You are on page 1of 29

JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİ

Doç.Dr.Sait Yılmaz*
Giriş
Jeopolitik, coğrafyadan faydalanarak çeşitli veriler üreten bir bilim dalıdır.
Kavram, anlam itibariyle tarihte milattan önce eski Yunan'da Heredot (485-425),
Platon (427-347), Aristoteles (384-322) ve Strabon (M.Ö. 63-M.S.24) gibi tarihçi ve
düşünürlerin yaptığı çalışmalara kadar eski bir geçmişe sahiptir. Ancak, politikada
bilimsel coğrafyanın unsurlarına 15. yüzyıldan itibaren yer verilmeye başlanmıştır.
Bunda coğrafi keşiflerin rolü büyüktür. Büyük keşifler sonucunda bütün dünyaya
yayılan ülkeler arası rekabetin sertliği, 15. yüzyılda coğrafi temellere dayanan ittifak
arayışlarına yol açmıştı. Jeopolitik kavramı, 19. yüzyılda İsveçli siyaset bilimcisi
Rudolf Kjellen (1864-1922) tarafından diplomasi ile askerliğin ilişkilerini açıklamak için
ilk defa kullanıldı1. Rudolf Kjellen İsviçre'nin sınırlarını konu edinen makalesinde
(1899) "jeopolitik" terimini kullanmıştır. Sanayi Devrimi ile başlayan ve küreselleşme
ile devam eden tarihi süreçte coğrafya ve politika, anlam ve kapsam itibarıyla büyük
oranda değişikliğe uğramış, 19. yüzyılın sonuna doğru teoriler halini almıştır. Özellikle
dünya hâkimiyeti mücadelesi şeklinde gerçekleşen Birinci ve İkinci Dünya
savaşlarının jeopolitik teorilerin çok fazla etkisinde kaldığını söyleyebiliriz.
1. KAVRAMLAR VE KURAMLAR
1.1. Kavramsal Temeller
1.1.1 Coğrafya ve Devlet
Bir ülkenin coğrafi konumu denildiğinde, onun hangi iklim kuşağında
bulunduğu, deniz ve okyanuslara çıkış imkânları, ana ulaşım güzergâhları ve önemli
kavşak noktalarına uzaklığı, dünya siyasetinde önemli güç merkezlerine olan uzaklığı
ve önemli çatışma bölgelerine olan uzaklığı anlaşılmalıdır. Coğrafya, bir ülke
alanında yer alan dağlar, göller, denizler, geçitler, boğazlar yani görebildiğimiz her
unsuru bünyesinde barındırır. Bunlara ülkenin coğrafi konumu, ülke alanının genişliği,
topografyası, bitki örtüsü ve iklimi de eklenebilir. Coğrafya ekonomik kapasite ve
doğal kaynakları da doğrudan etkilemektedir. Bir devleti oluşturan üç temel unsur
vardır. Bunlar, belli bir toprak parçası, bu toprak parçası üzerinde yaşayan insan
kitlesi ve bu ortamda faaliyet gösteren idari teşkilattır. Devletlerin egemenlik sahaları
üzerinde yaşadıkları topraktır. Devletlerin egemenlik alanlarını da siyasi sınırlar
(hudutlar) belirlemekte, diğer devletlerden ayırmaktadır. Sınırları savunmaya
elverişsiz ve pek çok komşuya sahip ülkeler sınırlarının savunması konusunda çok
daha hassas olmaktadırlar. Tehdit algılamaları yüksek olan ülkeler, yaşadıkları
kuşatılmışlık duygusu içinde, yüksek oranda savunma harcaması yapmak ve önemli
miktarda insanı silâh altında tutmak durumunda kalmaktadır. Önemli doğal engellere
sahip olan sınırlar ise savunmaya oldukça elverişlidir.
Bir ülkenin coğrafi durumu onun güvenlik vasıtalarını etkiler. Bir devletin kara
ve denizlerle irtibatı arasındaki fark ülkenin karakterine, ekonomik ve siyasi
çıkarlarına yön verir. Ülkeyi tehdit eden tehlikeler, coğrafya içerisinde meydana gelir.
Etkili karşı tedbirler ise coğrafi şartlara göre alınmalıdır. Her ülkenin coğrafyasında
tehdidin kendisine yöneleceği yaklaşma istikametleri mevcuttur. Dış politika bu

* Doç.Dr.Sait Yılmaz, İstanbul Aydın Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi.


1
Raymond Aron: Peace and War: A Theory of International Relations, Transaction Publishers (June 5,
2003), p.191.

1
istikametleri örtmeyi hedef edinmelidir. Ülkeler kendilerini tehdit eden yaklaşma
istikametlerini siyasi ve askeri olmak üzere iki şekilde örterler. Siyasi hareket tarzı,
yaklaşma istikameti üzerinde bulunan devleti kontrol altına almak ve diğer ülkeleri
bundan mahrum etmek, buna imkân bulamadığı takdirde „tampon ülkeler‟
yaratmaktır. Bir geçitler bölgesinin tek ülke elinde bulunması halinde istikrar doğacak
ve diğer ülkeleri geçite hâkim ülkeye karşı birleştirecek nitelikte ise İsviçre örneğinde
olduğu gibi „tarafsızlaştırma‟ genellikle başvurulan yoldur. Çağımızda tehlikeler
sadece yüzeyde değil her istikamete açık, havadan veya coğrafi engellere tabi
olmayan sosyolojik ve psikolojik yollardan gelmektedir. İletişim vasıtalarının artışı bu
etkileri kolaylıkla dünyanın her yerine ulaştırabilmektedir.
Siyasi coğrafyayı dikkate almayan devlet politikalarının başarısız olma ihtimali
son derece yüksektir. Yeryüzündeki hâkimiyet mücadelesi, ilk devletlerin ortaya
çıktığı dönemden beri toprakları genişletmek amacı güden savaşlara yol açmıştır.
Coğrafya, ülkeler için çeşitli fırsatlar sunar ya da olumsuz etkiler de bulunur. Ülkenin
yüksek dağlarla çevrili olması, çok geniş bir alana sahip olması, çöller, bataklıklar,
büyük nehirler, göller ulaşımı zorlaştırdığı gibi o ülkenin işgal edilmesini de
zorlaştırabilir. Bir ada devleti olan İngiltere kıta Avrupası'nda pek çok komşuyla çevrili
olan bir ülkeye göre savunma bakımından daha avantajlıdır. Yine iki büyük okyanus
vasıtasıyla dünyadan ayrılan ABD, günümüzde teknolojideki gelişmeye rağmen
Avrupa devletleri ya da Japonya ve Rusya tarafından kolay kolay işgal edilemeyecek
bir konuma sahiptir. İtalya'nın kuzeyinde bir set oluşturan Alp Dağları, İtalya'nın
kuzeye doğru genişlemesini engellemiş, bu sebeple İtalya tarihsel olarak Akdeniz'de
yer alan adalara, Kuzey Afrika sahillerine ve Adriyatik Denizi'nin karşı kıyısında yer
alan Balkanlara göz dikmiştir. Ülkenin iklim şartları da bu anlamda işgali zorlaştırıcı
bir etken olabilir. Geniş yüzölçümü ülkelere stratejik derinlik sağlamaktadır. Örneğin;
çok geniş topraklara sahip olan ve kış mevsimleri çok sert geçen Rusya, İkinci Dünya
Savaşı sırasında Alman işgaline direnebilmiştir.
Ülkeler, sahip oldukları sınırlara göre şu şekilde sınıflandırılabilir 2;
- Kıta Devletleri; coğrafi bütünlüğü sağlayan çok geniş sahalarda hüküm süren
devletlerdir. En iyi örnek Avustralya'dır. Rusya, sahip olduğu devasa coğrafya ve ülke
sınırlarının büyük oranda önemli engellerle oluşması sebebiyle bir kıta devleti olarak
sayılabilir. Bu devletlerin sınırları oldukça güvenlidir.
- Ada Devletleri; Bu ülkeler, adalar veya takımadalar üzerinde kurulmuş
olmalıdırlar. Japonya ve İngiltere, bu tanıma uymaktadır. Bu ülkeler, zorunlulukları
gereği denizciliğe büyük önem vermektedirler.
- Kenar Devletleri; Bu ülkelerin denize olan kıyılarının uzun olmasına rağmen,
kara sınırları kısadır. Genellikle de az sayıda devlete komşudurlar. Örnek olarak tek
komşuya sahip olan Portekiz verilebilir.
- Kıta İçi Devletleri; En hassas konuma bu devletler sahiptir. Avusturya,
Almanya, Özbekistan, Afganistan örnek olarak verilebilir. Bu ülkelerin denize çıkışları
ya hiç yoktur ya da azdır. Bu sebeple pek çok komşuya sahiptirler ve denizin
kazandırdığı güvenlikten yoksundurlar. Komşularıyla sınır anlaşmazlıkları içinde
olmaları muhtemeldir.
1.1.2. Jeopolitik Kavramı

2
Hüseyin Pazarcı: Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, (Adana, 2007), s.122.

2
Jeopolitik kavramı, Yunanca toprak anlamına gelen „geo‟ ile politika
anlamındaki „politeia‟ kelimelerinin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Yerel ya da
uluslararası seviyede politika ve coğrafya arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır 3. Politik
siyaset ve toprak siyaseti (dünya siyaseti) kavramlarını ifade etmek için bu kelime
(geopolitik) şeklinde kullanılır. Bir bilim dalı olarak Batıda 19. yüzyıl başlarından
itibaren ortaya çıktı ve siyasal bilim dalları arasına katıldı. Alman coğrafyacı ve
antropolog Friedrich Ratzel jeopolitiği “devletlerin coğrafi özellikleriyle siyasetleri
arasındaki ilişkileri inceleyen bilim” şeklinde jeopolitik ismini kullanmadan
tanımlamıştı. Bu tanımın adı Rudolf Kjellen tarafından “jeopolitik” olarak konulmuştur.
Rudolf Kjellen, Alman coğrafyacı Friedrich Ratzel‟in 1897‟de yayınlanan Politische
Geographie (Politik Coğrafya) kitabından etkilenmişti. Rudolf Kjellen‟e göre jeopolitik,
“coğrafi oluşum veya mekân içinde bilimsel olarak devletin incelenmesidir. Devlet
varlığının tabiat kanunları ve insanların davranışları açısından incelenmesi ve
değerlendirilmesidir.”
Jeopolitik kelimesinin henüz evrensel olarak kabul edilmiş tek bir tanımı yoktur.
Ancak konu üzerinde çalışan ve fikir yürütenlerce kesin bir tarif üzerinde anlaşma
sağlanamamakla birlikte çok sayıda tarifle açıklamaya çalışılmaktadır. Jeopolitik;
devletlerin coğrafi özellikleriyle siyasetleri arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalıdır
denilebilir. Jeopolitik, politika belirlenmesi amacıyla, bir ulusun, uluslar topluluğu ya
da bölgenin jeopolitiğinin değişmeyen veya değişen unsurlarının dikkate alarak güç
değerlendirmesi yapan, etkisi altında kaldığı o günkü dünya güç merkezlerini,
bölgedeki güçleri inceleyen değerlendiren bir bilimdir. Jeopolitik, özellikle coğrafi
değişkenler bakımından uluslararası politikaları anlamayı, açıklamayı ve tahmin
etmeyi hedefleyen bir dış politika analiz metodudur. Bu coğrafi değişkenler genellikle;
sorgulanan ülkenin ya da ülkelerin coğrafi konumu, ülkelerin büyüklükleri, iklimi,
topografyası, demografi, doğal kaynakları ve teknolojik gelişimini içerir. Jeopolitik;
dünya coğrafyasını, coğrafî yapı ve evrensel değerleri inceleyerek, dünya, bölge ve
ülke çapında güç ve politik düzeyde hareket tarzı araştırması yapar.
Atatürk, 1920 yılında jeopolitiğin, ülkelerin politikalarına ve idarelerine etkisini
ve önemini, "Ben, askeri meseleleri olduğu gibi siyasi meseleleri de haritadan
mütalâa ederim” sözüyle ifade etmiştir4. Karl Haushofer, jeopolitiği içinde yaşadığı
coğrafi bölgenin ve tarihî gelişmelerin etkisi altında değişen siyasal hayat şekli olan
devletin, üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisi olarak tanımlar5. Spykman‟e göre jeopolitik6;
bir memleketin güvenlik politikasının coğrafya olaylarına göre planlanmasıdır. Dugin‟e
göre jeopolitik, insanlığı mekân faktörüyle karşılıklı ilişkisi içerisinde inceleyen bir
disiplindir7. Suat İlhan jeopolitiği8; "coğrafyanın bütün türleri ve verileri ile
aktifleşmesi" olarak tanımladıktan sonra sürecin, bugünkü ve gelecekteki politik güç
ve politik amaç ilişkisinin coğrafî gücü esas alarak incelenmesini kapsadığını ifade
etmektedir. Burada coğrafî platform üzerinde güç merkezlerini karşılaştırmalı olarak
değerlendirmek esastır. Böylece politik düzeyde güç ve hedef ilişkisi kurulur.

3
G. Evans & J. Newnham: The Penguin Dictionary of International Relations, Penguin Books,
(London, 1998), p.2.
4
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı: Askeri Yönüyle Atatürk, Atatürk Serisi
Yayınları, GATA Basımevi, (Ankara, 1981), s.2.
5
Karl Haushafer, E. Obst, H. Lautensach and O. Maull: Bausteine zur Geopolitik, Kurt Vowinckel
Verlag, (Berlin, 1928), p.1.
6
Nicholas J. Spykman: America's Strategy in World Politics: The United States and the Balance of
Power, Harcourt, Brace and Company, (New York, 1942), p.2.
7
Alexander Dugin: Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, Küre Yayınları, (İstanbul, 2010), s.3.
8
Suat İlhan: Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, (İstanbul, 1971), s.2.

