıl isim su birikintisi, gölcük.
pudgy pudg.y p^c'i sıfat tıknaz, bodur.
puerile pu.er.ile pyu'wırıl, pyu'rıl sıfat çocukça, çocuksu.
Puerto Rican Puer.to Ri.can pôr'tı ri'kın Porto Riko, Porto Riko'ya
özgü. 2. Porto Rikolu.
Puerto Rico Puer.to Ri.co pôr'tı ri'ko Porto Riko.
puff on -i tüttürmek, -i tüttürerek içmek.
puff out şişinmek. 2. abartarak övünmek. 3. (saç) kabartmak. 4.
şişirmek.
puff up şişinmek. 2. abartarak övünmek. 3. (saç) kabartmak. 4.
şişirmek.
puff puff p^f isim 1. ani bir esinti. 2. küme: a puff of smoke
duman kümesi. 3. nefes: He took a puff on his cigarette.
Sigarasından bir nefes çekti. 4. beze, yumurta akıyla

1057
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yapılan kurabiye. 5. pudra ponponu. 6. saç lülesi. 7.


yorgan. fiil püflemek.
puffball puff.ball p^f'bôl isim 1. botanik kurtmantarı. 2.
olgunlaşmış karahindiba tohumlarının çiçek sapından
kopmadan önceki beyaz ve tüy gibi top hali.
puffin puf.fin p^f'în isim kutupmartısı.
puffy puffysıfat kabarık, şişkin.
pug nose ucu kalkık basık burun.
pug pug p^g isim buldoğa benzeyen ufak bir cins köpek.
pugilism pu.gi.lismisim boksörlük.
pugilist pu.gi.list pyu'cılîst isim boksör.
pugnacious pug.na.cious p^gney'şıs sıfat kavgacı, hırçın.
pugnaciously pug.na.cious.lyzarf hırçınlıkla.
pugnaciousness pug.na.cious.nessisim kavgacılık.
pugnacity pug.nac.i.ty p^gnäs'ıti isim kavgacılık.
puke puke pyuk fiil, argo kusmak; kusturmak. isim kusma.
pull a boner büyük bir gaf yapmak, büyük bir pot kırmak.
pull a long face suratını asmak.
pull an all-nighter bütün gece çalışmak.
pull apart çekip ayırmak.
pull at one's heartstrings -i çok duygulandırmak; -in yüreğini cız ettirmek.
pull away çekip ayırmak; çekilip ayrılmak.
pull down yıkmak. 2. moralini bozmak, üzmek.
pull for -e yardım etmek, -i desteklemek. 2. konuşma dili -e
bağlılığını bildirmek.
pull in one's horns daha dikkatli olmak.
pull off -i çekip çıkarmak. 2. argo -i başarıyla yapmak, -i
başarmak.
pull one's rank üstünlüğünü kabul ettirmek.
pull one's weight gerekli gayreti göstermek.
pull oneself together kendini toparlamak, toparlanmak.
pull out all the stops elinden geleni yapmak.
pull out -i çekip çıkarmak. 2. of -den ayrılmak.

1058
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pull someone through birini ağır bir hastalıktan sağ salim kurtarmak. 2. birini
zor bir durumdan kurtarmak. 3. birini (bir yerden)
çekmek.
pull someone's leg birine takılmak, birini işletmek, biriyle dalga geçmek.
pull something through bir şeyi zor bir durumdan kurtarmak. 2. bir şeyi (bir
yerden) çekmek.
pull strings konuşma dili perde arkasında nüfuzlu birinin
etkisini/iltimasını sağlamak, piston/torpil kullanmak.
pull the door to kapıyı kapamak/kapatmak.
pull the wool over someone's eyes konuşma dili birini aldatmak, birine oyun oynamak.
pull through (ağır bir hastalıktan) sağ salim kurtulmak. 2. (zor bir
durumdan) kurtulmak.
pull to pieces paramparça etmek.
pull together işbirliği yapmak. 2. elde bulunanlardan meydana
getirmek.
pull up stakes (başka yere taşınmak üzere) pılıyı pırtıyı toplayıp
gitmek.
pull up ileri gitmek. 2. sökmek. 3. durmak; durdurmak.
pull pull pûl fiil 1. çekmek; koparmak. 2. sürüklemek. 3. bir
nefes çekmek. isim 1. çekiş, çekme. 2. tutamaç. 3.
dayanıklılık. 4. iltimas, kayırma, piston, arka. 5.
uğraşma, gayret.
pulley pul.ley pûl'i isim, makine makara; kasnak.
pullover pull.o.ver pûl'ovır isim süveter, kazak.
pulmonary pul.mo.nar.y p^l'mıneri sıfat 1. akciğere ait; akciğeri
etkileyen. 2. akciğeri olan.
pulp pulp p^lp isim 1. meyve eti. 2. kâğıt hamuru. fiil hamur
haline getirmek.
pulpit pul.pit pûl'pît isim minber; kürsü.
pulpy pulp.y p^l'pi sıfat etli, özlü.
pulsate pul.sate p^l'seyt fiil (nabız) atmak, (yürek) çarpmak.
pulse pulse p^ls isim 1. nabız, nabız atışı. 2. genel eğilim. fiil
(nabız) atmak, (yürek) çarpmak.

1059
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pulverise pul.ver.ise p^l'vırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız


pulverize
pulverize pul.ver.izefiil ezmek, ezip toz haline koymak; ezilip toz
haline gelmek.
puma pu.ma pyu'mı isim puma, yenidünyaaslanı.
pumice pum.ice p^m'îs isim süngertaşı, ponza. fiil
süngertaşıyla temizlemek/parlatmak, ponzalamak.
pummel pum.mel p^m'ıl fiil bakınız pommel
pump handle pompa kolu.
pump up -i pompayla şişirmek.
pump pump p^mp isim 1. pompa. 2. tulumba. fiil 1.
pompalamak. 2. tulumbayla çekmek. 3. out (bir
yerdeki) suyu boşaltmak. 4. ağzını aramak.
pumping station pompalama istasyonu.
pumpkin pie balkabağı turtası, balkabaklı turta.
pumpkin pump.kin p^mp'kîn isim balkabağı, helvacıkabağı,
kestanekabağı.
pun pun p^n isim sözcük oyunu, cinas. fiil (punned,
punning) sözcük oyunu yapmak.
punch bowl punç kâsesi.
punch punch p^nç fiil yumruklamak, yumruk atmak. isim 1.
yumruk. 2. kuvvet, etki.
punching bag boks armuttop.
punctilious punc.til.i.ous p^ngktîl'iyıs sıfat (ayrıntılar ve
resmiyette) fazla titiz.
punctiliously punc.til.i.ous.lyzarf titizlikle.
punctual punc.tu.al p^ngk'çuwıl sıfat dakik.
punctuality punc.tu.al.i.ty p^ngkçuwäl'ıti isim dakiklik.
punctuate punc.tu.ate p^ngk'çuweyt fiil noktalamak, noktalama
işaretleri koymak.
punctuation marks dilbilgisi noktalama işaretleri.
punctuation punc.tu.a.tion p^ngkçuwey'şın isim, dilbilgisi 1.
noktalama. 2. noktalama işareti.

1060
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

puncture punc.ture p^ngk'çır isim 1. delme. 2. göz, ufak delik. 3.


patlak. fiil 1. delmek. 2. patlatmak. 3. söndürmek,
değersizliğini/anlamsızlığını ortaya koymak.
pundit pun.dit p^n'dît isim uzman.
pungent pun.gent p^n'cınt sıfat 1. sert, acı, keskin. 2. iğneleyici.
punish pun.ish p^n'îş fiil cezalandırmak.
punishable pun.ish.ablesıfat cezalandırılabilir.
punishment pun.ish.mentisim 1. cezalandırma. 2. ceza.
punitive pu.ni.tive pyu'nıtîv sıfat cezalandırıcı, cezai.
Punjab Pun.jab p^ncab', p^n'cab isim bakınız the Punqab
Punjabi isim 1. Pencaplı. 2. Pencapça. sıfat 1. Pencap, Pencap'a
özgü. 2. Pencaplı. 3. Pencapça.
punk punk p^ngk isim, argo 1. serseri. 2. çeteci, gangster.
puny pu.ny pyu'ni sıfat 1. çelimsiz, sıska, cılız, zayıf. 2.
önemsiz, ufak.
pup tent iki kişilik ufak çadır.
pup pup p^p isim 1. köpek yavrusu, enik, encik. 2. kurt
yavrusu. 3. fok yavrusu. fiil (pupped, pupping) (köpek,
kurt, fok v.b.) yavrulamak.
pupa pu.pa pyu'pı isim, zooloji (pupae/pupas) pupa.
pupil pu.pil pyu'pıl isim öğrenci.
puppet government kukla hükümet.
puppet play kukla oyunu, kukla.
puppet show kukla oyunu, kukla.
puppet pup.pet p^p'ît isim kukla.
puppeteer pup.pet.eerisim kuklacı.
puppetry pup.pet.ryisim kuklacılık.
puppy pup.py p^p'i isim köpek yavrusu.
purchase pur.chase pır'çıs isim 1. satın alma, alım. 2. satın alınan
şey. 3. sıkı tutma, kavrama. fiil 1. satın almak. 2. ele
geçirmek, kazanmak. 3. manivela ile kaldırmak veya
çekmek.
purchaser pur.chaserisim müşteri, alıcı.
purchasing power satın alma gücü.

1061
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

pure and simple sadece, yalnızca.


pure pure pyûr sıfat 1. saf, arı; som, has. 2. kusursuz,
lekesiz. 3. masum.
purebred pure.bred pyûr'bred sıfat, isim safkan.
purée pu.rée pyûrey', pyûr'ey isim püre. fiil -i püre haline
getirmek.
purely pure.lyzarf 1. sadece, yalnızca. 2. tamamen, bütünüyle.
purgative pur.ga.tive pır'gıtîv isim, sıfat müshil, pürgatif.
purgatory pur.ga.to.ry pır'gıtôri isim Araf.
purge purge pırc fiil 1. temizlemek, arındırmak. 2. politika
tasfiye etmek.
purification pu.ri.fi.ca.tion pyûrıfıkey'şın isim arındırma; arınma.
purify pu.ri.fy pyûr'ıfay fiil 1. temizlemek, arındırmak;
arınmak. 2. temize çıkarmak. 3. sadeleştirmek.
puritan pu.ri.tan pyûr'ıtın isim, sıfat püriten.
puritanical pu.ri.tan.i.cal pyûrıtän'îkıl sıfat püriten.
purity pu.ri.ty pyûr'ıti isim 1. temizlik, saflık, arılık. 2.
masumluk.
purl purl pırl fiil çağıldayarak akmak.
purloin pur.loin pırloyn' fiil çalmak, aşırmak.
purple language küfür.
purple passage süslü yazı.
purple pur.ple pır'pıl isim, sıfat mor, erguvani, eflatun.
purport pur.port pır'pôrt isim anlam, mana. fiil 1. ..
görünümünde olmak, gibi görünmek; ... iddiasında
olmak.
purpose pur.pose pır'pıs isim 1. niyet, maksat, amaç. 2. karar.
purposeful pur.pose.fulsıfat 1. maksatlı. 2. anlamlı.
purposeless pur.pose.lesssıfat 1. maksatsız. 2. anlamsız.
purposely pur.pose.lyzarf kasten, bile bile.
purr purr pır fiil 1. (kedi) mırlamak. 2. (motor) hırıldamak.
purse snatcher kapkaççı.
purse purse pırs isim 1. para kesesi; para çantası. 2. el
çantası. 3. hazine: public purse devlet hazinesi. 4. para

1062
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ödülü. 5. para bağışı. fiil 1. (dudaklarını) büzmek. 2.


keseye koymak.
purslane purs.lane pırs'leyn isim semizotu.
pursuance pur.su.ance pırsu'wıns isim bakınız in pursuance of
pursuant zarfto -e göre.
pursue pur.sue pırsu' fiil 1. kovalamak, peşine düşmek,
izlemek, takip etmek. 2. sürdürmek: She is pursuing her
studies at the university. Öğrenimini üniversitede
sürdürüyor. 3. peşinde olmak, gerçekleştirmeye
çalışmak.
pursuit pur.suit pırsut' isim 1. kovalama, izleme, takip. 2.
uğraş, iş. 3. peşinde olma, gerçekleştirmeye çalışma.
purulence pu.ru.lenceisim cerahat toplama, irinlenme.
purulent pu.ru.lent pyûr'ılınt sıfat cerahatli, irinli.
purvey pur.vey pırvey' fiil sağlamak, tedarik etmek.
purveyor pur.vey.or pırvey'ır isim satıcı; sağlayan kimse.
purview pur.view pır'vyu isim 1. alan (Soyut anlamda
kullanılır.): That's not within the purview of the Tax
Office. Vergi Dairesi'nin yetki alanına girmiyor o. Does
that come within your purview? O senin bilgi alanına
giriyor mu? 2. (bir yasanın) hüküm alanı.
pus pus p^s isim cerahat, irin.
push away itip defetmek.
push back geriye itmek.
push down aşağı itmek.
push forward ileri sürmek veya itmek.
push in itip içeri sokmak.
push off denizcilikle ilgili avara etmek. 2. argo gitmek, kaçmak.
Push off! İngiliz İngilizcesi, argo Defol!
push one's luck şansını zorlamak, şansına fazla güvenmek.
push one's way ite kaka ilerlemek.
push someone around birine amir gibi davranmak.
push something on someone bir şeyi birine zorla kabul ettirmek.
push the panic button konuşma dili paniğe kapılmak.

1063
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

push through zorla kabul ettirmek.


push up daisies gebermek.
push up yukarı sürmek.
push push pûş fiil 1. itmek, dürtmek. 2. sürmek, sevketmek,
yürütmek. 3. (düğme v.b.'ne) basmak. 4. sıkıştırmak,
tazyik etmek. 5. konuşma dili yasadışı yoldan
(uyuşturucu) satmak. isim 1. itme, itiş, sürme. 2.
hücum. 3. gayret, çaba.
pushed for time vakti dar.
pushover push.o.ver pûş'ovır isim, konuşma dili 1. kolay aldanan
kimse, yemlik. 2. kolay iş.
Pushto Push.to p^ş'to isim, sıfat bakınız Pushtu
Pushtu Push.tu p^ş'tu isim, sıfat Peştuca, Afganca.
pusillanimous pu.sil.lan.i.mous pyusılän'ımıs sıfat korkak, ödlek,
yüreksiz.
puss puss pûs isim, konuşma dili kedi.
pussy pus.sy pûs'i isim, kaba 1. *am. 2. cinsel ilişki.
pussyfoot pus.sy.foot pûs'ifût fiil kendi fikrini belirtmemek.
pussyfooter pus.sy.foot.erisim fikrini belirtmeyen kimse.
pustule pus.tule p^s'çul, p^s'tyul isim sivilce; irinli kesecik.
put a bold face on (zor bir durum) karşısında cesaret göstermek.
put a call through telefon etmek.
put a crimp in konuşma dili engel olmak.
put a flea in one's ear ihtar etmek, kulağını bükmek.
put a spoke in someone's wheel birini engellemek, birinin tekerine çomak/taş koymak.
put a stop to -e son vermek.
put a whammy on someone birine uğursuzluk getiren bir büyü yapmak.
put about (gemi) yön değiştirmek. 2. (geminin) başını çevirmek.
put across konuşma dili 1. etkili bir şekilde
iletmek/anlatmak/açıklamak/söylemek. 2. -i yutturmak.
3. kabul ettirmek.
put an animal out of its misery hayvanı öldürerek acılarına son vermek.
put an animal to sleep hayvanı iğneyle verilen ilaçla öldürmek.
put an embargo on -e ambargo koymak.

1064
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

put an end to -e son vermek.


put away ortadan kaldırmak, saklamak. 2. tımarhaneye kapamak.
3. içeri atmak, hapse atmak. 4. (bir hayvanı)
merhametten dolayı öldürmek. 5. (yemeği) mideye
indirmek, götürmek; (içeceği) yuvarlamak, götürmek.
put back geri koymak. 2. eski yerine koymak. 3. ilerlemesine
engel olmak. 4. reddetmek. 5. denizcilikle ilgili yoldan
geri dönmek.
put by ilerisi için saklamak.
put down aşağı koymak, yere koymak, indirmek. 2. (isyan
v.b.'ni) bastırmak. 3. kaydetmek, yazmak. 4. argo
küçümsemek; küçük düşürmek.
put forth (yaprak, çiçek, filiz v.b.'ni) vermek. 2. ileri sürmek. 3.
çıkarmak, yayımlamak.
put forward önermek, ileri sürmek. 2. (saati) ileri almak.
put in a good word for someone biri için iyi şeyler söylemek.
put in an appearance kısa bir süre kalıp gitmek, görünmek.
put in one's two cents worth fikrini söylemek, görüşünü belirtmek.
put in parentheses parantez içine almak.
put in pledge rehine koymak.
put in prison hapsetmek.
put in içeri koymak, sokmak. 2. arzetmek. 3. takmak. 4.
limana girmek. 5. (bir iş için) (zaman) harcamak.
put into commission sefere hazırlamak. 2. tamir etmek.
put into effect uygulamak.
put into orbit yörüngeye oturtmak.
put into practice uygulamaya koymak.
put off an appointment bir randevuyu ertelemek.
put off ertelemek. 2. (giysiyi) çıkarmak. 3. vazgeçirmek. 4.
with ile atlatmak. 5. denizcilikle ilgili -den ayrılmak.
put on a mask maske takmak.
put on airs çalım/caka satmak, poz takınmak.
put on an act poz yapmak.
put on the brake frene basmak.

1065
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

put on the brakes frene basmak.


put on the feedbag yemek yemek.
put on the map konuşma dili meşhur etmek, ismini duyurmak.
put on the market satışa çıkarmak.
put on weight kilo almak.
put on giymek. 2. (sahte bir hava) takınmak. 3. açmak. 4.
atfetmek, üzerine yüklemek. 5. (kilo) almak.
put one's best foot forward iyi bir tesir bırakmak için elinden geleni yapmak.
put one's cards on the table konuşma dili ne düşündüğünü açıkça söylemek.
put one's finger on -in üstüne basmak.
put one's foot down ayak diremek.
put one's foot in it pot kırmak, gaf yapmak.
put one's foot in one's mouth pot kırmak, gaf yapmak.
put one's foot into it pot kırmak, gaf yapmak.
put one's head in the lion's mouth tehlikeye atılmak, kellesini koltuğuna almak.
put one's house in order işlerini düzene koymak.
put one's shoulder to the wheel gayretle çalışmaya başlamak.
put out feelers konuşma dili sondaq yapmak.
put out of commission işlemez hale getirmek. 2. yıkmak, mahvetmek.
put out of the way öldürmek, ortadan kaldırmak.
put out to pasture emekliye ayırmak.
put out söndürmek. 2. (ışığı) kapamak. 3. sinir etmek,
sinirlendirmek.
put over (bir işin) başına getirmek. 2. to -e ertelemek, -e
bırakmak. 3. etkili bir şekilde
iletmek/anlatmak/açıklamak.
put someone in a flutter birini heyecana düşürmek.
put someone in mind of konuşma dili -e birini hatırlatmak, birini aklına
getirmek: She put him in mind of his aunt. Ona
teyzesini hatırlattı.
put someone in the shade birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
put someone on a diet birini perhize sokmak.
put someone on the spot birini zor bir duruma sokmak/düşürmek, birini zor bir
durumda bırakmak.

1066
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

put someone on konuşma dili birini işletmek, biriyle dalga geçmek.


put someone onto birine (birini) tavsiye etmek, birine (birini) salık
vermek.
put someone out of her misery birini öldürerek acılarına son vermek. 2. birinin
çaresine bakmak, birini öldürmek. 3. birini sıkıntılı bir
durumdan kurtarmak.
put someone out of his misery birini öldürerek acılarına son vermek. 2. birinin
çaresine bakmak, birini öldürmek. 3. birini sıkıntılı bir
durumdan kurtarmak.
put someone out of one's mind birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
put someone over against birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese
etmek.
put someone right about (yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl
olduğunu söylemek: I'm going to go over there this
minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin
ne olduğunu anlatacağım.
put someone right (yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl
olduğunu söylemek: I'm going to go over there this
minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin
ne olduğunu anlatacağım.
put someone through his paces bir kimsenin yeteneğini denemek.
put someone through the wringer konuşma dili anasından emdiği sütü burnundan
getirmek, birine güçlük/sıkıntı çektirmek; birinin
imanını gevretmek; birini cendereye sokmak/koymak,
birini çok sıkıştırmak.
put someone to shame birini utandırmak/mahcup etmek; birini rezil etmek. 2.
birini gölgede bırakmak.
put someone to sleep birini uyutmak; birine uyku vermek.
put someone to the test birini zora koşmak.
put someone under arrest tutuklamak.
put someone up to birini (kötü bir şey yapmaya) ikna etmek.
put someone wise to konuşma dili birini (birinden/bir şeyden) haberdar
etmek; birine (bir şeyi) çaktırmak.
put someone's nose out of joint konuşma dili birini gücendirmek.

1067
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

put something back bir şeyi yerine koymak. 2. bir şeyi geciktirmek.
put something by bir şeyi saklamak, bir şeyi bir kenara koymak.
put something in someone's mind bir şeyi birinin aklına koymak.
put something in storage bir şeyi depoya koymak.
put something in the shade birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
put something on the back burner konuşma dili bir şeyi şimdilik askıya almak.
put something out of one's head bir şeyi unutmak/unutturmak.
put something out of one's mind birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
put something over against birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese
etmek.
put something over on someone bir şeyi birine yutturmak/kakalamak.
put something to a vote bir şeyi oya/oylamaya koymak.
put something to one side bir şeyi bir kenara bırakmak.
put something to rights bir şeyi düzene sokmak/koymak; bir şeyi yoluna
koymak.
put something to shame bir şeyi gölgede bırakmak.
put store by -i önemsemek, -e önem vermek.
put store on -i önemsemek, -e önem vermek.
put the cart before the horse tersine iş görmek.
put the finger on -i ihbar etmek, -i gammazlamak, -i ele vermek.
put the record straight herhangi bir yanılgıyı gidermek için olayı doğru bir
şekilde anlatmak.
put the screws on konuşma dili (birini) sıkıştırmak.
put the shot spor gülle atmak.
put the wind up someone birini korkutmak. 2. birini sinirlendirmek.
put their heads together baş başa verip düşünmek.
put through a call to -e telefon etmek.
put through gerçekleştirmek. 2. (bir yasa tasarısını) (meclisten)
geçirmek. 3. (telefon eden birini) -e bağlamak.
put to bed yatağına yatırmak. konuşma dili 1. (gazete, dergi,
v.b.'ni) baskıya hazırlamak.
put to death öldürmek.
put to flight kaçırmak.
put to rights düzeltmek.

1068
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

put to sea denize açılmak.


put to use kullanmak.
put too much stress on -i fazlasıyla vurgulamak. 2. (bir yapıdaki eleman) -e
fazla yük olmak/bindirmek.
put two and two together konuşma dili sağduyusunu/aklını kullanarak mantıklı
bir sonuca varmak.
put under a ban yasaklamak.
put up a poor show başarılı olmamak, yaptığı iyi olmamak.
put up for sale satılığa çıkarmak.
put up with -e katlanmak, -i çekmek.
Put up your hands! Eller yukarı!
put upon -i sömürmek, -i kullanmak.
put words into someone's mouth birinden izin almadan onun adına konuşmak.
put put pût fiil (put, putting) koymak, yerleştirmek.
putative pu.ta.tive pyu'tıtîv sıfat farzedilen, varsayılan.
putrefy pu.tre.fy pyu'trıfay fiil 1. çürümek, bozulmak;
çürütmek. 2. kokmak, kokuşmak; kokutmak. 3. kangren
olmak.
putrid pu.trid pyu'trîd sıfat çürük, çürümüş, bozuk, kokmuş,
kokuşmuş, kokuşuk.
putridity pu.trid.ityisim 1. çürüklük. 2. kokuşma.
putridness pu.trid.nessisim 1. çürüklük. 2. kokuşma.
putt putt p^t isim, golf topu deliğe sokmak için hafif vuruş.
fiil (topa) hafifçe vurmak.
putter put.ter p^t'ır fiil about ufak tefek işlerle meşgul olmak,
oyalanmak.
putty put.ty p^t'i isim camcı macunu. fiil macunlamak.
put-up job danışıklı dövüş.
put-up put-up pût'^p sıfat danışıklı.
puzzle out kafa yorarak çözmek.
puzzle over -i çok düşünmek.
puzzle puz.zle p^z'ıl isim 1. bilmece; bulmaca. 2. mesele,
sorun. 3. şaşkınlık, hayret. 4. anlaşılmaz kimse. fiil

1069
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

şaşırtmak, hayrete düşürmek; şaşırmak, hayrete


düşmek.
puzzling puz.zling p^z'lîng sıfat 1. şaşırtıcı. 2. üzücü.
pygmy pyg.my pîg'mi isim, sıfat cüce.
pyjamas py.ja.mas pıca'mız isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
paqamas
pylon py.lon pay'lan isim çelik direk, pilon.
pyoderma py.o.der.ma payodır'mı isim, tıbbi irinli deri,
piyodermit.
pyogenesis py.o.gen.e.sis payıcen'ısîs isim, tıbbi irinlenim,
irinlenme, piyogeni, piyogenez.
pyogenic py.o.gen.ic payıcen'îk sıfat, tıbbi irinyapan, piyogenik.
pyopoiesis py.o.poi.e.sis payıpoyi'sîs isim, tıbbi irinlenim,
irinlenme.
pyorrhea py.or.rhe.a payıri'yı isim, tıbbi piyore, dişeti iltihabı.
pyracantha pyr.a.can.tha payrıkän'thı isim, botanik ateşdikeni.
pyramid pyr.a.mid pîr'ımîd isim piramit.
pyre pyre payr isim ölüyü yakmaya özgü odun yığını.
pyrethrum py.re.thrum payri'thrım isim pireotu, pirekapan,
nezleotu.
Pyrex Py.rex pay'reks isim payreks.
pyrite py.rite pay'rayt isim, mineraloji pirit.
pyrography py.rog.ra.phy payrag'rıfi isim dağlama resmi, yakma
resim, pirogravür.
pyrogravure py.ro.gra.vure payrıgrıvyûr' isim bakınız pyrography
pyrosis py.ro.sis payro'sîs isim, tıbbi mide ekşimesi.
pyrotechnic py.ro.tech.nic payrıtek'nîk sıfat piroteknik.
pyrotechnics py.ro.tech.nics payrıtek'nîks isim 1. piroteknik,
pirotekni. 2. askeri piroteknik mühimmat. 3. piroteknik
gösteri.
Pyrrhic victory fazla pahalıya mal olan zafer; büyük kayıplarla
kazanılan başarı.
Pyrrhic Pyr.rhic pîr'îk sıfat bakınız Pyrrhic victory
python py.thon pay'than isim, zooloji piton.

1070
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

q. j.kısaltma «quart» quarter quarterly question


Qatar Qa.tar k^tar', ka'tar isim Katar.
Qatari isim Katarlı. sıfat 1. Katar, Katar'a özgü. 2. Katarlı.
qibla jib.la kîb'lı isim kıble, namazda yönelinen yön.
qiblah jib.lah kîb'lı isim bakınız qibla
qt. jt.kısaltma «quantity» quart
qu. ju.kısaltma question
quack doctor şarlatan hekim.
quack juack kwäk isim, sıfat şarlatan.
quadrangle juad.ran.gle kwad'räng.gıl isim 1. avlu. 2. geometri
dörtgen.
quadrilateral juad.ri.lat.er.al kwadrılät'ırıl sıfat, geometri dört
kenarlı.
quadruped juad.ru.ped kwad'rûped sıfat dört ayaklı. isim dört
ayaklı hayvan.
quadruple juad.ru.ple kwad'rûpıl, kwadru'pıl sıfat dört kat: I want
quadruple this amount. Bu miktarın dört katını
istiyorum.
quaff juaff kwaf, kwäf fiil içmek, kana kana içmek. isim
içim.
quagmire juag.mire kwäg'mayr isim batak, bataklık.
quail juail kweyl isim bıldırcın.
quaint juaint kweynt sıfat antika, yabansı, acayip, tuhaf.
quaintly juaint.lyzarf acayip bir şekilde.
quaintness juaint.nessisim antikalık, acayiplik, tuhaflık.
quake juake kweyk fiil 1. titremek. 2. sarsılmak.
Quaker Quak.er kwey'kır isim bir Protestan tarikatı üyesi,
Kuveykır.
qualification jual.i.fi.ca.tion kwalıfıkey'şın isim 1. nitelik, özellik:
He has all the qualifications. Bütün niteliklere sahip. 2.
şart, kayıt: with many jualifications birçok şartlarla. 3.
dilbilgisi niteleme.
qualified jual.i.fied kwal'ıfayd sıfat 1. kalifiye, nitelikli, vasıflı,
ehliyetli: a qualified worker kalifiye bir işçi. 2. ehliyetli,

1071
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ehliyeti olan: a jualified driver ehliyetli bir şoför. 3.


şartlı, kısıtlı, sınırlı.
qualify jual.i.fy kwal'ıfay fiil 1. hak kazanmak, ehliyet
kazanmak; hak kazandırmak. 2. kısıtlamak,
sınırlandırmak. 3. nitelendirmek. 4. hafifletmek. 5.
dilbilgisi nitelemek.
qualitative jual.i.ta.tive kwal'ıteytîv sıfat niteliksel, nitel.
quality jual.i.ty kwal'ıti isim 1. nitelik, vasıf. 2. kalite, nitelik:
average juality orta nitelik. high juality yüksek kalite.
poor juality düşük kalite. juality control kalite kontrolü.
3. özellik: a person's good qualities bir kimsenin iyi
özellikleri. 4. üstünlük. 5. meziyet.
qualm jualm kwam isim vicdan azabı.
qualms of conscience vicdan azabı.
quandary juan.da.ry kwan'dıri, kwan'dri isim 1. şüphe, ikircim;
hayret, şaşkınlık. 2. ikilem.
quantify juan.ti.fy kwan'tıfay fiil miktarını belirtmek; miktarını
belirlemek, ölçmek.
quantitative juan.ti.ta.tive kwan'tıteytîv sıfat nicel.
quantitatively juan.ti.ta.tive.lyzarf nicel olarak.
quantity juan.ti.ty kwan'tıti isim 1. nicelik: Quality is more
important than quantity. Nitelik nicelikten daha
önemlidir. 2. miktar: a negligible juantity önemsiz bir
miktar. 3. çoğul miktar: in small juantities az miktarda.
He buys in large juantities. Külliyetli miktarda satın
alır.
quantum leap önemli bir atılım.
quantum juan.tum kwan'tım isim (quanta) 1. miktar, tutar. 2.
pay, hisse. 3. fizik kuantum, nicem.
quarantine juar.an.tine kwôr'ıntin isim karantina. fiil karantinaya
almak.
quarrel juar.rel kwôr'ıl isim kavga, çekişme; bozuşma. fiil
(quarreled/quarrelled, quarreling/quarrelling) kavga
etmek, çekişmek; bozuşmak.

1072
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

quarrelsome sıfat kavgacı; ters, huysuz.


quarry juar.ry kwôr'i isim av.
quart juart kwôrt isim galonun dörtte biri, kuart.
quarter deck kıç güvertesi.
quarter hour çeyrek saat.
quarter note müzik dörtlük.
quarter juar.ter kwôr'tır isim 1. dörtte bir, çeyrek: a quarter of
the amount miktarın dörtte biri. 2. çeyrek: It's juarter to
two. İkiye çeyrek var. 3. 25 sent. 4. yılın dörtte biri, üç
aylık süre. 5. öğretim yılının dörtte biri. 6. mahalle,
semt. 7. yön, taraf. 8. çoğul kışla. 9. çoğul konut,
mesken, ikametgâh. fiil 1. dörde ayırmak, dörde
bölmek. 2. (in/with) (birini) (bir yere veya birinin
yanına) yerleştirmek: They juartered him with an
engineer's family. Onu bir mühendis ailesinin yanına
yerleştirdiler.
quarterback juar.ter.back kwôr'tırbäk isim, Amerikan futbolu oyunu
idare eden oyuncu. fiil, konuşma dili -i idare etmek.
quarterdeck juar.ter.deck kwôr'tırdek isim, denizcilikle ilgili kıç
güverte.
quarterfinal juar.ter.fi.nal kwôrtırfay'nıl isim çeyrek final.
quarterly juar.ter.ly kwôr'tırli sıfat üç ayda bir verilen veya olan.
isim üç ayda bir yayımlanan süreli yayın. zarf üç ayda
bir.
quartermaster juar.ter.mas.ter kwôr'tırmästır isim, askeri levazım
subayı.
quartet juar.tet kwôrtet' isim, müzik dörtlü, kuartet.
quartette juar.tette kwôrtet' isim, müzik dörtlü, kuartet.
quartz crystal kuvars kristali.
quartz juartz kwôrts isim kuvars.
quash juash kwaş fiil 1. hukuk iptal etmek, feshetmek,
kaldırmak, bozmak. 2. (isyan v.b.'ni) bastırmak; (duygu,
umut v.b.'ni) yok etmek: We shall juash those hopes of
his. O umutlarının kökünü kazıyacağız.

1073
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

quasi- juasi-önek benzeri.


quassia juas.sia kwaş'iyı, kwas'iyı isim 1. acıağaç, kavasya. 2.
acıağaç/kavasya tentürü.
quatrain juat.rain kwat'reyn isim, edebiyat dörtlük, kıta.
quaver jua.ver kwey'vır fiil 1. titremek. 2. titrek sesle şarkı
söylemek veya konuşmak. isim 1. titreme. 2. ses
titremesi.
quay juay ki isim rıhtım, iskele.
queasy juea.sy kwi'zi sıfat 1. midesi bulanmış. 2. mide
bulandırıcı. 3. midesi kolayca bulanan.
Queen Anne's lace isim (Queen Anne's lace) kırlarda yetişen beyaz çiçekli
bir havuç türü.
queen bee arıbeyi, anaarı.
queen consort kralın karısı olan kraliçe.
queen dowager dul kraliçe.
queen mother ana kraliçe.
queen jueen kwin isim 1. kraliçe. 2. arıbeyi, anaarı. 3. satranç
vezir. 4. iskambil oyunları kız. 5. argo ibne.
queenlike sıfat kraliçe gibi.
queenly jueen.lysıfat 1. kraliçe gibi. 2. kraliçeye yakışır.
queer fish garip bir kimse, tuhaf bir kimse, antika, kaşmerdikoz.
queer jueer kwîr sıfat 1. acayip, tuhaf, garip. 2. argo
homoseksüel.
quell juell kwel fiil 1. (isyan v.b.'ni) bastırmak. 2. (korku,
endişe v.b.'ni) gidermek veya yatıştırmak.
quench one's thirst susuzluğunu gidermek.
quench juench kwenç fiil 1. (susuzluğu) gidermek. 2. (ateş,
yangın v.b.'ni) söndürmek. 3. (isyan v.b.'ni) bastırmak;
(duygu, umut v.b.'ni) yok etmek. 4. (çeliğe) su vermek.
querulous juer.u.lous kwer'ılıs sıfat şikâyetçi, titiz, aksi.
query jue.ry kwîr'i isim 1. soru. 2. kuşku, şüphe. fiil 1.
(birine) soru sormak. 2. -in doğruluğunu sormak.
quest juest kwest isim arama, araştırma. fiil for -i aramak, -i
araştırmak.

1074
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

question mark dilbilgisi soru işareti, soru imi.


question jues.tion kwes'çın isim 1. soru. 2. sorun, mesele. 3.
kuşku, şüphe. fiil 1. soru sormak. 2. sorguya çekmek:
The police are juestioning the suspect. Polisler sanığı
sorguya çekiyorlar. 3. -den şüphe etmek: I question his
honesty. Dürüstlüğünden şüphe ediyorum.
questionable jues.tion.ablesıfat 1. kuşkulu, şüpheli. 2. kesin
olmayan.
questionnaire jues.tion.naire kwesçıner' isim 1. anket, sormaca. 2.
form, belge.
queue up kuyruğa girmek.
queue jueue kyu isim sıra, kuyruk. fiil 1. kuyruğa girmek. 2.
kuyruk olmak.
quibble juib.ble kwîb'ıl isim baştan savma cevap, kaçamaklı
söz. fiil 1. kaçamaklı cevap vermek. 2. önemsiz şeyler
üzerinde durmak. 3. tartışma konusu yapmak.
quick on the trigger eli tetikte. 2. hazırcevap, kafası çabuk işler.
quick on the uptake konuşma dili 1. hazırcevap. 2. uyanık.
quick juick kwîk sıfat 1. çabuk, hızlı: as quick as I can
elimden geldiği kadar çabuk. quick returns çabuk gelen
kazanç. 2. anlayışlı, kavrayışlı, zeki. isim tırnağın
altındaki hassas et.
quicken juick.en kwîk'ın fiil 1. çabuklaştırmak, hızlandırmak;
çabuklaşmak, hızlanmak. 2. canlandırmak, diriltmek;
canlanmak, dirilmek.
quickie juick.ie kwîk'i isim, konuşma dili 1. çabuk
içilen/içilmiş içki. 2. çarçabuk sevişme/aşk yapma. 3.
çabuk yapılan/yapılmış şey. sıfat çabuk
yapılan/yapılmış.
quicklime juick.lime kwîk'laym isim sönmemiş kireç.
quickly juick.lyzarf çabuk, çabucak, süratle, hızla.
quickness juick.nessisim çabukluk, sürat, hız.
quicksand juick.sand kwîk'sänd isim bataklık kumu.
quick-tempered juick-tem.pered kwîk'tempırd sıfat çabuk kızar.

1075
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

quick-witted juick-wit.ted kwîk'wît'îd sıfat zeki, kavrayışlı.


quid pro quo juid pro juo kwîd' pro kwo' (verilen bir şeye) karşılık:
If we give this to them we must insist on a juid pro juo.
Bunu onlara verirsek, karşılığını istememiz şart.
quid juid kwîd isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili bir
sterlin.
quiescent jui.es.cent kwayes'ınt sıfat hareketsiz, sakin.
quiet down susmak. 2. yatışmak, sakinleşmek.
quiet jui.et kway'ît sıfat 1. sessiz, sakin. 2. hareketsiz, dingin.
3. rahat. 4. yumuşak huylu, sessiz, uslu. 5. gösterişsiz.
isim 1. sessizlik, sükût. 2. rahat, huzur, sükûnet, asayiş.
fiil 1. susturmak. 2. yatıştırmak, sakinleştirmek.
quietism jui.et.ism kway'ıtîzım isim dingincilik.
quietly jui.et.lyzarf yavaşça, sessizce, hareketsizce.
quill pen tüy kalem.
quill juill kwîl isim 1. kuş kanadının büyük tüyü, yelek,
telek, teleke; kuyruk teleği. 2. içi boş olan tüy sapı. 3.
tüy kalem. 4. kirpi oku.
quilt juilt kwîlt isim yorgan.
quilted juilt.ed kwîl'tîd sıfat kapitone.
quince juince kwîns isim ayva.
quinine jui.nine kway'nayn, [İngiliz İngilizcesi] kwînin' isim
kinin.
quintal juin.tal kwîn'tıl isim kental, 388 kilogramlık ağırlık
birimi.
quintessence juin.tes.sence kwîntes'ıns isim 1. öz, cevher. 2.
mükemmel bir örnek; tipik bir örnek.
quintessential juin.tes.sen.tial kwîntîsen'şıl sıfat özbeöz; su
katılmamış; tam bir: That is quintessential mediocrity.
Sıradanlığın ta kendisi o.
quintet juin.tet kwîntet' isim, müzik kuintet, beşli.
quintette juin.tette kwîntet' isim, müzik kuintet, beşli.
quintillion juin.til.lion kwîntîl'yın isim kentilyon.
quintuple juin.tu.ple kwîn'tûpıl, kwîntu'pıl sıfat beş kat, beş misli.

1076
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

quintuplet juin.tu.pletisim 1. beş şeyden meydana gelen takım. 2.


beşizlerden biri.
quip juip kwîp isim 1. espri, nükte, latife. 2. taş, şakayla
karışık iğneli söz. fiil (juipped, juipping) 1. espri
yapmak. 2. taş atmak, şakayla karışık iğneli söz
söylemek.
quirk juirk kwırk isim 1. acayiplik. 2. tuhaf davranış. 3.
mimarlık kabartmalı süslemede girinti.
quit juit kwît fiil (quit/quitted, quitting) 1. bırakmak,
vazgeçmek: He juit smoking cigarettes. Sigara içmekten
vazgeçti./Sigarayı bıraktı. 2. kesilmek, durmak, dinmek:
The motor suddenly quit. Motor duruverdi. It's quit
raining. Yağmur dindi. 3. -i terketmek, -den çekip
gitmek: They juit the town. Kasabadan çekip gittiler. 4.
ayrılmak: She quit her qob. İşinden ayrıldı.
quite a bit epey: You've grown juite a bit. Epey büyüdün. I
haven't seen her for juite a bit. Epeydir görmedim onu.
2. sık sık: They go there quite a bit. Oraya sık sık
gidiyorlar.
quite a few birçok.
quite a Ne ...! (Beğeni ve şaşkınlık belirtir.) : She's juite a
woman! Ne kadındır o! That was juite a party! Ne
partiydi ama! 2. epey (bir miktar): I saw quite a few
parrots there. Orada epey papağan gördüm. 3. bayağı:
He's developed into juite a hunter. Bayağı iyi bir avcı
oldu.
quite an Ne ...! (Beğeni ve şaşkınlık belirtir.) : She's juite a
woman! Ne kadındır o! That was juite a party! Ne
partiydi ama! 2. epey (bir miktar): I saw quite a few
parrots there. Orada epey papağan gördüm. 3. bayağı:
He's developed into juite a hunter. Bayağı iyi bir avcı
oldu.
Quite so. İngiliz İngilizcesi Tabii.

1077
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

quite juite kwayt zarf 1. tam, tamamen: I'm not quite through
yet. Henüz tam bitirmiş değilim. I don't quite know
what to say. Ne diyeceğimi bilemiyorum. "Is it ready?"
"Not quite." "Hazır mı?" "Az kaldı." I'd quite forgotten
it. Onu tamamen unuttum. Quite right, sir! Çok
haklısınız beyefendi! He's not quite the man for the qob.
Tam o işin adamı değil. Not quite all of them have
come yet. Henüz hepsi gelmedi. 2. bayağı, pek: She's
juite good at her job. İşinde bayağı iyidir o.
quitter juit.ter kwît'ır isim, konuşma dili işleri hep yarıda
bırakan kimse.
quiver juiv.er kwîv'ır fiil titremek; titretmek. isim titreme.
quixotic juix.ot.ic kwîksat'îk sıfat donkişotça, donkişotvari.
quixotical juix.ot.i.cal kwîksat'îkıl sıfat donkişotça, donkişotvari.
quixotism juix.o.tism kwîk'sıtîzım isim donkişotluk.
quiz program radyo, televizyon bilgi yarışması.
quiz juiz kwîz isim 1. kısa sınav, küçük imtihan. 2. sorgu.
fiil (juizzed, juizzing) (birine) çok soru sormak, (birini)
sorguya çekmek.
quizzical juiz.zi.cal kwîz'îkıl sıfat 1. sorgulayıcı (bakış, tavır
v.b.). 2. alaylı ve keyifli (gülüş, bakış v.b.).
quorum juo.rum kwôr'ım isim yetersayı.
quota juo.ta kwo'tı isim 1. hisse, pay. 2. kontenjan. 3. kota.
quotation mark dilbilgisi tırnak işareti.
quotation juo.ta.tion kwotey'şın isim 1. alıntılama, aktarma. 2.
alıntı, aktarma.
quote juote kwot fiil 1. aktarmak, alıntılamak, alıntı yapmak.
2. (birinin) söylediklerini tekrarlamak. 3. fiyat koymak;
fiyat vermek. isim, konuşma dili 1. alıntı, aktarma. 2.
tırnak işareti.
quoth juoth kwoth fiil, eski dedim; dedi. (Bu fiilin başka kipi
yoktur. Özne daima fiilden sonra gelir: quoth I , quoth
he ).
quotient juo.tient kwo'şınt isim, matematik bölüm.

1078
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

R R, r ar isim R, İngiliz alfabesinin on sekizinci harfi.


R.A.F. R.A.F. ar'ey'ef İngiliz İngilizcesi, kısaltma the Royal
Air Force (Kraliyet Hava Kuvvetleri.)
r.p.m. r.p.m., rpm ar'pi'em kısaltma revolutions per minute
dakikada devir.
r.p.s. r.p.s., rps ar'pi'es kısaltma revolutions per second
saniyede devir.
R.S.V.P. R.S.V.P. ar'es'vi'pi' kısaltma Répondez s'il vous plaît.
L.C.V (Lütfen cevap veriniz.)
rabbi rab.bi räb'ay isim haham.
rabbit rab.bit räb'ît isim tavşan.
rabble rab.ble räb'ıl isim insan kalabalığı, insan sürüsü, güruh.
rabid rab.id räb'îd sıfat 1. kudurmuş, kuduz. 2. öfkeden
kudurmuş. 3. fanatik.
rabies ra.bies rey'biz isim kuduz.
raccoon rac.coon räkun' isim rakun.
race against time zamanla yarışmak.
race won by a length bir at veya kayık boyu ile kazanılan yarış.
race race reys isim 1. yarış, koşu. 2. akıntı. fiil 1. yarışmak;
yarıştırmak. 2. hızlı gitmek; koşmak. 3. (atı) dörtnala
koşturmak; (aracı) hızlı sürmek. 4. (avaradaki moturu)
hızlı çalıştırmak. 5. (beyin, kalp) çok hızlı çalışmak.
racecourse race.course reys'kôrs isim 1. İngiliz İngilizcesi (at için)
parkur; hipodrom. 2. parkur. 3. yarış pisti.
racehorse race.horse reys'hôrs isim yarış atı.
racer racerisim 1. yarış atı. 2. yarış arabası.
racetrack race.track reys'träk isim 1. yarış pisti. 2. (at için)
parkur; hipodrom.
racial ra.cial rey'şıl sıfat ırksal.
racialism ra.cial.ism rey'şılîzım isim, İngiliz İngilizcesi ırkçılık.
racialist ra.cial.istisim, sıfat, İngiliz İngilizcesi ırkçı.
racism rac.ism rey'sîzım isim ırkçılık.
racist rac.istisim ırkçı.
rack and ruin yıkım, harabiyet.

1079
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rack one's brains bayağı/çok düşünmek, kafa patlatmak.


rack rack räk isim 1. (otobüs, tren ve vapurda) (çubuklardan
oluşan) raf; (otomobilin üstünde) portbagaj. 2. bir çift
geyik boynuzu.
racket rack.et räk'ît isim raket.
racketeer rack.et.eer räkıtîr' isim haraççı; mafya üyesi.
racquet rac.juet räk'ît isim bakınız racket
racy rac.y rey'si sıfat 1. komik ve biraz açık saçık. 2. canlı,
renkli (üslup).
radar ra.dar rey'dar isim radar.
radial ra.di.al rey'diyıl sıfat radyal, ışınsal.
radian ra.di.an rey'diyın isim, geometri radyan.
radiance ra.di.ance rey'diyıns parlaklık, aydınlık.
radiant ra.di.ant rey'diyınt sıfat 1. ışın yayan, parlak. 2. neşe
saçan.
radiate ra.di.ate rey'diyeyt fiil 1. ışın yaymak. 2. ışın halinde
yayılmak. 3. yaymak, saçmak.
radiation ra.di.a.tion reydiyey'şın isim radyasyon, ışınım.
radiator ra.di.a.tor rey'diyeytır isim radyatör.
radical rad.i.cal räd'îkıl sıfat radikal; kökten; köktenci. isim
radikal, köktenci.
radicalism rad.i.cal.ism räd'îkılîzım isim radikalizm, köktencilik.
radio frequency radyo frekansı.
radio link radyolink.
radio operator telsizci.
radio station radyo istasyonu.
radio ra.di.o rey'diyo isim 1. radyo. 2. telsiz. fiil telsizle
göndermek/duyurmak: We radioed for help. Telsizle
imdat istedik.
radioactive ra.di.o.ac.tive reydiyowäk'tîv sıfat radyoaktif, ışınetkin.
radioactivity ra.di.o.ac.tiv.ityisim, fizik radyoaktivite, ışınetki,
ışınetkinlik.
radiologist ra.di.ol.o.gist reydiyal'ıcîst isim radyolog, ışınbilimci.
radiology ra.di.ol.o.gy reydiyal'ıci isim radyoloqi, ışınbilim.

1080
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

radiotherapy ra.di.o.ther.a.py reydiyother'ıpi isim radyoterapi.


radish rad.ish räd'îş isim kırmızıturp.
radium ra.di.um rey'diyım isim, kimya radyum.
radius ra.di.us rey'diyıs isim (radii/radiuses) yarıçap.
raffia raf.fi.a räf'iyı isim rafya.
raffle raf.fle räf'ıl isim piyango. fiil off piyangoda hediye
olarak dağıtmak.
raft raft räft isim sal. fiil (suyun üzerinde) salla
gitmek/taşımak.
rafter raft.er räf'tır isim çatı kirişi, kiriş.
raftsman rafts.man räfts'mın isim (raftsmen) salcı.
rag doll bez bebek.
rag rag räg fiil, konuşma dili (ragged, ragging) -e takılmak,
ile şaka yapmak. isim, İngiliz İngilizcesi şaka, oyun.
ragamuffin rag.a.muf.fin räg'ım^fîn isim üstü başı perişan çocuk.
rage rage reyc isim 1. gazap; hırs; hışım. 2. coşku, heyecan.
3. moda, çok rağbet gören şey. It's the rage these days!
O şimdi çok moda! fiil 1. hırsla veryansın etmek/verip
veriştirmek. 2. (bir olay) şiddetle devam etmek: The
storm was raging without. Dışarıda fırtına şiddetle
esiyordu.
ragged rag.ged räg'îd sıfat 1. yırtık pırtık. 2. hırpani, perişan
kılıklı, giysileri yırtık pırtık. 3. kenarları eğri büğrü
kesilmiş.
raid raid reyd isim 1. baskın; polis baskını. 2. akın. fiil 1.
baskın yapmak. 2. akın etmek.
raider raid.erisim 1. baskıncı. 2. akıncı.
rail against -e sövüp saymak.
rail at -e sövüp saymak.
rail rail reyl fiil sövüp saymak.
railing rail.ing rey'lîng isim 1. küpeşte; tırabzan küpeştesi;
parmaklık küpeştesi. 2. parmaklık, korkuluk; tırabzan.
3. tahta parmaklıktaki yatay sırık.
railroad station tren istasyonu.

1081
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

railroad rail.road reyl'rod isim demiryolu.


railway station tren istasyonu.
railway rail.way reyl'wey isim demiryolu.
rain cats and dogs bardaktan boşanırcasına yağmak, yağmur boşanmak,
gök delinmek.
rain check yağmur yüzünden iptal edilen maç, gösteri, konser v.b.
yerine ilerisi için verilen bilet. 2. Çekici bulunan bir
davet reddedildiği zaman kullanılır: I'll take a rain
check./Give me a rain check. Alacağım olsun.
rain forest yağmur ormanı.
rain or shine ne olursa olsun.
rain rain reyn isim yağmur. fiil 1. yağmur yağmak. 2.
yağmur gibi boşanmak. 3. yağmur gibi yağdırmak.
rainbow rain.bow reyn'bo isim gökkuşağı.
raincoat rain.coat reyn'kot isim yağmurluk.
raindrop rain.drop reyn'drap isim yağmur damlası.
rainfall rain.fall reyn'fôl isim yağış miktarı.
rainy rain.y rey'ni sıfat yağmurlu.
raise a blockade ablukayı kaldırmak.
raise hell karışıklık çıkarmak, kıyamet koparmak.
raise someone's curiosity birinin merakını uyandırmak, birinin dikkatini çekmek.
raise the roof çok gürültü yapmak.
raise raise reyz fiil 1. (yukarı) kaldırmak: He raised his hand.
Elini kaldırdı. 2. yükseltmek, artırmak. 3. (para)
toplamak. 4. (hayvan, ekin) yetiştirmek; (çocuk)
büyütmek/yetiştirmek. 5. -e sebep olmak: It raised a
laugh among them. Onları güldürdü. Don't raise a dust!
Etrafı tozutma! You've raised our hopes. Bizi
umutlandırdınız. 6. ileri sürmek, söylemek: Don't raise
any objections! Hiç bir itirazda bulunma!
raisin rai.sin rey'zın isim kuru üzüm.
rake in money çok para kazanmak.
rake someone over the coals birini şiddetle azarlamak, birini haşlamak.

1082
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rake something up bir şeyi çıkarıp ortaya dökmek, eski defterleri


karıştırmak.
rake rake reyk isim, bahçıvanlık tırmık. fiil 1. tırmıkla
toplamak. 2. (toprağı) tırmıklamak. 3. askeri (ateşle)
taramak. 4. together -i zar zor bir araya getirmek.
rakeoff rake.off reyk'ôf isim (yasadışı bir kazançtan alınan)
pay.
rally ral.ly räl'i fiil 1. (birilerini) toplamak; toplanmak. 2.
harekete geçirmek; canlandırmak. 3. moral vermek,
cesaretlendirmek. 4. (düştükten sonra) (fiyatları)
artırmak; (fiyatlar) artmaya başlamak. 5. to/around
(birinin) yardımına koşmak; (bir davayı) desteklemek.
6. (hasta veya yorgun kişi) kendini toparlamak. isim 1.
(birilerini) toplama; toplanma. 2. (düşüşten sonra)
(fiyatlarda) artış. 3. (hasta veya yorgun kişi) kendini
toparlama. 4. (birini veya bir davayı desteklemek için
yapılan) toplantı; miting. 5. otomotiv ralli.
ram someone down one's throat konuşma dili birini/bir şeyi birine zorla kabul ettirmek,
birinin gırtlağına basarak birini/bir şeyi kabul ettirmek.
ram someone down someone's throat birine birini/bir şeyi zorla kabul ettirmek.
ram something down one's throat konuşma dili birini/bir şeyi birine zorla kabul ettirmek,
birinin gırtlağına basarak birini/bir şeyi kabul ettirmek.
ram something down someone's throat birine birini/bir şeyi zorla kabul ettirmek.
RAM RAM räm isim, kısaltma Random-Access Memory
Ramadan Ram.a.dan rämıdan' isim Ramazan.
Ramazan Ram.a.zan rämızan' isim Ramazan.
ramble ram.ble räm'bıl fiil 1. gezinmek, dolaşmak, dolanmak.
2. konuyu dağıtmak. 3. (bitki) gelişigüzel yayılıp
büyümek. isim gezinme, gezinti.
rambunctious ram.bunc.tious rämb^nk'şıs sıfat, konuşma dili 1.
neşeli, gürültülü. 2. delişmen; ele avuca sığmaz.
ramification ram.i.fi.ca.tion rämıfıkey'şın isim kol, şube, dal.
ramify ram.i.fy räm'ıfay fiil dallanıp budaklanmak; kollara
ayrılmak.

1083
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ramp ramp rämp isim rampa.


rampage ram.page räm'peyc isim yakıp yıkma.
rampant ram.pant räm'pınt sıfat 1. dal budak salmış, her tarafa
yayılmış; fışkırmış; azgın (bitki). 2. aşırı boyutlara
varmış, alıp yürümüş, gemi azıya almış, kol gezen.
rampart ram.part räm'part, räm'pırt isim kale duvarı, sur; siper.
ramshackle ram.shack.le räm'şäkıl sıfat harap, yıkık.
ran ran rän fiil bakınız run
ranch ranch ränç isim hayvan çiftliği.
rancid ran.cid rän'sîd sıfat ekşimiş, kokmuş, küflü (yağ).
rancor ran.corisim garaz, kin.
rancorous ran.cor.oussıfat garazlı; garaz dolu.
rancour ran.cour räng'kır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız rancor
random ran.dom rän'dım sıfat rasgele, gelişigüzel, tesadüfi.
Random-Access Memory bilgisayar rasgele erişimli bellek.
Random-Access Ran.dom-Ac.cess rän'dım.äk'ses sıfat bakınız Random-
Access Memory

randy ran.dy rän'di sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili seks


yapma arzusuyla yanıp tutuşan, seks yapmaya her
zaman hazır, şehvet dolu (erkek).
rang rang räng fiil bakınız ring
range range reync isim 1. alan, saha. 2. mera, otlak. 3. (bitki
veya hayvanın doğal olarak yetiştiği) alan/alanlar. 4.
sıra, dizi. 5. erim, menzil. 6. (yemek pişirmeye yarayan
üstü ocaklı) fırın; kuzine, kuzina. 7. _istatistik_ dağılım.
rank above -den daha yüksek rütbede olmak, rütbece -den üstün
olmak.
rank below (birinden) aşağı bir rütbede olmak.
rank rank rängk isim 1. sıra, dizi, saf. 2. askeri rütbe. 3.
derece, mertebe, mevki, aşama; makam. fiil 1.
derecelendirmek, sıraya koymak. 2. (belirli bir grubun)
içinde olmak, (belirli bir gruptan) biri sayılmak.

1084
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ranking rank.ingsıfat 1. askeri en yüksek rütbeli. 2. en yüksek


mevkide/makamda olan.
rankle ran.kle räng'kıl fiil acısı unutulmamak.
ransack ran.sack rän'säk fiil 1. iyice araştırmak, altını üstüne
getirmek. 2. yağma etmek.
ransom ran.som rän'sım isim fidye, kurtulmalık. fiil fidye ile
kurtarmak.
rant rant ränt fiil bağırarak atıp tutmak/yüksekten atmak,
yüksek perdeden konuşmak.
rap rap räp isim hafif vuruş; tıklatma. fiil (rapped, rapping)
hafifçe vurmak; tıklatmak.
rapacious ra.pa.cious rıpey'şıs sıfat 1. yırtıcı. 2. açgözlü, doymak
bilmez.
rapaciousness ra.pa.cious.nessisim açgözlülük.
rape rape reyp fiil -in ırzına geçmek, -e tecavüz etmek. isim
1. ırza geçme, tecavüz. 2. yağmalayıp yakıp yıkma.
rapid rap.id räp'îd sıfat çabuk, hızlı, tez, süratli.
rapidity ra.pid.i.ty rıpîd'ıti isim hız, sürat.
rapidly ra.pid.lyzarf hızla, süratle.
rapids rap.idsisim, çoğul bir akarsuyun hızla akan türbülanslı
kısımları.
rapist rap.ist rey'pîst isim tecavüz eden adam.
rapprochement rap.proche.ment räprôşman' isim uzlaşma.
rapt rapt räpt sıfat 1. kendinden geçmiş. 2. çok dalmış.
rapture rap.ture räp'çır isim kendinden geçme, aşırı sevinç.
rare rare rer sıfat nadir, az bulunur.
rarely rare.lyzarf nadiren.
rarity rar.i.ty rer'ıti isim 1. nadirlik, seyreklik. 2. nadir şey.
rascal ras.cal räs'kıl isim yaramaz; kerata.
rase rase reyz fiil bakınız raze
rash rash räş sıfat fazla aceleci, atılgan.
rasp rasp räsp fiil raspalamak, eğelemek, törpülemek. isim
1. raspa, eğe, (iri dişli) törpü. 2. (törpü sesine benzeyen)
kulak tırmalayıcı ses.

1085
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

raspberry rasp.ber.ry räz'beri isim ahududu, ağaççileği, frambuaz.


rasping rasp.ingsıfat kulak tırmalayıcı, rahatsız eden (ses).
raspy rasp.ysıfat kulak tırmalayıcı, rahatsız eden (ses).
rat race keşmekeş, koşuşturma.
rat rat rät isim sıçan. fiil (ratted, ratting) argoon -i
gammazlamak.
ratchet ratch.et räç'ît isim 1. (mandallı çark için) mandal,
cırcır. 2. mandallı çark, cırcırlı makara.
rate of exchange kur, döviz kuru.
rate of interest faiz oranı.
rate rate reyt isim 1. oran, nispet; sıklık: death rate ölüm
oranı. rate of interest faiz oranı. 2. değer, fiyat, ücret:
hourly rate saat başına ücret. 3. hız, sürat. 4. sınıf, çeşit.
5. İngiliz İngilizcesi emlak vergisi oranı. 6. İngiliz
İngilizcesi emlak vergisi. fiil 1. değer biçmek. 2.
saymak, farzetmek, olarak görmek. 3. among -den biri
sayılmak. 4. değerlendirmek. 5. sınıflandırmak. 6.
konuşma dili hak etmek.
rather rath.er rädh'ır, ra'dhır zarf 1. -mektense: I decided to
visit a friend rather than go home. Eve gitmektense bir
arkadaşı ziyaret etmeye karar verdim. 2. -den ziyade, -
den çok: This place is rather like a museum than a
home. Burası, evden ziyade müzeye benziyor. 3.
oldukça, epeyce, bir hayli: He's getting along rather
well with his fellow workers. İş arkadaşlarıyla oldukça
iyi geçiniyor. 4. daha doğrusu. 5. tersine, aksine.
Rather! İngiliz İngilizcesi, konuşma dili Hem de nasıl!
ratification rat.i.fi.ca.tionisim onaylama; onaylanma.
ratify rat.i.fy rät'ıfay fiil onaylamak, tasdik etmek.
rating rat.ing rey'tîng isim 1. sınıflama. 2. sınıf, kategori.
ratio ra.tio rey'şo, rey'şiyo isim oran, nispet.
ration ra.tion räş'ın, rey'şın isim 1. pay, hisse. 2. vesika ile
verilen miktar. 3. tayın, er azığı. fiil vesika ile
dağıtmak; karneye bağlamak.

1086
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rational ra.tion.al räş'ınıl sıfat 1. akıl sahibi, mantıklı, makul. 2.


ussal, rasyonel. 3. matematik rasyonel.
rationalise ra.tion.al.ise räş'ınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
rationalize
rationalism ra.tion.al.ism räş'ınılîzım isim akılcılık, rasyonalizm.
rationalist isim akılcı, rasyonalist.
rationality ra.tion.al.i.ty räşınäl'ıti isim 1. ussallık, rasyonalite. 2.
mantıklılık.
rationalize ra.tion.al.ize räş'ınılayz fiil 1. (sağlam olmayan bir
mantıkla) (bir şeyi) haklı göstermeye çalışmak. 2.
mantığa göre açıklamak; mantıklı kılmak.
rattan rat.tan rätän', rıtän' isim hezaren, hintkamışı.
rattle off ezbere söylemek.
rattle on cır cır ötmek, durmadan konuşmak.
rattle rat.tle rät'ıl fiil takırdamak, tıkırdamak; takırdatmak,
tıkırdatmak. isim 1. takırtı, tıkırtı. 2. çıngırak, çıngırdak.
rattlebrain rat.tle.brain rät'ılbreyn isim kuş beyinli kimse.
rattlebrained rat.tle.brain.edsıfat kuş beyinli, tın tın.
rattlesnake rat.tle.snake rät'ılsneyk isim çıngıraklıyılan.
rattling rat.tling rät'lîng sıfat 1. takırdayan, tıkırdayan. 2.
konuşma dili canlı. zarf, konuşma dili son derece, çok.
raucous rau.cous rô'kıs sıfat yüksek ve bet (ses).
raunchy raun.chy rôn'çi sıfat, konuşma dili 1. çok açık saçık. 2.
rezil, pespaye.
ravage rav.age räv'îc fiil yakıp yıkmak, kasıp kavurmak.
ravages rav.agesisim zarar; zararlar.
rave review (kitap, film v.b. hakkında) övgü dolu yazı.
rave rave reyv fiil 1. çılgınca bağırıp çağırmak, hezeyan
etmek. 2. about -i çok övmek, -i göklere çıkarmak.
ravel rav.el räv'ıl fiil, isim (raveled/ravelled,
raveling/ravelling) açmak, çözmek, sökmek.
raven ra.ven rey'vın isim kuzgun.
ravenous rav.en.ous räv'ınıs sıfat çok aç.
ravenously rav.en.ous.lyzarf aç kurt gibi.

1087
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ravine ra.vine rıvin' isim genişçe ve derin dere çukuru, dere.


raving rav.ing rey'ving sıfat çılgınca bağırıp çağıran. isim
çılgınca bağırıp çağırma.
ravioli ra.vi.o.li räviyo'li, raviyo'li, ravyo'li isim İtalyan usulü
mantı.
ravish rav.ish räv'îş fiil ırzına geçmek, tecavüz etmek.
ravishing rav.ish.ingsıfat enfes, müthiş güzel.
raw material hammadde.
raw recruit (silahlı kuvvetlere gönüllü olarak yazılmış/askere
alınmış) acemi er.
raw raw rô sıfat 1. çiğ, pişmemiş. 2. ham, işlenmemiş: raw
material hammadde. 3. terbiye edilmemiş. 4.
olgunlaşmamış. 5. soğuk. 6. acemi, toy, tecrübesiz.
rawboned raw.boned rô'bond' sıfat bir deri bir kemik kalmış,
kaburgaları çıkmış.
rawhide raw.hide rô'hayd isim ham deri.
ray ray rey isim vatoz; tırpana, rina.
rayon ray.on rey'an isim suni ipek.
raze raze reyz fiil yıkıp yerle bir etmek.
razor blade jilet.
razor strop ustura kayışı.
razor ra.zor rey'zır isim 1. tıraş makinesi. 2. ustura.
razor-sharp ra.zor-sharp rey'zır.şarp sıfat çok keskin, qilet gibi.
re- re-önek 1. geri, geriye doğru: re call, re trace. 2. tekrar,
yeniden: re address, re arm, re state.
reach for (almak veya dokunmak üzere) uzanmak/elini uzatmak.
reach reach riç fiil 1. out (elini, kolunu) uzatmak; uzanmak.
2. out for (almak üzere) -e uzanmak. 3. -e yetişmek: I'm
not tall enough to reach that shelf. Boyum o rafa
yetişmez. I wasn't able to reach the ferryboat on time.
Vapura zamanında yetişemedim. 4. uzanmak, erişmek:
The new road will reach all the way from Istanbul to
Ankara. Yeni yol İstanbul'dan ta Ankara'ya kadar
uzanacak. 5. varmak, ulaşmak, gelmek.

1088
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

react re.act riyäkt' fiil (to) (-e) tepki göstermek, tepkimek.


reaction re.ac.tion riyäk'şın isim 1. tepki, reaksiyon. 2. kimya
reaksiyon, tepkime. 3. politika gericilik.
reactionary re.ac.tion.arysıfat, isim gerici.
reactionism re.ac.tion.ismisim gericilik.
reactor re.ac.tor riyäk'tır isim reaktör.
read between the lines konuşma dili bir yazıdaki kapalı anlamı keşfetmek.
read over baştan başa okumak. 2. tekrar okumak.
read someone's mind birinin ne düşündüğünü yüzünden okumak.
read someone's thoughts birinin düşüncesini okumak.
read something through bir şeyin tamamını okumak.
read the riot act to -i azarlamak.
read read rid fiil (read) 1. okumak. 2. İngiliz İngilizcesi
okumak, ... eğitimi görmek: read law hukuk okumak. 3.
anlamak, yorumlamak. Do you read me? Beni anlıyor
musun? 4. -de yazılı olmak: How does that article of the
contract read? Sözleşmenin o maddesinde ne yazılı? 5. -
i göstermek. 6. çözmek: I can't read that coded message.
O şifreli mesaqı çözemiyorum.
readable read.ablesıfat 1. okunaklı. 2. okunmaya değer, ilginç.
reader read.er ri'dır isim 1. okuyucu, okur. 2. yayımlanacak
eserleri eleştiren kimse. 3. düzeltmen. 4. okuma kitabı.
readership read.er.shipisim okur sayısı.
readily read.i.ly red'ıli zarf 1. seve seve, isteyerek. 2. kolayca,
kolaylıkla.
reading matter okunacak şey.
reading read.ing ri'dîng isim 1. okuma; okunma. 2. okunuş. 3.
okunacak metin. 4. göstergenin kaydettiği ölçüm. 5.
yorum. sıfat okumaya elverişli.
readjust re.ad.just riyıc^st' fiil 1. tekrar düzeltmek, yeniden
düzenlemek, yeniden ayarlamak. 2. yeniden alışmak.
readjustment re.ad.just.mentisim 1. yeni şartlara alışma. 2. alıştırma.
3. yeniden düzenleme.
Read-Only Memory bilgisayar salt okunur bellek.

1089
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Read-Only Read-On.ly rid'onli sıfat bakınız Read-Only Memory


ready cash kasa mevcudu.
ready money nakit, hazır para; peşin para.
ready read.y red'i sıfat hazır.
ready-made read.y-made redimeyd' sıfat hazır.
ready-to-wear read.y-to-wear reditıwer' sıfat hazır (giyim eşyası). isim
hazır giyim eşyası, konfeksiyon.
reagent re.a.gent riyey'cınt isim, kimya ayıraç, miyar.
real estate hukuk taşınmaz mal, gayrimenkul mal, mülk.
real property hukuk mülk.
real wages reel ücret.
real real ril, ri'yıl sıfat 1. gerçek, hakiki. 2. asıl: the real
problem asıl sorun. 3. samimi, içten.
realisation re.al.i.sa.tion riyılîzey'şın, riyılayzey'şın isim, İngiliz
İngilizcesi bakınız realization
realise re.al.ise ri'yılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız realize
realism re.al.ism ri'yılîzım isim gerçekçilik, realizm.
realist re.al.ist ri'yılîst isim gerçekçi, realist.
realistic re.al.is.tic riyılîs'tîk sıfat gerçekçi; gerçeğe uygun.
reality re.al.i.ty riyäl'ıti isim 1. gerçeklik, hakikat, realite. 2.
gerçek, realite.
realization re.al.i.za.tion riyılîzey'şın, riyılayzey'şın isim 1.
farkında olma; farkına varma, fark etme, anlama. 2. of
gerçekleştirme. 3. paraya çevirme.
realize re.al.ize ri'yılayz fiil 1. farkında olmak; farkına varmak,
fark etmek, anlamak. 2. gerçekleştirmek. 3. ticaret
paraya çevirmek.
really re.al.ly ri'yıli, ri'li zarf gerçekten.
Really? Öyle mi?
realm realm relm isim 1. ülke, memleket. 2. krallık. 3. alan. 4.
dünya, âlem.
realtor re.al.tor ri'yıltır, ri'yıltôr isim emlakçi.
realty re.al.ty ri'yılti isim taşınmaz mal, gayrimenkul mal,
mülk.

1090
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ream ream rim isim 1. 068 veya 588 tabakalık kâğıt topu. 2.
konuşma dili çok miktar.
reamer ream.er ri'mır isim rayba, pürüzalır.
reanimate re.an.i.mate riyän'ımeyt fiil yeniden canlandırmak.
reanimation re.an.i.ma.tion riyänımey'şın isim, tıbbi reanimasyon.
reap reap rip fiil 1. (ekin) biçmek. 2. semeresini almak.
reaper reap.er ri'pır isim 1. orakçı. 2. biçerdöver.
reappear re.ap.pear riyıpir' fiil yeniden görünmek, yeniden
ortaya çıkmak.
rear admiral denizcilikle ilgili tuğamiral.
rear sight (tüfekte) gez.
rear rear rîr isim 1. arka, geri. 2. kıç. sıfat arkadaki, arka,
geri.
rearm re.arm riyarm' fiil yeniden silahlandırmak; yeniden
silahlanmak.
rearmament re.arm.amentisim yeniden silahlandırma; yeniden
silahlanma.
rearrange re.ar.range riyıreync' fiil yeniden düzenlemek.
rearrangement re.ar.range.mentisim 1. yeniden düzenleme. 2. yeni
düzenleme; yeni düzen.
rearview mirror otomotiv dikiz aynası.
reason something out bir şeyi akıl yoluyla çözmek veya çözmeye çalışmak.
reason rea.son ri'zın isim 1. neden, sebep. 2. akıl, us,
muhakeme, mantık. fiil 1. (mantıklı bir şekilde)
düşünmek, muhakeme etmek. 2. with (mantık yoluyla) -
i ikna etmeye çalışmak.
reasonable rea.son.a.blesıfat 1. makul. 2. makul ölçüleri aşmayan.
3. orta derecede, çok da fena olmayan.
reasonably rea.son.a.blyzarf orta derecede.
reasoned rea.son.edsıfat iyice düşünülmüş ve mantıklı.
reasoning rea.son.ing ri'zınîng isim 1. düşünme, muhakeme;
mantık. 2. felsefe uslamlama, usavurma, muhakeme.

1091
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

reassurance re.as.sur.ance riyışûr'ıns isim 1. (birinin)


şüphelerini/endişelerini tekrar giderme veya gidermeye
çalışma. 2. bakınız reinsurance
reassure re.as.sure riyışûr' fiil 1. (birinin)
şüphelerini/endişelerini tekrar gidermek; (birinin)
şüphelerini/endişelerini tekrar gidermeye çalışmak. 2.
bakınız reinsure
rebate re.bate ri'beyt isim indirim, ıskonto, geri ödenen kısım.
rebel reb.el reb'ıl sıfat ayaklanan, baş kaldıran. isim isyancı,
asi.
rebellion re.bel.lion rîbel'yın isim isyan, ayaklanma.
rebellious re.bel.lious rîbel'yıs sıfat isyankâr, asi, serkeş.
rebirth re.birth ribırth' isim yeniden doğma.
reborn re.born ribôrn' sıfat yeniden doğmuş.
rebound re.bound rîbaund' fiil geri sekmek. isim 1. geri sekme.
2. spor ribaunt. 3. konuşma dili hayal kırıklığından
sonraki tepki.
rebuff re.buff rîb^f' isim 1. ret. 2. ters cevap. 3. (saldırıyı)
püskürtme. fiil 1. reddetmek. 2. ters cevap vermek. 3.
(saldırıyı) püskürtmek.
rebuke re.buke rîbyuk' fiil azarlamak, paylamak. isim azar,
paylama.
rebut re.but rîb^t' fiil (rebutted, rebutting) çürütmek, boşa
çıkarmak.
rebuttal re.but.talisim delillerle çürütme.
recalcitrant re.cal.ci.trant rîkäl'sıtrınt sıfat inatçı, serkeş.
recall re.call rîkôl' fiil 1. geri çağırmak. 2. hatırlamak,
anımsamak; hatırlatmak, anımsatmak. 3. geri almak.
isim 1. geri çağırma. 2. hatırlama, anımsama. 3. geri
gelme işareti veya emri.
recant re.cant rîkänt' fiil sözünü geri almak, vazgeçmek,
caymak.
recap re.cap ri'käp fiil (recapped, recapping) (lastik)
kaplamak. isim kaplanmış lastik.

1092
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

recapitulate re.ca.pit.u.late rikıpîç'ûleyt fiil özetlemek.


recapitulation re.ca.pit.u.la.tion rikıpîçûley'şın isim özet.
recapture re.cap.ture rikäp'çır fiil 1. geri almak, yeniden ele
geçirmek. 2. hatırlatmak.
recast re.cast rikäst' fiil (recast) 1. yeniden dökmek. 2. yeni
bir biçime sokmak.
recede re.cede rîsid' fiil geri çekilmek.
receipt re.ceipt rîsit' isim 1. makbuz, alındı; fiş. 2. reçete.
receive re.ceive rîsiv' fiil 1. almak: He received the report on
time. Raporu zamanında aldı. 2. kabul etmek: He is not
receiving visitors today. Bugün ziyaretçi kabul etmiyor.
3. anlamak, kavramak. 4. (kötü bir şeye) uğramak,
yemek: He received a blow on the head. Başına bir
darbe yedi. 5. (iyi bir şey) görmek: He received his
elementary education there. İlköğrenimini orada gördü.
receiver re.ceiverisim 1. alıcı, reseptör. 2. ahize.
recent re.cent ri'sınt sıfat yeni, yakında olmuş, son.
recently re.cent.lyzarf geçenlerde, son zamanlarda, yakınlarda.
receptacle re.cep.ta.cle rîsep'tıkıl isim kap, koyacak; hazne.
reception desk resepsiyon.
reception room bekleme odası.
reception re.cep.tion rîsep'şın isim 1. alma; alınma. 2. kabul. 3.
kabul töreni, resepsiyon. 4. televizyon yayını alma.
receptionist re.cep.tion.istisim resepsiyon memuru.
receptive re.cep.tive rîsep'tîv sıfat 1. alır, kabul eder. 2. yeni
düşüncelere açık.
recess re.cess ri'ses isim 1. teneffüs, ara; paydos; tatil. 2.
girinti, oyuk. 3. genellikle çoğul gizli yer, iç taraf. fiil 1.
ara vermek; ara vermek üzere (toplantıyı) sona
erdirmek. 2. girinti yapmak, oymak.
recession re.ces.sion rîseş'ın isim 1. geri çekilme. 2. ekonomi
durgunluk.
recipe rec.i.pe res'ıpi isim 1. yemek tarifi. 2. formül, yöntem.
recipient re.cip.i.ent rîsîp'iyınt isim alan kimse, alıcı.

1093
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

reciprocal re.cip.ro.cal rîsîp'rıkıl sıfat karşılıklı, iki taraflı.


reciprocate re.cip.ro.cate rîsîp'rıkeyt fiil 1. -e karşılık vermek, -e
karşılıkta bulunmak. 2. misillemede bulunmak. 3.
makine ileri geri çalışmak. 4. karşılıklı alıp vermek.
reciprocity rec.i.proc.i.ty resıpras'ıti isim karşılıklılık.
recital re.cit.al rîsayt'ıl isim 1. müzik resital. 2. anlatma.
recitation rec.i.ta.tion resıtey'şın isim 1. ezberden okuma. 2.
ezberden okunacak parça.
recite re.cite rîsayt' fiil 1. ezberden okumak. 2. (öğrenci) ders
anlatmak. 3. sayıp dökmek, anlatmak.
reckless reck.less rek'lîs sıfat 1. dünyayı umursamayan,
pervasız, gözü kara. 2. dikkatsiz, aldırışsız, kayıtsız.
reckon on -e güvenmek.
reckon upon -e güvenmek.
reckon with -i hesaba katmak, -i dikkate almak.
reckon reck.on rek'ın isim 1. saymak, hesaplamak. 2. saymak,
gözüyle bakmak. 3. sanmak.
reckoning reck.on.ing rek'ınîng isim 1. hesap, sayma. 2. sayma,
gözüyle bakma. 3. sanma.
reclaim re.claim rikleym' fiil 1. -in geri verilmesini/iadesini
istemek. 2. (rîkleym') -i kullanılabilir bir hale getirmek.
recline re.cline rîklayn' fiil 1. boylu boyunca uzanmak. 2.
arkaya dayanmak, yaslanmak.
recluse rec.luse rek'lus, rîklus' isim başkalarıyla görüşmeden
yalnız yaşayan kimse, münzevi.
recognise rec.og.nise rek'ıgnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
recognize
recognition rec.og.ni.tion rekıgnîş'ın isim 1. tanıma; tanınma. 2.
farkında olma; farkına varma. 3. kabul; onay.
recognize rec.og.nize rek'ıgnayz fiil 1. tanımak. 2. farkında
olmak; farkına varmak. 3. kabul etmek, haklı bulmak. 4.
onaylamak, tanımak. 5. takdir etmek, (önemini,
gerçekliğini, değerini) anlamak. 6. söz hakkı vermek.

1094
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

recoil re.coil rîkoyl' fiil 1. geri çekilmek. 2. (silah) geri


tepmek. 3. geri gelmek. isim 1. geri çekilme. 2. (silah)
geri tepme.
recollect rec.ol.lect rekılekt' fiil hatırlamak.
recollection rec.ol.lec.tion rekılek'şın isim 1. hatırlama. 2. hatıra.
recommend rec.om.mend rekımend' fiil tavsiye etmek, salık
vermek.
recommendation rec.om.men.da.tion rekımendey'şın isim 1. tavsiye;
övme. 2. tavsiye mektubu; bonservis, iyi iş belgesi, iş
başarı belgesi.
recompense rec.om.pense rek'ımpens fiil 1. karşılığını vermek;
ödüllendirmek; cezalandırmak; tazminat vermek. isim
karşılık; ödül; ceza; tazminat.
reconcile rec.on.cile rek'ınsayl fiil 1. uzlaştırmak, barıştırmak,
aralarını bulmak. 2. razı etmek.
reconciliation rec.on.cil.i.a.tion rekınsîliyey'şın isim uzlaşma,
barışma.
recondite rec.on.dite/re.con.dite rek'ındayt/rîkan'dayt sıfat 1.
derin (ilim). 2. anlaşılması güç, anlaşılmaz, muğlak.
recondition re.con.di.tion rikındîş'ın fiil tamir edip yenilemek.
reconnaissance plane askeri keşif/gözcü uçağı.
reconnaissance re.con.nais.sance rîkan'ısıns, rîkan'ızıns isim, askeri
keşif.
reconnoissance plane askeri keşif/gözcü uçağı.
reconnoissance re.con.nois.sance rîkan'ısıns, rîkan'ızıns isim, askeri
keşif.
reconnoiter re.con.noi.ter rikınoy'tır, rekınoy'tır fiil, askeri keşif
yapmak, incelemek.
reconnoitre re.con.noi.tre rikınoy'tır, rekınoy'tır fiil, İngiliz
İngilizcesi bakınız reconnoiter
reconsider re.con.sid.er rikınsîd'ır fiil yeniden incelemek, yeniden
düşünmek.
reconstitute re.con.sti.tute rikan'stıtut fiil yeniden kurmak, yeniden
oluşturmak.

1095
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

reconstruct re.con.struct rikınstr^kt' fiil 1. yeniden yapmak,


yeniden düzenlemek. 2. kalıntılarından eski durumunu
anlamaya çalışmak.
record player pikap; fonograf.
record rec.ord rek'ırd isim 1. kayıt, vesika. 2. sicil, defter. 3.
plak. 4. tutanak. 5. rekor. sıfat rekor kıran, rekor yapan,
en yüksek, en çok.
recorder re.cord.erisim 1. teyp. 2. blok flüt. 3. kayıt tutan kimse,
yazıcı.
recording re.cord.ingisim (kaset, plak v.b.'ne ait) kayıt: recording
studio kayıt stüdyosu.
recount re.count rîkaunt' fiil anlatmak, hikâye etmek.
recoup re.coup rîkup' fiil 1. telafi etmek. 2. zararını ödemek.
recourse re.course ri'kôrs, rîkôrs' isim 1. başvuru, yardım
dileme. 2. başvurulacak yer veya kimse.
recover re.cov.er rîk^v'ır fiil 1. yeniden ele geçirmek, geri
almak. 2. yeniden bulmak. 3. telafi etmek. 4. iyileşmek.
5. kendine gelmek.
re-cover re-cov.er rik^v'ır fiil 1. yeniden döşemek. 2. tekrar
kapatmak. 3. döşemesini yenilemek.
recovery re.cov.er.yisim 1. geri alma. 2. yeniden bulma. 3. telafi.
4. iyileşme.
re-create re-cre.ate ri'kriyeyt fiil yeniden yaratmak.
recreation rec.re.a.tion rekriyey'şın isim eğlence.
recriminate re.crim.i.nate rîkrîm'ıneyt (birbirini) suçlamak.
recrimination re.crim.i.na.tion rîkrîmıney'şın isim karşılıklı şikâyet.
recruit re.cruit rîkrut' fiil 1. (silahlı kuvvetler için) asker
toplamak; (birini) asker yazmak. 2. for (bir iş için)
eleman aramak; (birini) (bir işe) almak. isim bakınız
new recruit raw recruit
recruitment re.cruit.mentisim 1. asker toplama. 2. (bir iş için)
eleman arama.
rectangle rec.tan.gle rek'täng.gıl isim, geometri dikdörtgen.
rectangular rec.tan.gularsıfat dikdörtgen şeklinde.

1096
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rectify rec.ti.fy rek'tıfay fiil 1. düzeltmek, doğrultmak. 2.


tasfiye etmek. 3. elektrik (dalgalı akımı) doğru akıma
çevirmek.
rectitude rec.ti.tude rek'tıtud isim dürüstlük, doğruluk.
rector rec.tor rek'tır isim 1. papaz. 2. rektör.
recumbent re.cum.bent rîk^m'bınt sıfat 1. boylu boyunca uzanmış,
yatan. 2. yan yatan. 3. yaslanan.
recuperate re.cu.per.ate rîku'pıreyt fiil iyileşmek.
recur re.cur rîkır' fiil (olay, hastalık v.b.) tekrar olmak,
tekrarlamak, yinelemek.
recurrence re.cur.renceisim tekrar olma, yineleme.
recurrent re.cur.rentsıfat tekrar tekrar olan, yinelenen.
recycle re.cy.cle risay'kıl fiil (kullanılmış maddeleri) yeniden
işleyip kullanılır duruma getirmek, geri kazanmak.
Red Cross Kızılhaç.
red herring ilgiyi başka yöne çekmek için öne sürülen konu.
red mulberry kırmızı dut.
red pepper kırmızıbiber.
red tape kırtasiyecilik, bürokrasi.
red red red sıfat, isim (redder, reddest) 1. kırmızı, kızıl, al.
2. genellikle büyük harf ile kızıl, komünist.
red-blooded red-blood.ed red'bl^d'îd sıfat 1. güçlü kuvvetli. 2. mert,
erkekçe.
redbud red.bud red'b^d isim, botanik erguvan.
redden red.den red'ın fiil kırmızılaştırmak; kırmızılaşmak.
redeem re.deem rîdim' fiil 1. bedelini verip geri almak,
rehinden kurtarmak. 2. (birini/bir şeyi) affettirmek; -in
kötülüğünü azaltmak/hafifletmek. 3. kurtarmak.
redemption re.demp.tion rîdemp'şın isim 1. kurtarma; kurtarılma. 2.
rehinden kurtarma.
redemptive re.demp.tivesıfat kurtarıcı, kurtaran.
red-handed red-hand.ed red'hän'dîd sıfat suçüstü.
redhead red.head red'hed isim kızıl saçlı kimse.

1097
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

red-hot red-hot red'hat' sıfat 1. kızgın. 2. yepyeni, taze (haber).


3. son derece öfkelenmiş, ateş saçan.
red-letter red-let.ter red'let'ır sıfat çok önemli, unutulmaz.
red-light district genelevlerin bulunduğu semt, genelevler.
red-light red-light red'layt' sıfat bakınız red-light district
redo re.do ri'du fiil (redid, redone) yeniden yapmak.
redolent red.o.lent red'ılınt sıfat 1. güzel/keskin kokulu. 2.
of/with ... kokan. 3. of/with -i anımsatan, - i hatırlatan,
... kokan.
redouble one's efforts daha fazla gayret sarfetmek.
redouble re.dou.ble rid^b'ıl fiil 1. iki misline çıkarmak. 2.
tekrarlamak; tekrarlanmak.
redoubtable re.doubt.a.ble rîdau'tıbıl sıfat yaman, çetin, yavuz;
güçlü ve gözü pek.
redound re.dound rîdaund' fiil 1. to -i artırmak: This will
redound to your credit. Herkesin gözünde senin
kıymetini artırır. 2. on/upon -i etkilemek, -e dokunmak,
- e yansımak.
redress re.dress rîdres' fiil 1. düzeltmek, doğrultmak. 2. telafi
etmek.
redskin red.skin red'skîn isim, aşağılayıcı Kızılderili.
reduce someone to silence birini susturmak, birinin sesini kestirmek.
reduce re.duce rîdus' fiil 1. azaltmak, indirmek, düşürmek;
küçültmek. 2. to (belli bir duruma) getirmek, sokmak,
düşürmek. 3. to -e çevirmek, -e döndürmek. 4. kilo
vermek, zayıflamak. 5. matematik indirgemek.
reduced price indirimli fiyat.
reducer re.ducerisim, kimya redüktör, indirgen.
reducing agent kimya redüktör, indirgen.
reducing re.duc.ing rîdus'îng isim bakınız reduction sıfat, kimya
indirgeyici.
reduction re.duc.tion rîd^k'şın isim 1. azaltma, indirme;
küçültme; azalma. 2. indirim, ıskonto. 3. matematik
redüksiyon, indirgeme.

1098
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

redundant re.dun.dant rîd^n'dınt sıfat 1. gerekenden fazla olan. 2.


fazla sözle ifade edilmiş, ağdalı. 3. İngiliz İngilizcesi
işinden çıkarılan.
reed reed rid isim 1. kamış. 2. saz.
reef reef rif isim resif.
reek reek rik fiil (of) (fena koku) yaymak. isim fena koku.
reel off konuşma dili ezbere anlatmak; peş peşe sıralamak.
reel- to-reel sıfat iki makaralı (teyp).
reel reel ril isim makara. fiil makaraya sarmak.
reelect re.e.lect riyîlekt' fiil, politika yeniden seçmek.
reenforce re.en.force riyînfôrs' fiil bakınız reinforce
reenter re.en.ter riyen'tır fiil 1. yeniden girmek. 2. yeniden
katılmak. 3. yeniden kaydetmek.
reevaluate re.e.val.u.ate riyîväl'yuweyt fiil 1. yeniden
değerlendirmek. 2. yeniden göz önüne almak.
reexamine re.ex.am.ine riyîgzäm'în fiil 1. yeniden imtihan etmek.
2. yeniden değerlendirmek. 3. tekrar sorguya çekmek.
refer re.fer rîfır' fiil (referred, referring) 1. to -e göndermek, -
e havale etmek. 2. to -e başvurmak, -e bakmak. 3. to -
den söz etmek, -den bahsetmek. 4. to -e gönderme
yapmak.
referee ref.er.ee refıri' isim hakem.
reference ref.er.ence ref'ırıns, ref'rıns isim 1. gönderme, havale
etme. 2. başvurma. 3. söz etme, bahsetme. 4. referans.
referendum ref.er.en.dum refıren'dım isim (referendums/referenda)
referandum, halkoylaması.
refill re.fill ri'fîl isim 1. yedek. 2. yedek kalem içi, kartuş. fiil
(rifîl') yeniden doldurmak.
refine re.fine rîfayn' fiil 1. arıtmak, tasfiye etmek, rafine
etmek. 2. rötuş etmek. 3. incelik vermek, incelik
kazandırmak.
refined re.finedsıfat 1. arıtılmış, rafine edilmiş. 2. kibar, ince,
zarif.

1099
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

refinement re.fine.mentisim 1. arıtma, rafine etme. 2. rötuş etme.


3. kibarlık, incelik, zariflik.
refinery re.fin.er.y rîfay'nıri isim 1. rafineri, arıtımevi. 2.
dökümhane.
refit re.fit rifît' fiil (refitted, refitting) (gemiyi) yeniden
donatmak.
reflect re.flect rîflekt' fiil 1. yansıtmak, aksettirmek; yansımak,
aksetmek. 2. on/upon -i iyice düşünmek, -i ölçüp
biçmek.
reflection re.flec.tion rîflek'şın isim 1. yansıma, aksetme. 2. iyice
düşünme. 3. düşünce, fikir.
reflective re.flec.tive rîflek'tîv sıfat 1. yansıtan; yansıyan. 2.
düşünceli.
reflector re.flec.tor rîflek'tır isim yansıtaç, reflektör.
reflex re.flex ri'fleks sıfat tepkesel, tepkeli, refleks. isim
tepke, yansı, refleks.
reflexion re.flex.ion rîflek'şın isim, İngiliz İngilizcesi yansıma,
aksetme.
reflexive pronoun dilbilgisi dönüşlü zamir.
reflexive re.flex.ive rîflek'sîv sıfat, dilbilgisi dönüşlü. isim 1.
dönüşlü fiil. 2. dönüşlü zamir.
reform school ıslahevi.
reform re.form rîfôrm' fiil ıslah etmek, iyileştirmek,
düzeltmek; ıslah olmak, iyileşmek, düzelmek; reform
yapmak. isim reform, ıslah, düzeltme.
re-form re-form rifôrm' fiil 1. yeniden kurmak. 2. yeniden
sıraya dizmek. 3. yeni bir biçime sokmak.
reformation ref.or.ma.tion refırmey'şın isim ıslah, düzeltme,
iyileştirme; ıslah, düzelme, iyileşme.
reformatory re.form.a.to.ry rîfôr'mıtôri isim ıslahevi.
reformer re.form.erisim reformcu, ıslahatçı.
reformist re.form.ist rîfôr'mîst isim reformcu, ıslahatçı.
refract re.fract rîfräkt' fiil (ışınları) kırmak.

1100
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

refraction re.frac.tion rîfräk'şın isim, fizik kırılma, kırılım,


refraksiyon.
refractor re.frac.tor rîfräk'tır isim ışıkkıran, refraktör.
refractory re.frac.to.ry rîfräk'tıri sıfat 1. inatçı, itaatsiz. 2. kolay
işlenemez, erimez.
refrain re.frain rîfreyn' fiil from -den çekinmek, -den
sakınmak; kendini tutmak.
refresh someone's memory birinin bilgisini tazelemek; birine bir şeyler hatırlatmak.
refresh re.fresh rîfreş' fiil 1. tazelemek. 2. (güç verip)
canlandırmak, diriltmek, ihya etmek. 3.
mutlulandırmak, mutlandırmak.
refreshing re.fresh.ingsıfat 1. (canı sıkkın veya oldukça umutsuz
birine) çok hoş gelen veya umut veren. 2. canlandırıcı,
diriltici, ihya edici.
refreshments re.fresh.mentsisim, çoğul (misafirlere ikram edilen
kurabiye, çay gibi) hafif yiyecek ve içecekler.
refrigerate re.frig.er.ate rîfrîc'ıreyt fiil soğutmak, dondurmak.
refrigeration re.frig.er.a.tion rîfrîcırey'şın isim soğutma, dondurma.
refrigerator car frigorifik vagon.
refrigerator re.frig.er.a.tor rîfrîc'ıreytır isim buzdolabı, soğutucu.
refuel re.fu.el rifyu'wıl fiil yeniden yakıt almak.
refuge ref.uge ref'yuc isim sığınacak yer, sığınak, barınak.
refugee ref.u.gee ref'yûci, refyûci' isim mülteci.
refund re.fund rîf^nd' fiil (alınmış parayı) geri vermek, geri
ödemek. isim 1. geri ödeme. 2. geri ödenen para.
refurbish re.fur.bish ri'fırbîş fiil (binayı) tekrar güzelleştirmek;
ihya etmek.
refusal re.fus.al rîfyu'zıl isim ret, kabul etmeme.
refuse on principle prensiplerine aykırı olduğu için reddetmek.
refuse re.fuse rîfyuz' fiil kabul etmemek, reddetmek, geri
çevirmek.
refute re.fute rîfyut' fiil yalanlamak, çürütmek.
regain re.gain rigeyn' fiil tekrar ele geçirmek, yeniden
kazanmak.

1101
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

regal re.gal ri'gıl sıfat 1. krala ait; krala yakışır. 2. şahane,


muhteşem.
regale re.gale rîgeyl' fiil 1. eğlendirmek. 2. ziyafetle
ağırlamak; ziyafet çekmek.
regalia re.ga.li.a rîgey'liyı isim (belirli bir durum veya
zamanda giyilen) kıyafet, kılık.
regard something as good riddance (birinin uzaklaştırılmasını, bir şeyin yok edilmesini) hoş
karşılamak.
regard re.gard rîgard' fiil 1. dikkatle bakmak. 2. saymak,
gözüyle bakmak. 3. ilgilendirmek; ile ilgili olmak. 4.
dikkate almak, hesaba katmak; dikkat etmek, kulak
vermek, aldırmak. isim 1. bakış, nazar. 2. saygı, hürmet.
regarding re.gard.ingedat hakkında; -e ilişkin.
regardless re.gard.lesszarf 1. her şeye rağmen; ne olursa olsun. 2.
of -e aldırmayarak, -e bakmayarak.
regenerate re.gen.er.ate ricen'ıreyt fiil 1. yeniden oluşturmak;
yeniden oluşmak. 2. ıslah etmek, düzeltmek,
iyileştirmek; ıslah olmak, düzelmek, iyileşmek. 3.
yeniden canlandırmak, yeniden hayat vermek.
regent re.gent ri'cınt isim kral naibi.
regime re.gime rîqim' isim reqim, yönetim, sistem.
regimen reg.i.men rec'ımın isim 1. tıbbi perhiz, reqim. 2.
yönetim, idare.
regiment reg.i.ment rec'ımınt isim, askeri alay. fiil 1. askeri alay
oluşturmak. 2. (toplum, kurum v.b.'ni) sıkı bir düzene
sokmak.
region re.gion ri'cın isim 1. yöre, bölge. 2. alan, çevre. 3.
tabaka.
regional re.gion.alsıfat bölgesel.
register reg.is.ter rec'îstır isim 1. kütük, kayıt defteri. 2. sicil.
fiil 1. kaydetmek, deftere geçirmek. 2. göstermek: The
thermometer registers ten degrees. Termometre on
dereceyi gösteriyor. 3. (mektubu) taahhütlü olarak
göndermek. 4. kaydolmak, yazılmak.

1102
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

registered reg.is.tered rec'îstırd sıfat 1. taahhütlü: registered letter


taahhütlü mektup. 2. kayıtlı: registered nurse kayıtlı
hemşire.
registrar reg.is.trar rec'îstrar isim 1. (üniversitede) kayıt
memuru. 2. sicil memuru.
registration reg.is.tra.tion recîstrey'şın isim 1. kayıt; tescil. 2.
otomotiv ruhsat.
registry reg.is.try rec'îstri isim kayıt; tescil.
regress re.gress rîgres' fiil gerilemek.
regression re.gres.sion rîgreş'ın isim gerileme.
regret re.gret rîgret' fiil (regretted, regretting) 1. pişmanlık
duymak; esef etmek, üzülmek. 2. (yitip giden bir şeye)
üzülmek. isim pişmanlık; esef, üzüntü.
regretable re.gret.ta.blesıfat üzücü, acınacak.
regretful re.gret.fulsıfat pişman; esef dolu; üzüntülü.
regular verb dilbilgisi kurallı fiil.
regular reg.u.lar reg'yılır sıfat 1. düzenli, muntazam; kurallı,
kurallara uygun. 2. düzgün. 3. normal; her zamanki. 4.
devamlı (müşteri).
regularise reg.u.lar.ise reg'yılırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
regularize
regularity reg.u.lar.i.ty regyıler'ıti isim 1. düzenlilik. 2. kurala
uygunluk.
regularize reg.u.lar.ize reg'yılırayz fiil 1. düzene koymak. 2.
resmileştirmek, yasallaştırmak.
regularly reg.u.lar.lyzarf düzenli olarak, muntazaman.
regulate reg.u.late reg'yıleyt fiil 1. düzene sokmak, düzenlemek.
2. yoluna koymak. 3. ayarlamak. 4. denetim altında
tutmak.
regulation reg.u.la.tion regyıley'şın isim 1. düzenleme;
düzenlenme. 2. düzen. 3. kural. 4. denetim, kontrol. 5.
çoğul tüzük; yönetmelik.
regulator reg.u.la.tor reg'yıleytır isim düzenleyici, regülatör.

1103
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

regurgitate re.gur.gi.tate rîgûr'cıteyt fiil 1. (kusarak) çıkarmak. 2.


tıbbi (sıvı) geri akmak.
regurgitation re.gur.gi.ta.tion rîgûrcıtey'şın isim 1. kusarak çıkarma.
2. tıbbi (sıvı) geri akma.
rehabilitate re.ha.bil.i.tate rihıbîl'ıteyt fiil 1. ıslah etmek,
iyileştirmek. 2. onarmak. 3. namus veya itibarını iade
etmek, eski haklarını iade etmek.
rehabilitation re.ha.bil.i.ta.tionisim rehabilitasyon.
rehash re.hash rihäş' fiil -i az çok tekrarlamak; tekrarlamak.
isim az çok tekrar.
rehearsal re.hears.alisim 1. müzik prova. 2. tekrarlama.
rehearse re.hearse rîhırs' fiil 1. (oyun, müzik v.b.'ni) prova
etmek. 2. tekrarlamak.
reign reign reyn isim 1. saltanat. 2. devir. fiil 1. saltanat
sürmek. 2. hüküm sürmek.
reimburse re.im.burse riyîmbırs' fiil (birine) (harcadığı parayı)
ödemek.
reimbursement re.im.burse.mentisim (birine) (harcadığı parayı) ödeme.
rein rein reyn isim genellikle çoğul dizgin, yular. fiil in/up
dizginini çekip durdurmak.
reincarnate re.in.car.nate riyînkar'neyt fiil yeni bedene girmek;
(ruhu) yeni bedene sokmak.
reincarnation re.in.car.na.tion riyînkarney'şın isim ruhun bir
bedenden diğerine geçmesi, reenkarnasyon.
reindeer rein.deer reyn'dîr isim (reindeer) rengeyiği.
reinforce re.in.force riyînfôrs' fiil 1. takviye etmek, desteklemek.
2. kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak, pekiştirmek.
reinforced concrete betonarme.
reinforcement re.in.force.mentisim 1. takviye, destek. 2.
kuvvetlendirme, sağlamlaştırma, pekiştirme.
reinstate re.in.state riyînsteyt' fiil 1. in (birini) tekrar (bir
makama) getirmek. 2. -i geri getirmek, -i yeniden
sağlamak.
reinsurance isim reasürans.

1104
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

reinsure re.in.sure riyînşûr' fiil reasürans yapmak/yaptırmak.


reissue re.is.sue riyîş'u fiil 1. yeniden basmak. 2. yeniden
çıkarmak; yeniden çıkmak. isim yeni baskı.
reiterate re.it.er.ate riyît'ıreyt fiil tekrarlamak.
reject re.ject rîcekt' fiil 1. kabul etmemek, reddetmek. 2.
ıskartaya çıkarmak, atmak.
rejection re.jec.tion rîcek'şın isim kabul etmeme, ret; kabul
olunmama.
rejoice re.joice rîcoys' fiil (at/over) (-e) çok sevinmek, (-den
dolayı) sevinçten uçmak, dünyalar onun olmak, düğün
bayram etmek.
rejoin re.join ricoyn' fiil 1. tekrar/yeniden birleştirmek. 2.
(ricoyn') tekrar/yeniden katılmak/iştirak etmek. 3.
(rîcoyn') cevap vermek.
rejoinder re.join.der rîcoyn'dır isim cevap.
rejuvenate re.ju.ve.nate rîcu'vıneyt fiil 1. gençleştirmek;
gençleşmek. 2. canlandırmak, ihya etmek.
rejuvenation re.ju.ve.na.tionisim 1. gençleştirme. 2. canlandırma.
relapse re.lapse rîläps' fiil 1. kötü duruma dönmek. 2. tekrar
kötü yola sapmak. 3. depreşmek.
relate re.late rîleyt' fiil 1. anlatmak, nakletmek. 2. (olaylar,
durumlar, insanlar) arasında bağlantı kurmak. 3. to ile
ilgili olmak, ile ilgisi olmak. 4. to ile iyi ilişki kurmak.
5. konuşma dili to -i iyi anlamak.
related re.lat.ed rîley'tîd sıfat (onunla) ilgili; (ona) benzeyen; o
türden.
relation re.la.tion rîley'şın isim 1. ilgi, alaka, bağlantı, rabıta,
ilişki, münasebet. 2. akraba, hısım. 3. felsefe bağıntı,
izafet. 4. mantık bağıntı, münasebet. 5. anlatma, anlatış,
nakletme, naklediş.
relationship re.la.tion.ship rîley'şınşîp isim 1. akrabalık bağı,
akrabalık. 2. ilişki, bağlantı. 3. (insanlar arasındaki)
ilişki; arkadaşlık; dostluk.
relative pronoun dilbilgisi ilgi zamiri.

1105
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

relative to ile ilgili olarak.


relative rel.a.tive rel'ıtîv isim akraba, hısım. sıfat 1. göreli,
görece, göreceli, izafi, bağıl, rölatif, nispi. 2. matematik
bağıl, nispi, izafi.
relatively rel.a.tive.ly rel'ıtîvli zarf diğerlerine göre/nazaran; her
şey göz önünde tutulursa, nispeten.
relativity rel.a.tiv.i.ty relıtîv'ıti isim görelilik, izafiyet, bağıllık,
rölativite.
relax re.lax rîläks' fiil 1. gevşetmek; gevşemek. 2.
yumuşatmak, hafifletmek; yumuşamak, hafiflemek. 3.
dinlenmek.
relay re.lay riley' fiil (relaid) yeniden sermek veya döşemek.
release someone on bail birini kefaletle/kefaleten tahliye etmek.
release re.lease rîlis' fiil 1. hukuk serbest bırakmak,
salıvermek; tahliye etmek. 2. kurtarmak. 3. (yeni film,
plak v.b.'ni) piyasaya çıkarmak. isim 1. salıverme;
tahliye. 2. kurtarma. 3. af. 4. piyasaya çıkarma.
relegate rel.e.gate rel'ıgeyt fiil 1. göndermek. 2. to -e atamak, -e
tayin etmek. 3. to -e havale etmek.

relent re.lent rîlent' fiil 1. yumuşamak. 2. acıyıp merhamet


göstermek.
relentless re.lent.less rîlent'lîs sıfat 1. devamlı, aralıksız. 2.
acımasız, amansız.
relevance rel.e.vanceisim ilgi.
relevancy rel.e.vancyisim ilgi.
relevant rel.e.vant rel'ıvınt sıfat 1. to ile ilgili. 2. konuyla ilgili,
yerinde. 3. güncel konularla ilgili; yararlı.
reliability re.li.a.bil.i.tyisim güvenirlik.
reliable re.li.a.ble rîlay'ıbıl sıfat güvenilir, emin, sağlam.
reliableness re.li.a.ble.nessisim güvenirlik.
reliance re.li.ance rîlay'ıns isim on -e güven, -e itimat, -e bel
bağlama.

1106
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

relic rel.ic rel'îk isim 1. bir peygamber veya azizin


bedeninden artakalan parça veya özel eşyası, rölik. 2.
kalıntı. 3. yadigâr.
relief re.lief rîlif' isim 1. iç rahatlaması, ferahlama. 2.
kurtarma. 3. yardım, imdat. 4. avuntu. 5. nöbeti
devralan kimse. 6. heykel kabartma, rölyef. 7. rölöve.
relieve re.lieve rîliv' fiil 1. gönlünü ferahlatmak. 2. kurtarmak.
3. nöbetini devralmak.
religion re.li.gion rîlîc'ın isim din.
religious re.li.gious rîlîc'ıs sıfat 1. dindar. 2. dinsel. 3. çok
dikkatli.
relinquish re.lin.juish rîlîng'kwîş fiil bırakmak, terketmek;
vazgeçmek.
relish rel.ish rel'îş isim 1. güzel tat, lezzet, çeşni. 2. zevk, haz.
fiil -den zevk almak.
reluctance re.luc.tanceisim gönülsüzlük, isteksizlik.
reluctancy reluctancyisim gönülsüzlük, isteksizlik.
reluctant re.luc.tant rîl^k'tınt sıfat gönülsüz, isteksiz.
reluctantly re.luc.tant.lyzarf istemeyerek, gönülsüzce.
rely re.ly rîlay' fiil on -e güvenmek, -e itimat etmek, -e bel
bağlamak.
remain true to one's friends (sözüne/arkadaşlarına) sadık kalmak.
remain true to one's word (sözüne/arkadaşlarına) sadık kalmak.
remain true to (sözüne/arkadaşlarına) sadık kalmak.
remain re.main rîmeyn' fiil 1. kalmak, durmak. 2. artakalmak.
3. olduğu gibi kalmak.
remainder re.main.der rîmeyn'dır isim kalıntı, artan; bakiye. fiil
(elde kalan kitapları) ucuza elden çıkarmak.
remains re.mainsisim 1. kalıntılar. 2. ceset.
remake re.make rimeyk' fiil (remade) yeniden yapmak.
remand re.mand rîmänd' fiil 1. geri göndermek, iade etmek. 2.
(cezaevine, ıslahevine) iade etmek.
remark on hakkında bir şey söylemek/yazmak.
remark upon hakkında bir şey söylemek/yazmak.

1107
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

remark re.mark rîmark' fiil 1. söylemek, demek. 2. fark etmek.


isim 1. söz. 2. dikkat etme.
remarkable re.mark.a.ble rîmar'kıbıl sıfat 1. dikkate değer. 2.
olağanüstü.
remarry re.mar.ry rimer'i fiil yeniden evlenmek.
remedial re.me.di.al rîmi'diyıl sıfat 1. iyileştirici, tedavi edici. 2.
düzeltici.
remedy rem.e.dy rem'ıdi isim 1. çare. 2. ilaç, deva. fiil 1.
çaresini bulmak. 2. düzeltmek.
remember re.mem.ber rîmem'bır fiil hatırlamak, anımsamak,
anmak.
remind re.mind rîmaynd' fiil hatırlatmak, anımsatmak.
reminder re.mind.erisim 1. hatırlatma. 2. hatırlatıcı şey.
reminisce rem.i.nisce remınîs' fiil 1. about -i hatırlamak. 2. about
hakkındaki anılarını anlatmak.
reminiscence rem.i.nis.cence remınîs'ıns isim 1. hatırlama,
anımsama. 2. hatıra, anı.
reminiscent rem.i.nis.centsıfat of -i anımsatan, -i andıran.
remiss re.miss rîmîs' sıfat 1. ihmalci. 2. dikkatsiz. 3. üşengeç,
tembel.
remission re.mis.sion rîmîş'ın isim 1. af. 2. hafifletme, azaltma;
hafifleme, azalma.
remit re.mit rîmît' fiil (remitted, remitting) 1. (para) havale
etmek. 2. (ceza v.b.'nden) vazgeçmek. 3. (günah, suç
v.b.'ni) affetmek, bağışlamak. 4. hafifletmek, azaltmak;
hafiflemek, azalmak. 5. hukuk (davayı) (üst
mahkemeden alt mahkemeye) iade etmek.
remittance re.mit.tanceisim 1. (para) havale etme. 2. (ceza
v.b.'nden) vazgeçme. 3. (günah, suç v.b.'ni) affetme,
bağışlama. 4. hafifletme, azaltma; hafifleme, azalma.
remnant rem.nant rem'nınt isim 1. kalıntı, artık; bakiye. 2. parça
kumaş.
remodel re.mod.el rimad'ıl fiil (ev, apartman v.b.'nin) biçimini
değiştirmek.

1108
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

remonstrate with someone about something birine bir şey hakkındaki itiraz veya
şikâyetlerini söylemek.
remonstrate re.mon.strate rîman'streyt fiil bakınız remonstrate with
someone about something
remorse re.morse rîmôrs' isim vicdan azabı, pişmanlık.
remorseful re.morse.fulsıfat pişman.
remorseless re.morse.lesssıfat merhametsiz, amansız; acımasız.
remote control uzaktan kontrol, uzaktan kumanda.
remote re.mote rîmot' sıfat 1. uzak. 2. ücra, sapa. 3. pek az.
removal re.mov.al rîmuv'ıl isim 1. kaldırılma; kaldırma. 2.
taşınma, nakil. 3. yol verme, işinden çıkarma.
remove re.move rîmuv' fiil 1. kaldırmak: Remove the flowers
from the table. Çiçekleri masadan kaldır. 2. çıkarmak:
He removed his shoes. Ayakkabılarını çıkardı. 3.
çıkarmak, gidermek. 4. ortadan kaldırmak, yok etmek.
5. işten çıkarmak. 6. to -e taşınmak; -i -e taşımak.
Renaissance Ren.ais.sance ren'ısans, [İngiliz İngilizcesi] rîney'sıns
isim bakınız the Renaissance
rend rend rend fiil (rent) 1. yırtmak; yırtılmak. 2.
parçalamak; parçalanmak. 3. yarmak; yarılmak.
render a verdict (hâkim, jüri) karar vermek, karara varmak.
render ren.der ren'dır fiil 1. kılmak, ... duruma getirmek, -
leştirmek: render possible mümkün kılmak. 2. yapmak,
icra etmek. 3. (iyilik, hizmet, yardım, teşekkür) etmek:
You've rendered me a service. Bana iyilik ettin. 4.
(yağı) eritip saf bir hale getirmek/saflaştırmak. 5.
(hesap, bir şeyin dökümü v.b.'ni) sunmak, vermek.
rendezvous ren.dez.vous ran'dıvu isim (rendezvous) buluşma ,
randevu (yeri). fiil sözleşip buluşmak.
rendition ren.di.tion rendîş'ın isim 1. çeviri, tercüme. 2. yorum.
3. sunuş, icra. 4. temsil.
renegade ren.e.gade ren'ıgeyd isim 1. dininden dönen kimse. 2.
kaçak kimse. sıfat 1. dininden dönen. 2. kaçan. 3. hain.

1109
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

renew re.new rînu' fiil 1. yenilemek, onarmak. 2.


canlandırmak, gençleştirmek. 3. (pasaport v.b.'nin)
süresini uzatmak.
renewal re.new.al rînu'wıl isim 1. yenileme; yenilenme. 2.
süresini uzatma.
renounce re.nounce rînauns' fiil 1. (iddia, imtiyaz v.b.'nden)
vazgeçmek. 2. terketmek. 3. reddetmek, tanımamak.
renovate ren.o.vate ren'ıveyt fiil yenilemek.
renown re.nown rînaun' isim ün, şöhret.
renowned re.nown.edsıfat ünlü, meşhur, şöhretli.
rent rent rent fiil bakınız rend
rental rent.alisim kira bedeli, kira.
renter rent.erisim kiracı.
rentier ren.tier ran'tyey isim, ekonomi rantiye.
renunciation re.nun.ci.a.tion rîn^nsiyey'şın isim 1. vazgeçme. 2.
terketme. 3. ret.
reorder re.or.der riyôr'dır fiil 1. yeniden ısmarlamak. 2. yeniden
düzenlemek.
reorganize re.or.gan.ize riyôr'gınayz fiil yeniden düzenlemek.
repair re.pair rîper' fiil 1. onarmak, tamir etmek. 2. düzeltmek.
isim 1. tamir, onarma. 2. çoğul tamirat, onarım.
repairman isim tamirci.
reparations rep.a.ra.tions repırey'şınz isim tazminat.
repartee rep.ar.tee repırti' isim hazırcevap sözlerle dolu
konuşma.
repatriate re.pa.tri.ate ripey'triyeyt fiil (birini) uyruğunda olduğu
ülkeye geri göndermek/iade etmek.
repay re.pay ripey' fiil (repaid) 1. geri vermek, ödemek. 2.
karşılığını vermek.
repeal re.peal rîpil' fiil (yasa, emir v.b.'ni) kaldırmak, iptal
etmek.
repeat re.peat rîpit' fiil 1. tekrarlamak, yinelemek;
tekrarlanmak, yinelenmek. 2. ezberden söylemek. isim
1. tekrarlama; tekrarlanma. 2. müzik tekrar.

1110
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

repeatedly re.peat.edlyzarf tekrar tekrar.


repel re.pel rîpel' fiil (repelled, repelling) 1. itmek, itelemek.
2. (düşmanı) püskürtmek. 3. reddetmek. 4.
tiksindirmek.
repent re.pent rîpent' fiil 1. pişman olmak. 2. tövbe etmek.
repentance re.pent.anceisim 1. pişmanlık. 2. tövbe.
repentant re.pent.antsıfat 1. pişman. 2. tövbekâr.
repercussion re.per.cus.sion ripırk^ş'ın isim 1. geri tepme. 2. yankı.
repertoire rep.er.toire rep'ırtwar isim repertuar.
repertory rep.er.to.ry rep'ırtôri isim 1. tiyatro repertuar. 2. zengin
kaynak.
repetition rep.e.ti.tion repıtîş'ın isim 1. tekrarlama, yineleme;
tekrarlanma, yinelenme. 2. ezberden okuma.
repetitious rep.e.ti.ti.oussıfat yinelemeli, tekrarlamalı.
repetitive re.pet.i.tive rîpet'ıtîv sıfat yinelemeli, tekrarlamalı.
replace re.place rîpleys' fiil 1. yenilemek, yenisiyle
değiştirmek. 2. başkasıyla değiştirmek, sağlamıyla
değiştirmek. 3. -in yerine yenisini almak. 4. yerini
doldurmak; yerine geçmek, yerini almak. 5. iade etmek,
ödemek. 6. geri koymak.
replenish re.plen.ish rîplen'îş fiil tekrar doldurmak.
replete re.plete rîplit' sıfat dolu, tamamıyla dolmuş.
replica rep.li.ca rep'lıkı isim ikinci nüsha, kopya.
reply re.ply rîplay' fiil -e cevap vermek, -i yanıtlamak, -e
karşılık vermek. isim yanıt, cevap, karşılık.
report card karne, öğrenci karnesi.
report re.port rîpôrt' fiil 1. bildirmek, haber vermek. 2.
anlatmak, söylemek. 3. gitmek. isim 1. rapor. 2. bildiri.
3. haber. 4. söylenti. 5. top sesi; patlama sesi.
reporter re.port.er rîpôr'tır isim, gazetecilik, radyo, televizyon
muhabir.
repose re.pose rîpoz' fiil 1. yatırmak; yatmak. 2. dinlenmek.
isim 1. dinlenme, istirahat. 2. sükûn, huzur.
repository re.pos.i.to.ry rîpaz'ıtori isim 1. kap. 2. depo, ambar.

1111
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

reprehensible rep.re.hen.si.ble reprîhen'sıbıl sıfat ayıp, ayıplanacak.


represent rep.re.sent reprîzent' fiil 1. göstermek, betimlemek. 2.
temsil etmek. 3. -in sonucu olmak, -in ürünü olmak. 4.
oneself as kendini ... olarak tanıtmak. 5. rolüne çıkmak;
rolünde oynamak, -i oynamak. 6. anlatmak, açıklamak,
belirtmek.
representation rep.re.sent.a.tion reprîzentey'şın isim 1. gösterme,
betimleme. 2. temsil etme; temsil edilme. 3. of oneself
as kendini ... olarak tanıtma. 4. (rolünü) oynama. 5.
anlatma, açıklama.
representative rep.re.sent.a.tive reprîzen'tıtîv sıfat tipik, örnek. isim
temsilci, mümessil.
repress re.press rîpres' fiil baskı altında tutmak, bastırmak.
repression re.pres.sion rîpreş'ın isim 1. baskı altında tutma,
bastırma. 2. ruhbilim baskı; itilim, itilme.
reprieve re.prieve ripriv' fiil 1. (birinin) cezasını ertelemek. 2.
(kötü bir şeyi) geciktirmek, ertelemek. isim 1. (cezayı)
erteleme, tecil etme. 2. (cezayı) erteleme kararı. 3. (kötü
bir şeyi) geciktirme, erteleme.
reprimand rep.ri.mand rep'rîmänd isim azar, paylama. fiil
(reprîmänd') azarlamak, paylamak.
reprint re.print riprînt' fiil tekrar basmak. isim yeni baskı.
reprisal re.pris.al rîpray'zıl isim misilleme.
reproach re.proach rîproç' fiil sitem etmek. isim 1. sitem. 2. leke,
yüzkarası. 3. sitemli söz.
reproachful re.proach.fulsıfat sitem dolu, sitemli.
reprobate rep.ro.bate rep'rıbeyt sıfat ahlaksız. isim ahlaksız
kimse.
reproduce re.pro.duce riprıdus' fiil 1. doğurmak, yavrulamak. 2.
çoğalmak, üremek; çoğaltmak, üretmek. 3. kopyasını
yapmak, taklit etmek. 4. yeniden oluşturmak.
reproduction re.pro.duc.tion riprıd^k'şın isim 1. üreme, çoğalma;
üretme, çoğaltma. 2. röprodüksiyon, kopya. 3.
kopyasını yapma. 4. yeniden oluşturma.

1112
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

reproof re.proof rîpruf' isim azar, paylama.


reprove re.prove rîpruv' fiil azarlamak, paylamak.
reptile rep.tile rep'tîl, rep'tayl isim sürüngen.
Republic of China Tayvan.
republic re.pub.lic rîp^b'lîk isim cumhuriyet.
republican sıfat cumhuriyete ait. isim cumhuriyetçi.
repudiate re.pu.di.ate rîpyu'diyeyt fiil 1. reddetmek, tanımamak.
2. kabul etmemek, geri çevirmek.
repugnant re.pug.nant rîp^g'nınt sıfat 1. iğrenç, tiksindirici, çirkin.
2. to -e zıt, -e karşıt.
repulse re.pulse rîp^ls' fiil 1. püskürtmek. 2. (suçlama v.b.'nin)
haksız olduğunu kanıtlamak. 3. reddetmek, geri
çevirmek. isim 1. püskürtme. 2. ret, geri çevirme.
repulsion re.pul.sion rîp^l'şın isim 1. iğrenme, tiksinme. 2. fizik
geritepki.
repulsive re.pul.sive rîp^l'sîv sıfat iğrenç, tiksindirici, itici.
repulsiveness re.pul.sive.nessisim iğrençlik.
reputable rep.u.ta.ble rep'yıtıbıl sıfat saygın.
reputation rep.u.ta.tion repyıtey'şın isim ad, ün; itibar.
repute re.pute rîpyut' isim ad, şöhret.
reputed re.put.ed rîpyu'tîd sıfat 1. varsayılan, farzolunan; sözde.
2. saygın.
request re.juest rîkwest' isim istek, rica, dilek. fiil rica etmek,
dilemek.
require re.juire rîkwayr' fiil 1. gerektirmek, istemek. 2. -e
ihtiyacı olmak, -e gereksinimi olmak. 3. istemek, talep
etmek.
requirement re.juire.mentisim 1. gereksinim, ihtiyaç. 2. talep. 3.
gerek: fulfill the requirements for/of -in gereklerini
yerine getirmek.
requisite rej.ui.site rek'wızît sıfat gerekli. isim gerekli şey.
requisition rej.ui.si.tion rekwızîş'ın isim talep. fiil talep etmek.
requite re.juite rîkwayt' fiil karşılığını vermek.

1113
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rescind re.scind rîsînd' fiil 1. (yasa, anlaşma v.b.'ni) iptal


etmek, feshetmek. 2. (yasayı) ortadan kaldırmak,
yürürlükten kaldırmak.
rescue res.cue res'kyu fiil kurtarmak. isim kurtarma; kurtuluş.
research re.search rîsırç', ri'sırç isim araştırma. fiil araştırmak.
resection re.sec.tion rîsek'şın isim, tıbbi rezeksiyon.
resemblance re.sem.blanceisim benzerlik.
resemble re.sem.ble rîzem'bıl fiil benzemek, andırmak.
resent re.sent rîzent' fiil -e içerlemek.
resentful re.sent.fulsıfat içerlemiş.
resentment re.sent.mentisim içerleme.
reservation res.er.va.tion rezırvey'şın isim 1. yer ayırtma,
rezervasyon. 2. tereddüt; kuşku, şüphe. 3. hukuk ihtiraz
kaydı. 4. Kızılderililer için ayrılmış arazi.
reserve judgement hüküm vermeyi uzatmak.
reserve judgment hüküm vermeyi uzatmak.
reserve officer yedek subay.
reserve re.serve rîzırv' fiil 1. ayırtmak; saklamak. 2. ertelemek.
isim 1. ihtiyat olarak saklanan şey, yedek. 2. ağız
sıkılığı. 3. spor yedek oyuncu.
reserved re.servedsıfat 1. ayrılmış, saklanılmış. 2. rezerve
edilmiş. 3. ağzı sıkı.
reserves re.servesisim 1. yedek kuvvet. 2. ihtiyat akçesi. 3.
yedek askerler. 4. askeri yedek ikmal maddeleri.
reservoir res.er.voir rez'ırvwar isim 1. baraq gölü, baraq. 2. depo,
hazne, birikim.
reside re.side rîzayd' fiil 1. oturmak, ikamet etmek. 2. in -e ait
olmak. 3. in -e bağlı olmak, -e dayanmak.
residence permit ikamet tezkeresi.
residence res.i.dence rez'ıdıns isim 1. oturma, ikamet. 2. ev,
konut, mesken, ikametgâh.
residency res.i.den.cy rez'ıdınsi isim, tıbbi ihtisas dönemi.

1114
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

resident res.i.dent rez'ıdınt sıfat 1. oturan, sakin. 2. aslında


bulunan. 3. yerli (kuş). isim bir yerde oturan kimse,
sakin.
residential res.i.den.tial rezıden'şıl sıfat 1. oturmaya ayrılmış (alan,
mahalle, semt). 2. özel konutların bulunduğu (mahalle,
semt). 3. ikametgâh ile ilgili.
residual re.sid.u.al rîzîc'uwıl sıfat artan, artakalan, artık. isim
artık, artan şey.
residue res.i.due rez'ıdu, rez'ıdyu isim, kimya çözünmez artık;
tortu, çökelti.
resign re.sign rîzayn' fiil 1. istifa etmek, (işten) ayrılmak,
çekilmek. 2. vazgeçmek, terketmek, bırakmak. 3. to -e
boyun eğmek, -e razı olmak, -e teslim olmak. We have
resigned ourselves to the goverment's new policy.
Hükümetin yeni politikasına boyun eğdik. 4. to -e
teslim etmek, -e vermek; -e emanet etmek.
resignation res.ig.na.tion rezîgney'şın isim 1. istifa, çekilme. 2.
istifa mektubu. 3. vazgeçme, terketme. 4. boyun eğme.
resigned to -e boyun eğmiş.
resilience re.sil.ience rîzîl'yıns isim 1. esneklik. 2. çabuk iyileşme
gücü; zorlukları yenme gücü.
resiliency re.sil.ien.cy rîzîl'yınsi isim 1. esneklik. 2. çabuk
iyileşme gücü; zorlukları yenme gücü.
resilient re.sil.ient rîzîl'yınt sıfat 1. esnek, elastiki. 2. çabuk
iyileşen; kendini çabuk toparlayan; güçlükleri yenme
yeteneği olan.
resin res.in rez'în isim reçine.
resist re.sist rîzîst' fiil direnmek, karşı durmak, karşı koymak.
resistance re.sist.ance rîzîs'tıns isim 1. direnme, direniş, karşı
durma, karşı koyma. 2. fizik direnç, rezistans.
resistant re.sist.ant rîzîs'tınt sıfat 1. direnen, karşı koyan. 2.
dirençli.
resistivity re.sis.tiv.i.ty rîzîstîv'ıti isim, fizik özdirenç.
resole re.sole risol' fiil (ayakkabıya) pençe vurmak.

1115
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

resolute res.o.lute rez'ılut sıfat kararlı, azimli.


resolutely res.o.lute.lyzarf kararlı olarak, kararlılık içinde, azimle.
resolution res.o.lu.tion rezılu'şın isim 1. kararlılık, azim. 2. karar.
3. çözüm. 4. kimya çözme. 5. teklif, önerge.
resolve on -e karar vermek, -i kafasına koymak.
resolve re.solve rîzalv' fiil 1. karar vermek. 2. çözmek,
halletmek; ortadan kaldırmak. 3. karar vermek,
kararlaştırmak. 4. kimya çözmek. isim 1. karar, niyet. 2.
kararlılık.
resolved re.solvedsıfat 1. kararlı, azimli. 2. karar vermiş;
kararlaştırılmış.
resonance res.o.nance rez'ınıns isim 1. tını. 2. ses gürlüğü. 3. fizik
rezonans, seselim. 4. çınlama, yankılanma.
resonant res.o.nant çınlayan, yankılanan. 2. tınlayan.
resonate res.o.nate rez'ıneyt fiil 1. çınlamak; yankılanmak. 2.
tınlamak.
resort to violence şiddete başvurmak.
resort re.sort rîzôrt' fiil 1. to -e gitmek. 2. to -e başvurmak.
isim 1. uğrak. 2. dinlenme yeri. 3. çare.
resound re.sound rîzaund' fiil 1. çınlamak, yankılanmak. 2.
dillere destan olmak.
resource re.source ri'sôrs, rîsôrs' isim 1. kaynak: natural
resources doğal kaynaklar. 2. olanak. 3. çare. 4.
beceriklilik. 5. eğlence.
resourceful re.source.fulsıfat becerikli.
respect re.spect rîspekt' isim 1. saygı, hürmet. 2. bakım, yön,
açı, husus. fiil 1. saygı göstermek. 2. -e uymak.
respectable re.spect.ablesıfat 1. saygıdeğer. 2. saygın. 3. namuslu.
4. epeyce, hayli.
respectful re.spect.fulsıfat saygılı.
respective re.spec.tive rîspek'tîv sıfat kendi: They went to their
respective homes. Her biri kendi evine gitti.

1116
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

respectively re.spec.tive.lyzarf sırasıyla: Can, Cem, and Cenk are


nine, ten, and eleven years of age respectively. Can,
Cem ve Cenk sırasıyla dokuz, on ve onbir yaşında.
respiration res.pi.ra.tion respırey'şın isim nefes alma, solunum.
respiratory res.pi.ra.to.ry res'pırıtôri sıfat solunumla ilgili.
respite res.pite res'pît isim 1. mühlet, süre. 2. erteleme. 3. ara;
tatil, paydos. 4. dinlenme, soluk alma.
resplendent re.splen.dent rîsplen'dınt sıfat parlak, şaşaalı, göz
kamaştırıcı.
respond re.spond rîspand' fiil 1. cevap vermek, yanıt vermek. 2.
(to) (-e) tepki göstermek.
response re.sponse rîspans' isim 1. cevap, yanıt. 2. tepki.
responsibility re.spon.si.bil.i.ty rîspansıbîl'ıti isim sorumluluk,
mesuliyet.
responsible re.spon.si.ble rîspan'sıbıl sıfat 1. sorumlu, mesul. 2.
güvenilir.
responsive re.spon.sive rîspan'sîv sıfat bakınız be responsive
rest assured emin olmak.
rest room tuvalet.
rest rest rest isim 1. dinlenme. 2. rahat, huzur, sükûn. 3.
dinginlik, hareketsizlik. 4. uyku. 5. müzik es. 6.
dayanak. fiil 1. dinlenmek, nefes almak; dinlendirmek.
2. rahat etmek. 3. on -e dayanmak, -e dayalı olmak;
dayamak, yaslamak. 4. with -e kalmak, -in elinde
olmak. 5. on -e koymak.
restaurant res.tau.rant res'tırınt isim lokanta, restoran.
restful rest.fulsıfat 1. rahat, sakin, huzurlu. 2. dinlendirici,
rahatlatıcı, huzur verici.
restitution res.ti.tu.tion restıtu'şın isim 1. sahibine iade etme. 2.
zararı ödeme.
restive res.tive res'tîv sıfat 1. inatçı. 2. sabırsızlanan, yerinde
duramayan, huzursuz.
restless rest.lesssıfat 1. kıpırdak. 2. huzursuz, rahatsız. 3.
vesveseli. 4. uykusuz (gece).

1117
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

restoration res.to.ra.tion restırey'şın isim 1. restorasyon, onarım. 2.


restore etme, onarma. 3. iade, geri verme. 4. eski
görevine iade etme. 5. bir şeyin asıl şeklini gösteren
model.
restorative re.stor.a.tive rîstor'ıtîv sıfat 1. (sağlık, güç v.b.'ni)
yeniden kazandıran. 2. eski durumuna getiren. isim
insana güç verip canlandıran/insanı dirilten madde.
restore re.store rîstor' fiil 1. iade etmek, geri vermek. 2. restore
etmek, onarmak, yenilemek. 3. yeniden canlandırmak.
restrain re.strain rîstreyn' fiil 1. geri tutmak, zaptetmek,
dizginlemek. 2. sınırlamak. 3. from -den alıkoymak.
restrained re.strain.edsıfat kontrollü, denetlenmiş; ılımlı, ölçülü.
restraint re.straint rîstreynt' isim 1. geri tutma. 2. sınırlama. 3.
kendini tutma. 4. sıkılma, çekinme.
restrict re.strict rîstrîkt' fiil kısıtlamak, sınırlamak.
restriction re.stric.tion rîstrîk'şın isim 1. koşul, şart. 2. kısıtlama,
sınırlama.
restrictive re.strict.ivesıfat kısıtlayıcı, sınırlayıcı.
result re.sult rîz^lt' fiil 1. in ile sonuçlanmak. 2. from -den
meydana gelmek, -den çıkmak, -den doğmak. isim 1.
sonuç, netice. 2. son, akıbet. 3. semere, ürün.
resultant re.sult.ant rîz^l'tınt sıfat meydana gelen, -den çıkan, -
den doğan, -in sonucu olan.
résumé ré.su.mé rez'ûmey isim özet.
resume re.sume rîzum' fiil 1. yeniden başlamak, kaldığı yerden
devam etmek. 2. geri almak.
resumption re.sump.tion rîz^mp'şın isim 1. yeniden başlama. 2.
geri alma.
resurge re.surge rîsırc' fiil 1. tekrar çıkmak, tekrar baş
göstermek. 2. yeniden dirilmek.
resurgence re.sur.genceisim yeniden dirilme.
resurgent re.sur.gentsıfat yeniden dirilen.
resurrect res.ur.rect rezırekt' fiil 1. yeniden diriltmek. 2. yeniden
canlandırmak. 3. yeniden ortaya, çıkarmak, hortlatmak.

1118
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

resurrection res.ur.rec.tion rezırek'şın isim 1. diriliş, yeniden


dirilme. 2. yeni hayat bulma, yeniden canlanma.
retail re.tail ri'teyl isim perakende satış. sıfat perakende. fiil
perakende satmak; perakende satılmak.
retailer re.tail.erisim perakendeci.
retain re.tain rîteyn' fiil 1. alıkoymak, tutmak. 2.
kaybetmemek. 3. (avukat, danışman v.b.'ni) ücretle
tutmak. 4. hatırda tutmak, unutmamak.
retaining fee avukata peşin olarak ödenen ücret.
retaining wall istinat duvarı.
retaliate re.tal.i.ate rîtäl'iyeyt fiil 1. dengiyle karşılamak,
misilleme yapmak. 2. öç almak, intikam almak.
retaliation re.tal.i.a.tionisim 1. misilleme, kısas. 2. öç, intikam.
retard re.tard rîtard' fiil geciktirmek, yavaşlatmak.
retarded re.tard.edsıfat, ruhbilim geri zekâlı.
retch retch reç fiil kusmaya çalışmak, öğürmek.
retell re.tell ritel' fiil (retold) 1. yeniden anlatmak. 2. yeniden
saymak.
retention re.ten.tion rîten'şın isim 1. alıkoyma, tutma. 2.
kaybetmeme. 3. hatırda tutma. 4. (avukat, danışman
v.b.'ni) ücretle tutma.
retentive re.ten.tive rîten'tîv sıfat 1. alıkoyan, tutan. 2. hatırda iyi
tutan.
rethink re.think rithîngk' fiil (rethought) yeniden ve etraflıca
düşünmek, yeniden düşünüp taşınmak.
reticent ret.i.cent ret'ısınt sıfat 1. sır saklayan, ağzı sıkı. 2. çok
konuşmaz, suskun.
retina ret.i.na ret'ını isim, anatomi (retinas/retinae) ağtabaka,
retina.
retinue ret.i.nue ret'ınu isim maiyet.
retire re.tire rîtayr' fiil 1. çekilmek, bir köşeye çekilmek. 2.
yatmaya gitmek. 3. emekliye ayrılmak, emekli olmak;
emekliye ayırmak.
retired re.tiredsıfat 1. emekli. 2. bir köşeye çekilmiş.

1119
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

retirement re.tire.mentisim 1. emeklilik. 2. geri çekilme. 3. bir


köşeye çekilme.
retiring re.tir.ing rîtayr'îng sıfat utangaç, sıkılgan, çekingen.
retort re.tort rîtôrt' fiil 1. sert cevap vermek. 2. karşılık
vermek. isim 1. sert cevap. 2. karşılık.
retouch re.touch rit^ç' fiil rötuş etmek.
retrace re.trace ritreys' fiil 1. (bir çizginin üstünü) tekrar
çizmek. 2. izini takip ederek kaynağına gitmek.
retract re.tract rîträkt' fiil 1. geri çekmek; geri çekilmek. 2.
sözünü geri almak.
retraction re.trac.tion rîträk'şın isim 1. geri çekme; geri çekilme.
2. sözünü geri alma.
retreat re.treat rîtrit' fiil çekilmek, geri çekilmek. isim 1. geri
çekme; geri çekilme. 2. inziva köşesi.
retrench re.trench rîtrenç' fiil azaltmak, kısmak.
retribution ret.ri.bu.tion retrıbyu'şın isim 1. cezalandırma. 2. ceza.
retrieval re.triev.alisim 1. yeniden ele geçirme. 2. yeniden
kazanma. 3. yeniden düzeltme. 4. bulup getirme.
retrieve re.trieve rîtriv' fiil 1. yeniden ele geçirmek. 2. yeniden
kazanmak. 3. yeniden düzeltmek. 4. bulup getirmek.
retriever re.triev.erisim vurulan avı bulup getiren köpek.
retroactive ret.ro.ac.tive retrowäk'tîv sıfat geçmişi kapsayan (yeni
yasa); öncesini kapsayan.
retrograde ret.ro.grade ret'rıgreyd sıfat 1. geriye doğru giden,
gerileyen. 2. kötüye giden; yozlaşan.
retrospect ret.ro.spect ret'rıspekt isim geçmişe bakış.
retrospective ret.ro.spec.tive retrıspek'tîv sıfat 1. geçmişle ilgili. 2.
geçmişi hatırlayan. 3. hukuk geçmişi kapsayan. isim
retrospektif sergi.
return a verdict of guilty suçsuz/suçlu olduğuna karar vermek.
return a verdict of innocent suçsuz/suçlu olduğuna karar vermek.
return address gönderenin adresi.
return game rövanş maçı.
return match rövanş maçı.

1120
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

return thanks Allaha şükretmek, Allaha şükranlarını sunmak.


return ticket İngiliz İngilizcesi gidiş dönüş bileti. 2. dönüş bileti.
return re.turn rîtırn' fiil 1. geri dönmek, geri gelmek, geri
gitmek. 2. geri vermek, iade etmek. 3. geri göndermek;
geri getirmek. 4. (kâr) sağlamak, getirmek. 5. politika
(milletvekilini) seçmek. 6. tenis (topu) geri vurmak. 7.
resmen bildirmek. isim 1. dönüş. 2. geri verme, iade. 3.
geri gönderme; geri getirme. 4. kâr, kazanç; faiz. 5.
çoğul kâr, kazanç. 6. çoğul istatistik cetveli. 7. vergi
beyannamesi, bildirge.
reunion re.un.ion riyun'yın isim yeniden bir araya gelme.
rev rev rev fiil (revved, revving) up (motorun) hızını
değiştirmek.
revalue re.val.ue riväl'yu fiil 1. yeniden değer biçmek. 2.
değerini yükseltmek, revalüe etmek.
revamp re.vamp rivämp' fiil 1. tamir etmek; yenilemek. 2.
ayakkabının yüzünü değiştirmek.
reveal re.veal rîvil' fiil 1. açıklamak, açığa vurmak. 2.
göstermek. 3. ilham yoluyla bildirmek.
revealing re.veal.ing rîvil'îng sıfat 1. (belirli bir durumu) açığa
vuran/belli eden (söz). 2. kadın vücudunun genelde
örtülü olan kısımlarını sergileyen (giysi).
reveille rev.eil.le rev'ıli isim, askeri kalk borusu.
revel rev.el rev'ıl fiil (reveled/revelled, reveling/revelling) 1.
cümbüş yapmak, eğlenmek. 2. in -den zevk almak.
revelation rev.e.la.tion revıley'şın isim 1. açığa çıkma; açığa
çıkarma, keşif. 2. vahiy.
revelry rev.el.ryisim şenlik, eğlenti.
revenge oneself on -den öç almak, -den intikam almak.
revenge re.venge rîvenc' fiil bakınız revenge oneself on isim öç,
intikam.
revenue stamp damga pulu.
revenue rev.e.nue rev'ınu isim 1. gelir. 2. devletin geliri.

