You are on page 1of 12

ÇOCUKLAR VE İNATLAŞMA

Yaşamın ilk yıllarında çocuk hayatta kalabilmek için anne babasına ihtiyaç
duymaktayken; bu durum çocuğun yürüme, dili kullanma ve isteklerini ifade
etme gibi becerilerinin gelişmesiyle giderek azalır ve 2-4 yaşlara gelindiğinde bir
yetişkine ihtiyaç duymadan bağımsız hareket etme ve kendi özerkliğini kabul
ettirme çabasına dönüşür. Bu dönemde bağımsız hareket etmek isteyen çocuk,
anne babanın söylediklerini reddederek yapmak istemezken; kendi isteklerinin
ise hemen yerine getirilmesini talep edebilir. Bu inatlaşmalar bazen mantıklı
olmayan isteklere dönüşür ve çocuk aslında istemediği bir şey için dahi anne
babayla inatlaşabilir. Kısa bir zaman dilimi içerisinde çocukların bu kadar farklı
şekilde davranıyor olmaları; dış dünya ile olan etkileşimlerinin ve bağımsızlaşma
isteklerinin artmasından, diğer bir deyişle çocuğun birey olma çabasından
kaynaklanmaktadır. Çocuk büyüme içgüdüsüyle hareket ederken, karşısına çıkan
kurallarla baş etmek zorunda kaldığında bazen ağlama,

inatlaşma, istediği olmadığında kendini yerden yere atma gibi çevresi tarafından
uygun görülmeyen tepkiler verebilir. Bu döneme kadar kontrolü elinde
bulunduran anne babalar için çocuklarındaki bu değişimle baş etmek oldukça
zorlayıcı bir durumdur. Yemek yeme, uyku saatleri, kıyafet seçimi, alışveriş ve
tuvalet eğitimi gibi pek çok konuda ortaya çıkan çatışmalar, anne babanın
zamanla çocuğu ‘inatçı’ olarak adlandırmasına yol açar.

Gerçekten Bazı Çocuklar Daha mı İnatçıdır?

İnatlaşma her yaştan çocukta görülebilecek bir durumdur ve özellikle gelişim


sürecinin bazı dönemlerinde çocukların anne baba ve diğer yetişkinlerin
koydukları kurallara karşı gelmeleri ve talepler karşısında direnç göstermeleri bir
birey olma yolunda beklenen ve istenen bir davranıştır. Özellikle 2-4 yaşları arası
dönemde ve sonrasında ergenlik döneminde ortaya çıkabilen bu inatlaşma
sürecinin ne kadar süreceği ve ne şiddette geçeceği ise aile tutumlarıyla yakından
ilişkilidir.

İnatlaşmanın beklenilen bir durum olduğundan habersiz olan anne babaların


birçoğu kendilerini çocuğuyla bir güç savaşı içerisinde bulurlar. Anne-baba-çocuk
ilişkisini yıpratan ve çocuğun gelişimini olumsuz etkileyen tutumlar nedeniyle,
geçici olan inatlaşma dönemi uzar ve içinden çıkılamaz bir duruma dönüşür.
Kendisiyle inatlaşan çocuğuna “ Ne kadar inatçısın, bir kere de söylediğimizi yap”
diyen, başka yetişkinlerin yanında çocuğunu ‘inatçı’ olarak etiketleyen ve
çocuğun inatlaşmaktan vazgeçmesi adına istenilen davranışın tam tersini
yapmasını söyleyerek çocuğa çelişkili mesajlar gönderen anne babalar
inatlaşmanın devam etmesine ve hatta kalıcılığına neden olabilirler.

Bazı durumlarda çocuğun inatlaşma davranışının kişilere, yere ve zamana göre


değişkenlik gösterdiği gözlemlenir. Bu tür durumlarda çocuğun iletişim içinde
olduğu kişilerin tutumları, çocuktan beklenen sorumluluklar, kurallar ve uygulanış
biçimlerinin gözden geçirilmesi uygun olacaktır. Birçok durumda çocuğun yaşına

1/13
ve gelişimine uygun olmayan beklentiler içerisinde olunması, koyulan kurallar
konusunda anne babanın tutarlı bir yaklaşıma sahip olmaması çocuğun karşı
gelme davranışına sebep olmaktadır.