3
Devletlerin güvenlik, gelişme ve kalkınma politikası da bu zemin üzerine oturtulur.
Servet Cömert‟e göre9; “Jeopolitik, devletlerin politikası ve coğrafyasının doğal verileri
arasındaki ilişkilerinin incelenmesidir.”
Genel bir tanım olarak jeopolitik; “Bir devletin, devletler grubunun veya
bölgedeki devletlerin mevcut coğrafi platform üzerinde güç değerlendirmesini yapan,
etkisi altında kaldığı o günkü dünya güç merkezlerini inceleyen, değerlendiren,
hedeflerini ve bu hedeflere ulaşma şart ve aşamalarını araştıran, ortaya koyan bir
ilim” olarak tanımlanabilir. Dünyanın dört bir yanındaki karar alıcılar 20. yüzyılın
başından itibaren jeopolitikten yararlanmıştır. Askeri stratejistler için de, jeopolitik
önemli bir rehberdir. Jeopolitik, 20. yüzyılın ilk yarısında Orta Avrupa‟da popüler olan
bir politik analiz metodu olarak uluslararası ilişkilerde coğrafyanın önemine
odaklanmıştı. Jeopolitik, bugünkü ve gelecekteki politik güç ve hedef ilişkisini coğrafi
gücü esas alarak inceler, hedefleri ve hedeflere ulaşma koşul ve araştırmalarını
belirler; coğrafî platform üzerinde güç merkezlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirir,
politik düzeyde güç ve hedef ilişkisi kurar. Jeopolitik kavramı güç ve çıkarlar, stratejik
karar verme ve coğrafi alan arasında ilişkiyi yansıtır.
1.1.3. Jeopolitiğin Unsurları
Jeopolitiğin özünü coğrafyanın özellikleri oluşturmaktadır. Jeopolitiği oluşturan
unsurları; değişmeyen unsurlar, değişen unsurlar ve zaman olarak üç ana başlık
altında incelemek mümkündür10. Değişmeyen unsurlar; (a) Ülkelerin veya bölgenin
dünya üzerinde bulunduğu konum ve sınırları, (b) Ülkelerin veya bölgenin kıta, ada,
kenar, kıta içi devleti ve benzeri özelliklerine göre coğrafi karakteri, (c) Ülkelerin
coğrafi, saha ve fiziki bakımından arazi yapısıdır. Değişen unsurlar ise; (a) Ülkelerin
nüfus, nüfusun nitelikleri ve yoğunluğu gibi sosyo-kültürel değerleri, (b) Ülkelerin
doğal kaynaklar, emek, sermaye ve yönetimi gibi ekonomik değerleri, (c) Ülkelerin
siyasi rejim, siyasi partiler, ittifaklar ve benzeri politik değerleri, (d) Askeri değerleridir.
Jeopolitik değişkenler, zaman içinde bulundukları coğrafyadaki güçler için çok önemli
fırsatlar veya riskler oluşturan kırılma noktalarından geçerler. Devlet adamlığı bu
kırılma noktalarını önceden görmek, tedbir almak ve fırsatları değerlendirmek için en
uygun zamanı beklemeyi gerektirir. Jeopolitiğin alt birimleri; jeostrateji, jeoekonomi ve
jeokültürdür. Jeostrateji, kısaca coğrafi etmenlerin ülkelerin stratejileri üzerindeki
etkilerinin incelenmesidir.
Jeostrateji, stratejik açıdan coğrafi unsurların incelenerek sonuçlara
ulaşılması, politik çıkarların stratejik yönetimi, bir başka deyişle stratejinin coğrafi
gerçeklere dayanarak oluşturulması sanatıdır. Jeostrateji; belirli ticaret yolları,
stratejik düğüm noktaları, nehirler, adalar ve denizlerdeki çıkarların sağlanmasını
hedefler. Jeostrateji kavramı ilk defa Frederick L. Schuman tarafından 1942 yılında
yayınlanan "Let Us Learn Our Geopolitics" başlıklı makalede kullanıldı 11. Jeostrateji,
bir ülkenin dış politikasının coğrafi istikametidir. Jeostrateji bir ülkenin askeri gücü ve
diplomatik faaliyetleri ile nereye odaklanacağını belirler. Zbigniew Brzezinski, Büyük
Satranç Tahtası başlıklı kitabında ABD‟nin küresel üstünlüğünü sürdürmek için dört
bölgeye ayrı ayrı odaklanmasını istiyordu12; Avrupa (Demokratik Köprübaşı), Rusya
(Kara Delik), Ortadoğu (Avrasya Balkanları), Asya (Uzak Doğu Demir Kazığı). 11
9
Servet Cömert: Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, Harp Akademileri Basım Evi, (İstanbul, 2000).s.3.
10
Cömert: ibid, (2000), s.34.
11
Frederick L. Schuman: Let Us Learn Our Geopolitics, (1942) in Andrew Gyorgy: (November 1943).
"The Geopolitics of War: Total War and Geostrategy". The Journal of Politics, 5 (4): pp.347–362.
12
Zbigniew Brezinski: The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives,
Basic Books, (New York, 1997), p.40.

4
Eylül 2001‟den sonra ise Tercih (Choice) isimli kitabı ile Brzezinski, stratejisini
yeniledi. Brzezinski‟ye göre ABD‟nin Avrasya jeostratejisi; kısa vadede kendi küresel
hegemonyasını korumayı, uzun vadede ise artan kurumsallaşmış küresel işbirliğini
sağlayacak şekilde jeopolitik bakımdan önemli olan ülkelerin dönüşümünü
amaçlamalıdır13.
Jeoekonomi; yeryüzünde bulunan ülkelerin ekonomilerini inceleyen ve
coğrafyası ile ekonomik gücü arasında bağlantı kuran bir bilimdir. Jeoekonomi,
teknolojinin, sermayenin ve doğal kaynakların bölgesel ve giderek küresel ölçekte
siyasi yapılar tarafından en verimli ve etkin olarak nasıl bir araya getirileceğini
araştırır. Bu anlamda hem ekonomik hem de siyasi bir disiplindir. Jeoekonomik
değerlendirmelerde coğrafya, ekonomi, teknoloji ve politika ön plana çıkar.
Günümüzde uluslararası ilişkilerde ekonomi önemli bir yere sahiptir. Edward
Luttwak‟a göre jeoekonomi, coğrafyanın ticari alana taşınmasıdır. Luttwak, devletler
arasındaki rekabetin jeokonomi diye adlandırılan yeni bir biçime dönüştüğünü
vurgulamaktadır14. Gelecekte ülkeler arası rekabetten çok bölgelerin ekonomik
rekabeti ve çatışması söz konusu olacağı düşünülmektedir. Küreselleşen dünya
ekonomisinde bugün itibarıyla Avrupa Birliği (AB), Kuzey Amerika Serbest Ticaret
Bölgesi (NAFTA) ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC)‟nden oluşan üç
ekonomik kutup, yeni dünya düzeninde ekonomik güç merkezlerini temsil etmektedir.
Dünya ekonomik olarak yeni bir bloklaşma ile şimdiden bölünmüş durumdadır.
Genişletilmiş ortak pazarlarla, 21. yüzyılın süper blokları oluşturulmaktadır.
Jeokültür, yeryüzünde bulunan kültür çevrelerinin oluşturduğu kültür
coğrafyalarının değerlendirmelerini, kültür unsurları ve kültür çevrelerinin ilişkilerini
araştırır. Arnold Toynbee, 1948 yılında yayınladığı “Medeniyet Yargılanıyor” isimli
kitabında Batı‟nın İslam dünyası üzerindeki yoğun saldırısının iki medeniyeti yeniden
karşı karşıya getirdiğine vurgu yapmakta idi15. Huntington‟a göre; yeni dünyada
mücadelenin esas kaynağı ideoloji ve ekonomi değil, kültür olacaktır. Dünyadaki
olayların en güçlü aktörleri yine ulus-devletler olacak fakat küresel politikanın asıl
mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana
gelecektir. Medeniyetler arasındaki fay hatları geleceğin çatışma alanlarını
oluşturacaktır. Batı ve İslam arasında asırlardan beri var olan mücadelenin son
bulma ihtimali yoktur. İdeolojik bölünmenin ortadan kalkmasından sonra bir yandan
Batı Hıristiyanlığı arasında, diğer yandan ise İslam ile kendisi arasında kültürel
bölünme yeniden ortaya çıkacaktır16. Huntington, Batı Hıristiyanlığı arasındaki Katolik
ve Ortodoks fay kırığı çizmektedir. Huntington, Avrasya‟da medeniyetler arasındaki
büyük tarihi fay kırıklarının bir kere daha alevlendiğini belirtmektedir. Bugün küresel
politik yapı, jeopolitiğin bir alt birimi olan jeokültür yolu ile yeniden şekillendirilmeye
çalışılmaktadır.
1.2. Klasik Jeopolitik Düşünce Okulları

13
Zbigniew Brezinski: Game Plan: A Geostrategic Framework for the Conduct of the U.S.–Soviet
Contest, The Atlantic Monthly Press, (Boston, 1986), p.xiv.
14
Edward Lutwak: The Endangered American Dream: How To Stop the United States from Being a
Third World Country and How To Win the Geo-Economic Struggle for Industrial Supremacy, Simon
and Schuster, (New York, 1993), p.27.
15
Arnold Toynbee: Medeniyetler Yargılanıyor, Yeryüzü Yayınları, İstanbul, 1980, s.179.
16
Samuel P. Huntington: Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, (Ankara, 1995).

5
Jeopolitik teori; coğrafi koşullar, strateji ve ekonomiyi entelektüel bir üst
çerçevede analiz ederek birleştirmektedir17. Realist düşünürler, 300 yıldan beri,
coğrafya içinde zengin kaynaklara ulaşmayı ve temin etmeyi hedeflemişler, bu
kapsamda insan hayatı ve gruplaşmalarına odaklanmışlardır. Jeopolitik teoriler,
açıklandığı zamanki dünya siyasi ortamına göre ortaya konmuş olan ve politikaya yön
vermek amacıyla önerilen coğrafyaya dayalı ilkelerdir. 18. yüzyıl, bilgilerin çok çabuk
geliştiği ve mantıki bir şekilde tasnife tabi tutulduğu bir dönem olmuştur. Böylece
coğrafyanın kendi kendini idrak ve organize etme özelliği daha iyi ortaya çıkmıştır.
19. yüzyıl Avrupa ve dünyada meydana gelen önemli değişiklikler güç politikaları ve
jeopolitiğe yeni bir yön verdi. Sanayileşme ile birlikte ülkelerin ve orduların gücü
önemli ölçüde arttı, ülkelerin yaşaması daha zor ve önemli bir hale geldi. Ulaştırma
ve haberleşme alanındaki yenilikler dünyayı küçültürken, insanları birbirine daha da
yakınlaştırdı. Bilim, yeni bilgi ve teknoloji üretimi çok önemli hale geldi. Bütün bunlar
coğrafyaya bakışı değiştirdi; büyük güçler, ikinci güçler kavramları ve bunların ilişkileri
ile ilgili bakış açıları oluştu. Avrupa‟da oluşan büyük güçlerin çoğu yeni kaynaklar
peşinde sömürgecilik işine girişti. 19. yüzyıl, bilimsel gelişmelerin bütün alanlara
yayılması ile ekonomik ve soysal kalkınmanın tüm dünyayı sarmaya başladığı bir
devri temsil etmektedir. Modern coğrafya bu şekilde doğdu ve dallarından bir tanesi
olan „Jeopolitik‟ alanında Batı literatürüne hâkim olan dört ülkede (Almanya, ABD,
İngiltere ve Fransa) aşağı yukarı aynı zamanda çeşitli ekoller ortaya çıktı. Bunların
her birinin eğilimleri çok belirgin bir şekilde ülkelerinin özellikleri ve teorisyenlerin
entelektüel eğilimi ile uyuşmaktaydı18.
1.2.1. Deniz Hâkimiyet Teorisi (Alfred Thayer Mahan)
Amerikalı bir amiral olan Amiral Alfred Thayer Mahan (1841-1914), ilk jeopolitik
teorinin sahibi olarak kabul edilmektedir. Gerçekte bir askeri tarihçi olan Mahan İngiliz
Deniz Kuvvetlerinin tarihini incelemiş, bu incelemelere dayanarak yazdığı makaleler
ve 1890 yılında yayınlanan "The Influence of Sea Power Upon History, 1660–1783"
(Deniz Gücünün Tarihe Etkisi, 1660-1783) adlı eseriyle „Deniz Hakimiyet Teorisi‟nin
esaslarını ortaya koymuştur. Çalışmalarında İngiliz ve Fransız donanmalarının
küresel üstünlüğü ele geçirmek için rekabetleri ile ilgili tarihsel gözlemlerini kullanan
Mahan, modern savaşın merkezi unsuru olarak „deniz gücü‟ tanımlamasını getirdi.
Denizlere hakim olmak dünyaya hakim olmaktı ve denizlere hükmetmek için en güçlü
gemilerden muharip donanmalar oluşturulmalıydı19. Mahan, denizlerin ve özellikle
stratejik su yollarının denetimini elinde bulundurmayı büyük devlet olmanın ön koşulu
olarak görmektedir. Kitabının başarısı ve bu kitabın yayınlanmasından sonra meşhur
olmasının en önemli sebebi, Amerikalı seçkinlerin tartışmalarında ve yayınlarında
sıkça rastlanılan donanma militarizmi siyasetini tavsiye etmesidir. Mahan, o dönemin
en büyük sömürgeci güçlerinden biri olan ve deniz hâkimiyetini elinde bulunduran
İngiltere'den etkilenmişti. Onun "denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur" tezi, bu
dönemde İngiliz donanmasının İngiltere'den çok uzak bölgelerdeki faaliyetlerinden
ilham almıştır.
Mahan‟a göre; bir devletin okyanuslarla çevrili olması onun savunma
olanaklarını kolaylaştırır ve diğer devletlerle ilişkisinde daha geniş hareket serbestisi

17
Mackubin Thomas Owens: In Defense of Classical Geopolitics, Naval War College Review, Vol. 52,
No. 4, (Autumn 1999), p. 62-63.
18
Sait Yılmaz: Jeopolitik ve Strateji, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 61, (Şubat 2009),
s.74-77.
19
Christopher Leigh Connery: Ideologies of Land and Sea: Alfred Thayer Mahan, Carl Schmitt, and
the Shaping of Global Myth Elements, Boundary 2 - Volume 28, No. 2, (Summer 2001), p.173-201.

6
sağlarken; karalara hapsolmuş ya da yarı kara, yarı denizlerle çevrili olan devletler
ister istemez savunma yeteneklerini bölmek ve daha çok harcama yapmak
zorundadır. Mahan, bir devletin kıyılarının uzunluğuna ve önemli limanlara sahip
olup-olmamasına büyük önem vermektedir. Mahan, jeopolitik ve jeo-ekonomik
önemine atfen ifade edilen deniz potansiyeli ile yetinmeyerek gerçek bir deniz
kuvvetleri içinde kaynakların konsantrasyonunu öngörmüştü. Çağdaşı İngiliz yazar
Julian Corbett ise Mahan‟ın deniz kuvvetlerine verdiği stratejik öneme katılmakla
birlikte Clausewitz‟in yolunu izleyerek deniz gücünün stratejik etkilerinin dolaylı ve
zaman alıcı olduğunu savundu20. Corbett, deniz stratejisini ayrı bir strateji olarak değil
askeri stratejinin bir parçası olarak görüyor ve kara kuvvetleri ile yakın işbirliği içinde
olmadıkça stratejik etkisinin olmayacağını düşünüyordu21.
Şekil 1: Petrol Taşımacılığında Stratejik Önemi Olan Bölgeler

Rusya
Kuzey Asya
Amerika Boğazlar Avrupa
2,0 Mbd Süez Kanalı
1,3 Mbd

Afrika
Hürmüz Boğazı
Güney
13 Mbd
Amerika Bal El Mandab
Panama Kanalı
3,3 Mbd
0,6 Mbd Malaka Boğazı
10,3 Mbd

Kaynak: Sait Yılmaz: Güç ve Politika, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2008), s.75.
Mahan'ın fikirleri ABD'li karar vericileri özellikle de Theodore Roosevelt'i daha
güçlü bir donanmanın ve deniz aşırı üslerin tesis edilmesi için teşvik etmiştir. Mahan,
deniz gücü ile sömürgeler arasındaki bağın önemini kavramıştı. Sömürgeler
sayesinde ülkelerin yabancı bir coğrafyada toprak sahibi olduğunu, satmak istediği
mallar için daha büyük bir refah ve zenginlik aradığını düşünüyordu. İkinci Dünya
Savaşı'nda ABD Japonya ile Pasifik konusunda mücadele etmiştir. Bu dönemde,
uçak gemileri ABD deniz gücünün en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir. Bu
teori, ABD‟nin tüm dünyaya yayılmış güç projeksiyonu kapsamında bugün de
geçerliliğini büyük ölçüde korumaktadır. Mahan‟ın stratejisi daha sonra yüksek
kabiliyetli, uzun menzilli donanma ile deniz hâkimiyetini öngören „deniz komutası‟ ve
alternatif olarak bazen „bölgesel kontrol (belirli zaman ve denizde kontrolü sağlamak)‟
stratejilerinin doğmasına yol açtı. Nitekim bölgesel deniz kontrolü bugün küresel bir
donanmaya sahip olmayan pek çok ülkenin deniz stratejisidir. Mahan, „deniz kontrolü‟

20
Julian S. Corbett: Some Principles of Maritime Strategy, Naval Institute Press, (Annapolis, 1988),
p.12.
21
Alfred Thayer Mahan: The Influence of Sea Power Upon History, 1660-1805, Presidio Press,
(California, 1980), p.1-23.

