You are on page 1of 641

sam
Sanatı ve Mimarisi
Mekke'de Harem-i Şerif Camii'nin ortasında yer alan Kabe, lslam dininin odak nokt
Müslüman hacıların ziyaret yeridir.

sam
Sanatı ve Mimarisi

Yayına Hazırlayanlar
Markus Hattstein ve Peter Delius

Literatür®
.

içindekiler

6 Genel Harita Suriye, Filistin ve Mısır:


164 Eyyubiler, Memlfiklar ve Haçlılar
8 Dünya Dini ve Kültürel Güç Olarak İslam
Markus Hattstein 166 Tarih A/mut von G/adi/J

172 Akdeniz: Doğu ve Batı Arasındaki Köprü Almut von G/adi/J


34 İslam Dünyasında Sanat ve Kültür 174 Mimari julia Gonnella, Viktoria Meinecke-Berg
O/eg Grabar 194 Bezeme Sanatları A/mut von G/adi/J

202 İslam Metal İşlemeciliği A/mut von Gladi/3


44 Cami O/eg Grabar
54 İslam'da Bilim Markus Hattstein
206 İsJ?anya ve Fas

Suriye ve Filistin: Endülüs Emevileri


58 Emevi Halifeliği 208 Tarih Markus Hattstein
Volkmar Enderlein 218 Mimari Natascha Kubisch

238 Bezeme Sanatları A/mut von G/adi/3

60 Tarih

64 Mimari Murabıtlar ve Muvvahidler

80 Yapı Bezemeleri 244 Tarih Markus Hattstein

254 Mimari Natascha Kubisch

268 Bezeme Sanatları Almut von G/adi/3


Irak, İran ve Mısır:
88 Abbasiler Gırnata Nasrileri
Sheila Blair, jonathan Bloom 272 Tarih Markus Hattstein

278 Elhamra Sarayı Jesus Bermudez L6pez

90 Tarih

94 Mimari

118 Bezeme Sanatları

124 İslam Süsleme Sanatı 298 Fas'tan Tunus'a Magrip

300 Tarih Markus Hattstein


Tunus ve Mısır: 310 Mimari Natascha Kubisch

128 Aglebiler ve Fatımiler 322 Bezeme Sanatları Natascha Kubisch


Sibylle Mazot 324 Ticaret ve Ticaret Yolları Peter W. Schienerl

Aglebiler

130 Tarih Doğu'nun İlk İmparatorlukları:


132 Mimari 328 Gazneliler ve Guriler
Sheila Blair, jonathon B/oom

Fatımiler

140 Tarih 330 Tarih

144 Mimari 334 Mimari

154 Bezeme Sanatları 342 Bezeme Sanatları

Sicilya ve Güney İtalya'daki Fatımi Etkileri

158 Tarih

160 Mimari ve Sanat


Orta Asya ve Anadolu: İran:
Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları 494 Safeviler ve Kaçarlar
346 ve Harezmşahlar
496 Tarih Markus Hatt.stein

Büyük Selçuklular ve Harezmşahlar 504 Mimari Sheila Blair, jonathan Bloom

348 Tarih Markus Hatt.stein 520 Bezeme Sanatları E/ke Niewöhner


354 Mimari 530 İslam Halıları Sheila Blair,jonathan Bloom
Sergej Chmelnizkij, Sheila Blair, jonothan Bloom

Anadolu Selçukluları 534 Osmanlı İmparatorluğu


370 Tarih ve Mimari joachim Gierlichs
536 Tarih Markus Hatt.stein

382 Büyük Selçuklularda Bezeme Sanatları Sheila Blair,jonathan Bloom 544 Mimari A/mut von G/adi/3

384 Anadolu Selçuklularında Bezeme Sanatları joachim Gierlichs 566 Bezeme Sanatları Almut von Gladi/3

574 İslam Hat Sanatı E/ke Niewöhner

Müslüman Moğollar:
386 Moğol İstilalarından İlhanlılara 578 Modern Çağda İslam
Sheila Blair, Jonathan Bloom

580 Tarih Markus Hatt.stein

388 Tarih 586 Egzotik Doğu'nun Peşinde Annette Hagedorn


392 Mimari 592 Mimari ve Sanat Annette Hagedorn

400 Bezeme Sanatları

601 Ekler
Orta Asya:
406 Timurlular, Şeybaniler ve Hanlıklar 602 Yazarlar

604 Kaynakça

Timurlular408 611 İslam Takvimi

408 Tarih Markus Hatt.stein 612 İslam Hanedanları

416 Mimari Sergej Chmelnizkij 620 Sözlük

426 Kitap Bezeme Sanatı Mukkadima Ashrafi 630 Dizin

639 Görsel Malzeme

Şeybaniler ve Hanlıklar30 640 Teşekkür

430 Tarih Wolfgang Holzwarth

436 Mimari Sergej Chmelnizkij

448 Mimari Bezeme Olarak Çini Sheila Blair,jonathan B/oom

Hint Alt-Kıtası:
452 Delhi Sultanlığı'ndan Babürlü İmparatorluğu'na
Philippa Vaughan

454 Tarih

464 Mimari

484 Bezeme Sanatları

490 Cennetin Bir Yansıması Olarak Bahçe Marianne Barrucand


Kuzey _!S.u�p _

o
·-'o
o

Yenge�
Dönencesi

Ekvator

FEZ

1000 km
..

KOMORLAR
9,7 .
Moroeı

DAGA�
Bering Denizi

MOGOLISTAN

okyo

Doğu Çin
Denizi

aipei
•'
TAYVAN

.o
,•

o
o,,
Bengol ·,
Körfezi
mm on
enizi
.

o
9.
()
'1

o
..
' oo
SRİ LANKA o o
0
. 0
o
MIKRONEZYA
o
• o
MALDIVLER ·..

: � Male
�·

o o

o
ŞAM
o
.

Dünya Dini ve Kültürel Güç Olarak Islam


Markus Hattstein

İslam kelime olarak "teslim olma'', Arap kültür alemi:


"boyun eğme", daha özgül ifadey­ Kadim Arabistan ve
le tek tanrı Allah'a kulluk etme an­ kültürel gelişimi
lamına gelir. Böyle bir ibadette bu­
lunanlara ve kendilerini Allah'ın Arap Yanmadası'nın köklü bir yer­
iradesine teslim edenlere Müslü­ leşim geleneği vardır; ama arke­
man denir. ologların nispeten çok az yerde ka­
Tek tanrı Allah'a ve İslam'ın zı çalışması yapması nedeniyle, bu
kutsal kitabı Kuran'da açıklandığı konuya dönük araştırmalar daha
biçimiyle Allah'ın insanoğluna me­ yeni başlamıştır. Kadim Arap kül­
sajını bildiren Peygamber Muham­ türünün en iyi belgelendiği yerler
med'e iman ikrarı bütün dünyada­ Yemen'deki Hadramut ve diğer
ki Müslümanları birleştirir. İslam'ın bölgeler ile Arap Yarımaclası'nın
beş temel şartına, yani "rükün"üne güney kesimidir; buralardaki deva­
uymak ve dinsel ibadette klasik sa yapılar ya da bunların yıkıntıla­
Arapça'yı kullanmak, Müslüman rı ve tahkimat alanları, merkezi
ümmeti arasındaki dinsel bağı Karnavtı olan kadim Mina krallığı­
oluşturur. İslam, insanların, adil ve nın (İÖ 4.-1. yüzyıllar), Kataban
müşfik olduğunu bilerek kendileri­ krallığının (İÖ 5.-1. yüzyıllar) ve
ni teslim ettikleri ve rahmetine gü­ Seba krallığının (İÖ 10. yüzyıl-İS 3.
vendikleri Allah'ın her yerde hazır yüzyıl) ihtişamına tanıklık eder.
ve nazır oluşunun bilincine varmak anlam_ına gelir. İnsanoğlu ancak Al­ Arap Yarımadası'nın kuzey bölgelerinde Bereketli Hilal'in etkilerini yansı­
lah'ın dilemesiyle ya da izin vermesiyle kendi başına hareket edebilir. İs­ tan ilk uygarlıkların izlerine rastlanabilir.
lam her ne kadar kendisini çok eski çağlardan beri varolmuş kadim bir tek­ Arap Yarımadası 3 milyon kilometre karelik bir alanı kaplar; ama bu­
tanrılı elinin dirilişi saysa da, en genç dünya dinidir. Kısa sürede başarıya gün olduğu gibi, geçmişte de geniş çöllerden dolayı seyrek nüfusluydu.
ulaşması ve Hz. Muhammed'in ölümünden hemen sonra Arap dünyası dı­ Kadim Arabistan kuzeyde Mezopotamya'yla (bugün Irak) sınırdaştı, gü­
şındaki kültürler arasında bile hızla yayılması, onu dinler,tarihinde benzer­ neyde ele Hint Okyanusu'na bakardı. Denizden gelen musonlar yarımada­
siz kılmıştır. nın güney kesimindeki dağ sıralarına bolca yağmur bırakır. Bu nedenle
Ortak bir dinin bu sıkı bağı çerçevesinde henüz başlangıç dönemlerin­ Yemen ve Umman'ın verimli bölgeleri eski çağlardan beri sürekli yerleşi­
den itibaren birçok özgün yerel, kültürel ve etnik özellik gelişme imkanı min bulunduğu kesimlerdir. Buradaki dağ yamaçlarına teraslar açılmış, son
bulmuştur; çünkü İslam boyun eğdirdiği ya da saflarına döndürdüğü kül­ derece gelişkin sulama sistemleriyle su taşınmış ve böylece ekime elveriş­
türlere ait unsurları sürekli özümsemiştir. İslam'cla defalarca yaşanmış din­ li geniş alanlar oluşturulmuştur. Buna karşılık, çöllerde sadece hurma
sel bölünme olayları da vardır; bunların en önemlisi ve kapsamlısı Sünni­ ağaçlarının bulunduğu, birbirinden kopuk birkaç vaha ve göçebelerin sü­
ler ve Şiiler arasındaki bölünmedir. İslam bir anlamda "birlik içinde ayrılık" rülerini dolaştırdığı seyrek otlaklar vardır. Yağmurlar güneydeki dağların
olarak nitelendirilebilir. Batıda Magrip'i, doğuda Çin'in ve Güneydoğu As­ üzerinde ele çok düzensizdir ve uzun kuraklık dönemleri yaşanır.
ya'nın bazı kesimlerini, güneyde bütün Arap ve Fars bölgesini ve Afrika'nın Somıç olarak, güneyin yerleşik ve varlıklı Arapları ile çöllerin yoksul
bazı kesimlerini kucaklayan, ayrıca Avrupa'cla gittikçe güçlü bir varlık bu­ yarı göçebeleri arasında eski çağlardan beri büyük bir uçurum vardı. Bu­
lan İslam kültürü, onu dinamik ve canlı tutan, ona dünya dinleri ve kültür­ nunla birlikte çöl sakinleri kervan trafiğinden kazanç sağlardı. Güneydeki
leri arasında seçkin bir yer kazandıran bir birlik ve çeşitlilik bileşimidir. varlıklı Araplar gemilerini donatır, muson rüzgarlarından yararlanarak se-

Karşı sayfada: Mekke kentindeki Kabe siyah bir örtüyle kaplıdır; hac mevsiminde Hadramut bölgesindeki Tarım derece verimli olan çok yönlü tarımla yük­
Suudi Arabistan bunun üstüne beyaz kumaş perdeler konur. Yemen sek bir yaşam standardına ulaşan güneydeki
Yüksekliği 11 m olan bu gri taş yapı, İslam'ın Melek Cebrail tarafından yeryüzüne indiril­ Geçmişi kadim Arap imparatorluğuna (10 Hadramut bölgesinin önemli kentlerinden
başta gelen kutsal mabedidir. İçine sadece diğine inanılan Hacerü'I Esved adlı siyah taş 1 O. yüzyıl) kadar uzanan Yemen'in elverişli Tarım, "Tütsü Yolu"nu izleyen ticarette
Müslümanlar girebilir. Adı Arapça'da "küp" Kabe'nin içindedir. İslam öncesi dönemde iklim koşull arı, güçlü bir sulama sistemine önemli bir rol oynardı. Kentte beş ila dokuz
anlamındaki kelimeden gelir ve yapının şekli­ bile, Kabe önemli bir kutsal yerdi. dayalı yüksek bir kültürün gelişmesine katkı­ kattan oluşan eski Arap tarzı dar konutları
ni belirtir. Kabe ipek ve pamuktan yapılmış. da bulunmuştu. Yoğun sulama sayesinde son görmek hala mümkündür.

DÜNYA DİNİ VE KÜLTÜREL GÜÇ OLARAK İSLAM 9


Petra kaya mezarları, Ü r d ü n
Petra kadim Arap kültür aleminin en önem­
li bölgelerinden biri ve İ Ö 4. yüzyıldan itiba­
ren Nebati Arap krallığının merkeziydi.
Nebatiler burayı canlı bir pazara dönüştür­
düler ve "Tütsü Yolu"nun büyük bir bö­
lümünü denetim altına aldılar. Böylece
Yunanlılar, Medler, Persler ve Mısırlılar ara­
sındaki ticaretten kazanç sağladılar ve mal­
larını korumak amacıyla birçok depo kur­
dular. İÖ 2. yüzyılda egemenlik alanlarını
Suriye ve Filistin'e kadar genişlettil er, ama
İ S 1 06'da Roma İ mparatoru Traianus karşı­
sında yenilgiye uğradılar. Bölge bir Roma
eyaletine dönüştürüldü. Petra'nın kaya du­
varlarına inşa edilmiş çok katlı tapınak ve
mezarlarda, taşlara kazınmış Aramca yazıt­
larda Nebati kültürünün karakteristi k belir­
tileri görülür. Uzun bir döne m unutulup gi­
den Petra ancak 19. yüzyıl başlarında
arkeologlarca tekrar ortaya çıkarıldı.

ferler düzenler ve özellikle Hindistan'ın Malabar kıyısıyla, kuzeydoğudaki İS 4. ve 5. yüzyıllardan sonra belli bir askeri kilitlenme ortaya çıktı. Her
Mezopotamya krallıklarıyla ve (kayıtlarda ilk kez İÖ 2100'de değinilen) ku­ iki büyük güç, yani Bizanslılar ve Sasaniler tampon devletler yaratmaya yö­
zeybatıdaki Mısır krallığıyla canlı bir dış ticaret yürütürdü. Ticarete konu neldi. Bu devletleri yöneten Arap vasallar, efendilerinin koruması altında
olan malların başında baharat ve tütsü gelirdi. "Tütsü Yolu"nun bütün Arap kültürel bağımsızlıktan yararlanma karşılığında askeri hizmet vermekle yü­
Yarımadası'na yayılmış ticari kavşaklarını aşan deve kervanları yarı göçe­ kümlüydü. Fars cephesinde Kufe yakınındaki Hira'yı başkent edinen Lah­
be kervan tacirlerine, belli çöl kentlerine ve vahalarına, sonuçta kuzey böl­ miler, Bizans cephesinde ise Basra'yı başkent edinen Hıristiyan Gassaniler
gesine bir ölçüde zenginlik kazandırırdı. Böylece Arabistan daha erken bir vardı. Her iki taraftaki Arap kabileleri bu büyük güçlerden savaş ve tahki­
dönemde Doğu ve Batı arasındaki ticaretin bağlantı odağı haline geldi ve mat teknikleri konusunda epey şey öğrendiler; böylece daha sonraları Hz.
Akdeniz bölgesindeki kültürel gelişime önemli etkide bulundu. Muhammed'in ve ilk İslam halifelerinin askeri başarılarında önemli rol oy­

Arabistan İÖ 6. yüzyılda Ahameniş hanedanı yönetimindeki Pers kral­ nayacak bilgiler edindiler.

lığının bir parçası haline geldi ve İÖ 539'da Arabiyye adıyla bir eyalete dö­
nüştürüldü. İzleyen dönemde Güney Arabistan çoğu batı kıyı şeridinde ol­ "Şark despotizmi": Bölgedeki yönetim biçimleri
mak üzere çok sayıda krallığın doğuşuna sahne oldu. Filistin sınırında yer
Mısır ve Mezopotamya'nın ilk ileri uygarlıkları için kullanılan terimle "su­
alan Petra merkezli Nebati krallığının kültürel zenginliği ticaret üzerine ku­
lama devletleri"nin ortak özelliği, devlete ilişkin mantıksal bir kavramın
ruluydu; Nebati sanatı İÖ 4. yüzyıl ile İS 1 . yüzyıl arasında en parlak çağı­
ilk kez ortaya çıkışı açısından, K. A. Wittfogel'in "Şark despotizmi" ola­
nı yaşadı. Bölge İS 106'da Roma İmparatorluğu'nca ilhak edildikten sonra,
rak nitelendirdiği yönetim biçimiydi. İlk İslam krallıklarında görülen bir­
Roma'nın görece yumuşak yönetimi altında büyük refaha kavuştu. Bu ge­
çok kurum, Şark'a özgü kadim yönetim ve idare biçiminin uzantısı ve de­
lişmenin en iyi bilinen örneği belki de yarı bağımsız Palmyra krallığıydı;
vamı olarak yorumlanabilir. Bu saptama özellikle halifelerin merkezi
ama 3. yüzyılda Kraliçe Zenobia'nın yönetimi altında gücüne aşırı güvene­
yönetimi, daha belirgin biçimde de Abbasi halifeliği için geçerlidir.
rek Roma'ya meydan okuması, İmparator Aurelius tarafından ezilmesiyle Söz konusu devletlerin su kaynaklarından ve yerel taşkınlardan ge­
sonuçlandı. Roma yönetiminin ticaret yollarını genişletmesinden ve düze­ niş çapta yararlanma gibi bir ortak çıkarı vardı; taşan Nil, Fırat ve Dicle
ne koymasından yarar gören Arabistan, bir süre sonra iki düşman cephe ırmakları çekilirken geride verimli miller bırakırdı. Merkezi idare altında
arasında sıkışmış bir konuma düştü. Bölgenin büyük gücü Roma'nın ve ar­ set inşasıyla kurulan ırmak kanalları sisteminin sağladığı yapay sulama,
dından Bizans'ın karşısında hasım olarak Fars krallıkları Sasaniler ve Part­ bu tür yöntemlere eşlik eden zengin tarımsal kültürün önkoşuluydu . Bu
lar gittikçe güç kazandı. devletlerde ekonominin temeli kendine yeterlilik, sosyal işbölümü, zo-

10 D Ü NYA D İ N İ VE KÜLTÜREL GÜÇ O LARAK İ S LAM


Eski bir Arap tanrısının dikilitaşı runlu hizmetler ve teknik ilerlemeydi; ilk başta hızlı seyreden teknik iler­
Tunus, Bardo Müzesi leme, daha sonra özellikle alet yapımı açısından yavaşladı.
Arabistan halkının çoktanrıcı olduğu dö­
nem, İslam kaynaklarında "cahiliye devri" Bu devletlerin ortaya çıkışı ordu tarafından korunan merkezi kentle­
olarak anılır. Eski Arap panteonunda çok rin kurulmasını getirdi. Katı bir idareye ve büyük pazaryerlerine sahip
sayıda tanrı ve tanrıça yer alırdı; güneş, ay olan bu kentlerde çanak çömlek ve zanaat ürünleri gibi ticari mallar alı­
ve seher yıldızı gibi göksel cisimlere ta­
nıp satılırken, sıkı kolluk gözetimi asayişi ve ticari alışveriş güvenliğini
pınma başlangıçta dinin önemli bir parça­
sıydı. Mekke'de ay tan rısı H übel'e kentin sağlardı. Küçük ataerkil aile yapısı ve mesleki ayrımlar temelinde zaman­
tanrısı, bir kabile tanrısı ve "evin [yani la sınıflara bölünmüş toplumlar gelişti ve böylece kentlerde orta ve üst
Kabe'nin] efendisi" olarak büyük saygı sınıflar oluştu. Kentsel idare sorumluluk alanları iyi belirlenmiş , katı ve
göste rilirdi. Ayrıca üç tanrıçaya tapılırdı:
Uzza (Venüs, sehe r yıldızı), Lat (ay tanrı­ resmi bir hiyerarşiye göre örgütlenmiş meslekten memurların elindeydi.
çası) ve Menat (kader tanrıçası). Bunlar Bu esasen tam oturmuş bir bürokrasiydi. İdare ve yasama merkezi yapı­
aynı zamanda "Allah'ın kızları" olarak anı­ ya sahipti ve titizlikle düzenlenmiş bir vergilendirme sistemi malların da­
lırdı. Peygamber Muhammed'in eski Arap
çoktanrıcılığıyla mücadelesi çeşitli evre­ ğıtımına yön verirdi. Ekip biçilen bitkilerin tedarikinde ve işlenmesinde
lerden geçerek hedefine ulaştı. sürekli bir genişleme vardı; buna karşılık hayvan besiciliği çok sınırlıydı
ve temelde egemen sınıfa ait bir ayrıcalıktı.
Siyasal egemenlik teokratik temellere dayalıydı: Hükümdar kentteki
dinsel kutlamalarda törensel takvime göre ilahi güçlerle ilişkiye aracılık
etme işlevini yerini getirdiği için dokunulmaz bir kutsallığa sahipti ve sa­
vaşlarda önderliği üstlenirdi. Genellikle ilahi hiyerarşide oğul konumun­
da görülürdü ve dinsel mutlakıyet düşüncelerine uygun olarak, egemen­
liği evrensel yasa sayılırdı. Mısırlıları ve Sümerlileri tanrı-krallar ya da
rahip-krallar yönetirdi. Tapınaklarda ilahlara tapınma ve sarayların varlı­
Büyük Kolonad ve Tetrapilon meydan okuyarak bağımsızlığını ilan etti. Bu­ ğı nedeniyle, bu krallıkların başkentleri ülke için birer merkez konumun­
Palmyra, Suriye nun üzerine 273'te Roma İ mparatoru Aure­
Orta Fırat'tan Şam'a uzanan kervan yolunda­ daydı. Tapınaklar erzak depolamak için ambar işlevini de görürdü ve
lius tarafından yıkıldı. Anayoldaki bu sıra sü­
ki mükemmel konum uyla büyük zenginliğe tunlu galerinin yanı sıra kentin görkemli mallar çoğu kez doğrudan tapınağın idari personelince dağıtılırdı; bu yet­
kavuşan Palmyra, İ ran Partları ve 2. yüzyılda binaları, kapıları, tapınakları, mezar kuleleri ki onların gücünü artıran bir etkendi. Hükümdarlar, görkemli binalar ve
bağlandığı Roma İ mparatorluğu arasında ve meydanları da Palmyra'nın eski zenginliği­
gittikçe karmaşıklaşan saray törenleri bir debdebe havasıyla çevriliydi.
önemli bir tampon devletti. 3. yüzyılda Kra­ ne ve kısa ömürlü gücüne tanıklık eder.
liçe Zenobia'nın yönetimi altında Roma'ya Bunun bir sonucu olarak, hükümdarlar avam tabakasından gittikçe uzak-

D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM 11


laşırken, muhafızları ve yakın danışmanlar sürekli artan bir siyasal güç
kazandılar. Sıkı bir örgütlenmeye dayanan, kışlalarda konuşlanan, piya­
de ve süvari (ya da savaş arabası sürücüsü) sınıflarına ayrılmış olan or­
du, hükümdarın üstünlüğünü kabul ettirmek için istediği an harekete ge­
çirebileceği bir askeri vurucu güç oldu.
Bilim alanındaki ilk düşünceler ve buluşlar büyük ölçüde pratik ve
teknolojik uygulama alanlarına dönüktü: Hidrolik mühendisliği, savaş si­
lahları tasarlama, matematik, geometri, astronomi, hekimlik ve büyü ba­
şat ya da yegane ilgi gören konulardı. Şark despotizmiyle yönetilen dev­
letlerin ortak özellikleri genellikle hatırı sayılır düzeydeki ekonomik refah
ve sosyal politika alanında gittikçe artan durağanlıktı.

Peygamber Muhammed'in yaşadığı dünya ve muhit

Hz. Muhammed öncesinde Arabistan aşırı uçlardaki iklim ve doğa koşul­


larından dolayı çağın büyük kültür merkezlerinin ancak çeperindeydi. Bu
merkezler Bedevilerin, yani göçebe çöl Araplarının oturduğu barbar bir
yer olarak gördükleri bu bölgenin kıt kaynaklarını kendi yararlarına sö­
mürme yoluna gittiler. Fakat Irak, Filistin ve Suriye kültürlerinin yayılma­
sıyla birlikte, düşünsel ve manevi yaşam, özellikle de Musevilik ve Hıris­
tiyanlık Arap :3.lemini etkilemeye başladı.
Romalıların İS 70'te Kudüs'ü ele geçirmesinden ve İS 1 35'teki Bar
Kocba ayaklanmasından sonra çok sayıda Yahudi ailesi Arabistan'a göç
etti . Bunlar orada kendilerine özgü bir kültür oluşturdular ve bazı kent­
lerde güçlü bir . konum kazandılar. Hz. Muhammed'in ortaya çıkışından
önce, sözgelimi Medine (o zamanki adıyla Yesrib) sakinlerinin yarısı Ya­
hudi'ydi. Arap yaşam tarzını özümsemekle birlikte dinleri açısından ayrı
bir zümre olarak kalan Yahudiler, çoktanrıcı bir ortamda bile tektanrıcı­
lığa ve kendilerini seçilmiş bir halk olarak görmenin getirdiği sarsılmaz
Mekke'deki K abe'yi gösteren bir !erde topografık doğruluktan çok kutsal ya­ kimlik bilincine sıkı sıkıya sarıldılar. Bu inançlar Hz. Muhammed üzerin­
Osmanlı çinisi, 1 6. yüzyıl, pını n en önemli unsurunu gösterme amacı de büyük bir etki bıraktı ve daha sonraları Yahudilere karşı izleyeceği tu­
Kahire, İ slam Müzesi gözetilir. Ö rneğin, bu çinide caminin altı mi­
tuma şekil verdi.
Bu çini Mekke'deki Harem-i Şerif Camii'nin naresi, minber ve İ brahim'in eşi Hacer ile oğ­
avlusunda yer alan Kabe'nin stilize bir tasvi­ lu İ smail'in susuzluktan ölmek üzere old uğu Özellikle Suriye, Filistin ve Mısır üzerindeki Bizans hakimiyetiyle bir­
riyle bezenmiştir. Caminin sütu nlu gezi ala­ bir sı rada Allah'ın çölden fışkırmasını sağla­ likte Arap :3.leminde Hıristiyanlığın etkisi daha güçlü biçimde hissedilme­
nı, desenin iç çerçevesini oluşturmaktadır. dığı Zemzem Kuyusu görülmektedir. ye başladı. Habeşistan halkı ve Orta Arabistan'ın ticaretle uğraşan göçe­
Kitap tezyininde de rastlanan bu tür tasvir-
be kabileleri de Hıristiyan'dı. Bu Doğu Hıristiyanlığı Süryani kilisesinin
otoritesi altındaydı ve çeşitli karakteristik özellikleriyle Batı Hıristiyanlı­
ğından ayrılmaktaydı. Hz. Muhammed'in daha sonraki birçok kelamı, Mı­
sır Koptları ve diğer Monofizitler (İsa'nın tek bir doğaya sahip olduğunu
savunanlar) aracılığıyla Hıristiyanlığa aşina olduğunun kanıtı olarak gö­
rülebilir. O dönemde bölgede dolaşan bir dizi apokrifa metni mevcuttu
ve Arabistan'da münzevilerin çoğu kez aşırıya varmış biçimlerle sür­
dürdüğü çöl manastır yaşamının bilinen örnekleri vardı. Kadim çoktanrı­
cı Arap inancının çoktan gücünü yitirmiş olması nedeniyle, Hz. Muham­
med'in gençlik döneminde Arabistan esas olarak Hıristiyanlaşma yolunda
gibiydi.

Kabe'nin anahtarı, Osmanlı, Paris, mıştı. Osmanlılar 1 5 1 7' de bu hükümranlığı Kadim Arap inancı ve Mekke'ye hac ziyareti
Louvre Müzesi ve dolayısıyla sembolik "anahtar gücü"nü ele
Kabe'ye ve hacıların törensel vecibeleri ye­ geçirdiler. Mekke'nin ve hac ziyaretinin de­
rine getirişine nezaret etmek her ne kadar netimi l 924'ten beri Suudi Arabistan krali­ Kadim çoktanrıcı Arap inancının geçerli olduğu dönem İslam kaynakla­
Benu Şeyban sülalesinin soyla geçen bir ayrı­ yet ailesinin elindedir. Kral Fahd 1 986' da rında "cahiliye devri" olarak nitelendirilir. Arapların eskiden doğaya ve
calığı olsa da, Mekke ve Medine üzerinde hü­ kral unvanından resmen vazgeçerek, bunun
merkezinde güneş, ay ve seher yıldızının yer aldığı göksel cisimlere da­
kümranlık Fatı miler, Selçuklular ve Eyyubiler yerine " İ ki Kutsal Mekanın Koruyucusu" sa­
gibi birçok hanedana dinsel itibar kazandır- nını aldı. yalı bir külte sahip olduğu söylenebilir; Mekke'deki K:3.be'de haJa bulunan

12 D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç OLARAK İ S LAM


Hacerü'l Esved adlı meteorit bu kültün bir parçası sayılabilir. Mekke'de ta­ Mekke'deki Kabe'nin gece görünümü ne kadar güçlü olduklarını göstermeleri için
pılan Hübel adlı tanrı, kadim Arap dininin merkeziydi; ama zamanla "Al­ Şartları uygun bütün Müslümanlar için farz yandaşlarından Kabe çevresinde üç kez koş­
olan Mekke'ye hac ziyareti sırasında, mümin­ malarını ister. Bu adet o zamandan beri hac
lah'ın kızları" olarak anılan Uzza, Lat ve Menat adlı üç tanrıça daha vardı. ler Kabe'yi çevresinde yedi kez dönerek ta­ ziyaretinin bir parçasıdır. Müminler haccın
Arapça'da tanrı için kullanılan cins isim "ilah"tı ve belli bir tanrıdan vaf ederler. Geleneğe göre, Hz. Muhammed sonunda da veda tavafı için Kabe'nin etrafın­
söz edildiğinde "el-ilah" denirdi. Daha Hz. Muhammed'den önce bu iba­ Mekke'ye vardığında, düşmanları Müslüman­ da dönerler. Kuran şunu belirtir: "Yolculuğa
ların hummaya yakalanarak takatsiz düştüğü gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar
re kısaltılmış bir biçimle genel anlamda tanrı, özel olarak tek tanrı
şayiasını yayarlar. Bunun üzerine, Peygamber üzerinde bir hakkıdır." (3:97)
anlamında "Allah"a dönüşmüştü. Bu tek tanrı Mekke'deki Kabe'ye atıfla
çoğu kez "evin efendisi" olarak anılırdı. Ama başlangıçta Allah esas ola­
rak bir kabile tanrısının unvanı olarak kullanılırdı. Kesin bir biçimde tek­ dı. "Hacc-ı ekber"in belli ayrıntıları açık biçimde kadim Arap etkisini yan­
tanrıcı olarak nitelendirilmeleri mümkün olmasa da, eski Araplar bu doğ­ sıtır. Bunun bir örneği, bir tür dinsel sığınma hakkı ve dokunulmazlık gü­
rultuda eğilimler göstermeye başlamışlardı. Kuran'daki çeşitli pasajlar biz­ vencesi olarak, mabette ve çevresinde "Allah huzuru"nun hüküm sürme­
zat Hz. Muhammed'in gençliğinde ilahilik düşünceleriyle geniş çapta bo­ si gerektiği düşüncesidir.
ğuştuğuna işaret etmektedir. O dönemin Arabistan'ında, "Allah yolunda Hz. Muhammed 630'da bütün putları çıkararak Kabe'yi "temizledi. "
giden" (hanif), yani çoktanrıcılıktan vazgeçerek tektanrıcı olduklarını ilan Eskiden Mekke'de çok sayıda kült nesnesine saygı gösterilir, hatırı sayılır
eden kişilere olumlu gözle bakılırdı. Kadim Arap inancının daha Muham­ büyü ve ayin adetleri yerine getirilirdi. Kuran'ın ruhlar, melekler ve cin­
med'in ortaya çıkışından önce inandırıcılığını büyük ölçüde yitirdiğini söy­ ler dünyasıyla ilgili ifadelerinin kaynağı da kadim Arap geleneğidir. Ku­
lemek doğru olur. Özellikle Mekke'de bu inançtan geriye kalan şeyler din­ ran'da peygamberler ile gaipten haber verdiğini söyleyen falcılar, kahin­
sel görenekti; Mekke'ye hac ziyareti de dahil olmak üzere bu göreneğin ler ve büyücüler arasında bir ayrım yapma çabaları, kadim Arap adetleri­
büyük bir bölümü Hz. Muhammed tarafından benimsenerek İslamlaştırıl- nin İslam döneminde de varlığını sürdürdüğüne işaret etmektedir.

D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM 13


de bulunarak, insanoğlunu toplumsal umursamazlığa ve maddi çıkarla­
Hz. Muhammed'in hayatı
rı hayatın ana gayesi haline getirmeye karşı uyardı. Ayrıca kadim Arap
Hz. Muhammed 570 dolayında Mekke'de doğdu. Babası onun doğu­ dininin çoktanrıcılığına, özellikle de Allah'ı ikincil tanrılarla ilişkilendir­
mundan önce ölmüştü . Annesini ise altı yaşındayken kaybetti. Önce de­ meye veya ona ortaklar koşmaya, yani İslam'daki kavramla "şirk"e kar­
desi ve ardından (yaklaşık 578'den itibaren) amcası Ebu Talib tarafın­ şı çıktı.
dan yetiştirildi. Hz. Muhammed büyüyünce kervan ticaretiyle uğraşmaya Hz. Muhammed'in Mekke'deki konumu 620'den sonra gittikçe zor­
başladı ve yaklaşık 25 yaşındayken kendisinden 1 5 yaş büyük ve varlık­ laştı; çünkü putperest çoktanrıcı anlayışa karşı çıkmada daha katı bir tu­
lı bir dul olan Hatice'yle evlendi. Eşine 6 19'daki ölümüne kadar sadık tum almasıyla birlikte, düşmanları onu inançlarından dolayı alaya al­
ve sevecen bir koca olarak davrandı. Çiftin üç oğlu ve dört kızı oldu; maya başladı. Bunun üzerine, Hz. Muhammed ve yandaşları 622'de
ama bütün oğulları daha bebekken öldü. Medine'ye göç etmeye ("hicret") karar verdi. Bu tarih İslami takvimin
Hz. Muhammed 40 yaşına vardığı 610 dolayında Allah'tan ilk dinsel başlangıcı sayılır. Medine'ye vardıktan sonra, Hz. Muhammed sırf öğüt
çağrıyı aldı. Kuran'ın tebliğ edilen ilk ayetlerinin yer aldığı 96. suresin­ veren bir kişi olmaktan çıkarak, uzak görüşlü bir devlet adamına ve si­
deki ayrıntılı anlatıma göre, bu olay Allah'ın baş meleklerinden Cebra­ yasal hakeme dönüştü: 623 'te yeni Müslüman cemaati için bir yönetim
il'in Hz . Muhammed'e görijnerek " Oku!" (İkra) diye emretmesiyle baş­ sistemi hazırladı ve Medine'deki geniş Yahudi cemaatiyle bağlantı kur­
lar. Hz. Muhammed kuruntunun ve bunalımın eşlik ettiği bir içgözlem du. İki cemaatin başlangıçta mutabakat temelinde bir arada yaşamasına
döneminden sonra, "Allah'ın elçisi" (resulullah) olarak kendisine veri­ karşın, sonunda gelişmeler Yahudilerin Medine'den sürülmesi noktası­
len görevi kabul etti. Aldığı vahiyler doğrultusunda Mekkelilere öğütler- na vardı. Onl ,arı yeni dine döndürme girişimlerinden sonuç alamayan
Hz. Muhammed, zamanla Museviliğe karşı gücenik ve hoşgörüsüz bir
tavır takındı. Oysa Museviliğin birçok dinsel fikrine yakın duruyordu .
Bunların başında da İbrahim' i bir ilk Müslüman, p eygamberin bir pro­
totipi ve tektanrıcı bir kişi (hanif) saymak ve Allah'a ibadet etmek üze­
re Mekke'de Kabe'yi inşa payesini ona vermek geliyordu . Hz. Muham­
med 624'te Kudüs yerine Mekke'yi kıble seçerek, namazda yüzün
döndürüldüğü yönü değiştirdi.
Müslümanlar 625-630 arasında Mekkelilerle bir dizi silahlı çatışma­
ya girdiler. İki taraf karşılıklı olarak kervanlara saldırdı ve Hz. Muham­
med özellikle "Hendek Savaşı"nda hünerli bir askeri komutan olduğu­
nu da kanıtladı. Kuran'ın Medine döneminde inen sureleri, savaştaki
başarılarını doğal olarak Allah'ın eseri sayan Hz. Muhammed'in ve Müs­
lümanların duyduğu özgüvene tanıklık eder. Daha da önemlisi, Hz. Mu­
hammed Mekke'den gelme "eski mümin"ler, yani il.k yandaşları ile Me­
dine ve çevresinin "yeni mümin"leri arasındaki tehlikeli gerginlikleri
ustalıkla gidererek cemaatindeki dayanışmayı pekiştirdi.
Sonunda Hz. Muhammed doğduğu kent Mekke'ye Ocak 630'da mu­
zaffer bir şekilde girdi ve merhamet göstererek bütün eski hasımlarını
bağışladı. Kabe'yi putlardan "temizledi" ve Mekke'ye hac ziyaretini bir
Müslüman vecibesi ilan etti. Mekke'ye "veda haccı"ndan üç ay kadar
sonra, Bizans ve İran topraklarını ele geçirmeye yönelik seferler tasar­
ladığı bir sırada, kısa süren bir hastalığın ardından 8 Haziran 632'de Me­
dine'de hayata veda etti.

Hz. Muhammed'in kendisine bakışı:


"Peygam berlerin Mührü"

İlk dinsel çağrıyı almasını izleyen kısa bir tedirginlik döneminin ardın­
dan, Muhammed'in kendisine inen vahiylerin doğruluğuna son derece
inandığı ve bu inanca bağlı olarak özellikle Medine'ye göçten sonra da-

İbrahim Peygamber, Osmanlı minyatürü, lenlere vermesini diler. Ardından oğlu İ sma­
1 583. İ stanbul, Türk ve İslam Eserleri Müzesi il'le birlikte Allah'a ibadet edilecek bir yer ola­
Müslümanlar İ brahim'i ilk peygamber ve ilk rak Kabe'yi inşa eder. İ brahim haniflerin, yani
hanif ("Allah yolunda giden") sayar, Mek­ çoktanrıcı bir ortamda Allah'ın yolundan gi­
ke'deki mabetle yakından irtibatlı görürler. den tektanrıcıların prototipi sayılır. Bu gele­
Kuran'a göre, İ brahim bir gün Allah'a yakara­ nek uyarınca, İslam kadim Arap çoktanrıcılığı­
rak Mekke'yi güvenli bir yer haline getirmesi­ nın öncesine bakar ve Mekke'yi özgün bir
ni ve yurt olarak kendisine ve soyundan ge- tektanrıcılıkla ilişkilendirir.

14 D ÜNYA D İ N İ VE K Ü LTÜREL G Ü Ç O LARAK İSLAM


Medine Camisi'nde vaaz veren Müslüman cemaatin ilk anayasasını hazırlaya­
Hz. Muhammed, Arap minyatürü, rak 623'te ilan etti. İslami cami tasarımına te­
1 4. yüzyıl mel oluşturan Medine'deki evinin avlusunda
Yeni Müslüman cemaatinin 622'de göç ettiği namaz kıldırdı ve vaazlar verdi. Hz. Muham­
Medine'de, Peygamber bu topluluğun önde­ med cemaatin zamanla büyümesi üzerine,
ri olarak siyasal görevlere gittikçe daha çok bütün müminlerin kendisini görmesi ve duy­
ağırlık verdi. Uyuşmazlıklarda hakemlik yap­ ması için 628/629'da üç katlı bir m inber inşa
mak ve Yahudi cemaatiyle müzakereleri yü­ ettirdi.
rütmek gibi alanlarda etkin bir rol üstlendi.

Aşağıda: M usa ve Muhammed Adem'i kötü ve iyi ruhları ayırırken gördüğünü


peygamberler melek Cebrail'le birlikte ve Musa'yla karşılaştığını belirtmiştir. Musa'nın
Berlin, İ slam Sanatı Müzesi kaç vakit namaz kılmasının öngörüldüğünü sor­
Hz. Muhammed'in göğe yükselişi (miraç) İ slam ması üzerine, Hz. Muhammed bu sayının gün­
minyatür sanatının gözde bir temasıdır. Bu mo­ de elli olduğu karşılığını verir. Musa şöyle der:
tifin kökeni Kuran'da anlatılan biçimiyle Al­ "Namaz zor bir şeydir ve senin kavmin de za­
lah'ın ulaklarının Peygamber'e görünmesine yıftır." Ardından namaz sayısında bir indirim iç­
dayanır. İ bn İ shak'ın aktardığı hadislere göre, in Allah'a başvurmasını sağlar ve böylece bugün
Hz. Muhammed melek Cebrail'in yol gösteri­ de farz olan beş vakit namaz sonucuna varılır.
ciliğinde arşın yedi katından geçtiğini, orada

Sütannesi Halime tarafından emzirilen Hz. Muhammed daha sonra dedesi tarafından
öksüz Muhammed, Siyer-i Nebi'den büyütüldü. Dedesinin 578'de ölmesi üzerine,
minyatür, İ stanbul, 1 6. yüzyılın ikinci yarısı amcası Ebu Talib onu evine aldı ve inançları­
Hz. Muhammed 570'te Haşimi kabilesinin bir na sıkı destek vererek, ölümüne (6 1 9) kadar
mensubu olarak Mekke'de doğdu. Babası Ab­ onu saldırılardan korudu.
dullah onun doğumundan önce ölmüştü; an­
nesi Amine'yi de altı yaşındayken kaybetti.

D ÜNYA D İ N İ VE K ÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM 15


ha da güçlenen bir görev duygusu edindiği tartışma götürmez bir ger­
çektir. Peygamber'in Müslüman ümmetin önderi olarak taşıdığı ko­
num, ilahi vahyin kudretine ve kendi kişiliğine dayalıydı. Hz. Mu­
hammed ilk andan itibaren Müslümanlığı esasen iç dünyaya dönük
bir din olarak değil, sosyal-siyasal (ve daha sonraları "ulusal") mis­
yona sahip bir din olarak gördü . Öyle ki, İslam'ın ilk döneminde din
ve siyaset birbirinden ayrılmaz şeylerdi ve aynı tutum bugün de ha­
la belirgin olarak sürmektedir. Hz. Muhammed antlaşmalar yaptı,
ama din savaşlarına girmekten de kaçınmadı. Uyuşmazlıklarda bir
hakem rolünü üstlendi, düşmanlarını ve "münafık"ları cezalandırdı,
kendisi ve ümmeti için siyasal iktidar mücadelesi verdi.
İslam'ın kendisini kavrayış biçimini ve Müslümanların özellikle
ortaçağdaki kültürel üstünlük duygusunu anlamak için, Hz. Muham­
med'in üstlendiği görevi yeni bir din kurmaktan ziyade, eski çağlar­
dan beri varolmuş asli tektanrıcı itikadı yeniden benimsetmek gibi
düşündüğünü ve kendisini, hepsi de tek tanrılı aynı dine delalet et­
miş uzun bir peygamberler silsilesinin son halkası olarak gördüğünü
göz önünde tutmak gerekir.
İslam anlayışına göre, Allah ilk ahdi A dem'in zürriyetiyle, özel­
likle Nuh'la yapmıştır. İbrahim tek tanrının varlığını ve birliğini be­
yan eden ilk peygamber kabul edilir; Musa yasa koyucu ve Tevrat'ı
getiren peygamber sayılır; İsa ilahi hakikati yayan ve Muhammed'in
doğrudan habercisi olan büyük bir öğütçü ve seçkin bir peygamber
olarak görülür. "Peygamberlerin Mührü" olan Hz. Muhammed'le bir­
likte , bu silsile son noktasına varmıştır ve Allah'ın peygamberler ara­
cılığıyla gönderdiği vahiyler tamamlanmıştır.
Hz. Muhammed'e göre, Yahudilere ve Hıristiyanlara tek hakikat
bildirilmiş, ama onlar bunu çarpıtmış ya da gözardı etmiştir. Onun
aracılığıyla aynı hakikat artık yeni ve berrak bir ışıkla insanlara gö­
rünecektir. Bu bakış açısından hareketle, Hz. Muhammed'in ilk baş­
larda Yahudilerin ve Hıristiyanların İslam'a dönmekte pek güçlük
çekmeyeceğine sahiden inandığı söylenebilir

İslami hayatın direkleri; Kuran'ın yapısı ve mesajı

Kuran, Hz. Muhammed'e inen vahiylerin bir derlemesidir ve İslam'ın


kutsal kitabıdır. Arapça'da kur'an kelimesi "okumak" ya da "ezbere
okumak" anlamına gelir. Müslüman anlayışına göre , Kuran'ın özgün
metni (Arapça'da ümmü'l-kitab , yani "kitapların anası") Allah katın­
da ezelden beri kayıtlıdır ve insanlara bildirilen Kuran buna kelime­
si kelimesine denk düşer. Dolayısıyla , Kuran'ın özgün vahiy dilinden,
yani klasik Arapça'dan başka bir dile çevrilip çevrilemeyeceği uzun
bir dönem tartışma konusu olmuştur. Şimdiki biçimiyle, Kuran uyak­
lı düzyazı biçiminde ve farklı uzunluklarda 1 1 4 sureden oluşur. Su­
relerin en uzunu ("Bakara") 286, en kısaları ise sadece üç ayetten olu­
şur. Sureler inişteki kronolojik sırayla verilmez; çoğu başlı başına tam
birimler değildir ve metnin çeşitli parçalarından oluşur. Sureler aza­
M uham m ed'in Bura k adlı binekle ne karşın, Kudüs daha sonra da İslam'ın bir kut­ lan uzunluk sırasına göre düzenlenmiştir ve kural olarak, ana tema­
gökyüzündeki gece yolculuğu sal kenti olarak kaldı. Kanatlı ve insan başlı ya ya da giriş temasına göre adlandırılır. Dahası, 9. sure dışında hep­
İ ran minyatürü, 1 45 8, İ stanbul, Tür k ve İ slam sfenkse ya da kentaura benzer bir yaratık olan
si besmeleyle başlar. Kısa olan ilk sure "Fatiha" özel bir konuma
Eserleri Müzesi Burak, İ slam resminin gözde bir temasıdır. Ge­
Minyatüre konu olan olay, 1 7. suredeki anlatı­ ce yolculuğu öyküsünün geçmişi Yakup'un göğe sahiptir ve bir dua gibi Kuran'ın başına yerleştirilmiŞtir.
ma göre, Allah tarafından Peygamber'in Mek­ yükselen merdiven görüsü (Tekvin 28: 1 0-22) Hz. Muhammed'in ölümünden hemen sonra, ilk halife Ebubekir,
ke' den Kudüs'e götürüldüğü ve geri getirildiği gibi eski dinsel temalarına ve doğu masallarına Kuran surelerinin derlenmesini ve kayda geçirilmesini sağladı; daha
gece yolculuğudur. Bu iki kutsal yer arasındaki kadar iner.
bağlantıları vurgular. Hz. Muhammed'in 624'te önce bunlar sözlü geleneğe göre Peygamber'in sahabelerince akta­
kıbleyi Kudüs yerine Mekke olarak belirlemesi- rılmıştı. İlk dönemde birkaç metni olan Kuran'ın şimdiki standart ver-

16 D Ü NYA D İ N İ VE KÜL TÜREL G Ü Ç O LARAK İS LAM


Hz. Muhammed ve müminler
Mekke yolunda
Siyer-i Nebi'den minyatür, İ stanbul,
16. yüzyılın ikinci yarısı
Medine'ye 622'deki hicretten sonra, yeni
Müslüman cemaat ile Mekke ahalisi arasın­
daki ilişkiler son derece gerginleşti. Müslü­
manlar önce kervanlara yönelik saldırılarla
başlayan ve zamanla meydan muharebele­
rine bürünen bir çatışma sürecinde 630'a
kadar Mekkelilerle savaşa tutuştu. Hz. Mu­
hammed 630 başlarında yandaşlarıyla bir­
likte neredeyse hiç muhalefetle karşılaş­
maksızın Mekke'ye girmeyi başardı; çünkü
direniş göstermeyen herkesi esirgeyeceği­
ne önceden söz vermişti. Bütün putları çı­
karıp atarak, Kabe'yi İslam'ın ana mabedi
haline getirdikten sonra, iyiliksever bir yö­
netim sergileyerek Mekkelilerin kısa süre­
de yeni öğretileri benimsemesini sağladı.

D ÜNYA DİNİ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ SLAM 17


siyonu, bir ulema heyetince gözden geçirilmiş metni dağıttıran ve di­
ğer bütün metinleri kaldıran üçüncü halife Osman'ın döneminden
kalmadır. Dolayısıyla, bu versiyon sonunda meşru Kuran haline gel­
di ve surelerin şimdiki düzenini belirledi. Surelerin genellikle Al­
lah'tan Hz. Muhammed'e doğrudan bir hitabı içermesi nedeniyle, İs­
lam'da ezbere okumaya özel değer verilir. Kuran'ı usulüyle okuma
sanatı, yani tilavet, dilbilim ve kalıplar açısından çok zordur. Kişinin
çoğu kez kapsamlı eğitimi gerektiren sıkı kurallara uyması gerekir.
İçeriği ve iniş zamanı açısından, Kuran kabaca üç Mekke evresine
ve bir Medine evresine ayrılır. Birinci Mekke dönemine ilişkin en eski
ayetler (özellikle 96. ve 74. surelerde) Hz. Muhammed'in dinsel çağrı­
yı alışını konu alır ve "kitaplı kavim"lerin (özellikle Yahudilerin ve Hı­
ristiyanların) geleneksel kutsal kitaplarıyla bağlantıyı öne çıkarır. Mek­
ke döneminin başlarında inen sureler (örneğin 77., 79., 86., 91. ve 100.
sureler) en eski vahiyleri içerir ve Peygamber'in dinsel çağrıyı alırken
yaşadığı sarsıcı deneyimi duygu yüklü bir dille ve canlı bir biçimde or­
taya koyar. Kısa ayetlerden oluşan bu özlü surelerde genellikle Hz.
Muhammed'e doğrudan hitap edilir ve çoğu kez "Onlara de ki!" diye
emredilir . .ı\yrıca, verilen mesajı pekiştirmek amacıyla, Allah'ı insanoğ­
lunun yaratıcısı olarak anan tembih ibarelerine yer verilir. Allah insan­
ları bu dünyadaki ömürleri boyunca gözetler ve öldükten sonra hesap
vermeye çağırır; bu bakımdan onu memnun edecek bir yaşam tarzı
sürmek gerekir. Bazı sureler (örneğin 69., 81., 82. ve 101.) kıyamet gü­
nünü hatırlatır. Hz. Muhammed'in sıradan bir şair ya da kahin ve hat­
ta cinlerin tuttuğu bir mecnun olduğu yolunda düşmanlarınca ortaya
atılan suçlamalara karşı kendisini savunduğu sureler de (örneğin 21.
ve 37.) bu ilk evreye girer. Mekke döneminin sonraki sureleri uzun­
dur ve üslup bakımından daha açıklayıcıdır; örnekler aracılığıyla Al­
lah'ın kudretini gözler önüne serer. Surelerden bazıları Eski Al1it'teki
olaylara ve şahsiyetlere (18. ve 28. surelerde İbrahim, Nuh ve Musa,
12. surede Yusufun Mısır'da yaşadıkları ve Eski Ahit yargılarından ör­
nekler) göndermede bulunur. Bu karakterler ve olaylar İslam'ın haber­
cileri olarak yorumlanır.
Medine evresine ait sureler tavır bakımından didaktiktir ve yeni ce­
maatin gündelik sorunları üzerinde durur; örneğin, hayır işlerini ve sa­
daka vermeyi, mukaveleler düzenlemeyi, savaş sırasındaki ve sonra­
sındaki davranış biçimini (örneğin 8. ve 48. sureler) işler. Bu yaklaşım
Müslümanların özellikle Medine Yahudileri karşısında bağımsızlıkları­
nı koruma mücadelesini ve kendi saflarındaki ikircimlileri engelleme
çabasını yansıtır. Güçlü bir mevzuat oluşturma unsuru ön plandadır.

Kuran'da Allah ve insan imgesi

Tıpkı Yahudi Kitabı Mukaddesi ve Hıristiyan İncilleri gibi, Kuran da


her şeyden önce dünyanın ve insanoğlunun yaratıcısı olarak Allah'ın
konumunu vurgular. Kuran'da Tekvin Kitabı'yla karşılaştırılabilir ölçü-

Allah'ın m eleklerince gökyüzüne (8 1 : 1 9-23). Kuran bize şunu anlatır: "Son­


taşınan Muhammed ra (ona) yaklaştı, derken sarkıp daha da
Osmanlı minyatürü, 1 583. yakın oldu. (Peygamber'e olan mesafesi)
İ stanbul, Türk ve İ slam Eserleri Müzesi iki yay aralığı kadar yahut daha az oldu.
Kuran'ın 53. ve 8 1 . su relerinde anlatılan Böylece Allah kuluna vahiy edeceğini vahiy
gökyüzü ne yolculuk, Allah'ın lütfunun özel etti" (53:8- 1 O). Müslümanlar Recep ayının
bir delili, Peygamber'in Rabbe yakın old u­ 27. gününün gecesinde itikatlarının sıkılığı
ğu ve itikadının pekiştiği bir lahza sayılır. ve bir bütün olarak Müslüman ümmetinde
Muhammed bu yolculukta Rabbin "güve­ oynadıkları rol üzerine düşünerek, bu yol­
nilir elçisi"ni, yani melek Cebrail'i görür culuğu kutlarlar.

18 D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İSLAM


İnsanların am ellerini defterlerine lah'ın izin vermesi halinde, bu melekler in­
kaydeden bekçi melekler sanlık adına şefaatte bulunarak, Allah'tan
Yaratılış Har ikaları 'ndan alınma minyatür, merhametli olmasını dileyebilirler. Kuran,
Vasit, 1 rak, 1 280 bekçi meleklerden şöyle söz eder: "Halbuki
İ nsanoğlunun refakatçileri ve koruyucuları üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazı­
olan bekçi meleklerin özel görevi, insanların cılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bi­
yaptıkları şeyleri defterlere kaydetmek ve lirler" (82: 1 O- 1 2).
kıyamet gününde amellerini okumaktır. Al-

"Nemi" suresi, 36-39. ayetler Bu sure, Kuran'ın sıklıkla Eski Ahit öyküleri­ körlük sayılır ve peygamberlerin ancak Allah'ın bizzat izin vermesi halin­
Kuran yazması, Kuzey Afrika, 12. yüzyıl, ne göndermede bulunmasının ve İ slam\ ön­ de şefaat edebileceği belirtilir.
Magribi üslupta yazılmıştır, ceki eski tektanrıcı dinlerin devamı olarak
Allah'ın biricik ve benzersiz doğasına vurgu, İslam inancının özünü
Londra, Spink College kabul etmesinin bir örneğidir. Nuh, İ brahim,
Kuran'ın "Nemi" ("Karınca") adlı 27. suresi Musa ve Süleyman gibi şahsiyetler Müslüman oluşturur. Kuran radikal tektanrıcılığı ve ödünsüz bir tanrı-merkezli dünya
Süleyman Peygamber ile Seba Melikesi'nin geleneğinde önemli bir yer tutar ve "Peygam­ görüşünü temsil eder: Allah tek tanrıdır, çocuk edinmemiştir (21 : 26) ve ke­
buluşmasını anlatır. Allah'ın Kral Süleyman'ı berlerin Mührü" sıfatıyla Muhammed'in son sinlikle bir ailesi yoktur. Ona başka ilahi kişileri "ortak" koşmak (şirk), Al­
nasıl güçlü ve zengin kıldığını gören Kraliçe peygamber olduğunu gösterir.
Belkıs, "alemlerin Rabbi" Allah'a teslim olur. lah'a karşı işlenmiş en büyük günah sayılır. İslam bu hususu sadece ka­
dim çoktanrıcılığa değil, gittikçe artan bir sıklıkla Hıristiyanlığın İsa'ya
ilişkin anlayışına da karşı çıkma açısından vurgular. Kuran'da İsa bir pey­
gamber olarak anılır 09: 16-40, 3 : 45-55) ve Muhammed'in doğrudan ha­
de açık bir yaratılış öyküsü yoktur, ama güçlü paralellikler vardır. Dünya­ bercisi sayılır. Ahir zamanda dirilip dünyaya döneceğine ve hak yolunu
nın yaratılışı, başlangıçtaki insicamlı bir kütleden gökyüzünün ve yeryüzü­ bulmuş bir Müslüman olarak hüküm süreceğine inanılır; ama Allah'ın oğ­
nün ayrı ayrı meydana getirilmesi olarak tasvir edilir. İnsanın topraktan ya lu nitelendirmesi Hıristiyanların bir abartması ve yanlış yorumlaması ola­
da çamurdan yapıldığı belirtilir. Birkaç yerde yaratılış süreci "Ol!" şeklin­ rak kabul edilir. İslam insanın kavrayamayacağı bir vasıf olarak Allah'ın
deki ilahi emirle ifade edilir. Kuran birçok vesileyle Allah'ın ihsanını ve erişilmez büyüklüğünü vurgular ve Allah'ın varlığını peygamberler aracılı­
rahmetini vurgulayarak, her şeyi ne kadar iyi düzenlediğini gösterir. Yara­ ğıyla belli ettiğini öngörür. Dünya insanoğluna sırf kullanması için veril­
tılış diğer bütün yaratıklardan ayırt edilen insanoğlu için tasarlanmış gibi miştir; onun mülkü değildir. İnsan yeryüzünde "Allah'ın halifesi" olarak
sunulur; Allah içtenlikle tövbe etmesi halinde insanoğlunun günahlarını davranır ve yaratılışın ilahi düzenini kurmaya yardımcı olur.
bağışlayacak ve erdemli bir hayat sürmesi halinde de onu ödüllendirecek­ Kuran, insanın özünde iyi tıynetle yaratıldığı ve Allah'ı memnun ede­
tir. Allah insanoğlunu yargılayan güç olarak, insanları bu dünyadaki amel­ cek bir hayat sürme konumunda olduğu varsayımından hareket eder; bu
lerine göre değerlendirir ve ahirette haklıyı haksızdan ayırır (78: 1 -40 ve çerçevede başkalarına ihtimam, şefkat ve muhtaçlara yardım gibi erdem­
80: 17-42). Kıyamet hiç kimsenin kaçamayacağı "en büyük felaket" (79:34) leri örnek gösterir (2:21-39 ve 57: 1-29). İlk günah islam'a yabancı bir kav­
olarak nitelendirilir. Kuran'da gerek lanetlenenlerin çekeceği azaplar, ge­ ramdır. Ama insanlar çoğu kez ikircimli, ürkek ya da aylak oldukları için
rekse cennetin hazları çok canlı ve duyumsal ifadelerle tasvir edilir (39:60- şirrete, kibre ve tamaha yenik düşerler ve refah zamanlarında savrukluğa
75). İnançsızlık Allah'a ve onun insanoğluna sunduğu lütuflara karşı nan- ve nankörlüğe eğilim gösterirler.

D ÜNYA D İ Nİ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM 19


"Maşallah" yazılı Osmanlı çinisi me ifadesinin yanı sıra bir hayret, huşu ve si­ İnsanoğlu özgür iradeye sahiptir ve yeryüzündeki davranışlarından her
1 9. yüzyıl tem ifadesi olarak da kullanılır. "Maşallah" her bakımdan sorumludur (89 : 1 5-30). Kuran bu dünyada sürekli insanoğlunu
Bir ikrar ifadesi olan "maşallah" kelime olarak şeyin Allah'ın iradesi çerçevesinde meydana
baştan çıkarıp imandan uzaklaştırmaya çalışan bir dizi ayartıcı ve başıboş
"Allah'ın istediği gibi" anlamına gelir. Bundan geldiğini ve insanların olup bitenleri Allah'ın
kasıt "Allah neylerse, güzel eyler" anlayışıdır. takdiri olarak imanla karşılaması gerektiğini gücün (özellikle gözden düşmüş bir melek olan İblis, yani Şeytan) varlığı­
Kuran'ın birçok suresinde yer alan bu ibare, belirtir; bazı bölgelerde bu ibareye nazardan, nı kabul etmekle birlikte, insanın iyi ve kötü arasında tercihini belirleme­
Müslümanların günlük konuşma diline de gir­ kötü talihten ve tehlikeden esirgeyici bir an­ de serbest olduğunu vurgular. Dolayısıyla, insanlar selamete erme açısın­
miştir ve "Allah saklasın" anlamındaki beğen- lam da yüklenir. ·
dan bireysel olarak sorumludur. Yüzlerini tamamen Allah'a dönen ve
kelimenin özgün anlamında "Müslüman" olan kişiler kötülük yapmaksızın
hayatlarını sürebilirler; geleneğe göre Müslüman kişi, içtenlikle Allah'ın yo­
Adem'den, yani asli tektanncı dinin ilk kez bildirilmesinden beri insa­ lunda gider; yaratıcının ve verdiği emirlerin kendisini doğru yola götüre­
noğluna izlenecek doğru yol birçok kez gösterilmiş, ama neredeyse her za­ ceğini bilir. Sözle ve eylemle itikadını göstermek, itikadı için mücadele et­
man bu yoldan şaşmıştır. İlahi mesajı yaymak ve insanoğluna gidişatını de­ mek Müslüman için bir vecibedir.
ğiştirmesi uyarısında bulunmak üzere dünyaya defalarca peygamberler İslam insanoğlu için aklın en büyük cevher olduğunu, Allah'ın yarattığı
gönderilmiştir. Allah'ın ilk mesajını unutmanın veya çarpıtmanın sonuçla­ düzeni açık seçik kavramasını sağladığını vaaz eder. islam'a göre iman ile
rını göstermek üzere, Kuran sık sık Eski A11it'ten (örneğin 2:40-61) ve İn­ vukuf, yani akıl arasında hiçbir çelişki yoktur; çünkü dünya doğa yasaları
cil'den misaller aktarır. Allah'ı unutmak günaha yol açar; insanoğlu çoğu gibi rasyonel ilahi yasalara tabi olacak şekilde yaratılmıştır ve bu yüzden mu­
durumda kefaretle bunu tazmin edebilir. Ancak, çoktanrıcılar ve putperest­ hakeme sahibi akıl tarafından kavranabilir ve emsal alınabilir. Aklın dünya
ler son derece ağır bir cezayla karşı karşıya kalacaktır. düzenine gereğince vakıf olması, insanı imana götürür. Bunun bir sonucu

20 D Ü NYA D İ N İ VE K Ü LTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM


olarak, İslam ilahiyatında ve fıkhında rasyonelliğe büyük ağırlık verilir. Akıl, Bir Müslüman bulunduğu her yerde namaz kılabilir; ama müminle­
yani vukuf insanı Allah'a götüıiir ve Allah'a - en azından klasik İslam'da - rin en azından bir kısmının camide namaz kılması gerekir. Namaz kılan­
aklın ölçütlerine uygun olarak hürmet edilir. İslam, Allah'ın arzu ve takdir ların camideki kıble duvarına bakarak yüzlerini Mekke'ye çevirmeleri,
ettiği dünya düzenidir ve insanoğlunun selamete ulaşmasını sağlar. bütün dünyadaki Müslümanların birliğini gösterir; çünkü dinsel merkez
Mekke'deki Kabe'dir. Mihrabın önünde yerini alan imamın arkasında ce­
maat saf tutar; toplu namazda erkekler ve kadınlar ayrı durur. Namazın
İslam'ın beş şartı
kılınış biçimi ve namaz boyunca tekrarlanacak hareketler kesin biçimde
Müslüman ibadeti "beş şart" olarak bilinen ilkelere dayanır. Bu şartlar belirlenmiştir: Bütün müminler önce ayakta yere doğru eğilirler (rükü)
("erkan'' , tekil "rükün") asıl ağırlığı İslam ümmetinin insicamına , Müslü­ ve ardından yerde diz çökerek iki kez alınlarını yere ya da seccadeye
manların Allah'a ve dindaşlarına karşı genel vecibelerine verir. değdirirler (secde). Bu yere kapanış Allah'ın iradesine saygıyı ve itaati
Birinci şart, açık iman ikrarı olan "kelime-i şahadet"tir. En yalın ve en ifade eder.
önemli dinsel edim olarak, "Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Her beş vakit namaz sırasında Kuran'dan belli sureler okunur ve ha­
Muhammeden abduhu ve resuluhu" ibaresini beyan etmeye dayanır. Al­ reketler yapılırken Allahüekber ("Allah en büyüktür") tekbiri getirilir. Na­
lah'ın biricik varlığını ve benzersiz doğasını, Muhammed'in elçilik göre­ mazın sonunda ise sağa ve sola dönerek Selamünaleyküm ("Allah'ın se­
vini doğrulayan bu sözler, Müslüman yaşam tarzının önkoşulu sayılır ve lamı üzerine olsun") denir.
baş melek Cebrail'in Peygamber'le konuşmaya başlarken kullandığı ifa­ En önemli namaz cuma öğle namazıdır. Bu namazdan önce vaiz,
denin tekrarı olduğu düşünülür. Her Müslüman kişiye yaşamı boyunca minberde oturarak ya da cemaatin önünde ayakta durarak bir hutbe
eşlik ettiği gibi, İslam hat sanatının en gözde motifidir. okur. Müslümanlar cumayı Musevilik'teki Sebt (cumartesi) ya da Hıristi­
Kelime-i şahadet ancak ciddi niyetle ve yoğun bir iç yoklamadan son­ yanlık'taki pazar gibi bir tatil günü saymaz; ama birçok İslam ülkesinde
ra söylenmelidir; çünkü bunun şahitler huzurunda telaffuz edilmesi Müs­ o gün çalışılmaz. Beş vakit namazın önemli özelliği farz olmasıdır; bunu
lüman ümmetine kabul edilmenin ilk şartıdır. Bu şekilde Müslümanlığı bir müminin bazı vesilelerle kıldığı şükran namazından ya da içinden
seçen kişi için artık dönüş yolu yoktur. Dinden dönmenin ölümle ceza­ okuduğu dualardan ayırt etmek gerekir.
landırılabilecek bir günah olması nedeniyle, İslam fıkhı alimleri ancak öz­ Üçüncü şart olan zekat ilk başta gönüllü bir dindarlık edimiydi; ama
gür iradeyle ve zorlama olmaksızın atılabilecek bir adım olan iman ikra­ daha İslam'ın ilk döneminde genişleyerek yerleşik ve hukuken öngörül­
rının ciddiyetini vurgular. İman ikrarının müminler için vacip olan iyi müş bir ödenti sistemine ("fukara vergisi") dönüştü . Zekatın kökeninde
amellerin yerine getirilmesiyle ilişkisi ve kişiyi hakiki Müslüman kılan şe­ bütün Müslümanların servetlerini daha az varlıklı ya da sıkıntıya düşmüş
yin tek başına iman ikrarı mı, yoksa öncelikle iyi ameller mi olduğu ko­ dindaşlarıyla paylaşmalarını bir ödev sayan anlayış yatar. Dolayısıyla ze­
nusunda İslam mezhepleri arasında hatırı sayılır görüş ayrılılıkları vardır. kat bir dinsel vecibedir ve "sadaka" denen gönüllü yardımdan ayrıdır. Bir
İkinci ve en sıkı biçimde kurallara bağlanmış şart, günde beş kez bel­ hayır işi olan sadaka aynı ölçüde takdire şayandır, ama zorunlu değildir.
li vakitlerde kılınması gereken namazdır (salat) . Müminin namaz kılma­
dan önce yüzden ayaklara kadar belli bir düzen içinde yıkanarak abdest
alması gerekir. Abdest bir ayin saflığını yaratır ve müminin günahtan arın­ İslam'ın birinci şartı kelime-i şahadet da değil, özgür iradeyle yapı lması gerekir.
masını, Allah'a yakınlaşmak üzere iç dünyası bakımından hazırlanmasını Müslümanlar iman ikrarında şunu söyler: Katı Sünni öğretisinde "lafzi ikrar" imanın sa­
"Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne dece önkoşulud ur; imanın esası içsel itikattır
yansıtır. Müezzin minareden ezan okuyarak cemaati namaza katılmaya Muhammeden abduhu ve resul uhu." Bir kişi ve ilahi vahyin doğruluğuna inanmak bunun
çağırır. Namaz çok önemlidir, çünkü Kuran sarih bir şekilde müminleri tanıkların huzurunda bu ikrarda bulununca özünü oluştur ur.
"namaz kılanlar" diye tarif eder. Müslüman olur; böyle bir edimin baskı altın-

D ÜNYA D İ N İ VE K ÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ SLAM 21


Şah-ı Merdan minaresinde ezan
okuyan müezzin, Afganistan
Müezzin günde beş vakit ezan okuyarak mü­
minleri namaza çağırır. Bir hadiste Peygam­
ber'in "Ezan sesi duyulduğun da, Şeytan bu
çağrıdaki sözleri işitmemek için hemen ka­
çar" dediği aktarılır. Müezzin ezan sırasında
Allahüekber tekbirini getirir, kelime-i şaha­
deti okur ve Müslümanlara dinsel vecibele­
rini hatırlatır. Kuran şunu beli rtir: "Cuma
günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, he­
men Allah' ı n zikrine koşun" (62:9).

M üezzin, Hint minyatürü, 1 502,


Delhi, U lusal Müze
Geleneksel anlatıma göre, Medine'deki ye­
ni Müslüman cemaati müminlerin namaza
nasıl çağrılacağını merak eder. Daha sonra
halifelik yapacak olan Ömer, Yahudil erin ve
H ı ristiyanların nefesli ya da vurmalı çalgısı
gibi bir geleneksel yöntemi benimsemeye
karşı çıkarak şu öneride bulunu r: "Niçin bir
adamı bizi namaza çağırmakla görevlendir­
miyoruz?" Peygamber bu görüşe katılır ve
sesinin gür olması nedeniyle Habeş köle Bi­
lal derhal ezan okuyacak kişi olarak görev­
lendirilir.

Namaz kılan Müslümanlar


Günde beş vakit namaz (salat) İ slam'ın gün­
lük vecibelerinden biridir. Gerek tek başına
namaz (yukarıda, bir Babürlü minyatürü,
Hindistan, 1 9. yüzyıl), gerekse toplu namaz
(sağda, Belh'teki Cami-i Kebir'de cuma na­
mazı kılan Müslümanlar) bedensel duruştaki
çeşitli değişikliklerde de ifadesini bulan bir­
kaç aşamayı kapsar. Camide toplu namaz
kılınırken, cemaate bir imam yol gösterir.

22 D Ü NYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ SLAM


Bizzat Kuran bu katkıların miktarı ve dağıtma sıklığı konusunda kesin bir Kahire'deki K ayıtbay Camisi'nin
şey söylemez; daha çok hayrın değeri ve bunun getirdiği ruh haleti üze­ minberi, 1 472/73, 1877 tarihli bir
çizimden alınma gravür
rinde durur. Sadaka vermede en düzgün tavır, üstünlük taslama ayıbını
Cuma namazlarında hutbenin okunduğu
yapmamak ve karşıdaki kişiyi utandırmamaktır. minber, genellikle ahşaptan yapılır ve mer­
İslam'ın ilk döneminde kurallara bağlanmış bir sosyal ödenti sistemi divenl e çıkılan bir kürsü biçimindedir. Bu
cami unsuru başlangıçta vaizin durd uğu bir
ortaya çıktı ve her biri farklı düzeylerde olmak üzere tahıl, davar, değer­
yer değil, ümmetin hem dinsel hem de siya­
li metal gibi malların yanı sıra ticari kazanç ve sermaye getirisi için öden­ sal önderi konumundaki Peygamber'in ve
ti zorunluluğu kondu . Bu ödentilerin verileceği çeşitli kesimler saptandı. halifelerin tahtı, yani hüküm kürsüsüydü.
Yoksul ve muhtaç kişilere öncelik verilmekle birlikte, öksüzler, dullar, Müminlerin sayıca artmasıyla ve camilerin
büyümesiyle bi rlikte, daha yüksek minber
hastalar, hacılar, yolcular, borçlular ve din uğruna gönüllü savaşanlar da gereği doğdu. Bu yapılar gittikçe daha gös­
unutulmadı. İslam'ın ilk döneminde zekatın bir bölümü kölelerin ve tut­ terişli ve sa natsal bakımdan daha süslü hale
sakların özgürlüğünü satın almak için de kullanıldı. Günümüzde zekat geldi. Günü müzde minber sadece cuma
namazlarında hutbe okumak için kullanılır.
dinsel vecibe ile titizlikle hesaplanmış bir tür sosyal yardım arasındaki bir
kavşaktır. Siyasal eğilimli Müslümanlar zekatı sosyal sorumluluğu ktırum­
laştırmanın başarılı bir yolu, modern refah devletine özgü düzenlemele­
rin bir habercisi olarak görürler.
İslam'ın dördüncü şartı olan kutsal Ramazan ayında (İslami takvime
göre dokuzuncu ayda) oruç (savın) da başlangıçta gönüllü bir nefisten
feragat konusuydu; ama Kuran'da (2: 1 85) ortaya konduğu biçimiyle da­
ha sonra bir dinsel vecibe haline geldi. Müminler bu ay boyunca gündo­
ğumundan günbatımına kadar yemekten, içmekten ve cinsel münasebet­
ten kaçınır. Bütün yetişkin Müslümanlar bu vecibeyi yerine getirmekle
yükümlüdür. Fakat hastalar, yolcular, hamile kadınlar, bebek emziren an­
neler ve çok ağır işlerde çalışanlar gibi belli kesimlere istisnalar getiril­
miştir; bunların başka bazı yollarla vecibeyi telafi etmesi ya da daha son­
ra oruç tutması gerekir. Genel ve esnek ilke, orucun ancak sağlık için
hiçbir tehlike yaratmaması halinde zorunlu olmasıdır.
Bu bedensel nefis denetimi içsel arınmaya hizmet eder. Ramazan
ayında Müslümanlar birbirleriyle hemhal olurlar, küskün oldukları din­
daşlarıyla barışırlar, günlük hayatın nimetlerinden kaçınma yoluyla Al­
lah'a şükrederler ve bir kural olarak muhtaçlara özel bağışlarda bulunur­
lar. Birçok Müslüman bu ayın uzun bir bölümünü camide geçirir ve İslam
ülkelerinde kamusal hayatın temposu bir ölçüde yavaşlar; buna karşılık
belli bölgelerde geceler özel eğlencelerle ve sosyal buluşmalarla dopdo­
lu geçer. Hz. Muhammed'in bir deyişine göre, Allah orucu en iyi ibadet
biçimi sayar, çünkü onu sadece kendisi görür. Ramazan'ın 27. gecesi bü­
yük önem taşır; Hz. Muhammed'in ilk ilahi vahyi aldığı bu "Kadir Gece­
si"nde Kuran'ın yeryüzüne inişi büyük şenliklerle ve yoksullara topluca
yiyecek dağıtımıyla kutlanır.
İslam'ın beşinci şartı, Mekke ve çevresine hac ziyaretidir. Kuran'a gö­
re (3: 97) sağlıkları, yolculuk araçları ve güvenliği elverdiği sürece bütün
yetişkin Müslümanların ömürlerinde en azından bir kez bu vecibeyi ye­
rine getirmeleri gerekir. Hac ziyareti İslam'ın kutsal yerlerini görmelerini
sağlar. Bu yerlerin odağında ise Mekke'deki Harem-i Şerif Camii'nin or­ esans sürmekten kaçınırlar. Mekke'ye varınca Kabe çevresinde yedi kez
tasında bulunan Kabe yer alır; kutsal Hacerü'l Esved'i barındıran bu küp dönerler ("tavaf") ve ardından İbrahim'in eşi Hacer ve oğlu İsmail' in çöl­
biçimli yapı siyah örtüyle kaplıdır. Mekke yolculuğuna Hz. Muhammed'in de çektikleri sıkıntıların anısına (şu anda tesviye edilmiş olan) Safa ve
Medine'deki evini ziyaret de eşlik eder. Kuran'a göre, Kabe Allah'a ihti­ Merve tepeleri arasında yedi kez yayan gidip gelirler. Müminler daha
ramın bir nişanesi olarak İbrahim ve oğlu İsmail tarafından inşa edilmiş­ sonra Allah'ın Hacer ve İsmail'i kurtarmak için çölden fışkırmasını sağla­
tir. Hac ziyareti esas olarak arasında Zilhicce'nin (İslami takvime göre 1 2 . dığı ve mucizevi güçler taşıdığına inanılan Zemzem Kuyusu'ndan su içer­
ayın), 8 . ve 1 2 . günleri arasında yapılır; b u dönemde dünyanın her tara­ ler. Kuyuya varışla birlikte haccın bireysel bölümü son bulur ve Zilhicce
fından yüz binlerce Müslüman Mekke'ye akın eder. ayının 8. ve 1 2 . günleri arasında eda edilmesi gereken toplu bölümü baş­
Müminlerin yolculuğa çıkmadan önce yalın bir kisveye bürünmeleri lar.
("ihram") ve haccın gayesi konusunda bir zihin açıklığına ermiş olmaları Haccın doruk noktasına ayın 9. günü Mekke'nin 25 kilometre ötesin­
gerekir. Giydikleri basit beyaz elbise hacı olduklarını gösterir ve böylece deki Arafat Dağı'nda varılır. Burada hacılar ayakta dikilip tefekküre da­
yolda saygı ve koruma görmelerini sağlar. Hacılar ziyaret boyunca tıraş larak, her şeye kadir Allah'a tamamen teslim olurlar. Günbatımından son­
olmaktan, saç kesmekten, cinsel ilişkiye girmekten, avlanmaktan ve ra yakındaki Mina'ya doğru yola koyulurlar; geceleyin mola verdikleri

D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM 23


1924'ten beri, her yıl haccın düzenlenişi ve kutsal yerlerin bakımı Suudi
Arabistan'ın kraliyet ailesinin sorumluluğu altındadır. Kral Fahd 1 986'da
resmi kral unvanından vazgeçerek, "İki Kutsal Mekanın [Mekke ve Medi­
ne] koruyucusu" sanını almıştır.

İslam hukuku, kaynakları ve m ezhepleri

İslam bir ruhban sınıfına yer vermemesi açısından laik bir din olmakla bir­
likte, aynı zamanda bir hukuk dinidir. Dolayısıyla Müslümanlar günlük ha­
yatlarında ve davranışlarında bir ruhbandan değil, bir hukukçudan ("fa­
kih", çoğul "fukaha") yardım alırlar. İslam'ın beş şartı ve İslam hukuku
("şeriat") Müslüman ümmetin hayatındaki en önemli unsurlardır. Bu ne­
denle, islam alimleri ("ulema") daima hem din hem de hukuk (fıkıh) öğ­
renimi görmüşlerdir.
İslam'ın Medine evresi başladığında, kişinin selamete erme ihtiyacı iyi
düzenlenmiş bir cemaat temeline oturtuldu ve İslam yeıyüzündeki "Allah
yasası" haline geldi. Hz. Muhammed kadim Arap görenek hukukunun
özellikleriyle de uğraşmak zorunda kaldı: Geç Mekke döneminden sonra
inen Kuran surelerinde zekat ve sadaka (6, 58), nikah akdinin şartları
(60: 1 0- 1 3) , boşanma (65) ve yetim çocukların velayeti (4) gibi cemaat dü­
zeniyle ilgili sorunlar ele alınır. Kuran ayrıca miras ve aile hukuku, adet
ve örf, taşlama ve el ayak kesme (5:33-40) gibi bedensel ceza (hadd) ko­
nuları üzerinde de durur. Kanun hükümleri Allah'ın emirleri olarak sunu­
lur; dolayısıyla bunların ihlal edilmesi yaratılmış ilahi düzene karşı bir suç
niteliğini kazanır. insanlar kendi başlarına doğru yolu bulamayacak kadar
zayıf ve bencil olduklarından, ilahi rehberliğe gerek duyarlar. Allah'ın rah­
metiyle bu yolu insanoğlu için zorlaştırmak yerine kolaylaştırması bir ge­
nel ilkedir; buna bağlı olarak İslam'ın neredeyse bütün emirlerinde çeşit­
li çareler sunan, istisnalar koyan veya acze düşme durumunda telafi edici
ikame yollar öneren alternatif biçimler vardır. Kuran, hukuku insanları
akıllı kılan ve doğru yargılara varmalarını sağlayan bir ışık olarak sunar.
Hatırı sayılır safsatalara ve kılı kırk yaran yaklaşımlara yol açmasına
karşın, şeriat başından itibaren bir bütün olarak çok pratik bir mahiyet taşır
ve aile, miras, vesayet ve zekatla ilgili hukuki meselelere dönük bir yöne­
lim izler. Şeriatta ilahi hukuk ile insan hukuku, ayrıca Müslümanların Al­
Zekat veren bir Müslüman müminler özellikle oruç ayı Ramazan'da ve lah'a karşı vecibeleri ile dindaşlarına karşı vecibeleri arasında ayrım yapı­
Sadi'nin Bostan'ından İ ran m inyatürü, Beh­ büyük Müslüman bayramlarında muhtaç kişi­
lır; emirler, özellikle de insanoğlunu Allah' a karşı yükümlü kılan emirler
zad, 1 5. yüzyı 1, Kahire, Ulusal K ütüphane lere başka gönüllü bağışlar ya da sadakalar
Dinen zorunlu olan ve "fukara vergisi" olarak dağıtır. Bu tür yardımlar son derece takdire açısından ortaya çıkan çeşitli ihlaller için ceza verecek olan makam insan
da bilinen zekat, önceleri gönüllü bağış mahi­ şayan görülür. İ slam devletlerinde Müslüman ("kadı") değil, bizzat Allah'tır. Sadece şeriat hükümlerinin bağlayıcı niteli­
yetini taşırken zamanla bir dinsel vecibe hali­ olmayanlar zekat ödemekle yükümlü değil­
ne geldi. Müslümanlar arasındaki dayanışma­ dir; onlardan özel bir kelle vergisi alınır ve ğinin inkarı kişiyi bir kafir durumuna düşürür; herhangi bir hükmün ihla­
yı güçlendirme gibi pratik bir amaca hizmet böylece zımmi ("koruma altındaki yurttaş") line bağlı tekil bir olay bu sonucu yaratmaz.
eder ve sosyal yard ım mevzuatının erken bir konumu kazanırlar. insanın iyiyi kötüden ayırabilecek ve ikisinden birini seçebilecek du­
biçimi sayılır. Zekatın dışında ve ötesinde,
rumda olması nedeniyle (egemen Sünni anlayışı neyin iyi, neyin kötü ol­
duğunu belirleyen şeyin, bir davranışın doğal niteliği değil, sadece ilahi
Müzdelife'de yedi küçük çakıl taşı toplarlar ve bunları 10. günün sabahı
makam olduğu varsayımından hareket eder), insanoğlunun davranışları
Mina'daki cemrelere atarlar. Bu adet, oğlunu kurban etmesi için Allah'tan
ilahi hukukla ilişki açısından beş kategoriye ayrılır:
aldığı emir karşısında Şeytan'ın dürtmesine kapılan İbrahim'in deliye
dönmesiyle ilgilidir ve aynı zamanda kötülüğe karşı direnişi simgeler. Ar­ a) Farz (vacip) olan edimler: Bunları yerine getirenler Allah tarafından

dından bu olayın anısına birkaç gün süren kurban şenliği ("teşrik" gün­ ödüllendirilir, yerine getirmeyenler ise takbih edilir ve cezalandırılır.
leri) başlar. Kurban etleri büyük ölçüde yoksullara verilir. Dünyanın her b) Sevap, yani din ya da ümmet açısından yararlı edimler: Bunları yerine
tarafında Müslümanlar aynı dönemde Kurban Bayramı'nı kutlar. Ayın 1 2 . getirmek bir ödül kazandırır, ama ihmal etme cezayı ya da takbihi gerek­
gününde hacılar Kabe'deki veda tavafı için Mekke'ye dönerler. Hac zi­ tirmez.
yareti ve bazı törenler muhtemelen İslam öncesi dönemden kalmadır ve c) Mubah, yani ahlaki açıdan nötr bir mahiyet taşıyan edimler: Bunlar ki­
Hz. Muhammed tarafından benimsenmiştir; Mekke yakınındaki kutsal şinin iradesine bırakılmıştır; ne yerine getirenlerin ödüllendirilmesi ne de
yerlerin de kadim Arabistan'daki tapınaklar olması muhtemeldir. ihmal edenlerin cezalandırılması söz konusudur.

24 D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL GÜÇ OLARAK İ S LAM


Sağda: Bir dervişin sadaka kasesi
(keşkül)
Hint meyvesinden yapılmış,
Tahran, Malik Koleksiyonu
Sadaka vermenin dinsel vecibe olması, İ slam
toplumunda dilenciye onurlu bir yer kazan­
dırır; çünkü dile nci varlıklı kişiye, daha doğ­
rusu her Müslüman'a hayırda bulunma fırsa­
tını verir. Bir şey veri lmesini sağladığı için
dilenciye teşekkür etmek nezaket gereğidir;
böylece aşağılayıcı bir tutumdan kaçınıl mış
olur.

