Professional Documents
Culture Documents
Yaşamın ilk yıllarında çocuk hayatta kalabilmek için anne babasına ihtiyaç
duymaktayken; bu durum çocuğun yürüme, dili kullanma ve isteklerini ifade
etme gibi becerilerinin gelişmesiyle giderek azalır ve 2-4 yaşlara gelindiğinde bir
yetişkine ihtiyaç duymadan bağımsız hareket etme ve kendi özerkliğini kabul
ettirme çabasına dönüşür. Bu dönemde bağımsız hareket etmek isteyen çocuk,
anne babanın söylediklerini reddederek yapmak istemezken; kendi isteklerinin
ise hemen yerine getirilmesini talep edebilir. Bu inatlaşmalar bazen mantıklı
olmayan isteklere dönüşür ve çocuk aslında istemediği bir şey için dahi anne
babayla inatlaşabilir. Kısa bir zaman dilimi içerisinde çocukların bu kadar farklı
şekilde davranıyor olmaları; dış dünya ile olan etkileşimlerinin ve bağımsızlaşma
isteklerinin artmasından, diğer bir deyişle çocuğun birey olma çabasından
kaynaklanmaktadır. Çocuk büyüme içgüdüsüyle hareket ederken, karşısına çıkan
kurallarla baş etmek zorunda kaldığında bazen ağlama,
inatlaşma, istediği olmadığında kendini yerden yere atma gibi çevresi tarafından
uygun görülmeyen tepkiler verebilir. Bu döneme kadar kontrolü elinde
bulunduran anne babalar için çocuklarındaki bu değişimle baş etmek oldukça
zorlayıcı bir durumdur. Yemek yeme, uyku saatleri, kıyafet seçimi, alışveriş ve
tuvalet eğitimi gibi pek çok konuda ortaya çıkan çatışmalar, anne babanın
zamanla çocuğu ‘inatçı’ olarak adlandırmasına yol açar.
1/13
ve gelişimine uygun olmayan beklentiler içerisinde olunması, koyulan kurallar
konusunda anne babanın tutarlı bir yaklaşıma sahip olmaması çocuğun karşı
gelme davranışına sebep olmaktadır.
Çocuğun fark edilme, sevgi ve ilgi görme ihtiyacı da anne babayla inatlaşmasına
yol açabilir. Anne babanın taleplerine karşı geldiğinde, onlarla inatlaştığında ilgi
gördüğünü fark eden çocuk bu tür istenmeyen davranışlarının sıklığını
artıracaktır. Böyle bir durumda anne babanın olumlu, olumsuz duygularını dile
getirmesi için çocuğu teşvik etmesi, çocuğun olumlu davranışlarını görerek
pekiştirmesi, çocuğa daha fazla zaman ayırması ve istenmeyen davranışları
karşısında kendi duygu ve düşüncelerini dile getirerek çocuğa örnek olması
yaşanan çatışmaları azaltacaktır.
Sonuç olarak, anne babalar inatlaşmanın bir birey olma yolunda gerekli bir süreç
olduğu dikkate alarak uygun bir tutum sergilediklerinde çoğu zaman geçici olan
bu inatlaşma dönemlerini başarılı şekilde atlatabilirler.
• Kuralları uygulamada anne baba olarak tutarlı olun: Çocuklar uymaları gereken
kuralların gerçekten bir kural olup olmadığını birçok kez test ederler. Eğer
annenin hayır dediğine babanın evet dediğini görürlerse ya da bir gün hayır
denilene ertesi gün evet denildiğini keşfederlerse kendi istediğinin olması için
inatlaşmayı sürdürecektirler. Bu nedenle anne baba ortak kararlar almalı ve
sonradan evet’e dönüşme ihtimali olan durumlara hayır dememeye özen
göstermelidirler.