7
stratejisi ile düşman donanmasının yok edilmesi ve böylece denizlerin rakipsiz olarak
kullanılmasını öngörüyordu.
1.2.2. Kara Hâkimiyeti Teorisi (Sir Halford John Mackinder)
Mackinder‟in (1861–1947) metodu realizme ve sonuçlarına dayanması ile
tamamen İngiliz'dir. Oxford Üniversitesi'nde coğrafya dersleri veren Mackinder, 1904
yılında "The Historical Pivot of The History, (Tarihin Coğrafi Mihveri)" adlı eserini
yayınladı22. Bu eserinde ünlü Dünyanın Kalbi (Heartland) teorisini işlemiştir.
Mackinder‟e göre tarih neredeyse deniz ve kara güçlerinin mücadelesin tarihi
biçiminde gelişmiştir. Modern dönemde ise, İngiltere başlangıçta önemli bir deniz
gücü olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen, 20. yüzyılda Avrupa‟nın büyük
devletlerinin baskısı ile zor anlar yaşamakta ve gerilemektedir. Üstünlük kara gücüne
geçecektir. Mackinder, Mahan gibi, teknoloji ile coğrafya arasında ilişkiye dikkat
çekerek, 19. yüzyıla kadar kara gücüne göre üstünlüğü elinde bulunduran deniz
gücünün bu yüzyılın sonundan itibaren ve özellikle 20. yüzyılda teknolojinin gelişmesi
ile yerini kara gücüne bıraktığını ifade etmekte idi. Mackinder, Akdeniz çevresinde
ortaya çıkan bütün medeniyetlerin öncelikle karada güçlendiğini ardından da denizler
vasıtasıyla genişlediğini; bu sebeple denizcilik teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin
gemiler üs ve limanlara ihtiyaç duydukları için karaya bağımlı olduklarını ifade
etmiştir.
Şekil 2: MacKinder’e Göre Merkez (Pivot) Bölge

Mackinder'e göre Heartland, yeryüzünün en büyük doğal kalesidir. Sibirya'da


başlar, Orta Asya ve Volga Havzasını kapsar. Buranın en önemli karakteristiği; sert
kara iklimine sahip olması ve sıcak denizlerden uzaklığı nedeniyle, deniz gücünün
etki alanı dışında kalmasıdır. Dünya Adası; Asya, Avrupa ve Afrika'yı kapsar. Diğer
kıtalar, Dünya Adası'nın uyduları durumundadır. Mackinder analizinde Doğu Avrupa
ve Sibirya (Çarlık Rusyası‟nın egemenliğinde olan bölge) merkezi stratejik bölge
olarak adlandırarak, buraya uluslar arası politikanın merkez üssü (pivot area)

22
Halford John Mackinder: The Geographical Pivot of History, Democratic Ideals and Reality, National
Defence University Press, (Washington DC, 1996).

8
demektedir. (Şekil 2) Daha sonra burayı “heartland (kalpgah)” olarak ifade etmiştir.
Bu bölge “iç hilal (inner crescent)” adını verdiği ve Almanya, Türkiye, Hindistan ve Çin
ile o da “dış hilal” dediği ve İngiltere, Güney Afrika ve Japonya‟nın yer aldığı ikinci bir
bölge ile çevrilidir. Mackinder buradan yola çıkarak;
- Doğu Avrupa‟yı ele geçiren Heartland‟a (anakaraya) hâkim olur,
- Heartland‟ı ele geçiren Dünya Adasına (Avrasya) hâkim olur,
- Dünya Adasını ele geçiren Dünya‟ya hâkim olur demektedir.
20. yüzyılda uluslararası politikada mücadelenin Heartland‟a ve Avrasya‟ya
yakın bölgede denetimi ele geçirmek isteyen Almanya ve Rusya arasında
yaşanacağını öne süren Mackinder'e göre; Dünyanın Kalbini (Heartland) ele geçiren
bir kara gücü, deniz gücünü geliştirerek dünya adasına ve ardından dünyaya hâkim
olacaktır. Almanya‟nın, Doğu Avrupa'yı ve sonrasında Dünyanın Kalbini ele
geçirmemesi için (o sırada Rusya'da proleterya devrimi ve iç karışıklıklar vardı)
Mackinder, "Doğu Avrupa'da Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Macaristan,
Çekoslovakya, Gürcistan, Ermenistan gibi tampon küçük devletler yaratılması
gerektiğine inandı." Bu teoriye çeşitli eleştiriler gelmiştir. Öncelikle, kaydedilen hızlı
teknolojik gelişmeler sonucunda Dünyanın Kalbi'nin eskisi gibi ulaşılmaz olmadığı
vurgulanmaktadır. Ayrıca, eğer bir gücün Heartland'a girişi zorsa, oraya hâkim olan
gücün de dışarı çıkarak, dünyaya hâkim olması aynı derece zordur. Heartland
üzerinde hâkimiyet kurabilen Sovyetler Birliği, dünyaya hâkim olamamıştır. Bu
bağlamda, Kuzey Amerika'da yer alan ABD'nin dünya üzerinde daha geniş bir
hâkimiyet kurduğunu ve aslında, Mackinder'in Heartland olarak Kuzey Amerika'yı
seçmesi gerektiğini savunanlar da vardır. Ancak; günümüzde Avrasya'da yer alan
petrol ve doğalgaz rezervleri nedeniyle, Mackinder'in bu bölgeyi Heartland olarak
büyük bir isabetle seçtiği hususunda, görüş birliği de oluşmaktadır.
1.2 .3. Hayat Alanı (Lebensraum) Teorisi (Karl Ernst Haushofer)
İsveçli bir coğrafyacı olan ve “jeopolitik” kavramının ilk kullanan kişi olarak
bilinen Rudolf Kjellen (1884-1922) ile Alman jeopolitik okuluna mensup
kuramcılardan bir Alman coğrafyacısı olan Frederich Ratzel (1844-1904) ve Hitler‟in
siyasi danışmanı olan Karl Ernst Haushofer‟in (1869-1946) öngörüleri iki savaş arası
dönemde Alman yayılmacı politikasının düşünsel temelini oluşturmuştur. Kjellen,
devletleri canlı bir organizmaya benzetmiş ve onlarında tıpkı hayvanlar gibi hayatta
kalmak için mücadele etmek zorunda olduklarını ifade etmişti23. Ratzel, “Antropolojik
Coğrafya” adlı eserinde devletlerin sınırlarının (dinamik sınırlar) devamlı değişeceğini
anlatmakta idi. Ratzel‟e göre; hudutlar, devletin sadece emniyetini değil, aynı
zamanda gelişmesini ve saha kazanma istikametlerini belirleyen unsurlardır.
Gelişmek ve yayılmak isteyen devlet, siyasî bakımdan değer ifade eden sahaları
ülkesine katmak ister. Bu değerli sahalar içine, tarıma elverişli topraklar, ovalar,
ulaştırmaya uygun nehir ve gölleri ile bunların geniş vadileri, ticarete uygun limanlar,
madenler açısından zengin topraklar girmektedir. Ratzel'in ortaya koyduğu ilkelere
göre devlet; ya saha kazanıp gelişecek veya beslenemediğinden zayıflayıp
hastalanacaktır. Ratzel'in "devletin saha genişletme kanunları", emperyalizmin
esasını teşkil etti24.

23
Rudolf Kjellen: Der Staat als Lebensform, Hirzel, (Leipzig, 1917).
24
Frederich Ratzel: Politische Geography, R. Oldenbourg. (Munich, 1897) and Zu Carl Ritters
hundertjährigem Geburtstage, in Kleine Schriften, Munich, (1906), 377-428.

9
Alman ekolü, devletleri de canlılar gibi bir organizma olarak görmüş ve hayat
alanına ihtiyaç duyduklarını kabul etmiştir. Karl E. Haushofer, coğrafya ile ulusal gücü
özdeşleştirerek, ulusların yeterli hammadde, sanayi ve pazarlara kavuşabilmek,
büyük bir nüfusa ve özellikle “lebensraum (hayat sahası)”a (yeterli toprak parçası)
sahip olmak amacıyla sınırlarını genişletmelerini normal karşılamaktadır 25.
Haushofer, geniş sahanın bir devletin büyüklüğü için lüzumlu olduğu kanaatindedir.
Ratzel gibi; bir devletin devam edebilmesinin saha kazanmasıyla mümkün
olabileceği, aksi takdirde ortadan silineceği düşüncesindedir. Devletin
genişlemesinde hiçbir sınır tanımayan Haushofer‟e göre, siyasî coğrafya statik ve
tasviri, (jeopolitik) ise dinamik bir disiplindir. Bir devletin sahası, gelişmesine
yetmeyecek kadar küçük ise, genişlemelidir. Her devletin kendi ihtiyaçlarını
karşılaması meşrudur. Haushofer, aynı zamanda Darwin'in Doğal Seleksiyon
kavramından etkilenmişti. Buna göre, doğada sadece güçlü olanlar ayakta kalırlar.
Güçsüz olanlar ölmeye mahkûmdur. Bu sayede, en güçlüler seçilir. Haushofer'in
jeopolitik görüşleri Hitler'i etkilemiş ve Kavgam adlı eserinde bu görüşlere yer
vermiştir.
1.2.4. Kenar Kuşak Teorisi (Nicholas Spykman)
Amerikan jeopolitik ekolünün gelişmesi özellikle Yale Üniversitesi‟nden Nicolas
Spykman (1893-1943) ile başlar. Bir gazeteci olan Spykman, daha sonra uluslararası
ilişkiler alanında çalışmaya başlar ve bu alanda Profesör olur. Spykman, 1942 yılında
yayınlanan „Dünya Politikasında Amerikan Stratejisi‟ ve müteakip 1944 yılında
yayınlanan „Barışın Coğrafyası‟ adlı iki önemli eseri Amerikan ulusal güvenlik politika
ve stratejisinin dayanacağı coğrafi esasları ortaya çıkarmıştır. Jeopolitiği ABD‟nin
güvenliği ve savunması çerçevesinde değerlendirmiştir. Spykman, yaptığı dünya
coğrafyası değerlendirmesi ile „Kenar Kuşak Teorisi (Rimland)‟ni ortaya koymuştur.
Nicholas J. Spykman, kenar kuşak (rimland) teorisini ortaya atarak, Mackinder‟in
heartland kavramına önemli bir alternatif getirmiştir26. Spykman, Mackinder'in Kara
Hâkimiyet Teorisini eski dünya için geçerli olmakla eleştirmekte ve yanlış bulmakta
idi. Spykman'a göre, dünyanın kuzey yarımküresinde yer alan ülkeler tarih boyunca
dünya siyasetinde daha etkili olmuşlardır.
Spykman‟a göre; iklim şartları, tarımsal üretim gücü, kömür, demir,
hidroelektrik kaynaklarının dağılışı; kuzey, doğu, güney ve güneybatı kesimlerindeki
coğrafî engeller Mackinder'ın tezinin önemini azaltmaktadır. Çin ve Hindistan, Sovyet
Rusya'nın bu bölgesine nazaran daha sanayileşirse; kalpgahın Orta Asya bölümünün
önemi daha da azalacaktır. Rusya'nın gücü ise daha ziyade Urallar'ın batısında
kalacaktır. Bu sebeple iç kuşak, kalp sahasından daha önemlidir. İç kuşak, denizlerde
güçlü devletlerle karalarda güçlü devletler arasında bir tampon bölgedir. Bu tampon
bölgede küçük devletler ortaya çıkmıştır. Bu devletler aralarında bir topluluk teşkil
edecek güçte değildir veya bir topluluk teşkil etmeyi çeşitli sebeplerden dolayı
istememektedirler. Kalpgah denilen toprakların etrafında; 20.000 millik bir çember
boyunca tehlikeye açık Kenar Kuşak-İç Hilal (Rimland) ülkeleri vardır: Batı Avrupa ve
İskandinavya, İtalya, Yunanistan, Türkiye, Arap memleketleri, İran, Afganistan,
Hindistan, Burma, Tayland, Malaya, Kore, Vietnam ve ada devletleri olan Britanya,
Endonezya ve Japonya.

25
Karl E. Haushofer: Bausteine zur Geopolitik, (1928) in Andreas Dorpalen: The World of General
Haushofer: Geopolitics in Action, Farrar & Rinehart Inc., (1942),
26
Nicholas J. Spykman: America's Strategy in World Politics: The United States and The Balance of
Power, Harcourt, Brace and Company, (New York, 1942).

10
Şekil 3: Spykman’a göre Kalpgah ve Kenar Kuşak

Kenar Kuşak; Doğu Avrupa'nın sahil ülkelerini, Ortadoğu ülkelerini, Hindistan


ve Çin'i kapsar. Bu ülkelerin önemli özelliği, kendilerini hem karada hem de denizde
savunmak durumunda olmalarıdır. Kenar kuşak ülkelerini (Rimland) hâkimiyet altında
tutan; Avrupa ve Asya'ya hükmeder. Avrupa ile Asya'ya hükmeden, dünyanın
kaderine hâkim olur. (Şekil 3) Kalpgah sahası (heartland), hiç olmazsa yakın bir
gelecek için bir güç merkezi olacak nitelikte değildir. Stratejik hammadde
kaynaklarının bulunduğu bir bölge olan Asya ve Uzak Doğu‟da güç dengesinin
korunmasının önemi üzerinde duran Spykman, herhangi bir gücün güç dengesini
bozarak bölgeyi egemenliği altına almasının yalnız Amerikan çıkarlarını tehdit
etmekle kalmayacağını, bütün dünya açısından da bir tehdit haline gelebileceğine
işaret etmektedir. Spykman; coğrafya, nüfus, doğal kaynaklar ve kendi kendine
yeterlilik bakımından Eski Dünya‟nın göreceli üstünlüğünün söz konusu olduğunu, bu
nedenle de burada ortaya çıkacak hegemonik bir gücün Yeni Dünya açısından büyük
bir tehdit oluşturacağını, böyle bir durumda ABD‟nin siyasi ve stratejik olarak
kuşatılmış olacağını belirtmektedir.
Spykman'in teorisi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yani Soğuk Savaş
döneminde Sovyetler Birliği'ne karşı izlenen siyasetin temelini oluşturmuştur27. Bu
siyaset "çevreleme" siyasetidir. Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği
arasında sıcak savaş yaşanmadı. Ancak, örtülü olarak iki blok sıcak savaşlarda karşı
karşıya geldi. Kenar kuşak ülkeleri önemli olduğundan, bu ülkede ayaklanmalar
kışkırtıldı, darbeler ve darbe girişimleri yaşandı, istikrarı bozarak diğer bloğa olan
desteğin kesilmesi amaçlandı. Bu dönemde çevreleme siyasetinin kanıtını oluşturan
iki önemli sıcak savaş yaşanmıştır. Bunlardan birisi Kore Savaşı, diğeri de Vietnam
Savaşı'dır. Sovyetler'in Afganistan'ı işgal etmesi üzerine, yine Spykman'in teorisinin
bir sonucu olarak, ABD Afgan milisleri her bakımdan desteklemiştir. Sovyetler'in