Solda: İhrama bürünm üş hacılar


minyatür
Mekke'ye hac ziyareti, sağlığı ve maddi du­
rumları elverdiği sürece, her Müslüman'ın
ömründe en az bir kez yerine getirmesi ge­
reken bir dinsel vecibedir. Hacılar beyaz el­
biseler giyerek, saçlarını, sakallarını ve tır­
naklarını kesmeyerek ve cinsel ilişkinin yanı
sıra esans sürmekten ve avlanmaktan kaçı­
narak bir tür kutsanmış h avaya bürünürler.
Gittikle ri her yerde korunurlar ve özel say­
gı görürler. Bu adanmış halleri dünyevi
zevkl erden el etek çektiklerini ve Allah'a
yakı nlaşmak istediklerini gösterir. Geçerli
bir nedenle şahsen Mekke'ye gidemeyen bir
Müslüman'ın bütün masraflarını karşılaya­
rak başka birini kendi yerine hacca gönder­
mesi caizdir.

d) Mekruh, yani dinsel ibadet ya da ümmetin adetleri açısından zararlı Ramazan sonunda bayram alayı belerine özel dikkat gösterir, hasımlarıyla ba­
edimler: Bunlardan kaçınmak ödül getirir, ama bunları yerine getirenler Hariri'nin Makamat'ından Arap minyatürü, rışır, hayırlı işler yapar ve bütün Müslümanlar
cezalandırılmaz. Bağdat, 1 237, arasındaki kardeşliği hatırlarlar. Ramazan'ın
Paris, Ulusal Kütüphane doruk noktası Kuran'ın ilk ayetinin Peygam­
e) Haram, yani yasak edimler: Bunlardan kaçınmak bir dinsel vecibedir Orucun bir dinsel vecibe olması nedeniyle, ber'e inişinin yıldönümüne denk gelen 27. ge­
ve ödül görme vesilesidir; bunları işleyenler ise takbih edilir ve cezalan­ Ramazan ayı boyunca Müslümanlar gündoğu­ cedir. Bu ay boyunca kamusal yaşamın yavaş­
dırılır. mundan günbatımına kadar yemekten, içmek­ laması nedeniyle, orucun bitişi bütün İ slam
ten ve cinsel ilişkiden kaçınırlar. Dinsel veci- ülkelerinde büyük şenliklerle kutlanır.
İnsan günahları da sınıflandırılmıştır: En kötü günahlar Allah'a ve ima­
na karşı işlenenlerdir. Ardından diğer insanlara karşı işlenen günahlar,
başkalarına zarar verme kastıyla işlenen günahlar ve son olarak da gün­
delik hayatta düzgün davranışa aykırı düşen mala karşı suçlar, iftira ve ya­ lir. İslam'ın ilk döneminden kalma çok sayıda ve çelişkili hadisin ortaya
lancı şahitlik gibi günahlar gelir. çıkması üzerine, 9. yüzyılda alimler bunları incelemeye başladı ve bugün
Kuran'a göre, Allah kafirlik dışında bütün insan günahlarını bağışla­ hala kabul gören altı sahih (doğru) derleme hazırladı. Hadisler esas ola­
yabilir - tabii dilemesi halinde. rak somut hukuk davalarında emsal sunmak için kullanılır. Sahihliğin ge­
Şeriat, ikisi maddi esasa ve ikisi usule dair olmak üzere dört hukuk nel ölçütü hadisleri aktaran kişilerin (" isnat") Hz. Muhammed'e ve yakın
kaynağını geçerli sayar. Birinci ve en başta gelen kaynak hiç kuşkusuz çevresine kadar ulaşacak şekilde kesintisiz bir zincir oluşturmasıdır.
Kuran'dır. Kuran'ın özel olarak değinmediği birçok konunun bulunması Fıkıh alimlerinin görüşü ("rey") hukukun metodolojik bir kaynağı ola­
nedeniyle, ikinci kaynak olarak hadislere başvurulur. Hz. Muhammed'in rak kabul edilir. Bu kaynak, yukarıda açıklandığı üzere, akla göre yapıl­
yakın çevresince aktarılmış söz ve davranışlarına hadis denir; bunlar uyul­ mış yasalar ile yaratılmış düzenin genel akılcılığı arasındaki tutarlılığa da­
ması gereken "yol" ya da "adet" anlamında sünnet olarak da nitelendiri- yanır ve daha önce görülmüş bir dava ile benzer nitelikteki bir davayı

D Ü NYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç OLARAK İ SLAM 25


karşılaştırma ("kıyas") yolunu açar. İkinci metodolojik kaynak "mutaba­ Şii fıkıh yorumu, altıncı Şii imamı Cafer es-Sadık'tan (ö. 765) dolayı
kat" ilkesi ("icma"), yani alimlerin herhangi bir sorunda görüş birliğine Caferilik olarak bilinir. İçtihat yolunun açık tutulması, ilk dönemdeki İs­
varmasıdır. Bu ilkenin temelinde Allah'ın bir kişinin yoldan sapmasına lam rasyonalizmine bağlılık, sabit süreli yasal evlilik kurumu ve "gaip
müsamaha edebileceği, ama bütün ümmetin hataya düşmesine şefkatin­ imam"ın dönüşü için "beşte bir" (hums) adıyla toplanan zorunlu ek vergi
den dolayı asla izin vermeyeceği düşüncesi yatar. Peygamber'in bu meal­ gibi bir dizi yönüyle diğer mezheplerden ayrılır. Caferilik İran'da Safevi
de sözlerini bir hadis şöyle aktarır: "Ümmetim bir hata üzerinde asla mu­ yönetiminin başladığı 1 501 'den beri resmen benimsenmiş mezheptir; ay­
tabık kalmayacaktır. " rıca Irak, Lübnan ve Hint alt-kırasında da bu mezhebe bağlı birçok kişi
İslam mezhepleri 750'den sonra, Abbasi döneminde yani İslam'ın iç­ vardır.
sel pekişme sürecinden geçtiği evrede ortaya çıktı. İlk başlarda esas ola­ Normalde her Müslüman kendi ülkesinde egemen olan mezhebin öğ­
rak üzerinde durdukları husus insan hayatını düzgün sürdürmeye ilişkin retilerini izler; ama diğerlerine dönebilir ve hatta belli durumlarda farklı
şeriat metinlerinin yorumlanmasıydı. Zaman içinde dört S,ünni mezhebi ve mezheplerin hükümlerini birleştirebilir. Geçmişte çeşitli Sünni mezhepler
bir Şii mezhebi kalıcı temellere kavuştu . Alimler bile söz konusu olsa, bi­ arasında birçok konuda ortaya çıkan şiddetli uyuşmazlıklar günümüzde
reylerin bağımsız muhakemesine ("içtihat") "kapıların kapanması" 1 1 . ve büyük ölçüde giderilmiş veya pragmatik çözümler bulunmuştur.
1 2 . yüzyıllardan itibaren Sünniler arasında hakim olan bir düşünceydi. Bu
yaklaşım mezheplerini pekiştirmelerini sağladı ve Sünni fıkhında belli bir
katılığa yol açtı. Şiiler ise içtihat (yorum) kapısının kapanmasını kabul et­ Erken İslam tarihi: "Hulefa-yı Raşidin" dönemi (632-66 1 )
mez; Şii fıkıh alimlerinin sürekli yoruma başvurması gerekir. Dolayısıyla
böyle bir alime "kendi başına gayret eden" anlamında müçtehit denir. Hz. Muha�ed'in ölümü ile Emevi hanedanının iktidara geldiği 661 yıllar:
Pratikte, kuşku duyulan durumlarda ilgili mümin, cemaat ya da hükü­ arasındaki dönem, İslam'ın kimlik anlayışı açısından büyük önem taşır
met bir alimi uzman olarak görüş bildirmesi ("fetva") için atar. Görüş is­ Sünni geleneği "Hulefa-yı Raşidin"in, yani "Doğru Yolda Giden Halife­
teyen kişi ya da kurum "taklit" yoluna başvurur, yani verilen karara uyar ler"in başta olduğu bu dönemi ümmetin adalete ve dindarlığa göre yöne­
ve ona göre davranır; bunu iyi niyetle yapması halinde, yanlış kararlardan tildiği, Peygamber tarafından konmuş kurallara göre yaşadığı ve İslam'ır
kural olarak sorumlu tutulmaz. gücünün serpilmeye başladığı bir altın çağ olarak görür. Şiiler ise ilk üç
Dört Sünni mezhebi vardır. Adını kurucusu Ebu Hanife'den (699-767) halifeyi düpedüz iktidar gaspçısı sayar ve veraset hakkını sadece dördün­
alan Hanefilik, en eski ve en geniş mezheptir. Kişisel değerlendirmeye cü halife İmam Ali ve doğrudan onun soyundan gelenler için geçerli ka·
("rey") ve akla geniş alan bıraktığı için, esnek ve görece liberal sayılır. Hu­ bul eder. Bu hususa ileride daha yakından bakacağız. Aslında, "Hulefa-y
kuk meselelerini kılı kırk yararak ele alma ve ince noktalar üzerinde dur­ Raşidin" dönemi İslam dünyasında adil sosyal düzene ilişkin tartışmalar·
ma eğilimi, muarızlarınca epey eleştirilmiştir; ama İslam hukukuna günü­ da şimdiye kadar hep önemli bir yer tutmuştur.
müzde genellikle geçerli olan birçok düşünce ve davranış ilkesi katmıştır. Hz. Muhammed'in vefatı karşısında yeni cemaatin ilk andaki tepkis
Abbasilerin ve Osmanlıların resmen benimsediği mezhep olması dolayı­ tam bir şoktu . Peygamber'in kısa bir hastalığın ardından ölümü ani ve şa·
sıyla, bunların ardılı olan ülkelerde, ayrıca Orta Asya, P akistan ve Hindis­ şırtıcı bir şekilde gelmişti; üstelik Hz. Muhammed ümmete öncülük ede
tan'da en yaygın tabana sahiptir. Bütün Müslümanların yaklaşık üçte biri cek bir ardılı da belirlememişti. Müslüman ileri gelenlerince seçilen ilk ha
Hanefi öğretilerini izler. life Ebubekir (632-634), son derece saygın bir Mekkeli tüccar ailesindendi
Malikilik adını Malik bin Enes'ten (7 1 5-795) alır. Bu mezhep görece Muhammed'in gözde ve çok daha genç eşi Ayşe'nin babası olma hasebiy
muhafazakardır ve Peygamber'in döneminde Medine'de geçerli olan örf le Peygamber'in kayınpederi olduğu gibi, ona ilk bağlanmış ve 622'dek
ve adet hukukuna güçlü biçimde bağlıdır. Müslüman ümmetin genel ya­ hicrete katılmış kişiler arasında yer alan yakın bir dostuydu . "Muhammec
rarı ("maslahat") ilkesini vurgular. Endülüs ve Magrip devletlerinin resmen öldü, ama Allah yaşıyor!" sözleriyle öne çıkarak ardıl konumunu elde et
benimsediği mezhep olması dolayısıyla, Kuzey Afrika, Magrip, Moritanya, ti; zaten Muhammed'in hastalığı sırasında imam olarak cemaate namaz kıl
Nijerya ve Sudan'ın yanı sıra Kuveyt'te hala ağırlıklı bir tabanı vardır. dırmıştı ve birçok kişi tarafından Peygamber'in "ikinci benliği" sayılmak
Şafiilik adını önceki iki mezhep üzerine öğrenim görmüş bir atim olan taydı. Patlak veren kabile çekişmelerini kimi zaman askeri güç yoluyla d:
eş-Şafii' den (767-820) alır ve birçok bakımdan ikisi arasında bir konum ta­ olsa otoritesini kullanarak denetim altına aldı ve böylece gevşek bir kabi
şır. En sistematik ve en incelikli mezheptir; her türlü "keyfi" hukuki yar­ leler topluluğunu kaynaştırıp bir ümmete dönüştürdü. Sünniler, Peygam
gıyı bertaraf etmeye çalışır. Dolayısıyla eş-Şafii, fıkıhın asıl kurucusu sayı­ ber'in yakın aile fertlerinden sonra Ebubekir'i bütün Müslümanların en bü
labilir. Eyyubilerin ve Memlukların resmen benimsediği Şafiilik yüğü sayarlar.
günümüzde Ürdün, Filistin, Mısır ve Lübnan'ın bazı kesimlerinde, ayrıca İkinci halife Ömer bin el-Hattab (634-644) yine Peygamber'in bir ka
Güneydoğu Asya'da (Endonezya , Malezya , Sri Lanka) hala yaygındır. yınpederi ve dostuydu; Medine'de yükselerek Hz. Muhammed'in başlıc
Adını Ahmed bin Hambel'den (780-855) alan Hambelilik en küçük ve
Hz. Muhammed ve Ebubekir mağarada kayınpederi olarak son derece saygın bir kc
en muhafazakar Sünni mezheptir. Aşırı sofuluğun sıkı ve ödünsüz gele­
Osmanlı minyatürü, 1 7. yüzyıl. Dresden, num kazandı. Hz. Muhammed 632'de on
nekçiliğini temsil eder; İslam'da rasyonalizme de felsefi bakımdan karşı­ Sachs Eyal et Kütüphanesi Mekke'ye veda haccının önderi ve son ha:
dır. Katılığından dolayı çok geniş bir taban bulamamasına karşın, her za­ Ebubekir (y. 570-634) Hz. Muhammed'in talığı sırası nda namaz kıldıracak imam olara
Mekke'deki ilk yandaşlarından bi riydi ve Me­ atadı. Sünniler bunu Muhammed'in yerir
man püriten reform akımlarının düşünsel temeli olarak kaynak
dine'de onun en önemli siyasal ve askeri da­ geçecek ümmet önderi olarak belirlenm
gösterilmiştir. Bunların başında gelen ve Suudi Arabistan'da Abdülveh­ nışmanları arasına girdi. Mekke'den kaçış sı­ olduğunun kanıtı sayarlar ve bu gerekçey
hab'ın (1703- 1792) öncülük ettiği Vehhabilik o zamandan beri bu ülkede rasında Hz. Muhammed'e eşlik etti. Bu 632'de ilk halife seçildiğini savunurlar. Şiile
resmen benimsenmiş mezheptir. Ayrıca, Suriye, Cezayir, Irak ve Afganis­ yolculukta peşlerine düşen düşmanlarından ise onu Ali'yi ve evlatlarını ümmet önderi
bir mağaraya saklanarak kurtuldukları söyle­ ğinden yoksun bırakmış bir iktidar gaspçı
tan gibi bazı ülkelerde de küçük Hambeli cemaatleri vardır. nir. Ebubeki r, kızı Ayşe'nin Hz. Muham­ olarak görürler.
med'le evlenmesinden sonra Peygamber'in

26 D Ü NYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ SLAM


karşılaştırma ("kıyas") yolunu açar. İkinci metodolojik kaynak "mutaba­ Şii fıkıh yorumu, altıncı Şii imamı Cafer es-Sadık'tan (ö. 765) dolayı
kat" ilkesi ("icma") , yani alimlerin herhangi bir sorunda görüş birliğine Caferilik olarak bilinir. İçtihat yolunun açık tutulması, ilk dönemdeki İs­
varmasıdır. Bu ilkenin temelinde Allah'ın bir kişinin yoldan sapmasına lam rasyonalizmine bağlılık, sabit süreli yasal evlilik kurumu ve "gaip
müsamaha edebileceği, ama bütün ümmetin hataya düşmesine şefkatin­ imam"ın dönüŞü için "beşte bir" (hums) adıyla toplanan zorunlu ek vergi
den dolayı asla izin vermeyeceği düşüncesi yatar. Peygamber'in bu meal­ gibi bir dizi yönüyle diğer mezheplerden ayrılır. Caferilik İran'da Safevi
de sözlerini bir hadis şöyle aktarır: "Ümmetim bir hata üzerinde asla mu­ yönetiminin başladığı 1501 'den beri resmen benimsenmiş mezheptir; ay­
tabık kalmayacaktır. " rıca Irak, Lübnan ve Hint alt-kıtasında da bu mezhebe bağlı birçok kişi
İslam mezhepleri 750'den sonra, Abbasi döneminde yani İslam'ın iç­ vardır.
sel pekişme sürecinden geçtiği evrede ortaya çıktı. ilk başlarda esas ola­ Normalde her Müslüman kendi ülkesinde egemen olan mezhebin öğ­
rak üzerinde durdukları husus insan hayatını düzgün sürdürmeye ilişkin retilerini izler; ama diğerlerine dönebilir ve hatta belli durumlarda farklı
şeriat metinlerinin yorumlanmasıydı. Zaman içinde dört Sünni mezhebi ve mezheplerin hükümlerini birleştirebilir. Geçmişte çeşitli Sünni mezhepler
bir Şii mezhebi kalıcı temellere kavuştu . Alimler bile söz konusu olsa, bi­ arasında birçok konuda ortaya çıkan şiddetli uyuşmazlıklar günümüzde
reylerin bağımsız muhakemesine ("içtihat") "kapıların kapanması" 1 1 . ve büyük ölçüde giderilmiş veya pragmatik çözümler bulunmuştur.
1 2 . yüzyıllardan itibaren Sünniler arasında hakim olan bir düşünceydi. Bu
yaklaşım mezheplerini pekiştirmelerini sağladı ve Sünni fıkhında belli bir
katılığa yol açtı. Şiiler ise içtihat (yorum) kapısının kapanmasını kabul et­ Erken İslam tarihi: "Hulefa-yı Raşidin" dönemi (632-66 1 )
mez; Şii fıkıh alimlerinin sürekli yoruma başvurması gerekir. Dolayısıyla
böyle bir alime "kendi başına gayret eden" anlamında müçtehit denir. Hz. Muhammed'in ölümü ile Emevi hanedanının iktidara geldiği 661 yılları
Pratikte, kuşku duyulan durumlarda ilgili mümin, cemaat ya da hükü­ arasındaki dönem, İslam'ın kimlik anlayışı açısından büyük önem taşır.
met bir alimi uzman olarak görüş bildirmesi ("fetva") için atar. Görüş is­ Sünni geleneği "Hulefa-yı Raşidin"in, yani "Doğru Yolda Giden Halife­
teyen kişi ya da kurum "taklit" yoluna başvurur, yani verilen karara uyar ler"in başta olduğu bu dönemi ümmetin adalete ve dindarlığa göre yöne­
ve ona göre davranır; bunu iyi niyetle yapması halinde, yanlış kararlardan tildiği, Peygamber tarafından konmuş kurallara göre yaşadığı ve İslam'ın
kural olarak sorumlu tutulmaz. gücünün serpilmeye başladığı bir altın çağ olarak görür. Şiiler ise ilk üç
Dört Sünni mezhebi vardır. Adını kurucusu Ebu Hanife' den (699-767) halifeyi düpedüz iktidar gaspçısı sayar ve veraset hakkını sadece dördün­
alan Hanefilik, en eski ve en geniş mezheptir. Kişisel değerlendirmeye cü halife İmam Ali ve doğrudan onun soyundan gelenler için geçerli ka­
("rey") ve akla geniş alan bıraktığı için, esnek ve görece liberal sayılır. Hu­ bul eder. Bu hususa ileride daha yakından bakacağız. Aslında, "Hulefa-yı
kuk meselelerini kılı kırk yararak ele alma ve ince noktalar üzerinde dur­ Raşidin" dönemi İslam dünyasında adil sosyal düzene ilişkin tartışmalar­
ma eğilimi, muarızlarınca epey eleştirilmiştir; ama İslam hukukuna günü­ da şimdiye kadar hep önemli bir yer tutmuştur.
müzde genellikle geçerli olan birçok düşünce ve davranış ilkesi katmıştır. Hz. Muhammed'in vefatı karşısında yeni cemaatin ilk andaki tepkisi
Abbasilerin ve Osmanlıların resmen benimsediği mezhep olması dolayı­ tam bir şoktu. Peygamber'in kısa bir hastalığın ardından ölümü ani ve şa­
sıyla, bunların ardılı olan ülkelerde, ayrıca Orta Asya, Pakistan ve Hindis­ şırtıcı bir şekilde gelmişti; üstelik Hz. Muhammed ümmete öncülük ede­
tan' da en yaygın tabana sahiptir. Bütün Müslümanların yaklaşık üçte biri cek bir ardılı da belirlememişti. Müslüman ileri gelenlerince seçilen ilk ha­
Hanefi öğretilerini izler. life Ebubekir (632-634), son derece saygın bir Mekkeli tüccar ailesindendi.
Malikilik adını Malik bin Enes'ten (71 5-795) alır. Bu mezhep görece Muhammed'in gözde ve çok daha genç eşi Ayşe'nin babası olma hasebiy­
muhafazakardır ve Peygamber'in döneminde Medine'de geçerli olan örf le Peygamber'in kayınpederi olduğu gibi, ona ilk bağlanmış ve 622'deki
ve adet hukukuna güçlü biçimde bağlıdır. Müslüman ümmetin genel ya­ hicrete katılmış kişiler arasında yer alan yakın bir dostuydu. "Muhammed
rarı ("maslahat") ilkesini vurgular. Endülüs ve Magrip devletlerinin resmen öldü, ama Allah yaşıyor! " sözleriyle öne çıkarak ardıl konumunu elde et­
benimsediği mezhep olması dolayısıyla, Kuzey Afrika, Magrip, Moritanya, ti; zaten Muhammed'in hastalığı sırasında imam olarak cemaate namaz kıl­
Nijerya ve Sudan'ın yanı sıra Kuveyt'te hala ağırlıklı bir tabanı vardır. dırmıştı ve birçok kişi tarafından Peygamber'in "ikinci benliği" sayılmak­
Şafiilik adını önceki iki mezhep üzerine öğrenim görmüş bir alim olan taydı. Patlak veren kabile çekişmelerini kimi zaman askeri güç yoluyla da
eş-Şafii' den (767-820) alır ve birçok bakımdan ikisi arasında bir konum ta­ olsa otoritesini kullanarak denetim altına aldı ve böylece gevşek bir kabi­
şır. En sistematik ve en incelikli mezheptir; her türlü "keyfi" hukuki yar­ leler topluluğunu kaynaştırıp bir ümmete dönüştürdü. Sünniler, Peygam­
gıyı bertaraf etmeye çalışır. Dolayısıyla eş-Şafii, fıkıhın asıl kurucusu sayı­ ber'in yakın aile fertlerinden sonra Ebubekir'i bütün Müslümanların en bü­
labilir. Eyyubilerin ve Mem!Ukların resmen benimsediği Şafiilik yüğü sayarlar.
günümüzde Ürdün, Filistin, Mısır ve Lübnan'ın bazı kesimlerinde , ayrıca İkinci halife Ömer bin el-Hattab (634-644) yine Peygamber'in bir ka­
Güneydoğu Asya'da (Endonezya, Malezya, Sri Lanka) hala yaygındır. yınpederi ve dostuydu; Medine'de yükselerek Hz. Muhammed'in başlıca
Adını Al1med bin Hambel'den (780-855) alan Hambe!ilik en küçük ve
Hz. Muhammed ve Ebubekir mağarada kayınpederi olarak son derece saygın bir ko­
en muhafazakar Sünni mezheptir. Aşırı sofuluğun sıkı ve ödünsüz gele­
Osmanlı minyatürü, 1 7. yüzyıl . Dresden, num kazandı. Hz. Muhammed 632'de onu
nekçiliğini temsil eder; İslam'da rasyonalizme de felsefi bakımdan karşı­ Sachs Eyal et Kütüphanesi Mekke'ye veda haccının önderi ve son has­
dır. Katılığından dolayı çok geniş bir taban bulamamasına karşın, her za­ Ebubekir (y. 570-634) Hz. Muhammed'in talığı sırası nda namaz kıld ıracak imam olarak
Mekke'deki ilk yandaşlarından bi riydi ve Me­ atadı. Sünniler bunu Muhammed'in yerine
man püriten reform akımlarının düşünsel temeli olarak kaynak
dine'de onun en önemli siyasal ve askeri da­ geçecek ümmet önderi olarak belirlenmiş
gösterilmiştir. Bunların başında gelen ve Suudi Arabistan'da Abdülveh­ nışmanları arasına girdi. Mekke'den kaçış sı­ olduğunun kanıtı sayarlar ve bu gerekçeyle
hab'ın (1703- 1792) öncülük ettiği Vehhabilik o zamandan beri bu ülkede rasında Hz. Muhammed'e eşlik etti. Bu 632'de ilk halife seçildiğini savunurlar. Şiiler
resmen benimsenmiş mezheptir. Ayrıca, Suriye, Cezayir, Irak ve Afganis­ yolculukta peşlerine düşen düşmanlarından ise onu Ali'yi ve evlatlarını ümmet önderli­
bir mağaraya saklanarak kurtuldukları söyle­ ğinden yoksun bırakmış bir iktidar gaspçısı
tan gibi bazı ülkelerde de küçük Hambeli cemaatleri vardır. nir. Ebubeki r, kızı Ayşe'nin Hz. Muham­ olarak görürler.
med'le evlenmesinden sonra Peygamber'in

26 D ÜNYA D İ N İ VE K ÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ SLAM


D Ü NYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ SLAM 27
Sağda: Muhammed ve Hulefa-yı Raşidin ve Ömer (634-644) Peygamber'in kayınpederleri,
Osmanlı minyatürü, 1 6. yüzyıl, sonraki iki halife Osman (644-656) ve Ali (656-
Kahire, Ulusal Kütüphane 66 1 ) ise damatlanydı. Ebubekir ümmet dayanış­
Sünni İslam anlayışında, Hulefa-yı Raşidin denen masını pekiştirirken, Ömer de İslam'ın zaferlerle
dört halifenin yönetimi Allah'ın emirlerine tam dolu ilk ilerleyişinin düzenleyicisi olarak öne çıktı.
uyulan bir dönem olarak görülür ve hala bir altın Böylece sağlanan birlik, Osman ve Ali'nin yöneti­
çağ olarak anılır. İlk iki halife Ebubekir (632-634) mi alonda çöktü.

Eşek sırtındaki İsa ve deve sırtındaki mesi gibi, o da İ ncil'i bildirmiştir. Kuran'da İ sa­
M uhammed birlikte yolculuk ederken ' dan "Allah'ın kelimesi" ve "Mesih" diye söz
Biruni'nin bir eserinden İ ran minyatürü, 1 8. edilir; ama Allah'ın oğlu ya da bizzat Allah de­
yüzyıl, Tahran, Meclis Kütüphanesi ğil, sadece günahtan arınmış bir kişi ve Allah'ın
Bu minyatür İ slam'da İ sa'ya beslenen büyük sevgili kulu olarak kabul edilir. Ahir zamanda
saygıyı yansıtır. İsa büyük peygamberlerden bi­ dirilip dünyaya döneceği ve hak yolunu bulmuş
ri ve Hz. Muhammed'in doğrudan habercisi sa­ bir Müslüman olarak hüküm sürerek insanlığı
yılır. Tıpkı ondan önce Musa'nın Tevrat'ı ve yeniden birliğe kavuşturacağı belirtilir.
ondan sonra Hz. Muhammed'in Kuran'ı bildir-

danışmanları arasına girmişti. Halifeliğe 634'te oybirliğiyle seçilen Öme­ şaşırtıcıydı ve muhtemelen bu makama dindar bir adamın getirilmesi ni­
r'in "Hulefa-yı Raşidin" içinde en etkili kişiliğe sahip olduğu söylenebi­ yetinin sonucuydu; göreve başladığı andan itibaren siyasal otoriteyi sağ­
lir. Cesaretine, irade gücüne, örnek dindarlığına ve mütevazılığına dair layamadı. Müstebit valilere sözünü bir türlü geçiremedi. Mekke ve Me­
sayısız mesel vardır. Seçkin komutanlar Halid bin Velid, Amr bin As ve dine' deki kilit idari mevkilere müsamahakar tutumu yüzünden aile
Saad bin Ebu Vakkas'la birlikte , İslam imparatorluğunun asıl kurucusu mensuplarını doldurdu; bu durum akraba kayırmacılığıyla nam salması­
olarak görülebilir. Fetih savaşlarını planladı, güçlü İslam ordugahlarını na yol açtı. Gittikçe halkın desteğini kaybetti ve hatta sonunda Hz. Mu­
kurdu ve devlet adamı vizyonuyla kibirli kabile reisleri üzerinde büyük hammed'in dul eşi Ayşe de ona karşı tavır aldı. Artık 80 yaşına varmış ol­
bir otorite kurdu. Arazi dağıtımı, emeklilik sistemi, gayrimüslimlerden masına karşın, halifelikten çekilmesi yolundaki taleplere uymaktan
alınan kelle vergisi gibi çeşitli düzenlemelerle 637'de İslam imparatorlu­ kaçınınca, toplanan bir kalabalık evini basarak onu öldürdü . Osman o
ğunun örgütlenme yapısını sağlamlaştırdı. Halife unvanının yanı sıra sırada okuduğu Kuran'ın üstüne kıvrılarak can verdi. (Daha sonraları bir­
"emirü'l-mümin" unvanını aldı. 644'te camiye giderken bir Hıristiyan ta­ kaç camide, kanının bulaştığı öne sürülen Kuran sayfaları kutsal emanet
rafından öldürüldü. olarak sergilendi.) Osman'ın en kayda değer başarısı Kuran surelerini
Üçüncü halife Osman bin Affan (644-656) Mekke'nin en zengin tüc­ derleme işini tamamlayarak, bu kutsal kitaba şimdiki biçimini vermesiy­
carlarından biriydi; Hz. Muhammed'e çok erken katılmış ve damadı ol­ di.
muştu . Kişiliğine ilişkin geleneksel görüş karışıktır: Son derece erdemli Dördüncü halife Ali bin Ebu Talib (656-661 ) Hz. Muhammed'in hem
ve dindar, ancak uysal ve dünyevi işlerden oldukça uzak biri olduğun­ amcasının oğluydu hem de kızı Fatma'yla evliliğinden dolayı damadıydı.
dan, doğal bir önder değildi ve hiç kişisel hırsı yoktu . Halife seçilmesi Müslüman olan ilk kişilerden biriydi; hatta Şiilere göre Hz. Muhammed'in

28 D Ü NYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM


Kabe'yi putlardan temizleyen ardılı ve ümmetin imamı sayarlar. Onun İ s­
Muhammed ve Ali lam'ı daha çocukken benimsediği ve Muham­
Mir Havend'in Revzatü's-Sefa'sından med'i n eşi Hatice'den sonra Müslümanlığı
minyatür, Şiraz, İ ran, 1 585- 1 595 seçmiş ilk kişi old uğu söylenir. Şii anlayışına
Müslümanların 630'da Mekke'yi aldığı sırada göre, Mu hammed Kuran'ın derin anlamını
Ali'yi Peygamber'in sağ kolu olarak tasvir Ali'ye ·aktararak, kutsal kitabın tefsirinde en
eden bir minyatür. Hübel 'in kırmızı taştan ehil kişi olmasını sağlamıştır. Ali dindarlığın­
putunu birlikte çıkardıkları Kabe' de o tarih­ dan ve adaletinden dolayı, Allah'ı memnun
ten sonra sadece Hacerü'I Esved kalmıştı. Şi­ edecek bir hayat süren Müslümanların pro­
iler, Peygamber' in amca oğlu ve damadı Ali­ totipi olarak kabul edilir.
.
'yi (602-66 1 ) Hz. Muhammed'in tek meşru

eşi Hatice'den sonra yeni dini ilk kez o benimsemişti. Hz. Muhammed'in
ölümünden sonra imamlığın (halifeliğin) ona geçmesini sağlamak için uğ­
raşan hatırı sayılır bir destekçi kitlesi vardı. Bu kişilerin kendilerine ver­
dilderi ad "Şiat Ali", yani Ali Fırkası'ydı; "Şii" terimi de bu yakıştırmadan
gelir. Ali sonunda 656'da halife seçildi. Kendisini tanımayı reddeden Os­
man'ın ailesini ve Ayşe ile yandaşlarını aynı yıl Cemel ("Deve") Yakası
olarak bilinen çarpışmada yenilgiye uğrattı. Dolayısıyla halifeliği genç İs­
lam ümmetini çok güç bir durumla karşı karşıya bıraktı.
Ali geleneksel kaynaklarda cesur, dindar, adil ve cömert bir kişi ola­
rak tarif edilir. Şiir yeteneğinin ve derin ahlaki duygulardan kaynaklanan
hatırı sayılır bir hitabet gücünün olduğu söylenir. Sözlerinin birçoğu Müs­
lüman didaktik edebiyatı içinde yer alır.
Ne var ki, Ali büyük siyasal ya da askeri becerilerden yoksundu ve
hem çok vicdanlı hem de ikircirnliydi. Osman'ın amca oğlu olan Suriye
Valisi Muaviye'nin şahsında ciddi bir muhalifle karşı karşıya kaldı. Muavi­
ye meşru yönetim sorununda hakemliğe başvurulması için bastırdı. Müs­
lümanlar arasında iç savaşın çıkmasından çekinen Ali, hakemliği kabul
etti ve böylece İslam'da ilk ciddi bölünmeye bizzat katkıda bulundu: Ha­
riciler olarak bilinen bir kesim, halifenin bir valiyle eşit koşullarda görüş­
mesinin halifelik mertebesinin vakarına yakışmadığını öne sürdü. Ali'den
bekledikleri desteği göremeyince de rakip bir halife seçerek açık bir
ayaklanmaya yöneldiler. Ali 658'de Haricileri yenilgiye uğrattı; ama Ocak
66l 'de camiye giderken bir Harici tarafından hançerlenerek öldürüldü.

Sün niler ve Şiiler: Halifelere karşı imamlar

Müslümanların çoğunluğu, yaklaşık yüzde 88-90'ı kendisini Sünni olarak


nitelendirir; bu sıfat Arapça'da "alışılmış adet'', "görenek" a'nlamına gelen
ve başlangıçta hadislerdeki anlatıma göre Hz. Muhammed'in ve sahabe­
lerinin davranış biçimi için kullanılan "sünnet" kelimesinden gelir. Kuran
ve Peygamber sünneti, Müslüman davranış ve yaşam tarzı için eşit ölçü­
de önemli rehberlerdir. Dört Hulefa-yı Raşidin'in ve ardıllarının tarihsel
geleneğini izleyen Müslümanların çoğunluğu, başta Hariciler ve Şiiler ol­
mak üzere farklı eğilimlerle tezadı göstermek için kendilerini "ehli sün­
net ve ümmet" olarak adlandırmışlardır. tasavvufi eğilimlerin beşiği olmuştur ve Şii savaşçıların din yolundaki ey­
Şiiliğin ortaya çıkışı Peygamber'in meşru veraseti konusundaki anlaş­ lemlerini çoğu kez selamete erme özlemi ve devrimci sabırsızlık belirler.
mazlık dönemine denk gelir. "Şiat Ali" ("Ali Fırkası") meşru ardılların sa­ Emevi yönetimine karşı giriştiği ayaklanmada müttefiklerince terk
dece Peygamber'in amca oğlu ve damadı Ali ile Muhammed'in kızı Fat­ edilen Ali'nin oğlu ve üçüncü imam Hüseyin'in 680'de Muharrem ayının
ma'dan doğan evlatları olduğu ilkesini savunmaktaydı. Bu şekilde veraset 10. günü Kerbela'da öldürülmesiyle ilişkilendirilen olumlu bir şehitlik
Muhammed'in ailesi içinde kalacaktı . Şiiler İslam'da bir azınlıktır, ama İs­ kültü vardır. Özellikle İran ve Irak'ta her yıl aynı günde kamçıyla dövü­
lami düşünsel ve siyasal yaşama her zaman çok güçlü bir etkide bulun­ nerek ve yaşanmış sahneleri aynen canlandırarak anılan bu olay Şiiliğin
muşlardır. Ali'yi ve onun soyundan gelenleri yanılmaz imam (müminle­ asıl doğuşu sayılır; kendilerini Ali ve Peygamber soyunun ("ehli beyt")
rin önderi) sayarlar ve onlara neredeyse Peygamber kadar saygı veraset hakkı uğruna baskılara maruz kalmış bir kesim olarak gören Şi­
gösterirler. Şia tarihi çok çapraşıktır ve çeşitli bölünmeleri, baskıları ve ilerin kimlik duygusunda da kilit rol oynamıştır.
ayaklanınaları içerir. Gelişim sürecinde Şiilik her zaman geleneksel çizgi­ "Taşkınlık edenler" anlamında galiye olarak bilinen çeşitli aşırı akım­
ye muhalif konumdaki vahye dönük, sosyal devrimci ve coşkuyla dolu lar bir yana bırakılırsa, üç ana Şii kolundan söz edilebilir. Bunlar bağlılık

D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç O LARAK İ S LAM 29


"Ya Ali" savaş baltası
Osmanlı savaş baltası, 1 6. yüzyıl,
İ stanbul, Türk ve İ slam Eserleri Müzesi
Ali'nin cesareti ve düşmanlarına karşı ölçülü
davranışı onun din uğruna savaşan dürüst
Müslümanlar için bir timsale dönüşmesini
sağladı. Sözgelimi Haçlılar döneminin büyük
İ slam kahramanı Salaheddin'in kişiliğiyle
temsil ettiği bu cengaverlik ideali Batı dünya­
sında da nam saldı.

duydukları imam sayısına


göre "Beş İmamcılar", "Yedi rihleri boyunca her zaman sosyal devrimci eği­
İmamcılar" ve "On İki İmam­ limler taşımış ve Mehdi öğretisinin ateşli savu­
cılar" diye anılır. nucuları olmuşlardır. Kahire merkezli Fatımi
Dördüncü imamın oğul­ halifeliğiyle (909- 1 17 1) tarihte önemli bir ko­
larından biri olan ve Emevile­ num kazanan İsmailiye mezhebi 1094'te Mus-
re karşı bir ayaklanma sırasın­ taliler ve Nizariler adıyla iki kola ayrıldı. Basra
da 740 dolayında öldürülen Körfezi kıyısındaki Karınatiler (9-1 1 . yüzyıllar)
Zeyd bin Ali'den dolayı Zeydi- bir İsmaili topluluktu ; Haçlılar döneminde büyük
ler olarak da bilinen Beş İmamcı­ dehşet saçan Hasan Sabbah'a bağlı Haşhaşinler Ni­
lar, en küçük ve en ılımlı Şii koludur. zari koluna bağlıydı . Günümüzde Nizariler Suriye ,
İslam'ın ilk dönemindeki rasyonalist Yemen, Afganistan, Türkistan ve en ağırlıklı kesim ola­
geleneği büyük ölçüde özümsemişlerdir. rak "hocalar" diye anıldıkları Hindistan'da yaşarlar. Ön­
İmamlar silsilesinde katı bir veraseti gözet­ derleri Ağa Han'dır. Mustaliler Yemen'de ve "bohralar" diye
mezler; Ali'nin soyundan gelenler içinde en yete- anıldıkları Hindistan'da yaşarlar.
neklisinin (ve en savaşçısının) imamlığa atanması gerektiğine inanırlar. Di­ İmamiye mezhebi olarak da bilinen On İki İmamcılar (İsna Aşariye) en
ğer Şiilerin "gaip imam" inancını paylaşmazlar. Zeydi hanedanların örgütlü Şii koludur. Safevi hanedanıyla birlikte İran'da resmen benimse­
901 - 1 962 arasında yönettiği Yemen'de bu mezhep hala güçlüdür. İran'ın nen bu mezhebin mensupları, babadan oğla doğrudan verasetle başa geç­
Hazar Denizi kıyısındaki bazı bölgeleri de 864-1 126 arasında Zeydilerin yö­ miş on iki imam zincirini kabul ederler. Son imam Muhammed el-Mehdi
netimi altında kalmıştır. daha çocukken 873/874'te babasının ölümü üzerine güvenliği için saklan­
Altıncı imam Cafer'in oğlu olan ve babasının yerine geçecek kişi ola­ dığından "gaipte" sayılır. Onun "Kıyamette Beklenen Mehdi" olarak ahir
rak belirlenmesine karşın, 760 dolayında babasından önce ölen İsmail bin zamanda dünyaya döneceğine inanılır. İmamiye mezhebinin son derece
Cafer'den dolayı İsmaililer olarak da bilinen Yedi İmamcılar, en bölün­ gelişkin bir ilahiyatı ve rasyonalist fıkıh öğretileri vardır. İmamların sözle­
müş ve en gizemli Şii koludur. Benimsedikleri felsefe büyük ölçüde kur­ ri hadis kadar önemli kabul edilir ve gelenek uyarınca on iki imam, Mu­
gusaldır; eski İran dinlerine ve Yeni-Platoncu Gnostik anlayışa özgü yön­ hammed ve Fatma "on dört yanılmaz kişi" olarak görülür. İran'da On İki
ler içerir. Bazı eğilimlerde bir "batıni" öğretiyi ve (kitlelere dönük) bir İmamcılar, büyük rağbet gören Muharrem töreni ve imam mezarlarını zi­
"zahiri" öğretiyi esas alan içe dönük bir yapı görülür. İsmaililer bütün ta- yaret gibi köklü İslam adetleri benimsemişlerdir. Irak'ta aynı mezhebe bağ­
lı Şiiler nüfusun çoğunluğunu oluşturur. Ayrıca Suriye, Lübnan, Türkiye,
Afganistan ve Hint alt-kıtasında da geniş Şii toplulukları vardır. İran'da
Muhammed (570-632) "molla" olarak bilinen fıkıh alimleri, içtihat bildirme ayrıcalığından dolayı
1
Fatma ---�--- 1 . Ali (602-66 1 )
özel bir konum taşırlar ve Şii ruhban sınıfı olarak nitelendirilebilirler. Bu
1 1 sınıftaki farklı mertebelere yoğun bir öğrenim sonunda ve fıkıh kararların­
2. Hasan (ö. 670) 3. H üseyin (ö. 680)
1 daki ehliyete göre ulaşılır. Hiyerarşinin tepe noktasında ayetullah ("Al­
4. Ali Zeynel Abidin (ö. 7 1 3)
lah'ın delili") denen din görevlileri yer alır. Bunlar arasında Ayetullah Hu­

5. Zeyd (ö. 740) 5. Muhammed el-Bekir (ö. 733)


meyni gibi az sayıdaki büyük ayetullah, önemli manevi önderler ve "örnek
1 alınacak makam"lar (merci-i taklit) olarak kabul edilir.
ZEYDİLER/BEŞ İMAMCILAR 6. Cafer es-Sadık (ö. 765)
Sünniler ve Şiiler arasındaki önemli bir farklılık siyasal alanda ortaya
7. lsmail (ö. 755/60) 7. Musa el-Kazım (ö. 799) çıkar. Sünniler, halifeleri Muhammed'in ardılları olarak görürler. Emevi
1 1
(661-750) ve Abbasi (750-1 258) ailelerinin kurduğu hanedana dayalı yö­
(7.) Muhammed 8. Ali el-Rıza (ö. 799)
1 netimler altında bile bu anlayış değişmedi. Eskiden halife "emirü'l-mü­
İSMAİLİLER/YEDİ İMAMCILAR 9. Muhammed el-Taki (ö. 835)
1 min" unvanını taşırdı; ama Abbasi dönemiyle birlikte halifeler kendileri­
1 O. Ali el-Hadi (ö. 868) ni sırf Müslüman ümmetin önderi değil , "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi "
1
1 1 . Hasan el-Askeri (ö. 873/74) gibi görmeye başladılar. Bu anlayış monarşinin doğrudan ilahi meşruiye­
1
1 2. Muhammed el-Mehdi ("Kıyamette Beklenen") tini ön plana çıkarmıştı.
Buna karşılık, Şiiler 661'de Ali'nin öldürülmesinden sonra başa ge­
Şii imamların soy ağacı İMAMİYE/ON İKİ İMAMCILAR
çen halifeleri tanımadıkları gibi, iktidar gaspçısı olarak aşağılarlar ve bü-

30 DÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç OLARAK İ SLAM


yük ölçüde fiili iktidarın dışında tutulmuş olmalarına rağmen, Ali'nin so­ lan dinin bütün yeryüzüne çabucak yayılışını sağlama yolundaki iradesi­
yundan gelenleri imam sayarlar. İmamlığı, emsal oluşturan bir yaşam tar­ nin bir tür tarihsel ve ampirik kanıtı sayıldı.
zına dayalı manevi ve karizmatik rehberliğin kaynağı kabul ederler. Müslüman askerler ilk andan itibaren dinsel coşkularıyla ve savaşkan­
Aslında, bütün İslami yönetim sistemlerinde monarşi kurma yönün­ lıklarıyla ezici bir üstünlük sağladılar. Ama tarihsel bakımdan şanslı da
de gittikçe güçlenen bir eğilim vardı. Arap kabile topluluklarını örgütle­ sayılırlardı. Peygamber'in ölümü, 6 1 0'dan beri kıyasıya savaşlarla birbir­
medeki maharetiyle tanınan Emevi yönetiminden sonra, Abbasi halifeliği lerini yıpratan bölgenin büyük güçleri Bizans ve Sasani imparatorlukları­
eski Şark (özellikle İran) modeline dayanan "Şark despotizmi" biçimin­ nın askeri tükenişiyle çakışmıştı. Hz. Muhammed'in ölümü İslam'ın yayıl­
deki bir iktidar yapısını benimsedi. Türkmenlerle ve Moğollarla birlikte, ma sürecini kesintiye uğratmadı. Daha 628'de kısmen İslam'a dönmüş
kabile ve savaşçı elit tabaka özellikleri tekrar İslam dünyasına girdi. Ama olan Yemen 634'te, Ebubekir'irı hala halife olduğu sırada tam denetim al­
kökenleri kendi halklarına inen Osmanlı, Safevi ve Babürlü hanedanları tına alındı. İslam 633'te Bizans eyaletlerine yönelik amansız ve muzaffer
meşru bir dinsel temel üzerinde, daha önce bilinmeyen karmaşık bir sa­
ray teşrifatının eşlik ettiği dört başı mamur bir saltanat kültü yarattılar.
lrak'ın Kerbela kenti ğa, susuzluğa dayanamayarak yenilgiye uğra­
Kerbela'da 680'de yaşanan bir trajik olay Şia dı. KGfe'nin vaat ettiği yard ım bir türlü gel­
İslam'ın zaferlerle dolu ilk ilerleyişi akımını doğurdu. Emevi halifesi Muaviye' nin medi. Şiilerin kendilerini hak dini uğruna bas­
ölümünden sonra, Küfe halkı Ali'nin oğlu, kılara uğramış bir kesim olarak görmelerinin
İslam'ın daha ilk dönemindeki çabucak ve kapsamlı yayılışı benzersiz ve Peygamber'in torunu ve üçüncü imam H üse­ kökeninde bu imha olayı yatar. Hüseyin'in
emsali görülmemiş bir tarihsel olgudur. Bu başarı genç Müslüman ümme­ yin'i Mü slümanların meşru önderi olarak ik­ Kerbela'daki türbesi daha sonraları bir altın
tidarı almaya razı etti. lrak'a yolculuk sırasın­ kubbeyle örtüldü ve önemli bir Şii hac yeri
tin özgüvenini ve görev duygusunu pekiştirdi ve günümüze kadar da
da H üseyin'in kafilesi Emevi halifesi Yezid'in haline geldi.
Müslümanlarca İslam' ın karşı konulmaz gücünün ve Allah'ın yeni kuru- birliklerince kuşatıldı ve günle rce süren açlı-

D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL GÜÇ OLARAK İ SLAM 31


Aşağıda: Tunus'taki Kartaca harabeleri ye'yle birlikte) yeniden Kuzey Afrika'nın e
Fenike imparatorluğunun önem li şehri olan önemli kenti konum una yükseld i. Arapla
Kartaca, anti k çağın en büyük ticaret ve de­ 698'deki başarıl ı askeri harekatla bugünk
niz gücüydü. İÖ 6. yüzyıla kadar Güney Av­ Tunus topraklarını fethederken, kenti bi
rupa ve Afrika' da kolonileri vardı. İÖ 1 46'da kez daha yı ktılar; ama klasik sütunlarının v
Romalılar tarafından ele geçirildi ve tama­ sütun başlıklarının birçoğu nu başta Kaı
men yıkıldı. İÖ 44'ten sonra bir Roma kolo­ revan Cami olmak üzere camilerin i nşasınd
nisi olarak yeniden inşa edildi ve ( İ skenderi- yapı malzemesi olarak kullandılar.

Yukarıda: İ ran' ın kutsal Kum


kentindeki F atma el- Masume
Türbesi
Arap Şiilerin 7 l 2'de yerleşmeye başladığı
Kum kenti, İ ran'daki en ünlü hac merkezle­
rinden biridir. Şiilerin altıncı imamının kız
kardeşi olan Fatma el-Masume 8 1 Tde onu
görmeye giderken burada ölmüştü. Altın
kubbeli muhteşem türbesi, 9. yüzyıldan be­
ri Şii alimlerin yetiştiği en önemli merkezler
arasında yer alan kente hakim bir konumda­
dır. Safevi ve Kaçar şahlarının gömülme ye­
ri olarak seçtiği Kum kenti 1 9. yüzyılda
yeniden Şii düşünsel yaşamının bir merkezi
haline geldi.

Bağdat'taki Şii Kazimeyn Camisi


Şiiliğin İ ran'da benimsenmesinden önce, Şii
akımların merkezi l rak'tı. Şii imamların ço­
ğu burada Abbasi halifelerinin gözetimi al­
tında yaşamıştı. Şiiler bu evreyi bir şahadet
dönemi olarak görür. Kazimeyn Camisi'nin
yaldızlı iki kubbesi, yedinci imam Musa el­
Kazım ve torunu dokuzuncu imam Muham­
med el-Taki'nin (ö. 835) türbelerine işaret
eder. Yapıya "iki Kazım" anlamında Kazi­
meyn adının verilmesi de bu radan kaynakla­
nır. Günümüzde Irak nüfusunun çoğunluğu
hala Şii mezhebine bağlıdır ve özellikle ül­
kenin güneyind e toplanmıştır.

32 D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL GÜÇ O LARAK İ SLAM


ilerleyişine başladı. Ebubekir'in yerine geçecek olan Ömer'in düzenlediği Ktesiphon Sarayı'nın harabeleri, Irak paratorluğu'ydu. Ktesiphon 637'de Araplar
bu askeri harekat, Halid bin Velid ve Amr bin el-As gibi iki seçkin komu­ Dicle'nin sol yakasındaki Ktesiphon, Part tarafından ele geçi rildi ve izleyen dönemde
·
( İÖ 3. yüzyıl- İ S 224) ve Sasani ( İ S 224-65 1 ) aşırı debdebesinden dolayı ilk Müslümanla­
tanca yürütüldü. Şam 635'te, Kudüs 636'da, bütün Suriye ve Filistin 637'de
imparatorluklarının başkentiyd i. Büyük Fars rın kenti kullanmak istememesi nedeniyle yı­
çöl savaşçılarının eline geçti. Öte yanda İslam'ın ilk döneminin üçüncü bü­ hükümdarları burada muhteşem bir saray in­ kılmaya yüz tuttu. Ortaçağ Arap şiirinde
yük komutanı Saad bin Ebu Vakkas'ın yönetiminde 634'te İran'daki Sasani şa ettiler ve sürekli genişlettil er. Başarılı Ktesiphon dünyevi haşmetin faniliğinin tim­
İmparatorluğu'na karşı bir askeri harekat başladı. Sasani hükümdarlık mer­ askeri harekatlara girişen Müslümanların saliydi.
başlıca hasımları Bizans'la birlikte Sasani İ m-
kezi Ktesiphon ve bütün Mezopotamya 637'de ele geçirildi.
Halife Ömer işgal edilen ülkelerde savaşçılarını daha iyi disipline sok­
mak ve bölgeyi denetim altında tutmak amacıyla hemen ordugahlar ve kış­
lalar kurdu. Böylece buralarda yönetici siyasal sınıf olarak bir Arap askeri Ali'nin halifelik dönemlerindeki iç karışıklıklar ve ilk Emevi halifelerinin
aristokrasisi yarattı; bu da İslam kültürünün üstesinden gelmek için uzun içyapıyı pekiştirme gereği, İslam yayılmasını geçici olarak yavaşlattı; ama
süre uğraşmak zorunda kaldığı bir soruna dönüşecekti. Amr 639-641 ara­ yeni dünya dini 7. yüzyılın sonunda yüzünü doğuya çevirdi. Bu yayılma­
sında bütün Mısır'a boyun eğdirdi; Müslüman savaşçılar 640-644 arasında nın ardındaki itici güç olan Irak Valisi el-Haccac (ö. 714) 694'te Orta As­
Hira, Basra ve Kı1fe'yi üs gibi kullanarak Irak'ın geri kalan topraklarını ve ya ve Hindistan'a yönelik bir harekat başlattı. Birlikleri 7 1 1 ' e doğru önce
İran'ın güney kesimini fethetti. Müslümanlar 647'de Mısır üzerinden başa­ Afganistan'ı ve şimdiki Pakistan'ın bazı kesimlerini ele geçirdi . Horasan
rılı bir şekilde Trablusgarp (Libya) üzerine yürüdü ve ardından fetihleri bü­ valileri 704'ten itibaren Buhara ve Semerkand'ın yanı sıra Türkistan'ın ba­
tün Magrip kıyı şeridine doğru genişletti. Tunus'taki Kartaca 667'de, Ceza­ zı kesimlerini fethederken, başka birlikler Amuderya (Ceyhun) Irmağı'nı
yir 680'de ve Fas'ın Atlas Okyanusu'na kadar varan kesimi 681/682'de aşarak Belucistan içlerine yöneldi ve İndus Irmağı deltasına ulaştı. Gö­
düştü . Tarık bin Ziyad adlı komutan 7 1 l 'de (sonradan adı verilen) Cebeli­ ründüğü kadarıyla Orta Asya'ya dönük İslam ilerleyişini durdurabilecek
tarık Boğazı'nı aşarak İspanya'ya geçti ve kuzeydeki küçük bir bölge dışın­ hiçbir güç yoktu . Taşkent ve Maveraünnehir 724'ten sonra Müslümanla­
da bütün ülkeyi İslam adına ele geçirdi. Arap birlikleri Fransa'nın güney rın eline geçti. Doğu İslam dünyası artık doğmuştu .
kesimine akınlar düzenledi ve ancak 732'de Tours ve Poitiers çarpışmala­ İslam'ın ilk döneminde bu başarı bir dizi seçkin komutanın gayreti, mü­
rında Charles Martel komutasındaki Franklar tarafından durdurulabildi. kemmel taktikleri ve bağnazca şevki olmadan gerçekleşemezdi. Başlangıç­
Müslüman orduları Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantino­ ta birçok bölgenin ancak yüzeysel düzeyde ve kışlalar aracılığıyla İslamlaş­
polis'i daha 673'te karadan ve denizden kuşatmış, ama 678'de uğranan ması, geniş İslam topraklarında çok geçmeden ortaya çıkan yerel devletlerin
yenilgiden sonra çekilmek zorunda kalmıştı. 717 'de bir kez daha kentin ve kültürlerirı ayrılıkçı eğilimleri lehine işledi ve uluslararası İslam impara­
kapılarına dayandı ve ancak güçlükle püskürtülebildi. Bununla birlikte, torluğunun merkezi otoritesinin dağılmasını getirdi. Bir süre sonra İslam'ın
uzun mesafeli Bizans ticaret yollarının büyük bir bölümü denetim altına yemirıli birliğinin ve halifenirı kilit kişiliğinin sırf sembolik bir anlama bü­
alındı ve imparatorluğun ekonomisine ağır darbeler indirildi. Osman ve ründüğünü gittikçe artan bir açıklıkla gösteren belirtiler ortaya çıktı.

D ÜNYA D İ N İ VE KÜLTÜREL G Ü Ç OLARAK İ S LAM 33


� :··/..,"�. - -..:.
(.. . ..
�..

..
' � fi,=�����������:;;;;;;:;
; � ;;: ������������

;:
. ;:.,:.
.·\_

• .'

··"'-

· .; .

�;:• .:..ı

r 1

J (...�. J,_.7ı).j'4:) '": J )


/
I' .
' .
�· ••
--- . 1 ·:

_,..L.,._.,.j
... . �
. ·:
� ı, j" �. �'-

7

-- �
Islam Dünyasında Sanat ve Kültür
.

Oleg Grabar

Sanatın, yani insanı kuşatan ortam­ toplulukların karışımı ya da bizzat


ları güzelleştirme tekniklerinin ve İslam içindeki dinsel ayrılıklar gibi
toplum ya da bireyler tarafından diğer kısıtlamalar, önem ve etki
ve onlar için yapılmış ya da kurul­ bakımından, bölgelere ve dönem­
muş şeylere değer vermenin bütün lere göre değişkenlikler gösterir
kültürler için geçerli olduğu varsa­ ve geniş tanımlamalara kolayca el­
yılır. Ve de her yerde sanat ideolo­ vermez. Ama bunların varlığının
jik, sosyal, dinsel, tarihsel ya da bilincinde olmak önemlidir.
coğrafi kısıtlamalardan etkilenmiş­
tir; bu durum uygarlıkların niçin
birbirinden farklı sanatsal gelenek­ Erken dönem Arap sanatı
lere sahip olduğunu açıklar. İslam
kültürü de elbette bir istisna değil- İslam dini Peygamber Muham­
dir ve bu bölümde söz konusu kısıtlamalardan birkaçı ayrıntılı olarak ele med' e Batı Arabistan'da 7. yüzyılda bildirildi. Daha sonraki Müslüman ta­
alınacaktır. rihyazımında önceki dönem "cahiliye devri" olarak tanımlanır. Bu sapta­
Birincisi, İslam kültürünün devraldığı ya da fethettiği bölgelerdeki ta­ ma birincil anlamıyla manevi cehaletin yanı sıra görece sınırlı kültürel
rihsel geçmişi kavramasına, kabul ya da reddetmesine temel oluşturan kar­ kazanım düzeyini de belirtir. Hem tema, hem de biçim açısından örnek bir
maşık yaklaşımlardır. İkinci kısıtlama yeni dinin dayattığı ya da gerektirdi­ konuma ulaşan şiir dışındaki her alan için geçerlidir. Fakat Batı Arabis­
ği özelliklere dayanır; yüzyıllar içinde farklı biçimlerde yorumlanmakla tan'ın bu dönemde gerçekten kültürel ve sanatsal sefalet içinde olup ol­
birlikte, bunlar İslam uygarlığının tamamen kalıcı ve değişmez olan ayırıcı madığı biraz tartışmaya açıktır. Zira doğrudan bölgeyle bağlantısı belirlen­
özellikleridir. Başlangıçta teknik bakımdan dinin bir icabı olmayan, ama miş çok az sanatsal kalıntı vardır ve Suudi Arabistan' da sadece Fao sit alanı
Müslüman varlığının sürekli evrim halindeki bir icabı ve alameti haline ge­ en azından kısmen kazılmıştır. Bulunan lüks ve diğer mamul eşyalar bü­
len caminin taşıdığı özel konum, İslam'a özgü gelişme ve kısıtlamanın bir yük ölçüde ithal ürünlerdir. Geldikleri yerler esas olarak Mısır ve Akdeniz,
üçüncü örneğidir. Oıtaya çıkan son iki kısıtlamanın kaynağı, İslam kültü­ ayrıca Arap ticaretinin epeyce ilişkili olduğu Hindistan'dır. Bölgede büyük
rünün son derece özgün yönleridir. Bunlardan biri yeni dinin klasik Yu­ anıtlar anlamında mimari pek yoktu ; ama Batı Arabistan'ın göçebe ve yer­
nan'ın eski felsefesiyle ve antik çağın sonlarında Akdeniz dünyasında, leşik toplumları, farklı türden yerler arasındaki sınırlarla ve kalıcı ya da ge­
İran'da, Hindistan'da ve hatta Çin'de geçerli matematik, teknoloji ve doğa çici kutsal alanlarla ilgili zengin sözcük dağarcığının da gösterdiği gibi, me­
bilimleriyle karşılaşmasıdır. Bu tanışma önce Müslüman düşüncesinin ve kan kavramlarına gerçekten sahipti. İslam dünyasındaki en kutsal odak,
yönetiminin merkezi Bağdat'ta gerçekleşti; ardından yavaşça ve zamanla bütün Müslümanların namaz kılarken yöneldiği kıble ve hac merkezi olan
bölgenin hemen her yerine yayıldı. Dördüncü kısıtlama İslam dünyasında Mekke'deki Kabe, yüzyıllar boyunca putperest kabilelerin kullandığı bir İs­
yaratılan edebiyatın mahiyetidir. Dönemin bütün edebiyatları gibi, İslam lam öncesi mabettir. Bazı ufak değişikliklere uğramış olsa da, temel biçi­
edebiyatı da hem aydınlatmaya hem de eğlendirmeye yönelikti. İran' da 1 2 . mi eskisi gibidir. İslam öncesinde pahalı bir kumaşla örtülmesi, putlar için
yüzyıldan itibaren geliştirdiği biçimlerle, evrensel düzeyde etkili lirizme sa­ bir melce olarak kullanıldığını ve Arap Yarımadası'nın bütün dinleri için
hip bir edebiyat vardı ve sanatlar üzerinde hatırı sayılır bir etkiye sahipti. bir odak olduğunu vurgular.
Müslüman düşüncesi ve Müslüman diyarların edebiyatı, sanatları et­ Geniş Arap dünyasının diğer kesimlerinde çoğu kez parlak bir sanat
kileyen çeşitli sosyal ve kültürel kısıtlamaların sadece ikisidir. Bütün İs­ tarihine rastlarız. Yemen'de ücra tapınaklar ve kararsız su akışını dene­
lam dünyasını etkilemiş olanlar belki de yalnız bunlardır. Etnik ve sosyal tim altına almaya yönelik görkemli sulama kanalları dışında, bu mirastan

Köşkte oturan mübarek adam onunla irtibat kurmaya çalışırken, yukarıda Vahşi kedi rölyefi zaik ve heykel bezemeleri işlenen konuların
1 553, Cami'nin Baharistan'ından çizim, melekler ilham ve armağanlar yağdırıyor. Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi, 8. yüzyıl, Palmyra, zenginliği açısından çarpıcıdır. Bunlarda antik
Washington, Arthur Sackler Galerisi Pencereden merakla dışarıyı süzen iki kişi, Arkeoloji Müzesi çağ dünyasına özgü yüzlerce insan ve hayvan
Bir tiyatro sahnesini andıran enfes bir metin resim kahramanının yüzündeki kuşkucu gü­ Emevilerin Suriye çölünde inşa ettiği Kasrü'l­ tasvirinin yanı sıra yeni İ slami bezeme üslu­
ve görüntü bütünlüğü. Mübarek bir adam lümseme ve çileci tasavvuf ile şatafatlı ortam Hayrü'l-Garbi gibi saraylar, antik çağın son­ bunu yansıtan zengin geometrik süslemeler
zengin bezemeli bir köşke hapsedilmiş gibi arasındaki çelişki, minyatüre hafif bir istihza larında Akdeniz çevresinde serpilen dindışı vardır.
görünüyor. Bir kişi kapalı kapının ardından havası katıyor. sanatın öne çıkan örnekleridir. Resim, mo-

İ S LAM DÜNYA S I N D A SANAT VE KÜLTÜR 35


geriye çok az şey kalmıştır. Ortaçağ kaynakları bu ülkenin yüksek bina­ Palmyra, Suriye kent mimarısının büyük katkıları vardır.
larını sıklıkla aktarır; binaların tepesindeki kükreyen aslanlar gibi oyma Şam ve Fırat arasındaki bu vaha, 3. yüzyıla Ancak Palmyra'nın dini ve kültürü, Arap çöl
kadar Doğu-Batı ticareti açısından önemli kabilelerinin Sami dünyasına aitti. Palmy­
bezemelerin geçmişi efsane ve fantezi alanına girer. En görkemli ve en
bir merkezdi. Harabelerdeki kazılarda Çin ra'nın zengin bezemeli heykelleri bütün Ak­
iyi bilinen İslam öncesi Arap kültürleri, Ürdün'deki Petra merkezli Neba­ ipek kumaşları bulunmuştur. Şimdi yıkıntı deniz' den ve İ ran' dan alınma çeşitli tasvir ge­
ti ve daha kuzeydeki Palmyra krallıklarıdır. Her ikisine ait örenler günü­ halinde olan devasa tapınak kompleksinde ve leneklerinin muhteşem bir sentezini yansıtır.
müzde turistlerin gözde uğrak alanlarıdır. sıra sütunlu yollarda Helenistik ve Roma
Bu Arap krallıkları geride Helenistik ve Roma imparatorluk modelle­
rinin ve adetlerinin güçlü etkilerini taşıyan önemli bir mimari gelenek bı­
rakmıştır. Özellikle Palmyra'nın tapınaklarında ve her şeyden önce nek­ hiptiler ve serpildikleri 5. ve 6. yüzyıllarda olmasa bile, sonraki yüzyıllar
ropollerinde heybetli heykeller vardır. Her ne kadar Nebati ve Palmyra üzerinde hatırı sayılır bir etki bırakmışlardı. Irak'ın güney kesimindeki
sanatı kalıntılarının ortaçağda şimdikinden bile daha görkemli bir durum­ Lahmi sarayı Havarnak çok sonraki Fars şiirinde bile dillere destan şatafa­
da olduğu söylenebilirse de, ortaçağın yazılı İslam kaynaklarında bu sa­ ta sahip bir anıt olarak kaldı. Farklı bir Arap yazısı yönündeki ilk adımlar
natın varlığına hemen hiç değinilmez; sanat eserlerine yansıyan izleri de da aynı hanedanın himayesi altında atıldı. Gassaniler Suriye'de büyük bi­
çok azdır. Suriye bozkırındaki Emevi sarayı Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'nin naların inşa edilmesine destek verdi. Bunlardan biri olan ve Suriye bozkı­
heykelleri gibi tek tük rastlanan örneklerde komşu Palmyra'nın etkisi rının kuzey kesimindeki Rusafe'de bulunan kraliyet arz odası hala ayak­
açıktır. Bazı uzmanlar erken dönem İslam tasvir sanatının belli özellikle­ tadır ve içinde Kral el-Munzir'i yücelten bir Yunanca yazıt vardır.
rinin, sözgelimi heykellerde derin oyulmuş gözlerin ve resimlerde yüz ifa­ Velhasıl , özellikle tek başına biçimler göz önüne alındığında, Arap
desi yokluğunun bu erken dönem Arap krallıklarının üslup ve teknikler­ geçmişinin İslam sanatının gelişiminde göreceli olarak küçük bir rol oy­
le ilişkili olması gerektiğini ileri sürerler. Ama belirgin bir örnek oluşturan nadığı söylenebilir. Yarattığı kolektif bellekler ve görsel kimlik için son­
Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi dışında, bu ilişkiyi ortaya koymak imkansız olma­ raki kuşaklara sağladığı Arapça sözcük dağarcığı açısından önemi daha
makla birlikte zordur. Bu bakımdan Arap Yarımadası'nın kuzey kesimin­ büyüktür. Geniş yarımadanın henüz yeterince araştırılmadığı ve gelecek­
de, Suriye ve Irak arasında Helen ve Roma imparatorluklarının desteğiy­ te arkeologların pekala sürprizlerle karşılaşabileceği elbette doğrudur.
le gelişen seçkin ve özgün Arap kültürlerinin aslında geleneksel İslam'ın Fakat bilimsel bilgilerin şu anda bulunduğu aşamada, İslam sanatınca kul­
kolektif belleğinde pek fazla iz bırakmadığı, hatta belki kasıtlı olarak si­ lanılan biçimler açısından, İslam inancını ve uygulamalarını anlamak açı­
lindiği sonucuna varmak herhalde doğru olacaktır. sından bilinmesi gereken Arap geçmişinin, ayrıca Arap dili ve edebiyatı­
İslam'dan önceki yüzyıllarda Irak, Suriye ve Filistin'in bozkır sınırla­ nın, İslam ordularınca 7. ve 8. yüzyıllarda ele geçirilen ve Atlas
rında ortaya çıkan Lahmiler ve Gassaniler adlı iki Arap kabile krallığı için Okyanusu'ndan Orta Asya'ya kadar uzanan çok daha zengin dünya ka­
aynı durum söz konusu değildir. Bunlar genellikle Bizans ve Sasani İran'ın dar önemli olmadığını söylemek herhalde doğru olacaktır. Yüzyıllarca sü­
uydu devletleri olarak iki imparatorluk arasında bir tampon rolü oynama­ ren bağımsız gelişim sürecinden sonra bile, Anadolu veya Hindistan'da­
larıyla hatırlanırlar. Ne var ki, başlı başına önemli bir kültürel varlığa sa- ki yeni fetihler İslam sanatının kurulu yapısına yeni yerel temalar ve

36 İ S LAM DÜNYA S I N D A SANAT VE KÜLTÜR


Güney Yemen'de bir dağ köyü
Yüksek ve dar evler Yemen'in dağlarındaki
birçok köye hala damgasını vurur. Bu evle­
rin üst katlarında asıl oturma bölmeleri yer
alırken, alt katları ambar ya da hizmet işle­
rinde kullanılır. Eskiden göçebelerin ya da
hasım ailelerin saldırılarına karşı böyle bina­
ları savunmak kolaydı. Ortaçağ metinleri İ s­
lam'ın doğuşundan önce bu tarzda inşa edil­
miş yarı efsanevi sarayları tasvir ederek,
tepelerinde bulunan aslan heykellerinin
esen rüzgarla birlikte kükrediğini aktarır.
Bu anlatımların ne ölçüde mitolojik, ne öl­
çüde bazı 7. yüzyıl gerçeklerine uygun düş­
tüğü açık değildir.

düşünceler katmaya devam etmiştir. İslam öncesi Arap tarihinin anıtları­


na dönük ilginin artması, günümüzde bir ülkeyle olduğu kadar bir kül­
türle de ilişkili gelenekleri arama yönündeki ulusal özlemlere uygun ola­
rak ortaya çıkan bir gelişmedir.

Samarra'daki bir evde alçı sıva


bezemel"er
Irak, 9. yüzyıl
Abbasi halifeleri 9. yüzyılın bir bölümünde,
Bağdat'ın 1 00 kilometre kadar kuzeyinde
kurulmuş yeni bir kentte hüküm sürdüler.
Orada ordunun ve idarenin, çoğu kez başı­
na buyruk kent ahalisinin müdahalesine uğ­
ramadan iş görmesi mümkündü. Devasa ve
hızlı bir inşaat programıyla saraylar, cami­
ler, evler ve şatafatlı yaşamın her türlü ge­
rekleri yaratıldı. Bu resimdeki binanın beze­
meleri bitki motiflerinin geniş bir yüzeyi
kaplayan soyut desenlere dönüşmesi açısın­
dan dikkat çekicidir. Tasvirden epeyce yok­
sun İslam sanatını tarif etmek için horror va­
cui ("boşluk korkusu") terimi kullanılabilir.

37
Sanata dair İslami tutumlar

Geniş İslam dünyasında yüzyıllar içinde sanata ilişkin birçok fark­


lı tutum ortaya çıkmıştır ve sanatın gelişim çizgisini belirleyen tek
bir ilkeler dizisinden söz etmek tamamen olanaksızdır. Ama İs­
lam'ın ilk vahyi olan Kuran'ın sanata ilişkin tutumların dayandırı­
labileceği ve çoğu durumda dayandırıldığı pasajlar ve bakış açı­
ları içerdiği öne sürülebilir. Bunların birçoğu yüzyıllar içinde fark­
lı yorumlara bürünmüştür ve nasıl kullanıldıklarının tarihini gü­
nün birinde kabataslak ortaya koymak herhalde mümkündür.
Her şeyden önce, imalat ve inşaat kategorilerine göndermeler
vardır. Bir örnekler dizisinin hepsi de Kral-Peygamber Süley­
man'la ilişkili olan somut ve benzersiz eşyalara dayanır. Sanat
eserlerini korumasıyla efsaneleşmiş olan Süleyman'ın zanaatkar­
ları da çoğunlukla aynı ölçüde efsanevi olan cinlerdir. Kuran'a
göre, Allah onun emrine bir erimiş bakır kaynağı verir (34: 1 2) . Bu
ocak Eski Ahit'te anlatıldığı şekliyle Kudüs'teki Süleyman Tapına­
ğı'nda bulunan ünlü Pirinç Denizi'nin bir Müslüman uyarlaması­
dır. Ardından cinler Süleyman için mihraplar, heykeller, havuz gi­
bi çanaklar ve sabit kazanlar yapar (34 : 1 3) . Kuran'da birkaç kez
daha karşımıza çıkan "mihrap" kelimesinin, esas olarak camide
kıbleyi gösteren ve sonraki sayfalarda üzerinde daha ayrıntılı du­
racağımız nişle ilintili hale gelmesinden önce, çeşitli anlamları
vardı. Esasen mihrap onur yeri anlamına gelir; ama söz konusu
pasajın bağlamında hangi anlamda kullanıldığını tam kestirmek
zordur. Cinlerin yaptığı eşyaların bazıları açısından ilginç olan
nokta çok pratik, neredeyse günlük kullanıma dönük malzemeler
olmalarıdır. Bunu tabak, ibrik, şamdan, hokka gibi sıradan nesne­
leri güzelleştirme yönünde bir düşkünlük gösteren daha sonraki
İslam sanatının şahane özgünlüğüyle ilişkilendirmek mümkün­
dür. Aynen Süleyman'ın yaptığı gibi, kişinin el yapımı eşyalara
özen göstermesi uygun bir davranıştır.
Süleyman'ı konu alan bir başka pasaj daha çapraşıktır. Seba
Melikesi'ni sınamadan geçirmek ve sonuçta ona üstünlüğünü gös­
termek isteyen Süleyman, billurdan döşenmiş bir sarh ("köşk")
inşa edilmesini emreder (27:45). Buradaki sarh kelimesinin tam
anlamı epeyce tartışılmış bir konudur ve daha kesin bir sonuca
varmaya çalışmaksızın, bir tür inşa edilmiş mekan olduğunu dü­
şünmek daha kolay gelebilir. Süleyman'ın inşa ettirdiği şey her
neyse, bunun tuhaflığı Seba Melikesi tarafından bir su kütlesi, ya­
ni gerçekte olduğundan farklı bir şey sanılmasıdır. Meselden din­
darca yaklaşımla çıkarılacak sonuç burada bizim ilgi alanımız dı­
şındadır; önemli olan husus gerçekliğin bir yanılsamasını yarat­
mak üzere bir eserin yapılmış olmasıdır. Meselin kısmen birbiriy­
le çelişkili iki veçhesi sanata ilişkin İslami tutumlarla ilgilidir. Bi­
rincisi, sanat eserinin merak uyandıracak, şaşılacak bir şey olma­
sıdır; bu özellik her türden imal edilmiş eşyayı övmek için sürek-

Ahşap levha kuşla hemen hiçbir benzerlik görülmez.


Mısır, 9. yüzyıl, Paris, Louvre Müzesi Unsurlar çoğu yapraklar ve bitki süsle­
Bu çarpıcı biçimli ahşap levhanın bir du­ mesinin diğer türevleridir. Bu levha İ s­
var, bir kapı ya da bir mobilyanın hangi lam'ın ilk döneminde tasvir sanatına iliş­
parçası olduğu bilinmemektedir. En ün­ kin kararsızlığın ve belki de kasıtlı
lü yanı ise genellikle bir kuş tasviri ya da muğlaklığın en belirgin örneklerinden
çağrışımı olarak yorumlanan desenidir. biridir.
Ancak, desenin detaylarına bakılınca,

38 İ S LAM D ÜNYASINDA S ANAT VE KÜLTÜR


li kullanılan Arapça bir terim olarak "acayip " kategorisine girer. Diğer Şahane peyzaj (büyük olasılıkla Kuran'daki cennet tarifinin)
çıkarsama ise sanat eserinin bir kandırmaca, bir yalan, olmayan şeyi ak­ Edebi ve tasavvufi metinler antolojisi, resmi mi, yeryüzündeki pastoral bir manza-
la getiren bir izlenim olmasıdır. Dolayısıyla mekruh olarak görülebilir İ ran, 1 4. yüzyıl sonları ranın çağrışımı mı, yoksa sırf bir bezeme de- /
İ stanbul, Türk ve İ slam Eserleri Müzesi seni mi sayılması gerektiği açık değildir.
ve bazı Müslüman düşünürler günümüzde bile bu hususu tartışmaya
Arka planda dağların, ortada bir çayır içinde
devam etmektedir. kıvrılan bir derenin ve ön planda ağaçların
İslam kültüründe sanatın değerlerine ve hatta geçerliliğine ilişkin görüldüğü bu ideal peyzaj nadir örneklerden
biridir. Yorum bakımından belirli bir metnin
çeşitli yorumlar açısından buna benzer tekil pasajları inceleyip tartışma­
ya devam edeceğiz. Ama Müslümanların sanata ilişkin tutumlarında bir
mesele ağır basar: Canlı varlıkların tasviri. Bizzat Kuran'da bu tür tas­
virlere karşı çıkan hiçbir açık ifade yoktur ve (Hıristiyanlık'ta çoğunluk­
la daha sonraki dönemlerde ve ancak nadiren yaşanan "ikona kırıcılı­
ğı"ndan, yani suretleri şiddete başvurarak yok etme akımından farklı
olarak) Müslüman. "ikona sevmezliği"nin Akdeniz bölgesinde ve İran'da
ya da daha sonraları Hindistan ve Orta Asya'da rastlanan zengin dinsel
imge dağarcığı karşısında suretleri kullanmaya karşı gelişen bir gönül­
süzlük olduğu konusunda bir genel mutabakat vardır. Başlangıçta bu
gönülsüzlük ideolojik olmaktan ziyade sosyal ve psikolojikti; ama yüz­
yıllar içinde düşünsel ve teolojik gerekçeler kazanarak, bu doğrultuda
çeşitli Kuran pasajlarına ve öğretilere başvurmayı getirdi. Özellikle be­
lirtilen gerekçe, Kuran'da İsa'nın sadece Allah'ın hayat verme gücüne
sahip olduğunu gösterecek bir mucize olarak çamurdan bir kuşa üfle­
yerek can vermesinin anlatıldığı pasajdı (3:47-49). Allah'ın emsalsiz
kudreti İslam temel özelliklerinden biridir ve bunun bir sonucu da put­
lara mutlak biçimde karşı çıkmaktır. Bu yüzden hayatın sanatsal tasviri
putperestlik olarak görüldü ve zamanla çoğu ilahiyatçı tarafından gü­
nah sayıldı. Birçok gelenekte belirtildiğine göre, kıyamet günü sanatçı­
lardan yarattıkları şeylere hayat vermeleri istenecek ve bunu başarama­
yınca cehennem ateşine atılacaklardı.
Bu yasak haliyle gevşek biçimde uygulandı ve birçok risalede fark­
lı biçimde ortaya kondu. Ancak, sonuçta İslam sanatını çeşitli bakımlar­
dan etkiledi. İtikadın bizzat suretler aracılığıyla ifade edilmesi mümkün
olmadığı için, dindarlığı en azından daha biçime dayalı sanatla görsel
bakımdan yansıtacak başka yollar bulma gereği ortaya çıktı. Bu yollar­
dan biri, birçok kaynakta ileri sürüldüğü gibi, yazıyı kullanmaktı ve bir
tür kutsal sanat biçimi olarak hat sanatı gelişti. Bir başka sonuç, nere­
deyse tüm alanlarda dinsel sanatın egemen olduğu yüzyıllarda dindışı,
özellikle de zanaatkarlığa dönük sanatların önem ka� anmasıydı. Ve
belki de daha önemli bir sonuç, kutsal yazıların sanatçılar için sürekli
bir kaynak ya da ilham haline gelmemesidir. Özellikle 1 3 . yüzyıldan
sonra Fars etkisi altındaki dünyada ve halk sanatında hiç kuşkusuz is­
tisnalar vardı. Ama bunlar genelde nadirdi ve itikadın ifadesi mimari ve
hat sanatı dışında İslam sanatının önemli bir veçhesini oluşturmadı.
İslam sanatını başından itibaren etkileyen iki temaya da değinmek­
te yarar vardır. Bunlardan biri bahçeleri, pınarları ve köşkleriyle cenne­
tin son derece canlı, görsel ve çoğu kez ince ayrıntılarla tasvir edilme­
sidir. Bu tasvirlerin ve çağrıştırmaların İslam bezeme sanatlarına nere­
deyse doğrudan etkide bulunmuş olması mümkündür; nitekim, bazı
uzmanlar Şam'da 8. yüzyıl başlarında inşa edilen Cami-i Kebir'in (Eme­
viye Camisi) mozaik bezemelerinde Müslüman cennetine dair bir tasvi­
rin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Babürlü yönetimindeki Hindistan'ın yüzüne halife olarak gönderilmesinden hareketle, Allah'ın dünyayı insa­
17. yüzyıl bahçeleri de cennete dönük güçlü çağrışımlar taşır. Uzman­ na emanet ettiğini savunmuşlardır. Bunun bir sonucu olarak, doğanın
ların anladığı biçimiyle bu temanın her zaman mevcut olup olmadığı sağlıklı bir durumda korunması İslam mesajının bir parçasıdır. Son yıl­
tartışmaya açık bir konudur, ama bütün İslam sanatındaki varlığı apa­ larda İslam'ın öngördüğü çevreye saygı temelinde evler, kentsel komp­
çıktır. İkincisi, daha yakın dönemde, İslam dünyasından bazı mimarlar leksler ve hatta bütünsel kentler tasarlamaya yönelik çeşfrli girişimler
ve kent tasarımcıları, Kuran'ın ana temalarından biri olan insanın yer- gündeme gelmiştir.