1121
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

reverberate re.ver.ber.ate rîvır'bıreyt fiil 1. yankılanmak, yankı


yapmak. 2. yansıtmak, aksettirmek; yansımak,
aksetmek.
revere re.vere rîvir' fiil saymak, saygı göstermek.
reverence rev.er.ence rev'ırıns isim 1. büyük saygı, ihtiram. 2.
huşu. 3. saygı gösteren bir hareket. fiil 1. -e büyük saygı
duymak. 2. -e saygı gösteren bir hareket yapmak.
reverend rev.er.end rev'ırınd sıfat bakınız the reverend isim,
konuşma dili papaz efendi.
reverent rev.er.ent rev'ırınt sıfat saygılı.
reverential rev.er.en.tial revıren'şıl sıfat 1. saygıdan ileri gelen. 2.
saygı uyandıran. 3. saygılı, saygı dolu.
reverently rev.er.ent.lyzarf saygılı bir şekilde.
reverie rev.er.ie rev'ıri isim hayale dalma.
reversal re.ver.sal rîvır'sıl isim 1. tersine çevirme. 2. hukuk
kararın bozulması.
reverse re.verse rîvırs' sıfat 1. aksi, arka, ters: reverse side ters
taraf. 2. tersine dönmüş. fiil 1. ters çevirmek; tersyüz
etmek. 2. tersine dönmek. 3. yerlerini değiştirmek. 4.
otomotiv geri gitmek. 5. oneself on (bir konudaki)
fikrini değiştirmek. 6. hukuk (kararı) iptal etmek,
feshetmek. isim 1. ters taraf, ters, arka taraf, arka. 2.
ters, aksi. 3. zıt olan şey. 4. terslik, aksilik. 5. otomotiv
geri vites.
reversed-charges call ödemeli konuşma.
reversible re.vers.i.ble rîvır'sıbıl sıfat 1. tersine çevrilebilir. 2.
fizik tersinir.
reversion re.ver.sion rîvır'qın isim 1. (eski durum, alışkanlık,
inanç v.b.'ne) dönme. 2. biyoloji birkaç kuşak boyunca
görünmeyen birtakım özelliklerin yeniden ortaya
çıkması, atavizm.
revert re.vert rîvırt' fiil to -e geri gitmek, -e dönmek.
review re.view rîvyu' isim 1. yeniden inceleme, tekrar gözden
geçirme. 2. eleştiri. 3. teftiş. 4. edebiyat ve fikir dergisi.

1122
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fiil 1. yeniden incelemek, tekrar gözden geçirmek. 2.


(kitap, film v.b.'nin) eleştirisini yazmak. 3. (askeri
kuvvetleri) teftiş etmek.
reviewer re.view.erisim eleştirmen.
revile re.vile rîvayl' fiil sövmek, yermek; küfür savurmak.
revise re.vise rîvayz' fiil 1. gözden geçirip düzeltmek. 2.
(dersi) tekrarlamak. 3. değiştirmek.
revision re.vi.sion rîvîq'ın isim 1. gözden geçirip düzeltme. 2.
düzeltilmiş baskı.
revisionism re.vi.sion.ismisim revizyonizm.
revisionist re.vi.sion.istisim, sıfat revizyonist.
revitalise re.vi.tal.ise rivay'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
revitalize
revitalize re.vi.tal.izefiil yeniden canlandırmak, diriltmek.
revival re.viv.al rîvay'vıl isim 1. yeniden canlanma, dirilme;
yeniden canlandırma, diriltme. 2. uyanma, uyanış.
revive re.vive rîvayv' fiil yeniden canlanmak, dirilmek;
yeniden canlandırmak, diriltmek.
revoke re.voke rîvok' fiil 1. geri almak. 2. hükümsüz kılmak,
feshetmek.
revolt re.volt rîvolt' fiil 1. (at/against) (-e karşı) isyan etmek,
ayaklanmak. 2. tiksindirmek. isim isyan, ayaklanma.
revolting re.volt.ingsıfat tiksindirici, iğrenç.
revolution rev.o.lu.tion revılu'şın isim 1. dönme, devir. 2. devrim.
revolutionary nev.o.lu.tion.aryisim, sıfat devrimci.
revolutionise rev.o.lu.tion.ise revılu'şınayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız revolutionize
revolutionize rev.o.lu.tion.ize revılu'şınayz fiil -de devrim yapmak, -i
kökten değiştirmek.
revolve re.volve rîvalv' fiil 1. (about/around) (etrafında)
döndürmek, çevirmek; dönmek. 2. around hakkında
olmak, ile ilgili olmak.
revolver re.volv.er rîval'vır isim revolver, tabanca.

1123
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

revolving re.volv.ing rîvalv'îng sıfat döner: revolving door döner


kapı.
revue re.vue rîvyu' isim revü.
revulsion re.vul.sion rîv^l'şın isim tiksinme.
reward re.ward rîwôrd' fiil 1. ödüllendirmek. 2. karşılığını
vermek. isim 1. ödül, mükâfat. 2. karşılık.
reword re.word riwırd' yeni kelimelerle söylemek/yazmak.
rewrite re.write rirayt' fiil (rewrote, rewritten) yeniden yazmak.
rhetoric rhet.o.ric ret'ırîk isim 1. söz sanatı, belagat, retorik. 2.
abartmalı dil veya yazı.
rhetorical question cevabı beklenmeyen ve etkili olmak için sorulan soru.
rhetorical rhe.tor.i.cal rîtôr'îkıl sıfat 1. söz sanatına özgü. 2.
etkileyici bir şekilde söylenen. 3. tumturaklı.
rheumatism rheu.ma.tism ru'mıtîzım isim romatizma.
rhinestone rhine.stone rayn'ston isim suni elmas.
rhino rhi.no ray'no isim, konuşma dili (rhinos/rhino)
gergedan.
rhinoceros rhi.noc.er.os raynas'ırıs isim
(rhinoceroses/rhinoceros/rhinoceri) gergedan.
Rhodes Rhodes rodz isim Rodos.
rhubarb rhu.barb ru'barb isim ravent.
rhyme rhyme raym isim uyak, kafiye. fiil 1. (with) (ile)
kafiyeli olmak. 2. kafiyeli şiir yazmak.
rhythm rhythm rîdh'ım isim ritim, tartım, dizem.
rib rib rîb isim 1. kaburga, eğe. 2. pirzola. 3. botanik
yaprak damarı.
ribald rib.ald rîb'ıld sıfat ağzı bozuk, küfürbaz, bayağı.
ribbon rib.bon rîb'ın isim 1. kurdele; şerit. 2. şerit.
rice plant çeltik.
rice pudding üzümlü bir çeşit sütlaç.
rice rice rays isim 1. pirinç. 2. çeltik. 3. pilav.
rich rich rîç sıfat 1. zengin, varsıl: a rich man zengin bir
adam. 2. bitek, verimli. 3. bol, çok. 4. yağlı, ağır
(yemek). 5. gür, tok (ses). 6. canlı, koyu (renk).

1124
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

riches rich.esisim zenginlik, servet.


rickets rick.ets rîk'îts isim, tıbbi raşitizm.
rickety rick.et.y rîk'ıti sıfat 1. çürük, köhne (sandalye, masa
v.b.). 2. sarsak, titrek (kimse).
ricochet fire sekme atışı.
ricochet ric.o.chet rîkışey' isim sekme, sekerek sıçrama. fiil
sekmek, sekerek sıçramak.
rid rid rîd fiil (rid/ridded, ridding) of -den kurtarmak.
riddance rid.danceisim bakınız Good riddance!
ridden rid.den rîd'ın fiil bakınız ride sıfat bakınız be ridden
with
riddle rid.dle rîd'ıl isim kalbur. fiil 1. kalburdan geçirmek. 2.
kalbura çevirmek.
ride a high horse büyüklük taslamak.
ride bareback ata eyersiz binmek.
ride for a fall felakete sürüklenmek.
ride roughshod over (birini) hiçe saymak.
ride ride rayd fiil (rode, ridden) 1. binmek: ride a horse ata
binmek. ride a bicycle bisiklete binmek. 2. sürmek: He
rode on his motorcycle to Bursa. Motosikletini Bursa'ya
sürdü. isim 1. binme, biniş. 2. atla gezinti. 3. gezinti
yolu.
rider riderisim 1. binici. 2. hukuk (evrak veya yasaya) ek,
ilave, zeyil.
ridge ridge rîc isim 1. coğrafya (iki vadiyi birbirinden ayıran
yayvan) sırt. 2. dağ sırtı. 3. çatı sırtı.
ridgepole ridge.pole rîc'pol isim mahya kirişi.
ridicule rid.i.cule rîd'ıkyul isim alay, eğlenme. fiil ile alay
etmek, ile eğlenmek.
ridiculous ri.dic.u.lous rîdîk'yılıs sıfat 1. gülünç. 2. tuhaf, saçma:
Don't be ridiculous! Saçmalama!
riding breeches binici pantolonu, külot.
riding habit binici kıyafeti.
riding rid.ing ray'dîng isim 1. biniş. 2. binicilik.

1125
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rife with ile dolu.


rife rife rayf sıfat 1. yaygın. 2. bol, çok sayıda.
riffraff riff.raff rîf'räf isim ayaktakımı.
rifle ri.fle ray'fıl fiil 1. soymak, soyup soğana çevirmek. 2.
yağma etmek.
rift rift rîft isim 1. yarık, gedik, çatlak. 2. ara bozukluğu,
ara açılması.
rig rig rîg fiil (rigged, rigging) (bir şeyi) (yasalara aykırı
olarak) kendi çıkarına göre ayarlamak; (seçime) hile
karıştırmak/katmak; (maçta) şike yapmak.
rigging riggingisim, denizcilikle ilgili donanım.
right angle geometri dik açı.
right away hemen, derhal.
Right face! askeri Sağa dön!
right of assembly toplanma hakkı.
right of asylum politika sığınma hakkı.
right of eminent domain hukuk istimlak hakkı.
right of way hukuk geçit hakkı, irtifak hakkı. 2. _ trafik_ geçiş
hakkı.
right off hemen, derhal.
right on time tam zamanında, tam vaktinde, tam belirlenen zamanda.
right winger sağaçık.
right right rayt sıfat 1. (ahlakça) doğru: Do what's right!
Doğru olanı yap! 2. doğru, yanlış olmayan. What you
said is right. Dediğiniz doğru. 3. haklı: You're right.
Haklısın. 4. uygun; istenildiği gibi olan. 5. sağ: on the
right side of the road yolun sağ tarafında. 6. geometri
dik. zarf 1. sağa, sağa doğru. 2. doğru, doğru olarak:
You guessed right. Doğru tahmin ettin. 3. tam: right in
the middle tam ortada. 4. (ahlakça) doğru: Don't worry;
you did right. Onu dert etme; doğru yaptın. 5. doğru,
doğruca, dosdoğru. 6. doğru; düzgün; uygun bir şekilde.
7. hemen. I'll be right back. Hemen dönerim./Hemen
gelirim. 8. tamamen, tamamıyla, büsbütün. isim 1.

1126
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

(ahlakça) doğru olan şey. 2. doğruluk, doğru olma,


yanlış olmama. 3. hak. 4. yetki. 5. adalete uygunluk. 6.
sağ taraf. 7. politika sağ kanat. fiil düzeltmek,
doğrultmak; düzelmek, doğrulmak.
Right! Haklısınız!/Doğrudur.
righteous right.eous ray'çıs sıfat 1. dürüst, erdemli, doğru. 2. adil.
rightful right.ful rayt'fıl sıfat 1. haklı. 2. yasal. 3. gerçek.
rightfully right.ful.lyzarf haklı olarak.
right-hand right-hand rayt.händ' sıfat 1. sağdaki, sağ. 2. güvenilen:
right-hand man en çok güvenilen kimse, sağ kol.
right-handed right-hand.edsıfat 1. sağ elini kullanan. 2. sağ elle
yapılan. 3. soldan sağa dönen.
rightist right.ist ray'tîst sıfat, isim, politika sağcı.
rightly right.ly rayt'li zarf 1. haklı olarak. 2. doğru olarak.
rightminded right.mind.ed raytmayn'dîd sıfat 1. iyi niyetli. 2. kafası
normal bir şekilde çalışan, normal; aklı başında;
sağduyulu.
rigid rig.id rîc'îd sıfat 1. eğilmez, bükülmez, katı, dimdik. 2.
sert, şiddetli.
rigor rig.or rîg'ır isim 1. özen, ihtimam, dikkat. 2. sertlik,
katılık. 3. çoğul güçlükler, zorluklar.
rigorous rig.or.oussıfat 1. özenli, ihtimamlı, dikkatli. 2. sert,
şiddetli.
rigour rig.our rîg'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız rigor
rile rile rayl fiil, konuşma dili 1. sinirlendirmek, kızdırmak.
2. bulandırmak.
rim rim rîm isim 1. kenar. 2. jant, ispit.
rime rime raym isim kırağı.
rind rind raynd isim kabuk.
ring binder klasör.
ring true doğru gibi gelmek.
ring up -e telefon etmek.

1127
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ring ring rîng fiil kuşatmak, çember içine almak, etrafını


çevirmek. isim 1. halka, daire, çember. 2. yüzük. 3.
boks ring.
ringleader ring.lead.er rîng'lidır isim çete başı, elebaşı.
ringlet ring.let rîng'lît isim 1. saç lülesi. 2. ufak halka.
rink rink rîngk isim paten sahası.
rinse rinse rîns fiil 1. çalkamak, çalkalamak, durulamak. 2.
suyla yıkayarak -i temizlemek: Rinse the soap off your
hands. Ellerindeki sabunu suyla çıkar. isim 1. çalkama,
çalkalama, durulama. 2. (saçı hafifçe boyamak için
kullanılan) boya.
riot ri.ot ray'ıt isim 1. kargaşa. 2. ayaklanma, isyan. 3.
cümbüş, eğlenti. fiil 1. kargaşa çıkarmak. 2.
ayaklanmak, isyan etmek.
rip off argo 1. -i çalmak, -i yürütmek. 2. -i soymak. 3. -i
dolandırmak.
rip open yırtıp açmak.
rip rip rîp fiil (ripped, ripping) 1. yırtmak; yırtılmak. 2.
yarmak; yarılmak. 3. up/out -i sökmek; sökülmek. 4. up
-i parçalamak. 5. hızla ilerlemek veya koşmak. isim 1.
yırtık. 2. yarık. 3. dikiş söküğü.
ripe ripe rayp sıfat 1. olmuş, olgun. 2. tam vakti gelmiş.
ripen rip.en ray'pın fiil olgunlaştırmak; olgunlaşmak.
ripoff rip.off rîp'ôf isim, argo hile, üçkâğıtçılık.
ripple rip.ple rîp'ıl isim 1. dalgacık. 2. hafifçe dalgalanma. fiil
hafifçe dalgalanmak; hafifçe dalgalandırmak.
rise to the occasion zoru başarabileceğini göstermek.
rise rise rayz fiil (rose, risen) 1. yukarı çıkmak, yükselmek.
2. yükselmek, artmak. 3. kalkmak, ayağa kalkmak. 4.
kalkmak, yataktan kalkmak. 5. (ekmek, hamur v.b.)
kabarmak. 6. (güneş, ay) doğmak. 7. ortaya çıkmak,
gözükmek, belirmek. 8. (nehir) doğmak, çıkmak. 9.
(rüzgâr) kuvvetlenmek. 10. up ayaklanmak, isyan
etmek. isim 1. artış, yükseliş. 2. yükselme. 3. doğuş. 4.

1128
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bayır, tepe. 5. İngiliz İngilizcesi (maaşta) zam. 6.


meydana çıkış.
risk one's neck hayatını tehlikeye koymak.
risk risk rîsk isim 1. tehlike, risk, riziko. 2. sigorta edilen
kimse veya şey. fiil 1. tehlikeye atmak. 2. göze almak.
risky risk.ysıfat tehlikeli, rizikolu.
rite rite rayt isim ayin, dinsel tören.
ritual rit.u.al rîç'uwıl sıfat 1. ayine ait, dinsel törene ait. 2.
âdet edinilmiş. isim 1. ayin. 2. âdet, alışkı.
rival ri.val ray'vıl isim rakip. sıfat rekabet eden. fiil 1. ...
kadar iyi olmak. 2. ile rekabet etmek.
river riv.er rîv'ır isim ırmak, nehir.
rivet one's eyes on -e gözünü dikmek.
rivet riv.et rîv'ît isim perçin. fiil perçinlemek.
roach roach roç isim hamamböceği.
road road rod isim yol.
roam roam rom fiil dolaşmak, gezinmek.
roar roar rôr fiil 1. gümbürdemek. 2. (aslan) kükremek. 3.
gürlemek. 4. kahkaha ile gülmek. isim 1. gümbürdeme.
2. kükreme. 3. gürleme. 4. kahkaha.
roast roast rost fiil 1. (fırında veya ateşte) kızartmak. 2.
(kahve v.b.'ni) kavurmak. isim 1. rosto, kızarmış et
parçası. 2. rostoluk/kızartmalık et parçası. sıfat 1.
kızarmış, kızartılmış. 2. kavrulmuş (kahve v.b.).
roasted chickpea leblebi.
roaster roast.erisim (et kızartmaya yarayan kapaklı) rosto
tenceresi.
rob Peter to pay Paul birine olan borcu ödemek için başkasının hakkını
yemek.
rob rob rab fiil (robbed, robbing) 1. soymak. 2.
yağmalamak, talan etmek.
robber rob.berisim soyguncu, hırsız; haydut.
robbery rob.beryisim soygun, hırsızlık.
robe robe rob isim 1. cüppe, biniş. 2. kaftan. 3. sabahlık.

1129
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

robot ro.bot ro'bıt, ro'bat isim robot.


robust ro.bust rob^st' sıfat sağlam, gürbüz, güçlü, dinç.
rock bottom kaya tabakası. 2. en aşağı (fiyat).
rock candy akide şekeri.
rock crusher konkasör.
rock crystal neceftaşı.
rock the boat işleri karıştırmak.
rock rock rak isim 1. kaya. 2. kaya parçası. 3. kaya gibi
kuvvetli şey. 4. argo büyük mücevher, elmas. 5. İngiliz
İngilizcesi akide şekeri.
rocker rock.er rak'ır isim 1. (beşik veya salıncaklı sandalye
altındaki) kavisli ayak. 2. salıncaklı sandalye.
rocker-arm külbütör.
rocket rock.et rak'ît isim, botanik roka.
rocking chair salıncaklı sandalye.
rocking horse salıncaklı at.
rockrose rock.rose rak'roz isim, botanik laden.
rocky rock.y rak'i sıfat 1. kayalık. 2. kaya gibi.
rod rod rad isim çubuk, değnek.
rode rode rod fiil bakınız ride
rodent ro.dent rod'ınt isim kemirgen hayvan.
rodeo ro.de.o ro'diyo, rodey'o isim rodeo.
roe deer karaca.
roe roe ro isim balık yumurtası.
rogue rogue rog isim 1. hilekâr, düzenbaz, dolandırıcı. 2.
çapkın, kerata. 3. yaramaz kimse. 4. azgın fil.
roguish ro.guish ro'gîş sıfat 1. düzenbaz. 2. çapkın. 3. yaramaz.
role role rol isim rol.
rôle rôle rol isim rol.
roll call (okulda, toplantıda yapılan sözlü) yoklama.
roll out the red carpet for konuşma dili -i şatafatlı bir şekilde karşılayıp
ağırlamak.
roll out the welcome mat ağırlamak.
roll up one's sleeves kollarını sıvamak.

1130
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

roll roll rol fiil 1. yuvarlamak; yuvarlanmak. 2. up -i


sarmak; sarılmak. 3. up -i dürmek. 4. out -i açmak, - i
sermek. 5. (gök) gürlemek. 6. (gözlerini) devirmek. 7.
silindirle düzlemek. 8. on/by (zaman) geçip gitmek. 9.
dalgalanmak. isim 1. yuvarlama; yuvarlanma. 2. tomar.
3. top, rulo. 4. liste, sicil, kayıt. 5. gök gürlemesi. 6.
yalpa: the roll of a ship geminin yalpası. 7. argo para
tomarı, para.
rolled oats yulaf ezmesi.
roller roll.er ro'lır isim 1. silindir. 2. merdane. 3. büyük dalga.
4. bigudi.
roller-skate roll.er-skate ro'lır.skeyt fiil tekerlekli patenle kaymak.
rollick rol.lick ral'îk fiil neşeli ve gürültülü bir içimde
davranmak.
rollicking rol.lick.ingsıfat gürültülü, şamatalı.
rolling pin oklava, merdane.
rolling roll.ing ro'lîng sıfat 1. yuvarlanan. 2. inişli yokuşlu
(arazi). 3. dalgalı (deniz).
roly-poly ro.ly-po.ly ro'lipo'li sıfat tıknaz, bodur.
romaine ro.maine romeyn' isim marul.
Roman candle bir tür havai fişek.
Roman Catholic Katolik.
Roman law Roma hukuku.
Roman nose kemerli burun.
Roman numeral Romen rakamı.
Roman Ro.man ro'mın isim, sıfat Roman, Çingene.
Romance languages Romen dilleri, Latince kökenli diller.
Romance Ro.mance romäns' sıfat bakınız Romance languages
Romanesque Ro.man.esjue romınesk' sıfat Roman, Romanesk.
Romania Ro.ma.ni.a romey'niyı, romeyn'yı isim Romanya.
Romanian isim 1. Rumen; Romanyalı. 2. Rumence. sıfat 1.
Rumen; Romanya, Romanya'ya özgü. 2. Rumence. 3.
Romanyalı.

1131
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

romantic ro.man.tic romän'tîk sıfat 1. romantik; aşki; duygusal.


2. romantik, romanesk, aşk ve macera dolu. 3. fantastik.
4. edebiyat romantik, romantizme özgü. isim, edebiyat
romantik.
romanticise ro.man.ti.cise romän'tısayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız romanticize
romanticism ro.man.ti.cism romän'tısîzım isim romantizm.
romanticize ro.man.ti.cize romän'tısayz fiil -i romantik bir şekle
sokmak, romantikleştirmek.
Romany Ro.m.any ra'mıni, ro'mıni isim, sıfat 1. Romanca,
Çingenece. 2. Roman, Çingene.
Rome Rome rom isim Roma.
romp romp ramp fiil about/around sıçrayıp oynamak. isim 1.
hoyratça ve gürültülü oyun. 2. konuşma dili kolayca
kazanılan şey.
rompers romp.ers ram'pırz isim (kısa paçalı) çocuk tulumu.
roof roof ruf, rûf isim dam, çatı.
roofing roof.ingisim 1. çatı yapma. 2. çatı örtüsü.
rook rook rûk isim ekinkargası. fiil 1. hile ile kapmak. 2.
dolandırmak, aldatmak; kazıklamak.
rookie rook.ie rûk'i isim, argo 1. acemi er. 2. yeni polis. 3.
acemi oyuncu.
room and board tam pansiyon.
room room rum, rûm isim 1. oda. 2. yer. fiil oturmak.
roomer room.erisim pansiyoner.
roommate room.mateisim oda arkadaşı.
roomy room.ysıfat geniş.
roost roost rust isim tünek. fiil tünemek.
rooster roost.er rus'tır isim horoz.
root and branch tamamıyla, kökten, toptan, hepsi.
root directory bilgisayar kök rehber, kök dizin.
root for konuşma dili -i desteklemek.
root out kökünden sökmek.
root up kökünden sökmek.

1132
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

root root rut, rût isim kök. fiil kökleştirmek, tutturmak;


kökleşmek, tutmak.
rootless root.lesssıfat köksüz.
rope in konuşma dili kandırmak.
rope off iple çevirerek sınırlamak.
rope rope rop isim 1. ip. 2. halat. 3. idam. 4. kement. fiil 1.
iple bağlamak. 2. kementle tutmak.
Roquefort cheese Rokfor peyniri.
Roquefort Rojue.fort rok'fırt, rôk'fôr sıfat bakınız Roquefort
cheese
rosary ro.sa.ry ro'zıri isim 1. tespih ile okunan dualar. 2.
tespih.
rose geranium botanik ıtır.
rose hip kuşburnu.
rose of Sharon ağaçhatmi. 2. kılıçotu.
rose petal gül yaprağı.
rose rose roz fiil bakınız rise
rosebud rose.bud roz'b^d isim gül goncası.
rosebush rose.bush roz'bûş isim gül ağacı.
rose-colored rose-col.ored roz'k^lırd sıfat gül rengi, gül renkli.
rosemary rose.mar.y roz'meri isim biberiye.
rosin ros.in raz'în isim (katı) reçine, kolofan.
roster ros.ter ras'tır isim 1. askeri subayların nöbet sırasını
gösteren liste/defter. 2. isim listesi.
rostrum ros.trum ras'trım isim (rostrums/rostra) kürsü.
rosy ros.y ro'zi sıfat 1. gül gibi. 2. gül rengi, gül renkli;
kırmızı, al. 3. ümit verici. 4. şen.
rot rot rat fiil (rotted, rotting) çürümek; çürütmek. isim 1.
çürüme. 2. çürük. 3. İngiliz İngilizcesi saçma, zırva.
rotary press rotatif, dönerbasar.
rotary ro.ta.ry ro'tıri sıfat dönen, döner, dönel.
rotate ro.tate ro'teyt fiil 1. dönmek; döndürmek. 2. sırayla
çalışmak; sırayla çalıştırmak. 3. dönüşümlü olarak
ekmek.

1133
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rotation ro.ta.tion rotey'şın isim 1. dönme. 2. devir. 3. rotasyon.


rote rote rot isim bakınız by rote
rotor ro.tor ro'tır isim 1. rotor, döneç. 2. helikopter pervanesi.
rotten to the core (ahlakça) temelden çürük, kokuşmuş.
rotten rot.ten rat'ın sıfat çürük, bozuk, çürümüş, kokmuş; cılk
(yumurta).
rotund ro.tund rot^nd' sıfat 1. yuvarlak, toparlak. 2. tombul. 3.
dolgun ve kuvvetli (ses).
rotunda ro.tun.da rot^n'dı isim üstü kubbeli yuvarlak bina veya
oda, rotond.
rouge rouge ruq isim allık. fiil allık sürmek.
rough it (bir süre için) ilkel şartlar içinde yaşamak.
rough up -i hırpalamak.
rough usage hoyratça kullanma.
rough rough r^f sıfat 1. pürtüklü, pütür pütür; tırtıklı, tırtık
tırtık. 2. kaba: rough wool kaba yün. 3. kaba biçilmiş
(çimen). 4. bozuk (yol, kaldırım). 5. engebeli (arazi). 6.
dalgalı (deniz, su). 7. fırtınalı (hava); şiddetli (rüzgâr).
8. kaba, görgüsüz (kimse). 9. kaba, incelikten yoksun.
10. zor, sıkıntılı. 11. kaba, son şeklini henüz almamış.
12. kulağa hoş gelmeyen, kulağı rahatsız eden. isim
külhanbeyi.
roughcast rough.cast r^f'käst isim kaba sıva. fiil (roughcast) 1.
taslağını yapmak. 2. kaba sıva ile sıvamak.
roughen rough.en r^f'ın fiil 1. pürüzlendirmek; pürüzlenmek. 2.
kabartmak; kabarmak.
roughhewn rough.hewn r^f'hyun sıfat kaba yontulmuş.
roughhouse rough.house r^f'haus isim, argo gürültü patırtı. fiil, argo
gürültü patırtı çıkarmak.
roughly rough.lyzarf 1. kabaca. 2. aşağı yukarı, yaklaşık olarak.
roughneck rough.neck r^f'nek isim, argo külhanbeyi.
roughshod rough.shod r^f'şad sıfat bakınız ride roughshod over
roulette rou.lette rulet' isim rulet.

1134
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Roumania Rou.ma.ni.a rumey'niyı, rumeyn'yı isim bakınız


Romania
Roumanian isim, sıfat bakınız Romanian
round bracket İngiliz İngilizcesi, dilbilgisi parantez, ayraç.
round number matematik yuvarlak sayı.
round of applause alkış tufanı.
round the clock gece gündüz.
round round raund sıfat 1. yuvarlak: round shape yuvarlak
şekil. 2. yuvarlak, toparlak: a calculation given in round
figures yuvarlak hesap. 3. tam. a round dozen tam bir
düzine. 4. tombul. zarf etrafta; etrafında. edat -in
etrafına; -in etrafında. isim 1. yuvarlak şey, daire. 2.
vizite. 3. tur. 4. devriye. 5. birkaç sesin belirli aralıklarla
birbirini izleyerek söylediği şarkı. 6. boks raunt. 7. sıra:
It's your round. Sıra sende. fiil 1. yuvarlaklaştırmak;
yuvarlaklaşmak. 2. dönmek, etrafını dolaşmak. 3. off
(sayıyı) yuvarlak yapmak. 4. off/out -i tamamlamak. 5.
up (hayvanları, insanları) toplamak; (suçluları)
yakalamak. 6. toplamak, şişmanlamak.
roundabout round.a.bout raund'ıbaut sıfat dolambaçlı.
roundly round.lyzarf 1. adamakıllı. 2. sakınmadan, dobra dobra.
3. azarlayıcı bir şekilde.
round-trip ticket gidiş dönüş bileti.
round-trip sıfat gidiş dönüş (bileti).
roundup round.up raund'^p isim (hayvanları, insanları) toplama;
(suçluları) yakalama.
rouse rouse rauz fiil 1. uyandırmak; uyanmak. 2.
canlandırmak. 3. kışkırtmak.
rousing rous.ing rauz'îng sıfat 1. uyandırıcı. 2. heyecan verici.
3. canlı. 4. büyük.
rout rout raut isim bozgun, hezimet. fiil bozguna uğratmak,
hezimete uğratmak.
route route rut, raut isim 1. yol. 2. rota. fiil (belirli bir yolla)
göndermek.

1135
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

routine rou.tine rutin' isim 1. âdet, usul. 2. iş programı. sıfat


alışılmış, her zamanki.
rove rove rov fiil avare dolaşmak.
roving rov.ingsıfat gezici, dolaşan.
row against the tide akıntıya karşı kürek çekmek, güçlüklere karşı
çabalamak.
row row ro isim 1. sıra, saf, dizi. 2. sıra evler. 3. sıra evleri
olan sokak.
rowboat row.boat ro'bot isim kayık, sandal.
rowdy row.dy rau'di isim külhanbeyi. sıfat 1. gürültülü ve
kavgalı. 2. gürültücü ve kavgacı.
rowe row.erisim kürekçi.
royal roy.al roy'ıl sıfat krala ait, krala yakışır. isim, konuşma
dili kraliyet ailesinen biri, hanedandan biri.
royalist roy.al.istisim kralcı.
royalty roy.al.tyisim 1. kraliyet ailesi bireyleri. 2. imtiyaz
ücreti; patent ücreti; telif hakkı ücreti.
Ruanda Ru.an.da rûwan'dı isim bakınız Rwanda
rub away aşındırmak, yemek. 2. aşınmak.
rub down masaj yapmak.
rub elbows with ile bir arada olmak; ile bir araya gelmek, ile
karşılaşmak.
rub in (merhem v.b.'ni) ovarak yedirmek.
rub it in yüzüne vurmak.
rub off silip çıkarmak. 2. sürtünmeyle çıkmak, dökülmek.
rub out silip çıkarmak. 2. sürtünmeyle çıkmak, dökülmek.
rub shoulders with konuşma dili (biriyle) zaman zaman görüşmek/bir arada
bulunmak.
rub someone the wrong way birini kızdırmak, birini sinirlendirmek.
rub rub r^b fiil (rubbed, rubbing) 1. ovmak, ovalamak. 2.
something against bir şeyi -e sürtmek. 3. something on
bir şeyi -e sürmek. 4. against/on -e sürtünmek. isim 1.
ovma, ovalama; ovunma. 2. sürtme. 3. sürtünme. 4.
güçlük, engel. 5. sinirlendirici şey.

1136
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rubber band lastik bant.


rubber check karşılıksız banka çeki.
rubber tree kauçuk ağacı, kauçuk.
rubber rub.ber r^b'ır isim 1. kauçuk, lastik. 2. silgi. 3. şoson,
galoş. 4. İngiliz İngilizcesi lastik ayakkabı.
rubberise rub.ber.ise r^b'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
rubberize
rubberize rub.ber.ize r^b'ırayz fiil 1. lastik kaplamak. 2. kumaşı
su geçirmez hale koymak.
rubber-stamp rub.ber-stamp r^bırstämp' fiil, konuşma dili
düşünmeden onaylamak.
rubbing alcohol tuvalet ispirtosu.
rubbish bin İngiliz İngilizcesi çöp kutusu.
rubbish rub.bish r^b'îş isim 1. çerçöp, süprüntü, döküntü. 2.
saçma, saçmalık.
rubble rub.ble r^b'ıl isim 1. moloz. 2. blokaj için kullanılan
taşlar, blokaj taşları.
Rubicon Ru.bi.con ru'bîkan isim bakınız cross the Rubicon
rubric ru.bric ru'brîk isim 1. eski kitaplarda kırmızı harflerle
basılan kısım. 2. yasa tasarısı başlığı. 3. bölüm başlığı.
4. bölüm. 5. kırmızı renk.
ruby ru.by ru'bi isim 1. yakut. 2. yakut rengi. sıfat kırmızı,
lal.
rucksack ruck.sack r^k'säk, rûk'säk isim sırt çantası.
ruckus ruck.us r^k'ıs isim, konuşma dili çıngar; arbede.
ruction ruc.tion r^k'şın isim, konuşma dili çıngar, gürültülü
kavga.
rudder rud.der r^d ır isim dümen.
ruddy rud.dy r^d'i sıfat 1. kırmızı, al. 2. al yanaklı.
rude rude rud sıfat 1. kaba. 2. terbiyesiz, edepsiz. 3. kaba
saba. 4. ilkel. 5. sert, şiddetli.
rudimentary ru.di.men.ta.ry rudımen'tıri sıfat 1. temel. 2.
gelişmemiş.

1137
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rudiments ru.di.ments ru'dımınts isim esaslar, ilkeler, temel


bilgiler.
rue the day one was born doğduğuna pişman olmak.
rue rue ru isim sedefotu.
rueful rue.ful ru'fıl sıfat 1. yalandan hüzünlü. 2. üzücü; hazin;
hüzünlü.
ruffian ruf.fi.an r^f'iyın, r^f'yın isim kabadayı, külhanbeyi.
ruffle someone's feathers birini kızdırmak.
ruffle ruf.fle r^f'ıl fiil 1. buruşturmak. 2. kabartmak. 3.
karıştırmak. 4. büzmek. 5. rahatını bozmak, rahatsız
etmek. isim fırfır, farbala.
rug rug r^g isim 1. halı. 2. yaygı (kilim, cicim v.b.).
rugby rug.by r^g'bi isim, spor rugbi.
rugged rug.ged r^g'îd sıfat 1. engebeli, arızalı. 2. düzensiz. 3.
sert, haşin. 4. kaba. 5. sağlıklı, kuvvetli. 6. dayanıklı,
sağlam. 7. fırtınalı, sert.
rugger rug.ger r^g'ır isim, spor, konuşma dili rugbi.
ruin ru.in ru'wîn isim 1. yıkılma; yıkım. 2. iflas, batkı. 3.
çoğul ören, yıkıntı, kalıntı, harabe. fiil 1. harap etmek,
yıkmak. 2. mahvetmek, perişan etmek. 3. bozmak. 4.
iflas ettirmek, batırmak.
ruinous ru.in.oussıfat 1. harap edici, yıkıcı. 2. yıkık, harap. 3.
fahiş.
rule of thumb yaklaşık hesap, göz kararı, pratik iş görme usulü.
rule rule rul fiil 1. yönetmek. 2. -e hükmetmek. 3. egemen
olmak, hâkim olmak. 4. cetvelle çizmek. isim 1.
yönetim, idare; hükümet; saltanat. 2. kural. 3. âdet, usul.
ruler rule.risim 1. hükümdar. 2. cetvel.
ruling rul.ing ru'lîng isim 1. yönetim. 2. yargı, hüküm. 3.
iktidar.
rum rum r^m isim 1. rom. 2. içki.
Rumania Ru.ma.ni.a rumey'niyı, rumeyn'yı isim bakınız
Romania
Rumanian isim, sıfat bakınız Romanian

1138
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rumble rum.ble r^m'bıl fiil 1. gürlemek, gümbürdemek. 2.


gurlamak, guruldamak.
ruminant ru.mi.nant ru'mınınt sıfat 1. gevişgetiren. 2. düşünceli.
isim gevişgetiren hayvan.
ruminate ru.mi.nate ru'mıneyt fiil 1. geviş getirmek. 2.
over/about/on üzerinde derin derin düşünmek.
rummage out araştırarak bulmak.
rummage sale yardım dernekleri yararına yapılan kullanılmış eşya
satışı. 2. elde kalan malların satışı.
rummage rum.mage r^m'îc fiil altüst edip aramak.
Rumor has it that .... Söylentiye göre ....
Rumor has it that the government will fall. Söylentiye göre hükümet düşecek.
rumor ru.mor ru'mır isim söylenti; dedikodu.
Rumors are afloat. Ortalıkta şayialar dolaşıyor.
rumour ru.mour ru'mır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız rumor
rump roast kasaplık but.
rump rump r^mp isim 1. but. 2. bakiye, geri kalan parça.
rumple rum.ple r^m'pıl fiil 1. buruşturmak. 2. karmakarışık
etmek. isim kırışık, buruşukluk.
rumpus room evde oyun salonu.
rumpus rum.pus r^m'pıs isim, konuşma dili çıngar; arbede.
run a blockade ablukayı yarmak.
run a boundary sınırı geçmek.
run a risk riske girmek.
run a temperature (birinin) ateşi olmak, vücut ısısı fazla olmak.
run about koşuşturmak, öteye beriye koşmak.
run across rastlamak, tesadüf etmek.
run after -in peşinden koşmak.
run against -e çatmak. 2. -e çarpmak.
run aground karaya oturmak.
run along konuşma dili gitmek. Run along now! Haydi, şimdi git!
(Çocuklara söylenir.).
run amok çıldırmak. 2. insanları öldürmek amacıyla sağa sola
saldırmak.

1139
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

run an errand bir iş için bir yere gitmek.


run away with -i alıp kaçmak. 2. (âşığı) ile kaçmak. 3. (bir konuda) en
çok başarı kazanan biri olmak.
run away kaçmak, firar etmek.
run circles around someone birini cebinden çıkarmak, birine taş çıkarmak; birini
gölgede bırakmak, birinin pabucunu dama atmak.
run counter to -e aykırı düşmek, -e uymamak. 2. -e zıt gitmek.
run dry kurumak.
run errands ayak işleri yapmak; ayak işlerine bakmak.
run for one's life kaçıp kurtulmak.
run hard hızlı koşmak.
run into debt borca girmek.
run into -e rast gelmek. 2. -e çarpmak.
run low azalmak.
run off kaçmak. 2. matbaacılık basmak. 3. (yarışta, oyunda)
beraberliği çözmek. 4. with -i çalmak, - i aşırmak. 5.
with (âşığı) ile kaçmak.
run on devam etmek. 2. devamlı konuşmak.
run out of time (birinin) vakti kalmamak.
run out on (birini) terketmek.
run out dışarı koşmak. 2. (süre) bitmek. 3. tükenmek. 4. of -den
dışarı atmak, -den kovmak.
run over çarpıp üstünden geçmek; ezmek, çiğnemek. 2. to (bir
yere) gidivermek. 3. tekrarlamak. 4. gözden geçirmek.
5. taşmak.
run rings around someone birini cebinden çıkarmak, birine taş çıkarmak; birini
gölgede bırakmak, birinin pabucunu dama atmak.
run riot gemi azıya almak. 2. (bitki) dal budak salıp her yeri
sarmak.
run short of (malzemesi) tükenmek, kıtlaşmak.
run someone to earth birini/bir şeyi arayıp tarayıp bulmak.
run something to earth birini/bir şeyi arayıp tarayıp bulmak.
run the gamut her çeşidi/türü olmak.
run the gauntlet sıra dayağı yemek.

1140
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

run through (bir şeyi) çabucak tüketmek; (bir şeyi) israf etmek. 2.
(bir taşıt) (durulması gereken bir yerden) durmadan
geçmek. 3. (kılıç, süngü v.b.'ni) bir vuruşta (birinin)
gövdesinden geçirmek.
run true to form kendisinden beklenildiği gibi davranmak.
run up against a blank wall çıkmaza girmek, açmaza düşmek.
run up (ödenecek bir faturayı) yüklü bir hale getirmek. 2.
artırmak. 3. (bayrak) çekmek. 4. dikivermek.
run upon -e rastlamak.
run wild (çocuk) taşkınca davranmak, azmak. 2. (bitki) azıp çok
yayılmak.
run run r^n isim 1. koşuş, koşma. 2. (çorapta) kaçık. 3.
ticaret talep, istem, rağbet. 4. gezi, gezinti. 5. yol, rota.
6. akış. 7. spor koşu. 8. sinema gösterim süresi. 9. balık
akını; akın.
runaway run.a.way r^n'ıwey isim, sıfat kaçak.
rundown run.down r^n'daun isim özet.
run-down run-down r^n'daun sıfat 1. köhne, harap. 2. yorgun,
hastalıklı, zayıf.
rung rung r^ng isim 1. portatif merdiven basamağı. 2.
iskemlenin basamak değneği. 3. tekerlek parmağı. 4.
kademe, basamak.
run-in run-in r^n'în isim atışma, anlaşmazlık.
runner run.ner r^n'ır isim 1. koşucu. 2. kaçakçı. 3. yol halısı. 4.
haberci, ulak. 5. ray. 6. uzunca ve ensiz masa örtüsü. 7.
botanik sürüngen sap.
runner-up run.ner-up r^n'ır^p' isim, spor ikinci gelen yarışmacı
veya takım.
running account ticaret cari hesap. 2. anında verilen haber.
running light seyir feneri.
running mate aynı takımda yarışan at. 2. aynı partiden seçime katılan
aday.
running run.ning r^n'îng isim 1. koşuş, koşma. 2. yönetim,
idare. 3. spor koşu. sıfat 1. koşan. 2. koşuya ait. 3.

1141
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sarılgan, sürüngen (bitki). 4. sürekli, devamlı, aralıksız.


5. akan, akar: running water akar su. 6. kolay geçen. 7.
üst üste. 8. art arda. 9. işleyen. 10. bitişik (elyazısı). 11.
tıbbi akıntılı, sızıntılı. 12. düz. 13. cari, geçer. 14.
tekrarlanmış. 15. koşarak yapılan.
run-of-the-mill run-of-the-mill r^n'ıvdhımîl' sıfat olağan, bayağı,
alelade, sıradan.
run-time run-time r^n'taym isim, bilgisayar yürütme süresi.
runway run.way r^n'wey isim (havaalanında) pist.
rupture rup.ture r^p'çır isim 1. kopma, kırılma. 2. (ilişkilerde)
kopma, kopukluk. fiil 1. koparmak, kırmak; kopmak,
kırılmak. 2. (ilişkiyi) koparmak, bozmak.
rural ru.ral rûr'ıl sıfat 1. kırsal, köye ait. 2. tarımsal.
ruse ruse ruz, rus isim hile, oyun.
rush a bill through bir kanun tasarısını acele ile meclisten geçirmek.
rush hour (iş gününde) trafiğin en yoğun olduğu zaman.
rush order acele sipariş.
rush out of the room odadan fırlayıp çıkmak.
rush rush r^ş isim saz, hasırotu.
Russia turnip şalgam.
Russia Rus.sia r^ş'ı isim Rusya.
Russian roulette Rus ruleti.
Russian Rus.sian r^ş'ın isim, sıfat 1. Rus. 2. Rusça.
rust rust r^st isim 1. pas. 2. pas rengi. fiil paslanmak;
paslandırmak.
rustic rus.tic r^s'tîk sıfat 1. köye veya kıra özgü. 2. kaba,
yontulmamış. 3. rüstik, sade, basit. isim basit ve kaba
kimse.
rustle rus.tle r^s'ıl fiil 1. hışırdamak; hışırdatmak. 2. konuşma
dili (davar veya at) çalmak. isim hışırtı.
rustler rus.tlerisim, konuşma dili davar veya at hırsızı.
rusty rust.y r^s'ti sıfat paslı, paslanmış.
rut rut r^t isim (hayvan) kızışma, kösnüme.
rutabaga ru.ta.ba.ga rutıbey'gı isim şalgam.

1142
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ruthless ruth.less ruth'lîs sıfat merhametsiz, acımasız, insafsız.


ruthlessly ruth.less.lyzarf insafsızca.
ruthness ruth.nessisim insafsızlık.
Rwanda Rwan.da rûwan'dı isim Ruanda.
Rwandan isim Ruandalı. sıfat 1. Ruanda, Ruanda'ya özgü. 2.
Ruandalı.
rye rye ray isim çavdar.
S S, s es isim S, İngiliz alfabesinin on dokuzuncu harfi.
S.E. S.E.kısaltma southeast
S.O.B. S.O.B. es'obi isim, konuşma dili alçak herif, şey
ettiğim herif.
S.W. S.W.kısaltma southwest
Sabbath Sab.bath säb'ıth isim bakınız the Sabbath
sabbatical sab.bat.i.cal sıbät'îkıl isim üniversitedeki öğretim
üyesine tanınan uzun ve maaşlı izin.
saber rattling savaş tehdidi.
saber sa.ber sey'bır isim süvari kılıcı.
sable sa.ble sey'bıl isim 1. samur. 2. samur kürk. 3. siyah.
sıfat siyah.
sabotage sab.o.tage säb'ıtaq isim sabotaq, baltalama. fiil sabotaq
yapmak, sabote etmek, baltalamak.
sabre sa.bre sey'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız saber
saccharin sac.cha.rin säk'ırîn isim sakarin.
sack out konuşma dili (uyumak üzere) yatmak.
sack sack säk isim torba, çuval. fiil 1. çuvala koymak. 2.
konuşma dili kovmak, işten atmak, sepetlemek.
sacking sack.ing säk'îng isim çuval bezi, çul.
sacrament sac.ra.ment säk'rımınt isim, Hristiyanlık Hz.İsa'dan
kaynaklanan ve papaz aracılığıyla yapılan kutsal bir
işlem.
sacred sa.cred sey'krîd sıfat 1. kutsal. 2. dinsel, dini.
sacrifice sale zararına satış.

1143
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sacrifice sac.ri.fice säk'rıfays isim 1. kurban. 2. fedakârlık,


özveri. 3. feda etme, kurban etme. fiil 1. kurban etmek,
kurban olarak kesmek. 2. feda etmek.
sacrilegious sac.ri.le.gious säkrılîc'ıs sıfat kutsal bir şeye karşı
saygısız.
sacrosanct sac.ro.sanct säk'rosängkt sıfat 1. çok kutsal. 2.
dokunulmaz.
sad sad säd sıfat 1. kederli, üzgün. 2. üzücü, acıklı. 3. çok
kötü. 4. donuk (renk).
sadden sad.den säd'ın fiil kederlendirmek, üzmek;
kederlenmek, üzülmek.
saddle a person with a task birine zor bir iş yüklemek.
saddle sad.dle säd'ıl isim 1. eyer. 2. semer. 3. (bisiklette) sele.
fiil eyerlemek.
sadism sad.ism sey'dîzım, säd'îzım isim sadizm.
sadist sad.istisim sadist.
sadistic sa.dis.tic sıdîs'tîk sıfat sadist.
safari sa.fa.ri sıfa'ri isim safari.
safe and sound sağ salim, sapasağlam.
safe safe seyf sıfat emin, emniyetli, güvenli, sağlam;
güvenilir; tehlikesiz: in safe hands emin ellerde. isim
kasa.
safeguard safe.guard seyf'gard isim 1. koruma. 2. against -e karşı
koruyucu şey. fiil against -e karşı korumak.
safekeeping safe.keep.ing seyf'ki'pîng isim saklama, koruma.
safety belt emniyet kemeri.
safety lamp madenci feneri.
safety lock emniyet kilidi. 2. (silahta) emniyet tertibatı.
safety pin çengelliiğne.
safety razor tıraş makinesi.
safety valve emniyet valfı, emniyet supabı.
safety safe.ty seyf'ti isim güvenlik, emniyet.
safflower saf.flow.er säf'lauwır isim yalancısafran, aspur,
papağanyemi.

1144
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

saffron saf.fron säf'rın isim safran.


sag sag säg fiil (sagged, sagging) 1. eğilmek, bükülmek,
çökmek, bel vermek; sarkmak. 2. (kıymet, fiyat) yavaş
yavaş düşmek.
saga sa.ga sa'gı isim destan.
sagacious sa.ga.cious sıgey'şıs sıfat ferasetli; zeki.
sagacity sa.gac.i.ty sıgäs'ıti isim feraset, zekâvet, zekâ.
sage sage seyc isim adaçayı.
Sahara Sa.ha.ra sıhä'rı isim bakınız the Sahara
Saharan sıfat Sahra, Sahra'ya özgü.
said said sed fiil bakınız say
sail close to the wind tehlikeli bir yolda gitmek, tehlikeli bir şekilde hareket
etmek. 2. (yazının, sözün) açık saçık olmasına ramak
kalmak.
sail into konuşma dili 1. -e büyük bir şevkle girişmek. 2. -i fena
halde azarlamak, -i haşlamak.
sail under false colors olduğundan başka türlü görünmek.
sail sail seyl isim 1. yelken. 2. yelkenli. 3. deniz yolculuğu.
fiil 1. gemi ile yola çıkmak. 2. gemi ile gitmek. 3.
(gemi) kullanmak. 4. havada uçurmak.
sailboat sail.boat seyl'bot isim yelkenli tekne, yelkenli.
sailing sail.ing sey'lîng isim 1. yelkencilik. 2. gemi ile
yolculuk.
sailor sail.or sey'lır isim gemici.
saint saint seynt sıfat aziz. isim aziz, evliya, eren. fiil azizler
mertebesine çıkarmak.
saintly saint.lysıfat 1. aziz gibi. 2. azizlere yakışır. 3. kutsal.
sake sake seyk isim hatır, uğur: for my sake hatırım için. for
the sake of peace barış uğruna.
salability sal.abil.i.tyisim satılabilme, satılma şansı.
salable sal.a.ble sey'lıbıl sıfat satılabilir.
salableness sal.a.ble.nessisim satılabilme, satılma şansı.
salacious sa.la.cious sıley'şıs sıfat 1. şehvetli. 2. müstehcen.
salad sal.ad säl'ıd isim salata.

1145
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

salamander sal.a.man.der säl'ımändır isim semender.


salami sa.la.mi sıla'mi isim salam.
salaried sal.a.riedsıfat maaşlı, aylıklı, ücretli.
salary sal.a.ry säl'ıri isim maaş, aylık, ücret. fiil maaş vermek,
ücret vermek, aylık bağlamak.
sale sale seyl isim 1. satış. 2. indirimli satış, ucuzluk,
tenzilatlı satış.
saleable sale.a.ble sey'lıbıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız
salable
sales clerk tezgâhtar, satış elemanı.
salesman sales.man seylz'mın isim (salesmen) satıcı, satış
elemanı; tezgâhtar.
salesmanship sales.man.ship seylz'mınşîp isim satıcılık.
salesroom sales.room seylz'rum isim satış yeri.
saleswoman sales.wom.an seylz'wûmın isim (saleswomen) satıcı
kadın; kadın tezgâhtar.
salient sa.li.ent sey'liyınt sıfat 1. göze çarpan, dikkati çeken. 2.
çıkıntılı.
saline sa.line sey'lin, sey'layn sıfat 1. tuzlu. 2. tuz gibi.
saliva sa.li.va sılay'vı isim salya, tükürük.
salivate sal.i.vate säl'ıveyt fiil 1. salya akıtmak. 2. ağzı
sulanmak.
sallow sal.low säl'o sıfat benzi sararmış, soluk yüzlü; soluk,
solgun (beniz).
sally sal.ly säl'i isim 1. kuşatma sırasında askerin hücuma
geçmesi. 2. ani hareket veya hamle. 3. gezinti. fiil 1.
forth/out dışarı fırlamak. 2. forth/out hücuma geçmek.
3. forth/out geziye çıkmak.
salmon salm.on säm'ın isim som balığı.
salon sa.lon sılan' isim salon, dükkân: beauty salon kuaför
salonu.
saloon sa.loon sılun' isim 1. bar, meyhane. 2. İngiliz
İngilizcesi (körüksüz) binek arabası. 3. İngiliz

1146
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

İngilizcesi salon, dükkân: billiards saloon bilardo


salonu. İngiliz İngilizcesi (yolcu gemisinde) salon.
salt away -i tuzlamak, -i tuza yatırmak. 2. (para) biriktirmek, istif
etmek.
salt cellar tuzluk.
salt down -i tuzlamak, -i tuza yatırmak. 2. (para) biriktirmek, istif
etmek.
salt flat (deniz veya göl kenarındaki) tuzla.
salt lake tuzlu göl, tuz gölü.
salt pan tuzla tavası.
salt salt sôlt isim tuz. sıfat 1. tuzlu. 2. tuzlama, tuzlanmış.
saltcellar salt.cel.lar sôlt'selır isim (kapağı deliksiz) tuzluk.
saltpeter salt.pe.ter sôltpi'tır isim güherçile.
saltpetre salt.pe.tre sôltpi'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
saltpeter
saltshaker salt.shak.er sôlt'şeykır isim (kapağı delikli) tuzluk.
saltwater salt.wa.ter sôlt'wôtır sıfat tuzlu suya özgü; tuzlu suda
yaşayan.
salty saltysıfat tuzlu.
salubrious sa.lu.bri.ous sılu'briyıs sıfat sağlığa yararlı.
salutary sal.u.tar.y säl'yıteri sıfat 1. sağlığa yararlı. 2. yararlı,
hayırlı.
salutation sal.u.ta.tion sälyıtey'şın isim 1. selamlama. 2. selam.
salute sa.lute sılut' fiil selam vermek, selamlamak. isim 1.
selamlama. 2. selam.
salvage sal.vage säl'vîc isim kurtarılan mal. fiil (eşya)
kurtarmak.
salvation sal.va.tion sälvey'şın isim 1. kurtuluş. 2. kurtarılma;
kurtarma.
salve one's conscience vicdanını rahatlatmak.
salve salve säv, sav isim merhem. fiil bakınız salve one's
conscience
Same here. Ben de.: "I want a cup of coffee." "Same here." "Bir
kahve istiyorum." "Ben de."

1147
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

same same seym sıfat 1. aynı, tıpkı: the same thing aynı şey.
2. eşit: Both amounts are the same. Her iki miktar eşit.
Samoa Sa.mo.a sımo'wı isim Samoa.
Samoan Sa.mo.an sımo'wın isim 1. Samoalı. 2. Samoaca. sıfat
1. Samoa, Samoa'ya özgü. 2. Samoaca. 3. Samoalı.
Samos Sa.mos sey'mıs, sä'mıs, sa'môs isim Sisam.
Samothrace Sam.o.thrace säm'ıthreys, säm'othreys isim Semadirek,
Semendirek.
sample sam.ple säm'pıl isim örnek, numune; model; mostra;
eşantiyon. fiil örnek olarak denemek.
sanatorium san.a.to.ri.um sänıtôr'iyım isim (sanatoriums/sanatoria)
sanatoryum.
sanctify sanc.ti.fy sängk'tıfay fiil 1. kutsallaştırmak. 2.
kutsamak.
sanctimonious sanc.ti.mo.ni.ous sängktımo'niyıs sıfat dindarlık
taslayan, sahte sofu.
sanctimoniously sanc.ti.mo.ni.ous.lyzarf dindarlık taslayarak.
sanction sanc.tion sängk'şın isim 1. onay, tasdik. 2. hukuku ihlal
nedeniyle verilen ceza. 3. yaptırım, müeyyide. fiil
onaylamak, tasdik etmek.
sanctity sanc.ti.ty sängk'tıti isim kutsallık.
sanctuary sanc.tu.ar.y sängk'çuweri isim 1. tapınak, mabet. 2.
kutsal yer. 3. sığınak.
sand dune kumul.
sand martin kumkırlangıcı.
sand sand sänd isim 1. kum. 2. çoğul kumluk, kumsal.
sandal san.dal sän'dıl isim sandal, sandalet.
sandbar sand.bar sänd'bar isim kıyı dili, sahil kordonu.
sandblast sand.blast sänd'bläst fiil kum püskürterek temizlemek.
sandpaper sand.pa.per sänd'peypır isim zımpara kâğıdı. fiil
(zımpara kâğıdı ile) zımparalamak.
sandwich sand.wich sänd'wîç isim sandviç. fiil between (iki
şeyin) arasına sıkıştırmak.
sandy sand.y sän'di sıfat 1. kumlu. 2. saman sarısı (saç).

1148
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sane sane seyn sıfat 1. aklı başında. 2. mantıklı.


sang sang säng fiil bakınız sing
sanguinary san.gui.nar.y säng'gwıneri sıfat 1. kanlı. 2. kana
susamış, kan dökücü.
sanguine san.guine säng'gwîn sıfat 1. umutlu; iyimser. 2. neşeli.
3. kan gibi kırmızı, kan renginde (beniz).
sanitarium san.i.tar.i.um sänıter'iyım isim (sanitariums/sanitaria)
bakınız sanatorium
sanitary napkin hijyenik kadın bağı.
sanitary san.i.tar.y sän'ıteri sıfat 1. sağlıkla ilgili. 2. sağlıklı,
temiz.
sanitation system sıhhi tesisat.
sanitation san.i.ta.tion sänıtey'şın isim 1. sağlığa uygun bir
duruma getirme. 2. sağlık önlemleri.
sanity san.i.ty sän'ıti isim aklı başında olma.
sank sank sängk fiil bakınız sink
Sanskrit San.skrit sän'skrît isim, sıfat Sanskritçe.
Santa Claus San.ta Claus sän'tı klôz Noel Baba.
sap sap säp fiil, askeri (sapped, sapping) temelini kazıp
yıkmak; altına sıçanyolu kazarak ilerlemek.
sapling sap.ling säp'lîng isim (epey boy atmış) fidan.
sapphire sap.phire säf'ayr isim gökyakut, safir.
sarcasm sar.casm sar'käzım isim istihza.
sarcastic sar.cas.tic sarkäs'tîk sıfat iğneleyici, alaylı, müstehzi.
sarcastical sar.cas.ti.cal sarkäs'tîkıl sıfat iğneleyici, alaylı,
müstehzi.
sarcastically sar.cas.ti.cal.lyzarf alay ederek.
sarcophagus sar.coph.a.gus sarkaf'ıgıs isim
(sarcophagi/sarcophaguses) lahit.
sardine sar.dine sardin' isim sardalye, ateşbalığı.
Sardinia Sar.din.i.a sardîn'iyı, sardîn'yı isim Sardinya.
Sardinian isim 1. Sardinyalı. 2. Sardinyaca. sıfat 1. Sardinya,
Sardinya'ya özgü. 2. Sardinyaca. 3. Sardinyalı.

1149
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sardonic sar.don.ic sardan'îk sıfat küçümseyen, küçümseyici,


alaylı, alaycı.
sash window sürme pencere.
sash sash säş isim kuşak.
sass sass säs isim, konuşma dili küstahlık.
sassy sas.sy säs'i sıfat arsız, küstah, haddini bilmez.
sat sat sät fiil bakınız sit
Satan Sa.tan sey'tın isim Şeytan.
satchel satch.el säç'ıl isim okul çantası.
sate sate seyt fiil doyurmak.
satellite sat.el.lite sät'ılayt isim uydu.
satiate sa.ti.ate sey'şiyeyt fiil doyurmak.
satiety sa.ti.e.ty sıtay'ıti, sey'şıti isim doyum, doygunluk.
satin sat.in sät'ın isim saten, atlas.
satire sat.ire sät'ayr isim hiciv, taşlama, yergi, yerme.
satiric sa.tir.ic sıtîr'îk sıfat hicivli, hicivsel.
satirical sa.tir.i.cal sıtîr'îkıl sıfat hicivli, hicivsel.
satirise sat.i.rise sät'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız satirize
satirize sat.i.rizefiil hicvetmek, yermek, taşlamak.
satisfaction sat.is.fac.tion sätîsfäk'şın isim 1. hoşnutluk,
memnuniyet. 2. tatmin, doyum. 3. doygunluk.
satisfactory sat.is.fac.to.ry sätîsfäk'tıri sıfat 1. hoşnut edici,
memnun edici. 2. tatmin edici, doyurucu, yeterli.
satisfy sat.is.fy sät'îsfay fiil 1. hoşnut etmek, memnun etmek.
2. tatmin etmek, doyurmak. 3. gidermek. 4. inandırmak,
ikna etmek.
saturate sat.u.rate säç'ıreyt fiil doyurmak.
saturated sat.u.ratedsıfat doymuş, doygun.
saturation sat.u.ra.tionisim doyma, doygunluk.
Saturday Sat.ur.day sät'ırdi, sät'ırdey isim cumartesi.
Saturn Sat.urn sät'ırn isim, gökbilim Satürn, Zühal.
saturnine sat.ur.nine sät'ırnayn sıfat asık suratlı, somurtkan.
sauce sauce sôs isim 1. salça, sos, terbiye. 2. tat, lezzet. 3.
konuşma dili terbiyesizce söylenmiş söz; küstahlık. fiil

1150
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

1. salça ilave etmek, sos koymak. 2. konuşma dili


terbiyesizlik etmek, küstahlık etmek.
sauceboat sauce.boat sôs'bot isim salçalık, sos kabı.
saucepan sauce.pan sôs'pän isim uzun saplı tencere.
saucer sau.cer sô'sır isim çay tabağı, fincan tabağı.
saucy sau.cy sô'si sıfat arsız, sulu, sırnaşık; küstah.
Saudi Arabia Suudi Arabistan.
Saudi Arabian Suudi Arabistanlı, Suudi. 2. Suudi Arabistan, Suudi,
Suudi Arabistan'a özgü.
Saudi Sa.u.di sawu'di isim, sıfat Suudi.
saunter saun.ter sôn'tır fiil aylak aylak dolaşmak, avare avare
dolaşmak. isim aylak aylak dolaşma.
sausage sau.sage sô'sîc isim sosis; sucuk.
savage sav.age säv'îc sıfat 1. vahşi, yabanıl, yabani. 2.
acımasız, zalim. isim 1. vahşi adam. 2. zalim ve canavar
ruhlu kimse. fiil vahşice saldırmak.
savageness sav.age.nessisim vahşilik, yabanıllık, yabanilik, vahşet.
savagery sav.age.ryisim vahşilik, yabanıllık, yabanilik, vahşet.
save face görünüşü kurtarmak.
save for .. hariç.
save one's face (itibarını zedeleyebilecek bir durumdan) yüzünün akıyla
çıkmak.
save one's skin postunu kurtarmak.
save that ancak, yalnız.
save save seyv fiil 1. kurtarmak: save someone's life birinin
hayatını kurtarmak. 2. korumak. Turn on the lights to
save your eyes. Gözlerinizi yormamak için ışığı açın. 3.
saklamak, ayırmak. 4. biriktirmek. 5. on -i idareli
kullanmak, -den tasarruf etmek. 6. bilgisayar
kaydetmek.
saving your presence hâşâ huzurdan, sözüm yabana, sözüm meclisten dışarı.
saving sav.ing sey'vîng edat, bağlaç -den başka, ... dışında, ...
hariç.
savings account ticaret tasarruf hesabı.

1151
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

savings bank tasarruf sandığı, tasarruf bankası.


savings sav.ings sey'vîngz isim biriktirilmiş para; tasarruflar.
savior sav.ior seyv'yır isim kurtarıcı.
saviour sav.iour seyv'yır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız savior
savor sa.vor sey'vır isim 1. tat, lezzet, çeşni. 2. zevk, tat. fiil
1. of tadı olmak, lezzeti olmak. 2. çeşni vermek; lezzet
vermek. 3. kokusu olmak. 4. zevk almak, tadına
varmak.
savoriness sa.vor.i.nessisim lezzetlilik.
savory sa.vor.y sey'vıri sıfat 1. lezzetli. 2. hoş kokulu. isim 1.
ballıbabagillerden, yaprakları bahar olarak kullanılan)
sater, zater. 2. İngiliz İngilizcesi yemeğin başında veya
sonunda yenen bir yemek.
savour sa.vour sey'vır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
savor
savoury sa.vour.y sey'vıri sıfat, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
savory
saw saw sô fiil bakınız see
sawdust saw.dust sô'd^st isim bıçkı tozu, testere talaşı.
sawmill saw.mill sô'mîl isim bıçkıhane, bıçkıevi.
sax sax säks isim, konuşma dili saksofon.
saxophone sax.o.phone säk'sıfon isim saksofon.
saxophonist sax.o.phon.istisim saksofoncu.
say a mouthful isabetli bir şey söylemek.
say a word about -den bahsetmek/konuşmak.
say one's say söyleyeceğini söylemek.
say something under one's breath bir şeyi alçak sesle söylemek, bir şeyi fısıldamak.
say the blessing yemek duası yapmak.
say the word (bir şeyin yapılması için) haber vermek: If you ever
need a ticket, just say the word and I'll get you one.
Bilete ihtiyacın olursa bana bildirmen yeter. When I say
the word you'll all stand up. Ben söyleyince hepiniz
ayağa kalkacaksınız.
Say Uncle! Pes de!

1152
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Say uncle. Teslim ol.


Say when. konuşma dili Kâfi gelince söyle.
say say sey fiil (said) demek, söylemek. isim 1. denilen
şey, söz. 2. söz sırası. ünlem, konuşma dili Hey, bana
bak!
saying say.ing sey'îng isim 1. söz, laf. 2. atasözü; özdeyiş.
say-so say-so sey'so isim, konuşma dili 1. keyfi karar,
dayanaksız hüküm. 2. karar verme hakkı.
scab scab skäb isim 1. yara kabuğu. 2. konuşma dili greve
katılmayan veya grevcilerin yerine çalışan işçi. fiil
(scabbed, scabbing) 1. (yara) kabuk bağlamak. 2.
konuşma dili grevcilerin yerine çalışmak.
scabbard scab.bard skäb'ırd isim kılıç kını.
scaffold scaf.fold skäf'ıld isim 1. yapı iskelesi. 2. darağacı. fiil
yapı iskelesi kurmak.
scaffolding scaf.fold.ingisim 1. yapı iskelesi kurmak için kullanılan
kereste. 2. yapı iskelesi.
scald scald skôld fiil 1. haşlamak, kaynar su veya buhardan
geçirmek. 2. (kaynar sıvı veya buhar ile) yakmak,
haşlamak. isim (kaynar sıvı veya buhardan ileri gelen)
yanık, yara.
scale down küçültmek; indirmek.
scale up büyütmek; yükseltmek.
scale scale skeyl isim (balık, sürüngen v.b.'nde) pul. fiil
pullarını ayıklamak.
scallion scal.lion skäl'yın isim 1. yeşil soğan, taze soğan. 2.
yabanisarımsak, yabanisarmısak. 3. pırasa.
scallop scal.lop skäl'ıp isim, zooloji tarak, deniztarağı. fiil tarak
kabuğu şeklinde kesmek veya süslemek.
scalp scalp skälp isim 1. kafa derisi. 2. zafer simgesi. fiil 1.
kafa derisini yüzmek. 2. konuşma dili karaborsadan
(bilet) satmak. 3. konuşma dili (kâr amacı ile) (hisse
senedi v.b.'ni) alıp satmak. 4. konuşma dili bozguna
uğratmak.

1153
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

scalpel scal.pel skäl'pıl isim, tıbbi neşter, bisturi.


scaly scal.y skey'li sıfat pul pul, pullarla kaplı, pullu.
scamp scamp skämp isim haylaz, yaramaz.
scamper scam.per skäm'pır fiil 1. about/around koşuşturmak. 2.
koşmak, kaçmak. isim acele kaçış.
scan scan skän fiil (scanned, scanning) 1. inceden inceye
gözden geçirmek. 2. üstünkörü gözden geçirmek. 3.
vezne göre okumak. 4. vezin kurallarına uymak. 5.
bilgisayar taramak.
scandal scan.dal skän'dıl isim 1. skandal, rezalet. 2. iftira,
dedikodu. 3. rezil, kepaze, yüzkarası.
scandalise scan.dal.ise skän'dılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
scandalize
scandalize scan.dal.ize skän'dılayz fiil rezalet çıkararak (birini)
utandırmak.
scandalous scan.dal.ous skän'dılıs sıfat rezil, kepaze, lekeleyici,
utanılacak, çok ayıp.
Scandinavia Scan.di.na.vi.a skändıney'viyı, skändıneyv'yı isim
İskandinavya.
Scandinavian isim 1. İskandinavyalı, Iskandinav. sıfat 1. İskandinav,
İskandinavya'ya özgü. 2. İskandinavyalı, İskandinav. 3.
İskandinav dillerine özgü.
scanner scan.ner skän'ır isim, bilgisayar tarayıcı.
scant scant skänt sıfat 1. az, kıt, dar. 2. yetersiz. 3. sınırlı.
scantily scant.i.lyzarf kıt olarak, eksik olarak.
scanty scantysıfat 1. pek az, kıt, dar. 2. yetersiz, eksik.
scapegoat scape.goat skeyp'got isim günah keçisi; şamar oğlanı.
scar scar skar isim yara izi. fiil (scarred, scarring) yara izi
bırakmak.
scarce scarce skers sıfat 1. seyrek, nadir, az bulunur. 2. kıt.
scarcely scarce.lyzarf hemen hemen, neredeyse, ancak; pek: I
scarcely know him. Onu pek tanımıyorum. He'd
scarcely entered the room when she flung a plate at
him. Odaya henüz girmişti ki ona bir tabak fırlattı.

1154
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

scare away -i korkutup kaçırmak.


scare off -i korkutup kaçırmak.
scare someone out of his wits birinin ödünü koparmak/patlatmak.
scare the wits out of someone birinin ödünü koparmak/patlatmak.
scare up konuşma dili bulup buluşturmak; yoktan var etmek.
scare scare sker fiil korkutmak; ürkütmek. isim ani korku,
panik.
scarecrow scare.crow sker'kro isim korkuluk, bostan korkuluğu.
scarf scarf skarf isim (scarfs/scarves) eşarp; boyun atkısı,
kaşkol.
scarlet fever tıbbi kızıl, kızıl humma.
scarlet scar.let skar'lît isim, sıfat al, kırmızı.
scary scar.y sker'i sıfat 1. korku veren, korkunç. 2. korkak,
ürkek, ödlek.
scat scat skät fiil, konuşma dili (scatted, scatting) çekilmek,
gitmek.
Scat! Pist!
scathing scath.ing skey'dhîng sıfat sert, kırıcı.
scatter scat.ter skät'ır fiil dağıtmak, yaymak; serpmek; saçmak;
dağılmak, yayılmak.
scatterbrain scat.ter.brain skät'ırbreyn isim kafası dağınık.
scattered scat.ter.edsıfat dağınık.
scavenge scav.enge skäv'înc fiil for çöpleri karıştırarak (yiyecek,
işe yarayacak şey) aramak.
scavenger scav.en.ger skäv'încır isim 1. leşle beslenen hayvan,
leşçil.
scenario sce.nar.i.o siner'iyo isim senaryo.
scenarist sce.nar.ist siner'îst isim senarist, senaryocu, senaryo
yazarı.
scene scene sin isim 1. televizyon sahne. 2. sahne, manzara,
görünüm, görüntü. 3. olay yeri: the scene of a crime bir
suçun işlendiği yer. 4. tiyatro dekor. 5. olay, hadise:
Don't make a scene! Hadise çıkarma!/Olay çıkarma!
scenery scen.er.y si'nıri isim 1. doğal manzara. 2. tiyatro dekor.

1155
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

scenic sce.nic si'nîk sıfat manzaralı.


scent scent sent fiil 1. kokusunu almak, sezmek. 2. güzel
koku saçmak. 3. koklayarak izini aramak; koklayarak
bulmak. isim 1. koku; güzel koku, esans. 2. iz kokusu.
3. (hayvanın) koklama duyusu.
scepter scep.terisim asa, kral asası.
sceptic scep.tic skep'tîk isim bakınız skeptic
sceptre scep.tre sep'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız scepter
schedule sched.ule skec'ul, [İngiliz İngilizcesi] şed'yul isim 1.
program: I have a very busy schedule at the office
today. Bugün ofisteki iş programım çok dolu. 2. liste. 3.
tarife: boat schedule vapur tarifesi. fiil 1. programa
koymak, programlamak. 2. listesini yapmak.
scheme scheme skim isim 1. plan, proqe. 2. gizli düzen,
entrika, dolap. 3. düzen, tertip, uyum. fiil 1. plan
yapmak. 2. dolap çevirmek, entrika çevirmek.
schemer schemerisim entrikacı, dolap çeviren kimse, düzenbaz.
schism schism sîz'ım, skîz'ım isim 1. hizipleşme, klikleşme. 2.
hizip, klik.
schismatic schis.mat.ic sîzmät'îk sıfat, isim hizipçi, klikçi.
schizophrenia schiz.o.phre.ni.a skîtsıfri'niyı isim, ruhbilim şizofreni.
schizophrenic schiz.o.phren.ic skîtsıfren'îk sıfat, ruhbilim şizofrenik.
isim şizofren.
scholar schol.ar skal'ır isim bilgin, âlim.
scholarly schol.ar.lysıfat bilimsel, ilmi, bilgine yakışır.
scholarship schol.ar.shipisim 1. bilim, ilim, irfan. 2. burs.

scholastic scho.las.tic skıläs'tîk sıfat 1. okulla ilgili; eğitsel. 2.


skolastik.
school age okul çağı.
school board okul yönetim kurulu.
school year ders/öğretim yılı.
school school skul isim 1. okul. 2. (üniversitede) fakülte. 3.
ekol.

1156
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

schoolbook school.book skul'bûk isim ders kitabı.


schoolboy school.boy skul'boy isim erkek öğrenci.
schoolgirl school.girl skul'gırl isim kız öğrenci.
schooling school.ing sku'lîng isim eğitim, öğretim.
schoolmate school.mate skul'meyt isim okul arkadaşı.
schoolmistress school.mis.tress skul'mîstrîs isim kadın öğretmen.
schoolteacher school.teach.er skul'tiçır isim öğretmen.
schoolwork school.work skul'wırk isim okul ödevi.
schooner schoon.er sku'nır isim 1. denizcilikle ilgili ıskuna. 2.
konuşma dili büyük bira bardağı. 3. İngiliz İngilizcesi
büyük şarap bardağı.
sciatica sci.at.i.ca sayät'îkı isim, tıbbi siyatik, siyatik hastalığı.
science fiction bilimkurgu.
science sci.ence say'ıns isim 1. fen, ilim, bilim. 2. bilim dalı.
scientific sci.en.tif.ic sayıntîf'îk sıfat 1. bilimsel. 2. sistematik,
sistemli.
scientist sci.en.tist say'ıntîst isim bilim adamı.
scion sci.on say'ın isim 1. çocuk, evlat. 2. botanik aşı kalemi.
scissors scis.sors sîz'ırz isim (kesmek için kullanılan) makas.
sclerosis scle.ro.sis sklıro'sîs isim, tıbbi (scleroses) skleroz,
sertleşim, sertleşme.
scoff at ile alay etmek.
scoff scoff skôf, skaf fiil alay etmek. isim 1. alay. 2.
küçümseme.
scold scold skold fiil azarlamak, paylamak. isim herkesi
azarlayan şirret kadın.
scollop scol.lop skal'ıp isim, fiil bakınız scallop
scone scone skon, skan isim küçük ekmek.
scoop scoop skup isim 1. büyük kepçe. 2. dondurma kepçesi.
3. kepçe ile alma. 4. konuşma dili vurgun. 5. gazetecilik
atlatma. fiil 1. kepçe ile çıkarmak. 2. gazetecilik (haber)
atlatmak.
scooter scoot.er sku'tır isim 1. trotinet. 2. küçük motosiklet.

1157
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

scope scope skop isim 1. saha, alan; faaliyet alanı. 2. olanak,


fırsat. 3. kapsam. 4. konuşma dili teleskop; mikroskop.
scorch scorch skôrç fiil 1. yakmak, kavurmak; yanmak,
kavrulmak. 2. acı sözlerle incitmek.
score a goal gol atmak.
score score skôr isim 1. (oyunda) sayı, puan, skor: What's the
score? Kaça kaç?/Durum nedir? 2. yirmi sayısı. 3. çizgi,
çentik, kertik. 4. müzik partisyon. 5. çoğul çok sayıda.
6. konu: I have nothing to say on that score. O konuda
diyeceğim bir şey yok. pay off/settle old scores eski bir
hıncın acısını çıkarmak, hesaplaşmak. fiil 1. (puan)
saymak. 2. spor (sayı) yapmak, (gol) atmak. 3. çentmek.
4. değerlendirmek. 5. başarı kazanmak.
scorn scorn skôrn isim tepeden bakma, hor görme, küçük
görme. fiil küçümsemek, hor görmek.
scornful scorn.fulsıfat küçümseyen.
scorpion scor.pi.on skôr'piyın isim akrep.
Scot Scot skat isim İskoç.
Scotch plaid ekose.
Scotch tape seloteyp.
Scotch Scotch skaç isim 1. İskoç viskisi, İskoç. 2. bir bardak
İskoç viskisi. 3. İskoç İngilizcesi. sıfat 1. İskoç. 2. çok
tutumlu; pinti.
scot-free scot-free skat'fri' sıfat bakınız get off scot-free go scot-
free
Scotland Yard Londra Emniyet Müdürlüğünün Dedektif Masası.
Scotland Scot.land skat'lınd isim İskoçya.
Scots Scots skats isim İskoç İngilizcesi. sıfat İskoç.
Scotsman Scots.man skats'mın isim (Scotsmen) İskoçyalı erkek,
İskoçyalı.
Scotswoman Scots.wom.an skats'wûmın isim (Scotswomen)
İskoçyalı kadın, İskoçyalı.
Scottish Scot.tish skat'îş sıfat İskoç.
scoundrel scoun.drel skaun'drıl isim hergele, dürzü.

1158
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

scour scour skaur fiil 1. ovalayarak temizlemek. 2. süpürüp


götürmek.
scourge scourge skırc fiil 1. kırbaçlamak, kamçılamak. 2.
şiddetle cezalandırmak. isim 1. kırbaç, kamçı. 2. bela,
felaket.
scout around arayıp taramak.
scout scout skaut isim 1. izci, gözcü, keşif kolu. 2. casus
(asker, gemi veya uçak). fiil keşif yapmak, keşfe
çıkmak.
scouting scout.ingisim izcilik.
scowl scowl skaul fiil kaşlarını çatmak; at -e kaşlarını çatıp
bakmak. isim kaş çatma.
scrabble scrab.ble skräb'ıl fiil 1. eşelemek; tırmalamak. 2.
karalamak, çiziktirmek.
scraggly scrag.gly skräg'li sıfat düzensiz, çarpık çurpuk.
scram scram skräm fiil, argo (scrammed, scramming)
sıvışmak, tüymek.
Scram! Defol!
scramble scram.ble skräm'bıl fiil 1. up -e tırmanmak. 2. for için
kapışmak. 3. karıştırmak. 4. askeri (düşman uçaklarının
yolunu kesmek için) acele havalanmak. 5. radyo
(konuşmayı gizli tutmak için) sinyali değiştirmek. isim
1. sürünerek tırmanma. 2. kapış, kapma.
scrambled eggs çırpılıp yağda pişirilmiş yumurta.
scrap heap kırpıntı yığını, hurda yığını.
scrap iron hurda demir.
scrap scrap skräp isim 1. ufak parça. 2. artık, kırıntı, kırpıntı,
hurda. 3. çoğul artık. fiil (scrapped, scrap ping)
ıskartaya çıkarmak, atmak.
scrapbook scrap.book skräp'bûk isim gazete kupürleri veya resim
yapıştırmaya özgü defter.
scrape along zar zor geçinmek/idare etmek.
scrape away kazıyarak silmek. 2. kazıyarak çıkarmak; raspa etmek.
scrape off kazıyarak silmek. 2. kazıyarak çıkarmak; raspa etmek.

1159
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

scrape through güçbela atlatmak.


scrape together güçlükle bir araya getirmek.
scrape up güçlükle bir araya getirmek.
scrape scrape skreyp fiil 1. kazımak. 2. sıyırmak. 3. (ayak)
sürtmek. 4. raspa etmek. isim sıyrık.
scratch out üstünü çizmek, karalamak. 2. oymak, içini kazımak.
scratch paper karalama kâğıdı, müsvedde kâğıdı.
scratch someone's back birine yağcılık etmek.
scratch scratch skräç fiil 1. tırmalamak. 2. kazımak. 3.
kaşımak; kaşınmak. 4. yarış listesinden çıkarmak. 5.
eşelemek; eşelenmek, eşinmek. 6. together zar zor
(para) biriktirmek. 7. cızırdamak. isim 1. tırmık, çizik,
sıyrık. 2. spor başlama çizgisi. 3. cızırtı.
scrawl scrawl skrôl fiil baştan savma yazmak, karalamak,
çiziktirmek. isim karalanmış yazı.
scrawny scrawn.y skrô'ni sıfat zayıf, sıska, cılız.
scream scream skrim fiil 1. at -e bağırmak. 2. feryat etmek, acı
acı haykırmak, çığlık atmak. isim feryat, çığlık.
screech screech skriç fiil acı ve ince bir çığlık atmak. isim 1.
acı ve ince çığlık. 2. tiz gıcırtı.
screen screen skrin isim 1. perde. 2. kafes. 3. paravana, bölme.
4. ekran. 5. sinema. 6. elek, kalbur. fiil 1. off önüne
perde çekmek. 2. from -den korumak. 3. gizlemek,
saklamak. 4. elemek, kalburdan geçirmek. 5. (filmi)
perdeye yansıtmak. 6. elemek, yoklamak.
screenplay screen.play skrin'pley isim, sinema senaryo.
screw around vakit öldürmek; aylaklık etmek.
screw off vakit öldürmek; aylaklık etmek.
screw on vidalamak.
screw up one's courage cesaretini toplamak.
screw up bir işin içine etmek, bir işi berbat etmek; (bir işin) içine
etmek, (bir işi) berbat etmek.
Screw you! Siktir!

1160
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

screw screw skru isim 1. vida. 2. uskur, pervane. fiil 1.


vidalamak. 2. argo düzmek; düzüşmek. 3. argo
kazıklamak.
screwball screw.ball skru'bôl isim, argo kafadan kontak kimse,
üşütük.
screwdriver screw.driv.er skru'drayvır isim tornavida.
screwed-up screwed-up skrud'^p sıfat, argo kompleksli, manyak,
çok problemli.
scribble scrib.ble skrîb'ıl fiil karalamak, çiziktirmek. isim
karalama, çiziktirme.
scrimp scrimp skrîmp fiil 1. fazla veya dar kesmek. 2. aşırı
tutumlu olmak, cimrilik etmek.
scrimpy scrimp.y skrîm'pi sıfat 1. çok kıt, eksik. 2. cimri.
script script skrîpt isim 1. el yazısı. 2. matbaacılık el yazısı
biçiminde harf. 3. konuşmacının elindeki notlar. 4.
televizyon senaryo. 5. yazı.
Scripture Scrip.ture skrîp'çır isim bakınız the Scripture
scroll scroll skrol isim parşömen tomarı.
scrub brush tahta fırçası.
scrub scrub skr^b isim 1. çalılık, fundalık, maki. 2. bodur
insan, hayvan veya bitki. 3. spor birinci takıma
alınmayan oyuncu.
scruff of the neck ense.
scruff scruff skr^f isim bakınız scruff of the neck
scrumptious scrump.tious skr^mp'şıs sıfat, konuşma dili çok güzel,
harikulade, şahane, enfes.
scruple scru.ple skru'pıl isim 1. vicdanı elvermeme. 2. şüphe,
tereddüt. fiil 1. vicdanı elvermemek. 2. tereddüt etmek.
scrupulous scru.pu.lous skru'pyılıs sıfat 1. vicdanının sesini
dinleyen, vicdanlı. 2. dürüst. 3. dikkatli, titiz.
scrutinise scru.ti.nise skru'tınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
scrutinize
scrutinize scru.ti.nize skru'tınayz fiil dikkatle bakmak, incelemek.
scrutiny scru.ti.ny skru'tıni isim dikkatle bakma, inceleme.

1161
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

scuba diver balıkadam.


scuff scuff sk^f fiil 1. ayaklarını sürümek. 2. ayaklarını
sürüyerek aşındırmak.
scuffle scuf.fle sk^f'ıl fiil itişmek, çekişmek. isim itişme,
çekişme.
sculptor sculp.tor sk^lp'tır isim heykeltıraş.
sculptress sculp.tressisim kadın heykeltıraş.
sculpture sculp.ture sk^lp'çır isim 1. heykel. 2. heykeltıraşlık. fiil
oymak; heykel yapmak.
scum scum sk^m isim 1. (kaynayan veya mayalanan sıvının
yüzeyinde oluşan) köpük. 2. maden cürufu. 3. pislik.
scumbag scum.bag sk^m'bäg isim, argo çok aşağılık kimse, çok
kötü kimse, pislik.
scurrilous scur.ri.lous skır'ılıs sıfat 1. kaba, küfürlü. 2. ağzı bozuk,
küfürbaz.
scurry scur.ry skır'i fiil 1. acele etmek, koşmak. 2. about
koşuşturmak.
scurvy scur.vy skır'vi isim, tıbbi iskorbüt.
Scutari Scu.ta.ri sku'tıri isim, tarih (İstanbul'daki) Üsküdar.
scuttle scut.tle sk^t'ıl fiil hızla koşmak, seğirtmek. isim
seğirtme, hızla gitme.
scythe scythe saydh isim tırpan. fiil tırpanla biçmek,
tırpanlamak.
sea breeze denizden esen rüzgâr, imbat.
sea foam denizköpüğü, lületaşı.
sea gull martı.
sea horse denizatı.
sea legs fırtınalı havalarda güvertede dolaşabilme becerisi.
sea level deniz seviyesi.
sea of faces insan kalabalığı.
sea urchin denizkestanesi.
sea sea si isim 1. deniz, derya. 2. dalga.
seaboard sea.board si'bôrd isim sahil, kıyı, yalı boyu. sıfat kıyıya
yakın.

1162
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

seacoast sea.coast si'kost isim deniz kıyısı, sahil.


seafarer sea.far.er si'ferır isim gemici.
seafaring sea.far.ing si'ferîng sıfat 1. denizcilikle uğraşan. 2.
deniz yoluyla seyahat eden. isim 1. deniz yolculuğu. 2.
denizcilik.
seafront isim sahil.
seal seal sil isim fok, ayıbalığı. fiil fok avlamak.
seam seam sim isim 1. dikiş yeri. 2. iki tahtanın yan yana
birleştiği çizgi, bağlantı yeri.
seaman sea.man si'mın isim (seamen) 1. denizci, gemici. 2.
deniz eri.
seamstress seam.stress sim'strîs isim kadın terzi.
seamy seam.y si'mi sıfat 1. dikişli. 2. çirkin görünüşlü,
biçimsiz.
seaport sea.port si'pôrt isim liman.
sear sear sîr fiil 1. (kızgın demir gibi bir şey) (başka bir
şeyi) yakmak. 2. (bir et parçasının yüzeyini) şöyle bir
kızartmak.
Search me! konuşma dili Ne bileyim ben!
search out araştırıp öğrenmek.
search party kayıp arama ekibi.
search warrant hukuk arama emri.
search search sırç fiil 1. araştırmak, aramak. 2. yoklamak,
üstünü aramak. 3. taramak, gözlemek.
searchlight search.light sırç'layt isim proqektör.
seascape sea.scape si'skeyp isim deniz manzarası.
seashell sea.shell si'şel isim deniz kabuğu.
seashore sea.shore si'şôr isim deniz kıyısı.
seasickness sea.sick.ness si'sîknîs isim deniz tutması.
seaside sea.side si'sayd isim sahil.
season ticket abonman kartı.
season sea.son si'zın isim 1. mevsim. 2. zaman, mevsim:
Apples are in season now. Şimdi elma mevsimi. 3.

1163
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mevsim, sezon, etkinlik dönemi. fiil 1. baharat katmak;


çeşnilendirmek. 2. alıştırmak; alışmak.
seasonable sea.son.a.ble si'zınıbıl sıfat 1. mevsime uygun; tam
zamanında olan. 2. tam yerinde veya zamanında
yapılan.
seasonal sea.son.al si'zınıl sıfat bir mevsime özgü, mevsimlik.
seasoning sea.son.ing si'zınîng isim çeşnilik, baharat.
seat belt emniyet kemeri.
seat of government hükümet merkezi.
seat seat sit isim 1. oturacak yer, iskemle, sandalye. 2.
sinema koltuk. 3. kıç. 4. pantolon kıçı. 5. koltuk, mevki,
makam, yer. fiil oturtmak, yerleştirmek.
seaweed sea.weed si'wid isim yosun.
sec sec sek isim, konuşma dili saniye.
secede se.cede sîsid' fiil (siyasal veya dinsel bir örgütten)
ayrılmak.
secession se.ces.sion sîseş'ın isim (siyasal veya dinsel bir
örgütten) ayrılma.
seclude oneself in (tenha bir yere) çekilip kalmak; -e kapanmak; - de
inzivaya çekilmek.
seclude se.clude siklud' fiil from -i -den ayırmak.
secluded se.cludedsıfat sapa, tenha, kuytu.
seclusion se.clu.sion siklu'qın isim (tenha bir yere) çekilip kalma;
-e kapanma; inzivaya çekilme, inziva.
second floor birinci kat. 2. İngiliz İngilizcesi ikinci kat.
second hand (saat kadranında) saniye ibresi.
second lieutenant askeri teğmen.
second nature alışkanlık, alışkı, âdet.
second thoughts sonradan akla gelen düşünceler.
second wind yeniden kazanılan güç/enerji.
second sec.ond sek'ınd isim saniye.
secondary education ortaöğretim.
secondary road tali yol.
secondary school orta ve lise seviyesinde okul.

1164
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

secondary sec.ond.ar.y sek'ınderi sıfat ikincil, ikinci derecede


olan.
secondhand sec.ond.hand sek'ındhänd' sıfat 1. kullanılmış, elden
düşme. 2. dolaylı. zarf dolaylı olarak.
secondly sec.ondlyzarf ikinci olarak, saniyen.
second-rate sec.ond-rate sek'ındreyt' sıfat 1. ikinci derecede olan. 2.
ikinci sınıf.
secrecy se.cre.cy si'krısi isim 1. sır saklama, sır tutma. 2.
gizlilik.
secret police gizli polis teşkilatı.
secret service gizli haber alma teşkilatı.
secret se.cret si'krît sıfat gizli, saklı. isim sır.
secretary sec.re.tar.y sek'rıteri isim sekreter.
secrete se.crete sîkrit' fiil, biyoloji salgılamak.
secretion se.cre.tion sîkri'şın isim gizleme, saklama.
secretive se.cre.tive si'krıtîv sıfat ağzı sıkı, kapalı kutu.
secretly se.cret.lyzarf gizlice, el altından.
sect sect sekt isim mezhep.
section sec.tion sek'şın isim 1. kısım, parça, bölüm. 2. şube,
dal, kol. 3. tıbbi operasyon. 4. kesme, kesiş. 5. geometri
kesit. fiil 1. kısımlara ayırmak/bölmek, kesimlemek. 2.
kesmek.
sector sec.tor sek'tır isim 1. bölüm, kesim, sektör. 2. geometri
kesme. 3. askeri bölge, mıntıka. 4. bilgisayar dilim,
sektör.
secular sec.u.lar sek'yılır sıfat 1. laik. 2. dünyasal, dünyevi.
secularise sec.u.lar.ise sek'yılırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
secularize
secularism sec.u.lar.ism sek'yılırîzım isim laiklik.
secularize sec.u.lar.ize sek'yılırayz fiil 1. dünyevileştirmek. 2.
laikleştirmek.
secure se.cure sîkyûr' sıfat emin, güvenli, sağlam. fiil 1.
korumak. 2. sağlamlaştırmak. 3. bağlamak. 4. iyice
kapamak. 5. ele geçirmek, elde etmek.

1165
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

securely se.curelyzarf 1. emniyetle. 2. sımsıkı.


security se.cu.ri.ty sîkyûr'ıti isim 1. güvenlik. 2. güvence,
teminat. 3. rehin, emanet. 4. ticaret menkul kıymet,
taşınır değer.
sedan chair tahtırevan.
sedan se.dan sîdän' isim (körüksüz) binek arabası.
sedate se.date sîdeyt' sıfat ağırbaşlı, sakin.
sedation se.da.tion sîdey'şın isim (ilaçla) yatıştırma.
sedative sed.a.tive sed'ıtîv sıfat yatıştırıcı. isim yatıştırıcı ilaç.
sedentary sed.en.tar.y sed'ınteri sıfat 1. oturarak yapılan; oturarak
geçirilen. 2. bir yere yerleşmiş, yerleşik.
sediment sed.i.ment sed'ımınt isim 1. tortu, çökelti, posa. 2.
çökel.
sedimentary sed.i.men.ta.ry sedımen'tıri sıfat tortul.
sedimentation sed.i.men.ta.tion sedımentey'şın isim 1. çökelme,
sedimantasyon. 2. tortulaşma, tortullaşma,
sedimantasyon.
sedition se.di.tion sîdîş'ın isim 1. fesat, fitne. 2. kargaşalık. 3.
isyana teşvik, kışkırtma. 4. ayaklanma, isyan.
seditious se.di.tious sîdîş'ıs sıfat fitneci, kışkırtıcı, isyana teşvik
eden.
seduce se.duce sîdus' fiil 1. ayartmak, azdırmak, baştan
çıkarmak. 2. iğfal etmek.
seducer se.duc.erisim iğfal eden adam.
seduction se.duc.tion sîd^k'şın isim 1. ayartma, baştan çıkarma. 2.
iğfal.
seductive se.duc.tive sîd^k'tîv sıfat ayartıcı, baştan çıkaran,
çekici.
see about icabına bakmak, bir yolunu bulmaya çalışmak.
see double şeşi beş görmek, biri iki görmek.
see eye to eye tamamen aynı fikirde olmak.
see fit to -i uygun görmek.
see fit -i uygun görmek.
see how the land lies işlerin ne durumda olduğuna bakmak, nabız yoklamak.

1166
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

see one through yetmek, idare etmek. This much food will see us
through this journey. Bu kadar yemekle bu yolculuğu
çıkarırız.
see red çok öfkelenmek, gözünü kan bürümek.
see someone home birini evine bırakmak.
see someone off birini geçirmek, birini uğurlamak, birini yolcu etmek.
see something out bir şeyi sonuna getirmek, bitirmek.
see something through bir şeyin sonunu getirmek.
see the light of day doğmak, dünyaya gelmek. 2. gerçekleşmek, meydana
gelmek.
see the light bir şeyin aslını anlamak.
see the world through rose-colored glasses dünyayı tozpembe görmek.
see things hayal görmek.
see through someone birinin/bir şeyin kim/ne olduğunu anlamak.
see through something birinin/bir şeyin kim/ne olduğunu anlamak.
see to ile ilgilenmek, -in icabına bakmak.
see which way the wind is blowing hangi tarafın/grubun/kişinin şansının yaver gittiğini
anlamak.
See you later. Görüşürüz./Hoşça kal.
see see si fiil (saw, seen) 1. görmek. 2. anlamak. 3.
bakmak. 4. görüşmek, kabul etmek: He went to see his
boss. Amiriyle görüşmeye gitti. 5. geçirmek: We have
seen some hard times. Zor günler geçirdik.
seed seed sid isim 1. tohum: flower seeds çiçek tohumları. 2.
çekirdek: the seeds of a fruit bir meyvenin çekirdekleri.
3. asıl, kaynak. 4. döl, zürriyet, evlatlar. sıfat tohumluk.
fiil 1. tohum ekmek. 2. tohumu veya çekirdeği
çıkarmak.
seedless seed.less sid'lîs sıfat çekirdeksiz.
seedling seed.ling sid'lîng isim fide.
seedy seed.y si'di sıfat 1. yırtık pırtık, peqmürde, kılıksız. 2.
keyifsiz.
seek solace in teselliyi (bir şeyde) aramak.

1167
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

seek seek sik fiil (sought) 1. aramak; araştırmak. 2.


çabalamak.
seem seem sim fiil 1. görünmek, gözükmek, benzemek: She
seems like an honest person. Dürüst bir insana
benziyor. 2. gibi gelmek: It seems impossible to me.
Olmaz gibime geliyor.
seemly seem.ly sim'li sıfat yakışık alır, uygun. zarf yakışık alır
bir biçimde.
seen seen sin fiil bakınız see
seep seep sip fiil sızmak, sızıntı yapmak.
seepage seep.age si'pîc isim sızıntı.
seer seer si'yır isim gaipten haber veren kimse.
seesaw see.saw si'sô isim tahterevalli. sıfat aşağı yukarı
(hareket). fiil 1. aşağı yukarı sallanmak, çöğünmek. 2.
kararsız olmak.
seethe seethe sidh fiil 1. haşlamak, kaynatmak; haşlanmak,
kaynamak. 2. öfkelenmek, köpürmek.
segment seg.ment seg'mınt isim 1. parça, bölüm, kısım, dilim. 2.
geometri parça. 3. zooloji bölüt. fiil (segment')
kesimlemek.
segmentation seg.men.ta.tion segmıntey'şın isim kesimleme.
segregate seg.re.gate seg'rıgeyt fiil ayırmak, tecrit etmek. sıfat
ayrılmış.
segregation seg.re.ga.tionisim fark gözetme, ayrı tutma, ayrım:
racial segregation ırk ayrımı.
seismal seis.mal sayz'mıl sıfat bakınız seismic
seismic wave deprem dalgası.
seismic zone deprem bölgesi.
seismic seis.mic sayz'mîk sıfat sismik, depremsel, depremle
ilgili.
seize seize siz fiil 1. tutmak, yakalamak. 2. el koymak,
zaptetmek, müsadere etmek, gaspetmek. 3. kavramak,
anlamak.

1168
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

seizure sei.zure si'qır isim 1. tutma, yakalama. 2. el koyma,


haciz; müsadere. 3. tıbbi inme, felç; nöbet; kriz.
seldom if ever kırk yılda bir.
seldom sel.dom sel'dım zarf nadiren, pek az, seyrek.
select se.lect sîlekt' sıfat seçme, seçkin. fiil seçmek, ayırmak.
selection se.lec.tion sîlek'şın isim 1. seçme, ayırma. 2. seçme
şey.
selective se.lec.tive sîlek'tîv sıfat seçici, ayıran.
selectman se.lect.man sîlekt'mın isim (selectmen) belediye
meclisi üyesi.
self -selfsonek kendi: He is not in control of himself.
Kendine sahip değil. I will speak with him myself.
Onunla kendim konuşacağım. We are supporting
ourselves. Kendi kendimizi geçindiriyoruz.
self-appointed self-ap.point.ed self'ıpoyn'tıd sıfat kendi kendini tayin
etmiş.
self-assured self-as.sured self'ışûrd' sıfat kendinden emin.
self-centered self-cen.tered self'sen'tırd sıfat hep kendini düşünen,
bencil.
self-centred self-cen.tred self'sen'tırd sıfat, İngiliz İngilizcesi
bakınız self-centered
self-confidence self-con.fi.dence self'kan'fıdıns isim özgüven, kendine
güven.
self-confident self-con.fi.dent self'kan'fıdınt sıfat kendine güvenen,
özgüven sahibi.
self-conscious self-con.scious self'kan'şıs sıfat 1. utangaç, sıkılgan. 2.
kendi halini çok düşünen.
self-contained self-con.tained self'kınteynd' sıfat 1. kendine güvenen
ve başkalarına pek ihtiyaç duymayan. 2. işlemesi başka
makineleri gerektirmeyen.
self-control self-con.trol self'kıntrol' isim kendine hâkim olma,
özdenetim.
self-defence self-de.fence self'dîfens' isim, İngiliz İngilizcesi
bakınız self-defense

1169
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

self-defense self-de.fense self'dîfens' isim kendini savunma.


self-denial self-de.ni.al self'dînay'ıl isim özveri, feragat.
self-denying self-de.ny.ing self'dînay'îng sıfat özverili.
self-determination self-de.ter.mi.na.tion self'dîtırmıney'şın isim 1. hür
irade. 2. kendi geleceğini saptama.
self-employed self-em.ployed self'îmployd' sıfat serbest çalışan.
self-esteem self-es.teem self'ıstim' isim özsaygı, izzetinefis, onur.
self-evident self-ev.i.dent self'ev'ıdınt sıfat aşikâr, açık, belli.
self-governing self-gov.ern.ing self'g^v'ırnîng sıfat özerk, kendi
kendini yöneten.
self-government self-gov.ern.ment self'g^v'ırnmınt isim özerklik.
self-help self-help self'help' isim kendi kendine yetme, kendi
başına yapabilme.
self-indulgence self-in.dul.gence self'înd^l'cıns isim kendi isteklerini
frenlememe.
self-indulgent self-in.dul.gent self'înd^l'cınt sıfat kendi isteklerini hiç
frenlemeyen.
self-interest self-in.ter.est self'în'tırîst, self'în'trîst isim kişisel çıkar,
bencillik.
selfish self.ish sel'fîş sıfat bencil.
selfishly self.ish.lyzarf bencilce.
selfless self.less self'lîs sıfat özgecil, özgeci.
selfness self.nessisim bencillik.
self-pity self-pit.y self'pît'i isim kendini zavallı hissetme, kendi
kendine acıma.
self-portrait self-por.trait self'pôr'trît isim bir ressamın çizdiği kendi
portresi.
self-possession self-pos.ses.sion self'pızeş'ın isim kendine hâkim olma.
self-reliance self-re.li.ance self'rilay'ıns isim kendine güven.
self-reliant self-re.li.ant self'rilay'ınt sıfat kendine güvenen.
self-respect self-re.spect self'rispekt' isim özsaygı, izzetinefis.
self-righteous self-right.eous self'ray'çıs sıfat kendini üstün gören.
self-rule self-rule self'rul' isim özerklik, otonomi.
self-sacrifice self-sac.ri.fice self'säk'rıfays isim özveri, fedakârlık.

1170
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

self-sacrificing self-sac.ri.fic.ing self'säk'rıfaysîng sıfat özverili.


self-satisfied self-sat.is.fied self'sät'îsfayd sıfat kendi halinden
memnun.
self-service self-ser.vice self'sır'vîs sıfat selfservis.
self-sufficient self-suf.fi.cient self'sıfîş'ınt sıfat 1. kendine güvenen. 2.
kendi kendine yeten.
self-taught self-taught self'tôt' sıfat kendi kendini eğitmiş.
self-will self-will self'wîl' isim inatçılık, benlikçilik.
sell like hot cakes kapışılmak.
sell off hepsini satıp bitirmek, elden çıkarmak.
sell out bütün malını satmak. 2. argo kişisel çıkar için ele
vermek, satmak.
sell short henüz elde olmayan malı ileride teslim etmek üzere
satmak. 2. küçümsemek. 3. desteklemek.
sell someone short (birinin ismini) deyip de geçmek: Don't sell Saim short!
Saim deyip de geçme!
sell sell sel fiil (sold) 1. satmak; satılmak. 2. satışta rağbet
görmek. 3. beğendirmek; beğenilmek: sell oneself
kendini beğendirmek. 4. kabul ettirmek.
seller sell.erisim satıcı.
sellout sell.out sel'aut isim 1. elden çıkarma, elde bulunanı
satma. 2. konuşma dili kapalı gişe. 3. konuşma dili
ihanet.
selves selves selvz isim, çoğul bakınız self
semblance sem.blance sem'blıns isim 1. biçim. 2. benzerlik. 3. dış
görünüş.
semester se.mes.ter sîmes'tır isim sömestr, yarıyıl, dönem.
semi- semi-önek 1. yarı, yarım. 2. kısmi.
semiannual sem.i.an.nu.al semi.än'yuwıl sıfat altı aylık, altı ayda
bir olan.
semicircle sem.i.cir.cle sem'îsırkıl isim yarım daire.
semicolon sem.i.co.lon sem'îkolın isim, dilbilgisi noktalı virgül.
semiconscious sem.i.con.scious semikan'şıs sıfat yarı uyanık, yarı
bilinçli.

1171
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

semifinal sem.i.fi.nal semifay'nıl isim yarıfinal.


seminar sem.i.nar sem'ınar isim seminer.
seminary sem.i.nar.y sem'ıneri isim ilahiyat fakültesi.
semiprecious sem.i.pre.cious semipreş'ıs sıfat ikinci derecede değerli
(taş).
semolina sem.o.li.na semıli'nı isim irmik.
senate sen.ate sen'ît isim senato.
senator sen.a.tor sen'ıtır isim senatör.
send away kovmak, uzaklaştırmak.
send back geri göndermek, iade etmek.
send down İngiliz İngilizcesi üniversiteden ihraç etmek.
send for -i çağırtmak; -i getirtmek.
send in içeri göndermek. 2. sunmak, arz etmek.
Send it collect. Ödemeli gönderin.
send off yollamak. 2. uğurlamak, yolcu etmek.
send one's regrets davete gidemeyeceğini bildiren mesaj yollamak.
send out göndermek, dışarı göndermek. 2. dağıtmak, neşretmek.
send someone packing birini sepetlemek, birini pılıyı pırtıyı toplatıp defetmek.
send someone to his glory birini öldürmek.
send word to (birine) haber göndermek/yollamak.
send word haber göndermek.
send send send fiil (sent) 1. göndermek, yollamak. 2.
fırlatmak, atmak. 3. argo coşturmak, kendinden
geçirmek.
sender senderisim gönderen, gönderici.
Senegal Sen.e.gal senîgôl' isim Senegal.
Senegalese Sen.e.gal.ese senîgıliz' isim (Senegalese) Senegalli.
sıfat 1. Senegal, Senegal'e özgü. 2. Senegalli.
senile se.nile si'nayl sıfat bunak.
senility se.nil.i.ty sînîl'ıti isim bunaklık.
senior high school on, on bir ve on ikinci sınıfların karşılığı olan okul, lise.
senior sen.ior sin'yır sıfat 1. yaşça büyük. 2. kıdemli. 3. son
sınıfla ilgili. 4. üst. isim 1. yaşça büyük kimse. 2.
kıdemli kimse. 3. son sınıf öğrencisi.

1172
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

seniority sen.ior.i.ty sinyôr'ıti isim 1. yaşça büyüklük,


kıdemlilik. 2. kıdem.
sensation sen.sa.tion sensey'şın isim 1. duyu, duyum, duygu, his;
duyarlık. 2. heyecan uyandıran olay, sansasyon.
sensational sen.sa.tion.alsıfat 1. duygusal. 2. heyecan verici,
sansasyonel.
sense of humor olayların gülünç yönünü görme yeteneği. 2. şakadan
anlama.
sense sense sens isim 1. duyu, his: the five senses beş duyu.
2. akıl, zekâ: bring someone to his senses bir kimsenin
aklını başına getirmek. 3. fikir, düşünce. 4. anlam,
mana.
senseless sense.less sens'lîs sıfat 1. baygın, kendinden geçmiş. 2.
akılsız. 3. saçma, anlamsız, manasız. 4. mantıksız.
sensibility sen.si.bil.i.ty sensıbîl'ıti isim 1. duyarlık, hassasiyet. 2.
ayırt etme yetisi. 3. çoğul anlayış.
sensible sen.si.ble sen'sıbıl sıfat 1. mantıklı, akla uygun. 2. aklı
başında.
sensitive sen.si.tive sen'sıtîv sıfat 1. to -e duyarlı, -e hassas. 2.
duygulu, duyar, duygun. 3. içli; alıngan.
sensitivity sen.si.tiv.i.ty sensıtîv'ıti isim (to) (-e) duyarlılık, (-e)
hassaslık, (-e) hassasiyet.
sensory sen.so.ry sen'sıri sıfat duyusal; duyumsal.
sensual sen.su.al sen'şuwıl sıfat 1. tensel. 2. tensel/erotik
zevklere düşkün.
sensualist sen.su.al.istisim tensel zevklere fazlasıyla düşkün
kimse.
sensuous sen.su.ous sen'şuwıs sıfat 1. duyulara hitap eden. 2.
tensel; erotik düşünce veya hisler uyandıran.
sent sent sent fiil bakınız send
sentence sen.tence sen'tıns isim 1. cümle, tümce. 2. hukuk karar,
hüküm. fiil mahkûm etmek.
sententious sen.ten.tious senten'şıs sıfat 1. tumturaklı (söz, yazı,
konuşma). 2. anlamlı sözlerle dolu.

1173
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sentient sen.tient sen'şınt, sen'şiyınt sıfat sezgili, hisseden.


sentiment sen.ti.ment sen'tımınt isim 1. duygu, his; seziş. 2. aşırı
duyarlık. 3. fikir, düşünce.
sentimental sen.ti.men.tal sentımen'tıl sıfat duygusal.
sentimentality sen.ti.men.tal.i.ty sentımentäl'ıti isim aşırı duygusallık.
sentinel sen.ti.nel sen'tınıl isim nöbetçi, gözcü.
sentry box nöbetçi kulübesi.
sentry sen.try sen'tri isim nöbetçi, nöbetçi asker.
separable sep.a.ra.ble sep'ırıbıl, sep'rıbıl sıfat ayrılabilir.
separate sep.a.rate sep'ıreyt fiil 1. ayırmak; ayrılmak. 2. bölmek.
sıfat ayrı, ayrılmış.
separately sep.a.rate.ly sep'ırîtli zarf ayrı ayrı, başka başka,
bağlantısız olarak, bağımsız olarak.
separation sep.a.ra.tion sepırey'şın isim ayrılma; ayırma.
separatist sep.a.ra.tist sep'ırıtîst isim ayrılıkçı.
September Sep.tem.ber septem'bır isim eylül.
septic tank fosseptik, lağım çukuru, septik çukur.
septic sep.tic sep'tîk sıfat mikroplu.
sepulcher sep.ul.cher sep'ılkır isim mezar, kabir.
sepulchre sep.ul.chre sep'ılkır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
sepulcher
sequel se.juel si'kwıl isim devam: He is writing a sequel to
this book. Bu kitabın devamını yazıyor.
sequence se.juence si'kwıns isim 1. ardışıklık, birbiri ardından
gelme, birbirini izleme. 2. sıra, düzen; seri, dizi.
sequestrate se.jues.trate sîkwes'treyt fiil haczetmek, el koymak.
sequin se.juin si'kwîn isim pul, payet.
seraglio se.ra.glio sîräl'yo isim 1. saray. 2. harem dairesi.
Serb Serb sırb isim Sırp.
Serbia Ser.bi.a sır'biyı isim Sırbistan.
Serbian isim 1. Sırpça. 2. Sırp. sıfat 1. Sırp. 2. Sırpça.
Serbo-Croat Ser.bo-Cro.at sır'bo.kro'wät isim, sıfat bakınız Serbo-
Croatian

1174
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Serbo-Croatian Ser.bo-Cro.a.tian sır'bo.krowey'şın isim 1. Sırp-Hırvat


dili. 2. Sırp-Hırvat dilini konuşan kimse. sıfat 1. Sırp-
Hırvat dilinde yazılan veya konuşulan. 2. Sırp-Hırvat
dilini konuşan. 3. Sırp-Hırvat dilini konuşanlara özgü.
serenade ser.e.nade serıneyd' isim serenat. fiil serenat çalmak
veya söylemek, serenat yapmak.
serene se.rene sîrin' sıfat 1. sakin. 2. yüce.
serenity se.ren.i.ty sîren'ıti isim sükûnet, dinginlik, huzur.
sergeant at arms parlamentoda güvenlik görevlisi.
sergeant major başçavuş.
sergeant ser.geant sar'cınt isim 1. çavuş. 2. komiser muavini.
serial number seri numarası.
serial port bilgisayar seri kapı, seri port.
serial se.ri.al sir'îyıl sıfat 1. seri halinde olan. 2. tefrika
halinde yayımlanan, devamı olan. isim tefrika.
serialise se.ri.al.ise sir'îyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
serialize
serialize se.ri.al.ize sir'îyılayz fiil tefrika halinde yayımlamak.
series se.ries sir'iz isim (series) 1. sıra: a series of shops bir
sıra dükkân. 2. seri, dizi: a series of events bir dizi olay.
serious se.ri.ous sir'îyıs sıfat 1. ciddi, ağırbaşlı. 2. önemli,
ciddi. 3. tehlikeli, ağır, ciddi.
sermon ser.mon sır'mın isim vaaz.
serpent ser.pent sır'pınt isim yılan.
serpentine ser.pen.tine sır'pıntin, sır'pıntayn sıfat yılankavi. isim 1.
serpantin (kâğıt şerit). 2. yılantaşı, serpantin.
serrated ser.rat.ed ser'eytîd sıfat testere dişli (yaprak, bıçak).
serum se.rum sîr'ım isim (serums/sera) serum.
servant ser.vant sır'vınt isim hizmetçi; uşak.
serve a summons on (birinin eline) celpname vermek.
serve a summons celpnameyi eline vermek.
serve notice hizmetinden çıkacağını bildirmek.
serve one's sentence cezasını (hapiste) doldurmak.
serve the purpose işi görmek, ihtiyacı karşılamak.

1175
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

serve serve sırv fiil 1. hizmet etmek. 2. as ... vazifesini


görmek. 3. üye olmak: serve on a committee komite
üyesi olmak. 4. servis yapmak: When should I serve the
salad? Salata servisini ne zaman yapayım? 5. işe
yaramak. 6. (hapis cezası) çekmek. 7. spor servis atmak.
Servia Ser.vi.a sır'viyı isim bakınız Serbia
Servian isim, sıfat bakınız Serbian
service station benzin istasyonu.
service ser.vice sır'vîs isim 1. hizmet, görev. 2. iş. 3. ayin,
ibadet. 4. askerlik. 5. yarar, yardım. 6. memuriyet. 7.
spor servis.
serviceable ser.vice.a.ble sır'vîsıbıl sıfat 1. işe yarar, elverişli. 2.
dayanıklı.
serviceman ser.vice.man sır'vîsmän isim (servicemen) 1. asker. 2.
tamirci.
serviette ser.vi.ette sırviyet', sırvyet' isim, İngiliz İngilizcesi
peçete.
servile ser.vile sır'vayl, sır'vîl sıfat 1. köle gibi; kul köle olan.
2. köleye yakışır. 3. aşağılık.
serving fork servis çatalı.
serving spoon servis kaşığı.
serving serv.ing sır'vîng isim, ahçılık porsiyon. sıfat bakınız
serving fork serving spoon
servitude ser.vi.tude sır'vıtud isim kölelik.
sesame ses.a.me ses'ımi isim susam.
session ses.sion seş'ın isim oturum, celse.
set a clock back saati geriye almak.
set a clock forward saati ileriye almak.
set a good example iyi örnek olmak.
set a high value on -e çok kıymet vermek.
set a match to -i yakmak.
set a place in order bir yeri düzene sokmak, bir yeri derleyip toplamak.
set a poem to music müzik bir şiiri bestelemek.
set a trap for -e tuzak kurmak.

1176
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

set a watch back saati geriye almak.


set a watch forward saati ileriye almak.
set a watch saati ayarlamak. 2. bekçi koymak.
set about başlamak, girişmek, koyulmak.
set an animal free birini/bir hayvanı azat etmek/serbest bırakmak.
set an animal loose bir hayvanı salıvermek/serbest bırakmak.
set an animal on bir hayvanı (birine) saldırtmak/salmak.
set apart ayırmak, bir tarafa koymak, tahsis etmek.
set at naught hiçe saymak, önem vermemek.
set eyes on -i görmek.
set fire to tutuşturmak, yakmak; ateşe vermek.
set foot in -e ayak basmak.
set forth ileri sürmek; izah etmek. 2. yola çıkmak.
set free serbest bırakmak, azat etmek.
set in motion harekete geçirmek. 2. başlatmak.
set in başlamak.
set loose serbest bırakmak, salıvermek.
set off yola çıkmak. 2. patlatmak. 3. başlatmak. 4. (bir şeyin)
güzelliğini ortaya çıkarmak.
set on a pedestal idealize etmek, yüksek paye vermek.
set on fire tutuşturmak, yakmak; ateşe vermek.
set one's heart on -i çok istemek.
set one's mind on -i çok arzu etmek, -i kafasına koymak.
set one's sights on -i amaçlamak.
set sail yelken açmak.
set someone against something birini bir şeyin aleyhine çevirmek.
set someone an example birine örnek olmak.
set someone apart (belirli bir şey) birini başkalarından ayırmak/sivriltmek.
set someone at ease birini rahatlatmak.
set someone back bir oyuncuya puan kaybettirmek. 2. konuşma dili birine
(belirli bir miktar para) kaybettirmek. 3. birini (belirli
bir zaman için) geciktirmek.
set someone beside birini/bir şeyi (başka biriyle/bir şeyle) karşılaştırmak.
set someone down birini (bir yere) indirmek.

1177
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

set someone free birini/bir hayvanı azat etmek/serbest bırakmak.


set someone over against birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese
etmek.
set someone right about (yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl
olduğunu söylemek: I'm going to go over there this
minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin
ne olduğunu anlatacağım.
set someone right (yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl
olduğunu söylemek: I'm going to go over there this
minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin
ne olduğunu anlatacağım.
set someone straight (birinin) yanlışını gidermek için kendisine gerçeği
anlatmak.
set someone to work birini işe koşmak.
set someone up in birinin (bir iş) yapmaya başlamasını sağlamak.
set someone's mind at rest birinin kuşkularını ortadan kaldırmak; birini
rahatlatmak.
set someone's teeth on edge birini sinirlendirmek, birinin sinirlerini bozmak.
set something afloat bir şeyi yüzdürmek.
set something apart bir şeyi bir tarafa ayırmak.
set something aside bir şeyi bir tarafa ayırmak. 2. bir şeyi bir kenara/yana
bırakmak. 3. bir şeyi kale almamak, bir şeyi
önemsememek. 4. hukuk (kararı) bozmak, feshetmek.
set something at naught bir şeyi hiçe saymak.
set something back bir şeyi aksatmak; bir şeyi engellemek; bir işi (bir süre
için) geciktirmek. 2. from bir şeyi (başka bir şeyden)
(belirli bir mesafe) geriye koymak.
set something beside birini/bir şeyi (başka biriyle/bir şeyle) karşılaştırmak.
set something down bir şeyi (bir yere) bırakmak/koymak. 2. bir şeyi
yazmak/kaydetmek.
set something on end bir şeyi dikine koymak.
set something on fire bir şeyi tutuşturmak/yakmak; bir şeyi ateşe vermek.
set something over against birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese
etmek.

1178
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

set something right bir şeyi düzeltmek.


set something to music -i bestelemek.
set something to rights bir şeyi düzene sokmak/koymak; bir şeyi yoluna
koymak.
set store by -i önemsemek, -e önem vermek.
set store on -i önemsemek, -e önem vermek.
set the fashion modada öncülük etmek.
set the pace örnek olmak.
set the record straight herhangi bir yanılgıyı gidermek için olayı doğru bir
şekilde anlatmak.
set the table sofrayı kurmak.
set the world on fire konuşma dili harikalar yaratıp şan ve şöhrete kavuşmak.
set to work işe girişmek, işe koyulmak.
set set set fiil (set, setting) 1. koymak, komak. 2. tayin
etmek, tespit etmek, saptamak. 3. (birine) (bir ödev)
vermek. 4. (saati) ayarlamak. 5. (sofrayı) kurmak. 6.
(kırık bir kemiğin uçlarını) yerine koyup sarmak; (kırık
bir kemiğin uçları) (birbirine) kaynamak: The bone has
set. Kemik kaynadı. 7. -e yol açmak: His remark set her
to thinking. Onun lafı düşünmesine yol açtı. 8. (reçel,
pelte, muhallebi v.b.'ni) jöle kıvamına getirmek,
koyulaştırmak; (reçel, pelte, muhallebi v.b.) qöle
kıvamına gelmek, koyulaşmak. 9. (gökcismi) batmak.
10. (ıslak saçı) bir şekle sokmak, sarmak; (saça) fön
çekmek; (saç) şekle girmek. 11. (bir hikâye v.b.'ni)
(belirli bir mekân ve zaman içinde) geçirmek.
setback set.back set'bäk isim 1. aksama. 2. başarısızlık, yenilgi.
setsquare set.sjuare set'skwer isim, İngiliz İngilizcesi gönye.
settee set.tee seti' isim kanepe.
setting set.ting set'îng isim 1. ortam. 2. edebiyat zaman ve
mekân. 3. tiyatro (oyunun bir sahnesine ait) dekor. 4.
(mücevher için) yuva ve tırnakları. 5. beste. 6. (bir
kişilik) yemek takımı veya çatal bıçak takımı; (bir

1179
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yemek masasına ait) tabak çanak ve çatal bıçak. 7. ayar.


8. gökbilim gurup, batma.
settle a score with someone biriyle kozunu paylaşmak, biriyle hesaplaşmak;
birinden (bir şeyin) acısını çıkarmak.
settle accounts hesaplaşmak.
settle an account hesabı ödemek. 2. hesabını görmek.
settle down uslanmak, yola gelmek. 2. sakin olmak. 3. rahat bir
şekilde oturmak. 4. to kendini (bir işe) vermek, (bir işi)
cidden yapmaya başlamak. 5. in (bir işe) alışmak.
settle for -e razı olmak, -i kabul etmek.
settle on -e karar vermek.
settle one's affairs bütün işlerini halletmek.
settle out of court mahkemeye başvurmadan uzlaşmak.
settle someone down birini uslandırmak, birini yola getirmek. 2. birini
sakinleştirmek. 3. in birini (rahat bir yere) oturtmak.
settle someone in a place birini bir yere yerleştirmek/iskân etmek.
settle someone's hash birinin hakkından gelmek.
settle up with someone birine karşı olan borcu ödemek.
settle upon -e karar vermek.
settle set.tle set'ıl fiil 1. (insanları) (bir yere) yerleştirmek;
(insanları) (boş bir yere) iskân etmek; -e yerleşmek. 2.
(bir şeyi) (bir yere) oturtmak; -e oturmak. 3. (kuş)
konmak. 4. (sinirleri) yatıştırmak; (mideyi) rahatlatmak;
yatışmak; rahatlamak. 5. (binada) tasman meydana
gelmek. 6. (kahveyi) berraklaştırmak. 7. (sıvının
içindeki katı maddeleri) çökeltmek. 8. (sıvının içindeki
katı maddeler) çökelmek. 9. (kuru bir maddeyi) çökertip
sıkıştırmak. 10. (kuru bir madde) çöküp daha sıkışık
olmak. 11. karar vermek, kararlaştırmak. 12. (bir
anlaşmazlığı, bir davayı) halletmek, çözmek.
settlement set.tle.ment set'ılmınt isim 1. yerleştirme; iskân;
yerleşme. 2. köy. 3. çökelme. 4. (binada oluşan) tasman,
oturma. 5. (anlaşmazlığı, davayı) halletme. 6. hesabı
kapatma; hesabı kapatmak için ödenen para. 7. (birine)

1180
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

(bir şeyi) bırakma/bağışlama; (birine) (bir şeyi)


bırakma/bağışlama belgesi; bırakılan/bağışlanan
şey/şeyler.
settler set.tler set'lır isim bir yere yerleşen veya yerleştirilen
kimse.
set-to set-to set'tu isim kavga; ağız kavgası; dövüşme.
setup set.up set'^p isim, konuşma dili 1. düzen, sistem:
What's the setup like there? Oradaki düzen nasıl? 2.
tuzak: It's a setup by the police. Polisin kurduğu bir
tuzak o.
seven sev.en sev'ın sıfat yedi. isim 1. yedi, yedi rakamı (1,
VII). 2. iskambil oyunları yedili.
sevenfold sev.en.foldsıfat, zarf yedi kat, yedi misli.
seventeen sev.en.teen sev'ıntin' sıfat on yedi. isim on yedi, on
yedi rakamı (31, XVII).
seventeenth sev.en.teenthsıfat, isim 1. on yedinci. 2. on yedide bir.
seventh sev.enth sev'ınth sıfat, isim 1. yedinci. 2. yedide bir.
seventieth sev.en.tiethsıfat, isim 1. yetmişinci. 2. yetmişte bir.
seventy sev.en.ty sev'ınti sıfat yetmiş. isim yetmiş, yetmiş
rakamı (18, LXX).
sever sev.er sev'ır fiil 1. kesmek. 2. ayırmak. 3. kopmak,
ikiye ayrılmak.
several sev.er.al sev'ırıl sıfat 1. birkaç. 2. ayrı, tek.
severance pay işten ayrılana ödenen tazminat.
severance sev.er.ance sev'ırıns isim 1. kesme. 2. ayırma, ayırım.
3. kopma, ikiye ayrılma.
severe se.vere sîvîr' sıfat 1. sert; haşin; katı. 2. çok acıtan,
şiddetli. 3. büyük (zarar). 4. zor, güç (bir şey). 5. çok
sade, yalın.
severity se.ver.i.ty sîver'ıti isim 1. sertlik; haşinlik; katılık. 2.
(ağrıya ait) şiddet. 3. (zarara ait) büyüklük. 4. zorluk,
güçlük. 5. sadelik, yalınlık.
Seville orange turunç.

1181
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sew something up bir şeyi dikip kapatmak; kesik yeri dikmek. 2. bir işi
sağlam kazığa bağlamak.
sew sew so fiil (sewed, sewn/sewed) dikmek; dikiş dikmek.
sewage sew.age su'wîc isim pissu, lağım suyu.
sewer system kanalizasyon.
sewer sew.er su'wır isim lağım.
sewing cotton pamuk ipliği, tire.
sewing machine dikiş makinesi.
sewing sew.ing so'wîng isim 1. dikme, dikim. 2. dikiş;
dikilecek şey.
sewn sewn son fiil bakınız sew
sex appeal seksapel, cinsel cazibe.
sex sex seks isim 1. cinsiyet, cins. 2. seks, cinsel ilişki.
sextant sex.tant seks'tınt isim sekstant.
sexton sex.ton seks'tın isim zangoç.
sexual harassment cinsel taciz.
sexual sex.u.al sek'şuwıl sıfat cinsel, cinsi.
sexuality sex.u.al.i.ty sekşuwäl'ıti isim cinsiyet, cinsellik.
sexy sex.y sek'si sıfat, konuşma dili seksi.
shabby shab.by şäb'i sıfat 1. eski püskü, yırtık pırtık,
peqmürde. 2. hırpani, üstü başı eski püskü olan. 3.
aşağılık, adi; pespaye; seviyesiz. 4. çok az, cüzi.
shack up with (ile) evli olmadan beraber yaşamaya başlamak.
shack up (ile) evli olmadan beraber yaşamaya başlamak.
shack shack şäk isim baraka. fiil, konuşma dili bakınız shack
up shack up with
shackle shack.le şäk'ıl isim 1. engel, mania, zincir, boyunduruk,
insanı engelleyen veya hapseden şey. 2. pranga. fiil
bakınız be shackled by
shade into (bir şey) (başka bir şeyden) farksız olmaya başlamak:
The real shades into the unreal. Gerçek hayalden farksız
olmaya başlıyor.

1182
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shade off into (bir şey) (başka bir şeyden) farksız olmaya başlamak:
The real shades into the unreal. Gerçek hayalden farksız
olmaya başlıyor.
shade shade şeyd isim 1. gölgelik, gölge, gölgeli yer. 2.
abajur. 3. stor. 4. göz siperi. 5. (resimde) gölge. 6.
(renge ait) ton. 7. nüans, ince fark, ayırtı. 8. konuşma
dili güneş gözlüğü. fiil 1. siper etmek; güneşten
korumak; gölge etmek: He shaded his eyes with his
hand. Elini gözlerine siper etti. 2. (resimde)
gölgelemek.
shadow cabinet İngiliz İngilizcesi gölge kabine, muhalefet kabinesi.
shadow play gölge oyunu.
shadow shad.ow şäd'o isim 1. gölge. 2. (of) zerre kadar, en ufak
bir ...: There's not a shadow of justification for what he's
doing. Yaptığını haklı çıkaracak en ufak bir sebep yok.
fiil 1. gölgelemek, gölge etmek, gölgelendirmek. 2.
gölgelendirmek, bozmak. 3. gizlice takip etmek.
shadowy shad.owysıfat 1. belli belirsiz, belirsiz, müphem. 2.
tayin edilmesi zor olan. 3. gölgeler içinde olan.
shady shad.y şey'di sıfat 1. gölgeli, gölgeler içinde. 2. gölge
veren. 3. şüpheli; kanunsuz, kanuna aykırı; üçkâğıtçı,
hilebaz, sahtekâr.
shaft shaft şäft isim 1. şaft, mil. 2. gövde, sütun başlığıyla
kaide arasındaki kısım. 3. (mızrak, ok v.b.'ne ait) sap. 4.
(teleğe ait) eksen. 5. (atlı arabaya ait) ok. 6. ışın, şua.
fiil, argo (birinin) canını yakmak.
shaggy shag.gy şäg'i sıfat kaba tüylü (tekstil); kaba (sakal v.b.).
shah shah şa isim şah.
shake a leg acele etmek, pergelleri açmak.
Shake a leg! konuşma dili Çabuk ol!
shake hands el sıkışmak.
shake oneself silkinmek, silkelenmek.
shake someone off birinden kurtulmak.
shake someone up birini (ruhen) sarsmak.

1183
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shake something down bir şeyi silkeleyip düşürmek.


shake something off bir şeyden silkinmek/kurtulmak.
shake something out bir şeyi silkmek.
shake something up sıvıyı çalkalamak; katı maddeyi sallamak.
shake shake şeyk isim 1. sarsıntı. 2. (sıvıyı) çalkalama; (katı
maddeyi) sallama. 3. (başı, yumruğu) sallama. 4.
silkeleme. 5. serpme.
shakedown flight deneme uçuşu.
shakedown shake.down şeyk'daun isim, argo birinden para
sızdırma.
shaker shak.er şey'kır isim çalkalama kabı.
shakeup shake.up şeyk'^p isim reorganizasyon.
shaky shak.y şey'ki sıfat 1. titrek; sarsak. 2. sağlam olmayan,
sakat.
shale shale şeyl isim killi şist, killi yapraktaşı.
shall shall şäl yardımcı fiil (should) 1. Gelecek zaman
kipinde kullanılır: I shall bolt the door. Kapıyı
sürgüleyeceğim. 2. Kararlılık belirtir: I pledge my life
that they shall be free. Hür bırakılacaklarına hayatım
üzerine ant içerim. 3. Söz verme durumunda kullanılır:
You shall have what you need. Size ne gerekirse
vereceğim. 4. Emir belirtir: You shall not kill.
Öldürmeyeceksin. 5. Kaçınılmazlık belirtir: Whatever
shall be .... Ne olacaksa ....
shallot shal.lot şılat', şäl'ıt isim 1. yabanisarımsak,
yabanisarmısak. 2. yeşil soğan, taze soğan.
shallow shal.low şäl'o sıfat 1. sığ, sığlık. 2. yüzeysel, derine
inmeyen, basit. isim sığ yer, sığlık.
sham sham şäm isim 1. yapmacık, sahtelik. 2. oyun, hile;
danışıklı dövüş. sıfat sahte, suni; yalandan. fiil
(shammed, shamming) (bir şey) yapar gibi yapmak;
yalandan yapmak.
shamble sham.ble şäm'bıl fiil ayaklarını sürüyerek yürümek.

1184
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shambles sham.bles şäm'bılz isim 1. darmadağın bir yer,


karmakarışık bir yer; yıkıntı. 2. hercümerç, karışıklık. 3.
mezbaha.
shame shame şeym isim utanç, hicap. Shame on you! Utan!
fiil 1. rezil etmek. 2. gölgede bırakmak. 3. (birini)
utandırarak (bir şey yapmaya) mecbur etmek.
shamefaced shame.faced şeym'feyst sıfat 1. utangaç, mahcup,
çekingen. 2. utanç içinde.
shameful shame.ful şeym'fıl sıfat utanç verici, yüz kızartıcı,
utandırıcı, utanılacak, ayıp; rezil.
shameless shame.less şeym'lîs sıfat utanmaz; yüzsüz; utançtan
yoksun.
shampoo sham.poo şämpu' isim şampuan. fiil şampuanla
yıkamak.
shamrock sham.rock şäm'rak isim yonca.
shank shank şängk isim 1. baldır; incik. 2. kasaplık incik.
shan't shan't şänt kısaltma shall not .
shanty shan.ty şän'ti isim baraka.
shape up (biri) iyi bir yolda olmak; (iş v.b.) iyi gitmek: Things
are shaping up well. İşler iyi gidiyor.
shape shape şeyp isim 1. biçim, şekil. 2. hal. That firm's in
bad shape. O firmanın durumu kötü. fiil 1. -i bir şekle
sokmak, -e bir şekil vermek. 2. into -den (bir şey)
yapmak: He shaped the clay into a pot. Çamurdan bir
çömlek yaptı.
shaped shaped şeypt sıfat (like) şeklinde, biçiminde: heart-
shaped kalp şeklinde. It's shaped like a pyramid. Şekli
piramide benziyor.
shapeless shape.less şeyp'lîs sıfat biçimsiz, şekilsiz; kalıpsız.
shapely shape.ly şeyp'li sıfat biçimli, biçimi güzel olan.
share share şer isim 1. pay, hisse, parça. 2. hisse senedi,
aksiyon. fiil 1. paylaşmak. 2. anlatmak, söylemek. 3.
(bir fikre) katılmak.
shareholder share.hold.er şer'holdır isim hissedar, paydaş.

1185
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shark shark şark isim köpekbalığı.


sharp practice hileli bir iş.
sharp practices hileli işler, dalavere.
sharp sharp şarp sıfat 1. keskin. 2. sivri uçlu. 3. keskin
(gözler, görme duyusu). 4. zehir gibi, çok üstün (zekâ);
zekâsı zehir gibi. 5. keskin, sert, acı. 6. ani (yükseliş,
düşüş, dönüş). 7. çok net. 8. şiddetli (sancı). 9. sert
(vuruş, itiş). 10. sert, ters (sözler, söz). 11. kurnaz; kurt.
12. şık, zarif, güzel. 13. tiz (ses). 14. müzik diyez: F
sharp Fa diyez. isim, müzik diyez.
sharpen sharp.en şar'pın fiil 1. (bıçağı) bilemek. 2. (kalemi)
sivriltmek, açmak. 3. (ağrıyı) şiddetlendirmek. 4.
(zekâyı) geliştirmek. 5. (sesi) tizleştirmek.
sharp-eyed sharp-eyed şarp'ayd' sıfat keskin gözlü.
sharp-witted sharp-wit.ted şarp'wît'îd sıfat zekâsı zehir gibi.
shatter shat.ter şät'ır fiil 1. paramparça etmek, tuzla buz etmek.
2. mahvetmek; bozmak.
shattered shat.teredsıfat 1. paramparça. 2. mahvolmuş;
bozulmuş. 3. İngiliz İngilizcesi çok yorgun, canı çıkmış,
bitkin.
shave shave şeyv fiil (shaved, shaved/shaven) 1. (off) (sakalı,
kılları) tıraş etmek. 2. sakal tıraşı olmak: He hasn't
shaved for three days. Üç gündür tıraş olmadı. 3. (buz
kalıbından) buz kazımak. 4. sıyırmak. 5. rendelemek.
isim tıraş: Give me a shave! Beni tıraş et!
shaver shav.er şey'vır isim elektrikli tıraş makinesi.
shaving shav.ing şey'vîng isim 1. tıraş etme; tıraş olma. 2. (bir)
rende talaşı. 3. çoğul rende talaşı.
shawl shawl şôl isim şal, atkı.
She can't help shouting at people. Onun insanlara bağırması elinde değil.
She is herself again. Kendine geldi.
She is sixty if a day. En aşağı altmış yaşında olmalı.
She said it herself. Bizzat kendisi söyledi.
She wasn't born yesterday! O kaçın kurası!/Onu kolay kolay kandıramazsın!

1186
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

she she şi zamir, dişil o. sıfat dişi. she-goat keçi.


sheaf sheaf şif isim (sheaves) bağlam, demet; deste.
shear shear şîr fiil (sheared/shorn) 1. (hayvanın tüylerini) çok
kısa kesmek, kırkmak, kırpmak. 2. (bir çitin dallarını)
kısa budamak. 3. off kopmak, iki parçaya ayrılmak.
shears shears şîrz isim, çoğul 1. kırkı (kırkmaya yarayan alet).
2. bahçıvan makası; çit makası.
shearwater shear.wa.ter şîr'wôtır isim, zooloji yelkovan.
sheath sheath şith isim 1. (bıçak, kılıç için) kın. 2. botanik kın.
3. anatomi kılıf.
sheathe sheathe şidh fiil 1. kınına sokmak, kınlamak. 2. with ile
kaplamak.
shebang she.bang şîbäng' isim, konuşma dili bakınız the whole
shebang
shed blood kan dökmek.
shed light on -i aydınlatmak, -i açıklamak.
shed shed şed fiil (shed, shedding) 1. (yaprak, gözyaşı, tüy)
dökmek. 2. (su) geçirmemek. 3. (yılan) (gömlek)
değiştirmek.
she'd she'd şid kısaltma 1. she had . 2. she would .
sheen sheen şin isim parlaklık.
sheep sorrel botanik kuzukulağı.
sheep sheep şip isim (sheep) koyun.
sheepfold sheep.fold şip'fold isim ağıl.
sheepish sheep.ish şi'pîş sıfat gülünç bir şekilde utangaç;
kabahatinden dolayı utangaç.
sheep's sorrel botanik kuzukulağı.
sheepskin coat napa palto/ceket.
sheepskin sheep.skin şip'skîn isim 1. pösteki, koyun postu. 2.
konuşma dili üniversite diploması.
sheer sheer şîr sıfat 1. şeffaf ve ince (kumaş). 2. sırf;
bütünüyle: It was sheer luck. Şanstan başka bir şey
değildi. 3. sarp, dik.
sheet iron sac, saç.