Çocuğun fark edilme, sevgi ve ilgi görme ihtiyacı da anne babayla inatlaşmasına
yol açabilir. Anne babanın taleplerine karşı geldiğinde, onlarla inatlaştığında ilgi
gördüğünü fark eden çocuk bu tür istenmeyen davranışlarının sıklığını
artıracaktır. Böyle bir durumda anne babanın olumlu, olumsuz duygularını dile
getirmesi için çocuğu teşvik etmesi, çocuğun olumlu davranışlarını görerek
pekiştirmesi, çocuğa daha fazla zaman ayırması ve istenmeyen davranışları
karşısında kendi duygu ve düşüncelerini dile getirerek çocuğa örnek olması
yaşanan çatışmaları azaltacaktır.

Sonuç olarak, anne babalar inatlaşmanın bir birey olma yolunda gerekli bir süreç
olduğu dikkate alarak uygun bir tutum sergilediklerinde çoğu zaman geçici olan
bu inatlaşma dönemlerini başarılı şekilde atlatabilirler.

Çocuğun İnatlaşmalarıyla Başarılı Şekilde Başa Çıkabilmek İçin…

• Çocuğunuzla güç mücadelesine girmeyin: Çocuğun inatlaşmaları karşısında


sabırlı olmayı başarmanız, yaşadığınız sürecin normal bir süreç olduğunu kabul
etmeniz daha olumlu bir yaklaşım sergilemenizi sağlayacaktır. Çocuğunuzun
inatlaşmaları karşısında sakin kalmayı başarmanız ve talepleriniz konusunda
kararlı olduğunuzu bağırmadan çocuğa ifade edebilmeniz önemlidir.

• Basit ve anlaşılır kurallar belirleyin: Çocuğun bağımsızlığını başkalarına kabul


ettirme çabası olan inatlaşmaları, anne babanın çocuğa kural koymaması ve her
istediğini yapması anlamına gelmemektedir. Aksine çocuklar kuralları belirgin
olan düzenli bir yaşam içerisinde kendilerini daha güvende hissetmektedirler.
Yalnızca belirlenen kuralların çocuğun yaşına, becerilerine, ihtiyaç ve isteklerine
duyarlı, basit, anlaşılır ve az sayıda olmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.
Yaş ilerledikçe kuralların değişebileceği ve yeni kurallar gerekebileceği de
unutulmamalıdır.

• Önceden kuralları bilmesine izin verin: Çocuğun kendini güvende hissetmesi ve


anne babanın koyduğu kurallara uyum gösterebilmesi için aynı zamanda bu
kuralların önceden çocuğa açıklanmış olması gerekir. Yaşanan olumsuz bir olay
üzerine anne babanın çocuğa kural koyması çocuğun karşı koyma davranışını
tetikleyecektir. Çocuğun anlayabileceği bir dil kullanarak kuralları önceden
söylemek çocuğun inatlaşma davranışının önüne geçmede yardımcı olacaktır.

• Kuralları uygulamada anne baba olarak tutarlı olun: Çocuklar uymaları gereken
kuralların gerçekten bir kural olup olmadığını birçok kez test ederler. Eğer
annenin hayır dediğine babanın evet dediğini görürlerse ya da bir gün hayır
denilene ertesi gün evet denildiğini keşfederlerse kendi istediğinin olması için
inatlaşmayı sürdürecektirler. Bu nedenle anne baba ortak kararlar almalı ve
sonradan evet’e dönüşme ihtimali olan durumlara hayır dememeye özen
göstermelidirler.

2/13
• ‘Hayır’ anlamını yitirmesin: Önceden de ifade edildiği üzere belirli dönemlerde
çocukların anne babaya ‘hayır’ demeleri ve onlarla inatlaşmaları normal kabul
edilmektedir, fakat diğer birçok konuda olduğu gibi, çocuklar ‘hayır’ demeyi de
yetişkinlerden öğrenirler. Çok fazla ‘hayır’ kelimesini kullanan anne babaların
çocukları için bir süre sonra ‘hayır’ anlamlılığını yitirir ve çocuklar anne babayı
model alarak kendileri de sıklıkla ‘hayır’ demeye başlarlar. Bu durumun
yaşanmaması için anne baba, gerçekten gerekli olan durumlarda ve az sayıda
hayır demeyi hedeflemelidir.