İ SLAM DÜNYASINDA SANAT VE KÜLTÜR 39


ya da inşa etmek zorunda kalmasının ve özellikle Irak'ta Arap Yarıma­
Cami
dası'ndan göç eden kişiler için yeni kentlerin kurulmasının bir sonucuy­
Cami olarak bilinen yapı, devamlılık ve uygunluk bakımından İslam'ın du. Kufe ve Basra bu iskanın başta gelen ilk örnekleriydi; ama Bağdat,
varlığıyla ilişkilidir. Ama diğer dinlerde kiliselerin, tapınakların ya da si­ Fustat (sonraki adıyla Kahire) ve Tunus'taki Kayrevan da esas olarak
nagogların taşıdığı anlamı doğrudan İslami bağlama aktarmak mümkün Müslümanlar için kurulmuş yeni kentlerdi. Bu etkenlerin yanı sıra Müs­
değildir. lümanların diğer dinlerin tapınaklarıyla karşılaşması zamanla (gelişim
Bütün "cami" biçimlerine kaynaklık eden "mescid" Kuran'da sıklıkla çizgisinin ayrıntıları her zaman açık olmasa bile) Müslüman dinsel me­
karşımıza çıkar. Bu Arapça kelime "secde edilen yer", yani müminlerin kanlarına özgü bir işlevsel tipolojiye yol açtı. Söz konusu gelişme daha
Allah'a saygı için diz üstünde eğilerek alınlarını yere değdirdiği yer an­ 1 4 . yüzyılda Kuzey Afrikalı büyük bilgin İbn Haldun'un (1332-1406)
lamına gelir. Secde sıkı kurallarla belirlenmiş olan ve bütün Müslüman­ Müslüman Batı dünyasının tarihine giriş mahiyetindeki ünlü Mukaddi­
ların bir iman ifadesi olarak her gün beş vakit kıldığı namazın bir parça­ me'sine yansır.
sıdır. Kuran'ın yazıtlarda sıklıkla kullanılan bir ayetinde (9: 18) şöyle de­
nir: "Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, nama­
Bütün İslam dünyasının üç mabedi
zı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan
kimseler imar eder . " Burada örtülü olarak belirtilen şey özgül ve yeni bir Her ne kadar mescit terimi her ikisi için kullanılsa da, "mabetler" ve ca­

yapı türü, yani Peygamber'in döneminde aslında varolmayan bir şey de­ miler arasında bir ayrım yapmak konuyu biraz basitleştirmek açısından

ğil, mümin cemaatinin toplanıp namaz kılması ve cemaat işlerini görüş­ gereklidir. Mabetler ilahi iradeyle özel bir kutsallık bahşedilmiş gerçek

mesi için ayrılmış bir mekandır. Böyle mekanlar herhangi bir yerde ola­ !
kutsal yerlerd r; din açısından anlam ya da anlamları bütün Müslümanlar­

bilir: Örneğin, şahsa ait bir ev (sözgelimi Peygamber'in Medine'deyken ca bilinir, önemli sayılır ve bulundukları yerin çok ötesine taşar. Bunlar­

kaldığı ve sonradan Medine Camisi'ne dönüştürülen ev) , taş gibi en il­ dan üç tanesi gerçek anlamda bütün İslam dünyasını kucaklar. Birincisi

kel malzemelerin gerçek olmaktan çok sembolik sınır işlevini gördüğü


açık bir mekan, yüzyıllar boyunca birçok geleneksel kentin kenarında Goa'da bir namazgah, Hindistan unsurları olan mihrap ve minberin yanı sıra
Sadece etrafı çevrili bir mekan v_e bir kıble koni biçimli alçak kuleleri görmek mümkün­
yer alan "musalla '1ar ("namaz kılınan yer") vb. Kendine has bir mimari duvarından oluşan, ama ibadet için çok sayı­ dür. Ama bu kuleler ezan okunan bir mina­
tipolojiye ve bir dizi teknik şarta sahip ayrı ve tekilleşmiş bir yapı ola­ da insanın toplanmasına elverişli olan namaz­ re işlevini görmez; camiyi çevredeki alandan
rak cami ancak İslam'ın birinci yüzyılında ortaya çıktı. Bu durum fethe­ gahlar çoğu kez kentlerin yakınında inşa edi­ ayıran sınırları belirler.
lirdi. Bu tip yapılarda bir caminin önemli
dilen birçok farklı ülkede Müslümanların sınırlanmış mekanlar bulmak
lı görüşler dile getirilmiş ve hatta son derece katı bazı ilahiyatçılar tür­
beyi camiden çıkarmak istemişlerdir. Fakat hacıların zorunlu olmasa bi­
le ziyaret etmeleri beklenen bu camiyi yaratan ve hata kutsallığına dam­
ga vuran şeyin aslında Peygamber'in hayatı olduğuna hiç kuşku yoktur.
Bütün İslam dünyasının üçüncü mabedi, Kudüs'te ünlü Mescid-i Ak­
sa'nın da yer aldığı Harem-i Şerif'tir. Bu geniş kutsal alanın sınırları, Bü­
yük Herodes'in inşa ettiği ve Romalıların yıktığı Yahudi Tapınağı'nın
kapladığı alana göre belirlenmiştir. Filistin'in fethinden kısa bir süre son­
ra Müslümanlar buraya bir cami yaptı ve ardından 691 'de Abdülmelik
(685-705) hata kente hakim konumdaki görkemli Kubbetüs's-Sahra'yı
dikti. İzleyen yüzyıllarda çoğu yüksek mimari niteliğe sahip onlarca bi­
na daha inşa edildi ve hata yeterince anlaşılmamış bir ritmik evrime gö-

Peygamber'in Medine'deki evinin büyük olduğu için hem bütün Müslüman ce­
sonradan yapılmış bir çizimi maatinin toplandığı bir kamusal mekan hem
Hz. Muhammed 622'de Mekke'den Medi­ de Peygamber ailesinin kaldığı bir şahsi me­
ne'ye göç etti. Dinsel öğretilerini yaymak kan olarak kullanılmaya elverişliydi. Çeşitli
için merkez olarak kullandığı Medine'yi yeni derinlikteki sıra sütunlar sonraki camilerde
Müslüman devletinin başkenti haline getirdi. olduğu gibi kıbleyi göstermesinin yanı sıra,
Peygamber'in buradaki evinin yazılı kaynak­ kötü hava koşullarına karşı barınak işlevini
lara göre bir ölçüde ortaya çıkarılabilen ya­ görmekteydi. Başlangıçta işlevsel olan kapı­
pısı, Irak ve başka yerlerdeki ilk çok-ayaklı ların hepsi zamanla sembolik anlamlar kazan­
camilere model oluşturdu. Bu ev alanı çok dı.

bizzat Mekke'deki Harem-i Şerif'tir. Burası sadece Müslümanların namaz


kılarken yüzlerini çevirdiği kıble değildir; Allah yolunda giden bir kişi
(haniO olarak ilk Müslüman sayılan ve Kabe'yi inşa ettiğine inanılan İb­
rahim'le de ilişkili bir yerdir. Ayrıca, İbrahim'in oğlu İsmail'le ve Peygam­
ber Muhammed'le doğrudan bağlantısı olan çeşitli kutsal yerleri barındı­
rır. Durumu uygun bütün Müslümanların ömürlerinde en az bir kez hac
için burayı ziyaret etmeleri gerekir. Mekke'nin eski bir Arap kentinden İs­
lam'ın bir kutsal merkezine dönüşüm sürecinde nasıl birçok farklı etkiy­
le Harem-i Şerif alanında eksiklikler, yenilikler ya da eklemeler ortaya
çıkmışsa, hac çerçevesinde her türden karmaşık toplu ibadet adetleri ge­
lişmiştir. Bu değişiklikler bizzat alanda - yapılar, hazine bağışı, ganimet
birikimi biçiminde - bir fiziksel ifade bulmuş olabileceği için, mabetleri
incelemede Mekke'deki Harem-i Şerif' in bir model teşkil 'ettiği açıktır.
Bütün İslam dünyasının ikinci mabedi, Batı Arabistan'da Mekke'nin
kuzeyine düşen ve Peygamber'in hicret sırasında kaldığı Medine kentin­
deki Medine-i Münevvere Camii'dir. Başlangıçta Muhammed'in evi oldu­
ğu için Mescid-i Nebi olarak da bilinen bu yapı, onun ölümünden kısa
bir süre sonra camiye dönüştürüldü ve 8. yüzyıl başlarında dikdörtgen
zemin planlı ve avlusu revaklarla çevrili tipik bir avlulu cami olarak ye­
niden inşa edildi. Etrafı çevrilmiş ayrı bir birim olan Peygamber'in tür­
besi, caminin örtülü kısmının güneydoğu köşesinde yer alır. İslam'ın sı­
kı tektanrıcılığının ermiş mezarlarına ihtiramı yasaklaması nedeniyle,
yüzyıllar içinde bu türbenin Müslüman bağlamındaki önemine dair fark-

Mekke'deki Harem-i Şerifin bir da evlerin duvarlarına yerleştirilen büyük ya


tasvirinin yer aldığı Osmanlı da küçük bezemeli çiniler biçimine büründü.
minyatürü Birkaç farklı bakış açısının bir araya getirildi­
1 6. yüzyıl ği şematik bir resmin yer aldığı bu örnekte,
Ortaçağda Mekke'ye hac ziyaretinden dö­ sıra sütunlarla çevrili olan kutsal mekan için­
nerken dinsel amaçlı "hatıra eşya" alma ade­ deki Kabe ve bütün önemli anısal ya da işlev­
ti ortaya çıktı. Özellikle 1 6. yüzyıldan sonra, sel yapılar görülebiliyor.
bu hatıra eşyalar camilerin, kutsal yerlerin ya

İ S LAM D ÜNYA S I N D A SANAT VE K ÜLTÜR 41


re çeşitli temalar bu alanla özdeşleştirildi. Bunlar kısmen Kudüs ve Mek­
Kudüs'ün Eski Kent bölümündeki (İbrahim, Yakup, İsa, Davud, Süleyman vb)
ke'deki mabet arasındaki mevcut durumu, ayrıca Yahudi geleneğiyle iliş­ Harem-i Şerif ve kıyamet günüyle i lişkilendi rilir. Bu kut­
Tapınak Dağı'nda yer alan ve İslam'ın sal alanın sın ırlarını Büyük Herodes'in in­
kiyi yansıtır. Bir başka tema Peygamber'in göğe yükseldiği mucizevi ge­
üçüncü kutsal melcesi olan Harem-i Şe­ şa ettiği ve Romal ıların İ S 70'te yıktığı Ya­
ce yolculuğudur; "miraç" olarak bilinen ve Kubbetü's-Sahra'nın adını al­ rifteki Kubbetü ' s-Sahra, Hz. M u ham­ hudi Tapınağı ' n ı n b u l u nduğu platform
dığı kayaya ayak basarak başladığına inanılan bu olay daha sonraki İran­ med'in "miraç" olarak bilinen göğe yükse­ belirler. En önemli yapılar Kubbetü's-Sah­
lişiyle, İslam'ın peygamber olarak kabul ra (ortada) ve Mescid-i Aksa'dır (solda).
lı ressamlarca sık sık işlenmiştir. Adem'in türbesi olarak da bilinen bu
ettiği birçok Kitabı M u kaddes şahsiyetiyle
yer çeşitli Eski Ahit temalarıyla ilişkilendirilir ve İbrahim'in oğlu İsmail'i
burada kurban etmeye hazırlandığına inanılır. Kudüs'ün kıyamet için be­
lirlenmiş yer olarak ahiret açısından da önemi vardır. Kudüs'teki Harem­ din önderleri İslam'ın Peygamber (Şii inancına göre ayrıca Ali ve onun so­
i Şerif özellikle Memluk himayesinin gösteri alanı haline geldiği 14. ve yundan gelen imamlar) dışında aracıların ya da şefaatçilerin varlığını res­
1 5 . yüzyıllarda diğer iki mabede göre çok daha seçkin mimari eserlere men tanımadığı gerekçesiyle bu mabetlere her zaman karşı çıkmıştır. Ama
ilham kaynağı oldu; ama önemli bir hac yeri olmasına karşın, diğer iki
halkın dindarlık anlayışı çoğu kez bu teolojik itirazlara ağır basmıştır.
Arap mabedi kadar evrensel ziyaretgah konumuna hiç ulaşamadı. Bir
bütün olarak İslam dünyasında taşıdığı önem yüzyıllar içinde büyük de­
ğişkenlik gösterdi. Caminin yapısı ve işlevi
Bütün İslam dünyasının bu üç kutsal melcesi dışında, daha kısıtlı ya
da sınırlı mabetler de ortaya çıkmıştır. Bunlar çoğunlukla defin kültleriyle Asıl konu camiye dönecek olursak, bir Müslüman için her türlü yer nama­

ilişkili olan ve her zaman ziyaretgaha dönüşen yerlerdir; genelde "şehit


za �ygundur; geçici bir yer bile cami sayılır ve bir aileyle, bir mahalleyle
ya da herhangi bir kurumla sınırlı binlerce küçük cami vardır. Ama daha
düşülen yer" anlamında meşhet (çoğul meşahit) olarak anılırlar. Önemli
başından, yani Peygamber'in cemaati Medine'deki evinde topladığı dö­
örnekler İran'ın Meşhed ve Kum ile Irak'ın Necef ve Kerbela kentlerinde­
nemden itibaren, Müslüman cemaat için belirlenmiş bir dinsel mekanın
ki önde gelen Şii meşhetleridir. Fas'tan Endonezya'ya kadar birçok ülke­
ötesinde anlama sahip bir yer kavramı ortaya çıktı. Bu yer başlangıçta na­
de, çoğu durumda bir ermişin gömüldüğü yeri veya İslam öncesi bir pey­ maz, özellikle de bütün Müslümanların cuma günleri katılması beklenen
oamberin v� rlıo
b bmı hatırlatan daha küçük mabetlere de rastlanır. Köktenci toplu namazın yanı sıra, hükümdarlara ve temsilcilerine biat, öğretim, ver-

42 İ S LAM D ÜNYAS I ND A SANAT VE KÜLTÜR


gi tahsilatı, her türden duyuru, sosyal ve siyasal yaşamın çoğu veçhesiyle felerce atanmış valilerin bulunduğu kentlerdeki camilerle sınırlıydı. Bu
ilgili buluşmalar için de öngörülmüştü. İdeal biçimiyle belirli bir beldede­ arada minare gelişerek her yerde İslam mimarisinin en bariz unsuru ha­
ki bütün erkek Müslümanların toplanmasına elverişli böyle mekanlara line geldi. İbn Haldun'un seçkin kuramsal eserinde vurguladığı gibi, ca­
mescidü'l-cami ("cemaat camisi") adı verildi ve kimi zaman mescidü'l-cu­ milerin yapımı ve bakımı devletin sorumluluğu altındaydı; çünkü devle­
ma ("cuma camisi") ifadesi de kullanıldı. tin başta gelen amacı müminler topluluğunun insicamını korumaktı. Bu­
Ortaçağın sonuna doğru cami kelimesi mescidin bir eşanlamlısı ola­ nu daha düzensiz bir tarzda olmak üzere, daha manevi nitelikteki katı­
rak yaygın biçimde kullanılmaya başladı. Başlangıçta bir cami için tek şıksız din ve ibadet mülahazaları izliyordu. Genel bir yaklaşımla, caminin
şart, belirli bir beldenin bütün ahalisinin bir araya gelmesine yetecek bü­ evrim tarihinin, genel mimari biçiminde, barındırdığı kısımlarda, yarattığı
yüklükte bir alan olmasıydı. Burayı kentin öbür kesimlerinden bir duvar bezemelerde, yansıttığı ihtiyaçlarda, benimsetmeye çalıştığı tutum ve dav­
(ilk örneklerde basit bir hendek) ayırırdı. Alanın yönü uygun taraftaki de­ ranışlarda kendini açığa vurduğunu söylemek doğru olacaktır. Bu evrim
rin ve üstü örtülü bir bölmeyle belirlenen kıbleye doğruydu . Azar azar, günümüzde hala sürmektedir.
başka yapı gerekleri de eklendi: Namaz kılarken bakılacak yönü vurgu­
lamak ve Peygamber'in müminler arasındaki varlığını anmak için kıble
Kubbetü's-Sahra'nın iç mekanı planında görülen kayadan alan yapının anlamı
duvarında açılmış bir niş olan mihrap; hutbenin okunduğu minber; bazı
Kudüs konusunda epeyce tartışma vardır. Günü­
durumlarda hükümdar ve maiyeti için ayrılmış bir bölme olan maksure; Emevi hükümdarı Abdülmelik'in 69 1 'de inşa müzde Peygamber'in göğe yükselişinin anısı­
Kuran okunan ve diğer ibadetlerin yerine getirildiği çeşitli sekiler; bir ettirdiği bu yapı, İslam mimarisinin en eski nı yaşatan bir ibadet yeridir. Daha basit bir
Müslüman merkezinin varlığını göstermeye yarayan ve zamanla ezan anıtıdır ve en güzellerinden biridir. Yaldızlı yaklaşımla, Hıristiyan kenti Kudüs üzerinde­
yüksek bir kubbeyle örtülü bir silindiri çev­ ki Müslüman egemenliğini simgelemeye hiz­
okumak için kullanılan minare. Bu unsurların bazıları, sözgelimi mihrap releyen kusursuza yakın bir sekizgen çok met ettiği söylenebilir.
bütün camilerde bulunur. Minber gibi bazı unsurlar ise başlangıçta hali- uzaktan bile görülebilir. Adını bu resmin ön

İ S LAM D ÜNYA S I N D A SANAT VE K ÜLTÜR 43

L__ -
İ stan bul'daki Şehzade Külliyesi'nin avlusunda

Cami bulunan şadırvan

O/eg Grabar

7. yüzyılın sonuna doğru, yani İslam'ın ortaya çıkı­ nü oluşturur. Diğer unsur ise bugün genellikle eza­
şından sadece i ki ya da üç kuşak sonra cuma cami­ nın okunduğu yer sayılan minaredir. Ama özellik­
sinin (mescidü'l-cuma) temel işlevleri ve biçimsel le İslam'ın ilk yüzyıllarında minare öncelikle bir
tipolojisi yerli yerine oturdu. Her kentte bütün Müslüman cemaatin varlığına işaret eden ya da
mümin cemaatinin kullanımına açı k olan b u yapı Mekke ve Medine' deki mabetlerde olduğu gibi, bir
için öncelikle mekana gerek vardı. İlk camiler çok­ kutsal melcenin bulunduğu yerin olabildiğince
ayaklı mekan tipindeydi; sınırları belirsiz bir mekan uzaktan görülmesini sağlayan bir görsel nirengiydi.
boyunca çok sayıda tekil ve görece küçük mesnet
(çoğunlukla sütunlar) uzanırdı. Birçok varyasyon u
olan b u tip Arap ü l kelerinde v e ayrıca ideoloji k ya
da başka nedenlerle İslam'ı n başlangıç dönemini Kahire Kalesi içindeki caminin avlusunda
hatırlatma amacının güdüldüğü Güneydoğu Asya bir revak
gibi başka yerlerde günümüze kadar en yaygın ca­
mi tipi olarak kalmıştır. 1 1 . yüzyıldan sonra İ ran' da
ve Hindistan'da mekan sağlamak için farklı bir çö­
züm bulundu: Dört adet tonozlu bölmenin, teknik
ibareyle "eyvan"ın açıldığı geniş bir orta avlu. Os­
manlı lar bir cuma camisinin cemaat gereklerine bir
başka çözüm olarak, tek bir orta kubbeyle geniş
bir iç mekan yarattılar. Bu arada dosdoğru "mes­
cit'' denen küçük özel camiler de ortaya çıktı ve
birçok değişik biçime büründü.
Fakat cami sadece geniş bir mekan değildir. Her
biri kendine özgü tarihi olan sembolik ya da işlev­
sel unsurları da barındırı r. Minberin geçmişi Pey­
gamber'in dönemine kadar iner. Başlangıçta üç ba­
samaklı ve biraz yüksek bir tabure biçiminde olan
bu yapı hutbe, tebliğ ve dua okumak için kul lan ılır­
d ı . Çok h ızlı bir şekilde, ilave basamaklarla ve bir­
çok durumda en üstte bir saçağın örttüğü bir kür­
süyle daha gelişkin bir görünüme büründü. Oyma
ahşaptan veya yontulmuş taştan yan duvarlarla be­
zenmiş gösterişli örneklerin yapılması na karşın, Mandu'daki Cami-i Kebir'in minberi ve dua kürsüsü
basit minberler hala vardı r.
İslam'ın ilk döneminde, Müslüman cemaatin hazi­
nesi camide saklan ı rdı; bunun günümüze ulaşan
birkaç örneği mevcuttur. Sözgelimi, Şam hazine
dairesi sütunlar üstünde duran bir kubbeli sekiz­
gen yapıdır. Daha pratik bir düzeyde, namazdan
önce abdest alma gereği cam i avlusunda veya ke­
narı nda kimi zaman hatırı sayı lır sanatsal değerde
çeşmelerin yapılmasını getirdi.
Caminin i ki unsuru işlevsel olduğu kadar semboli k
niteli k de taşır. Bunlardan biri kıbleyi göstermenin
yanı sıra, namaz kılan lara Peygamber'in varlığını
hatı rlatan mihraptır. Yaklaşı k 700'1erde ortaya çı­
kan mihrap bütün cam ilerde bulunur ve çoğu kez
ilahi varlığı ve İslam mesajının evrensell iğini simge­
leyen şamdanlarıyla caminin en bezemeli bölümü-

44 CAMİ
fahan'daki Şah Camisi'nin çifte minaresi Kayrevan Camisi'nin namazgahı

Roma'daki Ulu Cami'nin avlusu Edirne'deki il. Bayezid Külliyesi'nin kıble duvarı

,-= :c = · : · = :c : • : • : :.: :c : :.: ::c =· : • : :.: : :.: :c = · : • · = :.: ::c = · : · = :.: -ıı!
il . •
Cordoba'daki Cami-i Kebir'in (Kurtuba
• i l Camisi) mihrabı
i l i l

� i l
i l
• �
i l


i l

i l

i l


i l

il 1


- ·-- -- - . -- -- -- - . -- -- -- - . -- �
--- -""' -� _._ � - . - .- -- - . - .- -- - .
_L_ �-- ---
- -� - �- -� - �- -� - -�- --- - - - �- - - - �- -
- ·= :il: :
1 1 1 1
t 1 1 1

-�::: ::: �'· = · : ·=


1 t 1 1

: =· : . : :.: =· : . : :.: =· : . : :.: =· : ::c =· : ·= ::c = · : · = ::.: = · :


1
' 1 ı, ,, 1 1
1 1 � � 1 1

: =· = · = :.: =· : · = :.: =· = · = :.
: =· = •� � ·
1 1
-:::::::-
1 1
=· ·= :c =· : ·= ::c = · : · = ::.: = · :

Bir Arap camisinin prototipi


t
CAMİ 45
Fe lsefe ve bilim bileşimlerinden meydana geldiğini öngören "atomculuk" anlayışıdır. Bu­
na göre, atomları bir araya getirerek "şey"lere dönüştürmek ilahi bir ay­
_
Maddi gücünden emin ve bütün bilgileri kendi düşünce sistemlerine kat­ rıcalıktır; ama sanatçılar ya da zanaatkarlar, Allah'la yarışmaya kalkma­
maya hevesli yeni din ile antik çağın bilim ve felsefesinin esas olarak 9. mak kaydıyla , atomları diledikleri şekilde keyfi olarak düzenleyebilirler.
yüzyıl Bağdat'ında karşılaşmasının sonuçlarını bugün kaynaklardan bu­ Böylece İslam süsleme sanatının özgür ve yaratıcı çeşitlemelerini ya da
lup ortaya çıkarmak ve hatta hayal gücüyle kafada canlandırmak zordur. alışılmamış motif bileşimlerini gerçekliğin niteliğine ilişkin bir felsefi öğ­
Bu karşılaşmanın sanatlarla ilgili iki veçhesi vardır. Birincisi, sürecin retinin yansımaları olarak gören bir yaklaşım ortaya çıktı. Sanatlarla ilgi­
Bağdat'la sınırlı kalmamasıdır. İran'ın kuzeydoğu kesimindeki Horasan li diğer tema zahiri (dışsal) ve batıni (içsel) anlamlar arasındaki tezattır.
ve Maveraünnehir eyaletlerinde, İslam dünyasının öbür ucundaki Endü­ Tasavvufta epeyce kullanılan bu temaya göre, her türlü varlığın biçimin­
lüs'te daha 10. yüzyılda yerel felsefe, ilahiyat, hukuk ve fen okulları ol­ de iki anlam aynı anda mevcuttur: Herkesin kolayca erişebileceği bir
dukça hızlı bir gelişmeyle ve çoğu kez epey özgün yapıyla ortaya çıktı. açık anlam ve ancak az sayıdaki "aydınlanmış" kişinin erişebileceği bir
Daha sonraları Kuzey Irak, Azerbaycan ve hiç kuşkusuz imparatorluk gizli anlam. Bu özel kuramın İslam sanatına ilişkin tasavvufi yorumların
başkentleri Kahire, İstanbul, Semerkand, Delhi, daha düşük bir düzeyde çeşitliliğini öne çıkarması, tasavvuf akımlarının İslam tarihindeki önemi­
de İran'daki Isfahan ile Medhiye, Meşhed ve Kum gibi dinsel merkezler ne ve kültür, sembolizm, sanat zevki alanlarında oynadıkları özel role
az çok önemli bilim ve felsefe okullarına kavuştu. pekala dayandırılabilir. Ama bu yorumların dikkatle kullanılması gerekir;
Aynen sanatlarda olduğu gibi, öğrenime ve bu yolda uğraşan bilgin­ çünkü bütün dönemler ve bütün yerler için geçerlilik taşımazlar. -�

lere destek vermek hükümdarlığın şanından sayılan bi!· görevdi. Kimi za­ Genelde, bütün bu açıklamaların karşımıza çıkardığı güçlükler sanat
man bizzat hükümdarlar ya da egemen çevreler diğerleri aleyhine belli eserlerini anlamada gerçekten faydalı olamayacak ölçüde geniş kapsam­
görüşleri ve düşünsel tutumları dayatma dürtüsüne kapıldı ve önemli lı olmaları ve dolayısıyla, sanatsal bakımdan kalıcı bir işlerlik taşımama­
merkezlerin çoğunda bazıları son derece aykırı olan almaşık duruşlar az larıdır. Daha yakın dönemdeki araştırmaların ve irdelemelerin vardıgı so­
çok aşikar bir şekilde gelişti. Bu çeşitli husumetler çoğu kez kentlerde nuç, İslam dünyasında her biri kendi dönemsel, bölgesel ya da düşün­
arbedelere bile dönüşebilen cepheleşmelerle sergilenirdi; ama bunların sel köklerinden etkilenmiş birçok estetik kuramının varolduğu yönünde­
sanatlar üzerindeki etkisi, tabii eğer varsa, hala açıklığa kavuşmuş değil­ dir. Sözgelimi, Basra'daki İhvanü's-Safa (Temiz Kardeşler) tarikatının 10.
dir. Müslüman uygarlığında bilim ve felsefedeki bu gelişmenin bir baş­ yüzyıldan kalma ilginç metinlerinde veya alegorik yorum kavramının ka­
ka veçhesi, sanatlarla ilişkinin kurulabileceği alanların saptanmasıdır. rarlı bir muhalifi olan Endülüslü seçme filozof ve yazar İbn Hazm'ın
Örnekler estetik kuramı ve geometridir. (994-1 064) yazılarında rastlanan kuramlarla bağlantılı estetik kuramları
Geçmişte birkaç bilgin bir "İslami" estetik kuramı belirlemeye çalış­ vardı. Aristotelesçi mimesis (doğayı ya da gerçekliği taklit) kavramı, sa­
tı; iki felsefi tema ve sanat üzerinde muğlak bir mutabakat sağlandı. Bu nat eserlerine doğrudan göndermeler içermeseler bile, Farabi (y. 870-
temalardan biri, canlı ya da cansız bütün şeylerin tıpatıp aynı atomların 950), İbn Sina (980-1037) ve İbn Rüşd'ün ( 1 1 26-1 198) felsefi risalelerin-

"t:>
Bir Kuran yazmasına ait sayfa zenlemesini sağlayacak şekilde stilize edile­ "Mavi" Kuran yazmasına ait sayfa rık hatlar daha az, köşelilik daha fazladır.
Kayrevan, 1 O. yüzyıl rek sayfaya yerleştirilmiştir. Fonetik işaretle­ Kayrevan, muhtemelen 1 O. yüzyıl sonu Özellikle parşömeninin rengi açısından dik­
Tunus, U lusal Kütüphane rin· çok az kullanılmış olması nedeniyle, keli­ ya da 1 1 . yüzyıl başları kat çekicidir; bunun Bizans imparatorluk
Bu yazma İ slam'ın ilk döneminde pahalı bir meler (ve telaffuzları) konusunda önceden Tunus, Ulusal Kütüphane yazmalarındaki moru taklit için seçilmiş ol­
malzeme olduğu için genellikle sadece Kuran bilgisi olmayan birinin metni okuması zor­ Birçok koleksiyonda sayfalarına rastlanan bu ması mümkündür.
için kullanılan parşömene yazılmıştı. Yazı üs­ dur. ünlü yazma, İfrikkiye (şimdiki Tunus) veya
lubu "Kufi", adını ortaya çıktığı yerden, Mısır'da Fatımi hanedanı hükümdarları için
lrak'ın güneyindeki Küfe kentinden alır. Her yazılmıştı. Daha eski tarihli olan soldaki ör­
harf yatay ve dikey şekillerin uyumlu bir dü- nekten yazı üslubu bakımından farklıdır; kıv-

46 İ S LAM D Ü NYASI N D A SANAT VE KÜLTÜR


Babürlü hükümdarı Dara Şükuh'a ait şekilde yayılarak, bir pınardan çıkmış kolları
hat eseri, 1 7. yüzyıl, andırır. i ncelik okunurluğa ağır basar. Böyle
Berlin, İ slam Sanatı Müzesi sayfaların çoğu başlı başına bir amaç gözeti­
l ran'da 1 4. yüzyılda geliştirilen nestalik yazı lerek düzenlenir; bu yüzden yazılı metin ka­
stili yazı tekniğinde bir devrimdi. Bu yazıda dar ve belki de ondan daha fazla hat sanatını
zarif kıvrımlı satırlar çapraz ya da yatay bir sergilemeye dönük eserler sayılır.

Seramik kase
Nişapur, İ ran, 1 O. yüzyıl
Berlin, İ slam Sanatı Müzesi
Günlük kullanıma dönük bir nesnedeki hat
sanatı her zaman bir mesaj iletmezdi ve ço­
ğu kez tamamen bezeme amaçlıydı. Bir genel
şükran ifade edildiğinde, bu çoğunlukla ürü­
nün sahibine dönük olurdu; ama hazır olan
bütün misafirlere atıfta bulunmak da sık gö­
rülen bir durumdu.

Sırlı çini
İ ran, 1 3. ya da 1 4. yüzyıl
Roma, Doğu Sanatları Müzesi
Bu çinideki birkaç kelime, çok küçük parça
halinde olduğundan saptanamayan bir me­
tinden alınmadır. Çoğu kez dinsel mahiyet­
teki yazıtlar kamu binaları ya da şahsi evler
için sipariş edilir, panolar haline getirilir ve
ardından kil tuğlalı duvarlara yapıştırılırdı.
Mimari yüzeylere yapay bir parlaklık verme­
nin yanı sıra, bina sahibinin dindarlığını ser­
gilemeye de yarardı. Kimi zaman bu yazıt­
larda dindışı, lirik ya da epik şiirlerin dizeleri
yer alırdı. Bu tür nesneler İ slam kültüründe
yazılı sözlerin önemini gösterir.

İ S LA M D ÜNYA S I N D A SANAT VE KÜLTÜR 47


de karşımıza çıkar. Büyük eklektik bilgin Gazali (1058- 1 1 1 1) duyguları­
nı açıklamada beylik sözlerin ötesine geçmemekle birlikte, güzel şeyle­
.
ri görmenin ya da hissetmenin kendisine verdiği k işisel hazzı sıkça dile
getirmişti. Anlam ("mana") ve biçim ("suret") arasında ayrım yapma eği­
limi işte bu ortamlarda başladı.
Optik biliminin tamamen yeni bir rotaya girmesini sağlayan Basralı
bilgin İbnü'l-Heysem (965-1039) daha ilginç ve daha verimli bir yakla­
şım sundu. Özellikle dönemin "zahiri mana" kavramının yanı sıra "oran­
tı" ve "uyum" gibi daha geleneksel kavramları vurgulayarak, neredeyse
ampirik algılama kuramı temelinde bir güzellik kuramı geliştirdi. 14.
yüzyıl filozofu ve tarihçisi İbn Haldun, sanatları daha sosyolojik bir çer­
çevede ele aldı ve toplumun işleyişi açısından bunların taşıdığı öneme
çok duyarlı yaklaştı. Başka hususların yanı sıra, mimarlardan ipek doku­
macılarına ve hat ustalarına kadar uzanmak üzere, daha çok birer zana­
atkar olarak gördüğü sanatçıların sosyal konumunu öne çıkardı.
Dolayısıyla, İslam tarihinin başından itibaren Kuran vahyinin belirle­
diği birkaç genel eğilimin ötesinde, İslam'ın klasik yüzyılları boyunca
birçok estetik kuramının ortaya çıktığı sonucuna varmak daha yerinde
olacaktır. Bunların doğuşu, gelişimi ve aralarındaki ilişkiler henüz çok az
ı;'
anlaşıldığı i in sanat tarihçilerince tam değerlendirilmekten uzaktır. Ku­
ram bolluğunun kaynağı açısından ilginç bir örnek, iki kültürel olgunun
buluştuğu geometri alanında verilebilir. Birincisi, 10. yüzyıldan itibaren
incelikli geometrik süsleme, binaların duvarları ve her türlü nesne için
başlıca bezeme yollarından biri haline geldi; ayrıca binaların kompozis­
yonunu ve tasarımını da etkiledi. İkinci olgu ise aynı dönemde sadece

Yukarıda: Elhamra'daki Mersinli lerine sahip çini mozaiklerle kaplanırdı. Göz Aşağıda: "Şemse" (güneş) gülü palı bir yapısı var; bu nedenle bir yüzeyi ta­
Avlu'nun bir duvar kesiti hizasında çoğu kez uzayıp giden bir yazıt ve bezekleriyle kaplı bir Timurlu Kuran mamen bu desenle kaplamak istendiğinde,
G ranada, 1 4. yüzyıl metnin yukarısında geometrik ya da bitkisel cildinden detay, 1 5. yüzyıl, dönüştürme yerine desen tekrarına başvu­
Gerek Granada'daki Elhamra gibi Müslüman alçı sıva süsleri yer alırdı. Böylece zengin ve İ stanbul, Türk ve İ slam Eserleri Müzesi rulur.
yapımı, gerekse Sevilla'daki Alcazar gibi H ı­ duyulara hitap eden bir debdebe etkisi ya­ Bu basit desende sekiz taçyaprakla çevrilmiş
ristiyan yapımı olsun, İ spanyol saraylarında ratılırdı. sekiz köşeli bir yıldız yer alıyor. Desenin ka-
duvarın alt kısmı süslü kompozisyon desen-

Yukarıda: Kapı panosu yine uygulanabilen 1 2 köşeli bir yıldız görü­


Suriye ya da Mısır, 1 4. yüzyıl lüyor. Desenin içine oturtulan küçük fildişi
Bezemede en yaygın kullanılan motiflerden ya da sedef panoların açık rengi daha koyu
biri birçok varyasyonuyla yıldızdı. Bu kapı renkli ahşapla ilginç bir kontrast oluş­
panosunun oymalarında süslü bir geometrik turuyor.
büyüme deseniyle neredeyse sonsuza kadar
uzatılabilen ve böylece her türlü alanın yüze-

48 İ S LAM D ÜNYA S I N D A SANAT VE KÜLTÜR


en yüksek düzeydeki yeni kuramsal matematiğin değil, inşaat ve ölçüm Kuseyr Amra'nın ana salonu olmasıdır. Resimlerin kalitesi büyük bir de­
alanlarındaki pratik, gündelik sorunlara çözüm bulmak için çığır açıcı ve Ü rdün, 8. yüzyılın ilk yarısı ğişkenlik göstermektedir; ama en zarif olan­
Ü rdün'ün orta kesimindeki yarı kıraç bozkır­ larda bile egemen sınıfın eğlence anlayışını ve
karmaşık fikirleri kullanabilen uygulamalı matematiğin de ortaya çıkma­
da bulunan bu Emevi hamamının dikkat çeki­ hayal gücünü tasvir etme açısından benzer­
sıydı. ci özelliği, bütün duvarların klasik ya da geç siz bir hareketlilik ve canlılık vardır. Kuseyr
y
Bu iki olgu arasında ilişki kurarak şunu ileri sürmek eterince kolay­ antik çağ Akdeniz'inden, İ ran' dan, hatta bel­ Amra'daki resimler - her kültür açısından -
dır: Tasvir sanatından kaçınmak ve en zarif yaratımlarını ikame edebile­ ki Hindistan'dan alınan ve elbette Emevi ya­ mahrem dindışı sanatın sonraki kuşaklar için
şam tarzını gözlemlemeye dayanan motifle­ korunmasının nadir bir örneğidir.
cek bir kültürün ihtiyaçlarını karşılamak açısından, kimi zaman en saf bi­ rin görüldüğü resimlerle baştan aşağı kaplı
çimiyle, kimi zaman da bitki süsü ya da hat sanatı eklenerek hafifletil­
miş biçimiyle geometrik düzen İslam sanatının normu haline geldi ve
böylece saf soyutlamaya dayalı sanata yönelik bir Müslüman tercihini
yansıtmaya başladı. İslam düşüncesinin "Yaratıcı" kavramını bir geomet­
rici olarak algıladığı pek söylenemez; ama şair Ömer Hayyam'ın geomet­
riye önemli katkılarda bulunması gibi kültürel olguların getirdiği sosyal
ve sanatsal sonuçları açıklamaya yönelik birçok girişimde bulunulmuş­
tur. Hatta bazıları aynen günümüzün "beyin takımları" gibi, geometri il­
kelerini ve bunların gerçek hayata uygulanabilirliğini irdelemeye çalışan
tartışma gruplarının mutlaka varolduğunu ileri sürmüşlerdir. Geometri
hala İslam dünyasındaki birçok çağdaş mimar ve tasarımcının gözde bir
uğraşıdır; artık bilgisayar sayesinde bunlar klasik dönemin rasyonel ve
irrasyonel orantılarını araştırmaya· ya da tarihsel yapıları açıklamada ve
yenilerini tasarlamada uyuma dayalı kuramların kullanılabileceği yolları
aramaya devam edebiliyor.

İ S LAM D ÜNYA S I N D A SANAT VE K ÜLTÜR 49


Ahvan adlı devin Rüstem'i denize atışı matik anı canlandırıyor. lşıldayan dağların Leyla'nın ölen kocasının cenaze topluluklarını gösteriyor. Minyatür bir olayın
Firdevsi'nin Şehname'sinden minyatür, 1 440 kompozisyonu ve duyguların asgari düzeyde töreni, Nizami'nin Hamse'sinden tasvirinden ziyade ölümün yol açtığı hüznü
Londra, Kraliyet Asya Derneği yansıdığı renkli detayların parlaklığı İ ran res­ minyatür, muhtemelen Behzad'ın eseri, 1 494 ve ıstırabı yansıtan bir tableau vivant (canlan­
Timurlu dönemine ait bir yazmadan alınan mindeki ana üslubun ayırıcı özellikleridir. Londra, İ ngiliz Kütüphanesi dırma) izlenimini veriyor.
bu minyatür, ünlü l ran destanında bir devin Büyük ressam Behzad matem renkleri mavi
uykuda yakaladığı büyük kahraman Rüstem'i ya da siyaha bürünmüş olan ve her biri üzün­
korkunç yaratıklarla dolu denize attığı dra- tüsünü farklı biçimde ifade eden yaslı insan

Edebiyat birkaçı tekrarlanmıştır. Basralı Hariri'nin (1054- 1 1 22) Makamat kitabının


kurnaz kahramanı Ebu Zeyd'in maceralarını aktarırken Arapça'yı kullan­
Birçok kültürde olduğu gibi, İslam'ın klasik yüzyıllarının çoğunlukla madaki ustalığı dikkat çekicidir. Bir yüzyılı aşkın dönemde çeşitli yazma­
Arapça ve Farsça yazılan edebiyatı da sanatın önemli bir ilham kaynağıy­ ları süslemede başvurulan resimlerin amacı, anlatılan öyküleri ve onlar
dı. Edebi eserlerin çoğu genel hava ve işlenen konu bakımından son de­ aracılığıyla olayların geçtiği kentsel ortamları tasvir etmekti. İranlı şair Fir­
rece dindışıydı; bununla birlikte özellikle İran lirik şiirinde açıkça görüle­ devsi'nin (ö. 1020) yaklaşık 1000 yılında yazdığı Şehname destanı, kaina­
bilen tasavvufi düşünceler ve tutumlar vardı. Şiirin kendisi tasavvufi tın yaratılışından İslam'ın ortaya çıkışına kadar İran'ın kahramanlıklarla
metinlerin sembolizmine etkide bulunan bir kaynaktı. Edebiyatın sanatla­ dolu ve büyük ölçüde efsanevi tarihidir. Hükümdarları, savaşçıları, mu­
ra ilham verme yolları üç farklı açıdan ele alınabilir. harebeleri, bayramları ve aşkı konu alan çok sayıda öyküsü resimlenme­
Birinci ve en belirgin yol minyatürdür. Edebi konular birçok farklı ye çok elverişlidir ve 1 3 . yüzyıl sonundan itibaren yüzlerce örnek günü­
alanda (seramik, duvar resmi, metal işleme, hatta dokumacılık) çalışan sa­ müze ulaşmıştır. Bunların çoğunda dramatik bir hava ve son derece
natçılara ilham verirken, 1 2 . yüzyıldan itibaren kitap resimleme ("tersim") sembolik bir canlandırma görülür. İbnü'l-Mukaffa'nın 8. yüzyılda Fars­
önemli bir sanatsal uğraş haline geldi. Resmedilen edebi tarzların çeşitli­ ça'dan Arapça'ya tercüme ettiği Hint hayvan fablları Kelile ve Dimne as­
liği hatırı sayılır düzeyde olmakla birlikte, en önemli örneklerden sadece lında hükümdarlara ahlaki ve siyasal öğütlerde bulunmak_ için başvurulan

50 İ SLAM DÜNYA S I N D A SANAT VE KÜLTÜR


,,..., • · • - • .·
I

�ı�,.::/I'.,'· ı,,,ı )J�ı,;ı,,_


.::-_, f?dG:,,..st
..

Mecnun ve Selim hurma korusunda nun'un dünyadan kopukluğunu öne çıkaracak Çakal ve aslan man olarak yer aldığı tekil öyküler çoğunluk­
Nizami'nin Hamse'sinden resim, 1 462 şekilde ustalıkla düzenlenmiştir. Mecnun'Ja Keli/e ve Dimne'den resim, Herat, 1 429 la dürüst ve başarılı yönetim açısından hü­
İ stanbul, Topkapı Sarayı Müzesi ahbaplık kuran hayvanlar çiftler halindedir ve İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi kümdarlara yol gösterecek bir ahlak kuralını
Bu İ ran minyatürü Leyla'nın "çılgın" aşığı çevresinde hayran bakışlı muhafızlar gibi dur­ Hint kökenli olan Ke/i/e ve Dimne kitabı, hay­ gözler önüne sermeye yarar. Burada çakal­
Mecnun'un toplumdan uzaklaşmasına dair maktadır. Her şey, hatta Mecnun ve Selim'in vanlar aleminde fitneye ve husumete yol lardan biri baştan aşağı renkli bir hayal orta­
öykünün en dokunaklı bölümlerinden birini dış görünümleri arasındaki kontrast Mec­ açan iki çakalın başından geçenleri anlatır. mında oldukça donuk bakışlı bir aslanı baş­
tasvir ediyor. Tek dostu Selim'in onu görmek nun'un yalnızlığını vurgulamaktadır. Hem insanların, hem de hayvanların kahra- tan çıkarmaya çalışıyor.
için gittiği hurma korusu, resimde Mec-

bir tür "ayna"dır; harika anekdotlar içerir ve bunlar hem Farsça hem de da, bu sanatın duvar resminde veya diğer bezeme biçimlerinde kullanıl­
Arapça yazmalarda resimlenmiştir. Son bir örnek olarak, İran lirik şiirine, dığına dair çok az bulgu vardır. Sonuç olarak, Hıristiyan, Budist ya da Hin­
özellikle de şair Nizami'nin (ö. 1 209) yaklaşık 1 200'de kaleme aldığı Ham­ du sanatında görülen repertuarlar kadar değişken ya da zengin olmasa
se adlı güzel aşk maceralarına değinmek gerekir. Bu eser 14. yüzyıldan iti­ da, İslam resminin esas olarak dindışı dağarcığı geniş bir tarihsel, efsane­
baren birçok kez resimlendi; daha nadir olmakla birlikte İranlı Hafız'ın (ö. vi ve romantik olaylar yelpazesini yansıtan örnekler sunmaktadır.
1389) şiirleri de resme konu oldu. Çoğunlukla edebiyat olarak nitelendi­ Edebiyatın sanatlara ilham vermesinin ikinci yolu, basitçe bir konu
rilmeleri zor olmakla birlikte, tarih kitaplarına da ara sıra resimler yapılır­ aktarımından daha ilginçtir. Daha 1 2 . yüzyıl sonlarında (en azından gü­
dı. Tasavvuf şairi Sadi'nin ( 1 2 19-1 292) öğüt vermeye dönük öyküleri için nümüze kalmış örnekler açısından), bir öyküyü sırf resimlemenin ötesin­
yapılmış resimlerden birkaç örnek mevcuttur. Söz konusu metinler ve de, mesaj iletmek üzere edebi eserler kullanılmaya başladı. Birçok yaz­
bunları resmetmede başvurulan yollar arasında muazzam varyasyonlar maya baştaki hükümdarların şanını yansıtmaya yönelik resimli giriş
vardır. Genel kural olarak, görüntüler yazılı içeriği doğrudan yansıtacak sayfaları ve ithaf sayfaları kondu. Devlet adamlığına ilişkin öğütler ver­
şekilde yaratılırdı; ama sonraki yüzyıllarda farklı metinlere ilişkin görün­ mek için de kullanılabilen bu resimler birçok durumda geçmişin kahra­
tüler arasında karmaşık ilişkiler gelişti. Minyatür 17. yüzyıl sonlarına ka­ manlarına göndermelerle güncel olayları hatırlatmaya ve yorumlamaya
dar büyük ölçüc!e kitaplarla sınırlı kaldı; Şehname'nin epik öyküleri dışın- hizmet ederdi. 13. yüzyıl Arapça yazmalarında, bazı 1 5 . yüzyıl Farsça yaz-

İ S LAM D Ü NYAS I N D A SANAT VE KÜLTÜR 51


Karşı sayfada: Kapl umbağa ve iki turna
Kelile ve Dimne'den resim, 1 3. yüzyıl
sonları ya da 1 4. yüzyıl başları,
Paris, Ulusal Kütüphane
İ ki turna bir kaplumbağayı taşıyıp ırmak
üzerinden geçirirken, üç insan duydukları
hayreti belirten jestlerle hayvanlar arasın­
daki bu işbirliği örneğini merakla seyredi­
yor. ( Özellikle sol elini ağzına doğru götü­
ren adama dikkat edin.) İ ki boyutlu olan
kompozisyonda, bir resimli romandaki gibi,
olayın her kahramanının kimliğini belirten
yaftalar yer alıyor. Hiçbir önemli süs efekti­
nin bulunmadığı, ama sanatsal kuralların
akıllıca kullanıldığı böylesine basit ve doğru­
dan görüntülerin naif bir cazibesi vardır.

Babürname'den bir resim


Hindistan, Babürlü dönemi,
Delhi, Güzel Sanatlar Müzesi
Babürlü döneminin Hint minyatürleri, hü­
kümdarların ve kahramanların dindışı yaşa­
mını tasvir açısından dikkate değerdir. Ço­
ğu kez tek bir resme şaşırtıcı çoklukta
unsuru sığdırırlar: Çeşitli perspektiflerden
yapı kümeleri, duvar, kule ve kapı detayları
ve özellikle bir sayvanın altındaki hükümda­
ra doğru yürümekte olan imparatorluk hiz­
metkarlarının geçit töreni. Duruşlar ve yüz
hatları farklılaştırılmıştır; hatta resimde kişi­
lerin portrelerinin bulunduğu söylenebilir.
Hayvanlar, bilhassa filler anatomi ve davra­
nış özelliklerine ilişkin tam bilgilerle çizil­
miştir.

52 İ S L A M D Ü N Y A S I N D A S A N A T VE KÜL TÜR
· �.
'\,. .!

,.,. ..

- ,·-�.
, .. . '\�
("' :,;o" . ;:.: _:;
---
�; ..� . ..
" . 1 ... ·:

malarında ve özellikle 17. yüzyıldan itibaren kişilerin tasvirinde görüldü­ Bahçede oturan şair ladı. Bu tür resimlerde genç erkek ve kadın­
ğü gibi, böyle resimler bazen hicve de konu olabilirdi. Edebiyatın resim­ Babürlü üslubu, 1 605- 1 6 1 5, ların ağır basmasına karşın, şairler, hocalar
lere ilham verirken, herhangi bir dönemdeki baskılara daha doğnıdan tep­ Besten, Güzel Sanatlar Müzesi ya da mübarek kişiler gibi yaşlıların görün­
İ ran resmi 1 6. yüzyıldan itibaren kişileri an­ tüleri ilginç bir kategori oluşturur.
ki vermek için resimlere başvurduğunu da ileri sürmek mümkündür. latılardan bağımsız olarak tasvir etmeye baş-
Resim sürekli aggiornaınento'ya ("günceleştirme) ve edebiyatın dönemle
ilintisinin sürmesine olanak verdi.
Gerek Farsça, gerekse Arapça konuşan toplumların kendi edebiyatla­ mini anlamayı sağlayan en önemli etkendir. Bu tür kişisel sanat açıklama­
rına derin ilgi duymaları sanatı bir başka açıdan da etkiledi. Daha 9 . yüz­ ları özellikle Hindistan'da Babürlü döneminde yaygınlaştı. İmparator Ba­
yıl başlarında, edebiyat konuları, şairlerin ya da yazarların nitelikleri ve bür'ün hayatını ve hemen her şey hakkındaki görüşlerini anlattığı Babür­
kullandıkları edebi tarzların hiyerarşisi üzerine tartışmalar ve değerlendir­ name gibi hükümdar hatıratları, sanatların anlaşılabileceği çerçeveyi_
meler ortaya çıktı. Edebiyat eleştirisi kuramsal analizlere ve sonu gelmez ortaya koymada temel öneme sahiptir.
münakaşalara konu oldu. Bu analizlerin bazıları, sözgelimi 1 1 . yüzyılda
semantik, mecazlar ve psikolojik etkileri üzerinde duran el-Gürgani'nin
veya 1 5 . yüzyılda ideal kadınları tarif ederek güzelliği tanımlamayı amaç­
layan İbnü'l-Rami'nin görüşleri İslam sanatını anlamada kullanılabilir. Tıp­
kı felsefe ve doğa bilimlerinde olduğu gibi, genelde çapraşık olan bu ede­
_
biyat kuramlarından birçoğunun kamuoyunca benimsenmiş ve öğrenilmiş
olması pek akla yakın değildir. Ancak, yazılı eserlerde yer aldıkları kesin­
dir ve sanatın, yaratılış sürecini çevreleyen eleştirel ortamını onlar aracılı­
ğıyla kafamızda canlandırmak mümkündür.
Son olarak, büyük ölçüde 1 5 . yüzyıldan sonra ortaya çıkan ve görün­
düğü kadarıyla Fars dünyasıyla sınırlı olan bir edebi tarza ilişkin birkaç
söz eklemek gerekir. Kadı Ahmed, Dost Muhammed ve Sadıki Beg gibi
Safevi sanatçıların ortaya koyduğu üzere, sanatçı otobiyografisi İran res-

İ S LAM D Ü NYAS I N D A SANAT VE K ÜLTÜR 53


İslam'da Bilim
Markus Hattstein

İslam bilimi Avrupa'nın ortaçağı yaşadığı 9- 1 3. yüz­ filer de yazdı; özellikle değerli metaller imal etmek
yıllar arasında, özellikle de Abbasi halifeliğinin 9. amacıyla simya deneyleri yaptı. İslam bilginleri bu
yüzyı ldan 1 1 . yüzyı la kadar süren parlak dönemin­ alanların hepsinde epeyce geniş kitaplar kaleme al­
de olgunluk evresindeydi. İslam toplumunun bir­ dı lar, kapsamlı derlemeler hazırladılar, öğrenciler
çok katmanı nda hatırı sayılır derecede bir eğitim yetiştirdiler, ders verdiler ve hamileri olan hüküm­
ve bilimsel bilgi birikimi mevcuttu. Sözgelimi, Haç­ darların kütüphanelerini zenginleştirdiler. Birçok
lı Seferleri döneminde, İslam cengaverleri okuma bilimsel terim ile bitki ve baharat adları Avrupa dil­
yazma bilirken, Batıl ı hasımları arasında bu beceri­ lerine Arapça ya da Farsça aracılığıyla girdi. Bunlar
ler ancak istisnaiydi. Bilim ve sanatın teşvik edilme­ arası nda simya, cebir, alkol, muska, kalibre, kırat,
si, Bağdat'taki halifelikten başlayıp yerel valilerin ve kimya, şifre, iksir, mecmua, mumya, şeker ve tılsım
bölgesel küçük derebeylerin konutlarına kadar in­ sayılabilir. İslam dünyasındaki ticaretin ve seyahat
mek üzere, esas olarak sarayların i lgi alanı içindey­ yollarının genişlemesi de bilimin ve yazılı eserlerin
di. Yerel d üzeydeki birçok hükümdar kendi sara­ geniş çapta yayılmasını sağladı.
yını önemli bir bilim ve sanat merkezi haline
geti rmişti; bunun en iyi bilinen örneği 1 1 . yüzyılın
Endülüs tavaif-i müluk emirleriydi. İslam dünyası­ Felsefe ve halifenin rüyası
nın bütün önde gelen filozofları ve bilginleri, ömür­
lerinin en azından bir bölümünü böyle bir sarayda Felsefe ve diğer bütün bilimler ilk önemli atılımı
geçirirlerdi. Açık görüşlü ve bilime meraklı hü­ Halife el-Memun (8 1 3-833) ve ardı llarının yöneti­
kümdarlardan maddi destek gördükleri gibi, çoğu Sokrates öğrencileriyle tartı ş ırken, Selçuklu mi altında yaşadı. El-Memun'un rasyonalist Mute­
kez siyasal danışman olarak atanı rlardı. yazması, 1 3. yüzyıl, İstanbul,Topkapı Sarayı Kütüphanesi zile kelam okulunu resmi öğreti haline getirmesi,
İslam bilimlerinin, özellikle de en geniş anla­ felsefenin ilahiyat boyunduruğundan kurtu lmasını
Simya üzerine bir risale, 1 8. yüzyıl,
mıyla müspet bilimlerin, yani doğa bilimlerinin çok sağladı. Ayrıca, rüyasında gördüğü ağı rbaşlı ihtiya­
Londra, İngiliz Kü tüphanesi
eskiden beri tartışmasız başvuru mercileri, (Kuran rın kendisini Aristoteles olarak tanıttığını ve iyili­
ve hadislere dayalı dinsel kaynaklarla birl i kte) her ğin özün ü ilahi vahiyden ziyade felsefi öğreti teme­
bilginin şöyle ya da böyle göndermede bulund uğu linde savunduğunu açıklaması, klasik antik çağ
Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar baş­ düşüncesine ilgiyi teşvik etti. İlk önemli İslam filo­
ta olmak üzere Yunan antik çağ yazarlarıydı. Bir zofu olan ve seçkin bir aileden gelen el-Kindi (c.
başka güvenilir kaynak hekim Galenos'tu. Batı 800-870), Platoncu düşünceyi hareket noktası ala­
dünyasındaki yaygın kan ının, yani Arap ve Fars bi­ rak nedensellik ilkesini benimsemek gerektiğini
liminin neredeyse sadece klasik antik çağ mirası � ileri sürdü ve felsefe, tıp, matematik, fizik, kimya,
nın korunmasına ve aktarılması na dayandığı görü­ astronomi, müzik gibi değişik alanları kapsayan ko­
şünün aksine, bu bilginler antik çağ metin lerine n ularda 200'ü aşkın eser yazdı. Halife el-Muta­
karşı d üşünsel bakımdan özgün ve bağımsız bir sım'ın sarayında özel hoca olarak siyasal n üfuz da
yaklaşı m benimsediler. '(unan mirası dosdoğru kazandı ve Hint rakamlarına dayalı aritmetiğin kul­
okunup taklit edilmedi; gözden geçirilerek İslam lanılmasına öncülük etti. Aristoteles'ten sonra ge­
kültürünün (ve dininin) gerekleriyle uyu mlu hale len anlamında, "ikinci öğretmen" onursal unvanına
getirildi, eklemelerle zenginleşti rildi ve gen işletil­ ulaşan ve Halep merkezli Hamdanilerin sarayında
di. etkili bir konum elde eden Farabi (y. 870-950),
Çarpıcı noktalardan biri İslam bilginlerinin ev­ Aristotelesçi düşünceyi Yeni-Platonculukla birleş­
rensel bilgi enginliğiydi. İlk dönemdeki düşünürle­ tirdi ve felsefenin ilahiyat karşısında öncelik taşıdı­
rin neredeyse hepsi eğitim görmüş hekimlerdi ve ğını çekinmeden belirtti. Es-Siyasetli'/ Medeniye adlı
tanınmış tıp otoriteleriydi. Ayrıca astronomide us­ kitabında, İslam peygamberinin ayırıcı özelliklerin­
talık kazanmış ve büyük ölçüde doğa bilimlerine da­ den bazılarına da sahip olan bir filozof-hükümdarın
yalı karmaşık felsefi sistemler geliŞtirmişlerdi. Bir yöneteceği ahlaki ve rasyonel bir ideal devlet düze­
başka çabaları da din ve bilimi bağdaştırarak karşı­ nini ortaya koydu.
lıkl ı ilişkilerini ortaya koymaktı; İslam'ın akıl kavra­ En önemli İslam bilgin lerinden biri de Batı dün­
mı çerçevesinde bu tutum bir çelişki sayılmazdı. yasında Avicenna olarak bilinen Buharalı İbn Si­
Bilginlerin birçoğu seyahatnameler ve otobiyogra- na'ydı (y. 980- 1 037). Döneminin bütün bilgilerini

54 İ S LA M ' D A B İ L İ M
içerecek ayrıntıl ı bir derleme hazırlamaya çalıştı, fikrini destekledi. Onun öğretisine göre, bunlar Al­
felsefe, astronomi, gramer ve şiir üzerine eserler lah tarafından yaratılmıştı, ama kendilerine özgü
verdi ve döneminin en seçkin hekimleri arasında yasalara göre gelişmişti. Aristoteles'in nous diye
girdi. Ayrıca, dikkate değer bir otobiyografi yazdı ifade ettiği sezgisel zihni, insanların ruhuna dışarı­
ve çeşitli hükümdarlı k saraylarında önemli siyasal dan işleyen saf bir düşünsel varlı k olarak nitelendi­
görevlerde bulundu. Başta gelen eseri Kitabü'ş-Şi­ ren ve dolayısıyla bfreysel ruhların sürekli varlığı
fa'da metafizik ve tıbbı mantık, fizik ve matematikle ve ölümsüzlüğü yönündeki fikirlere karşı çıkan İbn
birleştirdi. Tıp kül liyatı İslam ülkelerinin yanı sıra Rüşd, yerleşik İslam anlayışıyla sert çatışmalara gir­
Avrupa'da da modern çağın başlarına kadar stan­ di. Maruz kaldığı birçok kovuşturma ve yargılama­
dart bir eser olarak kabu l gördü. İbn Sina'nın çağ­ dan genellikle Muvahhid hükümdarlarının himaye­
daşı olan Biruni (973- 1 048), maceralı bir şekilde si sayesinde ku rtulabildi. Dünyanın ezeli ve ebedi
Gazneli Mahmud ve Mesud'un sarayına girerek, varlığı öğretisi Batı dünyasına "Latin Averroizmi"
ömrünün geri kalan bölümünde garip bir sevgi-nef­ olarak ulaştı. En seçkin savun ucusu Paris'teki Sor­
ret ilişkisiyle bu hanedana bağlı kaldı. Kitaplarında bonne hocalarından Brabant'lı Siger olan bu anla­
felsefe ve astronomi arasında güçlü bağlar bulun­ yış, ortaçağın en önemli Avrupa düşünürü sayı lan
duğunu savundu. Gazneli Mahmud'a Hindistan as­ ve kendisi de İbn Rüşd'ün önerdiği türden Aristo­
keri seferlerinde eşlik etti ve H int dünyası üzerine telesçilikten güçlü biçimde etkilenmiş olan Aqu­
bir kültürel tarih yazdı. ino'lu Aziz Tomasso'nun sert saldırılarına hedef
Muvahhidlerden himaye gören İbn Tufeyl (y. oldu. İslam d ünyası nda ise katı ve dogmatik ilahi­
1 1 1 5- 1 1 85) özgün bir düşünürdü. Ruhun Uyanışı ya yat bariz biçimde felsefe karşısı nda üstünlük ka­
da Hayy bin Yazkan'ın Olağanüstü Serüveni adlı ese­ zandı. Fil saati, el-Cezeri, Kuzey Su riye yazması, 1 3. yüzyıl,
ri, ıssız bir adaya düşen bir adamın ruhsal gelişimi­ 33.8 x 22.5 cm, İstan bul, Topkapı Sarayı
ni anlatır. Bu kişi sadece doğal aklını kullanarak
dünyayı ve tek tan rının özün ü kavrama noktasına Doğa bilimleri : astronomi, fizik ve tıp tarafından büyük ölçüde özümsendi. Helenistik et­
varır. ki altındaki göksel cisim lere ilişkin özgü n Babil kül­
İslam'da felsefe doruk noktasına, yine M uvah­ İslam biliminin astronomiye özel ilgisinin temelin­ tü nün yerini tektanrıcılığa bırakmış olmasına kar­
hidlerin himayesi altında olan ve Batı d ünyası nda de kadim Mezopotamya'nın Parsiler ve özellikle şın, gezegen hareketlerini matematik yoluyla
Averroes olarak bilinen İbn Rüşd'le (y. 1 1 26- 1 1 98) Sebeliler gibi eski Doğu dinsel topluluklarından hesaplamaya dayalı kadim Doğu bilgileri korun­
ulaştı. Aristoteles'in ödünsüz bir savunucusu olan devralınmış gelenekler vardı. Merkezleri Kuzey muştu. Bu tü r hesaplamalar İslam bilginlerini hay­
İbn Rüşd, d ünyanın ve ezeli kainatın dışsal varlığı l rak'ta bulunan bu toplu luklar 1 1 . yüzyılda İslam ran bı raktı; kesin hesaplanabilir yasaların işleme­
siyle her şeyi d üzen altında tutan üstün bir
matematikçi ve geometrici sıfatına sahip bir ilahi
mimar kavramını gelişti rmişlerdi. Astronomi ve
astroloji bu d üşünce sisteminde sıkı sıkıya bağlan­
tıl ıydı ve gökteki buluşmaların hesaplanması siyasal
bakımdan etkili bir bilgi alanı haline geldi. Bütün
önemli filozoflar ve birçok h ükümdar astronomi­
ye i lgi göstererek, yıldızların seyrini ve yeryüzünün
boyutlarını hesapladı, hava d urumu tahminlerinde
bulundu ve su kaynaklarının durumunu önceden
kestirmeye çalıştı. Bunlar çok pratik amaçlara hiz­
met eden hesaplamalardı.
Sözgelimi, Fatımi halifesi el-Hakim astronom
ve fizikçi İ bnü'l-Heysem'in (965- 1 040 sonrası) bil­
gilerinden yararlandı ve ondan tarımsal amaçlar
için N i l'deki su miktarın ı hesaplamasını istedi. Or­
taçağın en büyük fizikçisi sayılan İ bn ü'l-Heysem,
optik üzerine yazdığı seçkin eserinde dünyanın yıl­
dızlara uzaklığın ı hesaplamada ışık kı rılmaları nın
nasıl ku llanılacağın ı açıkladı. Yukarıda da değinilen
Biru ni, dü nyayla ilgili çok titiz ölçümlere dayanarak
büyük bir küre yaptı; dünyan ın dönüşünü ve yer­
çekimi gücünü anlamada dikkate değer bir ilerle-

Cai Sing Rasathanesi, Delhi, 1 8. yüzyıl

İ S LA M ' D A BİLİM 55
.... .. ,.

Güne ş ve ay tutulmaların ı n hesaplanması Gözün anatomisi, el-Mutadibi, Arapça yazma, y. 1 200, Kahire, Ul usal Kütüphane
Acaibü'l-Mahlükat ve Garaibü'l-Mevcudat'tan alınma, el-Kazvini, Arapça yazma, 1 4. yüzyıl

me sağladı. Ayn ı dönemde güneş ve ay tutu lması lara ait metinleri topladı, tercüme ederek karşı laş­ İslam d ünyasındaki tıp okulları farmakoloji, en­
olguları çok kesin biçimde hesaplanabildi. Astro­ tırdı ve ardından bunlar üzerine yorumlar yaptı. feksiyonlu hastalıklar, tedavi yöntemleri ve en baş­
nomi konusunda çok bilgi li hükümdarlar için yapıl­ Titiz metodolojisiyle hazırladığı ve standart bir ta da göz bozukl ukları nın tedavisi alan larında bü­
mış ve günümüze kadar ulaşmış çok sayıda ustur­ sözl ük de eklediği tıp kuralları derlemesi Arap ül­ yük ilerlemeler sağladı. Daha 1 000 yılı dolaylarında
lap ve astronomi haritası vardır. Bu tür kelerinde tıp öğreniminin temeli haline geldi; ken­ başarılı katarakt ameliyatları yapılmaktaydı ve bir­
hükümdarlar arasında öne çıkan adlardan biri Ti­ disi de yetkin bir göz uzmanıydı ve geliştirdiği tıp çok minyatü rde görüldüğü gibi, kan dolaşımı hak­
mur'un torunu Uluğ Bey'dir ( 1 3 94- 1 449). Sarayı yöntemlerini açı klayan risaleler yazdı. Bağımsız dü­ kı nda geniş bir bilgi birikimi vardı. Hekim İbn ü'n­
Semerkand'da olan Uluğ Bey l 428/29'da güneşin şünceli bir Fars bi lgini olan Muhammed bin Zeke­ Nefis kalp zarının geçirimsizliği nden hareketle
yüksekliğini hesaplamaya yönelik bir sekstantın da riya er-Razı (865-925), Bağdat ve Rey'de hastane­ akciğer dolaşımını keşfetti. Birçok İslam hükümda­
yer aldığı devasa bir rasathane inşa ettirdi ve uz­ ler kurdu, bir klinik vakalar derlemesi hazırladı ve rı toplumun her kesiminden hastaları kabul eden
man astronomların yardımıyla, ortaçağın en kesin böylece büyü k bir tıp ansi klopedisi hazı rladı. Bu ve günün her saati nde sağlık hizmetleri veren cer­
astronomi haritaların ı hazırladı. eserdeki bilgi leri geniş çaplı eğitim çalışmalarında rahi hastaneler ku rdu. Eğitimli personelin "delile­
Tıp da felsefeyle yakından bağlantı lıydı ve her öğrencilerine aktardı. Tıbbi ve bilimsel düşüncenin rin bakımı"yla ilgilendiği özel hastaneler de vardı.
İslam düşünürü aynı zamanda tıbbi ve felsefi bir ba­ dinsel dogmalardan kurtarıl ması n ı savundu, birçok H uneyn bin İshak, er-Rıza, İbn Sina ve diğer
kış açısıyla insanoğlu hakkında kuramlar geliştiren simya deneyi yaptı ve çiçek hastalığı nın belirtileri­ bilginlerin kü ll iyatları Güney İtalya ve Endülüs yo­
bir hekimdi. Bir Arap H ıristiyan olan H uneyn bin ni tarif etti. İlginç bir yaklaşımla, filozof Sokrates'i luyla Avrupa'ya u laştı. Özellikle İbn Sina'nın el-Ka­
İshak (808-873) Arap ve Bizans bilgin ve hekim le­ akl ın "gerçek imamı" olarak nitelendirdi; çünkü nun fi't-Tıp'ı Batı tıp okulları nın ana ders kitapların­

rinin yanında eğitim görmüştü ve başta Galenos'un ona göre, peygamberler o zamana kadar insanlar dan biri haline geldi. Böylece Arap hekimler klasik
eserleri olmak üzere klasik antik çağın tıp yazıları­ arasına nifak tohumu ekmekten başka bir şey yap­ antik çağın bilgilerini aktarmakla kalmadılar, Röne­
nı Arapça'ya kazandıran en önemli tercümandı. mamışlardı. sans'tan itibaren Avrupa' da tıp alan ındaki ilerleme­
Uzun yolculuklarında gittiği her yerde klasik yazar- nin doğrudan öncüleri oldular.

56 İ S LAM'DA B İ L İ M
.
lstan

Kan dolaş ımı, tı yazması, 1 s. yüzyıl,
bul ' Topkapı arayı Müzesi
İ bn Sina'nın e ı - Kanun fı't-Tıp' ı (990- 1 037), Şam, Ul usal M üze

Hacamat m akınesı,
. . el-Cezeri, Kuzey Su riye
5 5
..
yazması, 1 3 . yuzyı x 22.
1 , 33 ·cm,
İs tanbul, Top ka p ı Sarayı

İ S LA M ' D A B İ L İ M 57
Suriye ve Filistin:
Emevi Halifeliği

Emevi hal ifeliğinin tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 60

Kutsal Kudüs kenti: Kubbetü's-Sahra . . . . . . . . . . . . . 64


Emevi başkenti Şam:
Cami-i Kebir
Emevi çöl sarayları: Mşatta, Kuseyr Amra, Hırbetü'l­
Mefcer

Emevi yapılarında bezeme: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80


Mozaikler, heykel süslemeleri, rölyefler ve freskler

Küçük "hamam sarayı", Kuseyr Amra, Ü rdün, 8. yüzyıl başı


Sarayın önden çekilmiş bu görüntüsü, yapı kompleksinin tasarımını açık seçik ortaya
koyuyor: Ü ç beşik tonozlu bir çatıyla kaplı giriş salonu ve taht odası, bir dizi küçük
bölmeden oluşan hamama bakıyor. Bu bölmeler ardışık olarak sıcak ve soğuk banyonun
keyfine varmayı sağlayacak şekilde donatılmıştı. Saray, dış yapısı açısından kesme taş
örgülü, beşik tonozlu ve kubbeli bir binadır. İ ç mekan bezemesinin bazı freskleri ve
mozaik taban döşemesinin bazı kalıntıları günümüzde ulaşmıştır.

59
iyi işleyen bir yapıya sahipti ki, bir
Tarih devlet düşmanı zanlısı geceleyin
Şam'dan kaçtığında, 1 2 gündüz ve
Volkmar Enderlein
gece gibi kısa bir zaman içinde
Klıfe'deki camide yakalanarak de­
veyle başkente geri getirilmişti.
Emevi yönetiminin temelleri Hali­ Halife Hişam'ın yeğeni II. Ali
fe Ömer döneminde (634-644) , Velid bin Yezid, uzun veliahtlık
Emevi ailesine mensup Muavi­ döneminde (724-743) gönlünden
ye'nin 639'da Suriye valiliğine ge­ geldiği gibi yaşamak için bolca za­
tirilmesiyle atıldı. Hanedanın nü­ man ve fırsat buldu. Gerçek bir
fuzu Emevi ileri gelenlerinden Ha­ Arap şiiri erbabıydı ve kendisi de
life Osman (644-656) döneminde aşk ve şarap üzerine mısralar dök­
arttı. Osman'ın suikasta uğraması­ türdü. Atları çok sever, çölde ya­
nın yol açtığı iç savaşı bir Arap ai­ şamaktan hoşlanır, aslan ve cey­
le kavgasına dönüştüren Muaviye, lan avlardı. Haram olan şarap key­
hileyle Sıffin Muharebesi'ni kaza­ fine kendini kaptırdığı manastırla­
narak 658'de mücadeleden zaferle rı sıkça ziyaret ettiğinden, Hıristi­
çıktı. Peygamber Muhammed'in yan mimarisini ve Hıristiyan kili­
damadı Ali'nin de halife unvanını selerini yakından tanıdı; bu dene­
taşıdığı üç yıllık iki halifeli döne­ yim yürüttüğü inşaat projelerini
min ardından, Emevi üstünlüğü kesinlikle etkiledi. Sadık inançlı
66l 'de kesinleşti. Müslümanların tasvip ettiği bir ki­
Emevi iktidar merkezi, Şam şi olmadığından, bu çevrelerce gi­
başkent olmak üzere hep Suriye rişilen bir ayaklanmada can ver­
oldu. Emeviler Suriye'nin başta ge­ mesine pek şaşmamak gerekir.
len iki Arap kabile federasyonu, Halife Velid'in inşa ettirdiği
kendilerinin de mensup olduğu kasırlarda yer yer İran Sasani etki­
Kayslar ile amansız düşmanları sinin izlerine rastlanır. Sasani hü­
Kelbler arasındaki dengeyi koru­ kümdarlarının yaşam tarzı bir em­
mada son derece ustalıklı bir çizgi sal sayılır ve bilinçli olarak taklit
izlediler. Emevi ailesi mensupları­ edilirdi. II. Velid iktidara geldiğin­
nın Kelblerle keskin bir nefretle de, Horasan'ın idaresini teslim et­
kapışmaları, annelerinden bazıları­ tiği Irak valisine İran'dan köleler
nın Kelb kabilesinden olduğu ger­ ve cariyeler, altın ve gümüş süra­
çeği göz önünde tutularak durdu­ Şam Cami-i Kebir'inin batı revakından bir detay, y. 7 1 5 hiler, utlar, tamburlar ve kadın
ruluyordu. Ancak, bu tür aile bağ­ Şam Cami-i Kebir'inin avlusunu çevreleyen revakın dış duvarında, rahat bir üslupla çizilmiş çalgıcılar temin etmesini bildirmiş­
ları kabileler arasında bir uzlaşma­ bir dizi anıtsal ağacın yer aldığı ve araya pitoresk kümeler halinde binaların serpiştirildiği ti.
mozaik bezemeler vardır. Kompozisyonu bir arada tutan bir su şeridinin kenarında ağaçlar
yı sağlayamadı; tersine, husumet ve binalar yer alır. Bu kocaman mozaik Şam'ın içinden geçen Barada lrmağı'ndan dolayı Emevi yönetimi altında Arap
bizzat egemen ailenin içine bulaş­ Barada mozaiği olarak da bilinir. orduları halifeliğin kara sınırlarını
tı. Kuzenler dehşet verici gaddarlık sürekli genişletti. 7 1 1 'de Cebelita­
eylemleriyle birbirlerinden intikam rık Boğazı'nın ve aynı sıralarda İn­
aldılar. dus Irmağı'nın aşılması hem İspanya hem Hindistan içlerine ilerlemenin
Emevi hanedanının halifeleri Arap aristokratlarına özgü bir hayat yolunu açtı. Fransa'ya yönelik Arap akınları ancak 732'de Tours Muha­
sürdüler. Salgın hastalıkların sıklıkla görüldüğü görkemli Şam kentinde rebesi'nde Charles Martel karşısında alınan yenilgiyle durdu. Arap ordu­
kalmaktan kaçındılar ve ömürlerinin büyük bölümünü çöl eteklerindeki ları 7 1 2'de Semerkand'ı ele geçirdi ve 717/718'de Konstantinopolis sur­
kasırlarında geçirdiler. Geleneksel Arap müziğini ve şiirini çok iyi bildik­ larına ulaştı. İslam dünyasının genişlemesi sonraki birkaç yüzyıl boyun­
leri için, şairlere ve şarkıcılara cömertçe kucak açtılar. Halife II. Velid'in ca pek değişmeyecek sınırlarla tamamlanmış oldu.
(743-744) birkaç şarkı okuyan bir şarkıcıya kendi giydiği pahalı elbise­ Arapların fethettiği topraklar Bizans İmparatorluğu'nun bazı kesim­
leri, ayrıca bin dinar (altın sikke) ve mücevherli bir kordon verdiği riva­ lerinden başlayarak bir zamanlar Sasanilerin hüküm sürdüğü bütün böl­
yet edilir. geye kadar uzanıyor ve şimdiki İran ile Irak'ı da içine alıyordu . İdarenin
Muaviye ve Abdülmelik'le birlikte en seçkin Emevi halifelerinden bi­ egemenlik altına alınan halkların eski yönetim yapısına dayanması ne­
ri sayılan Hişam (724-743) son derece becerikli bir idareci olmasıyla ün­ deniyle, idare dili Şam'da Yunanca, Güney Irak'taki Klıfe'de Orta Parça
lüydü. Hazinesine akan büyük miktardaki paraları bayındırlık işlerine Pehlevi lehçesi ve Mısır'da Kopt diliydi. Arapça ancak 7. yüzyılın sonu­
harcadı. Su kanalları ve göletler, hac yolu boyunca hanlar yaptırdı; sınır­ na doğru idare dili olarak yaygınlaştı. Vergiler bala yerli yetkililerce top­
ları sağlamlaştırdı ve orduları yeniden düzenledi. Kolluk gücü öylesine lanmakta ve sikke basimında yerel gelenekler esas alınmaktaydı. Sikke-

60 SURİYE VE F İ L İ S T İ N : E MEVİ HALİFELİGİ


ler Suriye'de hala Bizans modeline, Irak'ta ise Sasani üslubuna bağlıydı.
Hem Müslümanlardan hem de gayrimüslimlerden vergi alınmasına kar­
şın, uygulanan kademeler farklıydı. Müslümanlar fukara vergisi (zekat)
ve eğer arazileri varsa öşür, gayrimüslimler ise bir kelle vergisi ve mülk
vergisi ödemekle yükümlüydü. İslam dinine dönmenin kelle vergisinden
muafiyete ve böylece vergi gelirlerinde bir düşüşe yol açacak olması ne­
deniyle, Arap yöneticilerin toplu din değiştirmeleri gerçekten istemesi
pek mümkün değildi. Kesin miktar bilinmemekle birlikte, bu vergiler
herhalde hatırı sayılır düzeyde olmalıdır. Sözgelimi, "Hulefa-yı Raşi­
din"in ikincisi Halife Ömer'in döneminde (634-644) Irak'taki Savad eya­
leti yılda 120 milyon dirhem ( 1 2 milyon dinar) ödemekteydi. Irak valile­
rinden biri bu eyaletteki görevi sırasında devlet hazinesine 1 00 milyon
dirhem kazandırmıştı. Hişam döneminde vergisi idaresi sıkılaştırıldı; va­
lilerin elinden alınarak onlara yardımcı olmak üzere atanan vergi me­
murlarına bırakıldı. Arap fetihler dönemi boyunca vergi gelirlerinin yanı
sıra, zaferle sonuçlanan askeri seferlerin sağladığı ganimetler de devlet
kasalarına aktı. Halifelerin yüksek maliyetli inşaat projelerine kaynak
bulması ancak bu büyük çaplı servet girişi sayesinde mümkün oldu; bir
örnek vermek gerekirse, Şam Cami-i Kebir'inin inşasına harcanan toplam
para 56 milyon dirhemdi.
Özel bir vergilendirme biçimi de eyaletler, kentler ya da daha küçük
beldeler için konan çalışma yükümlülükleriydi. Suriye'nin doğu kesimin­
deki Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki'de bulunan yazıt, beldelerin bu tür çalışma
hizmetlerini sağlamakla nasıl yükümlü kılındığı hakkında bilgi vermek­
tedir: "Bismillahirahmanirahim. La ilahe illallah ve Muhammedu'r-resul­
lulah. Allah'ın kulu ve emirü'l-mümin Hişam bu kasabanın kurulmasını

Amman Kalesi'ndeki Emevi sarayının


ana kapısı
8. yüzyılın ilk yarısı
Kapının küp yapılı girişi başlangıçta kubbeli
bir çatıyla örtülüydü. Haç şeklinde düzen­
lenmiş koridorlar kubbeli alana açılmaktay­
dı. Duvarlar kapalı kemerlerle ayrılmış ve
soyut ağaç desenleriyle bezenmişti. Teknik
ressam elinden çıkmış gibi görünen çiçek
ve yaprak röprodüksiyonu 7 1 0/7 1 1 önce­
sinden kalma Kasr Harana'nın rölyeflerini
hatırlatmaktadır.

Ancar'daki sarayın güney kanadı


Lübnan
Anti-Lübnan (Cebelü'ş-Şarki) dağ sırasının
eteklerindeki Bekaa ovasında bulunan An­
car'da kazı çalışmaları l 957'de yapıldı. Roma
modeline göre inşa edilen bu görece küçük
kasaba 370 x 3 1 O m'lik bir alanda kuruluydu.
i ki ana sokakla ve kesişim noktalarında 1 6
sütun üstünde yükselen dört kemerli geçit­
ten oluşan bir yapıyla mahallere ayrılmaktay­
dı. Ana sokaklar boyunca uzanan sıra sütun­
ların gerisinde dükkanlar ve atölyeler vardı.
Cami ise kasabanın güneydoğu mahallesinde,
sarayın hemen yanındaydı. Yazıtlara göre
Ancar'ın inşası 7 1 4/7 1 S'te başlamıştı.

TARİH 61
emretti ve bu iş Süleyman bin Ubeyd'in yönetimindeki Hums ahalisince atkarlar bile getirilmekteydi. Birçok kaynakta halifelerin Bizans impara­
yerine getirildi. Yıl 1 10 (728/729) . " torlarına başvurarak inşaat işçileri gönderilmesini istediği beiirtilir.
B u yazıtın ilginç tarafı inşaatçıların Suriye'nin Hums kentinden gel­ Bu tür inşaat projelerinin örgütlenişine dair bilgileri aktaran tarihçi
diklerine ve memleketlerinden 200 kilometre ötedeki Palmyra'nın doğu­ İbnü'l-Mukaffa, Halife II. Velid'in mimari başarıları hakkında şunları ya­
suna düşen bu yapıyı inşa ettiklerine dair kanıttır. Yazıt ayrıca işi üstle­ zar: "Halkın ondan nefret etmesi sebebiyle, kendi adını verdiği bir ken­
nen müteahhit ile şantiyedeki ustabaşının adlarını ve inşaat tarihini ver­ tin inşasını başlattı. Ama su kaynağı 24 kilometre ötedeydi. Her taraftan
mektedir. ustalar topladı ve kenti angaryayla inşa ettirdi. İşçilerin sayısı o kadar
Böyle bir iş, yapı malzemelerinin ve taş ustası, marangoz, tuğla örü­ fazlaydı ki, bin iki yüz deveyle getirtilen suyun yetmemesi yüzünden her
cüsü, sıvacı gibi ehil inşaatçıların temin edilmesini gerekli kılmaktaydı. gün çok sayıda işçi susuzluktan ölüyordu. Develer iki gruba ayrılmıştı.
Belli yerlerde çalışmakla yükümlü bu kişilerin hepsi için iaşeye ve barı­ Altı yüzü bir gün, diğer altı yüzü ertesi gün su taşıyordu . Derken, Ve­
nağa da ihtiyaç vardı. Emevi yapılarında antik sütunların ve sütun baş­ lid'e saldıran İbrahim adlı bir adam onu öldürdü ve halifelikten mahrum
lıklarının varlığı, klasik antik çağ yerleşmelerinden yapı malzemelerini etti. İbrahim'in azat ettiği köle zanaatkarlar inşaat sahasını terk ederek
alarak yeniden kullanma alışkanlığının kanıtıdır. Kimi zaman beldelere memleketlerine gittiler. "
kurşun lahitleri sökmek üzere klasik mezarlıkları talan etme emrinin ve­ II Velid'in suikasta uğramasından sonra 744'te yerine geçen Yezid
rildiği de olurdu; çünkü çatıları örtmede ve taş blokları arasındaki boş­ bin Velid'in göreve başlama konuşması, halifelerin inşaat projeleriyle
lukları kapatmada kurşun önemli bir malzemeydi. bağlantılı olarak halkın çektiği ıstırapların boyutunu apaçık gösterir: "Ey
Halifeliğin her yanındaki tebaa bu çalışma hizmetlerini sağlamakla ahali! Siz söz veriyorum ki taş üstüne taş, tuğla üstüne tuğla koymaya­
yükümlüydü. Bu bakımdan Mısır'dan gelen taş ustalarının ve Irak'tan ge­ cağım. Kanallar kazdırmayacağım. Hazineye para yığmayacağım . . . " Ka­
len tuğla örücülerinin Suriye'deki inşaatlarda çalışmaları şaşırtıcı değildi. nal açma gibi.ortak yarara dönük inşaat işlerinin bile artık bir külfet ola­
İşçilerin konuştukları diller açısından, Emevilerin inşaat sahaları herhal­ rak görüldüğü apaçıktır.
de Babil Kulesi gibiydi. Hizmetlerinden yararlanmak için Bizanslı zana-


- "\.
L:;;
Atlantik
\-, • Poitiers

J�ı\
• Buhara

v-:::::.
emerkand
<!; ,.

'""2
(J

• Merv e
• lşbiliye


Belh
/
J • Kazvin
S� Tlemcen Kayrevan •
Akdeniz

Herat Multan •

1
//
•F '-
,.,.---

Umman Denizi

lslam topraklarının 750'de ulaştığı sınırlar

Emevi fetihleri

-

ilk dört halifenin fetihleri

;z:. Muhammed'in ölümünden sonraki lslam dünyası

62 SURİYE VE FİLİSTİ N : EMEVİ HALİFELİGİ


Daha Emevi yönetimi sona ermeden önce, inşa ettirdiği yapıların bir­ Sonunda, Abbasi hareketi Emevi yönetiminin yıkılmasını sağladı.
çoğu 746'da Ortadoğu'nun geniş bölgelerini yerle bir eden bir deprem­ Soylarını Peygamber Muhammed'in bir amcasına dayandıran Abbasiler,
de yıkıldı. Yüzyıllar sonra Mşatta kasrındaki tonoz taşları deprem sırasın­ "dinsiz" Emevi rejimine itikat konuları açısından karşı çıktı ve esas ola­
da düştükleri yerde hala yatar durumda bulundu . rak yakın dönemde İran ve Orta Asya'da Müslümanlığı benimsemiş kit­
Emevileri zayıflatan şey sadece Suriye'nin Arap kabileleri arasındaki leler arasında destek buldu. Abbasi komutanı Ebu Müslim 750'de Dic­
gerginlik değil, halifelik veraseti konusunda sürekli patlak veren kavga­ le'nin kolu Büyük Zap kıyısındaki muharebede son Emevi halifesi Mer­
lardı. Halifelik bütün aile mensuplarının pay kapmak istediği bir aile şir­ van karşısında elde ettiği zaferin ardından, hanedanın geri kalan men­
keti gibi yürütülmekteydi. Doğal olarak, veraset sorununu önceden hal­ suplarını acımasızca yok etti. Seksen Emevi erkeği Yafa'daki bir ziyafet­
letmeye dönük girişimler sıklıkla gündeme geldi. Hişam ardılı olarak be­ te eşleri ve çocuklarıyla birlikte öldürüldü . Bir kişi canını kurtararak
lirlenmiş olan kardeşinin oğlunu bertaraf etmeye ve yerine kendi oğlu­ Magrip'e kaçtı ve daha sonra Endülüs'te bir halifelik kurdu . Suriye'de
nu geçirmeye çalıştı. II. Velid daha iktidarda üç ayını doldurmadan, ha­ Arap Bedevi kabileleri Emevileri desteklemek için başkaldırmaya devam
lifeliği bırakmayı tasarladığı küçük yaştaki oğulları Hakim ve Osman'a etti; bu isyanların sonuncusu 81 0'da bastırıldı. Abbasi döneminin tarih­
biat edilmesini sağladı. Ne var ki, bir cinayete kurban gitti ve ona karşı çileri hiç kuşkusuz Emevilere pek adaletli davranmadı ve hanedanın anı­
ayaklanmaya öncülük eden kuzeni Yezid bin Velid 744'te yerine geçti. sı esas olarak Arap şiirinde sürdü .
Bununla birlikte, Emevi yönetimini sona erdiren tayin edici etken
kesinlikle geniş devlet yapısındaki iç uyuşmazlıklardı. Emevi dönemi bo­
yunca hep karışıklıklar ve isyanlar yaşandı. Daha 680'de Ali yandaşları
onun oğlu Hüseyin'in önderliğinde bir ayaklanma başlattı, ama bu giri­
şim Kerbela'da bastırıldı. Hüseyin'in muharebe alanında ölmesi, Şiilere
günümüze kadar her yıl törenlerle anısı canlı tutulan bir şehit verdi.

