You are on page 1of 32

Antlaşma Tanrımız

Mısırdan Çıkış 3:1–15; Westminster İnanç Açıklaması 7.1

Antlaşma Teolojisine Bakış #1

Size büyük bir dünya haritası versem ve bu harita üzerinde küçücük bir ada olan Fanning
Island (Fanning Adası) isminde bir adayı bulmanızı istesem ne kadar zamanda
bulursunuz acaba? Fanning Adası o kadar küçük ki belki haritada adı bile yazılmış
olmayabilir. Adanın yerini ararken Avutralya’nın yaklaşık 7000 km kuzey doğusunda
olduğunu söylersem daha kolay bulursunuz ama yine de zorlanırsınız. Okyanusun
ortasındaki bu küçük noktayı dikkatlice ararken haritada büyük harflerle yazılı PASİFİK
OKYANUSU yazısını bile görmezsiniz. Küçük ayrıntıların ortasında büyük resmi de
göremezsiniz. Kutsal Yazıları okurken de durum aynıdır. Kutsal Yazılardaki antlaşmalara
bakmak Kutsal Kitap’taki büyük harfleri incelemek ve kelamın birleştirici anlamını
öğrenmek ve çözmek gibidir. Michael Horton bununla ilgili şöyle bir tanım yapıyor:
“antlaşmalar Kutsal Yazılara dayalı imanın ve uygulamaların yapısını ayakta tutan
arkitektonik bir yapı ve taşıyıcı kolonlardır.”

İşte bu temel mesajın özü günahkarların nasıl lütufla kurtulduğu konusudur. Geçen
haftalarda ‘Neden Protestanız’ adını verdiğimiz vaaz serimizde lütuf doktrinlerini
incelemiştik. Ama bugün lütufla kurtulmayı anlatan büyük resme odaklanan bir vaaz
serisine başlıyoruz. Yani Tanrı’yla bir ilişkiye girmek için lütufla nasıl kurtarıldığımıza
bakacağız. Hristiyanlar lütufla kurtulup Tanrı’yla bir ilişkiye sahip olmanın Hristiyanlığın
özü olduğunu söylüyorlar, değil mi?

Peki Tanrı’yla bir ilişkiye sahip olmak ne anlama geliyor? Zaten bütün yaratılışın öyle ya
da böyle Tanrı’yla bir ilişkisi yok mu? Tabii ki var! Bizim farkımız şu: Bu ilişkinin
doğası tamamen bir antlaşmaya dayanmaktadır. Yani bu ilişki bir antlaşma ilişkisidir.
Tanrı’nın kendisiyle ilgili vahyini Kutsal Yazılar’daki antlaşmalarda incelediğimiz
zaman, Tanrı’nın aklını ve yüreğini daha iyi anlarız. Antlaşmalar bize Tanrı’nın
düşüncelerini açan anahtarlardır.

Einstein’ın bir sözü geliyor aklıma: ‘Ben bu fenomenle, şu fenomenle ilgilenmiyorum.


Ben Tanrı’nın düşüncelerini bilmek istiyorum.’ Bizler Kutsal Yazılar’daki antlaşmalara
bakarak Tanrı’nın düşüncelerini, yüreğini ve sevgisini çok daha iyi görerek Rabbimize
sevgi ve sadakatle bağlanıyoruz.

Reform teolojisi antlaşma teolojisidir. Reform teolojisi sadece kalvinizmin beş maddesi
değildir ya da sadece seçilmişlik ya da Tanrı’nın hakimiyeti konusu da değildir.

Başlama Noktası: Ebedi Tanrı

Kutsal Yazıları açıp “Başlangıçta Tanrı” (Yar. 1:1) ayetini okuduğumuzda herşeyin
başlama noktasının ebedi Tanrı olduğunu görüyoruz. Tanrı’nın antlaşmasıyla ilgili
başlama noktamız budur. Westminster İnanç Açıklamasının da belirttiği gibi Tanrı ile
yaratılan arasındaki mesafe çok büyüktür (7.1). Bu mesafe Tanrı’yla bizim
aramızdaki mekansal bir uzaklık anlamına mı gelmektedir? Hayır! Çünkü Tanrı’nın her

1
an her mekanda her yerde olduğunu biliyoruz. O zaman, bu ne anlama geliyor?

Bu mesafe mekansal bir uzaklık değil, ontolojik bir uzaklıktır. Yani, Tanrı Tanrıdır ve
onun dışındaki her şey yaratıktır, yaratılmıştır. Nokta! Siz Tanrı değilsiniz! O engindir,
uçsuz bucaksızdır. Hiçbir mekanla sınırlı değildir. Siz sınırlısınız. O ebedidir, sonsuzdur.
Zaman O’nu sınırlandıramaz, kısıtlayamaz. Siz zamanla sınırlı, kısıtlısınız. Ve O’nun
enginliğine ve ebediliğine O’nun sonsuzluğu diyoruz. Tanrı’ya hiçbir sınırlama,
kısıtlama, tahdit koyulamaz. “Başlangıçta Tanrı” (Yar. 1:1) ayetini okuduğumuzda daha
henüz hiçbir şey yokken O’nun varlığını görüyoruz. Ve hiçbir şey yokken zamanın da
olmadığını öğreniyoruz.

Tanrı sonsuz olduğu için yarattıklarından da bağımsızdır. Yaratılışa ihtiyacı yoktur.


Yaratılışla sınırlandırılamaz. Tanrı “tamamen özgürdür...bağımsızdır.” (WİA 2.1). Tanrı
“tüm yaşama, yüceliğe, Kendi içinde sahiptir.” Ve... “Tanrı tümüyle kendine yeterlidir;
yarattığı hiçbir şeye gereksinimi olmadığı gibi, onlardan hiçbir yücelik de almaz; fakat
sadece kendi yüceliğini onlarda, onların aracılığıyla, onlara ve onların üzerinde
gösterir.” (WİA 2.2).

Kutsal Yazılar’daki bazı ayetlere bakalım. Yeşaya 40: 13-17’yi açalım. “RAB'bin
düşüncesine kim akıl erdirebildi? O'na öğüt verip öğretebilen var mı? Akıl almak, adalet
yolunu öğrenmek için RAB kime danıştı ki? O'na bilgi veren, anlayış yolunu bildiren var
mı? RAB için uluslar kovada bir damla su, Terazideki toz zerreciği gibidir. Adaları ince
toz gibi tartar. Adakları yakmaya yetmez Lübnan ormanı, Yakmalık sunu için az gelir
hayvanları. RAB'bin önünde bütün uluslar bir hiç gibidir, Hiçten bile aşağı, değersiz
sayılır.”

Ayrıca bizlere ‘YAHVE’yi övün’ diyen ve sonra da bunun nedenini açıklayan Mezmur
113’e bakalım: “RAB bütün uluslara egemendir, Görkemi gökleri aşar. Var mı Tanrımız
RAB gibi, Yücelerde oturan, Göklerde ve yeryüzünde olanlara Bakmak için eğilen?
Düşkünü yerden kaldırır, Yoksulu çöplükten çıkarır; Soylularla, Halkının soylularıyla
birlikte oturtsun diye. Kısır kadını evde oturtur, Çocuk sahibi mutlu bir anne kılar.
RAB'be övgüler sunun!”

Evet, Yahve övülmeye değerdir. Bu ayetin WİA 7:1’de şöyle uygulandığını görüyoruz:
“O’na itaat etme zorunluluğuna sahip olan düşünebilen insanlar...” Tanrı Tanrı olduğu
için ‘övülmeye değerdir’ (Mez. 18:3). Musa yanan çalının önünde yere kapanmıştı.
Mezmur 100 tüm yeryüzünün YAHVE’ye ‘sevinç çığlıklarıyla ’ (a. 1) hizmet etmesini ve
Tanrı’nın huzuruna gelmesini (a.2) söylüyor. Neden? Çünkü “YAHVE... Tanrıdır” ve
“bizi yaratan da O’dur” (a. 3).

Pavlus Atina’da tanrılara, tanrıçalara ve hatta ‘bilinmeyen tanrıya’ (Elç. İşl. 17:23)
tapınan Atinalı filozoflara müjdeyi vaaz ettiğinde onlara şöyle dedi: “Dünyayı ve
içindekilerin tümünü yaratan, yerin ve göğün Rabbi olan Tanrı, elle yapılmış
tapınaklarda oturmaz. Herkese yaşam, soluk ve her şeyi veren kendisi olduğuna göre, bir
şeye gereksinmesi varmış gibi O'na insan eliyle hizmet edilmez. Tanrı, bütün ulusları tek
insandan türetti ve onları yeryüzünün dört bucağına yerleştirdi.” (Elç. İşl. 17:24–25).

2
İhtiyaç: Tanrı’nın Lütfu

Bu durum bizi ihtiyaca götürüyor. Bu da Tanrı’nın lütfuna olan ihtiyaçtır. İnanç


açıklamamız şu açıklamayla devam ediyor: ‘eğer Tanrı onlara yaklaşmazsa O’ndan
hiçbir şekilde bereket ya da ödül alamazlar’ (7.1). Tanrı kendi kendisine yeterlidir ve
kendisi dışında başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Musa bu gerçeği harika bir şekilde
görmüştü. Çalı yanmaya devam ettiği halde ateş çalıyı yakıp kül etmiyor. Bu da Rabbin
Yaşayan ve hiçbir şeye ihtiyacı olmadan herşeye yeten Tanrı olduğunu göstermek içindi.

Eğer Tanrı kendi dışında bir şey yapıp yaratma ve yaratılışıyla paylaşma eylemine
başlarsa bunu yapma özgürlüğüne sahiptir ve bunu yapması için hiçbir engel yoktur.
Tanrı’nın kendisini yaratmış olduklarıyla paylaşma zorunluluğu ya da ihtiyacı yoktu. Bu
tamamen Tanrı’nın kendi isteğinden kaynaklanan gönüllü bir hareketti.

Başlangıca gidecek olursak, Yaratanla yaratılan arasındaki ontolojik fark ve mesafe çok
uzak olduğu için Tanrı’nın yaratmaya ve yaratmayı nasıl yapacağına karar vermesi
Tanrı’nın lütfundan kaynaklanan bir karardı. Bu lütuf bizim seviyemize, bizim iyiliğimiz
için inmek anlamına geliyordu.

Yöntem: Tanrı’nın Antlaşması

Tanrı’nın gösterdiği bu lütfun yöntemi ise Tanrı’nın antlaşmasıdır. Tanrı’nın antlaşması


Tanrı’nın lütfunu gösterme şeklidir. Westminster İnanç Açıklaması şöyle der: Tanrı ise
bunu onlarla antlaşma yapma yoluyla gerçekleştirmekten hoşnut olmuştur (7.1).
Eski ve yeni toplumlarda antlaşmalar, sözleşmeler ve paktlar tarafların karşılıklı
çıkarlarını korumayı gözetir. İşte Tanrı’nın antlaşmasının farkı da burada görülüyor.
Tanrı antlaşmaları kendi çıkarları için değil, bizim çıkarlarımız yani bizim iyiliğimiz için
yapmıştır.

Onun antlaşması nedir? Tanrı’nın kendi sevgisini nasıl alacağımızı ilan ettiği bir yoldur
ve Mesih’te bir olmaktır ve O’na paydaş olma yoludur. Tanrı’yla ilişkimiz Mesih’le olan
birliğimiz ve onunla olan paydaşlığımızdır. İşte gerçek mutluluğun kaynağı da bu
ilişkidir. Mezmur 25:14’te de dediği gibi: “RAB kendisinden korkanlarla paylaşır sırrını,
Onlara açıklar antlaşmasını.”

Musa da bu sevgiye şahit olmuştu: “Ben babanın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın
Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı'yım.” (MÇ 3:6). İbrahim’le antlaşmasını yapan Tanrı,
antlaşmayı 2:23-25’te hatırlıyor ve şimdi de antlaşmayı yerine getiriyor. Halkını
unutmamıştı: RAB, “Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı yakından gördüm” dedi,
“Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum” (a. 7) ve “Bu
yüzden onları Mısırlılar'ın elinden kurtarmak için geldim” (a. 8) diyor.

Ama Musa “Ben kimim?” (a. 11) sorusunu soruyor. Rab’bin cevabına dikkat edin: “Ben
seninle olacağım” (a. 12). Sonra Musa şu soruyu soruyor: “Sen kimsin?” Rab cevap
veriyor: “BEN BENİM” (a. 14), şöyle de çevirebiliriz: “BEN BEN OLANIM.” YHVH
harflerine ‘dört harf’ anlamına gelen tetragramaton diyoruz. Bu isim Tanrı’nın kendisine
vermiş olduğu isimdir. Biz O’na bir isim vermiyoruz, O kendisine isim veriyor. Bu çok

3
önemli çünkü eski dünyada her ismin bir anlamı vardı. Kişinin kim olduğu ya da
karakteri ismiyle belirtilirdi. Rabbin adı kendisine işaret eden bir isimdir. YAHVE adı
Tanrı’nın kendi halkının Tanrı’yla ilişki içerisinde olması ve ona sımsıkı tutunması için
halkına verilmişti. Rab Musa’ya “BEN BEN OLANIM” diyerek İbrahim’e, İshak’a,
Yakup’a, Yusuf’a ne ise İsrail halkına ve ebedi halkı olan kilisesine de aynı kişi olacağını
söylemiş oluyor.

Bugün bu Tanrı’yı İsa Mesih’te tanıyan bizler için “İsa Mesih dün, bugün ve yarın
aynıdır” (İbr. 13:8). Güvencemiz de budur.

İşte Antlaşmanız budur. Kutsal Yazılar’daki antlaşmaların bizlere gösterdiği sevgi ve


sadakat Tanrısı budur. Bugün size yüreğini gösteriyor. Bugün sizlere düşüncelerini ve
tasarılarını açıyor. Siz de kendi yüreğinizi ve düşüncelerinizi O’na vermeye hazır
mısınız?

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

4
Tanrı’yla İlişkimiz


Yuhanna 10:14–15; Westminster İnanç Açıklaması 7.1

Antlaşma Teolojisine Bakış #2

Geçen Pazar evliliğimizin 23 yılını tamamladık. Eşimle bir ilişkim var. Çocuklarımla bir
ilişkim var. Sizinle, İzmir Protestan Kilisesi cemaatiyle bir ilişkim var. Eşimle,
çocuklarımla, kilisemle bir ilişkim var. Çoğunlukla Tanrı’yla bir ‘ilişkimiz’ olduğunu
söylediğimizde bu ilişkiyi diğer ilişkilerle aynıymış gibi anlatıyoruz. Ama aralarındaki
farkı, ayrımı iyi anlamamız lazım. Biraz önce bahsettiğim üç ilişkimin farkı nedir? Bu
ilişkilerin türü. Eşimle benim aramdaki ilişki benimle çocuklarım arasındaki ilişkiden
farklıdır ve çocuklarımla olan ilişkim ise sizinle olan ilişkimden ayrı ve farklıdır.
Tanrı’yla olan ilişkimizi anlamamız ve bu konuda açıkça konuşmamız çok önemlidir. Bu
ilişki tamamen farklı bir ilişki türüdür ve diğer ilişki türlerinden çok daha farklı bir
niteliğe sahiptir.