• Çocuğa tercih hakkı vererek inatlaşmanın önüne geçin: Çocuğun bağımsızlık


girişimlerinin olumlu şekilde sonlanması kişilik gelişimi adına değerlidir. Bu
sebeple çocuğa verdiği kararların önemli olduğunu hissettirecek şekilde
davranılmalıdır. Çocuk eğitiminde bunun en uygun yolu anne babanın çocuğun
gelişimini iyi takip etmesi ve yaşanabilecek olumsuz durumlar için önceden önlem
almasıdır. Anne baba çocuğun inatlaşma ihtimali olan durumları önceden
düşünerek çocuğa cevabı hayır olabilecek sorular sormamaya özen
göstermelidirler. Örneğin dışarı çıkarken hava koşullarına uygun bir kıyafet
giymemekte ısrar eden çocuğa “ Elbiseni giyer misin?” diye sormak yerine “Bu
eteğini mi giymek istersin yoksa bu elbiseni mi?” şeklinde seçenekler sunarak
seçme hakkı verilmelidir. Bu şekilde muhtemel bir inatlaşmanın önüne geçilmiş
olacaktır.

• İnatlaşmanın sürmesi durumunda çocuğun dikkatini başka yöne çekin:


Çocuğunuz istediği şey için inatlaşmayı sürdürdüğünde öncelikle ona kuralları
hatırlatarak, istediğini veremeyeceğiniz için üzgün olduğunuzu dile getirin. Katı
hayır’lar yerine kendi duygularınızdan bahsetmeniz ve onu anladığınızı ifade
etmeniz çocuğunuza iyi hissettirecektir. Çocuğa kuralların hatırlatılması,
istediğinin neden olamayacağının sakince açıklanmasından sonra inatlaşmanın
sürmesi durumunda bir süre görmemezlikten gelinmesi uygun olacaktır. Buna
rağmen çocuğunuz sizinle inatlaşmayı sürdürüyorsa dikkatini sevdiği bir
oyuncağa ya da bir etkinliğe çekmeye çalışın, “Parka mı gitmek istersin yoksa
evcilik mi oynamak istersin?” gibi. Olabildiğince çok seçenek sunarak çocuğa
karar verme hakkı verdiğinizden size daha ılımlı yaklaşacak ve inatlaştığı
konudan uzaklaşacaktır.

• Kullandığınız dili değiştirin: Konuşurken emir veren ya da suçlayan bir dil


kullanıyorsanız çocuğun inatlaşma ihtimalini artıran bir dil kullanıyorsunuz
demektir. Bunun yerine kendi isteklerinizi ve duygularınızı ifade eden cümlelerle
konuşun. Örneğin, “ Çabuk odanı topla!” yerine “ Odanı dağınık görmekten
rahatsız oluyorum” ya da “Odanı derli toplu görmek istiyorum” diyebilirsiniz.

• Çocuğunuzun olumlu davranışlarına odaklanın: Çocuklar daha çok istenmeyen


bir davranış sergilediklerinde anne babalarının dikkatini çekmektedirler. Bu
şekilde sürekli olumsuz durumlarla karşı karşıya gelinmesi ise anne-baba-çocuk
arasındaki ilişkiye zarar vermektedir. Çocuklarının uyumlu olmasını, kurallara
uymasını isteyen anne babalar çocuklarının istenmeyen davranışlarından daha
çok istenen-olumlu davranışlarına odaklanmalıdırlar. Çocuk beklenen davranışı

3/13
sergilediğinde onu sözlü olarak takdir etmeniz ve davranışını beğendiğinizi dile
getirmeniz davranışın kalıcı olmasına yardımcı olacaktır.

www.maviailedanismamerkezi.com

Cangül ÖZER

4/13
ÇOCUĞUNUZ ARKADAŞI İLE SORUN YAŞADIĞINDA

Yard. Doç. Dr. Oktay Aydın

Çocukların sosyalleşme süreçlerinde en değerli yaşantılardan biri arkadaşlarıyla


yaşadıkları sorunlardır. Paylaşılamayan bir oyuncak, sırasını kaptırma, yapılan bir
şaka, söylenen bir söz… Çocukların sorun yaşaması için her şey bir bahane
olabilir.