66 1 Hulefa-yı Raşidin'in dördüncüsü 685-687 lrak'ta Muhtar öncülüğündeki 724-743 Hişam dönemi; sık isyanlar; 749-750 Abbasi devrimiyle Ortadoğu'da
Ali'nin öldürülmesinden ve oğlu Şii ayaklanması Mısır'da vergilere karşı Kopt Emevi yönetimi sona erdi;
Hasan'ın halifelik makamını ayaklanması (725); Horasan'da Emevi sülalesinin kıyımdan
694 Abdülmelik'in Irak valisi olarak
reddetmesinden sonra, Suriye Arap olmayan Müslümanların kurtulabilen tek mensubu
atadığı Haccac bin Yusuf,
Valisi Muaviye bin Süfyan ("mevali") Haris bin Surac Abdurrahman l spanya'ya kaçtı
izleyen yirmi yılda Emevi
sonraki halife (66 1 -680) oldu öncülüğündeki eşit ücret ve 756'da Kurtuba emirliğini
yönetimini istikrara kavuşturdu,
hareketi (734-746); KGfe'de kurdu
670 Ukba bin Nafi Kuzeybatı idarede ve ekonomide
Zeyd bin Ali öncülüğündeki
Afrika'yı fethetti ve Kayrevan'ı reformlar yaptı
ayaklanma; Kuzey Afrika'da
kurdu
698 Arapça yeni idare dili oldu; Haricilerin öncülüğündeki
674-678 Konstantinopolis'i ele Arapça yazılı sikkeler basıldı; Berberi başkaldırısı (740)
geçirmeye yönelik ilk girişim Kartaca alını:lı
743-744 il. Velid'in halifeliğine damgasını
680--683 Yezid dönemi 70 1 Güney l ran'da karışıklıklar vuran resmi veraset
680 Ali yandaşlarının ayaklanması: 705-7 1 5 Velid dönemi anlaşmazlıkları; Emevi
Peygamber'in torunu Hüseyin hanedanında çöküşün başlangıcı
7 1 1 -7 1 2 Emevi Valisi Musa bin Nuseyr
lrak'taki Kerbela'da öldürüldü l spanya'yı fethetmeye başladı; 744 il. Yezid halife oldu ve ardından
683-684 il. Muaviye dönemi doğuda Sind ve Maveraünnehir yerine kardeşi l brahim geçti;
bölgeleri alındı Ebu Müslim Horasan'da Abbasi
683-692 i ç savaş: Abdullah ibnü'I-
yanlısı propagandaya başladı
Zübeyr'in halifelik iddiası 7 1 5-7 1 7 Süleyman dönemi
744-750 Son Emevi halifesi il. Mervan'ın
684-685 Mervan dönemi 7 1 7-720 il. Ö mer dönemi
dönemi
684 Kays ve Kelb kabileleri 7 1 7-7 1 8 Konstantinopolis tekrar
744-747 Abdullah bin Muaviye'nin Emevi
arasındaki Merc-i Rahit kuşatıldı
yönetimine karşı isyanı
Muharebesi
720--724 il. Yezid dönemi
685-705 Abdülmelik dönemi

TARİH 63
sinde yer almaktadır. Her iki mabedi tavaf etmek gerek Mekke'de, ge­
Mimari rekse Kudüs'te önemli bir dinsel edimdir.
Bir tarihsel anlatıma göre, Kudüs'teki tapınak alanını genişletmenin ·
Volkmar Enderlein
ardında iç siyaset gerekçeleri vardı. Halife Abdülmelik aslında Tapınak
Dağı'nı kullanarak, Kabe'ye karşı bir denge unsuru olacak bir mabet ya­
ratma peşindeydi. Amacının halifelik veraseti konusunda uyuşmazlık
Kutsal Kudüs kenti: K u b betü's-Sahra içinde olduğu Mekke ve Medine'deki egemen kliklerin etkisini azaltmak
olduğu söylenir. Tarihçi el-Yakubi, Abdülmelik'in bütün Müslümanlar
Hz. Muhammed'in hayatına dair geleneksel öyküler Medine'deyken iba­ için farz olan Mekke'ye hac ziyaretini Suriyelilere yasakladığını belirtir;
det sırasında yüzünü Kudüs yerine Mekke'ye çevirerek namaz kıldığını verilen ferman hac için "kutsal kentin (Kudüs) camisi"ne gitmeleri ve
aktarır. Onun bu davranışı sonuçta bütün İslam ibadethanelerinin yerle­ Kabe yerine kutsal kayanın çevresinde dönmeleri yönündedir.
şim düzenini belirleyen kıblenin kadim Arap mabedi Kabe'ye doğru yö­ Kudüs'e yaklaşan bir ziyaretçi, Tapınak Dağı terasında kurulu ve ha­
nelmesini getirdi. Bu yön değişikliği Medine'deki Yahudi kabilelerle ya­ kim bir konuma sahip Kubbetü's-Sahra'yı hemen görür. Uzaktan bezeme­
şanan iç siyasal sorunların sonucuydu; ama Kudüs 638'de fethedildikten li bir mücevheri andırmasına karşın, bu yapı aslında şekilsiz kayayı barın­
sonra Müslümanlar için bir dinsel merkez olarak kaldı. Mekke'deki Kabe dıran bir kutsal muhafazadır. Kabe'yle birlikte Kubbetü's-Sahra, İslam'ın
ve Kudüs'teki tapınak alanı Hz. Muhammed'in göğe yükselişiyle yakın­ en eski mimari eseridir ve aradan geçen 13 yüzyıla rağmen, özgün işlevi­
dan bağlantılıdır. Kuran'a göre (17: 1), Allah'ın inayetiyle Hz. Muhammed ni korumaktadır. Mekke ve Medine'deki kutsal yerler gibi, buranın bakı­
Mescid-i Harem' den ("Kutsal Cami") yani Kabe' den Mescid-i Aksa'ya ("En mı da daima merkezi hükümetin görev alanı içinde olmuştur. Osmanlı Pa­
Uzak Cami"), yani Kudüs'teki tapınağa götürülür. Müslüman tefsir alim­ dişahı I. Selimjn 1 5 1 6/17'de Filistin ve Mısır'ı fethetmesinden sonra, so­
leri bu ifadeyi Peygamber'in kanatlı bir yaratık olan olağanüstü bineği rumluluk Osmanlılara geçti. Yapının Osmanlı üslubunda çinilerle kaplı dış
Burak'ın sırtında Mekke'den Kudüs'e gizemli gece yolculuğuna bir gön­ yüzü bu dönemden kalmadır; Kanuni Sultan Süleyman'ın 1552'de kaplat­
derme olarak yorumlarlar. Hz. Muhammed'in gökyüzüne yükselerek Al­ tığı çiniler günümüze kadar düzenli biçimde restore edilmiştir.
lah katına çıktığı yolculuğa Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'ya adını veren ka­ Tapınak Dağı terasının ortasında yer alan kubbenin kayadan yüksek­
yadan başladığı söylenir ve buna bağlı olarak bu kayaya özel saygı gös­ liği 30 metreyi bulur. Kubbe dört sütun üstünde duran silindir biçimli bir
terilir. sahanlığı örter; sütunların arasında revaklar bulunur ve her revak bölü­
Aralarında bir dizi bağlantı bulunan söz konusu iki mabet hem Arap­ mü üç sütun üstünde yükselir. Kubbe yapısının çevresinde sekizgen bir
ların hem de Yahudilerin kabile atası olan İbrahim'in öyküsünde önem­ dış sıra vardır ve bu sıra yine revakların birbirine bağladığı sekiz sütun­
li bir yer tutar. Mekke'deki Kabe'nin bizzat İbrahim tarafından inşa edil­ lu bir halkayla iki geçide ayrılır. Her biri pusulanın ucunda olmak üze­
diği söylenir ve Kudüs'te Herodes'in yıktığı tapınağın zemininde bulu­ re dört ana kapı yapıya girişi sağlar. Sahanlıktaki 16 pencereden ve her
nan Kubbetü's-Sahra Kayası İbrahim'in oğlu İshak'ı (olayın İslami anla­ duvar kesitinde 5 'er tane olmak üzere sekizgen alt katın dış kısmındaki
tımına göre İsmail'i) kurban etmeye hazırlandığı Tapınak Dağı'nın tepe- 40 pencereden içeriye ışık girer.
, Büyük ölçüde özgün haliyle korunmuş olan iç mekan bezemesi çar­
pıcıdır. Duvarların alt kısımları tıpkı Ayasofya'da olduğu gibi pahalı ve il­
ginç desenli taş levhalarla örtülmüştür. Bu seviyenin yukarısında, duvarlar
altın bir zemin üstünde harika bir bahçenin tasvir edildiği mozaiklerle
Kudüs'teki Kubbetü's­ kaplıdır. Akantostan yapılmış ağaçlar ve diğer bitki motiflerinin üzerinde
Sahra, 69 1 /692
değişik türden meyve ve mücevherler vardır. Payandaların da özgün tunç
Kubbetü's-Sahra'nın zemin
planı dış hatları bakımından kaplaması vardır; bu kaplama palmiye hasırlarının, akantos yapraklarının
tam sekizgendir; iki ana ekse­ ve filizlerinin düzenlenişi açısından klasik antik çağın modellerine uyar.
nindeki dört cümle kapısı Ta­ Kubbe bir İslam yapısında ilk örnek olmak üzere, Kufi yazı stilinde
pınak Dağı meydanına açılır.
Büyük kubbe dört sütunla anıtsal bir Arapça yazıt barındırır; bu yazıt iç sahanlık çevresindeki re­
desteklenir ve her sütun çifti­ vakların yukarısında bir mozaik şeridi halinde uzanır. Metni oluşturan
nin arasındaki üç sütunlu kü­ bölümlerin hepsi Kuran'dan alınmadır. Seçilen ayetlerin alışılmamış olu­
meler üzerinde dört kemer
yer alır. Yapının kesit çizimi, şu, Kudüs'teki önemli Hıristiyan mabetlerinin yakınında bulunan Kubbe­
kayaya göre 30 metreye ka­ tü's-Sahra'nın özel işlevine bağlanabilir. Kısa bir alıntı Allah'ı ailesi olma­
dar yukarıda kalan kubbenin yan yaratıcı güç ve tek tanrı olarak nitelendirir; bu husus İslam'ın Hıris­
çarpıcı yüksekliğini gösterir.
tiyari öğretisi "teslis"e uzaklığını işaret eder. Ardından Hz. Muhammed'i
Çok sayıda pencere gün ışığı­
nın içeriye girmesini sağlar. Yahudi peygamberlerin ve İsa'nın ardılı, silsilenin son halkası anlamın­
da "Peygamberlerin Mührü" olarak nitelendiren bölümler gelir. Metnin
alışılmamış ölçüde geniş bir bölümü İslami bakış açısından İsa ve Mer­
yem'le ilgilidir ve müminleri bu anlayışa ve genelde İslam'a boyun eğ­
meye çağırır. Bu ifadeler yapının asıl işlevine ilişkin iyi bir gösterge su­
nar: Kubbetü's-Sahra Kudüs'ün Hıristiyan ortamında İslam üstünlüğünü
o ı o___..
ıo m vurgulamaya ve kafirleri - hatta "ehli kitap" sayılan kavimleri - doğru
===::ıı
inanca çağırmaya yöneliktir. Yazıt bir tarihle son bulur: "Bu kubbe Al­
lah'ın kulu Abdullah ve emirü-1-mümin İmam Memun tarafından 72'de

64
Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra, 69 1 /692 etti ve tıpkı Kabe gibi tavaf edilmesini şart inşa edilmiştir. Allah ondan razı olsun!" Tarihin ve halife adının uyuşma­
Kubbetü's-Sahra, Tapınak Dağı'nın ortasın­ koştu. Dolayısıyla model olarak merkezi ması nedeniyle, yazıtın bu kısmında kafa karıştırıcı bazı unsurlar vardır.
daki meydanda yükselir. İ çinde, İ slami gele­ planlı H ıristiyan yapıları esas alındı ve onla­
Burada bir daınnatio ıneınoriae, yani bilinçli bir hafıza bastırmasıyla kar­
neğine göre Yahudilerin ve Arapların ilk ata­ rın orantılarına sıkı sıkıya uyuldu. Mücevheri
sı İ brahim'in oğlunu kurban etmeye andıran kubbenin inşası hicri takvime göre şı karşıyayız: Abbasi halifesi Memun 831 'de Kubbetüs's-Sahra'da bazı de­
hazırlandığı ve Peygamber Muhammed'in 72'de (69 1 /692) tamamlandı. ğişikliklere gitmiş ve yazıttan Abdülmelik'in adını sildirip yerine kendi
göğe yükseldiği kayayı barındırır. Bu bakım­ adını geçirmek için bunu fırsat olarak kullanmaktan kaçınmamıştı. Ne
dan İ slam'ın en kutsal mabetlerinden biridir.
Halife Abdülmelik bu yapıyı bir hac yeri ilan var ki, yapım tarihi olan 72 (691/692) yılını değiştirmemesinin onu ele
vermesi kaçınılmazdı.
Kubbetü's-Sahra'nın döşeme ve bezemesi Suriye ve Filistin'deki Hı­
ristiyan sanatı biçimlerine her detayıyla denk düşer. Zemin planı ve ya­
pı açısından Hıristiyan inşaat modeline uyan mimari tasarım için de ay­
nı şey geçerlidir. Bu İslam mabedi İmparator Constantinus'un inşa ettir­
diği Kutsal Kabir Kilisesi'ne çok benzer. Aslında, her iki yapıdaki kub­
belerin çapları (20,44 ve 20,46 metre) neredeyse tıpatıp aynıdır. Kubbe­
tü's-Sahra benzer biçimde dikdörtgen bir zemin planı üzerinde inşa edil­
miş olan Zeytin Dağı'ndaki İsa'nın Göğe Yükseliş Kilisesi'yle de yakın­
dan ilişkilidir; bu kilisenin dış duvarlarının uzunluğu Kubbetü's-Sah­
ra'nın sekizgen sahanlığındaki duvarların uzunluğuyla tıpatıp aynıdır.
İsa'nın Göğe Yükseliş Kilisesi'nin ziyaretçilerine İsa'nın ayak izleri, Kub­
betü's-Sahra'nın ziyaretçilerine ise Peygamber Muhammed'in ayak izleri
gösterilir.

Kubbetü's-Sahra'nın dış duvarının aralıklarla yenilenmeyi gerektiren çinilerle


çinili levhaları kaplandı. Yapıda J 959- J 964'teki tadilat ön­
Başlangıçta Kubbetü's-Sahra'nın üst kısmı cesinde son kapsamlı onarım l 874'te yapıl­
içeride olduğu gibi dışarıda da altın bir ze­ dı.
min üstündeki mozaiklerle kaplıydı. Kanuni
Sultan Süleyman döneminde dış kısım belli

65
Aşağıda: Kubbetü's-Sahra'daki revak kemerleri
Yapının sekizgen tasarımı kutsal kayayı çevreleyen iki geçit halinde
düzenlenmişti. Bu revakları ayıran sütunların yukarısındaki payanda­
ların klasik antik çağa ait motiflerle süslenmiş özgün tunç kaplaması
hala durmaktadır. Payandaların yukarısındaki kemerli duvar ışıltılı al­
tın mozaikle kaplıdır. Revakların tavan bezemesi Memluk ve Osman­
lı dönemlerinden kalmadır.

Yukarıda: Kubbetü's-Sahra'daki
kubbenin içeriden görünüşü
Kubbetü's-Sahra'nın ahşap kubbesi
sıklıkla tadilat gerektirmiştir. Yazıtlar
Eyyubi Sultanı Salaheddin'in l l 87'de,
Memluk Sultanı Nasır Muhammed'in
l 3 l 8- l 320'de ve Osmanlı Padişahı il.
Mehmed'in l 8 l 8'de yürüttüğü resto­
rasyon çalışmaları hakkında bilgi ver­
mektedir. Kubbenin iç kısmı alçı sıva­
dan yapılmış boyalı ve yaldızlı arabesk
süslerden oluşan eşmerkezli halkalarla
bezenmiştir; şimdiki biçimiyle bu be­
zemeler muhtemelen 1 8 1 8 restoras­
yonundan kalmadır.

Solda: Kubbetü's-Sahra'nın
kubbeli alanını çevreleyen dış
revakın görünüşü
Kubbetü's-Sahra önemini yansıtan zen­
gin bezemelere sahiptir. Duvarların alt
kısımları özel seçilmiş taş levhalarla
kaplıdır; sütunların ve kolonların yuka­
rısındaki kısımları ise mozaikler süsler.
Bunların desenleri Bizans kaynaklıdır
veya en azından Bizans modellerine
göre tasarlanmıştır. Başka yapılardan
alınmış klasik sütunlar mükemmel de­
nebilecek güzelliktedir ve yaldız kapla­
ma Korent sütun başlıklarına büyük bir
ihtişam verir.

66 SURİYE VE F İ L İ S T İ N : E M EVİ HALİ F E L İ G İ


Zemin planı bakımından Kubbetüs's-Sahra bir başka geç antik çağ
yapısına, Suriye'nin güney kesiminde yer alan ve 5 1 2/5 1 3'te inşa edilmiş
olan Bosra Katedrali'ne çok yakındır. Bu katedralin kubbesi de dört sü­
tun üzerinde durur ve aralarında üçer kolon yer alır. Kubbenin altında­ : =Jr= x : • :: a: :c: : • : •: >: x : •: x :c : • : >=: :a: :c :• = • = •= :.: :a: :. • : •= :ıt: �
ki alanı çevreleyen daire biçimli iki geçit aynen Kudüs'teki gibi değişken
il

sütun ve kolonlarla ayrılır. Bosra'yla bu ilişki hiç de tesadüfi olmayabi­


o
lir; çünkü geleneksel kaynaklara göre, Hz. Muhammed gelecekte Arap­
ların peygamberi olacağını bildiren Bahira adlı keşişle bu kentte karşı­
laşmıştır. Bu bakımdan hem Bosra hem de Kudüs Hz. Muhammed'in ha­
'"'" �
yatıyla ve çalışmalarıyla yakından bağlantılıdır. : � : :c: : •: >: :• : • : >: :.: : e : >: :l- : •: :c :tıl : x ::e: : •: x :• : •: x :• : •:

=·=·= =•�::::�-- =· : ·= =·: ·= x =· : •: :c =·:.


1 1 ı t

:: =· = · = •==· : • : >: =· :c :::c

I ! '1 11 1 1

: =· · = = ·= : =· :�����=·: ·=�= ·= =·:: ·= x =·:


1 1 \ \ ' 1

İslam'ın ilk dönemindeki avlulu camiler = >: · : ·= =· = • = :.


' , ,, ,, 1 1

Emevi döneminin olağan cami tipini Irak'ın yeni kurulan kentlerindeki


avlulu camiler ya da kışla camileri temsil eder. Bunlar Küfe Camisi'nden
K

k
dolayı Küfe tipi camiler olarak da bilinir. Geleneğe göre, Hz. Muham­ O 10 20m
med'in Medine'deki evini örnek alarak tasarlanan bu camilerde bir kil
tuğlalı duvarla çevrilmiş geniş bir kare avlu vardı. Hz. Muhammed'in
evinde eşlerin kaldığı yer avlunun doğu tarafındaydı; her yeni eşle ge­
nişleyen bu bölüm sonunda yan yana dizilmiş dokuz daireye dönüştü.
Burası Hz. Muhammed'in, develerini avluda bırakan konukları kabul et­
Şam Cami-i Kebir'i, 706-7 1 4/7 1 5 lenmiş bir meskende hala ziyaret edilir. Alt
tiği yerdi. Avlu tedrici bir gelişme sonunda, müminlerin namaz için top­ Şam'ın ortasında yer alan Vaftizci .Yahya Ba­ geçidin üzerine kurulmuş bir kubbe, minbe­
landığı bir özel mekan haline geldi. Avlunun güney tarafında kıble du­ zilikası yetmiş yıl kadar H ıristiyanlar ve Müs­ rin önündeki bu alanın yerini gösterir. Geniş
varının önüne, üstü hurma yapraklarıyla örtülmüş iki sıra halindeki hur­ lümanlar tarafında ortaklaşa kullanıldıktan avluyu üç yanda iki katlı revaklar çevreler.
sonra 706'da yeni yöneticilerce tamamen yı­
ma ağacı kütüklerinden oluşan gölgeli bir açık bölme oluşturuldu. Böy­
kıldı ve aynı yerde Cami-i Kebir inşa edildi.
lece bir avludan ve bir namaz bölmesinden oluşan temel cami tasarımı Ancak, Vaftizci Yahya'nın başından oluşan
ortaya çıkmış oldu. Yeni toprakları ele geçiren Arap fatihler, ordugahla- H ıristiyan kutsal emaneti yeni yapıya eklem-
Çapraz sahınlı namaz bölmesi düzenlemelere benzer biçimde kolonlar rın çevresinde gelişen yeni kasabaların merkezlerine kışla camileri kur­
Şam Cami-i Kebir'i, 707-7 1 4/7 1 5 arasına serpiştirilmiş bir dizi sütun vardı. dular. Bunların duvarları 200 arşın uzunluğundaydı, yani Medine Cami­
Bu caminin namaz bölmesi önceleri avluya Namaz bölmesinin avluya bakan duvarına si'nin duvarlarının iki katı kadardı; dolayısıyla büyüklükleri de dört mis­
kemerli geçitlerin ritmik bir düzenlenişiyle şimdi çapraz sahının öne çıkık cephesi
açılırdı. Şimdiki sütun sıralarının yerinde, re­ egemendir. liydi. Üç kenarı kapalı revaklarla çevrilmiş geniş bir avlunun dördüncü
vaklı doğu ve batı kenarlarında hala bulunan kenarında çatılı bir namaz bölmesi vardı. Namaz bölmesinin uzun dış
duvarı aynı zamanda kıble duvarıydı.
Kışla camilerinin bir kasabadaki bütün İslam cemaatinin sığmasına
elverecek kadar büyük olması şarttı. Ele geçirildiği 638'den hemen son­
ra Küfe'de kurulan caminin otuz yıl sonra yerini bir başka yapıya bırak­
masının sebebi buydu. Daha gösterişli bir tasarımı olan yeni cami yerel
gayrimüslim işçilerce inşa edildi. KCıfe valisinin sarayında kazı çalışma­
ları yürütülmüş olmasına karşın, yanı başındaki camiye ilişkin bilgileri­
miz tamamen edebi kaynaklara dayanmaktadır. Bu anlatımlara göre, ca­
mi 104 metre kenarı olan bir kare alanı kaplamaktaydı. Namaz bölmesi­
nin çatısı kıble duvarına paralel olarak beş sıra halinde dizilen ve arala­
rında 17 geçişin olduğu gerçek bir kolon ormanıyla desteklenmişti. Her
biri 15 metre yüksekliğindeki bu kolonlar taştan yapılmış ve çatının he­
men aşağısında üstlerine tikağacından kirişler konmuştu. Kolonlar dü­
zenli aralıklarla yerleştirildiği için, namaz bölmesinin hiçbir kesimi birbi­
rinden kopuk değildi. Küfe'deki caminin mihrabı yoktu . Revaklar avlu­
nun üç kenarı boyunca iki geçit halinde uzanmaktaydı.

Revaklı doğu kenarını gören açıdan şümlü ritim, Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'nın


Cami-i Kebir'in avlusu revak düzenini andırmaktadır. Cephenin üst
Avlunun doğu kenarında sütunların ve ko­ katında, duvar çift sayıda kemerli geçitlerle
lonların düzeni özgün biçimini korumakta­ bölmelere ayrılmıştır.
dır. Bir sütun ve iki kolon şeklindeki dönü-

68 SURİYE VE FİLİSTİN: EMEVİ HALİFELİGİ


Revakların avluya bakan tarafındaki zamanlar 4.000 metre kareyi kaplayan moza­ Avlunun hazine daireli batı tarafı doğru zemine gömülmüştür. Altın bir zemin
mozaikler ik yüzeylerin ancak küçük bir kısmı günü­ Şam Cami-i Kebir'i, 706-7 1 4/7 1 5 üstündeki mozaik kaplama 20. yüzyıl son­
Şam Cami-i Kebir'i, 706-7 1 4/7 1 5 müzde sağlamdır. Kolonların yukarısındaki Avlunun kuzeybatı köşesindeki eski hazine larından kalmadır.
Revakların iç kısmındaki geniş mozaikli alan­ kemer köşeliklerinde bitki ve ağaç motifleri dairesi (Beytülmal) günümüze ulaşmıştır.
lar korunmuş olmasına karşın, avluya bakan vardır. Kullanılan birçok değişik renk, ağaç­ Küçük kubbeli bu eklenti sekiz klasik kolon
mozaikler daha ağır hasara uğramıştır. Bir lardaki ışık ve gölge efektlerini aynen verir. üstünde durur; kaidesi olan kolonlar dos-

Vasıt kentinde 1 942'de yürütülen kazı çalışmaları İslam'ın ilk döne­ Irak'ın büyük camileri yeni kurulmuş kentlerde inşa edildi. Araplar
mindeki avlulu cami tasarımına ilişkin edebi anlatımları doğrulayan bul­ eski ve oturmuş şehirlere girdiklerinde, önceleri genellikle toplu namaz
guları ortaya çıkardı. Halife Abdülmelik'in Irak Valisi Haccac bin Yusuf, ve hutbe için mevcut yapıları kullanma yoluna gittiler. Aynı durumun
yeni idari merkezini düzenlemeye hicri takvime göre 83'te (702) başladı. yaşandığı Emevi başkenti Şam'da bir merkez caminin inşası ancak Hali­
İslam dünyasında yeni kentlerin kuruluşunda çoğu kez görüldüğü üzere, fe I. Velid döneminde (705-71 5) başladı. Yer olarak ise kent merkezin­
girişimin temelinde yatan gerekçe iç siyasetti. Bu durumda valinin bek­ de eski klasik Jüpiter Tapınağı'nın bulunduğu yöredeki Vaftizci Yahya
lentisi, yeni düzenle çeşitli Arap toplulukları arasındaki mevcut gerginlik­ Bazilikası seçildi. Kiliseyi ortadan kaldırma gereği ilk başta çoğunlukta­
lerin üstesinden gelmekti. Vasıt Camisi de kare biçiminde inşa edilmişti ki Hıristiyan ahalinin direnişiyle karşılaşmış olmalı ki, halife yıkım işini
ve besbelli ki Kı1fe Camisi'nin taklidi olarak duvarlarının uzunluğu 104 şahsen başlattı. Sarı cüppe giymiş halde, bir altın kazmayla ilk darbeyi
metreydi. Namaz bölmesi aynı şekilde kıble duvarına paralel uzanan beş vuran Velid, inşaatın nezaretini sonradan halife olarak yerine geçecek
sıralı kolonlarla bölünmüştü; ama Kı1fe Camisi'nden farklı olarak, kolon­ olan kardeşi Süleyman bin Abdülmelik'e bıraktı.
lar, sıralar arasında 19 geçiş oluşturmaktaydı. Namaz bölmesinin ortasın­ Temelin atılışına ilişkin yazıtın günümüze ulaşmamasına karşın, kay­
da vali için ayrılmış olan "maksure"nin palmiye hasırları, yapraklar ve naklarda hicri takvime göre 87'de (706) başladığı söylenen inşaat halife­
üzüm salkımlarından oluşan rölyef bezemelerle kaplı ve son derece süs­ nin öldüğü yıl tamamlandı. Yapı işlerinde zorunlu çalışma sistemine baş­
lü sütunları vardı. vuruldu: Yukarı Mısır'da bulunmuş papirüsler ustaların 709'da Cami-i
Avlulu cami tasarımındaki bir yenilik Medine Camisi'ne (Mescid-i Kebir'i inşa etmek üzere Şam'a çağrıldığını belirtir. I. Velid bu amaçla Bi­
Nebi) yarım silindir biçimli bir namaz nişi olan mihrabın eklenmesiyle zans imparatoruna da mektup yazmıştı: "Bana 200 Yunan işçi gönder; zi­
ortaya çıktı. Halife I. Velid 707'de eski Medine Camisi'ni yıktırarak yeri­ ra öncellerimin emsalini asla kurmadığı ve ardıllarımın da aynısını asla
ne Irak'ın kışla camilerindeki düzene göre bir başka muhteşem yapı in­ dikemeyeceği bir cami yapmak niyetindeyim. "
şa ettirmişti. Kıble duvarındaki namaz nişi yeni bir unsurdu . Fakat na­
maz bölmesinin ana eksenine konmadığı gibi, sütunlarla özel bir vurgu­
da bulunmaktan kaçınıldı. Bu yeniliğe karşı çıkan geleneksel zihniyetli Şam Cami-i Kebir'i
Müslümanlara göre, namaz nişi Hıristiyan kiliselerinin apsislerini akla
getirmekteydi. Mihrabın biçiminin temelde I. Velid'in Mısır ve Suriye' den On yıla yakın bir sürede inşa edilen Şam Cami-i Kebir'inin tasarımı ve
Medine'ye getirttiği Kopt ustalarca belirlendiği doğrudur. Elimizde kay­ bezemeleri, daha önce yaratılmış olanların hepsinden üstündü ve Arap­
dı bulunan ilk mihrap 709'dan kalmadır ve bu da Emevi saraylarındaki larca dünyanın harikalarından biri sayılmaktaydı. Jüpiter Tapınağı'nın te­
camileri tarihlemede büyük önem taşıyan bir yıldır. menos duvarı, yani tapınak yöresinin özgün dış duvarı artık camiyi çev­
releyen bir sınırdı. Böylece boyutları 100x157,5 metreye varan caminin

MİMARİ 69
70 S U RİYE VE FİLİSTİ N : E M E Vİ HALİFELİGİ
Solda: Şam Cami-i Kebir'inin namaz
bölmesi, 706-7 1 4/ 7 1 5
Namaz bölmesinin üç sırası, heybetli kolon­
ları ve yukarıdaki tonozlu kemerler, kilise
ve cami arasındaki yönelim farklılığı dışında
Hıristiyan dinsel mimarisini hatırlatır. Bir
bazilikanın uzun geçitleri öne doğru bir ap­
sise bakarken, bir caminin kolon sıraları
kıble duvarı önünde yer alır ve namaz kılan­
lar paralel saflar halinde ibadete durur. Ko­
lonların yukarısındaki geniş kemerler epey­
ce aralıklı olmalarını mümkün kılar ve
böylece namaz kılanların imamı daha iyi
görmelerini sağlar. Bu caminin klasik antik
çağdan kalma bazı kolonları l 893'te yangın­
da tahrip olmuş ve tadilat sırasında yer­
lerine modern kolonlar konmuştur.

Sağda: Şam Cami-i Kebir' inin mihrab


ve minberi, 706-7 1 4/ 7 1 5
Cami-i Kebir'in namaz bölmesinin öne çı­
kan devasa çapraz sahnı dosdoğru mihraba
yönelir; önündeki büyük kubbe mihrabın
önemini daha da vurgular. Halife 1. Velid
döneminde caminin inşasındaki mihrapla
muhtemelen aynı yerde olmak üzere, 1 3.
yüzyılın sonuna doğru Memlükların emriyle
yeni bir mihrap yapıldı ve değerli taşlarla
kaplandı. Burası l 893'teki yangında Cami-i
Kebir'in diğer iç mekan yapılarıyla birlikte
yıkıldı. Şimdiki mihrap ve yanında yükselen
minber l 894'te başlayan restorasyondan
kalmadır.

kapladığı alan, Irak'ın büyük kışla camilerinin bir buçuk katıydı. Köşe­ tiydi ve Emevi saraylarındaki taht odalarının çatıları da kubbe biçimin­
lerdeki dört gözetleme kulesi ezan okunacak minareler haline getirildi; deydi. Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'da olduğu gibi, Cami-i Kebir'de de
bu sayı belirlenirken o sırada Medine'de yapımı süren cami örnek alın­ alındaki ve geçit duvarlarındaki bir dizi pencereden içeriye ışık girmek­
dı. Caminin şimdi çarşı içinde kalan dış duvarlarında yakın dönemde ya­ tedir.
pılan kazı çalışmalarında girişlerin ortaya çıkarılması klasik antik çağla Avlunun diğer üç kenarı tek geçitli bir revakla çevrilidir. Revakın na­
bağlantıları daha da açıklığa kavuşturmuştur. maz bölmesindeki çift kata denk düşen kemerli iki katı vardır. Kemerli
Antik temenos duvarının neredeyse bütün güney kenarını kapatan alt kat bir sütun ve iki kolon biçimindeki dönüşümlü bir diziden oluşur;
namaz bölmesi üç sıra halinde dizilen kolonlardan oluşur; kıble duvarı­ üst katta ise aşağıdaki her kemerli geçidin yukarısında narin bir kolonla
na paralel uzanan ilk iki sırada Korent başlıklı anıtsal kolonlar yer alır. desteklenmiş bir çift kemer bulunur.
Kolonların yukarısında bulunan duvar bölümü başlangıçta düzgün ke­ Cami-i Kebir'in iç mekan bezemesi Kubbetü's-Sahra'nınkini andırır;
merli gediklerle açık tutulmuştu; kolonlar arasındaki her kemerin yuka­ duvarların klasik geleneğe uygun olarak özel seçilmiş taş levhalarla kap­
rısında iki tane gedik yer almaktaydı. Cami-i Kebir'in üç sıralı düzenin­ lı alt kısmı, 7 metrelik yükseklikten sonra yerini duvarlar boyunca çepe­
de geç antik çağın kilise mimarisi örnek alınmıştı. Destekleyici kemerle­ çevre uzanan bir altın zemin üstündeki geniş bir mozaik şeridine bıra­
rin yer aldığı duvarlara sahip ilk namaz bölmesinde namaz kılanların kır. Şam Cami-i Kebir'inin altın mozaik yüzeyinin 4.000 metre kareye va­
yönlerini daha kolay bulmaları ve mihrabı daha iyi görebilmeleri için ko­ ran alanıyla dünyadaki yapılar arasında ilk sırada yer aldığı sanılır.
lonların aralıkları geniş bırakılmıştı. Üç sıralı düzeni ortada daha yüksek Özgün mozaiklerin ancak bir bölümü günümüze ulaşmıştır; çoğun­
çatılı büyük bir çapraz sahın keser. Sahının yukarısında ve mihrabın luğu 1893'teki yangında hasar görmüş, yerine yenileri konmuştur. Cami
önünde bir tonozlu kubbe yer alır. Hükümdara ya da imama ayrılmış bir avlusunda kolonlar üstünde kurulu çokgen hazine dairesinin benzer
alan olan maksure buradadır. Emevi döneminde çoğu kez cemaate biz­ mozaik bezemeleri vardır.
zat halife namaz kıldırırdı. Maksurenin özel bir makam olarak taşıdığı Ziyaretçiler caminin tasarım ve bezeme ihtişamını ancak iç avluya gi­
önem bir kubbeyle vurgulanırdı; kubbe besbelli ki hükümdarlık alame- rince tam anlamıyla görür; çünkü dış duvarlar nispeten sadedir. Doğu

M İ MARİ 71
konutları ve diğer İslam yapı tipleri gibi, caminin en çarpıcı unsurları .
avluya bakar ve çapraz salının cephesi özel önem kazanır.
Şam Cami-i Kebir'inin mimarisi sonraki yapılar için bir örnek olu:
turdu. Namaz bölmesindeki kıble duvarına oyulan mihrap, çapraz sahıı
daki konumuyla ve önündeki kubbeyle ilk kez öne çıkarıldı. Sonraki aı
lulu camileri yapanlar bu yaklaşımı benimseyip küçük değişiklikler yaı
tılar.

Emevi çöl sarayları

Emevilerin inşa ettiği saraylar hakkında fikir yürütmek Kudüs'teki Kul


betü's-Sahra'ya ve Şam Cami-i Kebir'ine oranla daha zordur. Daha sor
raki değişikliklere rağmen, söz konusu iki yapının geçmişteki özgün gc
rünümünü kafada canlandırmak oldukça kolaydır. İslam kurumu ola
vakıflar sayesinde, bunlar sürekli bakım görmüştür.
Emevi dönemi kent saraylarının yapısı ise ancak arkeolojik kazıları
Kasrü'l-Tuba, Ü rdün, 8. yüzyıl ortaları liklere Mşatta sarayında rastlanır. Suriye'de
i ki bölümlü olan bu küçük saray muhtemelen yardımıyla anlaşılabilir. Günümüze harabeleri kalmış olan çöl sarayla
pek görülmeyen bu tuğla örme tekniği, halife­
Halife il. Velid'in 743'te tahta çıktıktan kısa bir nin inşa ettirdiği yapılarda Iraklı tuğla yapım­ için de aş �ğı yukarı aynı saptama geçerlidir. İstisnalardan biri Kuse)
süre sonra biat edilmelerini sağladığı iki oğlu cılarının ve tuğla örücülerinin zorunlu hizmet Anıra adlı küçük "hamam sarayı"dır; renkli bezemelerinin 13 yüzyıllı
için inşa edilmişti. Tuğla örgüsü ve tonoz yapı­ vermesiyle açıklanabilir.
süreçte hasar görmesine karşın, bu yapı neredeyse tam olarak günümı:
sı gibi teknik detaylarına en yakın paralel özel-
ze ulaşmıştır. Uzun bir dönem boyunca çöl saraylarına sadece sürüleri1
le birlikte Arap Bedeviler uğradı ve buralarda baykuşlar dışında hiçb
canlı yaşamadı. 746'daki depremde çökmeyen saraylar bile sonraki bi
kaç yüzyıl içinde harabeye döndü. Ne var ki, çoğunun eksik halde o
masının asıl sebebi başlanan inşaatların fiilen bir türlü bitirilememesiyd
Halifeler Şam'da kalırken Cami-i Kebir'in güneyine düşen kent sar<
yında otururlardı. İslam kentlerinde ana cami ve saray her zaman birbir
ne yakın olurdu; böylece halife ya da vali olabildiğince kısa bir yoldan cc

miye ulaşabilirdi. Kaynaklarda Şam'daki kent sarayının yeşil renkte çarp


cı bir kubbesinin olduğu ve sarayın içinde bir havuzun yer aldığı anlatılı.
Kufe'deki kent sarayının bulunduğu yerde kazılar yapılmıştır. 7. yliL
yılın sonunda inşa edilen ve bir şatoyu andıran bu valilik ikametgahı b
re zemin planlıdır ve duvarlarının uzunluğu yaklaşık 70 metredir. Boyu
lan Emevi çöl saraylarınınkine denk düşer. Dış duvar kulelerle tahkir
edilmiş ve taçkapıya özel önem verilmiştir. Ana kapının karşısında kut
beyle örtülü bir alana açılan üç geçitli bir salon yer alır. Aynı oda düze
nine çöl saraylarının en görkemlisi Mşatta'da da rastlanır. Küfe'de gere

[; 1 salonun, gerekse kubbeli alanın meclis toplantıları ve resmi kabuller içi


kullanıldığı kesindir; avlunun öbür tarafındaki odaların ve oda gruplar:
nın amacı ve işlevi ise tam açık değildir.
Emevi dönemi saray yapıları açısından, çöl sarayları Küfe'deki arkc
11
i
olojik kazıların sağladığından daha canlı bir fikir verir. "Çöl sarayı" terin
yanıltıcıdır; çünkü bu yapılar aslında çöllerde değil, bozkırlarda ve hatt

1ı 1 ı
verimli kırlık alanlardadır. Ürdün'deki Kasrü'l-Mşatta, Kasrü'l-Tuba ve Kl
seyr Amra'dan başlayarak, Filistin'in Eriha bölgesindeki Hırbetü'l-Mefcc
kompleksine, İsrail'de Taberiye Gölü kıyısındaki Hırbet Minye'ye ve Sur

i1 11 ye'deki Useys, Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi ve Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki sarayların

Bir dizi kapı geçidinden görünüş, gıçta barındırdığı ahşap üst eşikler, inşaatt<
Kasrü'l-Tuba, Ü rdün, 8. yüzyıl ortaları ki çalışmanın durdurulmasından kısa bir sür
Kasrü'l-Tuba duvarlarının taştan yapılmış alt sonra herhalde Bedevilerce yakacak olara
kısımlarının yukarısında tuğla örgüsü başlar. kullanılmış olmalıdır.
i ki tonoz katmanı bugün bile belirgin biçim­
de görülür. Duvarlardaki oyukların başlan-
1 '
1 72 SURİYE VE F İ L İ STİN : E M E V İ HALİ F E L İ G İ


1
kadar uzanan bir zincir oluştururlar. Yukarıda da değinilen küçük "hamam sinde de odalar geniş bir avlunun çevresinde düzenlenmiştir; daha küçük
sarayı" Kuseyr Anıra dışında, bütün bu saraylar savunma amaçlı kulelerin saraylarda avluyu çatılı sıra sütunlar çevreler.
bulunduğu birer hisar biçiminde inşa edilmişti; Hırbetü'l-Mefcer'de oldu­
ğu gibi, bazen başka yapıların da eklendiği olurdu. Böyle saraylardaki du­
varların normal uzunluğu yaklaşık 70 metreydi. Kasrü'l-Tuba kompleksin­
de bu türden iki saray yan yana inşa edilmişti. Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki'nin ya­
nı sıra Mşatta'da da duvarların uzunluğu normalin iki katıdır; dolayısıyla
bu yapılar dört misli büyüklükte yüzey alanına sahiptir. Bu sarayların iki-

Yukarıda: Kasr Harana


Ü rdün, 8. yüzyıl başları
Emevi sarayları gibi, Kasr Harana'nın da
tasarımı bir hisarı andırır. Duvarlarda yarım
ya da üç çeyrek daire biçiminde çıkmalı
kuleler vardır ve taçkapı "kesik" bir kulenin
içine oturtulmuştur. Bu yapı küçük Emevi
saraylarının ancak dörtte biri kadardır.
Kaba sıvalı moloz taş örme tekniği yapı
malzemelerini idareli kullanma gereğine de
işaret eder. 7 1 O tarihli bir duvar yazıtında
bir ziyaretçinin adı anıldığına göre, iki katlı
bu yapı 8. yüzyılın başlarında inşa edilmiş
olmalıdır. Bazı kaynaklar alt katında ahır
bölmeleri ve üst katında oturma odaları
bulunan yapının hacılar için bir dinlenme evi
olduğunu ileri sürer.

Sağda: Kasr Harana'nın içi


Ü rdün, 8. yüzyıl başları
Kasr Harana'nın içinde de harcamalar asga­
ri düzeyde tutulmuştur. Duvarlar düz sıva­
lıdır ve duvar kemerlerini destekleyen ya­
rım kolonlar gibi mimari unsurlarda hiçbir
süsleme yoktur. Bezemeler bazı odaların
tavanlarında bulunan bitkisel motifli ve sıra
halindeki gül bezeklerden ibarettir.

MİMARİ 73
Hisarımsı ç öl sarayları: Temel mimari kavram Mşatta'nın ikamet kısmı mış kısmın üç kemeri de avluya açılır. Salonun
Ü rdün, 743-744 her iki yanında odalar vardır; tuğla örgülü
Emevi saraylarının zemin planları, dört köşeli yapılar olarak tasarlandıkla­ Mşatta en gösterişli Emevi sarayıdır. Ortasın­ duvarların gediklerine kemerler oturtulmuş­
daki geniş bir avluyu inşa edilmiş (ya da plan­ tur.
rını hemen ilk bakışta gösterir. Köşegenlerin tam bir dik açıyla kesişmedi­ lanmış) oda kümeleri çevreler. İ kamete ayrıl-
ği durumlarda, zemin planında ayarlamalar yapılmıştır. Mşatta böyle bir
zemin planının gelişimi konusunda son derece iyi bir örnek sunar. Daha
1932'de, kompleksin köşegenlere dayalı bir plana göre inşa edildiği görü­ Sarayların kale izlenimini uyandıran dış görünümü, kulelerle tahkim
şü ortaya atıldı. Bu köşegenler büyük avlunun köşelerine doğru uzanır; edilmiş yüksek duvarlardan kaynaklanır. Ne var ki, bunlar gerçek anlam­
böylece giriş alanı ve caminin, taht odasını barındıran ikamet kısmıyla ay­ da kaleler değildir; çünkü uzun bir kuşatma sırasında savunma için gerek­
nı büyüklükte olmasını sağlayacak şekilde sarayın orta kesimini böler. li düzeneklerden yoksundur. Kuleler ya moloz dolguydu ya da (Mşatta'da
Mşatta'daki yeni araştırmalar bu tip sarayların tasarımı ve planı hak­ olduğu gibi) hela işlevini görmekteydi.
kında daha kapsamlı bulgular sağladı. Taçkapı cephesinin ölçümlerini ana Geniş taçkapılara özel önem verilirdi. Bunlar bazı saraylarda yanlarda­
zemin planıyla ilişkilendirmenin mümkün olduğu anlaşıldı. Cephede ve ki iki kuleyle çevriliydi; Hırbet Minye ve Useys gibi saraylarda ise kapı ya­
ana kapı girişinde yaklaşık 57,66 santimetrelik standart ölçüm saptandı; bu rım daire biçimli "kesik" bir kulenin içine oturtulmuştu. Yarım daire biçim­
birim Mşatta'da çeşitli aralıklarla kontrolden geçirildi. Avlu köşegenlerinin li kuleleriyle günümüze ulaşmış olan Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki'nin taçkapısı
tam 140 arşın olduğu ortaya çıktı ve avlunun kenarı için 99 arşınlık bir öl­ böyle kapı kulelerinin yüksekliğine dair bir fikir verir. Bu kuleler bezeme­
çüm elde edildi. Avlunun ötesindeki oda kompleksinin üçe ayrılmış olma­ sizdir; taçkapı cephesindeki tek süsleme başka bir yapıdan alınma Roma
sı böyle bir ölçümün özellikle uygun olduğu izlenimini verir. Taht odası­ taçkapısına aittir. Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'de ana kapı kulelerinin üçte ikilik
na açılan salonun üç geçidi 30'a 40 arşınlık orana sahip bir alan üstünde üst kısmı alçı sıva bezemeler taşır. Mşatta'nın taçkapı kuleleri bir kare ze­
inşa edilmiştir. Bizzat taht odasının köşegenlerine ilişkin ölçüm tam 24 ar­ min planı üzerinde inşa edilmiştir ve kulelerin alt kısımlarındaki dış duvar
şındır. Bütün bu uzunluklar Mşatta'da kullanılan arşın ölçümüyle bir mili­ rölyef dolguludur. Mşatta'nın eksik halinden dolayı giriş cephesinin muh­
metreye varacak kadar kusursuzca uyuşur. temel yüksekliğini ortaya çıkarmaya yönelik bir girişimin sonuç vermesi

Mşatta'nın taçkapı cephesi,


Berlin, İ slam Sanatı Müzesi
Sarayın ana girişi dış duvarın güney tara­
fındadır. Çokgen kuleler ve her iki yanda
sonraki kulelere kadar uzanan gösterişli
rölyef bezemeler bu yapıyı öne çıkarır.
Duvar yüzeyi zikzaklı bir şeritle büyük
gül bezekleri barındıran üçgenlere ayrıl­
mıştır. Geri kalan duvar zemini sık bir
doku oluşturan ince rölyeflerle kaplıdır.
Filizlerin arasına hayvan ve masalımsı ya­
ratık öbekleri yerleştirilmiştir. Cephenin
camiye bakan sağ yarısında süsleme filiz­
lerle sınırlıdır ve hiçbir canlı yaratık ba­
rındırmaz. Cephenin sol yarısında ise
tekrarlanan bir desen halinde hayvan ya
da masalımsı yaratık tasvirleri yer alır.

74 S URİYE VE FİLİSTİN : EM EVİ HALİ F E L İ G İ


şüphelidir. Taçkapılarda huzura kabul edilmeyi bekleyen ziyaretçilerin
oturabileceği peykeler her zaman bulunurdu. Geleneksel olarak, Kitabı
Mukaddes'te (sözgelimi, Amos 5 : 1 5 , Zekeriya 8 : 16) belirtildiği üzere, ada­
let işleri çoğu kez bu tür ana kapı yapılarında yürütülürdü. Emevi saray­
larının taçkapıları da benzer bir işlev görmüş olabilir.

Çeşitli oda kompleksleri

Yukarıda da belirtildiği gibi, bu sarayların ortasında geniş iç avlular vardı.


Yani, Doğu'nun avlulu konutlarına ve avlulu camilerine özgü bir unsur
benimsenmişti. Bu tür yapıların hepsi dışa değil, içe dönüktü. Avlu sınırı­
nın namaz bölmesindeki çapraz salının cephesiyle belirlendiği Şam Camii
Kebir'i gibi, Mşatta'da da taht odasına açılan salona dönük üç kemer avlu
cephesine egemendi. Bu salondaki üç geçit, aynı şekilde üç apsis halinde
uzanan bir odaya açılmaktaydı. Bir üçlü yarım kubbede son bulan salo­
mın biçimsel tasarımı erken dönem Hıristiyan kilise mimarisinden alınmış­
tı ve tek yeni unsur kuzey-güney doğrultusuydu. Halife üç apsisli bu oda­ K
daki tahtında otururken, iç avluya kadar salonu baştan aşağı görür ve bü­
O 1 0 20m
tün saray kompleksinin tasarım düzenini belirleyen kıbleye karşı dururdu. =-

Cami içirı seçilen yer taçkapının sağ tarafıydı. Camirıin duvarına yarım da­
ire biçimli bir mihrap oturtulmuştu. Sarayın kare zemin planında bir cami­
ye yer verilmesi, Mşatta'nın Hırbet Minye ve Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki sarayla­
rıyla paylaştığı bir özel unsurdu. Hırbet Minye'de olduğu gibi, dışarıdan Mşatta'nın zemin planı ve taht odası tamamlanamayan bir hamama ayrılmıştı. Ka­
girişi, Ü rdün, 743-744 pının ardında yer alan ve 746 depreminde
gelen mümirılerin törensel saray ana kapısını kullanmaksızın namaza ka­ Mşatta kenarları 1 44 metre olan bir kare ze­ çöken üç geçitli salon taht odasına açılırdı.
tılmasını sağlamak üzere namaz bölmesine bir ikinci girişirı açılmış olma­ min planına sahiptir ve en büyük Emevi sa­ Ziyaretçilerin çapraz bir açıdan görebildiği
sı mümkündür. Duvarlarla çevrili kare alanda toplu ibadet için bir yerin raylarından biridir. Cephenin ardındaki orta taht odası üç apsiste son bulurdu.
alanın sadece bir bölümünde inşaat tamam­
ayrılmadığı Useys ve Hırbetü'l-Mefcer gibi sarayların yanında birer küçük
lanmıştı. Ziyaretçiler avluya taçkapıdan gi­
cami inşa edilmişti. Bu durumda sarayla ortak bir duvar caminin de kıb- rerdi; kapının sağ tarafı camiye, sol tarafı ise
�!

Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki sade dış hatlarla sınırlıdır. Irak geleneğine uy­ Aşağıda: Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki Camisi yer alır. Mimari detayları bakımından, bu
Suriye, 8. yüzyılın ikinci çeyreği gun olarak, tuğla örgüsü kaba sıvalıdır. Bir Suriye, 8. yüzyılın ikinci çeyreği yapı Şam Cami-i Kebir'inin küçük ölçekli bir
Bu saray da dışarıya çıkık kulelerle tahkim yazıta göre, bu yapı 728/729'da Halife Hişam Boyutlarından eksiksiz bir kasabayı çevrele­ kopyasıdır.
edilmiş duvarların çevrelediği hisarımsı yapı­ tarafından inşa ettirilmişti. diği izlenimini veren büyük tahkimatın gü­
lardan biridir. Taçkapı yarım daire biçimli iki neydoğu köşesinde bir caminin kalıntıları
kule arasında yer alır. Duvarın eklemlenişi

1;
11
1

Yukarıda: Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki'yi uzun ve yüzölçümü dört misli geniş bir alanı


çevreleyen duvarların içeriden çevreleyen büyük surlar yer alır. Bu tahki­
görünüşü mat camileri, evleri ve atölyeleriyle nere­
Suriye, 8. yüzyılı!') ikinci çeyreği deyse bir kasabayı kuşatırdı.
Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki kompleksinin batısın­
da, olağan ölçülere göre kenarları iki kat

76
leye bakmasını sağlardı. Saray camileri dikdörtgen zemin planı üzerinde
kurulmuş olan ve kıble duvarının önünde iki ya da üç sıra sütun bulunan
sade yapılardı. Hepsinin niş biçiminde bir mihrabı vardı. Bu mihrap biçimi
ilk kez 709'da Medine Camisi'nde uygulandığından, söz konusu sarayların
bu tarihten sonra inşa edilmiş olması gerekir. Emevi döneminde mimari bi­
çimlerin standartlaşması mihrapları da etkilemiştir. Mşatta ve Hırbet Min­
ye'deki mihraplar 1 ,62 metre genişliğindedir; ama çeşitli saray kompleksle­
ri ve bezemeleri arasında diğer bakımlardan belirgin farklılıklar vardır.
Kural olarak, Emevi saraylarında bir hamam bulunurdu. Bozkırların ke­
narındaki konumdan dolayı, su tedariki özellikle can alıcıydı. Bunun yol
açabileceği zorlukların bir örneği "Velid şehri"nin kuruluş sürecinde yaşan­
dı. Böyle durumlarda uzaktan su getirmek için bir sukemerinden veya ye­
raltı borularından yararlanılırdı. Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi gibi bazı saraylar için
eski bir Bizans yapı kompleksinin seçilmesi muhtemelen bu durumla açık­
lanabilir. Böyle yerlerde su tedariki için bir altyapı zaten vardı ve tekrar iş­
ler hale getirilebilir ya da yeni ihtiyaçlara uyarlanabilirdi. Kuseyr Amra'da
olduğu gibi, gerekli suyun mekanik düzenekle bir kuyudan sağlanması da
mümkündü. Bir hamamda sıcak havanın geçtiği künklerle sağlanan bir ta­
bandan ısıtma tertibatına gerek vardı. Buharlı, sıcak ve soğuk banyo böl­
melerinin ardışıklığı klasik antik çağ hamamlarının modeline uygundu. Ku­
seyr Anıra ayrı banyo bölmelerinden ve bir divanhaneden oluşan bir "ha­
mam sarayı"dır. Dışarıdan bile bakılınca, bu yapının farklı şekil ve büyük­
lükteki bölmelerinin tamamen işlevlerine uygun olarak yan yana yerleşti­
rildiği görülür. Kalabalık insan toplulukları burayı ziyaret ettiğinde, Bede­
vilere özgü çadırlarda ağırlanmış olmalıdır. Bütün bölmeler duvar resimle­
riyle süslemiş ve zeminler mozaikle döşenmişti.
Hırbetü'l-Mefcer'de tek bir büyük yapı hem hamam hem de divanha­
ne işlevini görürdü. Buranın kaç kişi için tasarlandığının bir göstergesi 23
helalı müştemilattır. Saray sahibinin konuklarını ağırladığı divanhane, 16
sütun üstünde inşa edilmiş bir yapıydı; büyük çeşitlilikte desenlerle süslen­
miş pahalı mozaik döşemeleri vardı. Hırbetü'l-Mefcer'deki kazı çalışmaları­
nı yürüten kişiye göre, burası müzik gösterileri için tasarlanmıştı. Müzik ve
şiir tutkusuna daha önce değindiğimiz Velid bin Yezid'in henüz veliahtken
burayı yaptırmış olması mümkündür. Hamamların ön tarafında yer alan ve
köken olarak klasik antik çağ hamamlarının soyunma ve dinlenme odala­
rına benzeyen bu divanhanelerin boyutları ve bezeme temaları işlev bakı­
mından esas olarak törenseldi. Giriş alanındaki küçük odaların ardışık di­
zilişine bakılırsa, Mşatta'da böyle bir hamamın bulunmu$ olması gerekir;
ama bu bölüm temelleri atıldıktan sonra öylece bırakılmış durumdadır.
Saraylardaki asıl ikamet bölümleri çoğu kez beş odalı gruplar halinde
düzenlenmiştir ve genelde böyle bir grup için "beyt" (hane) terimi kullanı­ Roma gözetleme kulesi daki Roma ve Bizans tahkimatlarına ait gö­
lır. Mşatta'da taht odasının her iki tarafında ikişer tane olmak üzere dört Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi, Suriye, 3. yüzyıl zetleme kuleleri de vardı. Kasrü'l-Hayrü'l­
Klasik antik çağdan kalma yapıların bazı bö­ Garbi sarayının taçkapı çerçevesinde ve ku­
oda grubu vardır. Günümüze nispeten sağlam ulaşmış olan bu bölmeler
lümlerinin İ slam dönemindeki yeni yapılara zeydoğu kulesinde antik çağdan kalma yapı
beşik tonozludur. Geçmişte dar hava kanallarıyla serinlemeyi sağlayan ter­ katılması sıklıkla başvurulan bir yoldu. Bun­ malzemeleri kullanılmıştı.
tibatlarla donatılmıştır. Mşatta'daki beş odalı dört grup olmasının temelin­ lar arasında imparatorluğun doğu sınırların-
de muhtemelen bir Müslüman erkeğin aynı anda dört eşle evli olmasını
sağlayan, ama hepsine eşit davranma yükümlülüğünü de getiren Kuran
hükmü (4:3) yatar. karmıştır: Bulunan yapı yazıtlarında yaptıran kişilerin adları vardır. Hırbet
Minye'de 1930'larda yürütülen kazıların gün ışığına çıkardığı bir yazıta gö­
re, bu sarayı inşa ettiren kişi Velid, inşaatı üstlenen kişi ise Abdullah adlı
Çöl saraylarının tarihlenm esi ve işlevi biridir. Useys sarayının yakınında bulunan ve I. Velid'in (705-71 5) oğulla­
rının adlarını taşıyan yazıtlar, Useys'in de onun döneminde inşa edildiği­
Ürdün, Filistin ve Suriye'deki sarayların inşa tarihleri yıllar boyunca hara­ ni belirtir. Kuseyr Amra'da bulunan ve bu halifeyi tahtta otururken göste­
retli bir tartışma kaynağı oldu; çünkü bunlar arasında inşaatı belirten ya­ ren bir tasvirden de aynı sonuca varılmıştır. Tasvirde ona biat eden dün­
zıtların bulunmadığı Mşatta gibi yapılar da vardı. Ancak, günümüzde bir ya krallarının kirrılikleri Arapça ve Yunanca yazıtlarda verilir; bunlar ara­
dizi saray kapsamlı biçimde incelenmiş ve kazılar birçok hususu ortaya çı- sında Vizigotların kralı ve Halife I. Velid'in bir çağdaşı olan Roderic de

M İMARİ 77
ka sebeplerden dolayı da Mşatta'yı yaptıran kişi olarak kabul edilir. Kas­
rü'l-Tuba da muhtemelen onun döneminde inşa edilmiştir. Teknik bakım­
dan, sözgelimi tuğla örme ve tonoz kurma yöntemleri bakımından, bu ya­
pı büyük ölçüde Mşatta'ya benzer. İki bölmeli düzeninin sebebi II. Ve­
lid'in halifeliğe getirildikten sonra ardılları olarak biat edilmelerini sağladı­
ğı iki oğlu Hakim ve Osman için bir ev yaptırma isteği olabilir.
Uygulanan çok farklı yapı teknikleri de sarayların Emevi döneminde
inşa edildiğini gösterir; çünkü bunlar farklı geleneklere bağlı ustaları ça­
lıştırmayı getiren zorunlu hizmet sistemiyle açıklanabilir. Mşatta'daki ika­
met kısmının tuğla ölçüleri ve tuğla örme tekniği Irak kökenlidir; buna
karşılık giriş alanındaki kesme taştan duvarlar Suriye ve Mısır duvar örü­
cülüğünü çağrıştırır. Emeviler imparatorluğun uzak eyaletlerinden yapı iş­
çilerini aynı yerde bir araya getirerek çeşitli tekniklerde çalıştırabilmişti.
Suriye ve Filistin'in büyük kentlerinden uzak olmaları nedeniyle, bu
sarayların işlevi hala bir tartışma konusudur. Yakın dönemde ortaya atılan
görüş, yaygın ekim yapılan mülklerin ortasında Arap aristokrasisi mensup­
larının arazilerini idare edebilmeleri için kurulmuş malikaneler sayılmala­
rının doğru olacağı yönündedir. Gerçi günümüzde söz konusu yerlerin
çoğunda su kıtl�ından dolayı tarım artık iyi rekolte vermemektedir; ama
verimli çiftçilik açısından koşullar bin yılı aşkın süreçte değişmiş olabilir.
Hırbetü'l-Mefcer'in divanhanesi burada kazı çalışmalarının yapılmasını müm­ Sarayların varlığı Emevi şehzadelerinin kentlerden uzak durma ve Suriye
Filistin, 8. yüzyılın ikinci çeyreği kün kılmıştır. Aradaki zengin mozaik dö­ bozkırlarında avlanarak, muhabbet ortamının, şarap ve yemeklerin tadına
Hamam alanı içinde kalan divanhanenin bir şemelerin kompozisyonu, yukarıdaki tonoz­ vararak güneydeki Arap atalarına özgü bir hayat sürme eğilimi çerçevesin­
yığın yivli sütunu vardı. Sütunların hatırı sa­ ların biçimini yansıtır.
yılır bir yükseklikle ayakta kalmış olmaları, de de açıklanmıştır. Bir başka olası açıklama güç siyasetine bağlıdır: Eme­
viler verimli arazilerin eteklerindeki bu saraylardan, hemen yakında otlak­
ları bulunan Arap Bedevilerle özel ilişkilerini sürdürmüş olabilirler.
vardır. Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki'de ortaya çıkarılan ve buranın Halife Hişam Emevilerin cami ve saray süsleme sanatından günümüze ulaşan ör­
adına inşa edildiğini belirten 728/729 tarihli yazıta daha önce değinmiş­ nekler dönemin heykel ve resim sanatlarına dair bir izlenim edinmeye ye­
tik. Hırbetü'l-Mefcer'de de Hişam döneminden kalma duvar yazıları bu­ tecek düzeydedir. Saraylarda bulunan heykeller ve büyük ölçekli figür re­
lunmuştur. Tarihlenmesi en sorunlu saray olan Mşatta'da bile, 1964'teki simleri erken dönem İslam sanatına ilişkin düşüncelerimize büyük etkide
temizlik çalışmaları Kufi yazı stilinde beş satırlı bir Arapça yazıtın bulun­ bulunmuş ve bir zamanlar genellikle benimsenen bir dizi önyargıyı dü­
duğu bir çini ortaya çıkmıştır. Yazıt Süleyman bin Keysan adlı kişinin yaz­ zeltmiştir.
dığı bir mektubun taslağıdır. Halife Hişam, I. Velid ve III. Yezid'in (744)
dönemlerinde bir dizi önemli görevde bulunan bu adamın, 750'de Abba­ Karşı sayfada: Hırbetü'l-Mefcer saray şinden içeriye bakan ziyaretçiler, sütunlarla
si ordusu Şam'ı ele geçirdiği sırada kardeşleriyle birlikte öldürüldüğü bi­ kompleksinin ana kapısı çevrili iç avluyu dosdoğru görürdü. Girişin
Filistin, 8. yüzyılın ikinci çeyreği karşısındaki gül pencere eksiksiz bir mene­
linmektedir Dolayısıyla çinideki satırlar Emevi döneminin sonuna doğru, Ana kapıda ziyaretçilerin dinlenmek ıçın viş deseni taşır.
muhtemelen II. Velid'in yönetimi altında yazılmış olmalıdır. Bu halife baş- oturabileceği bir dizi peyke vardı. Kapı giri-

H ırbetü'l-Mefcer'in
divanhanesi, Filistin,
8. yüzyılın ikinci çeyreği
Hamamın yanında bulunan di­
vanhane son derece düzenli
bir yapıydı. Ayrı bir girişi var­
dı. Bir konser salonu olarak
da kullanılan divanhane, küm­
betli odalarla ve tonozlu oda­
larla çevriliydi. Halife yandaki
bir odada konuklarını huzura
kabul ederdi.

o 10 20m
===---

78 SURİYE VE F İ L İ S T İ N : E M E V İ HALİ F E L İ G İ
- "7:· .
·- -��;...:...
... �.

. �.

�::: �....
sani hükümdarlarının stilize çift kanatlarla ya da kanatlı palmiye hasırla­
Yapı Bezemeleri rıyla belirlenen taçları, Kubbetü's-Sahra'nın mozaiklerinde de bu biçim­
le karşımıza çıkar. Taçlarıyla temsil edilen yenik hükümdarlar böylece
Volkmar Ender/ein
kutsal kayaya biat eder. Kubbetü's-Sahra bu bezeme unsuruyla, Mek­
ke'deki Kabe'yle bağlantılı olarak değinilen eski bir adete de gönderme­
de bulunur: Araplar fetih seferleri sırasında ele geçirdikleri yerlerden
Duvar mozaikleri taht ve taç biçiminde değerli armağanları Kabe'de sergilenmek üzere
Mekke'ye göndermişlerdi. Bu tasvirlerdeki örtük biat teması, belki de
Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'nın ve Şam Cami-i Kebir'inin duvar yüzeyle­ Kabe'ye karşı Kubbetü's-Sahra'yı öne çıkarma çabası için dayanak oluş­
rinin birçoğunu nefes kesici ihtişama sahip mozaikler kaplar; ama bun­ turmaya yönelikti.
ları yorumlamaya dönük çeşitli kuramlar, nasıl bir anlam taşıdıkları so- Kubbetü's-Sahra'nın değerli taşlarla süslü ağaçları cenneti belirten
.
rusunu henüz hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde çözebilmiş de­ bir unsur olarak da yorumlanmıştır; çünkü Abbasi döneminin bilginle­
ğildir. Kubbetü's-Sahra'nın duvarları ışıltılı altın zemine işlenmiş hayali rinden Taberi, otuz ciltlik Kuran tefsirinde, cennette yetişen nilüfer ağa­
bir bahçeyi tasvir eder; bununla birlikte hurma ve zeytin gibi gerçek cını mücevherlerle zengin biçimde donatılmış olarak tasvir eder.
ağaçlar da nadiren görülür. Dikdörtgen ya da üçgen alanları, genellikle Kubbetü's-Sahra'daki mozaiklerin üslubu birçok detay bakımından
"akantos" olarak bilinen gür yeşillikten oluşan sarmal şeritler doldurur. Hıristiyan kiliselerinin mozaik süslemelerini hatırlatır. Dolgun akantos fi­
Bu yeşillik, yapraklı gül bezeklerden veya değerli çanaklardan çıkmak­ lizlerinden oluşan benzer ağaçlar, Beytlehem'deki Nativitas (İsa'nın Do­
tadır. Ağaçlarda yetişen hurmaları görmek şaşırtıcı değildir; ama yaprak­ ğumu) Kilisesi'nin mozaik kaplamalarında görülür. Ne var ki, birçok
lı filizler arasına nar ve üzüm gibi meyve salkımlarının yerleştirildiği ke­ ağacın palmiy� çiçeklerini ve kanatlı palmiye hasırlarını barındıran stili­
simlerde, bahçenin hayali niteliği belirgindir. ze özellikleri, Emevi saraylarında da açıkça görülen İran Sasani sanatı­
Özel türden meyveler diğer değerli metal işleme parçalarıyla birlik­ nın etkisine işaret eder.
te ağaç filizlerinin içine oturtulmuş hükümdarlık taçlandır. Bunlar biçim Şam Cami-i Kebir'inin mozaik bezemeleri benzersizdir. Revak duvar­
çeşitliliği açısından Bizans ve İran Sasani modellerini hatırlatır. Bazı Sa- ları boyunca bir manzarayı tasvir eden ve geçmişte namaz bölmesi du­
varını da kaplayan geniş bir mozaik şeridi uzanır. Şeridin alt kısmındaki
akarsuyun kıyılarında bir altın zemine işlenmiş ağaçlar görülür. Koca­
man meyvelerle dolu ağaçların boyu yedi metreye kadar ulaşır. Gövde­
ler, dallar ve yapraklar öylesine bir tasarım zenginliği ve çeşitliliğiyle tas­
vir edilmiştir ki, üstlerinde ışık oynuyormuş gibi bir izlenim verirler.
Ağaçlar arasında kümeler halinde yer alan yapılar biçim bakımından ola­
ğanüstü değişkendir: Dağ sıraları gibi art arda yükselen küp biçimli ev­
ler; açık alanları bir yarım daire halinde çevreleyen sıra sütunlu salonlar;
pitoresk kümeler halinde düzenlenmiş köşkler. Edinilen genel izlenim,
tezat oluşturan mimari unsurların bir araya gelerek harika bir kompozis­
yon oluşturmasıdır. Şeridi yakından inceleyen bir kişi, bu mozaiklerde
yansıtılan dünyada kuşların ağaç dallarına tünemediğini, balıkların ırmak
sularında oynamadığını görecektir. Bir camiyi süsleme maksadını göz
önünde tuttuğumuzda, burada İslam'ın suret yasağına uymanın bir erken
örneğiyle karşılaştığımızı açık seçik anlarız.
Bu yasak Hz. Muhammed tarafından aktarılan Kuran'daki ifadelerin
hiçbirine doğrudan dayandırılamaz; bu konuya ilişkin hadislerin, yani
Peygamber'in söz ve davranışlarının derlenmesi de onun ölümünden
uzun bir süre sonraya, 8. ve 9. yüzyıllara rastlar. Ne var ki, Mekke'nin
630'daki fethinden sonra Kabe'yi putlardan temizlemiş olması tutumu­
nun yeterince açık bir ifadesi sayılır. Suret yasağı Halife Abdülmelik'in
696/697'deki sikke reformu sırasında sikkelerdeki resimli tasvirlerin ye­
rine dinsel metinlerin konmasıyla daha bariz hale gelmiştir. Emevi sana­
tında yasağın kapsamı camilerin iç mekan bezemesiyle sınırlıdır.
Şam'daki mozaikleri yorumlamaya yönelik çeşitli girişimler olmuştur.
Kentin içinden geçen akarsuyun Barada Irmağı olduğu ve yapıların biz-

Batı revakının avluya bakan mari temalar taşır. Bu örnek Korent kolon­
kenarından detay larını, kemerli geçitleri, bir parapeti ve çeşit­
Şam Cami-i Kebir'i, 706-7 1 4/7 1 5 li çatı biçimlerini kapsayan düzenlerin bir
Revaktaki kolonların yukarısında kemer kö­ kataloğu olabilir. Kemerli geçitlerin iç tarafın­
şelikleri ağaç motifleriyle süslüyken, sütun­ daki mozaiklerin hepsi aynı düzeni izler.
ların yukarısındaki daha geniş yüzeyler mi-

80 S URİYE VE FİLİSTİ N : E M E Vİ HALİFELİGİ


Solda: Çapraz sahnın avlu cephesi
Şam Cami-i Kebir'i, 706-7 1 4/7 1 5
Çapraz sahnın üç büyük kemerli geçidi av­
luya açılır. Ö zgün mozaik kaplamanın ancak
küçük bir kısmı l 893'teki büyük yangında
hasar görmemiştir. Günümüzde restore
edilmiş olan geniş alanlar, Cami-i Kebir'in
eski muhteşem mozaik bezemeleri hakkın­
da bir ölçüde fikir verir. Halife 1 . Velid Bi­
zans imparatoruna mektup yazarak, cami­
nin inşasına yardımcı olacak vasıflı ustalar
göndermesini istemişti.

--�7'��fr� ��
_:s;�����\��-;
��·"��

Yukarıda: Batı revakındaki


mozaiklerden detay
Şam Cami-i Kebir'i, 706-7 1 4/7 1 5
Barada mozaiğindeki heybetli ağaçlar ara­
sında kalan mimari unsurlar, tıpkı Suriye ve
Ü rdün'deki erken dönem H ıristiyan kilise­
lerinde görüldüğü gibi, belli yerlerdeki ka­
rakteristik yapılara özet göndermeler izle­
nimini uyandırır. Bu nedenle mozaiklerin
dünyayı ve başlıca kentlerini yansıtmaya
.,
· ·-- __.,, yönelik olduğu görüşü ortaya atılmıştır.
.., _
-�-
· __ .....,_ ___ _.

zat Şam'ı temsil ettiği yolundaki kuram akla çok yakın görünmektedir.
Emevi yapılarında figür süslemeleri
Bir başka varsayım, geç antik çağdaki kent tasvirlerinin bir taklidi ola­
rak, çeşitli yapı kümelerinin İslam dünyasındaki kentleri temsil ettiği ve
Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'nın ve Şam Cami-i Kebir'inin bezemelerinde
bunların Emevi imparatorluğunun merkez camisinde hayali bir kentsel
suret yasağına bariz biçimde uyulurken, Emevi saraylarının bezemelerin­
panoramayla bir araya getirildiği yönündedir. Geç antik çağ Süryani ki­
de böyle kısıtlamalar görülmez. Mşatta'nın cephesindeki figür tasvirleri ve
liselerinin mozaik döşemelerinde kent dizileri tasvirlerinin bulunması bu sarayın ikamet bölümündeki heykel buluntuları İslam sanatına ilişkin ge­
kuramı destekler niteliktedir. Bu kentler de yapıların biçimi açısından çerli fikirleri yansıtmaktan öylesine uzaktı ki, 20. yüzyıl başlarında yapının
farklılıklar gösterir; ama kural olarak, adları Yunanca yazıtlarda açık se­ tarihlenmesi konusunda şüpheler doğmuştu: Acaba bu saray gerçekten
çik belirtilir. Belki de Şam Cami-i Kebir'inin mozaiklerini gören ilk in­ Emevi dönemine mi aitti? Ancak, Suriye'deki Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'de ve
sanlar belli kentleri belirten karakteristik yapı kümelerine o kadar aşi­ Filistin'deki Hırbetü'l-Mefcer'de yürütülen kazı çalışmaları İslam dönemin­
naydı ki, adlarını kendiliğinden çıkarmaları mümkündü. de yapıldığı besbelli bir dizi figür tasvirini gün ışığına çıkarınca, erken dö-

YAPI B E Z E M E LERİ 81
Mşatta'daki aslan, Ü rdün, 743/744,
Berlin, İ slam Sanatı Müzesi
Mşatta'nın ikamet bölümünde bu oturmuş
aslan heykeli de dahil bazı heykel parçaları
bulunmuştur. Hayvanın heybetli gövdesin­
deki çeşitli detaylar, sözgelimi sarmal yele
kıvrımları heykele sonradan işlenmiştir. As­
lanın kafasının kopuk oluşu, harabeleri ge­
zen hoşgörüsüz ziyaretçilerin eseridir. Baş­
langıçta bu heykel herhalde hükümdarlık
iktidarının bir sembolü olarak tahtın yakını­
na konmak üzere tasarlanmış olmalıdır.
Mşatta'yı yaptıran Halife il. Velid tutkulu bir
aslan avcısı olarak tanınırdı.

nem İslam sanatına dair fikirleri köklü biçimde gözden geçirme gereği or­ II. Velid'in daha önce değinilen olayda bir şarkıcıya verdiği cüppesi figür­
taya çıktı. Her üç sarayda da heykel süslemeleri vardır. Kasrü'l-Hayıi.i 'l­ lerle süslüydü. Figür bezemeli dokumalar Emevi imparatorluğunun hem
Garbi'yi Halife Hişam'ın (724-743) yaptırdığı sanılırken, Hırbetü'l-Mefcer eski Bizans eyaletlerini hem de Irak'ı kapsayan kesimlerinde yapılırdı. Ha­
ve Mşatta II. Velid bin Yezid dönemiyle (743-744) ilişkilendirilir. Amca ve lifenin Sasani ürünlerine düşkünlüğü göz önünde tutulduğunda, cüppesi­
yeğen olan bu iki halife belirgin biçimde farklı karakterlere sahipti. Hişam nin figür işlenmiş desenleri olan değerli İran ipek kumaşından yapılmış ol­
dindar sayılırken, Velid dinsiz bir kişi olarak nam salmıştı. Bununla birlik­ ması oldukça yüksek bir olasılıktır. Bu türden ipekliler Hıristiyan kutsal
te, sanata ve suret yasağına ilişkin tutumları birbirine çok yakındı. Halife emanetlerinin sargıları olarak günümüze ulaştığı için, özelliklerine ilişkin

Sağda: Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'ye ait


kapı alınlığı, Suriye, 8. yüzyılın ikinci
çeyreği, Şam, Ulusal Müze
Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi sarayının gerek iç me­
kanı, gerekse taçkapı cephesi alçı sıva oyma­
lardan oluşan zengin bezemelerle kaplıdır.
Resimde görülen motifin, yani asma filizi do­
lanmış meyve ağacının yapılış tarzı, koyu
renkli zeminle tezat halindeki bitki tasvirleri­
nin öne çıkmasını sağlar. Emevilerin alçı sıva
tekniğini aldığı Sasani yönetimindeki lrak'ın
yanı sıra Suriye'de de saray yapılarını süsle­
mek için bu yönteme yüzlerce yıl yaygın ola­
rak başvurulmuştu.

Solda: H ırbetü'l-Mefcer'e ait kubbe


süslemesi, Filistin, 8. yüzyılın ikinci
çeyreği, Kudüs, Rockefeller Arkeoloji
Müzesi
Bu büyük gül bezek eskiden hamam alanın­
daki divanhanenin ana kubbeli kısmını süs­
lemekteydi. Yapraklı filizlerle çerçevelen­
miş genç erkek ve kızların başları, altı loplu
merkezdeki akantos yapraklarından çıkar.
Yüzlerin görece yalın üslubu sarayın diğer
bezemelerindeki figür tasvirine denk düşer.
Bu gül bezek bir cennet resmi olarak da
yorumlanmıştır.

82 S URİYE VE FİLİSTİ N : EMEVİ HALİFELİGİ


belli bir fikir edinebilmekteyiz. Halifenin cüppesiyle ilgili öykü, hayatın
bütün alanlarında Emevilerin canlı yaratık tasvirleriyle kuşatılmış olduğu­
nu göstermektedir.

Heykel bezemeler

Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'nin heykel bezemeleri oymalı ve boyalı alçı sıvadan


yapılmıştı. Alçı sıva tekniği Suriye'nin Helenistik sanatına yabancıydı, ama
Sasani dönemi İran'ında yaygındı. Üslup ve ikonografi özellikleri, saray be­
zemesinde sadece bu tekniğin değil, birçok Sasani bezeme motifinin de
benimsendiğini gösterir. Daha girişteki taçkapının yukarısında, halife, Sasa­
ni hükümdarının bir gümüş tabaktaki görüntüsüne çok benzer bir tarzda
tasvir edilir: Başında Sasani tipi bir taç, yani bir kanatlı saltanat bağı, üstün­
de ise bol bir şalvar ve dizlerine kadar inen bir üst giysi vardır. Dizlerini
hafifçe dışarıya doğru bükmüş halde ön taraftan görünür; tahta oturmuş ti­
pik bir hükümdar duruşudur bu. Sarayın içinde de halifenin destekli bir is­
kemleye oturmuş ve ayaklarını bir tabureye dayamış haldeki bir tasviri yer
alır. Bu tahtın köken olarak Bizans modellerine dayanmasının ötesinde, ha­
lifenin sarkık cüppesinin günümüze ulaşmış kısımları Roma imparatorları­
nın giyimini hatırlatır. Her iki tahta oturmuş hükümdar tasvirinde, halife
Roma ve Sasani imparatorluklarının mirasçısı olına savını dile getirir gibi­
dir. Düpedüz bütün dünyanın efendisi konumundadır.
Bir süvari okçuyu gösteren rölyefte, Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'nin bezeme
üslubu ile daha eski Sasani modelleri arasındaki benzerlik hayret verici­
dir. Atın gövdesinin biçimlendirilişi ve teknik ressam elinden çıkmış bir
röprodüksiyon gibi görünen koşum takımı, yele ve kuyruk detayları, şim­
di Bedin Müzesi'nde bulunan bir İran atlı tasvirine o kadar benzer ki, iki
parçanın neredeyse birbirine karıştırılması mümkündür. Öte yandan, aynı
sarayda duruş ve giysi tasviri açısından Helenistik geleneği izleyen figür­
ler ve figür grupları bulunmuştur.
Hırbetü'l-Mefcer'i gezen bir ziyaretçi hamam alanındaki geniş toplan­
tı salonuna girişin yukarısında bir halife görüntüsüyle karşılaşır. Halife iki
aslandan oluşan bir kaide üstünde ayakta dikilmiş olarak durur. Daha çok
birer küçük köpeği andırmakla birlikte, bu aslanların saltanat gücünün
sembolleri olarak anlaşılması gerekir. Uzun ve kuşaklı bir cüppe içindeki
halifenin sol eli kılıcının kabzası üstündedir; irice açılmış gözlerle dosdoğ­
ru ileriye bakar. Başı açık, bir eli kılıcında ve ayakta bir nalifeyi gösteren
bu resim aslında yıllar önce Halife Abdülmelik'in (685-705) bastırdığı sik­
kelerde kullanılmış bir görüntüdür. Aynı halife döneminde daha sonraları
bütün İslam dünyası için standart ve bağlayıcı bir uygulama olarak sade­
ce yazılı metinlerin bulunduğu resimsiz sikkelere geçilmiştir.
Girişin yukarısındaki kubbeyi erkek heykeli şeklindeki sütunlar des­
tekler: Sadece bir peştamala bürünmüş güçlü erkek figürlerinin yukarıya
kalkık elleri saçaklığı tutar. Saray alanında ve hamamda, gösterişli dişi hat­
lar taşıyan ve karşıdaki kişiye irice açılmış gözleriyle dosdoğru bakan hey­
keller bulunmuştur. Bu figürlerin biçimlenişi görece kabadır; ama özenle
şekil verilmiş saçlardaki ve suratlardaki yoğun boya efekti güçlendirir.
Taht odasındaki kanatlı at, koç ve keklik rölyefleri de Sasani imge dağar­
cığına dayanır. Hükümdarın tahtını taşıyan kanatlı atlar ve saltanat gücü­
nün şanını simgeleyen koçlar, taht üzerindeki hak iddiasını vurgulamak
için II. Velid tarafından bilinçli olarak kullanılmıştı. Meyve sepeti taşıyan bir kadın lar sadece b i r etek giymiş gösterişli figürler­
Bir grup Alman arkeologun 1 903'te Mşatta'daki kazı çalışması sırasın­ heykeli, Hırbetü'l-Mefcer, Filistin, dir; vücutlarının çıplak üst kısımlarına işlen­
da, yarım boyda erkek ve kadın figürlerine ait bölümler de dahil bir dizi 8. yüzyılın ikinci çeyreği, Kudüs, miş detaylar temel şekli ikiye ayırır. Özenle
Rockefeller Arkeoloji Müzesi taranmış saçlar ve göz gibi çehre unsurları
heykel parçası bulundu. Ürdün hükümeti adına daha kapsamlı kazı çalış­ Gerek sarayda, gerekse hamamın divanha­ kullanılan renklerden dolayı hemen dikkati
masının yürütüldüğü 1 962'de bir başka parça gün ışığına çıktı: Çiçek se- nesinde kadın heykelleri bulunmuştur. Bun- çeker.

YAPI B E Z E M E L E R İ 83
le kaplıdır. Çoğu kez bu duvar süslemesinin bir dokuma desenini andır­
dığı belirtilir. Taban ve pervaz arasında 57 metrelik bir mesafe boyunca
zikzaklı bir şerit uzanır; bu şeridin oluşturduğu üçgen biçimindeki duvar
yüzeylerini anıtsal gül bezekler kaplar. Duvarın zikzaklı şerit ile gül be­
zekleri arasında kalan kesime, görkemli bir bağı tasvir eden rölyefler
oyulmuştur. Akantos yapraklarından, inci halkalarından, çeşitli şekillere
sahip çanaklardan veya Kubbetü's-Sahra'dakilere benzer yapraklı gül
bezeklerden çıkarak birbirine sarılmış filizler bile zengin bir sanatçılığı
tek başına yansıtır. Cephenin sol yarısında bağın içi hayvanlarla, masa­
lımsı yaratıklarla ve hatta insanlarla doludur; her tarafa tünemiş kuşlar
üzüm salkımlarını didiklerken görülür. Tavus-ejderha melezleriyle eşleş­
miş grifonlar, sığırlarla eşleşmiş aslanlar, grifonlarla eşleşmiş kentaurlar
ve sayıca daha kalabalık aslanlar su havzalarının her iki yanında küme­
ler oluşturur. Taçkapı girişinin yakınında, küçük bir çocuk, Roma aşk
tanrısı Cupido'ya benzer bir figür bir üzüm sepeti ya da tabağı taşır. Çe­
şitli tasvirlerin sırayla birbirini izleyişi, Mşatta'nın cephesine işlenen tasa­
rımdan bir baş mimarın sorumlu olduğunu gösterir.
Taçkapıya varıldığında, cephe bezemesinde bariz bir değişim ortaya
çıkar. Sağdakj kapı girişi kulesinden itibaren yan taraftaki duvar kesiti
boyunca hayvan ya da masalımsı yaratık tasvirleri yoktur. Küçük çanak­
lardan veya dosdoğru yerden çıkan asma filizlerinin düzenli sarmal şe­
killeri vardır ve bunlara incelikle tasvir edilmiş yapraklar ve üzüm sal­
Bir döşeme freskinden kesit ortasında meyvelerle dolu bir bezi tutan kımları eşlik eder. Mşatta'nın cephe süslemesindeki bu değişim çeşitli bi­
Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi, Suriye, 8. yüzyılın genç bir figürün başı ve omuzları yer alır. çimlerde yorumlanmıştır. Bir görüş cephenin rölyeflerinde çalıştırılan sa­
ikinci çeyreği, Şam, Ulusal Müze Antik çağ bir bereket tanrısını gösterdiği sa­ natçıların ve ustaların bu iş sırasında İslam dinine döndüğü ve o andan
Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi sarayında bulunan iki nılan bu resim Helenistik geleneğe dayanır.
devasa döşeme freski benzersizdir. Zarif ya­ itibaren canlı yaratıkları resmetmeyi bıraktığı yönündedir. Fakat cephe­
pıları, yerdeki konumlarının insana hepten nin bu kesiminin arkasında caminin yer alması daha akla yakın bir açık­
yakışıksız görünmesine yol açar. Dairenin lama sayılabilir. Sarayın içindeki mihrabın buradaki duvara oyulacak ol­
ması nedeniyle, sarayı yaptıran halifenin camiyi göz önünde tutarak bu­
peti taşıyan bir kadın heykeline ait bölüm. Şimdi Berlin Müzesi'nde bulu­ raya hiçbir canlı yaratık konmamasını istemiş olması pekala mümkün­
nan bir ikinci dişi figür ise kucağında bir bebek taşır. Uyluğundaki bir ya­ dür. Bununla birlikte cephenin canlı yaratıklarla ve masalımsı hayvanlar­
zıtta kadının adı verilir. Her iki dişi figür de kalçadan aşağıya doğru sıy­ la süslenmiş kesimi insanın aklında birtakım sorular uyandırır. Masalım­
.
rılmış giysileriyle yarı çıplaktır. Sasani metal işleri üstündeki peçeli rakka­ sı hayvanlar alemine ilişkin Helenistik ve Sasani İran gelenekleri iç içe
seler de aynı figür tipine girer. Ayrıca erkek figürlerinden oluşan heykel­ geçmiş durumdadır. Grifon ve kentaur Helenistik imge dağarcığına da­
ler de vardır, ama bunlar tanınmayacak ölçüde hasar görmüştür. yanırken, tavus-ejderha melezi (senmurv) Sasani sanatından alınma bir
Yine taht odası için tasarlanmış bir oturan aslan heykeli daha sağlam unsurdur. Mşatta'nın cephesindeki resimli alanların birçoğunda, hayvan-
durumdadır. Bu aslanın da saltanat gücünün bir sembolü olarak öngörül­
düğüne hiç kuşku yoktur; ama sarayı yaptıran halifenin tutkulu bir aslan
avcısı olduğunu da belirtmek gerekir. Her ne kadar Bedevilerin hayvan sü­
rülerini koruma çabalarıyla günümüzde soyları tükenmiş olsa da, 8. yüzyıl
başlarında Suriye bozkırlarında aslanlar hala vardı. Bir aslan pençesinden
kalma tek bir parça geçmişte Mşatta'da bir başka aslan heykelinin bulun­
duğunu gösterir. Heykellerde kullanılan üslup aynen Hırbetü'l-Mefcer'de­
kiler gibi yalındır ve aslanın yelesi gibi detaylar sonradan işlenmiştir.