Antlaşma kavramı sonsuz Tanrı’nın sonlu yaratılan biz insanlarla bağ kurmasının yolu
olarak karşımıza çıkıyor. Tanrı’yla ilişkimiz antlaşmaya dayalı bir ilişkidir. Bu nedenle
Tanrı’yla antlaşma ilişkisindeyiz diyoruz. Westminster İnanç Açıklamamızın şu
sözlerini hatırlatmak istiyorum: Tanrı ve insan arasındaki ayrım o denli büyüktür ki,
O’na itaat etme zorunluluğuna sahip olan düşünebilen insanlar, eğer Tanrı onlara
yaklaşmazsa O’ndan hiçbir şekilde bereket ya da ödül alamazlar. Tanrı ise bunu
onlarla antlaşma yapma yoluyla gerçekleştirmekten hoşnut olmuştur (7.1). Tanrı
Tanrı ve biz de onun yarattıkları olduğumuz için yaşamlarımızı ona hizmet etmeye ve
ibadet etmeye adamalıyız. Ondan bereket alabilmemizin tek yolu onunla bir antlaşma
ilişkisine girmekten geçer.

Antlaşma nedir? Tanrı’nın bizimle ilişkiye başlamasının tek resmi yoludur. Bu ilişkinin
doğası Mezmur 25:14’te şöyle açıklanıyor: “RAB kendisinden korkanlarla paylaşır
sırrını, Onlara açıklar antlaşmasını. ” Benim çevirim: “YAHVE’nin dostluğu (sod yhvh)
kendisinden korkanlar içindir ve antlaşmasını onlara bildirir.” Bu ‘dostluk’ samimi ve
yakın bir dostluktur. Antlaşma teolojisinin konusu sonsuz Tanrı’yla ilişkidir. Bu ilişki
karşılıklı bir ilişkidir. Tanrı kendisini ifade eder ve armağanlarını bize verir ve biz de ona
sevgiyle karşılık veririz. Bu Tanrı’yı tanımak ve Tanrı tarafından tanınmaktır. Bunu
İsa’nın kendi sözlerinde görüyoruz: Ben iyi çobanım. Benimkileri tanırım. Baba beni
tanıdığı, ben de Baba'yı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanır. Tanımak ve
tanınmak Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ile paydaşlığı anlatmanın bir yoludur. Kutsal
Yazılar’daki çeşitli antlaşmalara bakmadan önce, bugün Tanrı’nın anlaşmasının özündeki
ilişkiye odaklanmak istiyorum.

Baba ve Oğul Arasındaki Prototip-Örnek İlişki

İlk olarak, Baba ve Oğul arasındaki prototip-örnek ilişkiyi görmenizi istiyorum. Bir ev
yapılmadan önce bir mimar evle ilgili ayrıntılı bir ‘taslak’ çizer. Bu taslak mimarın
aklındaki ev fikrinin kâğıda dökülmesidir. İşte buna prototip (örnek) diyoruz. Sizin ve
benim Tanrı’yla bir ilişkimizden önce başka bir ilişkinin daha olduğunun farkında

5
olmamız gerekiyor. Bu ilişki Baba ve Oğul arasında var olan daha üstün bir ilişkidir.
Baba ve Oğul arasındaki ilişki, bizimle Baba, Oğul ve Kutsal Ruh arasında olması
gereken ilişkimizin örneğidir, prototipidir. İsa şöyle diyor: Benimkileri tanırım. Baba
beni tanıdığı, ben de Baba'yı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanır. Baba Oğul’u
tanır, veya Oğul ile paydaşlık içerisindedir, Oğul Baba’yı tanır veya Baba ile paydaşlık
içerisindedir. İlk Hristiyan ilahiyatçıları bu kavramı açıklayabilmek için περιχώρησις
perihoresis kelimesini kullanmışlardı. Perihoresis Kutsal Üçlük’teki Baba, Oğul ve
Kutsal Ruh’un samimi bir şekilde üçlüğü bozmadan, karıştırmadan birlik ve ilişki
içerisinde olmasıdır. Hem sürekli olan ilişkilerinde hem de üçte birdirler.

Baba fikri aklımızda sevgiyi çağrıştırmalı. Peki baba sevgisi nasıl bir sevgidir? Ebedi bir
sevgidir. Baba Oğlunu seviyor. Oğlunu her zaman sevdi. Oğlunu her zaman sevecek. Bu
sevgi mükemmel sevginin tanımıdır. Baba Oğlunu asla lekelenmemiş mükemmel bir
sevgiyle sevmektedir. Bu sevgi o kadar kutsal bir sevgi ki biz bu gerçeği hayal bile
edemiyoruz, çünkü bizim kendi babamızla olan ilişkimiz bu kadar iyi değildi, ya da hala
babamızla aramız iyi değil ya da babasıyla çok kötü bir ilişkisi olan birisini tanıyor
olabiliriz ya da biz babalar doğru dürüst babalar olamadık. Ama yine de bu sevgiye çok
güzel bir örnek, prototip var. Bu da sadece Tanrı’da var.

Tanrı’yla Bizim Aramızdaki Benzer İlişki

İkinci olarak, hayal bile edemediğimiz bu örnek-prototip ilişki bizim için özel bir anlam
ifade etmektedir.

Burada Tanrı’yla olan benzer ilişkimize dikkat edin: Benimkileri tanırım. Baba beni
tanıdığı, ben de Baba'yı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanır. Anya’yı, Ela’yı,
Selen’i ve Han’ı sevebileceğimi ve onların da beni sevebileceğini biliyorum ama Göksel
Babam gibi beni sevemezler. Ben de onları Göksel Baba’nın onları sevdiği kadar
sevemem.

On yedinci yüzyıl pastörlerinden Thomas Manton bu benzer ilişkiyle ilgili şöyle diyor:
“Mesih nasıl Tanrı’nın yüreğindeyse, İnanlılar da Mesih’in yüreğindedir.” Tanrı’nın
biricik ebedi Oğlu için olan sevgisi çok daha kaliteli ve büyüktür. Yani bu sevgi, benim
bir yaratık olarak hayal bile edemeyeceim ama Üçlü Birlik örneğine bakıp tecrübe
edebileceğim bir niteliğe ve niceliğe sahiptir. Başka bir deyişle, benim sonsuz Yaratıcım
ve ebedi Baba, fanî bir yaratık olan beni sevebildiği sürece, ben de o şekilde seviliyorum.

Bu sevginin Yuhanna 17’de farklı şekillerde ifade edildiğini görüyoruz. Burada İsa Mesih
Baba’nın kendisine vermiş olduklarına sonsuz yaşam vermiş olduğunu söylüyor. “Çünkü
sen O'na bütün insanlık üzerinde yetki verdin. Öyle ki, O'na verdiklerinin hepsine sonsuz
yaşam versin. Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih'i
tanımalarıdır.” (17:2-3). Sonra da elçileri ve hizmeti sırasında yaşamakta olanlar için dua
ediyor, ama yirminci ayette şöyle dua ediyor: “...onların sözüyle bana iman edenler için
de istekte bulunuyorum” Duası neydi? “Yalnız onlar için değil, onların sözüyle bana
iman edenler için de istekte bulunuyorum, hepsi bir olsunlar. Baba, senin bende olduğun
ve benim sende olduğum gibi (perihoresis fikri), onlar da bizde olsunlar. Dünya da beni
senin gönderdiğine iman etsin.” (17:20-21). Bu antlaşmaya dayalı paydaşlık ve ilişkidir!

6
Bu ilişkiyi “yücelik” olarak tanımlıyor: “Bana verdiğin yüceliği onlara verdim. Öyle ki,
bizim bir olduğumuz gibi bir olsunlar. Ben onlarda, sen bende olmak üzere tam bir birlik
içinde bulunsunlar ki, dünya beni senin gönderdiğini, beni sevdiğin gibi onları da
sevdiğini anlasın.” (17: 22–23).

Sonra son bir ayete daha dikkatinizi çekmek istiyorum: “Bana beslediğin sevgi onlarda
olsun, ben de onlarda olayım diye senin adını onlara bildirdim ve bildirmeye devam
edeceğim.” (17:26). Benim birçok ilişkim var. Eşimle, çocuklarımla, sizinle, vergi
dairesiyle, okulla, devletle,...vs vs. Sizin de birçok ilişkinizin olduğundan eminim. Ama
Tanrı’yla bizim aramızdaki ilişki gibi bir ilişki var mı? Baba ve Oğul arasında var olan
ilişkinin benzeri bir ilişki olabilir mi? Birlikte antlaşma teolojisini çalışırken, Antlaşma
Teolojisi’nin Tanrı’yla ilişki olduğunu asla aklımızdan çıkarmayalım.

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

7
Adem’le İşler Antlaşması,

Yaratılış 2:4-25 Westminster İnanç Açıklaması 7.2

Antlaşma Teolojisine Bakış #3

Sonsuz Üçlübirlik Tanrımız kendisini antlaşmalar aracılığıyla göstermektedir. Tanrı’yı


anlamak istiyorsak onu antlaşma ilişkisi içerisinde tanımak, anlamak zorundayız.

Bugün Yaratılış kitabının ilk bölümlerinde anlatılan Adem’le (tüm insanlık) Tanrı
arasındaki antlaşma ilişkisini düşünmenizi istiyorum. Bazıları buna “doğa antlaşması”
diyorlar çünkü bu antlaşma Adem’le Adem’in doğal durumunda yapılmıştı. Bizler de
buna “yaratılış antlaşması” diyoruz çünkü yaratılışın başında başlatılmıştır. Biz buna
“yasa antlaşması” diyoruz, çünkü pozitif bir emirle verilmiştir. Westminter İnanç
Açıklaması’yla bu antlaşmaya işler antlaşması diyoruz, çünkü YAHVE Tanrı kendi
yaratmış olduğu insanla, yani Adem’le bir ilişkiye girdiği zaman Adem’in işleriyle
gösterdiği itaatine dayanarak ölüm tehdidinde ve yaşam vaadinde bulunmuştu (7.2).

Adem’le Bir Antlaşma Var mıydı?

İlk olarak, Adem’le bir antlaşma var mıydı? Bazıları Yaratılış 2’de “antlaşma” kelimesi
kullanılmadığı için buna karşı çıkıyorlar. Size bir antlaşma olduğunu gösteren Kutsal
Yazılara dayalı beş temel sebep anlatacağım.

Birincisi, “antlaşma” kelimesi kullanılmıyor diye burada bir antlaşma olmadığını


söyleyemeyiz. Bazıları da Kutsal Kitap’ta Üçlübirlik kelimesi yok diyerek Üçlübirlik
öğretisini reddediyor. Açıkçası, 2 Samuel 7’de “Davut’un Antlaşması” ile ilgili kısmı
okuduğumuzda bir sorunla karşılaşıyoruz: “antlaşma” kelimesi orada da yok! Örneğin,
yine de Mezmur 89’da bunun bir antlaşma olduğunu okuyoruz.

İkincisi, Yaratılış 15’te de olduğu gibi bir antlaşma yapıldığında antlaşmada kullanılan
‘ahit kesme’ kelimesi kullanılıyor. Daha sonra Tanrı antlaşmasını yeniden tekrarlamak
istediği zaman Yaratılış 17’deki gibi bir antlaşma “kurmuştur.” Kutsal Kitap’ta
“antlaşma” kelimesini ilk kez Tanrı’nın Yaratılış 6:18’de “yaptığı” antlaşmada
görüyoruz. Yaratılış 6, zaten bir antlaşmanın yürürlükte olduğunu varsaymaktadır.

Üçüncüsü, yaratılış hikayesinde (1:1–2:3) Tanrı (elohim) kelimesi tam 35 kez


kullanılıyor. Fakat Adem’in yaratılış hikayesinde (2:4-25) Tanrı’nın antlaşma adı olan
YAHVE adı ekleniyor ve YAHVE Elohim kelimesi 11 kez kullanılıyor.

Dördüncüsü, hepbirlikte Hoşea 6:7’ye bakalım. Yahuda’yı tövbeye çağırırken peygamber


şöyle diyor: Kitabı Mukaddes çevirisi: “Fakat onlar Âdem gibi (ki’ adam) ahitten öte
geçtiler; orada bana hainlik ettiler.” Yeni Kutsal Kitap Çevirisi: “Oysa onlar Adam
Kenti'nde Antlaşmaya uymadılar, Orada bana ihanet ettiler.” Bazıları bu kelimeyi
‘Adem’de’ şeklinde çevirmemiz gerektiğini söylüyor, ama Tanrı’nın antlaşması Adem’de
ihlal edilmiş (Yeşu 3:16) olsaydı bu büyük olay yazılıp kayda geçirilirdi. Bazıları da bu
ifadeyi “insanlar gibi” olarak çevirmemiz gerektiğine inanıyorlar, ama Hoşea kitabının
tüm argümanı boşa gitmiş olur: “hepsi insanlar gibi günah işlediler... hepsi insanlar gibi

8
ahitten öte geçtiler.” Tabii ki günah işlediler! Soru şu: Ne zaman ve nerede günah
işlediler? İşte bu nedenle biz bunu Aden Bahçesi’nde Adem’in antlaşmayı ihlal ettiği gibi
İsrail’in de aynı şekilde antlaşmayı ihlal ettiğini söyleyerek referans olarak gösteriyoruz.

Beşincisi ve en önemlisi, Yaratılış 2 Kutsal Kitap’a göre bir antlaşmayı antlaşma yapan
her şeyi içinde barındırıyor. Antlaşmanın tarafları vardı: YAHVE Tanrı ve insan, Adem
(2:5, 7, 8, 15, 16). Bir antlaşma yasası vardı: Ve YAHVE Tanrı adama Bahçenin her
ağacından kesinlikle yiyebilirsin, fakat iyiyi ve kötüyü bilme ağacından
yemeyeceksin (2:16, 17). Bir antlaşma tehdidi vardı: çünkü ondan yediğin günde
kesinlikle öleceksin” diyerek emir verdi (2:17). Bu tehditle söylenmek istenen bir
antlaşma vaadi vardı: “bunu yap ve yaşa.” Antlaşma işaretleri vardı: iyiyi ve kötüyü
bilme ağacı (2:17). Bu Tanrı’nın otoritesinin ve Adem’in itaatinin testiydi ve Yaşam
Ağacı (2:9) Adem’in itaat testi sonucunda itaatkar bulunduğu taktirde Adem’in sahip
olacağı yaşama işaret ediyordu.

Adem’le Nasıl Bir Antlaşma Yapılmıştı?

Eğer Yaratılış 2’de bir antlaşma var idiyse, Adem’le nasıl bir antlaşma yapılmıştı? İnanç
açıklamamız İnsanla yapılan ilk antlaşma… işlere dayalı bir antlaşmaydı diyor ve
işler antlaşmasının ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor: mükemmel ve kişisel bir itaat
koşuluyla Adem’e ve onun soyuna vaat edilen yaşamı içeren… (7.2).