Çocuklar arkadaşlarıyla tartışsalar da, arkadaşlıklarına kolay kolay son vermezler.


Öyle ki, çoğu çocuk için en çok sorun yaşadığı kişi en iyi arkadaşıdır aynı
zamanda. Bazı durumlarda arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmanın ardından bir süre
kırgınlık yaşayıp arkadaşına küsseler bile, kısa bir süre sonra barışıp kaldığı
yerden devam ederler.

Anne-babalar, çocuklarının arkadaşlarıyla ilişkileri konusunda çok hassastır. Bu


hassasiyetin kimi zaman gerçekçi nedenleri olsa da, genelde abartılı bir yanı da
vardır. Aşırı kaygılanan ebeveynler, çocuklarını korumak adına kontrolsüz tepkiler
verebilmekte ve gelip geçici bir sorunu daha da içinden çıkılmaz hale
getirebilmektedir.

Bu tür sorunlar aslında bir öğrenme-öğretme fırsatıdır. Anne-babalar, kaygılarını


kontrol altına alıp bu fırsatı kaçırmamalıdır.

- Sorun yaşayan çocuğa karşı hangi tepkileri vermemelisiniz?

Arkadaşıyla yaşadığı sorunu anne-babasıyla konuşmak isteyen çocuklardan


bazıları bu konuşmayı yaptıklarına pişman olabilmektedir.

Çünkü karşısında, onu anlamaktan uzak, sorunun çözümüne destek vermek


yerine kendisine tepki gösteren bir ebeveyn tutumu görünce, benzer durumlarda
konuşmamayı tercih edecektir.

Arkadaşıyla tartışan ya da herhangi bir sorun yaşayan çocuğunuza aşağıdaki


tepkileri vermemelisiniz:

Öfkelenip çocuğa çıkışmayın: Zaten yaşadığı sorundan dolayı huzursuz olan


çocuğa çıkıştığınızda, bu onun daha da huzursuz olmasına yol açacak ve sorunu
çözme becerisi zayıflayacaktır.

Uzun ve karmaşık nasihatler vermeyin: Nasihat, çocuğun anlaşıldığı duygusunu


hissetmesine engel olmaktadır.

Duyguların yoğunlaştığı durumlarda ona akıllıca cümleler kurmanız çok da ilgi


alanına girmeyecektir.

5/13
Bizim zamanımızda, ben senin yaşındayken diye başlayan cümleler kurmayın: Bu
tür cümleler, bir sorunun üstüne kurulduğunda son derece itici olmaktadır.

Bu cümlenin alt mesajında gizil bir aşağılama vardır. Sonuçta, çocuğa “Sen
beceriksizsin, yetersizsin.” mesajları gitmektedir. Doğaldır ki, bu alt mesajları
almak kimsenin hoşuna gitmez.

Ne yapması gerektiğine ilişkin kestirme tavsiyelerde bulunmayın: Sorunlar


karşısında birinin kısa yoldan önerilerde bulunması da çoğu zaman işe yaramaz.
İşe yarayan öneriler olsa bile, bu, çocukta bağımlılığın gelişmesine katkı sağlar.

Önemli olan, sorunu yaşayanın sorunla ilgili sorumluluğu üstüne alıp çözümü
üzerine kafa yormasıdır. Eğer, gerçekçi bir çözüm düşünülemezse o zaman
alternatif önerilerde bulunmak elbette anlamlı olacaktır.

Çocuğunuzla nasıl konuşmalısınız?

Çocuğunuz, arkadaşıyla bir sorun yaşadı ve bunu da sizinle paylaşmak istediyse,


harika bir fırsatla karşı karşıyasınız demektir. Konuşmanın pedagojik ilkelere
uygun olması açısından aşağıdaki aşamalar yol gösterici olacaktır.