2/13
• ‘Hayır’ anlamını yitirmesin: Önceden de ifade edildiği üzere belirli dönemlerde
çocukların anne babaya ‘hayır’ demeleri ve onlarla inatlaşmaları normal kabul
edilmektedir, fakat diğer birçok konuda olduğu gibi, çocuklar ‘hayır’ demeyi de
yetişkinlerden öğrenirler. Çok fazla ‘hayır’ kelimesini kullanan anne babaların
çocukları için bir süre sonra ‘hayır’ anlamlılığını yitirir ve çocuklar anne babayı
model alarak kendileri de sıklıkla ‘hayır’ demeye başlarlar. Bu durumun
yaşanmaması için anne baba, gerçekten gerekli olan durumlarda ve az sayıda
hayır demeyi hedeflemelidir.
3/13
sergilediğinde onu sözlü olarak takdir etmeniz ve davranışını beğendiğinizi dile
getirmeniz davranışın kalıcı olmasına yardımcı olacaktır.
www.maviailedanismamerkezi.com
Cangül ÖZER
4/13
ÇOCUĞUNUZ ARKADAŞI İLE SORUN YAŞADIĞINDA
5/13
Bizim zamanımızda, ben senin yaşındayken diye başlayan cümleler kurmayın: Bu
tür cümleler, bir sorunun üstüne kurulduğunda son derece itici olmaktadır.
Bu cümlenin alt mesajında gizil bir aşağılama vardır. Sonuçta, çocuğa “Sen
beceriksizsin, yetersizsin.” mesajları gitmektedir. Doğaldır ki, bu alt mesajları
almak kimsenin hoşuna gitmez.
Önemli olan, sorunu yaşayanın sorunla ilgili sorumluluğu üstüne alıp çözümü
üzerine kafa yormasıdır. Eğer, gerçekçi bir çözüm düşünülemezse o zaman
alternatif önerilerde bulunmak elbette anlamlı olacaktır.
-“Ne oldu anlatmak ister misin?” diye sorun ve onun sözünü kesmeden dinleyin.
6/13
HER ÇOCUĞUN BİR BAŞARI HİKAYESİNE İHTİYACI VAR
Çocuklar doğdukları andan itibaren dış dünyayla sürekli bir alışveriş içindedir. Bu
etkileşimin, onun büyüme ve gelişme süreçleri açısından çok büyük bir etkisi
vardır. Çocukluğumuzun öyküsü, geleceğimizin genetik kodları olur.
Kişilik gelişimi: Kişilik, bizim dış dünyaya tepki verme örüntümüzdür. Genetikten
etkilenmekle birlikte, dış dünya ile alışverişimizin yansıma alanlarından biridir.
Çocuğun kişilik motiflerinin nasıl şekilleneceği, hangi motiflerin daha baskın
olacağı çevre ile etkileşimin izlerini taşır.
Yeteneklerin açığa çıkması: Her çocuk doğuştan belirli yetenek alanlarına yatkın
olarak dünyaya gelir. Bu potansiyel yeteneklerin hangilerinin açığa çıkacağı ona
sunulan deneyimlere bağlıdır. Özellikle okul öncesinden başlamak üzere
çocukların yetenek ve becerilerinin sürekli ve düzenli olarak takip edilmesi
gerekir.
Her insanın bir başarı hikayesine ihtiyacı vardır. Hepimiz geriye dönüp
baktığımızda başarısızlıklarımızdan çok başarılarımızı anlatmayı severiz.
7/13
hikayesi yazmaya hakkı vardır. Bu noktada, aşağıdaki birkaç öneri işinize
yarayabilir:
8/13
KIZIMA KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞINI NASIL KAZANDIRDIM?
9/13
Ülkemizde kitap okumanın sonuçlarına ilişkin bu şekilde kapsamlı sonuçlara
yer veren çalışmalar yapılmadı henüz, ama benzer sonuçların çıkacağını
kestirmek güç olmasa gerek. Öte yandan kitap okumaya ilişkin ülkemizin de
içinde yer aldığı istatistik kayıtlar önemli bir soruna işaret ediyor.
Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yıllık kitap satın alma miktarı, ortalama
120 dolarken Türkiye’de bu rakam 10 doların altında. Çünkü istatistikler
Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4’ünün kitap okuduğunu söylüyor. Kitabın
Türkiye’deki ihtiyaç maddeleri listesinde 235’inci sırada yer alıyor olması;
ülkemizde bir yılda basılan kitap sayısının Japonya’ya göre 120 kat daha az
olmasını ve Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu’nda, kitap okuma
oranında Türkiye’nin, 173 ülke arasında 86. sırada yer almasını yeterince
açıklıyor sanırım. Son olarak ülkemizi diğer ülkelerle değil de yine kendimizle
kıyaslarsak 1965’ten bu yana üniversite mezunu sayısının yüzde bin beş yüz
artmasına rağmen kitap okuma oranının yüzde on düşmüş olması hepimizi bir
miktar kaygılandırmalı sanırım.
Ne yapmadım?
Tıp biliminin ilk kuralıdır. “Primum non nocere” yani hasta olana “Her şeyden
önce, zarar vermeyeceksin.” Bunu, kitap okuma alışkanlığı kazanmaya
uyarlarsak eğer; zarar vermemek adına “Her şeyden önce, kitap oku
demeyeceksin” diye ele alabiliriz. Paradoksal gibi görünse de ilk kural çocuğa
o “sihirsiz sözü” her ne olursa olsun söylememek. Çünkü insan, yapısı gereği
emir cümlesi şeklinde tekrarlanan ve kendisine “zorla” yaptırılmaya çalışılan
etkinliklere karşı mesafe geliştirme eğilimindedir. O yüzden iyi niyetle de olsa
“aç biraz kitap oku” ya da “neden kitap okumuyorsun” gibi cümleler çocuğun
kitap okumaya ilişkin olumsuz bir tutum geliştirmesine neden olabilir. Hele ki
bu, herkesin salonda televizyon izlediği esnada “git odanda kitap oku”
10/13
şeklinde gerçekleşiyorsa, kitap okumaya mahkûm edildiği hissine kapılan
çocuğun kitap okumayı bir cezalandırılma aracı olarak algılamasına yol
açabilir, ki bu durum okumaktan nefret etmesinin de zemini hazırlıyor olabilir.
İşte, sırf bu yüzden eşimle evde kızımıza tek bir kez bile “kitap oku” demedik.
Ne Yaptım?
Öte yandan gün içerisinde sorduğu kimi soruları kitaplara bağlamaya çalışır,
ilgisini çeken konularla ilgili internetten kitap bakardık. Sık sık kitapevlerine
gider, istediği bir kitap varsa alırdık. Böylece kitapları çoğalmaya, o da
bundan hoşlanmaya dahası okumaktan büyük bir keyif almaya başladı. Öyle
11/13
ki bazen (uyku saatinin geçtiği zamanlar) kitap okumasına izin vermeyip
elinden aldığım bile oldu. Bilinçli bir şekilde yaptığım bu engellemelerin kitap
okuma isteğini kamçıladığını bile iddia edebilirim.
Son olarak şunu söylemeliyim ki, yoğun bir şekilde okuma alışkanlığına
sahipseniz kitap satın almada zaman zaman bütçenizin zorlanabileceği
durumlar ortaya çıkabilir. Bu durumun üstesinden gelmek için ben de kızımla
beraber bir kütüphaneye üye oldum. Kimliğinde bile fotoğraf yokken fotoğraflı
bir kütüphane üyelik kartının olması çok hoşuna gitti. Hala iki haftada bir
düzenli olarak kütüphaneye gider ve kitap ödünç alırız.
Recep KARATAŞ
Uzman Psikolojik Danışman
12/13