Yaratılış 1:28’de Tanrı’dan ilk insanlara (Adem’e ve Havva’ya) pozitif emri görüyoruz:
“Verimli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve onu zaptedin.” Yaratılış 2:5’te
toprağı işlemek için insan yoktu diyor ve tekrar 2:15’te YAHVE Tanrı adamı aldı ve
onu işlemesi ve onu koruması için Aden Bahçesi’ne yerleştirdi diyor. Fakat bu
ayetlerde 2:16-17’ye gelene kadar itaatin ne kadar önemli olduğu anlatılmıyor. Rabbin ilk
–ebilirsin açıklamasını burada görüyoruz: Ve YAHVE Tanrı adama “Bahçenin her
ağacından kesinlikle yiyebilirsin, sonra da olumsuz yapmayacaksın, yemeyeceksin (-
ebilemezsin) eklerini görüyoruz: fakat iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yemeyeceksin,
çünkü ondan yediğin günde kesinlikle öleceksin”

Bu antlaşma Adem’in itaatinin merkezi öneme sahip olduğu bir antlaşmadır. Ne kadar
merkezi? Romalılar 5’e bakalım. Romalılar 5:14’te Adem “gelecek Kişi'nin örneği”
olarak tasvir ediliyor ve sonra Pavlus Adem’in ve Mesih’in görevlerinin birbirine
benzediğine işaret ediyor. Adem’in görevinin sonucu olarak Adem’in itaatsizliğiyle gelen
suçlamayı ve her insanın ölümlülüğünü görüyoruz. İsa’nın görevinin sonucu olarak
İsa’nın itaatiyle gelen aklanma ve yaşamı görüyoruz. Bu şunu gösteriyor: Adem işler
antlaşmasında tüm insanların temsilcisiydi. İkinci Adem olarak Mesih hakkında
söylediklerimizi birinci Adem için de söylüyoruz. Eğer Mesih aktif bir şekilde Yasaya
itaat ettiyse, o zaman Adem’in de aynısını yapma yetisi ve gücü vardı.

İnanç açıklamamız ‘Eğer Tanrı onlara yaklaşmazsa O’ndan hiçbir şekilde bereket ya da
ödül alamazlar’ (WİA 7.1) diyor. Adem de Tanrı’nın yarattığı bir insan olarak Tanrı’nın
bereketleri için Tanrı’nın ona yaklaşmasına ihtiyaç duyuyordu değil mi? Durum böyle
iken nasıl olur da Adem mükemmel ve kişisel bir itaat koşuluyla Adem’e ve onun
soyuna vaat edilen yaşamı içeren bir antlaşmayı kaldırabilecek durumda mıydı? Evet,

9
Tanrı Adem’i orijinal dürüstlükle yaratmıştı. Tanrı’nın iradesini, isteğini isteyebiliyordu.
Ne günahlıydı ne de doğruluğu teyit edilmişti. Henüz sonsuz yaşama sahip değildi fakat
emre itaat ederek sonsuz yaşam hakkını elde edebilecekti. Bir tür bekleme sürecindeydi
diyebiliriz.

Fakat mükemmel ve kişisel bir itaat koşuluyla elde edeceği yaşamın gerçek ve içsel bir
hak ya da sonsuz yaşamı hakkıyla kazanmak olmadığını da unutmayalım. Sonsuz
Yaratıcı, kendi yaratmış olduğu insanla antlaşma ilişkisine girmek için kendisini
alçaltmıştı. Antlaşma’nın şartlarını belirleyen de sonsuz Yaratıcı’nın kendisiydi. Yine,
eğer Adem itaat edip başarılı olsaydı Adem’e ebedi yaşamı verme vaadini yerine
getirecek olan da sonsuz Yaratıcı’nın ta kendisiydi. Tanrı’yla paydaşlık içerisindeki bu
sonsuz ve mükemmel yaşam Adem’in sunabileceği geçici ve insanın işlerine dayanan bir
itaatle açıklanamaz.

Bu Antlaşmanın Amacı Neydi?

Son olarak, bu antlaşmanın amacı neydi? Tüm antlaşmalarda olduğu gibi bu antlaşmanın
da amacı Tanrı’yla paydaşlık ve dostluktur. Bu yaşam ağacıyla açıklanıyor (Yar. 2:4–17).
Çok güzel, çok uygun bir işaret! Ağaçlar yaşıyorlar ve çöldeki yolculara gölgeleriyle,
meyveleriyle ve bazen çevrelerindeki su havzalarıyla yaşam veriyorlar. Aden Bahçesi
ağaçlarla doluydu ve Rab bütün hepsini Adem’e verdi (2:9, 16). Fiziksel ihtiyaçları
karşılayan ağaçların yanı sıra ruhsal amaçlar için de iki ağaç vardı. Bilgi Ağacı Adem’in
Tanrı’nın antlaşmasına olan itaatini sınamak için verilen bir işaretti. Yaşam Ağacı ise
sadece Adem’in bu yaşamının kaynağı olarak değil, fakat aynı zamanda Tanrı’yı yücelten
ve O’ndan sonsuza dek hoşnut olan (WKK, S&C 1) gelecekteki yaşamının da
kaynağıydı. Ve bu yaşam yeryüzündeki yaşamın devamı değil, cennete yaraşır bir yaşam
olacaktı. Adem itaat ederek yasa aracılığıyla aynı mirasa getirilmiş olacaktı, fakat şimdi
Rabbimiz İsa Mesih’te bu miras iyi işlerine güvenenlere değil, Rabbe güvenip O’na iman
edenlere veriliyor.

Ama Adem işler antlaşmasını ihlal etti. Antlaşmayı yerine getirmedi. Bu nedenle herkes
suçlu doğuyor. Ama İkinci Adem itaat testini geçti! Ve şimdi onda sonsuz yaşama
sahibiz. Rabbimiz İsa Mesih’te, eğer galip gelirsek Yaşam Ağacı’ndan yeme hakkına
sahip olacağımız (Vah. 2:7) ve ebediyen Yaşam Ağacı’nın şifa veren “yapraklarından”
alacağımız vaadine sahibiz (Vah. 22:2).

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla.

10
Tüm Vaatlerin Anası (Ana Vaat)

Yaratılış 3:15; Westminster İnanç Açıklaması 7.3–4

Antlaşma Teolojisine Bakış #4

Neden “antlaşma teolojisi” üzerine çalışmalar yapıyoruz? Birinci ve en önemli sebep şu:
Tanrı kendisini Kutsal Yazıların hikayelerinde antlaşma Tanrısı olarak göstermektedir.
Bizim bu durumda Kelamın Rabbinin önünde boynumuzu eğip secde etmemiz ve
söyledikleri konusunda onun hikmetini kabul etmemiz gerekir. Sadece söyledikleri değil,
bu söylediklerini nasıl söylediğini de anlamamız ve kabul etmemiz gerekir. İkinci olarak
ve çok pratik bir şekilde, Kutsal Yazıları Tanrı’nın okumamızı istediği gibi okumalıyız.
Buna amin diyor muyuz? Ve Tanrı’nın antlaşmalarının birbirleriyle nasıl uyum içerisinde
olduğunu etüd etmek, incelemek, çalışmak Kutsal Yazıların çeşitli ve farklı kısımlarını
tek bir hikayenin parçası olarak görmemize yardımcı olacaktır. On hafta boyunca
Antlaşma Teolojisinin üzerinde duruyor olacağız. Bu konunun hayati bir öneme sahip
olduğunu görmenizi istiyorum.

Geçen Pazar işler antlaşmasını gördük. Tanrı Adem’le bir antlaşma ilişkisine girdi.
Antlaşma yasasına göre ‘İyiliği ve Kötülüğü Bilme Ağacının’ meyvesinden yerse ölecekti
ve itaat ederse yaşayacaktı. Ve bu yaşam dünyasal bir yaşam değil, Tanrı’nın huzurunda
göksel bir yaşam olacaktı. Adem’in işler antlaşmasını ihlal edişine baktığımızda
Tanrı’nın Adem ve Havva’yla (bizlerle) daha farklı bir ilişki içerisine girdiğini
görüyoruz. Bu ilişkiye ‘Lütuf Antlaşması’ diyoruz.

Westminster İnanç Açıklaması’ndan şunu görüyoruz: Günaha düşmüş olan insan, bu


antlaşma yoluyla yaşayamadığından Rab, ikinci bir antlaşma yapmaktan hoşnut
oldu. Bu antlaşmanın adı lütuf antlaşmasıdır (7.3). Buna kanıt olarak sunulan
ayetlerden birisi de bugün okuduğumuz Yaratılış 3:15 ayetidir. Rab, günaha karşı
antlaşma lanetlerini yılana söylerken bir vaatte bulunuyor: Seninle kadın arasına ve
senin tohumunla onun tohumu arasına düşmanlık koyacağım, o senin başını ezecek,
ve sen onun topuğunu ezeceksin. Bu ayete “ana vaat” diyoruz, çünkü Tanrı’nın
günahkarları kurtarmak için lütuf işlerinin bu vaatten kaynaklandığını görüyoruz.

Vaadin Bağlamı: Yargı

Bu vaadin bağlamının yargı olduğuna dikkat edin. Bu gerçek bize şunu hatırlatıyor: Eğer
ilk olarak Tanrı’nın huzurunda suçluluğunuzu anlamazsanız, Tanrı’nın sizin için olan
lütfunu anlayamazsınız. YAHVE Tanrı işler antlaşmasının tehdidini açıklarken şöyle
diyor: Ve YAHVE Tanrı adama “Bahçenin her ağacından kesinlikle yiyebilirsin,
fakat iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yemeyeceksin, çünkü ondan yediğin günde
kesinlikle öleceksin” diyerek emir verdi. Adem antlaşma yasasını ihlal etti, çünkü
Rabbin emrini yerine getirmek yerine kendi arzularını seçmişti. İşte bu nedenle, Yuhanna
“günah yasasızlıktır” (1 Yuhanna 3:4) diyor.

Sonra da yargı geldi. Yaratılış 3:8’de şöyle diyor: Ve günün esintisinde bahçede
dolaşan YAHVE Tanrı’nın sesini duydular ve adam ve karısı kendilerini YAHVE

11
Tanrı’nın yüzünden bahçenin ağaçlarının arasına sakladılar. Çocuklar annenizin
babanızın ayak seslerinin odanıza doğru yaklaştığını duyduğunuzda kendinizi nasıl
hissediyorsunuz? Acaba mutlular mı yoksa kızgınlar mı? Tabii ki yaptığımız bir şeye
kızmış olabilirler. Hepsi vicdanınızda kendinizi nasıl hissettiğinize bağlı, değil mi? Eğer
sabah yeni kalkmışsanız ve gününüze başlamakta sabırsızlanıyorsanız, duyduğunuz ayak
sesleri mutlu bir sestir. Ama yapmamanız gereken yanlış bir şey yaptıktan sonra odanızda
saklanıyorsanız, o zaman duyduğunuz ayak sesleri sizi üzebilir. Eski Antlaşma’da
kullanılan ses (kol) kelimesi yaklaşmakta olan nal sesleri için kullanılan bir kelimedir.
Fakat burada atların ayak sesleri değil YAHVE’nin Bahçe’ye giriş sesini duyuyoruz.
Neden ağaçların arasına saklandılar? Çünkü yargı zamanının geldiğini biliyorlardı! O gün
YAHVE’nin orijinal Günüydü!

Vaadin İçeriği: Lütuf

Bu yargı bağlamında Tanrı insanlık tarihinin hikayesini sonlandırmamayı seçiyor.


Antlaşma tehtidini hatırlayın: çünkü ondan yediğin günde kesinlikle öleceksin. Fakat
en azından fiziksel olarak ölmediler. Neden? Lütuf. Ana vaadin içeriği lütuftu.
“Merhamet yargıya galip gelir” (Yakup 2:13).

Seninle kadın arasına ve senin tohumunla onun tohumu arasına düşmanlık


koyacağım, o senin başını ezecek, ve sen onun topuğunu ezeceksin. İşler antlaşması
ile lütuf antlaşması arasındaki farkı görmenizi istiyorum. Fark kullanılan zamirlerle daha
da netleştiriliyor. İşler antlaşmasında Tanrı “Yemeyeceksin, öleceksin... (SEN
yapacaksın)...” (2:17) derken, lütuf antlaşmasında “..koyacağım... (BEN yapacağım)”
(3:15) diyor. İşler antlaşması Adem’in itaatine bağlıyken, lütuf antlaşması Tanrı’nın
karşılıksız olarak günahkarları lütufla kurtarma isteğine bağlıydı.

Çocuklar bir kez daha odanızdayken anne babanızın adım seslerini duyduğunuzu
düşünün. Bu sefer gerçekten de büyük bir suç işlediniz diyelim. Kapı açılıyor, korkup
ağlıyorsunuz ama babanız içeri girip sizi affedeceğini söylüyor. Ana vaat de buna
benziyor ama bundan kat kat daha güzel!

Tanrı’nın “Ben yapacağım” sözünü okuduğumuzda Tanrı neyi vaat ediyor? Bir savaş
başlatacağı vaadinde bulunuyor. İşte düşmanlık bu anlama geliyor. Yılanla Havva
arasında, yılanın tohumuyla kadının tohumu arasında bir savaş başlatacağı vaadinde
bulunuyor. İlginç bir lütuf vaadi, öyle değil mi? Ama bu savaşın nasıl sona erdiğine
dikkat edin: o senin başını ezecek, ve sen onun topuğunu ezeceksin. Yılan Bahçe’ye
girdiği anda Adem yılanın başını ezmeliydi. Başını ezip bedenini Bahçe’nin dışına
atmalıydı. YAHVE Tanrı günahın lanetini tersine çevirme vaadinde bulunuyor.

Tamam ama ölüm tehdidinden sonra nasıl böyle lütufkar olabiliyor? Kutsal Yazılar zaten
Adem, Havva ve Yılan’ın (Şeytan) göklerde Tanrı’ya karşı bir isyan başlatarak Tanrı’nın
yüceliğini hiçe saydığını anlatmıyor mu? YAHVE Tanrı adildir ve kendi vaadine iman
edeni aklayandır (Rom. 3:26). Burada aklayan kısmını anlıyoruz, ama Tanrı’nın adil

12
Tanrılığını bir kenara bırakmadığını da görüyoruz. Adem ve Havva’nın yerine bir
hayvan kurban ediyor ve sonra da bir sakrament işareti olarak hayvanın derisiyle onları
örtüyor. İşte Tanrı’nın lütfu böyledir!

Vaadin Amacı: İsa


Bu sakrament işareti hangi gerçeğe işaret ediyordu? O senin başını ezecek, ve sen onun
topuğunu ezeceksin. O da kim? Burada ‘O’ olarak açıklanan kişi de kim? Tanrı gerçek
Yılan olan Şeytan’la İkinci Adem olan Tanrı Oğlu, Rabbimiz İsa arasındaki bu savaşı
doruğa taşıyacaktı. Nasıl yapacaktı bunu? İsa Mesih Şeytan’ın başını ezerek Şeytan’a
karşı zafer kazanacaktı, ama bunu yaparken Şeytan da Mesih’in topuğunu ezecekti. Bu
ayet İsa’nın çarmıhına, tacına, çarmıh ağacında ölümüne ve mezardan dirilişine işaret
eden bir peygamberliktir.