1187
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sheet sheet şit isim 1. yatak çarşafı, çarşaf. 2. (kâğıt veya


yufka için) yaprak. 3. (buz için) tabaka.
sheik sheik şik, [İngiliz İngilizcesi] şeyk isim şeyh, kabile
reisi.
sheikh sheikh şik, [İngiliz İngilizcesi] şeyk isim şeyh, kabile
reisi.
shelf shelf şelf isim (shelves) 1. raf. 2. coğrafya şelf.
shell shell şel isim 1. (sert) kabuk; kavkı: sea shell deniz
kabuğu. 2. mermi. 3. (fişeğe ait) kovan. 4. içi yok olmuş
bir şeyin dışı: I saw only the burned shells of buildings.
Ancak yanık binaların dış duvarlarını gördüm. 5.
(kürekli) yarış teknesi.
she'll she'll şil kısaltma she will .
shellac shel.lac şıläk' isim gomalak.
shellfish shell.fish şel'fîş isim kabuklular.
shelter shel.ter şel'tır isim 1. sığınak; barınak; korunak. 2.
siper: They took shelter under a tree. Bir ağacın siperine
sığındılar. fiil 1. korumak. 2. barındırmak; barınmak. 3.
saklanmak; sığınmak; siperlenmek.
sheltered shel.ter.edsıfat 1. mahfuz; kuytu, siper. 2. kötü ve tatsız
şeylerden korunmuş, kötü ve tatsız şeylerden uzak.
shelve shelve şelv fiil 1. rafa koymak/kaldırmak. 2. rafa
koymak/kaldırmak, şimdilik vazgeçmek.
shelves shelves şelvz isim, çoğul bakınız shelf
shenanigan she.nan.i.gan şînän'ıgın isim, konuşma dili 1.
maskaralık, saçmalık, saçma şey, komik şey. 2.
yaramazlık, yaramaz davranış. 3. oyun, hile, numara.
shepherd shep.herd şep'ırd isim çoban. fiil (rehber veya refakatçi
olarak) (birini) getirmek veya götürmek, (birine) refakat
etmek.
sherbet sher.bet şır'bît isim bir çeşit meyveli dondurma.
sheriff sher.iff şer'îf isim şerif (bir polis amiri).
She's an excellent manager. İşleri çok iyi çekip çeviriyor.
She's got a heart of gold. Gönlü çok zengin. 2. Çok merhametli.

1188
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

She's had a stroke of luck. Talih ona güldü.


She's no raving beauty. Müthiş güzel bir kadın değil.
shetland wool şetlant.
shetland shet.land şet'lınd isim şetlant.
Shi'a Shi'.a şi'yı isim bakınız the Shi'a
shield shield şild isim 1. kalkan. 2. siper; koruyucu şey. fiil
korumak; siper etmek: He shielded his eyes with his
hand. Elini gözlerine siper etti.
shift down into (belirli bir vitese) almak.
shift for oneself kendi hayatını kazanmak.
shift gears vites değiştirmek.
shift one's ground savunduğu konuyu başka birtakım gerekçelere
dayatmak.
shift the blame onto suçu (birinin) üstüne atmak, (suçu) (birine) yüklemek.
shift up into (belirli bir vitese) geçmek.
shift shift şîft isim 1. (rüzgâr için) yönünü değiştirme. 2.
vardiya. 3. çok sade bir çeşit kadın elbisesi.
shiftless shift.less şîft'lîs sıfat haylaz, tembel, miskin.
shifty shift.y şîf'ti sıfat dalavereci, hilekâr.
Shi'i Shi'.i şi'yi isim, sıfat Şii.
Shi'ism Shi'.ism şi'yîzım isim Şiilik.
Shi'ite Shi'.ite şi'yayt isim, sıfat bakınız Shi'i
shilling shil.ling şîl'îng isim şilin, eski İngiliz gümüş parası.
shilly-shally shil.ly-shal.ly şîl'işäl'i fiil 1. tereddütten dolayı harekete
geçmemek; kararsızlık içinde dönüp dolaşmak. 2. vakit
öldürmek.
shimmer shim.mer şîm'ır fiil yumuşak ve titrek bir ışıkla
parıldamak. isim titrek ışık.
shin down (ağaç, direk v.b.'ne) (sarılıp bedenini kaydırarak)
inmek.
shin up (ağaç, direk v.b.'ne) (sarılıp bedenini yukarı çekerek)
tırmanmak.
shin shin şîn isim incik kemiği, incik. fiil (shinned,
shinning) bakınız shin down shin up

1189
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shinbone shin.bone şîn'bon isim anatomi incik kemiği.


shindig shin.dig şîn'dîg isim, konuşma dili şatafatlı bir parti.
shine shoes ayakkabı boyamak.
shine shine şayn fiil (shone/[eski] shined) 1. parlamak, ışık
saçmak. 2. parlatmak. 3. (bir ışığı) (bir yere) çevirmek.
4. (biri) (belirli bir konuda) çok başarılı olmak. isim
parlaklık.
shingle shin.gle şîng'gıl isim tahta çatı kiremidi, padavra,
hartama, yarma (Çatıyı örtmek veya bina duvarını
kaplamak için kullanılır.).
shingles shin.gles şîng'gılz isim, çoğul, tıbbi zona.
shinny down bakınız shin down
shinny up bakınız shin up
shinny shin.ny şîn'i fiil, konuşma dili bakınız shinny up shinny
down
shiny shin.y şay'ni sıfat parlak.
ship out yola çıkmak. 2. gemiyle gitmek.
ship ship şîp isim gemi; vapur. fiil (shipped, shipping) 1.
(bir şeyi) (bir nakliyat aracıyla) göndermek, yollamak.
2. (bir şeyi) gemiyle yollamak. 3. (kürekleri) fora edip
teknenin içine koymak.
shipment ship.ment şîp'mınt isim 1. gönderilen mal/sipariş. 2.
(bir şeyi) (bir nakliyat aracıyla) yollama.
shipowner ship.own.er şîp'onır isim gemi sahibi.
shipper ship.per şîp'ır isim siparişi alıp gönderen.
shipping agent nakliyeci, nakliyatçı.
shipping charge nakliye, nakliye ücreti; navlun.
shipping company nakliyat şirketi.
shipping ship.ping şîp'îng isim 1. gemiler. 2. siparişi alıp
gönderme.
shipshape ship.shape şîp'şeyp sıfat düzgün, muntazam.
shipwreck ship.wreck şîp'rek isim 1. gemi enkazı. 2. geminin
kazaya uğraması.

1190
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shipwrecked ship.wrecked şîp'rekt sıfat 1. gemi kazası geçirmiş,


kazazede. 2. yıkılmış, tuzla buz olmuş (ümitler v.b.).
shipyard ship.yard şîp'yard isim tersane.
shire shire şayr isim İngiltere'de kontluk (idare bölgesi).
shirk shirk şırk fiil yan çizmek; kaytarmak.
shirt stud plastron düğmesi.
shirt shirt şırt isim gömlek.
shirttail shirt.tail şırt'teyl isim gömlek eteği.
shish kebab shish ke.bab şîş' kıbab şiş kebap.
shit shit şît isim, kaba 1. bok. 2. aşağılık herif. ünlem
Kahrolsun!
shitty shit.ty şît'i sıfat, kaba aşağılık, pis, alçak.
shiver shiv.er şîv'ır fiil ürpermek. isim ürperti: It sent shivers
down my spine. Tüylerimi diken diken etti.
shoal shoal şol isim sığ yer, sığlık.
shock absorber amortisör (cihaz).
shock therapy şok tedavisi.
shock shock şak isim ekin yığını (dikey duran bağlanmış
birçok ekin demeti).
shocking shock.ing şak'îng sıfat insanı çok şaşırtan, şoke eden,
sarsıcı.
shod shod şad fiil bakınız shoe
shoddy shod.dy şad'i sıfat kalitesiz, tapon; kavaf işi, gelişigüzel
yapılmış.
shoe polish ayakkabı boyası.
shoe repairer ayakkabı tamircisi.
shoe shoe şu isim 1. ayakkabı, pabuç. 2. nal. fiil
(shod/shoed, shoeing) nallamak, nal çakmak.
shoehorn shoe.horn şu'hôrn isim ayakkabı çekeceği, çekecek.
shoelace shoe.lace şu'leys isim ayakkabı bağı, bağcık.
shoeshine parlor lostra salonu.
shoeshine shoe.shine şu'şayn isim ayakkabı boyama, lostra.
shoestring shoe.string şu'strîng isim ayakkabı bağı, bağcık.
shoetree shoe.tree şu'tri isim ayakkabı kalıbı.

1191
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shone shone şon fiil bakınız shine


shoo shoo şu ünlem Defol!/Kışt!/Hoşt!/Pist! fiil away
kovmak.
shook shook şûk fiil bakınız shake
shoot a glance at -e bakıvermek, -e göz atmak.
shoot ahead hızla öne geçmek.
shoot at -e ateş etmek. 2. konuşma dili -i amaçlamak.
shoot back at someone birinin ateşine karşılık vermek. 2. birine cevap
yetiştirmek.
shoot by yıldırım hızıyla geçmek.
shoot down (uçağa) ateş edip düşürmek.
shoot for konuşma dili -i amaçlamak.
shoot it out (bir meseleyi halletmek için) karşılıklı ateş etmek.
shoot one's bolt elinden geleni yapmak.
shoot one's mouth off konuşma dili patavatsızca konuşmak.
shoot one's wad konuşma dili parasının hepsini harcamak.
shoot out fırlamak.
shoot past yıldırım gibi geçmek.
shoot the breeze konuşma dili çene çalmak, kaynatmak; yarenlik etmek.
shoot the bull konuşma dili çene çalmak, kaynatmak; yarenlik etmek.
shoot up (birinin boyu) hızla uzamak. 2. hızla yükselmek. 3.
(alev) parlamak. 4. damardan uyuşturucu almak. 5. her
tarafa ateş etmek; her tarafa rasgele ateş etmek.
shoot shoot şut fiil (shot) 1. (kurşun, ok, top) atmak. 2. (bir
hedefi) (silahla) vurmak. 3. from -den fışkırmak. 4. (bir
şeyi) tükürüvermek. 5. (ağrı) (belirli bir yer boyunca)
yayılıvermek. 6. (sinema kamerasıyla) (film) çekmek. 7.
(misket, bilardo) oynamak. isim 1. filiz, sürgün. 2. av,
avlama.
shooting brake İngiliz İngilizcesi steyşın.
shooting of a film filmin çevirimi.
shooting range atış poligonu, poligon.
shooting star akanyıldız, ağma.

1192
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shooting shoot.ing şu'tîng isim 1. ateş, ateşli silahların atılması.


2. (ateşli silahla) birinin yaralanması veya öldürülmesi.
3. (hedefi) (silahla) vurma. 4. sinema çevirim.
shop around en uygun fiyatların peşinde çarşı pazar dolaşmak.
shop assistant İngiliz İngilizcesi tezgâhtar.
shop shop şap isim 1. (perakende satış yapılan) dükkân. 2.
(zanaatçıya ait) atölye; tamirhane. 3. (ortaokul ve
liselerde) zanaat dersi. fiil (shopped, shopping) (for)
(belirli şeylerin peşinde) çarşı pazar dolaşmak.
shopkeeper shop.keep.er şap'kipır isim çarşı esnafı, esnaf,
dükkâncı.
shoplift shop.lift şap'lîft fiil dükkânlardan (mal) aşırmak;
dükkânlardan mal aşırmak.
shopping center alışveriş merkezi, çarşı.
shopping shop.ping şap'îng isim (belirli şeylerin peşinde) çarşı
pazar dolaşma.
shopwindow shop.win.dow şap'wîndo isim vitrin.
shopworn shop.worn şap'wôrn sıfat (rafta satılmadan uzun zaman
kalıp) eskimiş (mal).
shore shore şôr fiil 1. up (bir şeyin çökmesini önlemek için)
bir tarafına destek koymak, desteklemek, payanda
vurmak. 2. up (fiyatları) desteklemek.
shoreline shore.line şôr'layn isim kıyı şeridi.
shorn shorn şôrn fiil bakınız shear
short and sweet az ve öz.
short cut kestirme yol.
short measure eksik ölçü.
short of - den başka: She tried everything short of firing him.
Onu sepetlemekten başka her şeyi denedi.
short story hikâye, öykü.
short wave radyo kısa dalga.
short short şôrt sıfat 1. kısa. 2. kısa boylu, kısa. 3. ters, sert,
gönül kırıcı. isim, elektrik kısa devre.
shortage short.age şôr'tîc isim eksiklik; kıtlık.

1193
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shortchange short.change şôrt'çeync fiil 1. (birine) paranın üstünü


eksik olarak vermek. 2. (birini) (bir şeyden) mahrum
bırakmak; (birine) (bir şeyi) gerekli miktarda
vermemek.
short-circuit short-cir.cuit şôrtsır'kît fiil 1. kısa devre yapmak. 2.
(aradaki şeyleri) atlayıp geçmek.
short-coming short-com.ing şôrt'k^mîng isim kusur, eksik, noksan.
shortcut short.cut şôrt'k^t isim kestirme, kestirme yol.
shorten short.en şôr'tın fiil kısaltmak; kısalmak.
shortening short.en.ing şôr'tınîng isim (hamur yapımında
kullanılan) katı yağ.
shorthand short.hand şôrt'händ isim stenografi, steno.
shorthanded short.hand.ed şôrt'händîd sıfat bakınız be shorthanded
shortlived short.lived şôrt'layvd, şôrt'lîvd sıfat kısa ömürlü.
shortly short.ly şôrt'li zarf 1. kısa bir zamanda. 2. az bir
mesafeden sonra: It's shortly beyond that house. O evin
biraz ötesinde. 3. kısaca, az ve öz bir şekilde. 4. ters bir
şekilde.
shortness short.ness şôrt'nîs isim 1. kısalık. 2. kısa boyluluk. 3.
terslik, sertlik. 4. eksiklik.
shorts shorts şôrts isim, çoğul 1. şort. 2. (erkek için) külot.
shortsighted short.sight.ed şôrt'say'tîd sıfat 1. miyop. 2. öngörüsü
olmayan.
short-term short-term şôrt'tırm' sıfat kısa vadeli.
shortwave short.wave şôrt'weyv' isim kısa dalga.
shot put spor 1. gülle atma. 2. gülle atışı.
shot shot şat isim 1. (mermi, roket için) atım, atış; (top için)
vuruş; (top için) şut. 2. (çifte namlulu av tüfeği için)
saçma. 3. spor gülle. 4. konuşma dili fırsat. 5. sinema
çekim. 6. konuşma dili fotoğraf. 7. iğne, iğne yoluyla
verilen ilaç: He got a shot. İğne oldu.
shotgun shot.gun şat'g^n isim 1. çifte, çifte namlulu av tüfeği. 2.
tek bir oda genişliğinde bütün odaları arka arkaya
sıralanan ev.

1194
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

should should şûd yardımcı fiil 1. Manevi zorunluluk gösterir:


I think I should go. Gitsem iyi olur galiba. Why
shouldn't I go? Niçin gitmeyeyim. You should have said
"No!" "Hayır!" demeliydin. How should she have
known he was a rogue? Serseri olduğunu ne bilsindi. 2.
İhtimal gösterir: The weather should be nice. Herhalde
hava güzel olur. 3. Bazı şartlı cümlelerde kullanılır:
You can use the house should the weather turn bad.
Hava bozarsa evden yararlanabilirsiniz. 4. Şaşkınlık
belirtir: At that moment who should telephone but
Mehmet himself! O an kim telefon etse beğenirsin?
Mehmet'in ta kendisi! 5. Gelecek zamanı göstermek
için kullanılır: He said he should go. Gideceğini
söyledi. 6. Olumluyken olumsuz bir anlam gösterir: She
should worry, with her good looks! O güzelliğiyle
endişe etmesine hiç gerek yok aslında!
shoulder bag omuz çantası.
shoulder blade kürek kemiği.
shoulder to shoulder omuz omuza, yan yana. 2. omuz omuza, dayanışma
içinde.
shoulder shoul.der şol'dır isim 1. omuz. 2. dağ yamacının üst
bölümü. 3. kasaplık kürek, kürek eti. 4. banket. fiil 1.
omzuna almak, omzuna vurmak, omuzlamak. 2. (bir işi,
bir görevi) yüklenmek, omuzlamak. 3. omuzlamak,
omzuyla itmek.
shouldn't should.n't şûd'ınt kısaltma should not .
shout someone down bağırarak birini konuşturtmamak.
shout shout şaut fiil bağırmak; haykırmak. isim bağırtı,
bağırış; haykırı, haykırış.
shove off denizcilikle ilgili avara etmek. 2. gitmek, çıkmak,
palamarı çözmek.
shove something into bir şeyi (bir yere) sokmak.
shove shove ş^v fiil (sert bir şekilde) itmek. isim itiş.
shovel food into one's mouth yemeği hapır hupur yemek/atıştırmak.

1195
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shovel shov.el ş^v'ıl isim kürek. fiil (shoveled/shovelled,


shoveling/shovelling) kürekle atmak, küreklemek,
küremek, kürümek.
show biz oyunculuk; artistlik.
show business oyunculuk; artistlik.
show dirt kir tutmak.
show disrespect for -e saygısızlıkta bulunmak.
Show me the hows and the whys of it.Bana işin nedenlerini anlatın.
show of strength kuvvet gösterisi.
show off gösteriş yapmak, fiyaka satmak, caka satmak. 2.
gururla göstermek.
show one's face gözükmek, görünmek.
show one's hand niyetini açıklamak.
show one's teeth dişlerini göstermek, tehdit etmek.
show one's true colors asıl karakterini açığa vurmak.
show signs of (birinde) (belirli bir şeyin) belirtileri gözükmek.
show someone around birini gezdirmek, birine rehberlik etmek.
show someone in birini içeri almak, birini buyur etmek, birini içeriye
buyur etmek.
show someone out birini kapıya kadar uğurlamak.
show someone the door birini kovmak, birine kapıyı göstermek.
show someone the way to do something birine bir şeyin nasıl yapıldığını göstermek.
show someone up birinin foyasını ortaya çıkarmak. 2. birini utandırmak.
show up konuşma dili 1. gelmek. 2. çıkagelmek.
show show şo fiil (showed, shown) 1. göstermek. 2.
görünmek, gözükmek. isim 1. televizyon program,
izlence. 2. şov, revü. 3. sergi. 4. gösteri: air show uçuş
gösterisi. 5. müsamere. 6. gösteriş, sahte davranış. 7.
konuşma dili iş; kuruluş: Who's running this show?
Burasını kim yönetiyor?
showcase show.case şo'keys isim vitrin, camekân.
showdown show.down şo'daun isim bir kavganın galibini
belirleyecek olay.

1196
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shower show.er şau'wır isim 1. kısa süren yağmur. 2. duş, duş


yapma. 3. duş, duş yapma yeri. 4. duş, duş yapmayı
sağlayan aygıt. 5. geline veya bebeğe hediye verilen
parti. fiil 1. yağmur yağmak. 2. yağmak. 3. yağdırmak.
4. duş yapmak/almak.
shown shown şon fiil bakınız show
showoff show.off şo'wôf isim gösteriş yapan kimse, fiyakacı,
cakacı.
showroom show.room şo'rum isim galeri (bir malın sergilendiği
salon).
showy show.y şo'wi sıfat gösterişli; göz boyayan.
shrank shrank şrängk fiil bakınız shrink
shrapnel shrap.nel şräp'nıl isim, askeri şarapnel.
shred shred şred isim 1. ince şerit. 2. ufak parça, parçacık. fiil
(shredded, shredding) 1. dilmek; ditmek. 2. lime lime
etmek.
shrew shrew şru isim 1. zooloji sivrifare. 2. şirret kadın, şirret.
shrewd shrewd şrud sıfat kurnaz; açıkgöz, hinoğlu.
shrewish shrew.ish şru'wîş sıfat şirret.
shriek shriek şrik fiil çığlık atmak; feryat etmek. isim çığlık;
feryat.
shrill shrill şrîl sıfat tiz (ses), tiz sesli; kulak tırmalayıcı.
shrimp shrimp şrîmp isim 1. karides. 2. argo bücür kimse,
bücür, bızdık.
shrine shrine şrayn isim tapınak, mabet.
shrink from (korkudan) -den çekinmek.
shrink shrink şrîngk fiil (shrank/shrunk, shrunk/shrunken) 1.
(kumaş) çekmek, daralıp kısalmak; (kumaşı) çektirmek.
2. (bir şeyin) suyu çekilmek; (bir şeyin) suyunu
çektirmek. 3. azalmak; azaltmak. 4. (bir şeyin) değeri
azalmak; (bir şeyin) değerini azaltmak. 5. sinmek,
pusmak. isim, konuşma dili psikiyatr, ruh doktoru.
shrinkage shrink.ageisim 1. (kumaşta) çekme. 2. fire.

1197
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shrivel shriv.el şrîv'ıl fiil (shriveled/shrivelled,


shriveling/shrivelling) kuruyup buruş buruş olmak;
büzüşmek.
shroud shroud şraud isim 1. kefen. 2. örtü; tabaka. fiil
kaplamak; örtmek; gizlemek.
shrub shrub şr^b isim çalı.
shrubbery shrub.ber.y şr^b'ıri isim 1. çalılar. 2. çalılık.
shrug shrug şr^g fiil (shrugged, shrugging) omuz silkmek.
isim omuz silkme.
shrunk shrunk şr^ngk fiil bakınız shrink
shrunken shrunk.en şr^ngk'ın fiil bakınız shrink
shuck shuck ş^k isim mısır koçanını saran yapraklar. fiil
(mısır) soymak, (mısır koçanı) soymak.
Shucks! konuşma dili Hay Allah!
shudder shud.der ş^d'ır fiil ürpermek; titremek. isim ürperti;
titreme, titreyiş.
shuffle one person in among others birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle one person in with others birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle one thing in among others birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle one thing in with others birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle shuf.fle ş^f'ıl fiil 1. (iskambil kâğıtlarını) karıştırmak,
karmak. 2. (bir şeyleri) bir yerden alıp başka yere
koymak. 3. (ayaklarını) sürümek, sürüklemek;
ayaklarını sürüyerek yürümek. isim 1. iskambil
kâğıtlarını karıştırma. 2. ayaklarını sürüyerek yürüme.
shun shun ş^n fiil (shunned, shunning) -den uzak durmak, -e
yaklaşmamak.
shunt shunt ş^nt fiil 1. demiryolu (vagonu, katarı) bir hattan
başka hatta geçirmek; (vagonu, katarı) barınma hattına
veya manevra hattına almak. 2. (önemli bir yerden)
(önemsiz bir yere veya makama) tayin etmek. isim,
elektrik şönt.
shush shush ş^ş fiil susmak; susturmak.
shut down (fabrika, işyeri v.b.'ni) kapatmak.

1198
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shut off (ışık, gaz, makine v.b.'ni) kapatmak, kapamak; (ışık,


makine v.b.) kapanmak. 2. from -den uzak tutmak; -den
ayırmak; -den yoksun bırakmak.
shut one's ears to -e kulaklarını tıkamak.
shut one's eyes to -e göz yummak, -i görmezlikten gelmek.
shut oneself away in (bir yere) kapanmak.
shut oneself in (bir yere) kapanmak.
shut oneself up in (bir yere) kapanmak.
shut out kapatmak; kesmek, girmesini engellemek.
shut someone up in birini (bir yere) kapatmak.
shut someone up konuşma dili birini susturmak, birinin çenesini
kapatmak.
shut something in bir şeyi (bir yere) sıkıştırmak: She shut the door on her
finger. Parmağını kapıya sıkıştırdı.
shut something on bir şeyi (bir yere) sıkıştırmak: She shut the door on her
finger. Parmağını kapıya sıkıştırdı.
shut up konuşma dili susmak. 2. (bir yeri) kapatmak.
Shut your trap! Kapat çeneni!/Kıs gaganı!
shut shut ş^t fiil (shut, shutting) kapatmak, kapamak;
kapanmak: The door won't shut. Kapı kapanmıyor. The
schools have been shut for a month. Okullar bir aydır
kapalı.
shutdown shut.down ş^t'daun isim fabrikayı kapatma.
shutter speed fotoğrafçılık poz süresi.
shutter shut.ter ş^t'ır isim 1. panqur. 2. kepenk. 3. fotoğrafçılık
obtüratör, örtücü.
shuttle diplomacy mekik diplomasisi.
shuttle shut.tle ş^t'ıl isim 1. iki yer arasında sürekli sefer yapan
yolcu aracı. 2. _dokumacılık_ mekik. fiil iki/birkaç yer
arasında getirip götürmek; iki/birkaç yer arasında gidip
gelmek, mekik dokumak.
shy away from -den çekinmek, -den kaçınmak.
shy shy şay fiil (at) ürkmek.

1199
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

shyness shy.nessisim çekingenlik, sıkılganlık, tutukluk,


utangaçlık, mahcubiyet, ürkeklik.
shyster shy.ster şays'tır isim, konuşma dili 1. üçkâğıtçı avukat
veya politikacı. 2. üçkâğıtçı, sahtekâr.
si si si isim, müzik si notası, gamın yedinci notası.
Siamese cat siyamkedisi.
Siamese twins Siyam ikizleri, yapışık ikizler.
Siamese Si.a.mese saymiz', sayımiz' isim, tarih (Siamese) 1.
Siyamlı. 2. Siyamca, Tayca. 3. siyamkedisi. sıfat 1.
Siyam, Siyam'a özgü. 2. Siyamca, Tayca. 3. tarih
Siyamlı.
Siberia Si.be.ri.a saybir'iyı isim Sibirya.
Siberian isim Sibiryalı. sıfat 1. Sibirya, Sibirya'ya özgü. 2.
Sibiryalı.
Sicilian Si.cil.ian sîsîl'yın isim Sicilyalı. sıfat 1. Sicilya,
Sicilya'ya özgü. 2. Sicilyalı.
Sicily Sic.i.ly sîs'ıli isim Sicilya.
sick at heart üzgün, kederli.
sick bay revir.
sick leave hastalık izni.
sick sick sîk sıfat 1. hasta, rahatsız. 2. ruhen hasta. isim,
İngiliz İngilizcesi kusmuk. fiil, İngiliz İngilizcesi,
konuşma dili up kusmak.
sicken sick.en sîk'ın fiil 1. tiksindirmek, midesini
bulandırmak. 2. hastalanmak. 3. midesi bulanmak;
midesini bulandırmak. 4. of -den illallah demek.
sickening sick.en.ing sîk'ınîng sıfat 1. mide bulandırıcı. 2. iğrenç,
mide bulandırıcı, tiksindirici. 3. korkunç.
sickle sick.le sîk'ıl isim orak. fiil orakla biçmek.
sickly sick.ly sîk'li sıfat 1. hastalıklı. 2. solgun ve nahoş (renk,
tebessüm). 3. mide bulandırıcı. 4. sağlıklı olmayan
(iklim).
sickness sick.ness sîk'nîs isim 1. hastalık. 2. mide bulantısı.
side by side yan yana.

1200
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

side dish baş yemek dışındaki yiyecek.


side effect yan etki, yan tesir.
side street yan sokak.
side side sayd isim 1. yan, taraf: One side of the sheet was
blank. Sayfanın bir yüzü boştu. Look at the matter from
all sides. Meseleye her yönden bak. I've got a pain in
my right side. Sağ yanımda bir ağrı var. He's Turkish on
his father's side. Baba tarafından Türktür. 2. denizcilikle
ilgili borda. 3. kenar. 4. taraf: Which side are you for?
Hangi tarafı tutuyorsun? sıfat 1. yan, ikinci derecede
olan, ikincil. 2. bir yanda bulunan, yan.
sideboard side.board sayd'bôrd isim büfe (bir mobilya).
sideburns side.burns sayd'bırnz isim, çoğul favori (sakal vey saç).
sided sid.ed say'dîd sıfat yanlı, taraflı: an eight- sided figure
sekiz yanlı bir şekil. a many-sided person çok yönlü bir
kişi.
sidekick side.kick sayd'kîk isim, konuşma dili arkadaş,
yardımcı.
sidelong side.long sayd'lông zarf yandan: He looked sidelong at
her. Ona yan gözle baktı. sıfat yandan olan: a sidelong
glance yan yan bakma.
sidestep side.step sayd'step fiil (sidestepped, sidestepping) - den
kaçmak, -e yan çizmek.
sideswipe side.swipe sayd'swayp fiil (bir şeye) yandan çarpmak.
sidetrack side.track sayd'träk isim, demiryolu barınma hattı;
rampa hattı. fiil 1. (birini) asıl amacından saptırmak;
(birini) lafa boğmak. 2. demiryolu -i barınma hattına
almak.
sidewalk side.walk sayd'wôk isim yaya kaldırımı, kaldırım,
trotuar.
sideways side.ways sayd'weyz zarf 1. yandan. 2. yan yan: Move
sideways! Yan yan git! 3. yanlamasına, yan. 4. yana.
sidle up to (birinin) yanına yaklaşmak, (birine) yanaşmak.

1201
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sidle si.dle sayd'ıl fiil 1. yan yan gitmek. 2. (biri) yanaşmak.


3. yan yan getirmek; (gemiyi) yanaştırmak.
siege siege sic isim kuşatma, muhasara.
Sierra Leone Si.er.ra Le.o.ne sîyer'ı liyon', sîyer'ı liyo'ni Sierra
Leone.
Sierra Leonean Sierra Leoneli. 2. Sierra Leone, Sierra Leone'ye özgü.
sieve sieve sîv isim elek; kalbur. fiil elekten geçirmek,
elemek; kalburdan geçirmek, kalburlamak.
sift sift sîft fiil 1. elekten geçirmek, elemek; kalburdan
geçirmek, kalburlamak. 2. (through) incelemek, tetkik
etmek, inceleyerek okumak. 3. (out) from inceleyerek
(bir grubu) (başka bir gruptan) ayırmak.
sifter sift.er sîft'ır isim (mutfakta kullanılan) un eleği.
sigh for -in hasretini çekmek.
sigh sigh say fiil 1. iç çekmek, içini çekmek, iç geçirmek,
ahlamak, göğüs geçirmek. 2. (rüzgâr) hafifçe inlemek.
isim iç çekme, göğüs geçirme.
sight sight sayt isim 1. görüş, görme yetisi. 2. görünüş,
manzara: What a lovely sight you are! Bu ne güzellik
böyle! 3. çoğul görülecek yerler, turistik yerler.
sight-see sight-see sayt'si fiil turistik yerleri gezmek.
sight-seeing sight-see.ingisim turistik yerleri gezme.
sight-seer sight-seerisim turist.
sign away kendi imzasıyla (bir şeyi) (başkasına) devretmek.
sign for (başka birinin) namına imza atmak. 2. (bir şeyi)
alabilmek için imza atmak.
sign in (bir yere girerken) deftere imza atmak.
sign off (radyo spikeri) programının bittiğini söylemek. 2.
konuşma dili mektubu bitirmek, mektubu noktalamak.
sign on ekibe (sözleşmeli olarak) katılmak. 2. ekibe (sözleşmeli
olarak) almak: Let's sign him on! Onu ekibimize alalım!
sign one's name imzasını atmak.
sign out (bir yerden çıkarken) deftere imza atmak.
sign over kendi imzasıyla (bir şeyi) (başkasına) devretmek.

1202
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sign someone on (birini) kontratla takıma almak.


sign up for (-e) kendi kaydını yapmak/yaptırmak, kaydolmak,
yazılmak.
sign up (-e) kendi kaydını yapmak/yaptırmak, kaydolmak,
yazılmak.
sign sign sayn isim 1. işaret: plus sign artı işareti. 2. levha;
tabela. 3. belirti, alamet, emare: This is a sign that he's
improving. Bu, onun iyileştiğine alamet.
signal tower demiryolu manevra kulesi, kumanda kulesi.
signal sig.nal sîg'nıl isim işaret; sinyal. fiil işaret etmek; işaret
vermek.
signatory sig.na.to.ry sîg'nıtôri isim (anlaşma) imzalayan devlet.
signature sig.na.ture sîg'nıçır isim imza.
significance sig.nif.i.cance sîgnîf'ıkıns isim 1. önem. 2. anlam.
significant sig.nif.i.cant sîgnîf'ıkınt sıfat 1. kayda değer, önemli,
mühim; dikkate değer. 2. anlamlı, manalı.
signify sig.ni.fy sîg'nıfay fiil anlamına gelmek, göstermek:
What does this signify? Bu ne anlama geliyor?
signpost sign.post sayn'pôst isim yol gösteren levha; işaret
direği.
Silence ensued. Onu sessizlik izledi.
silence si.lence say'lıns isim sessizlik, sükût. fiil susturmak.
silencer si.lenc.er say'lınsır isim 1. (tabanca veya tüfek için)
susturucu. 2. İngiliz İngilizcesi susturucu, egzoz.
silent si.lent say'lınt sıfat sessiz.
silhouette sil.hou.ette sîluwet' isim siluet, gölge görüntü.
silicon sil.i.con sîl'ıkın isim, kimya silisyum.
silicone sil.i.cone sîl'ıkon isim, kimya silikon.
silk silk sîlk isim ipek.
silken silk.en sîl'kın sıfat 1. ipek gibi. 2. ipekten yapılmış,
ipekli.
silky silk.y sîl'ki sıfat 1. ipek gibi. 2. kadife gibi (ses, ten).
sill sill sîl isim 1. (pencere için) denizlik. 2. (kapı için)
eşik.

1203
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

silly sil.ly sîl'i sıfat 1. aptal, ahmak. 2. gülünç, saçma.


silo si.lo say'lo isim silo.
silt silt sîlt isim çökelme sonucu oluşan çamur ve kum
tabakası. fiil up kum ve çamurla doldurmak/dolmak.
silver jubilee evliliğin yirmi beşinci yıldönümü.
silver sil.ver sîl'vır fiil 1. gümüşle kaplamak. 2. gümüş renge
dönüştürmek.
silver-plated sil.ver-platedsıfat gümüş kaplama.
silverware sil.ver.ware sîl'vırwer isim (sofrada kullanılan) çatal,
bıçak ve kaşıklar.
silvery sil.ver.y sîl'vıri sıfat 1. gümüşi. 2. berrak (ses).
similar sim.i.lar sîm'ılır sıfat benzer, benzeş: It's similar to that.
Ona benzer bir şey. These two things are similar. Bu iki
şey birbirine benziyor. Emre and Feyhan are similar to
each other in certain ways. Emre ve Feyhan'ın benzer
tarafları var.
similarity sim.i.lar.i.ty sîmıler'ıti isim benzerlik, benzeyiş,
benzeşlik.
similarly sim.i.lar.lyzarf 1. birbirine benzer bir şekilde. 2. aynı
şekilde.
simile sim.i.le sîm'ıli isim benzetme, benzeti, teşbih.
Simmer down! konuşma dili Sakin ol!
simmer sim.mer sîm'ır fiil 1. (kaynama noktasının biraz altında
bir derecede) pişmek veya pişirmek. 2. (gizli bir iş)
kaynamak. 3. with (öfke v.b. duygularla) (için için)
kaynamak, dolu olmak.
simper sim.per sîm'pır fiil aptal aptal sırıtmak, pişmiş kelle
gibi sırıtmak. isim aptalca sırıtış.
simple sim.ple sîm'pıl sıfat 1. sade, süssüz. 2. anlaması veya
yapılması kolay, kolay, basit: a simple solution kolay
bir çözüm. 3. kendi halinde, sıradan (kimse). 4. saf,
kolayca aldatılabilen. 5. geri zekâlı; bunak. 6. Bir şeyin
tekliğini vurgulamak için kullanılır: It's a desire for

1204
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

revenge, pure and simple. Bir intikam alma hırsından


başka bir şey değil.
simpleminded sim.ple.mind.ed sîm'pılmayn'dîd sıfat 1. basit, saf,
kurnaz olmayan (kimse). 2. fazla basit (çare, cevap
v.b.). 3. geri zekâlı.
simpleton sim.ple.ton sîm'pıltın isim aptal, avanak.
simplicity sim.plic.i.ty sîmplîs'ıti isim 1. sadelik, süssüzlük. 2.
basitlik. 3. sıradanlık. 4. saflık, kolayca aldatılabilme.
simplification sim.pli.fi.ca.tion sîmplıfîkey'şın isim 1. basitleştirme,
yalınlaştırma; basitleşme, yalınlaşma. 2. kolaylaştırma.
simplify sim.pli.fy sîm'plıfay fiil 1. basitleştirmek,
yalınlaştırmak. 2. kolaylaştırmak.
simply sim.ply sîm'pli zarf 1. sade bir şekilde, gösterişsiz bir
şekilde. 2. açık ve samimi bir şekilde. 3. Bir şeyin
tekliğini vurgulamak için kullanılır: He writes simply
because he likes to. Yazı yazmasının tek sebebi hoşuna
gitmesi. I simply can't! Bunu yapamam! 4. basit bir
şekilde, kolay bir şekilde. 5. konuşma dili çok, tek
kelimeyle: They're simply magnificent! Bunlar tek
kelimeyle muhteşem.
simulate sim.u.late sîm'yıleyt fiil 1. taklidini yapmak; gibi
yapmak: She simulated concern. İlgi gösterir gibi yaptı.
2. -in benzerini yapmak.
simultaneous si.mul.ta.ne.ous saymıltey'niyıs sıfat aynı zamanda
olan, aynı zamanda meydana gelen, simültane,
eşzamanlı, eşanlı.
sin of omission ihmal suçu.
sin sin sîn fiil (sinned, sinning) günah işlemek; günaha
girmek.
Sinai Si.nai say'nay, say'niyay isim Sina.
Since when ...? Ne zamandan beri ...?: Since when have you been doing
this? Bunu ne zamandan beri yapıyorsun?
since when o zamandan beri: He suffered a fall last May, since
when he's been confined to a wheelchair. Geçen Mayıs

1205
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ayında düştü ve o zamandan beri tekerlekli sandalyeye


mahkûm oldu.
Since when? Ne zamandan beri?
since since sîns zarf o zamandan beri, ondan sonra: He left
Saturday, and I haven't seen him since. Cumartesi gitti;
o zamandan beri görmedim. They started the work then
and have been at it ever since. İşe o zaman başladılar ve
o zamandan bu yana yapıyorlar. edat -den beri, -den
itibaren. bağlaç 1. -eli, -eli beri, -eliden beri. They've
grown a lot since I saw them. Ben görmeyeli onlar çok
büyümüş. 2. -diğine göre, mademki, madem: Since
you're so wealthy why don't you just buy the whole
building? Mademki bu kadar zenginsin, neden binanın
hepsini almıyorsun?
sincere sin.cere sînsîr' sıfat içten, samimi, candan.
Sincerely yours, Saygılarımla.
sincerely sin.cere.ly sînsîr'li zarf içtenlikle, samimiyetle.
sincerity sin.cer.i.ty sînser'ıti isim içtenlik, samimiyet.
sine sine sayn isim, matematik sinüs.
sinecure si.ne.cure say'nıkyûr, sîn'ıkyûr isim kolay ve iyi maaşlı
bir iş.
sinew sin.ew sîn'yu isim 1. kas kirişi, sinir. 2. kuvvet, güç.
sinewy sin.ew.y sîn'yuwi sıfat 1. adaleli. 2. kuvvetli, güçlü. 3.
sinirli (et).
sinful sin.ful sîn'fıl sıfat günahkâr, günahlı (kimse); günah
olan (bir şey).
sing a baby to sleep bebeği ninni söyleyerek uyutmak.
sing a different tune ağız değiştirmek.
sing sing sîng fiil (sang, sung) 1. (şarkı) söylemek. 2. (kuş,
böcek) ötmek; (kuş) şakımak.
Singapore Sin.ga.pore sîng'ıpor isim Singapur.
Singaporean Sin.ga.po.re.an sîngıpor'iyın isim Singapurlu. sıfat 1.
Singapur, Singapur'a özgü. 2. Singapurlu.

1206
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

singe singe sînc fiil (singeing) azıcık yakmak. isim hafif


yanık.
singer sing.er sîng'ır isim şarkıcı.
singing sing.ing sîng'îng isim 1. şarkı söyleme. 2. ötme;
şakıma.
single file zarf tek sıra halinde.
single sin.gle sîng'gıl sıfat 1. tek: I can't think of a single
example. Tek bir örnek gelmiyor aklıma. 2. bekâr,
evlenmemiş. 3. tek kişilik. 4. yalınkat (çiçek); çiçekleri
yalınkat olan (bitki). isim, İngiliz İngilizcesi gidiş bileti;
dönüş bileti.
single-breasted sin.gle-breast.ed sîng'gılbres'tîd sıfat tek sıra düğmeli
(ceket).
single-handed sin.gle-hand.ed sîng'gılhän'dîd zarf Tek başına, kendi
başına, yalnız başına.
single-handedly sin.gle-hand.ed.ly sîng'gılhän'dîdli zarf Tek başına,
kendi başına, yalnız başına.
single-minded sin.gle-mind.ed sîng'gılmayn'dîd sıfat tek bir amaç
güden.
singlet sin.glet sîng'glît isim, İngiliz İngilizcesi atlet fanilası,
atlet.
singly sin.gly sîng'gli zarf 1. tek tek, teker teker, bir bir. 2. tek
başına, kendi başına, yalnız başına.
singular sin.gu.lar sîng'gyılır sıfat 1. dilbilgisi tekil. 2. büyük,
fevkalade. 3. nadir. 4. tuhaf.
singularity sin.gu.lar.i.ty sîng.gyılerıti isim 1. tuhaflık. 2. dilbilgisi
tekillik.
sinister sin.is.ter sîn'îstır sıfat netameli; kötü.
sink into a chair bir koltuğa çökmek.
sink into a deep sleep derin bir uykuya dalmak.
sink their differences aralarındaki anlaşmazlıkları bertaraf etmek.
sink without a trace sırra kadem basmak.
sink sink sîngk fiil (sank/sunk, sunk/sunken) 1. batmak;
batırmak. 2. batmak, mahvolmak; batırmak,

1207
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

mahvetmek. 3. azalmak; (bir şeyin) değeri azalmak. 4.


(kötü bir şey yapmaya) tenezzül etmek. 5. (kuyu, maden
ocağı v.b.'ni) açmak. 6. into gitgide (kötü bir şeyin)
pençesine düşmek. 7. konuşma dili in -e (para)
harcamak/yatırmak/koymak; -e (emek) harcamak. 8. in
( on ) kafasına dank etmek.
sinless sin.less sîn'lîs sıfat günahsız.
sinner sin.ner sîn'ır isim günahkâr, günahlı.
sinuous sin.u.ous sîn'yuwıs sıfat yılankavi, dolambaçlı.
sinus si.nus say'nıs isim, anatomi sinüs.
sinusitis si.nus.i.tis saynısay'tîs isim, tıbbi sinüzit.
sip sip sîp fiil (sipped, sipping) yudumlamak, yudum
yudum içmek. isim yudum.
siphon si.phon say'fın isim sifon borusu. fiil 1. sifon borusuyla
(bir şeyi) çekmek/boşaltmak. 2. (off) çekmek, almak.
sir sir sır isim 1. efendim, beyefendi. 2. İngiliz İngilizcesi
Sör ... (bir asalet unvanı): Sir Walter Raleigh Sör Walter
Raleigh.
sire sire sayr isim 1. baba, peder. 2. bir hayvanın babası:
Arap's sire was Karabaş. Arap'ın babası Karabaş'tı. 3.
eski Majesteleri. (Krala hitap ederken kullanılırdı.). fiil
-in babası olmak.
siren si.ren say'rın isim siren, canavar düdüğü.
sirloin sir.loin sır'loyn isim sığır filetosu.
sirup sir.up sır'ıp isim bakınız syrup
sis sis sîs isim, konuşma dili kızkardeş.
sissy sis.sy sîs'i isim hanım evladı.
sister sis.ter sîs'tır isim 1. kızkardeş. 2. İngiliz İngilizcesi
hastalara bakan hemşirenin unvanı: Sister Wiseman. 3.
Sör (rahibelere verilen unvan): Sister Agnes Sör Agnes.
sisterhood sis.ter.hood sîs'tırhûd isim kızkardeşlik.
sister-in-law isim görümce; yenge; baldız.
sisterly sis.terlysıfat kızkardeşe yakışır.
sit down oturmak.

1208
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sit in for (birine) vekâlet etmek.


sit in on dinleyici olarak (bir toplantıya) katılmak.
sit on the fence tarafsız kalmak. 2. kararsız olmak.
sit on (bir şeyi) alıp hiçbir şey yapmamak. 2. -i azarlamak, -i
haşlamak.
sit someone down birini oturtmak.
sit someone up yatan birini oturtmak.
sit through something bir şeyi sonuna kadar oturarak izlemek.
sit tight sıkı durmak.
sit up straight dik oturmak.
sit up dik oturmak. 2. (gece) yatmamak; for (gece) yatmayıp
(birini) beklemek.
sit well with (birinin) hoşuna gitmek; (bir şeyi) uygun bulmak.
sit sit sît fiil (sat, sitting) 1. oturmak. 2. (bir yerde)
kalmak, durmak; bulunmak: The statue's been sitting in
that corner for years. Heykel yıllardır o köşede duruyor.
3. on (heyete) üye olmak. 4. (resmi bir meclis, kurul
v.b.) toplantı halinde olmak: The court sat for three
weeks. Mahkeme üç hafta boyunca sürdü. 5. İngiliz
İngilizcesi (imtihan) olmak, (sınava) girmek; (sınavda)
olmak. 6. (tavuk) kuluçkaya oturmak/yatmak.
sitcom sit.com sît'kam isim, konuşma dili, televizyon, radyo
komedi programı.
sit-down strike oturma grevi.
site site sayt isim yer: picnic site piknik yeri.
sit-in sit-in sît'în isim (protesto amacıyla) bir yerde yapılan
oturma eylemi.
sitter sit.ter sît'ır isim çocuk bakıcısı.
sitting duck kolaylıkla aldatılabilen kimse; kolaylıkla
saldırılabilecek kimse.
sitting room İngiliz İngilizcesi oturma odası, salon.
sitting sit.ting sît'îng isim 1. oturma, oturuş. 2. oturum, celse.
situated sit.u.at.ed sîç'uweytıd sıfat bakınız be situated

1209
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

situation sit.u.a.tion sîçuwey'şın isim 1. durum, vaziyet. 2. yer.


3. iş; görev; ekmek kapısı.
six by nine altıya dokuz ebadında.
six six sîks sıfat altı. isim altı, altı rakamı (4, VI).
sixfold six.foldsıfat, zarf altı kat, altı misli. çıkar.
sixgun six.gun sîks'g^n isim bakınız six-shooter
six-pack six-pack sîks'päk isim altı kutuluk paket; altı kutuluk
karton.
six-shooter six-shoot.er sîks'şutır isim altıpatlar.
sixteen six.teen sîks'tin' sıfat on altı. isim on altı, on altı rakamı
(34 XVI).
sixteenth six.teenthsıfat, isim 1. on altıncı. 2. on altıda bir.
sixth sense altıncı his.
sixth sixth sîksth sıfat, isim 1. altıncı. 2. altıda bir.
sixtieth sixtiethsıfat, isim 1. altmışıncı. 2. altmışta bir.
sixty six.ty sîks'ti sıfat altmış. isim altmış, altmış rakamı (48,
LX).
sizable siz.a.ble say'zıbıl sıfat oldukça büyük.
size size sayz isim 1. büyüklük. 2. (ayakkabı için) numara;
(elbise için) beden; (şişe veya kutu için) boy. fiil up -i
anlamaya çalışmak, -i ölçüp biçmek, -i tartmak; -in
nasıl bir şey/biri olduğunu anlamak.
sizeable size.a.ble say'zıbıl sıfat bakınız sizable
sizzle siz.zle sîz'ıl fiil cızırdamak, cızıldamak. isim cızırtı,
cızıltı.
skate on thin ice tehlikeli veya çok rizikolu bir durumda bulunmak.
skate skate skeyt isim paten. fiil patinaq yapmak.
skater skat.er skey'tır isim patinaqcı.
skating rink patinaj alanı.
skating skat.ingisim patinaq.
skedaddle ske.dad.dle skîdäd'ıl fiil, konuşma dili koşup gitmek,
tüyüp gitmek.
skein skein skeyn isim (yün, ip v.b. için) çile, kangal.
skeleton in the closet utanılacak bir sır.

1210
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

skeleton key (kilit açmak için) maymuncuk.


skeleton skel.e.ton skel'ıtın isim 1. iskelet. 2. iskelet, karkas.
skeptic skep.tic skep'tîk isim şüpheci kimse.
skeptical skep.tic.alsıfat 1. kuşkulu, şüphe içinde. 2. şüpheci,
kuşkucu, septik.
skepticism skep.tic.ismisim 1. şüpheci yaklaşım, şüpheci tavır. 2.
şüphecilik, kuşkuculuk, septisizm.
sketch sketch skeç isim 1. taslak, eskiz, eskis; kroki. 2. skeç.
fiil -i taslak halinde çizmek; taslak çizmek.
sketchy sketch.y skeç'i sıfat yarım yamalak, oldukça eksik.
skew skew skyu sıfat 1. eğri, çarpık. 2. birbirine paralel
olmayan. isim 1. eğrilik, çarpıklık. 2. bükülme. fiil 1.
eğriltmek, çarpıtmak. 2. (bir şeyin anlamını) çarpıtmak.
skewer skew.er skyu'wır isim (şiş kebap v.b. için kullanılan)
şiş. fiil -i şişe geçirmek.
ski ski ski isim kayak, ski. fiil kayak yapmak.
skid mark patinaj izi.
skid to a halt (araba) kayarak durmak; (arabayı) kaydırarak
durdurmak.
skid skid skîd isim 1. (araba için) kayma, patinaq. 2.
_tersane_ kızak, kızak ızgarası. 3. tekerlek pabucu. fiil
(skidded, skidding) (araba) kaymak, patinaj yapmak;
kaydırmak, patinaj yaptırmak.
skier skierisim kayakçı.
skiing ski.ingisim kayak, ski, kayak yapma; kayakçılık.
skilful skil.ful skîl'fıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız skillful
skill skill skîl isim beceri, maharet, ustalık, hüner, marifet.
skilled worker kalifiye işçi.
skilled skilled skîld sıfat teknik bilgisi iyi olan; işini iyi yapan.
skillet skil.let skîl'ît isim tava.
skillful skill.ful skîl'fıl sıfat becerikli, marifetli.
skim milk yağsız/ az yağlı/imansız süt.
skim skim skîm fiil (skimmed, skimming) 1. (off) (bir
sıvının yüzeyinden) (kaymak, yağ v.b.'ni) almak. 2.

1211
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

through/over (bir şeyi) çabuk ve üstünkörü okumak, -e


göz gezdirmek. 3. (bir şeyin) üstüne dokunurmuşçasına
alçaktan uçmak. 4. across (taş) (suyun) üstünde seke
seke gitmek; (taşı) (suyun) üstünde sektirmek.
skimmed milk yağsız/ az yağlı/imansız süt.
skimmer skim.mer skîm'ır isim kevgir.
skimp skimp skîmp fiil 1. on gerekenden az bir miktarı
kullanmak veya vermek, -i esirgemek. 2. lüks olmayan
bazı masraflardan kaçınarak tasarruf yapmak.
skimpy skimpysıfat 1. yemeği az olan (sofra). 2. eksik,
yetersiz. 3. dar ve kısa, düttürü.
skin diver balıkadam.
skin skin skîn fiil (skinned, skinning) 1. -in derisini yüzmek.
2. sıyırmak; hafif yaralamak. 3. (kabuğunu, dış zarını)
soymak, çıkarmak. 4. konuşma dili (alive) çok
azarlamak, haşlamak; cezalandırmak; dövmek. 5.
konuşma dili kazıklamak, dolandırmak. 6. up (ağaç,
direk v.b.'ne) tırmanmak, tırmanarak çıkmak. 7. down
(ağaç, direk v.b.'nden) inmek. 8. through (dar bir
yerden) güçbela/ancak geçmek. 9. through güçbela
başarmak/becermek.
skin-deep skin-deep skîn'dip' sıfat derine gitmeyen, yüzeysel,
sathi.
skinflint skin.flint skîn'flînt isim pinti, cimri.
skinny skin.ny skîn'i sıfat sıska.
skinny-dip skin.ny-dip skîn'idîp fiil (skinny-dipped, skinny-
dipping) çıplak yüzmek.
skintight skin.tight skîn'tayt sıfat vücuda âdeta yapışan, çok dar
(giysi).
skip bail konuşma dili (kefaletle tahliye edilen sanık) hazır
bulunması gereken duruşmaya gelmemek.
skip lunch öğle yemeğini yememek.
skip rope ip atlamak.

1212
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

skip skip skîp fiil (skipped, skipping) 1. hoplaya zıplaya


yürümek. 2. bir şeyleri atlayarak (başka bir konuya)
geçmek; (bir konudan) (başka bir konuya) atlayarak
geçmek; - i atlayarak geçmek, atlamak. 3. (gidilmesi
gereken bir toplantı veya yere) gitmemek. 4. aniden (bir
yerden) gitmek. 5. konuşma dili off/out kaçıp gitmek,
tüymek.
skipper skip.per skîp'ır isim, denizcilikle ilgili kaptan.
skirmish skir.mish skır'mîş isim, askeri çarpışma, çatışma. fiil,
askeri kısa bir süre çarpışmak.
skirt skirt skırt isim 1. etek. 2. çoğul (yer için) sınırlar; (şehir
için) varoşlar, banliyöler, (dağ için) etekler. fiil 1. (bir
yerin) etrafından geçmek. 2. -den uzak durmak, -e
dokunmamak.
skirting skirt.ingisim, İngiliz İngilizcesi süpürgelik, sıvadibi.
skit skit skît isim skeç.
skittish skit.tish skît'îş sıfat 1. havai, delişmen, hoppa. 2. ürkek
(at).
skittles skit.tles skît'ılz isim, çoğul dokuz kuka oyunu.
skive skive skayv fiil, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili (off)
kaytarmak, işten kaçmak.
skivvy skiv.vy skîv'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
hizmetçi. fiil hizmetçilik yapmak.
skulduggery skul.dug.ger.y sk^ld^g'ıri isim dalavere, numara,
entrika.
skulk away gizlice uzaklaşmak.
skulk skulk sk^lk fiil gizlice gitmek; hırsız gibi dolanmak.
skull skull sk^l isim 1. kafatası. 2. kurukafa, baş iskeleti.
skullcap skull.cap sk^l'käp isim takke.
skullduggery skull.dug.ger.y sk^ld^g'ıri isim dalavere, numara,
entrika.
skunk skunk sk^ngk isim 1. kokarca. 2. konuşma dili yaramaz
kimse. 3. konuşma dili pis herif, ipe gelesi herif. fiil,

1213
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

konuşma dili (bir oyunda) bozguna uğratmak, fena


halde bastırmak.
sky blue gök mavisi.
sky sky skay isim gökyüzü, gök, sema.
skyjack sky.jack skay'cäk fiil (hava korsanı) (uçağı) ele
geçirmek.
skyjacker sky.jackerisim hava korsanı.
skylark sky.lark skay'lark isim tarlakuşu, toygar, çayırkuşu.
skylight sky.light skay'layt isim çatı penceresi.
skyline sky.line skay'layn isim (binalar, dağlar v.b.'nin ufukta
çizdiği) siluet.
skyrocket sky.rock.et skay'rakît isim havai fişek. fiil birdenbire
yükselmek veya artmak, fırlamak; birdenbire
yükseltmek.
skyscraper sky.scrap.er skay'skreypır isim gökdelen.
skyward sky.ward skay'wırd zarf göğe doğru.
skywards sky.wards skay'wırdz zarf göğe doğru.
slab slab släb isim 1. (bina, kat, dans pisti, taraça, beton yol
v.b.'nin döşemesini oluşturan) beton parçası, plak. 2. taş
levha. 3. (masaya ait) tabla; (kasabın üstünde et kestiği
kalın tahta) tezgâh. 4. (ekmek, kek için) kalın dilim.
slack off (işler) durgunlaşmak, kesatlaşmak. 2. işi gevşetmek.
slack slack släk sıfat 1. gevşek. 2. laçka; özensiz, gelişigüzel.
3. durgun, kesat. isim bakınız take up the slack fiil 1.
azaltmak; azalmak. 2. (halatı) boşaltmak, laçka etmek,
gevşetmek.
slacken slack.en släk'ın fiil 1. yavaşlatmak; azaltmak;
yavaşlamak; azalmak. 2. (halatı) boşaltmak, laçka
etmek, gevşetmek. 3. hızını kaybetmek.
slacker slack.er släk'ır isim kaytarıcı.
slacks slacks släks isim pantolon.
slag slag släg isim cüruf, dışık.
slain slain sleyn fiil bakınız slay

1214
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

slake slake sleyk fiil 1. (susuzluğunu) gidermek. 2. (kireci)


söndürmek.
slaked lime sönmüş kireç.
slam slam släm fiil (slammed, slamming) 1. (kapıyı, kapağı)
çarparak kapatmak, çarpmak. 2. (down) (hızlı ve
gürültülü bir şekilde) indirmek. 3. ağır bir şekilde
eleştirmek.
slander slan.der slän'dır isim iftira. fiil -e iftira etmek, -e kara
çalmak, -i karalamak.
slanderous slan.der.ous slän'dırıs sıfat iftira niteliğinde.
slang slang släng isim argo.
slant slant slänt fiil yana yatmak, yana eğilmek, meyletmek,
meyilli olmak, eğik olmak, eğimli olmak. isim 1. eğim,
meyil. 2. taksim işareti, taksim. 3. bakış açısı, görüş
açısı.
slant-eyed slant-eyed slänt'ayd sıfat çekik gözlü.
slap slap släp fiil (slapped, slapping) 1. sille atmak, tokat
atmak, tokatlamak; şamar atmak, şamarlamak. 2.
çarpmak, vurmak. 3. on (bir şeyi) gürültülü bir şekilde
(bir yere) koyuvermek. 4. (gelişigüzel) koyuvermek.
isim sille, tokat; şamar.
slapdash slap.dash släp'däş' sıfat, isim bakınız in a slapdash
manner
slapstick slap.stick släp'stîk isim abartılı hareketler, düşüp
kalkmalar v.b.'yle oynanan komedi.
slash mark taksim işareti, taksim.
slash slash släş fiil 1. (kesici bir aleti kuvvetle savurarak)
kesmek. 2. kamçılamak. 3. (fiyatları, bütçeyi v.b.'ni)
çok indirmek. 4. across/against (yağmur) -e kuvvetle
vurmak. isim 1. (kılıç, bıçak v.b. ile indirilen) kuvvetli
darbe. 2. uzun kesik, uzun yara. 3. yırtmaç. 4. (fiyat
v.b.'nde yapılan) büyük indirim. 5. taksim işareti,
taksim.

1215
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

slat slat slät isim (pencere kafesini oluşturan) ahşap çubuk;


lata; bağdadi çıtası; çıta, tiriz.
slate slate sleyt isim 1. kayağantaş, arduvaz. 2. kayağantaş
levhası, arduvaz levhası, arduvaz. 3. taş tahta. 4. (seçim
için) aday listesi.
slattern slat.tern slät'ırn isim pasaklı kadın, bitli kokuş.
slatternly slat.ternlysıfat pasaklı (kimse); kirli ve düzensiz (yer).
slaughter slaugh.ter slô'tır isim 1. (kasaplık hayvanı) kesme,
kesim. 2. öldürme, katil. fiil 1. (kasaplık hayvanı)
kesmek. 2. katletmek. 3. konuşma dili (rakip takımı)
büyük bir yenilgiye uğratmak, mahvetmek.
slaughterhouse slaugh.ter.house slô'tırhaus isim mezbaha, kesimevi.
Slav Slav slav, släv isim İslav.
slave slave sleyv isim köle. fiil away köle gibi çalışmak.
slaver slav.er släv'ır fiil 1. salya akıtmak, salyası akmak. 2.
after/over heyecanla takip etmek. isim ağızdan akan
salya.
slavery slav.er.y sley'vıri, sleyv'ri isim kölelik.
Slavic sıfat İslav.
slavish imitation körü körüne taklit etme.
slavish slav.ish sley'vîş sıfat köle gibi, köleye yakışır.
Slavonia Sla.vo.ni.a slıvon'yı, slıvo'niyı isim Slavonya.
slay slay sley fiil (slew, slain) öldürmek.
sleaze sleaze sliz isim 1. adilik, bayağılık; pespayelik. 2.
hırpanilik, derbederlik.
sleazy slea.zy sli'zi sıfat 1. ucuz ve pis (yer). 2. adi, bayağı;
pespaye. 3. derme çatma, çürük, çerden çöpten.
sled sled sled isim kızak. fiil (sledded, sledding) 1. kızakla
gitmek. 2. -i kızakla taşımak.
sledge sledge slec isim bakınız sledgehammer
sledgehammer sledge.ham.mer slec'hämır isim balyoz, varyos;
şahmerdan.
sleek sleek slik sıfat 1. parlak (saç, tüy); saçı veya tüyleri
parlak olan. 2. hatları ince ve zarif olan.

1216
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sleep around konuşma dili dilediği kişiyle düşüp kalkmak, çeşitli


insanlarla yatmak.
sleep in (uykudan) geç kalkmak.
sleep like a log derin derin uyumak.
sleep like a top çok iyi uyumak.
sleep off (bir şeyin etkisini veya bir duyguyu) uyuyarak
geçiştirmek.
sleep something off (bir şeyin etkisini veya bir duyguyu) uyuyarak
geçiştirmek.
sleep through something bir şey olup biterken uyumak: She slept through the
explosion. Patlama oldu bitti ve o hiç uyanmadı.
sleep with (biriyle) düşüp kalkmak, yatmak.
sleep sleep slip fiil (slept) uyumak.
sleeper sleep.er sli'pır isim 1. uyuyan kimse. 2. demiryolu
yataklı vagon. 3. demiryolu travers. 4. pijama; bebek
tulumu.
sleepers isim, çoğul piqama; bebek tulumu.
sleeping bag uyku tulumu.
Sleeping Beauty Uyuyan Güzel.
sleeping car yataklı vagon.
sleeping pill uyku hapı.
sleeping sleep.ing sli'pîng isim uyuma. sıfat uyuyan.
sleepless sleep.less slip'lîs sıfat uykusuz.
sleepwalk sleep.walk slip'wôk fiil uykuda gezmek.
sleepwalker sleep.walk.er slip'wôkır isim uyurgezer.
sleepwalking sleep.walk.ingisim uyurgezerlik.
sleepy sleep.y sli'pi sıfat 1. uykusu gelmiş, uykulu. 2. çok
sakin, çok hareketsiz (yer).
sleet sleet slit isim sulusepken kar. fiil sulusepken kar
yağmak/düşmek.
sleeve link İngiliz İngilizcesi kol düğmesi.
sleeve sleeve sliv isim 1. (giysi için) kol. 2. (boru için)
manşon, ek bileziği; rakor. 3. İngiliz İngilizcesi (plak
için) karton.

1217
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sleeved sleevedsıfat kollu.


sleeveless sleeve.lesssıfat kolsuz.
sleigh sleigh sley isim (atla çekilen) yolcu kızağı.
sleight of hand el çabukluğu, hokkabazlık. 2. kurnazlıkla yapılan hile.
sleight sleight slayt isim bakınız sleight of hand
slender slen.der slen'dır sıfat 1. ince, narin; hatları ince ve
güzel. 2. az. 3. yetersiz.
slept slept slept fiil bakınız sleep
sleuth sleuth sluth isim dedektif.
slew slew slu fiil bakınız slay
slice slice slays isim dilim. fiil (ekmek, kek, peynir v.b.'ni)
dilimlemek; (havuç, patates v.b. sebzeyi) doğramak:
Will you slice me a piece of bread? Bana bir dilim
ekmek keser misin?
slick one's hair back with briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp
yatırmak.
slick one's hair back briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp
yatırmak.
slick one's hair down with briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp
yatırmak.
slick one's hair down briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp
yatırmak.
slick oneself up iki dirhem bir çekirdek giyinmek.
slick slick slîk sıfat 1. kaygan. 2. kurnaz; cerbezeli. 3.
görünümü çekici, içi kof. 4. usta işi (şey). isim su
yüzündeki yağ tabakası.
slicker slick.er slîk'ır isim yağmurluk.
slid slid slîd fiil bakınız slide
slide projector diyapozitif projeksiyon makinesi, slayt göstericisi.
slide rule hesap cetveli.
slide slide slayd isim 1. kayma, kayış; (araba için) patinaq. 2.
düşüş. 3. kaydırak (çocuklar için oyun aracı). 4. dia,
diyapozitif, slayt. 5. (mikroskopta kullanılan) lam. 6.
heyelan, toprak kayması.

1218
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sliding door sürme kapı.


slight slight slayt fiil adam yerine koymamak;
önemsememek. isim adam yerine koymama;
önemsememe.
slim pickings konuşma dili kıtlık, darlık, imkânsızlık.
slim slim slîm sıfat (slimmer, slimmest) 1. ince. 2. zayıf, az
(ihtimal, ümit).
slime slime slaym isim 1. suyun yüzeyinde duran alg veya
bakteri tabakası. 2. sümük.
slimy slim.y slay'mi sıfat 1. sümükle kaplı, sümük bulaşmış.
2. sümük gibi, sümüksü. 3. alçak, pis, iğrenç.
sling sling slîng isim 1. (taş atmak için) sapan. 2. (yük
kaldırmak için) izbiro, sapan. 3. (kırık kol v.b. için)
askı. fiil (slung) 1. (ağ) atmak. 2. sapanla (taş) atmak. 3.
(giysiyi) (omzuna) atmak.
slingshot sling.shot slîng'şat isim sapan.
slink slink slîngk fiil (slunk) sinsi sinsi gitmek/yürümek.
slinky slink.y slîng'ki sıfat 1. sinsi (hareket). 2. vücuda çok
hoş bir şekilde oturan (rop).
slip from someone's mouth birinin ağzından kaçmak.
slip of the tongue sürçülisan, dil sürçmesi.
slip one's mind unutmak, aklından çıkmak: It slipped my mind. Onu
unuttum.
slip one's shoulder omzu çıkmak.
slip someone's notice birinin gözünden kaçmak.
slip slip slîp fiil (slipped, slipping) 1. kaymak: My foot
slipped. Ayağım kaydı. 2. away/out dikkati çekmeden
sessizce gitmek; in dikkati çekmeden sessizce girmek.
3. off (giysiyi) çıkarmak; on/into (giysiyi) giymek. 4.
(değer) düşmek: They've slipped in my opinion.
Gözümden düştüler. 5. up hata yapmak, yanlış yapmak.
6. belli etmeden (bir şeyi) (bir yere) koymak,
sıkıştırmak, tutuşturmak. 7. out of (bir yerden) belli
etmeden çıkmak, sıvışmak. 8. (hayvan) (kendini

1219
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bağlayan bir şeyden) kurtulmak. 9. (durum) kötüye


gitmek. 10. by (zaman) akıp gitmek.
slipcover slip.cov.er slîp'k^vır isim koltuk veya kanepe kılıfı.
slipknot slip.knot slîp'nat isim ilmik, bağlandığı yerde aşağı
yukarı inip çıkan düğüm.
slipped disk tıbbi yerinden kaymış disk.
slipper slip.per slîp'ır isim terlik; pantufla.
slippery slip.per.y slîp'ıri sıfat 1. kaygan. 2. hiç sağlam olmayan
(durum). 3. güvenilmez, kaypak, hilebaz.
slipshod slip.shod slîp'şad sıfat yarımyamalak, üstünkörü.
slipup slip.up slîp'^p isim hata, yanlış, falso.
slit slit slît fiil (slit, slitting) yarmak, yarık açmak;
uzunluğuna kesmek. isim yarık; uzun ve dar bir kesik
veya delik; yırtmaç.
slither slith.er slîdh'ır fiil 1. dengesini kaybetmişçesine
kaymak; düşe kalka ilerlemek. 2. sürünerek gitmek;
yılan gibi sürünüp gitmek.
sliver sliv.er slîv'ır isim 1. kıymık. 2. ince dilim. 3. dar ve
uzunca şey.
slob slob slab isim kaba saba kimse, hödük.
slobber slob.ber slab'ır fiil ağzından salya akmak. isim ağızdan
akan salya.
slog slog slag fiil (slogged, slogging) 1. (çamurda yürür
gibi) bata çıka ilerlemek. 2. durmadan çalışmak, harıl
harıl çalışmak. isim 1. zor yürüyüş. 2. uzun ve zor
çalışma.
slogan slo.gan slo'gın isim slogan.
slop slop slap isim 1. (hayvana verilen) yemek artıklarından
oluşan sulu yiyecek. 2. dışkı ve sidik. 3. tadı yavan olan
sulu yemek. 4. aşırı duygusal söz veya yazı. fiil
(slopped, slopping) 1. (bir sıvıyı) kazara dökmek. 2.
(hayvanlara) sulu bir hale getirilmiş yemek artıkları
vermek.

1220
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

slope slope slop isim 1. bayır, yokuş, rampa. 2. eğim. fiil


meyletmek, eğimli olmak.
sloppy slop.py slap'i sıfat 1. yarım yamalak, baştan savma
yapılmış. 2. hiç titiz olmayan, son derece dikkatsiz. 3.
şapşal (giysi).
slosh slosh slaş fiil 1. çalkalanmak, çalkanmak; çalkalamak,
çalkamak. 2. dökmek; sıçratmak.
sloshed sloshedsıfat, konuşma dili sarhoş.
slot machine kumar makinesi. 2. meşrubat otomatı; yiyecek otomatı.
slot slot slat isim 1. dar ve uzun yiv veya açıklık; delik. 2.
konuşma dili yer.
sloth sloth slôth isim 1. tembellik. 2. tembelhayvan.
slothful sloth.ful slôth'fıl sıfat tembel.
slouch slouch slauç fiil 1. yorgun argın ve tembel tembel
yürümek, oturmak veya bir yere yaslanarak durmak. 2.
(omuzlarını) çökertmek. 3. sarkmak. isim 1. aylak,
haylaz. 2. yorgun ve tembel yürüyüş, oturuş veya duruş
tarzı.
slough slough sl^f fiil 1. off (yılan) (gömleğini) değiştirmek.
2. off -i bir tarafa atmak; -i gidermek.
Slovak Slo.vak slo'vak, slo'väk isim, sıfat 1. Slovak. 2.
Slovakça.
Slovakia Slo.vak.i.a slova'kiyı, slovak'yı, slovä'kiyı, sloväk'yı
isim Slovakya.
sloven slov.en sl^v'ın isim 1. pasaklı kimse, çapaçul kimse;
bitli kokuş. 2. tembel, haylaz, aylak.
Slovene Slo.vene slo'vin isim, sıfat 1. Sloven; Slovenyalı. 2.
Slovence.
Slovenia Slo.ve.ni.a slovin'yı, slovi'niyı isim Slovenya.
Slovenian isim, sıfat 1. Sloven; Slovenyalı. 2. Slovence.
slovenly slov.en.lysıfat 1. pasaklı ve tembel. 2. dikkatsizlik
yüzünden hatalı (bir şey). 3. hiç titiz olmayan, savruk,
çok dikkatsiz, savsak, çok ihmalkâr. 4. pasaklı, çapaçul
(giyiniş, kılık).

1221
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

slow slow slo sıfat 1. yavaş; ağır, yavaş giden; uzun süren;
yavaş yavaş etkileyen. 2. geç anlayan, zor anlayan. 3.
kesat, durgun. 4. geri (saat). zarf yavaş, yavaş yavaş;
ağır. fiil (down/up) yavaşlamak; yavaşlatmak.
slowdown slow.down slo'daun isim 1. yavaşlama; (işlerde)
durgunluk, durgunlaşma. 2. yavaşlatma grevi,
yavaşlatma.
slowly slow.lyzarf yavaş yavaş; ağır ağır.
slowness slow.nessisim 1. yavaşlık; ağırlık. 2. kesatlık,
durgunluk. 3. (saat için) geri kalma.
slowpoke slow.poke slo'pok isim, konuşma dili işi ağırdan alan
kimse, yavaş giden kimse.
slowwitted slow.wit.ted slo'wîtıd sıfat zor anlayan, kalın kafalı.
sludge sludge sl^c isim 1. (motorda oluşan) tortulaşmış yağ. 2.
(su veya pissu arıtma işleminde oluşan) tortul atık. 3.
(kuyu açarken çıkarılan) çamur. 4. (akarsu veya deniz
yatağındaki) tortu, çamur.
slue slue slu isim bakınız slew
slug slug sl^g isim yumruk, yumruk darbesi. fiil (slugged,
slugging) 1. (birine) okkalı bir yumruk atmak/indirmek.
2. (beysbol topuna) kuvvetle vurmak. 3. yumruklaşmak.
sluggard slug.gard sl^g'ırd isim miskin, uyuşuk.
sluggish slug.gish sl^g'îş sıfat 1. yavaş giden, yavaş, durgun. 2.
kesat, durgun. 3. ağır kanlı. 4. ağır işleyen.
slum slum sl^m isim halkı yoksul, binaları derme çatma olan
mahalle/semt.
slumber slum.ber sl^m'bır fiil uyumak; hafif uyumak. isim
uyku; hafif uyku.
slump slump sl^mp isim 1. (fiyat, oy, müşteri sayısı v.b.'nde)
düşüş, düşme. 2. iktisadi bunalım. fiil 1. onto/to/over -in
üstüne çöküvermek. 2. into -e çöküvermek. 3. -e
yığılmak. 4. (fiyat, oy, müşteri sayısı v.b.) düşmek.
slung slung sl^ng fiil bakınız sling
slunk slunk sl^ngk fiil bakınız slink

1222
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

slur slur slır fiil (slurred, slurring) 1. over -i geçiştirmek,


üstünde durmadan geçivermek. 2. (tane tane
söyleyeceğine) hecelerini karıştırmak; -in hecelerini
karıştırmak. isim hakaret; iftira.
slurp slurp slırp fiil höpürdetmek, höpür höpür içmek.
slush slush sl^ş isim 1. erimeye başlamış kar, eriyen kar. 2.
aşırı duygusallık.
slut slut sl^t isim 1. kaltak, paçoz, orospu. 2. pasaklı kadın,
bitli kokuş.
sly sly slay sıfat (slyer/slier, slyest/sliest) sinsi.
smack in tam. 2. kuvvetle.
smack into tam. 2. kuvvetle.
smack on tam. 2. kuvvetle.
smack one's lips dudaklarını şapırdatmak.
smack onto tam. 2. kuvvetle.
smack smack smäk isim 1. şapırtı, şapırdama, öpme sesi. 2.
şap sesi. 3. şaplak, sille, tokat. 4. küt sesi. fiil 1.
şapırdatarak öpmek veya içmek, şapır şupur/şapır şapır
öpmek veya içmek. 2. on -e şaplak atmak, -e tokat
şaplatmak. 3. down on küt diye (bir yere) vurmak.
smack-dab smack-dabzarf tam.
small arms hafif silahlar.
small change bozuk para, bozukluk.
small fry çoğul 1. çocuklar, ufaklıklar. 2. önemsiz kimseler.
small hours gece yarısından sonraki üç dört saat.
small intestine incebağırsak.
small of the back sırtın en dar kısmı.
small talk havadan sudan konuşma, hoşbeş.
small small smôl sıfat 1. küçük; ufak. 2. cömertlikten yoksun,
yalnızca kendi çıkarlarını düşünen, çok bencil. isim
bakınız smalls
small-minded small-mind.ed smôl'mayn'dîd sıfat 1. cömertlikten
yoksun, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen, çok bencil.
2. dar kafalı.

1223
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

smallpox small.pox smôl'paks isim çiçek hastalığı, çiçek.


smalls İngiliz İngilizcesi, çoğul, konuşma dili iç çamaşırı,
çamaşır.
small-time small-timesıfat ikinci derecede, üçüncü sınıf, ufak
çapta.
smarmy smarm.y smar'mi sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
yağcı, pohpohlayıcı.
smart aleck ukala, bilgiç; kendini bir şey zanneden kimse.
smart smart smart sıfat 1. zeki, akıllı. 2. şık; zarif. 3. hızlı (bir
şey). 4. kuvvetli (bir şey). 5. incitici, kırıcı, acı (söz). 6.
arsızca ve zekâ dolu (bir şey).
smartass smart.ass smart'äs isim, sıfat, argo ukala, bilgiç.
smarten a place up birine/bir yere çekidüzen vermek.
smarten someone up birine/bir yere çekidüzen vermek.
smarten smart.en smar'tın fiil bakınız smarten someone up
smarten a place up
smash someone's face in birinin façasını almak, birinin çenesini dağıtmak: I'll
smash your face in! Façanı alırım ha!
smash smash smäş fiil 1. paramparça etmek; paramparça
olmak, tuzla buz olmak. 2. (in) (kuvvetli bir darbeyle)
kırmak. 3. through (bir şeyi) (kuvvetle) atarak (başka
bir şeyi) kırmak. 4. (up) mahvetmek; dağıtmak; tarumar
etmek. 5. spor smaçlamak, smaç vurmak, smaç yapmak.
isim 1. kuvvetli bir yumruk/darbe. 2. küt sesi. 3.
paramparça olma. 4. şangırtı. 5. (iki taşıt arasındaki)
çarpışma. 6. iflas. 7. büyük hit, büyük sükse yapan film
veya müzik parçası. 8. spor smaç.
smashing smash.ing smäş'îng sıfat harika, süper.
smashup smash.up smäş'^p isim 1. (iki taşıt arasındaki)
çarpışma. 2. çöküş; iflas.
smattering smat.ter.ing smät'ırîng isim (belirli bir konuda) azıcık
bir bilgi: She has a smattering of Greek. Azıcık
Rumcası var.

1224
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

smear smear smîr fiil 1. on/with (yağlı, kolayca dağılan veya


yapışkan bir şeyi) (bir yere) sürmek. 2. bulaştırmak:
You've smeared these lines so much I can't read them.
Bu satırlara elini o kadar sürüp kurşunu bulaştırmışsın
ki okuyamıyorum. 3. bulaşmak. 4. -e leke sürmek, -i
lekelemek, -i karalamak, (birinin elinde delil yokken)
(başkasına) suç yüklemek. 5. tamamıyla yenmek,
ezmek, işini bitirmek. isim 1. (yağlı veya yapışkan bir
şeyin yaptığı) leke. 2. karalama, delile dayanmayan
suçlama.
smell a place up bir yeri kokutmak.
smell a rat bir katakullinin kokusunu almak.
smell to high heaven pis kokmak.
smell smell smel fiil (smelled/smelt) 1. koklamak; -in
kokusunu duymak/almak. 2. -in kokusundan (bir şeyi)
anlamak. 3. -i sezmek, -in kokusunu almak. 4. (of)
(belirli bir şeyin) kokusu olmak; kokmak. This place
smells of the sea. Burası deniz kokuyor. 5. (kötü)
kokmak.
smelly smellysıfat pis kokan.
smelt smelt smelt fiil bakınız smell
smidgen smid.gen smîc'ın isim, konuşma dili azıcık bir miktar.
smile smile smayl fiil 1. gülümsemek, tebessüm etmek. 2.
gülümseyerek (bir şeyi) göstermek. 3. on (talih, doğa
v.b.) -e gülmek. isim gülümseme, tebessüm.
smirch smirch smırç fiil 1. -e leke sürmek, -i lekelemek, -i
karalamak. 2. kirletmek; bulaştırmak. isim leke.
smirk smirk smırk fiil (kendinden memnun bir şekilde)
sırıtmak. isim (birinin kendinden memnun olduğunu
gösteren) sırıtış.
smite smite smayt fiil (smote, smitten) 1. sert bir şekilde
vurmak. 2. öldürmek; mahvetmek, batırmak; cezaya
çarptırmak.

1225
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

smith smith smîth isim 1. nalbant. 2. demirci, demir eşya


yapan veya onaran kimse.
smithereens smith.er.eens smîdhırinz' isim, çoğul ufacık parçalar.
smithy smithyisim 1. nalbant dükkânı. 2. demirci dükkânı.
smitten smit.ten smît'ın fiil bakınız smite
smock smock smak isim (ilikli ve kollu) önlük, iş önlüğü.
smog smog smag isim kirli hava, kirli hava kütlesi; dumanlı
sis.
smoke an animal out içinde bulunduğu yeri dumanla doldurarak birini/bir
hayvanı dışarı çıkarmak.
smoke bomb sis bombası.
smoke screen sis perdesi.
smoke someone out içinde bulunduğu yeri dumanla doldurarak birini/bir
hayvanı dışarı çıkarmak.
smoke something out bir şeyi meydana çıkarmak.
smoke smoke smok isim 1. duman. 2. konuşma dili sigara. 3.
duman rengi, füme. fiil 1. sigara içmek; (sigara, pipo,
puro, afyon v.b.'ni) içmek. 2. tütmek; duman çıkarmak;
dumanı geri vermek. 3. (et, balık) füme etmek,
tütsülemek, dumana tutmak, dumanlamak. 4. (arıları)
dumanla sersemletmek. 5. (bir yeri) dumanlandırmak,
sislendirmek, sislemek.
smoked smokedsıfat füme, tütsülenmiş (et, balık).
smokeless smoke.lesssıfat dumansız; duman çıkarmayan.
smoker smok.er smo'kır isim 1. sigara, puro veya pipo içen
kimse. 2. demiryolu sigara içilebilen vagon.
smokestack smoke.stack smok'stäk isim (vapur veya fabrikaya ait)
baca.
smoky smok.y smo'ki sıfat 1. tüten, duman çıkaran. 2. duman
gibi, dumana benzeyen. 3. dumanlı. 4. duman rengi,
füme.
smolder smol.der smol'dır fiil 1. için için yanmak; alev
çıkarmadan yanmak. 2. (birinin) gözleri yuvalarından

1226
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

fırlamak, için için kızmak. 3. (kavga, kızgınlık v.b.) dışa


vurulmadan devam etmek.
smooch smooch smuç fiil, konuşma dili öpüşmek; sarılıp
öpüşmek.
smooth away -i gidermek.
smooth down one's hair saçlarını yatırmak.
smooth the way for someone birinin işini kolaylaştırmak.
smooth things over between -in aralarını bulmak/düzeltmek; -i barıştırmak.
smooth smooth smudh sıfat 1. pürüzsüz, düzgün, düz,
yüzeyinde girinti çıkıntı olmayan. 2. içinde katı parçalar
bulunmayan sıvı. 3. rahat, sarsıntısız. 4. çalkantısız
(deniz). 5. rahat, problemsiz, sorunsuz. 6. tadı hoş olan,
acı veya kekre olmayan (içki). 7. hoş fakat aldatıcı. 8.
hoş tavırlarıyla insanları kandıran; cerbezeli. 9. çok hoş
ve insanı rahatlatan. fiil 1. düz bir hale getirmek,
düzlemek, tesviye etmek; -in buruşukluklarını
gidermek, düzeltmek. 2. over (bir şeyi) (bir yere)
sürmek.
smoothly smooth.lyzarf problem çıkarmadan, güzel bir şekilde.
smote smote smot fiil bakınız smite
smother smoth.er sm^dh'ır fiil 1. (duman, havasızlık) boğmak,
bunaltmak veya boğarak öldürmek; (dumandan,
havasızlıktan) boğulmak, bunalmak veya boğularak
ölmek. 2. (yastık, battaniye v.b. ile) (birini) boğmak,
boğarak öldürmek. 3. in/with (birini) -e boğmak, -e gark
etmek. 4. (yangını) havasız bırakarak söndürmek.
smoulder smoul.der smol'dır fiil bakınız smolder
smudge smudge sm^c isim (bulaşmış) leke. fiil (üstüne) leke
bulaşmak/bulaştırmak; lekelenmek: Don't rub it; you'll
smudge it! Elini üstüne sürme; leke yaparsın!
smug smug sm^g sıfat (smugger, smuggest) kendinden
memnun, kendini beğenmiş.
smuggle smug.gle sm^g'ıl fiil (birini/bir şeyi) (bir ülkeye veya
yurtdışına) kaçırmak; kaçakçılık yapmak.

1227
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

smuggler smug.glerisim kaçakçı.


smuggling smug.gl.ingisim kaçakçılık.
smut smut sm^t isim 1. kurum tanesi, is tanesi. 2. müstehcen
söz veya resimler.
smutty smut.ty sm^t'i sıfat müstehcen, açık saçık.
snack bar (müşterilerinin bar gibi bir tezgâhın önünde oturduğu)
ufak lokanta; büfe.
snack snack snäk isim ( yemek aralarında yenilen) tatlı, çerez,
meyve v.b. hafif şeyler yemek, çerezlenmek; on (tatlı,
çerez, meyve v.b.) yemek. fiil hafif şeyler yemek,
çerezlenmek; on (tatlı, çerez, meyve v.b.) yemek.
snafu sna.fu snä'fu isim, konuşma dili problem, sorun, pürüz.
snag snag snäg isim 1. problem, sorun, pürüz. 2. koparılmış
veya kırılmış bir şeyin çıkık, pürüzlü ve keskin ucu. fiil
(snagged, snagging) -e takılmak.
snail snail sneyl isim salyangoz.
snake in the grass sinsi ve hain kimse.
snake snake sneyk isim 1. yılan. 2. sinsi ve hain kimse. fiil 1.
yılan gibi sessizce ilerlemek. 2. yılan gibi kıvrılmak.
snakebite snake.bite sneyk'bayt isim yılan sokması.
snakey snakeysıfat bakınız snaky
snaky snakysıfat 1. yılan gibi, yılana benzeyen. 2. yılankavi.
3. yılan dolu.
snap into action hemen harekete geçmek.
snap one's fingers at -i hiç önemsememek, -i takmamak.
snap out of it kötü bir ruhsal durumdan kurtulmak: When he began
whining about that to me I told him to snap out of it.
Bana ondan yakınmaya başladığında, kendisine bundan
vazgeçmesini söyledim.
snap someone's head off birine çok ters bir cevap vermek.
snap to konuşma dili 1. acele etmek, çabuk olmak: Snap to!
Haydi kımılda! 2. işe başlamak: Snap to it! Haydi iş
başına!
snap up an offer bir teklifi hemen kabul etmek.

1228
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

snap snap snäp fiil (snapped, snapping) 1. at -i ağzıyla


kapmaya çalışmak. 2. at (köpek) -i ısırmaya çalışmak.
3. kopmak; koparmak. 4. (kırbacı) şaklatmak; (sert bir
rüzgârda dalgalanan bayrak gibi) şap diye ses çıkarmak.
5. up (alıcı) (satılan malı) kapmak, hemen satın almak.
6. çat diye kapanmak. 7. (bir şeyi) ters veya kızgın bir
şekilde söylemek; at (birini) terslemek. 8. konuşma dili
(fotoğraf) çekmek. 9. (göz) parlamak. 10.
(parmaklarını) şakırdatmak. 11. konuşma dili aklını
oynatmak. 12. çıtırdamak; çatırdamak. isim 1. çıtçıt,
fermejüp. 2. gevrek bir bisküvi. 3. konuşma dili gayret,
şevk. 4. çok kolay iş. 5. konuşma dili enstantane,
enstantane fotoğraf. 6. çıtırtı, çıtırdama, çıt. 7. şak sesi,
şak. 8. ağzıyla kapmaya çalışma. 9. (köpek) ısırmaya
çalışma. sıfat ani, aniden yapılan.
snappy snap.py snäp'i sıfat 1. çok canlı. 2. kuru ve soğuk
(hava). 3. şık.
snapshot snap.shot snäp'şat isim enstantane, enstantane fotoğraf.
snare drum trampet.
snare snare sner isim tuzak. fiil 1. tuzağa düşürmek. 2. (çok
istenilen bir şeyi) elde etmek, kapmak.
snarl snarl snarl fiil (up) karmakarışık hale gelmek,
arapsaçına dönmek; karmakarışık bir hale getirmek.
isim karmakarışık hal, arapsaçı.
snatch snatch snäç fiil kapmak; at kapmaya çalışmak. isim 1.
kapış. 2. kısa süre; kısa parça.
sneak sneak snik fiil 1. sinsice ve sessizce ilerlemek/gitmek.
2. in/on/into/onto -e gizlice sokmak; -e gizlice girmek.
3. off/out of -den gizlice çıkarmak; -den gizlice çıkmak.
4. (bir şeyi) gizlice yapmak: She sneaked a glance at the
book. Kitaba kaçamakla baktı. isim sinsi kimse. sıfat
sinsi.
sneaker sneak.er sni'kır isim tenis ayakkabısı.

1229
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sneer sneer snîr fiil 1. dudağını bükmek. 2. at -e dudak


bükmek, -i küçümsemek.
sneeze sneeze sniz fiil 1. aksırmak, hapşırmak. 2. at -i hor
görmek, -i küçümsemek. isim aksırık, hapşırık.
snicker snick.er snîk'ır fiil kıs kıs gülmek. isim kıs kıs gülüş.
snide snide snayd sıfat şaka gibi görünen iğneli veya kırıcı
(söz).
sniff out bulmak. 2. (birinin/bir şeyin) ne olduğunu öğrenmek.
sniff sniff snîf fiil 1. koklamak. 2. at -e burun kıvırmak. 3.
around (bir yerde) dolanmak. 4. dudak bükerek
söylemek. isim 1. nefes, içe çekilen hava. 2. burun
kıvırma.
sniffle snif.fle snîf'ıl fiil burnunu çekmek.
snigger snig.ger snîg'ır fiil, isim bakınız snicker
snip snip snîp fiil (snipped, snipping) makasla
kırpmak/kesmek. isim 1. makasla kırpma/kesme. 2.
kırpılmış parça, kırpıntı.
snipe snipe snayp fiil 1. at -e gizli bir mevziden ateş açmak.
2. üstü kapalı bir şekilde eleştirmek, laf atmak, taş
atmak.
sniper sniperisim pusu nişancısı.
snippet snip.pet snîp'ît isim ufak parça.
snivel sniv.el snîv'ıl fiil 1. burnu akmak. 2. burnunu çekmek.
3. burnunu çekerek ağlamak. 4. yakınmak, sızlanmak,
ağlamak.
snob snob snab isim snop.
snobbery snob.ber.y snab'ıri isim snopluk.
snobbish snob.bish snab'îş sıfat snop.
snobby snob.by snab'i sıfat snop.
snoop snoop snup fiil, konuşma dili casusluk yapmak; gizlice
gözetlemek; gizlice bilgi toplamaya çalışmak.
snoot snoot snut isim, konuşma dili burun.
snooty snootysıfat, konuşma dili snop.

1230
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

snooze snooze snuz fiil şekerleme yapmak, kestirmek. isim


şekerleme, kısa uyku.
snore snore snôr fiil horlamak. isim horultu, horlama.
snorkel snor.kel snôr'kıl isim şnorkel.
snort snort snôrt fiil 1. (at) kuvvetle burnundan hava
çıkarmak. 2. kızgınlıkla veya küçümseyerek söylemek.
snot snot snat isim 1. kaba sümük. 2. konuşma dili alçak
herif. 3. konuşma dili pis snop.
snotty snottysıfat 1. kaba sümüklü. 2. konuşma dili pis, alçak.
3. konuşma dili snop.
snout snout snaut isim hayvanın uzun burnu.
Snow White Pamuk Prenses.
snow snow sno isim kar. fiil kar yağmak.
snowball snow.ball sno'bôl isim 1. kar topu. 2. botanik kartopu.
snowbound snow.bound sno'baund sıfat kar yüzünden mahsur
kalmış.
snow-capped snow-capped sno'käpt sıfat kar kaplı (dağ, tepe).
snowdrift snow.drift sno'drîft isim kar yığıntısı, kürtün.
snowflake snow.flake sno'fleyk isim kar tanesi.
snowman snow.man sno'män isim (snowmen) kardan adam.
snowshoe snow.shoe sno'şu isim kar ayakkabısı, kar raketi, raket,
leken.
snowstorm snow.storm sno'stôrm isim kar fırtınası, tipi.
snowy snow.y sno'wi sıfat 1. karlı. 2. bembeyaz, kar gibi. 3.
with kar yağmış gibi (bir şeyle) dolu.
snub snub sn^b fiil (snubbed, snubbing) hiçe saymak, hakir
görmek, küçümsemek, adam yerine koymamak. isim
hiçe sayma, hakir görme.
snuff snuff sn^f isim enfiye.
snuffle snuf.fle sn^f'ıl fiil burnunu çekmek.
snug snug sn^g sıfat (snugger, snuggest) 1. rahat ve sıcacık.
2. üste iyi oturan (giysi).
snuggle snug.gle sn^g'ıl fiil sokulmak, yanına sokulmak.

1231
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

so as to -mek için: He did that so as to annoy me. Beni


kızdırmak için yaptı. 2. -ecek bir şekilde: He coughed
so as to attract Raziye's attention. Raziye'nin dikkatini
çekecek bir şekilde öksürdü.
So be it. Olsun/Öyle olsun.
so far şimdiye kadar. 2. belirli bir yere kadar; belirli bir
mesafe: They can only go so far before they run out of
gas. Benzin tükeninceye kadar ancak belirli bir mesafe
gidebilirler.
So far, so good. Şimdiye/Buraya kadar her şey yolunda.
So help me God. Allah şahidim olsun.
so help me vallahi, yemin ediyorum: She was also wearing, so help
me, a mink coat. Bir de, vallahi, vizon bir palto
giymişti.
so long as -diği sürece: You won't get so much as a penny from
me as long as I live. Yaşadığım sürece benden bir kuruş
bile alamayacaksın. 2. -mek şartıyla, -mek koşuluyla.
You can have it as long as you return it by this evening.
Bu akşama kadar iade etmek şartıyla onu alabilirsin.
So long! Hoşça kal!
so many belirli bir miktar.
So much the better. Daha iyi! İyi ya! İsabet!
so much belirli bir miktar.
So there! .. işte! (Kızgınlıkla söylenen bir sözü pekiştirmek için
kullanılır.): Furthermore, I shall have your electricity
cut off. So there! Elektriğini de kestireceğim işte!
so to speak tabir caizse.
So what? E?/Ne olacak?
so so so sıfat böyle; şöyle; öyle: That's qust not so! Öyle
değil, efendim. If that's so, I'll have to go. Öyleyse
gitmeye mecburum. Of all their loyal servants none was
more so than he. Onların sadık hizmetkârlarından
hiçbiri ondan daha sadık olamazdı.
soak in (bir şey) kafaya dank etmek.

1232
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

soak up emmek, soğurmak, içine çekmek.


soak soak sok fiil 1. suya bastırmak, suda bırakmak,
ıslatmak; suda kalmak. 2. suya girmek, suda kalmak;
suya sokmak, suda tutmak. 3. through -den sızmak. 4.
into (bir sıvı) (bir yere) derinlemesine
girmek/süzülmek. 5. sırsıklam etmek; sırsıklam olmak.
6. konuşma dili (birinden) çok fazla para istemek,
(birini) kazıklamak.
soaking wet sırsıklam, sırılsıklam.
so-and-so so-and-so so'wınso isim 1. filan kişi; bilmem kim. 2.
herif; aşağılık adam/kadın, pis yaratık.
soap bubble sabun köpüğü.
soap dish sabunluk, sabun tası.
soap opera televizyon, radyo melodram dizisi.
soap powder toz sabun, sabun tozu.
soap soap sop isim 1. sabun. 2. radyo melodram dizisi. fiil
sabunlamak.
soapbox soap.box sop'baks isim bakınız get up on one's soapbox
soapsuds soap.suds sop's^dz isim, çoğul sabun köpüğü.
soapy soap.y so'pi sıfat 1. sabunlu. 2. sabun gibi. 3. yaldızlı
(söz); pohpohlamalarla dolu.
soar soar sôr fiil 1. hızla yükselmek. 2. hızla uçmak. 3.
havada süzülmek. 4. beyond -i aşmak; -in ötesine
gitmek. 5. (bir yer üzerinde/bir yere) yükselmek.
sob sob sab fiil (sobbed, sobbing) hıçkıra hıçkıra ağlamak,
hıçkırmak; hüngür hüngür ağlamak, hüngürdemek. isim
hıçkırık; hüngürtü.
sober someone up birini ayıltmak.
sober up ayılmak.
sober so.ber so'bır sıfat 1. ciddi, ağırbaşlı. 2. süssüz,
gösterişsiz. 3. içkinin etkisi altında olmayan; ayık. fiil 1.
ayıltmak. 2. durgunlaştırmak, düşünceli bir hale
sokmak.

1233
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sobriety so.bri.e.ty sobray'ıti isim 1. ciddiyet, ağırbaşlılık. 2.


süssüzlük, gösterişsizlik. 3. içkinin etkisi altında
olmama; ayıklık.
sobriquet so.bri.juet so'brîkey isim lakap, takma ad.
so-called so-called so'kôld' sıfat sözde: so-called painters sözde
ressamlar.
soccer soc.cer sak'ır isim futbol, ayaktopu.
sociable so.cia.ble so'şıbıl sıfat girgin, sokulgan.
social so.cial so'şıl sıfat 1. toplumsal, sosyal. 2. başka
insanlarla beraber olmayı seven (kimse); kendi türünden
başka hayvanlarla beraber olmayı seven (hayvan). 3.
girgin, sokulgan. 4. sosyetik. isim parti, eğlence.
socialise so.cial.ise so'şılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
socialize
socialism so.cial.ism so'şılîzım isim sosyalizm, toplumculuk.
socialist so.cial.ist so'şılîst isim sosyalist, toplumcu. sıfat
sosyalist, toplumcu, sosyalizme özgü.
socialite so.cial.ite so'şılayt isim sosyetik kimse, sosyeteden biri.
socialization so.cial.i.za.tionisim 1. sosyalizasyon, kamulaştırma,
devletleştirme; toplumsallaştırma, sosyalleştirme. 2.
ruhbilim sosyalleşme, toplumsallaşma; sosyalleştirme,
toplumsallaştırma.
socialize so.cial.ize so'şılayz fiil 1. kamulaştırmak,
devletleştirmek; toplumsallaştırmak, sosyalleştirmek. 2.
ruhbilim sosyalleştirmek, toplumsallaştırmak.
society so.ci.e.ty sısay'ıti isim 1. toplum; topluluk. 2. dernek,
cemiyet. 3. sosyete.
sociological so.ci.o.log.i.cal sosiyılac'îkıl sıfat sosyoloqik,
toplumbilimsel.
sociologist so.ci.ol.o.gist sosiyal'ıcîst isim sosyolog,
toplumbilimci.
sociology so.ci.ol.o.gy sosiyal'ıci isim sosyoloqi, toplumbilim.
sock away konuşma dili bir kenara (para) koymak: He's socked a
little money away. Bir kenara biraz para koymuş.

1234
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sock sock sak isim kısa çorap, şoset.


socket sock.et sak'ît isim 1. anatomi oyuk, yuva. 2. elektrik
duy. 3. içine bir şey geçirilen delik veya oyuk.
sod sod sad isim 1. (bir alanı kaplayan) çim. 2. (bir alandan
toprağıyla birlikte alınan) çim parçası. fiil (sodded,
sodding) (bir alanı) (böyle) çim parçalarıyla kaplamak.
soda cracker tuzlu bisküvi.
soda fountain (mağaza veya eczanenin bir köşesinde bulunan,
dondurma, gazoz v.b. satılan) büfe.
soda pop gazoz.
soda water soda, maden sodası.
soda so.da so'dı isim 1. kabartma tozu, sodyum bikarbonat.
2. soda, maden sodası. 3. üstüne soda dökülmüş
dondurma. 4. gazoz.
sodden sod.den sad'ın sıfat 1. iyice ıslanmış; sırılsıklam. 2. içi
iyi pişmemiş (ekmek, hamur, kek, tart v.b.).
sodium so.di.um so'diyım isim, kimya sodyum.
sofa so.fa so'fı isim kanepe.
soft drink kola; gazoz; soda. 2. alkolsüz içecek.
soft shoulders düşük banket.
soft soap konuşma dili yağcılık, iltifat.
soft water yumuşak su, az kireçli su.
soft soft sôft sıfat 1. yumuşak. 2. alçak (ses). 3. ılık,
yumuşak (hava). 4. fazla parlak olmayan (ışık). 5. hafif
(rüzgâr, yağmur). 6. yumuşak, tatlı, hoş, gönül okşayıcı
(söz). 7. konuşma dili kolay. 8. hamlamış, hamlaşmış,
ham (vücut); formunda olmayan, formunu korumamış
(sporcu). 9. hatları net görünmeyen. 10. saf, kolayca
aldatılan.
softball soft.ball sôft'bôl isim 1. bir çeşit beysbol. 2. bu oyunda
kullanılan top.
soft-boiled egg rafadan yumurta.
soft-boiled soft-boiled sôft'boyld' sıfat rafadan, alakok (yumurta).
soft-cover soft-cov.er sôft'k^vır sıfat, isim karton kapaklı (kitap).

1235
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

soften soft.en sôf'ın fiil yumuşatmak; yumuşamak.


softhearted soft.heart.ed sôft'har'tîd sıfat yumuşak kalpli, müşfik.
softie soft.ie sôf'ti isim yufka yürekli kimse.
soft-spoken soft-spo.ken sôft'spo'kın sıfat yumuşak sesli (kimse).
software soft.ware sôft'wer isim, bilgisayar yazılım.
softy soft.y sôf'ti isim yufka yürekli kimse.
soggy sog.gy sag'i sıfat iyice ıslanmış, ıpıslak.
soil soil soyl isim toprak.
sojourn so.journ so'cırn isim (bir yerde) kalma; ikamet. fiil (in)
(bir yerde) kalmak; ikamet etmek.
solace sol.ace sal'îs isim teselli. fiil 1. teselli etmek. 2. (bir
üzüntüyü) hafifletmek, azaltmak.
solar eclipse güneş tutulması.
solar so.lar so'lır sıfat 1. güneşle ilgili, güneşsel. 2. güneşe
göre hesaplanan. 3. güneşin etkisiyle meydana gelen.
solarium so.lar.i.um soler'iyım isim evin bir yanında bulunan ve
üç yanı camla çevrili çok güneşli oda, solaryum.
sold sold sold fiil bakınız sell
solder sol.der sad'ır isim lehim. fiil lehimlemek.
soldering iron havya.
soldier sol.dier sol'cır isim asker; er. fiil 1. askerlik yapmak. 2.
on metanetle devam etmek.
soldierly sol.dier.lysıfat asker gibi; askere yakışır.
sole sole sol isim 1. (ayağa ait) taban. 2. (ayakkabıya ait)
taban; pençe. fiil (ayakkabıya) pençe vurmak,
(ayakkabıyı) pençelemek.
solemn sol.emn sal'ım sıfat 1. çok ciddi; ağırbaşlı. 2. görkemli
bir şekilde yapılan (dini tören, devlet töreni). 3. hukuk
resmi bir şekilde yapılan.
solemnise sol.em.nise sal'ımnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
solemnize
solemnity so.lem.ni.ty sılem'nıti isim 1. büyük ciddiyet;
ağırbaşlılık. 2. görkemli tören. 3. görkem, ihtişam. 4.
hukuk resmi işlem, formalite.

1236
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

solemnize sol.em.nize sal'ımnayz fiil 1. (nikâh) kıymak. 2. törenle


kutlamak.
solicit so.lic.it sılîs'ît fiil 1. (para, yardım, bir iyilik v.b.'ni)
istemek. 2. (fahişe) sokakta müşteri aramak.
solicitor so.lic.i.tor sılîs'ıtır isim, İngiliz İngilizcesi avukat.
solicitous so.lic.i.tous sılîs'ıtıs sıfat bakınız be solicitous
solicitude so.lic.i.tude sılîs'ıtud isim ilgi, merak.
solid fuel katı yakıt.
solid geometry katı geometri.
solid state fizik katı hal.
solid sol.id sal'îd sıfat 1. katı, sıvı olmayan. 2. som (metal);
masif (ağaç, tahta); yekpare ve içi dolu (madde). 3. tam,
kesintisiz, aralıksız, fasılasız. 4. sağlam, dayanıklı. 5.
sağlam, güvenilir; muteber. 6. geometri katı. isim katı,
katı madde.
solidarity sol.i.dar.i.ty salıder'ıti isim dayanışma, solidarite.
solidify so.lid.i.fy sılîd'ıfay fiil katılaşmak; katılaştırmak.
solidity so.lid.i.ty sılîd'ıti isim 1. katılık. 2. sağlamlık,
dayanıklılık. 3. sağlam olma, güvenirlik; muteber olma.
solidly sol.id.lyzarf bakınız be solidly for
solid-state physics katı hal fiziği.
soliloquy so.lil.o.juy sılîl'ıkwi isim monolog, oyuncunun kendi
kendine yaptığı konuşma.
solipsism sol.ip.sism sal'ıpsîzım isim, felsefe tekbencilik,
solipsizm.
solipsist sol.ip.sist sal'ıpsîst isim, sıfat tekbenci, solipsist.
solitaire sol.i.taire sal'ıter isim 1. mücevheri süsleyen tek taş. 2.
tek kişilik iskambil oyunu.
solitary sol.i.tar.y sal'ıteri sıfat 1. yalnız, kendi başına. 2. tek
bir.
solitude sol.i.tude sal'ıtud isim yalnızlık, kendi başına olma.
solo flight tek başına yapılan uçuş.
solo so.lo so'lo isim 1. müzik solo. 2. dans tek başına
yapılan gösteri.

1237
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

soloist so.lo.istisim, müzik solist, solocu.


solstice sol.stice sal'stîs isim, gökbilim gündönümü.
solubility sol.u.bil.ityisim, kimya çözünürlük.
soluble sol.u.ble sal'yıbıl sıfat, kimya çözünür, çözülebilir.
solute sol.ute sal'yut isim, kimya çözünen.
solution so.lu.tion sılu'şın isim 1. çözüm, çözüm yolu, çare. 2.
matematik çözüm. 3. kimya çözelti, solüsyon, eriyik. 4.
kimya çözünme, çözülme. 5. çözme, halletme, hal.
solve solve salv fiil çözmek, halletmek.
solvent sol.vent sal'vınt isim, kimya çözücü, solvent. sıfat 1.
kimya çözücü. 2. bütün borçlarını ödeyebilen (kimse,
kuruluş).
Somalia So.ma.li.a somal'yı, soma'liyı, sımal'yı, sımal'iyı isim
Somali.
Somalian isim Somalili. sıfat 1. Somali, Somali'ye özgü. 2.
Somalili.
somber som.ber sam'bır sıfat 1. kasvetli. 2. çok ciddi, ağırbaşlı.
sombre som.bre sam'bır sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız somber
some day or other günün birinde, bir gün.
some day bir gün, günün birinde.
some some s^m sıfat 1. (belirsiz) bir miktar: He owns some
apartment buildings. Onun apartmanları var. Make us
some coffee. Bize kahve yapsana. 2. bazı, kimi: Some
roses have no scent. Bazı güllerin kokusu yoktur. 3. bir:
Just think up some good excuse. İyi bir bahane uydur.
Let's do it some other time. Bunu başka bir zaman
yapalım. Some woman telephoned. Bir kadın telefon
etti. 4. epey, bir hayli, oldukça çok: The flowers lasted
for some time. Çiçekler epey zaman canlılığını korudu.
5. konuşma dili Ne biçim ...?: Some friend you are! Ne
biçim arkadaşsın böyle? 6. konuşma dili hiç
unutulmayacak bir (kimse, şey). 7. konuşma dili harika,
süper, olağanüstü. zamir (belirsiz) bir miktar; bazı: She
wanted some apples, so I gave her some. Elma istedi;

1238
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bu yüzden ona bir miktar verdim. Some of those fabrics


are very expensive. O kumaşlardan bazıları çok pahalı.
Some of you will become generals. Bazılarınız general
olacak. zarf 1. aşağı yukarı, kadar: There were twenty
some people present. Yirmi kadar kişi vardı. 2. biraz:
He's feeling some better. Kendini biraz daha iyi
hissediyor.
somebody some.bod.y s^m'badi, s^m'bıdi zamir biri, birisi, bir
kimse: Somebody telephoned you. Biri sana telefon etti.
isim, konuşma dili önemli biri, hatırı sayılır biri.
someday some.day s^m'dey zarf bir gün.
somehow some.how s^m'hau zarf nasılsa, her nasılsa, bir yolunu
bulup: We'll do it somehow. Bir yolunu bulup yaparız.
someone some.one s^m'w^n zamir biri, birisi, bir kimse.
someplace some.place s^m'pleys zarf, konuşma dili bir yerde; bir
yere; bir yer: Do you have someplace to stay? Kalacak
bir yerin var mı?
somersault som.er.sault s^m'ırsôlt isim takla, taklak; perende. fiil
takla atmak.
something some.thing s^m'thîng isim 1. bir şey: She wants
something brighter. Daha frapan bir şey istiyor. Can I
get you something to drink? Size içecek bir şey
getirebilir miyim? 2. konuşma dili insanı hayrete
düşüren kimse: You're really something! Vallahi
harikasın! 3. konuşma dili önemli bir şey, yabana
atılmayacak bir şey.
Something's up. Bir şeyler dönüyor.
sometime some.time s^m'taym zarf bir zaman; bir gün: It was
sometime last year. Geçen sene içinde bir zamandı.
Come see us sometime! Bir gün bize gel!
sometimes some.times s^m'taymz zarf bazen.
someway some.way s^m'wey zarf, konuşma dili nasılsa, her
nasılsa, bir yolunu bulup.
somewhat some.what s^m'hw^t zarf oldukça; biraz.

1239
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

somewhere some.where s^m'hwer zarf bir yerde; bir yere; bir yer:
Let's go somewhere. Bir yere gidelim. That's
somewhere in Thrace, isn't it? Trakya'da bir yerde, değil
mi?
somnolent som.no.lent sam'nılınt sıfat 1. uykusu gelmiş, uyku
basmış, uyku hal. 2. uyku getiren.
son of a bitch kaba it oğlu it, it herif, it, eşşoğlu eşek.
son of a gun konuşma dili 1. Hay Allah! 2. Seni pezevenk seni!
son son s^n isim oğul, erkek evlat.
sonata so.na.ta sına'ta isim, müzik sonat.
song song sông isim şarkı.
songbird song.bird sông'bırd isim ötücü kuş.
sonic boom ses duvarını aşan bir uçağın yol açtığı patlama sesi.
sonic son.ic san'îk sıfat ses dalgalarıyla ilgili, sonik.
sonics son.icsisim akustik, ses bilgisi.
son-in-law son-in-law s^n'înlô isim damat.
sonnet son.net san'ît isim, edebiyat sone.
sonorous so.no.rous sınôr'ıs, san'ırıs sıfat 1. gür (ses). 2.
tumturaklı.
soon soon sun zarf biraz sonra, birazdan, çok geçmeden, az
zaman içinde.
sooner or later er geç, erken veya geç.
soot soot sût isim is; kurum.
soothe soothe sudh fiil 1. sakinleştirmek, yatıştırmak. 2. teselli
etmek. 3. (ağrıyı) hafifletmek, azaltmak; (ağrıyan bir
yeri) rahatlatmak.
soothing sooth.ingsıfat 1. sakinleştirici, yatıştırıcı. 2. teselli
edici. 3. (ağrıyı) hafifletici; (ağrıyan bir yeri) rahatlatıcı.
soothsayer sooth.say.er suth'seyır isim kâhin; falcı.
sooty soot.y sût'i sıfat isli; kurumlu.
sop something up with (bir şeyi) (bir sıvıya) banarak o şeyi soğurmak: Sop up
that water with this sponge! O suyu bu süngerle
temizle!

1240
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sop sop sap fiil (sopped, sopping) in (bir şeyi) (bir sıvıya)
batırmak. isim 1. birini hoşnut edecek şey. 2. (süt,
yemeğin salçası v.b.'ne) banılmış ekmek lokması.
sophisticated so.phis.ti.cat.ed sıfîs'tıkeytîd sıfat 1. dünya/hayat
hakkında çok şey bilen (kimse). 2. ince zevkli kişilere
hitap eden.
sophistication so.phis.ti.ca.tionisim 1. dünya/hayat hakkında çok şey
bilme. 2. ince zevk.
sophistry soph.is.try saf'îstri isim safsata.
sophomore soph.o.more saf'ımôr, saf'môr isim lise veya
üniversitede ikinci sınıf öğrencisi.
soporific so.po.rif.ic sopırîf'îk sıfat uyku getiren, uyutucu. isim
uyku veren ilaç.
sopping wet sırılsıklam.
soppy sop.py sap'i sıfat 1. sırılsıklam; ıpıslak. 2. çok
yağmurlu. 3. İngiliz İngilizcesi aşırı duygusal.
soprano so.pran.o sıprän'o isim, müzik soprano. sıfat sopranoya
ait.
sorcerer sor.cer.er sôr'sırır isim büyücü, sihirbaz.
sorceress sor.cer.essisim büyücü kadın.
sorcery sor.ceryisim büyücülük.
sordid sor.did sôr'dîd sıfat 1. alçak, iğrenç, menfur. 2. pis, çok
kirli.
sore spot hassas nokta.
sore sore sôr sıfat 1. ağrıyan; ağrılı; acıyan. 2. hassas (bir
nokta, bir konu). 3. konuşma dili kızgın; gücenik, küs,
dargın, küskün. isim yara.
sorghum sor.ghum sôr'gım, sô'gım isim 1. sorgum. 2. sorgum
pekmezi.
sorority so.ror.i.ty sırôr'ıti isim (üniversite öğrencisi kızlara
özgü) sosyal kulüp.
sorrel sor.rel sôr'ıl isim al donlu at.
sorrow sor.row sar'o isim keder, acı. fiil keder çekmek.
sorrowful sor.row.ful sar'ıfıl sıfat 1. kederli. 2. keder veren.

1241
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sorry sor.ry sar'i sıfat 1. üzgün. 2. pişman. 3. kötü, berbat,


kepaze.
Sorry! Affedersiniz!/Pardon! 2. Üzgünüm!
sort someone out İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birine göstermek;
birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek; birini
haşlamak/dövmek.
sort something out İngiliz İngilizcesi bir şeye çözüm bulmak, bir şeyi
halletmek.
sort sort sôrt isim çeşit, tür, nevi.
SOS SOS es'o es' isim SOS (tehlike halinde verilen imdat
sinyali).
so-so so-so so'so' sıfat şöyle böyle, ne iyi ne kötü.
sot sot sat isim ayyaş.
soufflé souf.flé sufley' isim, ahçılık sufle.
sough sough s^f, sau isim (rüzgârın yaptığı) uğultu. fiil
(rüzgâr) uğuldamak.
sought sought sôt fiil bakınız seek
soul soul sol isim 1. ruh. 2. gerçek duygu, içtenlik. 3. kimse,
biri: He's a good old soul. İyi kalpli bir ihtiyardır o. 4.
(bir şeyin) ta kendisi. 5. Amerikalı zencilerin yarattığı
bir müzik türü.
soulful soul.ful sol'fıl sıfat duygulu; duyguları yansıtan.
soulless soul.less sol'lîs sıfat ruhsuz; duygusuz.
soul-searching soul-search.ing sol'sırçîng isim iç değerlendirme,
kendini motive eden şeyleri gözden geçirme.
sound effects efektler.
sound track ses bandı.
sound wave ses dalgası.
sound sound saund sıfat 1. sağlam; esaslı. 2. derin ve rahat
(uyku). 3. sağlıklı, sıhhatli. 4. akıllıca (bir davranış). 5.
sağlam, güvenilir.
sounding sound.ing saun'dîng isim, konuşma dili iskandil etme,
iskandil.
soundproof sound.proof saund'pruf' sıfat ses geçirmez.

1242
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

soup kitchen yoksullara parasız yemek verilen yer, aşevi, aşhane.


soup up konuşma dili, otomotiv (motorun) gücünü artırmak.
soup soup sup isim çorba.
soupy soupysıfat 1. çorba gibi. 2. aşırı duygusal.
sour cherry vişne.
sour cream smetana.
sour orange turunç.
sour sour saur sıfat ekşi. fiil ekşitmek; ekşimek.
source source sôrs isim kaynak; köken.
souse souse saus fiil 1. suyun içine batırmak/daldırmak. 2.
sırılsıklam etmek. 3. -e (su) dökmek, (suyu) üstüne boca
etmek. 4. salamuraya yatırmak. isim salamura domuz
kafası, paçası veya kulağı.
South Africa Güney Afrika.
South African Güney Afrikalı, Güney Afrikalı kimse. 2. Güney
Afrika, Güney Afrika'ya özgü. 3. Güney Afrikalı
(kimse).
South America Güney Amerika.
South American Güney Amerikalı, Güney Amerikalı kimse. 2. Güney
Amerika, Güney Amerika'ya özgü. 3. Güney Amerikalı
(kimse).
south south sauth isim güney. sıfat güney, güneyden gelen.
southbound south.bound sauth'baund sıfat güneye giden.
southeast south.east sauthist' isim güneydoğu. sıfat güneydoğu,
güneydoğudan gelen.
southeaster south.east.erisim keşişleme, akçayel.
southeastern south.east.ernsıfat güneydoğu ile ilgili.
southerly south.er.ly s^dh'ırli sıfat 1. güney, güneyden gelen. 2.
güney, güney tarafında bulunan.
southern south.ern s^dh'ırn sıfat güney, güneye ait.
southerner south.ern.er s^dh'ırnır isim güneyli.
southernmost south.ern.most s^dh'ırnmost sıfat en güneydeki.
southwards south.wards sauth'wırdz zarf güneye doğru.

1243
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

southwest south.west sauthwest' isim güneybatı. sıfat güneybatı,


güneybatıdan gelen.
southwester south.west.erisim lodos, akyel, bozyel.
southwestern south.west.ernsıfat güneybatı ile ilgili.
souvenir sou.ve.nir suvınîr' isim hatıra, andaç, yadigâr.
sovereign sov.er.eign sav'rın, sav'ırın sıfat 1. özerk (devlet). 2. en
büyük siyasi iktidara sahip, egemen. 3. mutlak, sınırsız.
isim 1. hükümdar. 2. bir çeşit İngiliz altını (para).
sovereignty sov.er.eign.tyisim 1. egemenlik. 2. özerklik. 3.
hükümdarlık.
Soviet Russia Sovyet Rusya.
Soviet So.vi.et so'viyet, so'viyıt, soviyet' sıfat, tarih Sovyet,
Sovyetler Birliği'ne özgü.
sow discord anlaşmazlık yaratmak, mesele çıkarmak.
sow one's wild oats konuşma dili (gençliğinde) çılgınlıklar yapmak, çılgınca
yaşamak.
sow sow so fiil (sowed, sown/sowed) (tohum) ekmek; (bir
yere) tohum ekmek.
sox sox saks isim, çoğul şosetler.
soy sauce soya sosu.
soy soy soy isim bakınız soy sauce
soybean soy.bean soy'bin isim soya.
spa spa spa isim kaplıca.
space shuttle gökbilim uzay mekiği.
space station gökbilim uzay istasyonu.
space space speys isim 1. yer, alan. 2. mesafe: in the space of
ten miles on millik bir mesafe içinde. 3. boşluk. 4.
gökbilim uzay, feza. 5. süre, müddet. 6. aralık, espas.
spacecraft space.craft speys'kräft isim, gökbilim uzay gemisi.
spaceflight space.flight speys'flayt isim, gökbilim uzay uçuşu.
spaceship space.ship speys'şîp isim, gökbilim uzay gemisi.
spacious spa.cious spey'şıs sıfat geniş.
spade spade speyd isim, bahçıvanlık bel. fiil bellemek, bel ile
kazmak.

1244
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spadework spade.work speyd'wırk isim 1. ön hazırlık, ön çalışma.


2. zor ve sıkıcı hazırlıklar.
spaghetti spa.ghet.ti spıget'i isim uzun ve ince makarna, spagetti.
Spain Spain speyn isim İspanya.
span span spän isim 1. süre, müddet: a span of ten years on
yıllık bir süre. 2. (kemer veya köprü ayakları
arasındaki) açıklık. 3. genişlik: the span of his
knowledge bilgisinin kapsadığı alanlar. the span of the
deer's antlers geyiğin boynuzlarının genişliği. 4. karış.
fiil (spanned, spanning) 1. (kemer) (yolun) üstünden
geçmek; (köprü) (bir yerin) üstünden geçmek. 2.
kapsamak. 3. (bir çağın belirli bir dönemini) yaşamak:
His life spanned the entire Victorian era. O, Viktorya
çağının tümünü yaşadı.
spangle span.gle späng'gıl isim pul, payet. fiil 1. pullarla
süslemek, pullamak. 2. with (pırıltılı şeylerle) süslemek.
Spaniard Span.iard spän'yırd isim İspanyol.
Spanish America Kuzey, Orta ve Güney Amerika'daki İspanyolca
konuşan ülkeler.
Spanish moss botanik bir tür tillandsia.
Spanish Span.ish spän'îş isim İspanyolca. sıfat 1. İspanyol;
İspanya, İspanya'ya özgü. 2. İspanyolca.
spank spank spängk fiil (birinin) kıçına şaplak atmak. isim
kıça atılan şaplak.
spanker spank.er spän'kır isim, denizcilikle ilgili randa.
spanking spank.ing spängk'îng sıfat şiddetli (rüzgar). isim kıçına
şaplak atma.
spanner span.ner spän'ır isim, İngiliz İngilizcesi somun
anahtarı; İngiliz anahtarı.
spar spar spar isim, denizcilikle ilgili seren; direk.
Spare no expense! Masraftan hiç kaçınma!
spare parts yedek parçalar.
spare tire yedek lastik, stepne.

1245
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spare spare sper fiil 1. kıymamak, canını bağışlamak. 2.


(sıkıcı bir şeyden) kurtarmak: Spare yourself the
trouble. Kendini o zahmetten kurtar. 3. (tatsız bir şeyi)
söylememek. 4. (birine) (zamanını, yardımcı, para
v.b.'ni) vermek. I haven't enough money to spare you.
Sana verebilecek kadar param yok.
sparerib spare.rib sper'rîb isim az etli domuz pirzolası.
sparing spar.ing sper'îng sıfat bakınız be sparing in be sparing
with
spark plug otomotiv buqi.
spark spark spark isim kıvılcım. fiil 1. kıvılcım saçmak. 2.
off -e neden olmak, -e yol açmak. 3. (birini) (bir şeye)
teşvik etmek, sevketmek.
sparkle spar.kle spar'kıl fiil 1. pırıldamak. 2. (şarap) köpürmek.
isim 1. pırıldama. 2. (şaraptaki) köpürme.
sparkler spar.klerisim maytap.
sparkling spar.kling spar'klîng sıfat 1. pırıldayan. 2. köpüklü
(şarap).
sparrow spar.row sper'o isim serçe.
sparse sparse spars sıfat seyrek.
spasm spasm späz'ım isim, tıbbi spazm, kasınç, kasılım,
kasılma.
spasmodic spas.mod.ic späzmad'îk sıfat 1. spazmodik, kasınçlı,
kasımlı. 2. spazmı andıran. 3. istikrarsız.
spastic spas.tic späs'tîk sıfat spastik. isim spastik kimse.
spat spat spät isim (kısa süren) ağız kavgası, atışma, dalaş,
dalaşma.
spate spate speyt isim büyük miktar.
spatial spa.tial spey'şıl sıfat 1. uzamla ilgili, uzamsal. 2. uzayla
ilgili, uzaysal.
spatter spat.ter spät'ır fiil 1. sıçratmak, damlatmak: Don't
spatter paint on the floor! Yere boya damlatma! 2.
sıçramak: The grease was spattering on the wall. Yağ
duvara sıçrıyordu.

1246
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spatula spat.u.la späç'ûlı isim ıspatula.


spay spay spey fiil (dişi hayvanı) kısırlaştırmak.
speak about (bir konu) hakkında konuşmak.
speak for itself (bir şeyin/şeylerin) ne olduğu meydanda/ortada/aşikâr
olmak: It speaks for itself. Ne menem bir şey olduğu
belli.
speak for themselves (bir şeyin/şeylerin) ne olduğu meydanda/ortada/aşikâr
olmak: It speaks for itself. Ne menem bir şey olduğu
belli.
speak for (birinin) lehinde konuşmak. 2. (birinin) yerine
konuşmak.
speak ill for (biri/bir şey) için olumlu/olumsuz bir puan olmak.
speak ill of hakkında kötü konuşmak.
speak in sign language el kol hareketleriyle konuşmak.
speak of -den söz etmek, -den bahsetmek. 2. -i göstermek, -e
işaret etmek: It speaks of careful planning. Dikkatli bir
ön çalışma yapıldığını gösteriyor.
speak on (bir konu) hakkında konuşmak.
speak one's mind ne düşündüğünü açıkça söylemek.
speak one's piece kendi fikrini belirtmek.
speak out against -in aleyhinde konuşmak.
speak out ne düşündüğünü açıkça söylemek. 2. daha yüksek sesle
konuşmak.
speak up for -in lehinde konuşmak.
speak up daha yüksek sesle konuşmak. 2. ne düşündüğünü
açıkça söylemek.
speak well for (biri/bir şey) için olumlu/olumsuz bir puan olmak.
speak with conviction inançla konuşmak.
speak speak spik fiil (spoke, spoken) 1. konuşmak. 2.
(gerçeği, sözü) söylemek: He couldn't speak a word.
Hiçbir söz söyleyemedi.
speaker speak.er spi'kır isim 1. konuşmacı. 2. sözcü. 3. politika
meclis başkanı. 4. televizyon spiker. 5. hoparlör.

1247
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spear spear spîr isim mızrak, kargı; zıpkın. fiil mızrakla


vurmak, kargılamak; zıpkınlamak.
special delivery ekspres mektup.
special spe.cial speş'ıl sıfat özel, normal olmayan. isim 1. özel
bir program. 2. (normal tarifede bulunmayan) özel bir
tren. 3. (fiyatta) özel bir indirim. 4. (lokantada her
zaman yapılmayan) yemek: Today's special is potato
soup. Bugünkü özel yemeğimiz patates çorbası.
specialise spe.cial.ise speş'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
specialize

specialist spe.cial.ist speş'ılîst isim mütehassıs, uzman.


speciality spe.ci.al.i.ty speşiyäl'ıti isim 1. özel nitelik. 2. İngiliz
İngilizcesi bakınız specialty
specialization spe.cial.i.za.tion speşılîzey'şın isim 1. (birçok alan/iş
yerine) tek bir alanda çalışma/tek bir iş yapma;
uzmanlaşma. 2. biyoloji özelleşme.
specialize spe.cial.ize speş'ılayz fiil 1. in -in uzmanlık alanı/özel
ilgi alanı (belirli bir şey) olmak. 2. in ihtisas yapmak:
She is specializing in pediatrics. Pediyatri ihtisası
yapıyor.
specialty spe.cial.ty speş'ılti isim 1. uzmanlık alanı, özel ilgi
alanı, ihtisas, branş. 2. (lokantada) spesiyalite.
species spe.cies spi'şiz isim, biyoloji (species) tür.
specific gravity özgül ağırlık.
specific spe.cif.ic spîsîf'îk sıfat 1. belirli. 2. kesin ve apaçık. 3.
kimya özgül.
specification spec.i.fi.ca.tion spesıfıkey'şın isim 1. şartname. 2.
patent almak için yazılan ayrıntılı açıklama. 3.
(şartnamedeki) madde. 4. çoğul (teknik şartnamedeki)
maddeler/ayrıntılar.
specify spec.i.fy spes'ıfay fiil belirtmek.
specimen spec.i.men spes'ımın isim örnek, numune.
specious spe.cious spi'şıs sıfat aldatıcı, sahte.

1248
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

speck speck spek isim benek, ufak leke, nokta.


speckle speck.le spek'ıl isim ufak benek.
speckled speck.ledsıfat benekli.
specs specs speks isim, çoğul, konuşma dili gözlük.
spectacle spec.ta.cle spek'tıkıl isim 1. (genellikle açık havada
yapılan) büyük gösteri veya tören. 2. görülecek şey. 3.
gülünç bir manzara: Don't make a spectacle of yourself!
Kendini rezil etme! 4. çoğul gözlük.
spectacular spec.tac.u.lar spektäk'yılır sıfat 1. muhteşem,
harikulade, görkemli. 2. çok büyük (fiyat artışı/
düşüşü).
spectator spec.ta.tor spek'teytır isim seyirci.
specter spec.ter spek'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız spectre
spectre spec.tre spek'tır isim hayalet; hortlak.
spectrum spec.trum spek'trım isim, fizik (spectra) tayf, spektrum.
speculate spec.u.late spek'yıleyt fiil 1. (about) (hakkında)
tahminlerde bulunmak. 2. ticaret spekülasyon yapmak.
speculation spec.u.la.tion spekyıley'şın isim, felsefe, ticaret
spekülasyon.
speculative spec.u.la.tive spek'yıleytîv sıfat, felsefe, ticaret
spekülatif.
speculator spec.u.la.tor spek'yıleytır isim, ticaret spekülasyon
yapan, spekülatör.
sped sped sped fiil bakınız speed
speech speech spiç isim 1. konuşma, söz söyleme. 2. konuşma
tarzı. 3. konuşma, nutuk, söylev.
speechless speech.less spiç'lîs sıfat dili tutulmuş.
speed limit azami sürat; asgari sürat.
speed up hızlandırmak; hızlanmak.
speed speed spid isim hız, sürat; çabukluk. fiil (sped/speeded)
çabuk gitmek, hızla gitmek, süratle gitmek.
speedboat speed.boat spid'bot isim sürat motoru.
speedometer speed.om.e.ter spîdam'ıtır isim hızölçer, kilometre
saati, hız saati.

1249
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

speedway speed.way spid'wey isim yarış pisti.


speedy speed.y spi'di sıfat hızlı, süratli, çabuk.
spell something out bir şeyi ayrıntılarıyla açıklamak.
spell spell spel isim büyü.
spellbind spell.bind spel'baynd fiil (spellbound) büyülemek.
spellbound spell.bound spel'baund fiil bakınız spellbind sıfat
büyülenmiş.
speller spell.er spel'ır isim imla öğreten kitap.
spelling spell.ing spel'îng isim imla, yazım.
spend itself (fırtına) hızını kaybetmek.
spend money like water su gibi para harcamak.
spend oneself bütün gücünü tüketmek.
spend time in the society of one's friends arkadaşlarıyla vakit geçirmek.
spend spend spend fiil (spent) 1. harcamak, sarf etmek. 2.
(vakit) geçirmek.
spending money cep harçlığı.
spendthrift spend.thrift spend'thrîft sıfat, isim müsrif, savurgan,
tutumsuz.
spent spent spent fiil bakınız spend sıfat 1. çok yorgun,
bitkin. 2. kullanılmış (kurşun).
sperm sperm spırm isim 1. biyoloji sperma. 2. bel, atmık,
sperma.
spew spew spyu fiil 1. (out) şiddetli bir şekilde fışkırtmak,
püskürtmek; fışkırmak, püskürmek. 2. konuşma dili
kusmak.
sphere of influence etki alanı.
sphere sphere sfîr isim 1. küre. 2. alan.
spherical spher.i.cal sfer'îkıl, sfîr'îkıl sıfat küresel.
sphincter sphinc.ter sfîngk'tır isim, anatomi büzgen.
sphinx sphinx sfîngks isim sfenks, isfenks.
spice a food up baharat katarak bir yemeği daha lezzetli yapmak.
spice something up ilginç bir şeyler katarak bir şeyi canlandırmak.
spice spice spays isim bahar, baharat. fiil bakınız spice a
food up spice something up add spice to

1250
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spices isim, çoğul baharat, baharatlar, baharlar.


spick-and-span spick-and-span spîk'ınspän' sıfat tertemiz, pırıl pırıl.
spicy spic.y spay'si sıfat 1. baharatlı. 2. açık saçık.
spider spi.der spay'dır isim örümcek.
spiel spiel spil, şpil isim, konuşma dili (satış için) önceden
hazırlanmış ikna edici konuşma/sözler.
spiffy spiff.y spîf'i sıfat, konuşma dili zarif, şık, iki dirhem bir
çekirdek.
spigot spig.ot spîg'ıt isim musluk.
spike heel sivri ökçe.
spike someone's guns birinin çanına ot tıkamak.
spike spike spayk isim 1. sivri uç; sivri uçlu çubuk. 2. (spor
ayakkabısının tabanındaki) kabara. 3. başak. 4. büyük
çivi.
spill blood kan dökmek.
spill the beans konuşma dili her şeyi ifşa etmek, her şeyi ortaya
dökmek; baklayı ağzından çıkarmak.
spill spill spîl fiil (spilled/spilt) 1. kazara dökmek. 2. over
into (bir yere) kadar yayılmak. 3. konuşma dili (bir
sırrı) söylemek, ifşa etmek, açığa vurmak. 4. (at)
(biniciyi) sırtından yere atmak. isim kazara dökülen
sıvı.
spilt spilt spîlt fiil bakınız spill
spin a yarn hikâye uydurup anlatmak.
spin spin spîn fiil (spun, spinning) 1. (yün, pamuk v.b.'ni)
eğirmek. 2. (örümcek) (ağ) örmek; (ipekböceği) (koza)
örmek. 3. (topaç v.b.'ni) döndürmek; (topaç v.b.)
dönmek. 4. along hızla gitmek. 5. kafadan atmak,
uydurmak.
spinach spin.ach spîn'îç isim ıspanak.
spinal column anatomi belkemiği, omurga.
spinal cord anatomi omurilik.
spinal marrow omurilik.
spinal spi.nal spay'nıl sıfat, anatomi belkemiğine ait.

1251
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spindle spin.dle spîn'dıl isim iğ, kirmen.


spindly legged leylek gibi, leylek bacaklı.
spindly spin.dlysıfat 1. sağlıksız ve boyu fazla uzun (bitki). 2.
uzun ve zayıf (bacak).
spin-dryer spin-dry.er spîn'drayır isim santrifüqlü çamaşır
kurutma makinesi.
spine spine spayn isim 1. omurga, belkemiği. 2. diken. 3.
(kitapta) sırt.
spineless spine.less spayn'lîs sıfat 1. karaktersiz ve tabansız. 2.
omurgasız, belkemiği olmayan. 3. dikensiz.
spinning mill iplikhane.
spinning wheel çıkrık.
spinning spin.ning spîn'îng isim eğirme.
spinster spin.ster spîn'stır isim 1. hukuk hiç evlenmemiş kadın.
2. hiç evlenmemiş yaşlı veya yaşlanmaya yüz tutmuş
kadın.
spiny spin.y spay'ni sıfat dikenli.
spiral downwards hızla inmek.
spiral staircase döner merdiven.
spiral upwards hızla yükselmek.
spiral spi.ral spay'rıl sıfat helezoni, helisel, sarmal, spiral.
isim helis, helezon, sarmal. fiil (spiraled/spiralled,
spiraling/spiralling) döne döne gitmek/hareket etmek.
spire spire spayr isim kulenin sivri uçlu tepesi, kule ucu,
kule külahı.
spirit lamp ispirtoluk, ispirto ocağı, kamineto.
spirit level kabarcıklı düzeç, tesviyeruhu.
spirit of peppermint naneruhu.
spirit spir.it spîr'ît fiil away/off dikkati çekmeden çabucak
kaldırıp götürmek; gizlice kaçırmak.
spirited spir.it.ed spîr'îtîd sıfat canlı, heyecanlı.
spiritless spir.it.less spîr'îtlıs sıfat 1. cansız, ruhsuz, miskin. 2.
keyifsiz.

1252
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spirits spir.its spîr'îts isim, çoğul, eczacılık 1. damıtılarak elde


edilen alkollü/alkolsüz sıvı: methylated spirits mavi
ispirto. 2. İngiliz İngilizcesi alkollü içkiler.
spiritual spir.i.tu.al spîr'îçuwıl sıfat 1. ruhsal, ruhi, ruhani, ruhla
ilgili. 2. dinsel, dini. 3. felsefe manevi, tinsel. 4. dini
değerlere önem veren. isim Amerikalı zencilerin
yarattığı bir ilahi türü.
spiritualism spir.i.tu.al.ism spîr'îçuwılîzım isim 1. ispritizma. 2.
felsefe spiritüalizm, tinselcilik.
spiritualist spir.i.tu.al.istisim 1. ispritizmacı. 2. felsefe spiritüalist,
tinselci.
spirituality spir.i.tu.al.i.ty spîrîçuwäl'ıti isim 1. ruhilik, ruhanilik. 2.
dini değerlere önem verme.
spirituous spir.i.tu.ous spîr'îçuwıs sıfat alkollü.
spirt spirt spırt fiil bakınız spurt
spit cotton konuşma dili 1. çok susamak. 2. küplere binmek, çok
kızmak.
Spit it out! Haydi söylesene!
spit up kusmak.
spit spit spît fiil (spit/spat, spitting) 1. tükürmek. 2. (kar)
serpelemek, serpiştirmek, atıştırmak. 3. (kedi) tıslamak.
isim tükürük.
spite spite spayt isim garaz, kin; nispet. fiil nispet
yapmak/vermek.
spiteful spite.ful spayt'fıl sıfat garazlı, kinci; nispetçi.
spittle spit.tle spît'ıl isim tükürük.
spittoon spit.toon spîtun' isim tükürük hokkası.
splash down (uzay gemisi) denize düşmek.
splash splash spläş fiil 1. on/with -e (su, çamur v.b.'ni)
sıçratmak. 2. (yüzüne) su çarpmak. 3. (fıskıyeden
püskürtülen su) şırıldayarak dökülmek. isim sıçratılan
suyun sesi.
splatter splat.ter splät'ır fiil on/with -e (su, çamur v.b.'ni)
sıçratmak; -e (su) çarpmak; -e (boya) damlatmak.

1253
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

splay splay spley fiil out açmak; yaymak; yayılmak.


spleen spleen splin isim, anatomi dalak.
splendid splen.did splen'dîd sıfat 1. şahane, fevkalade,
mükemmel. 2. muhteşem, görkemli, şatafatlı.
splendor splen.dor splen'dır isim ihtişam, görkem.
splendour splen.dour splen'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
splendor
splice splice splays fiil (iki ucu) birbirine bağlamak; (bant
veya film uçlarını) birbirine yapıştırmak.
splint splint splînt isim, tıbbi cebire, süyek, koaptör.
splinter splin.ter splîn'tır fiil 1. paramparça etmek; paramparça
olmak. 2. ufak gruplara bölmek; ufak gruplara
bölünmek. isim kıymık.
split hairs kılı kırk yarmak.
split infinitive "to juickly report" cümleciğindeki gibi zarf ile ikiye
bölünmüş mastar.
split one's sides laughing gülmekten katılmak/kırılmak.
split one's sides gülmekten çatlamak, kahkahadan yerlere yatmak.
split pea kurutulup kendiliğinden ikiye ayrılmış bezelye tanesi:
She bought some split peas. Kuru bezelye aldı.
split peas kırık bezelye.
split second an, lahza.
split up (bir çift) birbirinden ayrılmak; beraber yaşamaktan
vazgeçmek; birbiriyle flört etmekten vazgeçip ayrılmak.
split split splît fiil (split, splitting) 1. kırmak; yarmak;
çatlatmak; kırılmak; yarılmak; çatlamak. 2. into - e
ayırmak; -e ayrılmak. 3. bölmek. 4. paylaşmak,
üleşmek. 5. konuşma dili sıvışmak, tüymek.
split-level house odaları değişik seviyelerde olan ev.
splitting split.ting splît'îng sıfat şiddetli: splitting headache
şiddetli baş ağrısı.
splotch splotch splaç isim leke, benek. fiil lekelemek,
bulaştırmak.