-“Ne oldu anlatmak ister misin?” diye sorun ve onun sözünü kesmeden dinleyin.

- “Arkadaşın ne yaptı, nasıl davrandı?” diye sorun ve anlaşıldığını hissetmesini


sağlayın.

- “Arkadaşının bu davranışı karşısında ne hissettin?” diye sorun ve iç görünün


gelişmesini destekleyin.

- Anne-babalar da unutmamalıdır ki, iletişim kurmak sadece konuşmak değil,


çocuğun anlaşıldığı duygusunu hissetmesini sağlamaktır. Yine unutmayalım ki,
anlaşıldığını hissetme ihtiyacı sadece çocukların değil, hepimizin ihtiyacıdır.

6/13
HER ÇOCUĞUN BİR BAŞARI HİKAYESİNE İHTİYACI VAR

Yard. Doç. Dr. Oktay Aydın

Çocuklar doğdukları andan itibaren dış dünyayla sürekli bir alışveriş içindedir. Bu
etkileşimin, onun büyüme ve gelişme süreçleri açısından çok büyük bir etkisi
vardır. Çocukluğumuzun öyküsü, geleceğimizin genetik kodları olur.

Çocuğun bedensel, zihinsel, sosyal, duygusal ve davranışsal gelişimi, çevre ile


kurduğu ilişkinin ürünü olarak şekillenir. Çocuk bu süreçte kendini keşfeder ve
tanır; bulunduğu ortamdaki yerini ve konumunu öğrenir; etki ve güç alanını
kavrar. Bu etkileşimde en özel yere sahip olan ortamlar da, ev ve okuldur. Bu
ortamlarda çocuğa sunulanlar, onun dış dünya ile etkileşiminin kalitesini belirler
ve dolayısıyla kişisel gelişimini de olumlu ya da olumsuz olarak etkiler.

Çocuk ve dış dünya arasındaki etkileşimin çocuğa etki alanlarından bazıları


şunlardır:

Düşünme becerilerinin gelişimi: Çocuk dış dünyanın bilinmezleri ile


karşılaştığında sürekli bir soru sorma ve sorgulama yaşar. Sorduğu sorularla ilgili
izlediği yollar ve bulduğu cevaplar onun düşünme becerilerini geliştirir. O
nedenle, çocuklarda özellikle ‘derin düşünme’ gücünü geliştirmek çok önemlidir.

Kişilik gelişimi: Kişilik, bizim dış dünyaya tepki verme örüntümüzdür. Genetikten
etkilenmekle birlikte, dış dünya ile alışverişimizin yansıma alanlarından biridir.
Çocuğun kişilik motiflerinin nasıl şekilleneceği, hangi motiflerin daha baskın
olacağı çevre ile etkileşimin izlerini taşır.

Yeteneklerin açığa çıkması: Her çocuk doğuştan belirli yetenek alanlarına yatkın
olarak dünyaya gelir. Bu potansiyel yeteneklerin hangilerinin açığa çıkacağı ona
sunulan deneyimlere bağlıdır. Özellikle okul öncesinden başlamak üzere
çocukların yetenek ve becerilerinin sürekli ve düzenli olarak takip edilmesi
gerekir.

Benlik algısı ve özgüven: Benlik algısı, çocuğun kendini algılaması olarak


tanımlanır. Kendini algılamada en kritik duygu da özgüvendir. Bu algı ve duygu,
özellikle ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Yaklaşık olarak 1 yaşlarından
itibaren gelişmeye başlayan benlik algısı ve özgüven duygusu, ergenliğin sonuna
kadar kritik süreçlerden geçer. Bu nedenle, çocuğun büyüme ve gelişme
yolculuğunda ona verilen geri bildirimlerin çok önemi vardır.

Çocuğa bir başarı hikayesi nasıl yazdırılır?

Her insanın bir başarı hikayesine ihtiyacı vardır. Hepimiz geriye dönüp
baktığımızda başarısızlıklarımızdan çok başarılarımızı anlatmayı severiz.