“Bu dünya şimdi yargılanıyor. Bu dünyanın egemeni şimdi dışarı atılacak. Ben
yerden yukarı kaldırıldığım zaman bütün insanları kendime çekeceğim.” İsa bunu,
nasıl öleceğini belirtmek için söylüyordu. (Yuhanna 12:31-33)

Sizler suçlarınız ve benliğinizin sünnetsizliği yüzünden ölüyken, Tanrı sizi Mesih'le


birlikte yaşama kavuşturdu. Bütün suçlarımızı O bağışladı. Kurallarıyla bize karşı
ve aleyhimizde olan yazılı antlaşmayı sildi, onu çarmıha çakarak ortadan kaldırdı.
Yönetimlerin ve hükümranlıkların elindeki silahları alıp onları çarmıhta yenerek
açıkça gözler önüne serdi. (Kololeliler 2:13–15)

Bu çocuklar etten ve kandan oldukları için İsa, ölüm gücüne sahip olanı, yani İblis'i,
ölüm aracılığıyla etkisiz kılmak üzere onlarla aynı insan yapısını aldı. Bunu, ölüm
korkusu yüzünden yaşamları boyunca köle olanların hepsini özgür kılmak için
yaptı. (İbraniler 2:14–15)

“Ama şeytan halâ daha bu dünyada yaşıyor ve ben de hala bir günahkarım”
diyebilirsiniz. Evet, bu ana vaadin gerçekleşen ve gerçekleşecek olan kısımları halâ daha
mevcut. İsa Mesih Şeytan’ın başını ezmiş durumdadır. Gelecekte gerçekleşek olan kısım
bizim Şeytan’ı ayaklarımızın altında ezecek olacağımız gerçeğidir: “Esenlik veren Tanrı
çok geçmeden Şeytan'ı ayaklarınızın altında ezecektir.” (Romalılar 16:20).

Tanrı bu vaadi ana vaat olarak gösteriyor. Şimdi Kutsal Yazılar’da okuduğunuz herşeyin
arkasında bu vaadin yatmakta olduğunu biliyorsunuz. Şimdi Yaratılış’tan Vahiy’e kadar
tüm hikayeleri, Tanrı’nın halkının bütün sıkıntılarını ve zaferlerini bu vaadin yerine
getirilmesi olarak okuyabilirsiniz. Kutsal Kitap bütün ve birbirine bağlantılı bir hikayeyi
anlatıyor. Bu vaat bu hikayenin anasıdır.

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla.

13
Nuh’un Zamanında Antlaşma

Yaratılış 6:9–19, 9:8–17; Westminster İnanç Açıklaması 7.3–4

Antlaşma Teolojisine Bakış #5

“Seni seviyorum.” Türkçe’de bundan daha etkili bir söz var mı? Bu sevgi ifadesini
duymak isiyoruz, değil mi? Kadınlar kocalarından, kocalar da karılarından duymak
istiyor. Anne babalar çocuklarına, aile üyelerine, Mesih’teki kardeşlerine bu cümleyi
söylüyor. Bunu söylemek ve bunu göstermek farklı şeyler. Çocuklarımıza sevgilerini
nasıl göstereceklerini öğretiyoruz. Davranışlarıyla, sözleriyle, birbirlerini sarılmalarıyla,
birbirleriyle oynamalarıyla, birbirlerine yardımcı olmalarıyla sevgilerini göstermelerini
istiyoruz.

Tanrı’nın insanlar için ve yaratmış olduğu şeyler için olan sevgisini antlaşmalar
aracılığıyla görüyoruz. Tanrı, yaşamı ve sevgisini paylaşmak için sonsuz sevgisiyle
dünyayı ve bizleri yarattı. Sonra Adem’le bir antlaşma ilişkisine girdi. Tanrı Adem’le,
eğer Adem itaat ederse, ebedi yaşama sahip olacağı bir antlaşma ilişkisine girecekti.
Fakat Adem günah işledi. Tanrı Adem ve Havva’ya yargısını uygulamak yerine lütufla
yaklaşarak tekrar sevgisini göstermiştir. Adem ve Havva’nın yerine bir hayvanı kurban
ederek onları deriden giysilerle giydirerek sevgisini göstermiştir. İşte Tufan hikayesine ve
Nuh’un zamanındaki antlaşmaya böyle geliyoruz.

Fazla teknik konulara girmeden bazı noktalara değinmek istiyorum. Bazıları antlaşmalar
konusunu tartışırken, Nuh zamanındaki bu antlaşmanın lütuf antlaşması olduğunu
söylerken, bazıları da ortak bir lütfa dayalı antlaşma olduğunu söylemekteler. Bence
aralarında pek bir anlam farkı yok. Nuh zamanındaki antlaşma lütuf antlaşmasına
dayanıyor, ama lütuf antlaşmasının karakteristik özelliklerini taşımıyor. Bu antlaşma tüm
insanlıkla yapılmış bir antlaşmadır. Lanetin sınırlandığı ve Tanrı’nın kurtuluşla ilgili
planının gerçekleşmesi için gereken mekanın sağlanmasını görüyoruz. Bütün bunlar lütuf
antlaşmasının amaçlarına hizmet etmektedir. Bir yazar, ‘kilise bu temel üzerinde inşa
edilecektir’ diye yazmaktadır.

Kurtaran Lütfun Devamı

Nuh zamanındaki antlaşmaya bakarken görmenizi istediğim şey şu: Nuh’un antlaşması
kurtaran lütfun devamıdır. Yaratılış 3:15’te yılanın tohumuyla Havva’nın tohumu
arasındaki ruhsal savaşı görmüştük. Şimdi Yaratılış 6’ya geldiğimizde, Şeytan’ın
kazandığını görüyoruz:

“YAHVE adamın(insanın) kötülüğünün yeryüzünde çok olduğunu ve yüreğinin


düşüncelerinin her niyetinin tüm gün boyunca sadece kötü olduğunu gördü. Ve
YAHVE yeryüzünde adamı(insanı) yapmış olduğu için üzüntüyle ah etti (iç çekti) ve
yüreğinde kederlendi.(Ve YAHVE yeryüzünde adamı (insanı) yapmış olduğu için
hayıflandı (üzüntüyle) ve yüreğinde kederlendi.) Böylece YAHVE “Yaratmış
olduğum adamı (insanı) toprağın yüzünden sileceğim; insanı ve hayvanları ve
sürünen şeyleri ve göklerin kuşlarını, çünkü onları yapmış olduğum için üzgünüm”
dedi… Tanrı’nın önündeki yeryüzü yozlaşmıştı ve yeryüzü şiddetle dolmuştu. Ve

14
Tanrı yeryüzünü gördü ve işte, yozlaşmıştı, çünkü yeryüzündeki tüm insanlık
yolunu yozlaştırmıştı. Ve Tanrı Nuh’a “Tüm insanlığın sonu önüme geldi, çünkü
yeryüzü onların yüzünden şiddetle doldu. İşte, onları yeryüzüyle birlikte yok
edeceğim.” (Yaratılış 6:5–7, 6:11–13).

Yedi sene kadar önce İPK olarak kiliseler arası bir futbol turnuvasına katılmıştık. Herkes
çekişme içerisinde, kazanma hırsıyla oynadığı için kardeşlik sevgisini düşünen yoktu.
Kiliseler arası futbol maçlarında bile tartışmalar, itişmeler, kavgalar, hakemi
tartaklamalar oluyorsa vay halimize!!

Evet, insanların davranışları berbattır, ama bugün verilen tepkilerin Nuh zamanında
verilen tepkilerden de bir farkı yoktur! Bugün insanlığın geldiği noktada verilen ırkçı
tepkilere baktığımızda insanlığın Nuh’un zamanından bugüne pek bir ilerleme
kaydetmediğini söyleyebiliriz.

Sonra şunu okuyoruz: Fakat Nuh YAHVE’nin gözlerinde lütuf buldu. (6:8), yani Nuh
doğru bir adamdı, kendi kuşağında kusursuzdu. Nuh Tanrı’yla yürüdü. (6:9). Nuh
umudunu Yaratılış 3:15’teki kurtuluş vaadine bağlamıştı ve kendisini tanıyan herkese
aynı umudu anlatıyordu. Yaratılış 5:28-29’a bakarsanız Nuh’un babasının neden
kendisine Nuh adını verdiğini de görürsünüz: “YAHVE’nin lanetlediği toprak
nedeniyle, işimizden ve ellerimizin uğraşından bu bize rahatlama getirecek” diyerek
adını Nuh koydu. Burada Rab’bin Yaratılış 3’teki sözlerini aktardığını görüyoruz.
‘işimizden ve ellerimizin uğraşından bu bize rahatlama’ yani ‘Şabat, istirahat,
dinlenme getirecek’ diyor. Nuh’un adı rahatlama ya da dinlenme anlamına geliyor.
Kutsal Yazılar’ın diğer kısımlarında da okuduğumuz gibi Nuh bir “doğruluk vaiziydi” (2
Petrus 2:5). Nuh’un umudu kendi yaşamında kendisini gösteriyordu. Ve sonrasında da bir
gemi yapılmasının emredildiğini görüyoruz (6:14–17) ve bütün bunların tam ortasında
şöyle bir şey okuyoruz: İşte Ben, evet Ben, göklerin altında yaşam nefesi olan tüm
bedenlileri yok etmek için yeryüzünün üzerine tufan(sularını) getireceğim.
Yeryüzündeki her şey telef olacak. Fakat Ben, seninle antlaşmamı kuracağım ve
gemiye gelmelisin; sen, oğulların ve karın ve seninle birlikte oğullarının karıları.
(Yar. 6:17–18)

Rab’bin Nuh’la yapmış olduğu antlaşmanın herkesin anlayacağı şekilde ortak bir lütuf
antlaşması olmadığını anlamınızı istiyorum. Daha önce de bahsetmiş olduğum gibi
‘kurdu’ kelimesinin Eski Antlaşma’da var olan bir antlaşmanın devamı anlamına
geldiğini belirtmek istiyorum. Ve bir antlaşma yapıldığında bu antlaşma ‘kesildi’ (berit)
diliyle anlatılıyor. Yani Tanrı’nın Adem ve Havva’yla hayvan derisiyle kesmiş olduğu bu
antlaşma Nuh ile devam ediyordu. Ve yeryüzü tufanla örtüldükten sonra şunu okuyoruz:
Fakat Tanrı, Nuh ve gemide onunla beraber olan tüm vahşi hayvanları ve tüm ehil
hayvanları hatırladı (Yar. 8:1).

“Ortak Lütfun” Kurulması

Nuh’un ve ailesinin Gemi’ye binişlerini, Rabbin yeryüzüne tufanı getirişini ve 7-


8:19’daki suların çekilişini okuduktan sonra “ortak lütfun” kuruluşunu okuyoruz. Artık
Nuh’un Gemisi dediğimiz zaman herkes bir şekilde bunun ne anlama geldiğini biliyor.

15
Nuh’un gemisi artık bir şekilde insanların kültürüne girmiş durumda. Tufanla ilgili,
insanlığın kurtuluşuyla ilgili filmler de çok. Filmlerde ya bir gemi yapıp, ya da bir uzay
gemisi yapıp insanlığı kurtarıyorlar.

Çocuklar, sizce Rab hayvanları neden kurtardı? Çünkü Rab dünyayı ve yaşamı
bitirmeyecekti. Rab dünyanın devamını istiyordu. Yaratılış 8:21-22’de, Rabbin dünyanın
varlığını sürdürmek için hazırlık yaptığını görüyoruz.

Ve YAHVE sakinleştirici hoş kokuyu kokladığında YAHVE yüreğinde şöyle dedi:


“Artık insanın yüzünden toprağı bir daha lanetlemeyeceğim, çünkü insanın
yüreğinin niyeti gençliğinden beri kötüdür. Evet, yapmış olduğum gibi yaşayan
yaratıkları bir daha imha etmeyeceğim. Yeryüzünün tüm günleri var oldukça,
tohumlama ve hasat, soğuk ve sıcak, yaz ve kış ve gün ve gece bitmeyecek.”

Her gün haberleri okuyoruz. Ne görüyoruz? Pek iyi haber olmuyor genelde değil mi?
Haberlere baktığımızda insanlığın bugün ne durumda olduğunu görüyoruz. Nuh’un
zamanında olduğu gibi bugünlerde de yaşamayı hakedecek şekilde hareket etmiyoruz.
Her yerde savaşlar, katliamlar, cinayetler, tecavüzler tüm hızıyla devam ediyor. Ama
Tanrı’nın yeryüzünü ve insanlığı korumak üzere bir antlaşma yaptığını unutmayalım.
Ayrıca 9. bölüme de bir bakalım. Tanrı Nuh’u ve Oğullarını bereketledikten sonra
(9:1), Yaratılış 1 ve 2’de Adem’e ve Havva’ya vermiş olduğu aynı “kültürel görevi”
onlara da veriyor: “Verimli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun... verimli olup
çoğalın… Size yeşil bitkiyi verdiğim gibi her şeyi veriyorum” (9:1, 3, 9:7).

Nuh ve ailesi insanlığın ikinci çekirdek ailesi olacaktı. Nuhgiller yeni bir şeyin tam
merkezinde olacaklardı. Yaratılış 9:4-6 ayetlerinde gördüğümüz ölüm cezası bile yaşamın
sürdürülmesine yönelikti. Rab insanın yaşamının alınmasını, yani cinayetleri
cezalandıracağını söylüyor: “Fakat eti yaşamı içindeyken, kanıyla yemeyeceksiniz. Ve
sizin yaşam kanlarınızın hesabını soracağım. Her vahşi hayvanın elinden ve insanın
elinden onun hesabını soracağım. Her insanın kendi kardeşinin elinden insanın
yaşamının hesabını soracağım. İnsanın kanını her kim akıtırsa,
 onun kanı insan
tarafından akıtılacak,
çünkü O, insanı Tanrı’nın görünümünde yaptı.” Eğer
cinayet işleyenler cezalandırılmazlarsa ortada insanlık da kalmayacaktı.

Yaratılış 9:9-10’daki evrensel antlaşma diline dikkat edin: “Ben, işte Ben, sizinle ve
sizden sonraki tohumunuzla ve sizinle olan her canlı yaratıkla, sizinle gemiden
çıkan her kuşla, her ehil hayvanla ve yeryüzünün her vahşi hayvanıyla Antlaşmamı
kuruyorum; bu yeryüzünün her vahşi hayvanı içindir.”

Bu antlaşmaya göre, “Bir daha asla tüm bedenliler tufan sularıyla kesilmeyecek ve
bir daha asla yeryüzünü yok edecek bir tufan olmayacak.” (9:11).

Bu antlaşmanın işareti: “Benimle sizin ve sizinle olan her canlı yaratığın arasında,
gelecek tüm nesiller için yapmak üzere olduğum antlaşmanın işareti…” (9:12)
gökkuşağı olacaktı (9:13). Neden? Tanrı öfkeyle kullanılan savaş yayını göklere asmıştı
ve artık yeryüzünü tufanla yargılamayacaktı. Antlaşma işareti olan gökkuşağı bizim
hatırlamamız için değil, Tanrı içindir. İnsanın kullandığı dil Tanrı için kullanılıyor. Sanki

16
Tanrı insanın hatırladığı gibi hatırlıyormuşçasına bir dil kullanılıyor: “Yeryüzünün
üzerini bulutlandırdığımda (bulutla bulutlandırdığımda) ve yay bulutlarda
göründüğünde, benimle sizin aranızda ve yaşayan tüm bedenli yaratıklar
arasındaki antlaşmamı hatırlayacağım. Ve bir daha sular tüm bedenlileri yok etmek
için tufan olmayacak.” (9:14–15).

Rabbimiz, kendi halkı için özel bir lütuf ve çok özel bir sevgi besliyor! Ve hatta dünyada
bulunan tüm insanlara ‘ortak bir lütuf’ gösteriyor.

Gelin Rab’be ibadet edelim!