Rölyef bezeme

Emevi sanatı açısından Mşatta'nın asıl önemi taçkapı cephesinin günü­


müze ulaşan rölyef bezemeleridir. Kapı girişi kulelerinin üst yüzeyleri ve
sondaki iki kuleye kadar yan taraflardaki duvar kesitleri yoğun rölyefler-

Kuseyr Amra divanhanesinin tavan yüzeylerinde ise birçok figürle ve belirgin bi­
resimleri, Ü rdün, 8. yüzyıl başları çimde yapının işleviyle ilgili av ve banyo sah­
Divanhanenin tonozlu tavanındaki sıralı dik­ neleri yer alır.
dörtgen alanlarda zanaat uğraşlarını yansıtan
bir dizi resim vardır. Aşağıdaki geniş duvar

84 SURİYE VE FİLİSTİ N : E M E Vİ HALİFELİGİ


lar ve masalımsı yaratıklar bir çanağın iki tarafında yer alır. Bir su hav­ Kuseyr Amra'nın hamam alanındaki bir flüt çalgıcısını ve bir rakkaseyi gösteri­
zasının iki yakasındaki bir aslanın ve öküzün karşılıklı dostça bakışı, İşa­ bir duvar resmi, Ü rdün, 8. yüzyıl başları. yor. İ nsan figürlerinin yanındaki diğer alan­
Bu küçük sarayın hamam kısmındaki duvar­ larda ceylanlar ve kuşlar görülebiliyor. Ra­
ya Kitabı'nın ebedi barış çağında "aslanın boğa gibi saman yiyeceği"
lar ve kubbeler de resimlerle süslenmiştir. hat ve canlı bir üslubu olan resmin klasik
(65:25) ibaresini akla getirir. Lut Gölü'nün doğusuna düşen ve Mşatta'ya Kubbelerin birinde gökyüzünün gece halinin antik çağ geleneklerine dayandığı açıktır.
yakın olan Madaba'daki erken dönem Hıristiyan mozaiklerinde aslanlar ilk tasvirlerinden biri vardır. Buradaki detay,
ve öküzler birkaç kez Hayat Ağacı'nın yanında buluşurken gösterilir. Hı­ baklava biçimli bir yapraklı çerçeve içinde

ristiyan imge dağarcığına giren bu Eski Ahit teması zamanla Mşatta'nın


cephesine ulaşmış olmalıdır. Bu durumda, söz konusu tasvir mu.hteme­
len halifenin yönetimi altında İslam'ın bir barış çağını başlattığını da ima hem de hamam bölmeleri fresklerle kaplıdır. Divanhaneye giren bir zi­
etmektedir. Çok sayıda su havzası ve bunlardan su içen hayvan çiftleri, yaretçi, destekli bir iskemleye Bizanslılar gibi oturmuş halifenin bir su­
erken dönem Hıristiyan sanatındaki pınar ve Hayat Ağacı tasvirleriyle retiyle karşılaşır. Ayaklarının dibindeki sudan bir teknenin geçtiği ve ba­
paralellikler taşır. Burada cennete bir gönderme de söz konusu olabilir. şının yukarısında kuşların uçtuğu görülür. Aynı bölümde halifeye biat
eden altı kral ve imparatorun tasvirleri yer alır. Yazıtlarda adları belirtil­
diği için, aralarında Bizans imparatorunun, İran Hükümdarı Hüsrev'in,
Fresk resimleri Habeşistan İmparatoru Negus'un ve Vizigot Kralı Roderic'in bulunduğu­
Emevi saraylarından günümüze büyük ölçekli resim örnekleri de ulaş­ nu bugün bile seçebiliriz. Divanhanenin diğer duvarlarında av ve banyo
mıştır. En geniş resim izlencesi, daha önce çeşitli vesilelerle değinilen sahneleri ile çeşitli zanaat uğraşlarına ilişkin tasvirler vardır; hamam du­
küçük "hamam sarayı" Kuseyr Amra'dadır. Buranın hem divanhanesi varlarını ise eşek, deve, ceylan gibi bir dizi hayvan, bir çalgıcı ile bir rakka-

YAPI B E Z E M E L E R İ 85
se, dans eden bir maymun ve flüt çalan bir ayı süsler. Buharlı banyo böl­ nekler de vardır. Hırbet Minye'nin mozaikleri orta bölümlü ve kenar şe­
mesini örten kubbenin iç tarafına takımyıldızlarıyla birlikte gökyüzünün ku­ ritli bir halı desenine sahiptir. Orta bölüm değişen karmaşıklıkta ve iç içe
zey yanküreden görünüşü resmedilmiştir. Bu resmin kuzey semasının gü­ örülü bir tasarıma dayanır; iç içe örülü alan genellikle dolaşık bir dik­
nümüze ulaşan en eski küresel tasviri olduğu sanılmaktadır. Kuseyr Am­ dörtgen ya da çapraz deseni izler. Orta bölümü çevreleyen kenarlar gül
ra'daki bütün resimlerin ana hatları kendinden emin bir ustalığı sergiler ve bezek sıralarından veya bir başka dolaşık desenli şeritten oluşur. Ayrım
renklerin ince ton ayrımları görülür. Bu eserler geç dönem Helenistik resim­ yerleri sanatsal incelikle birbirine sarılı düğüm desenlerinden oluşan bir
ler olarak nitelendirilebilir. alanla belirlenir. Yüzyıllar içinde bu düğümlere kötülüğü kovma gücü
Palmyra'nın güneybatısına düşen Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'deki resimlerde yakıştırılmıştır; Goethe'nin Fausfunda bile Şeytan, Faust'un çalışma oda­
Batı ve Doğu gelenekleri çarpıcı bir şekilde buluşur. Bu saraydaki iki oda­
sından çıkamaz, çünkü eşiğe işlenmiş olan beş köşeli yıldız onu geri iter.
nın döşemeleri fresk resimleriyle bezenmiştir. Burada döşeme açısından son
Hırbet Minye'den kalan mozaik döşemelerin halılara çok benzemesi ne­
derece alışılmamış bir teknik söz konusudur; çünkü fresklerin yıpranmaya
deniyle, Halife Hişam'a ait halının iç içe örülü şeritlerden oluşan karma­
ve aşınmaya uzun süre dayanması asla mümkün değildi. Belki de resimler
şık desenli bir orta bölümünün ve parlak renklerle işlenmiş ayrı kenar­
mozaiklerin yerini tutacak kestirme bir çözüm olarak düşünülmüştü; döşe­
larının olduğunu gözümüzde canlandırabiliriz.
me fresklerinden birine ait kenarın Hırbetü'l-Mefcer'in mozaik döşemeleriy­
le kesin paralellikler taşıdığı göz önünde tutulduğunda, hiç de yabana atıl­ Hırbetü'l-Mefcer hamamının merasim salonundaki mozaikler Hırbet

mayacak bir fikirdir bu. Aynca, her iki odada üst kata çıkan bir merdiven Minye'dekilere oranla daha sanatsal bir tasarıma sahiptir. Bu örneklerde­
bulunduğu ve buradan bakanların freskleri gördüğü sanılmaktadır. ki dolaşık şeritler Helenistik dünyanın mozaik sanatında görülene ben­
Odalardan birinin döşemesi üç yatay resim alanına ayrılmıştır. Üst alan­ zer bir mekansal yanılsama yaratır. Diğer bakımlardan, mozaiklerin
da, biri kıvrık kulplu lavta çalan, diğeri flüt çalan iki müzisyen bir çift ke­ kompozisyonu. her zaman odanın tavanındaki biçimi izler. Kubbelerin
merin altında yüz yüze ayakta durur. Orta alanda, ceylan avlayan genç bir ve yarı kubbelerin altındaki mozaik döşemelerin, dairemsi hareketlerle
atlı görülür. Müzisyenler açısından Sasani sanatıyla sadece benzerlik söz işlenmiş pulumsu desenleri varken, beşik tonozlu salonların döşemele­
konusuyken, atlı tasviri belirgin bir biçimde Sasani modelindedir. Adamın rindeki mozaikler dikdörtgen bir kompozisyonda yerleştirilmiştir. Hırbe­
giyimi taç bağının ve kuşağın sarkık uçlarını da kapsayacak şekilde Sasani tü'l-Mefcer'deki mozaikler bir bıçak ve bir meyve tasvirini içerir; saray­
tarzındadır. Atının koşum takımı için de aynı saptama geçerlidir. Gösterişli daki kazı çalışmasını yürüten uzmanın yorumuna göre, bu tema aslında
bir düğümle bağlanan kuyruk kınayla boyanmıştır. Üzengi ve bileşik yay,
sarayı yaptıran kişinin adını ima eden bir resimli bilmecedir.
İran ve Orta Asya'dan alınmadır. Av hayvanının iki sefer, ilkinde kovalanır­
Yukarıda anlatılan mozaiklerin hiçbiri figür barındırmaz. Figür tasvir­
ken ve ikincisinde ölü haldeyken tasvir edilmesi de Sasani modellerine uy­
leri olan tek mozaik döşeme Hırbetü'l-Mefcer'in hamamına ait olan ve
gundur. Alttaki resim alanı günümüze ancak parçalı bir halde ulaşmıştır;
II. Velid'in muhtemelen bir divanhane olarak kullandığı merasim salo­
ama av sahnelerinin devamını içeriyor gibidir.
nunun taht odasında bulunmuştur. Bu odada eskiden, Sasani Hükümda­
Döşeme freskinin bulunduğu diğer odada, tasarımın orta bölümü bir in­
ci halkası içinde boynuna dolanmış bir yılanla birlikte bir bereket tanrısının rı Hüsrev'in imparatorluk başkenti Ktesiphon sarayındaki tacını taklide

başını ve omuzlarını gösterir. Figür elinde meyvelerle dolu bir bez tutmak­ dayalı bir düzenlemeyle, halifelik takkesinin tavandan inen bir taş zinci­
tadır. Resimli alanın üst köşelerinde klasik antik çağa özgü masalımsı yara­ re asılı benzeri de yer alırdı.
tıklar vardır: deniz kentaurlan, insan-at melezleri, insanlar, balıklar vb. Sa­ Söz konusu mozaik döşemesinin ifade ettiği şey halifenin özel işle­
ray sahibinin böyle bir imgeyle ilintilendirdiği düşünceleri kestirmek zordur; viyle ilintilidir. Döşemede gür yeşillikle donanmış olan ve dalları arasın­
üstelik Hıristiyan ortamında da resmin putperest niteliğinin ral�atsızlık yara­ da 15 meyve taşıyan bir ağaç yer alır. Gövde, yaprak ve dalları farklı
tacağı açıktır. renklerle boyanmış bu ağacın tasarımı, Şam Cami-i Kebir'inin mozaikle­
Emevi saraylarının taşınabilir iç mefruşatı konusunda günümüze yalnız­ rinde bulunan ağaçları çağrıştırır. Ağacın sağ ve sol tarafında hayvan
ca yazılı anlatımlar ulaşmıştır. Bununla birlikte, odalardan birçoğunun halı­ öbekleri vardır. Sol tarafta bir çift ceylan ince dallardan yapraklar kopa­
larla kaplı olduğunu varsayabiliriz. Bir şair, sonradan halifelik makamına ge­
rır; sağ tarafta ise bir aslanın üstüne çullanmasıyla yere devrilen bir cey­
çecek Velid bin Yezid'i ziyaret ettiğinde, onu Ermeni halılarıyla ve duvar
lan görülür. Yakın zamana kadar, ceylan tasviri romantik bir yaklaşımla
goblenleriyle çevrili bir odada otururken gördüğünü belirtir. Emevi döne­
halifenin hayatındaki bir aşk hikayesine bağlanırdı: Bu hikayeye göre, II.
minin bitişinden bir yüzyıl kadar sonra Samarra'da bir halıya gerek duyul­
Velid bir ceylan kadar güzel olan Selma adlı bir kıza gönlünü kaptırır.
duğunda, Emevilerden alınan ganimet arasında uygun bir tane bulunmuş­
Ama Selma'yla yaşadığı mutluluk pek uzun sürmez; genç kadın birkaç
tu. Seçilen halı 100 arşın uzunluğunda ve 20 arşın genişliğindeydi, yani 54
x 1 1 metre boyutundaydı ve tahmini değeri 10.000 dinardı. Halının ilk sa­ aylık uyumlu evlilikten sonra yaşamını yitirir. Eskiden savunulan tez

hibi olan Halife Hişam'la (724-743) ilgili çeşitli anlatımlarda, halıların yanı meyve ağacının altındaki ceylan figürlerinin bu hikayeyi yansıttığı yö­
sıra pahalı giysilere ve esanslara özel düşkünlüğü olduğuna değinilir. Hişam nündeydi. Ne var ki, resmin anlamını çözmeye yönelik ciddi bir girişim
bu konuda öylesine savurgandı ki, hac için Mekke'ye giderken sırf ev eşya­ için halifeyi ağaç tepesinin yukarısında tahta oturmuş halde gözümüzün
larını taşıyacak 600 deveye gerek duymuştu. önüne getirmek gerekir. Böyle bir durumda, nasıl kıyamet gününde iyi­
ler ve kötüler ayrılarak ilahi yargıcın sağına ya da soluna gönderilirse,
mozaiklerdeki barış görüntüsü halifenin. sağına, savaş görüntüsü soluna
Mozaik döşemeler düşer. İslami düşünce tarzına göre, İslam dünyasında barış (darü'l-İs­
Kural olarak, Emevi saraylarındaki döşemeler mozaikle kaplıydı. Hırbet lam), kafirler dünyasında ise savaş (darü'l-harp) hüküm sürer. Barış ha­
Minye adlı küçük saraydan ve Hırbetü'l-Mefcer'den günümüze kalan lifelik yönetiminin güvencesiydi ve sanat bu fikri yaymanın hizmetine
mozaikler diğer yerlere göre daha fazladır; ama Kuseyr Amra'ya ait ör- koşulmuştu .

86 S U RİYE VE F İ L İ S T İ N : E M E Vİ HALİ F E L İ G İ
Hırbetü'l-Mefcer'deki mozaik döşeme bulunmuştur. Bu resimde bir meyve mını çözmek için, halifeyi ağacın yukarısında lan ise solunda kalır. İ ki sahne barış dünyası­
döşeme, Filistin, 8. yüzyılın ikinci çeyreği ağacı görülür. Ağacın bir yanında iki ceylan tahta oturmuş halde gözümüzün önüne ge­ nı ve savaş dünyasını gösteren imgeler ola­
Bu sarayın hamam kısmında bir apsisle son dallardan yapraklar koparırken, diğer yanın­ tirmemiz gerekir. Bu durumda zarar görme­ rak yorumlanmıştır.
bulan bir odada pek alışılmadık bir mozaik da bir aslan bir ceylanı öldürür. Bunun anla- yen ceylanlar sağında, saldırıya uğrayan cey-

Y A P I B E Z E ME L E Rİ 87
Irak, ran ve Mısır:
Abbasiler

Abbasilerin ve ardıllarının tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . 90

Abbasi imparatorluğunun kültürel ve mimari birliği . . 94


Başkentlerin inşası:
Yuvarlak Kent Bağdat, Samarra ve
Mütevekkil'in Cami-i Kebir'i
Eyaletlerdeki Abbasi mimarisi
Isfahan, Damgan, Siraf, Nayin ve Kah ire cami-i kebirleri

Dokuma sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 18
Seramik
Metal işleme

İslam süsleme sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 24

5
Samarra Cami-i Kebir'i, 848-8 2
Halife Mütevekkil'in Samarra'da inşa ettirdiği Cami-i Kebir yüzyıllar boyunca dünyadaki
en büyük cami olarak kaldı. Beden duvarının dışında yer alan 50 metrelik muazzam
minare (Malviye) sarmal biçimiyle ünlüdür. Pürüzsüz tuğla örgüsü Abbasi mimarisinin
ayırıcı özelliğidir.

88
Uzun süren Abbasi yönetimi
Tarih İslam uygarlığının klasik çağına
denk düşer. Bu çağda Arap dili ve
Sheila Blair, jonathan Bloom kültürü Atlas Okyanusu'ndan Hint
Okyanusu'na, Orta Asya'dan Sah­
ra'ya kadar yayıldı; Müslüman
dünyanın her tarafında insanlar sa­
Abbasi döneminin mimarisi ve sa­ natsal ilham için gözlerini Bağdat'a
natı coğrafi alan, mecra ve üslup ve Irak kültürüne çevirdi. Mansur,
açısından olağanüstü geniş bir mal­ onun oğlu Mehdi (775-785) ve Bin
zeme yelpazesini kapsar. Irak'taki Bir Gece Masalları'nın ünlü halife­
(kadim Mezopotamya) başkentle­ si olan yeğeni Harun Reşid (786-
rinde oturan Abbasiler Kuzey Afri­ 809) yönetiminde ilahiyat, hukuk,
ka'dan Orta Asya'nın batı kesimine tarihyazımı, şiir ve mimari gelişti.
kadar uzanan bir imparatorluğu Hanın'un oğlu Memun'un (813-
denetlemekteydi. Oyma ahşap, 833) kardeşi Emin'i (809-813) de­
taş, alçı sıva ve boyayla bezenmiş virerek halife olmasıyla birlikte,
tuğla yapılar inşa ettirmenin yanı Abbasi imparatorluğu kültürel ba­
sıra dokuma, metal işleme, cam işi kımdan doruk noktasına ulaştı.
ve çömlekçilik sanatlarına kol ka­ Memun son derece eğitimli bir ha­
nat gerdiler. Başkent sanatçılar ve lifeydi ve 833'te Bağdat'ta bir bi­
fikirler için bir mıknatıs işlevini gö­ limsel kütüphane ve öğrenim mer­
rürken, merkezde yaratılan emper­ kezi olan Beytü'l-Hikmet'i ("Bilim
yal üslup zamanla eyaletlere yayıl­ Yuvası") açtı.
dı. Abbasi yönetimindeki Irak'ta
üretilen sanat eserlerinin büyük
bir bölümü bugün yok olduğun­ Manevi ortam
dan, artık bu merkezde bulunma­
yan şeylerin yansımaları olarak Aynı dönemde kökleri İslam'ın
eyaletlerin sanatlarına bakmak ge­ başlangıcına kadar inen ciddi bir
rekir. Bu taşra sanatları 10. yüzyıla teolojik anlaşmazlık kritik bir nok­
kadar merkeze özgü zevkleri ve taya vardı. Filozoflar ve ilahiyatçı­
teknikleri yansıtmaya devam eder; Harba'da Dicle lrmağı üzerinde kurulu köprünün yazıtından kesit, 1 232 lar insanın özgür iradesi, ilahi tak­
ama izleyen dönemde gittikçe ye­ Dicle lrmağı vadisinde, Samarra'nın 30 kilometre kadar güneyinde yer alan Harba kasabası dir, Allah ve vasıfları gibi konuları
geç Abbasi döneminde, Halife Mustansır'ın yürüttüğü büyük çaplı sulama projesiyle daha bü­
rel ve bölgesel eğilimleri yansıtır. öteden beri tartışmaktaydı. En
yük önem kazandı. Bağdat'ın kuzey kesimine su sağlamak üzere, Dicle lrmağı'na paralel uza­
nan bir kanal inşa edildi. Halife ayrıca bu çok-kemerli köprüyü inşa ettirdi; 90 metre uzun­ önemli uyuşmazlık noktalarından
luğundaki yazıt l 232'deki inşaata ilişkin ayrıntılar verir ve yaptıran kişiye övgüler yağdırır. biri Allah'ın vasıflarının, özellikle
Kuran'la inen kelamının yaratılmış
Abbasi tarihi
mı, yoksa sonsuz mu olduğuydu.
Ortaçağ İslam dünyasının en uzun ömürlü hanedanı olan Abbasi halife Mutezile ("Ayrı Duranlar") olarak bilinen bazı ilahiyatçılar rasyonel bir
sülalesi, iktidarı Emevilerin elinden aldığı 749'dan başkent Bağdat'ın Mo­ yaklaşım benimsedi; Allah'ın birliğini ve aşkınlığını kabul etmekle birlik­
ğolların eline geçtiği 1 258'e kadar hüküm sürdü . Ebu'l-Abbas es-Sef­ te, Kuran'ı Allah'ın asıl özünün parçası saymayan bir inancı savundu . On­
fah'tan (749-754) sonra başa geçen kardeşi Mansur (754-775) , ilk önemli lara göre, Kuran yaratılmış bir mesaj olarak Allah katından Muhammed'e
Abbasi halifesi olarak bütün iç ve dış düşmanlara karşı iktidar mücadele­ vahiyle bildirilmişti. Aralarında Sünni fıkıh alimlerinin ve gelenekçi Ah­
sinde hanedanın konumunu pekiştirdi. med bin Hambel'in (780-855) bulunduğu diğer ilahiyatçılar ise Allah'ın
Irak merkezli Abbasi yönetimi açık sınırlarla iki döneme ayrılabilir. akılla kavranamayacağı ve Kuran'ın yaratılmamış ve sonsuz Allah kelamı
Birinci dönem hanedanın kuruluşuyla başlar ve özellikle Adudü'l-Dev­ olduğu görüşündeydi. Mutezile rasyonalistlerinden yana bir tutum takı­
le'nin (949-983) yönetiminde daha da güçlenen Kuzey İran kökenli Bü­ nan Halife Memun, onların görüşlerini gelenekçilere zorla kabul ettirme­
veyhilerin Bağdat'a girdiği ve halifeleri kukla konumuna düşürdüğü yak­ ye çalıştı. Başlangıçta, fıkıh alimleri Kuran'ın yaratılmış olduğuna dair ye­
laşık 945'te sona erer. Bağdat'ın düşmesine kadar süren ikinci dönemde minli ikrarda bulunmaya mecbur edildi; ama bu "mihnet" yöntemi kısa
Irak ve İran'da gerçek iktidar bir dizi göstermelik halife tarafından önce sürede çıkmaza saplandı ve 848'e doğru Peygamber sünnetinin, Kuran'ın
İran hanedanı Büveyhilere (945-1055) ve ardından Türk hanedanı Selçuk­ ezeli ve ebedi nitelik taşıdığı öğretisinin geçerliliği tekrar sıkı biçimde be­
lulara (1055-1 1 94) bırakıldı. Bu arada Mısır ve Suriye gibi eyaletler mer­ nimsendi.
kezden koparak bağımsızlaştı. Abbasi halifeliği Moğol istilasıyla fiilen son Ulema, yani din ve fıkıh alimleri sınıfı Abbasi döneminde önemli bir
bulduysa da, Osmanlıların bölgeyi fethetmesine kadar Mısır'ın Mem!Cık kuruma dönüştü. İslam'ın iki temel kaynağını oluşturan Kuran'ı ve hadis­
hükümdarlarının (1250- 1 5 17) himayesi altında ismen varlığını sürdürdü . leri yorumlamaya dönük çeşitli usuller geliştirdi. Ulemaya göre fıkıh ve

90 IRAK, İRAN VE M I S I R : ABBASİLER


kelam öğretilerini belirleme yetkisi sadece kendilerine aıttı ve halifeler
bunları yerine getirmekten sorumluydu . Böylece halifeler Hz. Muham­
med'in manevi varisleri değil, sadece İslam ümmetini bir arada tutmakla
yükümlü siyasal ardılları sayılmaya başladı. 9. yüzyıl ortalarına doğru,
ulemanın ortaya koyduğu öğretiler bütünlük kazanarak "fıkıh okulları " ,
yani mezhepler haline geldi. Başlangıçta, birçok mezhep bir aradaydı;
ama 1 1 . yüzyıla girildiğinde sadece dördü ayakta kaldı: Abbasi yöneti­
mindeki Irak'ta ağır basan Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve Hambelilik.

Altın Çağ ve Abbasilerin gerileyişi

Abbasi hanedanının kökleri Muhammed'in amcası Abbas bin Abdulmut­


talib bin Haşim'e (ö . 653) dayanmaktaydı. Peygamber'in erkek varisleri­
nin olmaması nedeniyle, onun amcasının soyundan geldikleri yolundaki
Abbasi iddiası, öncelleri Emevilerin kurabildiği soy bağına oranla daha
yakın bir ilişkiydi. Abbasi ailesi Emevi yönetiminden duyulan genel hoş­ Yukarıda: Harun Reşid 786'da Aşağıda: Babü'l-Vastani, Bağdat, 1 22 1
Charlemagne'ın gönderdiği heyeti Abbasi halifesi Nasır 1 22 1 'de Bağdat'ın doğu
nutsuzluğu siyasal mecraya taşıyarak ve kanlı bir devrimde çeşitli kesim­ kabul ediyor, Julian Köchert, 1 864, kesimini, Dicle lrmağı'nın doğu yakasını çev­
lerden destek alarak iktidara geldi. Emevi yönetiminden duyulan hoşnut­ yağlıboya, Münih, Maximilian Vakfı releyen surları yeniden inşa ettirdi. Yeni sur­
suzluk 8. yüzyılın ilk yarısında yaygın olmakla birlikte, özellikle İran'ın Birbirlerini ait oldukları kültürlerin en kud­ larda dört ana kapı açıldı. Bunların en ünlüsü
retli adamları olarak görüp takdir eden Ha­ olan kuzeydoğudaki Babü'l-Zaferiye günü­
kuzeydoğu kesiminde İslam'a yeni dönmüş kitleler arasında güçlüydü .
run Reşid ve Charlemagne arasında karşılıklı müzde Babü'l-Vastani olarak anılır. Büyük ve
Bunlar bölgedeki Arap göçmenlere tanınan ayrıcalıklardan rahatsızdı. heyet alışverişi 797'den itibaren sıklaştı. Bu yuvarlak köşe kulesi ile bitişiğindeki surların
Abbasiler başlangıçta Şiileri, yani Peygamber'den sonra iktidarın, da­ diplomatik temaslar ticari ilişkileri teşvik et­ bazı kısımları hala ayaktadır; ama kapı girişi
meye de katkıda bulundu. 1 9 1 B'de yıkılmıştır.
madı Ali ile torunları Hasan ve Hüseyin'e geçmesi gerektiğini savunan
akımın yandaşlarını kışkırtmış ve onlardan destek almışlardı. Fakat ikti-

TARİH 91
dara gelir gelmez eski dostlarına sırt çevirerek yerleşik nizamın savunu­ rede bilim, edebiyat ve sanatta seçkin bir konum elde etti ve siyasal gü­
cusu kesildiler. Abbasi yönetiminin ilk 50 yılında, Ali ailesinin mensupla­ cünü yitirdikten sonra da uzun bir dönem bunu korudu .
rını desteklemeye yönelik sayısız devrimci hareket ortaya çıktı. Memun Abbasiler yeni bir yönetici elit sınıfı yaratmaya yöneldi. Bu tabakanın
iktidarını sağlamlaştırmak için bu grupların siyasal ve ideolojik talepleri­ bazı mensupları geleneksel olarak devlete hizmet etmiş olan ve İslam di­
ne olumlu yaklaşmak zorunda kaldı ve 81 7'de Şiilerin sekizinci imamı Ali nini yeni benimseyen eski İran ailelerindendi. Örneğin, Orta Asya'nın es­
Rıza'yı (ö. 818) ardılı olarak tayin etti. ki Budist aristokratlarından gelme bir aile olan Bermekiler, imparatorlu­
Abbasiler öncellerinden ayrı durmak ve yandaş kitlesinin içinde yer ğu bütünleştirecek yeni idari sistemleri geliştirmede olağanüstü bir rol
almak amacıyla, başkenti Emevi dönemi boyunca bulunduğu Suriye'den oynadılar. Diğer bürokratlar hükümdarın maiyetindendi; hatta aralarında
Irak'a taşıma yoluna gittiler. ilk Abbasilerin doğudan büyük destek gör­ Afrika ya da Orta Asya'dan getirilen ve azat edildikten sonra halifenin sa­
mesi nedeniyle , İran ve özellikle kuzeydoğudaki Horasan eyaleti de öne­ rayında ya da orduda hizmet vermek üzere yetiştirilen eski köleler bile
mini korudu . Buradaki Nişabur ve Merv gibi kentler Abbasi himayesi al­ vardı. Dolayısıyla iktidar küçük bir grubun elinde toplanmıştı; işleyişi
tında gelişerek, Orta Asya ve Uzakdoğu'yla sıkı ticari bağlar kurdu. yönlendiren Abbasi halifesi kendi adına eyaletleri yönetmek üzere çoğu
Başlangıçta Abbasiler başkent için KCıfe çevresini seçtiler. Bu fırtına­ kez akrabalarını ya da yandaşlarını atardı.
lı kışla kenti bir yüzyıl kadar önce ilk Müslüman ordularının Irak'ı fethi Abbasi halifeleri 9. yüzyılda gittikçe İran yönetim ve saray modelle­
sırasında kurulmuştu. Halife Mansur 762'de Dicle kıyısındaki Sasani baş­ rini benimsediler. Yönetilenlerden iyice uzaklaşan hükümdarlar, Orta As­
kenti Ktesiphon'un harabelerinin yakınında Medinetü's-Selam ("Barış ya bozkırlarından getirtilmiş Türk askerlerin muhafızlık ettiği muazzam
Kenti") adıyla yeni bir başkentin inşasını başlattı. Zamanla Bağdat adını saraylara çekildiler. Bu muhafızların zamanla egemen bir askeri kadroya
alan bu kent, imparatorluğun siyasal merkezi olmanın ötesinde, kısa sü- dönüşmesi üzerine, yerli ahalide huzursuzluklar baş gösterdi ve 836'da


·) �
Atlantik
Okyanusu
'\,� ( ���
��


'\\ (> '
Q o
Balkaş
Gölü \s,/;
ç
J r'1 '-. Roma •

I
\J •
• Semerkand

Samaniler
e Merv

e Nişabur • Belh

Rüstemiler

l drisiler
Ahlabiler

Umman Denizi

Çeşitli yerel hanedanların otoritesi


\
altındaki bölgeler
Abbasi halifesinin otoritesini tanıyan bölgelerdeki
bağımsız emirlikler
- Abbasi imparatorluğunun 850'den sonraki ana

/ gövdesi

92 IRAK, İRAN VE M I S I R : ABBASİLER


Halife Mutasım (833-842) muhafızlarıyla birlikte başkenti ırmağın yukarı basilere meydan okudu. Bunun üzerine, o zamana kadar mütevazı emir
kesimindeki yeni Samarra kentine taşıdı. Bu durum 56 yıl sonra halifenin unvanıyla yetinmiş olan Endülüs Emevileri de halifelik üzerinde hak id­
Bağdat'taki saraya dönmesine kadar sürdü. dia etti. Doğuda Samani (819-1005) ve Saffari (861-1003) hanedanları
Emevi yönetimi altında İslam imparatorluğu aşağı yukarı en geniş sı­ benzer yarı bağımsız emirlikler kurdu. Dolayısıyla 10. yüzyılın ortalarına
nırlarına ulaşmıştı; ilk Abbasi halifeleri iktidarlarını pekiştirmekle çok varıldığında, Abbasilerin denetiminde artık çok küçülmüş bir imparator­
meşgul oldukları için imparatorluğa yeni topraklar katmayı başaramadı­ luk vardı. Bizzat halifelerin Şii Büveyhilerin (932-1 062) vesayeti altına gir­
lar. Tek hareketli sınır Suriye ve Anadolu arasındaki şeritti; burada yüz­ mesiyle Abbasi itibarı daha da sarsıldı. Kuzey İran'daki Deylem bölgesi­
yıllar boyunlarca Bizanslılara karşı kesin sonuca varmayan bir dizi sefe­ nin dağlarından gelen bu savaşçı klan, bir süre Abbasilere paralı asker
re girişildi. Aslına bakılırsa, Batı'da yeni fethedilmiş toprakların büyük bir olarak hizmet verdikten sonra, İran ve Irak'ın geniş kesimleri üzerinde
bölümü Abbasilerin elinden çıktı: Emevi ailesinin Abbasi kıyımından kur­ nüfuz kurmuştu .
tulabilen tek erkek mensubu 756'ya doğru Endülüs'te bağımsız bir emir­
lik oluşturdu; Kuzey Afrika'nın büyük bir bölümü, sözünü geçiremeye­
cek kadar uzak olan Abbasi yönetimini görünüşte tanımanın ötesinde bir
bağlılığı reddetti. 9. yüzyılda Aglebi (800-909) ve Toluni (868-905) valile­
rinin yönetimindeki Kuzey Afrika ve Mısır fiilen bağımsızlaştı; bununla
birlikte her iki rejim de Bağdat'taki halifeye göstermelik bir bağlılığı sür­
dürdü .
1 0 . yüzyılda Şii Fatımi hanedanı (909-1 171) önce Kuzey Afrika ve
969'dan sonra Mısır merkezli rakip bir halifelik makamıyla doğrudan Ab-

749/750 Ebu'l-Abbas es-Seffah Kufe'de 809-8 1 3 Emin dönemi 86 1 Mütevekkil bir Türk askeri 999 Gazneli Mahmud (998- 1 030)
halife ilan edildi komutanı tarafından öldürüldü Horasan'ı ele geçirdi
8 1 1 -8 1 3 Emin'in oğlunu tahtın varisi
750 Abbasilerin Emeviler karşısında olarak belirlemesi üzerine, 86 1 -945 Abbasi halifeliğinin çöküş 1 03 1 - 1 075 Kaim'in halifeliği
kesin zafere ulaştığı Büyük Zap Emin ve Memun arasında çıkan dönemi; eyalet valileri başına
1 036- 1 037 Tuğrul Bey ve Çağrı Bey
Muharebesi iç savaş buyruk hale geldi ve Saffariler
yönetimindeki Selçuklular
(867-9 1 1 ) Samaniler (8 1 9-
754-775 Mansur'un halifeliği 8 1 3-833 Memun'un halifeliği Horasan'ı ele geçirdi
,

1 005), Toluniler (868-905),


755 Halife darbe girişimi 817 Memun, ertesi yıl ölen Şii imam Büveyhiler (945- 1 055) gibi 1 055 Tuğrul Bey emirlik unvanını
gerekçesiyle, Abbasi devriminin Ali Rıza'yı ardılı olarak belirledi. yerel hanedanlar ortaya çıktı Büveyhilerden aldı; Selçuklular
önderlerinden Ebu Müslim'i Bağdat'taki halifeliğin yeni
8 1 7-8 1 9 lbrahim bin Mehdi'nin Bağdat'ta 869-883 lrak'ta köle isyanı
öldürttü vasileri oldu
kurduğu rakip halifelik
873 Yakup es-Saffar Nişabur'u
762/763 Bağdat kuruldu 1 1 80- 1 225 Nasır'ın halifeliği
819 Memun Horasan'dan Bağdat'a alarak Tahiri yönetimine son
775-785 Mehdi dönemi; halifenin devlet giderek lbrahim bin Mehdi'yi verdi 1 242- 1 258 Bağdat'taki son Abbasi Halifesi
yetkililerini bizzat ataması yenilgiye uğrattı ve askeri Mustasım'ın dönemi
875 Samani hanedanından 1. Nasr
geleneğini başlattı önderlerden Tahir bin el-
.
bin Ahmed (864-892) 1 258 Hülagu Han komutasındaki
Hüseyin'i Horasan valisi olarak
780 Bizans'la çatışmalar Maveraünnehir'i halifeden aldı Moğol istilasıyla Abbasi
atadı
yönetimi yıkıldı ve son halife
783 Şehzade Harun Bizans 877-899 l rak'ta Şii Karmatilerin
82 1 -873 Tahirilerin fiili bağımsız emirliği öldürüldü
imparatoriçesi lrene'yi ateşkes ayaklanması
yapmak zorunda bıraktı 833 Memun "mihnet" denen zorla 1 260- 1 5 1 7 Kahire'de Memluk otoritesi
877 Mısır Valisi Ahmed bin Tolun
ikrar yöntemiyle Mutezile altında gölge Abbasi halifeliği
785-786 Hadi dönemi Suriye'yi işgal etti
akımının görüşlerini devlet
786-809 Harun Reşid'in halifeliği öğretisi haline getirdi 909 Kuzey Afrika rakip Fatımi
786-803 Bermekiler vezirlik makamını halifeliği kuruldu
833-842 Mutasım dönemi
ve fiilen siyasal otoriteyi ele 929 Endülüs Emevileri de halifelik
836 Samarra kuruldu
geçirdi ilan etti
837 Horasan'da halifeye karşı fesat
802 Harun Reşid oğulları Emin ve 945 Büveyhiler Bağdat'a girdi
Memun'u kendisinden sonra 842-847 Vasık'ın halifeliği
977 Büveyhi Adudü'l-Devle (949-
sırayla halifeliği üstlenecek
847-86 1 Halife Mütevekkil "mihnet"e 983) Bağdat emiri oldu
kişiler olarak atadı; Memun'a
son verdi; ehli hadis öğretisi
ömür boyu imparatorluğun 99 1 - 1 03 1 Kadir'in halifeliği
katı biçimde benimsendi
doğu kesiminin valiliğini verdi

TARİH 93
Mimari
Sheila Blair, jonathan Bloom

"Emperyal üslu p" ve halifeliğin kültürel birliği

Peygamber'in ve ilk ardıllarının döneminde, cami birkaç işlevi birden gö­


rürdü. Hiç kuşkusuz bir ibadet yeri olmanın yanı sıra, yeni Müslüman ce­
maatlerin sosyal ve siyasal merkeziydi. Abbasi yönetiminde cami münha­
sıran dinsel bir kurum olarak yeni bir kimliğe büründü . İslam'ın ilk
döneminde camilerin eski yapıları dönüştürerek veya yerel üslupları kul­
lanarak inşa edilmesi nedeniyle bir mimari tekörneklik yoktu . Emevi yö­
netiminde Şam, Kudüs ve Medine gibi önemli kentlerin büyük cuma ca­
mileri geç antik çağ mimari biçim ve bezemelerinin görkemli donanımıyla
anıtsallaştırıldı; ama Emevi iktidarının uygulamada Büyük Suriye'yle sı­
nırlı olması nedeniyle "emperyal üslup" ana Emevi bölgesinin dışına taş­
madı. Bu durum Abbasi döneminde değişti. İlk Abbasi halifelerinin bü­
yük kudreti ulemanın güçlenen rolüyle birleşince, zamanla geniş bir
coğrafi alanda standart bir cuma camisi tipi ortaya çıktı; bununla birlikte
tekil örnekler arasında yerel malzeme kullanımı ve inşaat teknikleri açı­
sından farklılıklar bir ölçüde sürdü.
Abbasi döneminde tipik cuma camisi, boyu eninden biraz fazla olan
bir dikdörtgen yapıydı ve ortasında dikdörtgen bir avlu yer alırdı. Avlu­
yu, çok sayıda taş kolonun ya da tuğla payandanın düz bir ahşap çatıyı
desteklediği revaklar çevrelerdi. Mekke'ye bakan ve ortasında bir mihrap
bulunan kıble duvarı tarafındaki revak daha genişti. Mihrabı vurgulamak
için kimi zaman hemen önüne küçük bir kubbe veya avluya açılan daha
geniş bir geçit eklenirdi. Mihrabın sağında imamın cuma hutbesini oku­
duğu bir basamaklı minber yer alırdı. Emevi döneminde çoğu kez bizzat
halife hutbeyi okurdu; ama Abbasi dönemiyle birlikte halifeler nadiren
cuma namazına katılmaya ve namaz kıldırma görevini ulemadan bir kişi
üstlenmeye başladı.
Mihraba göre avlunun karşı tarafında bir minare yükselirdi. Arapça'da
"nur saçan yer" anlamına gelen bu yapı çoğu kez ezanla ilişkilendirilir;
ama dönemin kaynaklarında Abbasi minarelerinin bu amaçla kullanıldı­
ğına dair çok az kanıt vardır. Daha ziyade, minarelerin anıtsal büyüklü­
ğü ve bariz konumu, cuma camisini uzaktan da görünür kılmak ve Ab­
basi toplumunda caminin seçkin yerini simgelemek üzere dikildiklerini
düşündürür.
Standart bir cami üslubu bütün Abbasi diyarına yayılırken, başkentte
geliştirilen başka birçok biçim ve teknik de eyaletlere ulaştı. Suriye'de taş
yapılar inşa ettiren Emevilerin tersine, Abbasiler alçı sıvayla kaplı kerpiç
ve pişmiş tuğlayı tercih ettiler. Bunlar çoğu kez boyalı, oymalı ya da ge­
ometrik ve bitkisel desen kalıplıydı. Bu malzeme tercihi kısmen Abbasi
iktidarının merkezinde uygun yapı taşlarının yokluğundan kaynaklanmış
olabilir; ama pratik açıdan bunun getirdiği sonuç, Abbasi tarzı yapıların
Mihrap,
Bağdat, İ slam Müzesi kil, kireç, alçı gibi hammaddelerin bulunduğu her yerde inşa edilebilme­
Abbasi döneminde inşa edilen camilerin ço­ siydi. Benzer biçimde, geç antik çağ Akdeniz motiflerini Sasani İran'ında
ğunda mihrap vardı. Özgün camisinden çıka­
kullanılan malzeme ve tekniklerle birleştiren Abbasilere özgü kalıplı sıva
rılmış olan bu mermer mihrap şimdi Bağdat
İ slam Müzesi'ndedir. bezeme üslubuyla sıradan inşaatı gösterişli, ama ucuz bir kaplamayla giz­
lemek mümkündü. İnşaatçıların bütün Abbasi diyarında bu sıva kaplama
türünü benimsemesiyle, sırf pratik bir yenilik sayılabilecek bir unsur bir
kez daha estetiğe dönük bir niteliğe büründü.

94 IRAK, İRAN VE M I S I R : ABBASİLER


Geniş bir imparatorluğun emperyal metropolü konumundaki Bağdat,
bir mıknatıs çekiciliğiyle insanları ve fikirleri etkiledi. İnsanların geldik­
leri eyaletlere yeni fikirler ve tecrübeler edinmiş olarak dönmeleri nede­
niyle, başkent aynı zamanda bir tür takas odası işlevini de gördü. Örne­
ğin, şimdi geriye dönüp bakıldığında, 8. yüzyılda Suriyeli cam
yapımcılarının, arıtıcı ve düşük oksijenli bir ocakta ikinci sefer fırınlan­
dıktan sonra ürünlerine parlak bir perdah vermek amacıyla metalik ok­
sitleri kullanmaya dayalı bezeme tekniğini icat ettikleri anlaşılıyor. Abba­
si döneminde Iraklı çömlekçiler bu benzersiz perdah bezeme tekniğini
benimseyerek, toprak seramik ürünlerini süslemek için kullandılar. Ab­
basi çömlekçilerinin Irak'tan Mısır'a taşıdığı bu teknik orada kendine öz­
gü yeni bir gelişim çizgisi kazandı .
Bağdat, Abbasi döneminde kültürel normlara ilişkin üslubu da belir­
ledi; rakip güçler bile buna uydu. Örneğin, Abbasilerin siyasal meşruiye­
tine karşı çıkan Endülüs Emevileri yine de onların sanat ve kültürünü tak­
lit etti. Bağdatlı bir siyasal göçmen olan müzisyen Ziryab (789-857) 9 .
yüzyıl Kurtuba'sında (Cordoba) ince zevkin hakemi haline gelerek, gi­
yim, sofra adabı, teşrifat, görgü kuralları, hatta erkek ve kadınların saç bi­
çimleri konusundaki standartları belirledi.
Benzer biçimde, Abbasi zarafeti Bizans'taki dinsel ve siyasal hasımla­
rınca da taklit edildi. 830'da Bağdat'a giden bir Bizans elçisi, Abbasi mi­
marinin görkeminden öylesine etkilendi ki, Konstantinopolis'e dönüşün­
de İmparator Theophilos'u (829-842) Bağdat'ta gördükleriyle tıpatıp aynı
bir saray yaptırmaya ikna etti. Theophilos bunun üzerine Bryas'ta, şimdi
İstanbul'un Anadolu yakasında Marmara kıyısına bakan Maltepe'nin bu­
lunduğu yerde bir saray inşa ettirdi. Bu yapının günümüze ulaşabilen te­
mel kalıntılarında, Emevi ve Abbasi saraylarını çağrıştıran geniş bir dik­
dörtgen kapalı alan görülür. Abbasi modelinden ayrıldığı tek yön,
imparator bölmesinin yanına bir şapel eklenmesi ve avlunun ortasına üç
yarım-kubbeli bir kilise konmasıydı.
Aradan geçen yüzyıllardaki yeniden inşalar nedeniyle, Abbasi döne­
mi Bağdat'ından geriye anılar dışında neredeyse hiçbir şey kalmamıştır.
Samarra'nın koskoca sarayları da uzun bir dönemden beri birer harabe
halindedir. Abbasi sanatının büyük bir bölümü zamanın tahribatına kar­
şı koyamayan k�maş, alçı ve ahşap gibi malzemelerden yapıldığı için kı­
sa ömürlü olmuştur. Nazik seramik ve cam işleri kırılmış olsa da, günü­
müze ulaşan kırık parçalar Abbasi elit tabakasının sofra takımlarına ilişkin
alışılmamış ölçüde berrak bir tabloyu sergilemektedir. Ger.iye kalmış şey­
lerin geçmişte yapılmış şeyleri bire bir yansıtmaması nedeniyle, Abbasi
sanatının ihtişamını ve debdebesini gösterecek bir tabloyu yeniden yarat­
mak için tarihçilerin, sanatsal kalıntıları dönemle ilgili çok sayıda metin­
sel kaynaklarla ve arkeolojik bulgularla birleştirmesi gerekir.

Bir başkent arayışı

Yeni büyük kentler kurmak Abbasi halifelerinin başta gelen mimari uğ­
raşıydı. İşlev açısından, bu kentler Emevilerin yeni fethedilmiş bölgeler­
de inşa ettirdiği kışla kentlerin mantıklı ardıllarıdır. Ama mimari açıdan,
idari başkentler kuran hükümdarların oluşturduğu uzun bir Mezopotam­ Samarra'da ortaya çıkarılan birinci bezemeli şeritlerle bölmelere ayrılır; burada
ya ve İran geleneğinin devamıydı. Söz konusu başkentler Asur hüküm­ evin dördüncü odasına ait alçı sıva altıgen olan bölmelerin içinde asmalardan çı­
darı II. Sargon'un (İÖ 721-705) Musul'un kuzeybatısında kurduğu yuvar­ bezeme kan belirgin yapraklar vardır. Yaprakların ço­
Berlin, lslam Sanatı Müzesi ğu dört "göz"lü ve damarlıdır.
lak planlı Dur Şarrukin'den (bugün Horsabad) Sasani imparatoru I .
Samarra'da inşa edilen kil tuğla yapılar çoğu
Ardeşir'in (224-241) İran'ın güneybatı kesimindeki Fars eyaletinde kurdu­ kez alçı sıva rölyeflerle bezenirdi. Zanaat­
ğu Gur'a (bugün Firuzabad) kadar uzanır. karlar bitkisel motifleri stilize etme düzeyine
göre ayırt edilen üç farklı üslup geliştirmiş­
Abbasi yönetiminin başlarında halifeler Güney Irak'taki Küfe'nin ci­
lerdi. Resimdeki panonun bezemesi ilk Sa­
varında birkaç idari merkez kurdular. Hem Peygam.b er'in hem de Abba- marra üslubunun örneğidir. Bu üslupta alan,

M İ MARİ 95
silerin soyunun geldiği aileye göndermeyle topluca Haşimiye olarak bili­
nen bu merkezlerden günümüze hiçbir şey kalmamıştır ve kaynaklar da
çok az ilave bilgi sağlamaktadır. Bu merkezler herhalde saltanat ikamet­ Bağdat'ın yuvarlak kent
planı
gahları olmalıdır; zira en azından birinde hadra denen bir taht odası var­ Abbasi halifesi Mansur 762'de
dı (Emevi döneminde de taht odaları için kullanılan kelime buydu). Ab­ yeni başkent Bağdat'ın inşasını
basi taht odası bir üst kattaydı. 9. yüzyıl tarihçisi Taberi, aşırı bir Şii başlattı. Uzmanlar günümüzde
yapılarla tamamen örtülmüş olan
mezhebi mensupları olan Revandiye asilerinin Halife Mansur'a (754-775)
bu kentin yuvarlak planını yazılı
hadra'sında saldırdıktan sonra pencereden kaçmaya çalışırken düşerek kaynaklara dayanarak ortaya çı­
öldüklerini aktarır. Taberi'nin anlatımı en eski Abbasi idari merkezlerinin karmıştır. iki sıralı kerpiç surlar
ve eksenli dört kapı, ikametgah­
bile sağlam ve çok-katlı yapılar olduğuna işaret eder.
ların ve devlet dairelerinin yer al­
dığı bir halkayı korurdu. Ortada­
ki açık alanda halifenin sarayı ve
Bağdat'ın inşası ona bitişik cami yer alırdı.

Kufe yakınındaki ikametgahların elverişsiz olduğu anlaşılınca, ikinci Ab­ O 200 400m
<==-

basi Halifesi Mansur 1 Ağustos 762'de başkenti Medinetü's-Selam'a (Bağ­


dat) taşımaya karar verdi. Ktesiphon'a yakın olan bu yer Mezopotamya,
Basra Körfezi ve Kuzey Suriye'ye ırmakla ulaşmanın kolay olması, ayrı­
ca önemli kara güzergahlarının İran platosu, Güney Suriye ve Hicaz'a
kadar uzanması nedeniyle seçilmişti. Yeni başkenti kurma çalışması dört lenen geniş qir hendekle çevriliydi. Surların ara yönlere bakan tarafında
yıl sonra 766/767'de tamamlandı. Kufe civarındaki ilk Abbasi başkentle­ dört kapı açılmıştı: Kuzeydoğuda Horasan Kapısı, güneydoğuda Basra
ri gibi, tamamen bugünkü kentle örtülmüş olan Abbasi dönemi Bağ­ Kapısı, güneybatıda Kufe Kapısı ve kuzeybatıda Şam Kapısı. Kapılardan
dat'ından da günümüze kalan hiçbir şey yoktur. Ancak, ortaçağ metin­ çıkan yollar imparatorluğun dört bir yanına uzanmaktaydı.
lerindeki kapsamlı tasvirler, modern çağdaki uzmanların kentin genel Mansur'un yuvarlak planlı kentinin her dört kapısında şiddetli saldı­
planını ortaya koymasına olanak vermiştir. Yaklaşık 2,7 kilometre çaplı rılara karşı düzenlenmiş birer karmaşık ve dolambaçlı giriş geçidi vardı.
bu yuvarlak kent, iki sıralı sağlam kerpiç surlarla ve Dicle Irmağı'yla bes- Her kapının üstünde merdivenle ya da rampayla çıkılan yüksek bir böl-

Firuzabad'ın havadan görünüşü


İ ran, y. 224-24 1
İ ran'ın güneybatı kesimindeki Gur (bugün
Firuzabad) kentini Sasani İ mparatoru 1. Ar­
deşir kurmuştu. Bu tip yuvarlak kentler,
Abbasi Halifesi Mansur'a 8. yüzyılda, baş­
kenti Bağdat'ı yuvarlak bir plana göre inşa
etme ilhamı vermiş olabilir.

96 IRAK, İRAN VE M I S I R : ABBASİLER


Yukarıda: Refika Cami-i Kebir'inin revak, dördüncü kenarda ise tuğla payanda­ Aşağıda: Samarra'daki Babül-Amme la çevrili sarayın içinde sayısız avlu ve bahçe
avlusu ve minaresi, 8. yüzyıl sonları ların taşıdığı ve üç sıra revaklı namaz bölme­ 836/837 vardı.
Rakka'nın eş kenti olan Refika'daki Cami-i si kuşatır. Çatıyı payandalarla desteklemenin Pişmiş tuğlayla inşa edilen Babül-Amme, Sa­
Kebir, ilk Abbasi halifeleri döneminde Hora­ bilinen ilk örneği olan bu cami, Bağdat, Sa­ marra' daki Abbasi sarayının günümüze ula­
san'dan getirilen askerlerin ibadet yeri ola­ marra ve Kahire'deki camiler için model iş­ şan tek önemli kesimidir. Ü ç bölmeli bir ey­
rak inşa edilmişti. Caminin pişmiş tuğla kap­ levini gördü. van biçiminde tasarlanan bu kapı, Dicle
lamayla güçlendirilmiş ve yarım daire biçimli l rmağı kıyısından 1 75 hektarlık muazzam
kuleler zinciriyle çevrili masif kerpiç duvar­ Darü'l-Hilafet sarayına yükselen çarpıcı bir
ları vardır. i ç avluyu üç kenarda iki sıralı bir merdivenin tepesindeydi. Yüksek bir duvar-

Refıka'daki Kasrü'l-Banu çıkma, yerel inşaat gelenekleriyle harmanla­


8.- 1 2. yüzyıllar nan İ ran etkisine bağlanabilir. Şimdiki haliyle
Cami-i Kebir gibi Kasrü'l-Banu ("Hatunlar sarayın büyük ölçüde 1 2. yüzyıla ait bir yapı
Sarayı") da 8. yüzyıl sonlarında kurulan ken­ olmasına karşın, Abbasi sarayının bazı özel­
tin surları içinde kalır. Bu pişmiş tuğla yapı­ likleri ve detayları açık seçik görülebilir.
nın döşemeli bir avlusu vardır; dört tarafta
açık revaklarla çevrili olan avlu dört eyvanlı
bir salon düzenini andırır. Kuzey revakının iç
avluyla aynı genişlikte ve üç geçitli bir çıkma
katı vardır. Dört eyvan düzeni ve üç geçitli

MİMARİ 97
'r
1

me yer almaktaydı. Bu bölmelerin hepsi bir kubbeyle örtülüydü ve 50 Uhaydir Sarayı özel bir inziva yeri olarak inşa edilmişti. ilk
kol boyu (25 metre) yüksekliğindeki bütün yapının tepesinde insan fi­ I rak, 8. yüzyılın ikinci yarısı Abbasi sarayları arasında en sağlam durum­
Çöl sarayı Uhaydir muhtemelen (Halife da olanıdır. Ö zgün yapısıyla üç katlı olan sa­
gürü şeklinde bir rüzgargülü durmaktaydı. Halife kente yaklaşan birile­
Mansur'un amcası ya da yeğeni olan) varlıklı rayın duvarları moloz ve tuğlayla örülmüş­
rini veya kent surlarının ötesindeki manzarayı görmek istediğinde bu bir kişi tarafından masif bir dış surla çevrili tür.
bölmeleri divanhane olarak kullanırdı. Divanhaneler ayrıca halifenin ki­
şisel etki alanının ve otoritesinin kent sınırlarına kadar uzandığını göste­
rirdi. divanhaneye açılmaktaydı. Yukarıda ise dönemin kaynaklarında "Kubbe­
Kapılardan kentin iç kesimine doğru iki yanda alışveriş revaklarının tü'l-Hadra" olarak anılan bir başka kubbeli divanhane vardı. Çoğu kez
ve başka yapıların sıralandığı dört anayol uzanmaktaydı. İç tarafta surla­ "Yeşil Kubbe" diye çevrilen bu adın daha doğru bir karşılığı aslında hü­
rın bitişiğinde halifenin ailesinin, maiyetinin ve hizmetkarlarının kaldığı kümdarı gökyüzüyle ilişkilendirme yönündeki kadim geleneğe gönder­
binalardan oluşan bir dış halka vardı. Bir iç halka oluşturan binalar cep­ mede bulunan "Sema Kubbesi"dir. Tepe noktası yerden 80 kol boyu (40
haneliği, hazine dairesini ve devlet dairelerini barındırmaktaydı. Kentin metre) yukarıda olan bu kubbenin üstünde atlı adam şeklinde bir rüzgar­
en iç kuşağı ise karakolun, cuma camisinin ve halife sarayının yer aldı­ gülü durmaktaydı. Dönemin kaynaklarına göre atlı adam Bağdat'ın tacı,
ğı geniş bir meydan biçimindeydi. bölgenin bir sembolü ve Abbasilerin bir anıtıydı. Dönen atlı aynı zaman­
Cami açık bir iç avlusu bulunan ve her kenarı 200 kol boyu (yakla­ da halifeliğin gücü ve hükmü için uygun bir mecazdı. Figürün elindeki
şık 100 metre) olan kare planlı ve çok-ayaklı bir yapıydı. Caminin bitişi­ mızrak belli bir yöne doğrultulmuş olduğunda, sultanın yakında çıkacak
ğindeki saray, kentin tam merkezindeydi ve kapladığı alan camiden dört bir isyanı daha haber ulaşmadan anladığı rivayet edilirdi. Tıpkı bir rüz­
misli büyüktü . Sarayın arka tarafında 30 x 20 kol boyu (15 x 10 metre) gargülü gibi, atlının da fırtınaları daha çıkmadan önce bildiğine inanılır­
ölçülerinde bir eyvan, her kenarı 20 kol boyu (10 metr�) olari kubbeli bir dı. Kubbetü'l-Hadra'nın ve tepesindeki atlının 941 'deki bir fırtınada çök­
ı / mesi gerçekten de bir uğursuzluk alametiydi: Dört yıl sonra Bağdat'a gi­

1 ren Büveyhiler kendilerini Abbasi halifelerinin "koruyucusu" ilan ettiler.


Yuvarlak kent halifeyi tebaasından ayıracak şekilde kurulmuştu . Sur­
ların dışında birkaç yerleşim alanı vardı: Harbiye'de büyük bir ordugah,
Uhaydir Sarayı
Uhaydir erken Abbasi dönemin­ Kerh'te çarşılar ve Dicle'nin doğu yakasındaki Rusafe'de Mansur'un oğ­
den günümüze en sağlam şekilde lu Mehdi'nin kendi birlikleri için kurduğu bir tali ordugah. Yoğun bir nü­
ulaşmış saraydır. Dış kısmı, yo­ fusun çevresine yerleşmesiyle, yuvarlak kent çok kısa bir sürede asıl
ğun harçlı kireçtaşı molozundan
amacından saptı; idari çekirdek bile çarçabuk normal bir kentsel yapıya
inşa edilmiş büyük bir surla ko­
runur; köşelerde yuvarlak kule­ büründü . Bu durum özellikle Harun Reşid'in oğulları arasındaki iç savaş
ler, kenarlarda yarım daire bi­ sırasında, 8 1 2/81 3 kuşatmasının ardından, eski Horasan ordusunun yeri­
çimli kuleler ve eksen kapılarda ni yeni birimlerin almasıyla birlikte belirgin olarak ortaya çıktı. Savaşı
çeyrek daire biçimli kuleler yük­
selir. Ortadaki avlu bir eyvana kaz"iİnan Halife Memun, sarayını yuvarlak kentten Dicle'nin doğu yaka­
açılır ve eyvanın ardında kare sındaki bir dış malikaneye taşıdı ve batı yakasında gelişen yeni metro­
planlı bir salon yer alır. Bu bölü­ pol yuvarlak kenti yuttu. Özgün kent surlarının bazı kesimleri yüzyıllar
mün her iki yanında daha küçük
avluların çevresinde düzenlen­ boyunca gözle seçilir halde kaldı, ama yuvarlak kentten hiçbir iz günü­
miş müstakil bina kümeleri, do­ müze ulaşmadı.
O1 0 20 m ğuda ise bir hamam kompleksi Halife sarayı tam ortada ve cami de onun bitişiğinde olmak üzere
=-
vardır.
dairemsi düzenin ve merkezi planlamanın esas alınması, evrensel bir im-

98 IRAK, İRAN VE M I S I R : ABBASİLER


paratorluğun merkezi olarak kente atfedilen kozmik öneme dair spekü­
lasyonları çağrıştırır. Sözgelimi, Mansur'un bu kent için Fars bölgesinde­
ki Firuzabad gibi eski yuvarlak planlı saltanat merkezlerini örnek aldığı
görüşü ortaya atılmıştır. Bu ve diğer varsayımlar her ne kadar çekici gel­
se de, dönemin kaynaklarında bunları destekleyecek ya da çürütecek
ipuçları yoktur. Her halükarda, kuruluşundan sonraki birkaç yıl içinde,
idari merkez büyük ölçekli bir saray olmaktan çıkarak, zengin ve canlı
bir zanaat ve ticaret merkezine dönüşmüştü.

Öbür Abbasi kentleri ve ikametgahlar

Halife Mansur'un kurduğu kentler Bağdat'tan ibaret değildi. Kuzey Suri­


ye'de Fırat Irmağı'nın doğu yakasındaki bir alanı da mamur hale getirdi.
Burası klasik çağdan beri meskun bir alandı. Ama Mansur 772'de, bir sı­
nır tahkimat programı çerçevesinde yörenin eski kentlerinden Rakka'ya
"eş" anlamında Refika adıyla anılan bir yerleşme kurdu. Ortaçağ metin­
lerine göre, Refika'nın inşasında Bağdat'ın yuvarlak kent planı örnek alın­
mıştı. Günümüze ulaşan tahkimatlar bu ifadeyi doğrulamaktadır. Kent
planı bakımından, Refika 1,3 kilometre genişliğinde ve nal biçimli bir
alandan oluşur; dönemin kaynakları herhalde bunu "aşağı yukarı" yuvar­
lak saymış olmalıdır. Kenti yaklaşık 5 kilometre uzunluğunda ve savun­
ma amaçlı 132 tane yuvarlak kuleyle tahkim edilmiş masif bir sur, ayrıca
bir ön duvar ve bir hendek korumaktaydı. Surlardaki üç kapı iç kesime
açılmaktaydı. Kentin ortasında Horasan'dan getirilen askerler için inşa
edilmiş büyük (108 x 93 metre) bir cuma camisi vardı. Caminin masif ker­
piç duvarları pişmiş tuğlayla kaplanmış ve yarım daire biçimli bir dizi ku­
leyle desteklenmişti. İç avlu tuğla payandaların taşıdığı revaklarla çevri­
liydi. Kıble tarafındaki namaz bölmesi üç sahınlı, avlunun diğer üç tarafı
ise iki sahınlıydı.
Refika'yla birlikte Rakka, Suriye'deki en büyük kentsel birimdi ve bü­
tün Mezopotamya'da sadece Bağdat'ın gerisindeydi. Dolayısıyla, Bağ­
dat'tan hoşlanmayan Harun Reşid'in 796'da oraya taşınması ve 808'e ka­
dar orada kalması pek şaşırtıcı değildir. Bu 12 yıllık ikamet sırasında,
Harun kenti tahkim ettirmekle kalmayarak, kuzeyde muazzam bir saray
alanı inşa ettirdi. Neredeyse 10 kilometre kareyi kaplayan bu alanda 20
büyük saray kompleksi vardı. En büyükleri ortadaydı ve 350 x 300 met­
re boyutundaydı. Harun'un ikametgahı olduğu söylenebilecek bu yapı,
kaynaklarda Kasrü's-Selam ("Barış Sarayı") adıyla geçer. Sarayın çevresin­
deki binalarda halifenin ailesi, maiyeti ve muhafızları kalmaktaydı. Bazı
yerlerde pişmiş tuğlayla takviye edilerek kerpiçten inşa edilen bu komp­ Uhaydi r Sarayı'nın üst galerisi olmasıdır. Uhaydir'e özgü yuvarlak kolonlar
leksler özenle düzenlenmişti. Kerpiç duvarlar özellikle asma tomarı de­ Abbasi saraylarından çoğunun ancak kabatas­ üstünde duran önü açık galeri, giriş eyvan ının
lak kalıntılarının ortaya çıkarılmasına karşın, yukarısındaki oda grubunun doğu kesimini
senli derin rölyeflerin oyulduğu beyaz alçıyla kaplıydı.
bu sarayın dikkate değer özelliklerinden biri oluşturur.
Harun daire ya da sekizgen biçimli başka yerleşmeler de kurmaya gi­ üst kat odalarından birçoğunun hala sağlam
rişti. Kuzey Suriye'de, Rakka ve Balis arasında yer alan Hirakle, surla çev­
rili ve daire planlı bir yerleşmeydi; eksen kapıları ve ortasında bir kare
yapı vardı. Irak'ın Samarra kentindeki Katul Kanalı'nın girişinde yer alan neredeyse 200 kilometre güneyinde, Kufe'nin kuzeybatısındaki bozkırda
Kadisiye, 1,5 kilometre genişliğinde büyük bir sekizgen biçimindeydi; ek­ yer alan Uhaydir. Bu yapının yoğun harçlı kireçtaşı molozundan inşa edil­
sen kapılar ve bir yol ortadaki bir kare yapıya açılmaktaydı. Dış surlar miş olan 175 x 169 metre boyutlu dış surlarının yüksekliği 19 metreye va­
kerpiçten inşa edilmiş ve bir cami, bir saray, bir meydan ve üç ana yol rır. Her dört köşede birer yuvarlak kule, kenarlarda ise düzenli aralıklar­
için temeller açılmıştı. Bitmiş gibi görünmeyen her iki yerleşme hakkın­ la birbirini izleyen yarım daire biçimli kuleler yer alır. Uç sur kenarının
daki bilgilerimiz sadece arkeolojik kazılara dayanmaktadır; uzmanlar ortasındaki kapıların iki yanında çeyrek daire biçimli kuleler yükselir; ku­
bunların ortaçağ metinlerindeki üstünkörü ve kısa değinmelerle ne ölçü­ zey kenarında ise dışarıya doğru çıkık bir blok bu kapının ana giriş ol­
de uyuştuğunu belirlemeye çalışmaktadır. duğunu gösterir. Bu kapı kuzey surunun yanındaki asıl saraya (112 x 82
İlk Abbasi sarayları arasında günümüze en sağlam ulaşanı, paradok­ metre) açılır. Dikdörtgen planlı sarayın orta bölümü boyunca, sağda kü­
sal biçimde dönemin metinlerinde en az sözü edilen saraydır: Bağdat'ın çük bir camiyi barındıran karışık girişin sonunda geniş ve açık bir avlu-

99
Karşı sayfada: Güneye doğru avluya
·

bakan giriş eyvanının içeriden


görünüşü,
Uhaydi r Sarayı, Irak, 8. yüzyılın ikinci yarısı
Kuzey kapısının arkasında bulunan giriş ey­
vanı, sarayın en büyük bölmesidir; uzunluğu
15 metreyi, genişliği ise 7 metreyi bulur.
Yüksek ve beşik tonozlu çatısını üç çeyrek
daire biçimli kolonlar üstündeki revaklar
destekler. Arka planda, avlunun öbür ucun­
daki taht odasına açılan anıtsal kemerli geçit
görülebiliyor.

Yanda: Uhaydir saray camisinin


güney revakı
Giriş eyvan ının batısında kalan saray camisi,
kuzeye bakan bir duvarla ve diğer üç taraf­
ta revaklarla çevri li bir avludan oluşur. Mih­
rabın yer aldığı güney revakının çarpıcı
özelliği, beşik tonozlu çatısındaki özel ge­
ometrik alçı sıva bezemelerdir.

ya varılır; avluya bakan tonozlu büyük bir eyvanın gerisinde odaların çev­ Uhaydir'de sözü edilen özelliklerden bazıları Güney Irak'taki Nehre­
relediği kare planlı bir salon yer alır. Bu orta bölümün her iki yanında van Kanalı'nın kıyısında yer alan ve Sumaka olarak da bilinen Uskaf Be­
daha küçük avluların çevresinde düzenlenmiş müstakil ikamet birimleri nu Cüneyd'de daha mütevazı bir ölçekte görülebilir. İslam'ın ilk döne­
vardır. Sarayın güneydoğusunda ayrı bir yapı olarak pişmiş tuğladan in­ minde, burası başkent dışında Diyala havzasının en büyük kentiydi.
şa edilmiş bir hamam kompleksi bulunur. 1950'lerdeki kazılar üç bölüme ayrılmış olan ve 65 x 55 metre boyutun­
Uhaydir özellikle tonozlarının ve üst katlarının sağlam oluşu açısın­ da bir dikdörtgen sarayı ortaya çıkardı. Ortadaki bir avluya bakan ve oda­
dan dikkat çekicidir; diğer erken dönem Abbasi yapılarının çoğu günü­ larla çevreli olan bir eksen eyvanı, her iki yanında daireler bulunan bir
müzde sadece planlarıyla bilinmektedir. Bu saraydaki bazı tonozlar tuğ­ divanhaneye açılmaktaydı. Zemin ölçüleri 50 x 45 metre olan caminin üç
layla örülmüştür ve yer yer karmaşık bezeme desenleri taşır. Diğer tarafta iki sahınlı, namaz bölmesi tarafında ise beş sahınlı revaklarla çev­
saraylarda tonozlar tuğla desenlerini taklit edecek şekilde incelikle oyul­ rili bir iç avlusu vardı. Mihrap kıble duvarındaki merkezin solundaydı.
muş alçı bezemelerle kaplıdır. Özellikle dikkate değer bir husus, dikdört­ Caminin dış duvarları pişmiş tuğlayla inşa edilmişti, ama kolonlar ceviz
gen alanları örtmek için çapraz tonoz tekniğinin kullanılmasıdır. Bu özel­ tahtadandı. Caminin üstünde tarih bulunmaması nedeniyle, diğer tarihli
liklerden birçoğunun sonraki İran mimarisinde tekrar karşımıza çıkması, yapılarla karşılaştırma yoluyla bir tahmine varmak gerekir; buna göre ya­
muhtemelen günümüze ulaşmayan birçok yapıda kullanıldıklarını akla pı 8. yüzyıl sonlarından ya da 9. yüzyıldan kalmadır, yani muhtemelen
getirir. İnşaatın ölçeği ve bezemelerin niteliği, bu yapının önemli bir şa­ Samarra'dan önce inşa edilmiş olmalıdır.
hıs, muhtemelen Abbasi sarayıyla yakından bağlantılı biri için inşa edil­
diği izlenimini verir. Bazı uzmanlar sarayın inşasını Halife Mansur'un güç­
Yeni emperyal başkent Samarra
lü yeğeni İsa bin Musa'ya (ö. 784) atfederken, diğerlerinin görüşü
Mansur'un amcası İsa bin Ali tarafından yirmi yıl kadar önce inşa edildi­ Harun Reşid'in uzun ve parlak dönemi geriye birçok sorun bıraktı.
ği yönündedir. Yörede hiçbir yazıtın bulunmaması nedeniyle, mevcut 809'daki ölümünden sonra oğullan arasında iç savaş patlak verdi; halife­
ipuçları iki görüş arasında bir karara varmak için yeterli değildir. Somıç­ liği devralan Emin ile sadece Horasan valiliği verilen küçük kardeşi Me­
ta önemli olan husus, Uhaydir'deki sarayın daha iyi bilinen yerlere iliş­ mun karşı karşıya geldi. Bağdat'taki Abbasi ordusunun yerel aday Emin'e
kin metin tasvirlerine ve arkeolojik kazı verilerine bir ölçüde somutluk arka çıkması, Memun'u destek bulmak için Doğu İran'daki güç merkezi­
kazandırmasıdır. nin başına buyruk mütegalibesine yönelmek zorunda bıraktı. Memun bu

Mİ MARİ 101
Samarra'nın havadan görünüşü resmi merkezi olarak kaldı. Samarra'nın bü­
Abbasi Halifesi Mutasım 836'da başkenti yük bir bölümünün terk edilmiş olması arke­
Bağdat'tan 1 25 kilometre kuzeyde, Dicle'nin ologlar için b i r nimet oldu ve 20. yüzyılda de­
doğu yakasında yer alan Samarra'ya taşıdı. vasa kerpiç harabelerde kazı çalışmaları
Sonraki halifelerin eklediği yerleşim birimle­ yürütmelerine fırsat verdi.
riyle 57 kilometre karelik bir alana ulaşan Sa­
marra, ortaçağın en büyük kentlerinden biri
haline geldi. Mutedid'in Bağdat'ı tekrar baş­
kent yaptığı 892'ye kadar Abbasi halifeliğinin

sonra, 836'da Bağdat'ın 125 kilometre kuzeyinde, Dicle Irmağı'nın doğu


yakasında yıllar önce·babasının bir saray inşasını başlattığı Samarra'yı seç­
ti. Yuvarlak şehir Bağdat'ın ortaçağ boyunca sürekli imardan geçmesine
karşılık Samarra'daki bu eski kentten kalma geniş alanlar ortaçağda bü­
yük ölçüde terk edildi ve 20. yüzyıla kadar öylece kaldı. Arkeologlarır
ilk kazı çalışmalarına 1900'lerin başlarında giriştiği bu yöre, Dicle kıyıs
boyunca 50 kilometre kadar uzanmakta ve 150 kilometre kareyi aşkın biı
alanı kaplamaktaydı.

Saraylar ve camiler
Mansur ve Harun Reşid'in müstakil ve yekpare saraylarının tersine, Muta·
sım'ın Samarra'da inşa ettirdiği saray 70 hektardan fazla bir alana sahipti ve
tahkim edilmiş yüksek duvarlarla çevriliydi. Samarra'da kalan sonraki ha
lifelerin hemen hepsi bu geniş sarayda oturdu. Arkeologların ilk başta Cev·
sakü'l-Hakani ("Hakan Köşkü") adlı bir başka sarayla karıştırmasına karşın
kaynaklarda yapının adı Darü'l-Hilafet ("Halifelik Konağı") olarak geçer
Birbiriyle bağlantılı avlular ve bahçeler etrafında düzenlenmiş bir komp·
leks olan Darü'l-Hilafet'in, batıdaki ırmak kıyısından doğudaki yonca yap
rağı biçimli devasa yarış parkuruna hakim seyir yerine kadar uzanan alan
1,4 kilometreyi bulur. Dicle'den başlayan geniş basamaklı bir merdiven, üç
büyük tuğla kemeriyle hala ayakta duran Babül-Amme adlı cümle kapısı·
na kadar çıkar. Bu kapının ardında bir zincir halinde uzanan avlular ve böl·
meler, sonunda tonozlu dört eyvanla çevrili olan ve halifenin taht odası ol·
duğu sanılan ortadaki bir kubbeli salona ulaşır. Bitişik alanlarda, havuzlaı
çevresinde düzenlenmiş gömme daireler eskiden saray sakinlerinin kavu­
rucu iklimden korunmasını sağlardı.
Samarra'daki en büyük saray olmakla birlikte, Darü'l-Hilafet bu tür ya·
pıların sadece biriydi. Bitişiğinde daha küçük pirkaç saray ve görkemli ko­
nut, Dicle'nin batı yakası boyunca Mutasım'ın yaptırdığı Kasrü'l-Cis ("Sıva
Sarayı") ve ardılı Vasık'ın (842-847) Dicle'nin taşkın ovasında inşa ettirdiği
saray gibi başka saraylar ve bahçeler yer almaktaydı. Ayrıca, her birinde
komutan kasrı, daha küçük konaklar, bir merasim yolu ve asker kışlaları­
nın sıralandığı ızgara biçimli sokaklar bulunan ordugahlar vardı.
kapışmadan zaferle çıktı; ama acımasız iç savaş sırasında Bağdat ağır ha­ Mutasım'ın oğlu Mütevekkil (847-861) Samarra'nın imarına büyük kat·
sara uğradı. Abbasi ordusu ve en büyük sıkıntıyı çekmiş olan Irak halkı, kıda bulundu. Kent alanını iki katına çıkardı ve halifelik döneminin başla·
yeni hükümdardan büsbütün uzaklaştı. rında yeni ve devasa bir cuma camisi yaptırdı. Zemin ölçüleri 239 x 15c
Memun ve ondan sonra halife olan diğer kardeşi Mutasım (833-842), metre olan bu yapı, dönemin birçok camisine göre ikiye üç gibi bir oran­
isyankar bir tebaa üzerindeki denetimi güçlendirmek amacıyla yeni bir la daha büyüktür. Kenarları 444 x 376 metre olan dış duvarlarının çevrele­
askeri politika benimsediler. Maveraünnehir, Ermenistan ve Kuzey Afri­ diği toplam alan 17 hektardır. Yüzyıllar boyunca dünyadaki en büyük ca­
ka'da çeşitli kabile reislerini babadan oğla geçmek üzere valiliğe atadılar mi olarak kalan yapının pişmiş tuğlalı duvarları, yarım daire biçim!:
ve Orta Asya'dan getirilen Türk köleleri paralı asker olarak orduya aldı­ kulelerle tahkim edilmiş ve saçaklık silmesi boyunca bir tuğla ve alçı sıva
lar. Bu yeni kurumsal yapı halifenin konumunu sağlamlaştırdı, ama friziyle bezenmiştir. On altı kapıdan girilen iç kesimde revakların çevrele­
önemli bir sorun kaynağına dönüştü. Bağdat'ta yabancı Türk askerler ile diği bir orta avlu yer alır. Kare tabanlı yüzlerce tuğla ve taş payanda dli2
yerel Arap askerler ve halk arasında kanlı çatışmalar çıktı. bir ahşap çatıyı destekler. İç mekan cam mozaiklerle ve kesme mermer lev­
Mutasım bu kavgalı kesimleri ayırmak için, tıpkı babası Harun Reşid halarla bezenmiştir. İki yanında gül renkli mermer kolonlar bulunan mih­
gibi, bir yeni idari başkent kurmaya karar verdi. Birkaç yeri denedikten rap dikdörtgen planlıdır ve altın cam mozaik bezemeler taşır. Mihraptaki

102 IRAK, İ RAN VE M I S I R : A B BASİLER


açıklıkların solda olanı imamın girişi, sağda olanı ise taşınabilir bir minbe­ Malviye'yle birlikte bütün yapının takviye edilen duvarları hala sağlam d u rum­
rin konması içindir. Dış duvarların içinde, ama asıl cami bölümünün dışın­ uzaktan görünüşü, dadır. Malviye olarak anılan 50 metrelik de­
Samarra Cami-i Kebir'i, 848-852 vasa mi nare, yapı kompleksinin b i r parçası­
da kalan ve bir köprüyle ulaşılan Malviye ("Sarmal") adlı kule mihrabın tam
Halife Mütevekkil'in yaptırdığı bucuma cami­ d ı r ve özellikle sarmal biçimiyle ünlüdür.
karşısına düşer. Bu devasa yapıdaki helezonlu rampa, saat yönünün tersi­ si, yüzyıllar boyunca İslam dünyasındaki en
ne bir dönüşle yerden yüksekliği 50 metreyi aşan bir köşke doğru çıkar. büyük cami olarak kaldı. Dış duvarlar büyük

Her katın aynı yükseklikte olması için, rampa yukarıya doğru gittikçe dik­ ölçüde yıkıktır; ama caminin pişmiş tuğlayla
inşa edilen ve yarım daire biçimli kulelerle
leşir. Bu düzenleme estetik olarak hoş bir görüntü yaratsa da, yukarıya tır­
manacak biri için pek pratik olmayan bir çözümdür. Kulenin olağandışı bi­
çimi çoğu kez Mezopotamya zigguratına bağlanır; oysa tam tersine bir re blok oluşturmaktaydı ve ortada haç biçiminde düzenlenmiş dört eyva­
durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Örneğin, Brueghel ve başka res­ nın çevrelediği kubbeli bir bölme vardı. Mütevekkil sonraki yıllarda Samar­
samların Avrupa bakışlı tasvirlerindeki sarmal zigguratlar, özellikle de Ba­ ra'nın kuzeyinde (halifenin lakabı Cafer'den dolayı) Caferiye ya da Müte­
bil Kulesi, Avrupalı gezginlerin Malviye'ye ilişkin anlatımlarından ilham alı­ vekkiliye olarak bilinen yeni bir kentin inşasını başlattı. Görkemli bir
narak çizilmiş gibi görünmektedir. anayol boyunca sıralanan küçük sarayların ve evlerin sonunda varılan Ca­
Mütevekkil 850'lerde daha sonra yerine halife olacak oğlu Mutezz (866- feri adlı ana sarayda Dicle Irmağı ve Kisravi Kanalı kavşağına bakan divan­
869) için Samarra'nın güneyine düşen Balkuvara'da yeni bir saray yaptırdı. haneler vardı. Bu muazzam sarayın geri kalan kısmı iki kilometreye yakın
Bu dikdörtgen saray, duvar kenarları 1 kilometreyi aşan ve ırmağa bakan bir alanla doğuya doğru yayılmaktaydı. Yeni kent için inşa edilen cuma ca­
bir kare alan içindeydi. Darü'l-Hilafet'te olduğu gibi, divanhaneler bir ka- misi günümüzde Ebu Dulaf Camisi olarak bilinir. Mütevekkil'in önceki cu-

Samarra'da Mütevekkil'in inşa


ettirdiği Cami-i Kebir'in duvarları
Bu caminin dış duvarları daha büyük çaplı
restorasyondan geçmiş olmakla birlikte,
Abbasi tarzı emperyal inşaatın boyutları ve
ölçekleri konusunda iyi bir fikir verir. Tuğla
duvarların üst kısımları gömme karelerden
oluşan bir frizle bezenmiştir.

M İ MA R İ 103
..
.. ...,.

..
. '

••

ma camisinin daha küçük bir kopyası olarak zemin ölçüleri 213 X 135 met­ Avlunun minareden görünüşü ve kalıntı ları görül üyor; burada altın ve cam
redir. Pişmiş tuğladan dikdörtgen payandalar, kıble duvarına dik açılı re­ zemin planı mozaiklerle bezenmiş bir mihrap vardı. Avlu
Samarra Cami-i Kebir'i revakları n ı n üstü de aynı şekilde örtülüydü
vakları ve düz bir ahşap çatıyı destekler. Üç dönüşle 16 metrelik yüksekli­
M ütevekkil'in yaptı rdığı caminin 239 x 156 ve bütün iç mekan mermer kaplamalarla ve
ğe ulaşan sarmal minarede de prototip olarak Malviye örnek alınmıştır. metrelik zemin planını tam olarak yansıtan mozaiklerle zengin biçimde bezenmişti.
Önceki Abbasi yerleşmelerinde olduğu gibi, Samarra'nın mimarisinde bu resimdeki avlu eskiden revaklarla çevri­

de dramatik efektlere ulaşmak için tuğla ve alçı sıva gibi yerel malzemele­ liydi. Uzakta üstü örtülü namaz bölmesinin

rin kullanıldığı görülür. Ancak, imar hamilerinin büyük serveti, bu sıradan


malzemeleri pahalı ahşap ve mermer levhalarla, cam mozaiklerle zengin­
leştirmeye olanak vermiştir. Bununla birlikte, Samarra'daki yapılar önceki
Abbasi yerleşmeleri hakkında bildiğimiz özelliklerden birkaç önemli açı­
dan farklılık gösterir. Önceki saraylar daha çok yüksek yapılar şeklinde in­
şa edilirken ve taht odalarını önen kubbelerle daha da yüksek görünürken,
camiler genellikle alçak bir profil taşır. Buna karşılık, Samarra'da sarayla­
rın çarpıcı ihtişamı çok geniş alanları kaplamalarından kaynaklanır ve ca­
milerde muazzam kuleler öne çıkar. Hükümdarın gerçek ve mecazi anlam­
da tebaasının ortasında olmasını sağlayan Bağdat'taki sarayın tersine,
Samarra'da tahkimli duvarların gerisine çekilen halifeler halktan kopuktu.
Bir zamanlar saraylarda kullanılmış olan kuleler ve gösterişli taçkapılar bu
dönemde camilerde kullanılmaya başladı. Cami kulesi, yani minare aslın­
da Abbasi dönemi camilerinin en ayırt edici özelliği haline geldi.
Her ne kadar o döneme ait metinler mimari biçimde böyle bir değişi­
min niçin ortaya çıktığına dair hiçbir şey belinmezse de, bunun aslında İs­
lam'ın ilk dönemindeki daha eşitlikçi toplumdan, İslam hükümdarlarının O 10 20m �K
=-
İran'a özgü saltanat fikirlerini gittikçe benimsediği Abbasi dönemindeki da­
ha hiyerarşik topluma doğru evrimi yansıttığı söylenebilir. Bu mimari de-

104 IRAK, İRAN VE MISIR: ABBASİLER


ğişimin bir başka sebebi caminin hükümdara daha az bağlı ve gittikçe ule­
mayla ilintili bir kuruma dönüşmesi olabilir. Kuramsal bakımdan İslam'da
dinsel ve seküler otorite arasında bir ayrımın olmamasına karşın, Abbasi
döneminde bunlar uygulamada birbirinden ayrılmaya başladı. Bütün ihti­
şamını halifenin kesesine borçlu olan cuma camisi ulema kesiminin devam­
lılığını sağlayacak bir merkez işlevini görürken, şatafatı sürekli artan saray­
lar ise halifelerin ve onlara bağlı valilerin yönetimleri altındaki halktan
gittikçe kopmasını getiren seküler iktidarın merkezleri haline geldi.

Yapı bezemeleri
Samarra'daki yapıların hepsi olmazsa bile çoğu kerpiçtendi; bu kerpiç
duvarlar oymalı ya da boyalı sıvadan oluşan bir kaplamayla korunur ve
süslenirdi. Pişmiş tuğla, sıkıştırılmış toprak ve pek alışılmamış bir alçı
tuğla da kullanılır, özellikle önemli bazı alanlar taş ya da ahşapla kapla­
nırdı. Oymacılar geniş alçı sıvalı alanlara canlı bir görünüm vermek için
gittikçe soyutlaşan üç bezeme üslubu geliştirdiler. Bu üsluplar hem tek­
niğin, hem de işlenen konuların zaman içinde nasıl bir evrim geçirdiği­
ni gösterir.
Birinci üslup, Emevi döneminde yaygın biçimde kullanılan geomet­
rikleştirilmiş bitkisel bezemeden türetildiği apaçık bir oyma tekniğidir.
Bu teknikte bezeme alanı inci şeritleriyle bölmelere ayrılır ve bölmeler
üzümsüz asma yapraklarıyla doldurulur; Rakka'dakiler üzümlüdür. Göze
benzer dört delikle ayrılmış beş loplu asma yaprakları, koyu renkli ve
derin oymalı bir zeminde öne çıkar. Yine oymalı olan ikinci üslubu, yü­
zey detayları için kullanılan taramalar belirler. İşlenen konular biraz ba­
sitleştirilmiştir, ama hala zeminden ayırt edilir ve kapalı bölmeler içinde­
dir. Bir asmadan doğal halde çıkması mümkün olmayan yaprakların so­
yut biçimleri vardır. "Eğimli" üslup olarak da bilinen üçüncü üslup, ge-

Samarra'daki Ebu Dulaf Camisi'nin


minaresi, 860/86 1
Mütevekki l'in daha önce yaptırdığı Cami-i
Kebir gibi, Ebu Dulaf Camisi'nin de mihra­
bın karşısına düşen bir sarmal mi naresi var­
dır; ama 1 6 metreyi bulan yüksekliği Malvi­
ye'nin ancak üçte biri kadard ır.

Samarra'daki Ebu Dulaf Camisi'nin


revakları
Mütevekki l'in Samarra'da inşa ettirdiği ikin­
ci cuma camisi olan Ebu Dulaf Camisi, ken­
tin kuzeyindeki yeni bir yerleşim birimi için -- ..
--
yapılmıştı. Ölçek bakımı ndan önceki camiye �\
göre biraz daha küçük olmanın yanı sıra,
(şimdi yıkık olan) çatıyı desteklemek için re­
.."·:--�j_
vakların kullanılması gibi bir ayırıcı özelliği
de vard ı.

MİMARİ 105
niş duvar yüzeylerini çabuk örtmeye özellikle uygun bir kalıplı teknik­ Samarra'daki bir evin duvar lubu saptamışlardır. İ l k iki üslup ıslak sıva
tir. Sıvanın kalıptan kolayca akıtılmasına olanak veren belirgin eğimli, bezemeleri düz ve dikey bir kesikle işlemeye dayanırc
Abbasi inşaat ustaları Samarra'daki muazzam üçüncü üslup ise kal ıplı teknikti; sıvanın k
ama görece sığ kesikler kullanmaya dayanır. Eğimli üsluptaki bezemeler
sarayları ve diğer yapıları inşa etmek ve be­ lı ptan kolayca akıtılmasına olanak veren b·
şişe biçimli motif, tirfil, palmiye hasırı gibi soyut desenler oluşturan sar­ zemek için özel teknikler geliştirmişlerdi. l i rgin bir eğime sahipti. Geniş duvar yüzeyi·
mallarla son bulan kıvrık hatların ritmik ve simetrik tekrarlarıyla ayırt Yapılar genellikle kolay bulunur, ucuz ker­ rini çabuk örtmeye özellikle uygun olan t

edilir; bu desenlerde bezemenin konusu ve zemini arasındaki gelenek­ piçle inşa edilirdi. Kaba duvarlar oymalı ya da teknik, Abbasi bezemelerinin bir alameti f
boyalı sıvadan oluşan bir kaplamayla koru­ rikası haline geldi.
sel ayrım erimiş durumdadır. Eğimli üslup hiç kuşkusuz alçı sıva için ge­ nup süslenirdi. Uzmanlar üç ayrı bezeme üs-
liştirilmişti; ama kapılarda ve başka mimari donanımlarda kullanılan ah­
şaba da uygulandı. Samarra bezeme ustalarının İslam sanatının gelişimi­
ne belki de en özgün katkısı budur; çünkü geometrikleştirilmiş bitkisel
konular ve sonsuza kadar uzatılabilme niteliği arabesk bezeme şemasın­
da kilit unsurlardır.
Samarra saraylarında bulunmuş binlerce resim parçası, Emevi döne­
minde olduğu gibi, figürlü bezemelerin özellikle saraylarda mahrem iç
mekanlar için hata kabul edilebilir sayıldığını gösterir. Bazı sahneler be­
reket boynuzu tomarlarından taşan vahşi hayvanlar ve çıplak kadınlar,
ayrıca av resimleri barındırır. Parçaları bir araya getirilmiş bir duvar res­
minde, kollarını birbirine dolamış bir çift rakkase vardır; bir yandan dans
ederken, her biri diğerinin elinde tuttuğu kadehe uzun boyunlu bir şişe­
den şarap doldurur. Resimli etiketlerinden bu amaçla kullanıldıkları sap­
tanan ve cümbüşlerde yerlere atılıp ezildikleri anlaşılan kırık şarap şişe­
si parçalarına sarayın çeşitli yerlerinde saçılmış halde rastlanması, duvar
resmi bezemelerinden bazılarının saraydaki daha mahrem odalarda ya­
şanan şeyleri yansıttığı izlenimini uyandırır.

106 IRAK, İRAN VE MISIR: ABBASİLER


Yukarıda: Samarra'daki üçüncü evin Sağda: Samarra'daki üçüncü evin on
yirmi üçüncü odasına ait alçı sıva altıncı odasına ait alçı sıva bezeme,
bezeme, Berlin, lslam Sanatı Müzesi Berlin, lslam Sanatı Müzesi
Bu panonun bezemesi, alanın bezemeli şerit­ Bu panonun bezemesi, alanın düz şeritlerle
lerle bölmelere ayrıldığı birinci Samarra üs­ bölmelere ayrıldığı ikinci Samarra üslubunun
lubunun bir örneğidir; burada çok loplu olan bir örneğidir; burada çok loplu olan bölme­
bölmelerin içinde asma dallarından çıkan be­ lerin içinde soyut yapraklar vardır. Tekniğin
lirgin yapraklar vardır. Yaprakların çoğu özelliği birinci üsluba oranla daha düz ve da­
dört "göz"lü ve damarl ıdır. ha soyut bir efekt yaratmasıdır.