Bu da doğaldır. Yetişkinliğimizde yazdığımız başarı hikayelerimizin başlangıç


noktası, çocukluğumuzda yazdığımız hikayelerdir. Öyleyse, her çocuğun başarı

7/13
hikayesi yazmaya hakkı vardır. Bu noktada, aşağıdaki birkaç öneri işinize
yarayabilir:

Çocuğun özellikle güçlü alanları gözden kaçırılmamalıdır: Çocuğun güçlü olduğu


alanlar gözlenmeli ve özellikle güçlü olduğu alanlarda sık sık kendini ifade etme,
bir şeyler üretme şansı verilmelidir.

Başarı duygusu tattırılmalıdır: Özellikle okul ortamlarında çocuklara mutlaka


‘yapabileceği’ türden sorumluluklar verilmeli ve başardığını görmesi
sağlanmalıdır. Ödevlendirmeler, projeler gibi sorumluluklar verilirken, onun
özellikleri ve tercihleri dikkate alınmalıdır.

Başarısızlıkların üstünde çok fazla durulmamalıdır: Eğer çocuk bir konuda


istenen performansı gösterememişse, onun üzerinde uzun uzun durulmamalıdır.
Elbette ki, başaramadığı şeylerle ilgili konuşulabilir, ipuçları verilebilir, öneriler
geliştirilebilir. Ancak, özellikle küçük yaşlarda başarısızlık algısının güçlenmesine
yol açacak davranışlar sergilenmemelidir.

Başarı dosyası hazırlanmalıdır: Çocukların ürünlerini içeren bir dosya, pano


hazırlanmalıdır. Bu dosya ya da panoda çocuk kendi seçtiği ve istediği ürünleri
saklayabilmeli ve sergileyebilmelidir. Bu çalışmaları hakkında çocuğun kendi
istediği zamanlarda konuşma yapılmalı; bunları hangi duygularla yaptığı, kendisi
için ne anlam ifade ettiği sorulmalı ve özellikle dile getirdiği olumlu duygu ve
düşünceler desteklenmelidir. Elbette ki, bunun için çocuğun tercih ettiği zamanlar
seçilmelidir.

8/13
KIZIMA KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞINI NASIL KAZANDIRDIM?

Rehber öğretmen olarak okulda verdiğim seminerlerde, anne babalara bazen


şu soruyu sorarım; Kaçımız çocuğunun düzenli bir şekilde kitap okumasını
ister? Sonra eklerim; Peki, kaçımız düzenli bir şekilde kitap okuyoruz? İlk
soruya ne kadar çok el kalkarsa ikincisine de o kadar az el kalkar maalesef.
Veliler olarak her ne kadar yeteri kadar kitap okumasak da özellikle gelişim
çağındaki çocuğumuzun kitap okuma alışkanlığı edinmesini çok isteriz. Çünkü
toplumsal öğretilerimiz kitap okumanın faydalı bir etkinlik olduğunu
öğretmiştir bize. Fakat aynı toplumsal öğretiler bu doğru bilginin hayata
geçirilmesinde nedense yetersiz kalıyor. Kitap okumanın, çocuğun duygularını
daha net ortaya koyabilmesine imkân verdiğini, hayal dünyasını genişlettiğini,
beynin analiz sentez yeteneğini geliştirerek çok boyutlu algılamaya katkı
sağladığını sezgisel olarak biliriz. Ama aynı yararı yetişkinlere de sağladığını
unutuyor muyuz ne?

Nöroloji Bilimi Ne Diyor:

 Kitap okumak, beyinde, yeni nöron ağlarının oluşmasına ve


güçlenmesine doğrudan katkı sağlar.

 Kitaplara erişimin okul başarısıyla güçlü bir ilişkisi vardır.

 Benzer gelir ve ebeveyn eğitim seviyelerine sahip ailelerde, evdeki


kitap sayısı çocukların okuma becerileriyle ve okul başarılarıyla doğru
orantılıdır.

 Çok kitabı olan çocukların yetişkinlikteki eğitim seviyeleri,


olmayanlara göre ortalama üç yıl daha uzun ve yetişkinlikteki
gelirleri daha fazladır.

 Çocuğun başarısı açısından evde kitap olması, anne babaların


eğitimsiz olması ile üniversite mezunu olması arasındaki fark kadar
önemlidir.