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

17
Avraham’ın Zamanındaki Antlaşma

Yaratılış 12–17; Westminster İnanç Açıklaması 7.3–5

Antlaşma Teolojisine Bakış #6

Üçlübirlik Tanrısı’nın günahlı insanlarla ilişkisinin hikayesini Avraham zamanında


yapılan antlaşmaya bakarak sürdürüyoruz. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, yani üç
monoteist din de Avraham’ı ataları olarak görüyor. Avraham insanlık tarihinde çok
önemli bir kişidir. Yahudilik de, Hristiyanlık da, İslamiyet te kökenlerini Avraham’a
dayandırıyorlar.

Rab kendisini “Avraham’ın, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı” (MÇ. 2:24) olarak


tanımlarken Avraham’ın ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu görüyoruz. Pavlus da
Avraham’ı “tüm inananların atası” (Rom. 4:11) olarak tanımlıyor. Hatta biz de kendi
kökenlerimizi Avraham’a kadar dayandırıyoruz. Sonuçta Avraham bizim de babamızdır.
Bizler de Avraham’ın imanından geliyoruz.

Westminster İnanç Açıklaması Kutsal Kitap tarihi boyunca süregelen lütuf


antlaşmasındaki birliği ve farklılıkları şöyle anlatıyor:

Bu antlaşma (lütuf), yasanın (Eski Antlaşma) ve müjdenin altında farklı biçimlerde


yürürlüğe konmuştu. Yasanın altındayken vaatler, peygamberlikler, kurbanlar,
sünnet, fısıh kuzusu ve diğer kurallarla Yahudilere ulaşmıştır. Bunların hepsi
Mesih’e işaret etmektedir. (7.5). Avraham’ın zamanına geldiğimizde bu farklı
vaatlerin, peygamberliklerin, kurbanların, sünnetin, fısıh kuzusunun ve diğer
kuralların gelecek olan Mesih’e işaret etmekte olduğunu görüyoruz. Bütün bu
işaretlerle Rabbimizin zavallı günahkarlara lütfunu akıtmaya devam ettiğini görüyoruz.

Hakim Bir Lütuf (Yar. 12)

Tanrı, Avraham’ın zamanındaki lütuf antlaşmasını uygularken hakim bir lütuf gösteriyor.
Yaratılış 10 ve 11’i okuduğumuzda Nuh’un oğlu Şem’in soyağacını görüyoruz. Burada
yirmi altı kişinin daha isminden bahsedilirken, herkesin oğulları ve kızları onların
oğullarının oğulları ve kızları sıralanmıyor. Fakat 11. Bölümün sonlarında soyağacında
adı geçen Terah isminde birisine odaklanılıyor. Terah, Avram, Nahor ve Haran’ın
babası oldu.

Nahor öldükten sonra Terah ailesinin geri kalanlarını Kildaniler’in Ur şehrinden alıp
Kenan’a doğru yola çıkıyor, fakat Haran’da duruyorlar. Bütün bunlarla ilgili şu soru
hakkında düşünmenizi istiyorum: Dünyada bunca insan varken Rab neden Avram’ı
seçiyor? Rab neden gerilere gidip Şem’den başlamadı? Neden adı geçen 26 kişiden
birisini seçip ya da adı geçmeyen herhangi birisiyle başlamıyor? Rab antlaşmasını neden
Nahor’la ya da Haran’la yapmayı seçmiyor?

Çünkü Tanrı seçimini yerine getiren lütfunu etkin bir şekilde göstermeyi seçtiği için
Avram’ı seçiyor. Nokta! Hikayenin sonu! Romalılar 9’da Pavlus’un kullandığı dile göre,
“Çocuklar henüz doğmamış, iyi ya da kötü bir şey yapmamışken, Tanrı Rebeka'ya,

18
“Büyüğü küçüğüne kulluk edecek” dedi. Öyle ki, Tanrı'nın seçim yapmaktaki amacı
yapılan işlere değil, kendi çağrısına dayanarak sürsün.” (Rom. 9:11-12). Bakın Tanrı
Musa’ya ne diyor: “Merhamet ettiğime merhamet edeceğim, Acıdığıma acıyacağım.”
Demek ki bu, insanın isteğine ya da çabasına değil, Tanrı'nın merhametine bağlıdır.
(Rom. 9:15–16).

Çocuklar, gelin birlikte bir hayal kuralım. Babanızın istediğiniz yavru köpeği
alabileceğinizi söylediğini hayal edelim. Sonra babanız sizi on tane yavru köpeği
görmeye götürüyor. Hepsi ‘beni seç, beni seç’ diye havlıyor, sizi yalıyor ve dikkatinizi
çekmeye çalışıyor. Ama sadece bir yavru seçebilirsiniz. Siz de sonunda bir tane
seçiyorsunuz. Yavru köpeğinizi çok seviyorsunuz, onunla ilgilenmeye başlıyorsunuz. Her
gün köpeğinizle oyunlar oynuyorsunuz. Peki neden o yavruyu seçtiniz? Her halde en
tatlısı olduğu için seçmişsinizdir, değil mi?

Tanrı insanları seçtiği zaman onları sevmek için seçiyor. Rab bizi çok tatlı ya da
diğerlerinden çok daha yakışıklı veya güzel olduğumuz için seçmiyor. Avraham
Tanrı’nın herşeye hakim lütfunun bir tasviridir: “Tanrı'yı biz sevmiş değildik, ama O bizi
sevdi ve Oğlu'nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi
budur.” (1 Yuhanna 4:10).

Lütuf Dolu Bir Lütuf (Yar. 15)


Avraham’ın zamanındaki lütuf antlaşmasının yönetiminde Tanrı’nın lütuf dolu bir lütuf
gösterdiğiniz görüyoruz. Çok gereksiz değil mi? Evet, ama lütfun ne olduğunu
anlamamıza yardımcı oluyor. Biz genellikle birbirimizle işlere dayalı yollarla bağlantıya
geçiyoruz. Çocuklarımızın sevgimizi kazanmalarını sağlıyoruz. Kocalar ve karılar olarak,
birbirimizden birşeyler almaya çalıştığımız için sevgi gösteriyoruz. Ama Tanrı gerçek
lütfun doluluğudur.

Yaratılış kitabında görmüyoruz, fakat Yeşu 24’e göre Tanrı Avram’ı putperest bir aileden
seçiyor. Yaratılış 12’de Tanrı Avram’ı birçok milletin atası yapacağı vaadinde
bulunmadan önce, Avram’ın hayatı tehlikede olduğu için, yani postu kurtarmak için,
ölüm korkusuyla Firavun’a karısı Saray’la ilgili yalan söylediğiniz görüyoruz! Buna
rağmen Tanrı’nın antlaşmayı resmileştirmek üzere Yaratılış 15’te Avram’la antlaşmaya
devam ediyor. Daha önce de bahsettiğim gibi, hayvanları kurban olarak parçalara
ayırdıktan sonra etleri yere sermek ve bu etlerin aralarında yürümek eski çağ ahit kesme
adetlerindendi. İki taraf arasındaki antlaşmalar böyle yapılırdı! Bu hareket taraflar için şu
anlama geliyordu: “Antlaşmayı ihlal edersem iki parçaya ayrılayım!” Fakat burada et
parçalarının arasından kimin geçtiğine dikkat ettiniz mi? Avram şunu görüyor: “Güneş
batmıştı ve hava karanlık olunca, işte duman tüten bir mangal ocak ve alevli bir
meşale bu yarılmış parçaların arasından geçti.” (Yar. 15:17).

Sadece Tanrı geçiyor! İşte Rab bu kadar lütufkâr! Sonra Yaratılış 16’da ne görüyoruz?
Tanrı Avram’a bir vaatte bulunmuştu. Tanrı, Avram ve Saray’dan doğacak bir oğul
aracılığıyla tüm milletleri bereketleyecekti. Fakat Avram Tanrı’nın vaadinin
gerçekleşmediğini görünce kendi elleriyle bu vaadi gerçekleştirmeye çalışıyor ve
Hacar’dan bir oğlu oluyor. Bütün bunlara rağmen Yaratılış 17’de Rab antlaşmasını
sünnet işaretiyle yineliyor. (Yaratılış 15’te antlaşmayı tutacağını vaad eden Tanrı

19
Yaratılış 17’de “eğer” antlaşmayı tutarsan ifadesini kullanıyor. Burada bazı liyakata
dayalı ve zorunlu durumlar olduğunu unutmayalım. Birincisi “yapmakla” ve ikincisi de
“tanımlamakla” ilgilidir. Ebedi yaşama başlamak için iman ve itaat gereklidir ama iman
ve ebedi yaşam liyakatla elde edilmemektedi. Yani bizim işlerimizle kazandığımız bir şey
değildir, çünkü iman ve ebedi yaşam Tanrı’nın armağanıdır.) Burada Avraham’ın Sarah
aracılığıyla bir oğul sahibi olacağı vaadine güldüğünü görüyoruz. Ve Yaratılış 20’de
hayatını kurtarmak için tekrar yalan söylediğini görüyoruz.

Tanrı’nın lütfunun derinliğini görüyor musunuz? Lütfun ne kadar lütufkâr olduğunu


unutmayın! Rab Avraham’ın şüphelerine ve inançsızlığına karşı sabırla dayanıyor.
Hepimizin şüpheleri var, ama bazılarımızın şüpheleri çok daha fazla. Rabbimiz bizim
inatlarımıza rağmen cefakârdır. Rab bize rağmen vaatlerini yerine getirmeye devam
ediyor!

İşaret Eden Bir Lütuf (Yar. 17)


Son olarak, Avraham’ın zamanındaki lütuf antlaşmasının yönetiminde Tanrı’nın lütfunun
işaret eden bir lütuf olduğunu görüyoruz. Antlaşmanın dış işareti sünnet sakramentiydi.
Sünnetin sadece seçilmişlerle sınırlandırılmamış olmasına dikkat edin. Antlaşma İshak ve
İsmael’in ailesiyle mi yapılmıştı? Yakup’la Esav’la mı yapılmıştı? “Ama o Eski
Antlaşma’ydı. Biz şimdi sadece seçilmişlerden oluşan Yeni Antlaşma’nın altındayız”
diyebilirsiniz. Öyle mi acaba? Rab İsa Mesih’in kendisi krallığında koyunların da
keçilerin de olduğunu söylemiyor mu? Buğday ve delicelerden bahsetmiyor mu?

Yahuda da iman ikrarında bulunup mucizeler yapmamış mıydı? Pavlus da antlaşmanın


bir zeytin ağacına benzediğini ve bazı dalların kesilip yerine yabanıl zeytin filizinin
aşılanabileceğini söylemiyor mu? Ve hatta yabanıl zeytin filizlerinin bile kesilip
atılabileceğini söylemiyor mu? (Rom. 11). Yaratış 17:9-27’ye göre sünnet işareti
antlaşmayla alâkası olmayan ev halkına da uygulanabileceğini söylüyor. Ama buna
rağmen bazıları halâ daha “Bütün bunlar sadece Eski Antlaşma’da geçerliydi” demeye
devam ediyorlar. 1 Korintliler 7:14 inanlıların inanlı olmayan eşlerinin ve çocuklarının da
inanlı olan eş ya da ebeveyn tarafından kutsanmış sayılacağını söylemiyor mu? “Çünkü
iman etmemiş koca karısı aracılığıyla, iman etmemiş kadın da imanlı kocası aracılığıyla
kutsanır. Yoksa çocuklarınız murdar olurdu. Ama şimdi kutsaldırlar.” İşte bu nedenle
Pavlus’un tüm bir ev halkını vaftiz ettiğini okuyoruz. 1 Korintliler 1:16.

Evet, dışsal bir işaret olan sünnet işareti vardı. Peki ama bu dışsal sünnet işareti neye
işaret ediyordu? Dışsal sünnet hangi içsel şeye işaret ediyordu? Yaratılış 17:7-8’deki o
güzel vaade bakalım: Ve sana ve senden sonraki tohumuna Tanrı olmak için, benimle
ve seninle ve senden sonraki tohumunla onların kuşakları boyunca antlaşmamı
sonsuz antlaşma olarak kuracağım. Ve yabancı olarak yaşadığın ülkeyi ve tüm
Kenan ülkesini sana ve senden sonraki tohumuna sonsuz bir mülk olarak vereceğim
ve onların Tanrısı olacağım.

İşte Tanrı’nın antlaşma aracılığıyla insanlarla girmiş olduğu ilişkinin özü böyledir. Sizin
Tanrınız olacağım ve siz benim halkım olacaksınız. İşte lütuf budur! İşte Tanrımız budur!

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla.

20
Musa’nın Zamanındaki Antlaşma,

Mezmur 136; Westminster İnanç Açıklaması 7.3–5

Antlaşma Teolojisine Bakış #7

Bugünlerde “antlaşma teolojisi” adı verilen teolojinin Kutsal Yazılar’daki açıklanışına


odaklanarak Tanrı’yla ilişkimizi anlamaya çalışıyoruz. İşte, Kutsal Yazılar, hiçbir şeye
gereksinimi olmayan ebedi Tanrı’nın bizleri yaratma ve bizlerle ilişki içerisinde olma
gerçeğini böyle tanımlıyor. Ve bunu yapmak için kullandığı araç da bir antlaşmadır.
Kutsal Yazılardaki büyük resim budur. Büyük resmi görmek istiyorsanız antlaşmaları
inceleyin ve işte o zaman bu hikayeyi daha iyi göreceksiniz.

Öncelikle Adem’in orijinal işler antlaşmasını ihlal ederek Yaratıcısıyla olan ilişkisini
reddettiğini gördük. Rab Tanrı’nın günahkâr insanlarla ilişki içerisine girmesine lütuf
antlaşması diyoruz. Bu lütuf antlaşmasının tarihini Westminster İnanç Açıklaması’nın 7.5
kısmında okuyoruz: Bu antlaşma (lütuf antlaşması), yasanın (Eski Antlaşma) ve
müjdenin (Yeni Antlaşma) altında farklı biçimlerde yürürlüğe konmuştu. Yasanın
altındayken vaatler, peygamberlikler, kurbanlar, sünnet, fısıh kuzusu ve diğer
kurallarla Yahudilere ulaşmıştır. Bunların hepsi Mesih’e işaret etmektedir…

Mezmur 136, Mesih’in gelişini vaaz eden Musa zamanındaki antlaşmanın tarihinin bir
kısmını hatırlatıyor. Tam yirmi altı kez YAHVE’ye şükretmeye çağrılıyoruz. Neden?
Çünkü yirmi altı kez YAHVE’nin antlaşma vaatlerini yerine getirdiği bize hatırlatılıyor:
Çünkü inayeti ebedîdir (Çünkü antlaşma sevgisi ebedidir)!... Şükredin tanrılar
Tanrısı'na, Sevgisi sonsuzdur... Büyük harikalar yapan tek varlığa, Gökleri bilgece
yaratana, Yeri sular üzerine yayana, Büyük ışıklar yaratana, Gündüze egemen
olsun diye güneşi, Geceye egemen olsun diye ayı ve yıldızları yaratana (136:2, 4–9)...
Şükredin rabler Rabbi'ne... Mısır'da ilk doğanları öldürene, Güçlü eli, kudretli
koluyla; İsrail'i Mısır'dan çıkarana, Kızıldeniz'i ikiye bölene, İsrail'i ortasından
geçirene, Firavunla ordusunu Kızıldeniz'e dökene, Kendi halkını çölde yürütene,
Büyük kralları vurana, Güçlü kralları öldürene, Amorlu kral Sihon'u, Başan Kralı
Og'u öldürene... (136: 3, 10–25). Yani kurtuluşu getiren YAHVE’ye şükredin!