1254
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

splurge splurge splırc isim (bir şeyi almak için) epey para
harcama. fiil (epey para) harcamak; on -e epey para
harcamak.
splutter splut.ter spl^t'ır fiil (öfke veya şaşkınlıktan) tükürür
gibi konuşmak veya tükürür gibi (bir şeyler) söylemek.
spoil spoil spoyl fiil (spoiled/spoilt) 1. bozmak. 2. (süt v.b.)
bozulmak. 3. (birini) şımartmak.
spoiled child şımarık çocuk.
spoils spoils spoylz isim, çoğul ganimet.
spoilsport spoil.sport spoyl'spôrt isim başkalarının keyfini
kaçıran; mızıkçı, oyunbozan.
spoilt spoilt spoylt fiil bakınız spoil
spoke spoke spok isim tekerlek parmağı.
spoken spo.ken spo'kın fiil bakınız speak sıfat 1. sözlü: spoken
message sözlü mesaj. 2. konuşulan.
spokesman spokes.man spoks'mın isim (spokesmen) sözcü.
spokeswoman spokes.wom.an spoks'wûmın isim (spokeswomen)
kadın sözcü.
sponge cake pandispanya.
sponge something dry bir şeyi süngerle kurulamak.
sponge sponge sp^nc isim 1. sünger. 2. konuşma dili otlakçı,
beleşçi, bedavacı. 3. İngiliz İngilizcesi pandispanya. fiil
1. süngerle temizlemek, ıslatmak veya sürmek; up
süngerle temizlemek. 2. konuşma dili (bir şeyi)
otlakçılıkla elde etmek; on (birinin) sırtından geçinmek.
sponger spongerisim, konuşma dili otlakçı, beleşçi.
spongy spong.y sp^n'ci sıfat sünger gibi, süngersi.
sponsor spon.sor span'sır isim 1. radyo veya televizyon
programının veya bir sanat faaliyetinin maliyetini
karşılayan firma, sponsör. 2. kefil. fiil 1. (radyo veya
televizyon programının veya bir sanat faaliyetinin)
maliyetini karşılamak, sponsörlüğünü yapmak. 2. -e
kefil olmak.
sponsor-ship spon.sor-shipisim 1. sponsörlük. 2. kefillik, kefalet.

1255
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spontaneity spon.ta.ne.i.ty spantıni'yıti isim 1. kendiliğinden olma,


kendiliğindenlik. 2. anında yapılma.
spontaneous spon.ta.ne.ous spantey'niyıs sıfat 1. kendiliğinden olan,
spontane. 2. spontane, anında yapılan.
spontaneously spon.ta.ne.ous.lyzarf 1. kendiliğinden, spontane. 2.
spontane, anında.
spoof spoof spuf isim konuşma dili(of/on) (birini/bir şeyi)
hafif tertip alaya alan parodi. fiil 1. (birini/bir şeyi) hafif
tertip bir parodiyle alaya almak. 2. konuşma dili ile
dalga geçmek, -i gırgıra almak.
spook spook spuk isim 1. hayalet. 2. konuşma dili aqan,
casus. fiil ürkütmek, korkutmak.
spooky spookysıfat 1. ürkütücü, ürkünç, perili. 2. acayip, garip,
tuhaf (kimse). 3. ürkek, kolay ürkütülen.
spool spool spul isim makara.
spoon spoon spun isim kaşık. fiil 1. into kaşıkla -e dökmek
veya aktarmak. 2. out -i kaşıkla dağıtmak. 3. (up)
kaşıklamak, kaşıkla yemek.
spoonfeed spoon.feed spun'fid fiil (spoonfed) 1. (bebek, hasta
v.b.'ni) kaşıkla beslemek. 2. (birinin) düşünmesini
gerektirmeyecek bir şekilde ders vermek; birinin
düşünmesini gerektirmeyecek bir şekilde ders vermek.
spoonful spoon.ful spun'fûl isim kaşık dolusu.
sporadic spo.rad.ic spôräd'îk sıfat ara sıra meydana gelen; ara
sıra gözüken.
sport coat (erkek için) spor ceket.
sport shirt spor gömlek.
sport sport spôrt isim spor.
sporting sport.ingsıfat sporla ilgili, spor.
sports car spor araba.
sportsman sports.man spôrts'mın isim (sportsmen) sporcu,
sportmen.
sportsmanlike sıfat sportmence.
sportsman-ship sports.man-shipisim sportmenlik.

1256
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sportswear sports.wear spôrts'wer isim spor giysiler.


sportswoman sports.wom.an spôrts'wûmın isim (sportswomen) kadın
sporcu.
spot spot spat fiil (spotted, spotting) 1. görmek; seçmek;
farketmek, ayırt etmek. 2. lekelemek; leke yapmak.
spot-check spot-check spat'çek fiil rasgele kontrol etmek; rasgele
kontrolde bulunmak.
spotless spot.less spat'lîs sıfat tertemiz, lekesiz.
spotlight spot.light spat'layt isim proqektör, ışıldak; spot, spot
lamba.
spotted spot.ted spat'îd sıfat 1. benekli, noktalı. 2. lekeli.
spotty spot.ty spat'i sıfat 1. ancak ara sıra iyi olan; ancak yer
yer iyi olan: Her performance was spotty. Performansı
ancak yer yer iyiydi. 2. İngiliz İngilizcesi sivilceli.
spouse spouse spauz, spaus isim eş, koca veya karı.
spout spout spaut fiil 1. fışkırtmak; fışkırmak. 2. cafcaflı bir
şekilde (bir şeyler) söylemek. 3. (bir şeyler) döktürmek,
kolaylıkla söyleyivermek. isim 1. (çaydanlık v.b.'nde)
emzik, ibik. 2. fıskıye.
sprain one's ankle ayağı burkulmak, ayağını burkmak, ayak bileğini
burkmak. She's sprained her ankle. Ayağı burkulmuş.
sprain sprain spreyn fiil burkmak. isim burkulma.
sprained ankle burkulan ayak.
sprang sprang spräng fiil bakınız spring
sprat sprat sprät isim çaçabalığı.
sprawl sprawl sprôl fiil 1. yayılıp yatmak, sere serpe uzanmak;
yayılarak oturmak. 2. çok geniş bir alana yayılmak.
spray gun pistole, tabanca.
spray spray sprey isim 1. incecik damlacıklar halindeki su
serpintisi. 2. (serpinti halindeki) sprey. fiil (püskürteç,
boya tabancası veya spreyle) püskürtmek, sıkmak.
sprayer sprayerisim 1. püskürteç, pülverizatör; pistole, tabanca.
2. sıvı püskürten kimse.
spread its wings (kuş) kanatlarını açmak/germek.

1257
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spread like wildfire büyük bir hızla yayılmak.


spread one's arms wide kollarını alabildiğine açmak.
spread oneself thin bir sürü işle meşgul olmak, kırk tarakta bezi olmak.
spread rumors dedikodu çıkarmak.
spread something thin bir şeyi ince bir tabaka halinde sürmek.
spread spread spred fiil (spread) 1. yaymak; sermek; yayılmak.
2. (gübre v.b.'ni) (tarlaya) dökmek. 3. (bir şeyi) (başka
bir şeyin üstüne) sürmek. 4. (sofrayı) kurmak.
spread-eagle spread-ea.gle spred'igıl fiil kol ve bacaklarını yana
açarak yatmak/yatırmak.
spreadsheet spread.sheet spred'şit isim, bilgisayar 1. (tablolama
programıyla hazırlanan) tablo. 2. tablolama programı.
spree spree spri isim çılgınca veya aşırı derecede yapılan bir
şey: While she was on a shopping spree he went on a
drinking spree. O çılgınca alışveriş yaparken kendisi de
deli gibi içmeye başladı.
sprig sprig sprîg isim ufacık dal parçası; filizcik.
sprightly spright.ly sprayt'li sıfat canlı, hareketli.
spring a leak akmaya başlamak.
spring equinox bahar noktası, ilkbahar noktası (27 Mart'a rastlayan
ekinoks).
spring into life birdenbire canlanıp harekete gemek.
spring mattress yaylı yatak.
spring onion isim, İngiliz İngilizcesi yeşil soğan, taze soğan.
spring to one's feet ayağa fırlamak.
spring towards the door kapıya fırlamak.
spring spring sprîng isim 1. pınar; kaynak, memba. 2. bahar,
ilkbahar. 3. yay; zemberek. 4. esneklik, elastikiyet. 5.
sıçrayış. 6. canlılık.
springboard spring.board sprîng'bôrd isim tramplen, atlama/sıçrama
tahtası.
springtime spring.time sprîng'taym isim ilkbahar, bahar mevsimi.

1258
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sprinkle sprin.kle sprîng'kıl fiil 1. serpmek; ekmek;


serpiştirmek. 2. (yağmur) serpmek, çiselemek. isim 1.
serpme. 2. (yağmur için) serpinti, çisenti.
sprinkler system yağmurlama tesisatı, yangına karşı su serpme tesisatı.
sprinkler sprin.klerisim su serpme aleti; arozöz, arazöz.
sprinkling sprin.klingisim 1. serpme. 2. azıcık bir miktar, bir
nebze. 3. serpinti, çisenti.
sprint sprint sprînt fiil tam hızla koşmak. isim 1. tam hızla
koşma. 2. sürat koşusu, sprint.
sprinter sprinterisim, spor sürat koşucusu.
sprite sprite sprayt isim peri; cin.
sprout sprout spraut fiil filizlenmek, sürmek; (tohum, tüy,
sakal, saç) bitmek. isim filiz, tomurcuk, sürgün.
spruce oneself up kendine çekidüzen vermek.
spruce spruce sprus sıfat temiz ve zarif. fiil bakınız spruce
oneself up
sprung sprung spr^ng fiil bakınız spring
spry spry spray sıfat (spryer/sprier, spryest/spriest) çevik,
faal.
spue spue spyu fiil bakınız spew
spume spume spyum isim köpük.
spun spun sp^n fiil bakınız spin
spunk spunk sp^ngk isim 1. cesaret, yürek. 2. konuşma dili
atmık, bel.
spunky spunkysıfat cesur, yürekli.
spur someone on birini teşvik etmek.
spur spur spır isim 1. mahmuz. 2. teşvik eden bir şey. 3.
demiryolu kör hat; barınma hattı; rampa hattı. 4. (iki
koyak arasındaki) çıkıntı. fiil (spurred, spurring)
mahmuzlamak.
spurious spu.ri.ous spyûr'iyıs sıfat sahte.
spurn spurn spırn fiil reddetmek.
spur-of-the-moment sıfat anında yapılan.

1259
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

spurt spurt spırt isim atılım, hamle, atak. fiil spor atılım
yapmak, hamle yapmak; finişe geçmek/kalkmak.
sputter out (motor) öksürüp stop etmek. 2. (alev) titreyip sönmek.
sputter sput.ter sp^t'ır fiil 1. heyecanla söylemek. 2. (motor)
öksürmek, öksürüğe benzeyen ses çıkarmak. 3. (alev)
sönecek gibi titremek.
spy spy spay isim casus, aqan. fiil casusluk etmek.
spyglass spy.glass spay'gläs isim küçük dürbün.
squabble sjuab.ble skwab'ıl fiil çekişmek, didişmek, atışmak,
ağız kavgası yapmak. isim çekişme, didişme, atışma,
ağız kavgası.
squad car (polise ait) devriye arabası.
squad sjuad skwad isim 1. takım, ekip. 2. askeri manga.
squadron sjuad.ron skwad'rın isim 1. (yüz yirmi ile iki yüz
kişiden oluşan) süvari birliği. 2. ufak gemi filosu. 3.
hava filosu.
squalid sjual.id skwal'îd sıfat 1. pis, çok kirli. 2. (ahlak
açısından) iğrenç.
squall sjuall skwôl fiil (bebek) çok yüksek sesle ağlamak;
cıyaklamak, cıyak cıyak bağırmak.
squalor sjual.or skwal'ır isim 1. pislik. 2. (ahlak açısından)
iğrençlik, iğrenç olma.
squander sjuan.der skwan'dır fiil israf etmek, çarçur etmek.
square accounts with hesaplaşmak, kozlarını paylaşmak; kuyruk acısını
çıkarmak.
square accounts hesaplaşmak, kozlarını paylaşmak; kuyruk acısını
çıkarmak.
square bracket İngiliz İngilizcesi, dilbilgisi köşeli parantez, köşeli
ayraç.
square dance dörder çiftten oluşan grupların yaptığı bir dans.
square meal konuşma dili doyurucu bir öğün yemek.
square one's jaw (birine meydan okumaya hazırlanıyormuş gibi) çenesini
gerip uzatmak.
square one's shoulders omuzlarını dikleştirmek.

1260
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

square peg in a round hole mevkiine uygun olmayan kimse.


square root karekök.
square someone away birini hizaya getirmek, birini yola getirmek. 2. gereken
her şeyi birine anlatmak.
square something away bir şeyi yoluna koymak; bir şeyi düzene sokmak.
square sjuare skwer fiil 1. matematik (bir sayının) karesini
almak. 2. with ile bağdaşmak, -e uymak; -i ile
bağdaştırmak. 3. (hesabı) görmek, kapatmak. 4. rüşvet
vererek (birini) yola getirmek; rüşvet vererek (bir
durumu) (istenilen şekilde) halletmek. 5. spor (puanları)
eşitlemek. 6. karelemek, karelere ayırmak. 7. off (bir
şeyin kenarlarını) dört köşeli hale getirmek.
squash sjuash skwaş isim kabak.
squat sjuat skwat fiil (squatted, squatting) 1. çömelmek. 2.
(kendi malı olmayan bir mülkte) kanuna aykırı olarak
oturmak. isim 1. çömelme; çömeliş. 2. İngiliz
İngilizcesi kanuna aykırı olarak mesken tutulan bina.
squatter sjuat.ter skwat'ır isim kendi malı olmayan bir mülkte
kanuna aykırı olarak oturan kimse.
squatty sjuattysıfat 1. çömelmiş. 2. bodur, kısa ve tıknaz
(kimse). 3. alçak, basık ve çirkin (bina).
squawk sjuawk skwôk fiil 1. cıyaklamak, cıyak cıyak
bağırmak. 2. konuşma dili şikâyet etmek, bağırmak.
isim 1. cıyaklama. 2. konuşma dili şikâyet.
squeak through kıl payı farkla kazanmak/atlatmak.
squeak sjueak skwik fiil 1. gıcırdamak. 2. (fare) cik cik ötmek.
isim 1. gıcırtı, gıcırdama. 2. (farenin çıkardığı) cik sesi.
squeaky sjueak.y skwi'ki sıfat gıcırtılı.
squeal sjueal skwil fiil 1. çok tiz bir ses çıkarmak: The girl let
out a squeal. Kız çığlık kopardı. The pig began to
squeal. Domuz acı acı bağırmaya başladı. 2. konuşma
dili ötmek, sır vermek; on -i ihbar etmek, -i ele vermek.
isim çok tiz bir ses.
squealer sjuealerisim, konuşma dili ihbarcı.

1261
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

squeamish sjueam.ish skwi'mîş sıfat 1. kolayca tiksinen, çok titiz;


ahlak açısından çok titiz. 2. midesi kolayca bulanan. 3.
midesi bulanmış.
squeeze sjueeze skwiz fiil 1. (meyve, ıslak bez v.b.'ni) sıkmak:
Squeeze me a glass of orange quice. Bana bir bardak
portakal suyu sık. 2. into/in -e sıkıştırmak. 3.
sıkıştırmak, zor bir duruma sokmak. isim 1. sıkma,
sıkış. 2. sıkım, bir defada sıkılan miktar. 3. kıtlık;
kısıtlama. 4. kıtlık veya kısıtlamadan ileri gelen zor
durum.
squeezer sjueezerisim sıkacak, pres.
squelch sjuelch skwelç fiil 1. (muhalefet v.b.'ni) bastırmak veya
susturmak. 2. vıcık vıcık bir yerden yürürken ayak sesi
çıkarmak.
squid sjuid skwîd isim kalamar; mürekkepbalığı, supya.
squint sjuint skwînt fiil gözlerini kısarak bakmak, kısık
gözlerle bakmak; (gözlerini) kısmak.
squire sjuire skwayr isim, İngiliz İngilizcesi (bir köyün veya
kırsal bir bölgenin) toprak ağası.
squirm sjuirm skwırm fiil kıpırdanmak; kıpır kıpır
kıpırdanmak. isim kıpırdanma.
squirrel sjuir.rel skwır''kı, [İngiliz İngilizcesi] skwîr'ıl isim
sincap.
squirt gun su tabancası.
squirt sjuirt skwırt fiil fışkırtmak; fışkırmak. isim 1.
fışkırtılan sıvı. 2. küçük çocuk, küçük.
Sri Lanka Sri Lan.ka sri läng'kı Sri Lanka.
Sri Lankan Sri Lankalı. 2. Sri Lanka, Sri Lanka'ya özgü. 3. Sri
Lankalı (kimse).
St. Lucie cherry mahlep, kokulukiraz.
St. Lucie St. Lu.cie seynt lu'si bakınız St. Lucie cherry
St. Nicholas Noel Baba.
St. Valentine's Day (on dört şubata rastlayan) Sevgililer Günü.
stab someone in the back birini arkadan vurmak, birine kalleşlik etmek.

1262
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stab stab stäb fiil (stabbed, stabbing) 1. bıçaklamak. 2.


batırmak; saplamak; delmek. isim bakınız make a stab
at stab someone in the back

stabilise sta.bi.lise stey'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız


stabilize
stability sta.bil.i.ty stıbîl'ıti isim 1. istikrar. 2. sağlamlık. 3.
stabilite, sabitlik. 4. denge.
stabilization sta.bi.li.za.tion steybılızey'şın isim stabilizasyon.
stabilize sta.bi.lize stey'bılayz fiil stabilize etmek.
stable equilibrium kararlı denge.
stable sta.ble stey'bıl isim ahır.
staccato stac.ca.to stıka'to zarf, sıfat, müzik staccato, stakkato.
stack up konuşma dili 1. (trafik) tıkanıp durmak. 2. (işler)
gitmek: That's how things stack up today. Bugün işler
böyle. 3. against ile karşılaştırıp sonuç çıkarmak: How
does this brand of soap stack up against that one? Bu
marka sabun o markaya göre nasıl?
stack stack stäk isim 1. tınaz, ekin yığını. 2. çatılmış bir grup
(silah), çatı. 3. (üst üste konulmuş şeylerin oluşturduğu)
yığın. fiil 1. yığmak; istif etmek. 2. (silah) çatmak.
stacking swivel (tüfekteki) çatı kancası.
stadium sta.di.um stey'diyım isim (stadiums/stadia) stadyum,
stat.
staff officer askeri kurmay subay, kurmay.
staff staff stäf isim (staffs) (kuruluştaki) personel; (devlet
kuruluşundaki) kadro.
stag party erkekler için düzenlenen eğlence/parti.
stag stag stäg isim erkek geyik.
stage fright sanatçıda sahneye çıkmadan hemen önce başlayan
korku ve heyecan.
stage manager sahne amiri.

1263
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stage stage steyc isim 1. sahne. 2. aşama, safha, mertebe,


evre, basamak, merhale. fiil sahneye koymak,
sahnelemek.
stagecoach stage.coach steyc'koç isim posta arabası, menzil arabası
(atlı bir taşıt).
stagehand stage.hand steyc'händ isim sahne görevlisi.
stagestruck stage.struck steyc'str^k sıfat oyuncu olma hevesine
kapılmış.
stagflation stag.fla.tion stägfley'şın isim stagflasyon, durgunluk
içinde enflasyon.
stagger stag.ger stäg'ır fiil 1. sendelemek. 2. hayrete düşürmek;
şoke etmek. 3. (bir işi) posta posta yaptırmak. isim
sendeleme.
staging stag.ing stey'cîng isim sahneye koyma, sahneleme.
stagnant stag.nant stäg'nınt sıfat 1. durgun ve pis (su). 2. durgun,
hiç ilerlemeyen veya gelişmeyen.
stagnate stag.nate stäg'neyt fiil durgunlaşmak, hiç ilerlememek
veya gelişmemek.
stagnation stag.na.tionisim durgunluk.
staid staid steyd sıfat ciddi, ağırbaşlı.
stain stain steyn fiil 1. lekelemek. 2. (kimyasal maddeyle)
koyulaştırmak. isim 1. leke. 2. koyulaştırıcı kimyasal
madde.
stained-glass stained-glasssıfat vitray.
stainless steel paslanmaz çelik.
stainless stain.less steyn'lîs sıfat lekesiz.
stair stair ster isim 1. (merdivene ait) basamak. 2. çoğul
merdiven.
staircase stair.case ster'keys isim merdiven.
stairway stair.way ster'wey isim merdiven.
stake stake steyk isim 1. kazık; (bitki için) ispalya, sırık,
herek. 2. ticaret pay, hisse. fiil 1. kazığa bağlamak;
sırığa/ispalyaya bağlamak. 2. off kazıklarla (bir yerin)
sınırlarını belirtmek. 3. on (kumarda) (birine, bir şeye)

1264
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

(para) koymak. 4. on (umudu, geleceği, hayatı) (birine,


bir şeye) bağlamak.
stalactite sta.lac.tite stıläk'tayt isim sarkıt, damlataş, stalaktit,
istalaktit.
stalagmite sta.lag.mite stıläg'mayt isim dikit, stalagmit, istalagmit.
stale stale steyl sıfat bayat.
stalemate stale.mate steyl'meyt isim kazanan veya kaybedenin
olmadığı durum, yenişememe.
stalk stalk stôk isim (bitkiye ait) sap.
stall someone off birini uydurma bahanelerle başından savmak.
stall stall stôl isim 1. (ahırda tek bir büyükbaş hayvana ait)
bölme. 2. (umumi yerlerde bölmelerle ayrılmış) duş
veya tuvalet yeri. 3. İngiliz İngilizcesi (pazar veya
sergide) stant.
stallion stal.lion stäl'yın isim aygır.
stalwart stal.wart stôl'wırt sıfat 1. sağlam, güvenilir, sadık,
davadan dönmeyen. 2. güçlü kuvvetli (kimse). 3.
yürekli, cesur.
stamen sta.men stey'mın isim, botanik erkekorgan, ercik,
stamen.
stamina stam.i.na stäm'ını isim dayanma gücü.
stammer stam.mer stäm'ır fiil pepelemek; kekelemek. isim
pepemelik; kekemelik.
stammerer stam.mer.erisim pepeme, pepe; kekeme.
stamp collecting pul toplama, filateli.
stamp collector pul koleksiyoncusu, filatelist.
stamp pad ıstampa.
stamp stamp stämp fiil 1. (ayağını) hızla yere vurmak;
tepinmek, ayaklarını hızla yere vurmak. 2. damga
vurmak, damgalamak. 3. pul yapıştırmak. 4. as (bir şey)
(birinin) (belirli bir gruba ait olduğunu) göstermek. 5.
preste kesmek. isim 1. posta pulu; damga pulu; pul. 2.
damga; mühür; kaşe (alet veya bu aletle basılan işaret).

1265
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

3. ıstampa (alet veya bu aletle basılan işaret). 4. ayak


vuruşu. 5. tür, çeşit, nevi, tip. 6. iz, damga.
stampede stam.pede stämpid' isim çılgınca koşuşma veya
kaçışma. fiil (bir grubun) çılgınca koşuşmasına veya
kaçışmasına yol açmak.
stamping ground konuşma dili uğrak yeri, sıkça gidilen yer.
stance stance stäns isim 1. spor duruş (biçimi). 2. tutum.
stanch stanch stänç fiil (kanı) durdurmak; -den akan kanı
durdurmak.
stand a chance of -in şansı olmak.
stand as it is olduğu gibi kalmak/durmak.
stand as it was olduğu gibi kalmak/durmak.
stand aside kenara çekilmek, yol vermek.
stand at attention esas duruşta olmak.
stand at (ısı v.b.) (belirli bir derecede) olmak: The thermometer
stood at 64°C. Termometre 08°C'ı gösteriyordu.
stand back çekilmek, kenara çekilmek.
stand bail for (sanığın) kefaletini yatırmak. 2. (sanığa) kefil olmak.
stand behind -in arkasında durmak. 2. (bir şeyin) iddia edildiği gibi
olduğuna dair garanti vermek. 3. (birini) bütünüyle
desteklemek.
stand by one's guns amacından hiç şaşmamak; inancından veya fikrinden
vazgeçmemek; kararından caymamak.
stand by one's word sözünden dönmemek.
stand by beklemek; hazır beklemek. 2. (birini) bırakmamak,
terketmemek, (birine) destek olmak; (birine, bir şeye)
sadık kalmak. 3. (kötü bir olaya) seyirci kalmak. 4.
(birinin yakınında) hazır bulunmak.
stand clear of -den uzak durmak, (birinden) uzak kalmak, ile temas
etmemeye çalışmak; (bir şeyi) kullanmamak, -den
sakınmak.
stand close examination yakından incelemeye gelmek, kurcalamaya gelmek.
stand corrected yanıldığını kabul etmek.

1266
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stand down İngiliz İngilizcesi (bulunduğu makama) bir daha aday


olmamak.
stand erect dik durmak.
stand fast geri çekilmemek; teslim olmamak; pes etmemek. 2.
inancından veya fikrinden vazgeçmemek; kararından
caymamak.
stand firm geri çekilmemek; teslim olmamak; pes etmemek. 2.
inancından veya fikrinden vazgeçmemek; kararından
caymamak.
stand for -i simgelemek. 2. (bir ülkünün) savunucusu olmak. 3.
(tahammül edilemeyecek bir şeye) müsaade etmek, izin
vermek.
stand guard (korumak veya gözetmek için) nöbet tutmak.
stand head and shoulders above -den çok üstün olmak.
stand high with (birinin) gözüne girmiş olmak.
stand idle (makine) kullanılmamak. 2. (biri) hiçbir şey yapmadan
durmak: Don't qust stand there idle; help us! Orada öyle
boş durma; bize yardım et!
stand in for (birine) vekâlet etmek.
stand in line kuyrukta beklemek.
stand in someone's way birine mâni olmak, birine engel olmak, birini
engellemek. 2. birinin yolunu kapamak.
stand on ceremony resmi davranmak.
stand on one's own two feet kendi yağıyla kavrulmak, kimseye muhtaç olmamak.
stand one's ground askeri üstünde bulunduğu yeri başarıyla savunmak. 2.
savunduğundan vazgeçmemek.
stand out göze çarpmak.
stand over (birinin) başında durmak.
stand pat konuşma dili 1. kararını değiştirmeyi reddetmek. 2.
yerinde saymak, hiç değişmemek, hiç ilerlememek.
stand someone in good stead birinin işine yaramak, faydasını görmek.
stand someone up randevuya gelmeyerek birini boşuna bekletmek.
stand still kıpırdamadan/kımıldamadan/hareket etmeden durmak.

1267
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stand to gain (muhtemelen) kazanabilmek: What do we stand to gain


from this? Bunun sonucunda ne kazanacağız?
stand to lose (muhtemelen) kaybedebilmek: What does she stand to
lose? Ne kaybedebilir?
stand trial yargılanmak.
stand up for -i savunmak, -i desteklemek.
stand up to (birine) karşı gelmek, kafa tutmak. 2. (bir şeye)
dayanmak, (bir şeye karşı) dayanıklı olmak.
stand stand ständ isim 1. (mahkeme salonundaki) kürsü. 2.
(açık havada bulunan geçici) sahne. 3. stant (sergi yeri).
4. (taksilere ait) durak. 5. sehpa; dayanak: music stand
nota sehpası. umbrella stand şemsiyelik. 6. ağaç
topluluğu: That's a nice stand of pines. O güzel bir
çamlık. 7. spor tribün.
standard deviation standart sapma.
standard of living aşam standardı, yaşam düzeyi.
standard stan.dard stän'dırd isim 1. standart. 2. ahlak; değer: She
has high standards. Onun ahlaki değerleri yüksek. 3.
standart, ölçün. 4. sancak, bayrak. 5. ekonomi para
standardı.
standard-bearer stan.dard-bear.er stän'dırd.berır isim 1. bayraktar,
sancaktar, alemdar. 2. bayraktar, önder.
standardise stan.dard.ise stän'dırdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
standardize
standardization stan.dard.iza.tionisim standartlaştırma,
standardizasyon.
standardize stan.dard.ize stän'dırdayz fiil standartlaştırmak,
standardize etmek.
standby stand.by ständ'bay isim (standbys) 1. yedek. 2.
ekonomi stand-by, her an kullanılabilecek kredi.
stand-in stand-in ständ'în isim dublör.
standing committee daimi komisyon.

1268
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

standing order çoğul içtüzüğün kuralları. 2. çoğul hastanedeki hastalar


için geçerli olan kurallar. 3. belirli aralıklarla gönderilen
sipariş, süreli sipariş. 4. henüz gönderilmemiş sipariş.
standing ovation ayakta yapılan alkışlama.
standing room ayakta duracak yer.
standing water durgun ve akmayan su.
standing stand.ing stän'dîng sıfat her zaman geçerli olan. isim
durum, pozisyon; statü.
standoffish stand.off.ish ständôf'îş sıfat soğuk, sıcak davranmayan.
standout stand.out ständ'aut isim üstünlüğünden dolayı göze
çarpan.
standpoint stand.point ständ'poynt isim açı: Let's look at the
matter from his standpoint. Konuya onun açısından
bakalım.
standstill stand.still ständ'stîl isim bakınız be at a standstill
stank stank stänk fiil bakınız stink
stanza stan.za stän'zı isim şiir kıtası.
staple commodities başlıca satış ürünleri.
staple sta.ple stey'pıl isim 1. başlıca ürün. 2. temel gıda
maddesi. 3. (birinin/bir hayvanın) temel yiyeceği.
stapler sta.plerisim tel zımba.
star system sinema, tiyatro star sistemi.
star star star isim 1. yıldız. 2. yıldız, star: She's become a
movie star. Sinema yıldızı oldu.
starboard star.board star'bırd isim (geminin) sancak tarafı,
sancak. sıfat sancağa ait.
starch starch starç isim 1. kola. 2. nişasta. 3. resmiyet,
resmilik, resmi tavırlar. fiil kolalamak.
starched starch.edsıfat kolalı, kolalanmış.
stare stare ster fiil (at) (dikkatle) bakmak. isim (uzun ve
dikkatli) bakış.
starfish star.fish star'fîş isim (starfish/starfishes) denizyıldızı.
stark naked çırılçıplak, anadan doğma.

1269
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stark stark stark sıfat 1. ıssız; boş; çıplak: stark mountain


peaks çıplak dağ zirveleri. 2. çok sade (üslup);
gerçekleri hiç yumuşatmayan (anlatım). 3. katıksız, saf,
tam. zarf büsbütün, tamamen: stark raving mad zırdeli.
stark naked çırılçıplak.
starlet star.let star'lît isim, sinema yıldız adayı, yıldızcık;
yıldız olmayı uman genç aktris.
starlight star.light star'layt isim yıldız ışığı.
starlit star.lit star'lît sıfat yıldızlarla aydınlanmış, yıldızlı.
starred starred stard sıfat yıldız işaretli, yıldızlı.
starry star.ry star'i sıfat yıldızı çok olan, çok yıldızlı.
starry-eyed star.ry-eyedsıfat hiç olmayacak bir şeye kapılıp gitmiş;
hiç olmayacak bir şeyin peşinde koşan.
start a car otomotiv motoru çalıştırmak.
start a fire yangın çıkarmak. 2. in -i yakmak; ateş yakmak:
They've started a fire in the fireplace. Şömineyi
yaktılar.
start a meeting toplantıyı açmak.
start back geri dönmek, dönmek.
start from scratch hiçten başlamak, sıfırdan başlamak.
start off başlamak: We started off fine, but after a month things
began to go wrong between us. İyi başladık, fakat bir ay
sonra aramız bozulmaya yüz tuttu.
start out as .. olarak çalışmaya başlamak: He started out as a cabin
boy and now he's a captain. Miço olarak çalışmaya
başlayıp şimdi kaptan oldu.
start out to do something belirli bir amaç güderek yola çıkmak: He started out to
be a doctor but ended up as a writer. Hekim olacağım
diye işe başladı, fakat sonunda yazar olup çıktı.
start someone in as ... birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak.
start someone in business birinin iş hayatına atılmasına yardım etmek.
start someone in birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak.
start someone out as ... birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak.
start someone out birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak.

1270
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

start something going bir makineyi çalıştırmak. 2. bir şeyi başlatmak.


start something up bir makineyi çalıştırmak. 2. bir şeyi başlatmak.
start something kavga çıkarmak.
start the ball rolling işi başlatmak.
start to one's feet birdenbire ayağa sıçramak.
start to work işe başlamak.
start work işe başlamak.
start start start isim 1. başlangıç. 2. yola çıkma: Let's get an
early start. Erken yola çıkalım. 3. spor start, depar,
çıkış. 4. spor çıkış çizgisi. 5. irkilme: He awoke with a
start. İrkilerek uyandı.
starter start.er star'tır isim 1. yarışa katılan kimse veya at. 2.
başlayan kimse. 3. otomotiv marş. 4. İngiliz İngilizcesi
ordövr, meze. 5. maya.
starting line spor çıkış çizgisi.
startle star.tle star'tıl fiil irkiltmek.
startling star.tling start'lîng sıfat çok şaşırtıcı.
starvation star.va.tion starvey'şın isim açlık çekme; açlıktan ölme.
starve an animal to death birini/bir hayvanı açlıktan öldürmek.
starve someone to death birini/bir hayvanı açlıktan öldürmek.
starve starve starv fiil 1. açlık çekmek; açlıktan ölmek. 2.
(birini) aç bırakmak. 3. konuşma dili çok acıkmak. 4.
for (bir şeyin) eksikliğini veya yokluğunu çok duymak.
stash stash stäş isim, konuşma dili 1. zula. 2. zulada saklanan
şey. 3. bıyık. fiil (away) (in) (bir yere) saklamak.
state of mind ruhsal durum.
state state steyt isim 1. durum, vaziyet, hal: state of war
savaş hali. the state of his health onun sağlık durumu. a
state of emergency acil bir durum. in an unconscious
state baygın bir halde. The roads here are in a bad state
of repair. Buradaki yollar tamire muhtaç. 2. devlet. 3.
eyalet. sıfat devlet tarafından yapılan (tören, ziyafet,
v.b.).
stateless state.less steyt'lîs sıfat uyruksuz, tabiiyetsiz.

1271
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stately home İngiliz İngilizcesi büyük bir çiftlikte bulunan malikâne.


stately state.ly steyt'li sıfat haşmetli, görkemli.
statement state.ment steyt'mınt isim 1. ifade; demeç, beyanat. 2.
hesap özeti.
stateside state.side steyt'sayd sıfat, Amerikan İngilizcesi
A.B.D.'de olan; A.B.D.'ye ait; A.B.D.'den gelen. zarf,
Amerikan İngilizcesi 1. A.B.D. 'ye. 2. A.B.D.'de.
statesman states.man steyts'mın isim (statesmen) 1. devlet adamı.
2. kendi partisinden çok devletin yararını düşünen
siyaset adamı.
statesmanlike states.man.like steyts'mınlayk sıfat devlet adamına
yakışır.
static electricity statik elektrik.
static stat.ic stät'îk sıfat 1. ilerleme veya gelişme
göstermeyen, statik. 2. fizik statik, duruk. isim 1. radyo
parazit. 2. statik elektrik. 3. çoğul statik (bilim dalı).
station in life sosyal durum.
station to station call normal konuşma, santral aracılığıyla konuşma.
station wagon steyşın.
station sta.tion stey'şın isim 1. demiryolu istasyon veya gar;
otogar, garaq; (metroya ait) durak. 2. televizyon
istasyon. 3. istasyon (araştırma kuruluşu): agricultural
experiment station tarım istasyonu. 4. yer, mahal,
mevki. fiil 1. in (birini) (bir yere) tayin etmek, atamak.
2. in (birini) (bir yere) (geçici bir süre için)
yerleştirmek, koymak.
stationary sta.tion.ar.y stey'şıneri sıfat 1. hareket etmeyen,
hareketsiz. 2. işlemeyen, çalışmayan (makine). 3. sabit,
durağan.
stationer sta.tion.er stey'şınır isim kırtasiyeci.
stationery sta.tion.er.y stey'şıneri isim 1. mektup kâğıdı ve zarf. 2.
kırtasiye.
stationmaster sta.tion.mas.ter stey'şınmästır isim istasyon şefi.
statistical sta.tis.ti.cal stıtîs'tîkıl sıfat istatistiksel.

1272
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

statistician stat.is.ti.cian stätîstîş'ın isim istatistik uzmanı,


istatistikçi.
statistics sta.tis.tics stıtîs'tîks isim istatistik, sayımbilim.
statue stat.ue stäç'u isim heykel.
statuesque stat.u.esjue stäçuwesk' sıfat 1. heykel gibi. 2. endamlı
ve güzel, heykel gibi (kimse).
stature stat.ure stäç'ır isim 1. boy, endam, uzunluk. 2. itibar,
prestij.
status sta.tus stey'tıs, stät'ıs isim 1. statü, durum, hal, vaziyet;
pozisyon. 2. statü, itibar, prestij.
statute stat.ute stäç'ut isim kanun, yasa.
statutory rape hukuk reşit olmayan bir kızla cinsel ilişkide bulunma.
statutory stat.u.to.ry stäç'ıtôri sıfat yasaya uygun, yasal, kanuni.
staunch staunch stônç sıfat sadakatli, sadık.
stave off (geçici olarak) savmak, atlatmak; uzaklaştırmak,
defetmek.
stave stave steyv fiil (staved/stove) (in) kırarak delik açmak;
çökertmek.
stay away from (-den) uzak durmak.
stay away (-den) uzak durmak.
stay for dinner akşam/öğle yemeğine kalmak.
stay in the background arka planda kalmak, kendini göstermemek.
stay in içeride kalmak, dışarı çıkmamak; evin içinde kalmak.
2. (bir yerde, bir işte) çalışmaya devam etmek.
stay late geç saate kadar kalmak.
stay out of - den uzak durmak. 2. dışarıda kalmak; dışarıda
gezip tozmak.
stay put konuşma dili bulunduğu veya istenilen yerde kalmak.
stay to dinner akşam/öğle yemeğine kalmak.
stay up until (belirli bir saate) kadar yatmamak.
stay stay stey isim 1. kalma süresi; ziyaret süresi, ziyaret. 2.
balina: collar stay yaka balinası.
staying power dayanma gücü, metanet.
stead stead sted isim bakınız in someone's stead

1273
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

steadfast stead.fast sted'fäst sıfat 1. sadakatli, sadık. 2. sabit,


değişmeyen. 3. sözünden dönmeyen.
steady stead.y sted'i sıfat 1. titremeyen; sağlam. 2.
değişmeyen; durmayan, devamlı. 3. durmadan aynı
şekilde akan (su). 4. sabit (bakış). 5. sağlam, pusulayı
şaşırmayan (kimse). 6. tutarlı, istikrarlı, güvenilir. 7.
sağlam (sinirler): He's got steady nerves. Sinirleri
sağlam. 8. bir başkasıyla çıkmayan/flört etmeyen
(erkek/kız arkadaş). fiil 1. (bir şeyin) titremesini
durdurmak. 2. sakinleştirmek. 3. istikrar bulmak. 4.
doğru yola getirmek; (birini) doğru yolda tutmak.
steak steak steyk isim biftek.
steal a kiss from (birinin) itiraz etmesine hiç vakit bırakmadan
öpüvermek.
steal someone's thunder (kazara veya kasten) (birinden) önce davranarak onun
beklediği ilgi, övgü v.b.'ni kendisinden çalmış gibi
olmak veya çalmak.
steal steal stil fiil (stole, stolen) 1. çalmak, aşırmak; hırsızlık
etmek. 2. (bir şeyi) gizlice veya dikkati çekmeden
yapmak: She stole a glance at them. Onlara hırsızlama
bir bakış attı. isim, konuşma dili kelepir.
stealth stealth stelth isim gizli tutma; dikkati çekmeden
yapma.
stealthy stealth.y stel'thi sıfat hırsızlama yapılan.
steam bath buhar banyosu.
steam engine buhar makinesi.
steam heating buharlı kalorifer.
steam iron buharlı ütü.
steam shovel ekskavatör, kazı makinesi.
steam something off bir şeyi buhara tutarak çıkarmak.
steam something open bir şeyi buhara tutarak açmak.
steam up (cam v.b.) buğulanmak.
steam steam stim isim 1. buhar. 2. islim, istim. 3. buğu.
steamboat steam.boat stim'bot isim istimbot.

1274
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

steamer steam.er sti'mır isim vapur.


steamroller steam.roll.er stim'rolır isim (motorlu araç olarak)
silindir.
steamship steam.ship stim'şîp isim vapur.
steamy steam.y sti'mi sıfat 1. buharlı; buharla dolu. 2. buğulu.
3. şehvet dolu, şehvetli.
stedfast sted.fast sted'fäst sıfat bakınız steadfast
steed steed stid isim, edebiyat at, küheylan.
steel wool çelikpamuğu, çelik tel yumağı.
steel steel stil isim çelik. sıfat 1. çelikten yapılmış, çelik. 2.
çelik üretimine ait, çelik. 3. çok güçlü. fiil oneself metin
olmak.
steely steelysıfat 1. çelikten yapılmış, çelik; içinde çelik
bulunan. 2. çelik gibi, sert.
steelyard steel.yard stil'yard isim kantar, el kantarı.
steep steep stip sıfat 1. dik, sarp. 2. yüksek (fiyat).
steeple stee.ple sti'pıl isim (kiliseye ait) sivri uçlu kule.
steeplechase stee.ple.chase sti'pılçeys isim engelli koşu, engelli.
steer clear of konuşma dili -den uzak durmak. 2. -i (bir yerlere)
çarpmadan götürmek.
steer someone away from birini/bir şeyi -den başka tarafa çekmek/yöneltmek.
steer something away from birini/bir şeyi -den başka tarafa çekmek/yöneltmek.
steer steer stîr fiil 1. direksiyonda olmak, direksiyon
kullanmak. 2. denizcilikle ilgili dümende olmak, dümen
kullanmak. 3. into -e yöneltmek. 4. through -i (bir
yerden) geçirmek. 5. denizcilikle ilgili for (belirli bir
yere) giden rotayı izlemek, (belirli bir yere) doğru
gitmek.
steering column direksiyon mili.
steering wheel direksiyon. 2. denizcilikle ilgili dümen dolabı tekerleği.
stem stem stem isim 1. (bitkide) sap veya gövde. 2.
(kadehte) sap. 3. (pipoda) beden. fiil (stemmed,
stemming) 1. (akışı) durdurmak veya yavaşlatmak. 2.
from -den kaynaklanmak.

1275
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stench stench stenç isim pis koku.


stencil paper mumlu kâğıt.
stencil sten.cil sten'sıl isim 1. şablon. 2. şablonla yazılan yazı
veya çizilen desen. fiil şablonla (yazı) yazmak veya
(desen) çizmek.
stenographer ste.nog.ra.pher stınag'rıfır isim stenograf.
stenography ste.nog.ra.phy stınag'rıfi isim stenografi.
step by step adım adım, basamak basamak.
step down inmek. 2. istifa etmek; emekliye ayrılmak.
step forward bir adım öne çıkmak. 2. öne doğru adım atmak.
step in içeri gelmek/girmek; içeri gitmek. 2. araya girmek,
müdahale etmek.
step off -den inmek.
Step on it! Gaza bas! 2. Çabuk ol!/Çabuk!
step on someone's toes birinin kuyruğuna basmak, birini gücendirmek veya
kızdırmak.
step on the brake frene basmak.
step on the brakes frene basmak.
Step on the gas! Gazla!/Gaza bas!
step on -e ayak basmak; -e (ayakla) basmak; -i (ayakla) ezmek.
step over (yürüyerek) -in üzerinden geçmek. 2. -e
gelmek/gitmek.
step sister isim üvey kızkardeş.
step something off bir yeri adımlamak/adımla ölçmek.
step up on/onto -e çıkmak. 2. artırmak; hızlandırmak;
hızlanmak. 3. terfi ettirmek; terfi etmek.
step step step fiil (stepped, stepping) 1. adım atmak. 2.
teraslamak, sekilemek.
stepbrother step.broth.er step'br^dhır isim üvey erkek kardeş.
stepchild step.child step'çayld isim (stepchildren) üvey çocuk.
stepdaughter step.daugh.ter step'dôtır isim üvey kız.
stepfather step.fa.ther step'fadhır isim üvey baba.
stepladder step.lad.der step'lädır isim seyyar merdiven.
stepmother step.moth.er step'm^dhır isim üvey anne.

1276
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

steppe steppe step isim step, bozkır.


steppingstone step.ping.stone step'îngston isim 1. atlama taşı. 2.
atlama tahtası, meslekte bir ilerleme aracı.
stepsister step.sis.ter step'sîstır isim üvey kız kardeş.
stepson step.son step's^n isim üvey oğul.
stereo ster.e.o ster'iyo sıfat stereo, stereofonik. isim stereo,
stereofonik ses sistemi.
stereophonic ster.e.o.phon.ic steriyıfan'îk sıfat stereofonik.
stereotype ster.e.o.type ster'iyıtayp isim şablon, basmakalıp örnek,
stereotip. fiil -i basmakalıp bir kategoriye sokmak.
stereotyped ster.e.o.typedsıfat basmakalıp.
sterile ster.ile ster'ıl, [İngiliz İngilizcesi] ster'ayl sıfat 1. steril.
2. verimsiz.
sterilise ster.i.lise ster'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
sterilize
sterility ste.ril.i.ty stırîl'ıti isim 1. sterillik. 2. verimsizlik.
sterilization ster.i.liza.tionisim sterilizasyon.
sterilize ster.i.lize ster'ılayz fiil sterilize etmek.
sterilizer ster.i.lizerisim (sterilizasyonda kullanılan) otoklav.
sterling silver som gümüş.
sterling ster.ling stır'lîng isim 1. sterlin, İngiliz lirası. 2. som
gümüş.
stern stern stırn isim (gemide, teknede) kıç.
stern-wheeler stern-wheel.er stırn'hwilır isim arkadan çarklı istimbot,
arkadan çarklı.
steroid ster.oid ster'oyd isim, biyokimya steroit.
stethoscope steth.o.scope steth'ıskop isim, tıbbi stetoskop.
Stetson Stet.son stet'sın isim geniş kenarlı fötr şapka.
stevedore ste.ve.dore sti'vıdor isim, denizcilikle ilgili yükleme
veya boşaltma işçisi.
stew stew stu fiil 1. hafif ateşte kaynatmak; kaynamak. 2.
konuşma dili over hakkında endişe etmek, -i dert etmek;
-in yüzünden telaşa düşmek. isim etli/sebzeli sulu
yemek; yahni; güveç; buğulama; türlü.

1277
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

steward stew.ard stu'wırd isim 1. denizcilikle ilgili kamarot. 2.


(uçakta) (erkek) kabin görevlisi.
stewardess stew.ard.ess stu'wırdîs isim (uçakta) hostes, (kadın)
kabin görevlisi.
stick around konuşma dili gitmemek, kalmak.
stick at (bir iş) üzerinde sebatla çalışmaya devam etmek, (bir
işi) bırakmamak.
stick by (birini) terketmemek, (birine) sadık kalmak. 2. (inanca)
sadık kalmak.
stick in one's craw (bir şey) birini gücendirmek, (bir şeyin)
yutulması/hazmedilmesi zor olmak.
stick in one's gizzard kursağında kalmak. 2. gücüne gitmek, ağırına gitmek:
It stuck in my gizzard. Hazmedemedim./Gücüme
gitti./Ağırıma gitti.
stick in one's mind (bir şey) birinin aklından çıkmamak.
stick like a leech sülük gibi yapışmak.
stick one's neck out kendini tehlikeye atmak, kendini zor bir duruma
sokmak.
stick out like a sore thumb konuşma dili kötü bir şekilde göze çarpmak.
stick someone with konuşma dili (külfet sayılan bir işi) birine yüklemek,
birinin başına bırakmak; (istenilmeyen birini) birinin
başına bırakmak.
stick to one's guns savunduklarını sürdürmek, savunduklarından
vazgeçmemek.
stick to one's ribs (yemek) doyurucu olmak.
stick to (bir şeye) sadık kalmak. 2. (birine) sadık kalmak,
(birini) terketmemek. 3. -e yapışmak.
stick together dayanışarak tek bir cephe oluşturmak. 2. birbirine
yapışmak.
stick up for -i savunmak.
stick with (biriyle) beraber kalmak. 2. (bir iş) üzerinde sebatla
çalışmaya devam etmek, (bir işi) bırakmamak.
stick stick stîk isim 1. (ağaç veya çalıdan koparılmış) ince
dal. 2. baston. 3. değnek, sopa. 4. (şerit halindeki

1278
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

çiklet/tebeşir/mobilya için) parça: Give me a stick of


gum. Bana bir çiklet ver. He hasn't got a stick of
furniture. Bir tek mobilyası yok.
sticker stick.er stîk'ır isim etiket; çıkartma.
stick-in-the-mud stick-in-the-mud stîk'înthım^d' isim, konuşma dili
inatçı ve geri kafalı kimse.
stickler stick.ler stîk'lır isim for (belirli bir konuda) titizlik
gösteren kimse.
stickup stick.up stîk'^p isim, konuşma dili soygun.
sticky stick.y stîk'i sıfat 1. yapışkan. 2. nemli, rutubetli (hava).
3. zor ve hassas (iş, problem).
stiff breeze sert esen rüzgâr.
stiff dose of kuvvetli dozda (bir ilaç).
stiff drink büyük miktarda ve hiç sulandırılmamış içki.
stiff neck tutulmuş boyun.
stiff price yüksek fiyat.
stiff stiff stîf sıfat 1. katı, sert (bir şey). 2. kaskatı, gergin
(kas). 3. koyu, koyu bir kıvamda olan. 4. zor, güç,
müşkül. 5. resmi, soğuk (davranış). isim, argo morto,
ceset.
stiffen stiff.en stîf'ın fiil 1. sertleşmek, katılaşmak;
sertleştirmek, katılaştırmak. 2. (kıvamı) koyulaşmak;
(kıvamını) koyulaştırmak. 3. (bir duygu) pekişmek,
kuvvetlenmek; (bir duyguyu) pekiştirmek,
kuvvetlendirmek. 4. (rüzgâr) artmak.
stiff-necked stiff-necked stîf'nekt' sıfat dik başlı, çok inatçı.
stifle sti.fle stay'fıl fiil 1. boğmak, (birinin) soluk almasını
zorlaştırmak veya engellemek; boğulmak. 2. (bir
duyguyu, isyanı) bastırmak. 3. boğmak, (bir şeyin)
gelişmesini engellemek.
stifling heat boğucu sıcaklık.
stigma stig.ma stîg'mı isim (stigmata/stigmas) 1. utanç verici
bir şeyin başkaları üzerinde yarattığı etki: He couldn't
escape the stigma of his crime. İşlediği suçun başkaları

1279
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

üzerinde yarattığı etkiden kurtulamıyordu. 2. botanik


tepecik.
stigmatise stig.ma.tise stîg'mıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
stigmatize
stigmatize stig.ma.tize stîg'mıtayz fiil as -e (belirli bir şeye)
damgasını vurmak, -i (belirli bir şekilde) damgalamak.
stile stile stayl isim (çit gibi bir bölmenin üstünden geçmek
için yapılmış) çifte merdiven.
stiletto heel (kadın ayakkabısında) ince ve sivri uçlu ökçe.
stiletto sti.let.to stîlet'o isim küçük hançer.
still another bir ... daha: Here is still another example. İşte bir örnek
daha.
still life güzel sanatlar natürmort.
still still stîl bağlaç bununla beraber, bununla birlikte: I'm
sorry about this. Still, I'm sure that in the end it's for the
best. Üzgünüm. Bununla beraber bundan iyi bir sonuç
çıkacağına inanıyorum.
stillborn still.born stîl'bôrn sıfat ölü doğmuş.
stillness still.nessisim 1. hareketsizlik. 2. dinginlik. 3. sessizlik.
4. (sularda) durgunluk.
stilt stilt stîlt isim eşas.
stilted stilt.ed stîl'tîd sıfat çok resmi, doğallıktan yoksun.
stimulant stim.u.lant stîm'yılınt isim 1. eczacılık uyarıcı madde,
uyarıcı. 2. teşvik unsuru, teşvik edici unsur.
stimulate stim.u.late stîm'yıleyt fiil 1. uyarmak. 2. teşvik etmek.
stimulation stim.u.la.tion stîmyıley'şın isim 1. uyarma. 2. teşvik.
stimulus stim.u.lus stîm'yılıs isim (stimuli) uyarıcı unsur,
uyarıcı.
sting sting stîng fiil (stung) 1. (arı v.b.) sokmak. 2. (bitki)
ısırmak. 3. (biber, duman) yakmak. 4. (söz) (birinin)
yüreğini cızlatmak. isim 1. (arının) soktuğu yer. 2.
yanma, arı sokmasına benzeyen acı. 3. acı, acılık,
yakıcılık.
stingines stin.gi.nessisim cimrilik.

1280
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stingy stin.gy stîn'ci sıfat cimri, eli sıkı, hasis, pinti.


stink of fena halde (bir şey) kokmak.
stink up kokutmak.
stink stink stîngk fiil (stank/stunk, stunk) pis kokmak;
kokuşmak, taaffün etmek. isim pis koku.
stinking stink.ingsıfat pis kokan. zarf çok (zengin, sarhoş).
stint on (bir konuda) cimrilik etmek.
stint oneself masraftan kaçınmak için kendini mahrum bırakmak.
stint stint stînt fiil masraftan kaçınmak. isim (belirli bir işe
ait) süre, müddet: He did a stint as a postman. Bir süre
postacılık yaptı.
stipend sti.pend stay'pend isim 1. (papaz için) maaş. 2.
(bursiyer için) yaşamsal gereksinmelerini karşılayacak
para; aylık.
stipulate stip.u.late stîp'yıleyt fiil şart koşmak.
stipulation stip.u.la.tion stîpyıley'şın isim 1. şart. 2. şart koşma.
stir oneself kalkıp bir şeyler yapmaya başlamak.
stir something in bir şeyi (başka bir şeye) katmak/karıştırmak.
stir up a hornet's nest yıldırımları üstüne çekmek; arının yuvasına çöp
dürtmek.
stir up trouble fesat karıştırmak, olay çıkarmak, ortalığı karıştırmak.
stir up uyandırmak; sebep olmak. 2. heyecanlandırmak;
coşturmak, galeyana getirmek.
stir stir stır isim, konuşma dili bakınız be stir crazy
stirring stir.ring stır'îng sıfat heyecanlandırıcı, heyecan verici.
stirrup stir.rup stır'ıp isim üzengi.
stitch stitch stîç isim 1. dikiş. 2. (örgüde) ilmik. 3. (böğürde)
ani sancı. fiil (iplikle) dikmek.
stock certificate hisse senedi.
stock exchange ekonomi menkul kıymetler borsası, borsa.
stock market ekonomi menkul kıymetler borsası, borsa.
stock stock stak isim 1. stok, depodaki mallar. 2. envanter. 3.
miktar: You'd better lay in a good stock of wood. Epey
odun alıp depona koymalısın. He's added nothing to our

1281
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stock of knowledge. Bilgi dağarcığımıza hiçbir katkısı


olmadı. 4. ekonomi hisselerin tümü: That's a good
stock. O hisselerin değeri hep artıyor. 5. soy, nesep. 6.
(hayvan veya bitki için) cins. 7. bahçıvanlık (aşı
yapılan) gövde. 8. çiftlikte yetiştirilen hayvanların
tümü. 9. (tüfekte) kundak. 10. şebboy. 11. et suyu. sıfat
her zamanki, (birinin) her zaman söylediği (cevap,
şaka).
stockade stock.ade stakeyd' isim, askeri 1. (genellikle savunma
için yapılan) kazık çit. 2. etrafı kazık çitle çevrili yer.
stockbroker stock.bro.ker stak'brokır isim borsacı.
stockholder stock.hold.er stak'holdır isim hissedar.
stocking stock.ing stak'îng isim çorap.
stockpile stock.pile stak'payl fiil stoklamak, çok miktarda
biriktirmek; stokçuluk yapmak, istifçilik yapmak.
stockroom stock.room stak'rum isim depo.
stock-still stock-still stak'stîl zarf hiç kımıldamadan.
stocky stock.y stak'i sıfat tıknaz, bodur.
stockyard stock.yard stak'yard isim satılacak veya kesilecek
hayvanların geçici olarak muhafaza edildiği yer.
stodgy stodg.y stac'i sıfat 1. geri kafalı. 2. sıkıcı; monoton. 3.
yavaş hareket eden, hareketleri ağır olan.
stoic sto.ic stow'îk isim, sıfat stoacı.
stoicism sto.i.cism sto'wîsîzım isim stoacılık.
stoke stoke stok fiil (ateşe, fırına) kömür/odun atmak; with
(ateşe, fırına) (kömür/odun) atmak.
stoker stokerisim 1. ateşçi. 2. fırına kömürü otomatikman atan
cihaz.
stole stole stol fiil bakınız steal
stolen sto.len sto'lın fiil bakınız steal sıfat çalınmış, çalıntı.
stolid stol.id stal'îd sıfat hiçbir şeyden heyecanlanmayan,
vurdumduymaz.
stomach stom.ach st^m'ık isim 1. mide: He's sick at his stomach.
Midesi bulanıyor. 2. karın: She was lying on her

1282
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stomach. Yüzükoyun yatıyordu. fiil dayanmak,


tahammül etmek.
stomachache stom.ach.ache st^m'ıkeyk isim mide ağrısı.
stomp on ayakla ezmek. 2. üzerinde tepinmek.
stomp stomp stamp fiil 1. ayağını yere vurmak; tepinmek. 2.
ayakla ezmek. 3. konuşma dili (bir maçta) (bir takımı)
ağır bir yenilgiye uğratmak, ezmek.
stone an animal to death birini/bir hayvanı taşlayarak öldürmek; birini
recmetmek.
stone crusher konkasör.
stone quarry taşocağı.
stone someone to death birini/bir hayvanı taşlayarak öldürmek; birini
recmetmek.
stone stone ston isim 1. taş. 2. (mücevhere ait) taş. 3. (etli
meyvelerde) çekirdek. 4. (böbrek veya safrada oluşan)
taş. 5. mezar taşı. sıfat taştan yapılmış, taş, kâgir.
stonecutter stone.cut.ter ston'k^tır isim taşçı.
stoned stoned stond sıfat, konuşma dili 1. çok sarhoş, zilzurna
sarhoş, zom. 2. uyuşturucu etkisinde olan, zom.
stonemason stone.ma.son ston'meysın isim duvarcı, taş duvar ören
kalifiye işçi.
stony ston.y sto'ni sıfat 1. taşı çok olan; taşlık. 2. sert, katı,
duygusuz.
stonyhearted ston.y.heart.ed sto'nihartîd sıfat taş yürekli.
stood stood stûd fiil bakınız stand
stool pigeon konuşma dili ispiyon, ispiyoncu, gammaz, muhbir.
stool stool stul isim 1. tabure. 2. dışkı, kazurat; gaita.
stoop stoop stup fiil 1. (öne) eğilmek; öne eğmek; over -in
üstüne eğilmek veya abanmak. 2. omuzları çökük veya
düşük olmak/durmak, hafif kambur olmak: He stoops.
Omuzları çökük. 3. to -e tenezzül etmek: I didn't think
she'd stoop to doing that. Onu yapmaya tenezzül
edeceğini zannetmezdim. isim hafif kambur.
stop at nothing (istediğini elde etmek için) hiçbir şeyden çekinmemek.

1283
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stop by (bir yere) uğramak.


stop in uğramak. 2. İngiliz İngilizcesi dışarı çıkmamak, evde
kalmak.
stop off in (bir yerde) durmak; mola vermek.
stop off (bir yerde) durmak; mola vermek.
stop over in (bir yerde) mola vermek, durmak.
stop round uğramak.
stop short at (bir yerde) birdenbire durmak. 2. işi (belirli bir yere)
vardırmamak.
stop short birdenbire/ansızın durmak, duruvermek.
stop someone from birini (bir şey yapmaktan) vazgeçirmek. 2. birinin (bir
şey yapmasını) engellemek.
stop up tıkamak; tıkanmak. 2. İngiliz İngilizcesi (belirli bir
saate kadar) yatmamak.
stop work mola vermek; paydos etmek.
stop stop stap fiil (stopped, stopping) 1. durmak; stop/istop
etmek; durdurmak; stop/istop ettirmek. 2. (bir şeyi
yapmaktan) vazgeçmek, -i bırakmak, -i kesmek. 3.
engellemek. 4. İngiliz İngilizcesi kalmak: Will you stop
with us for supper? Akşam yemeğine kalır mısın? 5.
(çekin) ödenmesini durdurmak.
stopgap stop.gap stap'gäp isim geçici tedbir.
stoplight stop.light stap'layt isim trafik lambası.
stopover stop.o.ver stap'ovır isim 1. mola; yolculuğu kesip bir
yerde geçici olarak kalma. 2. konaklama yeri.
stoppage at source stopaj, vergilerin kaynağında kesilmesi.
stoppage stop.page stap'îc isim 1. durdurma. 2. (maaştan
yapılan) kesinti. 3. (grev yüzünden meydana gelen)
kesinti, işlerin durması; grev. 4. tıkanma, tıkanıklık.
stopper stop.per stap'ır isim tıkaç, tapa, tıpa. fiil tıkaçlamak,
tapalamak, tıpalamak.
stopwatch stop.watch stap'waç isim kronometre, süreölçer.
storage battery akümülatör, akü.

1284
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

storage stor.age stôr'ic isim 1. depoya koyma, depolama. 2.


ardiye, depo ücreti. 3. bilgisayar bellek.
store store stôr isim 1. dükkân; mağaza. 2. stok, hazne. fiil 1.
(bir şeyi) (bir yerde) saklamak; (bir şeyi) bir depoya
koymak. 2. up içine atmak, biriktirmek.
storekeeper store.keep.er stôr'kipır isim dükkâncı, dükkân işleten
kimse.
storeroom store.room stôr'rum isim sandık odası; depo, ardiye.
storey sto.rey stôr'i isim, İngiliz İngilizcesi bakınız story
storeyed sto.reyed stôr'id sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız storied
storied sto.ried stôr'id sıfat katlı: a two-storied house iki katlı
bir ev.
stork stork stôrk isim leylek.
storm of applause alkış tufanı.
storm storm stôrm isim fırtına; sağanak. fiil 1. şiddetli bir
şekilde hücum ederek (bir yeri) fethetmek; şiddetli bir
şekilde hücum etmek. 2. çok öfkeli bir halde gitmek
veya hareket etmek. 3. bağırıp çağırmak. 4. fırtına
esmek.
stormy storm.y stôr'mi sıfat 1. fırtınalı; sağanak yağışlı. 2.
fırtınalı, kavgalı, çekişmeli.
story sto.ry stôr'i isim 1. hikâye, öykü. 2. makale. 3.
konuşma dili yalan, maval.
storybook sto.ry.book stôr'ibûk isim (çocuklar için) hikâye kitabı.
storyteller sto.ry.tell.er stôr'itelır isim 1. hikâye anlatan kimse,
masalcı. 2. konuşma dili yalancı.
stout stout staut sıfat 1. tombul, toplu, şişman. 2. dayanıklı,
sağlam, güçlü. 3. cesur, yürekli. 4. sadık, sağlam
(destekçi). isim koyu renkli bir çeşit bira.
stove stove stov fiil bakınız stave
stovepipe stove.pipe stov'payp isim soba borusu.
stow stow sto fiil 1. (away) in (bir şeyi) düzenli bir şekilde
(bir yere) koymak. 2. away çok (yemek) yemek. 3.

1285
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

away in/away on (bir taşıtta) kaçak yolcu olarak


saklanmak.
stowaway stow.a.way sto'wıwey isim saklanarak kaçak yolculuk
yapan kimse, kaçak yolcu.
straddle strad.dle sträd'ıl fiil 1. (ata biner gibi) bacaklarını
açarak (bir şeyin) üstüne binmek; (bir şeyin) üstünde ata
binmiş gibi oturmak. 2. (bir yer) (her iki tarafında)
bulunmak. 3. (biri) (her iki tarafı) desteklemek.
straggle strag.gle sträg'ıl fiil 1. in/back (gruptaki çoğu kimse
veya sürüdeki çoğu hayvan geldikten sonra) ayrı ayrı
gelmek veya dönmek. 2. (bir dal) (diğerlerinden ayrı ve
biçimsiz bir şekilde) büyümek. 3. düzensiz bir şekilde
etrafa dağılmış olmak.
straggler strag.glerisim 1. gruptan/sürüden ayrılarak kendi başına
kalmış kimse/hayvan. 2. askeri döküntü.
straight ahead dosdoğru, dümdüz.
straight from the horse's mouth en yetkili ağızdan öğrenilmiş.
straight from the shoulder konuşma dili dobra dobra, hiçbir şeyi örtbas etmeden
(konuşmak, söylemek).
straight off konuşma dili hemen, derhal.
straight out konuşma dili sakınmadan.
straight razor ustura.
straight straight streyt sıfat 1. doğru; düz. 2. doğru, yalan
olmayan. 3. peş peşe, arka arkaya. 4. aralıksız, fasılasız,
ara vermeden. 5. sek (içki). 6. ciddi (bakış). 7. konuşma
dili eşcinsel olmayan. zarf 1. tam; doğru, düz. 2. doğru,
hiçbir yere sapmadan. 3. hemen: He got straight to the
point. Hemen konuya girdi. 4. doğru dürüst, doğru, iyi.
straightaway straight.a.way streyt'ıwey zarf hemen, derhal.
straightedge straight.edge streyt'ec isim cetvel, çizgilik.
straighten out düzeltmek; düzelmek.
straighten someone out konuşma dili birini doğru yola getirmek.
straighten up (bir yeri) bir düzene sokmak. 2. doğrulmak, dik bir
duruma gelmek.

1286
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

straighten straight.en streyt'ın fiil doğrultmak.


straightforward straight.for.ward streytfôr'wırd sıfat 1. apaçık, hiçbir
şeyi gizlemeyen. 2. açıksözlü.
strain at a gnat and swallow a camel önemsiz bir şeyi mesele yapıp önemli bir şeye hiç
aldırmamak; ufak bir kabahati mesele yapıp büyük bir
yanlışa aldırmamak.
strain every nerve elinden geleni yapmak, büyük bir çaba göstermek.
strain one's ears duymaya/dinlemeye çalışmak.
strain one's eyes gözlerine zarar vermek.
strain something out of (bir sıvıyı) süzgeçten geçirip ondan bir şey çıkarmak.
strain strain streyn isim 1. (bitki için) tür; (hayvan için) cins,
soy. 2. müzik ses; nağme. 3. özellik; irsi özellik. 4. tarz.
strainer strain.er strey'nır isim süzgeç.
strait strait streyt isim boğaz.
straitened strait.ened streyt'ınd sıfat bakınız be in straitened
circumstances
straitjacket strait.jack.et streyt'cäkît isim deli gömleği.
straitlaced strait.laced streyt'leyst sıfat ahlak kurallarını
çiğneyenleri sert bir dille eleştiren, ahlak konusunda
çok katı davranan.
straits straitsisim boğaz.
strand strand stränd isim kıyı, sahil, kenar. fiil bakınız be
stranded
strange strange streync sıfat 1. tuhaf, garip, acayip. 2. yabancı.
stranger stran.ger streyn'cır isim yabancı.
strangle stran.gle sträng'gıl fiil boğmak; boğulmak.
strap strap sträp isim 1. kayış. 2. (kadın elbisesini omuza
tutturan) askı. fiil (strapped, strapping) (birini) kayışla
dövmek.
strapless straplesssıfat askısız (kadın elbisesi, mayo).
strata stra.ta strey'tı, strät'ı isim bakınız stratum
stratagem strat.a.gem strät'ıcım isim taktik, manevra, oyun.
strategic stra.te.gic strıti'cîk sıfat strateqik, gengüdümsel.
strategy strat.e.gy strät'ıci isim strateqi, gengüdüm.

1287
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stratum stra.tum strät'ım, strey'tım isim (strata/stratums) tabaka,


katman.
straw color saman rengi.
straw hat hasır şapka.
straw straw strô isim saman.
strawberry straw.ber.ry strô'beri isim çilek.
stray bullet serseri kurşun.
stray stray strey fiil 1. from dolaşarak (bulunması gereken
yerden) ayrılmak. 2. from (konuşurken) (asıl konudan)
ayrılmak. isim yolunu şaşırmış hayvan veya çocuk.
streak streak strik isim 1. çevresinden farklı renkte olan ince
çizgi. It made a streak of light in the sky. Gökte çizgi
halinde bir ışık bıraktı. 2. özellik, taraf, yön. fiil 1.
yıldırım gibi geçmek veya koşmak. 2. (bir yüzeyde)
renkli çizgiler yapmak. 3. (saça) meç yapmak.
stream stream strim isim 1. dere; çay. 2. sel: People were
coming and going in streams. İnsanlar akın halinde
gelip gidiyordu. 3. (akarsuda) akıntı. fiil 1. akmak. 2.
akın halinde gitmek, sel gibi akmak. 3. (saç, bayrak)
dalgalanmak.
streamer stream.er stri'mır isim 1. ince uzun bayrak, flama. 2.
(renkli kâğıttan yapılmış) serpantin.
street door sokak kapısı.
street sweeper sokakları süpüren kimse veya makine.
street vender işportacı.
street vendor işportacı.
street street strit isim sokak; cadde; yol.
streetcar street.car strit'kar isim tramvay.
streetwalker street.walk.er strit'wôkır isim fahişe, orospu.
strength strength strengkth isim kuvvet, güç.
strengthen someone's hand birinin eline koz vermek.
strengthen strength.en strengk'thın fiil kuvvetlendirmek,
güçlendirmek; sağlamlaştırmak; takviye etmek;
pekiştirmek, artırmak; kuvvetlenmek, kuvvet bulmak.

1288
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

strenuous stren.u.ous stren'yuwıs sıfat 1. yorucu, ağır, zor (iş). 2.


gayretli.
stress stress stres isim 1. gerilim. 2. stres. fiil vurgulamak.
stretch a rule kuralı harfi harfine uygulamamak, kuralın bir kısmını
görmezlikten gelmek.
stretch the truth abartmak.
stretch stretch streç fiil 1. germek. 2. esnetmek; esnemek:
Rubber will stretch. Kauçuk esner. 3. uzanmak: The
lake stretched to the horizon. Göl ufka doğru
uzanıyordu. 4. gerinmek. 5. (out) (uzuvlarını)
alabildiğine uzatmak: She stretched her arms. Kollarını
alabildiğine uzattı. 6. out uzanmak: He stretched out on
the couch. Kanepenin üstüne uzandı. 7. (belirli bir süre)
boyunca devam etmek. isim 1. gerinme. 2. esneklik,
elastikiyet. 3. bölüm, kısım, parça.
stretcher stretch.er streç'ır isim sedye.
strew strew stru fiil (strewed, strewed/strewn) saçmak,
yaymak.
stricken strick.en strîk'ın fiil bakınız strike sıfat with/by -e
uğramış, yakalanmış veya tutulmuş: stricken by poverty
fakir bir hale düşmüş.
strict strict strîkt sıfat 1. sert, katı, çok kuralcı, kurallara çok
bağlı. 2. tam; sıkı.
strictly speaking kurallara bakılırsa.
strictly strict.lyzarf bakınız strictly speaking
stridden strid.den strîd'ın fiil bakınız stride
stride out of uzun adımlarla yürüyerek çıkmak.
stride stride strayd fiil (strode, stridden) 1. uzun adımlarla
yürümek. 2. over bir adımda -in üstünden geçmek. isim
uzun adım.
strident stri.dent strayd'ınt sıfat 1. gürültülü; tiz, rahatsız edici
(ses). 2. rahatsız edici (renk). 3. katı, sert (ifade).
strife strife strayf isim 1. savaş; çatışma. 2. kavga; çekişme;
arbede.

1289
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

strike a balance uzlaşmak.


strike a bargain anlaşmaya varmak, mutabık kalmak.
strike home canevinden vurmak.
strike it rich birdenbire zengin olmak.
strike on (bir şeyi) keşfetmek.
strike one's flag teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek.
strike out for -e doğru gitmek. 2. sağa sola vurmak, sağa sola
yumruk yağdırmak.
strike sail yelkenleri mayna etmek.
strike someone down birini yere yıkmak. 2. birini öldürmek.
strike something out (iptal etmek için) bir şeyi çizmek.
strike terror into (birini) dehşete düşürmek.
strike the right note yerinde söz söylemek, lafı gediğine oturtmak.
strike up a friendship arkadaşlık kurmak.
strike up a tune (bando, orkestra v.b.) bir parça çalmaya başlamak.
Strike while the iron is hot. Demir tavında dövülür.
strike strike strayk fiil (struck, struck/stricken) 1. vurmak. 2.
çarpmak. 3. (yıldırım) düşmek. 4. (kibriti) çakmak,
yakmak. 5. (piyanonun veya daktilonun tuşlarına)
basmak. 6. (saat) (belirli bir zamanı) çalmak. 7.
(birinde) izlenim bırakmak. 8. (madeni parayı) basmak.
9. grev yapmak. 10. birdenbire (birinin) aklına gelmek;
birdenbire anlamak. 11. into (bir şeyi) (başka bir şeye)
saplamak, vurmak.
striker strik.er stray'kır isim 1. grevci. 2. ofansif oynayan
futbolcu.
striking strik.ing stray'kîng sıfat göze çarpan, dikkati çeken;
frapan.
string along with konuşma dili (ile) beraber gitmek veya gelmek.
string along konuşma dili (ile) beraber gitmek veya gelmek.
string bag file.
string bean çalıfasulyesi.
string instrument müzik telli müzik aleti, telli çalgı.
string out -i ipe asmak.

1290
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

string someone along konuşma dili 1. birine umut vererek aldatmak, birini
oyalamak. 2. (vakit kazanmak için) birini oyalamak.
string someone up konuşma dili birini ipe çekmek.
string string strîng isim 1. ip; sicim. 2. (telli çalgılarda) tel
veya kiriş; (piyanoda) tel. 3. bilgisayar dizgi.
stringed stringedsıfat telli: stringed instrument telli çalgı.
stringent strin.gent strîn'cınt sıfat 1. sert, sıkı veya zor (şey). 2.
buruk.
strings stringsisim telli çalgılar.
stringy string.y strîng'i sıfat 1. tel gibi. 2. tel tel.
strip someone of birinden (bir şeyi) almak, birini (bir şeyden) mahrum
etmek.
strip strip strîp fiil (stripped, stripping) 1. (off) soymak;
çıkarmak; kazımak. 2. soymak, giysilerini çıkarmak;
soyunmak. 3. (motoru, tüfeği, makineyi, otomobili)
söküp parçalara ayırmak. 4. (vitesin) dişlerini
koparmak/kırmak; (vidanın) burmalarını ezmek/yok
etmek.
stripe stripe strayp isim 1. (renkli) çizgi, yol. 2. askeri
(üniformanın koluna dikili, rütbe gösteren) şerit, sırma.
3. tür.
striped strip.edsıfat çizgili.
stripling strip.ling strîp'lîng isim genç delikanlı.
stripper strip.per strîp'ır isim 1. vernik veya boyayı çıkaran
madde. 2. konuşma dili striptizci.
striptease strip.tease strîp'tiz isim striptiz.
strive strive strayv fiil (strove, striven) çabalamak, gayret
etmek, uğraşmak.
striven striv.en strîv'ın fiil bakınız strive
strode strode strod fiil bakınız stride
stroke stroke strok isim 1. vuruş, darbe. 2. felç, inme. fiil
okşamak, sıvazlamak.
stroll stroll strol fiil around dolaşmak, gezmek; gezinmek.
isim dolaşma, gezme; gezinti.

1291
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stroller stroll.erisim puset.


strong language küfür, ağır söz, sert dil.
strong strong strông sıfat 1. kuvvetli, güçlü. 2. dayanıklı;
sağlam. 3. şiddetli (rüzgâr, darbe). 4. sert (içki); koyu
(kahve); demli, koyu (çay). 5. kesin (görüş); sert (söz);
derinden gelen, şiddetli (duygu). 6. çok inandırıcı,
kuvvetli (kanıt). 7. kesif, kuvvetli, ağır (koku). 8.
(borsadaki değerler için) yüksek. 9. Belirli bir sayı için
kullanılır: The army was ten thousand strong. Ordu on
bin askerden ibaretti. zarf bakınız be going strong be
strong in
strongbox strong.box strông'baks isim ufak kasa.
stronghold strong.hold strông'hold isim kale.
strong-minded strong-mind.ed strông'mayndîd sıfat bildiğinden
şaşmaz, düşüncesinde kararlı, iradesi kuvvetli.
strong-willed strong-willed strông'wîld sıfat iradesi kuvvetli; inatçı.
strop strop strap isim ustura kayışı, berber kayışı.
strove strove strov fiil bakınız strive
struck struck str^k fiil bakınız strike
structural struc.tur.al str^k'çırıl sıfat yapısal, strüktürel.
structure struc.ture str^k'çır isim yapı. fiil düzenlemek,
biçimlendirmek, şekillendirmek.
struggle strug.gle str^g'ıl fiil çabalamak, uğraşmak, mücadele
etmek. isim çabalama, uğraşma, mücadele.
strum strum str^m fiil (strummed, strumming) (telli çalgıyı)
tıngırdatmak.
strumpet strum.pet str^m'pît isim fahişe, orospu.
strung strung str^ng fiil bakınız string
strut strut str^t fiil (strutted, strutting) kasılarak yürümek.
isim 1. (çatıda) göğüsleme. 2. kasılarak yürüme.
stub a cigarette out on sigarayı (bir şeye) bastırarak söndürmek.
stub a cigarette out sigarayı (bir şeye) bastırarak söndürmek.
stub stub st^b isim 1. kullanılmış bir şeyden kalan parça:
cigarette stub sigara izmariti. 2. koçan: check stub çek

1292
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

koçanı. fiil (stubbed, stubbing) (ayak parmağını) (sert


bir şeye) çarparak incitmek.
stubble stub.ble st^b'ıl isim 1. anız (biçilmiş ekinin yerde kalan
sapları). 2. bir veya iki günlük tıraş, tıraştan sonraki bir
iki gün içinde uzayan sakal.
stubborn stub.born st^b'ırn sıfat inatçı, dik başlı.
stubbornness stub.born.nessisim inatçılık.
stuck stuck st^k fiil bakınız stick
stuck-up stuck-up st^k'^p sıfat, konuşma dili burnu havada olan,
kendini beğenmiş.
stud stud st^d fiil (studded, studding) bakınız be studded
with isim 1. (bina duvarlarının iskeletinde kullanılan)
dikme, direk. 2. iri başlı çivi.
student stu.dent stu'dınt isim öğrenci, talebe.
studied stud.ied st^d'id sıfat 1. iyice düşünülmüş. 2. önceden
prova edilmiş gibi.
studio stu.di.o stu'diyo isim stüdyo.
studious stu.di.ous stu'diyıs sıfat 1. ders çalışmayı seven; bir
konu üzerinde araştırma yapmayı seven. 2. dikkatli,
özenli.
study for the ministry papaz olmak için okumak, papazlık eğitimi görmek.
study hall (ortaokul veya liselerde) çalışma salonu.
study stud.y st^d'i fiil 1. (ders) çalışmak. 2. okumak, ...
öğrenimi görmek. 3. at (bir yerde) eğitim görmek; under
(belirli bir hocanın) nezaretinde çalışmak/okumak. 4.
konuşma dili about -i iyice düşünmek.
Stuff and nonsense! Ne saçma!
Stuff it! konuşma dili Haydi oradan!/Zırvalama!
stuff oneself tıkınmak, tıka basa yemek yemek.
stuff stuff st^f isim 1. madde: What do you call that oily
stuff? O yağlı maddenin adı ne? 2. (belirli bir tipe özgü)
karakteristikler. 3. eşya; bagaq. 4. konuşma dili yazılar.
5. argo (belirli bir) davranış: I don't want any funny
stuff out of you! Sakın bir tilkilik yapmaya kalkma! No

1293
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

rough stuff! Metazori yok! fiil 1. (with) (ile) doldurmak.


2. tahnit etmek. 3. in -e (bir şey) tıkıştırmak. 4. up
(birinin burnunu) tıkamak; (bir deliği) doldurarak
kapatmak, tıkamak.
stuffing stuff.ingisim 1. dolgu maddesi, dolgu. 2. (bir yiyeceğe
doldurulan) malzeme; dolma içi.
stuffy stuff.y st^f'i sıfat 1. havasız. 2. fazla resmi davranan;
fazla resmi, ağır.
stultify stul.ti.fy st^l'tıfay fiil 1. (şevk, heves, inisiyatif v.b.'ni)
yavaş yavaş yok etmek. 2. -i çıkmaza sokmak.
stultifying stul.ti.fy.ingsıfat insanın inisiyatifini yavaş yavaş yok
eden; boğucu.
stumble stum.ble st^m'bıl fiil 1. (on) (birinin) ayağı
takılmak/sürçmek; tökezlemek. 2. (yüksek sesle)
okurken veya söylerken yanlış yapmak; dili sürçmek. 3.
sendelemek. 4. across/on/upon rasgele bulmak,
tesadüfen bulmak; tesadüf etmek. isim sürçme.
stumbling block engel.
stump stump st^mp isim 1. kütük, kesilmiş ağacın toprakta
kalan bölümü. 2. kesilmiş bir uzvun bedende kalan
bölümü. fiil 1. gürültülü bir şekilde yürümek, paldır
küldür yürümek. 2. (oy toplamak veya destek sağlamak
için) her yerde bir nutuk çekerek (bir bölgeyi)
dolaşmak. 3. (birine) cevap veremeyeceği bir soru
sormak; hiç cevap bulamamak. 4. (ayak parmağını) bir
şeye çarparak incitmek.
stun stun st^n fiil (stunned, stunning) 1. sersemletmek. 2. -i
şoke etmek, (birinde) şok etkisi yaratmak, -i çok
şaşırtmak.
stung stung st^ng fiil bakınız sting
stunk stunk st^ngk fiil bakınız stink
stunning stun.ning st^n'îng sıfat çok güzel, harika, enfes.
stunt man sinema tehlikeli sahnelerde aktörün yerine oynayan
dublör.

1294
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

stunt stunt st^nt fiil -in büyümesini/gelişmesini önlemek.


stunted stunt.edsıfat bodur, gelişmesi önlenmiş.
stupefy stu.pe.fy stu'pıfay fiil 1. sersemletmek, serseme
çevirmek. 2. şoke etmek, çok şaşırtmak.
stupendous stu.pen.dous stupen'dıs sıfat 1. dehşet verici, müthiş,
hayrete düşüren. 2. muazzam, çok büyük.
stupid stu.pid stu'pîd sıfat 1. aptal, kalın kafalı, ahmak,
budala, enayi, dangalak. 2. saçma, aptalca.
stupidity stu.pid.ityisim aptallık.
stupor stu.por stu'pır isim uyuşuk hal, uyuşukluk; sarhoş hal,
sarhoşluk.
sturdy stur.dy stır'di sıfat 1. sağlam, dayanıklı. 2. gürbüz,
sağlıklı.
stutter stut.ter st^t'ır fiil pepelemek; kekelemek. isim
pepeleme; kekeleme.
sty sty stay isim (gözkapağında) arpacık, itdirseği.
stye stye stay isim (gözkapağında) arpacık, itdirseği.
style style stayl isim 1. üslup, biçem; stil; tarz, biçim. 2. zarif
ve özgün bir tarz; lüks bir tarz: She dresses with style.
Zarif ve özgün bir tarzda giyiniyor. 3. moda. 4. model,
tip; çeşit. fiil 1. (bir şeye) (belirli bir) stil vermek. 2.
(birine) (belirli bir ad) takmak/vermek.
stylise styl.ise stay'layz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız stylize
stylish styl.ish stay'lîş sıfat şık.
stylist styl.ist stay'lîst isim 1. (bir şeye) (belirli bir) stil veren
kimse, stilist: hair stylist saç modelleri yaratan kimse. 2.
belirli bir üslubu olan yazar; üslupçu, biçemci.
stylize styl.ize stay'layz fiil üsluplaştırmak, biçemlemek,
stilize etmek.
styptic styp.tic stîp'tîk sıfat stiptik, kanın akmasını durduran
(madde). isim stiptik, stiptik madde.
suave suave swav sıfat 1. hoş tavırlı ve rahat; rahat ve
kendinden emin. 2. hoş tavırlarıyla insanları kandıran.
3. hoş fakat aldatıcı.

1295
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sub- sub-önek 1. alt: submarine denizaltı. 2. ikincil, alt:


subcommittee altkurul. 3. yakın: subtropical astropikal.
subaltern sub.al.tern s^bôl'tırn isim, İngiliz İngilizcesi, askeri
teğmen.
subcommittee sub.com.mit.tee s^b'kımîti isim altkurul.
subconscious sub.con.scious s^bkan'şıs sıfat bilinçaltı, şuuraltı. isim
bakınız the subconscious
subcontract sub.con.tract s^bkınträkt' fiil 1. (işi) taşerona vermek.
2. taşeron olarak (işi) almak. 3. taşeronluk etmek.
subcontractor sub.con.trac.torisim taşeron, ikinci üstenci.
subdivide sub.di.vide s^bdîvayd' fiil 1. tekrar bölmek. 2. (araziyi)
parselleyip üzerine ev yapmak/yaptırmak. 3.
parsellemek; parsellenmek.
subdivision sub.di.vi.sion s^bdîvîq'ın isim parsellenip üzerine evler
yapılmış veya yapılacak olan yer.
subdue sub.due s^bdu' fiil 1. (bir yeri, halkı) zor kullanarak
kontrol altına almak. 2. (birini) hizaya getirmek. 3. (bir
isteği, korkuyu) bastırmak.
subject to review ileride değiştirme şartıyla.
subject sub.ject sıbcekt' fiil 1. to (birini) (olumsuz bir şeye)
maruz bırakmak. 2. to (birine) (olumsuz bir şey)
yapmak. 3. to -i buyruğu altına almak; -in buyruğu
altına girmek: Don't subqect yourself to them! Onların
buyruğu altına girme!
subjective sub.jec.tive sıbcek'tîv sıfat 1. öznel, sübqektif. 2.
hayali.
subjectivity sub.jec.tiv.i.tyisim öznellik, sübqektiflik.
subjugate sub.ju.gate s^b'cûgeyt fiil 1. (bir halkı) buyruğu altına
almak; (bir yeri) kontrolü altına almak. 2. boyun
eğdirmek, ram etmek.
subjunctive sub.junc.tive sıbc^ngk'tîv isim, dilbilgisi istek kipi.
sıfat istek kipine ait.

1296
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sublease sub.lease s ^blis' fiil to (asıl kiracı) (kiraladığı yeri) (bir


başkasına) kiralamak; from (bir yeri) (asıl kiracıdan)
kiralamak, kira ile tutmak.
sublet sub.let s^blet' fiil (sublet, subletting) bakınız sublease
isim asıl kiracı tarafından kiraya verilen yer.
sublimate sub.li.mate s^b'lımeyt fiil 1. kimya süblimleştirmek;
süblimleşmek. 2. ruhbilim (eğilimi, isteği) yüceltmek.
sublime sub.lime sıblaym' sıfat yüce, ulu.
submarine sub.ma.rine s^bmırin' sıfat 1. denizaltı. 2. denizaltında
yetişen. isim (s^b'mırin) denizaltı (gemi).
submerge sub.merge sıbmırc' fiil 1. -i suyun içine
batırmak/daldırmak; suyun içine batmak/dalmak. 2.
sular (bir yeri) kaplamak; sular altında kalmak.
submerse sub.merse sıbmırs' fiil bakınız submerge
submission sub.mis.sion sıbmîş'ın isim 1. arz, arz ediş, sunuş,
bildirme. 2. arzedilen şey, sunulan şey, maruzat;
bildirilen görüş. 3. teslimiyet, boyun eğme.
submissive sub.mis.sive sıbmîs'îv sıfat uysal, itaatli, itaatkâr.
submissiveness sub.mis.sive.nessisim uysallık.
submit sub.mit sıbmît' fiil (submitted, submitting) 1. teslim
olmak, boyun eğmek. 2. arzetmek, sunmak, bildirmek,
göndermek, vermek. 3. (fikir) ileri sürmek.
subordinate sub.or.di.nate sıbôr'dınît sıfat ( başka bir şeye göre) -
den aşağı kalan; -den sonra gelen; daha az önemli olan;
başkasının emrinde olan (kimse). isim başkasının
emrinde olan kimse.
subpena sub.pe.na sıbpi'nı isim, hukuk çağrı, birini mahkemeye
çağıran resmi yazı. fiil, hukuk (birini) mahkemeye
çağırmak, (birine) mahkeme çağrısı yollamak.
subpoena sub.poe.na sıpi'nı isim, hukuk çağrı, birini mahkemeye
çağıran resmi yazı. fiil, hukuk (birini) mahkemeye
çağırmak, (birine) mahkeme çağrısı yollamak.

1297
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

subscribe sub.scribe sıbskrayb' fiil 1. to (dergi, gazete v.b.'ne)


abone olmak. 2. to (bir görüşü) paylaşmak, (bir görüşe)
taraftar olmak.
subscriber sub.scrib.erisim (dergi, gazete veya telefon için) abone.
subscription sub.scrip.tion sıbskrîp'şın isim 1. abonman, abone
olma. 2. abonman, abonman ücreti.
subsequent sub.se.juent s^b'sıkwınt sıfat sonraki, sonra gelen,
(belirli birr olayı) takip eden.
subsequently sub.se.juent.lyzarf sonradan.
subservient sub.ser.vi.ent sıbsır'viyınt sıfat uşakvari, uşak gibi
davranan, fazlasıyla itaatli.
subside sub.side sıbsayd' fiil 1. (fırtına, rüzgâr, yağmur)
dinmeye başlamak veya dinmek; (dalgalı deniz)
durgunlaşmaya başlamak veya durgunlaşmak. 2. (öfke,
kavga v.b.) bitmeye yüz tutmak veya bitmek. 3. (talep)
azalmak. 4. (ateş) düşmek. 5. (selle gelen sular)
çekilmeye başlamak, çekilmek. 6. (toprak) çökmek. 7.
(bina) oturmak, (binada) tasman olmak.
subsidiary sub.sid.i.ar.y sıbsîd'iyeri sıfat yardımcı, ek; ikincil, yan:
subsidiary company yan şirket. isim yan kuruluş.
subsidise sub.si.dise s^b'sıdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
subsidize
subsidize sub.si.dize s^b'sıdayz fiil 1. -i sübvansiyonla
desteklemek. 2. -e para yardımında bulunmak.
subsidy sub.si.dy s^b'sıdi isim 1. sübvansiyon; (devlet
bütçesinde) tahsisat. 2. para yardımı.
subsist sub.sist sıbsîst' fiil on ile geçinmek; ile yaşamak.
subsistence sub.sist.ence sıbsîs'tıns isim 1. kendini geçindirme. 2.
birini geçindiren şey; ekmek kapısı; birini kıt kanaat
geçindiren şey. 3. nafaka, geçimlik.
substance sub.stance s^b'stıns isim 1. madde. 2. gerçek, hakikat.
3. esas, asıl, öz. 4. asıl anlam. 5. esaslılık, önem: The
speech lacked substance. Konuşmada önemli hiçbir şey
yoktu.

1298
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

substantial sub.stan.tial sıbstän'şıl sıfat 1. çok doyurucu (yemek).


2. çok tatmin edici (maaş). 3. sağlam ve dayanıklı. 4.
büyük. 5. sağlam, önemli (sebep, kanıt v.b.). 6. oldukça
zengin.
substantiate sub.stan.ti.ate sıbstän'şiyeyt fiil ispat etmek,
kanıtlamak.
substantive sub.stan.tive s^b'stıntîv isim, dilbilgisi isim.
substitute sub.sti.tute s^b'stıtut isim 1. (geçici bir süre için)
başkasının yerine geçen/konuşan kimse; başkasının
görevini yapan kimse; başkasına vekâlet eden kimse,
vekil; başkasının yerine geçirilen kimse. 2. başka bir
şeyin yerine kullanılan veya kullanılabilen şey. 3. yedek
öğretmen. 4. yedek oyuncu. sıfat 1. (geçici bir süre için)
başkasının yerine geçen/çalışan, başkasının görevini
yapan; başkasına vekâlet eden; başkasının yerine
geçirilmiş. 2. başka bir şeyin yerine kullanılan veya
kullanılabilen. fiil 1. for (geçici bir süre için)
(başkasının) yerine çalışmak; (başkasına) vekâlet
etmek; -i (başkasının) yerine çalıştırmak; -i (başkasına)
vekâlet ettirmek; -i (başkasının) yerine geçirmek. 2. for
-i (başka bir şeyin) yerine kullanmak. 3. spor for (yedek
oyuncuyu) (başka bir oyuncunun) yerine oynatmak.
substitution sub.sti.tu.tion s^bstıtu'şın isim 1. (geçici bir süre için)
(birini) (başkasının) yerine çalıştırma. 2. (geçici bir süre
için) (bir şeyi) (başka bir şeyin) yerine kullanma.
subterfuge sub.ter.fuge s^b'tırfyuc isim 1. hile, manevra. 2. hileye
başvurma.
subterranean sub.ter.ra.ne.an s^btırey'niyın sıfat yeraltı.
subtitle sub.ti.tle s^b'taytıl isim 1. altbaşlık. 2. sinema altyazı.
subtle sub.tle s^t'ıl sıfat 1. ince, hafif, hemen göze çarpmayan.
2. meselenin ince taraflarını kavrayabilen/anlayabilen.
3. ince bir şekilde hazırlanmış, ince bir zekâyı yansıtan
(plan v.b.).

1299
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

subtlety sub.tle.ty s^t'ılti isim 1. incelik: There's a subtlety in his


work. Onun eserlerinde hemen göze çarpmayan
birtakım incelikler var. 2. (bir mesele veya düşünceye
ait) ince taraf, incelik. 3. ince fark.
subtract sub.tract sıbträkt' fiil, matematik çıkarma işlemi
yapmak; from (bir sayıyı) (başka bir sayıdan) çıkarmak.
subtraction sub.trac.tion sıbträk'şın isim, matematik çıkarma.
subtropic sub.trop.ic s^btrap'îk sıfat bakınız subtropical
subtropical sub.trop.i.cal s^btrap'îkıl sıfat astropikal.
suburb sub.urb s^b'ırb isim varoş, dış mahalle.
suburban sub.ur.ban sıbır'bın sıfat 1. banliyöye ait. 2. banliyöde
oturanlara özgü.
subvention sub.ven.tion sıbven'şın isim 1. sübvansiyon. 2. tahsisat;
para bağışı.
subversion sub.ver.sion sıbvır'qın isim (insanların güven veya
inancını sarsarak) (devleti, bir kurumu) çökertme veya
yıkma.
subversive sub.ver.sive sıbvır'sîv sıfat (insanların güven veya
inancını sarsarak) (devleti, bir kurumu) çökerten veya
yıkan.
subvert sub.vert sıbvırt' fiil (insanların güven veya inancını
sarsarak) (devleti, bir kurumu) çökertmek veya yıkmak.

subway sub.way s^b'wey isim 1. metro (treni). 2. metro, metro


şebekesi. 3. (yayalar için) altgeçit.
succeed suc.ceed sıksid' fiil 1. başarılı olmak, başarmak; in (bir
şeyi yapmayı) başarmak, becermek. 2. takip etmek,
izlemek, -den sonra gelmek. 3. (birinin) yerine geçmek;
(birinin) halefi olmak; to (birinin yerine veya bir şeye)
halef veya vâris olarak sahip olmak.
success suc.cess sıkses' isim 1. başarı, başarılmış iş. 2. başarma,
başarı. 3. başarılı olan kimse.
successful suc.cess.ful sıkses'fıl sıfat başarılı, muvaffak.

1300
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

succession suc.ces.sion sıkseş'ın isim 1. of (birbirini takip eden)


bir sürü (kimse); (birbirini takip eden) bir dizi (şey):
This place has had a succession of owners. Bu yerin bir
sürü sahibi oldu. 2. birbirini takip etme: The events took
place in rapid succession. Olaylar hızla birbirini takip
etti. 3. (birinin yerine veya bir şeye) halef veya vâris
olarak sahip olma. 4. hukuk halef olma. 5. halef olma
hakkı. 6. halefler.
successive suc.ces.sive sıkses'îv sıfat peş peşe, arka arkaya, üst
üste.
successor suc.ces.sor sıkses'ır isim halef; vâris.
succor suc.cor s^k'ır fiil imdat etmek, imdadına yetişmek. isim
imdat, yardım.
succour suc.cour s^k'ır fiil imdat etmek, imdadına yetişmek.
isim imdat, yardım.
succulent suc.cu.lent s^k'yılınt sıfat 1. taze ve sulu (meyve,
sebze). 2. lezzetli, kart olmayan (et).
succumb suc.cumb sık^m' fiil 1. (to) dayanamamak,
direnememek, yenilmek; dayanamayarak karşı
gelmekten vazgeçmek. 2. (to) (bir hastalığa) karşı
direnemeyip ölmek, yenik düşmek.
such a one böyle biri; öyle biri.
such and such filan şey, filan, falan şey, falan. 2. filan, falan.
such as he is Küçümseme belirtir: The doctors, such as they were,
had never heard of ether. Hekim geçinenlerin
lokmanruhundan haberi bile yoktu.
Such stories wring the heart. Öyle hikâyeler insanın kalbini burar.
such such s^ç zamir 1. öyle/şöyle/böyle bir kişi veya şey;
öyle/şöyle/böyle kişiler veya şeyler: It's his philosophy,
if it may be called such. Onun felsefesidir, eğer ona
felsefe demek doğruysa. His request was such that it
couldn't be refused. Onun ricası geri çevrilecek cinsten
değildi. Such is life. İşte hayat böyle. Such was not my
intention. Niyetim öyle değildi. 2. ... gibi: Fruits such as

1301
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

raspberries and blackberries don't keep for long.


Ağaççileği ve böğürtlen gibi meyveler çabuk bozulur.
sıfat 1. öyle; şöyle; böyle: Such things are easy for her.
Böyle şeyler ona kolay geliyor. It appears to be such.
Öyle görünüyor. 2. öyle, o kadar; şöyle, şu kadar;
böyle, bu kadar: It wasn't such a hard test. O kadar zor
bir sınav değildi. 3. -e benzeyen, -e benzer: It's a
muskrat or some such thing. Miskfaresi veya ona
benzer bir şey. He's got twenty such roses. Onda bunun
gibi yirmi gül var. You'll do no such thing! Öyle bir şey
yapamazsın! You can consult me about such matters.
Bu gibi meselelerde bana danışabilirsiniz. 4. Ne ...!/Ne
kadar ...!: Such vulgarity! Ne adilik!
suchlike such.like s^ç'layk sıfat benzer. zamir buna benzeyenler,
benzerler; benzer bir kişi, benzer; benzer bir şey,
benzer.
suck up to konuşma dili (birine) yağcılık etmek.
suck suck s^k fiil 1. emmek. 2. konuşma dili (bir şey) berbat
olmak.
sucker suck.er s^k'ır isim 1. konuşma dili enayi, aptal. 2.
(horoz şekeri gibi emilerek yenen) çubuklu şeker. 3.
(bitkinin dibinden çıkan) sürgün, fışkın, piç. 4. zooloji
çekmen, vantuz. 5. (lastik) vantuz.
suckle suck.le s^k'ıl fiil -i emzirmek, -e meme vermek.
suction fan emici vantilatör.
suction suc.tion s^k'şın isim emme.
Sudan Su.dan sudän' isim Sudan, Sudan Cumhuriyeti.
Sudanese Su.da.nese sudıniz' isim (Sudanese) Sudanlı; Sudan
Cumhuriyetli. sıfat 1. Sudan, Sudan Cumhuriyeti'ne
özgü. 2. coğrafya Sudan, Sudan'a özgü. 3. Sudanlı;
Sudan Cumhuriyetli.
sudden sud.den s^d'ın sıfat ani.
suddenly sud.den.lyzarf birdenbire, aniden, ansızın.

1302
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

suds suds s^dz isim, çoğul 1. (sabunlu suyun üstündeki)


köpükler. 2. argo bira.
sudsy sudsysıfat köpüklü.
sue sue su fiil 1. (birini, bir kurumu) dava etmek,
(birine/bir kuruma) dava açmak. 2. for -i talep etmek.
suede suede sweyd isim podüsüet, süet. sıfat podüsüetten
yapılmış, podüsüet, süet.
suet su.et su'wît isim (sığır veya koyun) içyağı.
Suez Su.ez suwez', su'wez isim Süveyş.
suffer attrition zayiat vermek.
suffer suf.fer s^f'ır fiil 1. ıstırap çekmek, acı çekmek; -i
çekmek; from (belirli bir hastalıktan) mustarip olmak;
from -in sıkıntısını çekmek; for -in acısını çekmek. 2.
(kötü bir şeye) uğramak. 3. eski seviyesinden aşağı
düşmek: His work has suffered as a result of this.
Bunun sonucunda işi eski seviyesinden aşağı düştü.
sufferance suf.fer.ance s^f'ırıns isim bakınız be in a place on
sufferance
sufferer suf.fer.erisim (bir hastalıktan) mustarip olan kimse, (bir
illetin) hastası olan kimse.
suffering suf.fer.ing s^f'ırîng, s^f'rîng isim ıstırap, acı; dert;
kahır; mihnet; eziyet, cefa; çile. sıfat ıstırap çeken;
dert/sıkıntı içinde olan.
suffice suf.fice sıfays' fiil kâfi gelmek, yetmek: Suffice it to
say that I was not pleased. Sadece memnun olmadığımı
söylemek yeter herhalde.
sufficiency suf.fi.cien.cy sıfîş'ınsi isim 1. yeterlilik, yeterli olma. 2.
yeterli bir miktar.
sufficient suf.fi.cient sıfîş'ınt sıfat yeterli, kâfi.
suffix suf.fix s^f'îks isim, dilbilgisi sonek.
suffocate suf.fo.cate s^f'ıkeyt fiil boğmak; boğulmak.
suffocating suf.fo.cat.ingsıfat boğucu.
suffocation suf.fo.ca.tionisim boğma; boğulma.
suffrage suf.frage s^f'rîc isim oy hakkı.

1303
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

suffuse suf.fuse sıfyuz' fiil kaplamak; doldurmak; yayılarak


(belirli bir renge) boyamak.
Sufi Su.fi su'fi isim mutasavvıf, sofi.
Sufism Su.fism su'fîzım isim tasavvuf.
sugar basin İngiliz İngilizcesi şekerlik, şeker kabı.
sugar beet şekerpancarı.
sugar bowl şekerlik, şeker kabı.
sugar refinery şeker fabrikası.
sugar sug.ar şûg'ır isim şeker. fiil şeker katmak.
sugarcane sug.ar.cane şûg'ırkeyn isim şekerkamışı.
sugarcoat sug.ar.coat şûg'ırkot fiil 1. şekerle kaplamak. 2. (kötü
bir şeyi) güzel ve masum bir kisve altında saklamak. 3.
(zor veya tatsız bir şeyi) daha çekilir bir hale sokmak.
sugary sug.ar.y şûg'ıri sıfat 1. şekerli; tatlı. 2. abartılı veya
sahte bir tatlılığı veya şirinliği olan.
suggest sug.gest sıgcest', sıcest' fiil 1. (fikir) ileri sürmek, öne
sürmek; teklif etmek, önermek. 2. (bir şey) (başka bir
şeyi) akla getirmek. 3. (belirli bir) izlenim bırakmak,
hissini vermek.
suggestion sug.ges.tion sıgces'çın isim 1. ileri sürülen fikir; teklif,
öneri. 2. belli belirsiz bir şey. 3. (fikir) ileri sürme; teklif
etme. 4. (bir şey) (başka bir şeyi) akla getirme. 5.
ruhbilim telkin.
suggestive sug.ges.tive sıgces'tîv sıfat açık saçık; açık saçık şeyleri
ima eden.
suicidal su.i.ci.dal suwısayd'ıl sıfat 1. intihar etme isteğinden
kaynaklanan. 2. intihara doğru giden. 3. intiharla
eşanlamlı. 4. kendini veya kurumu yok edecek (bir
karar, bir hareket v.b.).
suicide su.i.cide su'wısayd isim intihar.
suit oneself kendi istediği gibi yapmak.
Suit yourself! Nasıl istersen!
suit suit sut fiil 1. uygun gelmek; (birinin) zevkine veya
ihtiyacına göre olmak. 2. (birine) yakışmak, (birine)

1304
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

göre olmak. 3. (bir şeyin) adamı olmak. 4. to (bir şeyi)


(başka bir şeye) uygun bir hale getirmek.
suitability suit.a.bil.i.ty sutıbîl'ıti isim uygunluk.
suitable suit.a.ble su'tıbıl sıfat uygun; münasip, müsait; yerinde;
elverişli.
suitcase suit.case sut'keys isim bavul.
suite suite swit isim 1. (mobilya için) takım. 2. birkaç
odadan ibaret olan daire. 3. müzik süit. 4. maiyet.
suitor suit.or su'tır isim talip: Mediha has three suitors.
Mediha'nın üç talibi var.
sulfur sul.fur s^l'fır isim, kimya kükürt.
sulfuric sul.fu.ric s^lfyûr'îk sıfat, kimya sülfürik.
sulk sulk s^lk fiil somurtmak, surat asmak. isim bakınız be
in a sulk be in the sulks have a fit of the sulks
sulky sulk.y s^l'ki sıfat somurtkan, somurtuk, asık suratlı.
sullen sul.len s^l'ın sıfat 1. öfke dolu fakat sessiz. 2. (fırtınaya
gebe bir havaya özgü) kurşuni, karanlık (gök, bulutlar).
sully sul.ly s^l'i fiil kirletmek, lekelemek; gölge düşürmek.
sulphur sul.phur s^l'fır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız sulfur
sultan sul.tan s^l'tın isim sultan (erkek hükümdar).
sultana sul.tan.a s^ltän'ı, s^lta'nı isim 1. sultani kuru üzüm. 2.
camgüzeli. 3. sultan (sultanın
karısı/annesi/kızkardeşi/kızı).
sultry sul.try s^l'tri sıfat 1. sıcak ve nemli (hava). 2. şehvet
uyandıran; şehvetli; şehvet dolu.
sum something up bir şeyi özetlemek. 2. bir durumu anlamak/kavramak.
sum sum s^m isim 1. toplam, yekûn, mecmu. 2. para
miktarı, meblağ, tutar. 3. çoğul aritmetik. fiil (summed,
summing) bakınız sum something up
sumac su.mac su'mäk, su'mak isim sumak, somak.
sumach su.mach şu'mäk, şu'mak isim sumak, somak.
summarise sum.ma.ri.se s^m'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
summarize
summarize sum.ma.rize s^m'ırayz fiil özetlemek.

1305
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

summary sum.ma.ry s^m'ıri sıfat 1. özet halinde olan; çok kısa,


detaylı olmayan. 2. fazlasıyla çabuk yapılan. isim özet.
summer house yazlık, sayfiye.
summer sum.mer s^m'ır isim yaz, yaz mevsimi. fiil yazı
geçirmek.
summerhouse sum.mer.houseisim kameriye; çardak.
summersault sum.mer.sault s^m'ırsôlt isim, fiil bakınız somersault
summery sum.merysıfat yaz gibi; yazı akla getiren.
summit meeting politika zirve toplantısı.
summit sum.mit s^m'ît isim 1. zirve, doruk. 2. politika zirve,
zirve toplantısı.
summon sum.mon s^m'ın fiil 1. (birini) resmen emirle çağırmak;
(birini) çağırtmak. 2. (toplantının) yapılması için emir
vermek. 3. (up) (gücünü veya cesaretini) toplamak.
summons sum.mons s^m'ınz isim (summonses) 1. hukuk
celpname, celp, çağrı. 2. çağrı.
sump sump s^mp isim, İngiliz İngilizcesi, otomotiv karter.
sumptuous sump.tu.ous s^mp'çuwıs sıfat 1. çok görkemli; çok
şatafatlı; lüks. 2. çok masraflı.
sun oneself güneşlenmek.
sun sun s^n isim 1. güneş. 2. güneş ışığı. fiil (sunned,
sunning) güneşlenmek; güneşletmek, güneşlendirmek.
sunbath sun.bath s^n'bäth isim güneş banyosu.
sunbathe sun.bathe s^n'beydh fiil güneş banyosu yapmak.
sunbeam sun.beam s^n'bim isim güneş ışını.
sunburn sun.burn s^n'bırn isim (ciltteki) güneş yanığı. fiil
(sunburned/sunburnt) (birinin) cildi güneşten yanmak.
sunburned sun.burned s^n'bırnd fiil bakınız sunburn sıfat güneşten
yanmış.
sunburnt sun.burnt s^n'bırnt fiil bakınız sunburn sıfat güneşten
yanmış.
sundae sun.dae s^n'di, s^n'dey isim üstü şurup, krema, ceviz
v.b.'yle kaplı dondurma.
Sunday Sun.day s^n'di, s^n'dey isim pazar günü, pazar.

1306
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sundial sun.di.al s^n'dayıl isim güneş saati.


sundown sun.down s^n'daun isim güneş battığı zaman.
sun-dried sun-dried s^n'drayd sıfat güneşte kurutulmuş.
sundries sun.dries s^n'driz isim, çoğul çeşitli ufak şeyler.
sundry sun.dry s^n'dri sıfat 1. çeşitli. 2. birkaç.
sunflower sun.flow.er s^n'flauwır isim ayçiçeği, günebakan.
sung sung s^ng fiil bakınız sing
sunglasses sun.glass.es s^n'gläsîz isim, çoğul güneş gözlüğü.
sunk sunk s^ngk fiil bakınız sink
sunken sunk.en s^ng'kın fiil bakınız sink sıfat 1. batık, suya
gömülmüş. 2. çökük (gözler, yanaklar).
sunlight sun.light s^n'layt isim güneş ışığı.
sunlit sun.lit s^n'lît sıfat güneşli.
Sunni Sun.ni sûn'i isim 1. Sünniler, Sünni. 2. Sünni.
Sunnite Sun.nite sûn'ayt isim Sünni.
sunny sun.ny s^n'i sıfat 1. güneşli. 2. neşeli.
sunrise sun.rise s^n'rayz isim 1. güneş doğduğu zaman. 2.
güneşin doğması.
sunset sun.set s^n'set isim 1. güneş battığı zaman. 2. güneşin
batması, gurup.
sunshine sun.shine s^n'şayn isim güneş ışığı.
sunstroke sun.stroke s^n'strok isim güneş çarpması.
suntan sun.tan s^n'tän isim (güneşin ciltte meydana getirdiği)
bronzlaşma: You've got a good suntan. Çok güzel
bronzlaşmışsın.
sunup sun.up s^n'^p isim güneş doğduğu zaman.
sup sup s^p isim yudum.
super su.per su'pır sıfat 1. konuşma dili harika, çok güzel,
süper. 2. fazlasıyla, aşırı derecede.
superabundant su.per.a.bun.dant supırıb^n'dınt sıfat çok bol.
superannuated su.per.an.nu.at.ed supırän'yuweytîd sıfat yaş haddinden
dolayı emekliye ayrılmış.
superb su.perb sûpırb' sıfat enfes, fevkalade, çok güzel.
supercede su.per.cede supırsid' fiil bakınız supersede

1307
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

supercilious su.per.cil.i.ous supırsîl'iyıs sıfat başkalarına tepeden


bakan; (birinin/bir şeyin) ne kadar hor görüldüğünü
belirten.
superdooper su.per.doo.per su'pırdu'pır sıfat, konuşma dili süper
harika.
superduper su.per.du.per su'pırdu'pır sıfat, konuşma dili süper,
harika.
superego su.per.e.go supıri'go isim, ruhbilim üstben, üstbenlik.
superficial su.per.fi.cial supırfîş'ıl sıfat 1. derin olmayan, yüzeysel.
2. esaslı olmayan, yüzeysel, sathi; üstünkörü,
gelişigüzel. 3. hiç derinlemesine düşünmeyen.
superfluity su.per.flu.ityisim lüzumundan fazla bir miktar.
superfluous su.per.flu.ous sûpır'fluwıs sıfat lüzumsuz, gereksiz.
superhighway su.per.high.way supırhay'wey isim otoyol, otoban.
superhuman su.per.hu.man supır.hyu'mın sıfat insanüstü.
superimpose su.per.im.pose supırîmpoz' fiil on/over (bir şeyi) (başka
bir şeyin) üstüne koymak/bindirmek, -e uygulamak.
superintendent su.per.in.ten.dent supırînten'dınt, suprînten'dınt isim
şef, amir.
superior su.pe.ri.or sıpîr'iyır, sûpîr'iyır sıfat 1. daha yüksek
rütbeli; yüksek (rütbe, sınıf). 2. üstün nitelikli, üstün
kaliteli, üstün. 3. daha kuvvetli. 4. daha çok. 5. kendini
bir şey zannettiğini gösteren. isim amir.
superiority complex üstünlük duygusu.
superiority su.pe.ri.or.i.ty sıpîriyôr'ıti isim üstünlük.
superlative degree dilbilgisi enüstünlük derecesi.
superlative su.per.la.tive sıpır'lıtîv, sûpır'lıtîv sıfat en iyi,
mükemmel.
superman su.per.man su'pırmän isim (supermen) 1. süpermen. 2.
üstinsan.
supermarket su.per.mar.ket su'pırmarkît isim süpermarket.
supernatural su.per.nat.u.ral supırnäç'ırıl sıfat doğaüstü, tabiatüstü.
superpower su.per.pow.er supırpau'wır isim süper devlet.

1308
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

supersede su.per.sede supırsid' fiil (yeni bir şey) (eski bir şeyin)
yerini almak.
supersonic su.per.son.ic supırsan'îk sıfat süpersonik, sesüstü.
superstar su.per.star su'pırstar isim, sinema, müzik, tiyatro büyük
yıldız, süperstar.
superstition su.per.sti.tion supırstîş'ın isim boş inanç, batıl itikat,
hurafe.
superstitious su.per.sti.tious supırstîş'ıs sıfat 1. boş inançtan
kaynaklanan. 2. boş inançlara inanan; boş inançların
etkisinde olan.
supervene su.per.vene supırvin' fiil (bir olay/bir durum sürerken)
(başka bir şey) meydana gelmek; (bir olay/bir durum
meydana geldikten sonra) (başka bir şey) meydana
gelmek.
supervise su.per.vise su'pırvayz fiil gözetip denetleyerek idare
etmek, gözetip denetlemek.
supervision su.per.vi.sion supırvîq'ın isim gözetip denetleyerek
idare etme, gözetim ve denetim.
supervisor su.per.vi.sorisim şef, amir.
supine su.pine supayn' sıfat 1. sırtüstü yatan. 2. miskin, pasif,
inisiyatiften yoksun.
supper sup.per s^p'ır isim akşam yemeği.
supplant sup.plant sıplänt' fiil 1. (birinin) ayağını kaydırıp yerine
geçmek. 2. (yeni bir şey) (eski bir şeyin) yerini almak.
supple sup.ple s^p'ıl sıfat 1. çeviklikle hareket edebilen, çevik.
2. yumuşak ve esnek.
supplement sup.ple.ment s^p'lımınt isim ilave, ek. fiil by (belirli bir
şey yaparak) (bir şeyin) eksikliklerini gidermek; by
(belirli bir şey yaparak) (bir şeyi) artırmak; with (belirli
bir şeyle) (bir şeyi) artırmak.
supplementary sup.ple.men.ta.rysıfat ek olan, ek.
suppliant sup.pli.ant s^p'liyınt isim yalvaran kimse.
supplicant sup.pli.cant s^p'lıkınt isim yalvaran kimse.
supplicate sup.pli.cate s^p'lıkeyt fiil yalvarmak.

1309
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

supplication sup.pli.ca.tion s^plıkey'şın isim yalvarma, yalvarış.


supplier sup.pli.er sıplay'ır isim mal sağlayan kimse veya firma.
supply and demand ekonomi sunu ve istem, arz ve talep.
supply sup.ply sıplay' fiil with (birinin ihtiyacını) karşılamak;
(bir şeyi) bulup (müşteriye) ulaştırmak. isim 1. (ileride
kullanılmak üzere hazır olan) miktar. 2. çoğul gereçler,
malzeme, materyal.
support sup.port sıpôrt' fiil 1. desteklemek, arka olmak. 2.
(birini) geçindirmek. 3. taşımak; payandalamak; (- in
ağırlığını) kaldırmak. 4. pekiştirmek. 5. beslemek;
ayakta tutmak. 6. (birini) (manen) ayakta tutmak. 7. (bir
şeyin) masraflarını çekmek/karşılamak. 8. tahammül
etmek, çekmek. isim 1. destekleme, destek. 2. askeri
destek. 3. destek, dayanak, yapıda destek unsuru. 4.
(maddi veya manevi) destek.
supporter sup.port.er sıpôr'tır isim (birini/bir şeyi) destekleyen
kimse, destekçi; taraftar.
supporting cast sinema yardımcı oyuncular.
supportive sup.por.tive sıpôr'tîv sıfat destekleyici, destek verici.
suppose sup.pose sıpoz' fiil 1. zannetmek, sanmak: I suppose so.
Öyle zannediyorum. 2. farzetmek, varsaymak.
supposed sup.posedsıfat zannedilen, farzedilen.
supposedly sup.pos.ed.ly sıpo'zîdli zarf güya, sözümona.
supposition sup.po.si.tion s^pızîş'ın isim zan, tahmin, varsayım,
faraziye.
suppress sup.press sıpres' fiil 1. bastırmak, durdurmak; yok
etmek. 2. gizli tutmak. 3. (bir haberin veya yayının)
çıkmasını yasaklamak.
suppression sup.pres.sion sıpreş'ın isim 1. bastırma, durdurma; yok
etme. 2. gizli tutma. 3. (bir haberin veya yayının)
çıkmasını yasaklama.
suppurate sup.pu.rate s^p'yıreyt fiil 1. (yaradan) irin/cerahat
akmak. 2. (yara) irin/cerahat toplamak, irinlenmek.
supremacy su.prem.a.cy sıprem'ısi isim üstünlük; egemenlik.

1310
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Supreme Being Allah.


supreme court yargıtay, en yüksek mahkeme.
supreme su.preme sıprim', sûprim' sıfat 1. en büyük, üstün;
üstün derecedeki. 2. en yüksek rütbeli. 3. en önemli.
sura su.ra sûr'ı isim (Kuran'da) sure.
surah su.rah sûr'ı isim (Kuran'da) sure.
surcharge sur.charge sırçarc' fiil 1. (birinden) ek bir ücret
istemek. 2. fazlasıyla yüklemek. 3. (pula) sürşarq
yapmak. isim 1. ek ücret. 2. fazla yük. 3. (pula yapılan)
sürşarq.
sure enough gerçekten: There he was, sure enough. Gerçekten
oradaydı.
Sure thing! konuşma dili Tabii!/Hayhay!
sure sure şûr sıfat 1. emin: She's sure of this. Bundan emin.
2. kesin, muhakkak: It's sure to happen. Onun olacağı
kesin. zarf, konuşma dili 1. Tabii!/Hayhay!: Sure!
Tabii! 2. bayağı, epey: They sure are hardworking!
Onlar bayağı çalışkan!
surefire sure.fire şûr'fayr sıfat, konuşma dili kesin.
surefooted sure.foot.ed şûr'fûtîd sıfat ayağı hiç kaymaz, sürçmez.
surely sure.ly şûr'li zarf muhakkak.
surety sure.ty şûr'ti, şûr'ıti isim 1. kefil. 2. (para olarak)
kefalet.
surf surf sırf isim 1. kıyıya çarpıp çatlayan dalgalar. 2.
kıyıya çarpıp çatlayan dalgalarda oluşan beyaz
köpükler. fiil, spor sörf yapmak.
surface sur.face sır'fîs isim 1. yüzey, satıh. 2. (suya, sıvıya ait)
yüz. 3. dış yüz, dış görünüş. fiil 1. (balık, denizaltı)
suyun yüzüne çıkmak. 2. (yolu) (bir maddeyle)
kaplamak. 3. konuşma dili görünmek, gözükmek,
ortaya çıkmak.
surfboard surf.board sırf'bôrd isim sörf tahtası.

1311
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

surfeit sur.feit sır'fît isim 1. fazlalık. 2. fazlasıyla (yemek)


yeme veya içme. fiil fazlasıyla yedirmek, içirmek veya
doldurmak.
surfer surf.er sır'fır isim sörfçü.
surfing surf.ing sırf'îng isim, spor sörf.
surge surge sırc fiil 1. (deniz) kabarmak, kaynamak. 2.
against (dalga) yükselip -e çarpmak. 3. up (dalga)
şiddetle yükselmek. 4. (elektrik cereyanı, fiyatlar,
satışlar v.b.) aniden yükselmek. 5. hürya etmek, akın
akın gitmek. 6. dalgalar halinde yayılmak. 7. up
birdenbire (birinin) içini (bir his) kaplamak/doldurmak.
isim 1. (bir his) aniden ve şiddetle belirme. 2. dalgalar
halinde yayılma. 3. (elektrik cereyanı, fiyatlar, satışlar
v.b.) aniden yükselme. 4. (insanlar, hayvanlar için)
akın, akın halinde gitme.
surgeon sur.geon sır'cın isim cerrah, operatör.
surgery sur.ger.y sır'cıri isim 1. cerrahi; cerrahlık, operatörlük.
2. İngiliz İngilizcesi muayenehane. 3. İngiliz İngilizcesi
(milletvekilinin) (seçim bölgesinde kendi seçmenleriyle
yaptığı) görüşme.
surgical sur.gi.cal sır'cîkıl sıfat 1. cerrahi, cerrahiye ait. 2.
ameliyatlarda kullanılan. 3. ameliyatla yapılan.
surly sur.ly sır'li sıfat sinirli ve nobran, aksi ve kavgacı.
surmise sur.mise sırmayz' isim tahmin, zan, sanı. fiil tahmin
etmek, zannetmek, sanmak; sanısına kapılmak.
surmount sur.mount sırmaunt' fiil 1. üstesinden gelmek,
hakkından gelmek. 2. -in üstünden yükselmek. 3. -in
üstünde durmak.
surname sur.name sır'neym isim soyadı.
surpass sur.pass sırpäs' fiil (üstünlük açısından) geçmek; geride
bırakmak.
surpassing sur.pass.ingsıfat eşsiz, emsalsiz.
surpassingly sur.pass.ing.lyzarf son derece.

1312
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

surplus sur.plus sır'plıs isim artakalan miktar; üretim fazlası.


sıfat fazla, fazla miktarda: surplus military supplies
levazım fazlası.
surprise sur.prise sırprayz' isim sürpriz; şaşkınlık; hayret. fiil 1.
(birine) sürpriz yapmak; (birini) şaşırtmak. 2. (birini)
gafil avlamak; (bir yere) baskın yapmak.
surprising sur.pris.ing sırpray'zîng sıfat şaşırtıcı.
surreal sur.re.al sıri'yıl sıfat gerçeküstü.
surrealism sur.re.al.ism sıri'yılîzım isim gerçeküstücülük,
sürrealizm.
surrealist sur.re.al.istsıfat, isim gerçeküstücü, sürrealist.
surrender oneself to kendini (bir şeye) vermek.
surrender sur.ren.der sıren'dır fiil 1. teslim etmek; teslim olmak.
2. -den feragat etmek; vermek, bırakmak. isim 1. teslim.
2. feragat; verme, bırakma, terk.
surreptitious sur.rep.ti.tious sıreptîş'ıs sıfat 1. hırsızlama yapılan. 2.
gizlice ve kanunsuzca yapılan.
surrogate sur.ro.gate sır'ıgeyt isim 1. vekil. 2. başkasının yerini
tutan veya başkasının yerine kullanılan kimse veya şey.
sıfat başkasının yerini tutan veya başkasının yerine
kullanılan (kimse veya şey).
surround sur.round sıraund' fiil 1. çevrelemek, çevirmek, -in
etrafını çevirmek/sarmak. 2. askeri kuşatmak, sarmak.
surrounding sur.round.ingsıfat çevredeki, etraftaki.
surroundings sur.round.ingsisim, çoğul çevre, muhit; ortam.
surveillance sur.veil.lance sırvey'lıns isim (birinin faaliyetlerini)
gizlice izleme.
survey sur.vey sır'vey isim 1. anket. 2. gözden geçirme,
inceleme. 3. genel bakış.
surveyor sur.vey.orisim yeri ölçen/mesaha eden kimse.
survival sur.viv.al sırvay'vıl isim 1. hayatta kalma. 2. kalıntı,
artakalan şey.

1313
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

survive sur.vive sırvayv' fiil 1. hayatta kalmak; sağ kalmak. 2.


ayakta kalmak. 3. (birinden) uzun yaşamak. 4. (afet,
kaza veya zor bir durumu) atlatmak.
survivor sur.vi.vor sırvay'vır isim 1. sağ kalan kimse. 2. ayakta
kalan şey. 3. konuşma dili zor durumları göğüsleyip
atlatabilen kimse.
susceptible sus.cep.ti.ble sısep'tıbıl sıfat çevresindekilerden
kolaylıkla etkilenen; duygularına kolaylıkla kapılan
(biri).
suspect sus.pect s^s'pekt sıfat kuşkulu, şüpheli, şüphe
uyandıran; sakıncalı; mimli. isim sanık, zanlı.
suspend sus.pend sıspend' fiil 1. asmak; sarkıtmak. 2. (from)
geçici olarak uzaklaştırmak, tardetmek. 3. (cezayı)
ertelemek, tecil etmek. 4. geçici olarak durdurmak,
kesmek; ara vermek; tatil etmek. 5. geçici olarak
yürürlükten kaldırmak; askıya almak.
suspender sus.pend.er sıspen'dır isim 1. (pantolonun düşmesini
önlemek için) askı. 2. İngiliz İngilizcesi qartiyer.
suspense sus.pense sıspens' isim, sinema süspans, geciktirim.
suspenseful sus.pense.fulsıfat süspans dolu.
suspension bridge asma köprü.
suspension sus.pen.sion sıspen'şın isim 1. asma, sarkıtma; asılma,
sarkıtılma. 2. geçici olarak uzaklaştırma veya
uzaklaştırılma. 3. (cezayı) erteleme; (ceza) ertelenme. 4.
geçici olarak durdurma veya durdurulma. 5. geçici
olarak yürürlükten kaldırma veya kaldırılma; askıya
alma veya alınma. 6. kimya süspansiyon, asıltı. 7.
otomotiv süspansiyon.
suspicion sus.pi.cion sıspîş'ın isim kuşku, şüphe.
suspicious sus.pi.cious sıspîş'ıs sıfat 1. kuşku dolu; şüphe içinde;
kuşku duyan: You seem suspicious. Şüphe ediyor
gibisin. He's suspicious by nature. Şüpheci biri o. 2.
şüpheli, şüphe uyandıran.

1314
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sustain sus.tain sısteyn' fiil 1. ayakta tutmak; -in yaşamasını


sağlamak; -in çökmesine engel olmak; devam ettirmek,
sürdürmek. 2. (ağırlığı) çekmek. 3. doğrulamak, tasdik
etmek. 4. kaldırmak, katlanmak. 5. hukuk (hâkim) (bir
şeyin) doğru olduğunu kabul etmek. 6. (kötü bir şeye)
uğramak.
sustained sus.tain.edsıfat 1. başından sonuna kadar aynı güçle
sürdürülen. 2. başından sonuna kadar aynı
kalitede/seviyede sürdürülen.
sustenance sus.te.nance s^s'tınıns isim 1. yiyecek bir şey/şeyler,
yiyecek/yiyecekler. 2. (bir yiyeceğin içindeki) besleyici
maddeler. 3. ayakta tutma; yaşamasını sağlama;
çökmesine engel olma. 4. ayakta tutan şey.
svelt svelt svelt sıfat ince ve zarif, narin.
svelte svelte svelt sıfat ince ve zarif, narin.
swab swab swab isim ufak bir çubuğun ucuna takılı hidrofil
pamuk veya bez parçası. fiil (swabbed, swabbing)
(pamuklu çubukla) temizlemek.
swaddle swad.dle swad'ıl fiil (bebeği) kundağa sarmak,
kundaklamak.
swaddling clothes kundak bezleri.
swagger swag.ger swäg'ır fiil 1. kasıla kasıla yürümek. 2.
sallana sallana yürümek.
swallow one's pride gururunu bir yana bırakmak.
swallow one's words kelimeleri yutmak, kelimeleri net bir şekilde telaffuz
etmemek. 2. yanılmış olduğunu itiraf etmek;
tükürdüğünü yalamak.
swallow something hook, line, and sinker konuşma dili bir yalanı tamamen yutmak, bir
yalana tamamen inanmak.
swallow swal.low swal'o fiil 1. yutmak. 2. yutmak, sesini
çıkarmadan sineye çekmek. 3. konuşma dili yutmak,
kanmak, aldanmak, inanmak. 4. yutkunmak. isim
yudum.
swam swam swäm fiil bakınız swim

1315
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

swamp swamp swamp isim bataklık. fiil 1. suyla doldurmak. 2.


(bir şeylerin aşırı miktarda olması) sıkışık veya zor bir
duruma sokmak: They're swamping us with orders. Bizi
siparişlere boğuyorlar.
swampy swampysıfat bataklık, batak.
swan song efsaneye göre kuğunun ölmeden önceki son ve güzel
ötüşü. 2. bir sanatçının son eseri/gösterisi.
swan swan swan isim kuğu.
swank swank swängk sıfat, konuşma dili şık ve lüks.
swanky swank.y swäng'ki sıfat, konuşma dili şık ve lüks.
swap swap swap fiil, konuşma dili (swapped, swapping)
değiş tokuş etmek, trampa etmek, değiştirmek, takas
etmek. isim değiş tokuş, trampa, takas.
swarm swarm swôrm isim 1. oğul, toplu haldeki arılar. 2. sürü.
fiil 1. (arılar) oğul halinde kovandan ayrılmak. 2. akın
etmek, akın halinde gitmek. 3. (with) kaynamak, çok
miktarda toplanmak/birikmek, yığılmak, yığışmak.
swarthy swarth.y swôr'dhi sıfat esmer (kişi, ten).
swashbuckler swash.buck.ler swaş'b^klır isim afili kabadayı.
swashbuckling swash.buck.lingsıfat 1. afili bir kabadayı gibi. 2.
macera dolu ve heyacan verici (hikâye, roman v.b.).
swastika swas.ti.ka swas'tîkı isim gamalı haç.
swat swat swat fiil (swatted, swatting) (sineklik, dürülmüş
gazete, beysbol sopası veya elle) vurmak.
swatch swatch swaç isim 1. numunelik kumaş, deri veya kâğıt
parçası, eşantiyon, numune. 2. parça, yer.
swath swath swath isim 1. (şerit halinde uzanan) alan, şerit. 2.
tırpan, biçme makinesi v.b.'nin bir geçişte kestiği yer.
swathe swathe sweydh fiil in (sargı, giysi, örtü veya kumaş) ile
sarmalamak, ile sarıp sarmalamak, ile sarmak.
swatter swat.ter swat'ır isim sineklik, sinek öldürmeye yarayan
saplı alet.
sway sway swey fiil 1. (dik duran bir şey, biri) (bir yandan
öbür yana) sallanmak; sallamak. 2. (birini) etkileyerek

1316
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yönlendirmek; (birini) (bir karara) yöneltmek: In the


end it was Emine's greed for money that swayed İsmet.
Eninde sonunda İsmet'in kararını belirleyen şey
Emine'nin para hırsıydı.. isim 1. sallanma. 2. nüfuz. 3.
egemenlik, hâkimiyet, hükümranlık.
swear at (birine) küfretmek.
swear by -e çok güvenmek.
swear like a trooper sövüp saymak, kalayı basmak.
swear off (bir şeyi yapmamak için) tövbe etmek.
swear someone in birine ant içirerek bir makama geçirmek. 2. birine ant
içirmek.
swear someone to (belirli bir konu) hakkında (birine) yemin ettirmek.
swear swear swer fiil (swore, sworn) 1. küfretmek, sövmek.
2. yemin etmek, ant içmek; (birine) yemin verdirmek,
ant içirmek.
swearword swear.word swer'wırd isim küfür, sövgü.
sweat blood çok çalışmak, epey ter dökmek. 2. çok endişe etmek.
sweat it out (zor bir duruma) dayanmak. 2. endişe içinde beklemek.
sweat something out ter dökerek bir şeyi vücudundan atmak.
sweat suit eşofman.
sweat sweat swet isim 1. ter. 2. (soğuk bir yüzeyin üstünde
oluşan) damlalar, ter. 3. ter dökme. fiil 1. terlemek. 2.
(cam, bardak v.b.) terlemek, buğulanmak. 3. konuşma
dili endişe etmek. 4. (içindeki su) ter şeklinde sızmak,
terlemek.
sweater sweat.er swet'ır isim kazak, hırka, süveter, pulover.
sweaty sweat.y swet'i sıfat 1. terli. 2. ter kokan. 3. terleten,
terletici (hava).
Swede Swede swid isim İsveçli.
Sweden Swe.den swid'ın isim İsveç.
Swedish Swed.ish swi'dîş isim İsveççe. sıfat 1. İsveç, İsveç'e
özgü. 2. İsveççe.
sweep someone off her feet birini kendine sırsıklam âşık etmek.
sweep someone off his feet birini kendine sırsıklam âşık etmek.

1317
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sweep something away bir şeyi yok etmek.


sweep up (bir yeri) süpürmek.
sweep sweepfiil (swept) 1. süpürmek. 2. away yok etmek;
silip süpürmek; alıp götürmek; sürüklemek. 3. (bir
yerin) üzerinden geçmek; istila etmek: Fire swept the
area. Yangın bölgeyi kasıp kavurdu. Fear swept the
country. Ülkeyi korku sardı. 4. kendinden emin bir
şekilde hızla veya hışımla yürümek. 5. taramak: His
eyes swept over the crowd. Gözleri kalabalığı taradı. 6.
akın etmek. 7. uzanmak: The mountains sweep down to
the sea. Dağlar denize kadar uzanıyor. 8. bir el
hareketiyle (bir yere) itmek/çekmek: She swept the
curtains aside. Perdeleri bir yana çekiverdi. isim 1.
süpürme. 2. tek bir (el, kol v.b.) hareketi. 3. çok geniş
bir alan. 4. geniş kıvrım, kavis veya dönemeç. 5.
kapsam. 6. tarama, sıkı arama.
sweeper sweep.er swip'ır isim 1. elektrik süpürgesi. 2. süpürme
makinesi veya aracı. 3. süpürücü.
sweeping sweep.ing swi'pîng sıfat 1. çok kapsamlı, çok geniş,
büyük çapta. 2. fazla genel, yeterince fark gözetmeyen.
3. geniş, panoramik (manzara).
sweepings sweep.ingsisim, çoğul süprüntü.
sweepstakes sweep.stakes swip'steyks isim 1. at yarışı. 2. piyango.
3. yarışma.
sweet corn tatlı bir mısır türü.
sweet pea ıtrışahi, ıtırşahi.
sweet pepper dolmalık biber; çarliston biberi, tatlı biber.
sweet potato tatlıpatates, sarmaşıkpatatesi.
sweet water tatlı su.
sweet sweet swit sıfat 1. tatlı; şekerli. 2. tatlı, hoş; sevimli,
şirin: sweet sounds hoş sesler. a sweet lady tatlı bir
hanım. isim 1. İngiliz İngilizcesi tatlı. 2. İngiliz
İngilizcesi şeker. 3. çoğul şekerli yiyecekler.
sweetbread sweet.bread swit'bred isim, kasaplık uykuluk.

1318
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sweeten sweet.en swit'ın fiil 1. tatlılaştırmak, tatlı yapmak,


şeker tadı vermek. 2. daha hoş yapmak; daha hoş bir
hale getirmek, tatlılaştırmak, daha çekici yapmak;
iticiliğini azaltmak.
sweetener sweet.en.erisim (yiyecek veya içeceği) tatlı yapan
madde, tatlandırıcı.
sweetening sweet.en.ingisim 1. tatlılaştırma, tatlı yapma. 2. daha
hoş yapma; tatlılaştırma, daha çekici yapma; iticiliğini
azaltma. 3. (yiyecek veya içeceği) tatlı yapan madde,
tatlandırıcı.
sweetheart sweet.heart swit'hart isim sevgili.
sweetie sweet.ie swi'ti isim, konuşma dili sevgili.
sweet-talk sweet-talk swit'tôk fiil (birini) tatlı sözlerle ikna etmek
veya kandırmak.
swell swell swel fiil (swelled, swelled/swollen) 1. şişmek,
kabarmak; şişirmek. 2. artmak; artırmak. 3. denizcilikle
ilgili (yelken) (rüzgârla) dolmak/şişmek; (rüzgâr)
(yelkeni) doldurmak/şişirmek. 4. (öfke v.b.) kabarmak:
He swelled with anger. Öfkesi kabardı. isim 1. ölü
dalga. 2. dalgalanma. 3. artma, artış. sıfat, konuşma dili
harika, çok güzel.
swelling swell.ingisim 1. şişkinlik, şişlik, şiş, şişmiş yer. 2.
şişme; şişirme.
swelter swel.ter swel'tır fiil (sıcaktan) terleyerek bunalmak.
isim bakınız be in a swelter
sweltering swel.ter.ingsıfat 1. (sıcaklığıyla) insanı çok terletip
bunaltan. 2. bunaltıcı, boğucu (sıcak).
swept swept swept fiil bakınız sweep
swerve swerve swırv fiil 1. birdenbire başka bir tarafa
yönelmek; (taşıtı) birdenbire başka bir yöne sürmek: He
swerved the car to the right to avoid hitting the dog.
Köpeğe çarpmamak için direksiyonu birden sağa kırdı.
2. (hedeften, fikirden, inançtan) ayrılmak, sapmak. isim
1. birdenbire başka bir tarafa yönelme/yöneliş; (taşıtı)

1319
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

başka bir yöne sürme. 2. (hedeften, fikirden, inançtan)


ayrılma, sapma.
swift swift swîft sıfat 1. çabuk, hızlı, süratli. 2. konuşma dili
akıllı; makul; zeki.
swiftness swift.nessisim çabukluk, hız, sürat.
swig swig swîg fiil, konuşma dili (swigged, swigging)
içmek. isim yudum.
swill swill swîl fiil 1. çok içmek. 2. (domuza) sulandırılmış
yemek artıkları vermek. 3. üstüne su dökerek (bir yeri)
temizlemek. isim (domuza yedirilen) sulandırılmış
yemek artıkları.
swim swim swîm fiil (swam, swum, swimming) 1. (suda)
yüzmek: They were swimming in the creek. Çayda
yüzüyorlardı. 2. (akarsu, göl v.b.'ni) yüzerek geçmek. 3.
(bir şey içinde) yüzmek; (bir şeyle) dolu olmak; (bir
şeye) bol miktarda sahip olmak: These beans are
swimming in grease. Bu fasulye ağ içinde yüzüyor. She
was swimming in money. Para içinde yüzüyordu. 4.
(birinin başı) dönmek. 5. yüzdürmek; -in yüzmesine
yardım etmek: He swam the horse across the river. Atı
yüzdürerek nehirden geçirdi. isim yüzüş, yüzme: Where
do you take your morning swim? Sabahları nerede
yüzüyorsun? sıfat yüzmekle ilgili; yüzerken kullanılan
veya giyilen.
swimming pool yüzme havuzu.
swimming trunks (erkekler için) mayo: He bought a pair of swimming
trunks. Mayo aldı.
swimming swim.ming swîm'îng isim yüzme.
swimmingly swim.ming.lyzarf bakınız go swimmingly
swimsuit swim.suit swîm'sut isim mayo.
swindle swin.dle swîn'dıl fiil dolandırmak, dolandırıcılık etmek.
isim dolandırma; dolandırıcılık.
swindler swin.dlerisim dolandırıcı.