27
Spykman: ibid, (1944).

11
komşusu olan Müslüman ülkelerde radikal İslamcıların desteklenerek "Yeşil Kuşak"
oluşturma projesi de yine bu amaçlarla ortaya çıkmıştır. Spykman gibi bazı
jeopolitikçiler, sanayi ve iletişimin gelişmesi ile Avrasya‟yı çevreleyen bölgenin
(rimland) stratejik bakımdan kalpgahdan daha önemli olabileceğine dikkat
çekmektedir. ABD'nin güvenlik stratejisinin oluşumunda benimsediği Kenar Kuşak ve
Deniz Hâkimiyet Teorileri günümüze kadar etkinliğini devam ettirmişlerdir.
1.3.5. Fransız Okulu
Fransız jeopolitik ekolü, Alman ekolünün görüşlerine bir tepki olarak
doğmuştur. Bu ekolün başta gelen özelliği devleti bir canlı organizma değil, „kültürel
ve ulusal bir varlık‟ olarak kabul etmesidir. Bu okula mensup jeopolitikçiler arasında
“possibilist” düşüncenin temsilcisi olan Lucien Fahren ve Vidal dela Blache, Anglo-
Amerikan ve Alman jeopolitik kuramcılar tarafından benimsenen “deterministik”
yaklaşımı reddetmektedir28. 20. yüzyılın jeopolitikçi yazarlarının çoğu bu iki uç
(deterministik ve possibilist yaklaşım) arasında yer almaktadır. Possibilist düşüncenin
önde gelen yazarlarından Harold ve Margaret Sprout‟lara göre, coğrafya bize ne
yapmamızı emreden bir öğe olmayıp, tercihlerimizi oluşturmada yol göstericidir 29.
Coğrafi faktörler davranışlarımızı koşullandırmaktan ziyade karar vericinin önündeki
olanaklara işaret etmektedir. Fransız Vidal de La Blanche, objektif ve tenkitçi bir
gözle, olayları o zamanki durumlarının dışında yorumlamıştır. Fransız coğrafya
okuluna göre; insan kendi doğal çevresini değiştirebilen ve kendisine yönelik
opsiyonları en sonunda kendisi belirleyebilen bir karaktere sahip olduğundan, çevre
ve özellikle coğrafyayı da insanın eylemini etkileyen çok sayıda unsurdan biri olarak
görmek gerekir.
1.3.6. Hava Hâkimiyet Teorisi
1903 yılında hava gücünün asıl unsuru olacak ilk uçak yapıldıktan sonra bile
hava gücünden yararlanmak iyimserlik olarak görüldü. Birinci Dünya Savaşı‟nın
sonuna doğru güçlü olanlar büyük uçaklar inşa ederek hava bombardımanları ile
sivillere zayiat verdirmeye başladılar. 1918 yılındaki son saldırılarında Almanlar
havadan kara hedeflerine de saldırdılar. Uçaklar denizlerde de rol oynamaya
başladılar, donanmalara ve denizaltılara saldırdılar. Hava gücü ile ilgili ilk önemli
teorisyen olan İtalyan topçu subayı Giulio Douhet, 1921 yılında kendinden sonra
gelecek tüm teorisyenlere esas olacak öneriler getirmişti30. Douhet‟e göre büyük
savaşlar, taarruzi kara savaşlarının ne kadar boşuna olduğunu göstermişti, önemli
olan stratejik sonuç almaktı. Geleceğin savaşları hava gücünün düşman şehirlerine
verdiği zayiat ve şok etkisi ile hükümetleri teslim olmaktan başka çare
bırakmayacaktı. Mustafa Kemal Atatürk, 1925‟de, „İstikbal Göklerdedir.‟ sözü ile hava
gücüne olan inancını belirtmekle beraber sadece hava gücüne dayanan bir stratejiyi
savunuyor değildi. Hiroşima ve Nagazaki‟ye atılan bombalar ise Douhet‟in beklediği
psikolojik şoku sağlasa da karşı koyma gücü olmayan sivillere karşı hava gücünün
kullanılması insani yönü ile ilgili tartışmalara yol açtı. 1990 Körfez Savaşı ve 90‟lı
yıllarda Eski Yugoslavya‟da NATO‟nun hava harekatı hava gücünün yıldızını
parlatmış olsa da sadece hava gücü ile sonuç alınamayacağı Afganistan ve Irak
Savaşları ile bir kez daha öne çıktı.
28
Paul Vidal de la Blache: Les Caractères Distinctifs de la Géographie, Ann. de Géogr., 22 (1913),
p.289-299 and États et nations de I'Europe autour de France, (Paris, 1889), Febvre, Lucien: Le Terre
et l'évolution humaine, in the series, L'Évolution de L'Humanité, (Paris, 1924).
29
Harold & Margaret Sprout: The Context of Environmental Politics: Unfinished Business for America’s
Third Century, Princeton University, (NJ, 1979).
30
Giulio Douhet: The Command of the Air, Trans. Dino Ferrari, (New York, 1983), p.24-30.

12
2. 21. YÜZYILDA JEOPOLİTİK VE TÜRKİYE
2.1. 21. Yüzyılda Jeopolitik
2.1.1. Jeopolitik Alanında Yeni Kavramsal Çalışmalar
İkinci Dünya Savaşı sonrasında „jeopolitik disiplini‟, tarihteki bütün
olumsuzlukların sebebi gibi gösterilerek akademik çevrelerce dışlanmıştır. Ancak
Soğuk Savaş sonrasında iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesi ve çoğu devletin
rotasını kaybetmesi, jeopolitiğin yıldızını yeniden parlatmıştır 31. 21. yüzyıl askeri
liderleri politika, strateji ve küresel coğrafya arasında bağlantı kuracak daha iyi
temeller ihtiyacındadır. Amerikan ekolünü temsil eden fikir adamı ve uygulayıcıları,
günümüzde jeopolitiği küresel çapta ele alarak jeopolitik çıkarların stratejik yönetimi
olan jeostratejiyi somut bir şekilde kullanmaktadırlar. 1901 yılında Mahan ve
Mackinder‟e göre stratejik olarak dünya kara ve deniz olmak üzere sadece iki ortama
sahipti. 2001 yılında ise hava, uzay ve elektromanyetik spektrumun katılması ile
stratejik dünya beş boyutlu hale geldi. 21. yüzyılın başında bulunduğumuz bu
dönemde altı stratejik düşünce okulundan bahsedilebilir32. Bunlardan ilk üçü
geleneksel olanlardır; kıtasal („kara gücü okulu‟ olarak da adlandırılan ve Carl Von
Clausewitz‟in doktrinine dayanan anlayış), denizcilik („deniz hakimiyeti okulu‟ adı da
verien Alfred Thayer Mahan‟ın öğretisine dayanan) ve havacılık (İtalyan teorisyen
Giulio Douhet tarafından kurulan „hava gücü okulu‟). Diğer üç yeni okul ise; uzaysal
(uzay stratejisi okulu), özel operasyonlar (gizli savaş okulu), birleşik (müşterek ötesi
veya entegre askeri güç okulu) olarak ifade edilmektedir.
1970‟lerin ortasında Fransız Jeopolitik Enstitüsü‟ni kuran Yves Lacoste
Fransız jeopolitiğini yeniden canlandıran isim oldu. Yves Lacoste, coğrafya ve tarihi
birleştirerek yeni bir teoriden ziyade empirik bir jeopolitik analiz metodolojisi
geliştirmeye yöneldi. Bu yöntem haritaların kullanımını (diatopes), tarih ve zamanın
birlikte ele alınmasını (diachronicity), küçükten büyüğe sekiz farklı seviyede mekansal
analiz yapılmasını öngörüyordu33. Başka bir empirik jeopolitik analiz yaklaşımı Alan
Henrikson (1980) tarafından dış politika yapıcıları için geliştirilen bilişsel ya da mental
haritalar idi. Hollandalı politik coğrafyacı Gertjan Dijkink (1996) ise ulusal kimlik ve
coğrafi vizyonlar arasında ilişki kuran çalışmalar yaptı34. Son 20 yılda geleneksel
jeopolitiğin varsayımlarına karşı post-modern kökenli alternatif eleştirel jeopolitik
çalışmalar ortaya çıktı. Eleştirel jeopolitik, geleneksel jeopolitiği 20 ve 21. yüzyıl
savaşlarının ideolojisi olarak görmekte ve uluslararası ilişkilerde realizm geleneği ile
yakından ilişkili olduğunu düşünmektedir. Eleştirel jeopolitik, politik coğrafya ve
uluslararası ilişkiler arasında daha zayıf bir ilişki kurmakta, geleneksel jeopolitiğin
gerekçelerini meşru bulmamaktadır.
Eleştirel jeopolitiğin dört ana konusu; mekan, kimlik, vizyon ve devlet
adamlığıdır. Mekan, güç dengeleri ve coğrafya ilişkisi yerine barındırdığı sosyal inşa
bakımından önemlidir. Bu da sosyal kimliğin nasıl oluştuğunun (Batı, İslam vb.) tespiti
ile ilgilidir. Böylece tüm dünyanın bir haritasını (vizyon) tespit etmek ve yeni tür bir
devlet adamlığı ile devleti yeniden yaratmak, dünya genelinde meşru politikalar

31
Bülent Ulaş: Jeopolitik, Başlık Kitaplar, (İstanbul, 2011), s.76.
32
John M. Collins: Military Strategy: Principles, Practices and Historical Perspectives, Brassey‟s Inc.,
(Washington, DC, 2002), p. 61-62.
33
Yves Lacoste: La géographie ça sert D'abord à Faire la Guerre' ('Geography is Primarily for Waging
War') (1976). Journal Herodote. "Critical Geopolitics" Journal Political Geography in 1996 (vol. 15/6-7).
34
Gertjan Dijkink: National Identity and Geopolitical Visions: Maps of Pride and Pain, Routledge,
(London, 1996), p.11.

13
üretmek mümkün olacaktır. Bu amaçla dünya genelinde jeopolitik kurumlar (düşünce
kuruluşları, üniversiteler ve hükümet teşkilleri) birlikte çalışarak jeopolitik bilgi ve
meşruiyet için daha geniş yapılar oluşturmalıdır. Eleştirel jeopolitik; coğrafya ile
politika arasındaki şekilsel ilişkiyi yanlış bulmakta, sınırlar yerine kimliklere
odaklanmaktadır. Bu hali ile eleştirel jeopolitiğin küresel politikalara odaklanmaktan
ziyade Irak veya Lübnan gibi çok kimlikli ülkeler için jeopolitik düşünce ve modern
devlet yapıları üretmeye yöneldiği söylenebilir. Daha geniş ölçekte ise farklı mekan
ve halkların birbirileri ile nasıl irtibatlı oldukları; bu kapsamda terörizm, küreselleşme,
çevre sorunları ve yeni teknolojilerin yarattığı sorunlar üzerinde durmaktadır. Özetle
eleştirel jeopolitik, Yves Lacoste‟nin öncülüğünü yaptığı bir projeler demeti (post-
modern, post-yapısal, post-kolonial vb.) olup, homojen ve bitmiş bir çalışma
değildir35.
1970‟lerin sonunda „Political Geography Quarterly‟ dergisinin yayınlanmaya
başlaması ile birlikte politik coğrafya Rönesans yaşamaya başladı. Dergide pek çok
yeni yaklaşım yer aldı. Örneğin 1979‟da Ron J. Johnston‟ın „Siyasi Seçimler
Coğrafyası‟, 1986‟da Robert Sack‟ın „Bölge ve Davranış İlişkisi Yaklaşımı‟, 1996‟da
David Pepper‟ın „Çevrecilik Jeopolitik İlişkisi‟ çalışması, 2007‟de Peter Taylor‟un
yapısal Marksizm için yazdığı „Dünya Sistemleri Teorisi‟ bunlar içinde sayılabilir.
Modern politik coğrafyanın özellikle şu konulara odaklandığı görülmektedir;
devletlerin nasıl ve niçin bölgesel olarak gruplandıkları (AB ve Üçüncü Dünya vb.),
yeni sömürgecilik, hükümet-halk ilişkisi, sınırların fonksiyonları vb. Fransız Harp
Okulu‟nda çalışan François Thual ve Aymeric Chauprade ise din (Ortodoks, Şii ve
Budist) jeopolitiğine odaklandılar36. Fransa için belirledikleri jeopolitik vektörler
şunlardı; Frankopon ülkeler, (Türkiye hariç) Avrupa sınırları, Rusya ile ilişkileri
geliştirmek, Çin‟in de güç dengesine katıldığı çok kutuplu bir dünya. Bugünün
küresel, bağımsız ya da birbiri ile irtibatlı jeopolitik konseptleri resmin sadece bir
parçasını vermektedir. Çevre, sağlık, eğitim ve diplomasinin jeopolitiğe etkisi gibi
konularda yeni aktörler ve konular ortaya çıkmaktadır.
Astropolitik, geniş anlamda jeopolitiğe uzayın uygulandığı bir teoridir.
Geleceğin daha da ötesine bakanlar artık jeopolitik tezlere atmosferin de ötesini
eklemiş, Dünya‟ya hükmetmenin ancak, Ay‟a hükmetmek ile mümkün olabileceği tezi
literatüre girmiştir. Fransız matematikçi Joseph Louis Lagrange‟in teorisine göre
yerçekimsel olarak Dünya ve Ay gibi ikili sistemlere uygulanabilecek beş Lagrangian
(yerçekim) noktası bulunmaktadır (Şekil 4). L1, L2 ve L3‟deki ortam istikrarlı
olmadığından, yörüngedeki iki gezegenden biri L4 ve L5‟de yerçekimi etkisi ile
diğerini durdurabilir. Buradan bu iki noktadan birini kontrol etmek üzerine bir uzay
stratejisi geliştirilmiştir. Collins, 21. yüzyılın ortalarında, askeri hâkimiyetin anahtarını
şu şekilde sıralamaktadır; (a) Yerküresini saran uzaya hükmeden, Dünya
Gezegenine hükmeder. (b) Ay‟a hükmeden dünyayı çevreleyen uzaya hükmeder. (c)
L4 ve L5‟e hâkim olan Dünya-Ay Sistemi‟ne hükmeder37. İnsanoğlunun uzaya
hükmetme stratejisi, 21. yüzyılda ulusların uzayın kontrolüne yönelik teknolojik
gelişme ve güvenlik politikalarını, bu kapsamda yapılacak ittifakları gittikçe daha fazla
gündeme getirecektir.

35
Lacoste: ibid, (1976).
36
François Thual ve Aymeric Chauprade: Dictionnaire de Géopolitique. Etats, Concepts, Auteurs,
Ellipses, (1999), p.23-67.
37
L4 ve L5, uzaydan ayın ve yeryüzünün yerçekiminin eşit oluğu noktaları temsil eden Ay denge
noktalarıdır.