9/13
Ülkemizde kitap okumanın sonuçlarına ilişkin bu şekilde kapsamlı sonuçlara
yer veren çalışmalar yapılmadı henüz, ama benzer sonuçların çıkacağını
kestirmek güç olmasa gerek. Öte yandan kitap okumaya ilişkin ülkemizin de
içinde yer aldığı istatistik kayıtlar önemli bir soruna işaret ediyor.

İstatistik Bilimi Ne Diyor:

Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yıllık kitap satın alma miktarı, ortalama
120 dolarken Türkiye’de bu rakam 10 doların altında. Çünkü istatistikler
Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4’ünün kitap okuduğunu söylüyor. Kitabın
Türkiye’deki ihtiyaç maddeleri listesinde 235’inci sırada yer alıyor olması;
ülkemizde bir yılda basılan kitap sayısının Japonya’ya göre 120 kat daha az
olmasını ve Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu’nda, kitap okuma
oranında Türkiye’nin, 173 ülke arasında 86. sırada yer almasını yeterince
açıklıyor sanırım. Son olarak ülkemizi diğer ülkelerle değil de yine kendimizle
kıyaslarsak 1965’ten bu yana üniversite mezunu sayısının yüzde bin beş yüz
artmasına rağmen kitap okuma oranının yüzde on düşmüş olması hepimizi bir
miktar kaygılandırmalı sanırım.

Neyse ki kitap okumaya ilişkin böylesine olumsuzluklarla dolu bir iklim


içerisinde bile ülkemizde hala çocuğuna kitap okuma alışkanlığı kazandırmaya
çabalayanlar var. Bu yazıyı okuduğunuza göre siz de onlardan biri olmalısınız.

Ne yapmadım?

Tıp biliminin ilk kuralıdır. “Primum non nocere” yani hasta olana “Her şeyden
önce, zarar vermeyeceksin.” Bunu, kitap okuma alışkanlığı kazanmaya
uyarlarsak eğer; zarar vermemek adına “Her şeyden önce, kitap oku
demeyeceksin” diye ele alabiliriz. Paradoksal gibi görünse de ilk kural çocuğa
o “sihirsiz sözü” her ne olursa olsun söylememek. Çünkü insan, yapısı gereği
emir cümlesi şeklinde tekrarlanan ve kendisine “zorla” yaptırılmaya çalışılan
etkinliklere karşı mesafe geliştirme eğilimindedir. O yüzden iyi niyetle de olsa
“aç biraz kitap oku” ya da “neden kitap okumuyorsun” gibi cümleler çocuğun
kitap okumaya ilişkin olumsuz bir tutum geliştirmesine neden olabilir. Hele ki
bu, herkesin salonda televizyon izlediği esnada “git odanda kitap oku”

10/13
şeklinde gerçekleşiyorsa, kitap okumaya mahkûm edildiği hissine kapılan
çocuğun kitap okumayı bir cezalandırılma aracı olarak algılamasına yol
açabilir, ki bu durum okumaktan nefret etmesinin de zemini hazırlıyor olabilir.
İşte, sırf bu yüzden eşimle evde kızımıza tek bir kez bile “kitap oku” demedik.

Ne Yaptım?

Bebekliğinden başlayarak okuma yazma öğrenene kadar ona düzenli bir


şekilde hikâye kitapları okuduk. Kitaplarla dolu bir çalışma odasına aşina
olarak ve sık sık kitaplarımı karıştırarak büyüdü, ki bunun da kitap
okumasında ciddi bir yararının olduğunu düşünüyorum. Okuma yazma
öğrenme süreci başladığında, yatmadan önce kendisine kitap okumamızı
istediğinde ona “Artık okuma yazma öğreniyorsun. Kısa sürede kendi kendine
okumaya başlayacaksın ve artık biz kendi kitaplarımızı okurken sen de kendi
kitaplarını okuyabileceksin” mesajını sık sık vermeye başladık. Okuma
yazmaya geçince, hâlihazırda iki raf dolusu kitabı ve bu kitaplarla uzun
soluklu bir ilişkisi vardı.