Musa’nın zamanındaki antlaşma daha önceki lütuf antlaşmasının özüyle aynı öze sahipti:
İnanç açıklamamızın da dediği gibi Bunların hepsi Mesih’e işaret etmektedir… Bunun
farklı biçimlerde yürürlüğe konmuş olduğunu Adem’in zamanında Yaratılış 3:15’teki
vaatlerin anasında, Nuh’un zamanında ve Avraham’ın zamanında görmüştük. Bunu zor
kılan şey, bize yeni bir şekilde ve bize yasa gibi gelmiş olmasıdır. Bu nedenle Musa’nın
antlaşması aklımızda bazı karışıklıklara neden olabiliyor. Teolojide Musa’nın yasası
(şeriat) kadar bizi şaşırtan ya da soru işaretlerine iten başka bir konu bulmak zor. Ben
bunu biraz kolay anlaşılır hale getirmek istiyorum.

Avraham’ı Hatırlamak (Mısırdan Çıkış 1–3)


Musa’nın antlaşması Rabbin Avraham’ı hatırlamasıyla başlıyor. İsrail Mısır’a açlık
zamanında girmişti ve Rab tarafından “verimli” ve “aşırı çoğalmaları” için
bereketlenmişlerdi (1:7). Bunun üzerine Firavun İsraillilerden nefret etmiş ve onları köle

21
olarak zorla çalıştırmaya başlamıştı (1:8–14). Fakat şöyle okuyoruz: “Fakat onları ne
kadar çok aş ağıladıysa o kadar çok çoğalıp o kadar çok yayıldılar…” (1:12). Sonra
Firavun başka bir plan tasarlayıp İsrail halkını yok etmek için bebekleri öldürme kararı
aldı (1:15–22). Buna rağmen “halk çoğalıp fazlasıyla güçlendi” diyor (1:20). Biraz ileri
gidip 2:23–25’teki şu duruma bakalım: Epey bir zaman sonra Mısır kralı öldü ve
İsrail’in oğulları kölelikten dolayı yakardılar ve kölelikten haykırışları Tanrı’ya
çıktı. Ve Tanrı onların iniltisini duydu ve Tanrı Avraham’la, İshak’la ve Yakup’la
Antlaşmasını hatırladı. Tanrı İsrail’in oğullarını gördü ve Tanrı biliyordu.

YAHVE’nin dört yönlü cevabına dikkat edin: “Tanrı işitti...Tanrı hatırladı...Tanrı


gördü...ve Tanrı biliyordu.” Tanrı’nın onların yakarışlarını işittiğini okuduğumuz zaman
Tanrı’nın İsrail’in atalarıyla yapmış olduğu antlaşmayı hatırlıyoruz. Kardeşler, Tanrı’nın
antlaşmayı hatırlaması Tanrı’nın antlaşmasını unutmuş olduğu anlamına gelmiyor.
İsrail’in atalarına vermiş olduğu sözlere dayanarak hareket ediyor. Yaratılış 15’e
baktığımızda antlaşmayı yerine getirmeyen tarafın kurban edilen hayvanlar gibi
parçalanacağını söylemiştim. Antlaşmanın tarafları Tanrı ve Tanrıdır. Yani antlaşmanın
tek bir tarafı var: YAHVE! Tanrı’nın Musa zamanındaki antlaşmasının tüm tarihi
Avraham’ın zamanındaki antlaşmaya dayanmaktadır. Peki bu antlaşma ne atlaşmasıydı?
Lütuf antlaşması.

Günaha Düşmüş Sefilleri Kurtarmak (Mısırdan Çıkış 12–15:21)


Peki Musa’nın antlaşması neyle ilgiliydi? Her antlaşmanın konusuyla aynıydı: Günahkâr
sefilleri kurtarmak. Musa’ya yapılan çağrıdan sonraki zamana ve Mısır’ın ilahlarının
başına getirilen belalara (12:12) bir bakalım. Son bela ilk doğanların öldürülmeleriydi.
Onlar gibi günahkâr sefilleri nasıl kurtaracağını göstermek için her ev halkının kendi
adına bir hayvan kurban etmesi ve kanı kapı sövelerine sürmesi gerekiyordu. Rab bu kan
işaretini görüp üzerinden geçecekti (12:13). Sonra da 12’nin sonunda Mısır’dan çıkışları
başlıyor ve 12:40’ın da dediği gibi bütün bunlar Rabbin Avraham’a 430 sene önce vermiş
olduğu söz yerine gelsin diye gerçekleşiyordu. Sonra Yam Suf (Sazlık Denizi) Denizini
geçtiler ve arkalarından gelen Firavun’un ordusu denizde boğuldu. Neden? Çünkü Tanrı
Mısır’ı değil, İsrail’i seçmişti. Bunu asla unutmayın! Tanrı’nın başkasını değil de sizi
seçmiş olmasının tek nedeni lütuf, lütuf ve daha çok lütufur! Musa’nın bu lütfu 15:13’te
nasıl ifade ettiğine dikkat edin: Kurtardığın kavma lütfunla (antlaşma sevginle)
rehber oldun; Mukaddes meskenine kudretinle onlara yol gösterdin. Mezmurlarda da
‘antlaşma sevgisi’ ‘inayet’ ‘lütuf’ kelimesini sık sık görüyoruz. Tanrı’nın antlaşma yapan
ve antlaşmalarını yerine getiren bir Tanrı olduğu gerçeğinden bahsediyor!

Çölde Ziyafet (Mısırdan Çıkış 15:22–17:7)


‘Ama Abi bir sorun var! Tanrı’nın tüm iyiliklerine rağmen, bu günahkâr halk hikayenin
ilerleyen kısımlarında halâ çok imansız, itaatsiz, sadakatsizler’ diyebilirsiniz. Evet, lütuf
antlaşması böyle uygulanıyor. Rab İsrail’i anında haritadan silmiyor, ya da onları hemen
Mısır’daki köleliğe geri göndermiyor. Ey, İsrail, Ey Kilise Rab cezanı kaldırdı! Rab size
lütfuyla karşılık verdi. YAHVE antlaşma Tanrısıdır ve tüm sözlerini yerine getirecektir.
Evet, İsrail günah işledi! Ama yine de çölde ziyafet vardı!

Mısırdan Çıkış 15’in sonunda üç günlük yolculuğun sonunda içecek su bulamadıklarını


okuyoruz. Rab Yam Suf Denizi’ni (Sazlık Denizi) ikiye yardıktan kısa bir süre sonra

22
burada ne yaptılar? Homurdanıp söylendiler (15:24). Ama Tanrı Elim’de onlara on iki su
pınarı ve yetmiş palmiye ağacı sağladı (15:27). Rab’be şükrettiler mi? Hayır, Mısır’daki
gibi ekmekleri ve etleri olmadığı için tekrar homurdanıp söylendiler (16:2–3). Peki Rab
nasıl karşılık verdi? Kulaklarından, burunlarından gelinceye kadar Rab göklerden ekmek
ve et yağdırdı! Ve Refidim bölgesinde su bulamadıklarında Musa’ya karşı ‘çıkıştılar’
(17:2) ve “homurdandılar” (17:3). Bunun üzerine Rab Musa’ya elindeki asayla kayaya
vurmasını söyledi ve kayadan su fışkırdı. Çölde Sayım 20:10-13’ün belirttiği gibi Musa
kayaya öfkeyle iki kez vurdu ve su aktı, ama en önemlisi Rab’bin emrine baş
kaldırırcasına hareket etmişti. Burada İsrail’in ve önderleri olan Musa’nın baş kaldırıp
günah işlediklerini fakat Rabbin herşeye rağmen onlara ziyafet çektirdiğini görüyoruz!
Tanrı’nın lütfunun derinliğini görüyor musunuz?

Yasanın Verilişi (Mısırdan Çıkış 19–23)


Sonunda Mısırdan Çıkış 19’da duman ve ateşin, şimşek ve yıldırımın hakim olduğu Sina
Dağı’na geliyorlar. Orada Rab’bin yasayı verdiğini görüyoruz. Bundan önceki lütuf
antlaşmasına göre bazı şeylerin daha farklı olduğunu görüyoruz. Hatta neredeyse bunun
belki de lütuf antlaşması olmadığını düşünmeye başlıyoruz.

Bu durumu lütuf antlaşmasının içsel anlamı ve dışsal anlamı olarak görmekte fayda var.
Bu Rabbin lütuf antlaşmasının ‘içsel anlamda’ günahkarlara uygulanmasıdır, ama dışsal
anlamda “katı bir yasal ekonomi” (Şeriat yasaları) olarak gelmektedir. Neden böyle
söylüyorum? Mısırdan Çıkış 20:2’deki yasanın önsözüne bir bakın: “Seni Mısır’dan,
kölelik evinden çıkaran senin Tanrın YAHVE Ben’im.” İşte burada lütuf var. Musa’nın da
Yasa’nın Tekrarı 7:8’de dediği gibi: “fakat RAB sizi sevdiği, ve atalarınıza ettiği andı
tutmak istediği için RAB sizi kudretli elle çıkardı, ve kölelik evinden, Mısır kıralı
Firavunun elinden sizi kurtardı.” Bu önsözden sonra emirler gelmeye başlıyor. Önce
kurtuluş müjdesi, sonra yasa, önce lütuf, sonra minnettarlık ve şükran. Peki yasa neden
verildi? Günahkarları Mesih’in lütfuna itmek ve kurtulmuş olan günahkarları
minnettarlığa ve şükretmeye itmek için verildi. Galatyalılar 3:24’ü yeniden yazmak
gerekirse, yasanın birinci faydası günahkarları çaresizliğe iterek Mesih’e gelmelerini
sağlamak ve Tanrı’nın sevgisini tatmalarını sağlamaktır. Musa’nın yasası lütfa karşı
değil, lütfa destektir. Lütuf antlaşması yasayı (şeriatı) kendi hizmetine alarak günah
bilincini arttırmış ve kurtuluşa olan ihtiyacı göstermiştir ve Tanrı’nın lütfuna ne kadar
çok gereksinimimiz olduğunu göstermiştir.

Tanrı’yla Paydaşlık (Mısırdan Çıkış 25–40)


Son olarak, lütuf antlaşmasının bir uygulaması olan Musa’nın antlaşması çadır tapınak,
rahiplik ve kurbanlar aracılığıyla Tanrı’yla bir iletişim yolu, yani bir ilişki yolu
sağlamıştır.

Ben antlaşma teolojisinin çok sade ve basit olduğunu düşünüyorum. Eski Antlaşma’nın
anlaşılması en zor kısımlarında bile, bize ihtiyacı olmayan ebedi bir Tanrı bizi yaratarak
bizimle bir antlaşma ilişkisine girmiştir. Hatta bizler Adem’le antlaşmayı ihlâl ettiğimiz
ve onunla ilişkiyi reddettiğimiz halde Rab Tanrı lütuf antlaşmasıyla günahkarlarla
ilişkisini yenilemeye devam etmektedi.

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla.

23
Davut’un Zamanındaki Antlaşma


2 Samuel 7:1–17; Westminster İnanç Açıklaması 7.3–5

Antlaşma Teolojisine Bakış #8


Tüm hayatımız bir hikaye gibi. Hikayemizin bir başlangıcı vardı, bir de sonu olacak.
Şimdilik ikisinin ortasında inişleri çıkışları olan bir hikayenin ortalarında bir yerlerdeyiz.
Her birimizin hikayesi bizi biz yapan anları tanımlayan zaman çizelgeleridir. Kutsal
Kitap için de durum aynıdır. Kutsal Kitap “başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı” diye
başlayıp “sonra yeni bir gökyüzü ve yeni bir yeryüzü gördüm” diyerek bitiyor. Ve
başlangıç ve sonun ortasında antlaşmalar aracılığıyla yaşamını ve sevgisini bizimle
paylaşmaya karar vermiş ebedi bir Tanrı’nın harika hikayesini görüyoruz. Bu antlaşmalar
önemli anlardır: Adem’e emir, ana vaat, Tufan, Avram’a Çağrı, Mısırdan Çıkış, Sina
Dağı ve bugün Davut’a bakacağız.

Davut’un Planı: Rab için Bir Ev

Öncelikle burada Davut’un planını görüyoruz. Davut Rab için bir ev inşa etmek istiyordu.
YAHVE’nin halkının arasında olduğunu gösteren Antlaşma Sandığı’nın Yeruşalim’e
getirilişinden bir süre sonra şunu okuyoruz: Kral sarayına yerleşmişti. RAB de onu
çevresindeki bütün düşmanlarından koruyarak rahata kavuşturdu. O sırada kral,
Peygamber Natan'a, “Bak, ben sedir ağacından yapılmış bir sarayda (evde)
oturuyorum. Oysa Tanrı'nın Sandığı bir çadırda duruyor!” dedi (2 Samuel 7:1–2).
Burada okuduğunuz “ev” kelimesini aklınızda tutun, çünkü bu anahtar kelimemiz olacak.
Davut’un kendisi için sedir ağacından yaptırdığı evle ilgili açıklamalarını görüyoruz ama
Davut’un Rab’be neden bir ev yapmak istediğinin amacı söylenmiyor. Kendisi sedirden
bir evde yaşarken, gerçek Kral YAHVE bir çadırda yaşıyordu! Yasanın Tekrarı 12’de
YAHVE’nin Musa’ya, İsrail halkı gibi çadırlarda yaşamayacağı bir zamanın geldiğini ve
belirli bir yerde olacağını söylüyor. Fakat kendi evinin yerini kendisinin seçeceğini
söylüyor. Burada ise Davut kendi girişimiyle YAHVE’ye bir ev, yani bir tapınak yapmak
istiyor. Bu bölümün geri kalan kısmında ise YAHVE’nin Davut’a ne kadar lütufkâr
davrandığını anlatıyor! İşte bu bölümde ilk kez Natan peygamberle tanışıyoruz. Natan,
“Git, tasarladığın her şeyi yap, çünkü RAB seninledir” diye karşılık verdi.” (7:3).

Rabbin Vaadi: Davut için Bir Ev


Hikayenin geri kalan kısmında peygamber Natan aracılığıyla Rabbin Davut’a bir ev inşa
edeceği vaadini görüyoruz. 7:4-7’de Rabbin Davut’un planına verdiği karşılığa dikkat
edin: ‘RAB diyor ki, oturmam için bana sen mi EV yapacaksın? “RAB diyor ki,
oturmam için bana sen mi EV yapacaksın?” (7:5). Burada Tanrımızın Davut’un ya da
bizim planlarımızla bir kutuya sığdırılamayacağını ve herşeye tamamen hakim ve
iradesini gerçekleştirmekte özgür olduğunu görüyoruz. “Dünyayı ve içindekilerin tümünü
yaratan, yerin ve göğün Rabbi olan Tanrı, elle yapılmış tapınaklarda oturmaz. Herkese
yaşam, soluk ve her şeyi veren kendisi olduğuna göre, bir şeye gereksinmesi varmış gibi
O'na insan eliyle hizmet edilmez. Tanrı, bütün ulusları tek insandan türetti ve onları
yeryüzünün dört bucağına yerleştirdi.” (Elçilerin İşleri 17:24-25). Eğer bir ev isterse,
nerede ve ne zaman olacağına kendisi karar verir! Sanki Rabbin Davut’un elinin işlerine

24
ihtiyacı varmış gibi, Davut kim oluyor da Rab için bir şey inşa edebileceğini düşünüyor?
Ve Rab “Oturmam için bana sen mi ev yapacaksın?” diye soruyor. 1 Tarihler 28:3’te
Davut’un savaşçı ve kan döken bir adam olduğunu söyleyen Rab, Davut’un kendisine bir
ev yapamayacağını söylüyor: Ama Tanrı bana, ‘Adıma bir tapınak kurmayacaksın’ dedi,
‘Çünkü sen savaşçı birisin, kan döktün.’