14
Şekil 4: Lagrange Noktaları

1990‟lı yıllarda medyanın ve siber uzayın artan etkisi de Batılı strateji


çalışmalarında yeni bir boyut olarak „medya‟yı da gündeme getirdi. Bu tartışmalar
arasında artık coğrafyanın değil küresel iletişimin modern toplumun yeniden
yapılanmasında öne çıktığı tezleri ortaya çıktı. Sık sık „uzaklığın ölümü‟, „coğrafyanın
sonu‟, „byte şehri‟ ve „hız imparatorluğu‟ gibi deyimlerle uluslararası politikada
coğrafyanın yerini „siber uzay‟ın aldığı önermeleri yapıldı. Bu görüşlerin temelinde
ulaştırma, iletişim ve askeri silah teknolojisindeki yeniliklerin uzaklık, uzay ve kuvvet
arasındaki fiziksel sınırlamaları ortadan kaldırdığı düşüncesi yatmaktaydı38. Ancak,
küresel bilgi ağları henüz savaşı fiziksel coğrafya ve lojistik gerçeklerden
arındırmamıştır. Nitekim John M. Collins, Colin S. Gray, David Hansen ve John
Mearsheimer gibi askeri analistler coğrafya ve stratejinin stratejik koşulların
oluşmasındaki vazgeçilmez rolünün değişmediğini söylemektedir39. Gray ve
Mearsheimer örnek olarak Çin‟in 21. yüzyılda yükselişinin jeopolitik bir analiz
olmadan açıklanamayacağını söylemektedir. Özetle bilgi teknolojisi ve küreselleşme
ile ne coğrafya ne de kendine ait toprakları olan modern devlet ortadan kalkmamıştır
ancak devlet işlerinin ve savaşın pratiği etkilenmiştir40.
Jeopolitik alanda yeni ortaya çıkan bir kavram meta-jeopolitik ve neo-politik
oldu. Geleneksel jeopolitik, dünya politikalarında etkili olmuş güçlerin karşılaştığı
coğrafi gereklilikler, uluslararası kilit bölgelerin tanımlanması, deniz ve kara
kabiliyetlerinin ilişkisi gibi konulara odaklanmıştı. Meta-jeopolitik ise geleneksel
jeopolitikten farklıdır, güce yumuşak ve sert vasıtaları ile birlikte çok boyutlu bir
yaklaşım sergiler. Gücün dışında nüfus artışı, demografik yapı, ekonomik gelişme,
sağlık, insan ve bilim potansiyeli gibi değişkenleri de dikkate alır. Meta-jeopolitiğe
bakarak devletler küresel güç dengelerindeki potansiyel değişimleri görebilirler.
Böylece jeostratejistler ülkelerinin stratejik odaklanması (yükselen güçler vb.) ve dış
politika hesaplamalarını daha sağlıklı öngörebilir, tehditlere önceden tedbir alabilirler.
Buna rağmen pek çok öngörülemeyen olaylar ve değişimler olacağı da
unutulmamalıdır. Meta-jeopolitik coğrafi olarak uluslararası çatışma ve istikrarsızlığa
38
Manuel Castells: The Information Age: Economy, Society and Culture, Vol. 1, The Rise of the
Network Society, Blackwell Publishers, (London, 1996), p.484–90.
39
John M. Collins: Military Geography for Professionals and the Public, National Defense University
Press, (Washington, DC, 1998), p.161–77.
40
Michael Hall: Stray Voltage: War in the Information Age, Naval Institute Press, (Annapolis, MD,
2003), p.27.

15
en hassas bölgeleri tanımlamamıza yardımcı olur. Neo-politik yaklaşım ise,
uluslararası sistemdeki aktörlerin yeni enerji düzeninde aktif rol almalarını ve dış
politika planlarını buna göre şekillendirmelerini gerektirir 41. Ülkelerin enerji ve dış
politika stratejilerinin günlük değil, uzun yıllar öngörülerek şekillendirilmesi
gerekmektedir.
Arktik bölgelerde son yıllarda sık sık jeopolitik çalışmaların gündemine
gelmektedir. Halen Arktik bölgelerin kullanılması (henüz ABD‟nin imzalamadığı)
UNCLOS kapsamında uluslararası deniz hukuku, Arktik Konsey‟in sağladığı işbirliği
ve ülkeler arasındaki ikili anlaşmalar ile yürümektedir42. Ekonomik nedenlerle henüz
arktik bölgelere pahalı teknolojik ve altyapı projeleri götürülememektedir. Dünyadaki
gaz emisyonlarının arktik bölgedeki dengeleri bozacağı ve ısınmaya yol açacağı
endişesi devam etmektedir. Bu bölgelerinde deniz ulaştırma güzergâhlarına açılması
jeopolitik gerilimleri artıracaktır. Arktik bölgede ticari ve diğer çıkarların gündeme
gelmesi sınır problemlerini körüklemektedir. Arktik bölgeler için uluslararası alanda
tanınmış sınırlar dâhilinde bir rejim ihtiyacı vardır. Bu rejim deniz trafiği, araştırma
çalışmaları, arama ve kurtarma, ticari faaliyetler gibi hususları düzenlemelidir.
2.1.2. Modern Jeopolitik Düşünüler
Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte, dünya sistemi büyük değişimler
yaşamıştır. Bu sebeple ortaya yeni teoriler çıkmıştır. Jeopolitik terimi, son dönemde
sıkça vurgulanan Fukuyama‟nın “Tarihin sonu”, Huntington‟ın “Medeniyetler
Çatışması”, Brezezinski‟nin “Büyük Satranç Tahtası”, Alexander Dugin‟in “Rus
Jeopolitiği: Avrasyacı yaklaşım” adlı çalışmalarında da sıkça başvurulan bir açıklama
aracı olmayı sürdürmektedir. Ayrıca, Büyük Ortadoğu Projesi de jeopolitikçi
yaklaşımın bir ürünüdür. Francis Fukuyama, tarihin sonunda olduğumuz görüşünü
Liberal demokrasiye karşı bir alternatif kalmadığı varsayımına dayandırmıştı.
Fukuyama, medeniyetler arası yani kültürler arası uyumu reddetmektedir. Tarihin bu
son devresinde bütün alternatif değer sistemleri ve medeniyet yapılarının Batı
medeniyetinin üstün değerleri karşısında boyun eğmek zorunda kalacağını
düşünmektedir. Fukuyama‟nın öngörüsüne göre Batılı değerlerin yayılması bir süre
daha alacak ve Üçüncü Dünya Ülkeleri‟nin istikrarlı hale gelmeleri uzun sürecek ama
nihayetinde mutlaka tüm dünya liberal demokrasiye ulaşacaktır43.
Jeopolitiğin, modern zamanlara diğer teorilere uygulanmasının öne çıkan
örneklerinden birisi Huntington tarafından yazılan Medeniyetler Savaşı modelidir.
Huntington‟a göre barış dünyası için tehlike bütün ülkeler birbirine fiziksel olarak çok
yakın olduğundan ne kara ne de deniz ulaştırma hatlarından gelecekti. Geleceğin
çatışmaların kaynağında siyasi fikirler, çalışmalar ve kültürler yatacaktı. Huntington‟a
göre; “Kültürler her zaman merkezî bir ülkeye göre gruplandırılır: Amerika Birleşik
Devletleri ve Avrupa Batı kültürünün, Rusya Ortodoks kültürün merkezidir. Bunların
karşısında Afrika ve İslâm dünyasının merkezi zayıf kalmıştır.” Müslümanlar‟a
Türkiye‟yi lider devlet olarak seçmelerini tavsiye eden Huntington‟a göre, Ankara‟nın
Avrupa‟ya yönelik gayretlerine kesin bir son verilmeli ve Türkiye NATO‟dan
çıkarılmalıdır. Huntington, dünyanın en bölünmüş ülkesi olarak nitelediği Türkiye,
kendine uygun misyonun gereğini yapmalıdır.

41
Mert Bilgin: Yeni Enerji Düzeninin Stratejik Anlamı, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt.5, sayı. 20, Kış
2009, s.vii
42
Charles K. Ebinger, Evie Zambetakis. The Geopolitics of Arctic Melt, International Affairs, 85: 6
Blackwell Publishing Ltd/The Royal Institute of International Affairs, (2009).
43
Francis Fukuyama: Tarihin Sonu ve Son İnsan, Gün Yayınları, (İstanbul, 1999).

16
Modern Rus jeopolitiği Avrasyacılığı merkeze almıştır. Alexander Dugin‟in
öncülük ettiği bu anlayışın arkasında Sovyetler Birliği‟nin yıkılmasının yarattığı
travmadan sonra yayılmacı bir yaklaşımla Avrupa ve Asya arasında Büyük Rusya‟yı
kurmak yatmaktadır. Avrasyacılığın tarihi temelleri Ekim devriminden sonra yurtdışına
kaçan Rus düşünürlerinden Nikolay Truvbetskoy, Petr Savitskiy, Georgiy Florovski,
Georgiy Vernadskiy ve benzeri aydınların fikirlerine dayanmaktadır. Avrasyacılık
düşüncesine en önemli katkıyı Lev Gumilyov yapmıştır. Gumilyov Avrasya‟da,
İngilizlere ve Fransızlara göre Türk ve Moğol halklarının Rusya‟nın daha yakın
dostları olduğunu savunmuş ve Slav, Türk ve Moğol halklarını süper etnos olarak
adlandırmıştır. Büyük Rus filozofu Konstantin Leontev, Rusya ile Türkiye'nin
mukadderatının birleşmesi gerekeceğini henüz 19. yüzyılın sonlarında söylemiş, o
zamanın bu iki imparatorluğunda pek çok ortak nokta bulmuştu. Leontev'e has olan
bu Turkofillik (Türk severlik), daha sonra Trubetskoy'dan Gumilev'e kadar Rus
Avrasyacılarının Turkofilliği şeklinde yeniden canlandırıldı. Rus jeopolitiğine göre, bir
deniz medeniyeti olarak Atlantikçilik, bir kara medeniyeti olarak Avrasyacılığın
doğrudan karşıtıdır44.
Şekil 5: Alexander Dugin’e Göre Pan-Türkçü Tehlike

Dugin‟e göre Rusların dünyaya hüküm sürme mücadelesi henüz bitmedi ve


Avrasya İmparatorluğu ortak düşman olan Atlantikçilerin, ABD‟nin stratejeik
kontrolünün ve dünyayı yöneten liberal değerlerin yenilmesi ile kurulabilecektir.
Moskova-Berlin ekseni için Almanya‟nın Orta ve Doğu Avrupa‟da Protestan ve Katolik
ülkeleri domine etmesine göz yumulmasını, Fransa‟nın da Almanya ile bir blok
oluşturması teşvik edilerek Atlantik karşıtı grubun genişletilmesi, İngiltere‟nin
Avrupa‟dan dışlanması önerilmektedir. Dugin, İran ile Moskova-Tahran ekseni
kapsamında Ortadoğu‟yu paylaşırken Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye‟yi
parçalamayı, eski Sovyet Cumhuriyetlerini yeniden birliğe katmayı planlamaktadır 45.
Uzak Doğu‟da Çin‟i tehdit olarak görmekte, Japonya‟yı ABD‟ye karşı yönlendirmeyi,
Moğolistan‟ı Avrasya Birliği‟ne katmayı düşünmektedir. Hem Şii jeopolitiğin hem de

44
Alexander Dugin: Osnovy Geopolitiki: Geopoliticheskoe Budushchee Rossii, (Moscow: Arktogeya,
1997). Rus Politiği Avrasyacı Yaklaşım, Tercüme: V. İMANOV, Küre Yayınları, (İstanbul, Temmuz
2003), s.117..
45
Dugin: ibid, (2003), s.212.

17
Avrasyacılığın İslam dünyasındaki en büyük temsilcisi olan İran‟ı, Berlin-Moskova-
Tokyo miğferine Avrasya güneyinden, yani İslam dünyasından katılacak olan
„olmazsa olmaz‟ bir güç olarak nitelemektedir. Pan-Türkçü jeopolitiğin, Çeçenistan,
Dağıstan, Yakutistan, Osetya, vb. gibi Rusların sorunlu iç bölgelerinden tamamen
uzak tutulmasını Rusya içindeki Avrasyacı entegrasyonun selameti için gerekli
görmektedir. (Şekil 5).
Zbigniew Brzezinski, Büyük Santranç Tahtası adlı kitabında ABD‟ye yol
haritası çizerken; tarihte ilk kez, Avrasyalı olmayan bir gücün ortaya çıktığını
vurgulamaktadır. Brzezinski‟ye göre, ABD'nin bu üstünlüğünü devam ettirip
ettiremeyeceği, dünya güç ilişkileri üzerinde etkili olabilecek bir Avrasya gücünün
ortaya çıkmasının önlenip önlenemeyeceğine bağlıdır. ABD'nin üstünlüğünü devam
ettirmesi, Avrasya'da egemen olma ve böylece ABD'ye meydan okuma yeterliliğine
sahip bir rakibin ortaya çıkmasının ABD tarafından önlenmesine bağlıdır. Avrasya bu
yüzden, küresel üstünlük mücadelesinin sürdürüldüğü bir satranç tahtasıdır 46. Ancak,
Brzezinski‟nin çizdiği haritalarda, Avrasya olarak tanımladığı bölge bugün
çatışmaların sürdüğü Orta Doğu bölgesidir. Brzezinski, Türkiye‟nin Avrasya
coğrafyasındaki oynayabileceği muhtelif rolü şöyle ifade etmektedir: “Türkiye ve İran,
Rus gücünün çekilmesinden faydalanarak, Hazar Denizi-Orta Asya bölgesinde bir
ölçüde etki kurma çabası içindedirler. Bu nedenden dolayı jeostratejik oyuncular
olarak görülebilirler. Ne var ki, hem Türkiye hem de İran birinci derecede önemli
jeopolitik mihverlerdir. Türkiye Karadeniz bölgesinde istikrarı sağlamakta, Akdeniz‟e
geçişi kontrol etmekte, Rusya‟yı Kafkasya‟da dengelemekte, hâlâ İslâmî
köktendinciliğe bir panzehir sunmakta ve güneydeki dayanak noktası olarak NATO‟ya
hizmet etmektedir.
2.2. Türkiye İçin Jeopolitik ve Jeostrateji
2.2.1. Türk Tarihi Boyunca Jeopolitik
Türklerin resmi tarihi M.Ö. 318 tarihinde Hun İmparatorluğu‟nun kuruluşu ile
başlamaktadır. Arkeolojik buluntulara göre Türkçenin tarihi M.Ö.15.000‟lere kadar
geri gitmektedir. Çin kayıtlarına göre Türklerin anavatanı Altay dağları ve çevresi idi.
Orta Asya bozkırlarını dolduran ve anadilleri Türkçe olan yüzlerce boydan yalnızca
bir tanesinin adı „Türk‟ idi. Gök-Türk İmparatorluğu zamanında tüm Türk boyları „Türk‟
adı altında birleşti. Türkler, nüfus artışının sebep olduğu kıtlık, kabileler arası
çatışmalar ve Çin tehlikesi yüzünden Batı yönünde ilerlediler. Orta Asya (Türkistan)
Türklerin atayurdu; Anadolu, Kafkaslar ve Balkanlar anayurdu oldu. 8. yüzyılın
başlarından itibaren Türkler üç büyük olgu ile aynı zamanda baş etmek zorunda idi;
kitle halinde göç, göç yapılan bölgede devlet kurmak ve bunun için savaşmak. Çin
İmparatorluğu karşısında tedrici, fakat kesin bir yenilgiye uğrayarak, Göktürkler
dönemi sonunda Batıya doğru itilen Türkler, Karahanlı ve Gazneliler ile Türkistan-
Hindistan-İran üçgeninde hâkimiyet kurdular. Talas Savaşı‟ndan (751) sonra
Türklerin İslamiyet‟e geçişi hızlandı ve M.S. 900 yıllarından sonra İslamiyet Türkler
arasında tamamen yaygınlaştı.
Orta Asya‟da hâkimiyetini kaybeden Hun boyları, Kazakistan bozkırlarında
toplandıktan sonra 350 yılından başlayarak 375 yılında Avrupa‟ya inmişlerdir. Bu göç
Avrupa ve dünya tarihi açısından çok önemli olan „Kavimler Göçü‟nü tetiklemiş ve
Hunların önüne kattığı kavimler tüm Avrupa‟da dengeleri değiştirmiş, etnik
kaynaşmalar sonucu bugünkü Avrupa milletlerinin temeli atılmıştır. Atilla döneminde