Aşağıda: Samarra'daki birinci evin ama sığ bir kesiğin kullanılmasıdır; eğimli
birinci odasına ait alçı sıva bezeme, üslup olan diğer adı da zaten buradan ge­
Berlin, lslam Sanatı Müzesi l i r. Eğimli kesik, geniş alanların kal ıplı be­
Bu panonun bezemesi, alanın soyut yaprak zemeyle çabuk örtülmesini sağlard ı.
desenleri yaratan sarmal uçlara sahip kıv­
rık hatlara dayalı ritmik ve simetrik tek­
rarlarla doldurulduğu üçüncü Samarra üs­
lubunun b i r örneğidir. Tekniği birinci ve
ikinci üsluplardan ayıran özel lik eğimli,

Yukarıda: "Harem"e ait duvar resmi !arla bilinir. Bu resimde kollarını dolamış hal­
Samarra'daki Darü'l-Hilafet, çizim Ernst d e birbirlerinin kadehlerine şarap dolduran
Herzfeld iki rakkase görülüyor. Bezemenin konusu
Samarra'daki sarayların iç mekanları oymalı Abbasi saraylarının mahrem alanlarında ya­
sıvalarla ve resimlerle zengin biçimde bezen­ şanan türden olayları akla getiriyor.
mişti. Büyük bir bölümü kazı çalışması sıra­
sında hava ve ışığa maruz kalınca hemen so­
lan resimler, daha çok kazı uzmanlarının
parçaları bir araya getirerek yaptığı kopya-

MİMARİ 107
Samarra'daki Kubbetü's-Süleybiye Yükseklik ve zemin planı: Abbasi sarayı Da­ Türbeler
862 rü'l-Hi lafet yakı n ındaki sekizgen zemin plan­ Samarra kazı alanında ortaya çıkarılan bir başka yapı türü daha vardır. Dic­
Revakla çevrili bir sekizgen yapı olan Kubbe­ lı ve 1 9 metre çapında bu türbeyi bir revak
le'nin batı yakasında, Daıü'l-Hilafet'in karşısında yer alan Kubbetü's-Süley­
tü's-Süleybiye'n i n Hal ife Muntasır (86 1 -862) çevreler. Revakın yüksek dış duvarlarında
için Rum asıllı annesince yaptı rılan türbe ol­ geniş pencereler açılmıştır. Defin bölmesi biye kubbeli, revakla çevrili, sekizgen planlı ve 19 metre çapında bir yapı­
duğu saptanmıştır. Peygamber'in mezar yer­ yeraltındadır. dır. Dört yokuşlu yoldan çıkılan açık bir sekinin üstüne dikilmiştir. Yapıyı

�1
leri n i böyle büyük yapılarla belirlemeyi doğ­
ortaya çıkaran Ernst Herzfeld, Mütevekkil'in oğlu Halife Muntasır (861/862)
ru bulmamasına karşın, 9. yüzyıla doğru
birçok Müslüman son isti rahatgahına türbe için Rum asıllı bir köle olan annesince yaptırılan türbe olduğunu da sapta­
!
yaptırmaya yöneldi. mıştır. Mutezz (ö. 869) ve Mühtedi (ö. 870) adlı iki halife daha burada gö­
mülüdür. Peygamber Muhammed'in anıtsal mezarlar yaptırmayı doğru bul­
mamasına karşın, edebi kaynaklar onun ve ayrıca soyundan gelen kişilerin
mezarları üzerinde çok geçmeden türbeler inşa edildiğini aktarır. Abbasi ha­
lifeleri ilk başta kendi saraylarında gömülürdü; ama Hz. Muhammed'in so­
yundan gelenlere ait mezar yerlerinin Şiiler arasında büyük saygı görmesi
üzerine, Abbasiler kendi mezarlarını anıtsallaştırarak bu ilgiyi dağıtmaya ça­
lıştılar. 10. yüzyıl başlarında Bağdat'ta Dicle'nin doğu kıyısında inşa ettirdik­
leri ihtişamlı hanedan türbesi daha sonraları yıkıldı. Anlaşıldığı kadarıyla,
Kubbetü's-Süleybiye bu yapı türünün günümüze ulaşan ilk anıtsal örneğidir.
Mütevekkil'in 861'de öldürülmesini izleyen yıllarda, Türk askerleri dört
halifeyi tahta çıkardı ve indirdi. Güney Irak'ta Zenci kölelerin isyanını bastır­
maya gönderildikleri 870'lerde bu askerlerin yönetimdeki ağırlığı azaldı. Mü­
tevekkil'in oğlu Halife Mutemid (870-892), Samarra'da yaşamaya devam et­
K ti; ama yeğeni Mutedid (892-902) başkenti tekrar Bağdat'a taşıdı. Eskiden
oi==::jo---1 om sanıldığı gibi tamamen terk edilmemekle birlikt�, Samarra önemini kaybetti.
Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya kadar yerel valilerin Irak'taki halifeleri taklit
etmesinden dolayı, Samarra'da ortaya çıkmış olan yenilikler bütün impara­
torluğa yansımıştır.

108 I R A K , İRAN VE M I S I R : A B B A S İ L E R
ı ,
Eyaletlerdeki Abbasi mimarisi

--- - -- - - - - -
Abbasilerin öncelleri olan Emeviler Atlas Okyanusu ve Ceyhun Irmağı ara­ ·-· .. - , .. , .. - ' .... ' ..... '····-··· ....
. :•::..: :•::• : :.:::•:>:::•::c : •::•: x
· : :.: : • ::c :::
.....
•::c.:
Isfahan Cuma Mescidi
sında uzanan geniş bölgeyi fethetmişlerdi; ama kültürleri imparatorluğun ::r.

::ıo:
•::c::oı::•::c:: •::c ::.:::•:>::•::.:::.::•::.c

•::c::.::•::c:: •::c,;;11 :::•::.::•::c:•::•::.:


•::c:

•::..::
840
Abbasi imparatorluğunda ku­
merkezi Suriye ve Filistin'de yoğunlaşmıştı. Emevi mimarisi sınırlı coğrafi ve ",.........,,,._ -......
�..
::ııı:
-
" ' -- - -- -- -- -- ;
........._, .... ,
::.. :
rulan bütün cuma camileri gi­
kronolojik kapsamından dolayı, belirgin ve tutarlı bir üslup taşır; İran veya ' �
bi, lsfahan'daki ilk cami de
Kuzey Afrika'da bir "Emevi" mimarisini tanımlamak ve hatta tasarlamak ola­ ' � revaklarla çevrili geniş bir iç
naksızdır. Buna karşılık, Abbasilerin kendi kültürlerini geniş topraklara yay­ avlusu bulunan çok-ayaklı b i r
;j dikdörtgen yapıydı . Büveyhi­
mayı başarmaları nedeniyle, Maveraünnehir veya Mısır gibi eyaletlerde Ab­
: ( ler 1 O. yüzyılda avl unun çev­
basi mimarisinden ve sanatından söz etmek mümkündür. Abbasi kültürü . i resine çok bölmeli kolonlar­
bugünkü Tunus'a denk düşen İfrikkiye eyaletinde ve hatta Abbasilerin de­

!
K .. � �. dan oluşan yeni bir sıra d i kti;
1 086/87' d e namaz bölmesin­
virdiği Emevi hanedanından gelme emirlerin yönettiği İspanya'da da taklit
edildi.
Abbasi emperyal üslubunun eyaletlerdeki varlığını ortaya koyan ipuç­
� '
de mihrabın önüne bir kubbe
bölmesi, 1 2. yüzyıl başların­
da da avl unun çevresine dört
" ' ' '..
eyvan eklendi.
larının çok dağınık olması, tutarlı bir tablo çizmeyi güçleştirir. Böylesine
::'r.: -- ---- ---- -- ----- ---- -- ---- ---- ::tıl:

::c::•::• ::.::e::.::•::•:>:::•�X:•::• ::.::c::ıo::•::•:

�:.::: ·==· ::.::c::c: ·= :•;


uzak geçmişten günümüze ulaşan sadece birkaç yapı vardır ve bunların bir­
::c: ·= =·: >: =•= :c:: ·==· ::.::::•

çoğu moda akımların ve siyasal bağlılıkların değişmesiyle birlikte dönüştü­


rülmüş ya da yeniden düzenlenmiştir. Yüzyıllar boyunca kullanılmaya de­ 10 20m
vam eden ve saygı gören camilerin durumu, ilk sahipleri iktidardan düşünce
genelde terk edilen saraylara oranla daha iyidir. Bunu bilen yapı ustaları ca­
milerin inşasında genellikle pişmiş tuğla gibi daha dayanıklı malzemeler
kullanırken, saraylar için kerpiç ya da sıva gibi çabuk bozulabilecek malze­ lan sırasında ortaya çıkarılmıştır. Abbasi camisinin zemin ölçüleri 69x103
meler kullanma yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla, taşradaki Abbasi saray mi­ metreydi, yani büyüklüğü Abbasi imparatorluğunun öbür ucunda, Tu­
marisine dair bilgilerimiz neredeyse tamamen kıt yazılı kaynaklara ya da ar­ nus'un Kayrevan kentinde 836'da inşa edilen cuma camisiyle neredeyse
keolojik verilere dayanır. aynıydı ve Mütevekkil'in Samarra'da yaptırdığı caminin dörtte biri kadar­
Uskaf Benu Cüneyd ve Samarra'daki arkeolojik bulgulardan bilinen Ab­ dı. Isfahan'daki caminin kerpiç dış duvarları bir kapalı revakla bezenmiş­
basi tarzı çok-ayaklı cami, anlaşıldığı kadarıyla bütün imparatorluktaki en ti. İç avlu tuğla tonozlarla örtülü olduğu sanılan revakları ve çatıyı des­
yaygın cami tipiydi. Çünkü bu plan bir caminin neredeyse eldeki her türlü tekleyen tuğla payandalarla çevriliydi. Avlunun kenarlarındaki revaklar
malzemeyle farklı boyutlarda inşa edilmesine ve söz konusu kentte Müslü­ iki sahınlı, kıble duvarının karşısına düşen revaklar dört sahınlı, namaz
man nüfus arttığında, hiç güçlük çıkmadan genişletilmesine elverişliydi. bölmesi ise altı sahınlıydı. Avludan mihraba doğru uzanan ortadaki geçit
diğerlerinden biraz daha genişti ve dolayısıyla çatısı da herhalde biraz da­
ha yüksekti. Yazılı kaynaklara göre, caminin temeli Abbasi Halifesi Mu­
tasım'ın dönemine rastlayan 840/841'de atılmıştı. Görünüşe bakılırsa mih­
Isfahan Cuma Mescidi
rabın karşısında bir minarenin olmaması bu dönem açısından dikkat
Dönemin bilinen en büyük taşra camisi Isfahan'daki Abbasi camisidir; bu çekicidir; zira Samarra ve Kayrevan'daki camilerde birer minare vardır.
yapının planı şimdiki cuma camisinde 1970'lerde yürütülen kazı çalışma-

Damgan'daki Tarikhane Camisi


9. yüzyıl
Damgan'daki cami İran'da özgün görünü­
münü bir ölçüde korumuş olan tek Abbasi
camisidir. Dönemin çoğu camisi gibi, revak­
larla çevrili bir iç avlusu bulunan çok-ayaklı
bir dikdörtgen yapıdır; inşaat teknikleri ge­
lenekseldir. Payandalar Sasani döneminden
beri bilinen bir tekniğe başvurularak, dönü­
şümlü dizilişle yatay ve dikey yerleşti rilen
pişmiş tuğlalarla inşa edilmiştir. Namaz böl­
mesini örten beşik tonozlar yine Sasani dö­
neminde kullanılan bir profi le uygun olarak
eliptiktir; ama kerpiç tonozların sonradan
tadilat görmesi nedeniyle, özgün profilin na­
sıl olduğunu tam kesti rmek zordur.

MİMA Rİ 109
Isfahan'daki Abbasi camisi yapıldıktan kısa bir süre sonra yeniden için, profillerinden herhangi bir sonuç çıkarmak zordur. Dikdörtgen plan­
düzenlendi. Arkeologların saptadığına göre, avlunun çevresine bir sıra lı mihrap orta kısmın biraz solundadır; bu belki de kıble duvarında mih­
1
halinde çok bölmeli tuğla payandalar eklendi. Bu kolonlar yapıya nispe- rabın sağına düşen yekpare tuğla minbere yer açmak içindir. Anlaşıldığı
ten düşük maliyetle yeni bir görünüm vermiş olmalıdır. Yeni payandalar kadarıyla özgün planda bir minare yoktur; bununla birlikte yerel eşraftan
daire, elmas, zikzak ve başka geometrik şekiller taşıyan kabartmalı de­ bir kişi 1026'da yapının kuzey tarafına tuğla desenlerle bezeli yüksek bir
senlerin işlendiği küçük tuğlalarla bezenmişti. Bu tuğla işleme üslubu silindir kule eklemiştir. Bütün bu bilgi parçalan bir araya getirildiğinde,
Büveyhilerin (932-1062) himayesi altında inşa edilen başka yapılarla iliş­ Damgan'daki caminin kuruluşunu 9. yüzyıla oturtabiliriz.
kilendirilebilirse de, düzenlemenin tam olarak ne zaman yapıldığını be­ Bir başka Abbasi cuma camisi İran'ın Basra Körfezi kıyısındaki Bu­
lirlemek zordur. Isfahan'daki cami bize camilerin nasıl kurulduğunu ve şir'in 240 kilometre güneydoğusuna düşen Siraf'taki kazı çalışmalarında
yeniden yapılandırıldığını gösterir. ortaya çıkarılmıştır. Siraf 9-11. yüzyıllar arasında İran'ın en büyük ve en
konınaklı limanıydı; ama 12. yüzyılda deniz ticareti yollarının değişme­
siyle geriledi. Zemin ölçüleri 51 x 44 metre olan özgün caminin üç ke­
Damgan, Siraf ve Nayin'deki Abbasi camileri narda tek bir revakla, dördüncü kenarda ise üç sahınlı bir namaz bölme­
siyle çevrili bir avlusu vardı. Mihrabın karşısına düşen kare minare
İran'da 9. yüzyıldaki özgün görünümünü bir ölçüde koruyan tek bir ca­ sonradan eklenmişti. Duvarlar alçı harcın bir arada tuttuğu molozdandı
mi vardır: Kuzey kesimin başlıca doğu-batı ticaret yolu üzerinde küçük ve yüzeyleri taşla örülüydü. Yerler kumtaşı bloklarla döşeliydi. Sikkeler
bir kasaba olan Damgan'daki Tarikhane Camisi. Zemin ölçüleri 39 x 46 ve başka bulgular cami inşasının 815'ten sonra başladığına ve yaklaşık 10
metre olan bu yapının revaklarla çevrili bir iç avlusu vardır. Revaklar av­ yılda tamamlandığına işaret etmektedir. Muhtemelen artan refahın ve nü­
lunun üç kenarında bir sahınlı, namaz bölmesinin bulunduğu dördüncü fusun bir somıcu olarak, cami 850'de yeniden inşa edilerek büyütüldü.
kenarda ise üç sahınlıdır. Avludan kıble duvarına doğru uzanan ortadaki Yeni haliyle caminin örtülü alanı daha fazlaydı ve doğu köşesinin dışın­
geçit diğerlerinden biraz daha geniştir. Camide hiç yazıt olmadığı gibi, ta­ da abdest için geniş bir alan ayrılmıştı.
rihsel kaynaklarda da camiye bir değinme yoktur; bu nedenle yapının ta­ Orta İran'da büyük tuz çölünün batı kenarından dolanan kervan yo­
rihini belirlemede inşaat üslubunu esas almak gerekir. Payandalar dönü­ lu üzerindeki küçük Nayin kasabasının cuma camisi, İran'da bir Abbasi
şümlü dizilişle yatay ve dikey yerleştirilen pişmiş tuğlalarla inşa edilmiştir; camisinin nasıl bezendiğine ilişkin en iyi örneği sunar. Zemin ölçüleri
Sasani döneminden beri bilinen ve Natanz'daki 998 tarihli sekizgen köşk­ 47 x 37 metre olan bu yapı, genişliğinin (on iki sahın) derinliğinden (do­
te görüldüğü gibi 10. yüzyıla kadar kullanılmış olan bir tekniktir bu. Dam­ kuz sahın) fazla olması açısından Abbasi camileri arasında olağandışıdır.
gan'daki caminin namaz bölmesini örten eliptik beşik tonozlar kerpiçten­ İç avlu daha küçük boyutludur (5 x 4 sahın) ve üç kenarda derin galeri­
dir; ama sonraki yüzyıllarda muhtemelen birkaç kez tadilat gördükleri lerle, kıblenin karşısına düşen dördüncü kenarda ise sığ ve yüksek bir re­
vakla çevrilidir. Beşik tonozlu tavanı birçok değişik payanda destekler.
Güneydoğu köşesinde kare kaideli ve yukarıya doğru daralan sekizgen
Nayin Camisi, 1 O. yüzyıl ortaları kurduğu bu caminin tonozlu galerilerle çev­ sütun gövdeli bir minare yer alır. Plan, destek ve tonoz yapısındaki dü­
Tıpkı Damgan gibi, Orta İ ran'daki Nayin ka­ rili b i r iç avlusu, iyi korunmuş alçı sıva beze­ zensizlikler özgün caminin sadece dokuz sahın genişliğinde olabileceği­
sabası da Abbasi imparatorluğunun önemli meleri ve İran'ın günümüze ulaşmış en eski
ne işaret eder, ki böyle bir durumda özgün yapı daha tipik orantılar ve
bir ticaret merkeziydi ve bu nedenle oraya örnekleri arasında yer alan bir mi naresi var­
bir cuma camisi inşa edilmişti. Büveyhilerin d ı r. simetrik bir düzen kazanmış olur.

Nayin Camisi z : a ıı+FllAA A A


1 O. yüzyıl ortaları

•��====�����
Nayi n'deki cuma camisi Ab­
basi taşra camilerinin iyi bir ���� .� . . ��
örneğidir. Revaklarla çevri li ' ' . ' ' .
- - - · ---
'
-
;
-
. -·
'
-- - - -- ·- . -
'
--

bir iç avlusu bulunan çok­

:: :o::c::
t·::l·O:.:'.:·� .
ayaklı bir dikdörtgen yapıd ır.
En derin revakın yer aldığı
kıble tarafında daha geniş bir
geçit mihraba doğru uzanır.
.. . .
. . . .. .. . ..... ._.. ..

·::·- �
• .
..
-- - -- --· - ·.:··: · · -�:

Karşı sayfada: Minbere doğru bir bakış kaplıdır. Caminin ne zaman inşa edil diği bilin­
açısıyla iç mekan, Nayin Camisi memekle birlikte, oyma üslubu 1 O. yüzyıl
Nayin Camisi'nde mihrabın hemen önünde başlarındaki bir tarihe işaret eder ve met­
ve her iki yan ında bulunan duvarlar, payan­ ropoliten üslubun eyaletlerde nasıl benim­
dalar ve kemerler Samarra üslupları n ı n bir sendiğini gösterir.
çeşidine göre oyulmuş zengin bezemelerle

110 I RA K , İRAN VE M I S I R : A B B A S İ L E R
Plandan daha da dikkate değer olan özellik, mihrabın hemen önün­
deki ve her iki yanındaki altı çıkmanın enfes oymalı alçı sıva bezemeleri­
dir. Silindir payandalar, geometrik inci şeritlerin yapraklarla doldurulmuş
:.. :
,. _ ,
:m: : ..: = - : - = - : =-= = -= :..: = - = - : • : :.. : =-=

= -= : .: = - = - = - = =- = =-= ::.: :-= :-= = -= = - =- = - = :.. : =- = bölmeleri ayırdığı birinci Samarra üslubuna göre bezenmiştir. Kemerlerin
= -= : -.: = - : - : - : =- = =- = =-= =-= = -= : .: : - : - : - = :.. : =- = köşeliklerinde ve tabanlarında ikinci Samarra üslubunun bir varyantına
:-= : -.: = - : - = - : :. : :.: =-= =-= = -= : ..: = - : - : - =
göre yapılmış asma, gül bezek ve akantos yaprağı bezemeleri vardır; bun­
:. : =-=

= .,= = ...= = - = - = - = =- = =-: :m: :.:: : m: : ..: = - = - : • : y : ::y :

ların tepesinde yaprak biçimli Küfı yazı stilindeki nefis bir Kuran yazıtı yer
� � �"
alır. Mihrap ise oymalı alçı sıvayla güzelce bezenmiş ve birbirine oturtul­

• muş üç nişten oluşur. En içteki niş yıkıktır ve en dıştaki niş birinci Samar­
• ra üslubuna göre bezenmiştir; ama orta niş yüksek rölyef biçiminde üç bo­
� yutlu hoş bezemeler taşıyan başlığıyla en zarif olan bölümdür. Bütün bu
� � özellikler 10. yüzyıl ortalarındaki bir tarihi işaret eder.
� � Avluya bakan payandalarda bir başka bezeme üslubu açıkça görülür.
• Payandalar elmas, zikzak ve başka geometrik şekiller taşıyan kabartmalı

desenlerin işlendiği küçük tuğlalarla bezenmiştir. Bu tuğla işleme üslu­
� �
� , buna bölgenin Büveyhilerle ilişkilendirilen diğer yapılarında da rastlan­
K
• ması, Nayin'deki caminin avlu cephesinin, tıpkı Isfahan'da olduğu gibi,
---�-_-.__-..._- - - - - - - -
..._ --- --- ---- -------- - --------..-- --------- � 1'_
-- -
_
bu dönemde yeniden düzenlendiğine işaret eder.
= - : =-= :.: =-= =-= =-= : ..: : - = - : =- = =- = :.: :..: :-=. :m:. = - :

Kahire'deki Tolunoğlu Camisi büyük ölçüde korumaktadır. Samarra'dakile­


876-879 ri örnek alan sarmal m inaresi 13. yüzyıl son­
Abbasi döneminde Mısır' ı n yarı bağımsız va­ larında yeniden inşa edilmiştir. Zemin planı
lisi Ahmed bin Tolun'un yaptırdığı cami, Me­ açısından da Samarra'daki camileri andırır;
o 10 20m zopotamya başkentine özgü mimari üslubun ama kare orantılar ve kıbleye paralel revak­
eyaletler tarafı ndan nasıl benimsendiğinin en lar yabancı talimatnamelerin yerel uyarlama­
iyi örneğidir. Günümüzde de özgün biçimini larıd ı r.
Tolunoğlu Camisi'nin avlusu, Kahire hatları nın yanı sıra tabanları da Samarra üs­ Tolunoğlu Camisi'nin iç mekanı, Kahire ler arasındaki yüksek seki ("dikke"), eskiden
Daha önceleri camilerin inşasında eski yapı­ lubu nda oymalarla bezenmiştir. Arka plan­ Caminin namaz bölmesinin ahşap çatısı nı sı­ gür sesli bir adam ın cuma namazları sırasın­
lardan alınma taş kolonları kul lanan Mısırlı daki kubbeli yapı Memluk döneminde inşa ralı masif payandalar taşır. Ön plandaki pa­ da imamın tekbirlerini tekrarlaması için kul­
yapı ustaları, bu camide bir alçı sıva örtüsüy­ edilmiş bitişik medreseye aittir. yandalı düz mihrap Fatım i Veziri el-Efdal ta­ lanılırdı.
le kapl ı tuğla payandalara dayanan Mezopo­ rafından 1 1 . yüzyıl sonlarında eklenm iştir.
tamya sistemine başvurdular. Kemerlerin dış Yine sonraki bir tarihte eklenen orta kemer-

Kahire'deki Tolunoğlu Camisi Tolunoğlu Camisi (876-879) Samarra'nın camileriyle birçok yüzeysel
benzerlik taşımakla birlikte, besbelli ki bir yabancının talimatlarına göre
Çok-ayaklı camiler Abbasi diyarının başka kesimlerinde de inşa edildi.
çalışan yerel ustaların eseridir. Yapının 47 x 37 metrelik zemin ölçüleri bir
Bunların belki de en iyi örneği, Kahire'de Ahmed bin Tolun'un (835-
Abbasi camisi için pek alışılmamış kare orantılar barındırır. Bütün yapı
884) yaptırdığı ve özgün görünümünü büyük ölçüde konıımış olan ca­
toplamı 162 metreyi bulan dış duvarların üç kenardan çevrelediği bir dış
midir. Samarra'daki Abbasi sarayına Buhara'dan diyet olarak gönderilmiş
avlu ("ziyade") içindedir. Camiyi kentin kalabalığından ayırmaya hizmet
Türk kölelerden birinin oğlu olan Ahmed bin Tolun, askeri eğitimini
eden bu dış avluda bir zamanlar helalar, abdest çeşmeleri ve benzer ya­
başkentte gördü. Halifenin dikkatini çekmesi sayesinde, görevli olarak
pıların bulunduğu anlaşılmaktadır. Caminin iç kesiminde, çevresi 92 met­
Mısır'a gönderildi; 869'da Mısır ve Suriye valisi oldu. Ertesi yıl Kahire'de
reyi bulan geniş bir iç avlu yer alır; bu avluyu düz bir ahşap çatı altında­
daha önce mezarlık olarak kullanılan bir yörede Kıtay ("Parseller") adıy­
ki revakları destekleyen dikdörtgen tuğla payandalar çevreler. Revaklar
la yeni bir yerleşim birimi kurdu. Buraya Nil'den su getirtmek üzere bir
kıble kenarında beş sahınlı, diğer üç kenarda ise iki sahınlıdır. Dış avluda
sukemeri, ayrıca bir saray, bir at meydanı, bir cami, devlet daireleri ve
mihrabın karşısında 13. yüzyıl sonlarından kalma bir kireçtaşı minare yük­
askeri kışlalar inşa ettirdi. Bunların hepsinde muhtemelen Samarra'daki
selir. Her ne kadar Samarra tipi sarmal kuleyle bazı benzerlikler gösterse
tecrübelerini esas aldı.
de, şimdiki minarenin belki de Samarra örneğine daha yakın olan aynı tip­
teki özgün minarenin yerini aldığı sanılmaktadır. Avlunun ortasında bulu-

MİMARİ 113
nan şimdiki şadırvan da 13. yüzyıl sonlarından kalmadır ve geçmişte ezan Belh'teki dokuz kubbeli cami di. Şimdi Afgan istan içinde kalan Belh'teki bu
okumak için de kullanılan iki katlı özgün yapının yerini almıştır. 9. yüzyıl sonları yıkık örnekte, artık çökmüş olan tuğla kub­
Abbasi döneminde İspanya' dan Orta Asya'ya beleri bir zamanlar oymalı alçı sıvayla kaplı
Cami kırmızı tuğlayla inşa edilmiş ve yüzeyler beyaz alçı sıvayla kap­
kadar uzanan topraklarda dört destekli ve kalın tuğla payandalar desteklerdi.
lanmıştır. Avlu çevresindeki revaklar boyunca uzanan ve kemer tabanla­ dokuz kubbeli küçük kare camiler inşa edil-
rını kaplayan oymalı sıva şeritler ve frizler sade duvarlara canlılık katar.
Bunlar birinci ve ikinci Samarra üsluplarında birçok değişik motifle işlen­
miştir. Ahşap üst eşikler ve kapıda üçüncü Samarra üslubunda oymalar ri bu göndermeyi anlamamışlardı. Bu bakımdan, mimari biçim ile siyasal
yer alır; iç mekanı ise Kuran'ın bütün metnini içerdiği söylenen ve Kufi mesaj arasındaki ilişki ilk bakışta göründüğünden daha karmaşıktır.
yazı stiliyle kazınmış olan Kuran yazıtlarının yer aldığı dar ahşap frizler
süsler. Yeni bezeme üslubunun bu dönemde bütün Mısır'da bir emsal
Küçük camiler ve türbeler
oluşturduğu anlaşılmaktadır; çünkü Natrun Vadisi'ndeki Deyrü'l-Süryani
(914) adlı Hıristiyan manastırının oymalı ahşap ve sıva bezemelerinde Büyük rağbet görmesine karşın, çok-ayaklı cami söz konusu dönemde in­
benzer bir işçiliğe rastlanır. şa edilen tek cami tipi değildi. Örneğin, İran'daki Neyriz Camisi'nin na­
Tolunoğlu Camisi günümüzde çoğu kez Samarra'daki emperyal Ab­ maz bölmesi bir ucu açık olan tek bir beşik tonozdan, yani eyvan olarak
basi üslubunun bir Mısır taklidi olarak görülür. Cami ve yanındaki mina­ bilinen bir mekan türünden oluşur. İran mimarisinde eyvanların kullanıl­
re genelde bugünün uzmanlarınca merkezi otoritenin ayrı, yabancı biçim­ ması yüzyıllara varan bir geçmişe dayanır; ama bu örnekten önce eyvanın
ler aracılığıyla eyaletlere dayatılmış gücünün mimari ifadesi olarak kullanıldığı bilinen hiçbir cami yoktur. Neyriz Camisi'nin erken döneme
yorumlanır. ait bir yapı olduğu mihraptaki bir yazıttan anlaşılır; burada caminin
Ne var ki, elimizde camiyi tarif eden ve hiçbiri bu varsayımı destek­ 973/974'te inşa edildiği, 1067 /68'de ve ardından 1164/65'te onarımdan
lemeyen birkaç ortaçağ Mısır kaynağı bulunduğu için talihli sayılırız. Ör­ geçtiği belirtilir. Bazı uzmanlar eldeki ipuçlarının o kadar açık olmaması­
neğin, hem Samarra'da hem de Mısır'da yaşamış olan coğrafyacı el-Yaku­ na karşın, İran'da İslam'ın ilk döneminde küçük ve kubbeli küp yapıların
bi (ö. 897), caminin biçiminin aslında Ahmed bin Tolun'un gördüğü bir da cami işlevini gördüğü kanısındadır. Örneğin, Yezd-i Heşt ve Kurva'da­
rüyadan kaynaklandığını aktarır. ki tarihi bilinmeyen kubbeli camiler sonradan camiye dönüştürülmüş es­
Tarihçi el-Kuday (ö. 1062) alışılmamış tipteki tuğla kullanımını yangı­ ki yapılar olabilir.
na ya da sele karşı bir tedbir olarak açıklarken, bürokrat el-Kalkaşendi (y. Bütün cemaatin ibadetine yönelik cuma camilerinin yanı sıra, daha
1412) daha önce Hıristiyan şapel ve kiliselerinde kullanıldıkları için kir­ küçük kesimler için inşa edilmiş küçük camiler de vardı. Örneğin, Siraf'ta­
lenmiş sayılan kolonları bertaraf etmek amacıyla payandaların kullanıldı­ ki kazı alanının konut kesimlerinde, zeminleri 30-100 metrekare arasın­
ğını belirtir. da değişen en az 10 küçük cami saptanmıştır. Bunların çoğu bir avludan
Dolayısıyla, bin Tolun'un yaptırdığı caminin çağdaşlarınca bir Samar­ girilen ve çatıyı destekleyici bir revakla ikiye ayrılan basit dikdörtgen ya­
ra taklidi olarak görülmesini sağlama gibi bir niyet taşıdığı doğruysa, bun­ pılardır. Üç tanesinde de Emevi döneminden bilinen ilk tipe uygun bir
da başarısızlığa uğradığı sonucuna varılabilir; çünkü dönemin gözlemcile- merdivenli minare yer alır.

114 I R A K , İRAN VE M I S I R : A B B A S İ L E R
Aşağıda: Saçaklık silmesinin tuğla geçişi örtmeye yarar. Her kemerdeki ve ikili
bezemesinden detay kolondaki bi raz farklı bezeme tasarımının in­
Buhara'daki Samani Türbesi ce varyasyonları, türbeyi yapanların tuğla ör­
Samani Türbesi zarif, krem renkli tuğlayla in­ me tekniğindeki ustalığını ve alacalı yüzeyde
şa edilip bezenmiştir. Saçaklığın dış silmesi iş­ yaratı lan ışık ve gölge efektlerindeki zevkini
levini gören kapalı revak aynı zamanda kare ortaya koyar.
biçimli tabandan yarım küre biçimli kubbeye

Yukarıda: Buhara'daki Samani Türbesi rı için inşa edilen bu türbenin ilham kaynağı,
1 O. yüzyıl başları muhtemelen Abbasi halife lerinin Bağdat'ta
Samani Türbesi köşelerde dört küçük küm­ bulunan (ve çoktan yıkılmış olan) türbeleriy­
betin yer aldığı bir kubbeyle taçlanmış olan ve di. Her ne kadar bölgede kendi türünün gü­
bir mücevheri andıran nefis bir küp yapıdır. nümüze ulaşmış tek örneği olsa da, türbenin
Bir zamanlar büyük bir mezarlığın ortasında kuruluşundaki ve bezemelerindeki zarafet ilk
yer alan yapı şimdi görkemli bir yalnızlık için­ olamayacağını gösterir.
de durur. Abbasiler adına Maveraünnehir'i
yöneten İran asıllı Samani ailesinin mensupla-

Solda: Buhara'daki Samani Türbesi'nin kısmının hiç yük taşımaması, yapı ustalarının
iç kısmındaki köşe kemeri pencereler açarak ve incelikli tuğla desenle­
Türbenin içi de dış kısmı gibi tuğla desenle­ ri kullanarak yaratıcılıklarını sergi lemelerine
riyle ustaca bezenmiştir. Kare d uvarlar i l e olanak vermiştir. Köşe kemerini daha küçük
kubbenin yuvarlak tabanı arasındaki geçiş kısımlara ayırma yönündeki bu eğilimin za­
kuşağına özel önem verildiği görülür. Yapı manla ortaya çıkardığı yapı unsuru mukar­
ustaları burada tipik İ ran çözümü olarak bir nastır.
köşe kemeri kullanmıştır. Köşe kemerinin iç

Arkeolojik bulgulara göre, en yaygın küçük cami tipi dokuz kubbeyi Aynı dönemde eyaletlerde inşa edilen diğer yapılar, yazılı kaynaklar­
destekleyen dört iç kolonun ya da payandanın bulunduğu bir kare ya­ dan ve anıtsal kalıntılardan varlıklarını bildiğimiz türbelerdir. Metinler, Ali
pıydı. Bu tipe İspanya'dan (Toledo [Tuleytule], Babü'l- Merdum Camisi, ailesi mensuplarının Necef, Kerbela, Kum, Meşhed ve başka yerlerdeki
999/1000) Orta Asya'ya (Hazara, tarihsiz) kadar rastlanması, tıpkı daha mezarlarının ziyaret edildiğini belirtir. Yüzyıllar içinde birçok kez resto­
büyük eşi olan çok-ayaklı cami gibi, merkezdeki bir kaynaktan yayıldığı re edilen ve genişletilen bu yapıların kutsallığı, arkeolojik araştırmalara
izlenimini verir. Dokuz kubbeli caminin en iyi incelenmiş örneklerinden engel oluşturmaktadır. Aynı şekilde mezarları ziyaret edilen başka tarih­
biri, Afganistan'ın kuzey kesiminde yer alan, antik çağda Bactria'nın baş­ sel kişilikler de vardır. Abbasi yöneticilerinin kendi ataları Kudam bin Ab­
kenti ve Abbasi döneminde Horasan bölgesinin önemli bir kenti olan bas'a karşı aynı tutumu teşvik ettikleri anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed'in
Belh'tedir. Yaklaşık kare planlı bu yapının her kenarı aşağı yukarı 20 met­ amca oğlu ve sahabelerinden biri olan Kudam, 676'da Maveraünnehir'i
redir. Duvarlar ve payandalar pişmiş tuğladandır; ama geçmişte ayakta istila eden hilafet ordusunda yer almış ve Semerkand'da ölmüştü. Bu ölü­
tuttukları dokuz kubbenin hepsi de çökmüştür. Yapının ihtişamı bezeme­ mün bir çarpışmada mı, yoksa doğal sebepler yüzünden mi olduğu açık
lerinden gelir; payandalar ve kemerler derin oymalı alçı sıvayla enfes bi­ değildir. Kudam'ın mezarının bulunduğu yer daha sonraları kutsal bir zi­
çimde bezenmiştir. Birkaç yeni unsurla birlikte birinci ve ikinci Samarra yaretgaha dönüştü. Günümüze ulaşan ziyaretgahın büyük bölümü 14. ve
üsluplarını kaynaştıran bu oyma üslubu, yapının 9. yüzyıl sonuna doğru 1 5 . yüzyıllardan, Timurlu elit tabakasının birçok mensubunun, özellikle
inşa edildiğini gösterir. hatunlarının buraya gömüldüğü dönemden kalmadır; ama desenli tuğla

MİMARİ 1 15
işçiliği ve oymalı ahşap parçaları 10. ya da 11. yüzyılda inşa edildiğini li bu küçük yapının eğimli duvarları, köşelerde küçük kubbelerin bulun
gösterir. 11. yüzyıla ait silindir tuğla minarenin kalıntıları türbenin yanın­ duğu bir ana kubbeyi destekler. Yalın biçime rağmen, iç ve dış kısımla
da bir caminin de bulunduğuna işaret eder. krem renkli tuğlalarla işlenen desenler kullanılarak özenle bezenmiştiı
Yerel hükümdarlar için de türbeler yapılırdı. Bunun günümüze ula­ Kuruluştaki ve bezemelerdeki nitelik ve uyum, bu yapının kendi türün
şan ilk eksiksiz örneği Buhara'daki Samani Türbesi'dir. Eski bir İran soy­ de inşa edilmiş ilk örnek olamayacağını gösterir. Belki de Irak'taki Abba
lu ailesinden gelen Samaniler (819-1005) Maveraünnehir'de Abbasi vali­ si türbelerinden ilham alan bu gelenek ancak 10. yüzyılda güçlendi. Öı
leri olarak hizmet vermişlerdi. Ailenin en başarılı ferdi İsmail bin Ahmed neğin, Büveyhi emirleri, başkentlerinden biri olan ve şimdiki Tahran'ı
(892-907) halifenin üstünlüğünü her zaman tanımakla birlikte, Bağdat ve güneyine düşen Rey'de kendi hanedan türbelerini yaptırdılar. Coğrafy2
Hindistan arasındaki toprakların büyük bölümünü denetim altına aldı. cı el-Mukaddesi 985 tarihli bir kitabında, emirlerin kendi mezarları üzer
Halk geleneğinde İsmail'e yakıştırılmasına karşın, Buhara'daki türbenin ne yüksek ve sağlam türbeler, daha düşük mertebedeki hükümdarları
aslında onun ölümünden sonra bir aile türbesi olarak yaptırılmış olması ise daha küçük türbeler inşa ettirdiklerini belirtir.
daha yüksek bir olasılıktır. Pişmiş tuğlayla inşa edilip bezenen küp biçim- Küçük hükümdarlar bile gösterişli türbelerle ölümsüzlüğe kavuşm
peşindeydi. Kuzey İran'da 11. yüzyıldan günümüze ulaşmış çarpıcı b
türbe kuleleri grubu vardır. Bunların bazıları dağlar, bazıları ise ovalard�
dır; bazıları kubbeli küp yapılar, bazıları ise konik ya da kubbeli çatıla
olan silindir yapılardır. Bu iddialı yapı türünün en olağanüstü örneği, y<
rel Ziyari hanedanının hükümdarı Kabus bin Vaşmgir'in (978-1012) in§
ettirdiği bir tuğla kule olan Kümbet-i Kabus'tur. Yüksekliği 52 metreyi bt
lur ve yapa.y bir tepenin getirdiği ilave, 10 metre daha da uzun görünm<
sini sağlar. Göğe doğru uzanan dikeyliğiyle, konik takkeli ve kenarları ç
kıntılı bir silindirden oluşan yalın biçimiyle çevresindeki ovaya hakimdi
Bezemesiz dış cephe sadece iki yerde tıpatıp aynı yazıtlarla kesintiye uj
rar; kuleyi çepeçevre saran yazıtlarda türbeyi inşa emrini bizzat Kabus'u
1006/0Tde verdiği belirtilir. Kabus'un ölümsüzlüğe kavuşması kısme
başarıya ulaşmış sayılır; çünkü bu sıradan hükümdar böylece mimarlı
tarihinde bir yer edinmiş bulunuyor.
Mısır'da da türbeler inşa edildi. Coğrafyacı el-Mukaddesi, Mısır m<
zarlıklarındaki güzel türbelerin dengine ancak Deylem krallarının Rey'd<

Yukarıda: Bağdat'taki Mustansıriye


Medresesi'nin avlusu, kuruluş tarihi
1 23 3
Abbasi başkentinde Hal ife M ustansır'ın yap­
tırdığı M ustansıriye Medresesi, dört ana
mezhebe yer vermek üzere özel olarak ku­
rulmuş ilk ilah iyat okuluydu. Zemin ölçüle­
ri 1 06 x 48 metre olan bu devasa yapının üç
kenarda, salonların ve daha küçük odaların
birbirine bağladığı eyvanlarla çevrili geniş
bir iç avlusu vardır. Boyutları n büyüklüğü,
yüzyı llarca süren yabancı egemenliğinin ve
dinsel bölünmenin ardından 1 3 . yüzyıl baş­
larında kudretli bir halifenin yönetimi altın­
da dirilen Sünni İslam'ın gücünü yansıtır. Ne
var ki, bu kısa süreli canlanma çok geçme­
den Moğol istilalarıyla son buldu.

Sağda: Bağdat'taki Bişiriye


Medresesi'nin mukarnas tonozu
1 255
Eskiden bir Abbasi sarayı olduğu sanılan bu
yapı muhtemelen Mustansır döneminin so­
nunda kurulmuş bir med reseydi. Mukarnas
tonozlarla örtülü b i r revaklı giriş iç avluya
bakar. Mukarnas unsurlar arabesk bezeme­
li pişmiş toprak panolardan oluşur. Bu yapı
ve aynı döneme ait Mustansıriye Medrese­
si, Moğol yıkımından önce Abbasi mimarisi­
nin ihtişamına olağanüstü zenginlik katan
son evrenin az sayıdaki kalıntıları arasında
yer alır.

116 I R A K , İRAN VE M I S I R : A B B A S İ L E R

.,, :
Solda: Bağdat'taki Sitti Zübeyde Irak gibi sıcak ve kurak bölgelerde yaygındı;
Türbesi, 1 1 79- 1 225 ama İran ya da Su riye gibi başka yerlerde
Abbasi Halifesi Nasır'ın bu sekizgen türbeyi benzer kubbeler yağmur ve kardan genellik­
annesinin mezarı üzerinde inşa ettirdiği söy­ le konik çatılarla korunurdu.
lenir. Yapının ihtişamı gittikçe küçülen bin­
dirmeli niş katmanlarından oluşmuş mukar­
nas kubbesinden gelir. Bu kubbe türü Güney

Yukarıda: Bağdat'taki Sitti


ki türbelerinde rastlandığını belirtir. Mısır'ın 969'da Fatımi yönetimine gi­
Zübeyde Türbesi'nin mukarnas
rişinden önceki dönemden günümüze ulaşan tarihli mezar yazıtlarının sa­ kubbesi
yısı binleri bulur. Bunların çoğu eskiden Assuan ve Kahire'deki büyük Türbenin iç kısmı mukarnas tonozla
örtülüdür; bindirmeli niş katmanları
Müslüman mezarlıklarında yer alırdı. Fakat 19. yüzyılın sonuna doğru
sanki yerçekimi yasalarına meydan
müzelerde korunmak üzere sökülerek özgün bağlamlarından koparıldı; okuyormuşçasına bir kubbe oluşturur.
o sırada uzmanlar esas olarak üzerlerindeki Arapça yazı tarzlarının evri­ Bu düzen çoğu kez peteklere ya da sar­
mini incelemeye ilgi duymaktaydı. kıtlara benzetilir. İslam mimarisinin en
özgün unsuru olan mukarnas, İspan­
Bununla birlikte, başlangıçta yapılarla bağlantılı olduğu belirlenen
ya'dan Orta Asya'ya kadar kullanılırdı.
birçok yazıt vardır. Birkaç düzinesi tam ya da kısmen günümüze ulaşan
türbeler, tek kubbeli bir oda ya da sayvan şeklindeki basit yapılardan, do­
kuz salımlı cami tipine yakın olan daha gösterişli, çok bölmeli abidelere
kadar uzanır. Artık üzerlerinde bir yazıt bulunmadığı için, bunların yapım Solda: G ürgiin'daki Kümbet-i
tarihini ancak üslup ve tarihsel özellikler temelinde belirlemek mümkün­ Kabus, 1 006/07
Göğe çıkmaya hazır bir füze gibi yük­
dür. Örneğin, Kahire'nin dışında dokuz salımlı bir meşhet olan Şerif Ta­
selen bu tuğla kule, Hazar Denizi çev­
bataba'nın makul bir yaklaşımla 10. yüzyıl ortalarından kaldığı söylene­ resindeki bölgeyi yöneten yerel Ziyari
bilir; çünkü sonraki kaynaklarda Peygamber'in 943'te ölen bir torununun hanedanının hükümdarı Kabus bin
Vaşmgir tarafı ndan kendi mezar yerini
türbesi olduğu belirtilir. Benzer biçimde, Assuan mezarlığındaki en basit
göstermek amacıyla inşa edilmişti.
türbelerden bazılarının 10. yüzyıla ait olduğu, kubbeyi desteklemek için Tam 5 2 metreyi bulan boyuyla, Kuzey
kullanılan köşe kemeri tipine dayanarak saptanmıştır. Bu yapılar 10. yüz­ İ ran' da 1 1 . yüzyılda inşa edilmiş bir di­
yıla doğru türbe inşasının bir saltanat imtiyazı olmaktan çıktığını ve top­ zi türbe kulenin en yüksek ve en hari­
kulade olanıdır; Saman i ler gibi diğer
lumun daha geniş bir kesimine yayıldığını gösterir.
hanedanların türbe olarak kullandığı
daha küçük kubbeli küp yapılarla çarpı­
cı bir tezat sergi ler. Bezeme açısından
da keskin bir karşıtlık söz konusudur;
çünkü Kabus'un türbesi sadece adının
ve yapım tarihinin yer aldığı iki yal ı n ya­
zı şeridiyle bezenmiştir.

MİMARİ 1 17
Dokuma sanatı
B ezeme S anatları
En önemli alan dokuma sanatıydı. Dokumacılık için gerekli boya, elyaf,
Sheila Blair, jonathan B/oom sabitleştirici madde ve diğer malların üretimi ile mamul kumaşların taşın­
ması, ortaçağın, bugünkü demir ve çelik sanayileriyle karşılaştırılabilecek
ağır sanayisiydi. Ortaçağ İslam toplumunda dokumaların önemi, Arapça
Dünyanın o zamana kadar gördüğü en büyük imparatorluğun hükümdar­ ve Farsça'dan Avrupa dillerine geçmiş olan dokumayla ilgili kelimelerin
ları olarak, Abbasiler zengin bir bezeme sanatları manzumesine hamilik sayısından açıkça anlaşılır. Bazı terimler özgül bir kumaşın dokunduğu
ettiler. Bu nesnelerin çoğu coşkulu renk kullanımıyla dikkati çeker. Nite­ sanılan yerin adından türetilmiştir. Damasko Suriye'nin başkenti Şam'dan
liği itibariyle ucuz olan kil ve kum gibi malzemeler şekil verilerek zarif (Arapça Dımaşk), muslin Yukarı Fırat kıyısında bir kent olan Musul'dan,
eşyalara dönüştürüldü ve bunlar baştan aşağı bezeme ve desenlerle do­ organdi ise Orta Asya'daki Ürgenç'ten gelir. Bazı terimler ise Arapça ya
natılarak daha da çekici kılındı. Eserlerin birçoğunda velinimetin adını da Farsça kelimelerin biraz değiştirilmiş biçimleridir. Örneğin, moherin
bildiren ya da onun için Allah'tan iyi dileklerde bulunan yazıtlar da var­ kökeni "seçme" anlamındaki Arapça muhayyir sıfatı, taftanın kökeni
dı. Her ne kadar müzeler ve koleksiyoncular en güzel ve en iyi korunan "eğirme" anlamındaki Farsça taftan fiilidir.
örneklerden bazılarını toplamışlarsa da, yazılı tasvirler ve arkeolojik ka­ Farklı bölgeler farklı elyaf ve kumaşlar üretirdi. Örneğin, keten Nil
zılar daha birçok türde eserler verildiği sonucunu gösteriyor. Deltası'nın gözde kumaşıyken, Mezopotamya, İran, Yemen ve Hindis-

Solda: Çıkrık başındaki kadın Yukarıda: Dioskorides ve bir öğrenci


Hariri'nin Makamat'ı n ı n bir yazmasına ait Dioskorides'in De materia medica kitabının
sayfa, Yahya el-Vasıti, 1 237, Paris, Ulusal bir tercümesinden çizim, 1 229, İstan bul,
Kütüphane Topkapı Kütüphanesi
Sağda kitabın kahramanı Ebu Zeyd ve arka­ Yunanlı hekim Dioskorides en etkili i laçlar­
daşı el-Haris'in, ortada ise çıkrık başındaki dan biri sayılan adamotunu b i r öğrencisine
bir kadının görüldüğü bu resim, önemli bir gösteriyor.
sanat olan dokumacıl ığa ilişkin olarak o dö­
nemden kalan çok az tasvirden biridir.

1 18 I RA K , İRAN VE M I S I R : A B B A S İ L E R
Bir tiraz dokuma parçası, ipek ve
boyanmamış pamuk, 932, İran ya da I rak,
Washington, Dokuma Müzesi
Abbasi dönemindeki en muteber dokuma­
lar, Abbasi halifesinin adıyla bezenmiş olan
ve onun tarafından dağıtılan kumaşlardı.
Bunlar Farsça'daki "nakşetme" kelimesin­
den türetilmiş bir terimle "tiraz" olarak bi­
linir. Bu tiraz parçasında Allah'a bir dua ve
yapım tarihi yazılıdır; hicri takvime göre 320
olan yıl 93 2'ye denk düşer. Yazın ı n orta kıs­
mı eksiktir, ama herhalde dönemin halifesi
Muktedir'in adı olmal ı d ı r. Metin ipek çözgü
ve pamuk atkı kullanı larak dokunmuş bir
kumaş türü olan sarı mulham üstüne koyu
mavi ipekle nakşedilmiştir. Hem kumaşın
türü hem de bezemenin tekniği ve üslubu
,. ·--
. . -r::- ,,:::--
' _.,. /-
/'
.. Doğu'daki İslam topraklarında, Irak veya
İ ran' da yapıldığına işaret eder. Böyle bir ku­
' . maş değerli sayıldığından saklan ı rd ı ve M ı ­
sır'da muhtemelen bir kefen olarak kullanı­
lırdı.

tan'da pamuk dokunurdu. En pahalı elyaf ipekti. İpek üretimine ilişkin tan'dan gelme 500 halı ve 1 .000 minder, 1 .000 kırlent ve 1 .000 yastık var­
bilgi, Çin'den İran ve Suriye'ye daha İslam öncesi dönemde taşınmıştı; dı. Halife geleneksel olarak geniş maiyetine mevsimlik giysiler verirdi ve
Abbasi yönetimi altında ipek üretimi çarpıcı boyutlarda arttı. Aynı dö­ sarayın diğer mensupları da büyük miktarda dokuma istif ederdi.
nemde bükülmemiş ham ipek tellerinin daha ağır pamuk lifleriyle birlik­ Halife adları işlenmiş kumaşlar "tiraz" olarak bilinir; bu terim "nakşet­
te kullanıldığı, Irak ve İran'a özgü ince mulham gibi zarif kumaşlar da me" anlamındaki Farsça tirazidan kelimesinden gelir. Aslında dokumacı­
üretildi. Merkezi Abbasi yönetimi, dokumacılık tekniklerinin de geniş lar daha Abbasi döneminden önce, kumaş dokurken uzun ve karmaşık
çapta yayılmasını sağladı. İpek üretimi Akdeniz üzerinden İspanya'ya ula­ metinleri bile işleme yöntemini öğrenmişlerdi. Tiraz kumaşlar imparator­
şarak batıya doğru yayıldı. Benzer biçimde, Irak ve İran'a özgü Z bükü­ luğun her yanında kurulmuş devlet atölyelerinde üretilirdi. Tiraz kurumu
mü 9. yüzyıl ortalarında Mısır'a götürüldü ve bir yüzyıl sonra bu teknik Emevi döneminde de mevcuttu, ama en parlak günlerine Abbasiler yö­
geleneksel S bükümünün yerini aldı. netimi altında, devlet atölyelerinin Kuzey Afrika, Mısır, Yemen, Suriye,
Abbasi toplumunda dokumaların çeşitli işlevleri vardı. Başka yerler­
de olduğu gibi, dokumalar esas olarak giysilerde kullanılırdı ve kıyafet
sosyal statünün önemli bir göstergesiydi. Halifeler ve üst sınıf mensupla­
rının çoğu bütün vücudu saran uzun ve bol cüppeler giyerdi. Böyle bir
cüppe çoğu kez kaftan olarak anılır; oysa kaftan uzunluk, kesim, yen tü­
rü, klapa ve diğer ayrıntılara göre cüppeler için kullanılan birçok farklı
terimden sadece biridir. "Arap tacı" diye nam salan sarığı neredeyse bü­
tün erkekler giyerdi. Kadıların ve diğer Abbasi yetkililerinin taktığı yük­
sek başlık kalansuve denen özel bir kavuktu . Halife Mansur döneminde,
kavuğun iyice uzayarak bir şarap testisi görüntüsüne büründüğü söyle­
nir. Hariri'nin Makamat kitabının 1 3 . yüzyıl nüshalarındaki resimlerde de
koni biçimli kavuk giyen figürler görülür. Bu giysiler genelde birçok de­
ğişik yöntemle vücuda ve başa sarılan çeşitli çullarla ve şallarla örtülür­
dü. Kısacası, Abbasiler geceleyin sıcaklığın düştüğü sıcak ve kurak çöl ik­
limine özellikle uygun düşen çok katlı giyimi tercih ederdi.
Dokuma Abbasi toplumunda döşemelik eşya işlevini de görürdü. O
dönemde masa ve iskemle gibi ahşap mobilyanın esasen bilinmediği Or­
tadoğu'nun büyük bir bölümünde, dokumalar yer örtüsü , perde, torba,
yastık ve sofra bezi olarak kullanılırdı. Halife Harun Reşid'in ölürken bı­
raktığı tereke, dokumaların Abbasi yaşam tarzına nasıl sindiğini açıkça
gösterir. Bir döküme göre, yarısı samur ya da başka kürkle kaplı 8.000
abasının, 10.000 gömlek ve mintanının, 10.000 kaftanının, 2 . 000 şalvarı­
nın, 4.000 sarığının, 1.000 başlıklı pelerininin, 1.000 örtü şalının ve 5 . 000
Samarra'da bulunmuş çini, 9. yüzyı lın ayrılmasına ve tekrar bir araya getirilip çini
mendilinin bulunduğunu aktarır. Terekesinde bu giysilerin yanı sıra 1 .000
i l k yarısı, cam, azami genişlik 22 cm, Berlin, ya da kaba dönüştürülmesine dayanan antik
Ermeni halısı, 4.000 perdelik kumaş, 5.000 minder, 5.000 yastık, 1 . 500 İslam Sanatı Müzesi binçiçek (millefıori) tekniği kullanı larak yapıl­
ipek halı, 100 ipek sofra bezi, 1 . 000 ipek minder, Maysan'dan gelme 300 Bu parlak renkli siyah, mavi, yeşil, sarı, kırmı­ mıştı. Samarra'daki Darü'l-Hilafet Sarayı'nda
zı ve beyaz cam çini, renkli cam çubuk de­ yürütülen kazılarda duvar bezemelerinin
halı, Darabcirid'den gelme 1 .000 halı, 1.000 brokar minder, 1 .000 çizgi
metlerinin bir desene göre bir araya getiril­ parçası olduğu sanılan lacivert taşı ve sedef
desenli ipek minder, 1.000 saf ipek perde, 300 brokar perde, Taberis- mesine, ısıyla kaynaştırılmasına, dilim lere unsurlarla birlikte bulundu.

B E ZEME SANATLARI 1 19
Irak, İran ve Maveraünnehir boyunca yayıldığı 9. ve 10. yüzyıllarda ulaş­ leşik kumaşın kırmızı çözgüden ve mor, sarı, fildişi, gök mavisi, açık kah­
tı. verengi, bakır ve altın kahverengisi olmak .üzere yedi renkli atkıdan olu­
Söz konusu giysilerin pek azı günümüze sağlam ulaşmıştır. Çoğu aşı­ şan bir örgüsü vardır. Kenar boyunca katar halinde iki hörgüçlü develer­
nıp paçavraya dönüşmüş, keten ve pamuk çaputlar kağıda dönüştürül­ den, köşede bir horoz, dikdörtgen alanda ise yüz yüze bakan ve ayakları
müştür. Tılsımlı özellikleri olduğu sanılan yazılı kısmı saklamak üzere do­ arasında ejderhalar bulunan iki fil yer alır. Fillerin ayaklarının dibindeki
kumanın parçalara ayrıldığı bazı durumlar vardır. Bu şekilde günümüze baş aşağı yazı, Ebu Mansur Bahtekin adlı komutana şan, refah ve uzun
kalan yazılı parçalar birkaç bini bulur. Bu değerli dokumalar genelde ke­ ömür vermesi için Allah'a niyazda bulunur. Dokumada tarih ya da üre­
fen olarak kullanıldığından, çoğunlukla Fustat (Eski Kahire) veya Orta As­ tim yeri belirtilmemesine karşın, yazıda söz edilen kişi, kaynaklara göre
ya'daki kabirlerde bulunmuştur. Mevcut tirazların çoğu ketendir; diğer İran'ın kuzeydoğu kesimindeki Horasan eyaletinde görevli bir Türk ko­
hafif kumaşlar da muhtemelen aba, yazlık giysi, iç çamaşır, sarık, şal, ku­ mutandır. Bu komutan 961'de Samani hükümdarının emriyle idam edil­
şak, peşkir, hediyelik havlu, perde ve diğer döşemelik kumaş parçaları­ diğine göre, kumaş bu tarihten önce dokunmuş olmalıdır. Tasarımın çe­
dır. Ne var ki, bunlar geniş malzeme yelpazesine ilişkin çok az ipucu ve­ şitli unsurları, dokumanın İran ya da Orta Asya kökenli olduğunu
rir; saray giyim kuşamını ve mefruşatını tasvir eden birçok edebi metin doğrular. Örneğin, horozlar ve develerin üstündeki örtü desenleri İslam
esas olarak ipekli kumaşlardan söz eder ve 13. yüzyıl yazmalarında, bro­ öncesi Sasani sanatında yaygın biçimde kullanılmış motiflerdir; ejderha­
kar ve hareli ipek gibi süslü ve pahalı kumaşlardan, çizgili, desenli ve pa­ lar bir Çin motifidir; iki hörgüçlü develer ise Orta Asya'ya özgüdür. Bu
zıbentli cüppeler giymiş hükümdarlar ve saray mensupları görülür. kumaşın hangi amaçla kullanıldığı konusunda ancak tahmin yürütebili­
Tipik bir tiraz parçasında halifeye afiyet ve bereket dileyen tek satır­ riz. Böyle parçalar kesinlikle birden fazla sayıda dokunurdu; çünkü do­
lık bir Arapça metin yer alır. Bazen metinde kumaşı yaptıran vezirin adı, kuma tezgahının ayarlanması zaman alan bir süreçti. Bölgeyi dolaşan dö­
üretim yeri ve tarihi de yer alır. Gerek yazı stilinden, gerekse metinden nemin İran gezginlerinden Nasır-ı Hüsrev, Kahire'de Fatımi halifesinin
zamanla bir evrim yaşandığı anlaşılır. 9. yüzyıldan kalma tirazlar köşeli maiyetini, hükümdar adının yazılı olduğu görkemli eyer örtüleriyle ku­
Kufi harflerden oluşan daha kısa metinler taşırken, 10. yüzyıldan kalma şanmış atlar üstünde sıralanmış olarak gördüğünü belirtir. Bu kumaş da
tirazlarda özenle bezenmiş harfler, tam unvanları içeren daha uzun me­ benzer biçimde kullanılmış olabilir; böyle bir durumda filler etraftaki ki­
tinler ve atölye nezaretçisinin adı gibi başka bilgiler yer alır. Bu yazılı ku­ şilerce dik halde görülürken, yazı da at üstündeki Samani süvarisince
maşlar Abbasi itibarının alameti olarak kullanılırdı. Fatımiler 969'da Mı­ okunabilir.
sır'ı fethedince, orada üretilen tirazlara artık kendi adlarını yazdırdılar.
Binlerce tiraz parçasının yanı sıra, Avrupa kilise hazinelerinde koru­
Seramik
nan birkaç ipekli kumaş parçası da vardır. Tüccarların ve Haçlı askerle­
rinin dönüşte getirerek manastırlara ve kiliselere sattığı ya da verdiği bu Abbasi döneminde insanlar zarif ve parlak renkli sofra takımları da kulla­
zengin bezemeli ve şık kumaşlar azizlerin kemiklerini sarmak için kulla­ nırdı. Birçok kazı alanında ortaya çıkan Çin işi kap kacak ve porselen par­
nılmıştır. En ünlü örnek Kuzey Fransa'da Caen yakınındaki Saint Josse­ çaları, bu ithal ürünlere Abbasi imparatorluğunun her tarafında rastlandı­
sur-Mer Mariastırı'nda bulunan Aziz ]osse Kefeni'dir. Bu verev yüzeyli bi- ğını belirten yazılı kaynakları doğrular. Yüksek sıcaklıkta pişirilmiş özel

Aziz Josse Kefeni, lran ya da Orta


Asya, 96 1 'den önce, iki ipekli kumaş
parçası, 52 x 94 ve 24 x 62 cm, Paris,
Louvre
İ pekli kumaşlar İslam diyarında üretilen en
pahalı ve en değerli dokumalardı. Bu ku­
maşta 96 1 'de ölen bir Orta Asya Türk ko­
mutanının adı yazılmıştır. M u htemelen süs­
lü eyer örtüleri olarak kullanılan böyle
ipekli kumaşlara Avrupal ılar da büyük rağ­
bet gösterirdi. Haçlıların Avrupa'ya getirdi­
ği sanılan bu örnek, Kuzey Fransa'da Caen
yakı nı ndaki bir manastırda gömülü olan
Aziz josse'nin kemiklerini sarmak için kulla­
n ılmıştı.

120 IRAK, İRAN VE M I S I R : ABBAS İLER


Aşağıda: Kase, I rak, 9. yüzyıl, perdah basi başkenti Samarra'daki kazılar sırasında
vurulmuş çömlek, çap 27 cm, bulduğu, kuş ve soyut desen arası bir motifi
Berlin, İslam Sanatı Müzesi olan bu kaseye çokrenkli perdah vurulmuş­
Perdah vurmak çömlekçilerin seramik ürün­ tu. Bilinçli olarak başvu rulan belirsizlik, Ab­
lerine renk katmalarını sağlayan en pahalı basi döneminde üretilen sanat eselerinden
yöntemdi; yüksek maliyetli malzemeleri ve bi rçoğunun alameti farikasıdır.
özel bir ocakta ikinci bir fırınlamayı gerekti­
rirdi. Bir Alman ekibinin 1 9 1 1 - l 9 l 3'te, Ab-

Aşağıda: Kase, İ ran ya da Maveraü nnehir, yan bir atlı görülürken, diğer örneklerde Yukarıda: Kase, I rak, 9. yüzyıl,

1 O. yüzyıl, sırlı çömlek, çap 22 cm, hayvan ve kuş resi mlerine rastlanır. Yazı iş­ beyaz sır üstünde maviyle boyanmış

Berlin, İslam Sanatı Müzesi lenmiş kaselerdeki bezeme yalınlığının tersi­ çömlek, çap 23,5 cm,

Dönemin çömlekçileri zarif yazılar işlenmiş ne, bu figü rlü seramikler küçük kuşlar, çiçek­ M ü nih, Devlet Etnografya Müzesi

ürünlerin yanı sıra, kesi nlikle avam ler, çerçeveler ve ufak yazı parçaları gibi Abbasi başkentlerindeki varlıklı in­

figürlerin bulunduğu sahnelerle bezenmiş süslerle doludur. sanlar arasında Çin'den gelme zarif

kaseler de üretirlerdi. Bu örnekte kılıç taşı- ve sağlam porselenler revaçtaydı.


Ama Çin'e özgü porselen yapı m ı için
gerekli bilgilerden yoksun yerel
çömlekçiler ancak bunların pişmiş
topraktan takl itlerini yapardı. Bunun
için kaba gövdeye kurşun ya da ka­
layla matlaştı rılmış kal ın bir beyaz sır
çekilirdi. Fırınlama işlemi sırasında
bezeme için kullanılan rengin çoğu
kez akması lekeli bir efekt yaratırdı.

Yukarıda: Tabak, İ ran ya da


Maveraü nnehir, 1 O. yüzyıl, sırlı
çömlek, çap 44 cm,
Tahran, Ulusal Müze
Bu geniş tabak beyaz bir zemin üze­
rine kahverengi ve kırmızı sulu kille
işlenen iki yazı şeridiyle bezenmiştir.

Solda: Tabak, İran ya da


Maveraü nnehir, 1 O. yüzyıl, sırlı
çömlek, çap 37,5 cm, Paris, Louvre
Bu güzel tabağın beyaz zemini üzeri­
ne siyahımtırak kahverengi sulu kille
işlenmiş zarif yazıda şu belirtiliyor:
"Bilgi ilk tadı l d ığında acı gelir, ama
sonunda baldan tatlı olur. Hamdol­
sun."

B E Z EME SANATLARI 121


killerden ve minerallerden yapılmış ince ve sağlam gövdelerinden dolayı pılan bu kase ve tabaklara renksiz bir saydam sır altında yazılar işlenmiş­
Çin seramiklerine büyük değer verilirdi. Abbasi topraklarında gerekli mal­ tir. Birçok harfin iç içe geçtiği zarif bir Kufi yazı stiliyle işlenmiş olan bu
zeme ve teknolojiden yoksun olan yerel çömlekçiler böyle bir porselen yazıları okumak çok zordur. Bunlar bezemeleri kadar edebi değerleriyle
gövdesini aynen yapabilecek durumda değildi. Bunun yerine, yerel killer­ de rağbet görmüş olmalıdır. Abbasi imparatorluğunun merkezinde daha
den yaptıkları krem renkli toprak gövdeyi kalın bir mat sırla kaplayarak önce üretilmiş seramiklerdeki oldukça gelişigüzel metinlerin tersine, bu
ve Çin işlerini andıracak şekilde bezeyerek, taklit Çin seramikleri üretir­ Samani sulu kil ürünlerindeki metinlerin gerçekten hat sanatı özellikleri
lerdi. Bu ürünlerdeki açık şekiller Çin modellerinin taklidine dayanır; ama taşıması, farklı bir üretim yöntemine ve estetiğine işaret eder. Önceki
yüzeye kobaltla işlenmiş Arapça yazılar bu sığ kaselerin İslam kökenli ol­ ürünlerde çömlekçinin doğrudan yüzeyi boyayarak metni işlemesi nede­
duğunu hemen açığa vurur. Fırınlama işlemi sırasında kobaltın akarak sıra niyle, çoğu kez daha son kelime ya da hece tamamlanmadan alanın bitti­
karışması, harflerde ve bezeme motiflerinde bulanık konturlar yaratır. ği göıülür. Buna karşılık, Samani çömleklerindeki özenli düzenlemeye ba­
Eyaletlerdeki çömlekçiler yazı işlenmiş Abbasi seramiklerini taklit et­ kılırsa, hat sanatı bezemelerinin önceden kağıda işlenmiş olması gerekir.
mek için kendilerine özgü yöntemler geliştirdiler. En çarpıcı parçalardan Bu kağıt kullanımı akla uygundur; çünkü Doğu'daki İslam topraklarına
bazıları Samanilerin himayesi altında İran ve Maveraünnehir'de üretildi. Orta Asya'dan en az iki yüzyıl önce ulaşmış olan kağıt 10. yüzyılda yay­
İnce ve beyaz bir sulu kille kaplanmış devetüyü renginde çömlekten ya- gın bulunan bir malzemeydi.
Abbasi dönemindeki çömlekçiler seramik ürünlerine renk katmak için
başka yaratıcı yöntemler de geliştirdiler. Bunların en ünlüsü ve de en pa­
Cam şişe, İran ya da I rak, 9. ya da ce renksiz bir şişeyi yeşil camdan oluşan bir
halısı, daha önce sırlanmış ve fırınlanmış bir seramiğin metalik oksitlerle
1 O. yüzyı l, yükseklik 1 5 cm, Kopenhag, dış katmanla kaplamıştı. Daha sonra dış kat­
David Koleksiyonu manın büyük bölümünü kesip çıkararak, or­ boyanmasına ve özel bir arıtıcı ocakta tekrar fırınlanmasına dayanan sır
İslam dü nyasındaki cam işçileri antik çağın tadaki bir vazoya bakan stilize kuşlardan olu­ tekniğiydi. Fınnlama işlemi sırasında, oksitlerden çıkan oksijenin izale
bezemeli cam yapımı tekn iklerinin birçoğu­ şan bir deseni ortaya çıkarmıştı. Bu kıvrık
edilmesiyle ince bir metal tabakasının kaldığı yüzey perdahlanarak parla­
nu devraldılar ve ürünlerine renk katmak hatlı desen Samarra'da revaçta olan eğimli
amacıyla kullandılar. Örneğin, bu kamayö üslubu da anıştırmaktadır. tılırdı. İlave yakıt ve emek, özel ocak, çifte fırınlama ve gerekli teknik bil­
cam şişesini yapmak için, cam yapımcısı ön- gi birikimi nedeniyle, sırlı seramikler son derece pahalıydı. Anlaşıldığı ka­
darıyla, sır tekniği Abbasi döneminin başlarında Mısır ve Suriye'deki cam
yapımcılarınca icat edilmiş olmalıdır. En eski tarihli örnek, Mısır'da 773'te
sadece bir ay görevde kalan Abbasi valisinin adının yazılı olduğu kırık bir
uzun cam bardaktır; yazı işlenmiş bir başka parça da 8. yüzyıldaki bir ta­
rihte Şam'da yapılmıştır. Eksiksiz birkaç bardağın ve maşrapanın bilinme­
sine karşın, mevcut ürünlerin çoğu parçalı haldedir. Hem çokrenkli hem
de tekrenkli bezeme örnekleri vardır. Çömlekçilerin bu tekniği 9. yüzyıl­
da cam yapımcılarından aldığı sanılmaktadır. İlk başta çömlekçiler herhal­
de girişik desenlerle kap yüzeyini kaplayan karmaşık tasarımlı birkaç sır
tonu uygulamıştı; ama 9. yüzyıl sonlarında palet çoğu kez büyük hayvan
ya da insan figürlerinin siluetini çıkarmak amacıyla kullanılan bir ya da iki
tonla sınırlandırıldı.
Tıpkı çömlekçiler gibi, cam yapımcıları da renkleri zenginleştirmek ve
yüzey bezemelerine canlılık katmak için geniş bir teknik yelpazesiyle de­
neyler yaptılar. İslam öncesi dönemde zaten bilinen çark kesimi tekniği­
nin uygulama alanı genişletildi ve Abbasi cam yapımcıları tek renkli bir
cam parçasının ya da katmanının farklı renkte bir nesneye uygulanması­
na dayanan kamayö tekniğiyle yapılmış taslakları kullanarak son derece
gösterişli efektler elde ettiler. Cam yapımcısı dış katmanı kesip çıkardığın­
da, başka renkte bir zeminde kabartmalı bir desen kalırdı.

Metal işleme
Metal işleme ustaları da ürünlerini renk ve desenle zenginleştirme yön­
temleri geliştirdiler. Sasani İran'ında metal işleme ustaları kabartmalı av
sahnelerinin yer aldığı birçok gümüş tabak üretmişti. Bu av sahneli tabak
yapımı İslam fethinden sonra da İran'da birkaç yüzyıl daha sürdü; ama
tasarımlar görenekselleşirken, kabartmalar da gittikçe yassılaştı. Bu stil­
leştirme sen mu ru denen aslan başlı efsanevi kuşlarla bezenmiş bir yaldız­
lı gümüş tabakta belirgin olarak görülür. Burada eski saltanat, av ve şö­
len sahneleri değiştirilerek, stilize çiçeklerle ve hayvanlarla dolu daire
biçimli bölmeler oluşturan dolaşık şeritlere dayalı bir desene dönüştürül­
müştür. İslam öncesi tabaklardaki yuvarlak şeklin sekizgene dönüşmesiy­
le birlikte şekil bakımından da bir evrim yaşandı. Ne var ki, sekizgen şe-

122 I RA K , İRAN VE M I S I R : ABBASİLER


kil söz konusu desenleri yaratmak için gerekli dövme ve oyma işlemine Tabak, İran, 9. ya da 1 O. yüzyıl, yaldızlı kizgene dönüşmüş, yüksek kabartma yassılaş­
çok uygun değildi; bu yüzden bir süre sonra kenarları desteklemek üze­ gümüş, çap 36 cm, Berlin, İslam Sanatı mış ve gerçekçi sahne stilize senmurv'ların yer
Müzesi aldığı soyut bir simetrik desene bürünmüştür.
re dışarıdan ham metal şeritler ekleme yoluna gidildi.
Bu tabak, İslam öncesi dönemde İran'ın Sasa­ İran efsanelerine özgü aslan başlı kuş sen­
Abbasi döneminden kalma metal işlerin çoğu tunç ya da pirinçtendir. ni hükümdarları için üreti lmiş olan av sahnesi murv'un benzer tasvirlerine dönemin doku­
Muhafazakar Müslümanlar süs eşyası veya sofra takımları için değerli me­ bezemeli gümüş tabak tipinin bir varyantıdır; malarında ve mimari bezemelerinde de rast­
tallerin kullanılmasını hoş karşılamazdı. Ancak, ipekli giysilerde olduğu ama tipik yuvarlak şekil, değişim geçirerek se- lanır.

gibi, bu yasağa nadiren uyulurdu. Metinlerde halifelerin ve diğer zengin


insanların kullandığı altın ve gümüş kaplardan sıklıkla söz edilir. Değer­ kını, Abbasi halifelerinin yönetiminde Bağdat ve Samarra'da süren zen­
li metallerden yapılmış bu nesnelerin çoğu ihtiyaç zamanlarında eritildi­ gin saray yaşamının bir taşra yansımasıdır.
ği için, bugün elimizde sadece geçmişte gömülen ve unutulan parçalar
vardır. Modern çağda kazılarda ortaya çıkan parçaların bir örneği, şimdi
Tahran'daki İran Ulusal Müzesi'nde bulunan bir gümüş definedir. Bu de­
fine üç kase, iki küçük tabak, bir büyük tabak, bir ibrik, iki kavanoz, bir
şişe ve bir kadehten oluşur. Parçaların yedisinde sahibinin adı yazılıdır;
Emir Valgin bin Hanın adlı bu kişinin Abbasi halifesinin yakın çevresin­
den olduğu saptanmıştır. Kufi yazı stilinden ve emirin unvanlarından ha­
reketle, genel görüş sofra takımının 1000 dolaylarından kaldığı yönünde­
dir. Kişisel şarap ikramına yarayan ve İran'ın bir bölgesinde görevli
olması dışında hiçbir özelliğini bilmediğimiz bir emir için yaptırılan ta-

B E Z EME SANATLARI 1 23
.

Islam Süsleme S anatı


Sheila Blair, jonathan Bloom

İslam dinsel sanatında figür tasviri caiz sayılmadığı maları n ve vazoların başlangıçta nasıl bir anlam ta­
için, yazı, geometri ve arabesk gibi diğer bezeme şıdığı nı saptamakta güçlük çeker.
temaları önem kazandı. Bu temalardan bazıları, Kudüs mozaiklerinde asmalar, meyve ve çi­
sözgelimi geometrik ve bitkisel desenler İslam çekler hala açı k seçik görül ür. Fakat Müslüman la­
öncesi figür sanatları nda ku llanı lan yard ımcı un­ rın dinsel sanatta herhangi bir şeyi tasvir etmeye
surlardı. rıza göstermemesiyle birlikte, bu tür özgül can­
Ö rneğin, Bizans sanatında insan tasvirleri ge­ landı rmalar kısa sürede yerini gittikçe stilize, so­
ometrik ve bitkisel desenlerle süslenir, çerçevele­ yut ve geometrik yapıya bürünen motiflere bırak­
nir ya da birbirine bağlanı rdı. İ slam döneminde bu tı. Sanatların dindışı bağlamlarda can landı rmaya
yardımcı unsurlar ana sanatsal temalara dön üştü­ başvurmayı sürdürmesine karşın, soyut süse dö­
rüldü. Emevi Halifesi Abdülmelik'in 7. yüzyıl son­ nük eeniş kapsam lı beğeni gittikçe sanatın diğer
larında Kudüs'te i nşa ettirdiği Kubbetü's-Sahra'yı birçok türüne de sindi. Örneğin, Abbasiler 9. yüz­
süsleyen mozaikler hem teknik hem de işlenen yılda başkentlerini Samarra'ya taşıdıklarında, sa­
konular açısından açıkça geç antik çağın gelenek­ ray d uvarları büyük oymalı ve kalıplı alçı sıva şe­
lerine dayanı r. Klasik çağ ve Bizans sanatında, taç­ ritleriyle kaplandı. İlk başta zanaatkarlar, Kubbe­
larla ve mücevherlerle bezenmiş vazolardan çıkan tü's-Sahra'da olduğu gibi, geometrik çerçeveler Yukarıda: Samarra'daki birinci evin dördüncü odasına
asmalar İsa'yı ve azizleri gösteren daha büyük fi­ içindeki belirgin yaprak ve çiçek u nsu rlarına baş­ ait alçı sıva bezeme
9. yüzyıl, Berlin, İslam Sanatı Müzesi
gür kompozisyonlarına bağl ıdır. Oysa Kubbetü's­ vurdular; ama zamanla bu ustalar filiz ve yaprak
Sahra'nın içindeki mozaiklerde asmalar, vazolar, gibi basit bitkisel unsu rları n artık doğa yasalarına
mücevherler ve bitkiler bizzat bezemenin ana ko­ değil, geometri kurallarına tabi hale geldiği yeni
Aşağıda: Kubbetüs's-Sahra'nın dış galerisindeki
nusunu oluşturur. Bununla birlikte, şunu da teslim bir süsleme tarzı geliştirdiler. Bu unsurların bir
revaklar
etmek gerekir ki, günümüzün yorumcuları bu as- araya getirilmesiyle sadece bezenecek yüzeyi dol- Kudüs, 1 09 1

durmakla kalmayan, bezemenin görünüşteki ko­


nusunu zeminden ayırt etmekten kaçınan desen­
ler yaratıldı. Birçok durumda bu süs, ilk bezeme
türlerinde olduğu gibi, u nsu rları çerçevelemekle
sınırlı değildir; herhangi bir yönde sonsuza kadar
uzatılması mümkündür. Böylece seyreden kişide
kesintisiz bir bütünün sırf bir parçasını görüyor­
muş gibi bir izlenim uyanı r.
Batı dünyasında "arabesk" olarak bilinen bu
süsleme türü tam olgu nlaşmış, geometrikleşmiş
biçimine asma ya da akantos tomarı gibi yaprak
motiflerinin artık bitki saplarına dönüşen geomet­
rik çerçevelerle iç içe geçmeye başladığı 1 O. yüz­
yıl ortalarına doğru kavuştu. Böylece bitkisel to­
mar desenleri özümsenerek geometrik çerçeve­
lerle kaynaştı: Saplara ve yapraklara geometrik
şekil verildi; geometrik çerçeveler filiz vererek
saplara ve yapraklara dönüştü. Büyük olası lıkla bu
süsleme yaklaşımı 1 O. yüzyı lda İ slam dünyasının
kültürel başkenti olan Bağdat'ta ve çevresinde ge­
lişti; Abbasi başkentinin kültürel itibarı ndan dola­
yı kısa sü rede bütün İslam topraklarına yayıldı.
Örneğin, Kurtuba Cami-i Kebi r'inin mihrabını iki
yanda çevrelemek üzere 965'te eklenen enfes oy­
malı mermer levhalar bu ayrı ve özgün gelişimin
saptanabilen en eski örnekleridir. Zanaatkarların

1 24 İ S LAM S Ü S LEME SANATI


bu yeni süsleme yaklaşımını çarçabuk benimseme­
ye yöneldiğini gösterir. Kendisi de desenli olan
ortadaki bir sapın tabanından ve ucundan doğal
olmayan bir şekilde filizlerin çıktığı görü lür; ben­
zer desenli çerçevenin sınırların ı zorlayarak aş­
mak istiyormuş gibi görünen ve simetrik biçimde
birbirine dolanmış olan filizler, yapraklar ve çiçek­
ler için gerekli zırhı bu sap sağlar.
Marakeş'in Kutubiye Camisi'nde bulunan ve
yapımına l l 37'de Kurtuba'da başlanan minberin
binlerce küçük oymalı ahşap panosunda arabesk
unsu rlara rastlanır. Dört temel şekle sahip tekil
ahşap panolar, Emevi halifeleri için 1 50 yıl önce
çal ışmış olan fildişi oymacılarının soyundan gelen
ustalarca kusursuz detaylarla ve büyük bir incel ik­
le oyulmuştu. Fildişi mücevher kutularından farklı
olarak, minberin tekil panoları değerli ahşap ve
kemik kakma işçi liğiyle uygulanan bir geometrik
şerit örgü deseninde bir araya geti ri lmişti.
Mih rapta temel desen düzenleme ilkeleri; oy­
ma ve kakma işçilik teknikleri, düz ve desenli yü­
zeylerin dokuları, geometrik ve bitkisel süslerin
konuları, tekrenkli ahşabın ve parlak renkli kak­
maların renkleri arasındaki ince tezatlardır. Uzak­
tan bakıldığında, çiniye benzer renkl i desen ler İslam sanatının büyük bir bölümünde olduğu gibi, Fez'deki Attarin Medresesi, 1 323- 1 325
öne çıkıyormuş gibi görünür; ama yakından bir bezemenin konusu olarak öngörülen kısım ile be­
bakış seyreden kişiyi her tekil unsura özgü iç içe zemenin zemini olarak öngörülen kısım arasında
girmiş yapıları incelemeye yöneltir. Öte yandan, güçlü bir bel irsizl ik havası vardır. Örneğin, oyma­ Her öğenin kendine özgü tipik geometrik, bitkisel
lı panoların şerit örgüler arasında kalan zemin ya da yazıtsal süslemesi vard ır ve hepsi çeşitli düz­
olarak öngörülüp öngörülmediği açık değildir. Ay­ lemlerde girişik bir tarzda işlenmiştir. Bu girişiklik
n ı ölçüde usta olmayan ellerde monotonluğa va­ çoğu kez İslam sanatının ayı rıcı bir özelliği olarak
rabilecek böylesine oldukça dar biçim ve teknik görü lür; 1 4. yüzyılın büyük filozofu ve tarihçisi İbn
repertuarında, bütün bu unsurlar bir dizi ince var­ Haldun da, muhtemelen bu türden bir karmaşıklı­
yasyonlarla birbirlerine karşı kul lan ılır, böylece ğı kastederek, bir zanaat eserindeki "incelik" de­
statik ve dinamik yapılar arasında bir denge sağla­ recesinin belirli bir toplumdaki medeniyet dere­
nır. cesiyle doğrudan ilişkili olduğunu bel irtir. Dolayı­
Arabesk dolgulu olsun ya da ol masın, bu ge­ sıyla, bu dönemde İslam sanatının büyük bir bölü­
ometrik süsleme türü Batı'daki İ slam toprakların­ münde görülen tasarım ve uygulama karmaşıklığı
da son derece popüler hale geldi. Anlaşıldığı kada­ medeni hayatın bir sembolü olarak anlaşı labi lir.
rıyla, önce küçük ahşap ve fildişi parçaların ı bir Doğu'daki İ slam topraklarında zanaatkarlar
araya geti rerek değerli bir malzemeden en iyi şe­ kalıplı tuğla, sırlı çini ve oymalı sıva gibi aynı tür­
ki lde yararlanmaya çalışan ahşap işçilerince geliş­ den birçok malzemeyi kullanarak oldukça farklı
tirildi ve ardı ndan çini gibi malzemelere uygulan­ süsleme türleri geliştirdiler. Örneğin, İ ran'ın Sel­
dı. Üst taraftaki yüzeyleri oymalı alçı sıvayla ve ah­ çuklu yönetimi altında olduğu 1 1 . ve 1 2. yüzyı l lar­
şapla bezenen duvarların aşağıdaki yüzeylerini da, sıva ustaları özellikle camilerin mihrap gibi
örtmek için bu tür desenler yaygın biçimde kulla­ önemli, ama korunaklı iç mekanı alanları nda tuğla
nıldı. Bu bezeme türü nün en zarif uyumlu küme­ duvarları üç boyutlu heykelimsi süslerle kaplama­
leri Fez'de l 323- l 32S'te inşa edilen Attari n Med­ ya yöneldiler. Dış taçkapı gibi daha açık yapı kı­
resesi'nde görülür. Bu yapının iç mekanı iç içe sımlarında ise daha ziyade dayanıklı malzemeler,
girmiş karmaşı k bir bezeme ağıyla sarı lm ıştır. Ta­ esas olarak da çini ve tuğla ku llanma yoluna gidil­
ban ı ve duvarların alt kısımlarını geometrik (çoğu di. Selçuklu ları n fetihleriyle Müslüman yerleşimine
kez şerit örgülü) desen ler şeklinde d üzen lenmiş açı ldıktan sonra Anadolu' da ku rulan yeni camiler­
sırlı çiniler kaplar. Bunlar d uvarların orta perdesi­ de, zanaatkarlar İ ran sıva işçi liği geleneklerini yer­
ni örten alçak rölyef şeklindeki oymalı sıva ara­ li Anadolu, G ü rcü ve Ermeni duvar örme ve oy­
besklerden bir yazı şeridiyle ayrı lır. Yukarıda, oy­ ma gelenekleriyle birleştirip bütünleştirdi. Divri­
Divriği'deki Ulu Cami'nin taçkapısı, 1 228/29 malı ahşap kirişler ve direkler çatıyı destekler. ği'de Mengücek Hükümdarı Ahmed Şah ile karısı

İS LAM S Ü S L EME S ANATI 125


yaygın biçimde ku llanılmasıyla birlikte, İslam süs­
leme sanatı nda motifleri aktarmaya yönelik yeni
bir yaklaşımı ortaya koyar. Tonozların incelikli ta­
sarımı kırmızı, sarı, yeşil ve beyaza boyanmış oy­
malı ve sıvalı motiflerin büyük çeşitliliği ni gözler
önüne serer. Şerit örgül ü panoların birçoğu dö­
nemin yazma tezhiplerinde görülen desenleri ya­
kından andırır. Bu durum alçı sıva ustaları nın yaz­
malardaki süslü giriş sayfalarına baktığın ı değil, İl­
hanlı döneminde bazı merkezi yerlerdeki meslek­
ten desen ustalarının herhalde kağıt üstü nde de­
sen kitapları ya da taslakları hazırlamaya başladığı­
nı, böylece zanaatkarların mimarlık ve yazma gibi
değişik araçlarda bun ları farkl ı ölçeklerde ku llan­
d ığını gösterir. Kal ıbın ve kalıp kitabının yeni rolü,
İslam topraklarında yeni bir sanatçı tipi olar\k de­
sen ustasının ortaya çıkışına işaret eder. Bu sanat­
çıların üstlendiği rolün sonraki yüzyıl larda arttığı
görülür.
İslam sanatı nda arabesk 1 4. yüzyı la kadar re­
vaçta kaldıktan sonra, yerini kasımpatı, şakayık ve
nilüfer çiçekleri ile bulut kümelerinin yer aldığı
Çin ilhamlı desen lere bıraktı. Ama yeni desenler­
de bile arabeskin bazı geometrik dayanakları ko­
rundu. Çin taklidi desenlerden bazı ları nın doğru­
dan sanat eserlerine ilişkin bi lgilerle yayı lmasının
yanı sıra, Timurlu döneminde dokumalara, yazma­
lara, deri işlerine, metal işlerine, seramik ürünle­
rine, duvar resmine ve hatta oymalı taşa uygu la­
nabilecek desenler yaratmak üzere kağıt kalıp kul­
lanımı gittikçe arttı. Bu desenlerin 1 5. yüzyıldaki
geniş dolaşımı Orta Asya ve Hindistan'dan Mısır
ve Balkanlar'a kadar rağbet gören bir "uluslarara­
sı Timurlu üslu bu" doğurdu.
Motiflerde eşzamanlılık ve tezat birlikteliği İs­
lam desen ustalarının gözde kavramlarıydı. Örne­
ğin, lsfahan'daki Şah Camisi'nde üst üste bindiril­
m iş iki çini örgüsü kabarık ve şişkin kubbeyi sarar.
Sarımtırak altın renginde kıvrık hatlara dayalı bi­
rinci örgü, gittikçe küçülen sivri tepeli kemer pa­
nolarını oluşturur; bunun üstünde ise mavi kenar­
lı beyaz sarmallardan oluşan bir ikinci örgü yer
al ır. Desen ustası altın örgüyü mavi ve beyaz ör­
lsfahan'daki Şah Camisi'nin kubbesi, 1 6 1 1 - 1 630
güyle iç içe dokuyarak bir belirsizl ik ve dinamizm
havası yaratmıştır. Dahası, ku bbenin tepesine
Turan Melik'in yaptı rdığı darrüşifalı ve tü rbeli bir motiflerle süslenmiştir. Bazı motifler duvar bo­ doğru yüzeyin azalmasıyla birlikte bezeme daha
külliye içindeki Ulu Cami'nin ( 1 228/29) kuzey taç­ yunca yukarıya doğru uzanı r ve hatta rölyeflerin sık bir doku kazanır. Mavi arabeskler altın çiçek
kapısında görüldüğü gibi, elde edilen sonuçlar ço­ altı nı oyar. Dikdörtgen çerçevenin yanı sıra sivri unsurlarıyla, altın bezemeler ise yaprağımsı mavi
ğu kez hayret vericiydi. kemerin hemen içindeki alçak rölyeflerde işlenen ve altın simetrik unsu rlarla bi rleşir.
"""
Divriği'deki cami İ ran alçı sıva ve çini işçiliğin­ geometrik bezemenin ilham kaynağı çini desen ler- Osman lı sanatçı ları Çin takl idi Timurlu üslu­
de geliştirilen temaların taşa aktarıld ığı taçkapı ve dir. Divriği taçkapısı İslam süsleme sanatı nın bunu "saz üslubu" olarak bilinen ve daha özgür,
mih raptaki coşku lu, yüksek rölyefl i taş bezemeler önemli bir özelliğini, yani motiflerin bir öğeden daha az geometrik bir tasarımla uzun, tüylü, tır­
açısından dikkate değerdir. Sivri ve "kesik" bir ke­ diğerine taşınabilirliğini yansıtır. tıkl ı yaprakları Çin ilhamlı ejderhaların yanı sıra
mer etrafı ndaki bir dikdörtgen çerçeveden oluşan İ ran'daki Su ltaniye kentinde İ l hanlı Su ltanı Ol­ bileşik çiçek kümeleriyle birleştiren daha doğalcı
kuzey taçkapısı, baş döndürücü ve coşkulu bir dü­ caytu için 1 305- 1 3 1 5 arası nda inşa edilen türbe­ bir üsluba dönüştü rdüler. Adı belki de çiziminde
zen içindeki şahane bitkisel, arabesk ve geometrik nin çevresindeki galeri tonozları, kağıdın ustalarca kullanı lan kamış kalemden gelen saz üslubu doku-

1 26 İ S LAM S Ü S L EME SANATI


ma, halı, çini ve seram ik gibi araçlara uygu landı.
Osman lı sarayıyla ilişkilendirilen bu üslup 1 6. yüz­
yıl sanatçıların ın, özellikle de İznik çini ressamları­
nın parlak bir beyaz zemin üstünde servi ağaçla­
rıyla birlikte karanfi l, sümbül ve lale gibi çiçeklere
botan ik açısından seçilebilir bir görünüm vermesi
ve daha soyut unsurları can lı bir mavi, yeşil, siyah
ve kırmızı paletle yansıtması sonucunda daha po­
püler bir varyanta dönüştü.
İ slam ülkelerindeki sanatçılar daha önce bir il­
ham kaynağı olarak doğaya ancak ara sıra bakm ış­
lard ı; oysa Osman lı doğalcılığı nın 1 7. yüzyıl Hin­
distan'ında gelişen oldukça farklı türden bir doğal­
cılığa paralel bir çizgisi vardı. İ l k Babürlü bezeme­
cileri İ ran ilhamlı bir bitkisel arabesk üslubuyla ça­
Sarmal filiz desenli tabak, İznik, y . 1 540,
lışırken, Agra' da Şah Cihan'ın 1 7. yüzyılda bir tür­ Kuveyt, Ul usal Müze
be olarak inşa ettirdiği Tac Mahal gibi yapıların
bezemecileri tamamen yeni türden bir bitkisel be­
zeme gelişti rdiler. Bu türbenin hem iç hem de dış
kısmı yerdeki bir gövdeden doğal olarak yetişen
çiçekli bitki lerin görüldüğü alçak rölyefli kesintisiz
panolarla bezenmiştir; aynı motif Şah Cihan ile ka­
rısının anıtmezarları üstündeki kakmalarda ve tür­
Kubbe altındaki galeri, İ l hanlı Hükümdarı Olcaytu'nun
beyi çevreleyen yapılardaki kırmızı kumtaşı beze­
Sultaniye'deki türbesi, 1 307- 1 3 1 3
melerde tekrarlanır. Bu tarz doğalcı tasvir, göre­
nekleşmiş tasvir ve arabeske dayalı İslam gelene­
ğine oldukça yabancıydı. İ lham kaynağı Cizvit mis­
yonerlerce 1 7. yüzyıl başlarında Hindistan'a geti­
rilen Avrupa şifal ı bitki kitaplarında görülen gra­
vür çizimlerdi. İzleyen dönemde Babürlü lerin
ürettiği bütü n sanat eserlerinde hep karşılaştığı­
mız bu yetişen bitki motifi, İslam'ın bitkisel süsle­
me sanatı ilkelerinin yeni ilham lara her zaman açık
olduğu nu gösterir.