Rab onlara, Mısırdan çıkış günlerinden beri halkının arasında olduğunu ve onlar gibi
çadırlarda yaşadığını hatırlatıyor: “İsrail halkını Mısır'dan çıkardığım günden bu
yana evde oturmadım. Bir çadırda orada burada konaklayarak dolaşıyordum.
İsrailliler'le birlikte dolaştığım yerlerin herhangi birinde, halkım İsrail'i gütmesini
buyurduğum İsrail önderlerinden birine, neden bana sedir ağacından bir ev
yapmadınız diye hiç sordum mu?’” Rabbin böyle bir şey söylemesi ne harika, değil
mi? Halkıyla birlikte olmayı istiyordu ve halkıyla olmaktan memnundu. İşte bu nedenle
onlar gibi kendisini alçaltıp çadırlarda kalmaya razı oldu. Tarihin ilerleyen sayfalarında
Rabbimizin kendisini yeniden alçalttığını görüyoruz: “Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu
halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan
benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme,
çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı.” (Fil. 2:6–7). Rab İsa Mesihtir!
İsa Mesih Rabdir!

Şimdi, 7:8-16 ayetlerinde Rabbin Davut’a söylediklerinin en önemli kısmına geliyoruz.


Davut’a nasıl sadık kaldığını hatırlatıyor: “halkım İsrail'e önder olasın diye seni
otlaklardan ve koyun gütmekten aldım.” (7:8). Ve Davut’a olan sadakatinin o ana
kadar sürdüğünü hatırlatıyor: “Her nereye gittiysen seninleydim. Önünden bütün
düşmanlarını yok ettim.” (7:9). Eski Antlaşma dilini iyi biliyorsanız burada kullanılan
dilin Rabbin geçmişte halkına verdiği bazı vaatlerin gerçekleşmesi olduğunu bilirsiniz:
Yine 7:9’da, “Adını dünyadaki büyük adamların adı gibi büyük kılacağım” derken
Yaratılış 12’de Avram’a vermiş olduğu vaadin Davut’ta gerçekleşmekte olduğunu
söylüyor. Sonra 7:10-11 ayetlerinde şöyle diyor:
“Halkım İsrail için bir yurt sağlayıp onları oraya yerleştireceğim. Bundan böyle
kendi yurtlarında otursunlar, bir daha rahatsız edilmesinler. Kötü kişiler de halkım
İsrail'e hakimler atadığım günden bu yana yaptıkları gibi, bir daha onlara baskı
yapmasınlar. Seni bütün düşmanlarından kurtarıp rahata kavuşturacağım.”
Yaratılış 15’te de Rab aynı şeyleri söylemişti.

Ne harika bir Tanrı! Güvenilir mi? Ona ihtiyacınız olduğunda yanınızda olacak mı? Bu
dünya risklerle dolu. Son zamanlarda ülkemizdeki zam furyasını gördük. Enflasyon da
almış başını gidiyor. Ekonomistler Türkiye’de büyük bir ekonomik gerileme olacağını
söylüyor. Yatırımlarınızı, birikimlerinizin nereye gideceğinin hiçbir garantisi yok. Her
yer risklerle dolu. Belirsizlik var. Ama Davut’u ve bizleri seven Tanrı’nın geçmişte
halkına ne kadar sadık olduğunu biliyoruz. Bu sebeple, şimdi ve gelecekte Tanrımıza
güvenebiliriz.

Sonunda Rab şaşırtıcı vaadine geliyor: “RAB senin için bir soy yetiştireceğini belirtiyor:
” (YAHVE senin için ev yapacağını da YAHVE sana bildiriyor.) (7:11). Davut Rab
için bir ev yapmak istemişti, ama Rab Davut için bir ev (krallık) inşa edecekti. Ve Davut

25
için inşa edeceği ev konusunda RAB bazı garantiler veriyor. Birincisi bu vaadi ölüm bile
feshedemezdi: “Sen ölüp atalarına kavuşunca, senden sonra soyundan birini ortaya
çıkarıp krallığını pekiştireceğim. Adıma bir ev kuracak olan odur. Ben de onun
krallığının tahtını sonsuza dek sürdüreceğim.”

İkinci garanti şu: günah bile bu vaadi feshedemez! “Ben ona baba olacağım, o da bana
oğul olacak. Kötülük yapınca, onu insanların değneğiyle, insanların vuruşlarıyla
yola getireceğim. Ama senin önünden kaldırdığım Saul'dan esirgediğim sevgiyi
hiçbir zaman esirgemeyeceğim.” (7:14-15). Dikkat edin, Süleyman günah işlediği
zaman Rab ona bir babanın oğlunu terbiye edişi gibi davranacaktı. Günah Tanrı’nın
sadakatini feshedemeyecekti. ...sevgiyi (hesed) hiçbir zaman esirgemeyeceğim.

Üçüncü garanti şu: zaman bile bu vaadi feshedemez! “Senin evin (Rabbin, ‘senin evin’
ifadesiyle ne demek istediğine dikkat edin) ve krallığın senin önünde ebediyen
emniyette olacaktır; tahtın ebediyen sabit olacaktır.” (7:16). Buradaki ebediyen
kelimesi, Davut’un evinin Saul’un evi gibi değil, Mesih’in krallığı bütünüyle gelene dek
Rabbin sadakatinin eksik olmayacağı bir ev olacağı anlamına geliyor.
Davut’un bu hikayesi Rabbin hikayesinin ortalarında bir yerlerde bizler için neden bu
kadar önemli? Yaratılış 3:15’teki oğul vaadinin (orijinal vaat) burada daha net bir şekilde
karşımıza getirildiğini görüyoruz. Rab sadece Avraham’a vaat etmiş olduğu gibi dünyaya
bir millet aracılığıyla bir Kurtarıcı getirmekle kalmayacaktı, Yahuda’ya vaat edilmiş
olduğu gibi bir oymak aracılığıyla bir Kurtarıcı getirmekle kalmayacak... fakat burada da
gördüğümüz gibi Rab bir aileye odaklanmamızı sağlıyor. İşte tam bu nedenle Matta İncili
şu sözlerle başlıyor: “İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih'in soy kaydı şöyledir:”
(Matta 1:1).

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

26
Yeni Antlaşma Vaadi,


Yeremya 31:31–34; Westminster İnanç Açıklaması 7.5–6

Antlaşma Teolojisine Bakış #9

Umut. Umut kelimesini çok kullanıyoruz. Bu kelime dilimize öyle bir yerleşmiş ki
neredeyse her alanda kullanıyoruz. Bazen dilek tutar gibi kullanıyoruz: “Umarım yarışı
kazanırım” ya da birşeyin olmasını istediğimizde: “Umarım önümüzdeki ay seçimleri
kazanır.” Umudun hep gelecekte bir zaman gerçekleşeceğini düşündüğümüz için böyle
konuşuyoruz. Bir de umut tacirleri var. Kaçakları, mültecileri gelecekteki evlerine taşıyan
kaçakçılar. Burada da gelecek anlamında kullanılıyor. Ama Kutsal Kitap’taki umut nasıl
bir şeydi? Size daha önce de bu kürsüden tekrar tekrar açıkladım ama tekrar etmekte
fayda var: Kutsal Kitap’a dayalı umut Tanrı’nın geçmişte gerçekleştirmiş olduklarına
dayanarak gelecekteki vaatlerini de tutacağını kesin olarak bilmektir. İleride bir tarihte
gerçekleşme ihtimalinden bahsetmiyoruz. Kesin bir gerçekten bahsediyoruz. Umut kesin
gerçektir. Öldüğüm zaman İsa Mesih’in yanına gideceğimi nasıl biliyorum? Çünkü İsa
Mesih ölümden dirilmiştir ve şimdi Tanrı’nın sağında oturmaktadır. Evet, Umut dilimize
yerleşmiş güzel bir kelime ama bu kelimeyi Kutsal Kitap’ın rehberliğinde yeniden
tanımlamamız gerekiyor.

Tüm tarih boyunca Tanrı kendi halkına kendisiyle bir paydaşlık ilişkisinde olacakları
umudunu aşılamıştır. Bu tarih yolculuğu boyunca Adem’e ve Havva’ya verilen ana
vaatten Nuh’a verilen vaade, Avraham’a verilen vaade, İsrail’e verilen vaatlere ve
Davut’a verilen son kral vaadine kadar umut parlamaya devam etmiştir. Fakat İ.Ö. 1000
yıllarında Davut’la yapılan antlaşmadan bir kaç yüzyıl kadar sonra, Yeremya
peygamberin günlerinde gördüğümüz günah bulutları, gelecek için umutları
karartmaktaydı. İsrail halkının tutarlı bir şekilde yüzlerce ve yüzlerce yıl boyunca
Tanrı’nın antlaşmasını ihlal edip günah işlemeye devam etmelerinden ötürü Rab onları
sürgüne gönderdi. Yeremya 1-29’un tümü bu konuyla ilgilidir. Fakat Yeremya 30-33.
bölümlerde yeni bir antlaşma vaadini görüyoruz. Ben Yeremya 30, 31, 32 ve 33’e “Umut
Kitabı” diyorum.

Gelecekteki Görüntüsü

Bu Umut Kitabı yeni antlaşmadan bahsediyor ama biz şimdilik 31:31-34’e odaklanalım.
Vaadedilmiş olan bu yeni antlaşmanın gelecekteki görüntüsüne bakmanızı istiyorum.
Yeremya 31:31’de “YAHVE ‘İşte İsrail evi ile ve Yahuda evi ile yeni bir ahit
keseceğim günler geliyor’ diyor.” Burada gelecekte bir gün gerçekleşecek bir
peygamberlikten söz ediliyor. Bu peygamberliği bu Umut Kitabı’nda, Yeremya 30:3’te,
31:27’de ve burada 31:31’de ve sonra da 31:38’de görüyoruz. Rabbin gelecekteki
dönüşüyle ilgili vaatleri konusunda farklı açıklamalar da var. Yeremya 30:8’de ‘ve o
günde’ diyor. 31:1’de ‘o vakit’ diyor. 31:28’de ‘ve vaki olacak ki’ diyor. 31:33’te ‘fakat o
günlerden sonra’ diyor. Buna benzer ifadeler bizlere yeni antlaşmayı hatırlatmalı.

Bu neden bu kadar önemli? Yeremya zamanında yaşayanlar yaşadıkları bu karanlık


dünyada sadece imanla bazı belirtileri görebiliyorlardı. İzmir’de bu yağmurlu ve karanlık

27
günlerde güneş açtığında güneş ışığının bulutların arasından sızması, parıldaması gibi
görüyorlardı. Ama bizler bulutların diğer tarafındayız! Bizler gün ışığını tüm varlığıyla
görüyoruz ve yaşıyoruz. Onlar ise sadece bulutların arasından sızan bir ışıltı
görebiliyorlardı. İbraniler 8’e bakarsanız, yazarın eski antlaşma rahiplerini (kahinler)
başkahinimiz olan İsa Mesih’le karşılaştırdığını görürsünüz. Yeryüzündeki tapınağı
gökyüzündeki tapınakla ve eski antlaşmayı yeni antlaşmayla karşılaştırdığını görürsünüz.

“Şimdiyse, İsa daha iyi vaatler üzerine kurulmuş daha iyi bir antlaşmanın aracısı olduğu
kadar, daha üstün bir göreve de sahip olmuştur. Eğer o ilk antlaşma kusursuz olsaydı,
ikincisine gerek duyulmazdı.” (İbr. 8:6–7). 8:8-12 ayetlerinde yeni antlaşmanın eskiden
daha iyi olduğunu açıklamak için nasıl bir alıntı yapıyor? Yeremya 31:31–34 ayetlerini
alıntılıyor. Ve şöyle bitiriyor: “Tanrı, “Yeni bir antlaşma” demekle ilkini eskimiş
saymıştır. Eskiyip köhneleşense çok geçmeden yok olur.” (İbr. 8:13).

Alıcıları (31:31, 33)


Bu durum bizi yeni antlaşmanın alıcılarına yönlendiriyor: “İşte, RAB diyor, İsrail evi
ile, ve Yahuda evi ile yeni bir ahit keseceğim günler geliyor.” İ.Ö. 722’de İsrail evi ya
da kuzey krallık olarak tanınan oymaklar esir alınıp Asur’a sürgün edilmişti. Sonra İ.Ö.
586’da Yahuda evi ya da güney krallık olarak tanınan oymaklar Babil’e sürgün
edilmişlerdi. Rab yeni bir antlaşma başlattığında bu antlaşma her iki evle de olacaktı.
Süleyman’ın zamanından beri bölünmüş olan bu evleri (İsrail ve Yahuda) yeniden
birleştirip halkını bir araya toplayacaktı.

Şu konuyu anlamak çok önemli: Bazı Hristiyanlar Eski Antlaşma peygamberliklerini


literal bir şekilde dümdüz okumak istediklerini söylüyorlar. Peygamberlere göre literal
bir tapınağın kurulacağını, literal bir Levili rahipler düzeninin kurulacağını ve literal bir
kurban sistemiyle boğaların ve keçilerin kanlarının akıtılacağı kurban törenlerinin
başlayacağını söylüyorlar. Eski Antlaşma’yı bu gözle okursak o zaman bizler yeni
antlaşmanın altında olamayız, çünkü burada yeni antlaşmanın İsrail eviyle ve Yahuda
eviyle yapıldığını okuyoruz. Burada Yeremya’nın halk anlasın diye bazı gerçekleri
açıklamak için gelecek şeyler hakkında dinleyicilerinin anlayacağı şekilde açıklamalar
yaptığını görmemiz gerekiyor. Peygamberleri ve peygamberlikleri de elçilerin
yönlendirişine ve açıklamalarına göre görmemiz ve yorumlamamız gerekiyor. İbraniler 8
eski antlaşmanın geçersiz olduğunu ve İsa Mesih’in yeni bir antlaşma başlattığını
söylüyor. Sonra İbraniler 10’da, yazar rahiplerin günlük kurbanlarına karşı İsa’nın sadece
bir kerelik kurban sunusu sunduğunu kanıtlamaya çalışırken Yeremya 31:31-34’ü
alıntılıyor. Kutsal Ruh’un esini olan Yeni Antlaşma, Yeremya 31’i Yahudilerden ve diğer
uluslardan oluşan yeni antlaşma kilisesine uyguluyor.