46
Zbingniew Brzezinski: Büyük Satranç Tahtası, Sabah Kitapları, (İstanbul, 1998), s.51-65.

18
(M.S.434-453) Avrupa Hun İmparatorluğu (bugünkü) Kafkaslardan Fransa ve
Danimarka‟ya kadar geniş bir alanı kaplamakla beraber, nüfus olarak bağlı yabancı
kavimler çoğunluktadır. Hunları; 6. yüzyıl ortalarında Avarlar, 7. yüzyılda Bulgarlar, 7.
yüzyılın son yarısında Peçenekler, 9.-11. yüzyıllar arasında Oğuzlar, Kıpçaklar
izleyerek Orta Avrupa ve Balkanlarda Türk hâkimiyetini devam ettirmiştir. 558 yılında
kurulan Hazar Devleti, dönemin en gelişmiş ve medeni devleti olarak iç karışıklıklar
nedeni ile 882 yılında ortadan kalkarken Macarlara ve bölgedeki diğer halklara
karışarak erimişler, geriye onların uzantılarından Astrahan Hanlığı ile bugünkü Çuvaş
Özerk Cumhuriyeti ve az sayıda Kırım Türkleri kalmıştır. 1040‟lardan itibaren
Oğuzların baskısı ile yurtlarını terk ederek Edirne‟ye ulaşan Peçenekler burada diğer
bir Türk boyu olan Kıpçaklar ile ittifak yapan Doğu Roma/Bizans‟a yenilerek
bağımsızlıklarını kaybettikten sonra Bulgarlar, Kumanlar ve Macarlar içinde
erimişlerdir47.1240‟larda Moğollardan kaçan Kıpçaklar Macaristan‟a yerleşmişler ve
burada erimişlerdir.
İkinci binyıla girerken yaşanan gelişmeler, Türklerin 1000 ile 2000 yılları
arasındaki jeopolitik çerçevelerini belirlemiştir. Oğuz Türklerinin önemli bir bölümü
için hedef batıya, Avrupa‟ya ilerleyerek, Avrupa kıtası üzerinde hâkimiyet kurmak
olmuştur. Öte yandan, Asya‟da kalan Türkler için doğuda Çin, batıda Osmanlı,
güneyde Hint ve kuzeyde Sibirya tundralarının çevirdiği ve tıkadığı ölü bir jeopolitiğin
hâkim olduğu dönem başlamıştır. Türklüğün Anadolu‟daki tarihi Sümerler ile başladı
ancak Dandanakan Savaşı (1040) Selçuklulara Anadolu‟nun yolunu açtı. 1071‟deki
Malazgirt zaferi ise Türklerin Anadolu‟ya kitlesel olarak girişini temsil etmektedir.
Avrupa‟nın Anadolu‟nun fethine ilk tepkisi, Malazgirt‟ten 24 sene sonra olmuş,
1095‟de ilk Haçlı Seferi gerçekleşmiş ve 1270‟e kadar yedi Haçlı Seferi yapılmıştır.
Türk ilerleyişi ise, bazı kısmî gerilemelere rağmen kesintisiz bir şekilde devam
etmiştir. Moğolların önünden kaçan Türkler, Anadolu‟yu doldurmaya devam ettiler.
Orta Asya ve İran üzerinden yoğun şekilde gelen göçebeler İran Selçukluları
tarafından daima bir uç kuvveti olarak ülke içlerine sevk edilmiş, parçalanarak dört
bucağa yerleştirilmiş, böylece aşiretlerin siyasi etkinliği azaltılmak istenmiştir.
Anadolu‟nun kuzey taraflarına Bozok, güney taraflarına Üçok boyları yerleştirildi 48.
Selçukluların 1176‟da Miryakefalon‟da Bizans‟a karşı elde ettiği zaferden
sonra artık Gediz, Menderes, Sakarya civarındaki tüm topraklar göçebelerin
yaylakları ve kışlakları olmuştu. 1300 yılına kadar Akdeniz, Karadeniz ve Ege kıyıları
dâhil tüm batı eyaletleri, İzmir ve Trabzon dışında, Türkmenler tarafından tamamen
alınacaktı. Ancak, isyanlarla yorulan Selçuklu yönetimi 1243‟te Kösedağ‟da Moğollara
yenildi ve Anadolu‟da Selçuklu egemenliği sona erdi. 13. yüzyılda Cengiz Han‟ın
ortaya çıkması Orta Asya‟dan Avrupa‟ya bütün dengeleri alt üst etti. Orta Asya‟daki
Türk topluluklarının üzerine Cengiz Han‟ın orduları saldırınca ani bir göç hareketi ile
Oğuzların büyük kısmı Ortadoğu ve Anadolu‟ya göç etmişlerdir49. 1308‟e kadar süren
Türk-Moğol devri içinde göç dalgası devam etti. Göçebeler her yerde başlarına
buyruk yaşıyor ve kendi egemenliklerini kurmaya çalışıyordu. 14. yüzyıl sonlarında bu
devletçiklerin tümü, Osmanlı hanedanının şemsiyesi altında birleşti.
Cengiz devleti Doğu Avrupa‟yı, özellikle Rus prensliklerini ezmiştir. Cengiz
devletinin varisi olan Altınordu‟nun Doğu Avrupa‟yı baskı altında tutması Anadolu
Türklerine toparlanma imkânı verdi. Ancak 1396 yılında Timur, Altınordu Devleti‟ni
47
Umay Türkeş Günay: Türklerin Tarihi, 2. Baskı, Akçağ Yayınları, (Ankara, 2007), 178. Omeljan
Pritsak: Türk-Slav ortak Yaşamı: Güneydoğu Avrupa‟nın Türk Göçebeleri, C.II, s.512-514.
48
Erol Göka: Türklerin Psikolojisi, Timaş Yayınları, 3. Baskı, (İstanbul, 2008), s.79.
49
Günay: a.g.e., (1992), s.103-111.

19
yıktı ve aşağı Volga nehri bölgesinde yaşayan Türklerin bir kısmı kuzeye çekilerek
Kazan şehrini kurdu. Nüfusun geri kalanı ise Orta Asya‟ya geri döndü. Türklerin
gerilemesine yol açan olaylardan birisi bu oldu. İstanbul alındığı dönemde Kuzey
Türkleri, Altınordu devletinin varisi olan hanlıklar etrafında toplandılar. Bunlardan en
güçlüleri Kırım ve Kazan hanlıkları idi. Osmanlı devletine tabi olan Kırım Hanlığı‟nın
ömrü uzun oldu. Astrahan ve Kazan gibi hanlıklar ise mesafenin uzaklığı nedeni ile
yardım alamadıklarından Ruslar tarafından zamanla tecrit edildiler. Gerilemeye yol
açan ikinci sebep Şii Safevi Devleti‟nin ortaya çıkması ile Anadolu ve Orta Asya
arasındaki hattın kesilmesi, böylece doğudan batıya Türk nüfus hareketlerinin
önlenmesidir. Safevi Devleti, Anadolu-Türkistan ilişkilerini zayıflatmış, Türk
coğrafyasının dini, kültürel birliğini bozarak, Türk gruplarının farklılaşmasına neden
olmuştur.
Eski Türkler, insanlık tarihinde çok geniş bir yer kaplamalarına rağmen
nüfusça az idiler ve Çin ve İran‟a yakın komşu olmaları nedeni ile onların kendi iç
işlerine müdahalesini önleyemediler. 14 kavim halinde göçen Türkler tarihte 14
imparatorluk, 38 devlet, 42 beylik, 16 Hanlık ve 12 Cumhuriyet kurdular. Türk devleti
sayısının bir ayırıma göre 120, bir başka ayırıma göre ise 160 civarında olduğu
görülür50. Türkler, yabancılara gösterdikleri hoşgörü, tahammül ve saygıyı birbirlerine
karşı göstermedikleri için bölünmeleri yanında birbirlerine acımasız zararlar vermiş ve
birbirlerini yurtlarından atmışlardır. Pek çok kez yabancılarla içeride işbirliği yaparak
kendi devletlerini yıkmışlardır. Türk tarihi savaş, göç ve kültür tarihidir. Türkler
coğrafyaya ve zamana meydan okuyan bir millettir; zamanın bilinen bütün
coğrafyalarında savaştılar, devletler kurarak yaşadılar. Türk tarihinde siyasi olgular,
kültürel gelişmeler, sosyal aşamalar savaşlar ile başlar ve savaşlarla sonlanırlar. Sık
sık yaşanan savaşlar Türk tarihinin en belirleyici öğesi olagelmiştir.
Osmanlıların Rumeli‟ye geçip Balkanlar‟da Bizans mirasını ele geçirerek bir
imparatorluk durumuna yükselmesi başlıca iki temel olaya bağlıdır; Gaza geleneği ve
Türkmenlerin kitle halinde göçü. Osmanlı Devleti‟nin savaşma ideolojisi Gaza (İslam
ülkesinin hayati bir tehlike altına düşmesi halinde savaşmayı zorunlu bir ödev olarak
gören İslami prensip) idi51. Göçler ise genellikle kaybedilen bir savaştan sonra
başlamış, gidilen yeri sahibi ile savaşmak zorunda kalınmıştır. Bunun bir sonucu
olarak aradan 1000 yıl geçse de coğrafyanın sahibi olduklarını söyleyenler Türkleri
geri gönderme amaçlarını korumuştur. Türk tarihini şekillendiren hususlardan birisi de
coğrafi bütünlük arama ihtiyacıdır. Türkler Orta Asya‟da, gittikleri Avrupa, Çin ve
Hindistan‟da denizlere ve güçlü engellere dayalı yurt bulamadılar. Engellere ulaşmak
için yurtlarını genişlettiler, bu durum ulaşımı, iletişimi, yönetimi zorlaştırdı. Buldukları
yurtların, kurdukları devletlerin dört tarafında hasım devletler oldu. Açık sınırlar siyasi
ömürlerinin uzun olmasını önledi.
Osmanlı tarihi genel olarak; yükselme (1299-1600), duraklama (1600-1774),
gerileme (1774-1914) ve çözülme (1914-1922) olmak üzere dört döneme ayrılır. 1.
Murat döneminde hızlanan imparatorluk kurma çabaları Timur dönemi ile sekteye
uğrasa da 2. Mehmet (Fatih) ile dünya çağında bir imparatorluk haline gelindi. 2.
Murat dönemi (1421-1451), Balkanlar‟da kesin yerleşme ve yayılma dönemidir.
Osmanlıların 1453‟te İstanbul‟u almaları Hıristiyan Avrupa‟yı din, dil ve ekonomi
alanlarında harekete geçirdi. İstanbul‟un fethinden sonra, önce Balkanlar‟daki

50
Anıl Çeçen: Türk Devletleri, İnkilap Yayınevi, (İstanbul, 1998), s.14.
51
Halil İnalcık: Devlet-I Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Klasik Dönem (1302-
1606), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (Mayıs, 2009), s.26.

20
varlığını sağlamlaştıran Osmanlı, daha sonra Kırım‟ı ve Doğu Karadeniz bölgesini
sınırları içine katarak kuzeye karşı güvenliğini sağlamıştır. Çaldıran Meydan
Muharebesi‟nde (1514) Şah İsmail‟in esir alınamaması İran‟a yaşama şansı vermiş,
İran‟ın varlığı Türklerin Orta Asya ile ilişkisinin ve insan kaynağı desteğinin
kaybolmasına neden olmuştur.
Yavuz ve Kanuni‟nin padişah olduğu 1520-1566 yılları arası Osmanlı
İmparatorluğu‟nun altın çağı idi. Kuzeybatı Anadolu‟da bir sınır beyliğinden koca bir
imparatorluk haline getiren, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının önemli bir kısmına
hâkim olan Osmanlı Türklerinin başarıları, başlıca iki faktör sayesinde elde edilmişti.
Bunlardan biri, yaşadıkları devir içinde kendinde bulunan köklü, yüksek bilim ve
uygarlığın çağdaş devletlere oranla üstün bir durumda olması; diğeri de, kurdukları,
düzenli silahlı kuvvetleri idi. Türklere karşı sürekli ve güçlü bir ittifakın olmayışı hem
batıda hem doğuda yayılmalarını kolaylaştırıyordu 52. 16. yüzyıl başlarında
Anadolu‟nun güneydoğusunda büyük çoğunlukla Türkmenler hâkimdi. Kürtler,
Türkmenler arasına serpilmiş azınlık durumundaydı. Türkmenler; Türk kökenli
olduğu, Türkçe şiirler yazdığı ve İslamiyet‟in Maturidi kolundan geldiği için Şah
İsmail‟i seviyorlardı. Yavuz Selim, Şah İsmail‟i yendikten sonra onun Türkmenler ile
ilişkisini kesmek istedi. Yavuz, sınır boylarındaki köy ve kasabalara Kürtleri
yerleştirerek sızmaları önlemeyi amaçladı. Özellikle Irak‟ın kuzeyine yerleşmiş olan
Kürtleri savaş ile birlikte Türkmenlerden boşalan köy ve yerleşim bölgelerine getirerek
sınır güvenliğini sağladı ama kökleri bugüne gelen sorunların da temeli atıldı.
16. yüzyılda Osmanlı yayılmasının Mısır, Suriye ve Hicaz‟ı da içine alması ile
Osmanlı çok geniş bir coğrafyada azametli bir imparatorluk haline gelirken bunun
kötü etkileri zamanla ortaya çıktı. İmparatorluk içindeki Türk unsurunun ağırlığı
azaldı, Türklerin azınlık durumuna düşmesi nedeni ile Osmanlının dinamizmi
kayboldu. 1571-1610 arasındaki dönemde yaşanan büyük bunalımın nedenleri
arasında; büyük nüfus artışı, Avrupa‟da savaş teknolojisinin ve gümüş bolluğunun
etkisi altında Osmanlı klasik askeri ve mali düzeninin sarsılması, Safaviler ve
Halsburglarla uzun savaş dönemi ve onun doğurduğu mali bunalımlar yatmaktaydı 53.
Geniş bir coğrafya içinde yapılan sayısız ve faydasız harekât ile Türk nesilleri erirken
Osmanlı bürokrasisi de çürümeye başladı. Tımarlı sipahiler azalıyor, babadan oğla
geçerek de çoğalan yeniçeriler ve isyanlar ülke egemenliğindeki bozulmayı
hızlandırıyor, sosyal ve ekonomik hayat geriliyordu. Tımarlı ve Kapıkulu gibi ülke
topraklarının genişlemesine dayanan sistemin yerine kalıcı önlemler alınamıyordu.
Dünyadaki gelişmeler izlenemiyor, bilimsel çalışmalar yapılamıyor, akli ilimler yerine
nakli bilimlere ağırlık veriliyordu.
Osmanlı, Rus yayılmasının uzun vadede, belki de 100 yıl içinde kendisini
sıkıştıracağını görmüş; bunun tedbirini almak için, Sokullu Mehmet Paşa, Don-Volga
Kanalı'nı açıp Karadeniz‟den Hazar Denizi'ne girmeye çalışmıştır. Bu kanalın, hem
Türkistan‟dan Anadolu‟ya Türk göçünü canlandırması düşünülmüş hem de
Osmanlı'nın Asya içine yayılan Ruslarla mücadelesi hedeflenmiştir. Ancak Osmanlı
başarılı olamamış, Rusların açıktan kuşatması devam etmiş, 1632‟de Saha-
Yakutistan‟ı, 1731‟de Batı Kazakistan‟ı, 1756‟da Altay‟ı fethetmişlerdir. 1736-1792
arasında yapılan savaşlar sonrasında Rusya, Türk göçebelerin Doğu‟dan Avrupa‟ya
rotaları olan Karadeniz kuzeyindeki toprakları ele geçirince kuzeydeki atardamar da

52
Jeremy Black: Savaş ve Dünya, Askeri Güç ve Dünyanın Kaderi 1450-2000, Dost Yayınları,
(Ankara, 2009), s.44.
53
İnalcık: a.g.e., (2009), s.191.