1320
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

swine swine swayn isim (swine) 1. domuz. 2. konuşma dili


pis herif.
swing into action harekete geçivermek.
swing swing swîng fiil (swung) 1. (sarkaç gibi) sallanmak;
sallamak. 2. (bir yöne) çevirivermek. 3. asmak. 4.
(beysbol veya golf sopası, tenis raketi, orak v.b.'ni)
sallamak; (baltayı) indirmek; (sopayı, bastonu)
savurmak. 5. (oyları/seçimin sonucunu) tayin etmek. 6.
başarmak, becermek: Can you swing a new car on your
present salary? Şimdiki maaşınla yeni bir araba satın
alabilir misin? 7. around dönüvermek. 8. (geniş bir yay
çizerek) (bir yöne doğru) dönmek. 9. (bir şeye
tutunarak) (bir yerden) (başka bir yere)
atlamak/sıçramak. 10. (bir durumdan) (başka bir
duruma) geçivermek. 11. salına salına yürümek/gitmek.
12. at (birine) yumruk savurmak. 13. (kapı, köprü v.b.)
(bir eksen üzerinde) dönmek; -i döndürmek: She was
swinging on the gate. Kapının üzerinde bir ileri bir geri
sallanıyordu. The door swung to. Kapı kendiliğinden
kapandı. isim 1. (beysbol sopası, tenis raketi, orak
v.b.'ni) sallama, sallayış; (baltayı) indirme, indiriş;
(sopayı, bastonu, yumruğu) savurma, savuruş. 2.
(sarkaç gibi) sallanma, sallanış; sallama, sallayış. 3. (bir
durumdan) (başka bir duruma) geçiverme. 4. salıncak.
swinging door çarpma kapı.
swinging swing.ing swîng'îng sıfat, konuşma dili çok hareketli
ve neşeli.
swinish swin.ish sway'nîş sıfat çok kaba; hayvani, hayvanca.
swipe swipe swayp fiil 1. konuşma dili çalmak, aşırmak,
araklamak, yürütmek. 2. çarpmak, vurmak. 3. at (birine)
yumruk savurmak; (bir şeyi) -e doğru şöyle bir
sallamak. isim vurmak amacıyla yapılan hareket;
yumruk savurma; (bir şeyi) sallama.

1321
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

swirl swirl swırl fiil dönmek; girdap gibi dönmek,


helezonlaşarak dönmek; döndürmek; girdap gibi
döndürmek; helezonlaştırarak döndürmek. isim dönme;
girdap gibi dönme, helezoni dönüş; girdap, helezon;
helezoni kıvrım.
swish swish swîş fiil 1. (havada hareket ederken) ıslık gibi
ses çıkarmak. 2. (yapraklar, ipek v.b.) hışırdamak. isim
1. ıslık gibi keskin bir ses. 2. hışırtı.
Swiss Swiss swîs isim (Swiss) İsviçreli. sıfat 1. İsviçre,
İsviçre'ye özgü. 2. İsviçreli.
switch off (düğmesini çevirerek) (elektrikli bir aygıtı) kapatmak.
switch on (düğmesini çevirerek) (elektrikli bir aygıtı) açmak.
switch switch swîç isim 1. elektrik anahtarı/düğmesi, anahtar,
düğme, komütatör; şalter. 2. demiryolu makas. 3. (uzun
bir) postiş. 4. değiştirme, değişiklik. 5. (kesilmiş) çok
ince dal. fiil 1. değişmek; değiştirmek. 2. -i ince bir
dalla dövmek. 3. (hayvan) (kuyruğunu) (bir yandan
öbür yana) sallamak; (hayvanın kuyruğu) (bir yandan
öbür yana) sallanmak.
switchblade switch.blade swîç'bleyd isim sustalı bıçak, sustalı.
switchboard operator santralcı, santral; santral memuru/memuresi.
switchboard switch.board swîç'bôrd isim telefon santralı.
Switzerland Swit.zer.land swît'sırlınd isim İsviçre.
swivel chair döner sandalye; döner koltuk.
swivel swiv.el swîv'ıl isim 1. fırdöndü, serbest bir eksenle
bağlanmış çift halka. 2. (tüfek) çatı kancası. fiil
(swiveled/swivelled, swiveling/swivelling) around
dönüvermek; döndürüvermek.
swivet swiv.et swîv'ît isim, konuşma dili bakınız be in a
swivet
swob swob swab isim, fiil bakınız swab
swollen swol.len swo'lın fiil bakınız swell sıfat şişmiş, şiş.
swoon swoon swun fiil bayılmak. isim bayılma, baygınlık,
baygın hal.

1322
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

swoop down on birdenbire (birinin) üstüne çullanmak. 2. birdenbire


inip veya çıkıp (birini) yakalamak.
swoop swoop swup fiil (down) (kuş) birdenbire inmek. isim 1.
ani iniş. 2. baskın, polis baskını.
swop swopfiil, isim bakınız swap
sword sword sôrd isim kılıç.
swordfish sword.fish sôrd'fîş isim (swordfish/swordfishes)
kılıçbalığı.
swordsman swords.man sôrdz'mın isim (swordsmen) iyi kılıç
kullanan kimse.
swore swore swôr fiil bakınız swear
sworn sworn swôrn fiil bakınız swear
swot up İngiliz İngilizcesi, konuşma dili (dersi) çok çalışmak,
inek gibi çalışmak.
swot swot swat fiil, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
(swotted, swotting) çok ders çalışmak, ineklemek. isim,
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili 1. inek, çok ders
çalışan öğrenci. 2. çok çalışma, çok çabalama.
swum swum sw^m fiil bakınız swim
swung swung sw^ng fiil bakınız swing
sycophancy syc.o.phancyisim dalkavukluk.
sycophant syc.o.phant sîk'ıfınt isim dalkavuk.
syllable syl.la.ble sîl'ıbıl isim hece, seslem.
syllabus syl.la.bus sîl'ıbıs isim (syllabuses/syllabi) özet.
symbol sym.bol sîm'bıl isim sembol, simge.
symbolic logic simgesel mantık.
symbolic sym.bol.ic sîmbal'îk sıfat sembolik, simgesel.
symbolise sym.bol.ise sîm'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
symbolize
symbolism sym.bol.ismisim sembolizm, simgecilik.
symbolist sym.bol.istisim sembolist, sembolizm yanlısı, simgeci.
sıfat sembolist, sembolizmle ilgili, simgeci.

1323
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

symbolize sym.bol.ize sîm'bılayz fiil 1. -in sembolü/simgesi


olmak, -i simgelemek. 2. sembolleştirmek,
simgeleştirmek.
symmetric sym.met.ric sîmet'rîk sıfat 1. simetrik, simetrili. 2.
matematik simetrik, bakışımlı, bakışık.
symmetrical sym.met.ri.cal sîmet'rîkıl sıfat 1. simetrik, simetrili. 2.
matematik simetrik, bakışımlı, bakışık.
symmetry sym.me.try sîm'ıtri isim simetri, bakışım.
sympathetic sym.pa.thet.ic sîmpıthet'îk sıfat 1. birinin duygularını
anlayıp paylaşan, anlayışlı, halden anlayan. 2. sempatik,
sıcakkanlı. 3. olumlu, iyi.
sympathise sym.pa.thise sîm'pıthayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
sympathize
sympathize sym.pa.thize sîm'pıthayz fiil 1. with (birinin)
duygularını anlayıp paylaşmak, halini anlamak. 2. with
(görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
sympathizer sym.pa.thizerisim sempatizan.
sympathy sym.pa.thy sîm'pıthi isim 1. anlayış, halden anlama. 2.
duygudaşlık, sempati. 3. çoğul (belirli bir şeyden yana
olan) görüşler.
symphony sym.pho.ny sîm'fıni isim, müzik senfoni.
symptom symp.tom sîmp'tım isim 1. tıbbi semptom, bulgu,
belirti. 2. işaret, alamet, belirti.
synagogue syn.a.gogue sîn'ıgag isim sinagog, havra.
sync sync sîngk fiil, konuşma dili bakınız synchronize isim,
konuşma dili bakınız be in sync be out of sync
synchronise syn.chro.nise sîng'krınayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız synchronize
synchronism syn.chro.nism sîng'krınîzım isim eşzamanlılık,
senkronizm.
synchronize syn.chro.nize sîng'krınayz fiil 1. senkronize etmek,
senkronik/eşzamanlı bir hale getirmek. 2. sinema
senkronize etmek, eşlemek.
synchronizer syn.chro.nizerisim senkronizör.

1324
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

syncopate syn.co.pate sîng'kıpeyt fiil, müzik senkoplamak.


syncopated syn.co.patedsıfat, müzik senkoplu.
syncopation syn.co.pa.tion sîng.kıpey'şın isim, müzik senkop.
syndicate syn.di.cate sîn'dıkît isim 1. gazetelere bant-karikatür,
karikatür, makale veya haber satan aqans. 2. bir
yönetim altında bulunan aynı türden bir grup ticari
kuruluş: a newspaper syndicate aynı yönetim altında
bulunan gazeteler grubu. 3. yasadışı işler çeviren örgüt.
fiil 1. bir aqans aracılığıyla (bant- karikatür, karikatür,
makale veya haberi) birçok gazeteye satarak gazetelerde
sürekli yayımlanmasını sağlamak. 2. (aynı türden birkaç
ticari kuruluşu) grup haline getirmek, aynı yönetim
altında birleştirmek.
syndrome syn.drome sîn'drom isim, tıbbi sendrom.
synonym syn.o.nym sîn'ınîm isim eşanlamlı sözcük, eşanlamlı,
sinonim.
synonymous syn.on.y.mous sînan'ımıs sıfat eşanlamlı, anlamdaş,
sinonim.
synopsis syn.op.sis sînap'sîs isim (synopses) özet.
syntax syn.tax sîn'täks isim, dilbilgisi sözdizimi, sentaks.
synthesis syn.the.sis sîn'thısîs (syntheses) kimya sentez, bireşim.
synthesise syn.the.sise sîn'thısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
synthesize
synthesize syn.the.size sîn'thısayz fiil 1. sentez haline getirmek. 2.
kimya sentez yoluyla yapmak/meydana getirmek.
synthetic syn.thet.ic sînthet'îk sıfat 1. sentetik, sentez yoluyla
yapılan. 2. suni, yapay.
syphilis syph.i.lis sîf'ılîs isim, tıbbi frengi, sifilis.
syphon sy.phon say'fın isim, fiil bakınız siphon
Syria Syr.i.a sîr'iyı isim Suriye.
Syriac Syr.i.ac sîr'iyäk isim, sıfat Süryanice.
Syrian isim 1. Suriyeli. 2. Süryani. sıfat 1. Suriye, Suriye'ye
özgü. 2. Süryani. 3. Suriyeli.

1325
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

syringe sy.ringe sırînc' isim 1. şırınga, iğne, enqektör. 2.


şırınga, bir yere sıvı doldurmaya yarayan pompa. 3.
püskürteç, pülverizatör. fiil 1. şırıngayla içine su
fışkırtarak (kulağı) temizlemek. 2. (bitkinin) üstüne
püskürtmek.
syrup syr.up sır'ıp, [İngiliz İngilizcesi] sîr'ıp isim 1. pekmez
kıvamındaki tatlı sıvı, şurup, melas: chocolate syrup
çikolatalı sos. 2. (ilaç olarak) şurup.
system sys.tem sîs'tım isim 1. sistem, dizge. 2. sistem, düzen.
3. sistem, tertibat, düzen: heating system ısıtma sistemi.
4. sistem, şebeke, ağ: railroad system demiryolu
şebekesi. 5. vücut, bünye. 6. düzenlilik, düzen.
systematic sys.tem.at.ic sîstımät'îk sıfat 1. sistemli, dizgeli. 2.
felsefe sistematik, dizgesel.
T square T cetveli.
T T, t ti isim T, İngiliz alfabesinin yirminci harfi.
T.B. T.B., TB. ti'bi' kısaltma tuberculosis
Ta Ta ta ünlem, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili Sağ ol!
tab tab täb isim 1. (dosyanın uzun kenarındaki tasnif
numarası veya yazısı yazılı) çıkıntı. 2. (sayfa kenarına
yapıştırılan) indeks etiketi. 3. alüminyum kutunun veya
pet şişenin kapağını açmaçmaya yarayan kulp veya
halka. 4. konuşma dili fatura, hesap.
table d'hôte ta.ble d'hôte täb'ıl dot' isim (tables d'hôte) lokantada,
tabldot.
table of contents (kitabın başında bulunan ve alfabetik dizin olmayan)
içindekiler.
table tennis masatenisi, masatopu, pingpong.
table ta.ble tey'bıl isim 1. masa. 2. masa, masadakiler, aynı
masada oturanların hepsi, sofra, sofradakiler. 3. çizelge,
cetvel, tablo, liste. fiil (bir tasarı veya mesele)
hakkındaki görüşmeyi veya tartışmayı ileri bir tarihe
bırakmak.
tablecloth ta.ble.cloth tey'bıl.klôth isim sofra örtüsü, masa örtüsü.

1326
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tableland ta.ble.land tey'bıl.länd isim, coğrafya plato.


tablespoon ta.ble.spoon tey'bılspun isim 1. büyük kaşık, servis
kaşığı. 2. (ölçü birimi olarak) çorba kaşığı.
tablet tab.let täb'lît isim 1. bloknot. 2. tablet, hap, komprime.
3. (taştan) levha.
tableware ta.ble.ware tey'bılwer isim (sofrada kullanılan) tabak
çanak, çatal bıçak gibi eşya.
tabloid tab.loid täb'loyd isim 1. tabloit gazete; tabloit ek. 2.
sansasyonel gazete. sıfat 1. tabloit. 2. sansasyonel;
boyalı basına özgü.
taboo ta.boo tıbu' isim tabu. sıfat tabu olan, tabu.
tabu ta.bu tıbu' isim bakınız taboo
tabular tab.u.lar täb'yılır sıfat çizelge, tablo veya liste halinde
olan.
tabulate tab.u.late täb'yıleyt fiil cetvel haline koymak, tablo
haline getirmek.
tacit tac.it täs'ît sıfat 1. sözsüz. 2. söz veya yazıyla
belirtilmeden ifade olunan, açıkça söylenmemiş veya
yazılmamış.
taciturn tac.i.turn täs'ıtırn sıfat suskun, çok az konuşan.
tack something down bir şeyi çivileyerek veya raptiyeleyerek açılmaz veya
hareket etmez bir duruma getirmek.
tack something on bir şeyi çivi veya raptiyeyle (bir yere) asmak. 2. (to) bir
şeyi sonradan gelişigüzel bir şekilde (bir şeye) eklemek.
tack tack täk isim 1. ufak çivi; raptiye, pünez. 2. (bir
yelkenlinin, bir hareketin, bir düşüncenin takip ettiği)
yön. 3. (yelkenlinin, seyrini değiştirmek için yaptığı)
tiramola. 4. teyel. fiil 1. (yelkenli) volta vurmak,
tiramolayla yükselmek, tiramola ederek gitmek. 2.
teyellemek, teyelle tutturmak.
tackle someone about something zor veya hassas bir konu hakkında biriyle konuşmak.
tackle tack.le täk'ıl isim 1. denizcilikle ilgili palanga. 2.
(birini) sıkıca yakalama. fiil 1. (bir problemi) ele almak,
çözmeye çalışmak. 2. (birini) sıkıca yakalamak/tutmak.

1327
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tacky tack.y täk'i sıfat yapışkan.


tact tact täkt isim takt, ince bir anlayış, ince bir nezaket.
tactful tact.ful täkt'fıl sıfat takt sahibi, nazik ve çok anlayışlı,
ince.
tactic tac.tic täk'tîk isim 1. askeri (belirli bir amaç için
başvurulan) taktik. 2. taktik, manevra, başvurulan yol
ve yöntem.
tactical tac.tic.alsıfat taktiğe ait, taktik.
tactician tac.ti.cian täktîş'ın isim taktikçi.
tactics tac.tics täk'tîks isim taktik.
tactile tac.tile täk'tîl, [İngiliz İngilizcesi] täk'tayl sıfat 1.
dokunma duyusuyla algılanabilen. 2. dokunma
duyusuyla ilgili, dokunsal.
tactless tact.less täkt'lîs sıfat takttan yoksun, patavatsız,
inceliksiz.
Tadjik Ta.djik tacîk', tacik' isim, sıfat Tacik.
Tadjiki isim, sıfat Tacikçe, Taciki.
Tadjikistan Ta.djik.i.stan tacîkîstän', tacîkîstan' isim Tacikistan.
tadpole tad.pole täd'pol isim, zooloji iribaş.
Tadzhik Ta.dzhik tacîk', tacik' isim, sıfat Tacik.
Tadzhiki isim, sıfat Tacikçe, Taciki.
Tadzhikistan Ta.dzhik.i.stan tacîkîstän', tacîkîstan' isim Tacikistan.
taffeta taf.fe.ta täf'ıtı isim tafta; canfes.
taffy taf.fy täf'i isim kaynamış şekerle tereyağından yapılan
şekerleme.
tag along (after/behind) -in arkasından gitmek/gelmek, peşine
takılmak. 2. (after/with) (sırf meraktan dolayı veya bir
çıkar elde etme umuduyla) (biriyle) beraber
gitmek/gelmek, (birinin) peşine takılmak.
tag someone as ... birine (belirli bir) damga vurmak, birine ... damgası
vurmak.
tag someone with (bir şeyi) birine yüklemek, birinin üstüne atmak.
tag tag täg isim 1. etiket, yafta. 2. kovalamaca. fiil (tagged,
tagging) 1. etiketlemek, yafta koymak. 2. (kovalamaca

1328
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

oyununda) (ebe) (başka oyuncuya) dokunmak. 3.


(after/behind) -in arkasından gitmek/gelmek, peşine
takılmak.

tail away bakınız tail off


tail end konuşma dili 1. en son kısım. 2. kıç.
tail lamp bakınız taillight
tail off azalmak; azalarak kaybolmak; azalarak sona ermek;
yavaş yavaş kaybolmak.
tail tail teyl isim 1. (hayvana ait) kuyruk. 2. arka kısım,
kuyruk; son bölüm. 3. konuşma dili kıç, makat. 4.
konuşma dili sivil polis, birini izlemekle görevli kimse.
5. çoğul yazı, madeni bir paranın resimsiz yüzü. 6.
çoğul frak. 7. (giysiye ait) etek. fiil, konuşma dili
yakından izlemek/takip etmek.
tailgate tail.gate teyl'geyt isim (yük arabasına/steyşına ait
menteşeli) arka kapak. fiil konuşma dili başka bir
arabanın arkasından çok az bir mesafe bırakarak
gitmek/gelmek, başka bir arabanın hemen arkasından
gitmek/gelmek; (başka bir arabanın) arkasından çok az
bir mesafe bırakarak gitmek/gelmek: He's tailgating me.
Üstüme çıkacakmış gibi hemen arkamdan geliyor.
taillight tail.light teyl'layt isim, otomotiv stop lambası, stop,
kuyruk lambası, arka lamba.
tailor tai.lor tey'lır isim terzi. fiil (belirli bir amaca göre) (bir
şeyi) yapmak veya değiştirmek.
tailor-made tai.lor-made tey'lırmeyd sıfat terzinin yaptığı (giysi).
tailspin tail.spin teyl'spîn isim 1. (uçağın girdiği) vril. 2.
bunalım.
taint taint teynt isim (ahlakça kötü bir şeyin bıraktığı) leke.
fiil 1. lekelemek. 2. (yemeği) bozmak.
Taiwan Tai.wan taywan' isim Tayvan.
Taiwanese Tai.wan.ese taywaniz' isim (Taiwanese) Tayvanlı. sıfat
1. Tayvan, Tayvan'a özgü. 2. Tayvanlı.

1329
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Tajik Ta.jik tacîk', tacik' isim, sıfat Tacik.


Tajiki isim, sıfat Tacikçe, Taciki.
Tajikistan Ta.jik.i.stan tacîkîstän', tacîkîstan' isim Tacikistan.
take a bath banyo yapmak, yıkanmak.
take a bearing denizcilikle ilgili kerteriz almak.
take a bite of something bir şeyden bir lokma ısırmak, bir şeyden bir ısırık
almak.
take a break mola vermek.
take a chance riske girmek; rizikoyu göze almak.
take a devious route arka yollardan dolanarak gitmek; dolana dolana gelmek.
take a dim view of -i doğru bulmamak.
take a dislike to -den soğumak.
take a fancy to -den hoşlanmaya başlamak.
take a hard line with -e sert davranmak.
take a heavy toll of (bir şey) (-e) çok zarar vermek; büyük bir kayba sebep
olmak: This last campaign's taken a heavy toll of our
men. Bu son seferde çok adam kaybettik.
take a heavy toll (bir şey) (-e) çok zarar vermek; büyük bir kayba sebep
olmak: This last campaign's taken a heavy toll of our
men. Bu son seferde çok adam kaybettik.
take a hint dolaylı bir sözden anlam çıkarıp ona göre hareket
etmek.
take a joke şaka kaldırmak, şakaya gelmek.
take a journey yolculuk etmek.
take a leaf out of someone's book birini örnek almak, birinin izinden yürümek.
take a liking to -den hoşlanmaya başlamak.
take a load off one's mind endişesini gidermek.
take a look at -e bir göz atmak, -e bir bakmak.
take a picture fotoğraf çekmek.
take a place by storm askeri şiddetli bir hücum yaparak bir yeri almak/ele
geçirmek.
take a place by surprise beklenmedik bir saldırı/ baskın ile bir yeri ele geçirmek.
take a powder toz olmak, tüymek.

1330
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

take a rain check kötü hava şartlarından dolayı (birinin davetini kabul
etmeyince) daha ileri bir tarihte tekrar davet edilmek
istemek. 2. iptal edilmiş bir maç, konser v.b.'nin daha
ileri bir tarihteki tekrarı için verilen bileti almak.
take a seat oturmak.
take a shine to konuşma dili -den hoşlanmak.
take a shot at (tüfekle) -e bir el ateş etmek. 2. konuşma dili -i bir
denemek.
take a shower duş yapmak/almak.
take a sounding iskandil etmek.
take a spill atın sırtından düşmek.
take a stand bir görüşü benimseyip savunmak.
take a swing at (birine) bir yumruk savurmak.
take a swipe at (birine) (sözle) çatmak. 2. (birine) yumruk savurmak;
(bir şeyi) -e doğru şöyle bir sallamak.
take a trip yolculuk etmek, seyahat etmek. 2. argo uyuşturucu
madde kullanmak.
take a turn for the better (-in) durumu iyiye/kötüye doğru gitmeye başlamak.
take a turn for the worse (-in) durumu iyiye/kötüye doğru gitmeye başlamak.
take a vacation tatil yapmak.
take a vote oylama yapmak.
take a vow to do something bir şey yapmaya ant içmek.
take a walk yürüyüş yapmak, gezmek.
take a zizz şekerleme yapmak, kestirmek, kısa bir uyku çekmek.
take action bir harekette bulunmak.
take advantage of (birini) istismar etmek, (birinin) zaafından
faydalanmak. 2. (bir şeyden) faydalanmak, istifade
etmek.
take after (fiziki olarak) (birine) benzemek; (biri) gibi davranmak.
take aim at (-e) nişan almak.
take aim (-e) nişan almak.
take along yanına almak, beraberinde götürmek.
take an animal in bir hayvanı almak/barındırmak.
take an examination in -den imtihan olmak; imtihana girmek.

1331
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

take an examination -den imtihan olmak; imtihana girmek.


take an interest in ile ilgilenmek, -e ilgi göstermek: He takes an interest in
his wife's work. Eşinin işine ilgi gösteriyor.
take an oath yemin etmek, ant içmek.
take an order birinden emir almak. 2. birinden sipariş almak.
take apart sökmek, parçalara ayırmak.
take away (birini, bir şeyi) (başka bir yere) götürmek. 2. from
(birini, bir şeyi) (başka birinden, başka bir yerden)
ayırmak. 3. from (bir sayıyı) (başka bir sayıdan)
çıkarmak. 4. (desteği) çekmek. 5. (bir hakkı) elinden
almak. 6. from -e gölge düşürmek.
take back geri götürmek. 2. geri almak. 3. (to) (birinin)
düşüncelerini (geçmişte bir zamana) götürmek.
take care of -e bakmak, -in bakımıyla meşgul olmak. 2. -i
karşılamak. 3. (bir meseleyi) halletmek. 4. konuşma dili
(kanuna aykırı bir şekilde) (bir işin) çaresine bakmak;
(birini) ayarlamak, memnun etmek. 5. konuşma dili -i
öldürmek, -in işini bitirmek, -i temizlemek.
take care dikkatli olmak, dikkat etmek.
Take care! Dikkat et! 2. Kendine iyi bak!
take charge idareyi ele geçirmek; hükmetmeye başlamak. 2.
sorumluluğu üstüne almak.
take cognizance of -e dikkat etmek, -i göz önüne almak. 2. -e önem
vermek.
take courage cesaretlenmek, kuvvet almak.
take cover sığınmak, gizlenmeye çalışmak.
take effect yürürlüğe girmek.
take exception to -e kızmak.
take flight uçmaya başlamak.
take heart cesur olmak, cesaretlenmek.
take heed of -e dikkat etmek, -e kulak asmak.
take hold (of) (-i) (elle) tutmak, kavramak; yakalamak. 2. of
(birini) etkisi altına almak.
take in a garment bir giysiyi daraltmak.

1332
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

take in money para tahsil etmek.


take into account hesaba katmak, dikkate almak, göz önünde tutmak.
take into consideration göz önünde bulundurmak, dikkate almak, hesaba
katmak, düşünmek.
take issue with -e itiraz etmek.
take it easy keyif çatmak, keyfine bakmak. 2. on -i hor
kullanmamak. 3. on (biriyle) uğraşmamak, -e kötü
davranmamak. 4. on (biriyle) sert bir şekilde
oynamamak. 5. on -i az kullanmak.
Take it easy! Ağır ol!/Sakin ol! 2. Ağır ol!/Yavaş ol!/Acele etme!
take it with a pinch of salt ihtiyatla dinlemek.
take its course olacağına varmak.
take it's toll on someone birine zarar vermek.
take kindly to -den hoşlanmak, -i memnuniyetle karşılamak, -i hoş
karşılamak.
take leave of one's senses delirmek, aklını kaçırmak.
take leave ayrılmak, veda etmek.
take long uzun sürmek.
take measures önlem almak, hazırlıklı bulunmak.
take note of -e önem vermek, -e dikkat etmek.
take notes not almak.
take notice of -i dikkate almak; -e aldırmak, ile ilgilenmek, -i
umursamak.
take off from work (geçici olarak) işi bırakmak: He took off from work for
an hour in order to go to the dentist. Dişçiye gitmek için
bir saatliğine işi bıraktı.
take off (uçak, kuş) havalanmak. 2. konuşma dili birdenbire
çıkıp gitmek; yola çıkmak.
take offense at -e kızmak, -e gücenmek.
take offense gücenmek, küsmek, darılmak, kırılmak.
take office (yüksek bir görevli veya memur) resmi olarak göreve
başlamak.
take on (taşıt) (kargoyu, yolcuyu) almak. 2. (birini) işe almak.
3. (biriyle) uğraşmak/meşgul olmak. 4. (biriyle)

1333
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dövüşmek/vuruşmak. 5. (biriyle) boy ölçüşmek. 6.


(biriyle, bir takımla) yarışmak; (biriyle, bir takımla)
oynamak/karşılaşmak. 7. (işi) kabul etmek;
(sorumluluğu) üstüne almak. 8. edinmek; benimsemek.
9. bağırıp çağırmak; ağlayıp sızlamak.
take one's breath away insanın nefesini kesmek.
take one's chances talihe bırakmak.
take one's choice istediğini seçmek.
take one's medicine hak ettiği cezaya boyun eğmek.
take one's time acele etmemek.
take over yönetimi ele almak; yönetimi ele geçirmek; yönetimi
üstlenmek. 2. (biri, bir şey) (başkasının, başka bir şeyin)
yerine geçmek; (nöbeti) devralmak. 3. egemen olmak.
4. kendine mal etmek, benimsemek.
take pains çok özen göstermek; çok uğraşmak; çok zahmete
girmek.
take part in -e katılmak, -e iştirak etmek.
take pity on -e merhamet etmek.
take place olmak, meydana gelmek, vuku bulmak; geçmek: The
story takes place in Çanakkale. Hikâye Çanakkale'de
geçiyor.
take pleasure in -den zevk almak.
take possession of -i zaptetmek, -i almak. 2. -e el koymak.
take precautions önlem almak, tedbir almak.
take precedence başta gelmek.
take pride in -den gurur duymak.
take refuge in -e sığınmak.
take responsibility for -in sorumluluğunu üstlenmek.
take revenge on -den öç almak.
take root (bitki) kök salmak. 2. (bir şey) iyice yerleşmek, kök
salmak.
take sanctuary sığınmak, iltica etmek.
take shape (bir şeyin) çizgileri belli olmaya başlamak,
biçimlenmeye başlamak.

1334
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

take shelter behind -i siper almak.


take shelter sığınmak; siperlenmek.
take sick hastalanmak.
take sides taraf tutmak.
take solace in -de teselli bulmak.
take someone aback birini çok şaşırtmak.
take someone at her word birine inanmak.
take someone at his word birine inanmak.
take someone by surprise birini gafil avlamak. 2. birini çok şaşırtmak. 3. baskın
yaparak birini yakalamak.
take someone down a peg or two birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek.
take someone down a peg bir kimseyi küçük düşürmek.
take someone for granted birinin varlığını bir hak gibi görmek.
take someone for (birini/ bir şeyi) (başka biri/başka bir şey)
sanmak/zannetmek.
take someone hostage -i rehin almak.
take someone in tow birini himayesine almak.
take someone in birini almak, barındırmak. 2. (polis) birini karakola
götürmek; birini tutuklamak. 3. birini içeriye götürmek;
birini içeriye almak: He took her in to dinner. Onu
içeriye yemeğe götürdü. 4. birini
kapsamak/içermek/ihtiva etmek. 5. birini
aldatmak/dolandırmak.
take someone into account birini/bir şeyi hesaba katmak.
take someone into custody birini tutuklamak.
take someone off someone's hands birini (yük sayılan) birinden/bir şeyden kurtarmak.
take someone out (flört ettiği) birini gezmeye/bir yere götürmek.
take someone to one side birini bir yana çekmek.
take someone to task birini azarlamak/paylamak.
take someone to the cleaners konuşma dili birini soyup soğana çevirmek.
take someone unawares birini gafil avlamak.
take someone under one's wing birini kanadı altına almak, birinin üstüne kanat germek;
birine kılavuzluk etmek.
take someone up on her offer birinin teklifini kabul etmek.

1335
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

take someone up on his offer birinin teklifini kabul etmek.


take someone wrong birini/bir şeyi yanlış anlamak, birini/bir şeyi yanlış bir
şekilde yorumlamak.
take someone's breath away (çok güzel biri/bir şey) birini büyülemek, birini çok
etkilemek.
take someone's measure birinin karakterini veya yeteneğini sınamak.
take someone's time birinin vaktini almak.
take someone's word for it birinin sözüne inanmak.
take something amiss gücenmek.
take something for granted otomatikman bir şeyin (belirli bir şekilde) olduğunu
düşünmek. 2. bir şeyi bir hak gibi görmek.
take something for (birini/ bir şeyi) (başka biri/başka bir şey)
sanmak/zannetmek.
take something hard bir şeye pek çok üzülmek.
take something in one's stride bir şeyin üstünde durmamak, bir şeyi mesele
yapmamak.
take something in stride bir şeyin üzerinde durmamak, bir şeyi mesele
yapmamak.
take something in the right spirit bir şeyin ardındaki iyi niyeti kavrayarak kızmamak.
take something in bir şeyi içeri almak veya çekmek: The boat's taking in
water. Tekne su alıyor. 2. bir şeyi
kapsamak/içermek/ihtiva etmek. 3. (konser, oyun,
turistik yer, müze v.b.'ne) gitmek, (oyun, turistik yer,
müze v.b.'ni) görmek. 4. bir şeyi anlamak/kavramak. 5.
bir şeyi farketmek/görmek.
take something into account birini/bir şeyi hesaba katmak.
take something lying down bir şeyi alttan almak; bir şeyin altında kalmak.
take something off someone's hands birini (yük sayılan) birinden/bir şeyden kurtarmak.
take something off (bir sayıyı) (belirli bir miktarda) indirmek. 2. (oyunu,
bir taşıtın seferini, vergiyi, sınırlamayı) kaldırmak. 3.
(belirli bir süre için) izin almak; mola/ara vermek.
take something on faith kanıt olmadan bir şeye inanmak.
take something on oneself bir işi kendiliğinden yapmak.
take something out of bir şeyi (bir yerden) çıkarmak.

1336
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

take something out on öcünü/hıncını (birinden) almak.


take something out bir şeyi (bir yerden) çıkarmak.
take something to heart bir şeyi ciddiye almak.
take something up giysiyi kısaltmak veya daraltmak. 2. sıvıyı emmek. 3.
with bir meseleyi (biriyle) konuşmak.
take something upon oneself bir işi kendiliğinden yapmak.
take something with a grain of salt bir şeye pek inanmamak.
take something wrong birini/bir şeyi yanlış anlamak, birini/bir şeyi yanlış bir
şekilde yorumlamak.
take steps (bir şeyi önlemek için) tedbir almak.
take stock envanter yapmak, sayım yapmak. 2. durumu/kendini
değerlendirmek; of (durumu/kendini) değerlendirmek.
take the air dışarıya çıkıp dolaşmak.
take the bull by the horns meseleyi pervasızca ele almak.
take the cake konuşma dili birinci gelmek.
take the consequences cezasını çekmek.
take the edge off -i körletmek. 2. (iştahı) kapamak; (keyfi) kaçırmak;
(öfke v.b.'ni) azaltmak.
take the floor mecliste söz almak.
take the helm dümen başına geçmek. 2. yönetimi üstlenmek.
take the initiative inisiyatifini kullanmak, ilk adımı atmak, ön ayak olmak.
take the law into one's own hands hakkını kendi eliyle almak, intikamını almak.
take the lead başa geçmek.
take the pledge yemin etmek, söz vermek.
take the plunge cesur bir adım atmak.
take the rap suçu üstüne almak.
take the shortcut kestirmeden gitmek.
take the stand hukuk (sanık, şahit) mahkemede avukatların sorularına
cevap vermek.
take the trouble to do something zahmet edip bir şey yapmak.
take the wind out of someone's sails birinin fiyakasını veya süksesini bozmak.
take the witness stand (tanıklık etmek üzere) tanık kürsüsüne çıkmak.
take time off izin almak, izne çıkmak.

1337
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

take time vakit almak; vakit istemek: This'll take a long time. Bu
çok vakit ister. It took a lot of time. Çok zaman aldı.
take to flight kaçmak.
take to one's heels koşarak kaçmak, tabanları yağlamak.
take to (bir yere) gitmek: She took to her bed and stayed there
all week. Yatağına girip bütün hafta orada yattı. 2. (bir
şeyi yapmaya) başlamak. 3. -den hoşlanmaya başlamak.
take trouble zahmete katlanmak, zahmet etmek. 2. dikkat etmek.
take turns nöbetleşe yapmak, sıra ile yapmak.
take umbrage at -e gücenmek.
take up a lot of room çok yer tutmak.
take up a quarrel kavgaya katılmak.
take up arms silaha sarılmak.
take up room yer işgal etmek/tutmak/kaplamak.
take up someone's time birinin vaktini almak.
take up space yer işgal etmek/tutmak/kaplamak.
take up the gauntlet meydan okuyanın çağrısını kabul etmek.
take up the slack halatın boşunu almak.
take up time vakit/zaman almak.
take up with (biriyle) arkadaş olmak.
take vengeance on -den öç almak.
take vows rahibe olmak.
take wing kanatlanmak, uçmaya başlamak.
take take teyk fiil (took, taken) 1. almak; götürmek: Be sure
to take a sweater! Yanına kazak almayı ihmal etme!
Will you take the dog to the vet? Köpeği veterinere
götürür müsün? 2. (bir sayıyı) çıkarmak: Take five from
ten. Ondan beşi çıkar. 3. almak, çalmak, aşırmak. 4.
almak, fethetmek, ele geçirmek. 5. almak, elde etmek, -
e sahip olmak: They took first prize. Birinci ödülü
aldılar. 6. (el veya ellerle) almak: Take these glasses!
Bu bardakları al! 7. almak, kabul etmek. Will you take a
salary cut? Maaşınızın azaltılmasını kabul eder misiniz?
8. katlanmak, tahammül etmek; dayanmak: She's taken

1338
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a lot from him. Ondan çok çekti. 9. karşılamak: How


will he take this news? Bu haberi nasıl karşılayacak?
10. (bir şeyi, birini) dinleyip ona göre hareket etmek:
Take her advice! Onun sözünü dinle! 11. almak, içine
sığmak: The canal won't take a ship that big. O kadar
büyük bir gemi kanala sığmaz. 12. (iş, yolculuk) (belirli
bir zaman) sürmek: This qob will take us one day. Bu iş
bir gün ister. 13. (bir şeyin çalıştırılması veya
tamamlanması için) (belirli bir şey) gerekmek: Will that
telephone take coins? O telefon madeni parayla çalışır
mı? 14. istemek, gerekmek: That'll take a lot of work. O
çok iş ister. 15. (ders) almak. 16. (bir yemeğe) (tat
verebilecek bir madde) koymak, katmak, ekmek veya
sıkmak; kullanmak: Do you take sugar in your coffee?
Kahveyi şekerli mi içiyorsun? 17. (bir taşıtı) kullanmak.
Take a taxi! Taksiyle git! 18. (belir

takeaway take.a.way teyk'ıwey isim, İngiliz İngilizcesi başka


yerde yenilmek üzere sıcak yemekleri paketlenmiş
olarak satan dükkân. sıfat 1. paketlenmiş olarak
hazırlanan (sıcak yemek). 2. sıcak yemeklerin paket
halinde satıldığı (dükkân, tezgâh).
take-home pay net maaş.
take-home take-home teyk'hom isim bakınız take-home pay
taken tak.en tey'kın fiil bakınız take
takeoff take.off teyk'ôf isim 1. havalanma. 2. (komik) taklit;
parodi.
take-out take-out teyk'aut sıfat 1. paketlenmiş olarak hazırlanan
(sıcak yemek). 2. sıcak yemeklerin paket halinde
satıldığı (dükkân).
takeover take.o.ver teyk'ovır isim ele geçirme.
taking tak.ing tey'kîng isim bakınız the takings
talc talc tälk isim 1. talk. 2. talk pudrası.
talcum powder talk pudrası.

1339
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

talcum tal.cum täl'kım sıfat bakınız talcum powder


tale tale teyl isim 1. masal; hikâye. 2. yalan.
talebearer tale.bear.er teyl'berır isim dedikoducu kimse.
talent tal.ent täl'ınt isim kabiliyet, yetenek; hüner; Allah
vergisi.
talented sıfat kabiliyetli; hünerli.
talisman tal.is.man täl'îsmın isim (talismans) tılsım.
talk about -den bahsetmek, -i konuşmak.
talk at cross-purposes birbirine aykırı amaçları savunarak konuşmak.
talk back to (-e) sert karşılık vermek.
talk back (-e) sert karşılık vermek.
talk behind one's back birisinin arkasından konuşmak.
talk big konuşma dili yüksekten atmak, fart furt etmek,
böbürlenmek.
talk down to yüksekten bakan bir tavırla (biriyle) konuşmak; (birine
karşı) fazlasıyla basit bir dil kullanmak.
talk in one's sleep uykuda sayıklamak.
talk nonsense saçmalamak.
talk sense makul konuşmak.
talk someone into something birini bir şeyi yapmaya ikna etmek.
talk someone's head off birisinin kafasını şişirmek/ütülemek.
talk something out bir şeyi bütün ayrıntılarıyla konuşmak/görüşmek.
talk something over bir şeyi konuşmak/görüşmek.
talk through one's hat atmak, kafadan atmak.
talk to someone like a Dutch uncle birini paylamak/azarlamak.
talk turkey konuşma dili ciddi bir şekilde iş konuşmak; ciddi bir
şekilde konuşmak.
talk talk tôk fiil 1. konuşmak. 2. -den söz etmek, hakkında
konuşmak, -i konuşmak: We talked history until
midnight. Gece yarısına kadar tarih konuştuk. 3. (bir
dili) konuşmak. isim 1. konuşma. 2. sohbet, konuşma.
3. lakırdı, söz, laf.
talkative talk.a.tive tô'kıtîv sıfat konuşkan, çeneli.

1340
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

talking-to talk.ing-to tô'kîngtu isim, konuşma dili azarlama, azar,


paylama.
tall tall tôl sıfat uzun boylu, uzun.
tallow tal.low täl'o isim donyağı.
tally tal.ly täl'i isim hesap; skor. fiil 1. (up) saymak. 2.
birbirine uymak; birbirine uydurmak; with (bir şey)
(başka bir şeye) uymak; with (bir şeyi) (başka bir şeye)
uydurmak.
talon tal.on täl'ın isim pençe.
tamale ta.ma.le tıma'li isim mısır unu ile kıyma ve
kırmızıbiberle yapılan Meksika yemeği.
tamarind tam.a.rind täm'ırînd isim demirhindi.
tambourine tam.bou.rine tämbırin' isim tef.
tame tame teym sıfat 1. evcilleştirilmiş, evcil. 2. uysal,
munis. 3. heyecan vermeyen, heyecansız, sıkıcı; yavan.
fiil 1. evcilleştirmek. 2. uysallaştırmak, uslandırmak.
tamer tam.er tey'mır isim terbiyeci: lion tamer aslan
terbiyecisi.
Tamil Tam.il täm'îl isim, sıfat 1. Tamil. 2. Tamilce.
tamp tamp tämp fiil down bastırıp sıkıştırmak.
tamper tam.per täm'pır fiil 1. with kanuna aykırı olarak (bir
şeyi) değiştirmek veya (birini) etkilemeye çalışmak. 2.
with -i değiştirerek bozulmasına yol açmak. 3. with -i
karıştırmak, -i ellemek, -e dokunmak; ile oynamak, -i
kurcalamak.
tampon tam.pon täm'pan isim, tıbbi tampon. fiil tamponlamak,
tampon koymak.
tam-tam tam-tam täm'täm isim bakınız tom-tom
tan someone's hide birine dayak atmak, birini dövmek.
tan tan tän fiil (tanned, tanning) 1. tabaklamak. 2. (cilt)
(güneşte) bronzlaşmak/kararmak; (cildi)
bronzlaştırmak/karartmak. isim 1. sarımsı kahverengi.
2. (ciltte) bronzlaşma: What a nice tan you have! Ne
güzel yanmışsın! sıfat sarımsı kahverengi.

1341
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tandem bicycle ikili bisiklet, tandem, çifte.


tandem tan.dem tän'dım isim bakınız tandem bicycle
tang tang täng isim keskin bir tat veya koku.
tangent tan.gent tän'cınt isim, sıfat teğet, tanqant.
tangerine tan.ger.ine täncırin' isim mandalina.
tangible assests maddi aktifler.
tangible tan.gi.ble tän'cıbıl sıfat 1. elle dokunulur/tutulur. 2.
somut.
tangle tan.gle täng'gıl fiil 1. (ip, iplik, tel, zincir, saç v.b.'ni)
karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık etmek; (ip, iplik,
tel, zincir, saç v.b.) karışmak, dolaşmak, dolanmak. 2.
with ile kavga etmek. isim 1. karışıklık, dolaşıklık. 2.
kavga; münakaşa; ihtilaf.
tangled tangledsıfat karışık, dolaşık, girift, girişik, karmaşık.
tango tan.go täng'go isim tango.
tangy tang.y täng'i sıfat keskin (tat, koku).
tank car demiryolu sarnıç vagonu.
tank tank tängk isim 1. depo; tank: water tank su deposu. 2.
askeri tank. fiil up (with) (taşıtın benzin deposunu)
doldurmak.
tanked up konuşma dili istimini almış, sarhoş.
tanker tank.er täng'kır isim 1. tanker. 2. askeri tankçı.
tanner tan.ner tän'ır isim tabak, sepici.
tannery tanneryisim tabakhane.
tantalise tan.ta.lisefiil, İngiliz İngilizcesi bakınız tantalize
tantalize tan.ta.lize tän'tılayz fiil (birinde) boş ümitler
uyandırmak: The belly dancer was tantalizing all the
men in the group. Dansöz gruptaki tüm erkekleri tahrik
ediyordu.
tantamount tan.ta.mount tän'tımaunt sıfat bakınız be tantamount to
tantrum tan.trum tän'trım isim (hiddetten) bağırıp çağırıp
tepinme.
Tanzania Tan.za.ni.a tänzıni'yı isim Tanzanya.

1342
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Tanzanian isim Tanzanyalı. sıfat 1. Tanzan ya, Tanzanya'ya özgü.


2. Tanzanyalı.
Taoism Tao.ism dau'wîzım, tau'wîzım isim Taoizm.
Taoist Taoistsıfat, isim Taoist.
tap tap täp fiil (tapped, tapping) hafifçe vurmak;
tıkırdatmak. isim hafif vuruş; tıkırtı.
tape deck teyp; kasetçalar.
tape measure mezura, mezür, şerit metre.
tape player teyp; kasetçalar.
tape recorder teyp.
tape tape teyp isim 1. bant: magnetic tape manyetik bant.
adhesive tape (yapıştırıcı) bant. 2. (dolu) bant, bant
kaydı. fiil 1. bantlamak, bantla tutturmak. 2. banda
almak/kaydetmek; bant doldurmak.
taper ta.per tey'pır isim çok ince mum. fiil 1. gittikçe
incelmek; gittikçe inceltmek. 2. off gitgide azalıp son
bulmak. 3. off gitgide azaltmak.
tape-record tape-re.cord teyp'rîkôrd fiil banda almak/kaydetmek.
tapestry tap.es.try täp'îstri isim (genellikle duvara asılan, halı
veya kilime benzeyen) resimli örtü, goblen.
tapeworm tape.worm teyp'wırm isim tenya, şerit.
tapioca tap.i.o.ca täpiyo'kı isim tapyoka.
taps taps täps isim, çoğul, askeri yat borusu.
tar tar tar isim katran. fiil (tarred, tarring) katranlamak,
katran sürmek, katranla kaplamak.
tarantula ta.ran.tu.la tırän'çılı isim, zooloji (tarantulas/tarantulae)
tarantula.
tarboosh tar.boosh tarbuş' isim fes.
tardy tar.dy tar'di sıfat 1. geç, geç gelen veya olan. 2. yavaş
olan; yavaş hareket eden.
tare tare ter isim dara.
target date amaçlanan tarih.
target disk bilgisayar hedef disk.
target practice atış talimi.

1343
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

target range poligon, atış yeri.


target tar.get tar'gît isim 1. hedef, nişan. 2. hedef, amaç, gaye,
maksat. fiil 1. -i amaçlamak. 2. -i hedef almak.
tariff tar.iff ter'îf isim 1. (ithalat veya ihracat üzerine
konulan) vergi. 2. (otel, motel veya pansiyon için)
tarife.
tarmac tar.mac tar'mäk isim 1. İngiliz İngilizcesi asfalt. 2.
İngiliz İngilizcesi asfalt yol; asfalt pist. 3. (madde
olarak) katranlı makadam. 4. katranlı makadamdan
yapılmış kaldırım veya yol.
tarnish tar.nish tar'nîş fiil 1. (madeni bir yüzeyi) karartmak;
(madeni bir yüzey) kararmak. 2. (birinin adını v.b.'ni)
lekelemek, kirletmek. isim (madeni yüzeyde) kararma.
tarp tarp tarp isim, konuşma dili (branda bezinden yapılmış)
tente, branda.
tarpaper tar.pa.per tar'peypır isim katranlı karton/mukavva.
tarpaulin tar.pau.lin tarpô'lîn isim (branda bezinden yapılmış)
tente, branda.
tarragon tar.ra.gon ter'ıgan isim tarhun.
tarry tar.ry ter'i fiil 1. vakit kaybetmek, oyalanmak. 2.
beklemek. 3. (bir yerde) kalmak.
tart someone up İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birini/bir şeyi allayıp
pullamak.
tart something up İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birini/bir şeyi allayıp
pullamak.
tart tart tart isim 1. ahçılık tart. 2. konuşma dili fahişe,
orospu, paçoz.
tartan tar.tan tar'tın isim ekose kumaş veya desen. sıfat ekose.
tartar tar.tar tar'tır isim 1. tartar. 2. kefeki, pesek.
task force askeri özel görev kuvveti. 2. geçici bir süre için
işbirliği yapanlardan oluşan grup.
task task täsk isim iş, görev, vazife; ödev.
taskmaster task.mas.ter täsk'mästır isim amir, başkan.
tassel tas.sel täs'ıl isim püskül.

1344
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

taste taste teyst fiil 1. -i tatmak, -in tadına bakmak; -in tadını
almak. 2. (bir şeyin) (belli bir) tadı olmak. 3. -i
yaşamak, -i tatmak.
tasteful taste.ful teyst'fıl sıfat zevkli, güzel bir zevki yansıtan.
tasteless taste.less teyst'lîs sıfat 1. tadı olmayan, tatsız, yavan
(yemek). 2. zevksiz.
tasty tast.y teys'ti sıfat tadı güzel, lezzetli.
tatter tat.ter tät'ır isim bakınız be dressed in tatters be in
tatters
tattered tat.tered tät'ırd sıfat 1. yırtık pırtık, lime lime. 2. üstü
başı yırtık pırtık.
tattle tat.tle tät'ıl fiil on (birinin) ortaya dökülmesini
istemediği bir şeyi başkasına söylemek: Don't you tattle
on me! Beni gammazlama!
tattler tat.tlerisim birinin ortaya dökülmesini istemediği bir
şeyi başkasına söyleyen kimse, gammaz.
tattletale tat.tle.tale tät'ılteyl isim birinin ortaya dökülmesini
istemediği bir şeyi başkasına söyleyen kimse, gammaz.
tattoo tat.too tätu' isim, askeri ışık söndür borusu veya
trampeti.
taught taught tôt fiil bakınız teach
taunt taunt tônt fiil alay ederek sataşmak. isim (sataşmak için
söylenen alaylı) laf.
taut taut tôt sıfat 1. gergin, iyice gerilmiş (ip, tel v.b.). 2.
gergin (sinirler).
tavern tav.ern täv'ırn isim meyhane, bar.
tawdry taw.dry tô'dri sıfat adi bir şekilde gösterişli, cafcaflı.
tawny taw.ny tô'ni sıfat sarımsı kahverengi.
tax tax täks isim 1. (tahsil edilen veya koyulan) vergi. 2.
(birinin takatını, sabrını v.b.'ni) zorlayan şey. fiil 1. -den
vergi almak; -e vergi koymak; -i vergilendirmek. 2.
(takat, sabır v.b.'ni) zorlamak.
taxable tax.a.ble täks'ıbıl sıfat vergiye tabi.

1345
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

taxation tax.a.tion täksey'şın isim 1. of -den vergi alma; -e vergi


koyma; -i vergilendirme. 2. vergi tahsilatı, vergi.
tax-deductible tax-de.duct.i.ble täks'dîd^k'tıbıl sıfat vergiden
düşülebilen.
taxexempt tax.ex.empt täks'îgzempt' sıfat vergiden muaf.
tax-free tax-free täks'fri' sıfat vergiden muaf.
taxi driver taksi şoförü.
taxi rank İngiliz İngilizcesi taksi durağı.
taxi stand taksi durağı.
taxi tax.i täk'si isim taksi. fiil 1. taksiyle gitmek; (birini)
taksiyle götürmek. 2. (uçak) pist üzerinde ilerlemek;
(uçağı) pist üzerinde ilerletmek.
taxicab tax.i.cab täk'sikäb isim taksi.
taximeter tax.i.me.ter täk'simitır isim taksimetre, taksi saati.
taxpayer tax.pay.er täks'peyır isim vergi veren kimse, vergi
mükellefi.
tea tea ti isim 1. çay. 2. çay partisi; çay.
teach teach tiç fiil (taught) 1. öğretmek. 2. öğretmenlik
yapmak; ders vermek.
teacher teach.er ti'çır isim öğretmen, hoca.
teaching teach.ing ti'çîng isim 1. öğretme, öğretim. 2. öğreti,
ilke.
teacup tea.cup ti'k^p isim çay fincanı.
teahouse tea.house ti'haus isim çayevi, çayhane.
teakettle tea.ket.tle ti'ketıl isim çaydanlık.
team spirit takım ruhu, ekip ruhu, ekip halinde çalışma ruhu.
team team tim isim 1. askeri takım; ekip; tim. 2. çift; birlikte
koşulan birkaç hayvan: a team of mules bir çift katır.
fiil up bir birlik oluşturmak, birlik olmak.
teamwork team.work tim'wırk isim takım çalışması, ekip
çalışması.
teapot tea.pot ti'pat isim çay demliği, demlik.
tear a place apart bir yerin birliğini mahvetmek, bir yerdeki birlik
duygusunu mahvetmek.

1346
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tear at one's heartstrings -i çok duygulandırmak; -in yüreğini cız ettirmek.


tear down yıkmak.
tear gas göz yaşartıcı gaz.
tear into birdenbire (birine) sözlerle saldırmak. 2. birdenbire
(birine) saldırmak.
tear limb from limb paramparça etmek.
tear off büyük bir aceleyle gitmek, birdenbire koşmaya
başlamak.
tear one's hair çok endişeli olmak, endişe içinde olmak. 2. saçını
başını yolmak.
tear someone apart birini çok üzmek; birinin kalbini paramparça etmek. 2.
birini paralamak/parçalamak.
tear someone away from birini (birinden/bir yerden) ayırmak veya zorla ayırmak.
tear someone down birini/bir şeyi şiddetle tenkit etmek/eleştirmek.
tear someone from birini (birinden/bir yerden) ayırmak veya zorla ayırmak.
tear someone up birini çok üzmek; birinin kalbini paramparça etmek.
tear something away from bir şeyi (birinden/bir hayvandan) almak veya kapmak.
tear something down birini/bir şeyi şiddetle tenkit etmek/eleştirmek.
tear something from bir şeyi (birinden/bir hayvandan) almak veya kapmak.
tear something off bir şeyi (bir yerden) (yırtarak) koparmak.
tear something open bir şeyi yırtarak açmak.
tear something out bir şeyi (bir yerden) (yırtarak) koparmak.
tear something up bir şeyi yırtarak parça parça etmek/parçalara ayırmak.
tear tear tîr isim gözyaşı.
tearful tear.ful tîr'fıl sıfat 1. gözyaşı içinde olan veya yapılan;
ağlayan. 2. ağlamaklı.
Tears stood in her eyes. Gözleri yaşla dolmuştu.
tease something apart bir şeyin tellerini lif lif ayırmak.
tease tease tiz fiil 1. şaka yollu takılmak. 2. alay ederek
sataşmak. 3. (saçı) (tarakla) kabartmak. isim başkalarına
takılmayı seven kimse, takılgan kimse.
teaspoon tea.spoon ti'spun isim çay kaşığı.
teaspoonful tea.spoon.fulisim çay kaşığı dolusu.
teat teat tit, tît isim meme.

1347
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

technical tech.ni.cal tek'nîkıl sıfat 1. teknik. 2. teknik detaylarla


dolu (yazı, konuşma). 3. sadece kurallara dayanan;
sadece kuralların ayrıntılarına dayanan.
technicality tech.ni.cal.i.ty teknîkäl'ıti isim 1. teknik detaylara
dayanma. 2. teknik detay. 3. ayrıntı, detay.
technician tech.ni.cian teknîş'ın isim tekniker, teknisyen, teknikçi,
uygulayımcı.
technique tech.nijue teknik' isim teknik, yöntem, uygulayım.
technology tech.nol.o.gy teknal'ıci isim teknoloqi, uygulayımbilim.
teddy bear oyuncak ayı.
teddy ted.dy ted'i isim, konuşma dili oyuncak ayı. sıfat
bakınız teddy bear
tedious te.di.ous ti'diyıs sıfat sıkıcı, can sıkan; usandırıcı.
tedium te.di.um ti'diyım isim can sıkıntısı, sıkıntı.
teem teem tim fiil with ile dolu olmak: This lake's teeming
with fish. Bu gölde balıklar kaynıyor.
teenage teen.age tin'eyc sıfat on üç ile on dokuz yaşlar
arasındaki devreye ait, gençlere ait.
teenager teen.ag.erisim on üç ile on dokuz yaşlar arasındaki
kimse; genç, delikanlı; genç kız.
teens teens tinz isim, çoğul on üç ile on dokuz arasındaki
yaşlar.
teeny tee.ny ti'ni sıfat, konuşma dili ufacık, minicik.
teeny-weeny tee.ny-wee.ny ti'ni.wi'ni sıfat minimini, minnacık.
teeter tee.ter ti'tır fiil sendelemek; sallanmak.
teeter-totter tee.ter-tot.ter ti'tırtatır isim tahterevalli.
teeth teeth tith isim bakınız tooth
teethe teethe tidh fiil diş çıkarmak.
teetotaler tee.to.tal.er tito'tılır isim ağzına içki almayan kimse,
yeşilaycı.
teetotaller tee.to.tal.ler tito'tılır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız
teetotaler
telecast tel.e.cast tel'ıkäst fiil (telecast/telecasted) televizyonla
yayımlamak. isim televizyon yayını.

1348
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

telegram tel.e.gram tel'ıgräm isim telgraf, telgrafla gönderilen


mesaq.
telegraph tel.e.graph tel'ıgräf isim telgraf, telgraf cihazı. fiil
telgraf çekmek; -e (bir mesaqı) telgrafla göndermek.
telepathy te.lep.a.thy tılep'ıthi isim telepati, uzaduyum.
telephone book telefon rehberi.
telephone booth telefon kulübesi.
telephone central santral.
telephone directory telefon rehberi.
telephone exchange santral.
telephone line telefon hattı.
telephone pole telefon direği.
telephone switchboard santral.
telephone tel.e.phone tel'ıfon isim telefon. fiil telefon etmek.
telephoto lens fotoğrafçılık ırak merceği, teleobqektif.
telephoto tel.e.pho.to tel'ıfoto isim bakınız telephoto lens
teleprocessing tel.e.proc.ess.ing telıpras'esîng isim, bilgisayar
teleişlem.
telescope tel.e.scope tel'ıskop isim teleskop, ırakgörür. fiil 1.
(teleskopun elemanları gibi) iç içe geçmek; (bir
elemanı) (başka bir elemanın) içine geçirmek. 2. ezilip
iç içe geçmek; ezip iç içe geçirmek.
teletype tel.e.type tel'ıtayp isim teletip, teletayp, telem, uzyazar.
televise tel.e.vise tel'ıvayz fiil televizyonla yayımlamak.
television screen televizyon ekranı.
television set televizyon, televizyon alıcısı.
television tube televizyon tüpü.
television tel.e.vi.sion tel'ıvîqın isim televizyon.
telex tel.ex tel'eks isim 1. teleks makinesi, teleks. 2. teleksle
gönderilen mesaj, teleks. fiil -e teleksle mesaj
göndermek; -e (bir mesajı) teleksle göndermek.
tell against (bir şey) (birinin) aleyhinde olmak.
tell apart birbirinden ayırmak, ayırt etmek.
tell in someone's favor (bir şey) birinin lehinde olmak.

1349
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Tell me another one! Haydi oradan!/Hadi hadi!/Hadi canım sen de!/Külahıma


anlat!
tell of anlatmak, bahsetmek.
tell on someone birinin yaptığı olumsuz bir şeyi (başkasına) söylemek.
tell one to one's face birinin yüzüne karşı söylemek.
tell one's fortune -in falına bakmak.
tell people apart insanları/nesneleri birbirinden ayırt etmek.
tell someone a thing or two konuşma dili birini haşlamak, birine dünyanın kaç
bucak olduğunu göstermek.
tell someone off birini azarlamak/haşlamak.
tell someone where to get off konuşma dili birini haşlamak, birine dünyanın kaç
bucak olduğunu göstermek.
tell someone's fortune birinin falına bakmak.
tell something to someone straight birine bir şeyi hiç sakınmadan söylemek.
tell the time saatin kaç olduğunu anlamak: Can Sırrı tell the time
yet? Sırrı şimdi saatin kaç olduğunu anlayabiliyor mu?
2. (saat) zamanı göstermek: This clock doesn't tell the
time very well. Bu saat pek iyi çalışmıyor. I told you
so! Sana demedim mi?
tell things apart insanları/nesneleri birbirinden ayırt etmek.
tell time saatin kaç olduğunu anlamak: Can Sırrı tell the time
yet? Sırrı şimdi saatin kaç olduğunu anlayabiliyor mu?
2. (saat) zamanı göstermek: This clock doesn't tell the
time very well. Bu saat pek iyi çalışmıyor. I told you
so! Sana demedim mi?
tell which is which hangisinin hangisi olduğunu ayırt etmek: I couldn't tell
which was which. Hangisinin hangisi olduğunu ayırt
edemedim.
tell tell tel fiil (told) 1. söylemek; anlatmak: I told her the
news. Ona haberi söyledim. I told her he was here.
Onun burada olduğunu kendisine söyledim. To tell you
the truth, I can't stand the guy. Doğrusunu istersen
heriften nefret ediyorum. 2. göstermek; anlatmak: This
book tells you how to fix clocks. Bu kitap sana saatlerin

1350
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tamirini öğretir. The firing of the cannon tells you the


fast has ended. Topun atılması orucun bittiğine işaret
ediyor. 3. söylemek, anlamak: I can't tell which is
which. Hangisinin hangisi olduğunu kestiremiyorum. 4.
söylemek, emretmek: Are you asking me or telling me?
Benden rica mı ediyorsun, yoksa bana emir mi
veriyorsun? I told them to wait. Beklemelerini
söyledim. 5. (bir şey) etkisini göstermek: The strain was
beginning to tell on her. Sıkıntının izleri onda belirmeye
başlıyordu. 6. (bir şey hakkında) emin olmak: On the
other hand he qust might win. You never can tell! Gene
de bakarsın galip gelir. Hiç belli olmaz!
teller tell.er tel'ır isim 1. (bankada) veznedar. 2.
anlatan/söyleyen kimse, anlatıcı.
telling tell.ing tel'îng sıfat etkili; etkileyici; çarpıcı.
telltale tell.tale tel'teyl isim başkalarının sırlarını açığa vuran
kimse. sıfat durumu veya gerçeği açığa vuran (şey).
telly tel.ly tel'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
televizyon.
temerity te.mer.i.ty tımer'ıti isim cüret, ataklık.
temper tem.per tem'pır isim 1. mizaç, huy, tabiat, yaradılış. 2.
menevişleme sonucunda çelikte oluşan sertlik. 3. (bir
maddeyi kıvamına getirmek için eklenen) katkı
maddesi.
temperament tem.per.a.ment tem'pırımınt, tem'prımınt isim mizaç,
huy, tabiat, yaradılış.
temperamental tem.per.a.men.tal tempırımen'tıl, temprımen'tıl sıfat 1.
kaprisli; saati saatine uymayan. 2. yaradılıştan gelen:
He has a temperamental aversion to such people.
Yaradılışı gereği öyle insanlardan hoşlanmaz.
temperance tem.per.ance tem'pırıns isim 1. aşırıya gitmeme,
aşırılığa kaçmama, ölçüyü aşmama. 2. hiç içki
kullanmama.
Temperate Zone coğrafya Ilıman Kuşak/Bölge.

1351
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

temperate tem.per.ate tem'pırît sıfat 1. ılımlı, aşırılığa kaçmayan.


2. ılıman.
temperature tem.per.a.ture tem'pırıçır, tem'prıçır isim 1. ısı derecesi,
derece. 2. ısı, sıcaklık, hararet. 3. ateş, yüksek vücut
ısısı.
tempest tem.pest tem'pîst isim fırtına; bora.
tempestuous tem.pes.tu.ous tempes'çuwıs sıfat fırtınalı.
temple tem.ple tem'pıl isim tapınak, mabet, ibadethane.
tempo tem.po tem'po isim (tempos/tempi) 1. müzik tempo. 2.
tempo, gidiş.
temporal tem.po.ral tem'pırıl sıfat 1. dünyevi; dini olmayan. 2.
zamana ait.
temporary tem.po.rar.y tem'pıreri sıfat geçici, muvakkat.
temporise tem.po.rise tem'pırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
temporize
temporize tem.po.rize tem'pırayz fiil karar vermeyerek vakit
kazanmaya çalışmak, savsaklamak.
tempt tempt tempt fiil 1. (birini) ayartmaya çalışmak, doğru
yoldan saptırmaya çalışmak. 2. birinin kendi nefsiyle
mücadele etmesine yol açmak: I'm tempted not to go at
all. Şeytan diyor ki hiç gitme./Hiç gitmeyesim geliyor.
They were tempted to take the money. Akıllarından
parayı almak geçti.
temptation temp.ta.tion temptey'şın isim 1. birinin ayartılmasına
yol açabilen şey veya kimse, birinin doğru yoldan
sapmasına sebep olabilen şey veya kimse. 2. birini
ayartmaya çalışma; birinin ayartılmasına çalışılma.
tempting tempt.ing temp'tîng sıfat çok çekici, çok cazip.
ten liras each tanesi on lira.
ten past three üçü on geçe.
ten ten ten sıfat on. isim 1. on, on rakamı (38, X). 2.
iskambil oyunları onlu.
tenable ten.a.ble ten'ıbıl sıfat savunulabilir; makul.

1352
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tenacious te.na.cious tîney'şıs sıfat 1. bir işin arkasını


bırakmayan, bir işten vazgeçmeyen. 2. çok kuvvetli
(bağ).
tenacity te.nac.i.ty tînäs'ıti isim bir işin arkasını bırakmama, bir
işten vazgeçmeme, kararlılık.
tenant ten.ant ten'ınt isim kiracı.
ten-cent store ucuz eşya satılan mağaza.
tend tend tend fiil 1. eğiliminde olmak: He tends to
exaggerate. Onun mübalağa etme eğilimi var. 2.
genellikle -e yol açmak: Such measures tend to promote
iasures tend to promote inflation. Genellikle böyle
önlemler enflasyonu körüklendirir.
tendency ten.den.cy ten'dınsi isim eğilim, meyil.
tender ten.der ten'dır sıfat 1. kolaylıkla incinen, hassas,
duyarlı. 2. şefkatli, müşfik, sevecen. 3. yumuşak, sert
olmayan (et, sebze, meyve v.b.).
tenderfoot ten.der.foot ten'dırfût isim (tenderfoots/tenderfeet)
acemi çaylak, acemi kimse.
tenderhearted ten.der.heart.ed ten'dırhar'tîd sıfat yufka yürekli.
tenderise ten.der.ise ten'dırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
tenderize
tenderize ten.der.ize ten'dırayz fiil (eti) yumuşatmak.
tenderloin ten.der.loin ten'dırloyn isim fileto.
tenderness ten.der.nessisim 1. şefkat, sevecenlik. 2. kolaylıkla
incinme, hassaslık, duyarlılık, duyarlık. 3. (et, sebze,
meyve v.b. için) yumuşaklık, sert olmama.
tendon ten.don ten'dın isim, anatomi kiriş.
Tenedos Ten.e.dos ten'îdıs, ten'îdôs isim, tarih Bozcaada.
tenement ten.e.ment ten'ımınt isim büyük ve harap apartman.
tenet ten.et ten'ît, [İngiliz İngilizcesi] ti'nît isim prensip, ilke;
öğreti.
tenfold ten.fold ten'fold sıfat, zarf on kat, on misli.
tennis net tenis ağı.
tennis player tenisçi.

1353
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tennis ten.nis ten'îs isim tenis.


tenon ten.on ten'ın isim zıvana dili.
tenor ten.or ten'ır isim 1. genel anlam. 2. gidiş, gidişat, akış.
3. müzik tenor.
tense tense tens sıfat 1. gergin, gerilmiş. 2. endişeli, stres
içinde. 3. stresli, gerilimli. 4. gergin, elektrikli.
tension ten.sion ten'şın isim gerilim.
tent tent tent isim çadır.
tentacle ten.ta.cle ten'tıkıl isim dokunaç.
tentative ten.ta.tive ten'tıtîv sıfat 1. kesin olmayan. 2. farazi,
deneysel. 3. mütereddit, çekingen veya kararsız (bir
hareket).
tenterhook ten.ter.hook ten'tırhûk isim bakınız be on tenterhooks
tenth tenth tenth sıfat, isim 1. onuncu. 2. onda bir.
tenuous ten.u.ous ten'yuwıs sıfat 1. çok ince (şey). 2. sağlam
olmayan, temelleri sağlıksız. 3. müphem, belli belirsiz.
tenure ten.ure ten'yır isim 1. (toprağa ait) mülkiyet. 2. (belirli
bir makamda) bulunma. 3. memuriyet süresi,
memuriyet. 4. (öğretim görevlisinin) kontratı
yenilemeden makamında kalma hakkı.
tepid tep.id tep'îd sıfat ılık.
terebinth ter.e.binth ter'ıbînth isim menengiç, melengiç,
terebentinsakızağacı.
term term tırm isim 1. dönem, devre. 2. süre, müddet. 3.
terim, ıstılah. 4. matematik terim. 5. çoğul (kontrata ait)
şartlar, koşullar. fiil -e ... demek, -e ... adını vermek.
terminal ter.mi.nal tır'mınıl sıfat 1. ölümcül (hastalık). 2. son
veya uçta bulunan. isim terminal.
terminate ter.mi.nate tır'mıneyt fiil -e son vermek, bitirmek; sona
ermek, bitmek.
terminology ter.mi.nol.o.gy tırmınal'ıci isim terminoloqi.
terminus ter.mi.nus tır'mınıs isim (termini/terminuses) ulaşım,
boru v.b. hattına ait uç, bitiş veya başlangıç
noktası/yeri.

1354
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

termite ter.mite tır'mayt isim akkarınca, termit.


terrace ter.race ter'îs isim 1. (evin bitişiğindeki veya
yakınındaki tabanı döşeli) taraça, teras. 2. (damdaki)
taraça, teras. 3. seki, set, taraça, teras. 4. İngiliz
İngilizcesi sıraevler. 5. İngiliz İngilizcesi sıraevlerin
bulunduğu sokak. fiil (bir yamaçta) sekiler yapmak,
(yamacı) sekilemek, teraslamak.
terrain ter.rain tıreyn', ter'eyn isim arazi, yerey; bölge, mıntıka.
terrapin ter.ra.pin ter'ıpîn isim (bir çeşit) su kaplumbağası.
terrestrial ter.res.tri.al tıres'triyıl sıfat 1. yeryuvarlağına ait. 2.
karasal; karada yaşayan.
terrible ter.ri.ble ter'ıbıl sıfat 1. korkunç. 2. çok kötü; berbat.
terrific ter.rif.ic tırîf'îk sıfat 1. konuşma dili fevkalade, harika,
müthiş, çok güzel. 2. çok sert, çok şiddetli. 3. büyük
(hız).
terrify ter.ri.fy ter'ıfay fiil çok korkutmak, dehşete düşürmek.
territorial waters karasuları.
territorial ter.ri.to.ri.al terıtôr'iyıl sıfat belirli bir bölgeye ait.
territory ter.ri.to.ry ter'ıtôri isim (belirli bir devlet, grup, kişi,
hayvan v.b.'ne ait) toprak, alan veya bölge.
terror ter.ror ter'ır isim 1. terör, tedhiş, korku salma. 2. dehşet.
3. dehşet saçan kimse.
terrorise ter.ror.ise ter'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
terrorize
terrorism ter.ror.ism ter'ırîzım isim terörizm, tedhişçilik.
terrorist ter.ror.ist ter'ırîst isim terörist, tedhişçi.
terrorize ter.ror.ize ter'ırayz fiil şiddet kullanarak yıldırmak.
terse terse tırs sıfat kısa ve özlü (söz).
test match uluslararası kriket maçı.
test someone's mettle birinin cesaretini ve ataklığını sınamak.
test someone's patience birinin sabrını sınamak, birinin sabrının sınırlarını
zorlamak.
test tube deney tüpü.

1355
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

test test test isim 1. sınav, imtihan, test. 2. tıbbi test,


laboratuvar araştırması: blood test kan tahlili. 3. tıbbi
(belirli bir) muayene: eye test göz muayenesi. 4.
deneme, deney: test flight deneme uçuşu. 5. (bir
kanunun) geçerli olup olmadığını öğrenmek için yapılan
deneme. fiil 1. denemek, denemeden geçirmek. 2.
sınava sokmak, imtihana tabi tutmak, sınamak. 3. tahlil
etmek; ölçmek. 4. (bir kanunun) geçerli olup olmadığını
deneme yoluyla öğrenmek.
testament tes.ta.ment tes'tımınt isim, hukuk vasiyetname.
testicle tes.ti.cle tes'tîkıl isim, anatomi erbezi, testis, husye,
haya.
testify tes.ti.fy tes'tıfay fiil 1. tanıklık/şahadet/şahitlik etmek;
tanıklıkta/şahadette/şahitlikte bulunmak. 2. ispatlamak,
kanıtlamak; to -i göstermek.
testimonial tes.ti.mo.ni.al testımo'niyıl isim 1. birinin/birilerinin
şükranını simgeleyen şey. 2. referans, bonservis. 3.
kanıt, delil. 4. tanıklık, şahadet.

testimony tes.ti.mo.ny tes'tımoni isim 1. tanıklık, şahadet, ifade.


2. kanıt, delil.
test-tube baby tüp bebek.
testy tes.ty tes'ti sıfat 1. (ufak şeylere) çabuk kızan, hırçın. 2.
sinirlilikten kaynaklanan, hırçın.
tetanus tet.a.nus tet'ınıs isim, tıbbi tetanos, kazıklıhumma.
tetchy tetch.y teç'i sıfat alıngan, kırılgan.
tête-à-tête twte-à-twte teyt'ıteyt' isim sadece iki kişi arasında
geçen sohbet veya konuşma. zarf baş başa.
tether teth.er tedh'ır isim hayvanın sınırlı bir alan içinde
serbestçe hareket etmesini sağlayan ip. fiil (hayvana)
böyle bir ip bağlamak.
text text tekst isim metin, tekst.
textbook text.book tekst'bûk isim ders kitabı.
textile industry tekstil/mensucat sanayii.

1356
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

textile tex.tile teks'tîl, teks'tayl isim dokuma, tekstil.


texture tex.ture teks'çır isim 1. doku. 2. özyapı, karakter. 3.
(belirli bir) nitelik, özellik. 4. (sıvı için) kıvam.
Thai Thai tay isim (Thais/Thai) 1. Tay. 2. Tayca. sıfat 1.
Tay. 2. Tayca.
Thailand Thai.land tay'länd isim Tayland.
Thailander isim Taylandlı.
than than dhän, dhın bağlaç 1. -den ...: She likes him better
than you. Onu senden daha fazla seviyor. Kumru's more
beautiful than she. Kumru ondan güzel. That's easier
said than done. Onu söylemek, yapmaktan daha
kolay./Onu söylemek başka, yapmak başka. We've
more than doubled our output. Üretimimizi iki katın
üstüne çıkardık. It's better than nothing. Hiç yoktan iyi.
Have you seen anyone other than him? Ondan başkasını
gördün mü? There's no more than three left. Üç taneden
fazla kalmadı. 2. -mektense: I'd rather die than go there.
Oraya gitmektense ölmeyi tercih ederim.
Thank God! Allaha şükür!
Thank goodness! Allaha şükür!
Thank heaven! Çok şükür!
thank one's lucky stars kendini çok şanslı saymak, şükretmek: You can thank
your lucky stars you didn't go. Gitmediğine
şükretmelisin.
thank one's stars kendini çok şanslı saymak, şükretmek: You can thank
your lucky stars you didn't go. Gitmediğine
şükretmelisin.
Thank you. Teşekkür ederim./Sağ olun./Mersi.
thank thank thängk fiil teşekkür etmek.
thankful thank.ful thängk'fıl sıfat 1. minnet dolu, şükran dolu;
minnettar, müteşekkir. 2. Memnuniyet belirtir: I'm
thankful she wasn't there then. İyi ki o zaman orada
değildi o.

1357
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thankless thank.less thängk'lîs sıfat 1. kimsenin takdir etmediği,


takdire layık görülmeyen (iş): That's a thankless task.
Öyle bir iş ki onu yapana teşekkür etmek kimsenin
aklından geçmez. 2. nankör (kimse).
Thanks a lot! Çok teşekkür!/Çok mersi!
thanks to sayesinde: Thanks to you we've gotten this done.
Sayende bunu bitirdik.
thanks thanks thängks isim, çoğul bakınız Thanks! Thanks a
lot! Many thanks! thanks to express one's thanks return
thanks offer thanks
Thanks! konuşma dili Teşekkürler!/Mersi!
Thanksgiving Day Şükran günü.
thanksgiving thanks.giv.ing thängks.gîv'îng isim şükran, şükür,
şükretme.
That cat has been up to her old tricks. O kedi yine marifetini göstermiş.
That child knows a trick or two. O çocuk ne kurnazdır!
That glass of beer's got quite a head on it.O bardaktaki biranın üstünde çok köpük var.
That is not what I bargained for. Ne umuyordum, ne buldum.
That is to say .... Yani ...: That is to say you're not coming? Yani
gelmiyorsun, öyle mi?
That settles it! Tamam! (Genellikle kızınca söylenir.).
That speaks volumes. O çok şey ifade ediyor.
That story won't wash. O masalı kimse yutmaz.
That takes the cake! Aşk olsun!
That was a close shave! Kıl payı kurtulduk!
That was just what the doctor ordered. Canıma değdi.
That will do. Kâfi./Yetişir.
that that dhät, dhıt zamir (those) 1. o, şu: Did you see that?
Onu gördün mü? This is a verbena and that's a lantana.
Bu mineçiçeği, o da ağaçminesi. After that he went to
bed. Ondan sonra yatağa girdi. The best yarn is that
spun by hand. En iyi iplik elle bükülendir. He's one of
those who think that they know everything. Her şeyi
bildiğini zannedenlerden biri o. 2. öyle: "Is he clever?"

1358
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

"That he is." "Zeki mi?" "Öyledir." 3. ki: Are you the


man that invented the cotton gin? Çırçırı icat eden adam
siz misiniz? sıfat (those) o: Where's that cat? O kedi
nerede? bağlaç ki: He's drunk so much that he can't see
straight. O kadar içti ki doğru dürüst göremiyor. He
made it clear that he wouldn't come. Gelmeyeceğini
açık seçik belirtti. She can come provided that she
doesn't make trouble. Mesele çıkartmaması şartıyla
gelebilir.
That'll do the trick. O işimizi görür.
That's a fine kettle of fish! Hiç istenmeyen bir durum karşısında söylenir. Ne âlâ!
That's a fine kettle of fish. Ayvayı yedik!/Hapı yuttuk!
That's all right. Ziyanı yok./Önemi yok. (Özür dileyen birine söylenir.).
That's just what the doctor ordered. Çok makbule geçti.
That's life! İşte hayat böyle!
That's neither here nor there. Bunun konu ile ilgisi yok.
That's rich. Çok komik.
That's that! Mesele kapandı!/Bitti bu iş!/Tamam, bitti!
That's the last straw! Yeter artık!
That's the limit! Çekilir şey değil!/Bu kadarı da fazla!
That's the stuff! Aferin!
That's the ticket! konuşma dili 1. Gereken o! 2. Aferin!
thaw thaw thô fiil (donmuş şey) erimek, çözülmek.
the ablative -den hali, ablatif.
the accusative -i hali, akuzatif.
the Almighty Allah.
the Anglican Church Anglikan Kilisesi.
the Antarctic Antarktika.
the Antipodes Avustralya ve Yeni Zelanda.
the Apostles' Creed Hristiyanlık Havariler Amentüsü.
the Archipelago Adalar Denizi, Ege Denizi.
the Arctic Arktik bölge.
the Argentine Arjantin.
the authorities yetkili kişiler.

1359
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

The ayes have it. Lehte oy kullananlar kazandı.


the back of beyond konuşma dili dağ başı, çok ücra bir yer.
the Bahamas Bahama Adaları.
the bane of one's existence başının derdi, baş belası.
the beaten path herkesin geçtiği yol, işlek yol.
the bends (dalgıçlarda) vurgun.
the best part yarısından fazla, çoğu: the best part of the day günün
çoğu.
the better part yarısından fazla, çoğu: the better part of the night
gecenin çoğu.
the Big Bear gökbilim Büyükayı.
the Big Dipper gökbilim Büyükayı.
the blahs can sıkıntısı.
the Blessed Sacrament (komünyonda kullanılan) kutsanmış ekmek.
the blind körler.
the blue şiir 1. gök, sema. 2. deniz. 3. mavilik.
the blues müzik bir çeşit caz müziği.
the Book of Psalms (Kitabı Mukaddes'teki) Mezmurlar Kitabı.
the boondocks çoğul taşra.
the boonies çoğul, konuşma dili taşra.
The boot is on the other foot. Durum tam tersine döndü.
the bottom line konuşma dili 1. en önemli şey. 2. sonuç, netice.
The boys had themselves a time. Çocuklar eğlendiler.
the break of day günün ağarması.
the British çoğul Britanyalılar.
The burglar has gone; we're safe now. Hırsız gitti; artık kurtulduk.
the C. of E. kısaltmathe Church of England (Anglikan Kilisesi).
The car won't start. Arabanın motorunu çalıştıramıyorum.
the Caribbean Karayip Denizi.
the Caucasus Kafkasya.
the Central African Republic Orta Afrika Cumhuriyeti.
the chances are muhtemelen.
The city's not yet within sight. Şehir henüz görünmüyor./Şehri henüz göremiyoruz.
the clink konuşma dili kodes, hapishane.

1360
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the cloth rahipler.


The coast is clear. Kimse yok./Meydan boş.
the Commonwealth İngiliz Milletler Topluluğu.
the Confederacy bakınız Confederate States of America
the Congo Kongo.
the Continent Avrupa kıtası, Avrupa.
the cream of the crop en iyileri; en iyisi.
the Creator Yaradan, Allah, Tanrı.
the Crescent İslam âlemi.
the Crimea Kırım.
the Cross Hz.İsa'nın çarmıhta ölümü. 2. Haç (Hristiyanlığın
simgesi).
the Crusades Haçlı Seferleri.
the cut of one's jib konuşma dili dış görünüş; yüz ifadesi.
the Czech Republic Çek Cumhuriyeti.
the Dardanelles Çanakkale Boğazı.
the Dark Ages Karanlık Devirler, ortaçağın ilk yarısı.
the dative -e hali, datif.
the dead of night gecenin körü.
the dead of winter kışın ortası.
the dead ölüler.
the deaf sağırlar.
The deal is off. Anlaşmadan vazgeçtiler. 2. Anlaşmadan vazgeçtik.
the deceased merhum, rahmetli.
the Declaration of Independence Amerikan İngilizcesi Bağımsızlık Beyannamesi.
the Department of State Amerikan İngilizcesi Dışişleri Bakanlığı.
the depths derinlikler.
The die is cast. Ok yaydan çıktı.
the direct opposite tam aksi.
the dishes bulaşık.
the Dominican Republic Dominik Cumhuriyeti.
the dregs of society ayaktakımı, döküntü.
the Dutch çoğul Hollandalılar.
The early bird gets the worm. Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır.

1361
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the East Doğu, Şark.


the Eastern Hemisphere Doğu Yarıküre.
the Eastern Orthodox Church Rum Ortodoks Kilisesi.
The electricity is off. Elektrik kesildi.
the English Channel Manş Denizi.
the English İngilizler.
the ensuing year ertesi sene.
the epitome of -in ta kendisi: the epitome of loveliness güzelliğin ta
kendisi.
the Establishment konuşma dili toplumdaki nüfuzlu kurumlar.
the Eucharist Hristiyanlık Komünyon, şarap ve ekmek yeme ayini; bu
ayin için takdis edilen şarap ve ekmek.
The exception proves the rule. İstisna kuralı bozmaz.
the Exchequer İngiliz İngilizcesi Maliye Bakanlığı.
the extremities eller ve ayaklar.
the fair sex kadınlar, cinsi latif.
the faithful müminler, bir dine iman edenlerin tümü.
the Fall of man Hz. Adem ve Havva'nın işlediği günah ve sonuçları.
the Fall Hz. Adem ve Havva'nın işlediği günah ve sonuçları.
the Far East Uzakdoğu.
The fat is in the fire. Şimdi kıyamet kopacak.
the Fiji Islands Fiji Adaları.
the Fijis Fiji Adaları.
The firm is afloat. Şirket masrafını çıkarıyor.
the Flemish Flamanlar.
the flesh (insanın) bedeni veya nefsi.
the Flood tufan.
the French çoğul Fransızlar.
the funnies (gazetede) bant-karikatürler.
the G.O.P. the Grand Old Party (A.B.D.'deki Cumhuriyetçi
Partinin takma adı).
the Gambia Gambiya.
the general run of -in çoğunluğu, -in büyük kısmı.
the genitive -in hali, genitif.

1362
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the gift of the gab konuşma yeteneği, cerbeze.


the Godhead Allah, Tanrı.
the good iyi insanlar.
the Grand National Assembly Büyük Millet Meclisi.
the graphic arts grafik sanatlar.
the Great Bear gökbilim Büyükayı.
the greater part çoğunlukla.
the Green Party Yeşiller Partisi.
the groundbreaking temel atma töreni.
The hall will seat fifty people. Salon elli kişiliktir.
the haves and the have-nots zenginler ve fakirler, varlıklılar ve yoksullar.
the hereafter öbür dünya, ahret.
the hiccups hıçkırık tutma.
the Holocaust Nazilerin yaptığı Musevi katliamı.
the Holy Father Papa.
the Holy Ghost Kutsal Ruh, Ruhülkudüs.
the Holy Land Kutsal Toprak, Filistin.
the Holy Spirit Kutsal Ruh, Ruhülkudüs.
the Home Office İngiliz İngilizcesi İçişleri Bakanlığı.
The house burned down. Ev yanıp kül oldu.
The house has a southern exposure. Evin cephesi güneye bakıyor.
the House of Lords İngiliz İngilizcesi Lordlar Kamarası.
the humanities konusu insan olan ilimler, hümaniter bilimler.
the Indian Ocean Hint Okyanusu.
the Indian subcontinent Hint Yarımadası.
the inner man ruh, vicdan.
the ins and outs girdisi çıktısı, ayrıntılar.
the International Date Line gündeğişme çizgisi.
the International Monetary Fund Uluslararası Para Fonu.
the Irish Republic İrlanda Cumhuriyeti.
the Irish Sea İrlanda Denizi.
the Irish İrlandalılar.
the Iron Age Demir Devri.
the Iron Curtain demirperde.

1363
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the Isle of Man Man Adası.


the Ivory Coast Fildişi Kıyısı, Fildişi Sahili.
the Khyber Pass Hayber Geçidi.
the Khyber Hayber Geçidi.
the kids çocuklar. 2. bizimkiler. 3. arkadaşlar.
the kissing disease öpüşme hastalığı, intani mononükleoz.
the known matematik bilinen.
the Kremlin Kremlin.
the Labor Party İngiliz İngilizcesi İşçi Partisi.
the last day mahşer günü, kıyamet günü.
the Last Judgement kıyamet.
the Last Judgment kıyamet.
the last two son ve sondan önceki.
the last word in (bir şeyin) en çağdaş, en geliştirilmiş veya son model
örneği: It's the last word in computers. Bilgisayarların
en modern olanı.
the last word on the matter konu hakkında son ve kesin söz.
the law konuşma dili polis.
The leopard cannot change its spots. Huylu huyundan vazgeçmez./Huy canın altındadır./Can
çıkmayınca huy çıkmaz.
the lesser of two evils ehvenişer.
the lesser of (iki kimse veya şeyin) küçüğü.
the lie of the land İngiliz İngilizcesi arazinin dış görünümü; arazinin
engebeleri.
the line of least resistance en kolay yol.
the line ekvator. 2. ordu; donanma.
the lion's share aslan payı.
the Little Bear gökbilim Küçükayı.
the Little Dipper gökbilim Küçükayı.
the living yaşayanlar.
the locative -de hali, lokatif.
the logic of events olayların gerektirdiği.
the Logos Hristiyanlık Logos.
The long and the short of it is this! İşin gerçeği bu!

1364
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the long and the short of it uzun lafın kısası, eni sonu.
The Lord knows how. Nasıl olduğunu ancak Allah bilir.
the Lord's Day Hristiyanlık pazar günü.
the Lord's Prayer İsa'nın öğrettiği dua.
the Lord's Supper Hristiyanlık ekmek ve şarap ayini, kudas.
the lot hepsi.
the Low Countries Hollanda, Belçika ve Lüksemburg.
the main chance kişisel çıkar.
the Malagasy Republic Malgaş Cumhuriyeti.
the Malagasy Malgaş halkı, Malgaşlar.
the Malay Peninsula Malaka Yarımadası.
the Maldives çoğul Maldiv Adaları.
the Manx Manlılar, Man halkı.
the march of events olayların seyri.
The market is flat. Piyasa durgun.
the masses halk kitleleri.
the media kitle iletişim araçları.
the Mediterranean Sea Akdeniz.
the Mediterranean Akdeniz.
the mending onarılacak çamaşırlar.
the Middle East Ortadoğu.
the Middle West Amerikan İngilizcesi A.B.D.'nin orta bölgesi.
the Midwest Amerikan İngilizcesi A.B.D.'nin orta bölgesi.
the military silahlı kuvvetler, ordu.
The milk's a bit off. Süt biraz bozulmuş.
the Milky Way gökbilim Samanyolu.
the missing savaşta kayıp askerler.
the Molucca Islands Molük Adaları.
the Moluccas Molük Adaları.
the Morea Mora, Mora Yarımadası.
the Most Reverend Hristiyanlık Pek Muhterem (başpiskoposun isminden
önce kullanılan unvan): The Most Reverend Michael
Ramsey. Pek Muhterem Michael Ramsey.
the naked eye çıplak göz.

1365
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the naked truth salt gerçek.


the name of the game asıl sorun.
the Nativity Hz.İsa'nın doğuşu.
The nays have it. Reddedildi.
the Near East Yakındoğu.
the needy yoksullar.
the Netherlands Hollanda.
the New Testament Hristiyanlık Yeni Ahit.
the New World Yeni Dünya.
the Nicene Creed Hristiyanlık İznik Amentüsü.
the North Pole Kuzey Kutbu.
the North Sea Kuzey Denizi.
the North Star Kutupyıldızı.
the Northern Hemisphere Kuzey Yarıküre.
the Occident Batı.
the old country göçmenin anayurdu.
the Old Testament Hristiyanlık Eski Ahit.
the Old World Eski Dünya.
the Olympic Games olimpiyat oyunları, olimpiyatlar.
the other day geçen gün, birkaç gün önce.
the ozone layer ozon tabakası.
the Pacific Ocean Büyük Okyanus.
the Pacific Büyük Okyanus.
the Panama Canal Panama Kanalı.
the Panjab bakınız the Punjab
the Peloponnese Peloponez.
the Peloponnesus Peloponez.
the Pentagon Amerikan İngilizcesi 1. Milli Savunma Bakanlığı. 2.
Milli Savunma Bakanlığı binası.
the Persian Gulf Basra Körfezi.
the phases of the moon ayın evreleri.
the Philippine Islands Filipin Adaları.
the Philippines Filipinler.
the pictures İngiliz İngilizcesi sinema.

1366
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the pill doğum kontrol hapı.


the pluses and minuses of something bir şeyin olumlu ve olumsuz tarafları.
the point in question söz konusu.
The point is that .... Mesele şöyle ....
the polls seçim. 2. seçim sandığı. 3. anketler.
the poor yoksullar, fakir fukara.
the powers that be başta olanlar.
the preceding bundan önceki, yukarıda gösterilen.
the present writer bu yazıyı yazan, imza sahibi.
The pressure is down. Basınç azaldı.
the prime of life hayatın en dinç ve güzel devresi.
the Princes Islands Adalar, Prens Adaları, Kızıl Adalar.
The proof of the pudding is in the eating. Bir şeyin değeri kullanıldığında anlaşılır.
the Prophet Hz. Muhammed.
the proprieties görgü kuralları, adap.
the provinces taşra, dışarlık.
the Psalms (Kitabı Mukaddes'teki) Mezmurlar.
the Punjab Pencap.
the quick and the dead diriler ve ölüler.
the rabble ayaktakımı.
the rank and file erler, erat. 2. yönetilenler; alt tabaka.
the real Mc.Coy orijinal, gerçek.
the Red Crescent Kızılay.
the Red Cross Kızılhaç.
the Red Sea Kızıldeniz.
the Reformation Reformasyon.
the regular practice alışkanlık, âdet.
the Renaissance Rönesans.
the Republic of Ireland İrlanda Cumhuriyeti.
the Republic of the Philippines Filipinler Cumhuriyeti.
the rest kalan miktar, kalanlar, geri kalan, artan.
the reverend Hristiyanlık Sayın (papazın isminden önce kullanılan
unvan): the Reverend John Donne Sayın John Donne.
the rich zenginler.

1367
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

The rock crawled with insects. Taşın üstünde böcekler kaynıyordu.


the Roman Catholic church Katolik kilisesi.
the Roman Empire Roma İmparatorluğu.
the Sabbath Musevilik çalışılmaması gereken gün, cumartesi günü.
2. Hristiyanlık çalışılmaması gereken gün; (çoğu
Hristiyan için) pazar günü.
the Sacrament (komünyonda kullanılan) kutsanmış ekmek.
the Sahara Sahra.
The samples range from bad to excellent. Örnekler kötü ile mükemmel arasında değişiyor.
the Scotch İskoçlar, İskoçya halkı.
the Scots İskoçlar, İskoçya halkı.
the Scripture Kitabı Mukaddes.
the Scriptures Kitabı Mukaddes.
the seamy side of life hayatın güçlüklerle dolu tarafı.
the Secretary of State Amerikan İngilizcesi Dışişleri Bakanı.
the Shi'a Şia, Şiiler.
the Sinai Peninsula Sina Yarımadası.
the small hours gece yarısından sonraki ilk saatler.
the sniffles konuşma dili hafif nezle.
the social sciences toplumsal bilimler.
the social security sosyal sigorta.
the solar system gökbilim güneş sistemi.
the South Pole Güney Kutbu.
the South Sea tarih Büyük Okyanus.
the Southern Cross gökbilim Güneyhaçı.
the Southern Hemisphere Güney Yarıküre.
the Soviet Union Sovyetler Birliği.
the Soviets Sovyetler, Sovyetler Birliği'nin halkı/liderleri/silahlı
kuvvetleri.
the Spanish İspanyollar, İspanya halkı.
the spitting image of tıpkısı, benzeri, aynı, hık demiş burnundan düşmüş.
the stacks (kütüphanedeki) kitaplıklar.
the staff of life ekmek.
the State Department Amerikan İngilizcesi Dışişleri Bakanlığı.

1368
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the States konuşma dili Amerika (Amrika birleşik Devletleri).


the status quo statüko.
the sticks konuşma dili taşra, dağ başı gibi yer.
the Stone Age taş devri.
the straw that broke the camel's back bardağı taşıran son damla.
the subconscious bilinçaltı, şuuraltı.
the subtropics astropika.
the suburbs banliyö.
the Sudan coğrafya 1. Sudan. 2. Sudan, Sudan Cumhuriyeti.
the Suez Canal Süveyş Kanalı.
the sum total of -in toplamı.
The sun is going down. Güneş batıyor.
the superlative degree dilbilgisi üstünlük derecesi.
The sweat stood out on his brow. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti.
the Swedish İsveçliler, İsveç halkı.
the Swiss İsviçreliler, İsviçre halkı.
the Syrian Orthodox church Süryani Ortodoks kilisesi.
the system kurulu düzen.
the tabloid press boyalı basın.
the takings (para olarak) hâsılat.
the talk of the town herkesin diline dolanan konu.
the Ten Commandments (Hz. Musa'ya Allah tarafından verilen) On Emir.
the theory of relativity görelilik kuramı, izafiyet teorisi.
the third world Üçüncü Dünya.
The tide's coming in. Deniz kabarıyor.
The tide's going out. Deniz alçalıyor.
the Tigris Dicle.
The time is up. Süre doldu./Vakit tamam.
the Torrid Zone coğrafya Sıcak Kuşak.
The train leaves at four o'clock. Tren saat dörtte kalkar.
the Treasury Maliye, Maliye Bakanlığı.
the Trinity Hristiyanlık teslis.
the Trojan horse Truva atı.
the Tropic of Cancer Yengeç Dönencesi.

1369
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the Tropic of Capricorn Oğlak Dönencesi.


the tropics tropika, tropikal kuşak, dönencelerarası kuşak.
the turf at yarışçılığı. 2. hipodrom, koşu alanı.
the Turkmen Türkmenler, Türkmen halkı.
the U.K. Birleşik Krallık.
the U.S. Amerika (Amerika Birleşik Devletleri).
the U.S.A. Amerika (Amerika Birleşik Devletleri).
the U.S.S.R. tarih Sovyetler Birliği.
the Ukraine Ukrayna.
the ultimate deterrent nükleer silah; hidrojen bombası.
the unconscious ruhbilim bilinçdışı.
the underprivileged imkânları kıt olanlar.
the undersigned imza sahibi; imza sahipleri.
the unemployed işsizler.
the Union of Soviet Socialist Republics tarih Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği.
the United Arab Emirates Birleşik Arap Emirlikleri.
the United Kingdom Birleşik Krallık (Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda
Birleşik Krallığı).
the United Nations Birleşmiş Milletler.
the United States of America Amerika Birleşik Devletleri.
the United States Amerika Birleşik Devletleri.
the Uzbek Özbekler, Özbek halkı.
the Vale of Kashmir Keşmir Vadisi.
the Vatican Vatikan, papalık. 2. (papanın resmi konutu olan)
Vatikan sarayı.
the vault of heaven gök kubbe.
the venerable Hristiyanlık Saygıdeğer (başdiyakozun isminden önce
kullanılan unvan): the Venerable Geoffry Evans
Saygıdeğer Geoffrey Evans.
The very idea! Olacak şey mi?/Olacak şey değil!/Ne biçim şey bu!
the very image of tıpkısı, benzeri, aynı, hık demiş burnundan düşmüş.
the Very Reverend Hristiyanlık Muhterem (katedral dekanının isminden
önce kullanılan unvan): the Very Reverend Jonathan
Swift Muhterem Jonathan Swift.

1370
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

the Virgin Hazreti Meryem.


The walls have ears. Yerin kulağı var.
the Welsh Galliler, Galler Ülkesi halkı.
the West Indies Antiller, Antil Adaları.
the West Batı.
the Western Hemisphere Batı Yarıküre.
the wherewithal para: Just how do I get the wherewithal to do all this?
Bütün bu işleri yapacak parayı nasıl bulayım?
the White House Beyaz Saray.
the whole ball of wax konuşma dili her şey.
the whole kit and caboodle konuşma dili takım taklavat, topu, hepsi birden.
the whole lot hepsi.
the whole of -in bütünü: That sentence sums up the whole of their
philosophy. O cümle felsefelerinin bütününü özetliyor.
the whole shebang hepsi, tümü, bütünü.
the whole shooting match hepsi, sürü sepet.
the wild ıssız yer, dağ başı, kır.
The wind is down. Rüzgâr hafifledi.
the worse for liquor oldukça sarhoş.
the worse for wear eskimiş, çok kullanıldığı belli.
the worst en kötüsü, en fenası: This is the worst I've seen.
Gördüklerimin en kötüsü bu. I think we're through the
worst of it. En kötüsünü atlattık galiba.
the wounded çoğul yaralılar.
the Yemen Yemen.
the young gençler.
the the [ünsüzlerden önce] dhı, [ünlülerden önce] dhi/dhî
Belirli durumlarda isimden önce kullanılır: Which of
you's the boss? Hanginiz patron? The more I get to
know them the better I like them. Onları tanıdıkça daha
çok seviyorum.
theater the.a.ter thi'yıtır isim tiyatro.
theatre the.a.tre thi'yıtır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız theater

1371
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

theatrical the.at.ri.cal thiyät'rîkıl sıfat 1. tiyatroya ait. 2. doğal


olmayan, abartılı, teatral.
theft theft theft isim hırsızlık, çalma.
Their spirits sank. Neşeleri kayboldu.
their their dher sıfat onların.
theirs theirs dherz zamir onlarınki.
them them dhem, dhım zamir onları; onlara.
theme theme thim isim tema, tem.
themselves them.selves dhemselvz', dhımselvz' zamir kendileri;
kendilerini; kendilerine.
then then dhen zarf 1. o zaman: We were young then. O
zaman gençtik. They'll have come by then. O zamana
kadar gelmiş olacaklar. What'll happen then? O zaman
ne olacak? 2. ondan sonra, sonra: Finish your
homework and then you can go to the movie. Ev
ödevini bitir, sonra sinemaya gidebilirsin. 3. o halde, o
durumda, o zaman: Go to the party yourself; then you
won't have to worry. Partiye kendin git; o zaman endişe
etmene gerek kalmayacak. If he didn't do it then who
did? Kendisi yapmadıysa o halde kim yaptı?
thence thence dhens zarf 1. oradan, o yerden. 2. o yüzden, ona
dayanarak.
theologian the.o.lo.gian thiyılo'cın isim ilahiyatçı, tanrıbilimci,
teolog.
theology the.ol.o.gy thiyal'ıci isim ilahiyat, tanrıbilim, teoloqi.
theorem the.o.rem thi'yırım, thir'ım isim, matematik, mantık
teorem, kanıtsav.
theoretic the.o.ret.ic thiyıret'îk sıfat teorik, kuramsal.
theoretical the.o.ret.i.cal thiyıret'îkıl sıfat teorik, kuramsal.
theorise the.o.rise thi'yırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
theorize
theorize the.o.rize thi'yırayz fiil kuram ortaya koyma.
theory the.o.ry thi'yıri, thîr'i isim teori, kuram.
therapeutic ther.a.peu.tic therıpyu'tîk sıfat tedavi edici, sağaltıcı.

1372
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

therapist ther.a.pist ther'ıpîst isim terapist, sağaltımcı.


therapy ther.a.py ther'ıpi isim tedavi, terapi, sağaltım.
There are a variety of theories about .... .. hakkında çeşitli teoriler var.
There is a call for you. Sizi telefondan arıyorlar.
There is bad blood between them. Onlar birbirine düşman.
There is no love lost between them. Birbirlerini hiç sevmezler./Birbirlerinden nefret ederler.
There is no room for doubt. Şüpheye yer yok.
There is nothing like .... -den iyisi yok./-in üstüne yok./-in yerini hiçbir şey
tutamaz.
There isn't a ghost of a chance. En ufak bir ihtimal bile yok.
There will be the devil to pay. Kıyamet kopacak.
There you are! İşte!: There you are! A new mink coat! İşte sana yeni
bir vizon manto! There you are! Didn't I tell you you
were wrong? İşte! Sana yanıldığını söylemedim mi?
There you go! İşte!: There you go, meddling in other people's
business again! İşte gene işgüzarlık yapıyorsun. 2.
Buyur! (Birine bir şey verirken söylenir.): There you
go! I hope you enqoy it! Buyur! Afiyet olsun!
there there dher zarf 1. orada; oraya: They're staying there
tonight. Bu gece orada kalacaklar. Why'd you go there?
Niçin oraya gittin? 2. İşte ...: There she goes! İşte
gidiyor! zamir 1. Öznesi fiilden sonra gelen cümlenin
başında kullanılır: There's a fly in the ointment.
Merhemde sinek var. There's no telling when they'll be
back. Onların ne zaman döneceği hiç belli olmaz. 2.
Birinin ismi yerine kullanılır: Hi there! Merhaba! isim
ora (Edatla birlikte kullanılır.): Are you from there? Siz
oralı mısınız? sıfat oradaki: Those there are not for sale.
Oradakiler satılık değil. ünlem 1. Tamam!: There now,
it's done. Tamam, bitti. 2. İşte!: There, I told you so,
didn't I? İşte, sana demedim mi?
There, there. Üzülme böyle.

1373
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thereabout there.a.bout dher'ıbaut zarf 1. o civarda; o civardaki. 2.


ona yakın bir zaman veya tarihte. 3. ona yakın bir
miktarda.
thereabouts there.a.bouts dher'ıbauts zarf 1. o civarda; o civardaki:
The mountains thereabouts are beautiful. O civardaki
dağlar güzel. 2. ona yakın bir zaman veya tarihte: She
came at six o'clock or thereabouts. Saat altıda veya altı
sularında geldi. 3. ona yakın bir miktarda.
thereafter there.af.ter dheräf'tır zarf sonra; ondan sonra.
thereby there.by dherbay' zarf 1. öylece, öylelikle, o suretle. 2.
onunla ilgili: Thereby hangs a tale. Onunla ilgili bir
hikâye var.
therefore there.fore dher'fôr zarf o yüzden, o nedenle.
There'll be hell to pay. Kıyamet kopacak./Çekeceğimiz var.
There's no help for it. Onun çaresi yok.
There's no telling! Hiç belli olmaz!
thereupon there.up.on dherıpan' zarf 1. onun üzerine. 2. hemen,
derhal.
thermal spring (sıcak) kaynarca.
thermal ther.mal thır'mıl sıfat ısıl, termik.
thermometer ther.mom.e.ter thırmam'ıtır isim termometre,
sıcaklıkölçer, sıcakölçer.
thermos bottle termos.
thermos ther.mos thır'mıs isim termos.
thermostat ther.mo.stat thır'mıstät isim termostat, ısıdenetir.
thesaurus the.sau.rus thısôr'ıs isim (thesauri/thesauruses)
eşanlamlılar sözlüğü.
these these dhiz tekil this zamir bunlar. sıfat bu: These apples
aren't ripe. Bu elmalar olgun değil.
thesis the.sis thi'sîs isim (theses) 1. (yazılı eser olarak) tez. 2.
felsefe tez, sav.
They differ in kind. Çeşitleri ayrı.
They left him to sink or swim. Onu kendi kaderine terkettiler.
They ran out of money. Parasız kaldılar.

1374
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

They won't come on time; you mark my words. Vaktinde gelmezler, gör bak!
they they dhey zamir onlar: So they're saying "If only he
were here!" Demek "Keşke burada olsaydı", diyorlar.
they'd they'd dheyd kısaltma 1. they had . 2. they would .
they'll they'll dheyl kısaltma they will .
they're they're dher kısaltma they are .
they've they've dheyv kısaltma they have .
thick accent koyu şive.
thick thick thîk sıfat 1. kalın. 2. koyu; yoğun, kesif. 3. sık
olan, sık; ağaçları veya çalıları sık olan (orman). 4. çok,
dolu: On that beach the shells were thick. O sahilde
deniz kabukları çoktu. 5. konuşma dili kalın kafalı,
gabi. 6. konuşma dili sıkı fıkı, can ciğer, samimi. 7.
boğuk, kısık (ses). 8. konuşma dili (içkiden dolayı)
serseme dönmüş ve ağrılar içinde olan (kafa). zarf 1.
kalın bir halde, kalınca. 2. çok miktarda, çok.
thicken thick.en thîk'ın fiil 1. kalınlaştırmak; kalınlaşmak. 2.
koyulaştırmak; yoğunlaştırmak; koyulaşmak;
yoğunlaşmak.
thicket thick.et thîk'ît isim sık çalılık.
thickness thick.nessisim 1. kalınlık. 2. koyuluk; yoğunluk. 3.
tabaka, katman.
thickset thick.set thîk'set' sıfat 1. kalın yapılı (kimse). 2. sık
dikilmiş, birbirine çok yakın dikilmiş (bitkiler).
thick-skinned thick-skinned thîk'skînd' sıfat vurdumduymaz.
thief thief thif isim (thieves) hırsız.
thigh thigh thay isim but; uyluk.
thimble thim.ble thîm'bıl isim 1. yüksük. 2. denizcilikle ilgili
radansa.
thin down (kalabalık) azalmak.
thin out (kalabalık) azalmak.
thin thin thîn sıfat 1. ince, kalın olmayan. 2. zayıf, kuru;
sıska. 3. fazlasıyla ince, içine su katılmış gibi (sıvı). 4.
az, seyrek (bir topluluk): a thin crowd az bir kalabalık.

1375
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

5. hafif (sis, duman, toz). 6. zayıf, yetersiz; inandırıcı


olmayan.
thine thine dhayn sıfat, eski senin. zamir, eski seninki.
thing thing thîng isim 1. şey, nesne: What's that thing? O ne?
How do you start the thing? Bunu nasıl çalıştırıyorsun?
2. şey, olay: A funny thing happened to me this
morning. Bu sabah bana tuhaf bir şey oldu. 3. (soyut)
şey: What a nice thing to say! Ne nazik bir söz! 4. şey,
konu, mevzu: I only want to talk about two things.
Sadece iki şeyden söz etmek istiyorum. 5. insan, kişi:
Poor little thing! Zavallıcık! 6. giysi: Where have you
put your winter things? Kışlık giysilerini nereye
koydun? 7. çoğul işler: How are things going at the
office? Ofisteki işler nasıl? 8. çoğul ilişkiler: How are
things between you and Meltem? Meltem'le aranız
nasıl? 9. çoğul eşya: Where can I store all these things?
Tüm bu eşyaları nerede saklayabilirim?
thingamabob thing.a.ma.bob thîng'ımıbab isim, konuşma dili şey,
zımbırtı, zırıltı.
thingamajig thing.a.ma.jig thîng'ımıcîg isim, konuşma dili şey,
zımbırtı, zırıltı.
Things look bad for you. İşiniz kötü./Yandınız.
think about -i düşünmek, -i aklına getirmek. 2. -i uzun uzun
düşünmek, -i iyice düşünmek. 3. aklına gelmek; (bir şey
yapmayı) düşünmek, tasarlamak. 4. hakkında
düşünmek.
think back on -i aklına getirmek, -i hatırlamak.
think better of (bir şeyin akıl kârı olmadığını düşünerek) -den
vazgeçmek.
think highly of -e saygı duymak/beslemek.
think in terms of konuşma dili -i tasarlamak: You seem to be thinking in
terms of a palace. Sen galiba bir saray yapmayı
planlıyorsun.

1376
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

think little of değer vermemek, önemsiz saymak. 2. duraksamamak,


tereddüt etmemek.
think much of -e göre pek iyi/değerli olmak: I don't think much of
him. Benim gözümde pek değerli biri değil.
Think nothing of it! Bir şey değil!/Önemli değil!
think nothing of (bir şey) -in gözünde büyük bir iş olmamak, -e göre
mesele olmamak. 2. (birini) hiçe saymak.
think of someone as birini/bir şeyi ... olarak düşünmek.
think of someone in terms of birini/bir şeyi (belirli bir şekilde) düşünmek/görmek:
He only thinks of Fatma in terms of her beautiful body.
Fatma'yı sadece güzel bir vücut olarak görüyor.
think of something as birini/bir şeyi ... olarak düşünmek.
think of something in terms of birini/bir şeyi (belirli bir şekilde) düşünmek/görmek:
He only thinks of Fatma in terms of her beautiful body.
Fatma'yı sadece güzel bir vücut olarak görüyor.
think of aklına gelmek; (bir şey yapmayı) düşünmek,
tasarlamak. 2. hakkında düşünmek: What do you think
of him? Onun hakkında ne düşünüyorsun? 3. -i hesaba
katmak, -i düşünmek. 4. -i düşünmek, -i aklına
getirmek: Just think of it! Onu bir düşün!
think the world of (birine) çok değer vermek, (birini) çok sevmek.
think think thîngk fiil (thought) 1. düşünmek: What are you
thinking? Neyi düşünüyorsun? I don't think it'll happen.
Bence olmayacak. I think I'll get some fresh air. Biraz
hava alsam iyi olur. I think I'll take a walk. Ben bir
yürüyüşe çıkayım. 2. zannetmek, sanmak, beklemek,
ummak: He thinks he's something. Kendini bir şey
zannediyor. Who would have thought they'd choose that
novel? O romanı seçeceklerini kim beklerdi? 3.
inanmak, aklına sığdırmak, aklı almak: I can't think
they're building their house there. Onların orada ev
yapmasını aklıma sığdıramıyorum. 4. saymak,
addetmek: Do as you think fit. Nasıl uygun

1377
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

görüyorsanız öyle yapın. If you think it's worth doing


then do it! Yapmaya değer diye düşünüyorsan yap.
thinker think.er thîngk'ır isim düşünür.
thinking think.ing thîngk'îng isim düşünme; düşünüş. sıfat
düşünen.
thinner thin.ner thîn'ır isim tiner; inceltici.
thin-skinned thin-skinned thîn'skînd' sıfat alıngan, kırılgan.
third third thırd sıfat, isim 1. üçüncü. 2. isim üçte bir. zarf
üçüncü olarak.
third-rate third-rate thırd'reyt' sıfat kalitesi çok düşük, tapon,
üçüncü sınıf.
thirst thirst thırst isim 1. susuzluk hissi, susuzluk hissetme. 2.
arzu, istek. fiil for -i çok arzu etmek, -i çok istemek, -e
susamak.
thirstily thirst.i.lyzarf kana kana.
thirsty thirst.y thırs'ti sıfat 1. susamış. 2. kurak.
thirteen thir.teen thır'tin' sıfat on üç. isim on üç, on üç rakamı
(39, XIII).
thirteenth thir.teenthsıfat, isim 1. on üçüncü. 2. on üçte bir.
thirtieth thir.tiethsıfat, isim 1. otuzuncu. 2. otuzda bir.
thirty thir.ty thır'ti sıfat otuz. isim otuz, otuz rakamı (98,
XXX).
this branch of knowledge ilmin bu dalı.
This is a brand-new ball game. konuşma dili Bu yepyeni bir şey/durum.
This is good enough for me. Bu bana yeter.
This month the twentieth fell on a Friday. Bu ayın yirmisi cumaya rastladı.
This will serve my turn. Bu benim işimi görür.
this this dhîs zamir, sıfat (these) bu.
thistle this.tle thîs'ıl isim eşekdikeni; devedikeni.
thither thith.er thîdh'ır, dhîdh'ır zarf oraya.
thong thong thông, thang isim 1. sırım. 2. tokyo; (tokyo
biçimindeki) terlik.
thorn thorn thôrn isim 1. diken. 2. alıç. 3. (hakiki) akasya. 4.
çok dikenli çalı veya ağaç.

1378
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thorny thornysıfat 1. dikenli. 2. çok zor, çok sıkıntılı.


thorough thor.ough thır'o, thır'ı sıfat 1. tam, esaslı. 2. esaslı iş
yapan (kimse). 3. tam: He's a thorough idiot. Tam bir
dangalak.
thoroughbred thor.ough.bred thır'obred sıfat safkan. isim safkan at,
safkan.
thoroughfare thor.ough.fare thır'ofer isim yol, geçit.
thoroughgoing thor.ough.go.ing thır'ogowîng sıfat 1. tam, esaslı. 2.
tam: a thoroughgoing aristocrat tam bir aristokrat.
those those dhoz zamir, sıfat, çoğul bakınız that
thou thou dhau zamir, eski (ye) sen -in hali thy, thine ; -i
hali thee ; Çoğul -in hali your ; Çoğul, -i hali you .
though though dho bağlaç 1. -diği halde, ise de; -e
rağmen/karşın: Though they know he's a fool, they still
like him. Aptal olduğunu bilmelerine rağmen onu
seviyorlar. 2. fakat: It's a beautiful, though
unimaginative, building. Güzel fakat özgünlükten
yoksun bir bina. zarf yine de, gene de, bununla beraber:
That's no excuse, though, for violence. Yine de şiddete
başvurmaya bir mazeret değil.
thought thought thôt fiil bakınız think
thoughtful thought.ful thôt'fıl sıfat 1. düşünceli, anlayışlı,
başkalarını düşünen, nazik. 2. düşünceli, düşünceye
dalmış.
thoughtless thought.less thôt'lîs sıfat düşüncesiz, başkalarını
düşünmeyen, nezaketsiz.
thousand thou.sand thau'zınd sıfat bin. isim bin, bin rakamı
(3888, M).
thousandfold thousandfoldsıfat, zarf bin kat, bin misli.
thousandth thousandthsıfat, isim 1. bininci. 2. binde bir.
Thrace Thrace threys isim Trakya.
Thracian Thra.cian threy'şın isim Trakyalı. sıfat 1. Trakya,
Trakya'ya özgü. 2. Trakyalı.
thrash about (hummalı bir hasta gibi) çırpınıp durmak.

1379
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thrash something out bir şeyi tartışarak halletmek.


thrash thrash thräş fiil 1. (birini) dövmek. 2. büyük bir
yenilgiye uğratmak.
thread one's way through (bir yerden) zorla veya dikkatle geçmek.
thread thread thred isim 1. iplik. 2. (vidada) yiv. fiil 1. -e iplik
geçirmek. 2. film şeridini (proqeksiyon makinesine)
takmak.
threadbare thread.bare thred'ber sıfat 1. (yıpranarak) tel tel olmuş
veya havı dökülmüş (kumaş, halı v.b.). 2. yıpranmış
giysiler içinde olan.
threat threat thret isim 1. tehdit, korkutma, gözdağı. 2.
tehlike.
threaten threat.en thret'ın fiil 1. tehdit etmek, korkutmak,
gözdağı vermek. 2. -e işaret etmek, -in habercisi olmak.
three dimensional üç boyutlu.
three doors off üç ev ötede.
Three minus one equals two. Üçten bir çıkarsa iki kalır./Üç eksi bir iki eder.
three months after üç ay sonra.
three three thri sıfat üç. isim 1. üç, üç rakamı (9, III). 2.
iskambil oyunları üçlü.
threefold three.foldsıfat 1. üç bölümden oluşan. 2. üç kat, üç
misli. zarf üç kat, üç misli.
threesome three.some thri'sım isim üçlü.
thresh thresh threş fiil (harman) dövmek.
thresher thresherisim 1. harmanı döven kimse. 2. harman dövme
makinesi.
threshing floor harman yeri.
threshing machine harman dövme makinesi.
threshold thresh.old threş'old, threş'hold isim (kapıya ait) eşik.
threw threw thru fiil bakınız throw
thrice thrice thrays zarf, eski üç kere.
thrift thrift thrîft isim tutum, ekonomi, idare.
thrifty thrift.y thrîf'ti sıfat tutumlu, idareli.

1380
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thrill thrill thrîl fiil çok heyecanlandırmak; büyük heyecan


duymak. isim büyük heyecan.
thriller thrill.er thrîl'ır isim, konuşma dili çok heyecan verici ve
süspans dolu kitap, film veya piyes.
thrilling thrillingsıfat çok heyecan verici, nefes kesici.
thrive on (bir şey) (birine/bir şeye) iyi gelmek: She seems to
thrive on hard work. Çok çalışmak ona iyi geliyor
galiba.
thrive thrive thrayv fiil (throve/thrived, thrived/thriven) 1. çok
iyi gelişmek veya büyümek. 2. (işler) çok iyi gitmek,
tıkırında olmak.
throat throat throt isim boğaz, gırtlak.
throb throb thrab fiil, isim (throbbed, throbbing) 1.
zonklamak. 2. (kalp) çarpmak, hızla vurmak. 3.
(makine) hafif bir hırıltıyla durmadan işlemek/çalışmak.
isim 1. zonklama. 2. (kalbe ait) çarpıntı.
throes throes throz isim, çoğul çalkantılar, keşmekeş, kargaşa.
throne throne thron isim taht.
throng throng thrông isim kalabalık. fiil kalabalık bir halde
ilerlemek, gitmek, gelmek, toplanmak veya beklemek:
People were thronging the streets. Sokaklar insanlarla
dolup taşıyordu.
throttle throt.tle thrat'ıl isim (motorda) klape, kelebek. fiil 1.
boğmak. 2. klapeyle (bir şeyin) akışını kısmak. 3. down
klapeyle (aracın) hızını azaltmak.
through and through baştan aşağı, tepeden tırnağa; sapına kadar. 2.
tamamen.
through the agency of aracılığıyla, vasıtasıyla.
through the medium of aracılığıyla, vasıtasıyla.
through thick and thin iyi günde kötü günde, iyi günde kara günde, olumlu
olumsuz her durumda.
through through thru edat 1. -den, içinden, bir yanından öbür
yanına: He walked through the building. Binanın
içinden yürüdü. He came in through the chimney.

1381
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Bacadan içeriye girdi. 2. arasından: I peered out through


the leaves but could see nothing. Yaprakların arasından
dışarıya baktım fakat hiçbir şey göremedim. 3.
aracılığıyla, vasıtasıyla. He spoke through an
interpreter. Tercüman aracılığıyla konuştu. 4. yüzünden;
sayesinde: It was through no fault of yours. Sizin
yüzünüzden değildi. They got this place through hard
work. Çok çalışarak buraya sahip oldular. 5. boyunca:
He studied French all through the summer. Bütün yaz
boyunca Fransızca çalıştı. 6. (bir öğenin) içinden: He
could fly through the air. Havada uçabilirdi. 7. arasında:
I found this while I was looking through some old
letters. Bazı eski mektuplara göz atarken bunu buldum.
8. -den -in sonuna kadar: We're open from ten to six
Monday through Saturday. Pazartesi ile Pazar günleri
arasında saat ondan altıya kadar açığız. 9. (bir
gürültünün) arasında, (bir gürültüye) rağmen: He could
hear her voice through the roar of the waterfall.
Çağlayanın gürültüsü arasında onun sesini
duyabiliyordu.
throughout through.out thruwaut' edat 1. boyunca: throughout the
night gece boyunca. 2. her tarafına; her tarafında: You
can see it throughout the state. Onu eyaletin her
tarafında görebilirsiniz. zarf 1. tamamıyla; tamamen: Its
petals are a pale blue throughout. Taçyaprakları
tamamıyla açık mavi. 2. başından sonuna kadar: He was
there throughout. Başından sonuna kadar oradaydı.
throughway through.way thru'wey isim bakınız thruway
throve throve throv fiil bakınız thrive
throw a fit küplere binmek, köpürmek, tepesi atmak.
throw a game spor şike yapmak.
throw a monkey wrench in the workskonuşma dili işi bozmak.
throw a party parti vermek, davet vermek.

1382
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

throw away (istenilmeyen bir şeyi) atmak. 2. israf etmek. 3. (bir


fırsatı) boş vererek değerlendirmemek.
throw caution to the wind ihtiyatı elden bırakmak, tedbirli davranmaktan
vazgeçmek.
throw cold water on eleştirerek (bir şeyin) çekiciliğini azaltmak.
throw dice zar atmak.
throw down the gauntlet meydan okumak.
throw in one's lot with -e katılmak: He decided to throw in his lot with their
party. Onların partisine katılmaya karar verdi.
throw in the sponge konuşma dili (bir işten) vazgeçmek; pes demek.
throw in the towel konuşma dili (bir işten) vazgeçmek; pes demek.
throw in -i katmak, -i eklemek, -i ilave etmek.
throw light on -i aydınlatmak, -i açıklamak.
throw mud at (birine) çamur atmak, çamur sıçratmak.
throw off one's mask maskesini atmak, gerçek yüzünü açığa vurmak.
throw off -den kurtulmak, -i başından atmak. 2. (giysiyi)
çıkarıvermek. 3. -den vazgeçmek: He threw off all
caution. İhtiyatı büsbütün elden bıraktı. 4. (duman)
çıkarmak. 5. (birinin) yanlışlık yapmasına neden olmak;
(makinenin) hata yapmasına yol açmak; (hesabın) doğru
çıkmamasına yol açmak. 6. -i şaşırtmak. 7. on (biri/bir
şey) için küçümseyici laflar söylemek.
throw on (giysiyi) giyivermek.
throw one's hat into the ring (politikada) yarışa girmek.
throw one's weight around amirane davranmak; zart zurt etmek.
throw oneself at (birine) apaçık bir şekilde kendinden hoşlandığını
belirtmek: It's disgusting the way Nimet is throwing
herself at Sudiye's husband. Nimet'in Sudiye'nin
kocasıyla açıkça flört etmesi iğrenç bir şey.
throw oneself into (bir işe) büyük bir gayretle girişmek, büyük bir hevesle
atılmak.
throw oneself kendini (bir yere) atmak: They threw themselves onto
the sofa. Kendilerini kanepeye attılar.

1383
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

throw open -i açıvermek. 2. to (bir yeri) (birine) açmak; (bir


kuruluşa) (birini) kabul etmek/almak.
throw out (birini, bir şeyi) (bir yerden) atmak. 2. (bir şeyi)
rahatlıkla söyleyivermek/ortaya atmak. 3. -i geçerli
saymamak.
throw someone a smile birine tebessüm etmek.
throw someone into a panic birini telaşa düşürmek.
throw someone into a tizzy birini telaşa düşürmek.
throw someone into jail birini hapse atmak.
throw someone off balance birinin dengesini kaybetmesine sebep olmak. 2. birini
şaşırtmak.
throw someone out of work birinin işsiz kalmasına sebep olmak.
throw someone over biriyle olan duygusal ilişkiyi/flörtü sona erdirmek,
birini sepetlemek.
throw together (bir şeyi) gelişigüzel yapmak. 2. (birilerini) bir araya
getirmek.
throw up konuşma dili kusmak. 2. bırakmak. 3. (pencere, stor
v.b.'ni) kaldırıvermek. 4. (binayı) gelişigüzel yapmak.
5. to (birinin hatasını veya zaafını) yüzüne
vurmak/çarpmak.
throw throw thro fiil (threw, thrown) 1. atmak; fırlatmak. 2.
uzatıvermek. 3. (sözü, bakışı) (birine) çevirmek,
yöneltmek. 4. (güreşçi, at) (birini) yere atmak. 5. across
(nehrin) üzerinde (köprü) yapmak; (nehrin) içinde
(baraj) yapmak. 6. (birine) (yumruk) atmak. 7. konuşma
dili çok şaşırtmak. isim atma, atış; fırlatma, fırlatış.
thru thru thru edat bakınız through
thrust oneself forward kendini öne çıkarmak.
thrust oneself on (birine) kendini ısrarla kabul ettirmek.
thrust thrust thr^st fiil (thrust) 1. into (bir şeyi) (başka bir
şeyin içine) sokmak. 2. into -e saplamak, -e batırmak. 3.
-i itmek. 4. (birini) zorla (bir duruma) sokmak. isim 1.
sokma. 2. saplama, batırma. 3. iğneli laf. 4. askeri
saldırı. 5. itme kuvveti. 6. eskrim dürtüş, vuruş.

1384
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thruway thru.way thru'wey isim otoyol, otoban.


thud thud th^d isim ağır bir şeyin yere düşünce çıkardığı ses.
thug thug th^g isim gangster; cani.
thumb a lift otostop yapmak.
thumb a ride otostop yapmak.
thumb index sayfa kenarlarındaki girintilerde harf etiketi bulunan bir
indeks türü, harf indeksi.
thumb notch harf indeksine ait girinti.
thumb one's nose at -e nanik yapmak. 2. -i küçümsemek, -i hor görmek, -e
burun kıvırmak.
thumb thumb th^m isim 1. başparmak. 2. (eldivende)
başparmak. fiil through (kitap, dergi v.b.'nin) sayfalarını
karıştırmak.
thumbtack thumb.tack th^m'täk isim raptiye, pünez.
thump thump th^mp fiil 1. (ağır ve gürültülü bir şekilde)
vurmak veya indirmek; -e yumruk indirmek/patlatmak.
2. gümbür gümbür hareket etmek. 3. (kalp) güm güm
vurmak. isim 1. ağır ve sesli bir vuruş veya indiriş;
yumrukla yapılan vuruş. 2. ağır bir vuruşun çıkardığı
ses, güm.
thunder thun.der th^n'dır isim 1. gök gürlemesi/gürültüsü. 2.
gümbürtü. fiil 1. (gök) gürlemek. 2. gümbür gümbür
hareket etmek. 3. (sözle) gürlemek, kalın ve gür ses
çıkarmak. 4. gümbürdemek; gürlemek. 5. at/on -e güm
güm vurmak, -i gümletmek.
thunderbolt thun.der.bolt th^n'dırbolt isim yıldırım.
thunderclap thun.der.clap th^n'dırkläp isim gök
gürlemesi/gürültüsü.
thundercloud thun.der.cloud th^n'dırklaud isim fırtına bulutu.
thunderous thun.der.ous th^n'dırıs sıfat 1. gümbürtülü. 2. gök
gürültülü.
thunderstorm thun.der.storm th^n'dırstôrm isim gök gürültülü
sağanak.

1385
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

thunderstruck thun.der.struck th^n'dırstr^k sıfat bakınız be


thunderstruck
Thursday Thurs.day thırz'di, thırz'dey isim perşembe.
thus and so filan şey. 2. bu şekilde, böyle, böylece; şu şekilde,
şöyle, şöylece; o şekilde, öyle, öylece.
thus and thus filan şey. 2. bu şekilde, böyle, böylece; şu şekilde,
şöyle, şöylece; o şekilde, öyle, öylece.
thus far şimdiye kadar; bu zamana kadar; o zamana kadar;
buraya kadar; oraya kadar.
thus thus dh^s zarf 1. bu şekilde, böyle, böylece; şu şekilde,
şöyle, şöylece; o şekilde, öyle, öylece: Things continued
thus for twenty years. Yirmi yıl boyunca işler böyle
gitti. 2. bu yüzden; o yüzden: There's no electricity; thus
we can't use it. Elektrik yok; bu yüzden onu
kullanamıyoruz.
thwack thwack thwäk fiil küt diye vurmak. isim 1. küt diye ses
çıkaran vuruş. 2. küt.
thwart thwart thwôrt fiil engellemek; kösteklemek; karşı
gelmek.
thy thy dhay sıfat, eski senin.
thyme thyme taym isim kekik.
Tibet Ti.bet tîbet' isim Tibet.
Tibetan isim 1. Tibetli. 2. Tibetçe. sıfat 1. Tibet, Tibet'e özgü. 2.
Tibetçe. 3. Tibetli.
tic tic tîk isim, tıbbi tik.
tick someone off konuşma dili birini sinirlendirmek/kızdırmak.
tick tick tîk fiil 1. (saat) tik tak etmek, işlemek, çalışmak. 2.
off (listede bulunan bir maddenin) yanına işaret
koymak: I need to tick off his name. Onun ismini
işaretlemem lazım. 3. along (işler) iyi gitmek; (biri)
mutlu bir şekilde yaşamak, hayatından memnun olmak:
"How's Mahir?" "He's ticking right along." "Mahir
nasıl?" "Yuvarlanıp gidiyor." isim 1. (işleyen saatin

1386
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

çıkardığı) tik tak sesi, tik tak. 2. listede bulunan


maddenin yanına konulan işaret.
ticker tape (borsa fiyatlarını kaydeden cihazda kullanılan) kâğıt
şerit.
ticker tick.er tîk'ır isim 1. argo kalp, yürek. 2. borsa fiyatlarını
kâğıt şeride kaydeden cihaz. 3. argo saat.
ticket booth bilet gişesi.
ticket stub bilet koçanı. 2. (tiyatro, sinema v.b.'ne girdikten sonra
müşterinin elinde kalan) bilet parçası.
ticket tick.et tîk'ît isim 1. bilet. 2. fiyat etiketi. 3. trafik cezası
verilen kimseye cezasının mahiyetini bildiren resmi
kâğıt. 4. (seçimde) bir partinin aday listesi. fiil 1.
etiketlemek, etiket koymak. 2. (birine) trafik cezası
yazmak.
tickle tick.le tîk'ıl fiil gıdıklamak.
ticklish tick.lish tîk'lîş sıfat 1. kolayca gıdıklanan (kimse). 2.
gıdıklanınca hemen ürperen (yer). 3. çok dikkat isteyen,
nazik (mesele).
tidal wave deprem dalgası, tsunami.
tidal tid.al tayd'ıl sıfat 1. gelgite/meddücezre ait. 2.
gelgitten/meddücezirden ileri gelen. 3.
gelgitten/meddücezirden etkilenen.
tidbit tid.bit tîd'bît isim 1. lezzetli bir lokma (yiyecek). 2.
birinin ilgisini çekecek bir haber.
tide someone over birini (bir zaman boyunca/bir zamana kadar)
geçindirmek.
tide tide tayd isim gelgit, meddücezir.
tidings ti.dings tay'dîngz isim, çoğul haberler.
tidy oneself up kendine bir çekidüzen vermek, üstünü başını düzeltmek.
tidy ti.dy tay'di sıfat 1. düzenli, derli toplu, muntazam. 2.
oldukça büyük, hatırı sayılır (bir miktar). fiil (up)
(dağınık bir yeri veya eşyayı) toplamak, bir düzene
sokmak, -e bir çekidüzen vermek: Let's tidy up this

1387
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

room. Bu odayı toplayalım. She tidied up her papers.


Kâğıtlarını bir düzene soktu.
tie in to uymak; (ile) bağlantısı olmak; (-e) uydurmak; (ile)
bağlantı kurmak.
tie in with uymak; (ile) bağlantısı olmak; (-e) uydurmak; (ile)
bağlantı kurmak.
tie in uymak; (ile) bağlantısı olmak; (-e) uydurmak; (ile)
bağlantı kurmak.
tie someone down (şartlar) birini bir yerde kalmaya mecbur etmek, birini
(bir yere) mıhlamak; (şartlar) birinin başka bir şey
yapmasına izin vermemek: His qob has tied him down.
İşi yüzünden bir yere gidemez oldu. 2. to (bir şey)
hakkında (birinden) söz almak.
tie someone up birini iple bağlayarak etkisiz hale getirmek. 2. (bir iş)
birini başka bir şey yapamayacak kadar meşgul etmek.
tie the knot konuşma dili evlenmek.
tie tie tay fiil (tied, tying) 1. bağlamak. 2. (düğüm) atmak;
(kravat) bağlamak; (ayakkabının bağını) bağlamak. 3.
bağlanmak: An apron ties at the back. Önlükler arkadan
bağlanır. 4. berabere kalmak; (bir takım, biri) puan
kazanarak (başka takımla, başkasıyla) berabere kalmak.
tiepin tie.pin tay'pîn isim kravat iğnesi.
tier tier tîr isim 1. (üst üste dizilmiş şeylerde) dizi, sıra. 2.
katman, tabaka.
tie-up tie-up tay'^p isim 1. (iş veya trafikte) aksama. 2.
bağlantı, rabıta.
tiff tiff tîf isim ufak bir kavga/anlaşmazlık.
tiger lily pars zambağı, kaplan postu.
tiger ti.ger tay'gır isim kaplan.
tight tight tayt sıfat 1. sıkışmış: The lid of the qar is so tight I
can't open it. Kavanozun kapağı öyle sıkışmış ki
açamıyorum. 2. iyice gerilmiş, gergin. 3. dar veya sıkı
(giysi). 4. aralarında az aralık bulunan, sık (saflar). 5.
konuşma dili sıkı, cimri. 6. konuşma dili sarhoş. 7.

1388
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

temin edilmesi zor (bir malzeme). zarf sıkı, sıkı bir


şekilde: Hold on tight! Sıkı tutun/sarıl!
tighten one's belt kemerini sıkmak, daha tutumlu davranmak.
tighten up on (kanunu) daha etkili bir hale getirmek, sertleştirmek.
tighten tight.en tayt'ın fiil (vida v.b.'ni) sıkıştırmak; (kemer
v.b.'ni) sıkmak; (adale, ip v.b.'ni) germek; gerilmek,
gerginleşmek.
tightfisted tight.fist.ed tayt'fîs'tîd sıfat eli sıkı, cimri.
tightlipped tight.lipped tayt'lîpt' sıfat ağzı sıkı, ağzı pek, ağzı
kilitli, sır saklayan, ketum.
tightrope walker ip cambazı.
tightrope tight.rope tayt'rop isim cambazların üzerinde yürüdüğü
sıkı gerilmiş ip.
tights tights tayts isim, çoğul leotar.
tightwad tight.wad tayt'wad isim, konuşma dili cimri.
tigress ti.gress tay'grîs isim dişi kaplan.
Tigris Ti.gris tay'grîs isim bakınız the Tigris
tile tile tayl isim 1. kiremit. 2. karo; karo fayans, fayans;
karo seramik, seramik; karo mozaik; çini. 3. künk. fiil 1.
(damı) kiremitle kaplamak. 2. (duvarı, yeri) karoyla
kaplamak.
till further notice yeni bir talimat verilene kadar, yeni bir duyuruya kadar.
till further orders başka emir gelinceye kadar.
till when konuşma dili bakınız until when
Till when? konuşma dili bakınız Until when?
till till tîl edat, bağlaç -e kadar: till Monday pazartesiye
kadar. till Ankara Ankara'ya kadar.
tiller till.er tîl'ır isim (dümene takılan) yeke.
tilt over yan yatarak devrilmek.
tilt something over bir şeyi yan yatırarak devirmek.
tilt the balance (bir şey) (başka bir şeyin) sonucunu etkilemek: Your
vote has tilted the balance in our favor. Oyunuz
sayesinde sonuç bizim lehimize oldu.

1389
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tilt tilt tîlt fiil 1. (bir şeyi) (bir yöne) yatırmak veya eğmek:
He tilted his chair back. Sandalyesini arkaya doğru
yatırdı. 2. yan yatmak, bir yöne doğru eğilmek. isim
meyil, eğim.
timber tim.ber tîm'bır isim 1. kereste. 2. kalas; kadron; kiriş. 3.
denizcilikle ilgili (ağaç teknedeki) kaburga, eğri. 4.
yetişmekte olan kerestelik ağaçlar.
timberland tim.ber.land tîm'bırländ isim kerestelik ağaçların
yetiştiği arazi.
timberline tim.ber.line tîm'bırlayn isim ağaç sınırı.
timbre tim.bre tîm'bır, täm'bır isim tını, tınnet, özel ses tonu.
time after time defalarca.
time and again defalarca.
time deposit vadeli mevduat.
Time is money. Vakit nakittir.
Time is pressing. Vakit dar.
time of life yaş.
time signature müzik zaman işareti.
time zone saat dilimi.
time time taym isim zaman, vakit: It'll take a long time. Çok
zaman ister. It's time for bed. Artık yatma zamanı geldi.
Now's exactly the right time! Şimdi tam zamanı! We
had a good time. İyi vakit geçirdik. What time're they
coming? Ne zaman geliyorlar? What time is it? Saat
kaç? I don't have the time to do it. Onu yapacak
zamanım yok. Life was simpler back in their time.
Onların zamanında hayat daha basitti.
time-consuming time-con.sum.ing taym'kınsumîng sıfat vakit alan.
timekeeper time.keep.er taym'kipır isim zaman hakemi; saat
hakemi.
timeless time.less taym'lîs sıfat 1. belirli bir zamana/çağa ait
olmayan. 2. ebedi, hiç bitmeyen.