Bir pano detayı, Agra'daki Tac Mahal, 1 7. yüzyıl

İ S LAM S Ü S LEME SANATI 1 27


Tunus ve Mısır:
Aglebiler ve Fatımiler

Aglebi tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 30
.

Müslüman Batı'nın başkenti Kayrevan . . . . . . . . . . . . 1 32


Tunus, Suse ve Sefakis cami-i kebirleri

Fatımi tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 40

Mehdiye ve Mansuriye saray kentleri . . . . . . . . . . . 1 44


.

Kahire'nin kuruluşu: el-Ezher ve el-Hakim camileri

Fatımi sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 54
Seramik, ahşap, abanoz, neceftaşı, dokumalar

Sicilya ve Güney İtalya'daki Fatımi etkileri . . . . . . . . 1 58


Palermo'nun çok-kültürlü sarayı

Suse Cami-i Kebir'i, kuruluşu 850


Aglebilerin görkemli yapılar inşa etmesi sırf başkent Kayrevan'la sınırlı kalmadı. Emir 1.
Muhammed tarafından Suse' de yaptı rılan Cami-i Kebir'in gösterdiği gibi, diğer kentler
de aynı kültürel canlanmayı yaşadı.

1 28
revan'ı başkent edindi ve iyi işleyen bir idareyle İfrikkiye'nin kısa sürede
Aglebi Tarihi eski debdebesine bir ölçüde ulaşmasını sağladı.
Son derece heterojen olan bölge halkı asıl sakinler olan Berberiler,
Sibylle Mazot Romalılar ve Afrikalılar dışında İfrikkiye'nin Arap ve diğer Müslüman fa­
tihlerinin soyundan gelenleri kapsamaktaydı. Aglebi kültüründe belirgin
bir iz bırakan etkilerin birçoğu bu etnik ve dinsel karışımdan doğdu . Ne
Araplar zengin bir bölge olan, ama Bizans İmparatorluğu'nun çöküşünü var ki, yönetici sınıf, yaşam tarzı ve yönetim sistemi açısından Doğu kök­
izleyen karışıklıklarla zayıflayan Afrika'daki eski Roma eyaleti İfrikkiye'ye lerine bağlı kaldı.
doğru 647'de ilerlemeye başladı. Yetersiz yerel savunmaların Arap akın­ İç sorunlar bölgenin her yanında vardı; Aglebiler Arap ordusunun kö­
larını kolaylaştırmasına karşın, Müslümanlar bölgede kalıcı bir varlık rüklediği birkaç ayaklanmayı bastırmak zorunda kaldı. Tunus'ta konuşlan­
oluşturmayı ancak 23 yıl sonra, Sidi Ukba bin Nafi'nin (ö. 683) önderli­ mış Arap birlikleri 802 ve 810'da başkaldırdı; kent bir süre tamamen Agle­
ğindeki fetih seferiyle başarabildi. Eyalet 749'a kadar Emevi ve ardından bi denetiminden çıktı. Ziyadetullah döneminde (817-838) yaklaşık 13 yıl
Abbasi hanedanınca yönetildi. 8. yüzyıl başlarında Berberi kabilelerin neredeyse aralıksız süren Arap isyanları Aglebi rejimini zayıflattı ve sonun­
Bağdat'tan gönderilen valileri tehdit etmesi ve huzursuzluğun bütün İf­ da çöküşünü getirdi. Berberi kabileler eyaletteki Arap işgaline 7. yüzyıldan
rikkiye'ye yayılması üzerine, Abbasi Halifesi Harun Reşid (786-809) ko­ beri direnmişti. Harici mezhebine bağlı olan bu kesim, isyanı zalim ya da
mutanlarından Horasanlı İbrahim bin el-Agleb'e isyanları bastırma ve dü­ müstebit bir yönetime karşı koymanın meşru bir aracı saymaktaydı.
zeni sağlama gibi nazik bir görevi verdi. Karşılığında ise, vergi ödenmesi Özellikle Magrip'in en önemli kültürel ve manevi merkezi olan baş­
ve Abbasi hakimiyetinin tanınması koşuluyla, İfrikkiye'yi babadan oğla kent Kayrevan'da, emirler, yerel kelam ve fıkıh alimlerinin yolunu izle­
geçen bir emirlik olarak İbrahim'e bıraktı. İbrahim ve ardılları, yani Ag­ yerek yönetici sınıfın tutumunu açıkça eleştiren halkın sert direnişiyle sü­
lebiler bu özerklikten geniş ölçüde yararlandı. rekli uğraşmak zorunda kaldı. Kurnaz bir siyasetçi olan Ziyadetullah, asi
Aglebi hanedanının bir yüzyıl kadar süren yönetimi sırasında, başa Arap birliklerinin savaşkan potansiyelini başka mecralara yöneltmek ve
geçen 11 emir değişen başarı dereceleriyle bölgeyi tekrar refaha kavuş­ Berberileri yıkıcı fikirlerden uzaklaştırmak gerektiğini gördü. Sicilya'nın
turmaya çalıştı. Ticaret ve zanaat, kentlerin ekonomisini canlandırdı. İb­ fethine hazırlanırken gözettiği amaç buydu; seferi bir kutsal savaş olarak
rahim bin el-Agleb (800-8 12), Sidi Ukba bin Nafi'nin 671 'de kurduğu Kay- onaylayan dinsel önderler de böyle bir girişimden hoşnut kaldı.

<:::> � �
X Ostia M besi 849

·��ta�• � Ba . •
Napo�

()

Akdeniz

- Geçici olarak Aglebi yönetimine giren bölgeler

9. yüzyılda Aglebi topraklan

130 TUNUS VE M I S I R
Sicilya zenginliğiyle ünlüydü ; bu nedenle 7. yüzyıldan beri fetih he­
veslilerinin göz diktiği bir hedefti. Aglebi birlikleri 827'de Mazara'ya çık­
tıktan sonra, 832 'de Palermo'yu ve 842'de Messina'yı aldı. Sardinya ve
Malta'yı da ele geçiren Aglebiler, böylece bütün Batı Akdeniz'de deneti­
mi sağladı ve son derece iyi bir stratejik komım elde etti. Öte yandan ka­
ra İtalya'sını da Müslüman yönetimi altına almaya çalıştı. Aglebi birlikle­
ri 840'ta Tarento'da Venedik donanmasını yok etti ve Napoli'yi
kuşattıktan sonra, 846'da Roma üzerine yürüyerek San Pietro Bazilikası'nı
yağmaladı. Kıtadaki İslam ilerleyişi ancak 849'da Ostia'da donanmaları­
nın yok edilmesiyle son buldu. Genel bir sonuç olarak, bu İtalyan sefer­
leri bütün Akdeniz bölgesine verimli ve kalıcı kültürel alışverişler getirdi.
Her ne kadar Avrupa'nın Hıristiyan krallıklarının sürekli saldırılarını
püskürtmek zorunda kalsalar da, Müslümanlar artık Kuzey Afrika'nın ra­
kipsiz hükümranıydı. Mısırlı Tolunilerin 880'deki istilası dışında, İfrikki­
ye sınırları ciddi tehlikeye hiç maruz kalmadı. Aglebi yönetimi altında İf­
rikkiye bölgesinin siyasal, ekonomik ve dinsel durumu gelişti; buna, en
iyi ifadesini çarpıcı mimari eserlerde bulan düşünsel ve sanatsal bir ser­
pilme eşlik etti.

Sefakis kenti ve Cami-i Kebir şa edildi. Kent surlarını ve Cami-i Kebir'i


9. yüzyı l ı n ikinci yarısı yaptıran ve gerekli kaynağı sağlayan kişi Se­
Aglebi döneminde sadece başkent Kayrevan fakis kadısıydı. Bi rkaç on yıl sonra Cami-i
değil, Sefakis gibi diğer Tunus kentleri de bir Kebir kısmen yıkıldı; bu alanın bir bölümüne
canlanma yaşadı. Sefakis'te 849'da kurulan konutlar ve dükkanlar inşa edildi.
iki minareli Cami-i Kebir 988'de yeniden in-

800 Abbasi Hal ifesi Harun Reşid, Horasan ordusunun 846 Roma yağmalandı 902 il. lbrahim Cosenza'da öldü; Aglebiler ltalyan
komutanı lbrahim bin el-Agleb'i İfrikkiye anakarasından çekildi
846-860 Tarento Arap yönetimine girdi
eyaletin i n emiri (800-8 1 2) olarak atadı
904 Emir ili. Ziyadetullah (903-909) Fatımilere karşı
847-870 Bari'nin emirliği
802 Arap ordularının Aglebi yönetimine karşı ilk cihat çağrısında bulundu
isyanı; asilerin önderi Hamdi bin Abdurrahman 849 Avrupa anakarasındaki Aglebi yayılması
906/07 Fatımiler Zab bölgesini aldı
el-Kindi Ostia'daki deniz muharebesiyle son buldu
909 Fatımiler Kayrevan'ı işgal etti; Aglebi emiri
809/1 O Arap ordularının İ m ran bin Muhalled 856-8 63 Ebu lbrahim Ahmed'in emirliği
Suriye'ye kaçtı
öncülüğündeki bir başka isyanı
863-875 Emir Ebu'l-Garenik il. Muhammed dönemi
8 1 7-838 Emir Ziyadetullah dönemi
868 Aglebiler Malta'yı aldı
824-836 Arap ordularının Mansur bin Nasr al-Tunbuzi
876 Emir il. İbrahim (875-902) yeni saray kenti
öncülüğündeki isyanı; Tunus'un yıkılışı
Rakkade'yi kurdu
827 Kayrevan Kadısı Esad bin Furat öncülüğünde
878 Aglebiler Siracusa'yı ele geçirip yıktı
Sicilya'ya yönelik sefer başladı
879-880 Aglebiler Mısırlı Tolunilerin ve Kuzey Afrikalı
832 Aglebiler Palermo'yu ele geçirdi
lbadilerin istilaların ı başarıyla püskü rttü
835 Napoli Dükü Andreas'la imzalanan karşılıklı
88 1 /82 Aglebiler Kuzey Afrika'nın Zab bölgesindeki
yardım paktı, Aglebilerin ltalyan anakarasında
Berberilerin yarattığı huzursuzluğu bastırdı
kalıcı bir köprübaşı oluşturmasını sağladı
893 lfrikkiye'nin kuzeybatı kesiminde Ebu Abdullah eş­
840-842 Aglebiler Tarento, Brindisi, Bari ve Messina'yı
Şii, Fatımi propagandasına başladı
aldı
896 Mısır'a yönelik Aglebi seferi başarısızlığa uğradı
84 1 -856 1. Muhammed'in emirliği

A G L E B İ TARİHİ 131
Aglebi Mimarisi
Sibylle Mazot

Müslüman Batı'nın başkenti Kayrevan

Kayrevan fethedildiği sırada Kuzey Afrika'daki harekatlar için kullanılan


bir askeri üstü. Bağdat'taki Emevi halifesine bağlı bir komutan olan Sidi
Ukba bin Nafi, burayı başkent edindi ve 670'te genişletmeye başladı. Kay­
revan efsanelerde anlatıldığı gibi sadece av hayvanlarının ve sürüngenle­
rin kol gezdiği, barınmaya elverişsiz topraklardan doğmadı; tersine, kla­
sik antik çağdan kalma bir kente ait harabelerin yakınındaydı. Yeni bir
g
kentsel imarın modeli haline geldi ve çok kısa sürede yeni rolüne uy un
görkemli yapılarla donandı. Cami-i Kebir ve Darü'l-İmaret adlı hükümet
sarayı kentin merkezindeydi; ancak bu saray ilk Aglebi hükümdarınca
80l'de yıkıldı. Ziyadetullah 762'de Kayrevan'ın çevresine inşa edilmiş
olan savunma tahkimatı halkasını Arap birliklerinin 824'teki isyanından
sonra dümdüz etti; ama Ziriler (972-1 152) daha sonra bu surları yeniden
inşa ettirdi.

Kayrevan Cami-i Kebir'i del oluşturdu. i l . İbrahim (875-902) döne­ Kentin nüfus artışı öylesine hızlıydı ki, kurucusundan dolayı Sidi
9. yüzyıl sonları minde inşa edilen Babü'l-Bahu Kubbesi orta­ Ukba Camisi denen Cami-i Kebir çok geçmeden küçük gelmeye baş­
Kayrevan Cami-i Kebir'i 7. yüzyılda Sidi Uk­ daki geçidin b i r uzantısı olarak avluya açılan ladı. 703'te tadilattan geçti ve 724'te Emevi halifesi Hişam'ın emriyle
ba tarafından yaptırıldı. Ama şimdiki biçimi kapı önü revakı nın yukarısında yükselir. Se­
esas olarak 9. yüzyıldan, klasik antik çağın fe­
genişletildi. Aglebi döneminde üç kez daha yeniden inşa evresi yaşa­
kizgen bir alınl ığın üstünde durur ve iki ya­
nerlerini ve gözetleme kulelerini taklit eder­ nında daha küçük iki kemerin yer aldığı bir dıktan sonra, 836'da Ziyadetullah tarafından tamamen yenilendi.
cesine üst üste bindirilmiş üç kuleden oluşan ana kemerden oluşan cephenin yüksek orta 862'de de Ebu İbrahim Ahmed (856-863) mihrabın yeniden düzenlen­
minarenin inşa edildiği dönemden kalmadır. kesimini sonlandırır. Üç bölümlü yapısı kla­
mesini, namaz bölmesinin genişletilmesini ve bu bölmenin önündeki
Bu yapı birçok Kuzey Afrika camisi için mo- sik mi mariyi hatırlatır.
revakın bir kubbeyle örtülmesini sağladı. İbadethanenin ilk halinden
Aşağıda: Kayrevan Cami-i Kebir'inin
mihrabı
Ziyadetullah dönemindeki tadilat sırasında
inşa edilen mihrabın iç kısmı delikli duvar
panolarıyla bezenmiş ve tonozu na güzel filiz
süslemeleri yapılmıştır. Yan duvarlar ve
kemerin ön tarafı ise bazıları Bağdat'tan
gelme parıltılı, metalik görünümlü ve sırlı
çinilerle kaplıdır.

günümüze hiçbir şey kalmamıştır; şimdiki anıtsal küme esasen 9 . yüz­ Kayrevan Cami-i Kebir'inin namaz taştan üzengitaşları sıkıştırılmıştır. Mihrap to­
yıldan kalmadır. Payandalarla takviye edilmiş olan tuğla duvarların bölmesi nozunun kıvrımında görüldüğü gibi, ahşap ta­
Namaz bölmesi Roma ya da Bizans kolonları vanlar sıvayla kaplanmış ya da boyayla bezen­
uzun kenarlarında sekiz kapı vardır. Çok-ayaklı namaz bölmesinde
üstünde duran yuvarlak kemerlerle sahınlara mişti.
kıble duvarı ve Mekke yönünde dikey olarak düzenlenmiş olan ve ye­ ayrılır. Kolonların yükseklik farklılıklarını gi­
di sahın derinliğinde 17 geçit yer alır. Bu bölme dikdörtgen bir avlu­ dermek için, altlarına ahşaptan ya da oymalı
ya bakar. Sınırları ikiz kolonlarla belirlenen ortadaki geçit diğerlerin­
den daha geniş ve daha yüksektir; kıble duvarı önünde bulunan aşağı
yukarı aynı büyüklük ve yükseklikte çapraz sahınla bir T oluşturur ve oluşur. Mihrabın iç kısmı 28 tane delikli mermer levhayla döşenmiştir. To­
böylece tasarımın T biçimli bir plana dayanmasını sağlar. Kolonlar üs­ nozuna süs filizleri yapılmıştır; kemerin ön yüzü ve bitişiğindeki duvar­
tünde duran nal biçimli kemerlerin toplam sayısı 414'ü bulur; çeşitli lar lOO'den fazla sırlı çiniyle kaplıdır. Bunların bazıları 862'deki tadilat sı­
antik yapılardan alınmış olmaları nedeniyle yükseklikleri ve çapları rasında Bağdat'tan getirilerek camiye yerleştirilmiştir. Minber alışılmış
değişkenlik gösterir. Kolonlardan sadece ikisi ortaçağ kökenli olduk­ konumla mihrabın sağındadır ve güzel süslemelerinin yanı sıra eskiliğiy­
larına işaret eden Kufi yazıtlı kartuş taşır. Namaz bölmesinin boyalı bir le de dikkat çekicidir. İki dış kenarı geometrik ve çiçekli desenlerin bu­
ahşap tavanı vardır. lunduğu 90 adet zarif delikli ahşap panodan oluşur. Geleneksel inanış,
Coğrafyacı el-Bekri önceki Emevi camisinin tamamen yıkılması emri­ bu ahşap panoların ve sırlı çinilerin Mezopotamya'dan geldiği yönünde­
ni veren Ziyadetullah'a, hiç olmazsa mihrabı bırakması için her türlü ik­ dir: Bu öyküye göre, Bağdat'tan gelen çiniler başlangıçta emirin sarayı
na girişiminde bulunulduğunu anlatır bize. Anlaşıldığı kadarıyla, sonuç­ için düşünülmüştür ve ahşap panolar da ut yapımında kullanılacaktır;
ta bu yapının korunması küçük bir hile sayesinde olmuştur: Mihrabın ama bir içki alemi gecesinden sonra nedamet getiren hükümdar, bunları
yeni yapının iki duvarı arasında bırakılması, en azından bu duvarlardaki armağan olarak Cami-i Kebir'e verir. Ne var ki, süslemenin niteliği ve
aralıklardan hala görülmesine olanak verir. Nişin delikli bezemeleri göz özellikle uygulanış biçimi, oymaların yerel ustalarca yapıldığını kuşkuya
önünde tutulduğunda, bu anekdot bir gerçeklik payı taşıyabilir; ama as­ yer bırakmayacak biçimde gösterir. Namaz bölmesinin ana eksenini iki
lında Sidi Ukba'nın yapısına gösterilen büyük dinsel ihtiramı doğrulayan kubbe vurgular; bunlardan biri mihrabın önündeki sahnı örten bağdadi
bir efsaneyi açığa çıkarır. Mevcut mihrap 9. yüzyılın mimari üslubunda­ kubbe, diğeri ise hemen dışarıdaki revakın orta kısmını örten Babü'l-Ba­
dır ve iki kırmızı mermer kolon arasındaki yarım daire biçimli bir nişten hu adlı kubbedir.

A G L E B İ MİMA R İ S İ 1 33
Tunus kentindeki Cami-i Kebir'in lar üstünde durur. Kıble duvarına paralel ge­ Avlunun kuzeydoğu kenarının kabaca merkezinde yer alan minare,
namaz bölmesi çit boyunca iki sıra halinde uzanan kolonlar, ortadaki geçitle tam olarak aynı hizada olmamakla birlikte, yapının uzun
yeniden inşa edilişi 856-863 Kayrevan'dan taklit edilen T biçimli zemin
eksenini vurgular. Kenarları 1 1 metre olan bir kare zemin planının yuka­
Bütün Aglebi camileri için model işlevini gö­ planını vurgular. Burada da klasik antik çağ
ren Kayrevan Cami-i Kebir'inde olduğu gibi, yapılarından alınan kolonlar kullanılmıştır. rısında üst üste bindirilmiş üç kule yükselir. Bir iç merdivenle birbirine
Tunus'taki caminin namaz bölmesi de kolon- bağlanan kulelerin toplam yüksekliği 31 metreyi bulur. Bir köşkü andı­
ran üstteki kulenin yivli bir kubbesi ve duvarlarında her iki yanında ka­
palı nişler bulunan nal biçimli bir kemeri vardır. Bu üçlü ardışıklığın tek­
rarlandığı ikinci katta, duvarların her birine üç kapalı niş gömülüdür.
Yalın zarafetiyle büyüleyici olan cami, İfrikkiye'nin 9. yüzyıldaki tipik
mimari biçirrılerinin bir sentezini temsil eder. Kubbenin bezemeleri ve mih­
rabın delikli mermer levhaları Roma-Bizans ve Emevi süsleme gelenekle­
rine dayanırken, minare, dönemin gözetleme kulelerinin, özellikle de Su­
se'deki iki katlı Halef adlı kulenin bir yansımasıdır. Emevi, Abbasi ve Toluni
tasarılarını temsil eden başlıca mimari unsurların süslemelerinde Doğu et­
kileri açıkça görülür. Yapıların gerek iç, gerekse dış kısmında, Kayrevan
mimarları nal biçirrıli ya da yuvarlak kemerlerle taçlandırılmış, düz ya da
yarım daire biçimli duvarları olan kapalı nişlere düşkündü. Abbasi impara­
torluğunun Rakka'dan Uhaydir'e kadar uzanan doğu kesiminde, ayrıca Ka­
hire' de böyle nişler süsleme unsurları olarak kullanılırdı. Önceleri Bağ­
dat'tan getirilen ve daha sonraları yerel düzeyde imal edilen sırlı çinilerin
kullanılması, Doğu ve Batı arasında gittikçe artan bir alışverişin olduğunu
doğnılar. Ancak, bu bezeme biçimlerinin benimsenmesi Aglebi hükümdar­
larının Bağdat'taki Abbasi halifeliğine ve bütün İslam dünyasını saran kül­
türel nüfuzuna hala bağırrılı olduğunun kanıtı olarak da görülebilir. Bir di-

Tunus kenti ve Cami-i Kebir rak da bil inen ilk Cami-i Kebir'in inşası Eme­
Tunus kenti Kartaca imparatorluğu döne­ vi dönemine kadar iner. Tıpkı Kayrevan'daki
minde büyük bir liman barındırmakla bi rlik­ cami gibi, bu yapı da Aglebiler döneminde ta­
te önemli bir yer değildi. Müslümanların ge­ mamen yeniden inşa edilmiş ve 1 O. yüzyıl
l işiyle Tunus'un talihi açılmaya başladı; ama sonlarında yeniden düzenlenmiştir.
başkente dönüşmesi ancak 1 3. yüzyı lda Haf­
si yönetimiyle gerçekleşti. Zeytun Camii ola-

134 TUNUS VE M I S I R
zi farklı eğilimin sentezini temsil eden Kayrevan Cami-i Kebir'i, Batı'daki
İslam dinsel mimarisi için model haline geldi.

Mimari canlanma: Tunus, Suse ve Sefakis kentleri

Aglebi devletinin başkenti Kayrevan gibi, Tunus, Suse ve Sefakis de ay­


nı dönemde belirgin bir canlanma yaşadı. Bu kentlerin hepsi klasik an­
tik çağda kurulmuştu. Komşusu Kartaca gücünün doruğundayken, eski
Tunus'un mütevazı bir konumu vardı; ama Arap fethinden sonra nüfuzu
azalan Kartaca'ya göre çok daha büyük bir önem kazandı. Eski Hadru­
metum'un bulunduğu yerde kurulan Suse zamanla Kayrevan'ın limanı ha­
line geldi. Bu kentlerin tipik mimari özelliklerinden biri Suse gibi bazı
kentlerde antik çağın duvarlarıyla aynı düzene sahip olan masif duvarlar­
dı. Bir Doğu kentinin klasik tasarımına dayanan kent planlaması, bir hi­
sardan ve çarşılar ile camilerin yer aldığı bir "şehir"den (medine) oluş­
maktaydı. Deniz ticareti ve daha sonraları Hıristiyan ülkelere yönelik
saldırılar için önemli birer üs olmaları nedeniyle, Suse ve Tunus kentle­
rinin cephanelikleri de vardı.
Tunus, Suse ve Sefakis'teki dinsel yapıların hepsinde esas alınan mo­
del, bazı varyasyonlarla ve daha mütevazı bir planla Kayrevan'daki Sidi
Ukba Camisi'ydi. Tunus'un Zeytun Camii olarak da bilinen Cami-i Kebir'i
Emeviler tarafından inşa edilmiş ve daha sonra Ebu İbrahim Ahmed tara­
fından yenilenmişti. On beş geçitten ve altı sahından oluşan namaz böl­
mesinin önünde revaklarla çevrili bir avlu vardır. Nal biçimli kemerleri
daha eski yapılardan alınmış olan kolonlar destekler. Ortadaki geçit ve Suse Cami-i Kebir'inin yanındaki n i n önündeki revaklı girişin kemerleri daha
kıble duvarının önündeki çapraz sahın, ilk kez Kayrevan'da uygulanan T ribattan görünüşü, 850 az kütleseldir ve dolayısıyla yeniden inşanın
Kayrevan'ın Cami-i Kebir'inde olduğu gibi, sonraki evresinde yapılmış olmalıdır. Siper­
biçimli plana uygun olarak diğer geçitlerden daha yüksek ve daha geniş­
namaz bölmesinin yukarısında sekiler vardır lerde burçların yanı sıra mazgallar vard ır.
tir. Sekizgen bir temel üstünde duran mihrabın önündeki sahnın yukarı­ ve bi raz daha yüksek olan ortadaki geçidin
sında yivli bir kubbe yer alır; bu kubbenin köşelerinde kabuk biçimli kö­ üstünde iki kubbe yer alır. Namaz bölmesi-
şe kemerleri vardır. Yuvarlak alınlık kapalı kemerlerle bezenmiş ve içinde
pencereler açılmıştır. Bütün bu özelliklerin Kayrevan'daki camiye dayan­
ması ve zarif minberin de Kayrevan'daki dengine çok benzemesi, Sidi Uk­
ba Camisi'nin bir mimari model olarak taşıdığı önemli statüyü bir kez da­
ha doğrular. Kubbenin alt kenarının yukarısındaki bir Kufi yazıt, caminin
864'te Abbasi halifesi Mustain (862-866) tarafından yaptırıldığını belirtir.
Bu durum İfrikkiye valilerine tanınan özerkliğe rağmen, halifenin eyalet­
lerle ilgilenmeye devam ettiğini gösterir.
Emir I. Muhammed'in (841-856) Suse'de 850'de inşa ettirdiği Cami-i
Kebir kentin kuzeydoğu kesimindedir. Çok-ayaklı namaz bölmesinin 13
geçidi vardır ve derinliği üç sahındır. Caminin 1 1 . yüzyılda genişletilme­
si sırasında yıkılan ilk mihrabın bulunduğu yerin önündeki sahnı bir kub­
be örter. Bu yapı önemli bir yenilik gösterir: Ahşap tavan yerine bir kav­
şak tonozu vardır. Namaz bölmesinin dışarısında üç kenarı revaklarla
çevrili bildik dikdörtgen avlu yer alır ve namaz bölmesi ile avlu revakla­
rının dış duvarlarının yukarısında taşa oyulmuş olan zarif bir hat sanatı
şeridi uzanır. Avlunun kuzeydoğu köşesinde kubbeli bir sekizgen üst ka­
tın oturtulduğu yuvarlak bir kule vardır.
T biçimli plan ve mihrabın önündeki kubbe Aglebi mimarisinin ayı­
rıcı özelliğidir. Sefakis'te 849'ta kurulan ve 988'de yeniden inşa edilen Ca­
mi-i Kebir bu mimari tasarımı izler. Kayrevan'da olduğu gibi, minare na­
maz bölmesinin ana ekseninin yukarısında yükselir.
Suse Cami-i Kebir'inin namaz vardır. Kütlesel taş ayaklar Kayrevan ve Tu­
Büyük camilerin yanı sıra, her zaman aynı plana dayanmayan daha bölmesi, 850 nus camilerindeki namaz bölmelerinin ayırıcı
mütevazı ibadethaneler de kurulmuştu. Bunlardan iki tanesi özel ilgiyi Sahel bölgesinin Tunus kesiminde mimarlar özelliği olan aydınlık ve ferah havayı yarat­
bolca bulunan antik çağ kolonlarından yarar­ maz.
hak eder. Biri Suse'dedir ve Emir Ebu İkbal döneminde (838-841) azatlı
lanmaz, taştan ayaklar yaptırırlardı. Bu ca­
bir köle olan Bu Fatata tarafından inşa ettirilmiştir. Onun adını taşıyan mide ahşap tavanlar yerine taş tonoz yapılar

AGLEBİ MİMARİ S İ 1 35
Kayrevan Cami-i Kebir'inin çük bir gedikten geçen temiz su aşağıdaki bir
avlusundaki çamur süzgeci sarnıca akardı. Abdest için gerekli su, süzge­
9. yüzyıl sonları cin yan ındaki üç kuyudan çeki l i rdi. Kuyu
Cami-i Kebir'in iç avlusunda biriken yağmu r ağızlarının kenarları kovaları çekmek için
suları, çamuru tutan küçük mermer basa­ kullanılan halatlarla aşınmış durumdadır.
makların üstünden geçerken süzülürdü. Kü-

Kartaca'daki sarnıç rına su taşı r ve Roma döneminde kentteki yapı üç geçitli, üç salımlı ve çatısı beşik tonoz biçiminde bir namaz böl­
Sarnıçlar antik çağ yerleşmelerini fetheden bütün evlerin yanı sıra iki hamam dizisine su mesinden oluşur. Kayrevan Cami-i Kebir'i modeline uygun olarak, önün­
Arapların sağlam halde bulup kullandığı sula­ sağlardı. Her biri 95 metre uzunluğunda olan
de, masif destek kolonları üstündeki nal biçimli kemerlerden oluşan üç
ma sistemlerinin bir parçasıydı. Bir sukeme­ 24 sarnıçtan l S'i günümüzde hala ayaktadır.
ri Zaguan Dağları'ndan Kartaca'n ı n sarnıçla- revakın çevrelediği bir sundurma yer alır. Kayrevan'da 866'da inşa edi­
len ve özellikle dış bezemeleriyle dikkat çeken küçük Üç Kapılı Cami'nin
de iç mekanı üç kısma ayrılmıştır. Bezeme düzeninin son derece önem­
li bir parçası olan yazıtlar, ilk kez Suse Cami-i Kebir'inde kullanılan süs
unsurunun gittikçe rağbet gördüğünü doğrular. Kapı girişlerinin yukarı­
sındaki nal biçimli üç kemerin köşelikleri filiz süslemelerle zengin bi­
çimde doldurulmuştur. Cephenin üst kesimi üç saçaklık silmesinden olu­
1 şur; bunların ikisi camiyi yaptıran kişi olarak eski Endülüslü köle
i Muhammed bin Hayranü'l-Mafer'in anıldığı yazıtlar taşır. Yazıtlar arasın­

1 da bitkisel ve geometrik motiflerden oluşan bir friz uzanır. Yapının te­


pesinde 25 süslü dirsek üstünde duran bir üst silme yer alır. Dönemin

1 tipik ağırbaşlı yapılarıyla karşılaştırıldığında, Üç Kapılı Cami kendi türün­

1
de benzersiz bir anıt olmasını sağlayan cephesinin süslü üslubu açısın­
dan çarpıcıdır.

E

� Aglebi sarayının ihtişamı : Saltanat kentleri Abbasiye ve

!
Rakkade

Bağdat'taki halifeler gibi, Aglebiler de başkentlerinin hemen dışında sal­

� tanat ikametgahları inşa ettiler. Bu yola gidilmesinin sebebi kısmen Do­

� ğu geleneği, kısmen de Kayrevan halkının hükümdarlarına karşı açık hu­


sume iydi. Kentin güneyinde iki saray kompleksi vardı. Bunlardan

ıı
Abbasiye (Kasrü'l-Kadim) 801 'de, Rakkade ise 876'da kurulmuştu . I. İb- .
Kayrevan'daki Ü ç Kapılı Cami, 866 bol m i ktarda b itki motifleri, oyma süsleme.­
Üç Kapılı Cami'yi Endülüs'ten gelen ve Kay­ ler, filizler ve gül bezekler, ayrıca eski Arap­
rahim' in inşa ettirdiği ilk kompleksin merkezinde önceleri Kasrü'l-Ebyad
revan' daki ün iversitede ders veren bir din ça KCıfı yazıtlar taşır. Buna karşılık minare sa­ ("Beyaz Sarayı") olarak bilinen, ama daha sonraları yeni yapılardan ayırt
alimi yaptırmıştı. Üç kapı girişinin yukarısın­ de ve bezemesizdir. etmek için Kasrü'l-Kadim ("Eski Saray") olarak anılan bir saray yer al­
daki cephe, tipik zengin Endülüs desenlerinin
f, etkisi n i yansıtan benzersiz süslemelerle kap­
maktaydı. Halifelik makamına saygı nişanesi olarak Abbasiye adı :verilen
lıdır. 9. yüzyı ldan kalma taşlar ve alçı sıvalar kent başlangıçta sadece bir hendekle çevriliydi; kısa bir süre sonra hen­
değin yerine beş kapısı olan tahkimli surlar dikildi. Önceleri Abbasiye'de

136 TUNUS VE M I S I R
oturanlar emirin yakın çevresiyle ve muhafızlarıyla sınırlıydı. Sarayda er­ taya koymak çok zordur. Bununla birlikte, araştırmaların gün ışığına çı­
zak ve silah ambarları, ayrıca hamamlar, çarşılar ve sadece el-Bekri'nin kardığı belli yapıların kalıntıları ve alçı sıva bezeme parçaları, hüküm­
verdiği bilgilerden tanıdığımız bir cami vardı. Bu anlatımda cami mina­ darların yaşayışları konusunda bir ölçüde fikir vermektedir. Sözgelimi,
resinin "silindir biçimli, tuğlayla inşa edilmiş ve yedi katlı kolonlarla süs­ büyük bir su sarnıcının günümüze kalan duvarları bulunmuştur; yapı kı­
lenmiş" diye tarif edilmesi, Doğu tipi minareler örnek alınarak yapıldı­ sa kenarları 89 ve 1 30 metre, uzun kenarları ise 1 7 1 ve 182 metre olmak
ğını gösterir. Çiçek bahçelerine ve bostanlara yönelik bir sulama sistemi üzere yamuk bir zemin planı üzerinde kuruludur. Doğu geleneğine ya­
sayesinde Abbasiye'de su kıtlığı hiç çekilmezdi; gerektiğinde Kayre­ raşır biçimde, bu yapay göl saltanat eğlencelerine yönelikti ve su yarış­
van'dan da su sağlamak mümkündü. Aglebiler bu saray kentine pek ları, kayık gezintileri gibi gözde boş zaman uğraşlarına sahne olan bir
uzak olmayan bir yerde, emirin dinlenebileceği veya turna avlayabilece­ yerdi. Saray cephesinin suya yansıması, bütün kompleksin genel estetik
ği Münyetü'l-Rusafe adlı hoş bir yazlık saray inşa ettirmişti. havasına herhalde büyük katkıda bulunmuş olmalıydı. Havuzun kısa ku­
II . İbrahim 876'da emir olarak başa geçince, Kayrevan'ın dokuz ki­ zeybatı kenarının ortasından dışarıya doğru uzanan duvarların temelleri
lometre kadar güneyinde Rakkade ("Cazibeli") adıyla ikinci bir saray ku­ muhtemelen III. Ziyadetullah'ın 906'da inşa ettirdiği Kasrü'l-Bahr'ın bir
rulması emrini verdi. Başlangıçta bir yazlık ikametgah olarak öngörülen parçasıydı. Bu sarayın üç odasındaki mozaik döşemeler hala durmakta­
kompleks kısa sürede gelişerek, bir cami-i kebirin, hamamların, emtia dır; içlerinden birinin elmas biçimli, birbirine dolanmış ve sarmal süsle­
ambarlarının ve bir at meydanının bulunduğu surlu bir kente dönüştü. meler içeren karelere ve yıldızlara dayalı bir deseni vardır. Bir başka
Doğu adetinden ilhamla, iktidara gelen her emir yeni bir ikametgah yap­ odadaki mozaikler bitişik elmaslardan ve karelerden oluşur.
tırdı. Sicilya'da kazanılan zaferlerin anısına Kasrü'l-Fütuh ("Zafer Sarayı")
inşa edildi ve bunu Kasrü'l-Sahn ("Avlu Sarayı"), Kasrü'l-Bahr ("Deniz
Su mühendisliği: Aglebi sarnıçları
Sarayı"), Kasrü'l-Bağdat gibi başka yapılar izledi. II. İbrahim döneminde
Rakkade öylesine önem kazandı ki, bir ara sorunlu komşusu Kayrevan'ı Rakkade'deki büyük sarnıç, Müslüman mimarların su mühendisliği ala­
gölgede bıraktı. Aglebilerin 909'da devrilmesinden sonra, Kayrevan hal­ nında ulaştığı yüksek teknik standartların kanıtıdır. Su hiç kuşkusuz İs­
kı Rakkade'yi yıktı ve el-Bekri'nin aktardığına göre, Fatımi Halifesi Mu­ lam uygarlığının çok önemli bir özelliğidir. Bu sadece yöneticilerin hal­
iz (953-975) "kentten geriye kalan her şeyin yıkılması ve sabanla sürüle­ ka içme suyu sağlama göreviyle sınırlı değildir. İslam dininin vecibeleri­
rek yerin altına gömülmesi" emrini vererek kentin akıbetine son noktayı ni yerine getirmek açısından da suya ihtiyaç vardır; müminlerin namaz­
koydu. Bu anlatım elbette abartılıdır; çünkü Abbasiye gibi, Rakkade de dan önce abdest alması gerekir ve ibadethane yakınında su kaynağının
10. yüzyılın sonunda hala oturulan bir yerdi. bulunması bir zarurettir.
Ne var ki, kil tuğla ve sıkıştırılmış toprak gibi kolay bozulur yapı mal­ Roma ve Bizans döneminden kalma sukemerleri, mağaralar ve sar­
zemelerinin bakımsız kalınca uzun süre ayakta kalması mümkün değil­ nıçlar gibi birçok antik su mühendisliği yapıları İfrikkiye'de hala mevcut­
di. Kayrevan halkının kullanılacak yapı malzemeleri için harabelerden tu ve hiç kuşkusuz Arap mühendislere ilham vermişti. Sözgelimi, Kayre­
parçalar sökmesiyle, bir zamanların bu görkemli Aglebi kentlerinin son van'a su getirilmesini sağlayan antik sukemerinin Emevi ve Aglebi yöne­
izleri de silindi. 20. yüzyılın başlarından bu yana Abbasiye ve Rakka­ timleri altında çalışır hale getirilerek yeniden kullanılmaya başladığını bi­
de'nin ufak bir kesimiyle sınırlı olarak yürütülen çeşitli arkeolojik kazı­ liyoruz. Ancak, İfrikkiye kentlerindeki demografik büyüme su toplama­
lara karşın, I. İbrahim'in ardıllarının ikametgahlarının bir tablosunu or- ya, akaçlamaya ve su ihtiyacını sağlamaya yönelik yeni sistemlerin ku-

Aglebi sarnıçları, Kayrevan, 9. yüzyıl


Kayrevan ve komşu saltanat kenti Rakkade
yakınlarında Aglebi döneminden kalma çar­
pıcı su mühendisliği yapıları hala ayaktadır.
Bu bozkır bölgede su son derece değerli bir
şeydi ve klasik antik çağı n mühendisleri su
teminine yönelik sistemleri kurmaya zaten
başlam ışlardı. Daire biçimli bu iki havuzu da
kapsamak üzere, günümüze ulaşan bir dizi
olağanüstü 9. yüzyıl yapısı vardır. Havuzlar
gölet ve süzme sarnıcı işlevi görmenin yanı
sıra, hükümdarların su yarışları ve kayık ge­
zintileri gibi boş zaman uğraşlarının keyfi ni
çıkarabildiği yerlerdi.

A G L E B İ MİMA R İ S İ 137
,,...,--
,..-----�-- ·- - �-

Manastır ribatının iç avlusu, 796 barı ndıran bu ribatın avl usunun güney kena­ rulmasını zorunlu kıldı. El-Bekri o dönemde Emevi Halifesi Hişam'ın
Ri batın iç avl usuna bakan bi rkaç katta mes­ rında, kadınlar için yapılmış olan ve dış dün­ Kayrevan ahalisinin ihtiyacını karşılamak üzere 15 su göleti inşa edilme­
kenler, ibadet odaları, idari mekanlar, yatak yaya ayrı bir kapıyla açılan daha küçük bir ri­
si emrini verdiğini anlatır. Su dağıtım şebekesi ırmaklardan ve akaçlama
odaları ve top yuvaları yer alırdı. Erkekler bata geçiş yeri vardır.
için yapılmış olan ve günümüzde bir müzeyi sistemlerinden su toplamaya yönelik su kuleleriyle ve bir dizi sarnıçla
takviye edilmişti. Suse'nin merkezinde Sofra olarak bilinen zarif bir sar­
nıç vardır. Büyük olasılıkla İslam öncesi dönemden kalma bu yapının II.
İbrahim tarafından restore edildiği söylenir; ama bunun tarihi oldukça
belirsizdir. Dikdörtgen bir zemin planı üzerinde kurulu sarnıç, 12 kare
sütun üstünde duran ve 20 kesime ayrılmış olan bir beşik tonozla örtü­
lüdür. Tonoz yapının tepe noktası, suyun dışarıdan aktarılmasını sağla­
yan dikdörtgen gedikler barındırır. Ayrıca, sarnıcın güney kenarında kü­
çük ve yuvarlak bir tortu haznesi vardır.
Aglebiler açık alandaki sarnıçların yapımında ustalaştılar; ama hepsi
Rakkade'deki göl kadar büyük değildi. İki saray kentinin yakınında gü­
nümüze ulaşan muazzam büyüklükte dikdörtgen su göletleri vardır. Kö­
şelerinde ve uzun kenarlarında yer alan yuvarlak payandalarla birer tah­
kimatı andırırlar. Fakat böyle göletlerin en görülmeye değer örnekleri,
Kayrevan'ın bir kilometre kadar kuzeyine düşen "Aglebi sarnıçları"dır
hiç kuşkusuz . Bunlar birbirine bağlı ve daire biçimli iki havuzdur; daha
küçük olanının çapı 37,4 metre, derinliği ise yaklaşık 5 metredir. Havuz­
lar yakındaki bir ırmağın suyunu toplamak ve bir tortu haznesi işlevini
görmek üzere tasarlanmıştı. Küçük havuzda süzgeçten geçirilen su, çapı
1 3 1 metreyi aşan büyük havuza bir olukla akıtılırdı. Asıl gölet tonozlu
bir sarnıçtı ve Kayrevan'ın 40 kilometre kadar dışındaki membalardan
Roma sukemeriyle getirilen temiz su da burada toplanırdı. Göletten çı­
kan borular suyu kentin çeşitli noktalarına taşırdı. Söz konusu iki sarnıç
Suse ribatının güney kenarı yükselir. Kulenin (resimde görülmeyen) kapı
9. yüzyıl başları girişindeki bir yazıt, ribatı 82 1 'de Ziyadetul­
sadece hatırı sayılır büyüklüklerinden değil, inşa tarzlarından dolayı da
Revaklı giriş perde duvarının ortasında yer lah'ın yaptı rdığını belirtir. Ne var ki, bu savı çarpıcıdır. Rakkade'deki yapay gölde olduğu gibi, duvarlar içeride ve dı­
alır. Güneydoğu köşesindeki dikdörtgen destekleyici sonuçlar vermeyen toprak ana­ şarıda yarım daire biçimli payandalarla güçlendirilmiştir. Tıpkı bu göl gi­
burcun üstünde, kesik koni biçiminde olan lizi ilk inşan ın 8. yüzyıla indiğini açıkça gös­
bi, daha büyük havuz da boş zaman uğraşları için kullanılmış olmalıdır;
ve ribat için minare işlevini gören bir kule termiştir.
çünkü ortasındaki sekizgen kulenin üstünde dört kapılı bir köşkü andı­
ran bir kat vardı ve herhalde bu kapılardan kayıklara biniliyordu.

i
!
1
İbadet ve cenk: İslam ribatlarının yapısı ve işlevi

1 Sarayların ihtişamından çok uzak olan askeri mimarinin gelişiminde, gele­


neksel Roma-Bizans tahkimat inşası sanatının, bazen karıştırılsa da, önem­

1 li katkısı vardı. İfrikkiye'nin Avrupalı güçlerin birçok farklı tehdidine ma­

1
ruz kaldığı dönem, kıyı şeridi boyunca bir dizi tahkimli yapının inşa
edilmesine yol açtı. "Ribat" adı verilen bu yapılar esas olarak Sicilya'ya ve
'
Batı Akdeniz'in diğer adalarına yönelik fetihler için düzenlenen deniz
seferlerinde birer üs işlevini görmekteydi.
Tefekkür ve Allah yolunda kutsal savaş (cihad fi sebilullah) kavramları
ribatla yakından bağlantılıydı. Çünkü müminlerin huzur ve inzivayı aradığı
bu yapılar aynı zamanda cihat savaşçılarının (murabıtin) buluşma
yerleriydi. İman uğruna dövüşmek, yaşına ve bünyesine bağlı olarak her
Müslüman için kutsal bir İslam vecibesidir; bu kavga fikri ve hatta manevi
mücadele biçimine de bürünebilir. Son olarak, ribat tehlike anlarında yerel
köyl·@rin sakinleri için bir sığınma yerini ifade ederdi ve bazen hazineleri
saklamak için kullanılırdı. Nitekim, III. Ziyadetullah 909'da Fatımilerin
önünden kaçarken Suse ribatına çok yüklü miktarda altın bırakmıştı.
Ribat geleneği sadece belli bir yaşam tarzını değil, Orta Asya ve
Anadolu'daki kervansaraylarla bazı benzerlikler taşıyan özel bir mimari
üslubunu öngörürdü. Aglebi ribatlarının tipik özellikleri, kare zemin planı
ve her köşesinde birer yuvarlak kule, perde duvarlarının ortasında da yarım

ı- - . ı:
.
�- l ..J_,

·...!
daire biçimli kuleler bulunan tahkimli duvarlardı. Odalar birkaç kata Manastır ribatı, kuruluşu 796 nen bir dizi ribatla devasa bir yapı topluluğu­
dağılmış halde bir avlunun çevresinde kümelenirdi. Bunlar mesken, Buranın ilk sade zemin planı burçlarla tahkim na dönüştü. Ribatın Yunanca monosterion ke­
edilmiş bir kare dış duvardan i baretti. Ama limesinden gelen adı zamanla kente de veril­
ibadethane, erzak ve silah depoları olarak kullanılan bölmelerdi. İçeride su
1 O. yüzyılda genişledi ve birbirine eklemle- di.
göletleri de bulunduğu için, ribat sakinleri bir kuşatmaya direnme
açısından sağlam donanımlıydı.
796'da inşa edilen Manastır ribatı özellikle 10. yüzyıldaki genişletme koymuştur: 8. yüzyıldaki ilk inşa ve Ziyadetullah dönemindeki yeniden
sırasında epey tadilat geçirdiğinden, özgün zemin planını saptamak zordur. inşa. Buranın klasik antik çağda bir yerleşim alanı olduğunu gösteren
Kenarları 40 metreyi bulan kare biçimindeki tahkimli duvarlarda yuvarlak ipuçları da vardır. İfrikkiye'deki birçok ribat eski askeri yapıların
ya da çokgen burçlar vardı. Yapının çeşitli kısımları geniş iç avluya bakan bulunduğu yerlere kurulmuştu . Sözgelimi, Sefakis'in güneyine düşen
birkaç kat halinde düzenlenmişti; farklı boyutlardaki iki ibadethaneden biri Yunga'nın ortaçağ duvarları bir Bizans kalesinin temelleri üstünde yer
kadınlar içindi. Terastaki bir mihrap, ribat sakinlerinin açıkta da namaz almaktadır. Kıyı savunması çerçevesinde ribatların yanı sıra kurulan daha
kılmasını sağlardı. Güneydoğu köşesindeki yüksek kule hem gözetleme küçük tahkimatlar ufak bir kışlayı barındırabilecek duvarlı kompleksler bi­
yeri hem de minare işlevini görürdü. Manastır'da "büyük ribat"ın yanı sıra, çimindeydi.
bazılarının izleri artık silinmiş olan birkaç küçük yapı daha vardı. Bunların Her ne kadar bazıları cihada hazırlık amacıyla ve Hıristiyan ülkelerden
inş� edilmesinin sebebi cillat siyasetinde büyük önem taşıyan Manastır'a gelecek tehditlere karşı bir savunma tedbiri olarak inşa edilmiş olsa da, İf­
muazzam sayıda insanın akın etmesiydi. Buranın öylesine bir itibarı vardı rikkiye ribatları bölgeye yönelik Müslüman istilalarını, Doğu'dan karayo­
ki, Manastır'ı ziyaret edenlere cennet kapısının açıldığı söylenirdi. luyla gelen Şiileri durduramadı. Bu defa Aglebileri yok etmeyi amaçlayan
Kule kapısındaki yazıtın bize anlattığına göre, Suse ribatını 821 'de istila 909'da Fatımiler olarak bilinen yeni bir hanedanı iktidara getirdi.
kentin kuzeyinde, biraz uzak bir yere Ziyadetullah yaptırmıştı. Bu taş yapı
büyüklük bakımından Manastır ribatına yakındır. Tonozlu ve penceresiz
meskenler iç avlunun çevresinde iki kat halinde kümelenmiştir. Zemin
katta taçkapılı bir cami bütün güney kenarını kaplar. Mihrabın önündeki
kısmı örten kubbenin yüksekliği oldukça abartılıdır. İfrikkiye'deki en eski
örnekler arasında yer alan mihrabın şaşırtıcı ölçüde kaba yapısı hiç
kuşkusuz eskiliğiyle açıklanabilir. Odaların tavarıları Suse Cami-i Kebir'inin
ve Bu Fatata Camisi'nin tavanlarını andırır. Bir siperle çevrili olan ve
eskiden burçların bulunduğu teraslara güneybatı köşesindeki bir
merdivenden çıkılır. Manastır'da olduğu gibi, kesik koni biçimli bir kule,
doğu köşesinde 15 metreye kadar yükselir. Suse ribatı muhtemelen yazıtta
belirtilenden daha eskidir. Toprak analizi iki ayrı inşa evresini açıkça ortaya

A G L E B İ MİMA R İ S İ 139
•·
Fatımiler

Tarih
Sibylle Mazot

Fatımilerin kökeni muğlaktır ve hala Mısır, Bağdat ve Konstantinopolis'i ele


tartışma konusudur. Kendi savlarına geçirmekti.
göre soyları Peygamber'in kızı Fatma Öncelleri gibi, Fatımiler de birçok
ile kocası Ali'ye, yani Muhammed'in iç siyasal bunalımla uğraşmak zorunda
amca oğluna dayanmaktaydı. Güney kalarak, Berberi kabilelerin yanı sıra,
Irak'taki Huzistan bölgesinde 9. yüzyıl Fas'taki bağımsız yönetimlerinin sona
ortalarında sahneye çıkan hane.danın ermesinden çekinen ve dolayısıyla ha­
mensupları Şii İsmailiye mezhebine lifeliği tanımayı reddeden Rüstemiler­
bağlıydı. Hem Emevi hem de Abbasi le ve İdrisilerle karşı karşıya geldiler.
halifelerini meşru saymayan İsmaililer Mehdi'nin yakın çevresinde de bir
sadece Peygamber'in amca oğlu Ali'nin hayli çekişme vardı; bu durum Ebu
soyundan gelenleri Hz. Muhammed'in Abdullah eş-Şii'nin sürgüne gönderil­
gerçek ardılı, yani imam kabul etmek­ mesine ve 9 1 1 'de idam edilmesine yol
teydi. Amaçları iktidar gaspçısı olarak açtı. Özellikle mali alandaki etkili ted­
gördükleri Bağdat'taki Sünni halifeliği birler Fatımi hazinesini doldurdu ve
devirmekti. İnançlarına göre "saklı" hükümdarın debdebeli bir yaşam tarzı
imam Mehdi ("Doğru Yola Ermiş Kişi") sürdürmesini sağladı. Ancak, Ubey­
sonunda ortaya çıkarak halifeyi tahttan dullah Mısır'ı yönetme düşünü gerçek­
indirecek ve İslam dünyasını tekrar bir­ leştiremedi. Daha sonra halife (940-
leştirecekti. Böyle bir müjdeci anlayışı 946) olarak yerine geçecek olan oğlu
tehlikeli bulan Abbasiler, bu görüşü Kaim, giriştiği iki seferde bozguna uğ­
ileri sürenleri sindirmeye giriştiler. Hu­ radı ve 925'teki üçüncü seferinde de
zistan'dan mecburen ayrılan Fatımiler, pek başarılı olamadı. Buna karşılık,
Suriye'deki Selamiye'ye gittiler ve yan­ Fatımiler Sicilya'daki Müslümanlara
daş kazanma uğraşlarını sürdürerek, egemenliklerini kabul ettirdiler ve bu
bütün İslam ülkelerine mürşitler gön­ ada Hasan bin Ali el-Kalbi adında gay­
derdiler. Bunlardan biri olan Ebu Ab­ retli bir emir tarafından yönetilmeye
dullah eş-Şii 10. yüzyıl başlarında İfrik­ başladı.
ki))e'ye yerleşti ve Berberi kabileler Fatımi öğretisi yerel düzeyde ha!a
arasında önemli destek buldu. Bu ara- ağır basan Sünni inançların yanı sıra
da Abbasi valisinin baskısı üzerine Selamiye'den kaçmak zorunda kalan Hariciliğe de tersti. Berberi asıllı Ebu Yezid önderliğindeki Hariciler, böl­
Fatımilerin önderi Ubeydullah önce Filistin ve Mısır'a, ardından Kuzey Af­ gedeki Şii yönetimine son verme çabasına girdi. Ebu Yezid ve adamları,
rika'ya geçti. Yoğun propaganda çalışmalarından dolayı Fas'ın güneydo­ Kaim'in yerine geçen Mansur (946-953) için 943/944'te bir tehdit kayna­
ğu kesimindeki Sicilmase'de tutuklanınca, o sırada İfrikkiye'nin hakimi ğı haline geldi. (Ebu Yezid birkaç yıl binek olarak yeğ tuttuğu hayvan­
konumuna gelmiş olan Ebu Abdullah eş-Şii tarafından kurtarıldı. Böylece dan dolayı halk arasında "eşekli adam" diye anılırdı.) İsyancılar Rakkade,
9 10'da zafer havasıyla Rakkade'ye girdi, kendisini Mehdi ilan etti ve Tu­ Kayrevan ve Suse gibi önemli kentleri denetim altına almayı başardılar;
nus'ta Şii Fatımi halifeliğini kurdu. Ne var ki, asıl emeli doğuya yönelerek ama birkaç ay süren kuşatmanın ardından Mehdiye'yi ele geçirme girişi-

Kahire'deki el-Ezher Camisi'nin avlu almaşık sıralı kapalı nişler ve gül bezekler yer Kadın flütçü, Mısır ya da ı:�nus, 1 O. yüz­ özellikle yaygındı. Bu resimdeki bezeme Fa­
cephesi, 970-972 alır. Sivri kemerler Hal ife Hafız döneminde­ yıl, mermer, Bardo Müzesi, Tunus tımi sarayındaki gü nlük yaşama ve eğlencele­
Kahire' nin kurulmasıyla birlikte, el-Ezher ki ( 1 1 29- 1 1 49) tadilatta eklenmiştir. Basa­ Bizzat Kuran'ın canlı yaratı kların tasvirini ya­ re dair bir fikir veriyor.
Camisi kentin d i nsel merkezi haline geldi. maklı burçlar ise erken dönem Fatı mi üslu­ saklamamasına karşın, zamanla bu yönde bir
Cami cephesinin gösterişli tasarım ında i l ham bunun tipik bir özel liğidir. gelenek ortaya çıktı. İslam'ın i l k döneminde
kaynağı Tolunoğlu Camisi'dir; köşeliklerde yüksek mevkilerdeki kişilere ait saraylar ve
ve kemerlerin tepe noktaların ı n yukarısında evler gibi dindışı yapılarda figür bezeme

FATIMİ TARİHİ 141


minden vazgeçtiler. Adamlarınca uygulanan mezalim Ebu Yezid'in kısa la birlikte, Kahire devletin başkenti hale geldi. Bu arada İfrikkiye'nin yö­
sürede halk desteğini yitirmesine yol açtı ve 947'de yakalanıp hapse atıl­ netimi Berberi asıllı Ziri hanedana mensup Bulukkin'e (ö. 984) bırakıldı.
masıyla birlikte hareket tavsamaya yüz tuttu . Fatımiler bu krizi atlattıktan Mekke ve Medine'yi 970'te himaye altına alan Fatımiler, egemenlik
sonra İfrikkiye'de iktidarlarını pekiştirdiler ve Muizz döneminde (953- alanlarını Yemen'e kadar genişlettiler; ama Suriye ve Filistin'e girmeye ça­
975) bütün batı eyaletlerinde sükCınet sağlandı. Bizans'la yarım yüzyıl sü­ lışınca sert direnişle karşılaştılar. Abbasi halifesinin 1058'de kaçması ve
ren gergin ilişkilerin ardından, Fatımiler ve Doğu Roma İmparatoru Ni­ Bağdat'ın kısa bir süre işgal edilmesi, Ubeydullah'ın gayesine nihayet ula­
kephoros Phocas 967'de bir barış antlaşması imzaladı. şıldığı gibi bir görüntü yarattı. Ne var ki, Bağdat'ın işgali ve Mustansır'ın
Ubeydullah'ın düşü Muizz'in Mısır'ı istila etmeyi göze almasıyla ger­ halifeliği (1036- 1094) Fatımi yönetimi için hem doruk hem de dönüm
çeğe dönüştü. Mısır hatırı sayılır kaynaklara sahip bir ülkeydi, ama bir­ noktası oldu. Sınır eyaletleri Fatımilerden kopmaya başladı.
kaç yıldır süren kötü hasattan dolayı ağır bir ekonomik durgunluk için­ Batıda Kahire'nin üstünlüğünü tanımayan Ziriler 1048'de Abbasilerin
deydi. Fatımiler kolladıkları uygun anın gelmesi üzerine, sefer için Slav yanında yer alarak Sünni mezhebine döndüler. Bunun üzerine Mustansır
asıllı bir komutan olan Cevher'i görevlendirdiler. Yürütülen yoğun pro­ Yukarı Mısır'daki Benu Hilal ve Benu Süleyman adlı göçebe Arap kabi­
paganda Cevher'in önünü açtı ve bölge halkıyla dinsel özgürlük ve re­ lelerinden topladığı askerlerden oluşan bir orduyu Magrip'e gönderdi. Bu
formlar konusunda müzakerelere oturuldu. Cevher 969'da girdiği Fus­ istilacılar kırsal alanları ve kentleri harabeye çevirdi. Bölgenin siyasal
tat'ta Sünnilere, Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı hoşgörülü bir tutum dengesi kalıcı biçimde bozuldu ve eski merkezler çökmeye yüz tuttu. Ku­
takındı. Mısır'daki iki yüzyıllık Şii yönetimine damgasını vuran bu barış zey eyaletlerindeki durum da kötüleşti ve Suriye 1076'da kesin biçifude
içinde bir arada yaşama ortamı, asabi mizaçlı ve şiddete düşkün Halife elden çıktı. Bunun sonucunda Fatımilerin önemli bir gelir kaynağını kay­
Hakim'in (996- 1021) Hıristiyanlara ve Yahudilere yönelik baskılara giriş­ betmesi ekonomik sorunlara yol açtı. Sınır bölgelerinin zayıflaması, Hı­
mesiyle bozuldu. Onu ilahi varlığın cisme bürünmüş hali olarak ululaştı­ ristiyan tehdidinin hatırı sayılır bir boyuta varmasında can alıcı bir etken
ran Dürzi cemaati bu dönemden sonra ortaya çıktı. Çeşitli dinsel cema­ oldu.
atlere tanınan özerklik, Mısır'ın ekonomik durumunda dikkate değer bir Sarsılan rejim kötü hasatların, kıtlıkların ve anarşinin cenderesine
canlanmaya katkıda bulundu. Cevher, Fustat yakınında karargahını kur­ düştü . Devlet hazinesi 1068'de tamamen boşaldı; maaşlarını alamayan ha­
duğu yere "muzaffer" anlamında Kahire adı verilen yeni bir kent inşa et­ lifelik muhafızları ve memurları sarayı yağmaladı. Mustansır gerileme sü­
tirmişti. Muizz'in 973'te halifelik merkezini İfrikkiye'den Mısır'a taşımasıy- recini durdurmak için, Suriye ve Filistin valiliği sırasındaki başarılarıyla

lj

o Ü

- 1 1. yüzyılın ilk yansında Fatımi yönetimi altındaki topraklar


12. yüzyılda Fatımi yönetimi altındaki topraklar

142 TUNUS VE MISIR


öne çıkmış Ermeni asıllı bir komutan olan Bedrü'l-Cemali'yi yardıma ça­
ğırdı. Onun reformlarıyla Mısır'ın durumu düzeldi. Tarımsal ürünlerden,
zanaatlardan ve baharat ticaretinden sağlanan gelirler yükseldi ve altın
esaslı sağlam bir para birimi ekonomiyi canlandırdı. Bununla birlikte,
ekonomik krizler, veraset kavgaları, saray entrikaları ve Hıristiyan dün­
yasından gelen dış tehditler Fatımi yönetiminin kaçınılmaz sonunu getir­
di. Suriye hükümdarı Nureddin Zengi'nin hizmetinde bir komutan olan
Salaheddin 1159'da Kahire'yi aldı, Fatımi halifeliğini yıktı ve 1171'de Ab­
basileri tekrar halifelik makamına oturttu.

İki savaşçı, Fustat, 1 1 . yüzyıl, kağıt elinde bir mızrak tutan soldaki savaşçının ku­
üstünde m ü rekkep, ( 1 4 x 1 4 cm), şağında bir kı lıç var. Savaşçıların abalarını ve
Kahire, İslam Sanatı Müzesi yüzleri ni çizme tarzı, beli rgin Doğu etkisini
Bir yazmadan alınma bu çizim, son derece yansıtan yüksek bir sanatsal nitelik taşıyor.
stilize bir ağacı n sağında ve solunda görkem­ Kufi yazıtta "Komutan Ebu Mansur'un şanı­
li giysiler içindeki iki savaşçıyı gösteriyor. Sağ na ve servetine bereket" sözleri yer alıyor.

909 Ebu Abdullah eş-Şii, Aglebileri 1 O 1 7- 1 02 1 Fatımi halifesi Hakim'i (996- 1 095 Fatımiler Güney Filistin'i aldı 1 1 67 Nureddin Zengi'nin Mısır'ı ele
İfrikkiye'den çıkardı 1 02 1 ) Allah'ın cisme bürünmüş geçirmeye yönelik ikinci
1 098 Fatımi veziri el-Efdal Kudüs'ü
hali olarak ululaştıran Dürzi girişimi
9 1O Ubeydullah Mehdi halife (909- kuşattı
cemaatinin ortaya çıkışı
934) sıfatıyla Rakkade'ye 1 1 68- 1 1 69 Kral Amalric komutasındaki
1 099 Fatımi orduları Akka'da
yerleşti 1 02 1 - 1 036 Zahir'in halifeliği Frankların Mısır'ı alma girişimi;
Haçlılara yenildi; Birinci Haçlı
917 Hasan bin el-Kalbi Sicilya valisi
Halife Adid'in ( 1 1 60- 1 171)
1 036- 1 094 Mustansır'ın halifeliği Seferi ( 1 096- 1 099) Kudüs' ü n
yardım istediği Nureddin
(9 1 7-936) oldu alınmasıyla sona erdi
1 043- 1 076 Suriye Fatımi denetiminden Zengi'nin emriyle Eyyubi
92 1 Mehdiye, Fatımi halifeliğinin yeni çıktı 1 1 O 1 - 1 1 30 Amir'in halifeliği komutanlar Şirkuh ve
saray kenti oldu Salaheddin üçüncü Mısır
1 048/ 1 049 Ziriler Kayrevan'da 1 1 02 Kudüs Kralı 1. Baldwin ( 1 1 00-
seferine girişti
944-947 Şii Fatımilere karşı Ebu Yezid bağımsızlıklarını ilan etti 1 1 1 8) Ramallah'ta Fatımileri
önderliğindeki lbadi ayaklanması yendi 1 1 69 Salaheddin Fatımi veziri oldu
1 057/58 Fatımilerin kışkırttığı Benu Hilal
934-946 Kaim'in halifeliği ("İslam Hunları") İfrikkiye'deki 1 1 53 Kudüs Kralı 111. Baldwin Suriye 1 171 Fatımi halifeliğini yıkan
Ziri bölgelerini istila ederek kıyısındaki Aşkelon kentini Salaheddin ( 1 1 69- 1 1 93) Mısır'ı
95 3-975 Muizz'in halifeliği
harabeye çevirdi Fatımilerden aldı tekrar Abbasi imparatorluğuna
967 Bizanslılarla barış antlaşması bağladı; Mısır ve Suriye'de
1 058/59 Fatımiler Memluk Komutan 1 1 63- 1 1 68 Fatımi imparatorluğunun Kudüs
969 Fatımiler Mısır'ı ele geçirerek Eyyubi hanedanını kurdu
Arslan el-Besasiri'nin krallığıyla ittifak çerçevesinde
Kahire'yi kurdu yardımıyla Bağdat'ı ele geçirdi bir tür Frank himayesi altına
girdiği dönem
970 Mekke ve Medine Fatımi 1 073- 1 094 Bedrü'l-Cemali emir ve vezir
halifeliğini tanıdı sıfatıyla Fatımi imparatorluğunu 1 1 64 Halep Emiri Nureddin
yönetti Zengi'nin Mısır'a yönelik ilk
973 Kahire Fatımi imparatorluğunun
askeri harekatı; başında Kürt
başkenti oldu; lfrikkiye'nin 1 089 Fatımiler Akka, Sur ve diğer
Komutan Şirkuh'un bulunduğu
yönetimi Ziri hanedanından Filistin liman kentlerini ele
ordu eski Fatımi Veziri Şavar'ı
Bulukkin'e bırakıldı geçirdi
tekrar bu makama oturttu
975-996 Aziz'in halifeliği 1 094 Fatımiler dinsel görüş ayrılıkları
yüzünden Nizari ve Mustali
kollarına ayrıldı

FATIMİ TARİHİ 143


Mimari
Sibylle Mazot

Neredeyse üç yüzyılı bulan uzun Fatımi yönetimi ile hanedanın siyasal


ve ideolojik ilkeleri beraberinde büyük çaplı bir mimari canlanma getir­
di. Dönemin anıtlarında bu değişimin açık seçik ipuçları görülür; anıtla­
rın bulundukları yörelere özgü gelenek ve kültürlerden kaynaklanan bir­
çok yeni ya da ek özellikler karşımıza çıkar.

Mehdiye ve Mansuriye
Ubeydullah 9 10'da İfrikkiye'de iktidarı ele geçirdiğinde, önce Aglebi sa­
ray kenti Rakkade'ye taşındı; ama siyasal kargaşa onu başka bir yer ara­
maya yöneltti. Sonunda Mehdiye'yi seçti. Hiç kuşkusuz bu kararın ardın­
da stratejik sebeplerin yanı sıra bütün yönetici sınıfı da değiştirmeyi
kapsayacak şekilde yeni bir başkent yaratma arzusu vardı; bu adım Ubey­
dullah'ın başında bulunduğu genç devleti büyük bir deniz gücüne dönüş­
türme emeliyle de uyumluydu .
Kentin kapladığı 14 kilometre uzunluğundaki yarımada muazzam
surlarla çevriliydi; buraya karadan ulaşmanın tek yolu iki sağlam ana ka­
pıydı. Ubeydullah bir liman, bir cephanelik, bir saray ve bir cami-i kebir
yaptırdı. Sur kalıntıları ve kentin iki kapısından Eskefetü'l-Kahle hala
ayaktadır. Kapı konağı 33 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğinde bir
tonozlu bekleme odasından ve ortaçağın yazılı kaynaklarına göre "yüz
yüze bakan kabartmalı tunç aslanlarla" süslenmiş ve art arda dizili altı ka­ Mehdiye'deki Eskefetü'l-Kahle'nin Kahle ("Sürmeli Eşik") adl ı bu yapının iki ka­
pıdan oluşur. Bu kapılar savunmayı pekiştirirdi. Eskefetü'l-Kahle'nin içi­ kapı konağı, nadında burçlar yer alır. Eskiden tonozlu ağır
1 O. yüzyıl bir demir kapıyla korunan kapı konağına nal
ne dar kenarlarındaki iki kliçük gedikten ışık girerdi ve nişlerde muha­
Yarımadaya girişi denetim altında tutmaya biçimli bir kemerden girilir. Güney burcun­
fızlar için peykeler vardı. Iraklı coğrafyacı İbn Havkel'e göre, Mehdiye'nin yarayan bu kapı konağı, saltanat kentini ana­ daki bir merdiven teraslara ve bir salonun
karadaki dış mahallere bağlardı. Eskefetü'I- bulunduğu kuleye çıkar.

Mehdiye Cami-i Kebir'inin avlusu ve avluyu nal biçimli kemerleri olan sıra sütun­
kapı önü revakı, 9 1 6 lar çevreler. Namaz bölmesi cephesinin or­
Mehdiye Cami-i Kebir'inin kapı önü revakın­ ta geçide denk düşen orta kemeri diğer ke­
dan ve iki köşe kulesinden oluşan üç bölüm­ merlerden belirgin biçimde daha yüksek ve
lü cephe düzeni, klasik antik çağın zafer tak­ daha geniştir. Bu yapı Kahire'deki el-Hakim
larıyla bazı Abbasi ve Emevi askeri yapıları nı Camisi'ne örnek oluşturmuştu.
hafifçe çağrıştırmakla birlikte bir yen i l i kti. İç
kapıları, "inşasında örnek alınan Rakka'nın iki kapısı hariç, biçim ve iş­
lev bakımından bütün [diğerlerinden)" daha üstündü.
Ubeydullah'ın sarayı kentin doğu kesimindeydi; oğlu Kaim'in karşıya
düşen sarayıyla arasında geniş bir açık alan vardı. Kazıların gün ışığına
çıkardığı bir yapıya ait harabeler muhtemelen Kaim'in sarayıdır. Kapıda­
ki bekleme odasından dolambaçlı bir girişle geçilen avlunun etrafında kü­
meleşmiş çeşitli meskenler yer alır. Bu kümeler daha bir büyük odayı çev-
Q.
releyen dört küçük odadan oluşur. Saray salonlarının birinde ortaya
çıkarılan mozaik döşemenin birbirine dolanmış şeritlerden oluşan ge­
ometrik deseni, üslup ve motif bakımından Rakkade'nin mozaik döşeme­
lerini hatırlatır.
Bütün kompleksteki en önemli yapı, yarımadanın güneyinde yer alan
Cami-i Kebir'dir. Bir yapay seki üstünde 9 16'da inşa edilen camide daha
sonra birkaç kez değişiklikler yapılmıştır. 1960'lardaki kazılar sırasında,
arkeologlar yapının ilk evredeki planını saptamayı başardı ve bazı özgün
kısımları gün ışığına çıkardı. Cami-i Kebir geniş bir dikdörtgen alanı kap­
lar; bir namaz bölmesinden ve üç kenarı kolonlu revaklarla çevrili bir av­
ludan oluşur. Kütlesel dikdörtgen kuleleri olan kuzey cephesinin orta kıs­
mının önünde, iki yanında daha küçük girişler bulunan bir anıtsal revaklı
giriş yer alır. Namaz bölmesi sekiz sıra halindeki ikiz sütunların ayırdığı
dokuz geçitten ve üç sahından oluşur; ortadaki geçit diğerlerinden daha
yüksek ve daha geniştir. Mihrabin önündeki salının yukarısında bir kub­
be vardır. Kıble duvarına gömülü olan ve iki yanında küçük kolonlar bu­
lunan yarım daire biçimli mihrap, kabuk biçimli yarım daire kubbelerin
örttüğü dokuz dar nişe ayrılmıştır.
Mehdiye Cami-i Kebir'i yapısıyla Aglebi camilerini hatırlatır, ama cep­
he düzeninde bazı çarpıcı yenilikler vardır. Kaim'in sarayında olduğu gi­
bi, giriş bölmesi cephenin önünde bir çıkıntı oluşturduğundan, bezeme­
nin çarpıcı bir mimari unsuru haline gelir. Ortadaki geniş kapı önü revakı
nal biçimli bir kemerle taçlanır. Kapı önü revakının her iki yanında, biri
diğerinin üstüne oturtulmuş nal biçimli kemerleri olan nişler bulunur; alt
nişin düz bir duvarı, üst nişin ise yarım daire biçimli bir duvarı vardır. Sa­
çaklık silmeleri arasındaki bir çekme katın taçlandırdığı kapı önü revakı­
nın yan duvarlarını da benzer yapılı iki dikey niş seti süsler. Giriş cephe­
si üç bölümlü bezemesiyle ve nişleriyle klasik antik çağın anıtsal kent
kapılarını andırır; ama Abbasi ve Emevi dönemlerinin askeri yapılarıyla
da bazı benzerlikler taşır ve İbn Havkel'in Mehdiye ve Rakka'nın kapı
önü revaklarını karşılaştırırken öne sürdüğü gibi, daha ileri bir gelişim
aşamasını temsil eder. Kuzey Afrika'nın ve daha sonra Mısır'ın birçok din­
sel yapısında bu caminin modeli esas alındı.
. Mansur 946'da iktidara gelince, stratejik ve siyasal sebeplerle başken­
tini taşımaya karar verdi. Mehdiye'nin coğrafi konumunun yararı Ebu Ye­
zid'in sonuçsuz kalan kuşatmasında kesin biçimde ortaya çıkmıştı; ama
bir yarımada üstünde bulunmasının felakete yol açması da aynı ölçüde
mümkündü . Kayrevan civarında olmayı tercih eden Mansur, Abbasiye ve
Rakkade yakınında Mansuriye adıyla üçüncü bir saltanat kenti inşa ettir­
di. Bu kentin kurulması hem Sünniliğin kalelerinden biriyle uzlaşmanın
bir işareti hem de Şii iktidarının şatafatlı bir tezahürü sayılmalıydı herhal­
de.
Mansuriye Kayrevan'ın hemen güneyinde ve dönemin bütün kentle­
ri gibi çok kısa bir sürede inşa edildi. Ham ve pişmiş tuğlayla örülen, sa­
Mehdiye Cami-i Kebir'inin iç avlusuna taş sütunlar vardır. Avluya bakan taraftaki
vunmaya dönük ve daire biçimli bir surla çevrildi. Ortaçağ resimlerinden sütunların birbirlerine oldukça yakın du rma­
bakan revaklar, 9 1 6
anlaşıldığına göre, surun dört kapısı vardı. Dört metre kalınlığındaki per­ Yapının diğer bölümlerinin çoğu gibi, iç avlu ları, yapıya kütlesel bir görünüm verir. Nal
de duvarların iki yanında yarım daire ve dikdörtgen biçimli kuleler yük­ da l 960'1arda restore edilmiştir. Avlunun biçimli kemerler üzengitaşları nın konsola
her dört kenarı boyunca sıra sütunlar uzanır. benzer çı kıntıları üstüne oturtu lmuştur.
selmekteydi. Kentte el-Ezher ("Parlak") adıyla büyük bir cami kuruldu ve
Kuzeydeki çapraz-tonozlu ve revaklı girişte,
Kayrevan çarşıları Mansuriye'ye taşındı. Coğrafyacı el-İdrisi'ye göre sayı- duvar kemerlerin i n yükünü taşıyan h eybetli

FATIMİ MİMA R İ S İ 145


Benu Hammad Kalesi'ndeki Darü'l-Bahr ("Deniz Sarayı"), 1 007
Sağ taraftan zikzaklı bir giriş, sıra sütunlarla çevrili avluya açılırdı. Avlunun orta­
sında bir havuz vardı ve divan odaları avl unun kuzey tarafı ndaydı.

Benu Hammad Kalesi'ndeki Cami-i kebir vardı. Cami minaresinin sadece güney
Ziri ve Hammadi yapıları
Kebir'e ait minarenin güney kenarı cephesi üç bölümlüdür. M inare boyunca yu­
1 1 . yüzyıl başları karıya doğru yükselen orta kemerin her iki
Fatımi dindışı mimari geleneği, onlara bağlı Zirilerin ve Hammadilerin ya­
Benu Hammad'ın Hodna Platosu'nda inşa et­ yanında üstü üste du ran üç tane kapalı niş
tirdiği kalede konutlar, saraylar ve bir cami-i yer alır. pılarında da sürdü. Halife Muizz 973'te Kahire'ye taşınmasından kısa bir
süre önce, Kuzey Afrika'nın yönetimini Ziri hanedanından Bulukkin'e bı­
rakmıştı. Gerek Z iriler, gerekse Hammadiler geniş Berberi ailesi Senha­
lan 300'e varan hamamlar ve birçok sarnıç yapıldı. Aglebilerce restore ce'ye mensuptu. Bulukkin'in babası ve Ziri hanedanının kurucusu, Meh­
edilmiş sukemeriyle kente su getirilmesi, komşu Kayrevan'a su akışını de­ diye'den kendisine işçiler ve bir mimar gönderen Halife Kaim'in izniyle
netim altında tutmayı sağladı. Kentteki sarayların birçoğunu adlarıyla bi­ daha 935 'te Aşir kentini kurmuştu . Dikdörtgen bir zemin planı olan bu
liyoruz: Kasrü'l-Bahr, Kasrü'l-Eyvan, Kasrü'l-Kafur, Taç Sarayı, Mersin Sa­ kent, kesme taşlarla örülmüş sağlam bir surla çevriliydi.
rayı, adını Hisa yakınındaki bir İslam öncesi saraydan alan Havarnak vb. Kentin harabelerinde şimdiye kadarki kazılarda ortaya çıkarılan bö­
Hükümdarın yakın çevresi de tahkimli duvarlar içindeki bu geniş alanın lümlerden biri, zemin ölçüleri 72 x 40 metre olan tahkimli bir sarayın ka­
imarına katıldı ve görkemli biçimde döşenmiş evler yaptırdı. lıntılarıdır. Sarayı çevreleyen duvarın köşelerinde kare kuleler vardır ve
Yapıların güzelliği ve debdebesi konusunda dönemin yazarlarınca düzenli aralıklarla dikdörtgen burçlar yerleştirilmiştir. Bir çifte dönemeci
aktarılan bilgiler arkeolojik kazılarla doğrulanmıştır. Kentin güney kesi­ izleyerek avluya açılan girişi masif bir kapı önü revakı korur. Tekil yapı­
minde zemin ölçüleri 90 x 20 metre olan devasa bir yapı yükselmektey­ lar kuzey-güney ekseninin her iki yanına simetrik olarak dağılmıştır. Gi­
di. Yapının ortasındaki ardışık üç uzun salon ve bunların önündeki bir rişin karşı tarafında üç kameriyesi ve önünde bir bekleme alanı olan bü­
bölme, ters çevrilmiş bir T biçimindeydi. Bu düzenleme her iki yanında yük bir dikdörtgen salon yer alır. Bu düzenleme ilk kez Mansuriye'de
meskenler bulunan bir divanhaneyi akla getirir. Yapının ön tarafında 140 uygulanan ve şatafatlı bir hava yaratma amacına yararlı biçimde hizmet
x 70 metrelik boyutlarıyla Rakkade'deki havuza yakın büyüklükte sayıla­ eden, tersine çevrilmiş T biçimli planın aynısıdır. Yine bir dikdörtgen iç
bilecek kocaman bir havuz vardı. Havuzun önünde aynı şekilde geniş bir avlu etrafında düzenlenmiş dört tane daire ana avluyu çevreler. Kazılar­
açık alan uzanmaktaydı. Sarayın duvarları çinilerle ve beyaz ya da boya­ da bulunan birçok bezeme unsuru arasında, kesişen yuvarlak kemerlerin
lı alçı panolarla süslenmişti; bazı panolar geometrik ve çiçekli desenler­ sıra halinde uzandığı bir friz özellikle dikkat çekicidir. Her ne kadar Bisk­
den ya da hat sanatı örneklerinden oluşan bezemelerle kaplıydı. Seramik ra ve el-Yed minareleri gibi iki örneği daha olsa da, bu süs motifi İslam
levhalar ve alçıdan yapılmış insan ve hayvan heykelleri, insan figürleri­ mimarisinde oldukça olağandışıdır. Bulukkin'in valilik görevini üstlendi­
nin hatları ve giysilerindeki detaylar açısından Doğu etkisini yansıtır. ğinde Aşir yakınında kurduğu daire biçimli Benya kentinde, Mansuri­
Mansuriye'nin o dönemde çok yüksek itibar taşıdığı söylenebilir. Sözge­ ye'nin sadece tekil yapılara örnek oluşturmakla kalmadığı, bir bütün ola­
limi, Halife Muizz'in yeni saltanat kenti Kahire'nin kuruluşu için komuta­ rak kent planını da etkilediği açıkça görülür.
nı Cevher'e kesin talimatlar verdiğini biliyoruz ve bu planlarda Mansuri­ Fatımiler ve Ziriler gibi, Hammadiler de geride çarpıcı izler bıraktı.
ye yapılarının örnek alındığı pekala tasavvur edilebilir. Hatta ortaçağ Bunlardan biri 1007'de Hodna Platosu'nda kurdukları bir kaleydi. Uzun­
kaynaklarına göre, aynı halife, Mansuriye'den alınma birçok eşyayı gemi­ luğu 7 kilometreyi bulan bir çokgen surla çevrili olan bu kentte başka ya­
lerle ya da deve sırtında taşıtarak Mısır'a beraberinde götürmüştü. pıların yanı sıra bir cami-i kebir ve bazı görkemli saraylar vardı. Devlet
Sarayı, Fener Sarayı, Yıldız Sarayı, Selamet Sarayı ve Deniz Sarayı gibi ad-

146 TUNUS VE M I S I R
lar taşıyan bu sarayların hepsi güzel bahçelerle çevriliydi. Kasrü'l-Manar
(Fener Sarayı) özellikle ilginç bir yapıdır. Üst üste iki divanhaneyi kapsa­
yan iç mekan düzeni ve gösterişli süslemeleri kentte önemli bir konum
taşıdığını gösterir. Kenar uzunlukları 20 metre olan bir kare zemin plan
üstündeki kulesinin üç tarafında derin dikey nişler vardır. Zemin kattaki
kare divanhane üç kameriyeyi barındırır; molozlar arasında bulunan kö­
şe kemerlerine ait kalıntılara bakılırsa, eskiden bir kubbesinin olduğu ne­
redeyse kesindir. Zemin planı Aşir' deki divanhaneyi hatırlatır. Kas rii ' l-Ma­
nar'ın biraz ötesinde, kaledeki en büyük saray kompleksi olan
Darü'l-Bahr (Deniz Sarayı) yer alır. Devasa bir dikdörtgen biçiminde olan
bu yapının duvarları, Aşir'de olduğu gibi dikdörtgen burçlarla takviye
edilmiştir; doğu cephesinin ortasındaki girişin çifte dönemecini bir kapı
önü revakı korur. Revaklarla çevrili olan geniş avlunun ortasında eskiden
bir havuz vardı ve avlunun kuzey tarafı üç bölmeli bir divanhane olarak
düzenlenmişti. Mukarnas saçaklık silmeleri, hatlarla süslenmiş frizler, kü­
çük mermer kubbeler, mermer çeşme kalıntıları, figür motifli seramikler,
hayvan heykelleri ve sikkeler, Hammadi sarayındaki hayata özgü debde­
beye ve zenginliğe tanıklık eder.
Dinsel hayatın merkezi, kenar ölçüleri 56 x 64 metre olan bir dikdört­
gen yapı biçimindeki Cami-i Kebir'di. Mihrap yakınında hükümdar için
ayrılmış olan maksure, caminin çarpıcı bir unsurudur. Minare kuzey du­
varının ortasında, caminin orta geçidini belirleyen eksen üstündedir. Mi­
narenin sadece güney kenarı süslüdür ve üç bölümlü bir düzen taşır. Bu Kahire'deki el-Ezher Camisi'nin ler hiç de bu Akdeniz modellerine uymaz ve
cepheye gömülmüş olan yuvarlak kemerli derin bir niş bütün yapı bo­ namaz bölmesi, 972 güçlü Doğu etkisini yansıtır. Namaz bölmesi
yunca yukarıya doğru yükselir ve her iki yanında üst üste duran üç ka­ Bu ilk Fatımi yapısında, namaz bölmesi Kay­ kıble duvarına paralel olarak uzanan beş ge­
revan ve Tunus camilerinin Kuzey Afrika ge­ çitten oluşmaktaydı. Fatımilerin devri lmesin­
palı niş yer alır. Bu minarenin bezemesi, özellikle üç bölümlü niş düzen­
leneği doğrultusunda çok-ayaklı bir mekan den sonra kıble duvarı yıkıldı ve yeni geçitler
lemesi açısından Mehdiye Camisi'nin girişini hatırlatır. olarak inşa edilmişti. Ama alçı sıva süsleme- eklendi.