21
elden çıktı. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, ilk kez Türk ve Müslümanların
meskûn olduğu bir toprak kaybedildi ve bir daha geri alınamadı. Rus kuşatması dış
hatlardan içe yöneldi ve doğrudan Osmanlıyı hedef aldı. Böylece Küçük Kaynarca
Anlaşmasıyla 1774‟ten 1920‟ye 156 sene devam eden büyük bir geri çekiliş başladı.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı için çöküşün başlangıcı oldu. Türk tarihinin
Hunlarla başlayan Karadeniz Kuzeyi‟ndeki ana kolu ise Avrupa ile yapılan savaşlara
yenik düştü ve bugün yok olma tehlikesi içindedir.
Osmanlı‟nın Avrupa‟daki yayılması sadece güveni bir savunma hattına
ulaşmayı değil, Avrupa‟nın ekonomik kaynaklarını ele geçirmeyi hedefliyordu. İpek
yolu üzerinden Avrupa‟ya giden ticareti kontrol alan Osmanlı, Bosna‟yı ele
geçirdiğinde gümüş kaynağının kalmaması nedeni ile Avrupa para sıkıntısı içine
düşmüş, bu aynı zamanda Avrupalıların yeni keşiflerinin de bir nedeni olmuştu.
Osmanlı Devleti Asya, Afrika ve Avrupa'nın içinde bulunan toprakları ile stratejik
açıdan çok önemli bir bölgede bulunmaktaydı. Çeşitli kara ve deniz yollarının bu
devletin topraklarından geçmesi onun stratejik önemini daha da arttırmaktaydı. Bu
jeopolitik yapı, Osmanlı Devletine avantajlar kazandırdığı gibi dış tehditlerin Osmanlı
Devletine yönelmesine de neden olmuştur. Tarihte Osmanlı jeopolitiği şu
zorunluluklar içinde idi;
- Özü korumak için Anadolu‟ya girişi bloke etme,
- Batıda doğal sınırlara dayanmak için Tuna ve Viyana‟ya kadar yayılma,
- Fethedilen yerlerdeki halkları siyasi ve ekonomik sisteme entegre etme,
- Kuzeye karşı Kırım‟ı elde bulundurma,
- Doğu Akdeniz boyunca deniz kabiliyetleri oluşturma.
Ruslar, 19. yüzyılda tamamen hâkim oldukları Kafkasya sahillerinde yaşayan
1-1,5 milyon Kafkaslıyı Osmanlı İmparatorluğu‟na sürmüş yerlerine Rusları
yerleştirmiştir54. Buna ilave olarak 19. yüzyıl boyunca Doğu ve Kuzey Rusya‟nın
Kazan, Orenburg, Ufa ve Kuzey Kuban ile Kazan Türkleri ve Başkurt Türklerinin
yaşamış olduğu Ural-İdil bölgesinden Müslüman topluluklar Osmanlı topraklarına
göçe zorlanmıştır. Rus ve Kazaklar tarafından iskân edilmelerine rağmen Kuzey
Kafkasya nüfusu yarı yarıya azalmıştır. Sovyetler Birliği döneminde hem İslam hem
de Türk kimliği etrafında bütünleşmeyi önlemek amacıyla daha alt kimlik olan yerel
milliyetçilikler desteklenmiş, 1924-1936 yılları arasında Kuzey Kafkasya yedi ayrı
özerk cumhuriyet ve özerk bölgeye ayrılmıştır. Kafkas halkları ve Türk kavimleri
karma milletlere (Karabartay-Balkar ve Karaçay-Çerkez) ayrılmıştır. Stalin‟in iskân
politikası ile hiçbir Kafkas halkı tamamen kendi topraklarında tutulmamış, bir bölümü
Sovyet Rusya‟nın çeşitli bölgelerinde iskân edilmiştir. Böylece coğrafyanın eski ve
yeni sahipleri arasında çatışmalar çıkmış, gruplar arasında ortak menfaat ilişkisinin
önüne geçilmiştir. Sonuç olarak Kuzey yolu izleyen Türklerin bir kısmı Müslüman bir
kısmı Hıristiyan olarak Kafkas Dağları ve kuzeyinde yaşamaktadır55.
Osmanlı İmparatorluğu‟nun yıkılışına sebep olan iç sebepler arasında devlet
yönetimi ve toplum yapısının bozulması, ordudaki bozulma, pozitif bilimlerden
uzaklaşılması, ilmiye sınıfının yozlaşması, sosyal ve ekonomik yapının çağdaş

54
Savaş Yanar: Türk-Rus İlişkilerinde Gizli Güç Kafkasya, IQ Kültür Sanat ve Yayıncılık, (İstanbul,
2002), s.30-31.
55
B. Zakir Avşar: Kafkasya-Rusya Federasyonu ve Türkiye, Yeni Türkiye, Yıl:3, Sayı:16, Türk Dünyası
Özel Sayısı II, Temmuz Ağustos 1997, (Ankara), s.1875.

22
gelişmelere ayak uyduramaması başta gelmektedir. Dış sebepler arasında ise
batıdaki coğrafi keşifler, Rönesans ve Reformasyon hareketlerinin etkileri,
kapitülasyonlar, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi‟nin etkileri sayılabilir. 16. yüzyıl
sonu itibarıyla Akdeniz önemini yitirir ve bu boşluğu Hollanda-İngiltere eksenli
kapitalizm doldururken, Osmanlının tepkisi içe çekilmek oldu. Osmanlı zihniyeti
sürekli durgunluğu aşacak, ekonomide içe çekilmeyi kıracak ekonomik yaklaşımları
üretemedi. Fetih olgusu bitip, toprak kayıpları başlarken Osmanlı insanı maddeden
bilgi üretecek bir bilimsel anlayışa uzaktı. Osmanlı ekonomisinin bu şokları
atlatamaması ekonominin giderek daha fazla içe kapanmasına ve Ortaçağlaşmasına
sebep olmuştu56. Sanayi Devrimi ile Avrupalıların pazar arayışlarına girmeleri
Osmanlı Devleti‟ni Avrupa‟nın hammadde kaynağı ve pazarı konumuna sokmuştur.
Osmanlı güneyden Batılı denizci uluslar tarafından kuşatıldığının farkına
varmış ve oluşturduğu Hint Okyanusu filosu ile mücadele etmeye çalışmışsa da,
başarılı olamamış ve geri çekilmiştir. Viyana‟dan geri çekiliş 1699‟da Karlofça ile
sonuçlanmış ve Osmanlı'nın ilk toprak kaybı gerçekleşmiştir. Türklerin Boğazlar
üzerinde İngiltere ve Rusya ile; Balkanlarda Avusturya ve Rusya ile; Orta Doğu
toprakları için İngiltere, Fransa ve Almanya ile mücadelesi Osmanlı
İmparatorluğu‟nun yıkılışına kadar sürmüştür. Orta Asya Türklüğü'nün tamamen
denetime alınmasından sonra, 1912-1913 Balkan Savaşı ile Türklük, Balkanlar‟dan
tasfiye edildi. Anadolu‟ya yönelik olan bu geri çekiliş, üç kıtadan, Avrupa‟dan,
Afrika‟dan ve sadece ordunun değil, bir halkın da geri çekilişidir. Türklerin geri çekilişi,
özellikle 1878‟den sonrası, çok acılı bir dönemi temsil etmektedir.
1917‟de Kudüs‟e giren İngiliz ordusu, son Haçlı Seferini başarıyla bitirmiş; bir
sene sonra, İngiliz Başbakanı, savaşın nihaî hedefini açıklamıştır: "Türkler geldikleri
yere, Asya‟nın derinliklerine gideceklerdir". Türklerin Anadolu‟da da kalmasına izin
verilmeyecektir; çünkü 19. yüzyıl Avrupa‟sı, Anadolu‟nun Avrupa‟nın bir parçası
olduğunu arkeoloji, Rum ve Ermenilerin varlığı vasıtasıyla hatırlamıştır. Birinci Dünya
Savaşı'nın, Batının Anadolu Türklüğü'ne yönelik siyasi hedefi, Balkan Türklüğü'nün
başına gelenin, Türkiye Türklüğü'nün de başına getirilmesi esasına dayanır. Yani,
etnik olarak, işgallerle, soy kırımlarıyla, sürgünlerle Türklerin yok edilmesi
hedeflenmiştir. Batı, bu hedefe oldukça yaklaşmıştır. 1920 yılında, dünya
Müslümanlarının ancak % 2‟si, 400 milyonun 10 milyonu, yani Sakarya ile Aras
nehirleri arasında yaşayan Türkler özgürdür ama onlar da, kelimenin gerçek anlamı
ile bir ölüm kalım mücadelesi vermektedirler. Yağmalanmaya çalışılan Osmanlı
İmparatorluğu‟nun kalıntılarından İstiklal Savaşı ile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti
doğmuştur. İstiklal Savaşı, bağımsızlık ve çağdaşlaşma için yapıldı.
Tarihte Türk devletlerinin yıkılmasının ortak özellikleri 57; dış tesirler nedeni ile
egemenliğin kullanılamaması, çok ulusluluk ve idari yapının yönetilememesi,
ekonomik geri kalmışlık, coğrafya ve kültürün birleştirilmesindeki sıkıntılar olmuştur.
Türkler, ekonomileri ya da devletleri yıkıldığı zaman dağınık ve yönsüz bir hale
gelirler. Bu nedenle, Atatürk‟ün ilke ve inkılâplarının kaynağında tam bağımsızlık ve
ulusal egemenlik vardır. Dünya tarihi boyunca, bir ulusun ittifak halindeki bir
uygarlıkla tek başına böyle bir mücadele verdiği görülmemiştir. Ancak bu 861 sene
süren ve hâlâ bitmiş görünmeyen mücadele, Türk ulusunu çok yıpratmıştır ve hâlâ
yıpranmanın derin izlerinin tam anlamı ile silindiğini söylemek mümkün değildir. Bu
56
Ahmed Güner Sayar: Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Ekonomik, Kültürel ve Devlet Felsefesine Ait
Değişmeler, Ötüken Yayınları, (İstanbul, 2008), s.30.
57
Veli Yılmaz: Cumhuriyet Tarihi I, Türk Tarihinin Ana Hatları, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları,
(İstanbul, 2003), s.187-194.

23
yüzden Atatürk önceliğini ulus-devlet yapımızın güçlendirilmesine vermişti. Atatürk;
ulus egemenliğini, kişi özgürlüğünü, ulus-devleti (ülke birlik ve bütünlüğünü), hukukun
üstünlüğünü, laikliği öngören; her çağda çağdaş olmayı amaçlayan, akla ve bilime
dayalı olarak gelişmeyi ve kalkınmayı temel alan bir düşünce sistemi ile Türkiye
Cumhuriyeti‟nin önünü açtı.
Atatürk döneminde izlenen Türk dış politikasının ilk hedefi, kendi kaderine
hâkim milli bir devlet kurmaktı. Türk unsurunu kapsayan milli sınırlar içinde bir Türk
devleti kurmak, Milli Mücadele'nin öncülüğünü yapan Mustafa Kemal'in başlıca
amacıydı58. Atatürk‟ün Kurtuluş Savaşı‟nı müteakip izlediği politikaların temelinde
ülkenin ulusal gücünün geliştirilmesi yattı. 2. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye,
Cumhurbaşkanı İnönü ile birlikte ve büyük devletler arasında bir denge unsuru olma
politikası ile saldırılardan korunmuştur. Soğuk Savaş dönemi boyunca Türk yetkililer,
Türkiye‟nin kendi ihtiyaçları için gerekli özgün stratejileri geliştirmek yerine, ABD ve
Avrupalı devletlerin Türkiye için belirlediği stratejilerin sevk ve idaresiyle uğraştılar.
1960-80 arası dönemin sağ-sol olaylarından sonra son 30 yıldır Türkiye bölücü terör
ile uğraşmaktadır. Öte yandan 1960 ve 1970‟lerde önce Arap ülkelerinde sonra
Türkiye‟de ortaya çıkan dini hareket ve partiler, devletin ve toplumun yeniden
İslamileştirilmesi faaliyetlerine girişmişler ve bugün Siyasal İslam‟ı iktidara getirecek
kadar güçlenmişlerdir.
2.2.2. Türkiye’nin Jeopolitik ve Jeostratejik Önemi
Türkiye, üzerinde ve bulunduğu coğrafi bölgede dünya güç merkezleri
arasındaki dengeyi etkileyecek şekilde, sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç
çatışmalarının yaşandığı, kritik bir coğrafi konuma sahiptir. Bu konumu ile Avrupa,
Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği bir düğüm noktası, bir köprü durumundadır. Farklı
özelliklere sahip Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki ülkelerin fiziki, sosyal, ekonomik
ve kültürel çıkarları Türkiye üzerinde çakışmaktadır. Anadolu yarım adası, kara, deniz
ve hava sahası, Asya, Avrupa ve Afrika‟dan stratejik düzeyde kuvvet intikali için
lüzumlu bir bölgedir. Hassasiyet arz eden coğrafi konumundan kaynaklanan bütün bu
avantajları Türkiye‟ye, dünya hâkimiyetini amaçlayan güçlerin, mutlak kontrol altında
tutmak ve elde etmek istedikleri bir hedef niteliği kazandırmaktadır. Türkiye Asya ile
Avrupa'yı birleştiren, Avrupa'dan İran ve Ortadoğu'ya giden karayollarının, Akdeniz'le
Karadeniz'i birleştiren deniz yollarının üzerinde bulunması ve doğu illerinin
Kafkasya'ya kadar sokulmuş olması nedeniyle jeopolitik ve stratejik önemi olan bir
konuma sahiptir.
Türkiye toprakları Doğu-Batı doğrultusunda uzanan bir dikdörtgene benzer.
Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve
Çanakkale Boğazı, Karadeniz'i Akdeniz'e ve diğer sıcak denizlere bağlayan 160
deniz mili uzunluğunda tek su yolu olup, dünya ticareti ve ulaşımında özel bir yeri
vardır. Boğazlar, Eski Sovyet Cumhuriyeti, Batı Avrupa, Ortadoğu ve Afrika
ülkelerinin dünyanın geri kalanı ile sosyal, ekonomik, ticari ve askeri ilişkilerinde
önemli rol oynamaktadır. Rusya'nın Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yönelik askeri
faaliyetleri ile deniz ticaretinin yaklaşık yarısı Türk boğazlarına bağımlıdır. Ayrıca
Rusya‟nın Akdeniz'deki askeri varlığını sürdürmesi, Karadeniz'den, ancak Türk
boğazlarını kullanarak yapılacak lojistik destekle mümkündür. Genel veya bölgesel
savaşlarda, Rusların Akdeniz bölgesine yönelik harekâtının başarısı ve devamı da
boğazlara bağlıdır.

58
Celalettin Yavuz: Türkiye’nin Güvenlik Politikaları, “National Defence in the 21 st Century,
Symposium Proceedings, Beykent Üniversitesi BÜSAM Yayını, (İstanbul, 2009), s.x.