1390
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

timely time.ly taym'li sıfat 1. zaman açısından yerinde,


zamanına uygun. 2. zamanında yapılan; belirtilen
zaman içinde teslim edilmiş/verilmiş.
time-out time-out taym'aut' isim, spor (oyun sırasında özel bir
nedenle verilen) mola.
timepiece time.piece taym'pis isim saat.
times table çarpım tablosu.
Time's up! Zaman bitti!
times times taymz edat kere, çarpı: Four times five equals
twenty. Dört kere beş yirmi eder.
timetable time.ta.ble taym'teybıl isim 1. (tren, otobüs, vapur,
uçağa ait) tarife. 2. belli zaman dilimlerine ayrılmış
program.
timid tim.id tîm'îd sıfat ürkek, korkak.
timidity ti.mid.i.tyisim ürkeklik, korkaklık.
timing tim.ing tay'mîng isim 1. zamanlama, (bir şeyi) en
uygun zamanda yapma. That player's got a good sense
of timing. O oyuncu iyi zamanlama yapıyor. 2.
zamanlama, ayarlama, rastlatma. 3. (motorda) avans
ayarı. 4. zamanını ölçme. 5. hızını ölçme.
timorous tim.or.ous tîm'ırıs sıfat ürkek, korkak.
timpani tim.pa.ni tîm'pıni isim, müzik timpani.
timpanist tim.pa.nist tîm'pınîst isim, müzik timpanist.
tin tin tîn isim 1. kalay. 2. teneke. 3. İngiliz İngilizcesi
teneke kutu, teneke. fiil (tinned, tinning) 1. kalaylamak,
kalay tabakasıyla kaplamak. 2. İngiliz İngilizcesi (bir
şeyi) teneke kutu içine koymak, kutulamak. sıfat teneke,
tenekeden yapılmış.
tincture of iodine tentürdiyot.
tincture tinc.ture tîngk'çır isim tentür.
tinder tin.der tîn'dır isim (kav gibi) kuru ve çabuk tutuşan
madde.
tine tine tayn isim (çatala ait) diş.
tinfoil tin.foil tîn'foyl isim folyo.

1391
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ting ting tîng isim çınlama sesi. fiil çınlamak; çınlatmak.


tinge tinge tînc fiil 1. with -i hafif bir şekilde (bir renge)
boyamak. 2. with (-in kokusu) hafifçe (havaya)
yayılmak; (-in tadı) (bir yemekte) azıcık bulunmak. 3.
with -e biraz ... katmak. isim (bir şeyden) azıcık bir
miktar.
tingle tin.gle tîng'gıl fiil 1. tatlı bir şekilde ürpermek; (vücutta
bir yer) karıncalanmak: Her cheeks were tingling in the
cold air. Soğuk, yanaklarını ısırıyordu. 2. çınlamak.
isim 1. tatlı bir ürperti; (vücudun bir yerinde)
karıncalanma. 2. çınlayış, çınlama.
tinker tink.er tîngk'ır isim (gezici) tenekeci. fiil 1. (tamirci
olmayan biri) bir şeyi tamir etmeye çalışmak; bir şeyi
düzeltmeye çalışmak. 2. denemeler yaparak bir sonuca
varmaya çalışmak. 3. with (bir şeyi) tamir etmeye
çalışmak; (bir şeyi) düzeltmeye çalışmak. 4. with (tamir
veya düzeltme amacıyla) -i kurcalamak, -i ellemek.
tinkle tin.kle tîng'kıl fiil çıngırdamak; çıngırdatmak. isim
çıngırtı.
tinner tin.ner tîn'ır isim kalaycı.
tinny tin.ny tîn'i sıfat 1. teneke gibi. 2. tiz ve çirkin (madeni
ses).
tinsel tin.sel tîn'sıl isim (kısa kesilmiş) gümüşi şeritler.
tint tint tînt isim 1. (renkte) açık bir ton. 2. renk. fiil (bir
şeyi) (bir rengin açık bir tonuna) boyamak: Cazibe tints
her hair blue. Cazibe saçına mavi bir ton veriyor.
tiny ti.ny tay'ni sıfat ufacık, küçücük, minicik, minnacık,
minimini.
tip one's hat (saygı veya nezaketle) şapkasını kaldırıp tekrar başına
koymak.
tip the scales at (tartılınca) (belirli bir ağırlık) çekmek.
tip tip tîp fiil (tipped, tipping) 1. bir yana yatırmak veya
eğmek; bir yana yatmak veya eğilmek. 2. over
devirmek; devrilmek. 3. İngiliz İngilizcesi boca etmek,

1392
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

dökmek, boşaltmak. isim, İngiliz İngilizcesi 1. çöplük.


2. çok dağınık yer.
tip-off tip-off tîp'ôf isim, konuşma dili tüyo, herkesin
bilmediği bir haber/bilgi.
tipsy tip.sy tîp'si sıfat çakırkeyif, yarı sarhoş.
tiptoe tip.toe tîp'to fiil ayaklarının ucuna basarak ilerlemek.
isim bakınız on tiptoe
tire chain lastik zinciri.
tire someone out birini çok yormak.
tire tire tayr fiil 1. yormak; yorulmak. 2. bıktırmak; of -den
bıkmak, -den usanmak.
tired tired tayrd sıfat yorgun.
tireless tire.less tayr'lîs sıfat 1. yorulmak bilmez (kimse). 2.
bitmez tükenmez (enerji).
tirelessly tirelesslyzarf yorulmadan, bıkmadan, usanmadan.
tiresome tire.some tayr'sım sıfat can sıkıcı, sıkıcı, bezdirici,
bıktırıcı.
tissue tis.sue tîş'u isim 1. biyoloji doku. 2. bir tür ince ambalaj
kâğıdı. 3. kâğıt mendil.
tit for tat misilleme, (birbirine) aynı biçimde karşılık verme.
tit tit tît isim bakınız tit for tat give someone tit for tat
titbit tit.bit tît'bît isim bakınız tidbit
tithe tithe taydh isim bir Hristiyanın kiliseye vermek üzere
ayırdığı gelirinin yüzde onu. fiil gelirinin yüzde onunu
kiliseye vermek.
titillate tit.il.late tît'ıleyt fiil içini gıcıklamak; zevkini okşamak.
titivate tit.i.vate tît'ıveyt fiil içini gıcıklamak; zevkini okşamak.
title deed tapu senedi, tapu.
title page başlık sayfası.
title ti.tle tayt'ıl isim 1. (kitap, piyes, film v.b.'ne ait) isim,
ad; (bir yazı, kitap bölümü v.b. için) başlık. 2. unvan. 3.
şampiyonluk, şampiyon unvanı. 4. tapu senedi, tapu.
titter tit.ter tît'ır fiil kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak. isim
kıkırdayış, kıkırdama.

1393
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tittle tit.tle tît'ıl isim bakınız every qot and tittle not one tittle
tittle-tattle tit.tle-tat.tle tît'ıl.tät'ıl isim ufak dedikodu, laklak,
laklakıyat.
tizzy tiz.zy tîz'i isim, konuşma dili gereksiz telaş veya
heyecan.
to a degree bir dereceye kadar, biraz.
to a fault aşırı derecede.
to a man onların hepsi: To a man they were for it. Onların hepsi
onu destekliyordu.
to a T tam bir şekilde, tam: It suits you to a T. Tam sana göre
bir şey.
to a woman onların hepsi: To a man they were for it. Onların hepsi
onu destekliyordu.
to all appearances görünüşe göre.
to and fro bir yandan öbür yana; bir aşağı bir yukarı.
to be able to -ebilmek: to be able to go gidebilmek.
to be concluded devamı var, arkası var.
to be impractical pratik davranmamak.
to be sure muhakkak.
to boot bir de, hem de: I'll give you a pony, and a million liras
to boot. Sana bir midilli, üstüne de bir milyon lira
vereceğim. She's bad-tempered, and ugly to boot.
Kendisi huysuz, bir de çirkin.
to come önümüzdeki, gelecek: in the years to come gelecek
yıllarda.
to date bugüne kadar.
to good purpose iyi sonuç vererek, yararlı biçimde.
To hell with it. Boş ver.
to let kiralık.
to make matters worse işin daha da kötüsü, üstüne üstlük: To make matters
worse, she's bringing Mesude with her. Üstüne üstlük
beraberinde Mesude'yi getiriyor.
to my face yüzüme karşı.
to my knowledge bildiğim kadarıyla, bildiğime göre.

1394
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

to my mind kanımca, benim düşünceme göre.


to my way of thinking bence, bana göre.
to no avail faydası yok; boşuna.
to no purpose boşuna, boş yere.
to one's cost kendi zararına: To my cost, I learned he was a swindler.
Kendi zararıma onun dolandırıcı olduğunu öğrendim.
to one's dismay korktuğu gibi.
to one's heart's content canının istediği kadar, doyasıya, doya doya, kana kana.
to one's name kendine özgü.
to say nothing of .. de caba.
to say the least en azından.
to some extent bir yere kadar: I agree with you to some extent. Bir yere
kadar seninle hemfikirim.
to spare fazla: I had only ten thousand liras to spare. Bende
ancak on bin lira kalmıştı.
to speak of bahsetmeye değer, önemli: We've had no snow to speak
of all winter. Kış boyunca hiç doğru dürüst kar
yağmadı.
to start with başlangıçta. 2. ilkin, evvela.
to that effect o anlamda.
to the bearer hamiline.
to the best advantage en faydalı şekilde.
to the best of one's ability yapabildiği kadar.
to the core tam, tam bir, sapına kadar, katıksız, halis muhlis.
to the end that gayesi ile, amacıyla.
to the full extent of his power elinden geldiği kadar.
to the good iyi, faydalı. 2. lehinde: That goal put us four points to
the good. O gol bize dört puan kazandırdı.
to the last sonuna kadar.
to the nth degree son derece.
to the point tam yerinde, isabetli.
to the purpose isabetli, yerinde.
to the tune of melodisiyle. 2. tutarında.
to the utmost alabildiğine, son derece.

1395
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

to top it all off üstüne üstlük.


to top it off üstüne üstlük.
to wit yani, demek ki.
to to tu edat 1. -e; -e doğru: They went to Ankara.
Ankara'ya gittiler. Give the money to her! Parayı ona
ver! 2. -e, -e kadar: The snow came up to our knees.
Kar dizlerimize kadardı. He stayed here from June to
September. Hazirandan eylüle kadar burada kaldı. How
far is it from here to Sarıyer? Burası Sarıyer'den ne
kadar uzak? 3. -e göre. His story sounds fishy to me.
Anlattıkları bana yalan gibi geliyor. 4. (zamanla ilgili) -
e kala; -e: Come at a juarter to six. Altıya çeyrek kala
gel. 5. ... başına, ... karşılığında (Belirli bir miktarı
belirtmek için kullanılır.): This car gets forty kilometers
to the liter. Bu araba litre başına kırk kilometre yapar. 6.
ila, arasında: That cistern's six to seven meters deep. O
sarnıcın derinliği altı ila yedi metre. 7. -e (Maçlarda
kazanılan puanları söylemek için kullanılır.): "What's
the score?" "Beşiktaş is leading, six to nothing." "Kaça
kaç?" "Beşiktaş önde, altıya sıfır." 8. -mek, -mak
(mastarın bir öğesi): to go gitmek. zarf bakınız to and
fro
toad toad tod isim karakurbağası, otlubağa.
toady toad.y to'di isim dalkavuk, kuyruk sallayıcı, yağcı. fiil
(to) (-e) dalkavukluk etmek, kuyruk sallamak, yağ
çekmek.
toast toast tost isim (birinin) sıhhatine veya şerefine içme.
fiil (birinin) sıhhatine veya şerefine içmek.
toaster toast.er tos'tır isim (elektrikli) ekmek kızartıcısı.
tobacco to.bac.co tıbäk'o isim tütün.
toboggan to.bog.gan tıbag'ın isim bir tür alçak kızak. fiil kızakla
kaymak/gitmek.
today to.day tıdey' zarf 1. bugün. 2. bu günlerde, şimdi. isim
1. bugün. 2. bugün, içinde bulunduğumuz çağ veya

1396
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

zaman.

toddle tod.dle tad'ıl fiil (yeni yürümeye başlayan çocuk)


sendeleye sendeleye yürümek/ilerlemek.
toddler tod.dlerisim yeni yürümeye başlayan çocuk.
to-do to-do tıdu' isim şamata, curcuna, hayhuy, gürültü.
toe the line kendisinden istenilenleri/beklenilenleri yapmak,
kurallara uymak.
toe the mark kendisinden istenilenleri/beklenilenleri yapmak,
kurallara uymak.
toe toe to isim 1. ayak parmağı. 2. (ayakkabıda) burun. 3.
(çorapta) uç.
toenail toe.nail to'neyl isim ayak tırnağı.
toffee tof.fee taf'i isim bir tür şekerleme.
tog tog tag isim, çoğul (belirli bir kullanım için) giysiler:
beach togs plaj giysileri.
together to.geth.er tûgedh'ır, tıgedh'ır zarf beraber, birlikte.
toil toil toyl fiil 1. (at/over) ıkına sıkına/ıklaya sıklaya
çalışmak. 2. ıkıl ıkıl ilerlemek/yürümek. isim ıkına
sıkına/ıklaya sıklaya çalışma.
toilet bowl klozet, alafranga hela taşı.
toilet paper tuvalet kâğıdı.
toilet seat klozet üstüne tutturulan oturma yeri.
toilet toi.let toy'lît isim 1. klozet, alafranga hela taşı; hela
taşı, alaturka hela. 2. tuvalet, apteshane, ayakyolu, hela.
3. tuvalet, yıkanıp giyinip taranma işi.
toiletries toi.let.ries toy'lîtriz isim (sabun, diş macunu, kolonya
gibi) tuvalet malzemeleri.
token to.ken to'kın isim 1. simge, sembol, işaret. 2. hatıra,
yadigâr. 3. qeton; marka. 4. bir şeyin satın alınmasında
para yerine geçen belge: gift token hediye çeki. sıfat 1.
simgesel, sembolik. 2. göstermelik, mostralık,
yapmacık.
told in confidence sır olarak söylenmiş.

1397
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

told told told fiil bakınız tell


tolerable tol.er.a.ble tal'ırıbıl sıfat 1. tahammül olunabilir. 2.
kabul olunabilir. 3. ne iyi ne kötü, orta derecede olan.
tolerance tol.er.ance tal'ırıns isim 1. hoşgörü, müsamaha,
tolerans. 2. (organizma v.b.'ne özgü) tahammül,
dayanma. 3. tolerans, özür payı.
tolerant tol.er.ant tal'ırınt sıfat hoşgörülü, müsamahakâr,
müsamahalı, toleranslı.
tolerate tol.er.ate tal'ıreyt fiil 1. izin vermek, müsaade etmek. 2.
hoş görmek, müsamaha etmek; göz yummak. 3.
(organizma v.b.) -e tahammül etmek, -e dayanmak.
toleration tol.er.a.tion talırey'şın isim 1. izin verme, müsaade
etme. 2. tahammül, dayanma.
toll call ücrete tabi konuşma.
toll road paralı yol.
toll toll tol fiil (çan) ağır ağır çalmak; (çanı) ağır ağır
çalmak.
tomato paste (koyu) domates salçası.
tomato to.ma.to tımey'to isim (tomatoes) domates.
tomb tomb tum isim 1. lahit; türbe. 2. mezar, kabir.
tomboy tom.boy tam'boy isim erkeksi kız, erkek Fatma, erkek
Ayşe.
tombstone tomb.stone tum'ston isim mezar taşı.
tomcat tom.cat tam'kät isim erkek kedi.
tomfoolery tom.fool.er.y tamfu'lıri isim ahmaklık, saçmalık,
aptallık, aptalca davranış veya söz.
tomorrow to.mor.row tımar'o zarf, isim yarın.
tom-tom tom-tom tam'tam isim tamtam.
ton ton t^n isim ton (3888 kg.).
tone something down bir şeyin rengini veya ifade tarzını yumuşatmak.
tone tone ton isim 1. (ses veya renge ait) ton. 2. müzik
aralık, iki nota arasında ses farkı. 3. form, istenilen ve
olması gereken durum. 4. (bir yere özgü manevi) hava,
atmosfer.

1398
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

toner cartridge toner kartuşu.


toner ton.er to'nır isim (fotokopi makinesinde kullanılan)
toner, tonlandırıcı.
tongs tongs tôngz, tangz isim, çoğul maşa.
tongue depressor tıbbi dil basacağı, abeyslang.
tongue in cheek bıyık altından gülerek.
tongue twister söylenmesi dile zor gelen uzun sözcük veya cümle.
tongue tongue t^ng isim 1. anatomi dil. 2. dil, lisan.
tongue-tied tongue-tied t^ng'tayd sıfat (utanç, heyecan, korku
v.b.'nden) dili tutulmuş.
tonic ton.ic tan'îk isim 1. tonik, kuvvet verici ilaç. 2. (bazı
içkilere katılan) tonik. 3. müzik tonik.
tonight to.night tınayt' zarf, isim bu gece.
tonnage ton.nage t^n'îc isim tonaq.
tonsil ton.sil tan'sıl isim, anatomi bademcik.
Too bad! Ne yazık!
too good to be true inanılmayacak kadar iyi.
too late fazla geç.
too much fazla: You've given me too much change. Bana fazla
para verdin.
too too tu zarf 1. fazla, gereğinden çok: It's too early to go.
Gitmek için fazla erken. 2. de: You too can learn
Arabic. Sen de Arapça öğrenebilirsin. You have to get
rid of that house and the Mercedes too! O evi, bir de
Mercedes'i elden çıkarman şart! 3. (Cümleyi
vurgulamak için kullanılır.):] "I didn't sock him!" "You
did too!" "Ona yumruk atmadım." "Attın!"
took took tûk fiil bakınız take
tool tool tul isim 1. alet, el aleti. 2. araç, vasıta. 3. piyon,
başkasının istediği gibi kullandığı kimse. 4. kaba penis,
alet, babafingo. fiil arabada gitmek; (arabayı) sürmek;
(birini) (arabada) (bir yere) götürmek.
toot one's own horn kendi reklamını kendi yapmak, kendini övmek.

1399
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

toot toot tut fiil (kornayı, düdüğü, boruyu) çalmak; (korna,


düdük, boru) çalmak. isim korna, düdük veya boru sesi.
tooth and nail kıyasıya, var gücüyle, çok şiddetli bir şekilde.
tooth tooth tuth isim (teeth) diş.
toothache tooth.ache tuth'eyk isim diş ağrısı.
toothbrush tooth.brush tuth'br^ş isim diş fırçası.
toothpaste tooth.paste tuth'peyst isim diş macunu.
toothpick tooth.pick tuth'pîk isim kürdan.
toothsome tooth.some tuth'sım sıfat lezzetli.
top hat silindir şapka.
top secret çok gizli.
top someone up (birinin kısmen boşalmış kabını) (bir sıvıyla)
doldurmak.
top something off with bir şeyi (... ile) noktalamak/tamamlamak.
top something off bir şeyi (... ile) noktalamak/tamamlamak.
top something up (birinin kısmen boşalmış kabını) (bir sıvıyla)
doldurmak.
top top tap fiil (topped, topping) 1. (bir yerin)
tepesine/başına varmak; (bir şeyin)
tepesinde/başında/üstünde bulunmak: That song has
topped the charts for weeks. O şarkı haftalarca listelerin
başında kaldı. 2. (bir yerin) üstünden geçmek. 3. (bir
şeyin) üstüne sürmek: She topped the cake with
whipped cream. Kekin üstüne çırpılmış krema sürdü. 4.
(bir bitkinin) üst kısmını kesmek veya koparmak. 5. -
den fazla olmak, -i aşmak; -den iyisini yapmak; -i
gölgede bırakmak: Do you know a story that can top
his? Onunkine taş çıkartacak bir hikâye biliyor musun?
topcoat top.coat tap'kot isim 1. hafif palto. 2. (boyanmış
yüzeyde) son kat boya, son kat.
top-heavy top-heav.y tap'hevi sıfat 1. havaleli, yıkılacak gibi. 2.
gerekenden fazla yönetici bulunan (bir yönetim).
topic top.ic tap'îk isim konu, mevzu.

1400
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

topless top.less tap'lîs sıfat 1. üstsüz, göğsü/memeleri örtülü


olmayan (kadın). 2. kadının göğsünü/memelerini
örtmeyen (giysi).
topmost top.most tap'most sıfat en üstteki.
top-notch top-notch tap'naç sıfat en iyi kalite, birinci sınıf, üstün.
topple top.ple tap'ıl fiil (over/down) (havaleli bir şey)
devrilmek/yıkılmak; (havaleli bir şeyi)
devirmek/yıkmak.
topsy-turvy top.sy-tur.vy tap'si.tır'vi zarf 1. altüst, baş aşağı. 2.
karmakarışık bir durumda. sıfat 1. altüst olmuş. 2.
karmakarışık, karman çorman.
torch torch tôrç isim 1. meşale. 2. İngiliz İngilizcesi el feneri,
fener.
tore tore tôr fiil bakınız tear
torment tor.ment tôr'ment isim 1. ıstırap, azap. 2. işkence. 3.
eziyet çektiren kimse; eziyet veren şey.
tormentor tor.men.torisim eziyet eden kimse.
torn to ribbons lime lime olmuş.
torn torn tôrn fiil bakınız tear
tornado tor.na.do tôrney'do isim (tornadoes/tornados) tornado.
torpedo boat hücumbot. 2. torpidobot, torpido.
torpedo tor.pe.do tôrpi'do isim, askeri (torpedoes) torpil. fiil 1.
torpillemek, torpil ile tahrip etmek veya batırmak. 2.
baltalamak; mahvetmek; ziyan etmek.
torpid tor.pid tôr'pîd sıfat uyuşuk.
torpor tor.por tôr'pır isim uyuşukluk.
torque torjue tôrk isim eğilme momenti, moment.
torrent tor.rent tôr'ınt isim sel, taşkınca akan su.
torrential tor.ren.tial tôren'şıl sıfat çok şiddetli yağan (yağmur).
torrid tor.rid tôr'îd sıfat 1. çok sıcak. 2. sevda dolu, ihtiras
dolu.
torsion tor.sion tôr'şın isim burulma, torsiyon.
torso tor.so tôr'so isim 1. (insana ait) gövde. 2. gövde
heykeli.

1401
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tortoise tor.toise tôr'tıs isim kara kaplumbağası, kaplumbağa.


tortoiseshell tor.toise.shell tôr'tıs.şel isim bağa, kaplumbağa kabuğu
veya bunu andıran bir madde. sıfat bağadan yapılmış,
bağa.
tortuous tor.tu.ous tôr'çuwıs sıfat 1. yılankavi, çok dolam-baçlı.
2. dolaşık, çapraşık (yöntem, hareket). 3. dalavereli. 4.
fazlasıyla komplike, çetrefil.
torture tor.ture tôr'çır isim 1. işkence, işkence etme/yapma. 2.
ıstırap, azap, işkence. fiil işkence etmek/yapmak.
toss a coin yazı tura atmak.
toss and turn (uzanmışken, uykudayken) bir yandan öbür yana
dönmek.
toss for yazı tura atarak (bir şeyi) karara bağlamak.
toss one's hat into the ring adaylığını ilan etmek.
toss someone for something bir şeyi kazanmak için biriyle yazı tura atmak.
toss someone out birini dışarı atmak, birini kapı dışarı etmek. 2. birini
işten atmak/çıkarmak.
toss someone up in the air bir şeyi /birini havaya atmak/fırlatmak.
toss something about (birkaç kişi) bir konuyu tartışıp konuşmak.
toss something around (birkaç kişi) bir konuyu tartışıp konuşmak.
toss something in bir fikri ortaya atmak.
toss something off bir içkiyi yuvarlayıvermek. 2. bir şeyi yapıvermek. 3.
bir şeyi döktürüvermek, bir şeyi söyleyivermek veya
yazıvermek. 4. bir giysiyi çıkarıvermek/fora etmek.
toss something out bir şeyi çöpe atmak.
toss something up in the air bir şeyi /birini havaya atmak/fırlatmak.
toss toss tôs fiil 1. (yavaşça veya rasgele) atmak, fırlatmak
veya saçmak. 2. on çabucak ve gelişigüzel giymek,
sırtına geçirivermek. 3. bir yandan öbür yana şiddetle
sallamak. 4. in (bir yiyeceği) (bir sıvıyla) hafifçe
karıştırmak. 5. (bir tepki olarak) (başını) birdenbire
arkaya doğru savurmak veya (burnunu) kıvırmak: She
tossed her head angrily and walked out of the room.
Başını öfkeyle arkaya doğru savurup odadan çıktı. 6.

1402
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

(at) (biniciyi) sırtından atmak. 7. off (sanki işten bile


değilmiş gibi) (bir şeyi) yaratıvermek. 8. (uzanmışken,
uykudayken) bir yandan öbür yana dönmek. 9. konuşma
dili (bir şeyi) çöpe atmak. isim 1. spor (top, gülle v.b.
için) atma, atış. 2. (bir tepki olarak) (başını) birdenbire
arkaya doğru savurma. 3. (yazı tura) atma, (yazı turada)
atış: He won the first toss. İlk atışta o kazandı.
toss-up toss-up tôs'^p isim 1. kimin kazanacağı hiç belli
olmayan bir durum. 2. hangi seçeneğin daha iyi olduğu
hiç belli olmayan bir durum. 3. yazı tura atma.
tot tot tat isim 1. küçük çocuk. 2. (içki için) azıcık miktar,
azıcık, damla.
total amount tutar.
total to.tal tot'ıl sıfat tam, eksiksiz; ilgili olan her şeyi içeren:
total darkness zifiri karanlık. total cost toplam maliyet.
total amount toplam. isim toplam; bütün; tutar. fiil
(totaled/totalled, totaling/totalling) 1. toplamak,
toplamını bulmak. 2. -in toplamı (belirli bir miktar)
olmak. 3. konuşma dili çok hasar vererek kullanılmaz
hale getirmek.
totalitarian to.tal.i.tar.i.an totälıter'iyın sıfat totaliter.
totality to.tal.i.ty totäl'ıti isim bütün, toplam: in its totality
bütünüyle.
totally to.tal.lyzarf tamamen.
tote tote tot fiil, konuşma dili taşımak.
totem to.tem to'tım isim totem, ongun.
totter tot.ter tat'ır fiil sallanmak; sendelemek.
touch a sore point hassas bir konuya/noktaya dokunmak.
touch a sore spot hassas bir konuya/noktaya dokunmak.
touch base with konuşma dili (biriyle) görüşmek, konuşmak.
touch base konuşma dili (biriyle) görüşmek, konuşmak.
touch bottom ayaklarını suyun dibine değdirmek. 2. (fiyat) en alt
düzeye inmek. 3. en kötü aşamaya gelmek/varmak:
They've touched bottom as far as their professional life

1403
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

is concerned. Onların mesleki hayatına gelince durum


bundan kötü olamaz.
touch down (uçak) (yere veya denize) inmek.
touch something off bir şeyi başlatmak, bir şeye sebep olmak.
touch something up sadece gereken yerlere boya vurarak bir şeyin
görünümünü düzeltmek, bir şeyi boyayla rötuş etmek.
2. bir şeyi rötuş etmek.
touch touch t^ç fiil 1. dokunmak; değmek; temas etmek. 2.
(içki, sigara, uyuşturucu) kullanmak. 3. yemek veya
içmek: He didn't touch his food. Yemeğini ağzına
sürmedi. 4. kıyaslanmak, ... kadar iyi olmak: Their book
can't touch hers. Onların kitabı onunki kadar iyi
olamaz./Nerede onların kitabı, nerede onunki! 5.
duygulandırmak, dokunmak. 6. hafifçe vurmak. 7.
ellemek, el sürmek, elle karıştırmak. 8. ile ilgilenmek,
ile meşgul olmak. 9. dokunmak; istifade etmek. 10. for
(birinden) (belirli bir miktar para) istemek. 11.
ilgilendirmek. 12. on/upon -e değinmek, -e dokunmak, -
e temas etmek. 13. at (gemi) (bir yere) uğramak. 14. in
(bir resimdeki detayı) hafif dokunuşlarla çizmek.
touch-and-go touch-and-go t^ç'ıngo' sıfat belirsiz, sonucu belli
olmayan/şüpheli.
touchdown touch.down t^ç'daun isim (Amerikan futbolunda) gol.
touched touched t^çt sıfat, konuşma dili kafadan kontak, kafası
bir hoş.
touching touch.ing t^ç'îng sıfat insanı duygulandıran, insanın
içine işleyen, dokunaklı; insanın yüreğine dokunan.
touchstone touch.stone t^ç'ston isim mihenk, denektaşı.
touchtone telephone tuşlu telefon.
touchtone touch.tone t^ç'ton isim bakınız touchtone telephone
touchy touch.y t^ç'i sıfat 1. alıngan, kırılgan. 2. hassas (durum,
konu).
tough tough t^f sıfat 1. dayanıklı. 2. kart (et); sert (kösele
v.b.). 3. sert; ödün vermeyen; müsamaha etmeyen. 4.

1404
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

zor (iş, kimse). 5. kanunları hiçe sayan insanların çok


olduğu ve sık sık suç işlenen (yer). 6. saldırgan ve sık
sık kaba kuvvete başvuran (kimse). isim kabadayı. fiil
out dişini sıkıp -e karşı dayanmak.
toughen tough.en t^f'ın fiil 1. -i (zor durumlara alıştırarak) daha
dayanıklı/güçlü yapmak; (zor durumlara alışarak) daha
dayanıklı/güçlü olmak. 2. sertleştirmek; sertleşmek.
tour of duty askeri (belirli bir yerdeki) görev süresi.
tour tour tûr isim 1. tur; dolaşma. 2. turne. fiil dolaşmak.
tourism tour.ism tûr'îzım isim turizm.
tourist class turist mevkii.
tourist tour.ist tûr'îst isim turist.
touristic tour.is.tic tûrîs'tîk sıfat turistik.
tournament tour.na.ment tır'nımınt isim turnuva.
tourniquet tour.ni.juet tır'nıkît isim turnike, kanamayı durdurmaya
yarayan bir tür sargı.
tousle tou.sle tau'zıl fiil (saçı) karıştırmak, dağınık bir hale
getirmek.
tow car çekici, kurtarıcı.
tow truck çekici, kurtarıcı.
tow tow to fiil 1. (halat veya zincirle) çekmek; yedeğe
almak, yedekte çekmek, yedeklemek. 2. (gemi) (bir
veya birkaç mavnayı) itmek. isim 1. halat veya zincirle
çekilen şey. 2. itilen birkaç mavna. 3. otomotiv çekme
halatı veya zinciri; yedekleme halatı.
toward to.ward tôrd edat 1. -e doğru, -in yanına doğru. 2. -e
doğru, -e yakın (bir zaman). 3. -e karşı, için, hakkında.
4. doğrultusunda, yönünde: Some progress has been
made toward the establishment of a new grading
system. Yeni bir not verme sisteminin kurulmasında
biraz ilerleme kaydedildi. 5. (bir şeyin) ödenmesi için.
towards to.wardsedat 1. -e doğru, -in yanına doğru: towards the
river (tôrdz) nehre doğru. 2. -e doğru, -e yakın (bir
zaman): towards noon öğleye doğru. 3. -e karşı, için,

1405
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hakkında: What's her attitude towards him? Ona karşı


tavrı ne? 4. doğrultusunda, yönünde. 5. (bir şeyin)
ödenmesi için: That money can go towards what you
owe me. O para senin bana olan borcunu ödemek için
kullanılabilir.
towel rack havluluk, havlu asacağı.
towel tow.el tau'wıl isim havlu.
tower tow.er tau'wır isim kule. fiil over/above -in üstünden
yükselmek.
towering tow.er.ing tau'wırîng sıfat 1. çok yüksek. 2. büyük. 3.
şiddetli, aşırı: He flew into a towering rage. Çok
öfkelendi.
town council belediye meclisi.
town hall belediye binası.
town house (sıraevlere ait) ev, sıraev.
town town taun isim şehir, kent.
townspeople towns.peo.ple taunz'pipıl isim şehir halkı.
toxic tox.ic tak'sîk sıfat zehirli, toksik.
toy shop oyuncakçı dükkânı.
toy toy toy isim oyuncak. fiil 1. with -i yarı ciddi bir
şekilde düşünmek. 2. with ile oynamak, -i elinde evirip
çevirmek.
trace trace treys isim bakınız kick over the traces
tracing paper aydınger kâğıdı; şeffaf kopya kâğıdı.
tracing trac.ing trey'sîng isim şeffaf kâğıt üzerine çıkarılan
kopya.
track and field atletizm.
track events spor pist yarışları.
track lighting raylara monte edilen lambalarla aydınlatma.
track record konuşma dili (bir işte belirli bir süre boyunca
gösterilen) performans.
track suit eşofman.
track track träk isim 1. iz. 2. ray, hat. 3. spor (yarışların
yapıldığı) pist. 4. patika. 5. takip edilen yol: the track of

1406
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

a hurricane urağanın takip ettiği yol. 6. (tank v.b. tırtıllı


araçlara ait) tırtıl, palet. fiil 1. -in izlerini takip etmek. 2.
down -in izlerini takip edip yakalamak. 3. (up) ayak
izlerini (bir yerde) bırakmak: You've tracked mud all
over the house. Evin her tarafında çamurlu ayak izlerini
bıraktın. Don't track up my kitchen floor! Mutfağımda
ayak izi bırakma! 4. (hareket eden birini veya bir şeyi)
takip etmek, izlemek.
tract tract träkt isim 1. geniş arazi. 2. tıbbi sistem, aygıt,
cihaz.
tractable trac.ta.ble träk'tıbıl sıfat söz dinler, yumuşak başlı,
uysal.
traction trac.tion träk'şın isim 1. çekme; çekilme. 2.
çekme/çekiş gücü; sabit bir yüzeye temas ederek
harekete geçen bir cismin o yüzeye temasında oluşan
sürtünüm kuvveti/direnç. 3. tıbbi traksiyon, çekme
gücüyle yaratılan gerginlik.
tractor trac.tor träk'tır isim traktör.
trade deficit ticaret açığı.
trade gap ticaret açığı.
trade on (bir şeyi) kendi yararına kullanmak.
trade route ticaret yolu.
trade school meslek okulu; teknik okul; sanat enstitüsü.
trade secret mesleki sır, meslek sırrı.
trade something in for bir şeyi verip onun değerini başka bir şeyin bedelinden
düşürerek (o şeyi) satın almak.
trade something in on bir şeyi verip onun değerini başka bir şeyin bedelinden
düşürerek (o şeyi) satın almak.
trade something in bir şeyi verip onun değerini başka bir şeyin bedelinden
düşürerek (o şeyi) satın almak.
trade union İngiliz İngilizcesi işçi sendikası, sendika.
trade wind alize.
trade trade treyd isim 1. ticaret. 2. zanaat, iş. fiil 1. ticaret
yapmak. 2. (for) trampa etmek, değiş tokuş etmek. 3.

1407
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

with (birinden) alışveriş etmek; at (bir yerden) alışveriş


etmek.
trademark trade.mark treyd'mark isim ticari marka, alameti farika.
trade-off trade-off treyd'ôf isim bir şeyi elde etmek için başka bir
şeyden vazgeçme.
tradesman trades.man treydz'mın isim (tradesmen) (bir) esnaf;
dükkâncı; zanaatçı.
tradesman's entrance servis girişi/kapısı.
tradition tra.di.tion trıdîş'ın isim gelenek, anane.
traditional tra.di.tion.al trıdîş'ınıl sıfat geleneksel, ananevi.
traffic accident trafik kazası.
traffic circle göbekli kavşak, dönel kavşak.
traffic jam trafik tıkanıklığı.
traffic light trafik lambası.
traffic signal trafik lambası.
traffic snarl trafik tıkanıklığı.
traffic traf.fic träf'îk isim 1. trafik: The traffic's heavy right
now. Şu an trafik yoğun. 2. ticaret: narcotics traffic
uyuşturucu ticareti. fiil in (yasalara aykırı bir şekilde)
(bir şeyin) ticaretini yapmak.
tragedy trag.e.dy träc'ıdi isim 1. tiyatro traqedi, tragedya, facia,
ağlatı. 2. facia, çok üzüntü veren acıklı olay.
tragic trag.ic träc'îk sıfat 1. feci, çok üzücü ve acıklı, traqik. 2.
tiyatro traqik, traqediye ait.
trail trail treyl fiil 1. (hafif şeyleri) sürümek, sürüklemek;
sürünmek, sürüklenmek. 2. yavaşça gezdirmek: They
trailed their fingertips through the water. Parmak
uçlarını suyun yüzeyinde yavaşça gezdirdiler. 3.
gelişigüzel uzanıp gitmek: The honeysuckle was trailing
over the rotten log. Hanımeli çürük kütüğün üstünde
uzanıp gidiyordu. 4. izlemek, takip etmek. 5.
(başkalarının) gerisinde olmak. 6. along after (birinin)
peşine takılmak. 7. along yavaş yavaş veya yorgun
argın gitmek/yürümek. 8. off (ses) azalmak; (bir şey)

1408
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

canlılığını yitirmek: His voice trailed off to a whisper.


Sesi azalarak fısıltıya dönüştü. 9. sarkmak, uzanmak,
düşmek. isim 1. patika, keçiyolu. 2. (birinin ardında
bıraktığı) izler. 3. (birinin peşinde/arkasında bıraktığı)
şey: They left a trail of dust behind them. Arkalarında
bir toz bulutu bıraktılar.
trailer trail.er trey'lır isim 1. römork; (kamyon veya traktöre
takılan) treyler. 2. karavan. 3. fragman, tanıtma filmi. 4.
yere yatay olarak uzanan bitki; sürüngen bitki.
train train treyn isim 1. tren. 2. katar; kafile. 3. çok uzun bir
eteğin yerde sürünen kısmı. 4. dizi, silsile, zincir.
trainer train.er trey'nır isim antrenör.
training train.ing trey'nîng isim 1. eğitim, terbiye, yetiştirim. 2.
antrenman, idman.
traipse traipse treyps fiil, konuşma dili yürümek.
trait trait treyt isim özellik, hususiyet.
traitor trai.tor trey'tır isim hain, hıyanet eden kimse.
traitorous trai.tor.ous trey'tırıs sıfat hain; haince; hıyanet içeren.
tram tram träm isim, İngiliz İngilizcesi tramvay.
tramline tram.line träm'layn isim, İngiliz İngilizcesi tramvay
hattı.
tramp ship tramp gemi.
tramp steamer tramp gemi.
tramp tramp trämp fiil 1. kuvvetli adımlarla yürümek. 2.
down (bir şeyi) ayak altında çiğnemek. 3. yürümek,
dolaşmak; (bir yeri) dolaşmak. isim 1. berduş, serseri,
kopuk. 2. konuşma dili sürtük, orospu. 3. kuvvetle
atılan adımların sesi; rap rap. 4. yürüyüş.
trample tram.ple träm'pıl fiil (down/on) ayak altında çiğnemek.
trampoline tram.po.line trämpılin' isim trambolin.
trance trance träns isim 1. kendinden geçme hali, vecit hali. 2.
hipnoz, ipnoz.
tranquil tran.juil träng'kwîl sıfat sakin, huzurlu, sükûnetli.
tranquility tran.juil.ityisim sakinlik, sükûnet, sükûn.

1409
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tranquilize tran.juil.izefiil sakinleştirmek, yatıştırmak.


tranquilizer tran.juil.iz.er träng'kwılayzır isim, tıbbi sakinleştirici,
yatıştırıcı, müsekkin.
tranquillise tran.juil.lise träng'kwılayz fiil, İngiliz İngilizcesi
bakınız tranquilize
tranquillity tran.juil.lityisim sakinlik, sükûnet, sükûn.
tranqulliser tran.juil.lis.er träng'kwılayzır isim, tıbbi, İngiliz
İngilizcesi bakınız tranquilizer
transact business iş görmek.
transact trans.act tränsäkt', tränzäkt' fiil bakınız transact
business
transaction of business iş görme.
transaction trans.ac.tion tränsäk'şın, tränzäk'şın isim bakınız
transaction of business business transaction
transactions trans.ac.tionsisim (kurum veya derneğe ait) tutanak,
zabıt.
transatlantic trans.at.lan.tic tränsıtlän'tîk, tränzıtlän'tîk sıfat 1. Atlas
Okyanusunun ötesindeki. 2. Atlantik'i aşan veya geçen,
transatlantik.
transcend tran.scend tränsend' fiil -in sınırını aşmak/geçmek; -den
büyük veya üstün olmak.
transcendent tran.scen.dent tränsen'dınt sıfat 1. hepsini/başka her
şeyi geçen/aşan: The poem's transcendent beauty can
scarcely be felt in that translation. Şiirin üstün güzelliği
o çeviride pek hissedilmiyor. 2. kozmosun dışında ve
üstünde olan. 3. deneyüstü, transandantal, deneyin veya
insan bilincinin sınırını aşan.
transcendental meditation transandantal meditasyon.
transcendental tran.scen.den.tal tränsenden'tıl sıfat 1. deneyüstü,
transandantal, deneyin veya insan bilincinin sınırını
aşan; doğaüstü. 2. matematik transandantal, aşkın.
transcribe tran.scribe tränskrayb' fiil 1. (bir şeyin) kopyasını
yazmak. 2. yazmak, kaydetmek, zaptetmek. 3. müzik
(for) (bir eseri) (bir çalgıya) uyarlamak/adapte etmek.

1410
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

transcript tran.script trän'skrîpt isim kopya, suret, nüsha.


transcription tran.scrip.tion tränskrîp'şın isim çevriyazı,
transkripsiyon.
transfer trans.fer tränsfır' fiil (transferred, transferring) 1. -i
nakletmek; -i (bir yerden) (başka bir yere) geçirmek
veya tayin etmek; (başka bir yere) geçmek. 2. (bir mal)
üzerindeki hakkı (başkasına) geçirmek/devretmek;
temlik etmek. 3. spor transfer etmek; transfer olmak.
transfigure trans.fig.ure tränsfîg'yır fiil (into) -e yüce bir nitelik
kazandırmak, -e bir yücelik vermek.
transfix trans.fix tränsfîks' fiil 1. -i (sivri uçlu bir silah veya
aletle) (delerek) yere mıhlamak. 2. mıhlamak,
dondurmak, -i kıpırdayamaz hale getirmek. 3. delmek.
transform trans.form tränsfôrm' fiil 1. (biçimini) değiştirmek. 2.
into (bir şeyi) (başka bir şeye) dönüştürmek.
transformation trans.for.ma.tion tränsfırmey'şın isim 1. (şeklen)
değiştirim; değiştirilme; değişim, transformasyon. 2.
dönüştürüm; dönüştürülme; dönüşüm, transformasyon.
transformer trans.form.er tränsfôr'mır isim transformatör,
dönüştürücü.
transfusion trans.fu.sion tränsfyu'qın isim, tıbbi transfüzyon,
aktarım, nakil.
transgress trans.gress tränsgres', tränzgres' fiil 1. ihlal etmek,
bozmak. 2. (sınırını) aşmak/geçmek.
transgression trans.gres.sion tränsgreş'ın, tränzgreş'ın isim 1. günah
işleme, günah. 2. ihlal, bozma. 3. (sınırını) aşma/geçme.
transient tran.sient trän'şınt sıfat 1. çabuk geçen; fani, gelip
geçici, ölümlü. 2. kısa bir süre kalan, çabuk gelip geçen
(kimse). isim kısa bir süre kalan kimse.
transistor radio transistorlu radyo.
transistor tran.sis.tor tränzîs'tır, tränsîs'tır isim, elektrik transistor.
transit lounge (havaalanında) transit yolcu salonu.
transit system toplu taşıma sistemi.
transit visa transit vizesi.

1411
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

transit tran.sit trän'sît, trän'zît isim 1. ulaşım, (birini, bir şeyi)


(bir yerden) (başka bir yere) aktarma. 2. toplu taşıma;
toplu taşıma araçları. 3. gökbilim geçiş, geçme. 4.
teodolit, takeometre.
transition period geçiş dönemi.
transition tran.si.tion tränzîş'ın isim geçiş, geçme; değişim.
transitive verb dilbilgisi geçişli fiil.
transitive tran.si.tive trän'sıtîv sıfat, dilbilgisi geçişli.
transitory tran.si.to.ry trän'sıtori sıfat geçici; fani, ölümlü.
translate trans.late tränsleyt', tränzleyt', träns'leyt, tränz'leyt fiil
1. (into) (-e) çevirmek, tercüme etmek; (-e) çevrilmek,
tercüme edilmek. 2. çevirmenlik/tercümanlık yapmak.
3. into -e dönüştürmek.
translation trans.la.tion tränsley'şın, tränzley'şın isim 1. çeviri,
çevirme, tercüme. 2. çeviri, tercüme, çevrilmiş yazı
veya söz. 3. dönüştürüm.
translator trans.la.tor tränsley'tır, tränzley'tır isim tercüman,
çevirici, sözlü veya yazılı çeviri yapan kimse; çevirmen,
mütercim, yazılı çeviri yapan kimse.
transmigration of the soul ruh göçü, ölümden sonra ruhun bir bedenden başka bir
bedene göç etmesi/geçmesi.
transmigration trans.mi.gra.tion tränsmaygrey'şın isim bakınız
transmigration of the soul
transmission trans.mis.sion tränsmîş'ın, tränzmîş'ın isim 1.
(motordaki) şanzıman, şanqman, transmisyon sistemi.
2. transmisyon, motor içinde bir hareketin iletilmesi. 3.
(radyo dalgaları, telgraf sinyalleri v.b.'ni) yayma,
yayım; yayılma. 4. iletme; götürme; iletilme;
götürülme. 5. (hastalık) bulaştırma veya bulaşma. 6.
(radyo, telgraf v.b.'nden) yayılan dalga, sinyal v.b.
transmit trans.mit tränsmît', tränzmît' fiil (transmitted,
transmitting) 1. (radyo dalgaları, telgraf sinyalleri
v.b.'ni) yaymak. 2. iletmek; götürmek. 3. to -e

1412
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

geçirmek; -e aktarmak. 4. (hastalığı) (birine)


bulaştırmak.
transmitter trans.mit.terisim 1. televizyon verici. 2. (telgrafa ait)
iletici.
transmitting station verici istasyon.
transmute trans.mute tränsmyut', tränzmyut' fiil into -e
dönüştürmek; tamamen değiştirmek.
transom tran.som trän'sım isim vasistas.
transparency trans.par.en.cy tränsper'ınsi isim 1. şeffaflık,
saydamlık. 2. diyapozitif, slayt.
transparent trans.par.ent tränsper'ınt sıfat 1. şeffaf, saydam. 2. açık,
belli.
transpire tran.spire tränspayr' fiil 1. ortaya çıkmak, belli olmak.
2. through (su, nem) (belirli bir yerden) çıkmak; (bitki)
yapraklarından buhar halinde nem vermek, terlemek. 3.
konuşma dili olmak, meydana gelmek, vuku bulmak.
transplant trans.plant tränsplänt' fiil 1. (bitkiyi) bir yerden
çıkararak başka bir yere dikmek; (bitkiyi) (bir yerden)
çıkarıp (başka bir yere) dikmek. 2. (bitki) bir yerden
çıkarılıp başka bir yere dikilmeye elverişli olmak. 3.
tıbbi (doku veya organ) nakletmek. 4. -i (bir yerden)
(başka bir yere) temelli olarak götürmek. isim 1. tıbbi
(doku veya organla ilgili) nakil, transplantasyon. 2.
başka bir yere yerleştirilen kimse veya şey.
transport trans.port tränspôrt' fiil (bir yerden) (başka bir yere)
götürmek, taşımak, nakletmek.
transportation trans.por.ta.tion tränspırtey'şın isim 1. taşıma, nakliye;
taşınma, nakledilme. 2. nakliye aracı.
transpose trans.pose tränspoz' fiil 1. (bir şeylerin) sırasını
değiştirmek: If you transpose the letters in the word
"on" you get "no". "On" kelimesindeki harflerin sırasını
değiştirirseniz sonuç "no" olur. 2. to (bir şeyi) (başka
bir yere) koymak/aktarmak.

1413
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

transverse trans.verse tränsvırs', tränzvırs' sıfat enine, çapraz. isim


çapraz şey.
transvestite trans.ves.tite tränsves'tayt isim travesti, diğer cinsin
giysilerini giyip o cinsten biri gibi davranan kimse.
trap trap träp isim 1. tuzak, kapan, kapanca. 2. hile, desise,
dolap, tuzak. 3. argo ağız, gaga. fiil (trapped, trapping)
1. tuzağa düşürmek. 2. kapan ile tutmak/yakalamak. 3.
engel olmak, set çekmek.
trapdoor trap.door träp'dor' isim (tavanda, çatıda veya yerde)
kapak şeklinde kapı.
trapeze tra.peze träpiz', trıpiz' isim trapez.
trapper trap.per träp'ır isim tuzakçı, kürklü hayvanları tuzakla
yakalayan avcı.
trappings trap.pings träp'îngz isim, çoğul 1. süslü koşum takımı.
2. süs.
trapshooting trap.shoot.ing träp'şutîng isim, spor trap.
trash trash träş isim 1. çerçöp, süprüntü. 2. çalı çırpı. 3. çöp.
4. avam, ayaktakımı. 5. değersiz şey. 6. saçma, boş laf,
zırva. fiil, argo yıkmak, kırıp dökmek, tahrip etmek.
trashy trashysıfat adi, değersiz.
trauma trau.ma trô'mı, trau'mu isim (traumata/traumas) 1. tıbbi
yara, incinme, travma. 2. ruhbilim travma, sarsıntı.
traumatic trau.mat.ic trômät'îk sıfat 1. sarsıntı doğuran, sarsıcı,
travmatik. 2. tıbbi yaraya ait, yaradan ileri gelen.
travel agency seyahat acentesi.
travel trav.el träv'ıl fiil (traveled/travelled,
traveling/travelling) 1. yolculuk etmek, seyahat etmek.
2. gezmek, dolaşmak. 3. konuşma dili hızlı gitmek. isim
1. seyahat etme. 2. çoğul yolculuk, seyahat, gezi. 3.
çoğul seyahatname.
traveler trav.el.er träv'ılır isim yolcu, seyyah, gezgin, gezmen.
traveler's check seyahat çeki.
traveling salesman gezici satış elemanı.
traveller trav.el.ler träv'lır isim yolcu, seyyah, gezgin, gezmen.

1414
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

traveller's check seyahat çeki.


traverse trav.erse träv'ırs sıfat çapraz. isim 1. travers. 2. çapraz
duran şey. 3. karşıdan karşıya geçme. fiil 1. bir yandan
öbür yana geçirmek; bir yandan öbür yana geçmek. 2.
bir yandan öbür yana uzanmak. 3. üstünden geçmek.
travesty trav.es.ty träv'îsti isim son derece beceriksizce yapılmış
bir taklit, karikatür, parodi, travesti.
trawl trawl trôl fiil 1. trol ile balık avlamak. 2. trol ile denizin
dibini taramak. 3. oltayla balık avlamak. isim 1. trol. 2.
kayık arkasından çekilen çok çengelli olta.
tray tray trey isim tepsi, sini; tabla.
treacherous treach.er.ous treç'ırıs sıfat 1. hain. 2. arkadan vuran,
kalleş. 3. korkulur, tehlikeli.
treachery treach.er.y treç'ıri isim hainlik, ihanet.
treacle trea.cle tri'kıl isim, İngiliz İngilizcesi şeker pekmezi.
tread in someone's footsteps birini örnek almak, birinin izinden yürümek.
tread on air sevinçten ayakları yere değmemek.
tread on eggs fazlasıyla ölçülü davranmak.
tread on someone's toes birinin kuyruğuna basmak, birini gücendirmek veya
kızdırmak.
tread water el ve ayakların hafif hareketiyle su içinde dik durmak.
tread tread tred fiil (trod, trodden/trod) 1. on -e basmak, -in
üzerine basmak. 2. on -e basmak, -i çiğnemek. 3.
yürümek. isim 1. ayak basışı. 2. yürüyüş. 3. merdiven
basamağının döşeme tahtası. 4. otomotiv lastik tırtılı.
treadle trea.dle tred'ıl isim pedal, ayaklık.
treadmill tread.mill tred'mîl isim 1. ayak değirmeni. 2. sıkıcı ve
monoton iş.
treason trea.son tri'zın isim 1. vatana ihanet. 2. ihanet, hıyanet,
hainlik.
treasonable trea.sonablesıfat vatana ihanet türünden.
treasure hunt saklanmış bir şeyi bulma oyunu.
treasure trove sahipsiz hazine veya define.

1415
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

treasure treas.ure treq'ır isim 1. hazine. 2. define. 3. değerli şey.


fiil çok değerli saymak, üzerine titremek.
treasurer treas.ur.er treq'ırır isim haznedar, veznedar.
treasury treas.ur.y treq'ıri isim 1. hazine. 2. bilgi hazinesi
(kitap).
treat someone like dirt birini hiçe saymak, birini hor görmek.
treat something as a joke işi şakaya vurmak.
treat something seriously işi ciddiye almak.
treat treat trit fiil 1. davranmak, muamele etmek. 2. tedavi
etmek. 3. (konuyu) işlemek, ele almak. 4. (ham ya da
ara malları) işlemden geçirmek, fiziksel, kimyasal
değişikliklerle daha uygun, kullanılır duruma getirmek.
treatise trea.tise tri'tîs isim bilimsel inceleme, tez.
treatment treat.ment trit'mınt isim 1. davranış, muamele. 2.
tedavi. 3. (konuyu) ele alış biçimi, işleyiş. 4. kimya
işlem.

treaty trea.ty tri'ti isim antlaşma.


treble clef müzik sol anahtarı.
treble tre.ble treb'ıl sıfat 1. üç misli, üç kat. 2. müzik tiz. isim,
müzik 1. soprano ses. 2. soprano sesli çalgı veya kimse,
soprano. fiil üç misli artırmak; üç misli artmak, üç kat
olmak.
tree tree tri isim ağaç.
trek trek trek isim uzun ve zorlu bir yolculuk.
trellis trel.lis trel'îs isim kafes işi. fiil 1. kafes işi yapmak. 2.
dallarını kafese sarmak.
tremble for için endişe etmek, için kaygılanmak.
tremble trem.ble trem'bıl fiil 1. titremek. 2. ürpermek. isim 1.
titreme. 2. ürperme.
tremendous tre.men.dous trîmen'dıs sıfat 1. çok büyük, kocaman,
muazzam. 2. konuşma dili çok iyi, şahane, harika.
tremendously tre.men.douslyzarf çok, son derece.

1416
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tremor trem.or trem'ır, tri'mır isim 1. titreme. 2. ürperme. 3.


sarsıntı.
tremulous trem.u.lous trem'yılıs sıfat 1. titrek. 2. ürkek.
trench coat trençkot.
trench warfare siper harbi.
trench trench trenç isim 1. çukur, hendek. 2. askeri siper.
trenchant trench.ant tren'çınt sıfat 1. keskin: a trenchant mind
keskin zekâ. 2. etkili, kuvvetli, ikna edici. 3. sert,
dokunaklı, acı.
trend trend trend fiil yönelmek, eğilim göstermek. isim
eğilim; akım.
trepidation trep.i.da.tion trepıdey'şın isim 1. korku. 2. endişe,
heyecan.
trespass tres.pass tres'pıs, tres'päs fiil 1. (on/upon) (başkasının
arazisine) izinsiz girmek, tecavüz etmek. 2. on/upon -i
kötüye kullanmak, -i istismar etmek.
tress tress tres isim saç lülesi, belik, bukle.
trestle tres.tle tres'ıl isim 1. masa ayaklığı, sehpa. 2. demir
iskeletli köprü.
trial and error çeşitli yolları deneme, sınama ve yanılma.
trial balance muhasebecilik mizan.
trial balloon halkın tepkisini öğrenmek için bir plan hakkında verilen
ön haber.
trial heat spor tecrübe koşusu.
trial tri.al tray'ıl isim, hukuk 1. duruşma, yargılama,
muhakeme. 2. deneme; denenme. 3. dert, baş belası.
sıfat deneme: trial period deneme devresi.
triangle tri.an.gle tray'äng.gıl isim üçgen.
triangular tri.an.gu.lar trayäng'gyılır sıfat 1. üçgen, üçgen
biçiminde. 2. üçlü.
tribal trib.al tray'bıl sıfat kabileye ait.
tribe tribe trayb isim 1. kabile, boy; aşiret, oymak. 2. aynı
sınıftan kimseler, grup. 3. biyoloji takım; sınıf; familya.

1417
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tribulation trib.u.la.tion trîbyıley'şın isim 1. felaket, musibet. 2.


dert, keder, büyük sıkıntı.
tribunal tri.bu.nal trîbyu'nıl, traybyu'nıl isim 1. mahkeme. 2.
yargıç kürsüsü.
tributary trib.u.tar.y trîb'yıteri sıfat 1. vergi veren. 2. bağımlı. 3.
haraç olarak verilen. 4. bir ırmağa karışan (ayak). isim
ırmak ayağı.
tribute trib.ute trîb'yut isim 1. övme, sitayiş, takdir. 2. hediye.
3. vergi. 4. haraç.
trice trice trays isim bakınız in a trice
trick trick trîk isim 1. hile, oyun, dolap, numara. 2. sır: trick
of the trade meslek sırrı. 3. âdet. fiil 1. aldatmak,
kandırmak, hile yapmak. 2. out/up -i süslemek.
trickery trick.eryisim 1. hile. 2. hilekârlık.
trickle trick.le trîk'ıl fiil 1. damla damla akmak; damla damla
akıtmak. 2. azar azar gelmek. isim damla damla akan
şey.
trickster trick.ster trîk'stır isim hilekâr, düzenbaz, üçkâğıtçı.
tricky trick.y trîk'i sıfat 1. hileli. 2. ustalık isteyen. 3.
becerikli, usta, hünerli.
tricycle tri.cy.cle tray'sîkıl isim üç tekerlekli bisiklet, üçteker.
tried tried trayd fiil bakınız try sıfat güvenilir, güvene layık.
trifle tri.fle tray'fıl isim 1. önemsiz şey. 2. az miktar, cüzi
şey. 3. ucuz ve adi süs eşyası. 4. İngiliz İngilizcesi
pandispanya, kremşantiyi ve meyve ile yapılan bir tatlı.
fiil 1. with/over ile oynamak. 2. away (para, zaman
v.b.'ni) boşuna harcamak, çarçur etmek. 3. with -i
ciddiye almamak, -i hafife almak. 4. boş şeyler
konuşmak. 5. oyalamak; oyalanmak.
trifling tri.fling tray'flîng sıfat 1. önemsiz, ufak, cüzi, az. 2.
değersiz, işe yaramaz.
trig trig trîg isim, konuşma dili trigonometri.
trigger trig.ger trîg'ır isim 1. tetik. 2. fotoğrafçılık deklanşör.
fiil 1. başlatmak; -e neden olmak, -e yol açmak. 2.

1418
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

infilak ettirmek, patlatmak. 3. tetiği çekip (silahı)


ateşlemek.
trigonometric trig.o.no.met.ric trîgınımet'rîk sıfat trigonometrik.
trigonometrical trig.o.no.met.ri.cal trîgınımet'rîkıl sıfat trigonometrik.
trigonometry trig.o.nom.e.try trîgınam'ıtri isim trigonometri.
trill trill trîl fiil 1. sesi titremek; sesi titretmek. 2. titrek
sesle söylemek. 3. titrek sesle şakımak. isim 1. ses
titremesi. 2. müzik titrek ses. 3. "r" sesinin titretilerek
söylenmesi.
trillion tril.lion trîl'yın isim 1. trilyon, 3.888.888.888.888. 2.
İngiliz İngilizcesi 3.888.888.888.888.888.888.
trilogy tril.o.gy trîl'ıci isim üçlü eser, üçlü, triloqi.
trim trim trîm sıfat, isim (trimmer, trimmest) temiz ve
yakışıklı, biçimli, şık. fiil (trimmed, trimming) 1. (daha
düzgün bir biçim vermek amacıyla bitkiyi) budamak. 2.
(saç, sakal v.b.'ni) kırkmak, kesip düzeltmek. 3. (dantel,
perde v.b.'ni) süslemek, donatmak. 4. denizcilikle ilgili
yükü düzgün istif ederek (gemiyi) denklemek. 5.
(yelkeni) rüzgâra göre düzeltmek. 6. havacılık
ayarlamak. 7. konuşma dili yenmek, mağlup etmek. 8.
aldatmak. 9. azarlamak. 10. denizcilikle ilgili denk
olmak. isim 1. düzen, tertip. 2. durum, hal, vaziyet. 3.
süs. 4. artık. 5. denizcilikle ilgili (gemide) denge. 6.
kıyafet, kılık.
trimming trim.ming trîm'îng isim 1. süs, süsleyici şey. 2. çoğul
garnitür. 3. çoğul kırpıntı. 4. konuşma dili yenilgi,
mağlubiyet.
Trinity Trin.i.ty trîn'ıti isim bakınız the Trinity
trinket trin.ket trîng'kît isim 1. (yüzük veya düğme gibi)
değersiz süs. 2. biblo. 3. ufak oyuncak.
trio tri.o tri'yo isim üçlü.
trip trip trîp fiil (tripped, tripping) 1. (on/over) ayağı (bir
şeye) takılıp düşmek; tökezlemek. 2. (up) -e çelme
takmak/atmak; -i çelmelemek. 3. up şaşırtmak,

1419
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yanıltmak, yanlışını veya yalanını yakalamak. 4. yanlış


yapmak, yanılmak, hata etmek. 5. hafif adımlarla dans
etmek veya koşmak. 6. argo uyuşturucu madde
etkisinde olmak, uçmak. isim 1. kısa yolculuk; gezi,
gezinti. 2. hata, yanlış. 3. ayağı (bir şeye) takılıp düşme;
tökezleme. 4. argo uyuşturucu madde etkisi, uçuş.
tripartite tri.par.tite traypar'tayt sıfat üç bölümden oluşan, üçlü.
tripe tripe trayp isim 1. işkembe. 2. konuşma dili saçma,
saçmalık.
triple trip.le trîp'ıl sıfat 1. üç kat, üç misli. 2. üçlü. fiil üç
misli yapmak; üç misli olmak. isim, beysbol üç kalelik
bir top vuruşu.
triplet trip.let trîp'lît isim 1. üç şeyden oluşan takım, üçlü. 2.
üçüzlerden biri.
triplicate trip.li.cate trîp'lîkît sıfat 1. üç kat, üç misli. 2. üç
kopyadan oluşan. isim üçüncü kopya, üçüncü nüsha.
tripod tri.pod tray'pad isim üç ayaklı sehpa, fotoğraf sehpası.
trite trite trayt sıfat basmakalıp, klişe, bayat.
triumph tri.umph tray'ımf isim 1. zafer, utku, yengi; parlak
başarı. 2. zafer alayı. fiil 1. zafer kazanmak, galip
gelmek, yenmek. 2. zaferi kutlamak.
triumphal arch zafer takı.
triumphal tri.um.phal tray^m'fıl sıfat zafere ait, zafer.
triumphant tri.um.phant tray^m'fınt sıfat 1. galip, utkulu, muzaffer;
başarılı. 2. zaferiyle övünen.
trivet triv.et trîv'ît isim 1. nihale. 2. sacayağı, sacayak.
trivia triv.i.a trîv'iyı isim, çoğul önemsiz şeyler; fasa fiso; ıvır
zıvır.
trivial triv.i.al trîv'iyıl sıfat 1. saçma, abes. 2. bayağı, sıradan.
3. cüzi, önemsiz.
triviality triv.i.al.i.ty trîviyäl'ıti isim 1. saçmalık. 2. fasa fiso.
trod trod trad fiil bakınız tread
trodden trod.den trad'ın fiil bakınız tread

1420
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Trojan Tro.jan tro'cın isim Truvalı. sıfat 1. Truva, Truva'ya


özgü. 2. Truvalı.
troll troll trol fiil oltayı suda sürükleyerek balık tutmak.
trolley bus troleybüs.
trolley car tramvay.
trolley trol.ley tral'i isim 1. tramvay. 2. İngiliz İngilizcesi el
arabası, yük arabası. 3. İngiliz İngilizcesi drezin. 4.
İngiliz İngilizcesi tekerlekli servis masası.
trolleyman trol.ley.man tral'imın isim (trolleymen) 1. vatman. 2.
tramvay biletçisi.
trombone trom.bone tram'bon isim, müzik trombon.
troop troop trup isim 1. kıta, birlik. 2. grup, takım. 3.
(izcilikte) oymak. 4. çoğul kıtalar, birlikler, askerler.
trooper troop.er tru'pır isim (şehirlerarası karayollarını
denetleyen) (motorize) polis.
trophy tro.phy tro'fi isim 1. hatıra, andaç. 2. kupa, ödül. 3.
ganimet.
tropic tropic trap'îk isim dönence, tropika. sıfat tropikal.
tropical tropicalsıfat tropikal.
trot out konuşma dili ileri sürmek, öne sürmek.
trot trot trat fiil (trotted, trotting) 1. tırıs gitmek. 2. koşmak.
isim 1. tırıs. 2. koşuş.
trotter trot.terisim paça: sheep's trotter koyun paçası.
trouble spot politika karışıklık veya çatışmalara sahne olan yer. 2.
sorun yaratan/zayıf nokta, sık sık arızalanan yer.
trouble troub.le tr^b'ıl isim 1. rahatsız etmek, tedirgin etmek. 2.
üzmek. 3. sıkmak, başını ağrıtmak. 4. rahatsız etmek,
zahmete sokmak, zahmet vermek. 5. sıkıntı, üzgü,
üzüntü, ıstırap. 6. dert, mesele, aksilik, iş, bela: What's
the trouble? Derdin ne?/Mesele ne?/Ne var? in trouble
başı belada. 7. karışıklık. 8. zahmet: Don't go to any
trouble on my account. Benim için zahmete girmeyin.
9. makine bozukluk, arıza. 10. rahatsızlık, hastalık.

1421
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

troublemaker troub.le.mak.er tr^b'ılmeykır isim ortalık karıştırıcı,


fitneci, mesele çıkaran kimse.
troubleshooter troub.le.shoot.er tr^b'ılşutır isim aksaklıkları saptayıp
çözümleyen kimse.
troublesome troub.le.some tr^b'ılsım sıfat 1. zahmetli, sıkıntılı,
belalı. 2. üzüntülü. 3. baş belası, can sıkıcı.
trough trough trôf isim 1. tekne, yalak. 2. oluk. 3. iki dalga
sırtı arasındaki çukur.
trounce trounce trauns fiil dövmek, pataklamak.
troupe troupe trup isim trup.
trouper trou'perisim trup üyesi.
trousers trou.sers trau'zırz isim, çoğul pantolon.
trousseau trous.seau tru'so, truso' isim (trousseaux/trousseaus)
çeyiz.
trout trout traut isim (trout/trouts) alabalık.
trowel trow.el trau'wıl isim mala. fiil (troweled/trowelled,
troweling/trowelling) mala ile sıvamak, malalamak.
trowsers trows.ers trau'zırz isim bakınız trousers
troy pound 191 gram, 72 ons.
troy weight kuyumcu tartısı.
Troy Troy troy isim Truva.
truant tru.ant tru'wınt isim okul kaçağı.
truce truce trus isim ateşkes, mütareke.
truck farm bostan.
truck farming bostancılık.
truck truck tr^k fiil değiş tokuş etmek, takas etmek, trampa
etmek. isim 1. değiş tokuş, takas, trampa. 2. (bostanda
yetiştirilen) sebze ve meyve.
trucking truckingisim 1. kamyonculuk, kamyonla taşıyıcılık. 2.
değiş tokuş. 3. bostancılık.
truckle truck.le tr^k'ıl fiil to -e yaltaklanmak; -e boyun eğmek,
-e baş eğmek.
truculent truc.u.lent tr^k'yılınt sıfat 1. kavgacı, saldırgan. 2.
vahşi, gaddar.

1422
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

trudge trudge tr^c fiil güçlükle yürümek; yorgun argın


yürümek. isim güçlükle yürüme; yorgun argın yürüme.
true colors içyüz.
true to life gerçek hayatta olduğu gibi.
true true tru sıfat 1. doğru, gerçek. 2. hakiki, som: Is this
true or imitation leather? Bu deri hakiki mi, yoksa taklit
mi? 3. sadık, samimi. 4. asıl, gerçek. 5. tam, aslına
uygun. 6. meşru, asıl. 7. samimi, içten.
true-blue true-blue tru'blu' sıfat pek sadık, sözünün eri.
truffle truf.fle tr^f'ıl, tru'fıl isim domalan, yermantarı.
truism tru.ism tru'wîzım isim herkesçe bilinen gerçek.
truly tru.ly tru'li zarf 1. gerçekten, hakikaten. 2. doğrulukla.
3. sadakatle. 6 samimiyetle. 4. tamamen, doğru olarak.
trump card iskambil oyunları koz.
trump up uydurmak, icat etmek.
trump trump tr^mp isim 1. iskambil oyunları koz. 2. konuşma
dili iyi adam. fiil, iskambil oyunları 1. koz kırmak, koz
oynamak. 2. koz oynayarak almak.
trumpet trum.pet tr^m'pît isim 1. boru. 2. borazan. 3. boru sesi.
fiil 1. boru çalarak ilan etmek. 2. ilan etmek, yaymak. 3.
boru gibi ses çıkarmak.
truncheon trun.cheon tr^n'çın isim 1. kısa ve kalın sopa. 2. İngiliz
İngilizcesi cop.
trundle trun.dle tr^n'dıl fiil 1. yuvarlamak; yuvarlanmak. 2.
(arabayla) taşımak.
trunk call şube hattı aracılığıyla konuşma.
trunk trunk tr^ngk isim 1. gövde, beden. 2. sandık. 3.
otomotiv bagaj. 4. zooloji hortum. 5. ağaç gövdesi,
gövde. 6. çoğul erkek mayosu, şort.
truss up bağlamak, iple bağlamak.
truss truss tr^s isim 1. tıbbi kasık bağı. 2. mimarlık kiriş,
destek. 3. kuru ot veya saman demeti. 4. bağlam, demet.
fiil 1. sıkıca bağlamak. 2. destek koymak.
trust in God Allaha tevekkül etmek, tevekkül etmek.

1423
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

trust trust tr^st isim 1. güven, itimat. 2. umut. 3. emanet. 4.


sorumluluk; görev. 5. mütevellilik; mutemetlik. 6. tröst.
fiil 1. güvenmek, itimat etmek. 2. emanet etmek. 3.
inanmak. 4. in -e güveni olmak.
trustee trus.tee tr^sti' isim mütevelli; yediemin.
trustful trust.fulsıfat başkalarına güvenen/inanan.
trusting trust.ingsıfat başkalarına güvenen/inanan.
trustworthiness trust.wor.thi.nessisim güvenirlik.
trustworthy trust.wor.thy tr^st'wırdhi sıfat güvenilir.
truth truth truth isim 1. gerçek, doğru, hakikat: What he said
is the truth. Onun söylediği doğrudur. 2. doğruluk,
gerçeklik. 3. dürüstlük, doğruluk.
try for elde etmeye çalışmak.
try on prova etmek, giyip denemek.
try one's fortune şansını denemek.
try one's hand at -i denemek, -e el atmak.
try one's luck şansını denemek.
try one's patience sabrını taşırmak.
try one's wings öğrendiklerini denemek: Let me have the wheel! I'd like
to try my wings. Direksiyonu bana ver! Öğrendiklerimi
denemek istiyorum.
try out (birini veya bir şeyi) denemek.
try try tray fiil 1. çalışmak, uğraşmak. 2. kalkışmak,
girişmek. 3. denemek, sınamak. 4. yormak. 5. hukuk
yargılamak. 6. gayret etmek. isim 1. çalışma, uğraşma.
2. deneme.
trying try.ing tray'îng sıfat 1. yorucu, zor, sıkıntılı. 2. bıktırıcı,
sıkıcı.
tryout try.out tray'aut isim deneme, sınama.
tsar tsar zar isim bakınız czar
T-shirt T-shirt ti'şırt isim tişört.
tub tub t^b isim 1. tekne, leğen. 2. banyo küveti. 3.
konuşma dili tekne.
tuba tu.ba tu'bı isim, müzik tuba.

1424
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tubby tub.by t^b'i sıfat şişman ve bodur, fıçı gibi, bıdık.


tube tube tub isim 1. boru, tüp. 2. İngiliz İngilizcesi metro.
3. konuşma dili the televizyon. 4. otomotiv iç lastik.
tubeless tube.less tub'lîs sıfat, otomotiv iç lastiği olmayan.
tuber tu.ber tu'bır isim, botanik yumrukök, yumru.
tuberculosis tu.ber.cu.lo.sis tubırkyılo'sîs isim tüberküloz, verem.
tubing tub.ing tu'bîng isim (bir bütün olarak) boru veya
borular: I'll take two rolls of that plastic tubing. O
plastik borudan iki kangal alacağım.
tubular tu.bu.lar tu'byılır sıfat 1. boru şeklindeki. 2. borulu. 3.
boru sesi gibi.
tuck away saklamak, gizlemek.
tuck in İngiliz İngilizcesi, konuşma dili yemek yemeye
başlamak.
tuck it away konuşma dili büyük miktarda yemek yemek.
tuck someone in (gece uykusuna yatırılmış) çocuğun üstünü örtmek.
tuck tuck t^k fiil 1. in içine tıkmak, içine sokmak. 2. under
altına kıvırmak. isim kırma, pli.
tuckered tuck.ered t^k'ırd sıfat bakınız be tuckered out
Tuesday Tues.day tuz'di, tuz'dey, tyuz'di isim salı.
tuft tuft t^ft isim 1. (bir) tutam (saç); (bir) öbek (ot). 2.
(kuşun tepesindeki) sorguç.
tug at one's heartstrings -i çok duygulandırmak; -in yüreğini cız ettirmek.
tug of war halat çekme oyunu. 2. şiddetli rekabet.
tug tug t^g fiil (tugged, tugging) kuvvetle çekmek. isim 1.
kuvvetli çekiş. 2. römorkör.
tugboat isim römorkör.
tuition tu.i.tion tuwîş'ın isim 1. okul ücreti. 2. öğretim.
tulip tu.lip tu'lîp isim lale.
tulle tulle tul isim tül.
tumble about yuvarlanmak.
tumble down düşmek; düşürmek.
tumble tum.ble t^m'bıl fiil 1. düşmek, yıkılmak; düşürmek,
yıkmak. 2. yuvarlanmak; yuvarlamak. 3. takla atmak. 4.

1425
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

karıştırmak, altüst etmek. 5. örselemek. 6. konuşma dili


(to) (-i) çakmak, anlamak, kavramak. isim 1. düşüş. 2.
takla.
tumbledown tum.ble.down t^m'bıldaun' sıfat yıkılacak gibi,
yıkılmak üzere, yarı yıkık.
tumbler tum.bler t^m'blır isim 1. (sapsız, kısa ve genişçe)
bardak. 2. hacıyatmaz.
tummy tum.my t^m'i isim, konuşma dili karın, mide.
tumor tu.mor tu'mır isim tümör, ur.
tumour tu.mour tu'mır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız tumor
tumult tu.mult tu'mılt isim gürültü, karışıklık, kargaşalık,
kargaşa.
tumultuous tu.mul.tu.ous tum^l'çuwıs sıfat 1. düzensiz. 2.
gürültülü, kargaşalı. 3. fırtınalı, çalkantılı. 4. coşkun.
tuna fish (konserve) tonbalığı.
tuna tu.na tu'nı isim (tuna/tunas) tonbalığı, orkinos.
tune in radyo 1. dalgayı ayarlamak. 2. (belirli bir istasyonu)
açmak.
tune up çalgıları akort etmek. 2. (motoru) ayar etmek.
tune tune tun, tyun isim melodi, ezgi, nağme.
tuneful tune.fulsıfat ahenkli, hoş sesli, nağmeli.
tuneless tune.lesssıfat 1. ahenksiz, nağmesiz. 2. sessiz,
müziksiz.
tuner tunerisim akortçu.
tuning fork diyapazon.
tuning tun.ing tu'nîng isim akort.
Tunisia Tu.ni.sia tuni'qı, tuniq'iyı isim Tunus.
Tunisian isim Tunuslu. sıfat 1. Tunus, Tunus'a özgü. 2. Tunuslu.
tunnel tun.nel t^n'ıl isim tünel. fiil (tunneled/tunnelled,
tunneling/ tunnelling) tünel açmak.
tunny tun.ny t^n'i isim orkinos, tonbalığı.
turban tur.ban tır'bın isim 1. sarık. 2. türban.
turbaned tur.banedsıfat 1. sarıklı. 2. türbanlı.

1426
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

turbid tur.bid tır'bîd sıfat 1. bulanık, çamurlu. 2. karışık,


düzensiz.
turbidity tur.bid.ityisim türbidite, bulanıklık.
turbine tur.bine tır'bîn, tır'bayn isim türbin.
turbot tur.bot tır'bıt isim, zooloji (turbot/turbots) kalkan.
turbulence tur.bu.lenceisim 1. suda/havada karışıklık, kargaşalık.
2. türbülans.
turbulent tur.bu.lent tır'byılınt sıfat 1. gürültülü patırtılı, çok
çalkantılı. 2. kavgacı; karışıklık çıkaran. 3. türbülanslı
(su, hava). 4. kaynayan (duygular).
Turcoman Tur.co.man tır'kımın isim, sıfat bakınız Turkoman
turd turd tırd isim 1. kaka, bok. 2. argo it herif; kaltak karı.
tureen tu.reen turin' isim büyük çorba kâsesi.
turf turf tırf isim (turfs/turves) 1. çimenlik, çim. 2. kesek. 3.
konuşma dili yetki/uzmanlık alanı. 4. konuşma dili
(Birinin) mahallesini şehrini v.b.'ni şaka yoluyla
belirtir.): This is my turf! Burası benim yerim! (Bu
yüzden benim sözüm geçer burada.). fiil çimlendirmek.
turgid tur.gid tır'cîd sıfat 1. şişmiş, şişkin. 2. abartmalı,
şişirilmiş, tumturaklı.
turgor tur.gor tır'gır isim, biyoloji turgor.
Turk Turk tırk isim Türk.
Turkestan Tur.ke.stan tırkîstän' isim bakınız Turkistan
Turkey carpet Türk halısı. 2. Şark halısı.
Turkey red kökkırmızısı, kökboyası.
Turkey Tur.key tır'ki isim Türkiye.
Turki Tur.ki tır'ki sıfat Türki, Orta Asyalı Türklere veya
dillerine özgü. isim Türki, Orta Asyalı Türk.
Turkic Tur.kic tır'kîk sıfat 1. Türk dillerine ait, Türk. 2. Türk
dillerinden birini konuşanlara ait, Türk.
Turkish bath (alaturka) hamam.
Turkish delight lokum.
Turkish Turk.ish tır'kîş isim Türkçe. sıfat 1. Türk. 2. Türkçe.
Turkistan Tur.ki.stan tırkîstän' isim Türkistan.

1427
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Turkman Turk.man tırk'mın isim (Turkmen) Türkmen.


Turkmen Turk.men tırk'mın isim (Turkmen) 1. Türkmen. 2.
Türkmence. sıfat 1. Türkmen. 2. Türkmence.
Turkmenistan Turk.me.ni.stan tırkmenîstän' isim Türkmenistan.
Turkoman Tur.ko.man tır'kımın isim 1. sıfat Türkmen. 2.
Türkmence.
turmoil tur.moil tır'moyl isim karışıklık, kargaşa.
turn a deaf ear to -i işitmezlikten gelmek, -e kulak asmamak.
turn a deaf ear kulak asmamak, aldırmamak.
turn a hand to (bir işle uğraşmaya) başlamak, (bir işe) el atmak.
turn a hand (fiziki) iş yapmak: He won't turn his hand. Parmağını
bile kıpırdatmaz.
turn a somersault takla atmak.
turn about öbür tarafa dönmek.
turn against aleyhine dönmek; aleyhine döndürmek.
turn an honest penny dürüstçe ve alın teri ile para kazanmak.
turn and turn about nöbetleşe, nöbetle, sıra ile.
turn aside bir yana dönmek. 2. saptırmak, vazgeçirmek.
turn away başka tarafa yöneltmek. 2. kovmak. 3. dönüp gitmek,
sapmak. 4. vazgeçmek.
turn back geri çevirmek. 2. geri dönmek.
turn bad (hava) bozmak. 2. (süt, et, yumurta v.b.) bozulmak.
turn down kıvırmak, bükmek. 2. reddetmek, geri çevirmek. 3.
kısmak.

turn in içine kıvırmak, içeriye doğru çevirmek. 2. teslim


etmek. 3. konuşma dili yatmak.
turn inside out içini dışına çevirmek, tersyüz etmek.
turn into olmak, kesilmek, -e dönmek, -e dönüşmek. 2. -e
çevirmek, -e dönüştürmek, -e değiştirmek. 3. -e tercüme
etmek, -e çevirmek.
turn loose serbest bırakmak, salıvermek.
turn of mind zihniyet, düşünce tarzı.
turn of phrase anlatım tarzı, üslup.

1428
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

turn off kapamak. 2. kesmek. 3. lafa boğmak, sözü çevirip


cevapsız bırakmak. 4. -den sapmak. 5. İngiliz
İngilizcesi işine son vermek, yol vermek. 6. argo canını
sıkmak.
turn on açmak. 2. çevirmek. 3. argo heyecanlandırmak,
esritmek; merakını veya ilgisini uyandırmak. 4. bağlı
olmak, bakmak. 5. düşman olmak. 6. saldırmak. 7.
cinsel istek uyandırmak.
turn one's ankle ayak bileğini burkmak.
turn one's back on someone birine/bir şeye sırt çevirmek.
turn one's back on something birine/bir şeye sırt çevirmek.
turn one's back on -e sırt çevirmek.
turn one's hand to (bir işle uğraşmaya) başlamak, (bir işe) el atmak.
turn one's hand (fiziki) iş yapmak: He won't turn his hand. Parmağını
bile kıpırdatmaz.
turn one's head -in başını döndürmek, -i gururlandırmak.
turn out tersyüz etmek. 2. dışarı atmak, kovmak. 3. otlatmak
için dışarıya çıkarmak. 4. dışına dönmek. 5. yapmak,
çıkarmak, üretmek, meydana getirmek. 6. söndürmek.
7. katılmak. 8. konuşma dili yataktan kalkmak. 9.
olmak, çıkmak.
turn over a new leaf hayatını daha iyi bir yola koymak, yeniden başlamak.
turn over çevirmek, devirmek. 2. havale etmek, teslim etmek. 3.
devretmek. 4. zihninde evirip çevirmek. 5. altüst olmak,
devrilmek, dönmek. 6. (mal) alıp satmak.
turn pale sapsarı kesilmek.
turn round çevirmek; çevrilmek, dönmek.
turn signal (otomobilin hangi yöne döneceğini gösteren) işaret
lambası/sinyal lambası.
turn someone around one's little finger birini parmağında oynatmak.
turn someone's head birinin başını döndürmek.
turn something about birşeyi evirip çevirmek.
turn something to good account bir şeyi değerlendirmek.
turn something to one's purpose bir şeyden yararlanmak.

1429
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

turn tail cesaretini yitirip kaçmak.


turn the corner köşeyi dönmek. 2. krizi geçirmek, tehlikeyi atlatmak.
turn the tables on durumu tersine çevirmek.
turn the tables durumu tersine çevirmek.
turn the tide olayların gidişini yüzde yüz/bütünüyle değiştirmek.
turn thumbs down on -i reddetmek.
turn to -e başvurmak, -in yardımını istemek. 2. (aklını,
dikkatini) -e vermek. 3. (belirli bir sayfayı) açmak.
turn traitor hain olmak, hainlik etmek.
turn up one's nose at -i hor görmek, -e burun bükmek, -e burun kıvırmak, -i
beğenmemek. 2. -i reddetmek.
turn up yukarı çevirmek, çevirip kaldırmak. 2. açmak,
çevirmek. 3. ortaya çıkmak. 4. gelmek. 5. bulunmak.
turn upside down altüst etmek; altüst olmak. 2. devrilmek.
turn turn tırn isim 1. dönüş, devir, dönme. 2. sapma, sapış.
3. viraq, dönemeç. 4. kıvrım, dirsek. 5. konuşma dili
korkutma, ödünü koparma. 6. gezme, dolaşma. 7. sıra.
8. değişim, nöbet. 9. yetenek. 10. biçim. 11. yön. 12.
konuşma dili sarsıntı, şok. 13. değişiklik, değişim.
turncoat turn.coat tırn'kot isim dönek adam, prensip değiştiren
kimse.
turning point dönüm noktası.
turning turn.ing tır'nîng isim 1. dönüş, dönme. 2. yoldan sapma
veya çıkma. 3. dönemeç, dönüş yeri.
turnip tur.nip tır'nîp isim şalgam.
turnout turn.out tırn'aut isim katılanlar, toplantı mevcudu.
turnover turn.o.ver tırn'ovır isim 1. devrilme. 2. ticaret sermaye
devri. 3. ticaret iş hacmi. 4. meyvalı turta.
turnpike turn.pike tırn'payk isim paralı otoyol.
turnstile turn.stile tırn'stayl isim turnike.
turpentine tur.pen.tine tır'pıntayn isim terebentin.
turquoise tur.juoise tır'koyz, tır'kwoyz isim firuze, türkuvaz. sıfat
türkuvaz, yeşile çalan mavi.

1430
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

turret tur.ret tır'ît isim 1. mimarlık ufak kule. 2. askeri döner


taret.
turtle tur.tle tır'tıl isim kaplumbağa.
turtledove tur.tle.dove tır'tıld^v isim kumru.
turtleneck tur.tle.neck tır'tılnek isim 1. balıkçı yaka. 2. balıkçı
kazağı.
tusk tusk t^sk isim 1. fildişi. 2. mors veya yabandomuzunun
uzun azıdişi.
tussle tus.sle t^s'ıl fiil 1. (with) (ile) dövüşmek. 2. (with) (ile)
mücadele etmek, cebelleşmek, uğraşmak. isim 1.
dövüşme, dövüş. 2. mücadele, uğraşma.
tut tut t^t ünlem bakınız Tut, tut!
Tut, tut! Bir şeyin onaylanmadığını vurgulamak için söylenir:
Tut, tut, you shouldn't be reading other people's mail!
A, başkalarının mektuplarını okumamalısın böyle!
tutelage tu.te.lage tu'tılîc isim 1. vasilik, vesayet. 2. koruma,
himaye. 3. vesayet altında olma.
tutor tu.tor tu'tır isim 1. özel öğretmen. 2. İngiliz İngilizcesi
öğretmen. fiil 1. özel ders vermek. 2. ders vermek.
tux tux t^ks isim, konuşma dili smokin.
tuxedo tux.e.do t^ksi'do isim smokin.
TV TV tivi' isim televizyon, TV.
twaddle twad.dle twad'ıl fiil boş laf etmek, saçmalamak,
zırvalamak. isim boş laf, saçma, zırva.
twang twang twäng fiil 1. tıngırdamak; tıngırdatmak. 2.
genizden konuşmak veya ses çıkarmak. isim 1. tıngırtı.
2. genizden çıkan ses.
tweak tweak twik fiil 1. (elle) büküvermek, çekivermek. 2. -
den makas almak, -den kesme almak. isim 1. (elle)
büküverme, çekiverme. 2. makas alma, kesme alma.
tweed tweed twid isim tüvit.
tweezers tweez.ers twi'zırz isim, çoğul cımbız.
twelfth twelfth twelfth sıfat, isim 1. on ikinci. 2. on ikide bir.

1431
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

twelve twelve twelv sıfat on iki. isim on iki, on iki rakamı (32,
XII).
twentieth twen.ti.eth twen'tiyîth sıfat, isim 1. yirminci. 2. yirmide
bir.
twenty twen.ty twen'ti sıfat yirmi. isim yirmi, yirmi rakamı
(28, XX).
twice a day günde iki kez.
twice twice tways zarf 1. iki kez, iki kere, iki defa. 2. iki kat,
iki misli.
twiddle one's thumbs başparmaklarını birbirinin etrafında çevirmek. 2. vakit
öldürmek.
twiddle twid.dle twîd'ıl fiil bakınız twiddle one's thumbs
twig twig twîg isim ince dal, sürgün.
twilight twi.light tway'layt isim alacakaranlık.
twin twin twîn sıfat 1. ikiz. 2. çift: twin beds çift yatak. isim
ikiz:
twine twine twayn isim 1. sicim. 2. sarma, bükme. fiil 1.
sarmak, dolamak, bükmek; sarılmak, dolanmak.
twinge twinge twînc fiil birdenbire sancı vermek; birdenbire
sancılanmak. isim 1. (birden saplanan) şiddetli sancı. 2.
azap, üzüntü, sızı.
twinkle twin.kle twîng'kıl fiil 1. pırıldamak, ışıldamak. 2.
(gözler) parlamak. 3. göz kırpıştırmak. isim 1.
pırıldama. 2. pırıltı, ışıltı. 3. göz kırpıştırma.
twirl twirl twırl fiil hızla dönmek, fırıldanmak; hızla
döndürmek, fırıldatmak, hızla çevirmek.
twist off büküp koparmak.
twist one's ankle ayağı burkulmak, ayağını burkmak, ayak bileğini
burkmak. She's sprained her ankle. Ayağı burkulmuş.
twist someone around one's little finger birini parmağının ucunda oynatmak.
twist someone's arm birini zorlamak/mecbur etmek.
twist someone's words birinin sözlerini çarpıtmak.
twist up büküp bırakmak.

1432
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

twist twist twîst fiil 1. bükmek, sarmak, burmak; bükülmek,


sarılmak, burulmak. 2. ters anlam vermek, çarpıtmak.
isim 1. bükülme, sarılma, burulma. 2. ibrişim; sicim. 3.
düğüm. 4. dönme, dönüş. 5. tvist dansı. 6. değişiklik.
twisted twistedsıfat 1. bükülmüş. 2. çarpık, sapkın.
twister twisterisim 1. büken şey veya kimse. 2. döne döne
giden top. 3. kasırga; hortum.
twit twit twît fiil (twitted, twitting) 1. azarlamak, kusurunu
yüzüne vurmak. 2. takılmak, sataşmak. isim 1. takılma,
sataşma. 2. konuşma dili salak, aptal.
twitch twitch twîç fiil 1. kapıp çekmek. 2. seğirmek;
seğirtmek.
twitter twit.ter twit'ır fiil cıvıldamak. isim cıvıltı.
two cents worth konuşma dili görüş, fikir: get /put in one's two cents
worth fikrini söylemek.
Two from ten leaves eight. Ondan iki çıkarsa sekiz kalır.
Two into six is three. Altıyı ikiye bölünce üç eder.
Two plus three is five. İki artı üç beş eder.
two two tu sıfat 1. iki. 2. çift. isim 1. iki, iki rakamı (2, II).
2. iskambil oyunları ikili.
two-bit two-bit tu'bît sıfat, konuşma dili iki paralık, beş para
etmez, beş paralık.
two-edged two-edged tu'ecd' sıfat 1. iki ağızlı, iki yüzü keskin. 2.
iki anlamlı. 3. iki etkili.
two-faced two-faced tu'feyst' sıfat 1. iki yüzlü. 2. ikiyüzlü,
riyakâr.
two-fisted two-fist.ed tu'fîs'tîd sıfat, konuşma dili kuvvetli ve
saldırgan.
twofold two.fold tu'fold' sıfat, zarf iki kat, iki misli.
two-piece two-piece tu'pis' sıfat iki parçalı: two-piece dress
döpiyes.
two-seater two-seater tu'sitır isim iki kişilik araba veya uçak.
two-way two-way tu'wey' sıfat 1. iki yönlü: two-way traffic iki
yönlü trafik. 2. iki doğrultuda.

1433
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tycoon ty.coon taykun' isim, konuşma dili çok zengin ve


nüfuzlu işadamı, kral.
type up daktilo etmek; bilgisayarda yazmak.
type type tayp isim 1. çeşit, cins, tür, tip. 2. numune, örnek.
3. sınıf, kategori. 4. ideal örnek. 5. matbaacılık basma
harf veya harfler; hurufat. fiil 1. daktilo etmek. 2.
daktiloda yazmak. 3. tipini veya türünü saptamak;
belirli bir kategoriye ayırmak.
typescript type.script tayp'skrîpt isim daktilo ile yazılmış yazı.
typesetter type.set.ter tayp'setır isim dizgici, mürettip.
typewriter type.writ.er tayp'raytır isim daktilo.
typhoid fever tıbbi tifo.
typhoid ty.phoid tay'foyd isim, tıbbi tifo, karahumma.
typhoon ty.phoon tay'fun isim tayfun.
typhus fever tıbbi tifüs, lekelihumma.
typhus ty.phus tay'fıs isim, tıbbi tifüs, lekelihumma.
typical typ.i.cal tîp'îkıl sıfat 1. tipik. 2. tipine özgü.
typically typ.i.callyzarf 1. tipik olarak. 2. tipik derecede. 3.
genellikle.
typify typ.i.fy tîp'ıfay fiil 1. -in tipik örneği olmak. 2. -in
simgesi olmak, -i simgelemek.
typist typ.ist tay'pîst isim daktilograf.
typo ty.po tay'po isim, konuşma dili baskı hatası; dizgi
yanlışı/hatası.
typographic error baskı hatası; dizgi yanlışı/hatası.
typographic ty.po.graph.ic taypıgräf'îk sıfat basımla ilgili,
tipografik.
typographical error baskı hatası; dizgi yanlışı/hatası.
typographical ty.po.graph.i.cal taypıgräf'îkıl sıfat basımla ilgili,
tipografik.
typography ty.pog.ra.phy taypag'rıfi isim 1. baskı, basılı şeyin
biçimi veya görünümü. 2. basımcılık, tipografya.
tyrannise tyr.an.nise tîr'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
tyrannize

1434
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

tyrannize tyr.an.nize tîr'ınayz fiil (over) -e zulmetmek, -i ezmek.


tyrannous tyr.an.nous tîr'ınıs sıfat zalimce, zorbaca.
tyranny tyr.an.ny tîr'ıni isim 1. zulüm, zorbalık, gaddarlık,
despotluk. 2. zorbalık yönetimi; zorba hükümet.
tyrant ty.rant tay'rınt isim 1. zorba, zalim. 2. tiran, zorba
hükümdar, despot.
tyre tyre tayr isim, otomotiv, İngiliz İngilizcesi bakınız tire
tzar tzar zar isim bakınız czar
U U, u yu isim 1. U, İngiliz alfabesinin yirmi birinci
harfi. 2. U şeklinde şey.
U.K. U.K. yu'key' kısaltma the United Kingdom (of Great
Britain and Northern Ireland) Birleşik Krallık (Büyük
Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı).
U.N. U.N. yu'en' kısaltma the United Nations B.M.
(Birleşmiş Milletler)
U.S. U.S. yu'es' kısaltma the United States of America
A.B.D. (Amerika Birleşik Devletleri).
U.S.A. U.S.A. yu'es'ey' kısaltma the United States of America
A.B.D. (Amerika Birleşik Devletleri).
U.S.A.F. U.S.A.F. yu'es'ey'ef' kısaltma the United States Air
Force A.B.D. Hv. Kuv. (Amerika Birleşik Devletleri
Hava Kuvvetleri).
U.S.S.R. U.S.S.R. yu'es'es'ar' kısaltma, tarih the Union of Soviet
Socialist Republics S.S.C.B. (Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri Birliği).
ubiquitous u.bij.ui.tous yubîk'wıtıs sıfat aynı zamanda her yerde
bulunan.
U-boat U-boat yu'bot isim Alman denizaltısı.
U-bolt U-bolt yu'bolt isim U harfi biçiminde iki ucu yivli
cıvata.
udder ud.der ^d'ır isim inek memesi.
UFO UFO yu'ef'o' kısaltma bakınız unidentified flying
obqect
Uganda U.gan.da yugän'dı isim Uganda.

1435
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Ugandan isim Ugandalı. sıfat 1. Uganda, Uganda'ya özgü. 2.


Ugandalı.
ugh ugh ^h, ^g ünlem Of!/Öf! (Nefret veya tiksinme
belirtir.).
ugly ug.ly ^g'li sıfat 1. çirkin. 2. iğrenç. 3. kötü, tatsız,
nahoş. 4. konuşma dili ters, huysuz. 5. fırtınalı.
Ukraine U.kraine yukreyn' isim bakınız the Ukraine
Ukrainia U.krain.i.a yukrey'niyı isim Ukrayna.
Ukrainian isim 1. Ukraynalı. 2. Ukraynaca. sıfat 1. Ukrayna,
Ukrayna'ya özgü. 2. Ukraynaca. 3. Ukraynalı.
ulama u.la.ma ulıma' isim ulema.
ulcer ul.cer ^l'sır isim 1. ülser. 2. irinli yara.
ulcerate ul.cer.ate ^l'sıreyt fiil ülsere dönüşmek, ülserleşmek;
ülsere dönüştürmek, ülserleştirmek.
ulcerous ul.cer.ous ^l'sırıs sıfat 1. ülserli. 2. ülser türünden. 3.
ülsere dönüşmüş, ülserleşmiş.
ulema u.le.ma ulıma' isim bakınız ulama
ulterior ul.te.ri.or ^ltîr'iyır sıfat 1. gizli, açığa vurulmamış, itiraf
edilmemiş: ulterior motive gizli amaç. 2. sonraki. 3. öte
yandaki, ötedeki.
ultimate ul.ti.mate ^l'tımît sıfat 1. son, nihai, en son: ultimate
reality son gerçek. 2. esas, temel: ultimate principles
temel ilkeler. 3. en büyük, en yüksek: the ultimate good
en büyük iyilik.
ultimately ul.ti.mate.lyzarf eninde sonunda.
ultimatum ul.ti.ma.tum ^ltımey'tım isim (ultimatums/ultimata)
ültimatom.
ultra ul.tra ^l'trı sıfat aşırı, son derece. isim aşırıcı, aşırıcılık
yanlısı.
ultraconservative ul.tra.con.ser.va.tive ^ltrıkınsır'vıtîv sıfat aşırı derecede
tutucu/muhafazakâr.
ultramodern ul.tra.mod.ern ^ltrımad'ırn sıfat son derece modern,
ültramodern, çağüstü.
ultrared ul.tra.red ^ltrıred' sıfat kızılötesi, enfraruq.

1436
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ultrasonic ul.tra.son.ic ^ltrısan'îk sıfat ültrasonik.


ultrasound ul.tra.sound ^l'trısaund isim ültrason.
ultraviolet ul.tra.vi.o.let ^ltrıvay'ılît sıfat ültraviyole, morötesi.
umber um.ber ^m'bır isim ombra.
umbilical cord anatomi göbek kordonu.
umbilical um.bil.i.cal ^mbîl'îkıl sıfat 1. göbeğe ait. 2. göbeğe
yakın.
umbra um.bra ^m'brı isim (umbras/umbrae) 1. gölge. 2.
gökbilim tam gölge. 3. minakop, taşlevreği, gölgebalığı.
umbrage um.brage ^m'brîc isim 1. gücenme, alınma. 2. gölge. 3.
gölge yapan şey (ağaç).
umbrella pine fıstıkçamı.
umbrella stand şemsiyelik.
umbrella um.brel.la ^mbrel'ı isim şemsiye. sıfat bütünü
kapsayan.
umbrine um.brine ^m'brayn isim minakop, taşlevreği,
gölgebalığı.
umlaut um.laut ûm'laut isim ünlü harf üzerine konulan çift
nokta.
umpire um.pire ^m'payr isim hakem. fiil hakemlik yapmak.
umpteen ump.teen ^m'tin', ^mp'tin' sıfat sayısız, pek çok.
un- un-önek -siz, -sız, gayri.
unable un.a.ble ^ney'bıl sıfat 1. yapamaz, elinden gelmez. 2.
beceriksiz.
unabridged un.a.bridged ^nıbrîcd' sıfat kısaltılmamış, tam.
unacceptable un.ac.cept.a.ble ^nıksep'tıbıl sıfat kabul edilemez.
unaccommodating un.ac.com.mo.dat.ing ^nıkam'ıdeytîng sıfat kendi
rahatını feda edemeyen.
unaccompanied un.ac.com.pa.nied ^nık^m'pınid sıfat 1. yanında kimse
olmayan, eşlik edilmeyen, yalnız. 2. müzik eşlik
edilmeyen, refakatsiz.
unaccountable un.ac.count.a.ble ^nıkaun'tıbıl sıfat 1. anlaşılmaz,
garip. 2. sorumsuz, hesabı verilmeyen. 3. olağanüstü.

1437
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unaccustomed un.ac.cus.tomed ^nık^s'tımd sıfat alışılmamış,


alışılmadık.
unaffected un.af.fect.ed ^nıfek'tîd sıfat 1. yapmacıksız, doğal,
tabii. 2. etkilenmemiş.
unaided un.aid.ed ^neyd'îd sıfat yardımsız, kendi başına, yalnız
başına.
unalterable un.al.ter.a.ble ^nôl'tırıbıl sıfat değiştirilmesi imkânsız,
değiştirilemez.
unanimity u.na.nim.i.ty yunınîm'ıti isim oybirliği, ittifak.
unanimous u.nan.i.mous yunän'ımıs sıfat aynı fikirde, müttefik.
unanimously u.nan.i.mous.lyzarf oybirliğiyle, ittifakla.
unanswerable un.an.swer.a.ble ^nän'sırıbıl sıfat 1. cevaplandırılamaz,
yanıtlanamaz. 2. çürütülemez; itiraz edilemez. 3.
sorumlu tutulamaz.
unappealing un.ap.peal.ing ^nıpi'lîng sıfat zevksiz, çekici olmayan,
nahoş.
unapproachable un.ap.proach.a.ble ^nıpro'çıbıl sıfat 1. yaklaşılmaz. 2.
eşsiz, emsalsiz.
unarmed un.armed ^narmd' sıfat silahsız.
unashamed un.a.shamed ^nışeymd' sıfat utanmayan, utanmaz.
unassailable un.as.sail.a.ble ^nıseyl'ıbıl sıfat doğruluğundan şüphe
edilemez; su götürmez, çürütülemez.
unassisted un.as.sist.ed ^nısîs'tîd sıfat yardımcısız; yardımsız. zarf
yalnız başına, yardım görmeden.
unassuming un.as.sum.ing ^nısu'mîng sıfat alçakgönüllü, mütevazı,
gösterişsiz.
unattached un.at.tached ^nıtäçt' sıfat 1. bağlı olmayan. 2. eşi veya
nişanlısı olmayan, bekâr.
unattainable un.at.tain.a.ble ^nıtey'nıbıl sıfat elde edilemez,
ulaşılmaz.
unattended un.at.tend.ed ^nıten'dîd sıfat 1. bakılmamış,
yapılmamış (iş). 2. ihmal edilmiş. 3. yalnız, refakatsiz.
4. başıboş.

1438
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unattractive un.at.trac.tive ^nıträk'tîv sıfat çekici olmayan,


sevimsiz, cazibesiz.
unauthorized un.au.thor.ized ^nô'thırayzd sıfat 1. yetkisiz. 2. izinsiz.
3. resmi olmayan.
unavailable un.a.vail.a.ble ^nıvey'lıbıl sıfat mevcut olmayan,
bulunmayan.
unavailing un.a.vail.ing ^nıvey'lîng sıfat boş, nafile, beyhude,
yararsız, faydasız.
unavoidable un.a.void.a.ble ^nıvoy'dıbıl sıfat kaçınılmaz, önüne
geçilmez.
unaware un.a.ware ^nıwer' sıfat bakınız be unaware of
unawares un.a.wares ^nıwerz' zarf bakınız catch someone
unawares take someone unawares
unbalance un.bal.ance ^nbäl'ıns fiil dengesini bozmak.
unbalanced un.bal.anced ^nbäl'ınst sıfat 1. dengesiz. 2. akli dengesi
bozuk.
unbearable un.bear.a.ble ^nber'ıbıl sıfat çekilmez, dayanılmaz.
unbeaten un.beat.en ^nbi'tın sıfat 1. yenilmemiş. 2. kırılmamış
(rekor). 3. ayak basılmamış.
unbecoming un.be.com.ing ^nbîk^m'îng sıfat 1. yakışıksız,
uygunsuz, yakışık almayan: unbecoming behavior
uygunsuz davranış. 2. yakışmayan: Her new dress is
unbecoming. Yeni elbisesi ona yakışmamış.
unbeknown un.be.known ^nbînon' sıfat 1. to -in haberi olmadan, -
den habersiz. 2. to -ce bilinmeyen, -ce meçhul.
unbeknownst un.be.knownst ^nbînonst' sıfat 1. to -in haberi olmadan,
-den habersiz. Unbeknownst to us, they had already
bought the house. Bizim haberimiz olmadan evi
almışlardı bile. 2. to -ce bilinmeyen, -ce meçhul.
unbelievable un.be.liev.a.ble ^nbîli'vıbıl sıfat inanılmaz.
unbeliever un.be.liev.er ^nbîli'vır isim 1. Allaha inanmayan kimse,
imansız, inançsız. 2. (bir şeye/birine) inanmayan kimse.
unbelieving un.be.liev.ing ^nbîli'vîng sıfat 1. inanmayan, şüpheci.
2. iman etmeyen, imansız, inançsız.

1439
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unbending un.bend.ing ^nben'dîng sıfat kararından dönmez, boyun


eğmez.
unbiased un.bi.ased ^nbay'ıst sıfat taraf tutmayan, tarafsız,
yansız.
unbidden un.bid.den ^nbîd'ın sıfat 1. davetsiz. 2. kendiliğinden
gelen (fikir).
unbleached muslin amerikanbezi.
unbleached un.bleached ^nbliçt' sıfat ağartılmamış.
unblemished un.blem.ished ^nblem'îşt sıfat lekesiz, kusursuz.
unblushing un.blush.ing ^nbl^ş'îng sıfat utanmaz, yüzsüz.
unblushingly un.blush.ing.lyzarf utanmadan.
unborn un.born ^nbôrn' sıfat 1. doğmamış, henüz dünyaya
gelmemiş. 2. gelecek, müstakbel.
unbound un.bound ^nbaund' sıfat ciltlenmemiş, ciltsiz.
unbowed un.bowed ^nbaud' sıfat eğilmemiş, baş eğmemiş,
boyun eğmemiş.
unbridled un.bri.dled ^nbray'dıld sıfat 1. dizginsiz, dizgin
vurulmamış (at). 2. aşırı, dizginsiz, ölçüsüz.
unbroken un.bro.ken ^nbro'kın sıfat 1. kırılmamış, bütün. 2.
sürekli, aralıksız. 3. boyun eğmemiş. 4. yarıda
kesilmemiş. 5. terbiye edilmemiş, alıştırılmamış (at).
unbuckle un.buck.le ^nb^k'ıl fiil tokasını açmak.
unburden un.bur.den ^nbır'dın fiil 1. yükten kurtarmak. 2. derdini
dökmek.
unbusinesslike un.busi.ness.like ^nbîz'nîslayk sıfat iş düzenine aykırı.
unbutton un.but.ton ^nb^t'ın fiil düğmelerini çözmek.
uncalled-for un.called-for ^nkôld'fôr sıfat 1. gereksiz, lüzumsuz,
istenilmeyen. 2. yersiz, yerinde olmayan. 3. haksız.
uncanny un.can.ny ^nkän'i sıfat 1. acayip. 2. esrarengiz,
olağanüstü. 3. tekin olmayan.
uncap un.cap ^nkäp' fiil (uncapped, uncapping) kapağını
açmak.
uncared-for un.cared-for ^nkerd'fôr sıfat bakımsız.

1440
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unceasing un.ceas.ing ^nsi'sîng sıfat 1. sürekli, aralıksız. 2.


sonsuz, bitmez tükenmez.
unceremonious un.cer.e.mo.ni.ous ^nserımo'niyıs sıfat 1. nezaketsizce
yapılan, kaba. 2. teklifsiz. 3. resmi olmayan.
uncertain un.cer.tain ^nsır'tın sıfat 1. şüpheli. 2. belirsiz. 3. kesin
olmayan. 4. güvenilmez. 5. kararsız. 6. değişken, dönek.
uncertainty un.cer.tain.tyisim 1. kuşku, şüphe, tereddüt. 2.
belirsizlik. 3. kesinsizlik.
unchangeable un.change.a.ble ^nçeyn'cıbıl sıfat değişmez.
unchanged un.changed ^nçeyncd' sıfat değişmemiş.
unchanging un.chang.ing ^nçeyn'cîng sıfat değişmez, değişmeyen.
uncharitable un.char.i.ta.ble ^nçer'ıtıbıl sıfat 1. acımasız, sert, katı
yürekli. 2. bağışlamaz, affetmeyen. 3. kusur bulan.
uncharted un.chart.ed ^nçar'tîd sıfat 1. haritası yapılmamış. 2.
bilinmeyen, meçhul.
unchecked un.checked ^nçekt' sıfat 1. kontrol edilmemiş; önü
alınmamış. 2. başıboş bırakılmış, kontrolsüz.
unchristian un.chris.tian ^nkrîs'çın sıfat 1. Hristiyan olmayan. 2.
Hristiyanlığa aykırı, Hristiyana yakışmaz. 3. acımasız,
merhametsiz. 4. nazik olmayan, kaba.
uncircumcised un.cir.cum.cised ^nsır'kımsayzd sıfat sünnetsiz.
uncivil un.civ.il ^nsîv'ıl sıfat kaba, nezaketsiz.
uncivilised un.civ.i.lised ^nsîv'ılayzd sıfat, İngiliz İngilizcesi
bakınız uncivilized
uncivilized un.civ.i.lized ^nsîv'ılayzd sıfat 1. medeniyetsiz. 2.
vahşi.
unclaimed un.claimed ^nkleymd' sıfat sahibi çıkmamış.
unclasp un.clasp ^nkläsp' fiil 1. (sıkılan eli) bırakmak. 2.
(tokayı) açmak.
Uncle Sam konuşma dili, Amerikan İngilizcesi Sam Amca
(Amerika Birleşik Devletleri için bir ad).
uncle un.cle ^ng'kıl isim 1. amca: paternal uncle amca. 2.
dayı: maternal uncle dayı. 3. enişte: Aunt Helen's

1441
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

husband is one of my uncles. Helen Teyze'nin kocası


eniştelerimden biri. 4. amca, yaşlı adam. 5. argo tefeci.
unclean un.clean ^nklin' sıfat 1. kirli, pis. 2. murdar. 3. ahlaksız,
günahkâr.
unclear un.clear ^nklîr' sıfat 1. bulanık. 2. zor anlaşılır. 3.
karışık.
unclench un.clench ^nklenç' fiil (sıkılmış eli) açmak veya
açtırmak; (sıkılmış el) açılmak.
unclinch un.clinch ^nklînç' fiil bakınız unclench
uncloak un.cloak ^nklok' fiil 1. örtüsünü kaldırmak. 2. meydana
çıkarmak, açığa vurmak, ortaya dökmek.
unclog un.clog ^nklag' fiil (unclogged, unclogging) (tıkanık
bir şeyi) açmak: This substance will unclog the bathtub
drain. Bu madde banyo küvetindeki tıkanıklığı giderir.
unclose un.close ^nkloz' fiil açmak; açılmak.
uncoil un.coil ^nkoyl' fiil (halka şeklinde sarılı bir şeyi)
açmak, çözmek; açılmak, çözülmek.
uncomfortable un.com.fort.a.ble ^nk^m'fırtıbıl, ^nk^mf'tıbıl sıfat 1.
rahatsız. 2. rahatsız edici, nahoş.
uncommitted un.com.mit.ted ^nkımît'îd sıfat 1. taahhüt altına
girmemiş. 2. bağımsız. 3. fikrini söylememiş.
uncommon un.com.mon ^nkam'ın sıfat 1. nadir, seyrek. 2.
olağanüstü, fevkalade.
uncommonly un.com.mon.lyzarf 1. olağanüstü bir şekilde. 2.
nadiren.
uncommunicative un.com.mu.ni.ca.tive ^nkımyu'nıkeytîv,
^nkımyu'nıkıtîv sıfat ketum, ağzı sıkı, az konuşan.
uncomplaining un.com.plain.ing ^nkımpleyn'îng sıfat şikâyet etmeyen,
sabırlı.
uncompromising un.com.pro.mis.ing ^nkam'prımayzîng sıfat 1. düşünce,
ilke veya kararlarından vazgeçmez. 2. uzlaşmaz,
uyuşmaz. 3. sözünden dönmez. 4. katı, sert.
unconcealed un.con.cealed ^nkınsild' sıfat açıkta olan, açık,
gizlenmemiş.

1442
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unconcern un.con.cern ^nkınsırn' isim ilgisizlik, kayıtsızlık.


unconcerned un.con.cern.edsıfat ilgisiz, kayıtsız.
unconditional un.con.di.tion.al ^nkındîş'ınıl sıfat kayıtsız şartsız.
unconditionally un.con.di.tion.al.lyzarf kayıtsız şartsız olarak.
unconfirmed un.con.firmed ^nkınfırmd' sıfat doğrulanmamış.
uncongenial un.con.gen.ial ^nkıncin'yıl sıfat 1. uyuşamayan. 2.
sıkıcı, tatsız.
unconnected un.con.nect.ed ^nkınek'tîd sıfat 1. birbirine bağlı
olmayan, ayrı. 2. tutarsız.
unconscionable un.con.scion.a.ble ^nkan'şınıbıl sıfat 1. mantıksız,
makul olmayan, aşırı; fahiş (fiyat). 2. vicdansız;
insafsız.
unconscious un.con.scious ^nkan'şıs sıfat 1. farkında olmayan,
habersiz: He is unconscious of the seriousness of our
environmental problems. Çevresel sorunlarımızın ne
kadar ciddi olduğunun farkında değil. 2. baygın: The
patient is unconscious. Hasta baygın. 3. bilinçsiz,
şuursuz. isim bakınız the unconscious
unconstitutional un.con.sti.tu.tion.al ^nkanstîtu'şınıl sıfat anayasaya
aykırı.
unconstitutionality un.con.sti.tu.tion.al.i.ty ^nkanstîtuşınäl'ıti isim
anayasaya aykırılık.
unconstrained un.con.strained ^nkınstreynd' sıfat zorlanmamış,
serbest.
uncontrollable un.con.trol.la.ble ^nkıntrol'ıbıl sıfat zaptedilemeyen,
frenlenemeyen.
uncontrolled un.con.trolled ^nkıntrold' sıfat kontrol altına
alınmamış, kontrolsüz, denetimsiz: uncontrolled
population growth kontrol altına alınmamış nüfus artışı.
unconventional un.con.ven.tion.al ^nkınven'şınıl sıfat geleneklere
uymayan.
uncooked rice pirinç.
uncork un.cork ^nkôrk' fiil tapasını çıkarmak.
uncorrected un.cor.rect.ed ^nkırek'tîd sıfat düzeltilmemiş.

1443
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

uncorroborated un.cor.rob.o.rat.ed ^nkırab'ıreytîd sıfat doğruluğu


kanıtlanmamış.
uncouth un.couth ^nkuth' sıfat 1. kaba, inceliksiz. 2. tuhaf.
uncover un.cov.er ^nk^v'ır fiil 1. örtüsünü kaldırmak, açmak:
He removed the bandage in order to uncover the wound.
Yarayı açmak için sargıyı çıkardı. 2. meydana
çıkarmak, ortaya çıkarmak, açığa çıkarmak: A police
investigation uncovered his crime. Polis soruşturması
suçunu ortaya çıkardı.
uncritical un.crit.i.cal ^nkrît'îkıl sıfat eleştirmeyen, tenkit
etmeyen, değerlendirici olmayan.
uncultivated un.cul.ti.vat.ed ^nk^l'tıveytîd sıfat 1. işlenmemiş
(toprak). 2. kültürsüz, yontulmamış.
uncut un.cut ^nk^t' sıfat 1. kesilmemiş. 2. kenarları
açılmamış (sayfalar). 3. kısaltılmamış, kesilmemiş,
hiçbir bölümü çıkarılmamış (kitap, oyun, film).
undamaged un.dam.aged ^ndäm'îcd sıfat zarar görmemiş.
undamped un.damped ^ndämpt' sıfat 1. azaltılmamış,
söndürülmemiş (duygu): undamped enthusiasm
söndürülmemiş şevk. 2. ıslatılmamış.
undated un.dat.ed ^ndey'tîd sıfat tarihsiz.
undaunted un.daunt.ed ^ndôn'tîd sıfat korkusuz, yılmaz, cesur.
undecided un.de.cid.ed ^ndîsay'dîd sıfat 1. karar verilmemiş,
sallantıda, askıda. 2. kararsız, karar vermemiş, tereddüt
içinde.
undecipherable un.de.ci.pher.a.ble ^ndîsay'fırıbıl okunamayan,
çözülemeyen, deşifre edilemeyen.
undeclared un.de.clared ^ndîklerd' sıfat 1. açığa vurulmamış. 2.
bildirilmemiş, beyan edilmemiş.
undefined un.de.fined ^ndîfaynd' sıfat 1. belirsiz, belli olmayan.
2. tanımlanmamış, tarif edilmemiş.
undeniable un.de.ni.a.ble ^ndînay'ıbıl sıfat inkâr edilemez, su
götürmez.

1444
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

undeniably un.de.ni.a.blyzarf inkâr edilemeyecek bir şekilde:


That's undeniably true. Onun doğruluğu inkâr edilemez.
under a cloud bakınız be under a cloud
under age reşit olmamış, rüştünü ispat etmemiş.
under arms silahlanmış.
under consideration gözden geçirilmekte, incelenmekte.
under cover of perdesi altında, kisvesi altında.
under cover gizlenmiş. 2. sığınmış. 3. zarf içinde.
under cultivation işlenmiş (toprak).
under duress baskı altında.
under false colors sahte bir kimlikle.
under foot ayak altında.
under lock and key kilit altında.
under no circumstances hiçbir şekilde.
under one's breath alçak sesle, fısıldayarak.
under one's nose burnunun dibinde.
under one's very eyes gözünün önünde.
under police escort polis gözetiminde. 2. polis korumasıyla.
under sail yelkenleri fora edilmiş olarak, seyir halinde.
under seal mühürlenmiş, mühürlü.
under separate cover ayrı bir zarfta.
under the auspices of himayesinde.
under the circumstances öyle ise, o halde, bu durumda, bu şartlar altında.
under the cloak of kisvesi altında.
under the influence konuşma dili sarhoş.
under the open sky açık havada, gök kubbe altında.
under the table el altından, gizlice.
under the weather konuşma dili keyifsiz, hasta, rahatsız.
under way hareket halinde, ilerlemekte, devam etmekte.
under weigh hareket halinde, yolda.
under- un.der-önek 1. altında, altındaki. 2. yetersiz, eksik, az.
3. aşağısında. 4. ikinci, muavin, yardımcı.
underage un.der.age ^ndıreyc' sıfat bakınız be underage

1445
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

underarm un.der.arm ^n'dırarm sıfat koltuk altında olan, koltuk


altı.
underbid un.der.bid ^ndırbîd' fiil (underbid, underbidding)
(başka bir kimse veya firmadan) daha aşağı fiyat teklif
etmek.
underbrush un.der.brush ^n'dırbr^ş isim (orman veya korudaki
büyük ağaçların altında yetişen) çalılar ve ağaççıklar,
çalılık.
undercarriage un.der.car.riage ^ndırker'ic isim 1. otomotiv şasi. 2.
havacılık iniş takımı.
undercharge un.der.charge ^ndırçarc' fiil gerekenden düşük fiyat
vermek/teklif etmek; gerekenden az/eksik para istemek
veya almak.
underclothes un.der.clothes ^n'dırkloz, ^n'dırklodhz isim, çoğul iç
çamaşırlar.
undercoat un.der.coat ^n'dırkot isim astar, astar boyası.
undercover un.der.cov.er ^ndırk^v'ır sıfat 1. gizli yapılan, gizli. 2.
gizli çalışan.
undercurrent un.der.cur.rent ^n'dırkırınt isim 1. altakıntı. 2. gizli
eğilim.
undercut un.der.cut ^ndırk^t' fiil (undercut, undercutting) 1.
(başkasının önerdiği fiyattan) ucuza satmak. 2.
(başkasının önerdiği fiyattan) düşük fiyat vermek/teklif
etmek.
underdevelop un.der.de.vel.op ^ndırdîvel'ıp fiil, fotoğrafçılık eksik
develope etmek, düşük açındırmak.
underdeveloped un.der.de.vel.oped ^ndırdîvel'ıpt sıfat 1. azgelişmiş
(ülke). 2. fotoğrafçılık eksik develope edilmiş, düşük
açındırılmış (film).
underdog un.der.dog ^n'dırdôg isim 1. kazanma şansı az olan
kimse veya takım. 2. güçsüz veya zayıf durumda olan
kimse, grup veya ülke.
underdone un.der.done ^n'dırd^n' sıfat yeterince pişmemiş.

1446
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

underemployed un.der.em.ployed ^ndırımployd' sıfat yeterli derecede


çalıştırılmayan.
underestimate un.der.es.ti.mate ^ndıres'tımeyt fiil 1. gerçek değerinin
altında paha biçmek: The qeweler has underestimated
the value of your ring. Kuyumcu yüzüğüne gerçek
değerinin altında paha biçmiş. isim gerçek değerinin
altında paha biçme.
underexpose un.der.ex.pose ^ndırîkspoz' fiil (filmi) düşük ışıklamak,
az ışıklamak.
underexposed un.der.ex.posedsıfat düşük ışıklı (film).
underexposure un.der.ex.po.sure ^ndırîkspo'qır isim 1. (filmi) düşük
ışıklama, az ışıklama. 2. düşük ışıklılık.
underfoot un.der.foot ^ndırfût' zarf ayaklar altında.
undergarment un.der.gar.ment ^n'dırgarmınt isim iç çamaşırı.
undergird un.der.gird ^ndırgırd' fiil alttan desteklemek.
undergo un.der.go ^ndırgo' fiil (underwent, undergone) 1.
(sıkıntı) çekmek; (katlanılması zor bir şeye) maruz
kalmak: She's undergone a lot of suffering. Çok sıkıntı
çekti. 2. geçirmek; görmek; -e uğramak: She underwent
surgery last month. Geçen ay ameliyat geçirdi. This
building's now undergoing repair. Bu bina şimdi tamirat
görüyor. It must be bottled before it's undergone
fermentation. Fermantasyona uğramadan önce
şişelenmesi gerek. Right now she's undergoing a
physical examination. Şu anda doktor muayenesinden
geçiyor.
undergraduate un.der.grad.u.ate ^ndırgräc'uwît isim üniversite
öğrencisi. sıfat üniversite öğrencisine ait.
underground un.der.ground ^n'dırgraund zarf 1. yeraltında. 2. gizli
olarak. sıfat 1. yeraltı. 2. gizli. isim 1. yeraltı. 2. İngiliz
İngilizcesi metro.
undergrowth un.der.growth ^n'dırgroth isim (orman veya korudaki
büyük ağaçların altında yetişen) çalı, ağaççık v.b.'nden
oluşan bitki örtüsü.

1447
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

underhand un.der.hand ^n'dırhänd zarf el altından, gizlice, sinsice,


hile ile.
underhanded un.der.hand.edsıfat el altından yapılan, hileli.
underlie un.der.lie ^ndırlay' fiil (underlay, underlain,
underlying) -in altında bulunmak/yatmak, -in temelinde
yatmak, -in asıl nedeni olmak, -in temelini oluşturmak.
underline un.der.line ^n'dırlayn fiil altını çizmek.
undermine un.der.mine ^ndırmayn' fiil 1. (yavaş yavaş veya
sinsice) zarar vermek: Years of dissipation had
undermined his health. Yıllarca süren sefahat sağlığına
zarar vermişti. Their activities are undermining the
authority of the state. Onların faaliyetleri devletin
otoritesini sarsıyor. 2. (bir şeyin) altındaki toprağı
kazarak çıkarmak; (bir şeyin) altındaki toprağı oymak.
undermost un.der.most ^n'dırmost sıfat en alttaki. zarf 1. en altta;
altta. 2. en alta; alta.
underneath un.der.neath ^ndırnith' zarf, edat altına; altında.
undernourished un.der.nour.ished ^ndırnır'îşt sıfat iyi beslenmemiş.
underpaid un.der.paidsıfat hakkından az para alan.
underpants un.der.pants ^n'dırpänts isim, çoğul don, külot.
underpass un.der.pass ^n'dırpäs isim altgeçit.
underpay un.der.pay ^ndırpey' fiil (underpaid) hak ettiği maaştan
az vermek.
underpin un.der.pin ^ndırpîn' fiil (underpinned, underpinning) 1.
(bir şeyin) temelini oluşturmak: Logic underpins this
thesis. Bu tez mantık üzerine kurulu. 2. payanda
vurmak, payandalamak, desteklemek.
underprivileged un.der.priv.i.leged ^n'dırprîv'ılîcd sıfat başkalarına
sağlanan imkânları olmayan.
underrate un.der.rate ^ndır.reyt' fiil gerçek değerinden az değer
vermek, küçümsemek.
underscore un.der.score ^ndırskôr' fiil 1. altını çizmek. 2.
vurgulamak, üstünde durmak, altını çizmek. isim bir
sözcüğün altına çizilmiş çizgi.

1448
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

undersecretary un.der.sec.re.tar.y ^n'dırsek'rıteri isim müsteşar.


undersell un.der.sell ^ndırsel' fiil (undersold) fiyat kırarak
satmak; -den ucuza satmak.
undershirt un.der.shirt ^n'dırşırt isim atlet fanilası, atlet, fanila.
undershoot un.der.shoot ^n'dırşut fiil hedefe isabet ettirememek;
hedefe erişememek.
undershot un.der.shot ^n'dırşut fiil bakınız undershoot
underside un.der.side ^n'dırsayd isim alt taraf, alt.
undersigned un.der.signed ^n'dırsaynd sıfat altında imza bulunan.
underskirt un.der.skirt ^n'dırskırt isim qüpon.
understaffed un.der.staffed ^n'dırstäft' sıfat personel eksikliği olan:
We are understaffed. Bizde bir personel eksikliği var.
understand un.der.stand ^ndırständ' fiil (understood) 1. anlamak,
kavramak: I understand what they are saying.
Söylediklerini anlıyorum. I cannot understand the
meaning of infinity. Sonsuzluğun anlamını
kavrayamıyorum. 2. iyice bilmek, -den anlamak: He
understands machines. Makinelerden anlıyor. 3.
işitmek, duymak: I understand that he has changed his
plans. Planlarını değiştirdiğini duydum. 4. anlam
vermek, yorumlamak: They understood his message to
mean that he did not wish to see them. Mesajını, onları
görmek istemediği şeklinde yorumladılar. 5. anlayış
göstermek: When people come to pour out their
problems to her she tries to understand them. İnsanlar
ona dertlerini dökmeye geldikleri zaman onlara anlayış
göstermeye çalışıyor.
understandable un.der.stand.a.ble ^ndırständ'ıbıl sıfat anlaşılır,
anlaşılması mümkün, kavranılır.
understanding un.der.stand.ing ^ndırstän'dîng isim 1. anlayış, anlama,
kavrayış; kavrama gücü. 2. anlaşma: We have come to
an understanding. Bir anlaşmaya vardık. She attends the
meetings on the understanding that she may neither
speak nor vote. Konuşmaması ve oy kullanmaması

1449
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

şartıyla toplantılara katılıyor. 3. bilgi: My


understanding of physics is limited. Fizik bilgim sınırlı.
4. anlayış, halden anlama; birbirini anlama: It's an
organization that works to promote international
understanding. Ülkelerin birbirini daha iyi anlamaları
için çalışan bir kuruluştur.
understate un.der.state ^ndırsteyt' fiil olduğundan eksik veya hafif
göstermek.
understatement un.der.state.mentisim bir şeyi olduğundan hafif
gösteren ifade.
understood un.der.stood ^ndırstûd' fiil bakınız understand sıfat
söylenilmeden anlaşılan, farzedilen.
understudy un.der.stud.y ^n'dırst^di isim, tiyatro yedek oyuncu.
undertake a journey uzun bir yolculuğa hazırlanıp çıkmak.
undertake un.der.take ^ndırteyk' fiil (undertook, undertaken) 1.
üzerine almak, üstlenmek. 2. girişmek.
undertaker un.der.tak.er ^n'dırteykır isim cenaze levazımatçısı,
para karşılığı cenaze işlerini üstlenen kimse.
undertaking un.der.tak.ing ^ndırtey'kîng isim 1. girişim. 2. üzerine
alma, üstlenme.
undertone un.der.tone ^n'dırton isim 1. alçak ses tonu, fısıltı. 2.
bir söz, yazı veya eylemde sezilen duygu: There was an
undertone of sadness in her remarks. Söylediklerinde
hüzün vardı.
undertow un.der.tow ^n'dırto isim deniz yüzündeki akıntıya ters
giden dip akıntısı.
undervalue un.der.val.ue ^ndırväl'yu fiil 1. gerçek değerinden az
değer vermek. 2. küçümsemek.
underwater un.der.wa.ter ^n'dırwô'tır sıfat su altında olan veya
kullanılan, sualtı.
underwear un.der.wear ^n'dırwer isim iç çamaşırı.
underweight un.der.weight ^n'dırweyt sıfat zayıf.
underworld un.der.world ^n'dırwırld isim 1. ölüler diyarı. 2. yeraltı
dünyası.

1450
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

underwrite un.der.write ^n'dır.rayt fiil (underwrote, underwritten)


1. sigorta etmek. 2. bir girişimin masrafını ödemeyi
üstlenmek.
undeserved un.de.served ^ndîzırvd' sıfat hak edilmemiş.
undesirable un.de.sir.a.ble ^ndîzayr'ıbıl sıfat 1. istenilmeyen. 2.
sakıncalı. isim istenilmeyen kişi.
undetected un.de.tect.ed ^ndîtek'tîd sıfat farkedilmemiş.
undeterred un.de.terred ^ndîtırd' sıfat yılmayan, azimli.
undeveloped un.de.vel.oped ^ndîvel'ıpt sıfat 1. gelişmemiş. 2.
işlenmemiş (toprak). 3. fotoğrafçılık banyo edilmemiş.
undeviating un.de.vi.at.ing ^ndi'viyeytîng sıfat yolundan sapmayan.
undisciplined un.dis.ci.plined ^ndîs'ıplînd sıfat 1. disiplinsiz. 2. ele
avuca sığmaz, zaptedilmez.
undisclosed un.dis.closed ^ndîsklozd' sıfat açığa vurulmamış, gizli.
undisguised un.dis.guised ^ndîsgayzd' sıfat gizlenmemiş, açık.
undisputed un.dis.put.ed ^ndîspyut'îd sıfat karşı gelinmez,
tartışılmaz.
undo the harm that has been done yapılan zararı telafi etmek.
undo un.do ^ndu' fiil (undid, undone) 1. çözmek, açmak:
undo a knot düğümü çözmek. 2. bozmak, iptal etmek:
The opposition party plans to undo the reforms made by
the party in power. Muhalefet partisi iktidar partisinin
yaptığı reformları iptal etmeyi planlıyor. 3. mahvetmek,
felakete sürüklemek: It was his own stubbornness
which undid him. Onu mahveden kendi inatçılığıydı.
undoing un.do.ing ^ndu'wîng isim mahvolma nedeni: Drink was
his undoing. Mahvolmasının nedeni içkiydi.
undone un.done ^nd^n' fiil bakınız undo sıfat 1. yapılmamış. 2.
açılmış, çözülmüş.
undoubted un.doubt.ed ^ndau'tîd sıfat kesin, şüphesiz.
undoubtedly un.doubt.ed.lyzarf hiç kuşkusuz, hiç şüphesiz,
kesinlikle; hiç kuşku yok.
undreamed-of un.dreamed-of ^ndrimd'^v sıfat akla hayale gelmez.

1451
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

undress un.dress ^ndres' fiil 1. giysilerini çıkarmak, soymak;


soyunmak. 2. sargısını açmak. isim bakınız in a state of
undress
undressed un.dress.edsıfat 1. çıplak. 2. işlenmemiş (deri). 3. sosu
veya terbiyesi olmayan (yemek).
undue un.due ^ndu' sıfat 1. aşırı: undue strictness aşırı sertlik.
2. yasaya aykırı, usule aykırı: undue seizure yasaya
aykırı el koyma. 3. uygunsuz, yakışıksız, yersiz: undue
criticism yersiz eleştiri. 4. vadesi gelmemiş.
undulate un.du.late ^n'dyıleyt fiil dalgalandırmak; dalgalanmak.
sıfat dalgalı.
undulation un.du.la.tion ^ndyıley'şın isim 1. dalgalanma. 2. dalga.
unduly un.du.ly ^ndu'li zarf 1. aşırı derecede. 2. boş yere,
gereksiz yere. 3. haksız yere. 4. yersiz olarak.
undying un.dy.ing ^nday'îng sıfat ölmez, ölümsüz, sonsuz.
unearth un.earth ^nırth' fiil 1. toprağı kazıp çıkarmak. 2.
meydana çıkarmak, keşfetmek.
unearthly un.earth.ly ^nırth'li sıfat 1. doğaüstü. 2. konuşma dili
uygunsuz.
uneasiness un.eas.i.nessisim 1. huzursuzluk, rahatsızlık. 2. endişe,
kaygı.
uneasy un.eas.y ^ni'zi sıfat 1. huzursuz, rahatsız. 2. endişeli,
kaygılı. 3. rahatsız eden. 4. endişelendirici,
kaygılandırıcı.
uneducated un.ed.u.cat.ed ^nec'ûkeytîd sıfat eğitimsiz, okumamış,
tahsil görmemiş.
unemotional un.e.mo.tion.al ^nimo'şınıl sıfat duygusuz.
unemployable un.em.ploy.a.ble ^nîmploy'ıbıl sıfat çalıştırılması için
gerekli vasıfları olmayan.
unemployed un.em.ployed ^nîmployd' sıfat 1. işsiz, boşta. 2.
kullanılmayan.
unemployment un.em.ploy.ment ^nîmploy'mınt isim işsizlik.
unending un.end.ing ^nend'îng sıfat bitmez tükenmez, sonsuz.
unendurable un.en.dur.a.ble ^nîndûr'ıbıl sıfat dayanılmaz, çekilmez.

1452
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unequal un.e.jual ^ni'kwıl sıfat 1. eşit olmayan. 2. düzensiz. 3.


to için yetersiz.
unequaled un.e.jual.edsıfat eşsiz, eşi bulunmaz, emsalsiz.
unequalled un.e.jual.ledsıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız unequaled
unerring un.err.ing ^nır'îng, ^ner'îng sıfat 1. yanılmaz, şaşmaz.
2. tam.
uneven un.e.ven ^ni'vın sıfat 1. düz olmayan, inişli yokuşlu,
engebeli; pürüzlü: uneven ground düz olmayan toprak.
steep and uneven piece of land engebeli arazi parçası.
uneven surface pürüzlü yüzey. 2. eşit olmayan: The legs
of the chair are uneven. Sandalyenin ayakları eşit değil.
3. tek: uneven number tek sayı.
unevenly un.e.ven.lyzarf 1. düz olmayan/engebeli bir biçimde. 2.
eşit olmayan bir biçimde.
uneventful un.e.vent.ful ^nivent'fıl sıfat olaysız, hadisesiz, sakin.
unexampled un.ex.am.pled ^nîgzäm'pıld sıfat eşi görülmemiş,
benzeri olmayan, eşsiz.
unexceptional un.ex.cep.tion.al ^nîksep'şınıl sıfat sıradan, olağan.
unexpected un.ex.pect.ed ^nîkspek'tîd sıfat beklenmedik,
umulmadık.
unexpectedly un.ex.pect.ed.lyzarf beklenmedik bir biçimde,
umulmadık bir biçimde.
unexplained un.ex.plained ^nîkspleynd' sıfat açıklanmamış.
unexplored un.ex.plored ^nîksplord' sıfat keşfedilmemiş.
unfading un.fad.ing ^nfeyd'îng sıfat solmaz.
unfailing un.fail.ing ^nfey'lîng sıfat 1. hiç eksilmeyen, her zaman
var olan (bir nitelik): He embarked upon the task with
his unfailing enthusiasm. Hiç eksilmeyen şevkiyle işe
girişti. 2. (birinin) hiç bıkmadığı (bir şey): For her
reading is an unfailing source of pleasure. Onun için
okumak hiç bıkmadığı bir zevktir. 3. her zaman
güvenilebilen: It's an unfailing test. Yüzde yüz güvenilir
bir test. 4. çok sadık: She's an unfailing supporter of
reform. Reformun sadık bir destekçisidir.

1453
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unfair un.fair ^nfer' sıfat 1. haksız, adaletsiz. 2. hileli.


unfaithful un.faith.ful ^nfeyth'fıl sıfat 1. vefasız, hakikatsiz;
sadakatsiz: unfaithful friend vefasız arkadaş. unfaithful
spouse sadakatsiz eş. 2. güvenilmez, yanlış: unfaithful
translation güvenilmez çeviri.
unfamiliar un.fa.mil.iar ^nfımîl'yır sıfat alışılmadık; bilinmedik,
yabancı.
unfashionable un.fash.ion.a.ble ^nfäş'ınıbıl sıfat modaya uymayan,
moda olmayan, rağbet görmeyen.
unfasten un.fas.ten ^nfäs'ın fiil çözmek, gevşetmek, açmak;
çözülmek, gevşemek, açılmak.
unfathomable un.fath.om.a.ble ^nfädh'ımıbıl sıfat 1. kavranılamaz,
sırrına varılamaz. 2. ölçülemez.
unfavorable un.fa.vor.a.ble ^nfey'vırıbıl sıfat 1. olumsuz: His
reaction was unfavorable. Gösterdiği tepki olumsuzdu.
2. uygun olmayan, elverişsiz: unfavorable weather
elverişsiz hava.
unfeeling un.feel.ing ^nfi'lîng sıfat 1. duygusuz. 2. zalim, katı
kalpli.
unfeigned un.feigned ^nfeynd' sıfat 1. yapmacıksız, samimi. 2.
gerçek, hakiki.
unfinished un.fin.ished ^nfîn'îşt sıfat bitmemiş, tamamlanmamış.
unfit un.fit ^nfît' sıfat uygun olmayan: He is unfit for this
qob. Bu işe uygun biri değil.
unflagging un.flag.ging ^nfläg'îng sıfat yorulmaz.
unflappable un.flap.pa.ble ^nfläp'ıbıl sıfat, konuşma dili
soğukkanlılığını/itidalini kaybetmeyen, sinirleri
kuvvetli.
unflinching un.flinch.ing ^nflîn'çîng sıfat cesur, korkusuz, gözü
yılmaz.
unfold un.fold ^nfold' fiil 1. (katlanmış bir şeyi) açmak;
(katlanmış bir şey) açılmak. 2. açıklamak, belirtmek. 3.
(yavaş yavaş) görünmek veya baş göstermek.
unforeseen un.fore.seen ^nfôrsin' sıfat beklenmedik, umulmadık.