Akşamları eşimle televizyonu kapatıp kitaplarımızı okumaya başladığımızda


kızım kendi kendine oynardı. Okuma yazmaya geçtiğinde de bu böyle sürdü.
İlk zamanlar oyuncaklarıyla oyalandı ve bir şeyler karaladı. Fakat ne olursa
olsun ona hiçbir şekilde “sen de gel bizimle kitap oku” ya da “hadi birlikte
kitap okuyalım” demeyecektik. Çünkü çocuğun, çevresindeki yetişkinlerin bir
etkinliği keyifle yerine getirdiğini izlemesi halinde er geç buna dâhil olmak
isteyeceğinin farkındaydık, ki öyle de oldu. Bir zaman sonra öğretmeninin
verdiği okuma kitabıyla o da yanımıza kuruldu. Birkaç gününü kitaptaki
resimlere bakarak geçirdi. Sonra bu süre gittikçe uzadı ve yavaş yavaş
okumaya evrildi. Nihayetinde çocuğun kitap okumanın zevkine varmasının,
biraz da kitap okuduğu anda içinde bulunduğu atmosferle ilgili olduğunun az
çok bilincindeydik ve bu durum kısa sürede meyvelerini vermeye başladı.

Öte yandan gün içerisinde sorduğu kimi soruları kitaplara bağlamaya çalışır,
ilgisini çeken konularla ilgili internetten kitap bakardık. Sık sık kitapevlerine
gider, istediği bir kitap varsa alırdık. Böylece kitapları çoğalmaya, o da
bundan hoşlanmaya dahası okumaktan büyük bir keyif almaya başladı. Öyle

11/13
ki bazen (uyku saatinin geçtiği zamanlar) kitap okumasına izin vermeyip
elinden aldığım bile oldu. Bilinçli bir şekilde yaptığım bu engellemelerin kitap
okuma isteğini kamçıladığını bile iddia edebilirim.

Son olarak şunu söylemeliyim ki, yoğun bir şekilde okuma alışkanlığına
sahipseniz kitap satın almada zaman zaman bütçenizin zorlanabileceği
durumlar ortaya çıkabilir. Bu durumun üstesinden gelmek için ben de kızımla
beraber bir kütüphaneye üye oldum. Kimliğinde bile fotoğraf yokken fotoğraflı
bir kütüphane üyelik kartının olması çok hoşuna gitti. Hala iki haftada bir
düzenli olarak kütüphaneye gider ve kitap ödünç alırız.

Bu anlattıklarım bir çocuğun kitap okuma alışkanlığı kazanmasında olmazsa


olmazlar değil elbet. Ben bile ders kitapları dışında bir kitabı ilk kez kendi
isteğimle alıp okuduğumda 20 yaşımı geçmiştim. Ama o günden bugüne
düzenli bir kitap okuyucusuyum. Peki, bu davranışı kazanmam
ebeveynlerimin (yukarıda söz edildiği şekilde) üstün gayretleri sonucu
olmadıysa nasıl oldu? Benim kitap okuma alışkanlığı kazanmamın, çeşitli
dışsal etkenlerin (doğru zaman, doğru kitap, doğru sosyal ortam) oluşturduğu
olasılıkların, ortaya çıkan bir takım içsel etkenlerle (arayış, ihtiyaçlar, hayatı
ve kendini anlama ve de öğrenme isteği) tesadüfî denkleşmesi sonucu
gerçekleşen istisnai bir olay olduğu kanaatindeyim. Benimki biraz şansa
kalmış bir olaydı, fakat siz çocuğunuzun kitap okuma alışkanlığı kazanmasını
şansa bırakmak istemiyorsanız şu daima aklınızda bulunsun: Çocuklar en
büyük taklitçilerdir ve anne baba olarak bizim davranışlarımızı, keza
“alışkanlıklarımızı” taklit etmeye eğilimlidirler. Bu anlamda yaşam
biçimlerimizle ve alışkanlıklarımızla çocuğumuza nasıl bir rol model
oluşturduğumuzun bilinciyle hareket edip onlara kimi güzel alışkanlıklar
kazandırmanın yollarını aramalıyız.

Recep KARATAŞ
Uzman Psikolojik Danışman

12/13

You might also like