24
Türkiye, stratejik derinliğe sahip bir ülkedir. Nitekim İstiklal Savaşı sırasında,
İzmir'den yürüyüşe geçen Yunan kuvvetleri karşısında Türk ordusu Sakarya Nehri'nin
doğusuna kaydırılarak kuşatılmaları ve imha edilmeleri önlenmiştir. Anadolu
yarımadası elverişli iklim koşulları nedeniyle binlerce yıldır çeşitli ve büyük ölçekli göç
ve yerleşmelere sahne olmuş, bunun neticesinde de çeşitli uygarlıkların kurulduğu ve
geliştiği bir alan haline gelmiştir. Bu bakımdan Türkiye Doğu ile Batı medeniyetleri
arasında köprü olmuştur. Büyük ölçüde coğrafi bütünlüğe sahip Anadolu Yarımadası;
Balkan Yarımadası, Kafkaslar, İran, Arap Yarımadası ile çevrelenmiştir. Anadolu
Yarımadası bu konumu ile bu coğrafyanın kalesi ve Dünya Adasının merkezi
görünümündedir. Doğu-Batı ve Güney-Kuzey istikametlerindeki her türlü girişimi
bloke eder veya yolunu açar. Türkiye, dünyanın en büyük petrol rezervlerinin
bulunduğu Orta Doğu'ya çok yakındır. Ayrıca stratejik maddelere sahip Orta Asya'ya
da çok yakındır. Bu durum, Türkiye‟yi dünya güç dengesinde çok önemli bir konuma
getirmektedir.
Türkiye, genç ve dinamik nüfus potansiyeline, zengin yeraltı ve yerüstü
kaynaklarına sahip, dünyada besin ihtiyaçlarını karşılayabilen ve ihtiyaç fazlası ürün
sağlayan nadir ülkelerden biridir. Ayrıca maden zenginliği bulunan bir ülkedir.
Geleceğin madeni olarak adlandırılan bor madeninin dünyada en büyük rezervi
Türkiye'de bulunmaktadır. Türkiye, dünya coğrafyasında ılıman iklim kuşağında yer
alması nedeni ile aynı anda dört mevsim birden yaşayabilir. Bu nedenle yaz ve kış
turizmi değerleri bakımından değerli bir konumdadır. Türkler tarihin en dinamik
unsurlarından, yön vericilerinden birisi olarak tarih sahnesinde olmaya devam
edecektirler. Toplamı 85 milyon km2 olan Asya, Avrupa ve Afrika‟dan oluşan Dünya
Adasının 55 milyon km2‟si tarihin değişik dönemlerinde Türk halkları tarafından
hâkimiyet ve/veya yaşam sahası haline getirilmiş, hükmedilmiştir. Türkiye‟nin
çevresinde ve Avrasya‟da oluşan yeni jeopolitik ortam, bölgesel boyutta Türkiye‟nin
güvenliği bakımından daha elverişsiz koşullar getirdiği gibi özellikle Kafkasya‟da ve
Orta Asya‟da bir dereceye kadar da Ortadoğu ve Balkanlar‟da Türkiye‟nin rolünün
artırmasına ve milli çıkarların geliştirilmesine olanak sağlayan yeni imkânlar ortaya
çıkarmıştır.
Türkiye coğrafyasında ancak güçlü ve üniter ulus devletler yaşayabilir. Türkiye,
jeopolitik ve jeostratejik durumu nedeniyle sürekli bir tehdide maruz bulunmaktadır.
Bu sürekli tehdidi oluşturan veya oluşturacak olan güçler, hedeflerine ulaşmak için
değişik yol ve yöntemler denemektedirler. Türk ulusunun geleceğini dün olduğu gibi
bugün de bulunduğu coğrafyanın şartları belirlemektedir. Tehditlere de fırsatlara da
açık olan Türk coğrafyasında var olmak ile yok olmak aynı mesafededir. Bunun temel
nedeni Türklerin küresel ve büyük güç merkezleri arasına sıkışması, onların
politikalarının bazen hareket noktası bazen hedefi olmasıdır. Balkanlar, Kafkasya,
Orta Asya ve Orta Doğu‟daki coğrafi ve jeopolitik koşullar sadece Türkiye için değil
Türk Dünyası için de çok zorlaşmıştır. Son 200 yılda Türk coğrafyasındaki kültürel
farklılıklar hep dış güçler tarafından bir istismar aracı olarak kullanıldığından ve
zengin ekonomik kaynakları ipotek altına alınmaya çalışıldığından yeni bir jeokültürel
ve jeoekonomik strateji ihtiyacı vardır.
Türkiye‟nin güvenlik endişeleri her zaman dış politikasının önündedir ve daha
bağımsız bir dış politika anlayışı ile birlikte askeri aktivizm kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bulunduğumuz coğrafya artık güç merkezlerinin arkasına saklanma seçeneğini bize
bırakmamaktadır. Kendi vizyonunu ve rollerini belirleyemeyen Türkiye, başta ABD
olmak üzere büyük güç merkezlerinin kendi adına belirlediği rollerin ve savaşların bir
parçası olmaya mahkûmdur. Bu nedenle Türkiye güvenlik ve savunma alanında

25
sadece Batıya yaslanmayan, proaktif ve ulusal çıkar endeksli yeni bir kültür ve güç
projeksiyonuna dayanan aktivizm içinde inisiyatifi ele almalıdır. Türkiye, 21. yüzyılın
en dinamik alanlarından birisi olacağı şimdiden belli olan Avrasya alanının
oluşmasında politik, ekonomik, sosyal, kültürel öncülüğü üstlenerek, üçüncü bin yıla
Türklüğün yeni misyonu ile başlamalıdır. Türklüğün üçüncü bin yıldaki başarısı, Türk
tarihinin başlangıcından günümüze kadar geçen zaman diliminde olduğundan daha
az olmayacaktır.
Modern Türkiye iki önemli engel ile karşı karşıyadır; genişleme istikametleri
zorluklarla doludur ve Türklerin doğası değişmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan
itibaren Anadolu‟ya sıkışmış Türk halkının yaşadığı bölgesel gelişme farkı, ülkenin
laik ve dini bakımdan kutuplaşması yanında çorak topraklar, kuru iklim ve dağlık
arazi, nehirlerin azlığı ve doğal kaynakların nispi azlığı halkın ekonomiye katılımını
etkilemektedir. Türkiye‟nin en önemli sorunu başta ekonomik olmak üzere her coğrafi
istikamette genişlemesinin komşuları tarafından engellenmesidir59; Batıda ve
Kıbrıs‟ta Yunanistan, Kafkasya‟da Ermenistan, Doğu‟da İran, Güneyde Suriye ve
Irak. Türkiye jeopolitik verileri dikkate almadan, günlük heves ve çıkarlarla ulusal,
bölgesel ve evrensel politikalarını şekillendirilemez. Yüzyıllardır üstü örtülen Türk
Dünyası, kültürünün bütün özellikleriyle gün ışığına çıkarken, bu kültürü külleri
arasında, baskılar altında uzun süre koruyanlara, yaratıcılarına bugünkü ve bütün
dünyadaki Türk kuşaklarının borçları, sorumlulukları vardır.
KAYNAKÇA
ARON, Raymond Aron: Peace and War: A Theory of International Relations,
Transaction Publishers (June 5, 2003).
AVŞAR, B. Zakir: Kafkasya-Rusya Federasyonu ve Türkiye, Yeni Türkiye, Yıl:3,
Sayı:16, Türk Dünyası Özel Sayısı II, Temmuz Ağustos 1997, (Ankara).
BİLGİN, Mert: Yeni Enerji Düzeninin Stratejik Anlamı, Uluslararası İlişkiler Dergisi,
Cilt.5, sayı. 20, Kış 2009.
BLACHE, Paul Vidal de la: Les Caractères Distinctifs de la Géographie, Ann. de
Géogr., 22 (1913) and États et nations de I'Europe autour de France, (Paris, 1889),
BLACK; Jeremy: Savaş ve Dünya, Askeri Güç ve Dünyanın Kaderi 1450-2000, Dost
Yayınları, (Ankara, 2009).
BRZEZINSKI, Zbigniew: Game Plan: A Geostrategic Framework for the Conduct of
the U.S.–Soviet Contest, The Atlantic Monthly Press, (Boston, 1986).
BRZEZINSKI, Zbigniew: The Grand Chessboard: American Primacy and Its
Geostrategic Imperatives, Basic Books, (New York, 1997).
CASTELLS, Manuel: The Information Age: Economy, Society and Culture, Vol. 1,
The Rise of the Network Society, Blackwell Publishers, (London, 1996).
COLLINS, John M.: Military Geography for Professionals and the Public, National
Defense University Press, (Washington, DC, 1998).
COLLINS, John M.: Military Strategy: Principles, Practices and Historical
Perspectives, Brassey‟s Inc., (Washington, DC, 2002).

59
George Friedman: The Geopolitics of Turkey, STRATFOR, (July 31, 2007).

26
CONERY Christopher Leigh: Ideologies of Land and Sea: Alfred Thayer Mahan, Carl
Schmitt, and the Shaping of Global Myth Elements, Boundary 2 - Volume 28, No. 2,
(Summer 2001).
CORBETT, Julian S.: Some Principles of Maritime Strategy, Naval Institute Press,
(Annapolis, 1988).
CÖMERT, Servet: Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, Harp Akademileri Basım Evi,
(İstanbul, 2000).
ÇEÇEN, Anıl: Türk Devletleri, İnkilap Yayınevi, (İstanbul, 1998).
DEMİR, M. Faruk: 21 nci Yüzyılda Türkiye İçin Yeni Bir Milli Güvenlik Siyaseti -
Stratejik Öneriler Belgesi, (Ankara, 2003).
DIJKINK, Gertjan: National Identity and Geopolitical Visions: Maps of Pride and Pain,
Routledge, (London, 1996).
DOUHET, Giulio: The Command of the Air, Trans. Dino Ferrari, (New York, 1983).
DUGİN, Alexander Dugin: Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, Küre Yayınları,
(İstanbul, 2010).
EBINGER, Charles K. & Evie Zambetakis. The Geopolitics of Arctic Melt,
International Affairs, 85:6 Blackwell Publishing Ltd/The Royal Institute of International
Affairs, (2009).
EVANS G. Evans & J. Newnham: The Penguin Dictionary of International Relations,
Penguin Books, (London, 1998).
FEBVRE, Lucien: Le Terre et l'évolution humaine, in the series, L'Évolution de
L'Humanité, (Paris, 1924).
FRIEDMAN, George: The Geopolitics of Turkey, STRATFOR, (July 31, 2007).
FUKUYAMA, Francis: Tarihin Sonu ve Son İnsan, Gün Yayınları, (İstanbul, 1999).
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı: Askeri Yönüyle Atatürk,
Atatürk Serisi Yayınları, GATA Basımevi, (Ankara, 1981).
GÖKA, Erol: Türklerin Psikolojisi, Timaş Yayınları, 3. Baskı, (İstanbul, 2008).
GÜNAY, Umay Türkeş: Türklerin Tarihi, 2. Baskı, Akçağ Yayınları, (Ankara, 2007).
HALL, Michael: Stray Voltage: War in the Information Age, Naval Institute Press,
(Annapolis, MD, 2003).
Harp Akademileri Komutanlığı: Geçmişte ve 21 nci Yüzyılda Savaşlar, Stratejiler ve
Stratejler, Harp Akademileri Basımevi, (Yenilevent-İstanbul, 2002).
HAUSHOFER, Karl E.: Bausteine zur Geopolitik, (1928) in Andreas Dorpalen: The
World of General Haushofer: Geopolitics in Action, Farrar & Rinehart Inc., (1942),
HUNTINGTON, Samuel P.: Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, (Ankara, 1995).
IKENBERRY, G.John: Strategic Reactions To American Preeminence: Great Power
Politics In The Age of Unipolarity, Georgetown University Press, (Washington DC,
Dec 2004).
İLHAN, Suat: Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, (İstanbul, 1971).
İLHAN, Suat: Türk Olmak Zordur, Kimliğimizin Kaynakları, ALFA Yayınları, (İstanbul,
2009).

27
İNALCIK, Halil: Devlet-I Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Klasik
Dönem (1302-1606), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (Mayıs, 2009).
JOXE, Alain: Kaos İmparatorluğu, Çev. Işık Ergüden, İletişim Yayınları, (İstanbul,
2003).
KJELLEN, Rudolf: Der Staat als Lebensform, Hirzel, (Leipzig, 1917).
KURAT, Akdes Nimet: Rusya Tarihi, TTK, (1987).
KÜLEBİ, Ali: Türkçe Jeopolitik, Berikan Yayınevi, (Ankara, 2009).
LACOSTE, Yves Lacoste: La géographie ça sert D'abord à Faire la Guerre'
('Geography is Primarily for Waging War') (1976). Journal Herodote. "Critical
Geopolitics" Journal Political Geography in 1996 (vol. 15/6-7).
LUTWAK, Edward: The Endangered American Dream: How To Stop the United
States from Being a Third World Country and How To Win the Geo-Economic
Struggle for Industrial Supremacy, Simon and Schuster, (New York, 1993).
MAHAN, Alfred Thayer: The Influence of Sea Power Upon History, 1660-1805,
Presidio Press, (California, 1980).
MACKINDER Halford John: The Geographical Pivot of History, Democratic Ideals
and Reality, National Defence University Press, (Washington DC, 1996).
NAISBITT, John: Megatrendler Asya, Altın Kitaplar, Çev.U.KAPLAN, (İstanbul, 1997).
NYE, Joseph & Robert Jackson, George Sorensen: Introduction to International
Relations, Theories and Approaches, Oxford University Press, (New York, 2003),
OWENS, Mackubin Thomas: In Defense of Classical Geopolitics, Naval War College
Review, Vol. 52, No. 4, (Autumn 1999).
ÖZTUNA, Yılmaz: Türkiye Tarihi, Cilt 5-6-7-8, Ötüken Yayınevi, (Ankara, 1978).
PAZARCı, Hüseyin: Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, (Adana, 2007).
RATZEL, Frederich: Politische Geography, R. Oldenbourg. (Munich, 1897) and Zu
Carl Ritters hundertjährigem Geburtstage, in Kleine Schriften, Munich, (1906).
SAYAR, Ahmed Güner: Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Ekonomik, Kültürel ve Devlet
Felsefesine Ait Değişmeler, Ötüken Yayınları, (İstanbul, 2008).
SCHUMAN, Frederick L.: Let Us Learn Our Geopolitics, (1942) in Andrew Gyorgy:
(November 1943). "The Geopolitics of War: Total War and Geostrategy". The Journal
of Politics, 5 (4).
SPROUT, Harold & Margaret: The Context of Environmental Politics: Unfinished
Business for America’s Third Century, Princeton University, (NJ, 1979).
SPYKMAN, Nicholas J.: America's Strategy in World Politics: The United States and
the Balance of Power, Harcourt, Brace and Company, (New York, 1942).
STRATFOR: The Geopolitics of Turkey: Searching for More, (February 8, 2010).
The Einstein Forum: “Project on Defense Alternatives Report: Arms Control In An
Age Of Strategic And Military Revolution”, The Federation of German Scientists, and
the German Association for Peace and Conflict Research, (Berlin, 28 Oct.2005).
THUAL, François & Aymeric Chauprade: Dictionnaire de Géopolitique. Etats,
Concepts, Auteurs, Ellipses, (1999).

28
TOYNBEE, Arnold: Medeniyetler Yargılanıyor, Yeryüzü Yayınları, İstanbul, 1980.
UK MOD: The DCDC Global Strategic Trends Programme 2007-2036, (London,
2007). http://www.cuttingthroughthematrix.com/articles/strat_trends_23jan07.pdf
(Erişim: 31 Ağustos 2012).
ULAŞ, Bülent Ulaş: Jeopolitik, Başlık Kitaplar, (İstanbul, 2011).
YANAR, Savaş: Türk-Rus İlişkilerinde Gizli Güç Kafkasya, IQ Kültür Sanat ve
Yayıncılık, (İstanbul, 2002).
YAVUZ, Celalettin: Türkiye’nin Güvenlik Politikaları, “National Defence in the 21 st
Century, Symposium Proceedings, Beykent Üniversitesi BÜSAM Yayını, (İstanbul,
2009).
YILDIZ, Yavuz Gökalp: Stratejik Vizyon Arayışları ve Türkiye, DER Yayınları,
(İstanbul, 2001).
YILMAZ, Veli: Cumhuriyet Tarihi I, Türk Tarihinin Ana Hatları, Harp Akademileri
Komutanlığı Yayınları, (İstanbul, 2003).
YILMAZ, Sait: Güç ve Politika, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2008).
YILMAZ, Sait: Jeopolitik ve Strateji, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 61,
(Şubat 2009).

29

You might also like