1454
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unforgettable un.for.get.ta.ble ^nfırget'ıbıl sıfat unutulmaz.


unforgiven un.for.giv.en ^nfırgîv'ın sıfat affedilmemiş;
affedilmeyen.
unforgotten un.for.got.ten ^nfırgat'ın sıfat unutulmamış;
unutulmayan.
unfortunate un.for.tu.nate ^nfôr'çınît sıfat 1. şanssız, talihsiz,
bedbaht; zavallı. 2. kötü, olumsuzluk getiren. 3. kötü,
uygun olmayan.
unfortunately un.for.tu.nate.lyzarf ne yazık ki, maalesef.
unfounded un.found.ed ^nfaun'dîd sıfat temelsiz, asılsız, boş.
unfriendly un.friend.ly ^nfrend'li sıfat dostça olmayan, düşmanca.
unfurl un.furl ^nfırl' fiil (yelken, bayrak gibi sarılı bir şeyi)
açmak.
unfurnished un.fur.nished ^nfır'nîşt sıfat mobilyasız, möblesiz,
döşenmemiş.
ungainly un.gain.ly ^n.geyn'li sıfat 1. kaba, biçimsiz, hantal. 2.
çirkin.
ungenerous un.gen.er.ous ^ncen'ırıs sıfat cömert olmayan, cimri.
ungentlemanly un.gen.tle.man.ly ^ncen'tılmınli sıfat nezaketsiz,
centilmence olmayan.
unglued un.glued ^n.glud' sıfat bakınız come unglued
ungodly un.god.ly ^n.gad'li sıfat 1. konuşma dili korkunç,
ürkütücü. 2. konuşma dili acayip, olmayacak: Why are
you calling me at such an ungodly hour? Gece yarısı ne
diye telefon ediyorsun bana? What an ungodly
combination! Ne acayip bir karışım! 3. Allahı inkâr
eden; Allahın buyruklarını çiğneyen.
ungovernable un.gov.ern.a.ble ^n.g^v'ırnıbıl sıfat zaptolunamaz;
zaptolunamayan; frenlenemez; frenlenemeyen.
ungraceful un.grace.ful ^n.greys'fıl sıfat zarif olmayan, inceliksiz,
kaba.
ungracious un.gra.cious ^n.grey'şıs sıfat 1. nazik olmayan, kaba,
nezaketsiz. 2. sevimsiz. 3. nahoş.

1455
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ungrammatical un.gram.mat.i.cal ^n.grımät'îkıl sıfat dilbilgisi


kurallarına aykırı.
ungrateful un.grate.ful ^n.greyt'fıl sıfat 1. nankör. 2. nahoş, tatsız.
ungratefully un.grate.ful.lyzarf nankörce.
ungratefulness un.grate.ful.nessisim nankörlük.
unguarded un.guard.ed ^n.gar'dîd sıfat 1. muhafazasız,
koruyucusuz, korumasız. 2. tedbirsiz, ihtiyatsız, gafil.
unhappy un.hap.py ^nhäp'i sıfat 1. mutsuz. 2. şanssız: unhappy
event şanssız olay. 3. uğursuz, meşum. 4. uygun
düşmeyen: unhappy remark uygun düşmeyen laf. 5.
beceriksiz.
unhealthy un.health.y ^nhel'thi sıfat 1. sağlığı bozuk, sağlıksız. 2.
sağlığa zararlı.
unheard-of un.heard-of ^nhırd'^v sıfat duyulmadık, duyulmamış,
işitilmemiş.
unheeded un.heed.ed ^nhid'îd sıfat önemsenmeyen, aldırış
edilmemiş, ihmal edilmiş.
unheeding un.heed.ing ^nhid'îng sıfat önemsemeyen, aldırışsız.
unholy un.ho.ly ^nho'li sıfat, konuşma dili 1. korkunç, insanı
dehşete düşüren. 2. acayip, olmayacak: What are you
doing here at this unholy hour? Gecenin bu saatinde
burada işin ne? 3. hiç hayır getirmeyecek, kötü, pis,
korkunç, şeytani.
unhook un.hook ^nhûk' fiil 1. çengelden çıkarmak; çengelden
çıkmak. 2. çengelini çıkarmak.
unhoped-for un.hoped-for ^nhopt'fôr sıfat umulmadık, beklenmedik.
unhurried un.hur.ried ^nhır'id sıfat telaşsız, acelesiz, rahat, sakin.
unhurt un.hurt ^nhırt' sıfat zarar görmemiş, incinmemiş.
uni- uni-önek bir, tek.
unicellular u.ni.cel.lu.lar yunısel'yılır sıfat tekgözeli, birgözeli,
tekhücreli.
unicorn u.ni.corn yu'nıkôrn isim tek boynuzlu at şeklinde hayali
bir hayvan.
unidentified flying object UFO.

1456
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unidentified un.i.de.ti.fied ^unayden'tîfayd sıfat ne olduğu


saptanmamış.
unification u.ni.fi.ca.tion yunıfıkey'şın isim birleşme; birleştirme.
unified u.ni.fied yu'nıfayd sıfat birleştirilmiş; birleşmiş.
uniform u.ni.form yu'nıfôrm sıfat 1. birörnek, tekbiçimli,
tekşekilli, aynı: All the boxes are of a uniform size,
shape and weight. Bütün kutuların boyu, biçimi ve
ağırlığı aynı./Kutuların hepsi birörnek. 2. değişmez,
aynı: How can we maintain a uniform temperature in
this room? Bu odanın ısısını nasıl hep aynı derecede
tutabiliriz? isim üniforma.
uniformity u.ni.form.i.ty yunıfôr'mıti isim aynılık, birbirine
benzerlik.
unify u.ni.fy yu'nıfay fiil birleştirmek.
unilateral u.ni.lat.er.al yunılät'ırıl sıfat tekyanlı.
unimaginative un.im.ag.i.na.tive ^nîmäc'ınıtîv sıfat hayal gücü
olmayan; hayal gücü kıt; hiçbir hayal gücü belirtisi
göstermeyen.
unimpaired un.im.paired ^nîmperd' sıfat zarar görmemiş.
unimpeded un.im.ped.ed ^nîmpid'îd sıfat engellenmemiş.
unimportant un.im.por.tant ^nîmpôr'tınt sıfat önemsiz.
unimproved road toprak yol.
unimproved un.im.proved ^nîmpruvd' sıfat 1. geliştirilmemiş. 2.
sürülmemiş (toprak). 3. iyileştirilmemiş.
uninformed un.in.formed ^nînfôrmd' sıfat haberdar edilmemiş,
habersiz.
uninhabited un.in.hab.it.ed ^nînhäb'îtîd sıfat ıssız, boş, tenha.
uninjured un.in.jured ^nîn'cırd sıfat 1. yaralanmamış,
incinmemiş. 2. zarar görmemiş.
uninspired un.in.spired ^nînspayrd' sıfat hayal gücünden yoksun.
uninspiring un.in.spir.ing ^nînspayr'îng sıfat 1. ilham vermeyen,
insanın hayal gücünü çalıştırmayan, insanın hayal
gücünü harekete geçirmeyen. 2. insanda (belirli bir)
heves/istek uyandırmayan: He's an uninspiring teacher.

1457
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Öğrencilerinde öğrenme hevesi uyandırmayan bir hoca


o.
uninsured un.in.sured ^nînşûrd' sıfat sigortasız.
unintelligent un.in.tel.li.gent ^nîntel'ıcınt sıfat akılsız.
unintelligible un.in.tel.li.gi.ble ^nîntel'ıcıbıl sıfat anlaşılmaz.
unintentional un.in.ten.tion.al ^nînten'şınıl sıfat istemeyerek yapılan,
kasıtsız.
unintentionally un.in.ten.tion.al.lyzarf istemeyerek, kazara.
uninterested un.in.ter.est.ed ^nîn'tırîstîd sıfat ilgisiz, lakayt.
uninteresting un.in.ter.est.ing ^nîn'tırıstîng sıfat ilginç olmayan,
çekici olmayan.
uninterrupted un.in.ter.rupt.ed ^nîntır^p'tîd sıfat aralıksız, kesintisiz.
uninvited un.in.vit.ed ^nînvay'tîd sıfat davetsiz, davet edilmemiş.
Union Jack İngiliz bayrağı.
union un.ion yun'yın isim 1. birleşme; birleştirme. 2. politika
birlik. 3. sendika: trade union sendika.
unionise un.ion.ise yun'yınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
unionize
unionize un.ion.ize yun'yınayz fiil sendikalaştırmak;
sendikalaşmak.
unique u.nijue yunik' sıfat 1. tek, yegâne. 2. eşsiz, benzersiz,
emsalsiz.
unisex u.ni.sex yu'nıseks sıfat, isim üniseks.
unison u.ni.son yu'nısın isim birlik, ahenk, uyum.
unit price birim fiyatı.
unit u.nit yu'nît isim 1. birim: unit of measurement ölçü
birimi. 2. tertibat: heating unit ısıtma tertibatı. 3. askeri
birlik. 4. (üniversitede) puan.
unite u.nite yunayt' fiil 1. birleştirmek; birleşmek. 2.
evlenmek, nikâhlanmak; evlendirmek.
united u.nit.ed yunay'tîd sıfat birleşmiş, birleşik.
unity u.ni.ty yu'nıti isim 1. birlik. 2. bütünlük. 3. uyum,
ahenk, dayanışma.
univ. univ.kısaltma university

1458
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

univalent u.ni.va.lent yunıvey'lınt sıfat, kimya tekdeğerli,


tekdeğerlikli.
universal joint otomotiv kardan mafsalı.
universal u.ni.ver.sal yunıvır'sıl sıfat 1. evrensel: universal
language evrensel dil. 2. genel, umumi: universal
suffrage genel oy hakkı. 3. mantık tümel: universal
proposition tümel önerme. 4. üniversal: universal qoint
kardan mafsalı/kavraması.
universe u.ni.verse yu'nıvırs isim evren, kâinat, âlem, cihan.
university degree yükseköğrenim diploması.
university u.ni.ver.si.ty yunıvır'sıti isim üniversite.
univocal u.niv.o.cal yunîv'ıkıl sıfat, isim tekanlamlı (sözcük).
unjust un.just ^nc^st' sıfat haksız, adaletsiz.
unjustly un.just.lyzarf haksız olarak.
unkempt un.kempt ^nkempt' sıfat 1. taranmamış, dağınık (saç).
2. derbeder, hırpani.
unkind un.kind ^nkaynd' sıfat kırıcı, incitici, sert: unkind
words kırıcı sözler. unkind treatment sert davranış.
unknowable un.know.a.ble ^n.no'wıbıl sıfat bilinemez; bilinemeyen.
unknowing un.know.ing ^n.no'wîng sıfat habersiz; farkında
olmayan.
unknown un.known ^n.non' sıfat bilinmeyen, meçhul, yabancı.
unlace un.lace ^nleys' fiil bağlarını/bağcıklarını
çözmek/açmak.
unladylike un.la.dy.like ^nley'dilayk sıfat bir hanıma yakışmaz.
unlatch un.latch ^nläç' fiil mandalını açmak, açmak.
unlawful un.law.ful ^nlô'fıl sıfat kanunsuz, yolsuz.
unlawfully un.law.ful.lyzarf kanunsuzca.
unleaded un.lead.ed ^nled'îd sıfat kurşunsuz: unleaded
gasoline/petrol kurşunsuz benzin.
unleash un.leash ^nliş' fiil serbest bırakmak, salıvermek.
unleavened bread hamursuz.
unleavened un.leav.ened ^nlev'ınd sıfat mayasız (hamur, ekmek).

1459
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unless un.less ^nles' bağlaç -mezse, -medikçe, meğerki: We


cannot go unless he comes. Gelmezse gidemeyiz.
Unless the government makes cuts in its expenditures
inflation will increase. Devlet harcamalarında kesinti
yapmadıkça enflasyon yükselecek. You can't catch the
bus unless you run. Otobüse yetişemeyeceksin, meğerki
koşasın.
unlike un.like ^nlayk' sıfat birbirine benzemeyen, farklı. edat -
den farklı olarak: This painting is unlike his others. Bu
resim onun diğer resimlerinden farklı. His Turkish,
unlike mine, is excellent. Benimkinin tersine, onun
Türkçesi mükemmel.
unlikely un.like.ly ^nlayk'li sıfat 1. olası olmayan. 2. başarı
olasılığı olmayan.
unlimited un.lim.it.ed ^nlîm'îtîd sıfat sınırsız, sonsuz, sayısız.
unlisted un.list.ed ^nlîs'tîd sıfat 1. listeye girmemiş, listede
olmayan. 2. rehberde olmayan (telefon numarası).
unload un.load ^nlod' fiil 1. yükünü boşaltmak; (yük)
boşaltmak. 2. (derdini) dökmek. 3. (silahı) boşaltmak. 4.
(eldeki malı) satarak elden çıkarmak.
unlock un.lock ^nlak' fiil 1. kilidini açmak. 2. ortaya çıkarmak,
çözmek: unlock a secret sırrı çözmek.
unlooked-for un.looked-for ^nlûkt'fôr sıfat beklenmedik.
unloose un.loose ^nlus' fiil 1. çözmek. 2. serbest bırakmak.
unloosen un.loos.en ^nlu'sın fiil 1. çözmek. 2. gevşetmek. 3.
serbest bırakmak.
unlovely un.love.ly ^nl^v'li sıfat sevimsiz; nahoş.
unluckily un.luck.i.lyzarf şanssızlık eseri.
unluckiness un.luck.i.nessisim şanssızlık.
unlucky un.luck.y ^nl^k'i sıfat 1. şanssız, talihsiz, bahtsız. 2.
uğursuz.
unmanageable un.man.age.a.ble ^nmän'îcıbıl sıfat idaresi güç, idare
edilemez.

1460
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unmanned un.manned ^nmänd' sıfat 1. mürettebatsız. 2. insansız


çalışan.
unmannerly un.man.ner.ly ^nmän'ırli sıfat nezaketsiz, saygısız,
kaba.
unmarried un.mar.ried ^nmer'id sıfat evlenmemiş, bekâr.
unmask un.mask ^nmäsk' fiil 1. maskesini çıkartmak. 2. gerçek
kişiliğini/kimliğini ortaya çıkarmak, maskesini
kaldırmak.
unmeant un.meant ^nment' sıfat istenmeden yapılmış, kasıtsız.
unmentionable un.men.tion.a.ble ^nmen'şınıbıl sıfat ağza alınmaz,
sözü edilmez.
unmerited un.mer.it.ed ^nmer'îtıd sıfat haksız, hak edilmeyen.
unmindful un.mind.ful ^nmaynd'fıl sıfat bakınız be unmindful of
unmistakable un.mis.tak.a.ble ^nmîstey'kıbıl sıfat yanlış anlaşılmaz,
açık.
unmistakably un.mis.tak.a.blyzarf şüphe götürmez bir şekilde.
unmitigated un.mit.i.gat.ed ^nmît'ıgeytîd sıfat tam: an unmitigated
liar tam bir yalancı.
unmolested un.mo.lest.ed ^nmıles'tîd sıfat rahatsız edilmemiş.
unmounted un.mount.ed ^nmaun'tîd sıfat 1. atsız, ata binmemiş. 2.
çerçevelenmemiş. 3. oturtulmamış. 4. monte edilmemiş,
takılmamış.
unmoved un.moved ^nmuvd' sıfat etkilenmemiş, müteessir
olmamış.
unnamed un.named ^n.neymd' sıfat 1. isimsiz, adsız. 2. adı
geçmeyen, bahsedilmeyen.
unnatural un.nat.u.ral ^n.näç'ırıl sıfat 1. doğal olmayan, doğaya
aykırı, anormal. 2. tuhaf, garip, anormal. 3. yapmacık.
unnecessarily un.nec.es.sar.i.lyzarf boş yere, gereksiz yere, boşu
boşuna.
unnecessary un.nec.es.sar.y ^n.nes'ıseri sıfat gereksiz, lüzumsuz.
unneeded un.need.ed ^n.nîd'îd sıfat gereksiz.
unnerve un.nerve ^n.nırv' fiil cesaretini kırmak, güvenini
sarsmak.

1461
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unobjectionable un.ob.jec.tion.a.ble ^nıbcek'şınıbıl sıfat 1. nahoş


olmayan. 2. aleyhinde bir şey denilemez.
unobstructed un.ob.struct.ed ^nıbstr^k'tıd sıfat 1. engellenmemiş. 2.
açık, tam. 3. tıkanmamış.
unobtrusive un.ob.tru.sive ^nıbtru'sîv sıfat 1. dikkati çekmeyen,
göze çarpmayan. 2. alçakgönüllü.
unoccupied un.oc.cu.pied ^nak'yıpayd sıfat 1. boş, işgal edilmemiş.
2. işsiz, boşta gezen.
unofficial un.of.fi.cial ^nıfîş'ıl sıfat gayri resmi.
unopposed un.op.posed ^nıpozd' sıfat 1. karşı gelinmemiş. 2.
muhalefetsiz. 3. rakipsiz.
unorthodox un.or.tho.dox ^nôr'thıdaks sıfat 1. ortodoks olmayan. 2.
geleneklere karşı, âdetlere aykırı.
unostentatious un.os.ten.ta.tious ^nastıntey'şıs sıfat gösterişsiz, dikkati
çekmeyen.
unpack un.pack ^npäk' fiil (bavul v.b.'ni) açıp boşaltmak.
unpaid un.paid ^npeyd' sıfat 1. ödenmemiş: unpaid bill
ödenmemiş fatura. 2. ücretsiz: We are seeking
volunteers willing to do the unpaid jobs. Ücretsiz işleri
yapmaya razı olan gönüllüler arıyoruz. 3. ücreti
ödenmemiş: The unpaid workers are on strike. Ücretleri
ödenmeyen işçiler grev yapıyor.
unpalatable un.pal.at.a.ble ^npäl'ıtıbıl sıfat 1. yenilmez/içilmez;
yenilmesi/içilmesi zor. 2. nahoş, tatsız.
unparalleled un.par.al.leled ^nper'ıleld sıfat eşsiz, emsalsiz, benzeri
olmayan.
unpardonable un.par.don.a.ble ^npar'dınıbıl sıfat affedilemez.
unpleasant un.pleas.ant ^nplez'ınt sıfat nahoş, hoşa gitmeyen,
tatsız.
unpleasantly un.pleas.ant.lyzarf nahoşça.
unpleasantness un.pleas.ant.nessisim nahoşluk, tatsızlık.
unplug un.plug ^npl^g' fiil (unplugged, unplugging) 1. tıkaç
v.b.'ni açmak. 2. (fişi) prizden çekmek. 3. (elektrikli
aygıtın) fişini prizden çekmek.

1462
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unpopular un.pop.u.lar ^npap'yılır sıfat popüler olmayan, rağbet


görmeyen, tutulmayan.
unprecedented un.prec.e.dent.ed ^npres'ıdentîd sıfat görülmemiş,
emsalsiz.
unprejudiced un.prej.u.diced ^nprec'ûdîst sıfat önyargısız, yansız,
tarafsız.
unpremeditated un.pre.med.i.tat.ed ^nprimed'ıteytîd sıfat 1. kasıtsız. 2.
önceden tasarlanmamış.
unprepared un.pre.pared ^npriperd' sıfat 1. hazırlıksız. 2. önceden
hazırlanmamış.
unpretentious un.pre.ten.tious ^npriten'şıs sıfat alçakgönüllü, iddiasız,
yapmacıksız.
unprincipled un.prin.ci.pled ^nprîn'sıpıld sıfat karaktersiz,
prensipsiz, ahlaksız.
unproductive un.pro.duc.tive ^nprıd^k'tîv sıfat verimsiz.
unprofessional un.pro.fes.sion.al ^nprıfeş'ınıl sıfat 1. meslek
standartlarına aykırı. 2. profesyonel olmayan. 3.
amatörce.
unprofitable un.prof.it.a.ble ^npraf'îtıbıl sıfat 1. kârsız, kazanç
getirmez. 2. yararsız, faydasız.
unprovided un.pro.vid.ed ^nprıvay'dîd sıfat 1. inimleri
karşılanmamış.
unprovoked un.pro.voked ^nprıvokt' sıfat kışkırtılmamış.
unpublished un.pub.lished ^np^b'lîşt sıfat basılmamış,
yayımlanmamış.
unqualified un.jual.i.fied ^nkwal'ıfayd sıfat 1. niteliksiz, vasıfsız,
ehliyetsiz: unqualified worker vasıfsız işçi. unqualified
driver ehliyetsiz şoför. 2. tam, mutlak: an unjualified
success tam bir başarı.
unquenchable un.juench.a.ble ^nkwenç'ıbıl sıfat söndürülmez,
bastırılamaz.
unquestionable un.jues.tion.a.ble ^nkwes'çınıbıl sıfat tartışılmaz, şüphe
götürmez, kesin.
unquestionably un.jues.tion.a.blyzarf şüphesiz olarak.

1463
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unravel un.rav.el ^nräv'ıl fiil (unraveled/unravelled,


unraveling/unravelling) çözmek, sökmek; çözülmek,
sökülmek.
unread un.read ^nred' sıfat 1. cahil, okumamış. 2. okunmamış
(kitap, mektup v.b.).
unreal un.re.al ^nril', ^nri'yıl sıfat gerçekdışı, hayali.
unrealistic un.re.al.is.tic ^nriyılîs'tîk sıfat gerçekçi olmayan,
hayali.
unreasonable un.rea.son.a.ble ^nri'zınıbıl sıfat 1. mantıksız, akılsız,
makul olmayan. 2. aşırı, fahiş (fiyat).
unrefined un.re.fined ^nrîfaynd' sıfat 1. arıtılmamış. 2. kaba.
unreflecting un.re.flect.ing ^nrîflek'tîng sıfat 1. yansımasız. 2. derin
düşünmeyen.
unrelenting un.re.lent.ing ^nrîlen'tîng sıfat 1. acımasız, amansız. 2.
boyuneğmez. 3. gevşemeyen.
unreliable un.re.li.a.ble ^nrîlay'ıbıl sıfat güvenilmez, inanılmaz.
unremitting un.re.mit.ting ^nrîmît'îng sıfat sürekli, aralıksız.
unrequited un.re.juit.ed ^nrîkway'tîd sıfat karşılık görmeyen,
karşılıksız.
unresponsive un.re.spon.sive ^nrîspan'sîv sıfat tepki göstermeyen.
unrest un.rest ^nrest' isim 1. huzursuzluk, rahatsızlık. 2.
kargaşa, kargaşalık.
unrestrained un.re.strained ^nrîstreynd' sıfat zaptedilmemiş,
denetimsiz, frenlenmemiş, serbest.
unrestricted un.re.strict.ed ^nrîstrîk'tîd sıfat sınırsız, kısıtsız.
unrighteous un.right.eous ^nray'çıs sıfat haksız, adaletsiz.
unripe un.ripe ^nrayp' sıfat ham, olmamış.
unrivaled un.ri.valed ^nray'vıld sıfat 1. rakipsiz. 2. eşsiz.
unrivalled un.ri.valled ^nray'vıld sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız
unrivaled

unroll un.roll ^nrol' fiil açmak, yaymak, sermek; açılmak,


yayılmak, serilmek.

1464
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unruffled un.ruf.fled ^nr^f'ıld sıfat 1. buruşuksuz. 2. sakin,


telaşsız, soğukkanlı.
unruly un.ru.ly ^nru'li sıfat 1. ele avuca sığmaz, idaresi zor,
zaptedilmez. 2. serkeş, azılı.
unsaid un.said ^nsed' sıfat söylenmemiş, bahsedilmemiş.
unsalable un.sal.a.ble ^nsey'lıbıl sıfat satılamaz.
unsatisfactory un.sat.is.fac.to.ry ^nsätîsfäk'tıri sıfat yetersiz, tatmin
etmeyen.
unsatisfied un.sat.is.fied ^nsät'îsfayd sıfat 1. ödenmemiş. 2.
memnun edilmemiş; memnun kalmamış; hoşnutsuz. 3.
tatminsiz kalmış. 4. giderilmemiş (şüphe, merak). 5.
yerine getirilmemiş (şart).
unsavory un.sa.vor.y ^nsey'vıri sıfat 1. tatsız, lezzetsiz, yavan. 2.
nahoş, kötü.
unscathed un.scathed ^nskeydhd' sıfat yaralanmamış, yarasız
beresiz, sağ salim.
unscientific un.sci.en.tif.ic ^nsayıntîf'îk sıfat bilimsel olmayan.
unscrew un.screw ^nskru' fiil 1. vidalarını çıkarmak. 2.
çevirerek açmak.
unscrupulous un.scru.pu.lous ^nskru'pyılıs sıfat vicdansız.
unseasonable un.sea.son.a.ble ^nsi'zınıbıl sıfat mevsimsiz, zamansız,
vakitsiz.
unseasoned un.sea.soned ^nsi'zınd sıfat 1. baharatsız. 2. acemi,
tecrübesiz: unseasoned worker acemi işçi. 3. yaş (tahta).
unseat un.seat ^nsit' fiil 1. görevden almak. 2. attan düşürmek.
unseaworthy un.sea.wor.thy ^nsi'wırdhi sıfat denize çıkmaya
elverişsiz.
unseemly un.seem.ly ^nsim'li sıfat yakışıksız, uygunsuz, çirkin.
unseen un.seen ^nsin' sıfat 1. göze görünmeyen. 2.
görülmemiş. 3. gizli.
unselfish un.self.ish ^nsel'fîş sıfat cömert, kendi çıkarını
düşünmeyen.
unsettle un.set.tle ^nset'ıl fiil 1. huzurunu kaçırmak, tedirgin
etmek: The news of the uprising unsettled us.

1465
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Ayaklanma hakkındaki haber huzurumuzu kaçırdı. 2.


yerinden çıkarmak: The earthjuake unsettled the statue
in the park. Deprem parktaki heykeli yerinden çıkardı.
3. bozmak: The war has unsettled our travel plans.
Savaş seyahat planlarımızı bozdu.
unsettled un.set.tled ^nset'ıld sıfat 1. tedirgin, huzursuz. 2.
karışıklık içinde; karışık: unsettled political situation
karışık siyasal durum. 3. kararlaştırılmamış,
halledilmemiş, askıda: an unsettled matter
halledilmemiş bir sorun. 4. ödenmemiş, kapanmamış:
unsettled debt ödenmemiş borç. 5. değişken: unsettled
weather değişken hava. 6. yerleşik olmayan. 7. meskûn
olmayan: unsettled land meskûn olmayan arazi.
unshakable un.shak.a.ble ^nşeyk'ıbıl sıfat sarsılmaz, sağlam.
unsheathe un.sheathe ^nşidh' fiil kınından çıkarmak.
unship un.ship ^nşîp' fiil (unshipped, unshipping) gemiden
indirmek, gemiden çıkarmak.
unshrinking un.shrink.ing ^nşrîng'kîng sıfat geri çekilmez.
unsightliness un.sight.li.nessisim çirkinlik.
unsightly un.sight.ly ^nsayt'li sıfat göze hoş görünmeyen, çirkin.
unskilful un.skil.ful ^nskîl'fıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız
unskillful
unskilled un.skilled ^nskîld' sıfat 1. maharetsiz. 2. özel maharet
istemeyen, kaba.
unskillful un.skill.ful ^nskîl'fıl sıfat maharetsiz, beceriksiz,
acemi.
unskillfully un.skill.ful.lyzarf beceriksizce, acemice.
unsnap un.snap ^nsnäp' fiil (unsnapped, unsnapping) çıtçıtını
açmak.
unsociable un.so.cia.ble ^nso'şıbıl sıfat girgin olmayan,
insanlardan uzak duran.
unsocial un.so.cial ^nso'şıl sıfat 1. girgin olmayan, insanlardan
uzak duran. 2. toplumsal ilişkileri engelleyen.

1466
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unsophisticated un.so.phis.ti.cat.ed ^nsıfîs'tıkeytîd sıfat 1. dünyadan


pek haberi olmayan, saf ve tecrübesiz. 2. sade (bir
üslup). 3. basit (aygıt).
unsound un.sound ^nsaund' sıfat 1. sağlam olmayan: unsound
body sağlam olmayan vücut. unsound investment
sağlam olmayan yatırım. 2. çürük: unsound argument
çürük sav. 3. derme çatma, çürük: unsound structure
derme çatma yapı. 4. bölük pörçük, hafif (uyku).
unsparing un.spar.ing ^nsper'îng sıfat 1. esirgemeyen. 2. bol, çok.
unsparingly un.spar.ing.lyzarf esirgemeden.
unspeakable un.speak.a.ble ^nspi'kıbıl sıfat 1. ifade edilemez,
tarifsiz. 2. ağza alınmaz, çok kötü.
unspoiled un.spoiled ^nspoyld' sıfat 1. bozulmamış. 2.
şımarmamış (çocuk).
unspoken un.spo.ken ^nspo'kın sıfat söylenmemiş; zımni.
unstable un.sta.ble ^nstey'bıl sıfat 1. sağlam olmayan; dengesiz;
oynak. 2. istikrarsız; dengesiz. 3. kimya instabil,
kararsız.
unsteady un.stead.y ^nsted'i sıfat 1. sabit olmayan, sallanan,
oynak: unsteady table sabit olmayan masa. 2. titrek:
unsteady hand titrek el. 3. değişken, güvenilmez:
unsteady temperament değişken huy.
unstintingly un.stint.ing.ly ^nstîn'tîngli zarf esirgemeden.
unstop un.stop ^nstap' fiil (unstopped, unstopping) 1. tıkaç
veya kapağını çıkarmak. 2. açmak.
unstrap un.strap ^nsträp' fiil (unstrapped, unstrapping) kayışını
çıkarmak veya gevşetmek.
unstring un.string ^nstrîng' fiil (unstrung) tellerini çıkarmak
veya gevşetmek.
unstrung un.strung ^nstr^ng' fiil bakınız unstring sıfat 1. telleri
gevşetilmiş. 2. sinirleri bozuk, sinirli.
unsubstantial un.sub.stan.tial ^nsıbstän'şıl sıfat 1. temelsiz, asılsız,
çürük. 2. sağlam olmayan. 3. hayali.
unsuccessful un.suc.cess.ful ^nsıkses'fıl sıfat başarısız.

1467
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unsuitable un.suit.a.ble ^nsu'tıbıl sıfat uygunsuz, uygun olmayan.


unsurpassed un.sur.passed ^nsırpäst' sıfat eşsiz, emsalsiz.
unsuspected un.sus.pect.ed ^nsıspek'tîd sıfat 1. kuşkulanılmayan,
şüphelenilmeyen. 2. var olduğu bilinmeyen.
unsuspecting un.sus.pect.ing ^nsıspek'tîng sıfat bir şeyden
kuşkulanmayan.
unsystematic un.sys.tem.at.ic ^nsîstımät'îk sıfat sistemsiz.
untangle un.tan.gle ^ntäng'gıl fiil (karışık bir şeyi) açmak,
çözmek.
untenable un.ten.a.ble ^nten'ıbıl sıfat savunulamaz (sav, teori
v.b.).
unthinkable un.think.a.ble ^nthîng'kıbıl sıfat düşünülemez,
imkânsız.
unthinking un.think.ing ^nthîng'kîng sıfat 1. düşüncesiz. 2.
düşüncesizce yapılan.
unthinkingly un.think.ing.lyzarf düşünmeden.
untidily un.ti.di.lyzarf düzensizce.
untidiness un.ti.di.nessisim düzensizlik.
untidy un.ti.dy ^ntay'di sıfat düzensiz, dağınık.
untie un.tie ^ntay' fiil çözmek, açmak.
Until when ...? Ne zamana kadar ...?
until when o zamana kadar: He will come on 7 January, until when
I advise you just to be patient. O 3 Ocak'ta gelecek. O
zamana kadar sadece sabretmeni tavsiye ederim.
Until when? Ne zamana kadar?
until un.til ^ntîl' edat, bağlaç -e kadar, -e değin, -e dek.
untimely un.time.ly ^ntaym'li sıfat zamansız, vakitsiz,
mevsimsiz. zarf mevsimsizce, uygunsuz zamanda.
untiring un.tir.ing ^ntay'rîng sıfat yorulmak bilmez.
untold un.told ^ntold' sıfat 1. hesapsız, sayısız. 2.
anlatılmamış.
untoward un.to.ward ^ntôrd' sıfat 1. aksi, ters. 2. huysuz. 3.
uygunsuz.

1468
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

untried un.tried ^ntrayd' sıfat 1. denenmemiş. 2. muhakeme


edilmemiş, yargılanmamış.
untroubled un.troub.led ^ntr^b'ıld sıfat 1. sıkıntısız, dertsiz. 2.
durgun.
untrue un.true ^ntru' sıfat 1. yalan. 2. yanlış. 3. eğri. 4. vefasız,
sadakatsiz.
untrustworthy un.trust.wor.thy ^ntr^st'wırdhi sıfat güvenilmez, dönek.
untruthful un.truth.ful ^ntruth'fıl sıfat 1. yalan, uydurma. 2.
yalancı.
unused to -e alışık olmayan.
unused un.used ^nyuzd' sıfat kullanılmamış.
unusual un.u.su.al ^nyu'quwıl sıfat 1. görülmedik, nadir, ender.
2. acayip, tuhaf, anormal. 3. alışılmamış, yadırganan. 4.
müstesna, olağanüstü.
unutterable un.ut.ter.a.ble ^n^t'ırıbıl sıfat tarifsiz, ifade edilemez,
anlatılmaz.
unutterably un.ut.ter.a.blyzarf anlatılamayacak derecede.
unvarnished un.var.nished ^nvar'nîşt sıfat 1. cilasız. 2. süssüz.
unveil un.veil ^nveyl' fiil 1. örtüsünü açmak. 2. ortaya
çıkarmak.
unvoiced un.voiced ^nvoyst' sıfat 1. ifade edilmemiş. 2. ünsüz,
sessiz.
unwanted un.want.ed ^nw^n'tîd sıfat istenilmeyen.
unwarranted un.war.rant.ed ^nwôr'ıntîd sıfat haksız, özürsüz.
unwary un.war.y ^nwer'i sıfat uyanık olmayan, gafil, dikkatsiz,
tedbirsiz.
unwelcome un.wel.come ^nwel'kım sıfat 1. nahoş, tatsız:
unwelcome news tatsız haber. 2. hoş karşılanmayan,
istenmeyen: unwelcome guest istenmeyen misafir.
unwell un.well ^nwel' sıfat rahatsız, hasta: I feel unwell today.
Bugün kendimi iyi hissetmiyorum.
unwholesome un.whole.some ^nhol'sım sıfat (ahlaki, sağlıksal veya
ruhsal açıdan) zararlı, zarar verici.

1469
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

unwieldy un.wield.y ^nwil'di sıfat 1. taşınması zor; lenduha gibi;


hantal. 2. uygulanması zor. 3. yönetilmesi zor.
unwilling un.will.ing ^nwîl'îng sıfat 1. hevessiz, isteksiz,
gönülsüz. 2. boyun eğmeyen, inatçı, kafasının dikine
giden.
unwillingly un.will.ing.lyzarf istemeyerek.
unwillingness un.will.ing.nessisim razı olmama; istememe,
isteksizlik.
unwind un.wind ^nwaynd' fiil (unwound) 1. (sarılı bir şeyi)
çözmek, açmak; (sarılı bir şey) çözülmek, açılmak. 2.
dinlenmek, yorgunluğunu gidermek.
unwise un.wise ^nwayz' sıfat 1. akılsız. 2. akılsızca.
unwisely un.wise.lyzarf akılsızca.
unwitting un.wit.ting ^nwît'îng sıfat 1. farkında olmayan. 2.
kasıtsız.
unwittingly un.wit.ting.lyzarf bilmeyerek, farkında olmadan.
unwrap un.wrap ^nräp' fiil (unwrapped, unwrapping) çözmek,
açmak; çözülmek, açılmak.
unwritten law örf ve âdet hukuku.
unwritten un.writ.ten ^nrît'ın sıfat yazılmamış.
unyielding un.yield.ing ^nyil'dîng sıfat 1. sert. 2. boyun eğmez,
direngen. 3. yol vermez.
unzip un.zip ^nzîp' fiil (unzipped, unzipping) fermuarını
açmak; fermuarı açılmak.
up a tree güç durumda.
up and about konuşma dili hastalıktan kurtulmuş, ayağa kalkmış.
up and around konuşma dili hastalıktan kurtulmuş, ayağa kalkmış.
up in the air karar verilmemiş; sonu henüz belli olmamış.
up the creek konuşma dili zor durumda.
up to date günümüze uygun, çağdaş; modaya uygun.
up to one's ears in work fazla meşgul.
up to scratch konuşma dili iyi durumda.
up to snuff iyi; makbul.
up to the elbows çok meşgul, işi başından aşkın.

1470
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

up up ^p zarf 1. yukarı, yukarıya; yukarıda: go up


yukarı/yukarıya gitmek. Hold your hand up. Elini
yukarıda tut. 2. to -e kadar: The school will accept up to
one hundred new students this year. Bu yıl okul yüz
kadar yeni öğrenci kabul edecek. 3. daha önemli bir
yere veya kuzeyde bir yere: He has gone up to the
governor's mansion. Valinin konağına gitti. Many
Americans go up to Canada to shop. Birçok Amerikalı
alışveriş etmek için Kanada'ya gidiyor. 4. daha önemli
bir yerde veya kuzeyde: He's living up in the center of
town. O kasabanın merkezinde yaşıyor. He works up at
the Ministry of Justice. O Adalet Bakanlığında
çalışıyor. He's an American working up in Canada. O
Kanada'da çalışan bir Amerikalı. 5. dik: Hold your head
up. Kafanı dik tut. 6. sonuna kadar, tamamen: use up
tamamen tüketmek. dry up tamamen kurumak. 7.
Konuşma dilinde çoğunlukla anlamı değiştirmeden
fiillere eklenir: clean up temizlemek. wash up
yıkanmak. 8. to yanına: go up to someone birinin
yanına gitmek. Move the chair up to the table.
Sandalyeyi masaya yaklaştır. 9. söz konusu olan veya
konuşanın bulunduğu yere: Bring the books up to my
house. Kitapları evime getir. edat 1. yukarısına;
yukarısında: go up a hill tepeye çıkmak. climb up a tree
ağaca tırmanmak. 2. from -in ilerisinde: We live up
from the mosjue. Caminin ilerisinde oturuyoruz. sıfat
COLOR>
up-and-coming up-and-com.ing ^p'ınk^m'îng sıfat faal ve geleceği
parlak.
up-and-up up-and-up ^p'ın^p' isim bakınız be on the up-and-up
upbeat up.beat ^p'bit sıfat, konuşma dili iyimser.
upbraid up.braid ^pbreyd' fiil azarlamak.
upbringing up.bring.ing ^p'brîngîng isim yetişme, terbiye.

1471
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

upcountry up.coun.try ^p'k^ntri sıfat, konuşma dili sahilden uzak.


zarf iç kesimlere doğru.
update up.date ^pdeyt' fiil 1. modernleştirmek,
güncelleştirmek. 2. düzeltme ve eklemeler yapmak.
upend up.end ^pend' fiil 1. dikine çevirmek. 2. baş aşağı
etmek.
upgrade up.grade ^p'greyd isim 1. yokuş. 2. bir ürünü daha
yüksek performans özelliklerine sahip yeni bir ürün ile
değiştirerek bir sistemin performansını artırma. fiil
geliştirmek. zarf yokuş yukarı.
upheaval up.heav.al ^phi'vıl isim 1. karışıklık, kargaşa;
ayaklanma; devrim. 2. büyük ve ani değişiklik. 3.
jeoloji yerkabuğunun kabarması.
uphill up.hill ^p'hîl' zarf yokuş yukarı. sıfat 1. yukarıya giden.
2. güç, çetin, zahmetli: uphill struggle güç bir mücadele.
uphold up.hold ^phold' fiil (upheld) 1. yukarı kaldırmak. 2.
tutmak, tarafını tutmak, desteklemek. 3. onaylamak,
tasdik etmek.
upholster up.hol.ster ^phol'stır fiil 1. (koltuk v.b.'ni) sünger v.b.
ile doldurup kumaşla kaplamak. 2. döşemek. 3.
donatmak.
upholsterer up.hol.ster.erisim döşemeci.
upholstery up.hol.ster.yisim 1. döşemecilik. 2. döşemelik kumaş;
döşeme.
upkeep up.keep ^p'kip isim 1. bakım. 2. bakım masrafı.
uplift up.lift ^plîft' fiil 1. yükseltmek, yukarı kaldırmak. 2.
yüceltmek. 3. kalkındırmak. isim 1. yükseltme. 2.
yüceltme. 3. kalkındırma.
upmost up.most ^p'most sıfat en yukarı, en yukarıki, en üst.
Upon my life! Allah aşkına!
upon up.on ıpan' edat bakınız on
upper case büyük harf, majüskül.
upper class zenginler sınıfı. 2. sosyoekonomik üstünlüğü olan sınıf.
upper crust konuşma dili üst tabaka, yukarı sınıf, yüksek tabaka.

1472
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

upper hand üstünlük.


Upper Volta bakınız Burkina Faso
upper up.per ^p'ır sıfat üst, üstteki, yukarıdaki: upper berth
(tren veya vapurda) üst yatak. upper deck üst güverte.
isim ayakkabı yüzü.
uppercut up.per.cut ^p'ırk^t isim, boks aşağıdan yukarıya doğru
vuruş.
uppermost up.per.most ^p'ırmost sıfat 1. en üst, en yukarıdaki. 2.
ilk sırada olan, en başta gelen.
uppity up.pi.ty ^p'ıti sıfat, konuşma dili (kendini bir şey
zannettiğinden dolayı) küstah; haddini bilmez.
upright up.right ^p'rayt sıfat 1. dikey, dik. 2. dürüst, doğru. zarf
dik, dimdik. isim direk.
uproar up.roar ^p'rôr isim gürültü, velvele, şamata, curcuna.
uproarious up.roar.i.oussıfat gürültülü, curcunalı.
uproot up.root ^prut' fiil 1. kökünden sökmek. 2. (birini)
oturduğu yerden veya çevresinden ayırmak. 3. yok
etmek.
ups and downs hayattaki iniş çıkışlar.
upset the applecart iyi bir durum veya işi bozmak, bir çuval inciri berbat
etmek.
upset up.set ^pset' fiil (upset, upsetting) 1. devirmek: upset a
vase vazoyu devirmek. 2. bozmak, altüst etmek: upset a
plan planı bozmak. 3. (favori rakibi) yenmek. 4.
(mideyi) bozmak. 5. üzmek; sinirlendirmek: News of
the accident has upset him. Kaza hakkındaki haber onu
üzdü. 6. alabora etmek: The storm upset the boat.
Fırtına sandalı alabora etti. sıfat 1. devrilmiş. 2. altüst
olmuş, bozulmuş. 3. üzüntülü, üzgün; sinirli. 4.
bozulmuş, bozuk (mide). isim 1. devrilme. 2. altüst
olma. 3. beklenmedik yenilgi.
upshot up.shot ^p'şat isim sonuç, netice.
upside-down up.side-down ^psayd.daun' sıfat 1. tepetaklak duran,
baş aşağı duran. 2. altüst. zarf tepetaklak, başaşağı.

1473
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

upstairs up.stairs ^p'sterz' zarf yukarıya, üst kata; yukarıda, üst


katta. sıfat 1. yukarıdaki, üst kattaki. 2. üst kata ait. isim
üst kat.
upstanding up.stand.ing ^pstän'dîng sıfat 1. doğru, dürüst. 2. dik.
upstart up.start ^p'start isim, sıfat türedi, sonradan görme,
zıpçıktı.
upstream up.stream ^p'strîm' zarf 1. akıntıya karşı, akış yukarı. 2.
ırmağın yukarı kısmına doğru. sıfat ırmağın
yukarısındaki.
upsurge up.surge ^p'sırc isim (ani ve hızlı) artış.
upswing up.swing ^p'swîng isim artış, artma.
uptake up.take ^p'teyk isim bakınız quick on the uptake
uptight up.tight ^p'tayt' sıfat 1. sinirli. 2. telaşlı. 3. biçimci,
tutucu.
uptown up.town ^p'taun' zarf kent merkezinin dışında. sıfat
kent merkezinin dışındaki. isim kent merkezinin dışı.
upturn up.turn ^p'tırn isim yükselme, iyiye doğru gitme,
düzelme: an upturn in the economy ekonomide bir
düzelme.
upward up.ward ^p'wırd zarf yukarı doğru, yukarı, yukarıya.
upwards of -den daha fazla, -den yukarı, -in üstünde. 2. yaklaşık
olarak, -e yakın, civarında.
upwards up.wards ^p'wırdz zarf yukarı doğru, yukarı, yukarıya.
uranium u.ra.ni.um yûrey'niyım isim, kimya uranyum.
urban renewal kent yenileme.
urban sociology kent toplumbilimi.
urban sprawl kentin düzensiz yayılması.
urban ur.ban ır'bın sıfat kentsel, kente ait; kentte bulunan;
kentte oturan.
urbane ur.bane ırbeyn' sıfat nazik, ince, kibar, görgülü.
urbanise ur.ban.ise ır'bınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
urbanize
urbanism ur.ban.ism ır'bınîzım isim urbanizm.
urbanist ur.ban.ist ır'bınîst isim urbanist, kentçilik uzmanı.

1474
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

urbanity ur.ban.i.ty ırbän'ıti isim nezaket, naziklik, incelik,


kibarlık.
urbanization ur.ban.i.za.tion ırbınîzey'şın isim kentleşme,
şehirleşme.
urbanize ur.ban.ize ır'bınayz fiil kentleştirmek, şehirleştirmek.
urbanologist ur.ban.ol.o.gist ırbınal'ıcîst isim kentbilimci.
urbanology ur.ban.ol.o.gy ırbınal'ıci isim kentbilim.
urchin ur.chin ır'çîn isim afacan.
Urdu Ur.du ûr'du isim, sıfat Urduca.
urea u.re.a yûri'yı isim, biyokimya üre.
uremia u.re.mi.a yûri'miyı isim, tıbbi üremi.
ureter u.re.ter yûri'tır isim, anatomi sidik borusu.
urethra u.re.thra yûri'thrı isim, anatomi (urethras/urethrae) idrar
yolu, sidikyolu, siyek.
urethritis u.re.thri.tis yûrıthray'tîs isim, tıbbi (urethritides)
sidikyolu yangısı, idrar yolu iltihabı.
urge urge ırc fiil 1. (sözlerle) (birine/bir hayvana) (bir şey)
yaptırmaya çalışmak: She urged them not to go to
Konya. Onları Konya'ya gitmekten vazgeçirmeye
çalıştı. Do not urge him to stay! Ona sakın kalması için
ısrar etme! She then began to urge them to stay. O
zaman onlara kalın diye tutturdu. 2. on (bir aletle) (bir
hayvanı) harekete geçirmek veya hızlandırmak: Urge it
on with your whip. Kırbacınla onu hızlandır. 3.
(on/upon) vurgulamak, üzerinde durmak: Fikret urged
on them the need for economy. Fikret onlara tasarruf
etme gereğini vurguladı. isim şiddetli arzu, tutku; itki.
urgency ur.gen.cy ır'cınsi isim 1. acele, ivedilik. 2. önem.
urgent ur.gent ır'cınt sıfat 1. acil, ivedi. 2. ısrar eden.
urgently ur.gent.lyzarf 1. aceleyle, ivedilikle. 2. ısrarla.
uric acid ürik asit.
uric u.ric yûr'îk sıfat idrara ait, ürik.
urinal u.ri.nal yûr'ınıl isim 1. pisuar. 2. idrar kabı, ördek.
urinary bladder anatomi sidiktorbası, idrar torbası.

1475
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

urinary disease sidikyolu hastalığı.


urinary u.ri.nar.y yûr'ıneri sıfat idrara ait. isim idrar kabı,
ördek.
urinate u.ri.nate yûr'ıneyt fiil işemek.
urine u.rine yûr'în isim idrar, sidik.
urn urn ırn isim 1. ayaklı vazo. 2. kupa. 3. ölünün
küllerinin saklandığı kap. 4. semaver.
urology u.rol.o.gy yûral'ıci isim, tıbbi üroloqi.
Uruguay U.ru.guay yûr'ıgway, yûr'ıgwey isim Uruguay.
Uruguayan isim Uruguaylı. sıfat 1. Uruguay, Uruguay'a özgü. 2.
Uruguaylı.
us us ^s zamir bize; bizi.
usable us.a.ble yu'zıbıl sıfat kullanılabilir, elverişli.
usage us.age yu'sîc isim 1. kullanış, kullanım, kullanma. 2.
(bir sözcüğün) kullanılış biçimi. 3. görenek, âdet.
use bad language küfür etmek.
use use yuz fiil 1. kullanmak: He used the money to buy a
new sailboat. Parayı yeni bir yelkenli almak için
kullandı. 2. tüketmek, kullanmak: We used two bars of
soap last week. Geçen hafta iki kalıp sabun tükettik. 3.
(birini) kullanmak, sömürmek, istismar etmek: They
used her for their own ends. Onu kendi amaçlarına
ulaşmak için kullandılar. 4. davranmak: She uses people
badly. İnsanlara kötü davranıyor. 5. (sigara, içki v.b.'ni)
içmek, kullanmak: She's using drugs. Uyuşturucu
kullanıyor. 6. up tüketmek, harcamak. 7. to Geçmiş
zaman ekiyle kullanılır. Geniş zamanın hikâyesini
gösterir: He used to go there every week. Eskiden her
hafta oraya giderdi. He used to be a farmer. Eskiden
çiftçiydi. isim 1. kullanma, kullanım. 2. kullanma
hakkı: He has the use of a car belonging to his
company. (yus) Şirketine ait arabayı kullanma hakkı
var. 3. yarar, fayda: There is no use in your arguing

1476
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

with him; he won't change his mind. Onunla tartışmanın


yararı yok; fikrini değiştirmeyecek. 4. alışkı, âdet.
used used yuzd sıfat 1. kullanılmış; elden düşme, eski: He
sells used books. Eski kitap satıyor. I don't want a used
car. Kullanılmış araba istemem. 2. to -e alışık, -e
alışkın: I'm used to it. Ona alışığım.
useful use.ful yus'fıl sıfat yararlı, faydalı.
useless use.less yus'lîs sıfat yararsız, faydasız.
user-friendly us.er-friend.ly yu'zır.frendli sıfat, konuşma dili
kullanılması kolay: a user-friendly computer program
kullanılması kolay olan bir bilgisayar programı.
usher ush.er ^ş'ır isim 1. teşrifatçı. 2. (kilise veya tiyatroda)
yer gösteren kimse. fiil 1. in içeri getirmek. 2. yerini
göstermek: The waiter ushered them to their seats.
Garson onlara yerlerini gösterdi. 3. başlatmak, açmak:
usher in a new age yeni bir çağ açmak.
usual u.su.al yu'quwıl sıfat 1. alışılmış, mutat. 2. olağan, her
zamanki.
usurer u.su.rer yu'qırır isim tefeci.
usurp u.surp yuzırp', yusırp' fiil gaspetmek, zorla almak, el
koymak.
usurper u.surp.erisim gaspeden kimse.
usury u.su.ry yu'qıri isim 1. aşırı yüksek faiz. 2. tefecilik.
utensil u.ten.sil yuten'sıl isim 1. kap. 2. alet.
uterus u.ter.us yu'tırıs isim (uteri) rahim, dölyatağı.
utilise u.til.ise yu'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız utilize
utilitarian u.til.i.tar.i.an yutîlıter'iyın sıfat faydacı, yararcı. isim
faydacı kimse.
utilitarianism u.til.i.tar.i.an.ism yutîlıter'iyınîzım isim, felsefe
faydacılık, yararcılık.
utility pole elektrik direği.
utility room kalorifer dairesi; çamaşır odası; sandık odası.

1477
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

utility u.til.i.ty yutîl'ıti isim 1. yarar, fayda, işe yararlık. 2.


kamu hizmet kuruluşu (elektrik şirketi, telefon şirketi
v.b.). 3. felsefe çoğunluğun mutluluk ve çıkarı.
utilization u.til.iza.tionisim kullanım, yararlanma.
utilize u.til.ize yu'tılayz fiil kullanmak, yararlanmak, istifade
etmek.
utmost ut.most ^t'most sıfat 1. en uzak, en son. 2. en büyük, en
yüksek, en fazla.
utopia u.to.pi.a yuto'piyı isim 1. ideal yer veya durum. 2.
ütopya.
utopian u.to.pi.an yuto'piyın sıfat ülküsel, hayali, ütopik. isim
ütopyacı, ütopist.
utter ut.ter ^t'ır fiil 1. söylemek, dile getirmek. 2. (çığlık
v.b.'ni) atmak, basmak, koparmak. 3. (inilti, ses)
çıkarmak.
utterance ut.ter.ance ^t'ırıns isim 1. söz söyleme. 2. ifade,
söyleyiş. 3. (inilti, ses) çıkarma. 4. söz; ses.
U-turn U-turn yu'tırn isim 1. U dönüşü. 2. geriye dönüş.
uvula u.vu.la yu'vyılı isim, anatomi (uvulas/uvulae) küçükdil.
Uzbeg Uz.beg ûz'beg isim, sıfat bakınız Uzbek
Uzbek Uz.bek ûz'bek isim (Uzbeks/Uzbek) 1. Özbek. 2.
Özbekçe. sıfat 1. Özbek. 2. Özbekçe.

Uzbekistan Uz.bek.i.stan ûzbek'îstän isim Özbekistan.


V neck V neck vi' nek V şeklindeki yaka, V yaka.
V Vkısaltma «velocity» volt
V.I.P. V.I.P. vi'ay'pi' kısaltma very important person .
V.P. V.P. vi'pi' kısaltma Vice President
V-8 V-0 vi'yeyt' otomotiv V şeklinde sekiz silindirli motor.
vacancy va.can.cy vey'kınsi isim 1. boşluk. 2. boş yer. 3. (otel,
pansiyon v.b.'nde) boş oda. 4. boş olan memuriyet v.b.;
boş/açık kadro.
vacant lot (şehirde) boş arsa.

1478
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vacant va.cant vey'kınt sıfat 1. boş: a vacant apartment boş


daire. 2. açık (iş). 3. dalgın, boş (bakış). 4. boş,
yapılacak iş olmayan: vacant hours boş saatler.
vacate va.cate vey'keyt fiil 1. terketmek. 2. boşaltmak. 3.
feshetmek.
vacation va.ca.tion veykey'şın isim tatil: summer vacation yaz
tatili.
vaccinate vac.ci.nate väk'sıneyt fiil aşılamak, aşı yapmak.
vaccination vac.ci.na.tion väksıney'şın isim 1. aşı. 2. aşılama.
vaccine vac.cine väk'sîn, väksin' isim aşı.
vacillate vac.il.late väs'ıleyt fiil tereddüt etmek, bocalamak,
kararsız olmak.
vacuous vac.u.ous väk'yuwıs sıfat 1. boş. 2. aptal. 3. anlamsız.
vacuum bottle termos.
vacuum cleaner elektrik süpürgesi.
vacuum concrete vakumlu beton.
vacuum flask termos.
vacuum pump boşluk pompası, boşaltaç.
vacuum tube elektrik radyo lambası.
vacuum vac.u.um väk'yuwım, väk'yum isim (vacuums/vacua)
boşluk, vakum. fiil, konuşma dili elektrik süpürgesiyle
temizlemek.
vacuum-packed vacuum-pack.edsıfat vakumlanıp paketlenmiş.
vagabond vag.a.bond väg'ıband sıfat, isim serseri, avare.
vagary va.gar.y vıger'i, vey'gıri isim kapris, garip davranış.
vagina va.gi.na vıcay'nı isim, anatomi (vaginas/vaginae)
dölyolu, vajina.
vaginal vag.i.nal väc'ınıl sıfat dölyoluna ait, vaqinal.
vagrant va.grant vey'grınt sıfat, isim 1. boşta gezen. 2. yersiz
yurtsuz, serseri.
vague vague veyg sıfat belirsiz, bulanık, şüpheli.
vaguely vague.lyzarf belli belirsiz.
vagueness vague.nessisim belirsizlik.

1479
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vain vain veyn sıfat 1. kibirli, kendini beğenmiş. 2. boş,


nafile: a vain hope boş umut.
vainglory vain.glo.ry veyn.glôr'i isim aşırı derecede kendini
beğenmişlik, boş gurur.
vainly vain.lyzarf boşuna, boş yere.
vale vale veyl isim vadi.
valence va.lence vey'lıns isim, kimya valans, değerlik.
Valencia orange yafa, yafa protakalı.
Valencia Va.len.cia vılen'şı isim yafa, yafa portakalı.
valency va.len.cy vey'lınsi isim, kimya valans, değerlik.
valentine val.en.tine väl'ıntayn isim 1. on dört şubata kendisine
kart gönderilen veya hediye verilen sevgili. 2. on dört
şubatta sevgiliye gönderilen kart veya hediye.
Valentine's Day (on dört şubata rastlayan) Sevgililer Günü.
valerian va.le.ri.an vılîr'iyın isim kediotu.
valet val.et väl'ît, väl'ey isim uşak, erkek oda hizmetçisi.
valiant val.iant väl'yınt sıfat yiğit, cesur.
valid val.id väl'îd sıfat 1. geçerli: valid passport geçerli
pasaport. 2. doğru, sağlam: valid evidence sağlam kanıt.
3. yasal, meşru: valid heir yasal mirasçı.
validate val.i.date väl'ıdeyt fiil 1. geçerli kılmak. 2. onaylamak,
tasdik etmek.
validity va.lid.i.ty vılîd'ıti isim 1. geçerlilik, geçerlik. 2.
sağlamlık, doğruluk. 3. yasallık, yasaya uygunluk.
validness val.id.ness väl'îdnîs isim 1. geçerlilik, geçerlik. 2.
sağlamlık, doğruluk. 3. yasallık, yasaya uygunluk.
valise va.lise vılis' isim valiz, küçük bavul.
valley val.ley väl'i isim vadi.
valonea va.lo.ne.a vılo'niyı isim bakınız valonia
valonia oak palamutmeşesi.
valonia va.lo.ni.a vılo'niyı isim (palamutmeşesinin) kurutulmuş
palamut yüksükleri/kadehleri, palamut.
valor val.or väl'ır isim yiğitlik, cesaret, mertlik.
valorous val.or.oussıfat yiğit, cesur.

1480
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

valour val.our väl'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız valor


valuable val.u.a.ble väl'yuwıbıl, väl'yıbıl sıfat değerli, kıymetli.
isim, çoğul kıymetli şeyler; mücevherat.
value judgment değer yargısı.
value system değer dizgesi/sistemi.
value val.ue väl'yu isim 1. değer, kıymet: the value of money
paranın değeri. 2. önem: the value of rest dinlenmenin
önemi. 3. değer: ethical values ahlaki değerler. fiil 1.
değer biçmek. 2. değer vermek.
value-added tax katma değer vergisi.
valve valve välv isim 1. valf, supap. 2. anatomi kapakçık,
kapacık.
vamoose va.moose vämus' fiil, argo defolmak. ünlem Çek
arabanı!/Toz ol!/Defol!
vamose va.mose vämos' fiil, argo defolmak. ünlem Çek
arabanı!/Toz ol!/Defol!
vamp vamp vämp isim saya.
vampire vam.pire väm'payr isim vampir.
van van vän isim 1. minibüs. 2. karavan. 3. İngiliz
İngilizcesi furgon.
vandal van.dal vän'dıl isim vandal.
vandalism van.dal.ismisim vandallık, vandalizm.
vane vane veyn isim 1. yelkovan, rüzgâr fırıldağı, fırıldak. 2.
yeldeğirmeni kanadı. 3. pervane kanadı.
vanguard van.guard vän'gard isim, askeri öncü kıta, öncü.
vanilla bean vanilya tohumu.
vanilla extract vanilya esansı.
vanilla va.nil.la vınîl'ı isim vanilya.
vanillin va.nil.lin vınîl'în isim vanilin.
vanish into thin air sırra kadem basmak.
vanish without a trace sırra kadem basmak.
vanish van.ish vän'îş fiil 1. gözden kaybolmak. 2. ortadan
kaybolmak, kayıplara karışmak. 3. yok olmak, tarihe
karışmak.

1481
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vanity case makyaj çantası.


vanity van.i.ty vän'ıti isim 1. kibir, kendini beğenmişlik. 2.
boş şey, abes şey, beyhudelik.
vanquish van.juish väng'kwîş fiil yenmek, mağlup etmek,
hakkından gelmek.
vantage point iyi bir seyretme yeri.
vantage van.tage vän'tîc isim 1. iyi bir seyretme yeri. 2.
avantajlı durum/mevki. 3. avantaq.
vapid vap.id väp'îd, vey'pîd sıfat 1. canlılıktan yoksun,
cansız, sönük, donuk, ruhsuz; boş, anlamsız. 2. tatsız,
yavan.
vapor va.por vey'pır isim buhar, buğu; duman.
vaporise va.por.ise vey'pırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
vaporize
vaporization va.por.iza.tionisim buharlaştırma; buharlaşma.
vaporize va.por.ize vey'pırayz fiil buharlaştırmak; buharlaşmak.
vaporizer va.por.iz.er vey'pırayzır isim buharlaştırıcı,
buğulaştırıcı.
vapour va.pour vey'pır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız vapor
variability variabilityisim değişkenlik.
variable var.i.a.ble ver'iyıbıl sıfat 1. değişken. 2. kararsız. isim
1. değişken şey. 2. matematik değişken.
variance var.i.ance ver'iyıns isim 1. değişme, değişiklik. 2.
uyuşmazlık. 3. çelişki, ayrılık.
variant var.i.ant ver'iyınt sıfat farklı, değişik. isim değişik
biçim, başka şekil.
variation var.i.a.tion veriyey'şın isim 1. değişme; değişiklik. 2.
değişim; fark. 3. müzik çeşitleme, varyasyon.
varicose var.i.cose ver'ıkos sıfat varisli (damar).
varicosis var.i.co.sis verıko'sîs isim, tıbbi (varicoses) varis.
varied var.ied ver'id sıfat 1. çeşitli, türlü. 2. değişik.
variegated var.i.e.gat.ed ver'iyıgeytîd, ver'ıgeytîd sıfat 1. renk
renk, ebruli, alaca. 2. çeşitli.
variety show varyete.

1482
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

variety store tuhafiye dükkânı.


variety va.ri.e.ty vıray'ıti isim 1. değişiklik, farklılık. 2. çeşit,
tür.
various var.i.ous ver'iyıs sıfat çeşitli, türlü, muhtelif: for
various reasons çeşitli nedenlerden dolayı.
varmint var.mint var'mînt isim, konuşma dili 1. hayvan. 2.
herif.
varnish var.nish var'nîş isim vernik. fiil verniklemek.
varsity var.si.ty var'sıti isim, spor (okul veya üniversitede)
birinci takım, en iyi takım: He's made the varsity.
Birinci takıma girdi.
vary var.y ver'i fiil 1. değişmek; değiştirmek: The
temperature of the house varies between eighteen and
twenty degrees. Evin sıcaklığı on sekiz ile yirmi derece
arasında değişiyor. He never varies his habits.
Alışkanlıklarını hiç değiştirmez. 2. from -den ayrılmak,
- den farklı olmak. 3. çeşitlemek, çeşitlendirmek.
vase vase veys, veyz, vaz isim vazo.
Vaseline Vas.e.line väs'ılin isim _ticari marka_ vazelin.
vassal vas.sal väs'ıl isim 1. vasal. 2. tebaa. 3. kul, köle. sıfat
köle gibi.
vast vast väst sıfat 1. çok geniş; engin. 2. çok büyük,
muazzam; çok büyük miktarda.
vastly vast.lyzarf çok.
vastness vast.nessisim 1. büyük genişlik; enginlik. 2. büyüklük;
çokluk. 3. çok geniş/uçsuz bucaksız arazi veya bölge;
(denizde) enginlik.
VAT VAT vät kısaltma value-added tax KDV (katma değer
vergisi).
Vatican City Vatikan Devleti.
Vatican Vat.i.can vät'îkın, väd'îkın isim bakınız Vatican City
the Vatican
vaudeville vaude.ville vod'vîl isim vodvil.

1483
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vault vault vôlt isim 1. tonoz. 2. mahzen. 3. kasa. 4.


(yeraltında) kemerli mezar odası. fiil 1. tonozla örtmek.
2. kemer yapmak.
vaulting horse spor atlama beygiri.
vaunt vaunt vônt fiil övünmek; övmek.
veal veal vil isim 1. süt danası; dana eti, dana. 2. buzağı;
dana.
vector vec.tor vek'tır isim 1. matematik vektör. 2. biyoloji
taşıyıcı.
veep veep vip isim, konuşma dili ikinci başkan, başkan
yardımcısı.
veer round denizcilikle ilgili dönüp aksi yöne gitmek.
veer veer vîr fiil dönmek, sapmak; döndürmek.
vegetable dye bitkisel boya.
vegetable garden bostan, sebze bahçesi.
vegetable kingdom bitkiler âlemi.
vegetable marrow sakızkabağı, kabak.
vegetable oil bitkisel yağ, nebati yağ.
vegetable veg.e.ta.ble vec'ıtıbıl, vec'tıbıl isim 1. sebze. 2. bitki,
nebat. sıfat bitkisel, nebati.
vegetarian veg.e.tar.i.an vecıter'iyın isim, sıfat veqetaryen,
etyemez.
vegetarianism veg.e.tar.i.an.ismisim veqetaryenlik, etyemezlik.
vegetate veg.e.tate vec'ıteyt fiil ot gibi yaşamak, kuru ve
anlamsız bir hayat sürmek.
vegetation veg.e.ta.tion vecıtey'şın isim bitkiler.
vehemence ve.he.menceisim 1. şiddet, hiddet. 2. ateşlilik.
vehement ve.he.ment vi'yımınt, vi'hımınt sıfat 1. şiddetli, hiddetli:
a vehement protest şiddetli protesto. 2. ateşli: a
vehement speaker ateşli konuşmacı.
vehicle ve.hi.cle vi'yıkıl isim araç, taşıt, vasıta.
veil veil veyl isim 1. peçe, yaşmak: She raised her veil.
Peçesini açtı. 2. örtü, perde: a veil of dust toz perdesi. a
veil of secrecy gizlilik perdesi. 3. maske: He pursues his

1484
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

self-interests behind a veil of charity. Hayırseverlik


maskesi altında kendi çıkarlarını kolluyor. fiil 1. peçe
ile örtmek. 2. gizlemek, saklamak, maskelemek.
vein vein veyn isim 1. damar, toplardamar. 2. tarz, şekil: He
continued in this vein for at least an hour. En az bir saat
boyunca bu şekilde konuşmaya devam etti. 3. öğe,
unsur: There's a vein of pessimism in that book. O
kitapta bir kötümserlik var.
velleity vel.le.i.ty vıli'yıti isim istemseme.
velocity ve.loc.i.ty vılas'ıti isim hız, sürat.
velvet vel.vet vel'vît isim kadife. sıfat 1. kadife; kadife kaplı.
2. kadifemsi, kadife gibi.
venal ve.nal vi'nıl sıfat rüşvet yiyen, satın alınır.
vend vend vend fiil satmak.
vender venderisim satıcı.
vendetta ven.det.ta vendet'ı isim kan davası.
vending machine (para ile çalışan) satış otomatı.
vendor ven.dorisim satıcı.
veneer ve.neer vınîr' fiil ağaç kaplama ile kaplamak. isim
kaplama tahtası.
veneering ve.neer.ingisim kaplama.
venerable ven.er.a.ble ven'ırıbıl sıfat 1. saygıdeğer, muhterem. 2.
kutsal, huşu uyandıran.
venerate ven.er.ate ven'ıreyt fiil 1. çok saygı duymak/beslemek.
2. kutsal saymak. 3. (bir hareketle) -e saygısını
göstermek.
venereal ve.ne.re.al vınîr'iyıl sıfat zührevi: venereal disease
zührevi hastalık.
Venetian blind jaluzi.
Venetian sumac boyacı sumağı, kotinus.
Venetian Ve.ne.tian vıni'şın sıfat bakınız Venetian blind
Venetian sumac
Venezuela Ven.e.zu.e.la venızwey'lı isim Venezuela.

1485
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Venezuelan isim Venezuelalı. sıfat 1. Venezuela, Venezuela'ya


özgü. 2. Venezuelalı.
vengeance ven.geance ven'cıns isim intikam, öç.
vengeful venge.ful venc'fıl sıfat 1. intikamcı, intikam peşinde
olan. 2. intikam isteğinden kaynaklanan.
venial ve.ni.al vi'niyıl, vin'yıl sıfat büyük sayılmayan (hata,
günah).
venison ven.i.son ven'ısın, ven'ızın, [İngiliz İngilizcesi] ven'zın
isim geyik eti.
venom ven.om ven'ım isim yılan veya akrep zehiri, ağı.
venomous ven.om.oussıfat 1. zehirli. 2. çok zararlı, zehirli, zehir
saçan. 3. zehir saçan; kin dolu; nefret dolu.
vent stack (sıhhi tesisata ait) havalık, hava borusu.
vent vent vent isim 1. hava menfezi. 2. (gaz veya sıvının
giriş çıkışını sağlayan) delik. 3. yırtmaç. fiil 1. -de hava
menfezi açmak. 2. (gaz veya sıvının giriş çıkışını
sağlamak için) delik açmak. 3. on (öfke, hınç v.b.'ni) -
den çıkarmak: Don't vent your anger on me! Öfkeni
benden çıkarma! 4. dışa vurmak, belli etmek,
göstermek: He never vents his anger in public. Öfkesini
herkesin içinde asla belli etmez.
ventilate ven.ti.late ven'tıleyt fiil havalandırmak.
ventilating brick delikli tuğla.
ventilation shaft havalandırma kuyusu.
ventilation ven.ti.la.tionisim havalandırma, vantilasyon.
ventilator ven.ti.la.torisim vantilatör, havalandırma aygıtı.
ventricle ven.tri.cle ven'trıkıl isim, anatomi karıncık.
ventriloquism ven.tril.o.juism ventrîl'ıkwîzım isim vantrilokluk.
ventriloquist ven.tril.o.juistisim vantrilok.
venture ven.ture ven'çır isim 1. tehlikeli iş, tehlikeli girişim. 2.
şans işi. 3. ticaret teşebbüs, girişim: joint venture ortak
girişim. fiil 1. tehlikeye atmak: venture one's life
hayatını tehlikeye atmak. 2. göze almak: venture a

1486
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

beating dayağı göze almak. 3. cüret etmek: venture an


objection itiraza cüret etmek.
venturesome ven.ture.somesıfat 1. cüretli, atak, atılgan. 2. rizikolu,
riskli.
venue ven.ue ven'yu isim 1. toplantı yeri. 2. mahkeme yeri. 3.
olay yeri.
Venus Ve.nus vi'nıs isim 1. mitoloji Venüs. 2. gökbilim
Çobanyıldızı, Çulpan, Zühre.
venus's-flytrap ve.nus's-fly.trap vi'nısız.flay'träp isim, botanik
(venus's-flytraps) sinekkapan.
veracity ve.rac.i.ty vıräs'ıti isim 1. dürüstlük, doğruluk. 2.
gerçeklik, doğruluk.
veranda ve.ran.da vırän'dı isim veranda, hayat (üstü kapalı, üç
yanı açık ve evin bir cephesinde boydan boya uzanan
balkon).
verb verb vırb isim, dilbilgisi fiil.
verbal noun isimfiil.
verbal ver.bal vır'bıl sıfat 1. sözlü: verbal contract sözlü
anlaşma. 2. kelimesi kelimesine, harfi harfine: verbal
translation harfi harfine çeviri. 3. dilbilgisi fiile ait, fiil
türünden.
verbalise ver.bal.ise vır'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
verbalize
verbalize ver.bal.ize vır'bılayz fiil sözle ifade etmek.
verbally ver.bal.lyzarf sözlü olarak, ağızdan.
verbatim ver.ba.tim vırbey'tîm zarf kelimesi kelimesine, aynen,
harfi harfine. sıfat kelimesi kelimesine yapılmış, tam.
verbena ver.be.na vırbi'nı isim mineçiçeği, mine.
verbiage ver.bi.age vır'biyîc isim laf kalabalığı.
verbose ver.bose vırbos' sıfat 1. fazlasıyla uzun konuşan veya
yazan. 2. gerekenden çok fazla sözle ifade edilen.
verbosity ver.bos.i.ty vırbas'ıti isim fazlasıyla uzun ifade,
konuşma veya yazma; laf kalabalığı.

1487
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

verdant ver.dant vır'dınt sıfat 1. yeşil, taze. 2. yeşillikli. 3. toy,


pişmemiş.
verdict ver.dict vır'dîkt isim 1. qüri kararı. 2. fikir, kanı. 3.
hüküm, karar.
verdigris ver.di.gris vir'dıgris, vır'dıgrîs isim 1. bakır pası. 2.
bakır yeşili.
verge verge vırc isim 1. sınır, kenar: on the verge of a cliff
uçurumun kenarında. 2. eşik: on the verge of war
savaşın eşiğinde. on the verge of insanity deliliğin
eşiğinde. I was on the verge of leaving when he arrived.
O geldiğinde ben gitmek üzereydim. She is on the verge
of accepting our job offer. İş teklifimizi kabul etmek
üzere. We were on the verge of colliding. Az daha
çarpışacaktık.
verifiable verifiablesıfat gerçekliği kanıtlanabilir.
verification ver.i.fi.ca.tion verıfıkey'şın isim doğrulama,
gerçekleme.
verify ver.i.fy ver'ıfay fiil doğrulamak, gerçeklemek, teyit
etmek, tasdik etmek.
veritable ver.i.ta.ble ver'ıtıbıl sıfat gerçek, hakiki.
vermicelli ver.mi.cel.li vırmısel'i, vırmıçel'i isim tel şehriye.
vermilion ver.mil.ion vırmîl'yın isim 1. al renk, kızıl. 2. sülüğen.
sıfat al, kızıl. fiil sülüğen sürmek.
vermin ver.min vır'mîn isim, çoğul 1. haşarat. 2. fareler;
sıçanlar. 3. haşarat, aşağılık ve zararlı kimseler.
vermouth ver.mouth vırmuth' isim vermut.
vernacular ver.nac.u.lar vırnäk'yılır isim 1. konuşma dili. 2.
anadili. 3. yaşayan dil. 4. ağız, lehçe, dil. sıfat 1.
konuşma diline ait; konuşulan (dil). 2. anadilinin
kullanıldığı; anadilinde yazılan veya söylenen. 3.
konuşma dilinde kullanılan.
vernal equinox bahar noktası, ilkbahar noktası (27 Mart'a rastlayan
ekinoks).
vernal ver.nal vır'nıl sıfat 1. ilkbahara ait. 2. ilkbaharda olan.

1488
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

versatile ver.sa.tile vır'sıtîl sıfat 1. elinden her iş gelen. 2. birçok


işe uygun (alet, makine). 3. çok yönlü.
verse verse vırs isim 1. dize, mısra: the first three verses of
the poem şiirin ilk üç dizesi. 2. koşuk, nazım: in verse
rather than in prose düzyazıdan ziyade koşuk olarak. 3.
ayet: a verse from the Koran Kuran'dan bir ayet.
versify ver.si.fy vır'sıfay fiil 1. şiir haline koymak. 2. şiir ile
ifade etmek. 3. şiir yazmak.
version ver.sion vır'qın, ver'şın isim 1. yorum, anlatış: This
version of what was said in the meeting is incorrect.
Toplantıda söylenenlerin bu yorumu yanlış. 2. çeviri,
tercüme: the English version of that book o kitabın
İngilizce çevirisi. 3. biçim, versiyon: A new version of
this word- processing program recently came on the
market. Son zamanlarda bu kelime işlem programının
yeni bir versiyonu piyasaya çıktı.
vertebra ver.te.bra vır'tıbrı isim, anatomi (vertebrae/vertebras)
omur, vertebra.
vertebrate ver.te.brate vır'tıbreyt, vır'tıbrît sıfat omurgalı. isim
omurgalı hayvan.
vertical ver.ti.cal vır'tîkıl sıfat düşey, dikey. isim 1. düşey
doğru. 2. düşey düzlem.
vertigo ver.ti.go vır'tıgo isim (vertigoes/vertigines) baş
dönmesi.
verve verve vırv isim canlılık.
Very good! İngiliz İngilizcesi Tamam! Very good, sir! Tamam,
efendim.
very late çok geç.
Very truly yours, Saygılarımla,/Hürmetlerimle, (İş mektubunun sonunda
imzadan hemen önce yazılır.).
very ver.y ver'i zarf 1. çok, pek, gayet: very good çok iyi.
very warm pek sıcak. He speaks English very well.
İngilizceyi gayet iyi konuşuyor. 2. tam: You just said
the very opposite. Demin bunun tam tersini söyledin.

1489
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

We have the very same table: Bizde o masanın aynı var.


He used the very same words. Aynı sözcükleri kullandı.
3. en: Give me the very best! Bana en iyisini ver! I did
my very best. Elimden gelen her şeyi yaptım. sıfat He
lives in the very center of the town. Şehrin tam
göbeğinde oturuyor. That's the very thing I'm looking
for. Tam aradığım şey o. At that very moment she was
preparing to leave. Tam o anda gitmeye hazırlanıyordu.
That day he sat in this very chair! O gün işte bu
sandalyede oturdu! The very idea of it thrilled them.
Düşüncesi bile yüreklerini hoplatıyordu. Nitelediği
sözcüğü vurgulamak için kullanılır:
vessel ves.sel ves'ıl isim 1. kap, tas. 2. tekne, gemi. 3. anatomi
damar: blood vessel kan damarı.
vest vest vest isim 1. yelek. 2. İngiliz İngilizcesi atlet
fanilası, atlet. fiil 1. with (yetki, hak v.b.'ni) vermek. 2.
in -e vermek: The Constitution vests legislative power
in the Grand National Assembly. Anayasa yasama
yetkisini Büyük Millet Meclisi'ne veriyor.
vested interest kazanılmış hak. 2. çıkar.
vestibule ves.ti.bule ves'tıbyul isim 1. giriş, antre. 2. vagonlar
arasındaki kapalı geçit.
vestige ves.tige ves'tîc isim iz, eser, işaret.
vestment vest.ment vest'mınt isim 1. resmi elbise. 2. cüppe.
vestry ves.try ves'tri isim 1. giyinme odası. 2. (bazı
kiliselerde) yönetim kurulu.
vet. vet.kısaltma «veteran» veterinarian veterinary
veteran vet.er.an vet'ırın isim 1. eski asker, eski muharip, gazi.
2. (belirli bir alanda) çok tecrübeli kimse. sıfat çok
tecrübeli.
veterinarian vet.er.i.nar.i.an vetırıner'iyın isim veteriner, baytar.
veto power veto hakkı.
veto ve.to vi'to isim veto. fiil veto etmek.

1490
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vex vex veks fiil canını sıkmak, sinirlendirmek, kızdırmak.


vexation vex.a.tionisim 1. sinirlenme, kızma. 2. sinirlendirici
şey, aksilik, sıkıntı.
vexatious vex.a.tioussıfat sinirlendirici, can sıkıcı.
via airmail uçakla.
via vi.a vay'ı, viy'ı edat yolu ile, -den geçerek, üzerinden.
viable vi.a.ble vay'ıbıl sıfat 1. yaşayabilecek durumda olan
(yaratık, organizma). 2. (toplumsal, siyasal veya
ekonomik açıdan) kendi ayakları üzerinde durabilen,
varlığını bağımsız olarak sürdürebilen. 3. gelişip yeni
bir organizmaya dönüşebilecek (tohum, yumurta v.b.).
4. konuşma dili pratik, uygulanabilir.
viaduct vi.a.duct vay'ıd^kt isim viyadük.
vial vi.al vay'ıl isim ufak şişe.
vibrant vi.brant vay'brınt sıfat 1. titrek, titreşimli. 2. canlı,
enerjik. 3. ateşli, coşkun. 4. gür, dolgun (ses).
vibrate vi.brate vay'breyt fiil titremek; titretmek.
vibration vi.bra.tion vaybrey'şın isim titreme, titreşim.
viburnum vi.bur.num vaybır'nım isim, botanik kartopu.
vicar vic.ar vîk'ır isim, Hristiyanlık 1. papaz. 2. vekil.
vicarage vic.ar.ageisim papaza tahsis edilen ev/loqman.
vicarious vi.car.i.ous vayker'iyıs sıfat 1. başkasının yerine
yapılan. 2. başkasının yaşantısına katıldığını hayal
ederek duyulan.
vice squad ahlak zabıtası ekibi.
vice versa vice ver.sa vays' vır'sı, vay'sı vır'sı tersine, aksine. 2.
karşılıklı olarak.
vice vice vays isim 1. kötü alışkanlık: Cigarette smoking is
a vice. Sigara içmek kötü bir alışkanlıktır. 2. ahlaksızlık
(özellikle fuhuş ve uyuşturucu kullanımı veya ticareti).
viceroy vice.roy vays'roy isim (krallığı temsil eden) genel vali.
vicinity vi.cin.i.ty vîsîn'ıti isim dolay, etraf, civar, çevre, havali.
vicious circle kısırdöngü, fasit daire.

1491
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vicious vi.cious vîş'ıs sıfat 1. kötü, pis. 2. şiddetli, sert. 3.


kusurlu, bozuk. 4. ahlakı bozuk. 5. kötü niyetli. 6.
saldırgan, tehlikeli.
victim vic.tim vîk'tîm isim kurban: victims of war savaş
kurbanları.
victimise vic.tim.ise vîk'tîmayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
victimize
victimize vic.tim.ize vîk'tîmayz fiil 1. hile ile soymak, aldatmak.
2. gadretmek, zulmetmek.
victor vic.tor vîk'tır isim galip, fatih.
victorious vic.to.ri.ous vîktôr'iyıs sıfat galip, utkulu, muzaffer.
victory vic.to.ry vîk'tıri isim 1. zafer, yengi, utku. 2. başarı.
victual vict.ual vît'ıl isim 1. yiyecek. 2. çoğul erzak; yemek;
kumanya. fiil (victualed/victualled,
victualing/victualling) erzak sağlamak.
video vid.e.o vîd'iyo isim, sıfat video.
videotape vid.e.o.tape vîd'iyoteyp isim videoteyp.
vie vie vay fiil (vied, vying) 1. with ile yarışmak, ile
rekabet etmek: They were vying with each other for the
championship. Şampiyonluk için birbirleriyle
yarışıyorlardı.
Vietnam Vi.et.nam viyetnam', viyetnäm' isim Vietnam.
Vietnamese Vi.et.nam.ese viyetnımiz' isim (Vietnamese) 1.
Vietnamlı. 2. Vietnamca. sıfat 1. Vietnam, Vietnam'a
özgü. 2. Vietnamca. 3. Vietnamlı.
view view vyu isim 1. bakış: point of view bakış açısı. 2.
görüş, fikir, düşünce: exchange of views fikir alışverişi.
3. görünüm, manzara: This house has a wonderful view
of the Bosporus. Bu evin harika bir Boğaz manzarası
var. 4. maksat, amaç: with a view to maksadıyla,
amacıyla.
viewpoint view.point vyu'poynt isim bakış açısı, görüş açısı.
vigil vig.il vîc'ıl isim 1. uyanık kalma. 2. gece nöbet tutma.
3. çoğul arife gecesi yerine getirilen ibadetler.

1492
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vigilance vig.i.lanceisim uyanıklık, dikkat, ihtiyat.


vigilant vig.i.lantsıfat uyanık, tetikte, tedbirli.
vigor vig.or vîg'ır isim kuvvet, dinçlik, gayret, enerqi.
vigorous vig.or.oussıfat kuvvetli, etkin, dinç, gayretli, enerqik.
vigour vig.our vîg'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız vigor
vile vile vayl sıfat 1. iğrenç, berbat, pis. 2. aşağılık, alçak,
rezil. 3. konuşma dili kötü, berbat: vile weather berbat
hava.
vilify vil.i.fy vîl'ıfay fiil 1. -e alenen iftira etmek, -i açıktan
açığa karalamak. 2. -in saygınlığına zarar vermek; -in
saygınlığını azaltmak.
villa vil.la vîl'ı isim yazlık köşk, villa.
village vil.lage vîl'îc isim 1. köy. 2. köy halkı.
villain vil.lain vîl'ın isim 1. kötü adam; hain. 2. edebiyat kötü
adam. 3. problem yaratan şey veya durum.
villainous vil.lain.oussıfat 1. alçak, hain. 2. çok kötü, berbat.
villainy vil.lainyisim alçaklık, hainlik.
vindicate vin.di.cate vîn'dıkeyt fiil 1. haklı çıkarmak, temize
çıkarmak. 2. kanıtlamak.
vindication vin.di.ca.tionisim 1. haklı çıkarma, temize çıkarma. 2.
kanıtlama.
vindictive vin.dic.tive vîndîk'tîv sıfat kinci; intikamcı.
vine vine vayn isim asma, üzüm kütüğü.
vinegar vin.e.gar vîn'îgır isim sirke.
vinegary vin.e.garysıfat sirke gibi.
vineyard vine.yard vîn'yırd isim bağ, üzüm bağı.
vintage year kaliteli şarabın elde edildiği yıl. 2. başarılı yıl.
vintage vin.tage vîn'tîc isim bağbozumu. sıfat 1. belirli bir yılın
ürünü olan (şarap). 2. kaliteli. 3. iyi, seçkin.
viola vi.o.la viyo'lı isim, müzik viyola.
violate vi.o.late vay'ıleyt fiil 1. bozmak, çiğnemek: violate an
agreement bir anlaşmayı bozmak. 2. -in ırzına geçmek,
-i kirletmek, -e tecavüz etmek: violate a woman bir

1493
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kadının ırzına geçmek. 3. -in kutsallığını bozmak:


violate an altar bir sunağın kutsallığını bozmak.
violation vi.o.la.tion vayıley'şın isim 1. bozma, ihlal. 2. tecavüz,
ırzına geçme.
violence vi.o.lence vay'ılıns isim 1. şiddet, sertlik. 2. zor, cebir.
3. zorbalık.
violent vi.o.lent vay'ılınt sıfat sert, şiddetli, zorlu.
violet vi.o.let vay'ılît isim 1. menekşe. 2. menekşe rengi. sıfat
menekşe renkli, menekşe rengi, menekşe.
violin vi.o.lin vayılîn' isim keman.
violinist vi.o.lin.istisim kemancı, viyolonist.
violist vi.o.list viyol'îst isim viyolacı.
viper vi.per vay'pır isim 1. engerek. 2. yılan gibi hain kimse.
viral vi.ral vay'rıl sıfat, tıbbi viral, virüsün yol açtığı.
virgin vir.gin vır'cîn isim bakire, kız. sıfat 1. bakire. 2.
bakireye özgü. 3. kullanılmamış, dokunulmamış. 4.
işlenmemiş: virgin soil işlenmemiş toprak. 5. el
değmemiş, bakir: virgin forest bakir orman, balta
girmemiş orman.
virginal vir.gin.alsıfat 1. bakireye özgü. 2. el değmemiş, bakir.
virginity vir.gin.i.ty vırcîn'ıti isim bakirelik, kızlık.
Virgo Vir.go vır'go isim 1. gökbilim Başak takımyıldızı. 2.
astroloji Başak burcu.
virile vir.ile vîr'ıl sıfat 1. erkekçe. 2. güçlü.
virility vi.ril.i.tyisim 1. erkeklik. 2. cinsel güç, iktidar. 3.
mertlik.
virtual vir.tu.al vır'çuwıl sıfat gerçekte etkili olan, fiili, gerçek,
asıl; gayri resmi.
virtually vir.tu.al.lyzarf neredeyse, hemen hemen.
virtue vir.tue vır'çu isim 1. erdem, fazilet: Humility is the
essence of virtue. Alçakgönüllülük erdemin özüdür. 2.
meziyet: One of the virtues of this type of printer is its
speed. Bu tip yazıcının meziyetlerinden biri hızıdır. 3.
yarar, fayda, avantaq: There's virtue in knowing a

1494
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

second language in today's world. Günümüzde ikinci


bir dil bilmekte yarar var. 4. yararlı özellik, değerli
özellik, önemli özellik: One of the virtues of married
life is companionship. Evlilik yaşamının önemli
özelliklerinden biri arkadaşlıktır. 5. güç. 6. iffet.
virtuoso vir.tu.o.so vırçuwo'so isim (virtuosos/virtuosi) virtüöz.
virtuous vir.tu.ous vır'çuwıs sıfat 1. erdemli, faziletli. 2. iffetli,
namuslu.
virtuously vir.tu.ous.lyzarf erdemli bir şekilde.
virtuousness vir.tu.ous.nessisim erdemlilik.
virulent vir.u.lent vîr'yılınt sıfat 1. çok zehirli, çok tehlikeli,
öldürücü. 2. kötücül.
virus vi.rus vay'rıs isim virüs.
visa vi.sa vi'zı isim vize.
vis-à-vis vis-à-vis vizıvi' zarf karşı karşıya. edat 1. ile
karşılaştırıldığında; -e göre. 2. -in karşısında.
viscosity vis.cos.i.ty vîskas'ıti isim viskozite.
viscous vis.cous vîs'kıs sıfat yapışkan, ağdalı.
visé vi.sé vi'zey, vizey' isim bakınız visa
vise vise vays isim mengene.
visibility vis.i.bil.i.tyisim 1. görünürlük. 2. görüş uzaklığı.
visible vis.i.ble vîz'ıbıl sıfat 1. görülebilir, görünür. 2. açık,
belli, gözle görülebilir.
visibly visiblyzarf gözle görülür bir şekilde, farkedilir bir
şekilde.
vision vi.sion vîq'ın isim 1. görme; görüş: The operation
restored his vision. Ameliyat yeniden görmesini
sağladı. field of vision görüş alanı. 2. öngörü. 3. önsezi.
4. hayal gücü, imgelem. 5. hayal, düş, rüya. 6. çok güzel
kimse veya şey: That woman is a vision. O kadın çok
güzel.
visionary vi.sion.ar.y vîq'ıneri sıfat 1. hayali, düşsel. 2. hayalci,
hayalperest. 3. öngörülü. 4. önsezili. isim 1. hayalci,
hayalperest. 2. öngörülü kimse. 3. önsezili kimse.

1495
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

visit vis.it vîz'ît fiil 1. ziyaret etmek, görmeye gitmek. 2.


(doktor) (hastayı) muayeneye gitmek, yoklamak. 3. -e
misafir olmak: I'm going to visit my friends in London
for a day or two. Bir iki gün Londra'daki arkadaşlarıma
misafir olacağım. 4. sık sık gitmek, dadanmak: The
mayor is known to visit bars and gambling houses.
Belediye başkanının meyhanelere ve kumarhanelere sık
sık gittiği bilinir. 5. konuşma dili with ile sohbet etmek.
isim 1. ziyaret. 2. misafirlik. 3. tıbbi vizite. 4. konuşma
dili sohbet.
visitation vis.i.ta.tion vîzıtey'şın isim 1. ziyaret. 2. felaket, bela.
visiting card kartvizit.
visiting day kabul günü.
visiting vis.it.ing vîz'îtîng sıfat ziyaret eden.
visitor vis.i.tor vîz'îtır isim 1. konuk, misafir, ziyaretçi. 2.
turist.
visor vi.sor vay'zır, vîz'ır isim güneşlik, siperlik, siper.
vista vis.ta vîs'tı isim manzara, görünüm.
visual arts görsel sanatlar.
visual vis.u.al vîq'uwıl sıfat 1. görmeye ait, görsel. 2.
görülebilir.
visualise vis.u.al.ise wîq'uwılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
visualize
visualize vis.u.al.ize wîq'uwılayz fiil hayalinde canlandırmak,
gözünün önüne getirmek.
vital statistics doğum ve ölüm istatistikleri.
vital vi.tal vay'tıl sıfat 1. yaşamsal, hayati. 2. yaşam için
gerekli. 3. canlı. 4. dirimsel. 5. çok önemli.
vitalise vi.tal.ise vay'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
vitalize
vitality vi.tal.i.ty vaytäl'ıti isim 1. yaşama gücü. 2. canlılık,
dirilik, enerji. 3. dayanma gücü.
vitalize vi.tal.ize vay'tılayz fiil canlandırmak, güç vermek.
vitally vi.tal.lyzarf son derece, çok.

1496
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vitamin vi.ta.min vay'tımîn isim vitamin.


vitiate vi.ti.ate vîş'iyeyt fiil 1. bozmak, kirletmek. 2. etkisini
azaltmak. 3. bozmak, geçersizleştirmek.
viticulture vit.i.cul.ture vît'ık^lçır, vay'tık^lçır isim bağcılık.
viticulturist viticulturistisim bağcı.
vitreous vit.re.ous vît'riyıs sıfat 1. cam türünden. 2. camdan
yapılmış. 3. camsı, cama benzer.
vitriol vit.ri.ol vît'riyıl isim, kimya 1. sülfürik asit; zaç. 2.
herhangi bir maden sülfatı. 3. iğneleyici söz veya yazı.
vituperate vi.tu.per.ate vaytu'pıreyt fiil sövüp saymak, şiddetle
azarlamak.
vituperation vi.tu.per.a.tionisim sövüp sayma.
viva vi.va vi'vı, vi'va ünlem Yaşa!/Çok yaşa!
vivacious vi.va.cious vîvey'şıs, vayvey'şıs sıfat canlı, hayat dolu,
neşeli, şen.
vivaciousness vi.va.cious.nessisim bakınız vivacity
vivacity vi.vac.i.ty vîväs'ıti isim canlılık, neşelilik.
vivid viv.id vîv'îd sıfat 1. parlak: a vivid color parlak bir
renk. 2. canlı, hayat dolu, etkili: a vivid description
canlı bir betim. 3. kuvvetli, canlı: a vivid imagination
kuvvetli bir hayal gücü.
vivify viv.i.fy vîv'ıfay fiil canlandırmak.
vixen vix.en vîk'sın isim 1. dişi tilki. 2. şirret kadın, huysuz
kadın.
vizier vi.zier vîzir', vîz'yır isim vezir.
vizierial vi.zierialsıfat 1. vezire ait. 2. vezir tarafından verilen.
vizor vi.zor vay'zır, vîz'ır isim bakınız visor
Vlach Vlach vlak isim Valak, Vlak.
V-necked V-necked vi'nekt sıfat V yakalı, V yaka.
vocabulary vo.cab.u.lar.y vokäb'yıleri isim 1. sözcük hazinesi, söz
dağarcığı, kelime hazinesi, bir kimsenin kullandığı
sözcükler. 2. bir dilde bulunan bütün sözcükler. 3. ek
sözlük, lügatçe.
vocal cords anatomi ses telleri/kirişleri.

1497
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vocal music müzik vokal müzik.


vocal vo.cal vo'kıl sıfat 1. insan sesine ait. 2. konuşkan. 3.
müzik vokal.
vocalise vo.cal.ise vo'kılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
vocalize
vocalist vo.cal.istisim şarkıcı, okuyucu.
vocalization vo.cal.i.za.tionisim 1. seslendirme. 2. fonetik
ünlüleşme.
vocalize vo.cal.ize vo'kılayz fiil 1. seslendirmek, sesli duruma
getirmek. 2. fonetik ünlüye dönüştürmek.
vocation vo.ca.tion vokey'şın isim 1. Allahın çağrısına uyarak
yapılan görev veya iş. 2. Allahtan bir göreve çağrı. 3.
meslek, görev, iş. 4. (belirli bir işe yönelik ve
yaradılıştan gelen) istidat: She's no vocation for that
job. O işe hiç istidadı yok.
vocational guidance mesleki rehberlik, meslek kılavuzluğu.
vocational school meslek okulu.
vocational vo.ca.tion.alsıfat mesleki, mesleğe ilişkin.
vociferous vo.cif.er.ous vosîf'ırıs sıfat 1. çok gürültülü bir şekilde
konuşan, çok bağıran: He was vociferous in his
complaints. Şikâyetlerini bağırarak söyledi. 2. bağırarak
söylenen.
vodka vod.ka vad'kı isim votka.
vogue vogue vog isim 1. moda. 2. rağbet.
voice voice voys isim 1. ses, seda: the human voice insan
sesi. 2. söz hakkı, konuşma yetkisi: The workers want a
voice in the company's management. İşçiler şirketin
yönetiminde söz sahibi olmak istiyorlar. 3. dilbilgisi
çatı: active voice etken çatı. passive voice edilgen çatı.
4. sözcü. fiil 1. anlatmak, ifade etmek, dile getirmek. 2.
ses tellerini titreştirerek oluşturmak; ötümlüleştirmek.
voiced voicedsıfat 1. sesli. 2. sesle ifade edilmiş, dile
getirilmiş. 3. ötümlü, titreşimli.

1498
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

voiceless voice.lesssıfat 1. sessiz. 2. ötümsüz, titreşimsiz. 3. söz


hakkı olmayan. 4. dilsiz.
void of -siz, -den yoksun, -den mahrum.
void void voyd sıfat 1. hükümsüz, geçersiz. 2. boş, hali,
ıssız. 3. yararsız, faydasız. isim 1. boşluk. 2. boş yer. fiil
1. hükümsüz kılmak. 2. iptal etmek. 3. boşaltmak. 4.
bırakmak, terketmek. 5. çıkarmak, atmak.
Voivodina Voi.vo.di.na voy'vıdinı isim Voyvodina.
vol. vol.kısaltma «volcano» volume volunteer
volatile vol.a.tile val'ıtıl sıfat 1. uçucu (madde). 2. patlamaya
hazır (durum). 3. havai, değişken; istikrarsız; çabuk
etkilenip aniden değişebilen.
volcanic cone yanardağ konisi.
volcanic vol.can.ic valkän'îk sıfat yanardağa özgü; yanardağ
gibi; volkanik.
volcano vol.ca.no valkey'no isim (volcanoes/volcanos)
yanardağ, volkan.
volition vo.li.tion volîş'ın isim irade.
volley vol.ley val'i isim 1. yaylım ateşi. 2. yağmur: a volley of
juestions soru yağmuru. a volley of protests protesto
yağmuru. 3. kriket vole.
volleyball vol.ley.ball val'ibôl isim voleybol.
volt volt volt isim volt.
voltage volt.ageisim voltaq.
voltmeter volt.me.ter volt'mitır isim voltölçer, voltmetre.
voluble vol.u.ble val'yıbıl sıfat konuşkan.
volume vol.ume val'yum, val'yım isim 1. hacim, oylum:
volume of a sphere kürenin hacmi. 2. ses gücü: Turn
up/down the volume of your radio. Radyonun sesini
yükselt/kıs. 3. miktar, sayı: Our accounts show that the
volume of our sales has increased. Hesaplarımız
satışlarımızın yükseldiğini gösteriyor. 4. cilt: The
complete set consists of twelve volumes. Tam takım on
iki ciltten oluşuyor.

1499
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

volumetric flask balonjoje, ölçü toparı.


volumetric vol.u.met.ric valyımet'rîk sıfat hacim ölçümüyle ilgili;
hacim ölçmeye yarayan.
voluminous vo.lu.mi.nous vılu'mınıs sıfat 1. hacimli, pek büyük,
muazzam: a voluminous building muazzam bir bina. 2.
çok miktarda, pek çok: voluminous records çok
miktarda kayıt. 3. bol, çok geniş.
voluntarily vol.un.tari.lyzarf isteyerek, kendi iradesiyle, gönüllü
olarak.
voluntary vol.un.tar.y val'ınteri sıfat 1. isteyerek yapılan, isteğe
bağlı, kendiliğinden yapılan; ihtiyari: He made a
voluntary confession of his crime. Suçunu
kendiliğinden itiraf etti. voluntary effort isteyerek
gösterilen çaba. In some countries military service is
voluntary, not compulsory. Bazı ülkelerde askerlik
isteğe bağlı, zorunlu değil. 2. gönüllü: voluntary service
gönüllü hizmet. 3. istemli: voluntary and involuntary
bodily movements istemli ve istemsiz bedensel
hareketler. 4. gönüllülerin emek ve bağışlarıyla
desteklenen (kurum). 5. bile bile yapılan: His rudeness
was voluntary. Bile bile kabalık etti.
volunteer vol.un.teer valıntîr' isim 1. gönüllü, bir işi gönüllü
olarak üstlenen kimse. 2. gönüllü asker. sıfat
gönüllülerden oluşan, gönüllü. fiil 1. kendiliğinden
teklif etmek. 2. gönüllü olmak.
voluptuous vo.lup.tu.ous vıl^p'çuwıs sıfat 1. cinsel istek uyandıran;
buram buram cinsiyet kokan. 2. bedensel istekleri
tatmin eden. 3. çok haz veya keyif veren; haz, sefa veya
keyif dolu. 4. keyfine son derece düşkün; zevküsefaya
düşkün.
vomit vom.it vam'ît fiil 1. kusmak, çıkarmak. 2. (yanardağ)
(magma v.b.'ni) püskürtmek. isim 1. kusma. 2. kusmuk.
voracious reader kitap okumaya doymayan okuyucu.

1500
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

voracious vo.ra.cious vôrey'şıs sıfat doymaz, doymak bilmez,


obur: He has a voracious appetite for chocolate.
Çikolataya doyamıyor.
vortex vor.tex vôr'teks isim (vortexes/vortices) anafor, burgaç,
çevri.
vote against -in aleyhinde oy vermek.
vote for -in lehinde oy vermek.
vote of confidence güvenoyu.
vote of no confidence güvensizlik oyu.
vote someone in birine oy vererek göreve getirmek.
vote someone out birine oy vermeyerek görevden uzaklaştırmak.
vote something down aleyhinde oy kullanarak bir şeye engel olmak.
vote vote vot isim 1. oy, rey. 2. oy hakkı. fiil oy vermek:
Everyone is obliged to vote in these elections. Bu
seçimlerde herkes oy vermek zorunda.
voter voterisim seçmen.
vouch vouch vauç fiil 1. for -i doğrulamak, -i teyit etmek. 2.
for -i garanti etmek. 3. for -e kefil olmak.
voucher vouch.er vau'çır isim 1. kefil. 2. makbuz; fiş; belge.
vouchsafe vouch.safe vauçseyf' fiil lütfedip yapmak veya vermek.
vow vow vau isim 1. yemin, ant. 2. adak. fiil yemin etmek,
ant içmek.
vowel harmony ünlü uyumu.
vowel vow.el vau'wıl isim 1. ünlü, sesli. 2. sesli harf.
voyage voy.age voy'îc isim deniz yolculuğu; sefer.
V-shaped V-shaped vi'şeypt sıfat V şeklinde.
vulcanise vul.can.ise v^l'kınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
vulcanize
vulcanize vul.can.ize v^l'kınayz fiil (kauçuğu) vulkanize etmek.
vulcanized vul.can.izedsıfat vulkanize.
vulg. vulg.kısaltma vulgar
vulgar fraction bayağı kesir.
vulgar vul.gar v^l'gır sıfat 1. müstehcen, edebe aykırı. 2. adi,
bayağı; görgüsüz.

1501
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

vulgarism vul.gar.ismisim 1. amiyane söz. 2. müstehcen söz.


vulgarity vul.gar.i.ty v^lger'ıti isim 1. müstehcenlik. 2. adilik,
bayağılık; görgüsüzlük.
vulnerability vul.ner.a.bil.i.ty v^lnırıbîl'ıti isim saldırı veya tenkide
açık/maruz olma.
vulnerable point zayıf nokta.
vulnerable vul.ner.a.ble v^l'nırıbıl sıfat saldırı veya tenkide
açık/maruz olan.
vulture vul.ture v^l'çır isim akbaba.
vulva vul.va v^l'vı isim, anatomi (vulvae/vulvas) ferç, vulva.
vv. vv.kısaltma verses
W. W.kısaltma «Wednesday» West Western
W.C. W.C. d^b'ılyu.si' kısaltma water closet
wacko wack.o wäk'o sıfat, konuşma dili kaçık, çılgın, çatlak.
isim, konuşma dili kaçık, çılgın veya çatlak kimse.
wacky wack.y wäk'i sıfat, konuşma dili kaçık, çılgın, çatlak.
wad wad wad isim 1. tomar: a wad of money bir tomar para.
2. konuşma dili çok/bir deste para. 3. topak. 4. tıkaç,
tapa. 5. tüfek sıkısı. fiil (wadded, wadding) 1. tıkaç
koymak. 2. tomar haline getirmek.
waddle wad.dle wad'ıl fiil badi badi yürümek, paytak paytak
yürümek. isim badi badi yürüyüş.
wade into konuşma dili -e hemen girişmek.
wade through (sığ su veya çamur) içinden yürüyerek geçmek. 2. ağır
ağır ve güçlükle ilerlemek. 3. zorla tamamlamak.
wade wade weyd fiil 1. sığ su veya çamurda yürümek. 2. sığ
suda oynamak.
wafer wa.fer wey'fır isim ince bisküvi.
waffle iron gofre ızgarası.
waffle waf.fle waf'ıl fiil, konuşma dili 1. (on) abuk
sabuk/saçma sapan konuşmak. 2. kem küm ederek
görüşünü açıkça belirtmekten kaçınmak; kem küm
ederek belirli bir tarafı desteklemekten kaçınmak. isim,
konuşma dili abuk sabuk laflar.

1502
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

waft waft wäft, waft fiil (rüzgâr veya dalga) sürüklemek;


(rüzgâr veya dalgayla) sürüklenmek. isim 1. hafif koku.
2. hafif esinti.
wag wag wäg fiil (wagged, wagging) sallamak; sallanmak.
isim sallama.
wage earner isim ücretli.
wage freeze ücretlerin dondurulması.
wage rise ücret artışı.
wage war against -e karşı/ile savaşmak.
wage war on -e karşı/ile savaşmak.
wage war with -e karşı/ile savaşmak.
wage wage weyc isim ücret.
wager wa.ger wey'cır isim bahis. fiil bahse girmek.
wages wagesisim ücret: daily wages yevmiye, gündelik.
weekly wages haftalık.
wageworker isim ücretli.
waggle wag.gle wäg'ıl fiil sallanmak; sallamak. isim sallayış;
sallanış.
waggon wag.gon wäg'ın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız wagon
wagon wag.on wäg'ın isim 1. dört tekerlekli yük arabası. 2.
dört tekerlekli, üstü açık oyuncak araba. 3. İngiliz
İngilizcesi yük vagonu.
waif waif weyf isim 1. kimsesiz çocuk. 2. sahipsiz hayvan
veya eşya.
wail wail weyl fiil 1. feryat etmek. 2. (rüzgâr) uğuldamak,
inlemek. isim 1. feryat. 2. inilti.
wainscot wain.scot weyn'skıt isim, mimarlık 1. tahta lambri. 2.
lambri. 3. eteklik, yarım lambri, alçak lambri. fiil 1.
lambri kaplamak. 2. eteklik/yarım lambri kaplamak.
wainscoting wain.scot.ingisim 1. eteklik, yarım lambri, alçak
lambri. 2. lambri.
waist waist weyst isim 1. bel. 2. bir şeyin orta kısmındaki
girinti. 3. kadın elbisesinin üst kısmı. 4. bluz. 5.
geminin orta kısmı, bel.

1503
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

waistband waist.band weyst'bänd isim (etek, pantolon v.b.'nde)


bel, kemer.
waistcoat waist.coat weyst'kot, wes'kıt isim, İngiliz İngilizcesi
yelek.
waistline waist.line weyst'layn isim 1. bel. 2. bel genişliği.
Wait a little. Biraz bekle.
Wait a minute! Bir dakika!
wait at table İngiliz İngilizcesi servis yapmak.
wait in ambush pusuda beklemek.
wait on someone hand and foot birinin etrafında dört dönmek.
wait on table servis yapmak.
wait on -e hizmet etmek. 2. -e servis yapmak. 3. -in ziyaretine
gitmek.
wait tables garsonluk yapmak.
wait up for someone yatmayıp birini beklemek.
wait wait weyt fiil 1. (for) -i beklemek: I am waiting for my
wife. Karımı bekliyorum. Wait your turn. Sıranı bekle.
Wait here. I'll be right back. Burada bekle. Hemen
döneceğim. 2. durmak, kalmak: Wait! Let's go together.
Dur! Birlikte gidelim. 3. bekletmek: Don't wait supper
for me. Yemek için benim gelmemi bekleme. isim
bekleme, bekleyiş.
waiter wait.er wey'tır isim garson.
waiting list yedek liste, bekleyenler listesi.
waiting room bekleme odası/salonu.
waitress wait.ress weyt'rîs isim kadın garson.
waive waive weyv fiil 1. -den vazgeçmek, -den feragat etmek.
2. -i ertelemek.
waiver waiv.er wey'vır isim, hukuk feragat.
wake wake weyk fiil (woke/waked, waked/woken) 1. (up)
uyanmak. 2. (up) -i uyandırmak. 3. canlandırmak: wake
painful memories acı anıları canlandırmak.
wakeful wake.ful weyk'fıl sıfat 1. uyanık, tetikte olan. 2.
uykusuz.

1504
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wakefulness wake.ful.nessisim uyanıklık.


waken wak.en wey'kın fiil 1. uyandırmak; uyanmak. 2.
uyarmak, ikaz etmek.
Walach Wal.ach wal'ık isim bakınız Vlach
Walachia Wa.la.chi.a wıley'kiyı isim bakınız Wallachia
Wales Wales weylz isim Galler Ülkesi.
walk away from -i rahatlıkla yenmek, -i kolayca geçmek. 2. (kazadan)
ucuz kurtulmak.
walk away with -i kazanmak. 2. -i yürütmek, -i çalmak.
walk file tek sıra yürümek.
walk for two miles iki mil yürümek.
walk in one's sleep uykuda gezmek.
walk in içeri girmek.
walk of life (toplumsal) sınıf, kesim: People from every walk of life
were there. Orada her kesimden insan vardı.
walk off with -i kazanmak. 2. -i yürütmek, -i çalmak.
walk off çekip gitmek.
walk on air (sevincinden) ayakları yere değmemek.
walk out on -i terketmek.
walk out çekip gitmek. 2. greve gitmek.
walk over -i kolayca yenmek.
walk the streets sokaklarda sürtmek. 2. sokak sokak dolaşmak.
walk the wards viziteye çıkmak.
walk walk wôk fiil 1. yürümek, yürüyerek gitmek: I walked
all the way from Beşiktaş to Bebek. Beşiktaş'tan ta
Bebek'e kadar yürüdüm. I didn't come by car; I walked.
Arabayla gelmedim; yürüyerek geldim. 2. dolaşmak,
gezmek: She went out to walk in the park. Parkta
dolaşmaya çıktı. 3. dolaştırmak, gezdirmek: He is
walking the dog in the garden. Köpeği bahçede
gezdiriyor. He is walking the visitors through the
factory. Konuklara fabrikayı gezdiriyor. isim 1. yürüme,
gezme. 2. yürüyüş, gezinti. 3. yürüyüş (tarzı). 4. yol: I

1505
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

came by foot; it was a long walk. Yürüyerek geldim;


yol uzundu. 5. (bahçede taş veya beton) yol.
walkie-talkie walk.ie-talk.ie wô'kitô'ki isim telsiz telefon.
walking dictionary canlı sözlük.
walking papers konuşma dili işten kovulma kâğıdı.
walking stick baston.
walking walk.ing wô'kîng isim 1. gezme, yürüme. 2. yürüyüş
(tarzı).
walk-on walk-on wôk'an isim, tiyatro önemsiz rol.
walkout walk.out wôk'aut isim, konuşma dili grev.
walkover walk.o.ver wôk'ovır isim kolay kazanılan yarış.
walkup walk.up wôk'^p sıfat, konuşma dili asansörsüz. isim,
konuşma dili asansörsüz bina veya daire.
walky-talky walk.y-talk.y wô'kitô'ki isim bakınız walkie-talkie
wall plug elektrik duvar prizi.
wall wall wôl isim 1. duvar. 2. sur: the walls of the old city
eski kentin surları. fiil etrafına duvar çekmek.
Wallach Wal.lach wal'ık isim bakınız Vlach
Wallachia Wal.la.chia wıley'kiyı isim (bölge olarak) Eflak.
Wallachian isim 1. Eflak, Eflak halkından bir kimse. 2. bakınız
Vlach sıfat Eflak.
wallet wal.let wal'ît isim cüzdan, para cüzdanı.
wallflower wall.flow.er wôl'flauwır isim 1. sarışebboy. 2. konuşma
dili dansa kaldırılmadığı için bir kenarda kalan kadın.
wallop wal.lop wal'ıp fiil, konuşma dili dayak atmak, dövmek,
pataklamak. isim dayak.
walloping wal.lop.ingsıfat, konuşma dili çok büyük, muazzam.
wallow wal.low wal'o fiil 1. (in) (çamur, su v.b. içinde)
yuvarlanmak, ağnamak. 2. in içinde yüzmek: wallow in
wealth servet içinde yüzmek. isim 1. (çamur, su v.b.
içinde) yuvarlanma, ağnama. 2. hayvanın yuvarlandığı
çamurlu yer.
wallpaper wall.pa.per wôl'peypır isim duvar kâğıdı.
wall-to-wall wall-to-wall wôl'tıwôl' sıfat duvardan duvara.

1506
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

walnut grove cevizlik.


walnut wal.nut wôl'n^t isim 1. ceviz. 2. ceviz ağacı. 3. cevizin
kerestesi. 4. ceviz rengi.
walrus wal.rus wôl'rıs isim, zooloji (walrus/walruses) mors.
waltz through -i kolayca başarmak.
waltz waltz wôlts isim vals. fiil vals yapmak.
wan wan wan sıfat solgun, benzi sararmış.
wand wand wand isim 1. değnek. 2. asa.
wander around dolaşmak. 2. başıboş dolaşmak.
wander off (başkalarından ayrılarak) kendi başına dolaşmak.
wander wan.der wan'dır fiil 1. dolaşmak, gezinmek. 2. (from) -
den ayrılmak: wander from the subject at hand ele
alınan konudan ayrılmak.
wanderer wan.der.erisim başıboş dolaşan kimse.
wandering Jew telgrafçiçeği.
wandering wan.der.ing wan'dırîng sıfat başıboş dolaşan/gezen.
wanderlust wan.der.lust wan'dırl^st isim yolculuk tutkusu.
wane wane weyn fiil 1. azalmak, eksilmek, zayıflamak. 2.
batmak, sönmek. 3. sonuna yaklaşmak.
wangle wan.gle wäng'gıl fiil, konuşma dili hileyle elde etmek,
sızdırmak, koparmak: He's trying to wangle money out
of me. Benden para sızdırmaya çalışıyor.
wank wank wänk fiil, İngiliz İngilizcesi, kaba otuz bir
çekmek, mastürbasyon yapmak. isim, kaba otuz bir,
otuz bir çekme, mastürbasyon.
want ad konuşma dili küçük ilan.
want for - e ihtiyacı olmak, -e ihtiyaç duymak.
Want to bet? Bahse girer misin?
want want want, wônt fiil 1. istemek, arzu etmek: What do
you want? Ne istiyorsunuz? 2. istemek, -e ihtiyacı
olmak: This house wants looking after. Bu evin bakıma
ihtiyacı var. 3. -meli: You want to see a doctor as soon
as possible. Bir an önce doktora gitmelisin. 4.

1507
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

gerekmek, lazım olmak: This work wants to be done


with care. Bu işin özenle yapılması gerekiyor.
wanton wan.ton wan'tın sıfat 1. ahlaksız, iffetsiz: a wanton
woman ahlaksız bir kadın. 2. nedensiz: a wanton attack
nedensiz bir saldırı. isim 1. ahlaksız kimse. 2. serkeş.
war clouds savaş bulutları.
war correspondent savaş muhabiri.
war crime savaş suçu.
war criminal savaş suçlusu.
war cry savaş narası.
war game askeri savaş oyunu.
war god savaş tanrısı.
war of nerves sinir harbi.
war war wôr isim 1. savaş, harp, muharebe. 2. mücadele.
fiil (warred, warring) 1. (against/with) (ile) savaş
halinde olmak. 2. (against/with) (ile) savaşmak,
mücadele etmek.
warble war.ble wôr'bıl fiil ötmek, şakımak. isim 1. kuş ötüşü.
2. nağme, ezgi.
ward off (darbeyi) engellemek, savuşturmak, etkisiz hale
getirmek, (darbenin) etkisini azaltmak; (darbeden)
korunmak. 2. (kötü bir şeyi) defetmek, savmak.
ward ward wôrd isim 1. koğuş: hospital ward hastane
koğuşu. 2. bölge, semt: city ward kentin semtlerinden
biri. 3. hukuk vesayet altında bulunan kimse. fiil
bakınız ward off
warden war.den wôr'dın isim 1. hapishane müdürü. 2. memur;
görevli: game warden (resmi) av bekçisi. air-raid
warden hava alarm görevlisi.
wardrobe ward.robe wôrd'rob isim 1. bir kimsenin tüm giysileri,
gardırop. 2. gardırop, giysi dolabı. 3. tiyatro kostümleri.
wards -wardssonek bakınız -ward
wardship ward.ship wôrd'şîp isim vasilik, vesayet.

1508
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

warehouse ware.house wer'haus isim depo, ambar. fiil -i


depoya/ambara koymak.
wares wares werz isim, çoğul satılık mallar.
warfare war.fare wôr'fer isim 1. savaş, harp. 2. mücadele.
warhead war.head wôr'hed isim (büyük bir mermiye ait) başlık:
nuclear warhead nükleer başlık.
war-horse war-horseisim 1. savaş atı. 2. çok tecrübeli biri, eski
kurt, eski tüfek. 3. (sık sık veya fazlasıyla icra edildiği
için) artık eskisi gibi etki uyandırmayan bir sanat eseri.
warlike war.like wôr'layk sıfat 1. savaşçı, cenkçi. 2. savaşa ait,
askeri. 3. savaşla tehdit eden.
warm warm wôrm sıfat 1. ılık. 2. sıcak (hava): warm front
sıcak hava kütlesi. 3. ısıtan, sıcak tutan (giysi, battaniye
v.b.). 4. candan, hararetli, sıcak: a warm welcome sıcak
bir karşılama. 5. yüreği sıcak, sevgi dolu; cana yakın,
samimi (kimse). 6. sıcakkanlı. 7. sıcak (renk). fiil 1.
(up) ısıtmak, kızdırmak; ısınmak: Please warm this
milk. Lütfen bu sütü ısıtın. The weather is warming up.
Hava ısınıyor. 2. to/towards -e ısınmak, -e alışmak: He
is warming to the work. İşe ısınıyor. 3. up (yarışmadan
önce) hafif idman yapmak. 4. up (konser veya temsilden
önce) son bir hazırlık yapmak. 5. up canlanmak,
kızışmak, coşmak: The discussion is warming up.
Tartışma canlanıyor.
warm-blooded warm-blood.ed wôrm'bl^d'îd sıfat 1. zooloji sıcakkanlı.
2. enerjik. 3. tutkulu.
warmhearted warm.heart.ed wôrm'har'tîd sıfat 1. yüreği sıcak, sevgi
dolu. 2. sıcak, dostça.
warmonger war.mon.ger wôr'm^ng.gır isim savaş çığırtkanlığı
yapan kimse.
warmth warmth wôrmth isim 1. sıcaklık, ılıklık. 2. hararet,
coşkunluk. 3. içtenlik, samimiyet.
warn warn wôrn fiil 1. uyarmak, ikaz etmek; tembih etmek:
He warned us not to touch the wet paint. Islak boyaya

1509
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

elimizi sürmememiz için bizi uyardı. The doctor warned


him against overeating. Doktor onu fazla yemek
yememesi için uyardı. 2. haber vermek: He warned us
of the approaching storm. Fırtınanın yaklaştığını bize
haber verdi.
warning warn.ingisim 1. uyarma, ikaz; tembih. 2. uyarı. 3. ibret:
Let this be a warning to you. Bu sana ibret olsun.
warp warp wôrp fiil 1. eğrilmek, çarpılmak; eğriltmek,
çarpıtmak. 2. doğru yoldan saptırmak. isim eğrilik,
çarpıklık.
warped warp.edsıfat 1. eğrilmiş, eğri, çarpık. 2. sapık, sapkın.
warplane war.plane wôr'pleyn isim savaş uçağı.
warrant officer askeri gedikli subay.
warrant war.rant wôr'ınt isim 1. gerekçe; haklı neden; yetki:
The army cited civil unrest as its warrant for declaring
martial law. Ordu sıkıyönetime gerekçe olarak
toplumdaki huzursuzluğu gösterdi. 2. garanti, teminat.
3. kefalet. fiil 1. izin vermek, yetki vermek: The law
warrants the government's intervention. Yasa hükümete
müdahale yetkisini veriyor. 2. mazur göstermek: No
excuse can warrant this misbehavior. Hiçbir özür bu
kötü davranışı mazur gösteremez. 3. haklı çıkarmak,
desteklemek: The evidence does not warrant your
claim. Kanıtlar iddianızı desteklemiyor. 4. gerekli
kılmak, gerektirmek. 5. ruhsat vermek. 6. garanti etmek;
temin etmek. 7. kefil olmak.
warranty war.ran.ty wôr'ınti isim 1. hukuk kefalet. 2.
kefaletname. 3. garanti, garanti belgesi. 4. yetki; hak;
haklı neden.
warren war.ren wôr'ın isim 1. çok tavşan bulunan yer. 2.
kalabalık mahalle.
warrior war.ri.or wôr'iyır isim savaşçı, muharip, asker.
warship war.ship wôr'şîp isim savaş gemisi.
wart hog afrikadomuzu.

1510
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wart wart wôrt isim siğil.


wartime war.time wôr'taym isim savaş zamanı.
warts and all olduğu gibi, olumsuz yanlarını saklamadan.
warty wartysıfat siğilli.
wary war.y wer'i sıfat ihtiyatlı, tedbirli.
was was w^z, waz, wız fiil bakınız be
wash away (su, dalga) alıp götürmek. 2. -i temizlemek. 3. -i
aşındırmak.
wash one's dirty linen in public kirli çamaşırlarını ortaya dökmek.
wash one's hands of ile ilişiğini kesmek. 2. -den el çekmek, -den elini
eteğini çekmek.
wash out yıkayarak çıkarmak. 2. içini yıkamak. 3. konuşma dili
başarısızlığa uğramak.
wash up elini yüzünü yıkamak. 2. bulaşıkları yıkamak.
wash wash wôş, waş fiil 1. yıkamak; yıkanmak. 2.
temizlemek. 3. ıslatmak. 4. (dalga) yalamak. 5. ince
maden veya boya tabakasıyla kaplamak; yaldızlamak. 6.
(kumaş) yıkanmaya dayanmak. isim 1. yıkama;
yıkanma. 2. (yıkanmış veya kirli) çamaşır. 3. dalga sesi.
4. dalgaların kıyıya attığı süprüntü. 5. losyon. 6. ince
maden veya boya tabakası.
washable wash.ablesıfat yıkanabilir.
wash-and-wear wash-and-wear wôş'ınwer' sıfat ütü istemeyen.
washateria wash.a.te.ri.a wôşıtîr'iyı isim bakınız washeteria
washbasin wash.ba.sin wôş'beysın isim 1. lavabo (el ve yüz
yıkamaya yarayan tekne). 2. (el ve yüz yıkamaya
yarayan) leğen.
washbowl wash.bowl wôş'bol isim (el ve yüz yıkamaya yarayan)
leğen.
washcloth wash.cloth wôş'klôth isim sabun bezi.
washed-out washed-out wôşt'aut' sıfat 1. solmuş, solgun, soluk. 2.
konuşma dili çok yorgun, bitkin. 3. batkın, müflis.
washed-up washed-up wôşt'^p' sıfat, konuşma dili 1. yıldızı
sönmüş, bitmiş. 2. bitkin düşmüş.

1511
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

washer wash.er wôş'ır, waş'ır isim 1. yıkayıcı. 2. makine conta;


rondela, pul. 3. çamaşır makinesi.
washeteria wash.e.te.ri.a wôşıtîr'iyı isim (selfservis yöntemiyle
çalışan) çamaşırhane.
washing machine çamaşır makinesi.
washing soda çamaşır sodası, soda.
washing wash.ing wôş'îng isim 1. yıkama; yıkanma. 2. (kirli
veya yıkanmış) çamaşır.
washout wash.out wôş'aut isim, argo başarısızlık.
washrag wash.rag wôş'räg isim sabun bezi.
washroom wash.room wôş'rum isim tuvalet.
washtub wash.tub wôş't^b isim çamaşır teknesi, leğen.
wasn't was.n't w^z'ınt kısaltma was not .
wasp waist ince bel.
WASP WASP, Wasp wasp isim, konuşma dili beyaz ırktan,
Anglosakson soyundan ve Protestan mezhebinden olan
kimse.
waspish wasp.ishsıfat huysuz.
waste away gittikçe zayıflamak, eriyip bitmek. 2. ağır ağır azalmak.
waste one's breath çenesini boş yere yormak, boşuna nefes tüketmek.
waste waste weyst sıfat 1. artık, işe yaramaz. 2. kullanılmış,
atılacak (kâğıt). 3. boş, ıssız, hali. 4. viran, harap. isim
1. israf. 2. döküntü, artık; fire; çöp. 3. iyi kullanmama,
boşa harcama. 4. boş arazi. 5. ıssız yer. 6. harabe,
virane. fiil 1. israf etmek, boşuna harcamak, çarçur
etmek: He has wasted the money. Parayı israf etti. 2.
harap etmek, viraneye çevirmek: The invaders wasted
the city. İstilacılar kenti harap etti. 3. iyi kullanmamak,
boşa harcamak: The company is wasting his talents.
Şirket onun yeteneklerini boşa harcıyor. 4. heba etmek,
heder etmek, ziyan etmek: I have wasted my whole day.
Bütün günümü heba ettim.
wastebasket waste.bas.ket weyst'bäskît isim (kâğıt v.b. atılan) çöp
sepeti/kutusu.

1512
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wasted wastedsıfat 1. israf edilmiş. 2. heba olmuş, boşa gitmiş.


3. çok zayıflamış; bitkin.
wasteful waste.ful weyst'fıl sıfat boşuna ziyan eden, ziyankâr.
wastepaper basket (kâğıt v.b. atılan) çöp sepeti/kutusu.
wastepaper waste.pa.per weyst'peypır isim atılacak kâğıt, atık
kâğıt.
wastrel wast.rel weys'trıl isim 1. işe yaramaz kimse, hayta,
serseri. 2. çok müsrif kimse.
watch chain saat kösteği.
watch glass kol saati camı.
Watch it! Dikkat et!/Dikkatli ol!
watch one's step (yürüyen biri) (adımlarına/bastığı yere) dikkat etmek.
2. dikkatli olmak, ayağını denk almak.
watch out dikkat etmek.
Watch out! Dikkat et!/Dikkatli ol!
watch television televizyon seyretmek.
Watch your step! Dikkat et! (Yürüyen birine söylenir.) 2. Dikkatli
ol!/Kendine mukayyet ol!/Ayağını denk al!
watch watch waç isim 1. kol saati; cep saati. 2. nöbet;
vardiya. 3. nöbet yeri veya süresi. 4. nöbetçi. 5.
nöbetçilik, nöbet tutma. 6. gözetleme, tarassut. fiil 1.
bakmak, izlemek, seyretmek: watch television
televizyon seyretmek. 2. dikkat etmek, bakmak: Watch
what he does and learn. Yaptığına dikkat et ve öğren. 3.
for -i beklemek, -i kollamak, -i gözlemek. 4.
gözetlemek: The police are watching him. Polisler onu
gözetliyor. 5. bakmak, gözetmek: Who watches her
children while she's at the office? O bürodayken
çocuklarına kim bakıyor? 6. -de bekçilik etmek, -de
nöbet tutmak, -e göz kulak olmak: The guard is
watching the gate. Bekçi kapıda nöbet tutuyor.
watchband watch.band waç'bänd isim saat kayışı.

1513
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

watchdog watch.dog waç'dôg isim 1. bekçi köpeği. 2.


(yolsuzluklara karşı) bekçilik eden kimse. fiil
(yolsuzluklara karşı) -e bekçilik etmek.
watchful watch.fulsıfat tetik, uyanık.
watchmaker watch.mak.er waç'meykır isim saatçi.
watchman watch.man waç'mın isim (watchmen) bekçi.
watchtower watch.tow.er waç'tauwır isim gözetleme kulesi.
watchword watch.word waç'wırd isim 1. parola. 2. düstur.
water ballet su balesi.
water bed su yatağı.
water blister içi su dolu kabarcık.
water buffalo manda.
water chestnut sukestanesi.
water closet tuvalet, hela, yüznumara, apteshane _kısaltma_ W.C. .
water down sulandırmak. 2. hafifletmek, yumuşatmak.
water heater su ısıtıcısı; termosifon; şofben.
water hyacinth susümbülü.
water level su seviyesi/düzeyi.
water lily nilüfer.
water line denizcilikle ilgili 1. su hattı. 2. su kesimi.
water main (su şebekesine ait) anaboru.
water meter su sayacı.
water mill su değirmeni.
water pick basınçlı su ile dişleri temizleme aygıtı.
water pipe su borusu. 2. nargile.
water pistol su tabancası.
water power su kuvveti.
water rights su kullanma hakkı.
water snake suyılanı.
water softener su yumuşatıcı.
water table jeoloji tabansuyu düzeyi, yeraltı suyunun yüzeyi.
water tower su kulesi.
water vapor su buharı.

1514
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

water wa.ter wô'tır isim su. fiil 1. sulamak: water the flowers
çiçekleri sulamak. 2. (koyun, inek v.b.'ne) su vermek, -i
suvarmak. sıfat suda yetişen; suda yaşayan.
waterborne wa.ter.borne wô'tırbôrn sıfat 1. yüzen. 2. su yoluyla
taşınan. 3. su yoluyla bulaşan.
watercolor wa.ter.col.or wô'tırk^lır isim 1. suluboya. 2. suluboya
resim.
watercooled wa.ter.cooled wô'tırkuld sıfat suyla soğutmalı (motor).
watercourse wa.ter.course wô'tırkôrs isim 1. akarsu mecrası. 2. (ark
veya kanal gibi üstü açık) suyolu. 3. akarsu.
watercress wa.ter.cress wô'tırkres isim suteresi.
watered silk hareli ipek kumaş, ipekli hare.
watered wa.tered wô'tırd sıfat hareli, muare.
waterfall wa.ter.fall wô'tırfôl isim çağlayan, şelale.
waterfowl wa.ter.fowl wô'tırfaul isim 1. su kuşu. 2. çoğul su
kuşları.
waterfront wa.ter.front wô'tırfr^nt isim yalı boyu, yalı, kıyı. sıfat
yalı boyundaki, kıyıdaki.
watering can süzgeçli kova.
watering hole hayvanların su içmesine elverişli yer, suvat. 2. doğal
bir su kaynağı. 3. argo bar; meyhane.
watering place hayvanların su içmesine elverişli yer, suvat. 2. kaplıca,
termal. 3. kıyıda bulunan tatil yeri. 4. doğal bir su
kaynağı.
watering pot süzgeçli kova.
watering trough yalak.
watering wa.ter.ing wô'tırîng isim 1. sulama. 2. suvarma. 3.
(kumaşta) hare.
waterless wa.ter.lesssıfat susuz.
waterlogged wa.ter.logged wô'tırlôgd sıfat içi su dolmuş.
watermark wa.ter.mark wô'tırmark isim 1. karada suyun
yükseldiği düzeyi gösteren çizgi veya işaret. 2. filigran.
fiil filigran basmak.
watermelon wa.ter.mel.on wô'tırmelın isim karpuz.

1515
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

waterpower wa.ter.pow.er wô'tırpauwır isim su gücü.


waterproof wa.ter.proof wô'tırpruf sıfat su geçirmez. fiil -i su
geçirmez hale getirmek.
water-repellent wa.ter-re.pel.lent wô'tır.rîpelınt sıfat su çekmez.
water-resistant sıfat suya dayanıklı.
watershed wa.ter.shed wô'tırşed isim 1. iki nehir havzası
arasındaki set. 2. boşaltma havzası.
waterside wa.ter.side wô'tırsayd isim sahil, kıyı, yalı. sıfat 1.
sahilde yaşayan. 2. su kenarında biten. 3. sahile özgü;
sahilde bulunan. 4. sahilde çalışan.
water-ski wa.ter-ski wô'tırski fiil su kayağı yapmak.
water-soluble wa.ter-sol.u.ble wô'tırsalyıbıl sıfat suda eriyebilen.
waterspout wa.ter.spout wô'tırspaut isim 1. deniz hortumu. 2. oluk.
watertight wa.ter.tight wô'tırtayt sıfat 1. sugeçirmez. 2. sağlam,
kusursuz.
waterway wa.ter.way wô'tırwey isim, denizcilikle ilgili (seyre
elverişli) suyolu.
waterwheel wa.ter.wheel wô'tır.hwil isim sudolabı.
waterworks wa.ter.works wô'tırwırks isim 1. su temizleme tesisi. 2.
pompa istasyonu.
watery wa.ter.y wô'tıri sıfat 1. sulu. 2. sulak, suyu bol. 3. su
gibi. 4. tatsız, lezzetsiz. 5. zayıf, sudan.
watt watt wat isim vat.
watt-hour watt-hourisim vat saat.
wattle wat.tle wat'ıl isim 1. (hakiki) akasya. 2. (bazı kuşlarda)
gerdandaki kırmızı uzantı.
wattmeter watt.me.terisim vatmetre, vatölçer.
wave band radyo dalga.
wave wave weyv isim 1. dalga. 2. el sallama. 3. (saçta)
kıvrım, dalga. fiil 1. dalgalanmak; dalgalandırmak: The
flag is waving in the wind. Bayrak rüzgârda
dalgalanıyor. 2. sallamak; sallanmak: wave one's hand
el sallamak. 3. (at/to) -e el sallamak. 4. el sallayarak
işaret vermek: wave farewell el sallayarak veda etmek.

1516
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wave on el işaretiyle ileri gitmesini belirtmek. 5. dalga


dalga yapmak, kıvırmak: wave one's hair saçlarını
kıvırmak.
wavelength wave.length weyv'length isim dalga uzunluğu, dalga
boyu.
waver wa.ver wey'vır fiil 1. sallanmak. 2. titremek. 3.
sendelemek. 4. tereddüt etmek, kararsız olmak. isim 1.
sallanma. 2. tereddüt, kararsızlık.
wavy wavysıfat dalgalı, dalga dalga.
wax paper parafinli kâğıt.
wax plant mumçiçeği, hoya.
wax wax wäks isim 1. mum; parafin mumu, petrol mumu;
balmumu. 2. (parlatma işlerinde kullanılan bir tür) cila;
mum cilası. 3. kulak kiri. fiil 1. cilalamak, cila sürmek;
mum cilası sürmek. 2. mumlamak.
waxed paper parafinli kâğıt.
waxed waxed wäkst sıfat 1. mumlanmış; parafinli. 2. cilalı,
cilalanmış.
waxen wax.en wäk'sın sıfat 1. beti benzi kalmamış, çok
solgun. 2. mum gibi, muma benzeyen. 3. mumdan
yapılmış.
way back konuşma dili çok eskiden, uzun zaman önce.
way in giriş, girilecek yol.
way station demiryolu ara istasyon.
way way wey isim 1. yol: on the way to Ankara Ankara
yolu üzerinde. 2. yön, yan, taraf: Let's go that way. O
tarafa gidelim. 3. tarz, biçim, şekil: in a polite way
terbiyeli bir biçimde. 4. mesafe, uzaklık: That place is a
long way from here. Orası buradan çok uzakta. 5. çare,
yol, usul: find a way to do something bir şeye çare
bulmak. look for a way to do something bir şeyin
çaresine bakmak. do something the right way bir şeyi
usulüne göre yapmak. 6. yön, bakım: He resembles his
father in two ways. İki bakımdan babasına benziyor. 7.

1517
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

durum, hal: Ahmet is in a bad way. Ahmet çok hasta. 8.


âdet: the ways of the Turks Türklerin âdetleri.
wayfarer way.far.er wey'ferır isim yolcu, yaya yolcu.
wayfaring way.far.ing wey'ferîng sıfat yolculuk eden. isim
yolculuk.
waylay way.lay wey'ley fiil (waylaid) 1. yolunu kesmek. 2.
pusuya yatmak.
way-out way-out wey'aut' sıfat, argo aşırı bir uçta bulunan; çok
eksantrik, çok garip.
wayside way.side wey'sayd isim yol kenarı. sıfat yol
kenarındaki.
wayward way.ward wey'wırd sıfat ters, dik başlı, inatçı, aksi.
We are in for a fight. Şimdi çattık belaya!/Muhakkak kavga çıkacak.
We are running out of time. Zamanımız daraldı.
We connived together in the plot. Komployu birlikte hazırladık.
We couldn't help the plane being late! Uçağın gecikmesi bizim kabahatimiz değildi!
We had a puncture. Lastiğimiz patladı.
We had news. Haber aldık.
We might as well stop. Dursak iyi olur./Bıraksak iyi olur.
We number fifty men. Elli kişiyiz.
we we wi zamir biz.
weak weak wik sıfat 1. zayıf, güçsüz, kuvvetsiz: weak nerves
zayıf sinirler. a weak nation güçsüz bir millet. 2.
dayanıksız, sağlam olmayan, zayıf: a weak structure
dayanıksız bir yapı. 3. etkileyici ve inandırıcı olmayan,
zayıf. 4. yetersiz, zayıf: His French is weak. Fransızcası
zayıf. 5. açık (çay, kahve). 6. sulu, yavan (çorba v.b.).
weaken weak.en wi'kın fiil 1. zayıflatmak, zayıf düşürmek;
zayıflamak, zayıf düşmek. 2. hafifletmek; hafiflemek:
The storm is weakening as it moves inland. Fırtına ülke
içlerine doğru ilerlerken hafifliyor.

weakhearted weak.heart.ed wik'hartîd sıfat yüreksiz, korkak, ödlek.