İçeriği (31:32–34)

Gelecekte tüm milletlerin halklarıyla yapılacak yeni bir antlaşma olacak. Bunu biliyoruz,
çünkü biz de bu antlaşmanın içerisindeyiz. Bir balık suda doğar, suda yaşar ve suda ölür.
Bunun dışında başka birşey bilmez. Aynı şekilde, yeni antlaşmanın altında olan bizler de
bizden önce bu bereklere sahip olmayarak yaşamış olanlar olduğunu unutabiliyoruz.
Geçmişi iyi hatırlamamız gerekiyor. Bütün bunları bilerek Mesih’teki bereketlerimizin
değerini çok daha iyi anlayabiliriz. Şimdi bu yeni antlaşma vaadinin içeriğine bakalım.

28
Yeremya, bu Umut Kitabı boyunca yeni antlaşmanın görkemini çeşitli örneklerle
açıklıyor. Bu gerçeği Yeruşalim’in harabelikten çıkışı örneğiyle (30:18-34), çöl tecrübesi
örneğiyle (31:1-6), ikinci bir Mısırdan çıkış örneğiyle (31:7-14) ve yeniden süt ve bal
akan vaat diyarına girme örneğiyle (31:23–30) açıklıyor. Sonra da 31:31-34’e geliyoruz.
Bu yeni antlaşma neye benzeyecekti?

İlk olarak, eski antlaşma altındaki yasal yönetimin sonu olarak tanımlanıyor. Yaratılış
3:15’ten tamamlanışına dek sadece tek bir lütuf antlaşması olduğunu unutmayın. Eski
antlaşma altında lütuf antlaşması çok yasal bir şekilde uygulanmıştır. Yasa Tanrı’nın
lütfu olarak İsrail’i bir öğretmen gibi Mesih’e yönlendirmiştir (Gal. 3:24). Lütuf
antlaşması özünde Tanrı ile Tanrı’nın seçilmişleri arasında yapılmış olduğu için ihlal
edilemez! Yani Lütuf Antlaşması Tanrı ile Tanrı’nın seçilmişleri arasındadır! Tanrı
antlaşmaya dahil edeceklerini kendisi belirlemiştir. Bu nedenle seçilmişler bu antlaşmayı
ihlal edemezler. Fakat burada lütuf antlaşmasının yasal yönetimi İsrail’le yapılan milli bir
antlaşmaydı ve Yeremya bunun son bulacağını söylüyor: atalarını Mısır diyarından
çıkarmak için onların elini tuttuğum gün kendileriyle kestiğim ahit gibi değil;
onların efendisi olduğum halde o ahdimi bozdular, RAB diyor.

Tanrı’yla nasıl bir ilişki içerisinde olduğumuza pek önem vermiyoruz ama Yeremya
Tanrı’yı yasa aracılığıyla tanıyanlara konuşuyordu. Onların anlayacağı bir dille fakat
yeni bir şekilde yasanın önemini anlatıyor: “Fakat o günlerden sonra, RAB diyor,
İsrail eviyle keseceğim ahit şudur: Şeriatimi onların içlerine koyup, yürekleri
üzerine onu yazacağım; ve ben onlara Tanrı olacağım, ve onlar bana kavm
olacaklar.” (31:33).

İkinci olarak, artık insan aracıların olmayacağı şöyle açıklanıyor: “Ve artık herkes
kendi komşusuna, ve herkes kendi kardeşine: RABBİ bilin, diye öğretmeyecekler;
çünkü küçüğünden büyüğüne kadar onların hepsi beni bilecekler, RAB diyor.”
Musa, Levili rahipler ve peygamberler İsrail’in “öğretmenleri” olarak tanımlanıyor (Yas.
Tek. 4:1; 2 Tar. 17:7–9; Ezra 7:10; Yer. 32:33). Fakat öyle bir gün geliyor ki artık
“öğretmenler” olmayacak, yani Rable halkı arasında aracı olmayacak. Sadece Rabbimiz
İsa Mesih, yani kendisi Tanrı olan Mesihimiz bizim aracımız olacak!

Üçüncü olarak, törenlerin sonu olarak tanımlanıyor. Yasayı insanların yüreklerine


yazmakla kalmayıp (a. 33) hiç bir tören olmadan günahları da affedecekti (a. 34): “çünkü
fesatlarını bağışlayacağım, ve artık suçlarını anmayacağım.”

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

29
Antlaşma’nın Yerine Gelmesi,

Vahiy 21:1–22:5; Westminster İnanç Açıklaması 7.5–6

Antlaşma Teolojisine Bakış #10

Westminster İnanç Açıklaması’nın sözleriyle başlamıştık ve bu sözlerle bitirelim: Tanrı


ve insan arasındaki ayrım o denli büyüktür ki, O’na itaat etme zorunluluğuna sahip
olan düşünebilen insanlar, eğer Tanrı onlara yaklaşmazsa O’ndan hiçbir şekilde
bereket ya da ödül alamazlar. Tanrı ise bunu onlarla antlaşma yapma yoluyla
gerçekleştirmekten hoşnut olmuştur (7.1). Antlaşma, Tanrı’nın bizimle ilişkiye
girmesinin resmi yoludur. Bu nedenle antlaşma teolojisinin ebedi Tanrı’yla ilişkiden
ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Bu ilişki, Tanrı'nın kendisini ve armağanlarını bize ilettiği
ve bizler de ona sevgiyle karşılık verdiğimiz için karşılıklıdır.

Vahiy 21:1-8, şimdiye kadar gördüğümüz her şeyin yerine gelişini net bir şekilde tasvir
ediyor: orijinal işler antlaşmasının orijinal amacı ve lütuf antlaşmasını oluşturan çeşitli
antlaşmaların amacı, Tanrı’yla ilişkidir. Tanrı'nın bizim için tasarladığı her şey burada,
kelime dağarcığımızın ve düşüncemizin sınırlarını zorlayan nefes kesici terimlerle tarif
edilmiştir.

Yaratılışın Zirvesi

Gördüğümüz ilk tema yaratılışın zirvesidir. Bundan sonra yeni bir gökle yeni bir
yeryüzü gördüm. Çünkü önceki gökle yeryüzü ortadan kalkmıştı. Deniz de yoktu
artık (21:1). Hiçbir yere gitmediğini düşünen ve bu dünyanın ötesinde bir yere
inanmayan nihilist (hiççi) bir kültürde Kutsal Kitabımız kültüre zıt bir bildiriyle bitiyor.
Peki biz nereye gidiyoruz? Tanrı şu an var olan gökleri ve yeri yerle bir ettikten sonra
yok edip yeniden mi yaratacak? Yoksa, göklerin ve yerin şimdiki şeklini yenileyecek,
dönüştürecek ve temizleyecek mi? Ben ikincisine inanıyorum. Tıpkı çimlerimizdeki
yabani otları yolduğumuz gibi, çiçeklerimizi ve ağaçlarımızı budadığımız gibi Rab de
yaratmış olduklarını yok edip ortadan kaldırarak yeniden bir yaratma (ex nihilo) eylemine
girişmeyecek. Aksine günahkar olanları ortadan kaldıracak. Peki neden?

Birincisi, Tanrı değişmeyen sürekliliğin Tanrısıdır. Tanrı ilk olarak yaratmış olduğu
herşeyin “çok iyi” olduğunu açıklamıştı (Yar. 1:31). Adem’in günahına rağmen Tanrı’nın
herşeyi çok iyi yaratmış olduğu gerçeği değişmemiştir. Eğer Tanrı’nın yarattıkları ‘çok
iyi’ idiyse, o zaman iyi olanı yok etmeyecektir. Kayıp Cennet Yeniden Kazanılan
Cennet’e dönüştürülmeliydi.

İkincisi, Tanrı’nın yeni yaşamla yaptıklarıyla yapacakları arasında bir benzetme vardır.
Yeniden doğduğumuz zaman Mesih’te “yeni bir yaratık” oluyoruz (2 Kor. 5:17). Yeni bir
yaratık sayılıyoruz ve aynı bedendeyiz. Yeniden yaratıldığımızda yeni bir kişi oluyoruz
ama yeni kişimiz eski kişimizden geliyor. İsa Mesih de tekrar döneceği zamana “yeniden
doğuş” anlamına gelen παλιγγενεσία diyor (Matta19:28).

Üçüncüsü, yeni yaratılış İsa’nın dirilişine paraleldir. Onun ölümü ve yeniden

30
yaratmasıyla 1 Korintliler 15 Mesih’te “doğal” olanın “ruhsal” olana dönüştürüldüğünü
söylüyor.

Bu durum şimdiki dünyaya nasıl baktığımızla ve gelecek dünyayla ilgili ne


umduğumuzla ilgili çok önemlidir. Yuhanna yeni bir gök ve yeni bir yerden
bahsederken eski yaratılışla karşılaştırılan yeni yaratılışın zirvesinden söz ediyor: bir
tırtılın kelebek oluşu, karbonun bir elmasa dönüşümü gibi, buğdayın ölüp başağa
dönüşmesi gibi, diriliş bedeni de ölmüş ve gömülmüş olan bedenden diriltiliyor.
Yuhanna, ve Deniz de yoktu artık derken Eski Antlaşma’da ‘Tanrı’ya karşı gelen
herşeyin çıktığı yer’ anlamına gelen denizin kişileştirilmesi kavramlarını kullanıyor.
Denizin büyük bir gücü olduğundan (Mez. 107:23–30) ve üzerinde bulunan herkese
ölümcül bir tehlike oluşturduğundan (Mez. 69:1–2), ulusların Tanrı'ya karşı başkaldırıları
için uygun bir görüntüdür (Yeş. 5:30, 17:12) ve şeytana bağlı canavarların çıktığı yerdir
(Dan. 7: 2–7; Vah. 13: 1). Ama yeni gök ve yeni yeryüzünde Tanrı’ya karşı çıkacak,
başkaldıracak hiçbir güç olmayacak. Barış olacak.

Tanrı’nın Şehri’nin Zirvesi


Bu yeni yaratılış yeni bir halkla doldurulacak. Tanrı Yuhanna’ya Tanrı’nın şehrinin
zirvesinden bir görüntü veriyor: Kutsal kentin, yeni Yeruşalim'in gökten, Tanrı'nın
yanından indiğini gördüm. Güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibiydi (21:2). Bu
şehir gökten, Tanrı'nın yanından, bu dünyadan olan insanların elleriyle yapılmış bir
şehir değil, kökenleri cennete dayanan bir şehir. Bu durum, göksel gerçekliğin yenilenen
gök ve yerle birleşme vizyonudur.

Vahiy'in yanı sıra Kutsal Yazılar’ın geri kalanının da yeni Yeruşalim’in taşlardan ve
çelikten inşa edilmiş bir şehir değil, yüceltilmiş haliyle muzaffer bir kilise olduğunu
öğrettiğini düşünüyorum. 19:7-8’de Kuzu’nun düğün yemeği açıklanıyor: ‘İnce keten
giysilerle gelin hazırlandı.’ Sonra buradaki iyi keten tasviri bir sonraki cümlede
açıklanıyor: “İnce keten kutsalların adil işlerini simgeler.” Bu dil 21:2’de şöyle
kullanılıyor: Kutsal kentin... güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibiydi. 21:9’da
melek Yuhanna’ya Gelini, Kuzu’nun karısını gösteriyor. Yuhanna şöyle devam ediyor:
Sonra melek beni Ruh'un yönetiminde büyük, yüksek bir dağa götürdü (21:10).
Yuhanna’ya tekrar kutsal şehir gösteriliyor: Oradan bana gökten, Tanrı'nın yanından
inen ve O'nun görkemiyle ışıldayan kutsal kenti, Yeruşalim'i gösterdi (21:10). Gelin
yeni Yeruşalimdir.

Peki şehrin büyük ve yüksek surlarının olmasını ve on iki kapısının olduğunu (21:12)
ve on iki temel taşının olduğunu nasıl açıklamamız gerekiyor? (21:14). Kapıların
üzerine İsrailoğulları'nın on iki oymağının adları yazılmıştı (21:12) diyen Yuhanna
on iki kapı açıklamasını da sembolik olarak “kurtuluş Yahudilerdendir” (Yuhanna 4:22)
demek için kullanıyor. Ve şehri çevreleyen kapılarda bu büyük vaadi bize hatırlatmak
için on iki melek duruyordu (21:13). Bize o büyük vaadi hatırlatıyorlardı: “RAB'bin
meleği O'ndan korkanların çevresine ordugah kurar, Kurtarır onları.” (Mez. 34:7). Kenti
çevreleyen surların on iki temel taşı bulunuyordu. Bunların üzerinde Kuzu'nun on
iki elçisinin adları yazılıydı (21:14). On iki temel taşının üzerlerinde Kuzu’nun on iki
elçisinin (21:14) adlarının yazılı olması kilisenin Mesih’in temsilcilerinin hizmetleri
üzerine inşa edilmiş olduğunu bize öğretmek içindir (Matta 16:18; Efes. 2:20).

31
Peki, Vahiy 21:15-17’de tasvir edilen şehrin büyüklüğü ne kadardı? Bazıları göklerden
yeni yeryüzüne düşen kocaman bir küp olduğundan bahsediyorlar. Yuhanna şehrin kare
şeklinde olduğunu (21:15), yani eni, boyu ve uzunluğu birbirine eşit ve her uç birbirine
12 000 ok atımı (21:16) uzaklıkta ve sur 144 arşındı (21:17). Bütün bunlar Gelinin
sayısının çok büyük olacağını gösteriyor: “Bundan sonra gördüm ki, her ulustan, her
oymaktan, her halktan, her dilden oluşan, kimsenin sayamayacağı kadar büyük bir
kalabalık tahtın ve Kuzu'nun önünde duruyordu” (7:9) ve 21:18-21’deki mücevherler de
Gelin’in görkemini göstermek içindi.

Antlaşma İlişkisinin Zirvesi


Yuhanna yaratılışın zirvesini, şehrin zirvesini anlattıktan sonra Antlaşma ilişkisinin
zirvesini tasvir ediyor: “İşte, Tanrı'nın konutu (yaşadığı yer) insanların arasındadır.
Tanrı onların arasında yaşayacak. Onlar O'nun halkı olacaklar, Tanrı'nın kendisi
de onların arasında bulunacak.” Tekrar tekrar gördüğümüz bu harika vaat tarihin kalp
atışıdır. Tanrı’nın konutu (yerleştiği yer, ya da yaşadığı yer) çadır tapınaktı ve sonra da
Süleyman’ın kalıcı tapınağıydı. Ama buradaki zirvede çadır tapınak bir yapı olarak tasvir
edilmiyor: .... onların arasında yaşayacak. Ve bu antlaşma ilişkisi sadece Avraham’ın
soyundan gelenlerle değil, Tanrı’nın tüm çocuklarıyla olacaktı. Ve onlar onun halkı
olacaklar ifadesi halkları olacaklar olarak çevirmek İbranice’ye daha uygundur. Bu bizi
“her oymaktan, her dilden, Her halktan, her ulustan İnsanları Tanrı'ya satın aldın”
diyen Vahiy 5:9 ve 7:9’a götürüyor. Bu bizi Pentekost gününe geri götürüyor. Bu bizi
Avraham’a verilen “yeryüzünün tüm aileleri sende bereketlenecek” (Yar. 12:3) vaadine
geri götürüyor. Tanrınız “İşte, herşeyi yeniliyorum” diyor. Tanrınız Eski Antlaşma’yı
anımsatan şu sözlerle size garanti veriyor: “Yaz... Çünkü bu sözler güvenilir ve
gerçektir” (21:5).

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

32

You might also like