1518
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

weak-kneed weak-kneed wik'nid sıfat 1. dizleri zayıf. 2. zayıf


karakterli. 3. yüreksiz, tabansız.
weakling weak.ling wik'lîng isim 1. cılız kimse. 2. iradesi veya
karakteri zayıf kimse. sıfat cılız, güçsüz.
weak-minded weak-mind.ed wik'mayn'dîd sıfat 1. iradesiz. 2. aklı
zayıf.
weakness weak.nessisim 1. zayıflık. 2. zaaf.
weal weal wil isim, eski refah.
wealth wealth welth isim 1. zenginlik, servet, varlık. 2. bolluk.
wealthy wealthysıfat zengin, varlıklı, servet sahibi.
wean wean win fiil 1. sütten kesmek. 2. from/of -den
vazgeçirmek.
weapon weap.on wep'ın isim silah.
weaponry weap.on.ryisim silahlar: nuclear weaponry nükleer
silahlar.
wear and tear normal kullanılma sonucu eskime; aşınma ve yıpranma.
wear away aşındırmak; aşınmak. 2. yıpratmak; yıpranmak. 3.
tükenmek.
wear down azar azar gücünü tüketmek, yavaş yavaş yıpratmak
veya yıpranmak. 2. aşındırmak; aşınmak.
wear off yavaş yavaş azalmak, yavaş yavaş yok olmak.
wear on yavaş ilerlemek/geçmek. 2. can sıkmak.
wear out one's welcome fazla kalıp tadını kaçırmak, ziyareti uzatıp bıktırmak.
wear the trousers konuşma dili reislik etmek.
wear thin aşınıp incelmek, aşınmak, incelmek. 2. (sabır)
tükenmek, azalmak. 3. (şaka v.b.) sıkıcı olmaya
başlamak.
wear well iyi dayanmak. 2. iyi uymak. 3. uygun gelmek. 4.
süregelmek.
wear wear wer fiil (wore, worn) 1. giymek: wear a dress
elbise giymek. He isn't wearing any socks. Ayağında
çorap yok. 2. (gözlük, kolye, küpe v.b.'ni) takmak. 3.
göstermek; -i olmak: He wears his age well. Yaşını
göstermiyor. I don't think the meeting went well; she

1519
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

isn't wearing a smile on her face. Toplantının iyi


gittiğini sanmıyorum; yüzü gülmüyor. 4. taşımak: If he
isn't wearing a gun, he's not a real cowboy. Tabanca
taşımıyorsa gerçek kovboy değil. 5. (out) eskitmek,
yıpratmak, aşındırmak; eskimek, yıpranmak, aşınmak:
The child has worn out its pants. Çocuk pantolonunu
eskitti. When a machine wears out it should be
replaced. Bir makine yıprandığında yenilenmeli. 6. out
yormak, tüketmek; tükenmek: This work is wearing me
out. Bu iş beni yoruyor. My patience is wearing out.
Sabrım tükeniyor. 7. dayanmak: These shoes will wear
for another month or two. Bu ayakkabılar bir iki ay
daha dayanır. isim 1. dayanıklılık, dayanma. 2. eskime,
yıpranma, aşınma. 3. giyim eşyası, giysi, elbise.
wearable wear.ablesıfat giyilebilir.
wearisome wea.ri.some wîr'îsım sıfat sıkıcı, yorucu, bıktırıcı,
usandırıcı.
weary wea.ry wîr'i sıfat 1. yorgun, bitkin. 2. yorucu, yoran. 3.
bıkkın, bıkmış, usanmış. fiil 1. yormak; yorulmak. 2.
usanmak, bezmek; usandırmak, bezdirmek.
weasel out of - den sıyrılmak.
weasel wea.sel wi'zıl isim 1. zooloji gelincik. 2. sinsi kimse,
kurnaz kimse, çakal.
weather bureau meteoroloji bürosu.
weather forecast hava raporu.
weather map hava haritası, meteoroloji haritası.
weather station meteoroloji istasyonu.
weather stripping pencere bandı, tecrit şeridi.
weather vane yelkovan, fırıldak.
weather weath.er wedh'ır isim hava, hava durumu. fiil 1.
(güneş, yağmur v.b.) soldurmak veya aşındırmak. 2.
(güneş, yağmur v.b. nedenlerle) solmak veya aşınmak.
3. (güçlük, tehlike v.b.'ni) atlatmak, savuşturmak.

1520
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

weather-beaten weath.er-beat.en wedh'ırbitın sıfat 1. her türlü kötü


hava şartlarına maruz kalmış, fırtına yemiş. 2. yanık ve
kırış kırış (yüz).
weather-bound weath.er-bound wedh'ırbaund sıfat kötü hava
şartlarından dolayı limanda mahsur kalmış (gemi).
weathercock weath.er.cock wedh'ırkak isim (horoz şeklinde)
yelkovan, fırıldak.
weatherise weath.er.ise wedh'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi,
konuşma dili bakınız weatherize
weatherize weath.er.ize wedh'ırayz fiil, konuşma dili (binayı)
soğuğa karşı izole etmek.
weatherman weath.er.man wedh'ırmän isim, konuşma dili
(weathermen) 1. meteoroloji uzmanı. 2. televizyon hava
durumu sunucusu.
weatherproof weath.er.proof wedh'ırpruf sıfat her türlü hava
şartlarına karşı dayanıklı, rüzgâr, yağmur veya soğuk
geçirmez.
weather-strip weath.er-strip wedh'ırstrîp fiil pencere bandı
yapıştırmak.
weatherworn weath.er.worn wedh'ırwôrn sıfat hava etkisiyle
bozulmuş veya aşınmış.
weave weave wiv fiil (wove, woven) 1. dokumak. 2. örmek. 3.
kurmak, yapmak, icat etmek. isim 1. dokuma: This
carpet has a loose weave. Bu halının dokuması seyrek.
2. örgü.
weaver dokumacı, çulha.
web web web isim 1. ağ. 2. örümcek ağı. 3. dokuma. 4.
zooloji zar, perde.
webbing webb.ingisim kalın dokuma kayış.
wed wed wed fiil (wedded/wed, wedding) 1. ile evlenmek;
ile evlendirmek. 2. birleştirmek. 3. bağlanmak;
bağlamak.
we'd we'd wid kısaltma 1. we had . 2. we would .

1521
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wedded wed.ded wed'îd sıfat 1. nikâhlı. 2. to -e bağlı, kendini -


e adamış.
wedding cake düğün pastası.
wedding march düğün marşı.
wedding ring alyans.
wedding wed.ding wed'îng isim nikâh, düğün.
wedge wedge wec isim kıskı, kama, takoz. fiil 1. kıskı sokup
sıkıştırmak. 2. sıkışmak; sıkıştırmak.
wedlock wed.lock wed'lak isim nikâh, evlilik.
Wednesday Wednes.day wenz'di, wenz'dey isim çarşamba.
wee hours geceyarısından sonraki zaman, sabahın erken saatleri.
wee wee wi sıfat (weer, weest) ufacık, küçücük, minicik.
weed out çıkarmak, ayıklamak.
weed weed wid isim 1. yabani ot, zararlı ot. 2. argo haşiş. fiil
istenmeyen otları çıkarıp temizlemek, yabani otları
ayıklamak.
week in week out haftalarca.
week week wik isim hafta.
weekday week.day wik'dey isim hafta içindeki gün, işgünü.
weekend week.end wik'end isim hafta sonu.
weekly week.ly wik'li sıfat haftalık. zarf haftada bir; her hafta.
isim haftalık yayın.
weeks ago haftalarca önce.
weep weep wip fiil (wept) 1. ağlamak, gözyaşı dökmek. 2.
sızmak, damlamak.
weeping willow salkımsöğüt.
weevil wee.vil wi'vıl isim buğdaybiti.
wee-wee wee-wee wi'wi fiil, çocuk dili çiş etmek, işemek. isim,
çocuk dili çiş.
weft weft weft isim atkı, argaç.
weigh anchor denizcilikle ilgili demir almak.
weigh down yüklemek, yük altına koymak. 2. bunaltmak. 3. ağır
basıp aşağı doğru eğmek.

1522
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

weigh in (uçağa binmeden önce) (bagajı) tarttırmak. 2. (cokey)


yarış sonunda tartılmak. 3. önce tartılmak.
weigh one's words sözü tartmak, düşünerek konuşmak.
weigh out tartıp ayırmak, ölçüye göre hazırlamak. 2. (cokey)
yarıştan önce tartılmak.
weigh weigh wey fiil 1. tartmak: Please weigh these pears. Bu
armutları tartar mısınız? 2. zihninde tartmak, ölçüp
biçmek: weigh one's words sözlerini tartarak konuşmak.
weighing machine kantar; baskül; tartı.
weight lifter halterci.
weight lifting halter kaldırma, halter.
weight weight weyt isim 1. ağırlık, sıklet. 2. tartı. 3. yük,
sıkıntı. 4. etki, önem. 5. nüfuz, itibar.
weightless weight.lesssıfat ağırlıksız.
weighty weight.y wey'ti sıfat 1. ağır. 2. etkili, önemli. 3.
nüfuzlu, itibarlı.
weir weir wîr isim su seddi, bent.
weird weird wîrd sıfat 1. esrarengiz. 2. garip, acayip, tuhaf.
weirdo weird.o wir'do isim, argo çok tuhaf bir kimse, çok
eksantrik kimse.
welcome someone with open arms birini çok sıcak bir şekilde karşılamak.
welcome wel.come wel'kım fiil 1. hoş karşılamak, memnuniyetle
karşılamak: He welcomed the news of his son's
marriage. Oğlunun nikâh haberini hoş karşıladı. 2.
(misafiri) nezaketle karşılamak. isim 1. hoş karşılama.
2. nezaketle karşılama. sıfat 1. hoş karşılanan. 2. hoşa
giden.
weld weld weld fiil 1. kaynak yapmak, kaynak yaparak
birleştirmek, kaynatmak; kaynamak. 2. sıkıca
birleştirmek. isim 1. kaynak yeri. 2. kaynak.
welder weld.erisim kaynakçı.
welfare state refah/gönenç devleti.
welfare worker sosyal yardım görevlisi.

1523
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

welfare wel.fare wel'fer isim 1. refah, mutluluk ve sağlık içinde


yaşama. 2. yoksullara yardım.
well and good kabul, tamam, peki.
Well done! Aferin!/Bravo!
We'll eat whatever there is. Ne varsa onu yiyeceğiz.
well made biçimli, iyi yapılı.
We'll see you soon, we trust. İnşallah yakında görüşürüz.
well to do zengin, hali vakti yerinde.
well well wel zarf 1. iyi; yolunda: The new computer is
working well. Yeni bilgisayar iyi çalışıyor. Everything
is going well. Her şey yolunda gidiyor. 2. iyice: Shake
it well before using it. Kullanmadan önce iyice
çalkalayın. 3. hayli: He is well on in life. Yaşı hayli
ilerlemiş. All of the administrators are well past forty.
Yöneticilerin hepsi kırkını hayli geçmiş. well up on the
list listenin başlarında. 4. pekâlâ: He understood me
(very) well. Beni pekâlâ anladı. 5. haklı olarak: You
may well ask that question. O soruyu sormakta haklısın.
sıfat (better, best) 1. iyi; yolunda: I don't feel well.
Kendimi iyi hissetmiyorum. All is well. Her şey
yolunda. 2. iyi, uygun, yerinde; elverişli ( Would ile
kullanılır.): It would be well to make an appointment
before you go to see him. Onu görmeye gitmeden önce
randevu alsanız iyi olur.
we'll we'll wil kısaltma we will , we shall .
Well, as I was saying .... Ha! Diyordum ki ....
Well, well! Vah vah!/Aman efendim!/Hayret!
well-behaved well-be.haved wel'bîheyvd' sıfat uslu, terbiyeli.
well-being well-be.ing wel'bi'yîng isim refah, iyilik, mutluluk.
well-bred well-bred wel'bred' sıfat terbiyeli, kibar.
well-built well-built wel'bîlt sıfat boyu bosu yerinde.
well-disciplined sıfat disiplinli.
well-done well-done wel'd^n' sıfat 1. başarılı, iyi yapılmış. 2. iyi
pişmiş.

1524
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

well-fixed sıfat, konuşma dili paralı, zengin, hali vakti yerinde.


well-heeled well-heeled wel'hild' sıfat, konuşma dili zengin, para
babası.
well-known well-known wel'non' sıfat ünlü, tanınmış, meşhur.
well-meaning well-mean.ing wel'mi'nîng sıfat iyi niyetli.
well-nigh well-nigh wel'nay' zarf hemen hemen, neredeyse.
well-off well-off wel'ôf sıfat hali vakti yerinde, zengin.
well-read well-read wel'red' sıfat çok okumuş.
well-rounded well-round.ed wel'raun'dîd sıfat 1. geniş kapsamlı, çok
yönlü. 2. dolgun, balık etinde.
well-said well-said wel'sed' sıfat yerinde söylenmiş.
well-spring well-spring wel'sprîng isim kaynak.
well-timed well-timed wel'taymd' sıfat iyi zamanlanmış, zamanlı.
well-wisher well-wish.er wel'wîş'ır isim başkasının iyiliğini isteyen
kimse.
well-worn well-worn wel'wôrn' sıfat 1. iyice eskimiş, çok
giyilmiş. 2. basmakalıp: a well-worn expression
basmakalıp bir deyim.
welsh on one's promise sözünü tutmamak.
welsh welsh welş fiil, argo 1. borcunu ödememek,
dolandırmak. 2. sözünü tutmamak.
Welshman Welsh.man welş'mın isim (Welshmen) Galli erkek,
Galli.
Welshwoman Welsh.wom.an welş'wûmın isim (Welshwomen) Galli
kadın, Galli.
welt welt welt isim 1. kösele şerit. 2. değnek veya kamçı izi.
fiil 1. şerit koymak. 2. konuşma dili vurup iz bırakmak.
welter wel.ter wel'tır fiil 1. ağnamak, yatıp yuvarlanmak. 2.
dalga gibi kabarıp yuvarlanmak. isim 1. yuvarlanma. 2.
karışıklık, kargaşa.
welterweight wel.ter.weight wel'tırweyt isim, boks yarı ortasıklet.
wench wench wenç isim 1. genç kız. 2. hizmetçi kız.
wend one's way gitmek; yol almak.
wend wend wend fiil bakınız wend one's way

1525
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

went went went fiil bakınız go


wept wept wept fiil bakınız weep
We're going to do it, sink or swim! Ya herrü, ya merrü, onu yapacağız!
We're off now! Haydi gidiyoruz!/Haydi çıkıyoruz! 2. Artık yola çıktık.
were were wır fiil bakınız be
we're we're wîr kısaltma we are .
weren't were.n't wır'ınt, wırnt kısaltma were not .
werewolf were.wolf wir'wûlf isim, mitoloji (werewolves) 1. kurt
şekline girmiş insan. 2. kurt şekline girebilen kimse.
West Indian Batı Hint Adalı, Batı Hint Adalı kimse. 2. Batı Hint
Adalarına özgü. 3. Batı Hint Adalı (kimse).
west west west isim batı, garp. sıfat batı. zarf batıya doğru:
go west batıya doğru gitmek.
westbound west.bound west'baund sıfat batıya doğru giden.
westerly west.er.ly wes'tırli zarf 1. batıdan. 2. batıya doğru. sıfat
1. batıya bakan. 2. batıdan esen (rüzgâr).
Western Samoa Batı Samoa.
western west.ern wes'tırn sıfat batı, batısal, batıya ait. isim
batılı.
westernise west.ern.ise wes'tırnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
westernize
westernize west.ern.ize wes'tırnayz fiil batılılaştırmak.
westward west.wardsıfat 1. batıya yönelen. 2. batıya bakan. zarf
batıya doğru, batı yönünde.
westwardly west.ward.lyzarf 1. batıya doğru. 2. batıdan. sıfat 1.
batıya yönelen. 2. batıdan esen (rüzgâr).
westwards west.wardszarf batıya doğru, batı yönünde.
wet behind the ears toy, acemi çaylak.
wet blanket konuşma dili 1. neşeyi kaçıran şey. 2. şevki kıran
kimse.
wet nurse sütnine, sütanne, sütana.
wet to the skin iliklerine kadar ıslanmış.
wet wet wet sıfat (wetter, wettest) 1. yaş, ıslak. 2.
yağmurlu: wet day yağmurlu gün. 3. konuşma dili içki

1526
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yasağı olmayan (yer). fiil (wet/wetted, wetting) 1.


ıslatmak; ıslanmak. 2. işemek. isim 1. yaşlık, nem,
rutubet. 2. yağmur. 3. yağmurlu hava.
wetness wet.nessisim ıslaklık, nem, rutubet.
we've we've wiv kısaltma we have .
whack whack hwäk fiil, konuşma dili 1. pat veya küt diye
vurmak; tokat atmak. 2. kesmek. isim, konuşma dili 1.
kuvvetli darbe/vuruş; kuvvetli tokat. 2. kuvvetli bir
darbe veya tokat sesi; pat; küt. 3. fırsat: Let me have a
whack at it! Bana fırsat tanısana!
whacked out çok yorgun, bitkin, pestil gibi.
whacked whacked hwäkt sıfat bakınız whacked out
whacking whack.ing hwäk'îng sıfat, konuşma dili 1. çok büyük,
kocaman. 2. çok: That's a whacking big car! Çok büyük
bir araba o!
whale in and ... gayretle (bir işe) başlamak: She whaled in and fixed
supper for the whole push of 'em. Kalkıp onların
hepsine akşam yemeği hazırladı.
whale whale hweyl fiil, konuşma dili 1. dövmek. 2. kuvvetli
bir şekilde vurmak. 3. out kuvvetli bir şekilde vurarak
çıkarmak: She was whaling the dust out of the carpets.
Halılara pat pat vurarak tozunu çıkarıyordu.
wham wham hwäm isim 1. kuvvetli darbe/vuruş. 2. kuvvetli
bir darbenin sesi; pat; küt. fiil 1. pat veya küt diye
vurmak. 2. pat veya küt diye çarpmak; pat diye
patlamak. zarf pat diye: I was sitting at my desk writing
when wham, in walks Fatmagül! Ben çalışma masamın
başında yazı yazarken pat diye Fatmagül giriyor içeri!
whammy wham.my hwäm'i isim, konuşma dili bakınız put a
whammy on someone
whap whap hwäp, hwap fiil (whapped, whapping) bakınız
whop
whapper whap.per hwäp'ır, hwap'ır isim bakınız whopper
whapping whap.ping hwäp'îng, hwap'îng sıfat bakınız whopping

1527
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wharf wharf hwôrf isim (wharves) iskele.


What a pity! Ne yazık!
What a shame! Ne yazık!
What a sour face he's wearing today! O bugün ne kadar suratsız!
what about ... ya ...: You've given her some money, but what about
me? Ona para verdiniz. Ya bana? 2. Tekliflerde
kullanılır: What about a walk? Yürüyüşe çıkmaya ne
dersin?
What about it? konuşma dili bakınız What of it?
What does it matter? Ne önemi var?/Ne olur ki?/Ne fark eder?
What ever ...? konuşma dili (Şaşkınlık belirtir.): What ever can she
mean? Ne demek istiyor Allah aşkına?
What for? konuşma dili Niye?/Niçin?
What if ... .. farzedelim: What if it rains? Ya yağmur yağarsa?
what if ...? ya ... ise?: What if it rains? Ya yağmur yağarsa?
What makes him tick? Onu ayakta tutan şey ne?
What of it? konuşma dili E, ne olacak?/Ne önemi var?/Ne çıkar?/Ne
zararı var?
What on earth are you doing here? Burada ne işin var Allah aşkına?
What the heck! Boş ver!: Let's go, what the hell! Boş ver, gidelim! 2.
Peki!: What the hell, let's do it. Peki, yapalım. 3. Allah
kahretsin! 4. Kızgınlık belirtir: What the hell do you
think you're doing? Ne halt ettiğini zannediyorsun?
What the hell are you doing? Ne halt ediyorsun yahu?
What the hell! Boş ver!: Let's go, what the hell! Boş ver, gidelim! 2.
Peki!: What the hell, let's do it. Peki, yapalım. 3. Allah
kahretsin! 4. Kızgınlık belirtir: What the hell do you
think you're doing? Ne halt ettiğini zannediyorsun?
what with konuşma dili -in yüzünden, -den dolayı: What with this,
that and the other I haven't managed to get it done.
Çeşitli şeyler yüzünden onu yapa madım.
what what hw^t, hwat zamir 1. ne: What's this? Bu ne? Tell
me what she said. Bana ne dediğini söyle. What do you
think I am? Beni ne zannediyorsun? Don't forget what

1528
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

she said! Onun dediğini unutma! I've no money but


what you see here. Burada gördüğünden başka param
yok. Their production today is not what it was. Onların
şimdiki üretimi eskisi gibi değil. 2. Şaşkınlık belirtir:
What, no lunch? Ne diyorsun? Öğle yemeği yok
mu?/Ne, öğle yemeği yok mu? sıfat 1. ne; hangi: What
news have you had from them? Onlardan ne haber?
What time is it? Saat kaç? What books have you read
this summer? Bu yaz hangi kitapları okudun? What
money I have is in the safe. Ne kadar param varsa
kasada. 2. ne; ne kadar çok; ne kadar büyük (Şaşkınlık,
hoşnutluk, öfke v.b. duyguları pekiştirmek için
kullanılır.): What beautiful trees! Ne güzel ağaçlar!
What a delightful spot! Ne güzel bir yer! With what joy
did I hand her over to them! Kendisini onlara ne büyük
bir sevinçle teslim ettim, bir bilsen! He remembered
what great sadness he'd felt then. O zamanki hüznünün
ne kadar büyük olduğunu hatırladı. What a mess! Şu
karışıklığa bak!
what-do-you-call-her isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi
belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ...
Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi
ne yapıyor?
what-do-you-call-him isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi
belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ...
Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi
ne yapıyor?
what-do-you-call-it isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi
belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ...
Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi
ne yapıyor?
what-do-you-call-them isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi
belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ...

1529
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi
ne yapıyor?
whatever what.ev.er hw^tev'ır zamir 1. her ne, ne: Take whatever
you want. Ne istersen al. Whatever happens, don't
panic! Ne olursa olsun paniğe kapılma! Whatever's
been done before may be done again. Önceden ne
yapıldıysa tekrar yapılabilir. 2. konuşma dili Benim için
farketmez./Farketmez. 3. konuşma dili bakınız What
ever ? sıfat 1. ne; hangi: Take whatever documents you
want. Belgelerden hangisini istersen al. Use whatever
means are necessary. Ne gerekirse onu yap. 2. herhangi
bir: If there is any problem whatever, telephone me.
Herhangi bir problem olursa bana telefon edin. At no
time whatever are you to leave the base. Hiçbir zaman
üsten çıkmayacaksın.
whatnot what.not hw^t'nat isim etaqer.
What's at stake? Bu işten ne kazanırız?/Bu işte ne kaybederiz?
What's cooking? Ne var, ne yok?
What's done can't be undone. Olan oldu.
What's eating you? konuşma dili Nen var?
What's it to you? Sana ne?
What's that lout doing here? O ayının burada ne işi var?
What's the good of it? Neye yarar?
What's the matter? Ne var?/Ne oldu?
What's up? Ne var?/N'oluyor?
what's what neyin ne olduğu: I can't tell what's what. Neyin ne
olduğunu seçemiyorum/göremiyorum. 2. gerekli olan
bilgiler: As she's qust begun working here she's not yet
had time to learn what's what. Burada yeni çalışmaya
başladığı için henüz her şeyi öğrenmeye vakti olmadı.
What's with her? konuşma dili Nesi var onun?/Niye bozuk çalıyor?/Niye
kızgın o?
What's with him? konuşma dili Nesi var?/Derdi ne?
What's wrong with it? Nesi var?

1530
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

What's wrong with you? Nen var?


What's your line? Ne işle uğraşıyorsunuz?
what's-her-name isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what's-his-name isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what's-its-name isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them
whatsoever what.so.ev.er hw^tsowev'ır zamir her ne, ne: Do
whatsoever you please! Ne dilersen onu yap! sıfat 1. ne;
hangi: Use it for whatsoever purpose you see fit. Sana
göre hangi amaç uygunsa onun için kullan. 2. herhangi
bir: If you've any doubts whatsoever, don't do it.
Herhangi bir şüphen varsa onu yapma. In no case
whatsoever are you to tell her. Ne olursa olsun ona
söylemeyeceksin.
what's-their-name isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-call-her isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her
what-you-call-him isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her
what-you-call-it isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her
what-you-call-them isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her
what-you-may-call-her isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-may-call-him isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-may-call-it isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-may-call-them isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-call-
her what-do-you-call-it what-do-you-call-them

1531
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wheat germ buğday tohumunun embriyon kısmı.


wheat wheat hwit isim buğday.
wheedle one's way into dil dökerek (bir yere, bir işe v.b.'ne) girmek.
wheedle someone into dil dökerek birini (bir şey yapmaya) ikna etmek.
wheedle something out of someone dil dökerek birinden bir şey koparmak.
wheedle whee.dle hwi'dıl fiil bakınız wheedle one's way into
wheedle someone into wheedle something out of
someone
wheel alignment (motorlu taşıta ait) tekerleklerin ayarlanması.
wheel and deal konuşma dili 1. (bir işi gerçekleştirmek için) görüşmeler
ve pazarlıklar yapmak. 2. iş çevirmek.
wheel out ileri sürmek, öne sürmek: He always wheels that
example out in order to support his case. Kendi
iddiasını desteklemek için hep o örneği öne sürüyor.
wheel someone in (tekerlekli sandalye, bebek arabası v.b.'ndeki) birini
içeri getirmek veya dışarı çıkarmak: As he slowly
wheeled him in everyone in the room fell silent. Onu
tekerlekli sandalyesiyle yavaş yavaş içeri sokarken
odadakilerin hepsi sustu.
wheel someone out (tekerlekli sandalye, bebek arabası v.b.'ndeki) birini
içeri getirmek veya dışarı çıkarmak: As he slowly
wheeled him in everyone in the room fell silent. Onu
tekerlekli sandalyesiyle yavaş yavaş içeri sokarken
odadakilerin hepsi sustu.
wheel wheel hwil fiil 1. daireler çizerek dönmek: Gulls
wheeled above us. Üzerimizde martılar dönüyordu. 2.
(around/round/about) birdenbire dönmek, dönüvermek:
She wheeled round and looked him in the eye.
Birdenbire dönüp gözlerinin içine baktı. 3. (tekerlekli
bir araçla) gitmek; (tekerlekli bir araç) gitmek,
ilerlemek; (tekerlekli bir aracı) sürmek: He wheeled the
taxi right up to the front door. Taksiyi ta ön kapıya
kadar sürdü. They wheeled around the city all day in the

1532
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

black Mercedes. Bütün gün siyah Mercedes'le şehri


dolaştılar. 4. askeri çark etmek; çark ettirmek.
wheelbarrow wheel.bar.row hwil'bero isim el arabası.
wheelbase wheel.base hwil'beys isim, otomotiv dingil
açıklığı/mesafesi.
wheelchair wheel.chair hwil'çer isim tekerlekli sandalye.
wheeler-dealer wheel.er-deal.er hwi'lırdi'lır isim, konuşma dili 1. (bir
işi gerçekleştirmek için) kurnazca görüşmeler ve
pazarlıklar yapan kimse. 2. iş çeviren kimse.
wheeze wheeze hwiz fiil hırıldamak, hırlamak, hırıltılı bir ses
çıkarmak. isim hırıltı, hırıltılı ses.
wheezy wheezysıfat hırıltılı, hırıldayan.
whelp whelp hwelp isim 1. enik, encik, yavru. 2. küstah bir
genç. fiil eniklemek, enciklemek, yavrulamak.
When did you see him last? Onu son kez ne zaman gördünüz?
When ever ...? konuşma dili (Soruyu vurgulamak için kullanılır.):
When ever will you be on time? Sen ne zaman vaktinde
geleceksin?
when push comes to shove çok gerektiğinde.
when the time is ripe zamanı gelince.
when you please ne zaman isterseniz.
when when hwen zarf ne zaman: When will they return? Ne
zaman dönecekler? bağlaç 1. - diğinde; -diği zaman; -
ince; -diği (gün, saat v.b.): You have to get up when the
bugle blows. Boru çaldığında kalkman lazım. Start
when you please. İstediğin zaman başla. When Ali
arrived she was still dressing. Ali vardığında hâlâ
giyiniyordu. You shouldn't be thinking of such things
when you're about to kick the bucket. İnsan nalları
dikeceği zaman böyle şeyleri düşünmemeli. There were
times when she felt like killing him. Onu öldüresi
geldiği zamanlar olurdu. We'll hit the road when the sun
goes down. Güneş batınca yola çıkarız. I wonder when
she'll come. Ne zaman gelecek acaba? May's when the

1533
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

roses are at their best. Mayıs ayı tam gül zamanıdır. 2. -


diği zaman, iken, -ken: When prince regent he ruled the
country well. Naip prensken ülkeyi iyi yönetti. We saw
them when we were in Venice. Venedik'teyken onları
gördük. 3. -diğine göre: How can she buy a yacht when
all she makes is five million liras a month? Ayda sadece
beş milyon lira kazandığına göre nasıl yat alabilir? 4. (-
mesi gerektiği) halde, iken, -ken: When she should have
gotten at least three hundred million, she only got fifty
million. En az üç yüz milyon lira alması gerekirken
sadece elli milyon aldı. 5. (-mesi mümkün olduğu)
halde, iken, -ken: He paid, when he could have gone in
free. İçeri bedava girebileceği halde para ödedi. zamir
ne zaman: Don't ask me when! Bana zamanını sorma! I
don't know when. Ne zaman olacağını bilmiyorum.
whence whence hwens bağlaç 1. nereden: Send it back to the
place whence it came. Onu geldiği yere geri gönder. 2.
bu yüzden, bundan dolayı: She couldn't answer any of
my juestions correctly; whence I concluded she was an
impostor. Hiçbir sorumu doğru cevaplayamadı. Bu
yüzden sahtekâr olduğuna karar verdim. zarf, eski
nereden: Whence come you? Nereden geliyorsunuz?
whenever when.ev.er hwenev'ır bağlaç ne zaman ... ise, her ... -
diğinde: Whenever I see her I think of that day.
Kendisini ne zaman görsem o günü düşünürüm.
whensoever when.so.ev.er hwensıwev'ır bağlaç bakınız whenever
Where do you hail from? Nerelisin?/Nereden geldin?
Where ever ...? Nerede/Nereye/Nereden ... Allah aşkına?: Where ever
has she gotten to? O nereye gitti Allah aşkına?
Where in heaven have you been? Neredeydin Allah aşkına!
where it's at çok şık/çok moda olan veya çok rağbet edilen bir yer
veya şey.
where someone is concerned -e gelince: You're very solicitous where she's
concerned. Ona gelince çok ilgi gösteriyorsun.

1534
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

where where hwer zarf nerede; nereye; nereden: Where do


you live? Nerede oturuyorsun? Where are you going?
Nereye gidiyorsun? Where'd you get that shirt? O
gömleği nereden aldın? bağlaç 1. İsim olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur: That's where she sits.
Oturduğu yer orası. That's where you're wrong. O
noktada yanılıyorsun. I told her where it came from.
Ona onun nereden geldiğini söyledim. You haven't yet
taken me where I want to go. Beni gitmek istediğim
yere henüz götürmedin. 2. Sıfat olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur: I saw many plantations
where sugarcane is grown. Şekerkamışı yetiştirilen çok
plantasyon gördüm. 3. Zarf olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur: I have to go where she
goes. Onun gittiği yere ben de gitmek zorundayım. Put
it back where you found it. Onu bulduğun yere bırak.
He planted acacias where he should have planted black
locusts. Akasya dikilmesi gereken yere mimoza dikti.
Where she's concerned, I won't give an inch. Ona
gelince, hiç taviz vermeyeceğim. Where she once
owned ten factories, now she only owns one. Vaktiyle
on fabrikaya sahipken şimdi ancak bir fabrikası var.
You can go where you please. İstediğin yere
gidebilirsin. zamir nere: He's from God knows where. O
nereli, Allah bilir./Nereli olduğunu Allah bilir.
whereabouts where.a.bouts hwer'ıbauts zarf nerede; nerelerde;
nereden; nerelerden; nereye; nerelere: Whereabouts is
he from? Nereli o? isim (birinin veya bir şeyin)
bulunduğu/olduğu yer: His whereabouts remain
unknown. Onun nerede olduğu hâlâ bilinmiyor.
whereas where.as hweräz' bağlaç 1. oysa; iken, -ken: She loves
his novels, whereas her husband loathes them. Kendisi
onun romanlarını seviyor, oysa kocası onlardan nefret
ediyor. He speaks no English, whereas she speaks no

1535
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

French. O hiç İngilizce bilmezken öbürü de hiç


Fransızca bilmiyor. 2. -diği için; -diğine göre: Whereas
she is no longer legally competent, I have appointed
you her guardian. Artık kanunen yetki sahibi olmadığı
için sizi ona vasi tayin ettim.
whereby where.by hwerbay' bağlaç onunla, onun vasıtasıyla
(Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur.):
This is a plan whereby we can reduce inflation. Bu
planla enflasyonu azaltabiliriz.
wherefore where.fore hwer'fôr zarf niye, neden. bağlaç bu
yüzden, bundan dolayı, bu nedenle.
wherein where.in hwerîn' bağlaç (Sıfat olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur.): He looked at the
window wherein she sat. Oturduğu pencereye baktı.
Show me the paragraph wherein this point is
mentioned. Bu noktanın bahsedildiği paragrafı göster.
whereof where.of hwer^v' bağlaç (Sıfat olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur.): The wine whereof they
drank had been poisoned. İçtikleri şaraba zehir
katılmıştı. The man whereof you speak is dead.
Bahsettiğin adam öldü. He knows whereof he speaks.
Bahsettiği konu hakkında gerçekten bilgi sahibi.
whereupon where.up.on hwerıpan' bağlaç bunun üzerine: Six
months later the duke died, whereupon the dukedom
went to his nephew. Altı ay sonra dük vefat etti. Bunun
üzerine düklük yeğenine geçti.
wherever wher.ev.er hwerev'ır bağlaç (Zarf olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur.): Go wherever you like.
Nereye istersen git. Wherever possible he tries to help.
Şartlar elverdiğince yardımda bulunmaya çalışıyor.
zarf, konuşma dili bakınız Where ever ...?
wherewith where.with hwerwîth' bağlaç onunla, onun vasıtasıyla
(Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur.):

1536
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

We lacked the tools wherewith to do the job. İşin


gerektirdiği aletler bizde yoktu.
wherewithal where.with.al hwer'wîdhôl isim, konuşma dili bakınız
the wherewithal
whet one's appetite iştahını açmak.
whet someone's appetite birinin iştahını açmak.
whet whet hwet fiil (whetted, whetting) 1. bilemek, keskin
bir hale getirmek: He was whetting his knife. Bıçağını
biliyordu. 2. (istek, heves, gayret v.b.'ni) artırmak: Their
lust for gold has whetted their exertions. Altın hırsı
gayretlerini artırdı.
whether he goes or not gitse de gitmese de.
whether wheth.er hweth'ır bağlaç 1. "-mek veya -memek", "-ip -
mediğini", "-ip -meyeceğini" gibi fiil şekillerinin
kullanıldığı durumlarda kullanılır: The only juestion
facing us is whether we're to stay or to go. Önümüzdeki
tek sorun kalmak ya da gitmek. She couldn't decide
whether to sign or not. İmza atıp atmayacağına karar
veremedi. They asked me whether they could bring her.
Bana onu getirip getiremeyeceklerini sordular. I wonder
whether I should go now. Şimdi mi gitsem acaba? I
don't care a fig whether you love her or not. Onu sevip
sevmediğin bana vız gelir. 2. "-se de -mese de" gibi fiil
şekilleriyle kullanılır: I'm going, whether you come or
not. Sen gelsen de gelmesen de ben gidiyorum. 3. "... ya
da", "... olsun ... olsun", "ister ... ister ..." şekillerinde
kullanılır: All governments, whether autocratic or
democratic, must deal with this problem. Her hükümet,
otokratik ya da demokratik, bu problemle uğraşmak
zorunda. I'll get it done, whether at the office or at
home. Büroda olsun, evde olsun, bunu bitireceğim.
whetrock whet.rock hwet'rak isim bakınız whetstone
whetstone whet.stone hwet'ston isim bileğitaşı.

1537
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

whew whew hwyu ünlem 1. Rahatsızlık belirtir: Of!/Aman!


2. Rahatlayınca söylenir: Oh! 3. Şaşkınlık belirtir:
Hayret!/Uf be!
whey whey hwey isim kesilmiş sütün suyu.
which which hwîç sıfat hangi: Which dictionary do you want?
Hangi sözlüğü istiyorsun? Which ones did you select?
Hangilerini seçtiniz? Which trees did they cut down?
Hangi ağaçları kestiler? She'll return at nine, by which
time I should be finished with this. Saat dokuzda
dönecek ki o zamana kadar bu işi bitirmiş olmalıyım.
zamir 1. hangi: Which of those houses are yours? O
evlerden hangileri sizin? Which of those girls is your
daughter? O kızlardan hangisi senin kızın? Which of
you have had some of this tea? Hanginiz bu çaydan
içtiniz? Which of you wants tea? Kimler çay istiyor? 2.
Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur:
From there we went to the museum, which is located in
Harbiye. Oradan Harbiye'de bulunan müzeye gittik. It's
not just meat which is expensive. Pahalı olan sadece et
değil. They're talking of making both of them empress,
which is nonsense. Her ikisini de imparatoriçe
yapmaktan bahsediyorlar ki, bu tamamıyla saçma.
whichever which.ev.er hwîçev'ır zamir hangisi ... ise: I'll take a
kilo of either the apples or the pears, whichever is
cheaper. Elma ya da armut farketmez, hangisi ucuzsa
ondan bir kilo alacağım. sıfat hangi ... ise: You can have
whichever camellia you want. Hangi kamelyayı istersen
onu alabilirsin.
whiff whiff hwîf isim 1. esinti. 2. koku.
while away the time vakit geçirmek.
while away (vakti) geçirmek: They whiled away the afternoon
playing bridge. Öğleden sonrayı briç oynayarak
geçirdiler.

1538
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

while while hwayl bağlaç 1. iken, -ken: Esra stayed with her
mother while he was in Ankara. O Ankara'dayken Esra
annesinde kaldı. Every morning while running in the
park I see one particular deer. Her sabah parkta
koşarken bir geyiği görüyorum. 2. iken, -ken, -diği
halde, - mekle birlikte; oysa: While what you say is true
of Fatma, it's not true of Fazilet. Dedikleriniz Fatma
için geçerli olmakla birlikte Fazilet için geçerli değil.
She's a blonde, while her sister's a brunette. O sarışın,
oysa kız kardeşi esmer.
whilst whilst hwaylst bağlaç, İngiliz İngilizcesi bakınız while
whim whim hwîm isim birinin aklına esen şey; kapris, geçici
heves.
whimper whim.per hwîm'pır fiil 1. hafifçe/yavaşça inlemek,
hafif iniltiler çıkarmak. 2. sızlanmak, sızlamak, hafif
hafif yakınmak. isim 1. hafif inilti, inleme. 2. sızıltı,
sızlanma.
whimsical whim.si.cal hwîm'zîkıl sıfat 1. garip, tuhaf. 2.
gariplikler yapmaktan hoşlanan. 3. değişken, birdenbire
değişen.
whimsy whim.sy hwîm'zi isim 1. garip şeylerden hoşlanma
huyu. 2. garip şey. 3. garip fikir veya heves.
whine whine hwayn fiil 1. inlemek, ağlamak, iniltiler
çıkarmak. 2. sızlanmak, sızlamak, yakınmak. 3.
(kurşun) vınlamak. 4. (sivrisinek) vızıldamak. isim 1.
inilti, inleme. 2. sızıltı, sızlanma. 3. (kurşuna ait)
vınlama. 4. (sivrisineğin çıkardığı) vızıltı.
whinge whinge hwînc fiil, İngiliz İngilizcesi vızıldamak,
vızlamak, sızlanmak, sızlamak, yakınmak.
whinny whin.ny hwîn'i fiil hafifçe kişnemek. isim hafif bir
kişneme.
whip someone away birini götürüvermek.
whip someone into shape birini/bir şeyi istenilen şekle veya duruma getirivermek:
In two weeks he'd whipped his team into shape. İki

1539
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

hafta içinde takımını oynamaya hazır bir duruma


getirivermişti.
whip someone off birini götürüvermek.
whip something away bir şeyi kapıvermek.
whip something into shape birini/bir şeyi istenilen şekle veya duruma getirivermek:
In two weeks he'd whipped his team into shape. İki
hafta içinde takımını oynamaya hazır bir duruma
getirivermişti.
whip something off bir giysiyi çıkarıvermek.
whip something on bir giysiyi giyivermek.
whip whip hwîp fiil (whipped, whipping) 1. (kamçı, kayış,
baston v.b. ile) vurmak; kamçılamak; kırbaçlamak;
(birinin kıçına) şaplak indirmek; dayak atmak. 2. out
çıkarıvermek, birdenbire çıkarmak: He whipped out his
knife. Birdenbire bıçağını çıkardı. 3.
around/round/across/off/over çabucak veya bir koşu
gitmek: He'll whip round to the grocer's and get it. Bir
koşu bakkala gidip alır. 4. around/round/across/over
(rüzgâr) şiddetle esmek. 5. (sütün yüzünde toplanan
kremayı, yumurtayı v.b.'ni) çırpmak. 6. tamamıyla
mağlup etmek, bozguna uğratmak. 7. up (bir duyguyu)
uyandırmak veya kışkırtmak; kamçılamak. 8. up
yapıvermek/yaratıvermek: She can whip up a cake in no
time flat. Bir çırpıda bir kek yapabilir. 9. in girivermek.
10. out çabucak çıkmak, çıkıvermek. 11. back çabucak
dönmek.
whiplash whip.lash hwîp'läş isim 1. kamçı vuruşu/darbesi. 2.
kamçı ipi. 3. araba kazasında kafa ve omurganın
şiddetle sarsılmasından ileri gelen travma.
whipped cream kremşantiyi.
whippersnapper whip.per.snap.per hwîp'ır.snäpır isim, konuşma dili
kendini bir şey zanneden genç.
whipping boy şamar oğlanı.

1540
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

whipping whip.ping hwîp'îng isim 1. kırbaçlama, kamçılama. 2.


birinin kıçına şaplak indirme; dayak.
whippoorwill whip.poor.will hwîp'ırwîl isim Kuzey Amerika'ya özgü
bir tür çobanaldatan.
whip-round whip-round hwîp'raund isim, İngiliz İngilizcesi,
konuşma dili bakınız have a whip-round
whipstitch whip.stitch hwîp'stîç isim, konuşma dili an, lahza.
whir whir hwır fiil (whirred, whirring) 1. (kuş) pır diye
uçmak, pır pır uçmak. 2. vınlamak. isim 1. pır sesi. 2.
vın sesi, vınlama.
whirl someone away birini hızla götürmek; birini kapıp hızla götürmek.
whirl someone off birini hızla götürmek; birini kapıp hızla götürmek.
whirl whirl hwırl fiil 1. fırıl fırıl dönmek, hızla dönmek; fırıl
fırıl döndürmek, hızla döndürmek. 2. (about/around)
dönüvermek: She whirled around and gave me a slap on
the face. Birden dönüp yüzüme bir tokat attı. 3. büyük
bir hızla geçmek; vızır vızır geçmek. isim 1. fırıl fırıl
dönme, hızlı dönüş; fırıl fırıl döndürme, hızlı döndürüş.
2. küçük çevrinti: Trout can be found near the whirls in
the stream. Alabalık, çaydaki küçük çevrintilerin
yakınında bulunabilir. 3. koşuşturma. 4. heyecan. 5.
hızlı geçiş; vızır vızır geçiş.
whirlpool whirl.pool hwırl'pul isim (suda oluşan) girdap, anafor,
burgaç, çevrinti.
whirlwind whirl.wind hwırl'wînd isim (hava akıntısının
oluşturduğu) çevrinti.
whirlybird whirl.y.bird hwır'libırd isim, konuşma dili helikopter.
whirr whirr hwır fiil, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız whir
whish whish hwîş fiil 1. (su) fışıldamak, fışırdamak. 2.
(rüzgâr) uğuldamak. 3. (kumaş) hışırdamak. 4. hızla
geçmek. isim 1. fışıltı, fışırtı. 2. uğultu. 3. hışırtı.
whisk broom elbise fırçası.
whisk whisk hwîsk fiil 1. (kuyruğu) sallamak: The horse
whisked its tail a few times. At, kuyruğunu birkaç kez

1541
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

salladı. 2. (away/off) götürüvermek: The airplane


whisked them to Paris in only a few hours. Uçak onları
yalnızca birkaç saat içinde Paris'e götürüverdi. 3.
(yumurta v.b.'ni) çırpmak. 4. off süpürüvermek: She
whisked the crumbs off the tablecloth with a brush.
Ekmek kırıntılarını bir fırçayla masa örtüsünden
alıverdi.
whisker whisk.er hwîs'kır isim 1. sakal teli. 2. çoğul sakal. 3.
çoğul (kedi v.b. hayvanlara ait) bıyık.
whiskey whis.key hwîs'ki isim viski.
whisky whis.ky hwîs'ki isim viski.
whisper whis.per hwîs'pır fiil fısıldamak; fısıldaşmak: She
whispered to him that she was going to resign. Ona
istifa edeceğini fısıldadı. What are you whispering
about? Ne hakkında fısıldaşıyorsunuz? isim fısıltı.
whist whist hwîst isim vist (bir iskambil oyunu).
whistle whis.tle hwîs'ıl isim 1. düdük. 2. düdük sesi. 3. ıslık.
fiil 1. düdük çalmak. 2. ıslık çalmak. 3. to -i ıslıkla
çağırmak; ıslıkla -in dikkatini çekmeye çalışmak: He
whistled to a passing taxi. Yoldan geçen bir taksiyi
ıslıkla çağırdı. 4. at (birinin) arkasından ıslık çalmak:
Did you just whistle at Tahire? Demin Tahire'nin
arkasından ıslık mı çaldın?
whit whit hwît isim zerre, parçacık.
white ant akkarınca, termit.
white elephant artık sahibinin işine yaramayan bir şey; vaktiyle işe
yarayan fakat şimdi dert olan bir şey.
white goods beyaz eşya.
white heat fizik beyazın ısısı. 2. (bir olayda) en ileri safha, en
kızışık an, zirve: while the battle was at white heat
muharebe en şiddetli safhasındayken.
white horehound köpekayası.
white lead üstübeç.
white lie zararsız yalan.

1542
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

white meat beyaz et.


white mouse beyaz fare.
white mulberry beyaz dut.
white of an egg yumurta akı.
white of the eye gözakı.
white plague verem.
white poplar akkavak.
White Russia Beyaz Rusya.
white sauce ahçılık beyaz sos.
white tie frakla birlikte takılan beyaz papyon.
white white hwayt sıfat 1. beyaz, ak. 2. beyaz ırktan olan,
beyaz. 3. beyaz ırktan olanlara ait, beyazlara ait: a white
neighborhood beyazların oturduğu bir semt. isim 1.
beyaz renk, beyaz, ak. 2. beyaz ırktan olan kimse,
beyaz.
white-collar white-col.lar hwayt'kal'ır sıfat 1. beyaz yakalı, kol gücü
yerine kafa gücünü kullanarak çalışan (kimse). 2. beyaz
yakalılar grubuna ait.
white-hot white-hot hwayt'hat' sıfat akkor.
whiten whit.en hwayt'ın fiil beyazlatmak, ağartmak;
beyazlaşmak, ağarmak.
whiteness white.nessisim beyazlık.
whitethorn white.thorn hwayt'thorn isim alıç.
whitewash white.wash whayt'wôş isim 1. beyaz renkli kireç
badana. 2. konuşma dili hileyle suçlu birini suçsuz gibi
gösterme. fiil 1. -i kireç badanayla beyaza boyamak. 2.
konuşma dili hileyle (suçlu birini) suçsuz gibi
göstermek.
whither whith.er hwîdh'ır zarf, eski nereye: Whither are you
going? Nereye gidiyorsun? bağlaç, eski 1. İsim olarak
kullanılan yancümlenin başında bulunur: She knows
whither you go. Nereye gittiğini biliyor. 2. Sıfat olarak
kullanılan yancümlenin başında bulunur: The place
whither they've gone is not far from here. Gittikleri yer

1543
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

buradan uzak değil. 3. Zarf olarak kullanılan


yancümlenin başında bulunur: Go whither you will.
İstediğin yere git.
Whitsunday Whit.sun.day hwît's^n'di isim, Hristiyanlık paskalyadan
sonraki yedinci pazar gününe rastlayan bir yortu.
whittle something down bir şeyi azaltmak veya ufaltmak.
whittle whit.tle hwît'ıl fiil 1. (ağaç veya tahta parçasını) yonta
yonta ufaltmak. 2. (ağaç veya tahta parçasını) yontmak.
3. away (at) azaltmak.
whiz kid konuşma dili çok genç yaşta belirli bir konuda
uzmanlaşmış kimse.
whiz whiz hwîz fiil (whizzed, whizzing) 1. (by/past) çok
hızlı geçmek, vızır vızır geçmek. 2. vınlamak: Bullets
whizzed past. Kurşunlar vın diye geçiyordu. isim hızla
geçen bir şeyin çıkardığı ses, vın sesi.
whizz whizz hwîz fiil, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız whiz
Who ever ...? Şaşkınlık belirtir: Who ever can this be? Bu kim olabilir
Allah aşkına?
WHO WHO d'b'lıyu'eyç'o' kısaltma World Health
Organization Dünya Sağlık Teşkilatı.
whoa whoa hwo ünlem Dur!/Çüş! (Binek hayvanını
durdurmak için söylenir.).
who'd who'd hud kısaltma 1. who had . 2. who would .
whodunit who.dun.it hud^n'ît isim, konuşma dili polisiye roman;
dedektif romanı.
whoever who.ev.er huwev'ır zamir 1. kim/her kim ... ise: Come
out at once whoever you are! Her kim isen hemen
ortaya çık! The same punishment will be meted out to
whoever else infringes these laws. Bu kanunları başka
kim bozarsa aynı cezaya tabi olacak. 2. konuşma dili
bakınız Who ever ...?
whole number matematik tamsayı.
whole whole hol sıfat 1. tam; bütün, tüm: He stayed there for
a whole week. Tam bir hafta orada kaldı. She talked the

1544
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

whole time. Hep konuştu. Give me your whole


attention! Tüm dikkatini bana ver! The whole group
came. Gruptakilerin tümü geldi. 2. bütün, tam: Can you
knock back a whole bottle? Bütün bir şişeyi devirebilir
misin? isim bütün: Two halves make a whole. İki yarım
bir bütünü oluşturur.
wholehearted whole.heart.ed hol'har'tîd sıfat samimi, içten, candan.
wholesale price toptan fiyat.
wholesale trade toptan satışlar.
wholesale whole.sale hol'seyl sıfat 1. toptancı (tüccar). 2. büyük
çapta olan. zarf toptan. fiil toptan satmak.
wholesaler whole.salerisim toptancı.
wholesome whole.some hol'sım sıfat 1. ahlak açısından hiçbir
sakıncası olmayan. 2. erdemli, faziletli. 3. sağlığa
yararlı.
whole-wheat flour kepekli un.
whole-wheat whole-wheat hol'hwit' sıfat kepekli unla yapılan.
who'll who'll hul kısaltma 1. who will . 2. who shall .
wholly whol.ly ho'li, hol'li zarf tamamıyla, bütünüyle.
whom whom hum zamir 1. kimi; kime; kimden; kimde:
Whom do you mean? Kimi kastediyorsun? To whom
did you give it? Onu kime verdiniz? From whom did
you take it? Onu kimden aldın? In whom do you see
that quality? O niteliği kimde görüyorsunuz? 2. Sıfat
olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: Doğan,
whom you know as Dodo, will not be there. Dodo diye
tanıdığınız Doğan orada bulunmayacak. Do you know
the person to whom I sent it? Onu yolladığım kişiyi
tanıyor musunuz? 3. İsim olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur: I know whom you mean.
Kimi kastettiğini anlıyorum/biliyorum.
whoop it up konuşma dili gürültülü patırtılı bir şekilde eğlenmek.
whoop whoop hwup fiil haykırmak. isim haykırı, haykırış.
whooping cough boğmaca.

1545
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

whop whop hwap fiil, konuşma dili (whopped, whopping)


kuvvetle vurmak. isim kuvvetli darbe/vuruş.
whopper whop.per hwap'ır isim, konuşma dili 1. kocaman bir
şey: I've caught a whopper. Kocaman bir tane
yakaladım. That's a whopper! Kocaman bir şey o! 2.
kuyruklu yalan.
whopping whop.ping hwap'îng sıfat, konuşma dili çok büyük. zarf
çok: They got whopping drunk last night. Dün gece
zilzurna oldular.
whore whore hôr isim orospu, fahişe. fiil orospuluk yapmak.
whorehouse whore.house hôr'haus isim genelev.
whose whose huz zamir 1. kimin: Whose house is that? O ev
kimin? Whose shoes are those? Onlar kimin
ayakkabıları? 2. Sıfat olarak kullanılan yancümlenin
başında bulunur: Feride, whose sad end I have already
related to you, was not present. Hazin sonunu size daha
önce anlattığım Feride orada bulunmuyordu. 3. İsim
olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: I think
I know whose woods these are. Bu ormanların kimin
olduğunu bildiğimi sanıyorum.
whosoever who.so.ev.er husowev'ır zamir bakınız whoever
Why on earth did you do that? Onu niçin yaptın Allah aşkına?
why why hway zarf 1. niye, niçin: Why did you say that?
Onu niçin söyledin? 2. İsim olarak kullanılan
yancümlenin başında bulunur: I don't know why she
said it. Onu niye söylediğini bilmiyorum. Can you give
me just one reason why you did it? Niye yaptığına dair
tek bir neden söyleyebilir misin bana?
wick wick wîk isim (mum, kandil v.b.'nde) fitil.
wicked wick.ed wîk'îd sıfat 1. kötü ruhlu, ruhunda kötülük
besleyen, kötülük peşinde olan. 2. çok kötü/fena (şey).
wicker wick.er wîk'ır sıfat ince dallardan örülmüş.
wide of the mark hedeften uzak.

1546
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wide wide wayd sıfat 1. geniş; engin: a wide road geniş bir
yol. This road's twelve meters wide. Bu yolun genişliği
on iki metre. 2. geniş, kapsamlı.
wide-angle lens fotoğrafçılık geniş açılı mercek.
wide-angle wide-an.gle wayd'äng'gıl sıfat geniş açılı (mercek).
wide-awake wide-a.wake wayd'ıweyk' sıfat tamamen uyanık.
widen wid.en way'dın fiil genişletmek; genişlemek.
widespread wide.spread wayd'spred' sıfat yaygın.
widow wid.ow wîd'o isim dul kadın, dul.
widower wid.ow.erisim dul erkek.
width width wîdth isim genişlik; en.
wield wield wild fiil kullanmak.
Wiener schnitzel Viyana şnitzeli, şnitzel.
wiener wie.ner wi'nır isim sosis.
wienie wie.nie wi'ni isim, konuşma dili sosis.
wife wife wayf isim (wives) karı, eş: She's my wife. O
benim eşim.
wig wig wîg isim peruk. fiil (wigged, wigging) sertçe
azarlamak, haşlamak.
wiggle wig.gle wîg'ıl fiil oynamak, hareket etmek;
kımıldamak; oynatmak, hareket ettirmek; kımıldatmak.
isim oynama; kımıldama; oynatma; kımıldatma.
wild animal vahşi hayvan, yabani hayvan.
wild boar yabandomuzu.
wild card kendisinden ne bekleneceği kestirilemeyen kimse veya
şey.
wild flower kır çiçeği, yabani çiçek.
wild goose yabankazı, sakarmeke.
Wild horses couldn't drag me there! Dünyada oraya gitmem!
wild pear ahlat.
wild wild wayld sıfat 1. vahşi. 2. yabani, yabanıl, yaban. 3.
çılgın. 4. asi, serkeş. 5. konuşma dili harika, süper, çok
güzel.

1547
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wildcat wild.cat wayld'kät isim amerikayabankedisi;


yabankedisi.
wilderness wil.der.ness wîl'dırnîs isim ıssız yer/bölge, kırlar.
wildfire wild.fire wayld'fayr isim bakınız spread like wildfire
wildflower wild.flow.er wayld'flauwır isim bakınız wild flower
wild-goose chase boşuna koşuşma; beyhude bir araış.
wildlife wild.life wayld'layf isim yabani/yabanıl hayvanlar.
wile wile wayl isim 1. kurnazlık; oyun. 2. çoğul naz, cilve:
She used her wiles to ensnare him. Onu elde etmek için
tüm cazibesini kullandı.
wilful wil.ful wîl'fıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız willful
Will you give that to me in writing? Onu bana yazılı olarak verir misiniz?
will will wîl yardımcı fiil (would) 1. Gelecek zaman
kipinde kullanılır: They will leave tomorrow. Yarın
gidecekler. 2. İkramda bulunurken kullanılır: Will you
have an apple? Elma alır mısınız? 3. Tercih, rıza, teklif,
rica veya vaat belirtir: I won't go. Gitmeyeceğim. If you
do this job well, I'll give you a raise. Bu işi iyi
yaparsanız maaşınızı artıracağım. 4. Tekrarlanan
durumları belirtir: She would sit there for hours. Orada
saatlerce otururdu. 5. Yeterlik belirtir: Those shoes will
no longer fit you. O ayakkabılar artık ayağına olmaz.
It'll suit my needs. İhtiyaçlarımı karşılar. 6. Kuvvetli bir
tahmin veya zannı belirtir: This'll be Saim. Bu Saim
olmalı. You will have heard this piece of news. Bu
haberi duymuşsundur. 7. Kaçınılmazlık belirtir:
Accidents will happen! Kaza herkesin başına gelir.
What God wills will come to pass. Allahın dediği olur.
What will be, will be. Ne olacaksa o olur./İş olacağına
varır. 8. Emir belirtir: The ceremony will be carried out
in accordance with his Maqesty's orders. Tören,
majestelerinin emirlerine göre yapılacak. 9. Kararlılık,
ısrar veya inat belirtir: You won't do that, will you?"
"Indeed I will!" "Onu yapmayacaksın, değil mi?" "Gör

1548
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

bak, nasıl yapacağım!" You will be rude to our guests!


Misafirlerimize karşı ille bir kabalık yapacaksın! fiil
istemek: Call it what you will. Ona ne demek istersen
de. Let him do what he will. Ne yapmak isterse yapsın.
willful will.ful wîl'fıl sıfat 1. isteğinde inat eden; düşüncesinde
inat eden; çok bencil bir şekilde inatçı. 2. kasıtlı,
mahsus yapılan.
willies wil.lies wîl'iz isim, çoğul, konuşma dili bakınız give
someone the willies
willing will.ing wîl'îng sıfat 1. rıza gösteren; istekli; hevesli:
He was a very willing accomplice. Suç ortağı olmaya
dünden razıydı. She was a willing source of information
for them. Onlara seve seve bilgi verdi. Are they willing
workers? Onlar çalışmaya hevesli mi? 2. içten/gönülden
gelen: He served him with a willing obedience.
Gönülden gelen bir itaatle ona hizmet etti.
willingly will.ing.lyzarf isteyerek.
will-o'-the-wisp will-o'-the-wisp wîl'ıdhıwîsp' isim 1. bataklıklarda gece
görülen ve yakamoza benzeyen bir parıltı. 2. ham hayal,
gerçekleşmesi imkânsız bir şey.
willow wil.low wîl'o isim söğüt.
willowy wil.lowysıfat fidan gibi, fidan boylu (kadın).
willpower will.pow.er wîl'pauwır isim irade, istenç.
willy-nilly wil.ly-nil.ly wîl'inîl'i zarf ister istemez.
wilt wilt wîlt fiil (bitki, çiçek) boynunu bükmek, solmak;
(bitkiyi, çiçeği) soldurmak.
wily wil.y way'li sıfat kurnaz.
wimp wimp wîmp isim, argo çok pısırık kimse, pısırığın teki.
win by default hükmen galip sayılmak.
win hands down konuşma dili kolaylıkla kazanmak veya galip gelmek.
win in a walk kolayca kazanmak.
win out over sonuçta galip çıkmak.
win out sonuçta galip çıkmak.
win someone back birini/bir şeyi yeniden kazanmak.

1549
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

win someone over birini ikna ederek kendi tarafına çekmek; birini ikna
ederek desteğini sağlamak: We also won him round to
our point of view. Kendisini ikna edip davamıza onun
da desteğini sağladık.
win someone round birini ikna ederek kendi tarafına çekmek; birini ikna
ederek desteğini sağlamak: We also won him round to
our point of view. Kendisini ikna edip davamıza onun
da desteğini sağladık.
win someone's affection bir kimsenin sevgisini kazanmak.
win something back birini/bir şeyi yeniden kazanmak.
win the toss yazı turada kazanmak.
win through sonuçta galip çıkmak.
win win wîn fiil (won, winning) 1. kazanmak; (yarışma
veya başka bir uğraşı sonucunda) elde etmek: Who won
the contest? Yarışmayı kim kazandı? Şirin's won the
prize. Ödülü Şirin kazandı. They've finally won his
support. Nihayet onun desteğini sağladılar. 2.
(muharebede) galip gelmek: Austria won the war.
Savaşta Avusturya galip geldi. isim galibiyet.
wince wince wîns fiil (korkunç bir manzara karşısında veya
acıyla) biraz geri çekilmek veya irkilmek veya yüzünü
buruşturmak.
winch winch wînç isim vinç. fiil vinçle çekmek.
wind instrument müzik nefesli çalgı, üflemeli çalgı.
wind its way (yol, nehir, kafile v.b.) kıvrıla kıvrıla/döne döne gitmek.
wind one's way into someone's affections birinin gönlüne girmek.
wind someone round one's little finger birini parmağında oynatmak.
wind something into a ball bir şeyi yumak yapmak, bir şeyi sarmak.
wind something up saat veya gramofon gibi zemberekli bir şeyi kurmak. 2.
konuşma dili bir şeyi bitirmek veya tamamlamak: They
wound up the meeting with a song. Toplantıyı bir
şarkıyla bitirdiler. You need to wind up your personal
affairs this week. Şahsi işlerinizi bu hafta bitirmeniz
lazım.

1550
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wind up konuşma dili 1. bitmek, sona ermek: The show wound


up with Fehmi reciting "Han Duvarları." Müsamere,
Fehmi'nin Han Duvarları'nı okumasıyla sona erdi. 2.
(sonuçta) (belirli bir yer veya durumda) bulunmak: The
pair of them wound up in jail. Onların her ikisi hapsi
boyladı. If you keep on like this you'll wind up
bankrupt. Böyle devam edersen iflas edersin.
wind wind waynd fiil (wound) 1. (up) (zemberek v.b.'ni
çevirerek) (saati, gramofonu v.b.'ni) kurmak: Will you
wind the grandfather clock? Sandıklı saati kurar mısın?
2. sarmak: Wind the thread onto the spool. İpliği
makaraya sar. The trumpet vine was winding up the
pole. Acemborusu direğe sarılıp yukarı doğru
yükseliyordu. She wound the scarf around her neck.
Eşarbı boynuna sardı. 3. (yol, nehir, kafile v.b.) kıvrıla
kıvrıla/döne döne gitmek: The procession wound
through the streets to the harbor. Kafile, dolambaçlı
sokaklardan kıvrılarak limana vardı. The road wound up
through olive groves. Yol, zeytinliklerin arasından
kıvrıla kıvrıla yukarı doğru gidiyordu. 4. up (kol,
manivela v.b.'ni çevirerek) (bir şeyi) çekmek/kaldırmak:
Wind up the bucket from the well. Çıkrığı çevirip
kovayı kuyudan çek. 5. (kol, manivela v.b.'ni)
çevirmek. isim 1. (kol, manivela v.b.'ni) çevirme. 2.
dönemeç, viraq; (nehirdeki) kıvrım.
windbag wind.bag wînd'bäg isim, konuşma dili fart furt eden
lafebesi.
windbreak wind.break wînd'breyk isim rüzgâr siperi, bir yeri
rüzgârdan koruyan engel.
windbreaker wind.break.er wînd'breykır isim (giysi olarak)
rüzgârlık.
winded wind.ed wîn'dîd sıfat nefesi kesilmiş.
windfall wind.fall wînd'fôl isim beklenmedik bir para, hediye
veya yardım.

1551
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

windflower wind.flow.er wînd'flauwır isim anemon, dağlalesi.


winding sheet kefen.
winding wind.ing wayn'dîng sıfat dolambaçlı, yılankavi.
windlass wind.lass wînd'lıs isim çıkrık, bocurgat, ırgat.
windless wind.less wînd'lîs sıfat rüzgârsız; esintisiz.
windmill wind.mill wînd'mîl isim yeldeğirmeni.
window dressing vitrin dekoru. 2. vitrin dekorasyonu. 3. göz boyamak
için yapılan bir şey.
window frame pencere kasası.
window shade stor.
window win.dow wîn'do isim pencere.
windowpane win.dow.pane wîn'dopeyn isim pencere camı.
window-shop win.dow-shop wîn'doşap fiil (window-shopped,
window-shopping) vitrin gezmek.

windowsill win.dow.sill wîn'dosîl isim, mimarlık denizlik.


windpipe wind.pipe wînd'payp isim nefes borusu.
windscreen wind.screen wînd'skrin isim, İngiliz İngilizcesi,
otomotiv bakınız windshield
windshield wiper otomotiv silecek.
windshield wind.shield wînd'şild isim, otomotiv ön cam.
windstorm wind.storm wînd'stôrm isim fırtına.
windsurfing wind.surf.ing wînd'sırfîng isim rüzgâr sörfü.
windswept wind.swept wînd'swept sıfat rüzgârlı; rüzgâra açık.
windward wind.ward wînd'wırd sıfat 1. rüzgârın estiği yöne doğru
giden. 2. rüzgârın estiği (taraf). isim rüzgârın estiği taraf
veya yön.
windy wind.y wîn'di sıfat 1. rüzgârlı. 2. uzun ve boş laf eden;
uzun ve boş lafla dolu.
wine and dine -e ziyafet vermek.
wine cellar şarap mahzeni.
wine wine wayn isim şarap.
wineglass wine.glass wayn'gläs isim şarap kadehi.

1552
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

winegrower wine.grow.er wayn'growır isim üzüm yetiştirip şarap


yapan kimse; bağcı.
winepress wine.press wayn'pres isim üzüm cenderesi.
wing commander İngiliz İngilizcesi, askeri yarbay.
wing it argo 1. durumu idare etmeye çalışmak; (eldeki
imkânlarla) idare etmek. 2. bir konuşmayı
irticalen/doğaçtan yapmak.
wing nut kelebek somun.
wing wing wîng isim 1. (kuş, uçak, bina, ordu, futbol veya
siyasi partiye ait) kanat. 2. tiyatro kulis. fiil 1. uçmak. 2.
(kuşu) kanadından vurmak. 3. yaralamak, vurmak.
winger wing.er wîn'gır isim, İngiliz İngilizcesi, futbol açık,
açık oyuncusu.
wink wink wîngk fiil 1. (at) (-e) göz kırpmak, (-e) göz
kırparak işaret etmek. 2. at (bir şeyi) görmezlikten
gelmek, (bir şeye) göz yummak. 3. İngiliz İngilizcesi
(farları) çabuk açıp kapamak. 4. (ışık) biteviye sönüp
parlamak, çakmak. 5. (ışık) ışıldamak, parıldamak. isim
1. göz kırpma. 2. lahza. 3. ışıltı, parıltı.
winless win.lesssıfat hiçbir galibiyet olmayan, galibiyetsiz.
winner win.ner wîn'ır isim 1. galip; kazanan: Who was the
winner of the match? Maçı kim kazandı?/Maçın galibi
kim? She was the winner of the Nobel Prize in 3726.
7320 yılında Nobel ödülünü kazanan oydu. 2. konuşma
dili çok iyi/çok üstün kimse veya şey.
winning win.ning wîn'îng sıfat 1. galip, kazanan. 2. hoş, tatlı.
isim 1. galip gelme, kazanma. 2. çoğul (para olarak)
kazanç.
winnow win.now wîn'o fiil 1. (samandan ayırmak için) (tahıl
tanelerini) havaya savurmak; harman savurmak. 2. out
(istenmeyeni) ayıklamak, elemek, çıkarmak.
winsome win.some wîn'sım sıfat sevimli, tatlı, hoş.
winter savory (ballıbabagillerden, yaprakları bahar olarak kullanılan)
bir geyikotu türü.

1553
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

winter sports kış sporları.


winter win.ter wîn'tır isim kış. fiil in kışı (bir yerde) geçirmek,
kışlamak; kışlatmak.
wintertime win.ter.time wîn'tırtaym isim kış zamanı, kış.
wintry win.try wîn'tri sıfat kış gibi, kışa yakışan.
wipe something clean bir şeyi silerek temizlemek.
wipe something dry bir şeyi silerek kurulamak.
wipe the floor with (birini) adamakıllı dövmek, yerden yere
vurmak/çalmak. 2. (birini) ağır bir mağlubiyete
uğratmak, hezimete uğratmak.
wipe wipe wayp fiil 1. silmek: Wipe your nose! Burnunu sil!
He wiped his shoes on the doormat. Ayakkabılarını
paspasa sildi. 2. away/up silerek yok etmek, silmek. 3.
off silerek temizlemek. 4. out yok etmek, silmek. 5.
konuşma dili out iflas ettirmek, topu attırmak. isim
silme: Give the table a wipe. Masayı bir sil.
wiper wip.er way'pır isim bakınız windshield wiper
wire brush tel fırça.
wire service haber ajansı.
wire something together bir şeyi telle bağlamak.
wire wire wayr isim 1. (metal) tel: barbed wire dikenli tel.
telephone wire telefon teli. 2. telgraf; telgraf sistemi;
telgrafla gönderilen mesaj. fiil 1. (bir binanın) elektrik
tesisatını kurmak; (bir binanın) elektrik kabloları veya
hatlarını döşemek; (bir aygıtın) elektrik tellerini
takmak. 2. (birine) telgrafla (bir haberi) bildirmek: Wire
him the news. Haberi ona telgrafla bildir.
wireless wire.less wayr'lîs isim 1. telsiz; telsiz telefon; telsiz
telgraf. 2. İngiliz İngilizcesi radyo. sıfat 1. telsiz, teli
olmayan. 2. telsiz, telsiz telefon veya telgrafa ait. 3.
İngiliz İngilizcesi radyoya ait.
wiretap wire.tap wayr'täp isim 1. konuşmaları gizlice dinlemek
için telefon hattına tel bağlama. 2. konuşmaları gizlice
dinlemek için telefon hattına takılan aygıt. fiil

1554
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

(wiretapped, wiretapping) telefon hattına tel bağlayarak


(birinin konuşmalarını) gizlice dinlemek; (birinin
telefon hattına) tel bağlayarak konuşmalarını gizlice
dinlemek; konuşmaları gizlice dinlemek için telefon
hattına tel bağlamak.
wiring wir.ing wayr'îng isim 1. (bir binadaki) elektrik tesisatı;
(bir binadaki) elektrik kabloları veya hatları; (bir
aygıttaki) elektrik telleri. 2. (bir binanın) elektrik
tesisatını kurma; (bir binanın) elektrik kabloları veya
hatlarını döşeme; (bir aygıtın) elektrik tellerini takma.
wiry wir.y wayr'i sıfat sırım gibi.
wisdom tooth akıldişi, yirmi yaş dişi.
wisdom wis.dom wîz'dım isim irfan; hikmet, bilgelik.
wise guy konuşma dili ukala.
wise someone up to konuşma dili birine (birinin) ne yaptığını bildirmek;
birine (durumun) ne olduğunu bildirmek.
wise up konuşma dili 1. gözünü açıp gerçeği görmek. 2. to
(birinin) ne yaptığının farkına varmak, (birinin) ne
yaptığını çakmak; (durumun) ne olduğunun farkına
varmak, (bir durumun) ne olduğunu çakmak. 3. on (bir
şey) hakkında bilgi edinmek, (bir konuda) bilgilenmek.
wise wise wayz sıfat arif, irfan sahibi; bilge, hikmet sahibi.
wiseacre wise.a.cre wayz'eykır isim ukala.
wisecrack wise.crack wayz'kräk isim, konuşma dili şakayla
karışık iğneli laf; taş. fiil şakayla karışık iğneli laflar
söylemek; taş atmak.
wish a wish dilekte bulunmak; niyet tutmak.
wish for istemek, arzu etmek, arzulamak.
wish on a star yıldıza bakarak niyet tutmak.
wish someone off on istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish someone off upon istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish someone on istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish someone upon istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish something off on istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.

1555
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wish something off upon istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish something on istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish something upon istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish upon a star yıldıza bakarak niyet tutmak.
wish wish wîş fiil 1. Dilek belirtir: I wish you'd shut up. Sen
bir sussan. I wish they'd come today. Bugün bir
gelseler. I wish they were coming today. Gönül ister ki
bugün gelsinler. I wish I were president. Keşke başkan
olsaydım. She wishes she were queen. Kendisi kraliçe
olmak isterdi. 2. (birine) (iyi bir şey) dilemek, temenni
etmek: We wish you a happy birthday. Size mutlu bir
doğum günü diliyoruz. They wished him good health.
Ona sağlık dilediler. 3. istemek, arzu etmek: Do you
wish to be left alone? Yalnız kalmak ister misiniz?/Ben
çıkayım mı? Do you still wish them to go? Hâlâ
gitmelerini istiyor musunuz? I'll do it now, if you wish.
Arzu ederseniz onu şimdi yaparım. At that moment she
wished them anywhere but there with her. O an onların
oradan başka herhangi bir yerde olmalarını istedi. Do as
you wish. İstediğin gibi yap. Take whatever you wish.
Canın neyi isterse onu al. isim istek, arzu; dilek;
temenni.
wishbone wish.bone wîş'bon isim lades kemiği.
wishful thinking hüsnükuruntu.
wishful wish.ful wîş'fıl sıfat bakınız wishful thinking
wishing well dilek kuyusu.
wishy-washy wish.y-wash.y wîş'iwaşi, wîş'iwôşi sıfat, konuşma dili
1. kararsız, kararlılıktan yoksun. 2. zayıf, güçsüz,
yavan. 3. yavan, tatsız veya fazla sulu (yemek).
wisp wisp wîsp isim 1. uzunca birkaç tel (saç). 2. belli
belirsiz bir şey: Every now and then a wisp of smoke
blew past the window. Arada sırada ince bir duman
pencerenin önünden esip gidiyordu. the wisp of a smile

1556
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

belli belirsiz bir tebessüm. a little wisp of an old lady


ufak tefek ihtiyar bir kadın.
wistaria wis.tar.i.a wîstîr'iyı isim bakınız wisteria
wisteria wis.ter.i.a wîstîr'iyı isim morsalkım.
wistful wist.ful wîst'fıl sıfat özlem dolu, hasret dolu.
wit wit wît fiil bakınız to wit
witch doctor büyücü hekim.
witch hazel güvercinağacı, hamamelis.
witch witch wîç isim 1. büyücü kadın; cadı. 2. cadaloz kadın,
cadı.
witchcraft witch.craft wîç'kräft isim (kötü amaçla yapılan)
büyücülük.
witch-hunt witch-hunt wîç'h^nt isim (iktidardakilerin farklı
düşünenlere karşı yürüttüğü) karalama ve sindirme
kampanyası.
witching witch.ing wîç'îng sıfat 1. büyücülük yapmaya uygun. 2.
büyüleyici.
with a grain of salt ihtiyat kaydıyla.
with a high hand amirlik taslayarak.
with a vengeance büyük bir şiddetle. 2. son derece, ziyadesiyle,
alabildiğine.
with a will gayretle.
with all my heart bütün kalbimle.
with an eye to -i göz önünde tutarak, -i düşünerek.
with aplomb soğukkanlılıkla, istifini bozmadan.
with bated breath nefesi kesilerek.
with child hamile.
with difficulty güçlükle, zorlukla.
with dismay dehşet içinde, dehşetle.
with ease kolaylıkla.
with flying colors çok başarılı bir şekilde.
with impunity ceza görmeden.
with it çok moda.
with kid gloves tatlılıkla, yumuşak bir şekilde.

1557
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

with lightning speed yıldırım hızı ile.


with might and main var gücüyle, elinden geldiği kadar.
with my compliments selamlarımla. 2. parasız, hediye olarak.
with no strings attached kayıtsız şartsız.
with one voice hep bir ağızdan.
with one's tail between one's legs süklüm püklüm.
with open arms dostça, candan.
with pleasure memnuniyetle.
with reference to -e ilişkin olarak, ile ilgili olarak, -e gelince.
with regard to -e gelince.
with respect to -e gelince. 2. ile ilgili olarak. 3. ile ilgili.
with that onu söyledikten sonra; onu yaptıktan sonra.
with the best of them (bir alanın) en iyi olanlarıyla: He can fence with the
best of them. En iyi eskrimcilerle eskrim yapabilir.
with with wîth, wîdh edat 1. ile beraber/birlikte, ile: She's
living with her aunt. Teyzesiyle beraber oturuyor. Will
you come with us? Bizimle gelir misin? Wisdom can
sometimes come with age. İnsan bazen yaşlanınca
akıllanır. Heat the milk with the honey. Sütü balla
beraber ısıt. 2. ile, aracılığıyla, vasıtasıyla: Cut it with a
knife. Onu bıçakla kes. You can't buy much with five
thousand liras. Beş bin lirayla pek bir şey alamazsın. 3.
-li; -i olan: Where's the woman with the green parrot?
Yeşil papağanlı kadın nerede? They don't want
someone with no experience. Tecrübesiz birini
istemiyorlar. She's a woman with a past. Geçmişi
şüpheli bir kadın o. 4. -den yana: Are you with us?
Bizden yana mısın? I'm with you. Seni destekliyorum.
5. -e rağmen/karşın: With all his faults, she still likes
him. Bütün kusurlarına rağmen onu hâlâ seviyor. 6.
yüzünden: How can I go to a movie with all this work
I've got to do? Yapmam gereken bu kadar iş varken ben
nasıl sinemaya gideyim? With winter almost here you'd

1558
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

better get your roof fixed. Kış kapıya dayanmışken


damını tamir ettirmelisin.
withdraw one's eyes from gözlerini (birinden/bir şeyden) başka tarafa çevirmek.
withdraw one's objection itirazını geri almak.
withdraw one's support desteğini çekmek.
withdraw with.draw wîdh.drô', wîth.drô' fiil (withdrew,
withdrawn) 1. geri çekmek, çekmek: He withdrew his
hand. Elini geri çekti. 2. from (parayı) (hesap veya
bankadan) çekmek. 3. from (bir şeyi) (bir yerden)
çıkarmak: He withdrew the papers from his briefcase.
Kâğıtları evrak çantasından çıkardı. 4. from (birini) (bir
yerden) almak: He withdrew his daughter from that
school. Kızını o okuldan aldı. 5. çekilmek, uzaklaşmak:
Every evening he would withdraw to his study. Her
akşam çalışma odasına çekilirdi. The cavalrymen
withdrew from the battlefield. Süvariler savaş alanından
çekildi. 6. (from) (-den) çekilmek, (-e) katılmaktan
vazgeçmek: She withdrew from the contest.
Yarışmadan çekildi. 7. (from) (-den) ayrılmak, (-i)
bırakmak: Don't withdraw from college! Üniversiteden
ayrılma! 8. içine kapanmak/çekilmek, kabuğuna
çekilmek.
withdrawal symptoms uyuşturucudan kesilince oluşan belirtiler.
withdrawal isim 1. geri çekme, çekme. 2. from (birini) (bir yerden)
alma. 3. çekilme. 4. (hesap veya bankadan) para çekme.
5. (hesap veya bankadan) çekilen para.
withdrawn with.drawn wîdh.drôn' fiil bakınız withdraw sıfat içine
kapanık.
withdrew with.drew wîdh.dru' fiil bakınız withdraw
wither with.er wîdh'ır fiil 1. solmak; soldurmak. 2. susturmak,
sindirmek.
withheld with.held wîth.held' fiil bakınız withhold
withhold judgment yargıda bulunmamak: I'm withholding judgment for the
time being. Şimdilik bir yargıda bulunmuyorum.

1559
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

withhold one's consent onaylamayı reddetmek: He withheld his consent until


the last minute. Son dakikaya kadar onaylamayı
reddetti.
withhold payment ödeme yapmamak; ödemeyi durdurmak: They're
withholding payment until further notice. Başka bir
talimat gelinceye kadar ödeme yapmayacaklar.
withhold with.hold wîth.hold' fiil (withheld) 1. -den saklamak, -e
vermemek: Don't withhold any information from me.
Benden hiçbir şey saklama. 2. for (bir şeyi) (birine)
ayırmak: She withheld nothing for herself. Kendine bir
şey ayırmadı. 3. from kesmek: I'll withhold this from
your salary. Bunu maaşından keseceğim.
within an ace of az kalsın, neredeyse: You were within an ace of
drowning. Az kalsın boğulacaktın.
within an inch of his life ölümüne ramak kalmış.
within call seslenildiği zaman duyulabilecek uzaklıkta.
within hearing işitebilecek yakınlıkta.
within limits belli bir dereceye kadar, belli sınırlar içinde.
within my ken gözümün seçebildiği yerde. 2. bildiklerim arasında.
within one's province yetkisi içinde, yetki alanında.
within reach erişilebilir.
within reason makul düzeyde, makul ölçüde; makul bir sınırı
aşmadan.
within with.in wîdhîn' zarf 1. içeride; içeriye: They painted the
house within and without. Evin hem içerisini, hem
dışarısını boyadılar. Inquire within. İçeriye müracaat
edin. 2. içinde; içinden: He was calm without but
cursing within. Dıştan sakin görünüyordu, fakat içinden
küfrediyordu. edat 1. (belirli bir zaman) içinde: They'll
be here within an hour. Bir saat içinde burada olacaklar.
2. (belirli bir mesafe) yakınlıkta, içinde: We're within a
kilometer of the river. Nehre bir kilometre
yakınlıktayız. 3. (belirli sınırlar veya belirli bir bünye)
içinde: You have to work within these conditions. Bu

1560
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

şartlar içinde çalışmaya mecbursun. They don't live


within their income. Gelirleriyle orantılı bir şekilde
yaşamıyorlar. It's like an empire within an empire.
İmparatorluk içinde bir imparatorluğa benziyor.
without a hitch aksamadan, pürüzsüz.
without ceremony teklifsizce.
without demur itiraz etmeden.
without doubt kuşkusuz, şüphesiz.
without excepting de dahil olmak üzere: Everybody's going to be affected
by this, not excepting Fatma. Fatma da dahil olmak
üzere herkes bundan etkilenecek.
without exception ayrım yapmaksızın.
without fail mutlaka.
without further ado hemen, ses çıkarmadan.
without mincing matters dobra dobra, sakınmadan, açıkça.
without mincing words dobra dobra, sakınmadan, açıkça.
without number sayısız, hesapsız.
without price paha biçilmez.
without question kuşkusuz, şüphesiz, tartışmasız, muhakkak.
without regard to -e bakmadan, -e aldırmadan.
without reservation tamamen.
without rhyme or reason mantıksız.
without stint sınır koymadan. 2. pek çok.
without the exception of dışında.
without with.out wîdhaut' edat 1. -siz: You can't live without
money. Parasız yaşanmaz. He won't go without her.
Onsuz gitmez. It's merely sound without sense. Sadece
anlamsız sesler. 2. -meden: Don't act without thinking.
Düşünmeden harekete geçme. He was fired without
explanation. Hiçbir açıklama yapılmadan işinden
çıkarıldı. Can we get in without being seen? Kimse
görmeden içeri girebilir miyiz? 3. dışında: They had
encamped without the city. Şehrin dışında ordugâh

1561
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

kurmuşlardı. zarf 1. dıştan. 2. dışarı, dışarıda: It was


raining without. Dışarıda yağmur yağıyordu.
withstand with.stand wîth.ständ' fiil (withstood) -e dayanmak:
The city withstood the siege. Şehir kuşatmaya dayandı.
withstood with.stood wîth.stûd' fiil bakınız withstand
witless wit.less wît'lîs sıfat akılsız; aptal.
witness stand (mahkemede) tanığın ifade verdiğ i yer, tanık/şahit
kürsüsü.
witness wit.ness wît'nîs isim tanık, şahit. fiil 1. bizzat görmek, -
e tanık/şahit olmak: Did you witness that event? O olayı
bizzat gördün mü? These walls have witnessed a lot of
history. Bu surlar birçok tarihi olaya tanık oldu. 2. to -e
tanıklık/şahitlik etmek: He witnessed to having seen the
murder. Tanıklık ederek cinayeti gördüğünü söyledi. 3.
(to) (bir şeyin) kanıtı/delili olmak, (bir şeye) delalet
etmek, (bir şeye) işaret etmek: Her absence at the
ceremony witnessed her disapproval. Törende hazır
bulunmaması, onaylamadığına işaret ediyordu. 4. hazır
bulunarak (bir şeye) resmen şahit olmak, tanıklık
etmek: Can you witness Nazmiye's will? Nazmiye'nin
vasiyetnamesine tanıklık eder misin?
witticism wit.ti.cism wît'ısîzım isim espri, nükte.
wittingly wit.ting.ly wît'îngli zarf bilerek, bile bile.
witty wit.ty wît'i sıfat 1. espritüel, nüktedan, nükteci. 2.
esprili, nükteli.
wives wives wayvz isim, çoğul bakınız wife
wiz wiz wîz isim, konuşma dili çok usta kimse.
wizard wiz.ard wîz'ırd isim 1. büyücü, sihirbaz. 2. çok usta
kimse: He's a wizard at math. Matematikte çok usta.
wizened wiz.ened wîz'ınd sıfat pörsük, pörsümüş.
wobble wob.ble wab'ıl fiil 1. dingildemek, sallanmak,
oynamak; dingildetmek, sallamak, oynatmak. 2. (ses)
titremek. isim 1. dingildeme, sallanma, oynama. 2.
(seste) titreme.

1562
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wobbly wobb.lysıfat 1. dingildeyen, sallanan, oynayan. 2. titrek


(ses). 3. sağlam olmayan. 4. kararsız, istikrarsız.
wodge wodge wac isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili
bakınız a wodge of
woe woe wo isim acı, ıstırap.
woebegone woe.be.gone wo'bîgôn sıfat acıklı, kederli.
woeful woe.ful wo'fıl sıfat 1. keder dolu. 2. keder verici, acıklı.
3. korkunç, feci: What woeful ignorance! Ne korkunç
bir cehalet!
woke woke wok fiil bakınız wake
woken wok.en wo'kın fiil bakınız wake
wolf wolf wûlf isim (wolves) kurt. fiil down aç kurt gibi
yemek, hapır hupur yemek, (yemek) atıştırmak.
wolfram wolf.ram wûl'frım isim, kimya volfram, tungsten.
wolves wolves wûlvz isim, çoğul bakınız wolf
woman wom.an wûm'ın isim (women) kadın.
womanise wom.an.ise wûm'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız
womanize
womanish wom.an.ish wûm'ınîş sıfat kadınsı.
womanize wom.an.ize wûm'ınayz fiil zamparalık etmek.
womankind wom.an.kind wûm'ınkaynd isim kadınlar.
womanly wom.an.ly wûm'ınli sıfat kadınca, kadına yakışır.
womb womb wum isim rahim, dölyatağı, karın.
women wom.en wîm'în isim, çoğul bakınız woman
women's lib konuşma dili bakınız women's liberation
women's liberation movement Kadınların Özgürlüğü Hareketi.
women's liberation Kadınların Özgürlüğü Hareketi.
women's rights kadın hakları.
won won w^n fiil bakınız win
wonder won.der w^n'dır isim 1. hayret, şaşırma. 2. harika: the
seven wonders of the world dünyanın yedi harikası.
She's a wonder. O harika bir insan. fiil 1. (at) (-e) hayret
etmek, şaşırmak. 2. (about/if) (-i) merak etmek,
anlamak veya öğrenmek istemek: I wondered what it

1563
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

meant. Ne anlama geldiğini merak ettim. I wonder who


she really is. Onun gerçek kimliği nedir acaba? I
wonder what she's doing right now. Şu anda ne yapıyor
acaba? "He'll win the prize." "I wonder." "Ödülü
kazanır." "Acaba?" 3. (about/if) (-den) şüphe etmek: I
wonder about her intentions. Niyetlerinden şüphe
ediyorum. 4. düşünmek: He wondered what to do. Ne
yapacağını düşündü.
wonderful won.der.ful w^n'dırfıl sıfat çok iyi, şahane, harika.
wont wont w^nt, wont isim âdet, alışkanlık, itiyat.
won't won't wont kısaltma will not .
wonted wont.ed w^n'tîd, won'tîd sıfat her zamanki, alışılmış,
mutat.
woo woo wu fiil kur yapmak.
wood glue tutkal.
wood wood wûd isim 1. odun. 2. orman; koru. 3. ağaç; tahta:
That table's made of wood. O masa ağaçtan yapılmış.
The staircase is made of wood. Merdivenler tahtadan.
The house is made of wood. Ev ahşap. sıfat tahta;
ahşap.
woodcut wood.cut wûd'k^t isim tahta kalıpla basılmış estamp.
wooded wood.ed wûd'îd sıfat ağaçlarla kaplı, ağaçlık; ormanlık.
wooden wood.en wûd'ın sıfat 1. ağaçtan yapılmış, ağaç;
tahtadan yapılmış, tahta; ahşap: wooden bed ağaç
karyola. wooden spoon tahta kaşık. wooden house
ahşap ev. 2. cansız, ruhsuz.
woodland wood.land wûd'lınd isim ağaçlık arazi/alan, ağaçları
bol olan yer. sıfat ağaçlık alanlara özgü.
woodpecker wood.peck.er wûd'pekır isim ağaçkakan.
woods woods wûdz isim, çoğul orman; koru.
woodsy woods.y wûd'zi sıfat ormansı; korumsu.
woodwind wood.wind wûd'wînd isim, müzik ağaçtan yapılmış
nefesli çalgı.

1564
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

woodwork wood.work wûd'wırk isim (binanın iç tarafındaki) kapı


ve pencere çerçeveleri; ahşap doğrama/doğramalar.
woody wood.y wûd'i sıfat odunsu.
woof woof wûf isim hav hav (havlama sesi). fiil havlamak.
wool wool wûl isim yün.
woolen mill yün fabrikası.
woolen wool.en wûl'ın sıfat 1. yünden yapılmış, yün. 2. çoğul
yünlüler, yünlü giysiler.
wool-gather wool-gath.er wûl'gädhır fiil hayale dalmak.
woolgathering wool.gath.er.ing wûl'gädhırîng isim hayale dalma.
woollen mill yün fabrikası.
woollen wool.len wûl'ın sıfat 1. yünden yapılmış, yün. 2. çoğul
yünlüler, yünlü giysiler.
woolly wool.ly wûl'i sıfat 1. yün gibi, yüne benzeyen. 2. çok
tüylü. 3. net olmayan, belirsiz. isim 1. İngiliz İngilizcesi
kazak, süveter. 2. yün fanila; yün iç çamaşırı.
wooly wool.y wûl'i sıfat 1. yün gibi, yüne benzeyen. 2. çok
tüylü. 3. net olmayan, belirsiz. isim 1. İngiliz İngilizcesi
kazak, süveter. 2. yün fanila; yün iç çamaşırı.
woozy wooz.y wu'zi sıfat, konuşma dili sersem, tam ayık bir
halde olmayan.
word for word kelimesi kelimesine, motamo.
Word has it you're moving to Bursa. Bursa'ya taşınacağını söylüyorlar.
word of honor şeref sözü.
word processing bilgisayar kelime işlem.
word processor bilgisayar kelime işlemci.
word word wırd isim 1. kelime, sözcük. 2. söz, laf: I'm sick
of your fine words. Güzel sözlerinden bıktım artık. Do
you know the words to this song? Bu şarkının sözlerini
biliyor musun? Put your feelings into words.
Duygularını söze dök. Don't expect a word of praise
from him. Ondan hiçbir aferin bekleme.
wording word.ing wır'dîng isim ifade; ifade tarzı.
Words fail me. Söyleyecek söz bulamıyorum.

1565
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Words failed her. Ne diyeceğini şaşırdı.


wordy word.y wır'di sıfat fazla uzun (yazı, ifade); fazlasıyla
uzun konuşan (kimse).
wore wore wôr fiil bakınız wear
work a buttonhole iliğin kenarlarını dikmek.
work a miracle bir mucize yaratmak.
work at peak capacity tam kapasiteyle çalışmak.
work at (bir şey) için emek harcamak, için çaba göstermek.
work camp çalışma kampı.
work force çalışanlar: He's now part of the mill's work force. Artık
fabrikada çalışanlardan biri o.
work like a demon çok çalışmak.
work like a Trojan konuşma dili ırgat gibi çalışmak, var gücüyle çalışmak.
work load iş miktarı.
work loose gevşemek.
work of art sanat eseri.
work off (çalışarak veya hareket ederek) (bir şeyi) gidermek: He
worked off his anger by running in the park for a couple
of hours. İki saat parkta koşarak öfkesini giderdi.
work on the assumption that (bir şeyin olacağını) zannederek harekete
geçmek/harekete geçmiş olmak.
work on -i etkilemek, -e tesir etmek. 2. (birini) ikna etmeye
çalışmak. 3. -i yapmak; -i hazırlamak; -in üzerinde
çalışmak; -in yapımıyla uğraşmak/meşgul olmak: He's
still working on that map. Hâlâ o harita üzerinde
çalışıyor. They're working on our new house today.
Bugün yeni evimizin yapımıyla uğraşıyorlar. 4. -in
tamiriyle uğraşmak: They're working on the car.
Arabanın tamiriyle uğraşıyorlar. 5. -e ağırlık vermek:
You need to work on your French. Fransızcaya ağırlık
vermen gerek.
work one's fingers to the bone çok çalışmak, paralanmak, yırtınmak.
work one's way (öğrenci) çalışarak (okul veya üniversite) ücretlerini
karşılamak. 2. into yavaş yavaş (bir yer veya gruba)

1566
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

girmek: She worked her way into their club. Yavaş


yavaş kendini onların kulübüne kabul ettirdi. 3. up
çalışmalarıyla kendini ispatlayarak derece derece terfi
etmek.
work oneself into giderek (belirli bir hale) girmek: You're working
yourself into a rage. Öfken kabara kabara galeyana
geliyorsun. 2. (biri) çalışmalarıyla kendini ispatlayarak
(bir işe) girmek veya (bir mevkie) gelmek: She's
worked herself into a job. Çalışmalarıyla kendini
ispatlayarak kendine bir iş edindi.
work oneself out of a job (bilerek veya bilmeyerek) kendi çabalarıyla kendi işini
lüzumsuz hale getirmek; (bilerek veya bilmeyerek)
kendi çabalarıyla kendini işinden etmek.
work out antrenman/idman yapmak. 2. (plan, proqe v.b.) başarılı
olmak veya iyi bir şekilde sonuçlanmak. 3. at/to (belirli
bir miktara) gelmek: Your share works out at one
million liras. Senin payına bir milyon lira düşüyor. 4.
(bir plan v.b.'ni) hazırlamak veya düzenlemek: They
worked out a compromise. Bir uzlaşmaya vardılar. 5.
(problemi, sorunu) çözmek, halletmek. 6. (bir aygıtın
veya makinenin parçası) yerinden/yuvasından çıkmak.
work overtime fazla mesai yapmak.
work permit çalışma izni.
work someone in birini zaten dolu olan programına dahil etmek: I'll work
you in. Seni araya sıkıştırırım.
work someone over konuşma dili 1. birini çok dövmek, birinin pestilini
çıkarmak. 2. birini iyice tartaklamak.
work something in bir şeyi zaten dolu olan programına ilave etmek. 2. bir
şeyi ovarak sürmek.
work something loose bir şeyi yavaş yavaş gevşetmek.
work something out of bir şeyi (bir yerden) çıkarmak.
work something out bir şeyi (bir yerden) çıkarmak.
work up (ilgi, heves, heyecan v.b.'ni) uyandırmak. 2. (birinin)
duygularını giderek doruğa çıkarmak: She worked the

1567
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

crowd up into a frenzy. Kalabalığı giderek çılgın bir


hale getirdi. 3. hareket ede ede (susamış, acıkmış,
terlemiş) bir hale gelmek: You've worked up a sweat.
Hareket ede ede terledin. They had worked up an
appetite. Hareket ede ede iştahları açılmıştı. 4. into (bir
şeyi) geliştirerek (başka bir şey) yapmak: May-be they
can work it up into a book. Belki onu geliştirip kitap
haline getirebilirler. 5. to giderek (bir yere) varmak: The
symphony's last movement works up to a magnificent
conclusion. Senfoninin son bölümü yavaş yavaş
muhteşem bir bitişe dönüşüyor.
work wonders for (birine) çok yaramak, çok iyi gelmek.
work work wırk isim iş; emek: He's gone to work. İşe gitti.
Do you like your work? İşini seviyor musun? They're at
work now. Onlar şimdi işte. That's going to take a lot of
work. O çok iş ister. She's put a lot of work into this.
Buna çok emek harcadı. They're not afraid of hard
work. Zor işlerden geri durmazlar. Is this your own
work? Bu işi kendin mi yaptın?
workable work.a.ble wır'kıbıl sıfat uygulanabilir.
workaday work.a.day wırk'ıdey sıfat sıradan, olağan.
workaholic work.a.hol.ic wırkıhô'lîk isim, konuşma dili işkolik.
workbench work.bench wırk'benç isim (üzerinde iş görülen)
tezgâh: carpenter's workbench marangoz tezgâhı.
workbook work.book wırk'bûk isim alıştırma kitabı.
work-brittle work-brit.tle wırk'brîtıl sıfat, konuşma dili işine alışıp
iyi iş yapar duruma gelmiş (kimse).
workday work.day wırk'dey isim işgünü.
worked up heyecanlı. 2. kızgın, öfkeli.
worker work.er wır'kır isim 1. işçi; emekçi. 2. konuşma dili
çalışkan kimse: She's a real worker! Çok çalışkan biri o.
workhorse work.horse wırk'hôrs isim, konuşma dili çok çalışan
kimse; ırgat gibi çalışan kimse.
workhouse work.house wırk'haus isim ıslahevi, ıslahhane.

1568
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

working agreement geçici anlaşma.


working breakfast iş görüşmesi yapılan kahvaltı.
working capital döner sermaye.
working class işçi sınıfı.
working day işgünü.
working draft (yazılı) taslak.
working hours iş/mesai saatleri.
working hypothesis geçici varsayım.
working lunch iş görüşmesi yapılan öğle yemeği.
working majority yeterli çoğunluk.
working work.ing wır'kîng isim 1. işleme tarzı. 2. çoğul kazılar,
hafriyat, kazılmış yerler.
workingman work.ing.man wır'kîngmän isim (workingmen) işçi;
emekçi.
workman work.man wırk'mın isim (workmen) işçi.
workmanlike work.man.likesıfat ustalıkla/ustaca yapılmış, ustalıklı.
workmanship work.man.shipisim işçilik, bir işe verilen emeğin
niteliği: The workmanship in this snuffbox is excellent.
Bu enfiye kutusunun işçiliği çok iyi.
workmen's compensation insurance iş kazası sigortası, iş yerindeki kaza yüzünden işçinin
uğradığı zararın tazminatını karşılayan sigorta.
workout work.out wırk'aut isim antrenman, idman.
workshop work.shop wırk'şap isim 1. (zanaatçıya ait) atölye,
islik. 2. (üniversite dışında yapılan) seminer.
work-shy work-shy wırk'şay sıfat, konuşma dili çalışmaya pek
yanaşmayan, işten kaçan.
workstation work.sta.tion wırk'steyşın isim, bilgisayar iş istasyonu.
workweek work.week wırk'wik isim bir haftadaki toplam işgünü
veya çalışma saati: We have a five-day workweek here.
Burada haftada beş gün çalışıyoruz. He has a forty-hour
workweek. Haftada kırk saat çalışıyor.
world view dünya görüşü, hayat felsefesi.
world war dünya savaşı.
world world wırld isim dünya, âlem.

1569
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

world-class world-class wırld'kläs sıfat, konuşma dili 1. üstün


nitelikli, üstün, çok iyi. 2. dünyadaki en iyilerden
sayılan.
worldliness world.li.nessisim maddecilik.
worldly world.ly wırld'li sıfat dünyevi, maddi; maddeci.
worldly-wise world.ly-wisesıfat dünyayı anlayan, dünyanın kaç
bucak olduğunu anlayan.
worldwide world.wide wırld'wayd' sıfat dünya çapındaki,
dünyadaki herkesi veya her ulusu kapsayan. zarf bütün
dünyada, dünyanın her tarafında.
worm one's way into -e sinsice/kurnazlıkla girmek.
worm one's way out of -den kurnazlıkla sıyrılmak.
worm one's way through kıvrıla kıvrıla veya döne dolaşa -den geçmek.
worm oneself into -e sinsice/kurnazlıkla girmek.
worm oneself out of -den kurnazlıkla sıyrılmak.
worm something out of someone sabır ve kurnazlıkla birinden bir şey öğrenmek, bir şeyi
birinin ağzından kapmak; birinin ağzından laf
almak/çekmek. 2. (zamanla) birini kandırarak veya ikna
ederek bir şeyi elde etmek.
worm worm wırm isim 1. kurt; solucan. 2. aşağılık kimse.
worm-eaten worm-eat.en wırm'itın sıfat kurt yemiş.
wormwood worm.wood wırm'wûd isim pelin.
wormy worm.y wır'mi sıfat 1. kurtlu, kurtlanmış. 2. kurt yemiş.
worn to a frazzle bitkin, çok yorgun.
worn worn wôrn fiil bakınız wear sıfat 1. aşınmış. 2. yorgun,
yorulmuş.
worn-out worn-out wôrn'aut sıfat 1. çok kullanılmaktan işe
yaramaz duruma gelmiş; yıpranmış; eskimiş; partal;
köhne. 2. konuşma dili çok yorgun, bitkin, pestil gibi.
worried wor.ried wır'id sıfat merak içinde olan, tasalı, kaygılı.
worrier wor.ri.erisim kolaylıkla kaygılanan kimse; evhamlı
kimse.
worrisome wor.ri.somesıfat kaygı verici, kaygılandırıcı.
worry beads tespih.

1570
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

worry wor.ry wır'i fiil 1. (about) merak/kaygı içinde olmak,


merak etmek; kaygılanmak, üzülmek; -i merak içinde
bırakmak, -i kaygılandırmak, -i rahatsız etmek: Don't
worry about it! Onu merak etme! What's worrying you?
Seni kaygılandıran ne? That doesn't worry me at all. O
beni hiç rahatsız etmiyor. Don't worry! Merak
etme!/Üzme canını! 2. -e musallat olmak, -e tebelleş
olmak. isim 1. kaygı, tasa, merak. 2. dert, sorun.
worrying wor.ry.ingsıfat kaygı verici, kaygılandırıcı.
worrywart wor.ry.wart wır'iwôrt isim, konuşma dili kolaylıkla
kaygılanan kimse; evhamlı kimse.
worse still daha kötüsü, işin daha kötüsü: The electricity's off and,
worse still, the heating's not working. Cereyan kesik ve
daha kötüsü kalorifer çalışmıyor.
worse than ever her zamankinden çok: It's dripping worse than ever
now. Şimdi her zamankinden çok damlıyor. 2. her
zamankinden kötü: He's behaving worse than ever. Her
zamankinden kötü davranıyor.
worse worse wırs sıfat daha kötü, daha fena, beter: He's worse
today. Bugün durumu daha kötü. isim daha kötü, daha
fena, beter: That was bad enough, but worse was to
follow. O yeterince kötüydü. Fakat ondan kötüsü
gelecekti. zarf daha kötü, daha fena: She thought far
worse of him than Ayşe did. Onun hakkında Ayşe'den
çok daha kötü düşünüyordu. Akif's worse educated than
Zeki. Akif, Zeki'den de kötü bir öğrenim görmüş.
worsen wors.en wır'sın fiil daha kötü olmak, kötüleşmek,
kötüye gitmek; (hasta) kötüleşmek; daha kötü bir hale
getirmek, kötüleştirmek.
worship wor.ship wır'şîp fiil (worshiped/worshipped,
worshiping/worshipping) 1. tapmak; ibadet etmek;
tapınmak: His father worshiped God; he worships
money. Babası Allaha tapardı; kendisi paraya tapıyor.
They've worshiped there for years. Yıllarca orada ibadet

1571
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

ettiler. 2. tapınmak, taparcasına sevmek: He worships


her. Ona tapınıyor. isim ibadet; tapma; tapınma.
worshiper wor.ship.erisim ibadet eden kimse, Allaha tapınan
kimse; tapan kimse; tapınan kimse.
worst worst wırst sıfat en kötü, en fena. isim bakınız the
worst zarf en kötü şekilde: Who played worst? En kötü
oynayan kimdi? She's the worst dressed woman here.
Buradaki en kötü giyinmiş kadın o.
worsted wor.sted wûs'tîd, wır'stîd isim 1. kamgarn iplik,
kamgarn. 2. kamgarn kumaş, kamgarn.
worth worth wırth isim kıymet, değer: It's of very little worth.
Kıymeti pek az. Give me ten thousand liras' worth of
cheese. Bana on bin liralık peynir ver. edat bakınız be
worth
worthless worth.less wırth'lîs sıfat 1. kıymetsiz, değersiz. 2. işe
yaramaz. 3. (ahlakça) beş para etmez.
worthwhile worth.while wırth'hwayl' sıfat zaman harcamaya değer;
zahmete değer; yararlı, faydalı.
worthy wor.thy wır'dhi sıfat 1. kıymetli, değerli; saygıdeğer. 2.
uygun, münasip. isim ileri gelenlerden biri: We talked
with the town's worthies. Şehrin ileri gelenleriyle
konuştuk.
Would you like a drop of brandy? Bir konyak ister misiniz?
Would you rather go? Gitmeyi mi tercih edersin?
would would wûd yardımcı fiil 1. Geçmişe ait bir gelecek
zamanı belirtir: The day when he would depart was
drawing nigh. Gideceği gün yaklaşıyordu. They told us
they would resign. Bize istifa edeceklerini söylediler.
He would learn the truth much later. Gerçeği çok daha
sonra öğrenecekti. We plied him with lots of wine so
that he'd forget about his troubles. Dertlerini unutsun
diye şarap kadehini hiç boş bırakmadık. He selected
music that would cheer everyone up. Herkesi
neşelendirecek bir müzik seçti. 2. Bazı ifadeleri

1572
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yumuşatmak için kullanılır: Would you please hand me


that book? Lütfen o kitabı bana verir misiniz? Would
you like me to leave the room? Odadan çıkmamı ister
misiniz? Wouldn't you say so? Hemfikir değil misiniz?
He was, it would seem, a charlatan. Meğer şarlatanmış.
3. Niyet belirtir: He said he'd inform me by Thursday.
Perşembeye kadar bana bildireceğini söyledi. He
decided he'd do it. Onu yapmaya karar verdi. 4. İstek,
seçim veya tercih belirtir: I was hoping she'd come.
Geleceğini umuyordum. I'd hate to have to do that. Onu
hiç yapmak istemezdim. If only you'd help me! Ah bana
bir yardım etsen! He'd have fired them last year if he
could have. Elinde olsa onları geçen sene işten atardı.
They'd have the whole section done away with! Bütün
bölümü lağvederler! If he'd do his part, we'd get this
done. Kendine düşen işi yapsa bunu bitirebiliriz. She'd
prefer not to go. Gitmemeyi tercih eder. I'd be glad to!
Memnuniyetle! 5. İnat, ısrar veya kararlılık belirtir: She
would keep correcting me! Yanlışlarımı düzeltip
dururdu. You would go and tell her, wouldn't you? Yine
de gidip ona söyledin, değil mi? Mürüvvet really got
everybody's dander up. But then she would, wouldn't
she? Mürüvvet herkesi çileden çıkardı. Fakat hep öyle
yapar, değil mi? COLOR='#'>
would-be would-be wûd'bi sıfat 1. (bir şeye) özenen, (bir şey)
taslağı, (bir şey) olmak isteyip beceremeyen: It was a
haunt of would-be poets. Şairliğe özenenlerin uğrak
yeriydi. 2. muhtemel: would-be aggressors muhtemel
saldırganlar.
wouldn't would.n't wûd'ınt kısaltma would not .
wound wound wund isim yara. fiil yaralamak.
wounded wound.edsıfat yaralı, yaralanmış.
wove wove wov fiil bakınız weave
woven wo.ven wo'vın fiil bakınız weave

1573
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wow wow wau ünlem 1. Oh, ...!/O, ...!/Harika! (Hayranlık


belirtir.). 2. Vay!/Hayret bir şey!/Vay anasını! (Hayret
belirtir.). fiil, konuşma dili (birini) hayran etmek, mest
etmek.
wrack wrack räk isim bakınız go to wrack and ruin fiil bakınız
be wracked by be wracked with
wraith wraith reyth isim hayalet.
wrangle wran.gle räng'gıl fiil 1. ağız kavgası yapmak. 2.
münakaşa etmek. 3. münakaşa ederek (bir şey) elde
etmek. 4. (kovboy) sığır veya atlara bakmak. isim ağız
kavgası; ağız kavgası yapma.
wrangler wran.glerisim kovboy.
wrap up (paket v.b.'ni) sarmak. 2. (soğuğa karşı) kalın
giyinmek, sarınıp sarmalanmak. 3. konuşma dili
(toplantıyı, işi) bitirmek.
wrap wrap räp fiil (wrapped/wrapt, wrapping) (paket v.b.'ni)
sarmak: Do you want me to wrap this? Bunu sarayım
mı?
wrapper wrap.per räp'ır isim 1. (bir nesneye sarılmış) ambalaq
kâğıdı. 2. (kitap için) ceket, şömiz. 3. (giysi olarak)
sabahlık.
wrapping paper ambalaj kâğıdı.
wrapping wrap.ping räp'îng isim ambalaq kâğıdı.
wrath wrath räth, [İngiliz İngilizcesi] rath/rôth isim gazap,
büyük öfke.
wrathful wrath.fulsıfat gazaba gelmiş; gazaplı; gazap dolu.
wreak damage on -e hasar vermek.
wreak havoc on -e çok zarar vermek; -i kasıp kavurmak, -i mahvetmek.
wreak havoc with -i altüst etmek.
wreak one's anger on öfkesini -den çıkarmak, hıncını -den almak.
wreak vengeance on -den öç/intikam almak.
wreak wreak rik fiil bakınız wreak damage on wreak havoc
with wreak one's anger on wreak vengeance on
wreath wreath rith isim çelenk.

1574
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wreathe wreathe ridh fiil 1. (bir şeyin) üstünü örtmek; sarmak:


Mist wreathed the peaks. Dağların tepeleri sisle
sarılıydı. 2. (duman) döne döne yükselmek.
wreck wreck rek fiil 1. kaza geçirmek; kazaya uğratmak. 2.
yıkmak. 3. bozmak; mahvetmek. isim 1. trafik kazası. 2.
gemi kazası. 3. gemi enkazı. 4. enkaz haline gelmiş şey,
enkaz, harabe. 5. kazaya uğrama.
wreckage wreck.age rek'îc isim kazadan geri kalan parçalar,
enkaz.
wrecker wreck.er rek'ır yıkmacı, yıkıcı. 2. otomotiv kurtarıcı,
çekici.
wren wren ren isim çalıkuşu.
wrench something away from someone bir şeyi birinden zorla çekip almak.
wrench wrench renç isim 1. (somun veya vidaların sıkıştırılıp
gevşetilmesi için kullanılan) anahtar. 2. sert bir çekiş.
fiil 1. sert bir şekilde çekmek. 2. (bir uzvu) burkmak,
(bir uzuv) burkulmak; (adaleyi) fazla çekerek incitmek:
She's wrenched her ankle. Ayağını burktu./Ayağı
burkuldu.
wrest wrest rest fiil 1. from (bir şeyi) (birinden) zorla çekip
almak. 2. from (bir şeyi) -den zorlukla elde etmek.
wrestle wres.tle res'ıl fiil güreşmek.
wrestler wres.tlerisim güreşçi.
wrestling wres.tlingisim güreş.
wretch wretch reç isim 1. biçare kimse, zavallı kimse. 2. alçak
herif, pis alçak.
wretched wretch.ed reç'îd sıfat 1. çok kötü, çok rahatsız: She
feels wretched. Kendini çok kötü hissediyor. 2. perişan,
zavallı, acınacak durumda olan. 3. berbat bir halde olan,
son derece sefil/yoksul. 4. berbat, çok kötü. 5. kör olası,
lanet.
wriggle out of kurnazlıkla kendini -den kurtarmak/sıyırmak: He
wriggled out of that boring dinner. Kurnazlıkla kendini
o sıkıcı yemeğe gitmekten kurtardı.

1575
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

wriggle wrig.gle rîg'ıl fiil 1. kıpırdamak, kıpırdanmak, (bir


yerde) rahat durmamak. 2. eğilip bükülerek geçmek;
kıvrıla kıvrıla gitmek. 3. oynatmak: Wriggle your toes.
Ayak parmaklarını oynat. isim 1. kıpırdama,
kıpırdanma; kıpırtı. 2. kıvrılma, kıvrılış. 3. oynatma,
oynatış.
wring one's hands (acı, üzüntü veya çaresizlikten) ellerini ovuşturmak.
wring something out from bir şeyi -den zorla almak.
wring something out of bir şeyi -den zorla almak.
wring wring rîng fiil (wrung) 1. (çamaşırı) sıkmak veya
burmak. 2. (boynunu) burarak (bir hayvanı) öldürmek.
3. (birinin elini) kuvvetlice sıkmak.
wringer wring.er rîng'ır isim (çamaşır sıkmak için) mengene.
wringing wet sırılsıklam, sırsıklam.
wrinkle wrin.kle rîng'kıl isim 1. buruşukluk, kırışıklık, kırışık.
2. konuşma dili yöntem. fiil buruşturmak, kırıştırmak;
buruşmak, kırışmak.
wrinkled wrin.kledsıfat buruşuk, kırışık.
wrist wrist rîst isim bilek, el bileği.
wristwatch wrist.watch rîst'waç isim kol saati.
writ writ rît isim (adli bir merciden gelen) yazılı emir.
write down yazmak, kâğıda dökmek.
write off for mektup göndererek (bir şey) istemek.
write someone back konuşma dili 1. birinin mektubuna cevap yazıp
göndermek, birinin mektubuna cevap yazmak. 2. birinin
mektubuna cevap yazmak.
write someone off birinin işe yaramaz olduğuna karar vermek.
write something down bir şeyi yazmak/kaydetmek.
write something off ticaret tahsil edilmesi imkânsız borç veya telafi
edilmesi imkânsız mali zararı defterden silmek. 2. bir
şeyin işe yaramaz olduğuna karar vermek.
write something out bir şeyi yazıya dökmek.
write something up notları rapor, kitap v.b. haline sokmak: I'll write up
these notes later. Bu notları daha sonra esaslı bir şekle

1576
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

sokarım. 2. bir fikri hikâye, kitap v.b.'ne dönüştürmek.


3. birini veya bir olayı makale konusu yapmak.
write write rayt fiil (wrote, written) 1. yazı yazmak: She's
learning to write. Yazı yazmayı öğreniyor. 2. (bir şeyi)
yazmak: Can you write your name? İsmini yazabilir
misin? 3. konuşma dili (birine) mektup yazıp
göndermek, mektup yazmak: She writes him every day.
Her gün ona mektup yazıyor. 4. konuşma dili (birine)
mektup yazmak. 5. yazmak, yazarlık yapmak: He writes
for a living. Hayatını yazarak kazanıyor.
write-off write-off rayt'ôf isim tahsil edilmesi imkânsız borç;
telafi edilmesi imkânsız mali zarar.
write-protect write-pro.tect rayt'prıtekt fiil, bilgisayar yazmayı
engellemek.
write-protected sıfat yazma engelli.
writer writ.er ray'tır isim yazar; müellif.
write-up write-up rayt'^p isim, konuşma dili (gazete veya
dergide eleştiri, makale gibi) yazı.
writhe writhe raydh fiil (ağrı, sancı veya manevi bir ıstıraptan)
kıvranmak.
writing materials yazı gereçleri/malzemesi.
writing writ.ing ray'tîng isim 1. el yazısı. 2. yazılı eser, yazı. 3.
yazı yazma.
written writ.ten rît'ın fiil bakınız write sıfat yazılı, yazılmış.
wrong wrong rông sıfat 1. yanlış: He gave the wrong answer.
Yanlış cevap verdi. We're on the wrong road. Yanlış
yoldayız. You're wrong about that. Onda yanılıyorsun.
We boarded the wrong train. Yanlış trene bindik. I've
dialed the wrong number. Yanlış numara çevirdim. 2.
dince veya ahlakça suç sayılan: Stealing is wrong.
Hırsızlık günah. 3. Yakışıksızca davranan/ayıp eden bir
kimse veya yakışıksız/ayıp sayılan bir davranış için
söylenir: You were wrong not to have gone.
Gitmemekle ayıp ettin. 4. uygun olmayan, yanlış; ters,

1577
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

münasebetsiz: That was the wrong way to broach that


subqect. O konuyu o şekilde açmak yanlıştı. This is the
wrong time. Şimdi zamanı değil. This is the wrong qob
for you. Bu sana göre bir iş değil. 5. sakıncalı,
mahzurlu: There's nothing wrong with that. Onun hiçbir
sakıncası yok. I see nothing wrong with it. Onu
sakıncalı bulmuyorum. Do you see anything wrong
with it? Onda bir sakınca görüyor musun? zarf yanlış
bir şekilde, yanlış: You've done it wrong again. Onu
gene yanlış yaptın. isim suç; günah; kötü: He's old
enough to know the difference between right and
wrong. İyiyi kötüyü ayırt edebilecek bir yaşa geldi.
wrongdoer wrong.do.er rông'duwır isim 1. günahkâr. 2. suçlu.
wrongful wrong.ful rông'fıl sıfat 1. haksız. 2. kanuna aykırı.
wrongheaded wrong.head.ed rông'hedîd sıfat 1. yanlış bir fikre inatla
bağlı olan, yanlış bir fikirde direnen. 2. yanlış.
wrongly wrong.lyzarf 1. yanlış bir şekilde. 2. haksız bir şekilde.
wrote wrote rot fiil bakınız write
wrought iron dövme demir, işlenmiş demir, ferforje.
wrought wrought rôt sıfat yapılmış.
wrung wrung r^ng fiil bakınız wring
wry wry ray sıfat eğri, çarpık.
wt. wt.kısaltma weight
X X, x eks isim 1. X, İngiliz alfabesinin yirmi dördüncü
harfi. 2. yanlış işareti. 3. öpücük işareti.
xenophobia xen.o.pho.bi.a zenıfo'biyı isim 1. yabancı korkusu;
yabancılardan nefret etme; yabancı duşmanlığı. 2.
yabancı olandan korkma/nefret etme.
xenophobic xen.o.pho.bic zenıfo'bîk sıfat 1. yabancılardan korkan;
yabancılardan nefret eden. 2. yabancı olandan korkan;
yabancı olandan nefret eden. 3. yabancı duşmanlığı
güden (yazı, yasa, v.b.).
xerophyte xe.ro.phyte zir'ıfayt isim kurakçıl bitki.
xerophytic xe.ro.phyt.ic zirıfît'îk sıfat kurakçıl.

1578
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Xerox machine fotokopi makinesi.


Xerox Xer.ox zîr'aks isim fotokopi, fotokopiyle yapılmış
kopya. fiil -in fotokopisini çekmek.
Xmas Xmas krîs'mıs isim bakınız Christmas
X-rated X-rat.ed eks'rey'tîd sıfat on yedi yaşından küçüklerin
seyretmesi yasak olan (film).
X-ray X-ray eks'rey isim 1. X ışını, röntgen ışını. 2. röntgen
filmi, röntgen. fiil -in röntgenini çekmek.
xylophone xy.lo.phone zay'lıfon isim ksilofon.
Y Y, y way isim Y, İngiliz alfabesinin yirmi beşinci harfi.
yacht yacht yat isim yat.
yak yak yäk isim yak.
yam yam yäm isim tatlı patates.
yammer yam.mer yäm'ır fiil, konuşma dili yakınıp durmak,
sızlanıp durmak.
yank someone out of birini (bir yerden) alıvermek veya çıkarıvermek.
yank something out of bir şeyi -den kapmak veya kuvvetle çekivermek.
yank yank yängk fiil birden ve kuvvetle çekmek, kuvvetle
çekivermek. isim kuvvetli çekiş.
Yankee Yan.kee yäng'ki isim 1. Amerikalı. 2. Amerika Birleşik
Devletleri'nin kuzey eyaletlerinde doğup büyüyen veya
yaşayan biri, kuzeyli.
yap yap yäp fiil (yapped, yapping) (ufak köpek) (kesik ve
tiz bir sesle) havlamak. isim kesik ve tiz bir havlama.
yard sale evin bahçesinde yapılan istenmeyen eşya satışı.
yard yard yard isim 1. (binaya ait) bahçe. 2. avlu.
yardstick yard.stick yard'stîk isim 1. bir yarda uzunluğundaki
ölçü aracı. 2. ölçü, ölçüt, mihenk, denektaşı, miyar.
yarn yarn yarn isim 1. yün ipliği. 2. _tekstil_ iplik. 3.
konuşma dili (uydurulmuş) hikâye.
yarrow yar.row yär'o, yä'rı isim, botanik civanperçemi.
yawn yawn yôn fiil 1. esnemek. 2. derin bir çukur gibi bir
boşluk/açıklık bulunmak/belirmek/açılmak: If he hadn't
stopped right then, he wouldn't have seen the chasm

1579
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yawning before him. Tam o anda durmasaydı önündeki


uçurumu görmeyecekti. isim esneme.
yawp yawp yôp fiil bağırmak. isim bağırtı, bağırma, bağırış.
yaws yaws yôz isim, tıbbi piyan.
yd. yd.kısaltma yard
yea yea yey ünlem Yaşa!/Ole! Yea, Galatasaray! Cim bom
bom!
yeah yeah ye'ı zarf, konuşma dili evet.
year in year out her yıl; yıllar yılı.
year year yîr isim yıl, sene.
yearbook year.book yîr'bûk isim yıllık.
yearling year.ling yîr'lîng isim bir yaşında hayvan yavrusu.
yearlong year.long yîr'lông' sıfat yıl boyunca devam eden.
yearly year.ly yîr'li sıfat yılda bir olan, yıllık, senelik. zarf
yılda bir.
yearn yearn yırn fiil çok arzu etmek.
yearning yearn.ing yır'nîng isim arzu.
year-round year-round yîr'raund' sıfat bütün yıl devam eden.
yeast yeast yist isim maya.
yell yell yel fiil bağırmak; nara atmak. isim bağırma,
bağırış; nara.
yellow fever tıbbi sarıhumma.
yellow jacket gövdesi sarı ve siyah renkli bir tür yabanarısı.
yellow journalism sansasyonel gazetecilik.
yellow poplar laleağacı.
yellow yel.low yel'o sıfat 1. sarı, sarı renkli. 2. konuşma dili
ödlek, korkak. isim 1. sarı, sarı renk. 2. yumurta sarısı.
fiil sararmak; sarartmak.
yellow-bellied yel.low-bel.lied yel'obelid sıfat, konuşma dili ödlek,
korkak.
yellowish yel.low.ishsıfat sarımtırak, sarımsı.
yelp yelp yelp fiil kesik ve acı bir sesle havlamak. isim
kesik ve acı bir havlama.
Yemen Yem.en yem'ın isim Yemen.

1580
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Yemeni Yem.e.ni yem'ıni isim Yemenli. sıfat 1. Yemen,


Yemen'e özgü. 2. Yemenli.
Yemenite Yem.en.ite yem'ınayt isim, sıfat bakınız Yemeni
yen yen yen isim, konuşma dili arzu. fiil (yenned, yenning)
arzu etmek, arzulamak.
yeoman yeo.man yo'mın isim (yeomen) 1. küçük çiftlik sahibi
çiftçi. 2. denizcilikle ilgili bazı astsubaylara verilen bir
unvan.
yes yes yes zarf evet. isim (yeses/yesses) olumlu cevap
veya oy.
Yes, indeed! Elbette!
yes-man yes-man yes'män isim, konuşma dili (yes-men) evet
efendimci.
yesterday yes.ter.day yes'tırdi, yes'tırdey isim, zarf dün: yesterday
morning dün sabah. yesterday's newspaper dünkü
gazete. the day before yesterday önceki gün.
yet yet yet zarf 1. daha; henüz; hâlâ: They haven't come
yet. Daha gelmediler. "Can I come in?" "Not yet."
"Girebilir miyim?" "Henüz değil." I have yet to receive
them. Onları hâlâ almadım. They haven't done anything
yet. Daha bir şey yapmadılar. 2. şimdi: Are they here
yet? Geldiler mi? 3. hâlâ, gene de, yine de: They may
yet bring it off. Onu hâlâ becerebilirler. 4. daha da:
Make it yet lighter! Onu daha da açık yap! He had yet
another book to show us. Bize göstermek istediği bir
kitabı daha vardı. bağlaç fakat, buna rağmen: It looks
edible, yet it isn't. Yenilebilir gibi görünüyor fakat
yenilmez.
yew yew yu isim porsukağacı.
Yiddish Yid.dish yîd'îş isim, sıfat Yahudi Almancası, Yahudice.
yield the right of way (trafikte) yol vermek.
yield to temptation şeytana uymak.
yield yield yild fiil 1. (ürün, vergi, sonuç) vermek; (kâr,
kazanç) getirmek: That tree always yielded a lot of fruit.

1581
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

O ağaç hep çok meyve verirdi. This new levy will yield
us a lot of revenue. Bu yeni vergi bize çok para getirir.
2. teslim etmek; teslim olmak. 3. to (başkasına) vermek,
bırakmak. 4. (bir şeyin doğru olduğunu) kabul etmek.
isim 1. ürün, mahsul; verim. 2. hâsılat, gelir.
yip yip yîp fiil (yipped, yipping) (ufak köpek) kesik ve tiz
bir sesle havlamak. isim kesik ve tiz bir havlama.
yipe yipe yayp ünlem Ay!/Of!
yippee yip.pee yîp'i ünlem Ah, ne güzel!/Ah, ne iyi!/Yaşasın!
(Sevinince söylenir.).
yob yob yab isim, İngiliz İngilizcesi, argo hödük, maganda,
hanzo.
yobbo yob.bo yab'o isim, İngiliz İngilizcesi, argo
(yobbos/yobboes) bakınız yob
yoga yo.ga yo'gı isim yoga.
yoghurt yo.ghurt yo'gûrt isim bakınız yogurt
yogurt yo.gurt yo'gırt isim yoğurt.
yoke yoke yok isim 1. boyunduruk. 2. of boyundurukla
bağlanmış bir çift (hayvan): three yoke of oxen üç çift
öküz. 3. (sırık hamallarının kullandığı) sırık. 4. terzilik
(gömlekte) roba; (etekte) üst kısım, basen kısmı. fiil
(hayvanlara) boyunduruk geçirmek; with (bir hayvanla)
(başka bir hayvanı) aynı boyunduruğa koşmak; to (bir
hayvanı) bir boyundurukla (bir araca) koşmak.
yokel yo.kel yo'kıl isim (taşradan gelen) hödük.
yolk yolk yok, yolk isim yumurta sarısı.
yon yon yan sıfat oradaki; şuradaki. zarf orada; şurada.
yonder yon.der yan'dır sıfat oradaki; şuradaki; ötedeki. zarf
orada; şurada; ötede; oraya; şuraya; öteye. zamir ora;
şura; öte.
yoo-hoo yoo-hoo yu'hu ünlem Hey! Buraya bak!
yore yore yôr isim bakınız of yore in days of yore
You bet! konuşma dili Elbette! Hay hay!
You devil! Seni şeytan seni!

1582
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

You don't have anything wrong with you.Bir şeyin yok senin./Sağlığın yerinde.
You don't say! Yok canım!
You flatter yourself. O senin hüsnükuruntun.
You get good value for your money there.Orada ödediğin para karşılığında iyi mal alırsın.
You mean everything to me. Sen benim her şeyimsin.
You rascal you! Seni gidi seni!/Ah seni seni!
You see .... Yani .../İşte .... 2. Gördün mü?
You would tell her, wouldn't you? Gidip ona yetiştirirsin, değil mi? 2. İlle ona söylersin,
değil mi?
you you yu zamir 1. sen; siz; sizler; seni; sizi; sana; size:
Hey you! Come here! Hey sen, buraya gel! You
children don't be late! Çocuklar, siz geç kalmayın!
What's it to you? Sana ne? 2. Genellemelerde kullanılır:
You don't go there alone. Oraya tek başına gidilmez.
you-all you-all yu'wôl, yôl zamir sizi; size (Birden fazla kişiye
hitap ederken kullanılır.).
you'd you'd yud kısaltma 1. you had . 2. you would .
you'll you'll yul kısaltma you will .
young and old herkes.
young young y^ng sıfat 1. genç. 2. körpe. isim bakınız the
young
youngster young.ster y^ng'stır isim çocuk; yavru.
Your guess is as good as mine. Aslında ikimiz de bir şey bilmiyoruz.
Your Highness Ekselansları.
Your Honor Sayın Yargıç. 2. Sayın Başkan (belediye başkanı).
your your yûr, yôr zamir, sıfat senin; sizin.
You're a sight for sore eyes! Ah, seni görmek ne kadar güzel!
You're a sight! Ah, seni seni! 2. Aman, bu ne hal böyle?
You're another! Sen de!
You're welcome to try. Bir deneyin isterseniz./Buyrun deneyin.
You're welcome. Bir şey değil./Rica ederim./Estağfurullah.
you're you're yûr kısaltma you are .
Yours truly, Saygılarımla, (mektubun sonunda).
yours yours yûrz, yôrz zamir seninki; sizinki.

1583
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

yourself your.self yûrself', yôrself zamir (yourselves) kendin;


kendiniz: Don't kill yourself! Kendini öldürme! Do it
yourself! Onu kendin yap! Pull yourself together!
Kendine gel! You yourself know this is true. Bunun
doğru olduğunu kendin biliyorsun. You don't seem to
be yourself today. Bugün her zamanki gibi değilsin.
youth youth yuth isim 1. gençlik. 2. gençler.
youthful youth.ful yuth'fıl sıfat 1. gençlere veya gençliğe özgü.
2. genç. 3. genç bir havaya sahip, genç bir insanı
andıran (yaşlıca veya yaşlı kimse). 4. taze.
You've every reason to be mad. Kızmakta çok haklısın.
you've you've yuv kısaltma you have .
yowl yowl yaul fiil ulumak. isim uluma.
yo-yo yo-yo yo'yo isim 1. yoyo. 2. konuşma dili aptal kimse,
dangalak.
yr. yr.kısaltma «year» your
yucca yuc.ca y^k'ı isim avizeağacı.
yuck it up şakalaşmak, gülüşüp eğlenmek.
yuck yuck y^k ünlem Öf! (Tiksinti belirtir.). fiil, konuşma
dili bakınız yuck it up
yucky yuck.y y^k'i sıfat, konuşma dili iğrenç.
Yugoslav Yu.go.slav yu'goslav isim, sıfat Yugoslav;
Yugoslavyalı.
Yugoslavia Yu.go.slav.ia yugoslav'iyı isim Yugoslavya.
Yugoslavic Yu.go.slav.ic yugosläv'îk sıfat bakınız Yugoslav
yuk yuk y^k ünlem, fiil (yukked, yukking) bakınız yuck
Yule Yule yul isim Noel yortusu.
Yuletide Yule.tide yul'tayd isim Noel mevsimi.
yummy yum.my y^m'i sıfat, konuşma dili lezzetli.
yuppie yup.pie y^p'i isim, argo yupi, hırslı ve maddi şeylere
çok önem veren meslek sahibi genç.
yuppy yup.py y^p'i isim, argo yupi, hırslı ve maddi şeylere
çok önem veren meslek sahibi genç.

1584
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

Z Z, z zi, [İngiliz İngilizcesi] zed isim Z, İngiliz


alfabesinin yirmi altıncı harfi.
Zafer didn't take it kindly. Zafer'in hoşuna gitmedi.
Zaire Za.ire za.ir' isim Zaire.
Zairean Za.ir.e.an za.ir'iyın isim Zaireli. sıfat Zaire, Zaire'ye
özgü.
Zairian Za.ir.i.an za.ir'iyın isim, sıfat bakınız Zairean
Zambia Zam.bi.a zäm'biyı isim Zambiya.
Zambian isim Zambiyalı. sıfat 1. Zambiya, Zambiya'ya özgü. 2.
Zambiyalı.
zany za.ny zey'ni sıfat delidolu.
Zanzibar Zan.zi.bar zän'zıbar' isim zengibar.
Zanzibari isim Zengibarlı. sıfat 1. Zengibar, Zengibar'a özgü. 2.
Zengibarlı.
zap zap zäp fiil, konuşma dili (zapped, zapping) 1. vurmak.
2. ateş ederek öldürmek, öldürmek. 3. televizyon kanal
değiştirmek.
Zarathustra Zar.a.thus.tra zarathus'tra, zärıthus'trı isim bakınız
Zoroaster
zeal zeal zil isim 1. gayret, şevk. 2. coşkunluk, ateşlilik.
zealot zeal.ot zel'ıt isim 1. gayretkeş kimse. 2. fanatik.
zealous zeal.ous zel'ıs sıfat 1. gayretli. 2. ateşli, hararetli.
zebra crossing İngiliz İngilizcesi (çizgili) yaya geçidi.
zebra ze.bra zi'brı isim (zebra/zebras) zebra.
zed zed zed isim, İngiliz İngilizcesi Z harfi.
zee zee zi isim Z harfi.
zenith ze.nith zi'nîth isim 1. gökbilim başucu noktası. 2.
doruk, zirve.
zephyr zeph.yr zef'ır isim hafif rüzgâr, esinti.
zeppelin zep.pe.lin zep'ılîn isim zeplin.
zero in on dikkatini (bir şeyin) üstüne çevirmek.
zero ze.ro zir'o isim sıfır. fiil bakınız zero in on
zest zest zest isim 1. zevk, haz, keyif, lezzet: They still have
a zest for living. Onlar hâlâ hayattan zevk alabiliyor.

1585
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

That it was illicit only added to its zest. Kurallara aykırı


oluşu zevkini daha da artırdı. 2. şevk: She works with
zest. Şevkle çalışıyor. 3. azıcık keskin veya acı bir
çeşni: The cinnamon adds zest to it. Tarçın ona azıcık
keskin bir çeşni katar. 4. renklilik; canlılık; çeşni,
lezzet: Zühtiye's presence always adds zest to the
proceedings. Zühtiye'nin varlığı, toplantıya hep bir renk
katar.
zestful zest.fulsıfat 1. keyifli, zevkli, lezzetli. 2. şevkli. 3.
renkli; canlı.
zigzag zig.zag zîg'zäg isim zikzak. fiil (zigzagged, zigzagging)
1. zikzak çizmek/yapmak. 2. zikzaklar çizerek gitmek.
Zihni can't help but win. konuşma dili Zihni'nin kazanması kesin.
zilch zilch zîlç isim, argo sıfır.
Zimbabwe Zim.bab.we zîmbab'wey isim Zimbabve.
Zimbabwean isim Zimbabveli. sıfat 1. Zimbabve, Zimbabve'ye özgü.
2. Zimbabveli.
zinc zinc zîngk isim çinko.
zing zing zîng isim 1. vınlama, vızıltı. 2. konuşma dili
canlılık, zindelik; şevk. 3. konuşma dili renklilik, çeşni.
4. konuşma dili azıcık keskin veya acı bir çeşni. fiil
vınlamak, vızıldamak.
zinger zing.er zîng'ır isim, argo çok şaşırtıcı bir şey.
zingy zingysıfat, konuşma dili 1. canlı, hayat dolu. 2. frapan.
3. renkli, çarpıcı. 4. tadı azıcık keskin veya acı (yiyecek,
içecek).
zinnia zin.ni.a zîn'iyı isim, botanik zinya, zenya.
Zionism Zi.on.ism zay'ınîzım isim Siyonizm.
Zionist Zi.on.ist zay'ınîst isim, sıfat Siyonist.
zip along konuşma dili çabucak gitmek veya ilerlemek.
zip code posta kodu.
zip one thing into another bir şeyi başka bir şeye fermuarla takmak.
zip something open bir şeyin fermuarını açmak.
zip something up konuşma dili bir şeyin fermuarını kapamak/çekmek.

1586
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

zip zip zîp isim 1. konuşma dili canlılık, zindelik; şevk. 2.


vınlama, vızıltı. fiil (zipped, zipping) 1. konuşma dili
çabucak gitmek veya geçmek; çabucak geçirmek. 2.
vınlamak, vızıldamak.
zipper one thing into another bir şeyi başka bir şeye fermuarla takmak.
zipper something open bir şeyin fermuarını açmak.
zipper something up bir şeyin fermuarını kapamak/çekmek.
zipper zip.per zîp'ır isim fermuar. fiil bakınız zipper one thing
into another zipper something open zipper something
up
zippy zip.py zîp'i sıfat, konuşma dili 1. canlı, hayat dolu,
zinde. 2. frapan. 3. spor, sportif bir havaya sahip (şey).
zit zit zît isim, argo sivilce.
zizz zizz zîz isim, İngiliz İngilizcesi, argo şekerleme,
kestirme, kısa uyku.
zodiac zo.di.ac zo'diyäk isim, astroloji Zodyak, burçlar kuşağı.
zodiacal zo.di.a.cal zoday'ıkıl sıfat Zodyak'a ait.
zone defense spor bölge savunması.
zone zone zon isim 1. bölge, mıntıka: zone of fire ateş
bölgesi. zone of operations harekât bölgesi. 2. coğrafya
kuşak: temperate zone ılıman kuşak. frigid zone kutup
kuşağı. 3. _kentbilim_ bölge, zon. fiil (bir bölgede)
ancak (belirli bir faaliyet veya birtakım faaliyetlere) izin
vermek, (bir bölgeyi) (belirli bir faaliyet veya birtakım
faaliyetler) için ayırmak: They've zoned it a commercial
area. Orayı ticari bölge ilan ettiler.
zoning zon.ing zon'îng isim _kentbilim_ (bir bölgede) ancak
(belirli bir faaliyet veya birtakım faaliyetlere) izin
verme, (bir bölgeyi) (belirli bir faaliyet veya birtakım
faaliyetler) için ayırma, zoning.
zonked zonked zôngkt sıfat, argo 1. (out) çok yorgun, pestil
gibi. 2. (out) sarhoş, başı dumanlı.

1587
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük 33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012

zoo zoo zu isim 1. hayvanat bahçesi. 2. konuşma dili çok


farklı mizaçtaki insanların bulunduğu yer; birtakım
tuhaf insanların bulunduğu yer.
zoological garden hayvanat bahçesi.
zoological zo.o.log.i.cal zowılac'îkıl sıfat zooloqik.
zoologist zo.ol.o.gist zowal'ıcîst isim zoolog, hayvanbilimci.
zoology zo.ol.o.gy zowal'ıci isim zooloqi, hayvanbilim.
zoom lens fotoğrafçılık değişir odaklı mercek, zum merceği.
zoom zoom zum fiil 1. konuşma dili büyük bir hızla gitmek,
tam gazla gitmek. 2. konuşma dili büyük bir hızla
artmak. 3. sinema in on zum/kaydırma yaparak -i birden
çok yakından göstermek. 4. sinema away from
zum/kaydırma yaparak -i birden uzaktan göstermek.
Zoroaster Zo.ro.as.ter zorowäs'tır isim Zerdüşt.
Zoroastrian Zo.ro.as.tri.an zorowäs'triyın isim, sıfat Zerdüşti.
Zoroastrianism Zo.ro.as.tri.an.ism zorowäs'triyınîzım isim
Zerdüştçülük, Zerdüştlük.
zoster zos.ter zas'tır isim, tıbbi zona.
zucchini zuc.chi.ni zûki'ni isim bir tür sakızkabağı.
zwieback zwie.back zway'bäk isim bir çeşit peksimet.
zygote zy.gote zay'got, zî'got isim, biyoloji zigot.
zzz zzz zz Horrr! (Karikatürlerde birinin uyuduğunu veya
horladığını göstermek için kullanılır.).

1588

You might also like