� T
L--.__... : =·: = =·===· == =·===· ===·==... ,,,.,, fr�.--_·� ===·===-===-,,,.,,,.,,,.,, ... ,, ... ,,
: : •:::•:::•:::•:::•:::•:::a:::m:: "TI• •r; :::oı:::m:::.:::31:::,.::,.::,.::,.::

::•:::•:::•:::•:::•:::•:::-::=-:::.• ••:::-:::-:::-::""''""''"'''""''x::

::.:::.:::.:::.:::.:::.:::.:: :.. ::
�· -�:::.:: ... :::a::::m::::.::::-:::.:::m:::

---��,.,.., ·:�:�:;.·7':'.::·:'·::�:::::::ıl:�·��:

·-·-· ::
" ..._,_..
=-:::-:: : 4 ii
·-·-· • "

"":W:UlliUJW:f :::::�• .
,. .
· -·-·

. """'"
7" !"""""'""'""'""' 1"f "-·-"
,_,_,

*" ,_,_' ' """'""'""'""'

O 10 20m

Kahire'de el-Ezher Camisi'nin avlu nın en önemli üniversitelerinden biriydi. Bu


düzeni ve zemin planı, 972 konumundan dolayı birçok kez yeniden inşa
Fustat' ın fe;th inden kısa bir süre sonra, mu­ edilmesine karşı n , kıble duvarı önünde beş
zaffer Komutan Cevher kurduğu yeni kent­ geçidin yer aldığı özgün dikdörtgen yapısının
te el-Ezher Camisi'nin yapımını başlattı. Da­ izleri zemin planında hala görülür. Sağda gö­
ha sonraları Şiiliğin bir merkezi haline gelen rülen kubbeyi ve minareyi 1 469'da Memlük
bu yapı, Osmanlı döneminde İslam dünyası- Sultanı Kayıtbay eklemiştir.
1 1
...
' • • • J::•::•::m:::-:::=-::•::311: -:J'.
"

20 .COm ii ii ii ii .,_,,_,,_,_,,, _ ,,_,,_,_,, �


• • • • �'"""_" _ "_",_"_"_ ,_ ,. li
� � . � � � � K
� � � � � � �
. . . . . � �
• • • • • • •
,,l.,j,j,i,.1 l.,j,

"'lr "ll'' 'll' ' 'll' ,.. .....,


. . . . ii ii ii
n • n � �
" " " � .. o
� � � � n
• • • • J::•::•::•::-:::=-::•:::m.::m:J'. ..
• • • • l==-==·==•==-====-==-==•=-.=I il
� H � �::.::•:::11r::-:::=-::•::•:=-: �
.
'
.

Aşağıda ve yukarıda: Kahire'de el-Hakim görmediği için büyük ölçüde harap olan eski av­
Camisi'nin avlusu ve zemin planı lu, geçmişte b i r ara askeri kışla ve daha sonra
990- 1 0 1 3 spor sahası olarak kullanılmıştı. 20. yüzyıl baş­
Bedrü'l-Cemal i'nin tahkimatları yenilemesin­ larında bu raya Kahire'deki i l k İslam Sanatı Mü­
den önce, el-Hakim Camisi eski kenti surları­ zesi'nin kurulması kararlaştırıldı. Cami ancak
nın dışındaydı. Beş geçitli namaz bölmesinin ge­ yakın dönemde Bohras tarafından tamamen
niş ve yüksek bir orta geçidi vardır. Bakım restore edilerek özgün işlevine kavuştu ruldu.

Yukarıda: Kahire'deki el-Hakim


Camisi'nin kuzey köşesi, 990- 1 O 1 3
El-Hakim Camisi'nin kuzeybatı duvarının
köşelerindeki iki minare, Fatımi dönemin­
den günümüze ulaşan en eski minarelerdir.
Ne yazık ki, daha sonraları yekpare bir ka­
re kaidenin eklenmesinin getirdiği büyük
çaplı değişim nedeniyle özgün görünümleri
artık belirsizdir. Sözgelimi, kuzey m i naresi
bir zamanlar silindir biçimliydi. Bu minare­
nin üst kısmındaki dönüşüm Memluk döne­
minin eseridir.

Karşı sayfada: Kahire'deki el-Hakim


Camisi'nin avlusuna bakan dış
revaklar, 990- 1 O 1 3
Avluyu çevreleyen revak kemerleri, iki ya­
nında kolonlar bulunan sütunlar üstünde
d u rur. Açıkça görülebilen Fatım i Mısır üslu­
bunun kaynağı İfrikkiye kavramlarıdır. Dış
duvarların pencereleri revak sahınlarına
uyacak şekilde düzenlenm iştir.

148 TUNUS VE M I S I R
Ne var ki, Benu Hilal istilası sonucunda Ziri hanedanının yıkılmasın­
dan sonra H,ammadilerle gelen refah kısa ömürlü oldu. Hammadiler
1067'de dah a' korunaklı ve denize açık yeni bir merkez arayışına girerek
Becaye'de karar kıldılar. Otuz yıl sonra Benu Hammad Kalesi'ni terk et­
meleriyle, içindeki saraylar yıkılmaya yüz tuttu . Becaye'de görkemli ya­
pılar inşa edilmişti. Ama arkeolojik araştırmalara rağmen, oradaki saray­
lar, keza Aşir kalesinin ve Mansuriye'nin sarayları hakkında çok az şey
bilinmektedir. Kuzey Afrika saltanat saraylarının süzme sanatına dair da­
ha geniş bilgiler edinmek için Sicilya'nın saraylarına bakmak zorundayız.

Fatımi başkenti Kahire


Halife Muizz'in talimatı üzerine, komutanı Cevher 970'te Fustat'ın 5 kilo­
metre kuzeyinde ve el-Mukaddem adlı tepenin eteğinde yeni başkent Ka­
hire'nin ("Muzaffer") temelini attı. Efsaneye göre, inşaatın başlaması için
en uygun anı belirlemek üzere müneccimler toplanmıştı. Müneccimlerin
işaret verdiği anda çalışmanın her yerde aynı anda başlayabilmesi için,
müstakbel kentin yükseleceği alan küçük çıngıraklar takılmış bir halatla
çepeçevre sarılmış, ama bir kuşun halata konmasıyla çıngırakların çalma­
sı inşaatın yanlışlıkla başlamasına yol açmıştı.
Kahire askeri karargahlar da barındırmakla birlikte münhasıran hali­
fe ve maiyetinin oturduğu bir saray kentiydi. Aşağı yukarı bir kare plan
(1. 100 x 1 . 150 metre) üstünde kil tuğlayla inşa edilen surlarının sekiz ana
kapısı vardı. Kenti 1048'de ziyaret eden İranlı şair Nasr-ı Hüsrev'e göre,
sakinlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kent surları içinde erzak ve eşya
ambarları, çarşılar ve hamamlar yaptırılmıştı. Kuzey-güney ekseni boyun­
ca Şeriyü'l-Azam denen büyük bir sokak uzanmaktaydı ve Halife Muizz'in
daha sonraları Büyük Saray ya da Doğu Sarayı olarak anılan ikametgahı
bir cami-i kebirle birlikte kentin merkezindeydi. Aziz döneminde (975-
996) Muizz'in sarayının karşısında Batı Sarayı adıyla bir başka saray inşa
edildi. Bunlar arasında Beynü'l-Kasreyn ("İki Saray Arası") olarak anılan
geniş bir açık alan vardı. Burası Fatımilerin düzenlediği büyük törenlere
sahne olurdu .
Halifeliğin yıkılışından sonra terk edilen saraylar 1 5 . yüzyılda harap
olsa da, eski metinler bunlara ilişkin değerli bilgiler vermektedir. Doğu
Sarayı halifenin ikametgahıydı ve hazine, askeriye gibi çeşitli devlet da­
irelerini barındırmaktaydı. Çevresindeki dikdörtgen duvarda dokuz ana
kapı vardı; duvarın gerisinde bahçeler ve İhşidi ailesinden Kafur'un (966-
968) yaptırdığı at meydanı yer almaktaydı. İki sarayın a ;asındaki geniş
açık alandan girişi sağlayan Babü't-Tabab'ın ("Altın Kapı") üstünde, hali­
fenin geçit törenlerini izlediği ve şenliklerde halka göründüğü bir köşk
kuruluydu. Nasr-ı Hüsrev saraya ait "bir dizi bina, sofa ve divan"dan söz
eder. Memluk tarihçisi el-Makrizi (ö. 1442) farklı dönemlerde inşa edil­
miş olan, zarif bahçeler içinde yer alan ve kapı önü revaklarıyla, yani ey­
vanlarla donatılan 1 O kadar mabeyni ya da köşkü tasvir eder. Bunların
Havarnak, Kafur Mabeyni, Taç Mabeyni, Mersin Mabeyni gibi adlar taşı­
ması Mansuriye'yi hatırlatır. Halife saraylarının zemin planları kimi zaman
ufak tefek değişikliklerle özel şahıslara ait yapılarda da uygulanırdı. Fus­
tat'ta, bir kapı önü revakından geçerek girilen, kare planlı bir iç avluya
ve bir ya da iki yanında odalar bulunan bir ana salona sahip bazı zarif
konaklar hata durmaktadır.
Edebi kaynakların bize aktardığına göre, ikamet daireleri ihtişamlı bir salonu örten altın işlemeli ve her renk ipekten dokunmuş bir perdede ya­
biçimde süslenirdi. Kudüs kralının 1 167'de elçi olarak halifeye gönderdi­ kutlarla, zümrütlerle ve daha bin kadar değerli taşla ışıldayan vahşi hay­
ği vakanüvis Surlu William şöyle bir tasvir yapar: "Farklı renk tonlarında van, kuş ve insan resimleri görmek mümkün." Nasr-ı Hüsrev de Kaatü't­
mermerlerle, alışılmamış ölçüde zengin yaldızlarla baştan aşağı kaplan­ Tabab adlı taht odasını benzer ifadelerle anlatır: "[Mabeyinlerin] birinde
mış kolonların taşıdığı revaklı girişlerle çevrili geniş ve açık bir avlu (. .. ) bütün vüsati boyunca odayı kaplayan bir taht duruyordu . Üç kenarı al-

FATIMİ MİMA R İ S İ 149


tından yapılmış, dörtnala giden atlıların ve başka konuların görüldüğü metre olan yapının alçı sıva bezemeli tuğla duvarları vardır. Namaz böl­
sahnelerle süslenmişti. (. . . ) Taht fevkalade güzel bir altın parmaklıkla çev­ mesi 5 sahından ve 19 geçitten oluşur; ortadaki geçit daha geniştir ve
riliydi ve arkasında bir gümüş merdiven vardı. " Bir MemlUk sultanının mihrabın önündeki sahın bir kubbeyle örtülüdür. Mihrap hat sanatı şe­
( 1 279-1290) Batı Sarayı'nın yakınında yaptırdığı Maristanü'l-Kalavun adlı ritleriyle ve son derece stilize, birbirine dolaşık filizlerden oluşan friz­
hastanede bulunan ve figürlü sahnelerin yer aldığı çeşitli ahşap frizler bu lerle süslenmiştir. Avluyu çevreleyen revaklar da Amr ve Tolunoğlu ca­
ihtişamı doğrular niteliktedir. Halife hazinesine ilişkin bir envanter de hü­ milerindekine yakın bir üslupta yapılmış zengin süsler taşır. Kolonlar
kümdarların nasıl bir debdebe içinde yaşadığına dair bir fikir verir. Bu kapalı nişlerle taçlandırılmıştır, kemerlerin tepe noktalarının yukarısın­
dökümde 40 odadan oluştuğu belirtilen halife kütüphanesi, 1 1 . yüzyıl ta­ da gül bezekler yer alır ve avlu cepheleri çarpıcı basamaklı burçlarla son
rihçilerinden el-Müşebbihi'ye göre "(. . . ) kadim çağ irfanı dahil bütün ilim bulur.
dallarını konu alan kitaplar" içermekteydi. Eyyubi dönemi kaynaklarının Halife Aziz 990'da kent surları dışında yeni bir caminin yapımını baş­
bu kütüphanedeki eserlerin sayısı için verdiği rakamlar 200 bin ila 600 lattı. İnşaatın bitirildiği 1012'de başta olan Halife Hakim'in adının verildi­
bin arasında değişir. ği bu yapı, beş salımlı olması açısından el-Ezher Camisi'ni andırır; ama
Kahire'nin kurulmasıyla birlikte, sarayın güneyinde 970-972'de inşa 17 geçidi vardır ve mihrabın önündeki salının yanı sıra kıble duvarının
edilen el-Ezher Camisi kentteki dinsel hayatın odak noktası haline gel­ önündeki iki köşe salını da kubbelidir. Namaz bölmesinin sivri kemerle­
di. Kısa sürede gelişerek Şii öğretimin bir merkezine dönüştü ve günü­ ri, aynen diğer sıra sütunların kemerleri gibi, taştan örülmüş sütunlar üs­
müze kadar İslam eğitim dünyasında seçkin bir yer tuttu. Caminin ara­ tünde durur; avlu revaklarının dış duvarları, el-Ezher Camisi'nde olduğu
dan geçen yüzyıllarda sıkça tadilat geçirmesi nedeniyle, özgün yapıdan gibi, nişlerle ayrılmış ve burçlarla taçlandırılmıştır. El-Hakim Camisi'nin
geriye çok az şey kalmıştır. Sözgelimi, kubbeli kapı önü Halife Hafız'ın ana cephesi üç bölümlü yapısından dolayı Mehdiye Cami-i Kebir'ini de
( 1 13 1 - 1 149) sonradan eklediği bir bölümdür. Zemin ölçüleri 85 x 69 hatırlatır. Cephenin ortasında anıtsal bir kapı önü revakı yer alır ve köşe-

150 TUNUS VE M I S I R
Karşı sayfada: Kahire'deki
Babü'l-Fütuh, 1 1 . yüzyıl sonları
Babü'l-Nasr'ın yakınında yer alan Babü'l-Fü­
tuh'ta, tıpkı kentin güneyindeki Bab Zuveyle
gibi, yuvarlak kemerli payandalar vardır. Ka­
pı konağının yukarısında nöbetçilerin kalma­
sı için yapılmış odalar yer alır. Babü'l-Fütuh
işlevsel bir askeri yapı olmakla birlikte, söz­
gelimi revaklardaki kemer taşlarının ışınsal
düzenlenişi açısından, Babü'l-Nasr'a oranla
daha gösterişli bir tasarıma sahiptir. Kapının
yukarısında tepe mazgalları, siperde de burç­
lar vardır.

Sağda: Kahire'deki Babü'l-Nasr


1 1 . yüzyıl sonları
Vezir Bedrü'l-Cemali'nin 1 087- 1 092'de tah­
kimatları yeniden inşa ettirmesi sırasında, yı­
kık firavun tapınaklarından kalmış malzeme­
ler kullanıldı. Kahire'nin savunma amacıyla
yaptırılan surları ve kapıları yüzyı llar boyunca
tek bir kuşatmaya bile uğramam ıştı. Babü'l­
Nasr'ı bir rasathaneye dönüştürme girişimi,
bunun için görevlendirilen vezirin gözden
düşmesi ve Halife Amir'in (1 1 O 1 - 1 1 30) pro­
jeyi rafa kaldırması yüzünden sonuçsuz kaldı.

lerde biri silindir, diğerleri dikdörtgen tabanlı minarelerin bı.ılunduğu dik­ siyle süslenmiştir. Bab Zuveyle bazı bakımlardan diğer iki ana kapının bir
dörtgen kuleler yükselir. sentezidir.
Fatımi halifelerinin zayıflamaya yüz tuttuğu ve Mısır'ın esas olarak Vezirlerin yaptırdığı iki olağandışı camide, el-Hakim Camisi'nin mi­
güçlü vezirlerce yönetildiği dönemde, bu adamların himayesi altında ye­ mari üslubu ve bezemeleri (yeni bir yorumla) benimsendi: Akmer ve Sa­
ni bir mimari canlanma başladı. lih Talay adlı bu camiler yeni, ince ve neredeyse barok bir estetiği yan­
Halife Mustansır'ın veziri Bedrü'l-Cemali (ö. 1094) tahkimli surların sıtır. Vezir Memum el-Bateybi için 1 125'te inşa edilen Akmer Camisi'nin
genişletilmesini emretti; demografik büyüme kent sınırlarını genişletme­ namaz bölmesi beş geçitli ve üç sahınlıdır; mihrabın önündeki sahın di­
yi zorunlu hale getirmişti ve eski savunma hatları onarıma muhtaçtı. Kent ğerlerinden daha geniştir. Avluyu çevreleyen revaklarda olduğu gibi, siv­
çevresindeki tahkimatların inşası Odessa'dan getirtilen Ermeni mimarlara ri kemerler zarif mermer kolonlar üstünde durur. Dış tarafta kemer sırt­
verildi. Bunlar Suriye'deki alışılmış uygulamayla kesme taşlar kullandılar ları boyunca kesintisiz bir hat sanatı şeridi uzanır ve köşelikler gül
ve surları eski yapılardan alınma kolonlarla takviye ettiler. Yuvarlak ke­ bezeklerle bezenmiştir. Dikkat çekici bir özellik, cephenin olağandışı bir
merli burçların taçlandırdığı surlardan oluşan halkayı tahkim etmek için, uygulamayla sokakla aynı istikameti izlemesi ve kıble duvarına paralel ol­
düzenli aralıklarla kare tabanlı masif burçlar yaptırdılar. Bunlardan üçü­ mamasıdır. El-Hakim Camisi'nde olduğu gibi, kapı önü revakı duvar yü­
nün kapı konakları hala ayaktadır: Kuzeydeki Babü'l-Fütuh ve Babü'l­ zeyinden dışarıya doğru hafif çıkıntılıdır ve yapısal tasarım açısından üç
Nasr ile güneydeki Bab Zuveyle. Babü'l-Fütuh'un, 8 metre yüksekliğinde bölümlüdür. Yapıyla aynı yükseklikte olan ve iki yanında daha dar, da­
iki yuvarlak kule arasında yer alan 5 metrelik bir düz girişi vardır. Bu ana ha alçak nişler bulunan orta kemerin kabuğa benzer bir bağdadi iç kavi­
kapının sade bezemesi, dikdörtgenlerin çevrelediği büyük kemerli alan­ si vardır; kavisin ortasında bezeme yazıtlar taşıyan bir madalyon yer alır.
lardan ve mazgallar açılmış bir saçaklık silmesinden oluşur. Babü'l­ Küçük yan nişlerin yukarısında mukarnasla doldurulmuş dikdörtgen
Nasr'ın iki kulesi kare zemin planlıdır ve sadece bir yatay saçaklık silme- alanlar görülür; bu dikdörtgenlerin yukarısında bulunan kabuk biçimli to-

FATI M İ MİMARİSİ 151


Yukarıda: Kahire'deki Akmer Aşağıda: Kahire'deki Akmer
Camisi'nin cephesindeki üst yan niş Camisi'nin kapı alınlığındaki
1 1 25 madalyon, 1 1 25
Bu niş, konut yapılarıyla tamamen örtülmüş Kapı girişinin yukarısındaki kemerin bağdac
olan cephenin yaklaşık 30 yıl önce açığa çıka­ üst kısmı nda, Hz. Muhammed'in adının te�
rılmasıyla varlığı belirlenen bezemeye dönük rarlandığı b i r yazıt işlenmiş, daire biçim l i bi
mimari unsurlardan biridir. Küçük gömme alan yer alır. Peygamber'in amca oğlu Ali'ni
kolonlarıyla ve duvarı nın kıvrım ıyla, Toluni adı ise ortadadır. Bu tür yazıtlar Fatı mi hanE
tasarımlarına son mimari göndermelerden danının Şii öğretisine bağl ı l ığının kan ıtıdır.
biri sayı labilir.

Yukarıda: Kahire'deki Akmer pılara göre belirgin biçimde daha geniş ve da­
Camisi'nin cephesi, 1 1 25 ha yüksektir ve mukarnasla süslenmiş çıkıntı­
Akmer Camisi 1 2. yüzyıl başlarında kutsal ya­ lar barındırır. Kapalı taçkapıların yukarısında
pıların inşasında tuğla işçiliğinden taş işçiliği­ birer kapalı niş yer alır ve cephe üst kısımda
ne doğru değişimin dönüm noktasını ifade boydan boya taşa işlenmiş bir yazıtla son
eder. Bezemeler alçı sıvaya değil, taşa işlen­ bulur.
miştir. Cephe tasarımının üç bölümlü yapısı
ilginçtir; ortadaki taçkapı iki yanındaki taçka-

1 52 TUNUS VE M I S I R
' 1

nozlarla örtülü iki kapalı niş ve küçük gömme kolonlar, ana kemerin ka­ mihrabın bulunduğu üç bölmeden oluşur. Ortadaki bölme mukarnas bin­
buk biçimli iç kavisini çağrıştırır. Tekil unsurlar dolaşık desenlerden, çi­ gilerin desteklediği bir kubbeyle örtülüdür. Genelde türbeler tasarım açı­
çek motiflerinden ve hat sanatı şeritlerinden oluşan frizlerle bezenmiştir. sından daha basittir. Çoğunlukla bir kare zemin plan üzerinde tuğlayla ya
Cephenin üst kısmında bir hat sanatı frizi vardır. da taşla inşa edilen böyle yapılarda bir köşe kemeri ya da bingi kubbe
Vezir Salih Talay için 1 160'ta inşa edilen ve Fatımi yapılarının sonun­ bulunur ve bir, iki ya da üç kenar açık revak olarak düzenlenir. Kahi­
cusu olan cami, iç mekan tasarımı açısından Akmer Camisi'ni andırır. re'nin güney kesiminde es-Seb'a Beniit ("Yedi Bakire") olarak anılan bu
Dükkanların bulunduğu beşik tonozlu bir zemin katın üstünde kurull!iuş­ türden dört yapı hala ayaktadır. Yaklaşık 60 türbe camisinin günümüze
tur ve Mısır'da bu türdeki en eski camidir. ulaştığı Assuan gibi daha küçük kentlerde de benzer türbeler vardır.
Vezirler dönemiyle birlikte Fatımi mimarisinde ziyaret anıtları ve me­ Kahire'deki Fatımi yapılarının çarpıcı bir özelliği hem iç hem de dış
zarlar, türbe camiler, türbeler gibi yeni unsurlar belirmeye başladı. Ali'nin duvarların alçı sıva ve taş gibi farklı malzemelerden yapılmış yeni ve son
soyundan gelenlere ihtiramı öngören Şii öğretisi de bu gelişmeye katkı­ derece zengin bezemeler taşımasıdır. Sivri kemerler, mukarnaslar ve bağ­
da bulundu. Muizz halifelik makamını Kahire'ye taşıyınca, İfrikkiye'den dadi nişler İran eyaletlerine Özgü süsleme anlayışına dayanır ve İfrikki­
atalarının naaşlarını getirtti ve saray alanı içinde onlar için bir türbe yap­ ye'yle bağlantının hala açıkça seçilebildiği önceki bezeme unsurlarından
tırdı . Ardından Mısır'da türbe camiler yaygın bir yapı türüne dönüştü . çok farklıdır. Son derece farklı eğilimlerin bu dikkate değer sentezi, bun­
Bedrü'l-Cemali 1085'te el-Mukaddem Tepesi'nde Meşhedü'l-Cüyuşi ola­ dan sonra önüne Mısır adı konabilecek yeni sanatsal üslubun ayırıcı özel­
rak bilinen bir türbe cami inşa ettirdi. Aslında bir türbe barındırmayan bu liğidir. Fatımi sanatı Kahire'de doruğuna ulaştı; Fatımiler Mekke, Suriye
caminin girişi üzerinde, kubbeli bir sekizgen alanla son bulan bir mina­ ve Filistin'de etkili olmakla birlikte buralara güçlü biçimde damgalarını
re yükselir. Kapı önü revakı, namaz bölmesine bitişik bir avluyla açılır. vurmadılar. Ancak, Mescid-i Aksa'daki büyük kemerin köşeliklerini süs­
Mihrabın önündeki sahın ve bir defin bölmesi olarak öngörülen alan, kö­ leyen zarif mozaikler hiç kuşkusuz Kudüs'teki Fatımi varlığının önemli
şe kemerli kubbelerle örtülüdür. Yapı Mısır'daki en eski mukarnasları ba­ bir kanıtıdır.
rındırır. Kahire ve Assuan'da bu türden birçok türbe günümüze ulaşmış­
tır. Assuan Mezarlığı'ndaki türbeler da olduğu gibi yüksek kubbelerle taçlandırıl­
Peygamber ailesinin mensuplarına ithaf edilmiş olan Seyyide Atike 1 2. yüzyıl mıştır. Alçı sıva bezeme yoğunluğu türbeden
Bu türbelerin inşa tarzı, İfrikkiye' n i n kubbeli tü rbeye değişmektedir.
( 1 1 20) ve Seyyide Rukiye ( 1 1 33) türbe camileri kent surlarının dışındadır.
yapıları nı hatırlatır. Sözgelimi, kare biçimli
Seyyide Rukiye alçı sıva bezemeyle zengin biçimde süslenmiş toplam beş alınl ıklar Kahire ve Suse'deki benzer yapılar-
de önceki yaklaşımların katılığından sıyrılan figür tasvirleri, daha geni�
B ezeme S anatları bir sanatsal özgürlüğü sergilemekteydi.

Sibylle Mazot
Seramik ve cam
Günümüze ulaşan çok sayıdaki seramik eşya arasında, Akdeniz unsurla­
Fatımi dönemi sanatlar ve zanaatlar açısından bir altın çağdı. Kahire de­ rının Mezopotamya geleneğiyle kaynaştığı İfrikkiye'deki halifelik döne­
ğerli eşya üretiminde önemli bir merkez haline gelerek, Bağdat ve Kons­ minden kalma örnekler de vardır. Bunlar sırlı eşya tekniğinin, altın parıl­
tantinopolis'in önüne geçti. Mısır'ın başkenti yüzyıllardan beri canlı bir ti­ tısını ve ipek ışıltısını çağrıştıran renkli süsleme tarzının, geniş bir dağılım
cari ve kültürel alışverişin sürdüğü Akdeniz kıyısındaki coğrafi gösterdiğinin kanıtlarını sunar. Suriye ya da Mısır'da 8. yüzyılda icat edi­
konumunun sağladığı hatırı sayılır ekonomik ve sanatsal potansiyelden len bu teknik 850 dolaylarında Samarra'ya ulaştı, ardından Kayrevan'da
ustalıkla yararlandı. Öte yandan, Kahire sadece yönetici sınıfların şatafat benimsendi ve Kahire'de tam anlamıyla serpildi. Benu Hammad Kale­
arzusunu tatmin etmekle kalmayarak, (eski Kahire sinagogunun geniza si'nde elde edilen buluntular sırlı eşyanın İfrikkiye'de yapılmaya devam
yazmalarından öğrendiğimiz üzere) nüfusun varlıklı bir kesiminin günlük ettiğini göstermektedir. Çoğu seramik ürünlerin günlük kullanıma dönük
ihtiyaçlarını da karşıladı. Kahire' de üretilen mobilyalar ve dokumalar çok sade ve sırsız çömlekler olmasına karşın, varlıklı kişilerce sipariş edilmi�
büyük bir itibara sahipti ve bütün Akdeniz bölgesine ihraç edilmekteydi. parçalar özellikle ilginçtir; çünkü bunların neredeyse bütün yüzeyleri süs­
Fatımi sanatının gelişmesine temel oluşturan siyasal, dinsel ve sosyal lerle kaplıdır. Bu tür seramiklerin çok revaçta olduğu İtalya'da Fatımi ka­
koşullar, bezeme repertuarındaki canlanmaya hiç kuşkusuz can alıcı bir seleri (bacini), cepheleri bezemek için ya da ayin kapları olarak kullanı­
etkide bulundu. 1 1 . yüzyılın sonuna doğru, figür tasvirleri özellikle rağ­ lırdı.
bet kazandı. Avcı, çalgıcı, rakkase, güreşçi, cambaz ve ayyaş tasvirleri Fa­ Seramiğin yanı sıra cam da ışıltılı metalik sır bezemesiyle süslenir ve:
tımi sarayının günlük yaşamını ve zevklerini yansıtır. Hayvan tasvirlerin­ renkli cam kaplar yapılırdı. Bu, Mısır' da geç antik çağdan beri bilinen biı
de de geniş bir çeşitlilik ortaya çıktı. Bunlarda iktidar sembolü aslanların teknikti. Yüksek üretkenliği mümkün kılacak biçimler geliştirmiş olan Ka­
ya da ceylanların görüldüğü "klasik" (yani Sasani ve Bizans kaynaklı) ko­ hire atölyelerinde cam şişeler, bardaklar ve sürahiler üflenerek kesilirdi.
nuların yanı sıra, daha doğalcı imgeler, özellikle de zürafa ve fil, geyik, Bu tür kapların yüzeyleri bazen birkaç renkli bitki motifleriyle ya da gra­
leopar ve uzun kulakları yeni üslubun ayırıcı özelliğini oluşturan tavşan fik desenlerle bezenirdi; kabartmalarda oyma, bir damgayla basma ya d2
resimleri yer almaya başladı. Ayrıca grifon, sfenks ve kadın başlı kuş ca­ kazıma işlemlerine başvurulurdu . Vazo, lambalık, tepsi ve buhurdan gi­
navar gibi masalımsı yaratıkların tasvirleri vardı. Bitkisel motifler Samar­ bi eşyalar metalden yapılırdı. Saray için yapılan değerli su kapları ve çeş­
ra geleneğinde yüksek düzeyli stilleştirme açısından dikkate değerdi. Ka­ me parçaları gibi büyük ve yuvarlak nesneler döküm tunçtandı. Fatım:
hire'deki Kopt topluluğunun önemi İsa, keşiş ve hacı tasvirlerinde açıkça ustalar böyle bir boyutta tamamen bezemeye dönük bu tür nesneler üret­
görülür; bazı Yahudi konularının işlendiği örneklere de rastlanır. Genel- mede öncüydü. Halife hazinesinin yağmalandığı 1068'de hazırlanan en­
vanterlerde, mücevherlerle ve değerli metallerle süslenmiş bir dizi lük5

Mavi cam fincan, M ı s ı r, 9- 1 1 . yüzyıl, temle şekil verme tekniği M ı s ı r'da geliştiril­ Sır süslemeli cam kadeh, Mısır, zenmiştir. İki yatay çizgi seti, bezemeli alanı
yükseklik 1 1 ,4 cm, çap 1 1 ,5 cm, Londra, miş, zamanla bütün Ortadoğu'ya yayılmış ve 1 O. yüzyıl, yükseklik 8,5 cm, çap 1 3,3 cm, ayırır. Gümüş ve bakır oksitlerinin kullanıldı­
Victoria ve Albert M üzesi Mezopotamya bölgesinde 9. yüzyıldan itiba­ Berlin, İslam Sanatı Müzesi ğı sır bezeme tekniği, s ı rlı seramik eşyadakiy­
Fincanın üst kısmı, cama henüz sıcakken kıs­ ren uygu lama alanı bulm uştu. Kadehin iç tarafı ndaki sır süslemeleri, her le ayn ıdır.
kaçla işlenen oval motiflerle bezenmiştir. Fa­ biri yuvarlak çerçeveler içine yerleştirilmiş
tımi cam işleri çarpıcı genişlikteki biçim ve dört damladan oluşur; çerçevelerin arasın­
renk yelpazesiyle ayırt edilir. Cama bu yön- daki boşluklar ise bindirmeli sarmallarla be-

154 T U N U S VE M I S I R
eşya belfrtilir: Yakut gözlü bir altın tavus, inciler ve mücevherle bezen­
miş iri bir yavru horoz, meyveleri incilerden yapılmış bir hurma ağacı. Ne
var ki, günümüze sadece yazılı kayıtlar ulaşmıştır ve o dönemden kalma
hiçbir parça yoktur. Özellikle telkari işlerinde olmak üzere mücevher ya­
pımında da altın ve gümüş kullanılırdı.

Ahşap ve fildişi oymalar


Ahşap, fildişi ve neceftaşından yapılmış eşyalar hiç kuşkusuz Fatımi dö­
neminin en çekici el işleri arasındadır. Bu parçalar işçilik zarafeti ve us­
taların malzemelere kusursuz hakimiyeti açısından hayret vericidir. Mı­
sır'da çok az kereste bulunması nedeniyle, çam, abanoz, servi, tik, şimşir
ve akasya gibi çeşitli ahşaplar mecburen ithal edilirdi. Oymaların çoğu
Toluni dönemindeki becerileri sürdüren Kopt atölyelerinde yapılırdı. İn­
san ve hayvan tasvirleri, filizlerle veya sık örgülü desenlerle çevrilirdi; Ba­
tı Sarayı'nın kapı konaklarında ve Seyyide Nefise ve Seyyide Rukiye ca­
milerinin mihraplarında görüldüğü üzere, bitki motifleri ve hat sanatı
şeritleri bunların arasından dolanarak geçerdi. Saray ve cami tavanların­
da kullanılan kirişler, kapı panoları, minberler ve mücevher kutuları oy­
malarla süslenirdi; taşınabilir küçük mihraplar da oyularak yapılır ve oy­
ma süsler taşırdı. Bu işler eğik bir keskiyle yapılır ve oyulan panolara
bazen fildişi kakılırdı. Ahşap oymada kullanılan desenler ve temalar fil­
dişi işlerinde görülenlerle tıpatıp aynıdır.

Seramik kase, el- Baytar, Fustat, tavşan yer alır; kenarlar stilize bitki motifle­
1 0- 1 1 . yüzyı l, yükseklik 8,5 cm, çap 27,5 ri nin ayırdığı dört hurma yaprağıyla bezen­
cm, Berlin, İslam Sanatı Müzesi miştir. Tavşanın ayaklarının altındaki hurma
Bu kase karakteristik Fatı mi sır motiflerini yaprağında el-Baytar adl ı sanatçın ı n gizli im­
taşır. Ortadaki madalyonda uzun kulaklı bir zası vardır.

Seramik kase, es-Saad, M ısır, 1 1 . yüzyıl, bir stilize ağaç veya bir Kopt hayat haçı olan Seramik kase, Mısır, 1 1 . yüzyıl, yükseklik mıştır. Stilize unsurlar, daireler içeren ge­
yükseklik 1 0,4 cm, çap 23,5 cm, Londra, bir motif var. M u htemelen bu parça ya Kopt 7,5 cm, çap 27,2 cm, Kahire, ometrik bezeme motifi detayları ve bitki tas­
Victoria ve Albert Müzesi çömlekçilerce yapılmıştı ya da H ıristiyan çar­ İslam Sanatı Müzesi virleri Abbasi döneminden devralınmış uzun
Bu tabağın sır bezemeli orta kısmında bazı şısında satı lması öngörülen bir üründü. Bu kasenin sır bezemesinde kanatlarını bir­ bir süsleme geleneğine dayanır.
kaynakların bir "Kopt rahibi" olarak tanımla­ birine dolamış olan ve aralarında bir stilize
dığı bir keşiş figürü görül üyor. Adam elinde ağaç bulunan kadın başlı iki kuş canavar gö­
bir lamba ya da buhurdan taşıyor. Yanında rülüyor. Zemin küçük sarmal süslerle bezen-

FAT I M İ B E Z E M E SANATLARI 1 55
S icilya ve Güney İtalya ' daki Fatımi Etkileri

Tarih
Sibylle Mazot

Kalbi emirlerinin 917'de adaya girişinin elde etti; Kahire'deki Eyyubi Sultanı
Sicilya tarihinde bir dönüm noktası ol­ Melik el-Kamil'in ( 1 2 18-1238) elçi ola­
duğuna hiç kuşku yoktur. Arazi dağıtı­ rak gönderdiği Fahreddin'le dostça iliş­
mının köklü biçimde yeniden düzen­ kiler kurdu ve 1226'da Eyyubilerle kar­
lenmesi bölge ekonomisini canlandırdı şılıklı yardım paktı imzaladı. Bu anlayış
ve Roma'nın eski tahıl deposu birkaç havası Mısır ile Kutsal Roma-Germen
on yıl içinde tekrar refaha kavuştu . İmparatorluğu arasındaki diplomatik
Emirliğin başkenti Palermo, Akdeniz ilişkilere olumlu etkide bulundu; ama
bölgesinin büyük metropoliten mer­ Friedrich'in Sicilya'daki Müslüman hal­
kezlerinden biri fuline geldi. Ne var ki, ka karşı politikası nam salacak ölçüde
Kalbi yönetiminin sol yıllarına damga­ haşindi. 1 224'teki bir Müslüman isyanı­
sını vuran gelişme saray entrikaları ve nı çok sertçe bastırdı ve yaklaşık 16 bin
bölgesel emirler arasındaki çekişmeler­ asıyı Apulia'daki Lucera'ya sürdü .
di. Güney İtalya'ya yerleşmiş bir Nar­ 1243'te patlak veren bir başka isyan
man paralı asker komutanı olan Ruggi­ üzerine, buna karışanları adadan kov­
ero de Hauteville, anarşi ortamından du ve Sicilya'daki İslam varlığı son bul­
yararlanarak 1060'ta Sicilya'yı fethetti. du.
Onun oğlu II. Ruggiero 1 130'da adada Güney İtalya'daki İslam sanatına
bir monarşi kurdu . Normanlar Kuzey dair bir izlenime varmak kolay olmadı­
Afrika'nın kıyı kentlerine seferler dü­ ğı gibi, Aglebi ve Fatımi kaynaklı İslam
zenleyerek Cerbe, Trablus, Mehdiye, uygarlığının katkılarını kesin tanımla­
Suse, Sefakis , Kabis ve Bona'yı (şimdi mak da olanaksızdır. Sicilya'nın Kalbi
Annaba) işgal etti. Sicilya Kralı II. Gu­ döneminde 200 yılı aşkın bir süre Müs-
iglielmo 1 174'te Salaheddin'in ilerleyi­ lüman yönetimi altında kalmasına kar­
şini durdurmak amacıyla Fatımilere şın, bu döneme ait yapıların neredeyse
takviye birlikler gönderdi. II. Ruggiero ( 1130-1154), I. Guiglielmo ( 1 154- hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. İstisnalar Palermo'daki küçük bir cami ve
1 166) ve II. Guiglidmo ( 1 166-1 189) dönemlerinde dinler barış içinde bir Emir Cafer'in 1000 dolaylarında ikametgah olarak inşa ettirdiği Favara Sa­
arada yaşadı ve bütün ibadethaneler açık tutuldu. rayı'nın temelleridir. Başkent dışında dönemin mimarisinden kalan ör­
II. Guiglielmo'nun 1 189'da ölümü üzerine başlayan kıyasıya veraset nekler daha da azdır. Mevcut İslam yapılarının bu azlığı metinsel kaynak­
çekişmeleri ancak altı yıl sonra II. Ruggiero'nun kızı ve Kutsal Roma-Ger­ ların, geleneksel yer adlarının ve şimdi müzelerde korunan birçok değişik
men İmparatoru VI. Heinrich'in karısı Constanza'nın tahta çıkmasıyla çö­ nesnenin zenginliğiyle belirgin bir tezat oluşturur. Paradoksal bir biçim­
züme bağlandı. Böylece ada Hohenstaufen hanedanının eline geçti. Çif­ de, adadaki İslam mimarisi geleneği hakkındaki bilgilerimizin çoğu Nor­
tin daha dört yaşında Sicilya kralı ilan edilen oğlu II. Friedrich daha sonra manların Müslüman mimarlara inşa ettirdiği yapılara dayanır.
imparator olarak taç giydi. Evlilik yoluyla 1225'te Kudüs kralı unvanını

il. Ruggiero'nun taç giyme töreni atölyede yapılmış en eski katmanından bir detay La Zisa'daki Çeşmeli Salon, Palermo, 1 1 66 duran üç madalyonda, Norman hükümdarları­
harmanisinden detay, 1 1 33/34, ipek, görülüyor. Harmani açık giyildiğinde görülebilen Adını güzel iç mekan çeşmesinden alan Çeşme­ nın gözde dinlence uğraşı olan avla ilgili sahne­
Viyana, Sanat Tarihi Müzesi kenar nakışlarında, Hayat Ağacı temasına dayalı l i Salon, yazl ık Norman konutu La Zisa'nın or­ ler yer alır. Ortaçağ İslam üslubunda yapılmış
Sicilya'nın Norman Hükümdarı il. Ruggiero'nun Hıristiyan ikonografisini hatırlatan sahneler yer tasındadır. Salonun süslemeleri olağanüstüdür: olan çeşmenin basamaklı teknesi kameriyenin
harmanisi, altın ve gümüş sırmayla birlikte doku­ alır. Bir stilize ağacın iki yanında duran figürler ge­ Ara kapıların tonozlu üst kısımları mukarnas­ ortasındadır. Çeşme bu tür yapıların günümüze
nan kırmızı ipekten yapılmıştı ve üç katmanlıydı. nellikle Adem ve Havva olarak yorumlanır. larla bezenmiştir ve kapılarda mermer levhalar ulaşmış en eski örneğidir.
Bu resimde kumaşın muhtemelen Sicilya'daki bir ile mozai kler vardır. Orta kameriyede yan yana

SİCİLYA VE G Ü NEY İTALYA ' DAKİ FATIMİ ETKİLERİ 159


şır; boncuklu kenar süsleri ve mutluluk, hayırseverlik, kusursuzluk, ikti­
Mimari ve S anat dar, şöhret ve refah dileklerini belirten yazıtlar resimleri çevreler. Resim­

Sibylle Mazot lerde bazen kubbeli ya da revaklı bir mimari ortamın önünde olmak üze­
re, günlük yaşamdan ve saray yaşamından sahneler görülür. Ayrıca bitki,
hayvan (tavşan, kuş, av hayvanı, geyik, fil) ve sfenks, grifon, denizkızı gi­
bi masalımsı yaratık tasvirleri de vardır. İnsan figürlerini tam cepheden
ya da dörtte üçlük profilden gösterme yönündeki katı tutum, güçlü hat­
Doğu efsanesi: Çok-kültürlü bir sarayın ihtişamı lar taşıyan yüzler, kadınların saç stilleri, giyimleri ve mücevherleri, elbi­
se kıvrımları ve boncuklu kenar süsleri Emevi sarayı 'Kasrü'l-Hayrü'l-Gar­
Palenno'yu 10. yüzyılda merkez edinen Kalbiler, eski hisara yerleştiler ve bi'deki, Samarra, Kahire ve Fustat saraylarındaki fresklerle benzerlikler
bazilikayı bir cami-i kebire dönüştürdüler. Ardından 937'de stratejik se­ taşır. Yazıtlar üzerindeki analiz, şapel tavanının İfrikkiye ve Ortadoğu'da­
beplerle, limana uzak olmayan bir yerde ikinci bir kent inşa ettirdiler. ki Fatımi sanatıyla ilişkili olduğunu doğrular; ama tasarımın sembolik yo­
"Katışıksız" anlamında el-Halise adı verilen kent, Normanların Sicilya'yı rumuyla ilgili sorun henüz çözülebilmiş değildir. Cenneti mi tasvir edi­
fethetmesinden sonra terk edildi. Adanın yeni hükümdarları eski saraya yor? Hükümdarı mı yüceltiyor? İkonografinin didaktik bir işlevi mi var,
taşınarak, burayı dönüştürdüler ve savunmasını pekiştirdiler. Kraliyet sa­ yoksa tamamen alegorik bir işleve mi sahip?
rayında en önemli idari dairelerin yanı sıra, adanın ötesine yayılmış üne Cappella Palatina'nın bölmeleri gibi, saray odaları da görkemli bi�im­
sahip dokuma atölyesi gibi bir dizi atölye vardı. Kendilerinden önceki de döşenmiştir. Ruggiero'nun ardıllarınca tamamlanmasına karşın onun
emirler gibi, Norman hükümdarlar da çevrelerine bilginler ve aydınlar adını taşıyan Ruggiero Salonu'nun duvarlarında palmiye ağaçlarının, as­
topladılar. Bunlardan biri olan el-İdrisi, II. Ruggiero için bir dünya hari­ lanların, leoparların, kuğuların ve tavusların yer aldığı son derece stilize
tası yaptı ve Nüzhetü 'l-Müştak adlı bir coğrafya kitabını kaleme aldı. Yıl­ sahneleri gösteren ve Emevi sarayı Hırbetü'l-Mefcer'in güzel mozaikleri­
lar sonra saygın bir kelam alimi ve astronom olan Fahreddin, İmparator ni hatırlatan zarif mozaikler vardır.
II. Friedrich'i şahin avcılığıyla tanıştırdı. Şiire ve doğa bilimlerine merak Öncellerinin adetlerini benimseyen Norman hükümdarlar kent surla­
salan Friedrich, Arapça eserleri tercüme ettirdi. rının eteğinde Kalbiler tarafından düzenlenmiş eski av sahalarını restore
II. Ruggiero 1 140'ta kraliyet sarayının bir uzantısı olarak Cappella Pa­ ettiler ve bazı yeni yapılar eklediler. Bu devasa yeşil alana verilen,
latina'yı yaptırdı. Bu şapel güzel döşemelerinin ve görkemli mozaikleri­ yeryüzü cenneti anlamındaki Cennetü'l-Arz adı, debdebe ve israfı belir­
nin yanı sıra, mukarnaslarla süslenmiş benzersiz ahşap tavanıyla da son ten Müslüman ibareler geleneğine uygundur. Norman krallarının egzotik
derece dikkat çekicidir. Her mukarnas suluboyayla yapılmış bir resim ta- şeylere düşkünlüklerinden dolayı Arapça adlar verdikleri saraylar, İbn

San Cataldo, 1 1 6 1 , arka planda nefıni üç tane küçük ve alışılmamış ölçüde yük­ La Zisa sarayının ana cephesi, gun olarak bir tarımsal malikaneydi. Kuzey Af­
Martorana Kilisesi, 1 1 43, Palermo, sek kubbe örter. Kubbeler, geniş kapalı revak­ Palermo, 1 1 66 rika'n ı n Müslüman saraylarında olduğu gibi, sa­
Her iki kilise de Norman soylularınca bir tara­ lar ve cepheleri bölümlere ayıran dışarıya çıkık Öncelleri Kalbi emirleri gibi, Sicilya'nın Nor­ rayların önünde veya çevresinde havuzlar yapıl­
ça üstünde inşa edilm iştir; ama zemin planları frizler Kuzey Afrika ve Mısır'da görülen mima­ man hükümdarlarının da Palermo çevresinde mıştı. Resmin ön tarafı nda bir küçük havuzun
çok farklıdır. İ lkinin planı bir bazilika düzenin­ ri üslupla benzerlikler taşır. bir. dizi yazl ı k konutu vardı. Genoardo parkı nın ve bir köşkün kalıntıları görülüyor.
deyken, ikincisinin temel duvarları bir Yunan ortasındaki La Zisa adlı saray sadece hüküm­
haçı şeklindedir. Her iki kilisede de bir orta darlık zevklerine uygun bir ikametgah değil, ay­
kubbe yoktur; bunun yerine, San Cataldo'nun nı zamanda İfrikkiye'nin münye geleneğine uy-

160 TUNUS VE MISIR


Amalfi Katedrali'nin Cennet Revaktan rastlanır ve Normanların kuzeydeki vatanları
1 255- 1 268 olan Normandiya ve İ ngiltere'de b u tür kemer­
Narman döneminde Campania bölgesinde yay­ lerin birçok (ve çoğu kez daha eski) örnekleri
gın olarak görülen birbirine örülü kemerlerin vardır. Burada süslü biçimde iç içe geçmiş ke­
belki de en zarif örneği Cennet Revakları'dır. merleri destekleyen çok ince kolonlar avluya
Bu mimari unsurun kökeni bilinmemektedir. benzersiz bir hava vermektedir.
Yakın biçimlere bütün Akdeniz kıyısı boyunca


. .

.
. , ..:_.,.
. •-
:" ._.,..� )·
·�
.
. ..

Cübeyr'in p itoresk anlatımıyla "bir genç kızın gerdanlığındaki inciler gi­ Amalfı Katedrali'nin çan kulesi, 1 2. yüzyıl örülmüş kemerler, bölgenin üslupları bağdaştır­
bi" kentin etrafını sarmaktaydı. Bunlar yazlık konut olarak inşa edilmişti; Yapının birçok tadilat geçirmesine rağmen, 1 2. ma özelliğinin kanıtıdır ve Narman döneminde
yüzyıldan kalma çan kulesi değişime uğramamış­ bütün Campania'da yaygın olan bir bezeme un­
ama tıpkı Emevi sarayları ve Rusafe'deki Aglebi sarayı gibi, turunçgiller,
tır. Çatı altı duvarında çokrenkli taşlarla iç içe surunu temsil eder.
hurma, şekerkamışı, zeytin ve başka tarımsal ürünler yetiştirilen bostan­
larla ve tarlalarla çevriliydi. 1 2 . yüzyılın ikinci yarısında, yazlık konutlar
genellikle ön tarafta çıkıntılı bir ya pı barındırmak üzere dikdörtgen bir dır. Palermo'ya yaklaşık 20 kilometre uzak olan Cefalu Diana'daki bir kü­
zemin p lana göre inşa edilirdi. Kusursuz bir simetri taşıyan iç mekan, haç çük hamam belirtilmeye değerdir: Bu yapının tek bir odası vardır, ama
biçimli ve üç kameriyeli bir ana salon üzerine kuruluydu. La Zisa ( 1 1 66) kap lıcalardan gelen suyun beslediği üç havuzu barındırır. Dış kısım hala
ve Scibene saraylarında bir bekleme odasının bulunması T biçimli bir ze­ bir Kufi yazıtın izlerini taşır; yapıdaki kemerler geç dönem Narman biçi­
min p lanına işaret eder. La Cuba'nın (1 1 80) p lanı bütün yıl kullanılacak mi olmasa, bu unsur yapının İslam kökenli olduğu kanısını uyandırabi­
bir ikametgah olarak öngörülmesi açısından ilginçtir; bu saray çevredeki lir. Dolayısıyla bu hat sanatı şeridi bazı mimari unsurlara bilinçli olarak
bahçelere açılmak yerine, bir iç avluya bakar. Sıcaktan korunmak ama­ Doğulu bir görünüm verildiğinin kanıtıdır.
cıyla bu Sicilya saraylarına özenli havalandırma sistemlerinin kurulması Bu sarayların iç mekanlarındaki simetrik düzenleme ve haç biçimli
zorunluydu; döşemeler ve duvarlar yalıtımlıydı. İç mekan bezemeleri de zemin p lanı, Mansuriye'nin ve Aşir gibi kalelerin saraylarını hatırlatır; bu­
çok incelikliydi. Saray kameriyelerini ve koridorlarını alçı sıvadan ya da nunla birlikte Sicilya yapılarını belirli bir prototipin ko pyaları değil, daha
taştan yapılmış mukarnas bezemeler süslerdi. ziyade uyarlamaları olarak görmek gerekir. Palermo'daki yapıların müte­
Bu yap ıların hem içinde hem de dışında su önemli bir unsurdu. La vazı boyutları ve haç biçimli alanların ortasına yerleştirilen çeşmeler, her­
Zisa'da iç şadırvanların zarif bir örneği günümüze ulaşmıştır. Bu yap ı sa­ hangi saray töreni ya p ılmasını olanaksız kılardı. Aslına bakılırsa, bu sa­
dece süs amaçlı değildir; içerideki havayı da temizlemeye yarar. Ana oda­ raylar resmi toplantılara uygun bir ortam için değil, özel amaçlara hizmet
nın duvarından fışkıran su, basamaklar halindeki bir "selsebil" boyunca için tasarlanmıştı; üstelik yılın sadece bir bölümünde kullanılmak üzere.
aktıktan sonra dar bir kanaldan geçer ve saray dışındaki küçük havuza II. Friedrich, öncellerince inşa edilmiş saraylarda dikkate değer değişik­
dökülür. Müslüman geleneğinde, bir yapının dışında her zaman bir su likler ya pmadı. Bunun yerine, Sicilya ve Apulia'da genelde dönemin Av­
kaynağı bulunurdu . La Cuba tıpkı bir ada gibi bir havuzun ortasına kon­ ru p a tasarımlarına denk düşen, ama ya p ı bakımından İfrikkiye ribatlarını
durulmuştu. da hatırlatan birçok kale inşa ettirdi. Daha alışılmamış bir örnek, II. Fri­
Esas olarak La Zisa civarındaki arkeolojik kazılardan anladığımız ka­ edrich'in 1 240'ta Apulia'da ya ptırdığı Castel del Monte'dir. Bu kalenin se­
darıyla, sarayların yakınında şapeller ve hamamlar inşa edilirdi. Edebi kizgen bir zemin planı vardır; her sekiz köşesi sekizgen burçlarla takvi­
kaynaklar Sicilya'da birçok büyük hamam bulunduğunu doğrulamakta- ye edilmiştir. Bir orta avlusu da bulunan yapının dış bezemesi, duvarların

S İ C İ LYA VE GÜNEY İTALYA' DAKİ FATIMİ ETKİLERİ 161


Eldiven, Palermo, 1 220, orta hizasından geçerek kuleleri birbirine bağlayan kesintisiz bir silme
Viyana, Sanat Tarihi Müzesi hattından ibarettir. İçeride dahice düzenlenmiş bir görsel ve akustik ha­
Altın sırmayla nakışlar işlenmiş ve inciler, ya­
berleşme sistemi ziyaretçilerin gözetim altında tutulmasını sağlardı. La Zi­
kutlar, safirler ve bölmeli minelerle süslenmiş
bu muhteşem kırmızı ipek eldiven, imparator sa'da olduğu gibi, akıllıca tasarlanmış havalandırma sistemleri ve yağmur
il. Friedrich'in taç giyme töreni için Paler­ sularının toplandığı sarnıçlardan saray hamamlarına ve diğer temizlik te­
mo'nun kraliyet atölyelerinde yapılmıştı. i l .
sislerine bağlanan su künkleri de vardı. Bu düzenlemelerin benzerlerine,
Ruggiero'nun taç giyme töreni harmanisi ola­
rak bilinen cüppe gibi, bu da Sicilya atölyelerin­ Castel del Monte'nin kapı konağında etkisi açıkça görülen İslami mima­
deki ustaların büyük hünerini yansıtır. Kahi­ ride, özellikle de Emevi yapılarında rastlanır. Kuzey Afrika ve Ortado­
re'de olduğu gibi, tiraz atölyesi hükümdarın
ğu'nun askeri yap ılarında ve ikametgahlarında olduğu gibi, kapı girişin­
denetimi altındaydı ve saraya m u hteşem doku­
den geçen yol dönemeçlidir.
malar sağlardı. Sicilya dokumacılığının ünü ada­
nın çok ötesine yayılmıştı ve Sici lya' da üretilen
dokumalar bütün Avrupa'da revaçtaydı.
Sicilya'nın kubbeli yapıları: İfrikkiye mirası
Palermo, Mazara ve Messina çevresinin kubbeli kiliseleri, İfrikkiye'deki
yap ılara şaşırtıcı ölçüde benzer. Kubbelerin yontma taştan ya pılmış, bir
alınlığı ve köşe kemerleri üstünde duran yarıküre biçimli takkeleri vardır.
Palermo'daki San Giovanni degli Eremiti Kilisesi haç biçimli bir zemin
p lan üzerinde inşa edilmiş ve hep si farklı büyüklükte kubbelerle örtülü
Ayin cüppesi, Palermo, 1 1 8 1 , il. Guiglielmo için yapıldığını belirten Arapça ve beş sahna ayrılmıştır. Norman yönetiminin sonuna doğru 1 16 1 'de inşa
Viyana, Sanat Tarihi Müzesi Latin iki yazının yer aldığı bu elbiseyi, l l 20'de il. edilen San Cataldo Kilisesi'nin nefi, alışılmamış ölçüde yüksek üç kubbe­
ipekle kaplı bu sarı tafta cüppenin altın nakışlar iş­ Friedrich ve 1 520'de V. Kari taç giyme töreni
sinin düzenlenişi açısından benzersizdir. San Giovanni dei Lebbrosi
lenmiş, üstüne inciler ve değerli taşlar yerleştiril­ cüppesi olarak giymişti.
miş muhteşem geniş ipek şeritleri vardır. Paler­
(1 1 55) ve Martorana ( 1 1 43) kiliselerinin kuleleri başlangıçta daha küçük
mo'nun kraliyet tiraz atölyelerinde 1 1 8 1 'de Kral kubbelerle örtülüydü. Messina civarındaki kubbeler bindirmeli petek
hücrelerden oluşan örgüleriyle daha inceliklidir. Son olarak, La Cuba'nın
yeşil alanında dikdörtgen bir zemin planı üzerinde inşa edilmiş bir küçük
köşk vardı; dört revakı ve yüksek bir kubbesi bulunan bu ya pının ilham
kaynağı İfrikkiye ve Mısır türbeleriydi.
Kutsal ya p ıların yanı sıra dindışı ya p ılarda da İfrikkiye modellerinin
izlendiğini görmekteyiz . Cephelerin yapısını tek, çift ya da üç kemerli ka­
p alı revaklar ve bazen üst kısmında kabuk biçimli oluk bulunan düz ya
da yarım daire biçimli duvarlara sahip geniş nişler belirler. Aynı dönemin
Fatımi Kahire'sine, Hıristiyan Filistin'ine ve Eyyubi Suriye'sine özgü ya p ı­
lara benzer biçimde, kap ıların ve p encerelerin bezemeye yönelik iki
renkte çıkıntılı kabartma süslerle çerçevelenmesi çok sık görülen bir du­
rumdur. Ne var ki, ortaya çıkış bakımından Kuzey Afrika ya da Ortado­
ğu kökenli bu bezeme unsurlarına Güney İtalya'dan İngiltere'ye kadar
uzanan Norman yönetimindeki diğer bölgelerin süs repertuarında da rast­
lanır. Palermo'daki burçların çeşitli değişik biçimleri Mansuriye'deki ve
Benu Hammad Kalesi'ndeki kazılarda ortaya çıkarılan p arçalarla bazı
benzerlikler gösterir. Norman mimarisinde çok popüler olan ve genellik­
le temel atma tarihini ve yapıyı inşa ettiren kişinin adını veren yazı şerit­
leri için de aynı şey geçerlidir; bunların ilham kaynağı doğrudan Kuzey
Afrika ve Mısır camileridir.
İfrikkiye mimarisi hiç kuşkusuz 1 2 . yüzyılın Sicilya ya pıları için mo­
deldi; ama köken ya da mimarların ve ustaların kimliği sorunu tartışma­
ya açıktır. II. Ruggiero'nun taç giyme töreni harmanisi, açıkça İslam ve
Sicilya kökenini gösteren birkaç p arçadan biridir. Palermo tirazı dışında,
yerli ya da ithal atölyelerin varlığına ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz; ama İs­
lam'ın adada güçlü bir varlığa sahi p olduğu iki yüzyıllık dönem sırasın­
da zanaat okullarının açıldığını, buralarda sanatçıların ve ustaların yetiş­
tirildiğini varsayabiliriz.

162 TUNUS VE MISIR


Erkek geyik, Mısır, y. 1 000, yükseklik 46 cm,
uzunluk 30 cm, Münih, Devlet Halk Sanatları
Müzesi
Bu geyik figürü büyüklüğü ve sanatsal işçiliği açı­
sından ender bir parçadır. Vücudu filiz süsleme­
lerle kaplıdır; boğaz ve karın kısımlarında yazıtlar
vardır. Yazıtlardan biri Ghasan adlı bir adam ola­
rak anılan ustayla ilgili gibidir. Ortaçağ anlatımla­
rına inanılacak olursa, böyle heykeller bağımsız
sanat eserleri olarak yaratı lırdı. Birçoğuna mü­
cevherlerin kakıldığı söylense de, böyle bir par­
ça günümüze ulaşmış değildir.

Yukarıda: Fildişi boynuz, Güney İtalya ya da raç edilirdi. Dindışı bir işlev görmeleri, sanatçı­
Sici lya, 1 1 - 1 2. yüzyıllar, oymalı fildişi, uzunluk yı geniş bir motif yelpazesi kullanma açısından
50 cm, çap 1 1 ,5 cm, Berlin, İslam Sanatı özgür bırakırdı. Bu fildişi boynuz tavşan, ceylan,
Müzesi kuş gibi hayvanları ve hayal ürünü yaratıkları ba­
Güney İtalya'da bulunan bu fildişi boynuzlar rındıran bir filiz deseniyle süslenmiştir.
hem av borazanı hem de içki kabı olarak kulla­
n ı l ı r ve Avrupa'nın diğer bütün kesimlerine ih-

Aşağıda: Mücevher kutusu, Güney İtalya ya sahnelerinde yer alan insan figü rleri de görülür.
da Sicilya, 1 1 - 1 2. yüzyıllar, oymalı fildişi, Kapağın yanlarında biri ceylana, diğeri tavşana
1 7,3 x 39,5 x 22,8 cm, saldıran iki aslan vardır. Diğer bazı örnekler­
Berlin, İslam Sanatı Müzesi den farklı olarak, bu mücevher kutusu doğalcı
Kenarları zarif palmiye yapraklarıyla süslenmiş bir üslup taşımaz; hayvanlar arasında büyüklük
bu mücevher kutusunda, hayvanların işlendiği orantıları gözeti lmemiştir.
resimlere dayalı klasik repertuarın dışında av

Yukarıda: Grifon, İspanya, 1 1 - 1 2. yüzyıllar, İber Yarımadası'nda yapıldığı izlenimini vermek­


1 07 x 87 x 43 cm, Piza, Duomo Opera Müzesi tedir. Yazıtta "Sahibine hayır duaları, açık talih,
Bu heykel bir çeşmenin parçası gibi görünmek­ neşe, ebedi barış, sağlık ve mutluluk" sözleri
tedir ve kesin çıkış yeri bilinmemektedir. Mı­ yer almaktadır.
sır'daki bir Fatımi atölyesinden geldiği kanısının
uzun bir dönem kabu l görmüş olmasına karşın,
İspanya kaynaklı heykellere çarpıcı benzerliği

S İ C İ LYA VE G Ü NEY İTALYA' DAKİ FATIMİ ETKİLERİ 163


(';�'..,. ... -- _·
;
-- · "' /
. ,,
./ (��-;:--� ·

- ..)

·-.
)
\
\. -
1-

'

i
\.
Suriye, Filistin ve
Mısır: Eyyubiler,
Memlfiklar ve Haçlılar

Eyyubi ve Memluk Tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 66


Haçlılar

Akdeniz: Doğu ve Batı arasındaki köprü . . . . . . . . . . 1 72

Zengi ve Eyyubi başkenti Halep: . . . . . . . . . . . . . . . 1 74


Hisar, Cami-i Kebir, Firdevs Medresesi
Memluk başkenti Kahire:
Hisar, camiler ve medreseler, saraylar, emirlerin türbe
külliyeleri
Şam: Eski bir kültür merkezinin gelişimi

Eyyubi minyatürleri, metal ve cam işleri . . . . . . . . . 1 94


Memluk kitap resimleri, cam işleri, metal işleri ve
dokumaları

Kahire'nin Doğu Mezarlığı'ndaki Sultan Barsbay Külliyesi, 1 432


Kentin güney kesiminden kuzeydoğu kesimine kadar uzanan Kahire mezarlıklarında, Mı­
s ı r hükümdarları kendi türbeleriyle bağlantılı ve uyumlu külliyeler inşa ettirmişlerdi. Bu
yapıların çarpıcı kubbeleri iktidar sembolü sayılır ve Memlük taş ustalarınca büyük bir
hünerle bezenirdi.

165
Eyyubi hanedanının kurucusu
Tarih Salaheddin yüksek ıütbeli bir Kürt
asker ailesindendi; gençlik yıllarını
Almut von G/adiB Lübnan dağlarında bulunan ve Ro­
ma tap ınağından dolayı dünyanın
her tarafında tanınan Baalbek ken­
Eyyubiler: tinde geçirmişti. Şam, Halep ve Mu­
sul Hükümdarı Nureddin'in maiyeti­
İslam kahramanı Salaheddin
ne 1 152'de girdi. Mahir bir komutan
Haçlılar 12. yüzyılda Doğu Akde­ olan amcası Şirkuh'la birlikte Mı­
niz'i harap etti. Arapların ayrım gö­ sır'ın fethinde görev aldı. Şirkuh'un
zetmeksizin "Frank" ["Frenk"] diye ölümünden sorıra, 1 169'da ordunun
andığı Haçlı kuvvetleri 1099'daki başkomutanlığına yükseldi. Aynı sı­
Kudüs işgalinin ardından, Filistin'in ralarda Mısır'ı yöneten Fatımilere ve­
neredeyse bütün kıyı kentlerini ele zir olarak atandı ve iki yıl sorıra bu
geçirdiler. Gelişmeleri belli bir me­ hanedanı devirdi. Sünnilerin Fatımi
safeden izleyen Musullu tarihçi İb­ Şii halifeliğini dalalete düşmüş say­
nü'l-Esir, Haçlı Seferlerini İslam ve ması nedeniyle, Salaheddin'in bu
Hıristiyanlık arasındaki büyük kül­ yönetime son vermesi, çağdaşların­
türel çatışmada önemli bir fasıl ola­ dan büyük takdir görmesini ve İs­
rak sınıflandırır. Cihat evrelerinin ve lam'ın savunucusu olarak yüceltil­
barış içinde bir arada yaşama dö­ mesini sağladı. Böylece 1 174'te
nemlerinin sırayla birbirlerini izle­ Nureddin'in Şam'da ölmesi üzerine,
melerine karşın, çağdaşlarını İs­ onun Suriye'deki ardılı ve Hıristi­
lam'ın ve İslam kültürünün gerileyişi yanlara karşı savaşta Müslümanların
konusunda acilen uyarır. önderi olarak kabul edildi.
Halep Erniri Nureddin bin Zen­ Salaheddin'in topraklarını geniş­
gi (1146-1 174) küçük Suriye devlet­ letme tasarıları Bağdat halifesinden
lerini Mısır'la birleştirerek geniş bir destek gördü. O dönemde 240'tan
iktidar tabanı oluşturdu. Onun dö­ fazla camisiyle ve 20'yi aşkın medre­
neminde cihat fikri bütün Doğu Ak­ sesiyle İslam'ın güçlü bir kalesi olan
deniz bölgesini sarmaya başladı. Şam'ı merkez edindikten sonra,_ Haç­
Asıl öncelik Kudüs'teydi. Yahudile­ lılara karşı büyük çaplı bir saldırıyı
rin, Hıristiyanların ve Müslümanla­ planladı. Birinci Haçlı Seferi bölge­
rın aynı ölçüde değer verdiği bu kut­ nin Müslüman devletleri arasındaki
sal merkez, 1099'dan beri Kudüs bölünmeler sebebiyle Hıristiyanlar
Frank Krallığı'nın başkentiydi. Müs­ açısından başarıyla sonuçlanmıştı.
lümanlar Tapınak Dağı'ndaki ma­ Şimdi ise Frank devletlerinin iç çatış­
betlerinin Hıristiyan yönetim altında malarla sarsıldığı bir dönemde, Müs­
saygısızlığa uğradığı görüşündeydi. lümanlar birleşik bir önderlik altında
Kutsal yerleri geri alma girişimine kuvvetlerini Doğu Akdeniz'de toplu­
destek sağlayacak bir kamuoyu Kudüs haritası, Lahey, Koninklijke Kütüphanesi yorlardı. Salaheddin Müslüman ra­
oluşturmak üzere camilerde okunan Haçlılar dönemine ait Kudüs haritalarında, kentin şematik bir yaklaşımla dört bölümlü bir kipleri ile Haçlılar arasında antlaşma­
dai reye indirgendiği görülür. Üst yarıda 'Templum Domini" ve "Templum Salomonis" adları
ve Kudüs'ü yücelten hutbelere, ren­ ları cihat ilkesine ihanet sayarak heı
verilen Kubbetüs's-Sahra ve Mescid-i Aksa yer alır. H ı ristiyan hacıların ana uğrağı olan Kutsal
cide olmanın yarattığı öfke yansı­ Kabir Kilisesi sol alt köşede yuvarlak bir yapı olarak gösterilmiştir. Haritanın altındaki resim, zaman kınamakla birlikte, kendisi de
yordu. Bu propaganda edebiyatında bir Müsl üman orduya karşı muharebede Haçlılara yardım ettiği öne sürülen Aziz George'la Haçlılarla ateşkese varmıştı. Ne vaı
Haçlılarca yanlış biçimde Templum ilgili bir efsaneyi yansıtır ve Kudüs'ün 1 099'da Haçlılarca fethedilmesine göndermede ki, barış antlaşmasındaki hükümlere
bulunur.
Domini (Tarırı'nın Tapınağı) adı ve­ karşın Müslüman tüccar ve hacılarır.
rilen Kubbetü's-Sahra'yı ilk Emevi saldırılara uğramaya devam etmes:
halifelerinden birinin inşa ettirdiği vurgulanıyor ve buranın Miraç mekanı, ya­ ve hatta Kızıldeniz kıyılarının yağmalanması üzerine, silaha sarılmaya karaı
ni Hz. Muhammed'in göğe yükseldiği yer olmasının önemi işleniyordu. verdi. Bağdat halifesinin ona verdiği "Mekke ve Medine Harem-i Şeriflerinir
Genel isyan havası daha 1 168/69'da Nureddin'i, nihai Müslüman zaferi­ Hamisi" unvanından dolayı, hacıların güvenlik içinde seyahat etmesini sağla­
ne güvenin bir işareti olarak, Halep 'teki dört usta zanaatkara Tap ınak Da­ makla yükümlüydü; ayrıca ticaret yollarının işleyişini güvence altına almaH
ğı'ndaki Mescid-i Aksa için bir ahşap minber yapma emrini vermeye yönelt­ zorundaydı. Bir yıl süren cihat propagandasından sorıra, çatışma Haçlılarır.
mişti. Ne var ki, bu iman sembolünü yerine koymak ancak Salaheddin'in kışkırtıcı bir eylemiyle patlak verdi. Kahire'den Şam'a giden bir Müslümar
1 187'de Kudüs'ü almasıyla mümkün oldu. kervanı, Doğu Şeria'da (bugün Ürdün) Frank kalesi Kerak'tan geçerken so-

1 66 S U R İ Y E , FİLİSTİN VE M I S I R : EYY U B İ L E R , M E M LÜKLAR VE HAÇLILAR


Şobak (Montreal) Kalesi'nin kabul salonu
Ürdün, 1 1 1 5
Frank kaleleri Şobak ve Kerak sarp ve kayalık yerlere kurul­
muştu. Lut Gölü ile Kızıldeniz arasında uzanan güvenlik kor­
donunda can alıcı halkalar oldukları için, gerektiğinde Frank
savunma hattını kapatmaya yararlardı. Salaheddin tarafından
l 1 88/89'da ele geçirildikten sonra Eyyubi devleti için muaz­
zam stratejik önem kazandılar. Lut Gölü'nün güney ucunu,
ayrıca Mısır, Suriye ve Arap Yarımadası arasındaki yol ağını
denetim altında tutmayı sağladılar.

yuldu. Salaheddin 1 187 yazında Hattin'de Hıristiyan ordusuna karşı ezici bir Yukarıda: Krak des Chevaliers denetimindeki bölgelere yönelik saldırılarda
Suriye, 1 1 1 O bir üs olarak önemli rol oynadı. Batı tarafın­
zafer elde etti ve ardından harekatı sürdürerek Filistin'deki kentlerin ve kale­
Suriye dağlarında ve kıyı şeridinden 30 km da savunma amaçlı ve eşmerkezli iki sur ge­
lerin birçoğunu ele geçirdi. Sonunda Kudüs de teslim oldu. Kent Peygam­ içeride yer alan Krak des Chevaliers Kalesi niş bir hendekle ayrılır. G üneyden bakılınca
ber'in miracının yıldönümünde geri alındı ve bu olay ilahi takdirin bir işareti Haçlı seferleri sırasında inşa edilmişti. Hos­ daire biçimli kuleleriyle (sağda) iç kale öne

olarak yorumlandı. İslam'ı tekrar egemen kılma sürecinde, Kubbetü's-Sah­ pitalier tarikatına mensup şövalyelerce tah­ çıkar. Memluk sultanlarının yaptırdığı kuleler
kim edildi ve 1 27 1 'de Memluk Sultanı Bay­ ve kaleye su sağlayan sukemeri daha aşağıda
ra'dan Hıristiyan suretler çıkarıldı, kubbe yeniden yaldızla kaplandı ve üstü­
bars tarafı ndan ele geçi rilene kadar Arap görülebiliyor.
ne yerleştirilmiş haç kaldırılarak yerine tekrar İslam hilali kondu. Haçlıların
Templum Salomonis (Süleyman Tapınağı) adını vererek bir kraliyet sarayı ola­
rak kullandığı Mescid-i Aksa'da, Nureddin'in yaptırmış olduğu minber gere­
ken yere oturtuldu ve mihrap onarıldı.
Kudüs'ün düşüşünden sonra yeni bir Haçlı seferi için hazırlıklar başladı.
Kutsal Topraklar'a doğru yola çıkan Germen İmparatoru Friedrich Barbaros­
sa, Toros Dağları'ndaki Gülek Boğazı yakınında Göksu Irmağı'ndan geçer­
ken boğuldu. Başında bulunduğu ordunun dağılmasına karşın, aynı sefere
katılan Fransa Kralı II. Philippe ile İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard
önemli liman kenti Akka'ya ulaşmayı başardı. Haçlıların 1 1 04'te ele geçirdi­
ği, ama daha sonra Salaheddin'in geri aldığı bu kentin kuşatmaya direnişi so­
nunda kırıldı. Akka görkemli yapılarıyla ve çok ünlü manastır yazı odasıyla
(scriptorium) izleyen 100 yıl boyunca Kudüs Krallığı'nın fiili başkenti olarak
kaldı. Akka'daki yenilgi üzerine yeni istila girişimlerine karşı tetikte duran Sa­
laheddin, Kudüs'ü savunmaya ağırlık verdi. Ancak, karşıdaki düşmanı söküp

Sağda: Kubbetüs's-Sahra tince yazıtlar ve Hıristiyan suretler kaldırıldı,


Kudüs, 69 1 -692 kubbenin tepesine yeniden İslam hilali kondu.
Kudüs'teki Tapınak Dağı'na hakim olan Kub­ Salaheddin de Kudüs'teki birçok H ı ristiyan
betü's-Sahra bir süre Haçlılar tarafından ka­ yapısını medreselere ve başka önemli kurum­
tedral olarak kullanıldı; daha sonra Salaheddin lara dönüştürdü.
tarafından tekrar camiye çevrildi. Yapıdaki La-
yok etme tasarılarının beyhude olduğunu kavrayan Müslümanlar ve Hıristi­ verilmesi karşılığında Kudüs'ü bırakmayı önerdi. Askeri çatışmalarla ve
yanlar bir başka barış antlaşmasına vardı. Salaheddin bu antlaşmayla Aslan sayısız cihat ilanlarıyla geçmiş bir yüzyıllık dönemden sonra, bunun
Yürekli Richard'ın isteğine uyarak, Hıristiyan hacılara Kudüs'teki kutsal yer­ önündeki tek seçenek olmamasına rağmen müzakere yoluyla bir çözü­
leri serbestçe ziyaret hakkını tanıdı. Salaheddin'in 1 193'teki ölümüyle birlik­ me varmaya razı oldu. Ne var ki, Haçlılar seferi başarıyla sona erdirme­
te cihat sona erdi. Salaheddin'in ardılları Haçlıları düşman olarak görmeye lerini sağlayacak böyle bir öneriden tam anlamıyla yararlanmaktan geri
devam etmekle birlikte, bu yabancılarla çatışmaktan kaçınan bir tutum izle­ durdular.
di. Filistin'deki varlıkları 100 yılı aşmış ve bölge halkı artık onlara alışmıştı. Barbarossa'nın torunu II. Friedrich ( 1 2 1 5-1250) Kutsal Roma-Germen im­
Dönemin tarihçilerinden İbn Cübeyr'in vurguladığı gibi, günlük ticari işler paratoru olarak taç giydiği törende yeni bir Haçlı seferi düzenlemekten ya­
genellikle düzgün işlemekteydi. na olduğunu açıkça belirtti. Kudüs kralının kızı Isabella'yla evliliğinden do­
Eyyubi toprakları sultanın genel denetimi altında hanedan mensup­ layı 1225'te kutsal kent üzerinde bir hanedan hakkı elde edince, Kudüs'ü geri
larınca yönetilmekteydi. Salaheddin'in ölümünden sonra tahta çıkan kar­ alarak konumunu güçlendirme ve Batı ile Doğu'yu kendi yönetimi altında
deşi el-Adil ( 1 200- 1 2 1 8) üç oğlunu naip olarak Mısır, Suriye ve Cezire'ye birleştirme umuduna kapıldı. El-Kamil'le girdiği uzun müzakereler sırasında,
(Kuzey Mezopotamya) gönderdi. Suriye ve Cezire'deki bir dizi küçük İslam irfanına ve ilahiyatına büyük saygı duyduğunu itiraf etti ve değerli he­
emirlik de Eyyubi hanedanı mensuplarının ya da müttefik yerel emirle­ diye alışverişleriyle Arapların gönlünü aldı. Böylece 1229'da bir barış antlaş­
rin yönetimi altındaydı. Eyyubiler bu topraklardaki iktidarlarını sağlam­ masına vardı. Kudüs'ü ve geçmişte Salaheddin'in fetl1ettiği bölgeleri geri alan
laştırmak için, Haçlılarla barışı sürdürdüler. Buna karşılık, Avrupalılar Haçlılar, bunun karşılığında gelecekte Mısır'a karşı Haçlı seferlerine girişmek­
Kudüs Krallığı'nı tekrar eski gücüne kavuşturma hedefinden vazgeçme­ ten kaçınma sözünü verdiler. II. Friedrich aynı yılın mart ayında Kutsal Ka­
ye yanaşmadılar. Yaklaşık 25 yıllık görece barış döneminden sonra, bir Kilisesi'nde Kudüs kralı olarak taç giydi. Bu adım bütün Müslüman dün­
önemli ticaret merkezlerinden Dimyat'ı hedef alan bir saldırıyla Mısır'a yasında dehşet ve öfke uyandırdı. Her ne kadar el-Kamil kentteki İslam
yönelik bir Haçlı seferi başlattılar. Nil Deltası'ndaki bu kentin düşüşü ve mabetlerinin denetimini elinde tuttuğunu ileri sürerek davranışını haklı gös­
ardından gelen toplu kıyım karşısında, kendi konumunu koruma kaygı­ teımeye çalıştıysa da, genelde kopan velveleyi pek yatıştıramadı. Tam 15 yıl
sına düşen Mısır'ın Eyyubi Sultanı Melik el-Kamil ( 1 2 18- 1 238) Haçlılara sonra el-Kamil'in oğullarından es-Salih'le ittifak kuran Harezm Türklerinin
büyük ödünler vermeye hazır bir tutum takındı. 1 2 19'da Dimyat'ın geri kenti işgal etmesiyle Kudüs temelli olarak geri alınmış oldu.

1 099 Papa i l . Urbanus'un girişimiyle


Birinci Haçlı Seferi ( 1 096- 1 099)
başladı ve Haçlıların Kudüs'ü ele
geçirmesiyle son buldu

1 1 44 Musul ve Halep Emiri lmaddedin


Zengi, Haçlı lara karşı koyarak
Edessa (Urfa) üzerindeki
denetimlerine son verdi

1 1 48 Şam kuşatmasının başarısızlığa


uğramasıyla İkinci Haçlı Seferi
boşa çıktı

1 1 54 Nureddin Zengi ( 1 1 46- 1 1 74)


Şam'ı topraklarına kattı

1 1 68-1 1 69 Fatımi halifesinin yardım için


başvurduğu Zengilerin emri
üzerinde, Şirkuh bin Şadi ve
yeğeni Salaheddin
komutasındaki bir ordu
Frankları Mısır'dan çıkardı

1 1 69 -1 1 7 1 Fatımilere vezir olarak atanan


Salaheddin , Fatımi halifesini
devirdi ve Mısır'da Eyyubi

14. yüzyılın ilk yansında MemlOk imparatorlu devletini kurdu

1 1 74 Salaheddin Şam'ı ele geçirdi


16. yüzyılın başlannda MemlOk imparatorluğu

SURİYE, F İ L İ ST İ N VE M I S I R : EYYU B İ L E R , M EMLÜKLAR VE HAÇLILAR


168
Kudüs'ü Hıristiyan kafirlerden kurtarmak Salaheddin'e sadece kendi çağ­
daşları arasında büyük itibar kazandırmakla kalmadı ve şöhretinin sonraki
kuşaklarda da sürmesini sağladı. Batı dünyasında "soylu kafir" olarak ulaştı­
ğı ünün temelinde Kudüs halkına gösterdiği alicenap davranış yatmaktaydı.
Kenti 1 1 87'de teslim aldığında, yerel Hıristiyanların canlarını bağışlamış ve
fidye karşılığında serbestçe çıkıp gitmelerine izin vermişti. Bu tutum, kenti
1099'da alınca halkı kıyımdan geçiren ve kendi saflarında bile öfke yarata­
cak ölçüde bir kan gölüne boğan Hıristiyanların davranışlarıyla tam bir tezat
içindeydi. Salaheddin daha sonra 1 192'de varılan barış antlaşması uyarınca
Hıristiyan hacıların Kudüs'teki kutsal yerleri ziyaret etmesine gönüllü olarak
izin verdi.
Batı edebiyatı "soylu kafir" imajını daha 13. yüzyılda yarattı. Müslüman
hükümdarın ve Hıristiyan Haçlıların erdemleri arasında fazla fark yok gibiy­
di ve tutuştukları trajik çatışma iki tarafı muharebe meydanında karşı karşı­
ya gelmek zorunda bırakan bir tarihsel durumun sonucu olarak görüldü. Bu
bağlamda, Salaheddin her türlü dinsel bağnazlığı aşmış eşsiz bir devlet ada­
mı olarak yüceltildi. Buna karşılık, Haçlılara kesin yenilgiler tattıran Memluk
Sultanı Baybars (1260-1277) Müslümanlar arasında daha büyük şöhrete ulaş­
tı; hayatını ve başarılarını anlatan Siret Baybars adlı Arapça halk destanında
cesur ve güçlü bir kahraman olarak işlendi.

Salaheddin, Gustave Dore, tahta baskı Henne am Rhyn'ın Haçlılar üzerine l 884'te
resim, 1 884 yayımladığı anıtsal tarih kitabıDie Kreuzzuge
Salaheddin'in bir kahraman olarak Avrupa' da und die Kultur ihrer Zeit'ta (Haçlılar ve Yaşa­
ulaştığı şöhreti yansıtan bir resim. Otto dıkları Dönemin Kültürü) yer almıştı.

1 1 87 Salaheddin Hattin'de Haçlıları 1 250 Kıpçak Türkü kökenli Memluk 1 400- 1 40 1 Timur'un orduları Suriye'yi
yendi ve Kudüs'ten çıkardı subaylar Mısır'da iktidara el harabeye çevirdi
koydu
1 1 89- 1 1 92 Üçüncü Haçlı Seferi; Haçlılar 1 426 Sultan Barsbay ( 1 422- 1 438)
Akka'yı aldı ve Kudüs 1 258 Hülagu komutasındaki Moğollar Haçlıları Kıbrıs'tan çıkardı
Kral lığı'nın başkenti yaptı Bağdat'taki Abbasi halifesini
1 485- 1 49 1 Sultan Kayıtbay döneminde
devirdi
1 1 92 Eyyubiler ve Haçlılar barış ( 1 468- 1 496) Osmanlılarla
antlaşmasına vardı; Salaheddin 1 260- 1 277 Memluk Sultanı Baybars'ın çatışmalar alevlendi
H ı ristiyanların Kudüs'teki kutsal dönemi
1 5 1 6/ 1 7 Sultan 1 . Selim komutasındaki
yerleri serbestçe ziyareti
1 260 Memluklar Filistin'de Moğolları Osmanlı kuvvetlerinin ele
konusunda güvence verdi
yendi ve Suriye'yi egemenlik geçirdiği Suriye ve M ısır,
1 202- 1 204 Dördüncü Haçlı Seferi; altına a dıl Osmanlı lmparatorluğu'na bağlı
Konstanti nopolis'in işgaliyle son eyaletler haline geldi
1 270 Tunus'a yönelik yeni bir Haçlı
buldu
seferi sonuçsuz kaldı
1 2 1 7- 1 2 1 9 Beşinci Haçlı Seferi; Nil
1 279- 1 290 Sultan Kalavun'un dönemi
Deltası'ndaki Dimyat ele
geçi rildi 1 29 1 Kalavun'un oğullarından Sultan
Eşref Halil Akka'yı aldı ve
1 225 il. Friedrich Kudüs kralının kızı Haçlıları temelli olarak
lsabel la'yla evliliğinden dolayı Filistin'den çıkardı
Kudüs üzerinde hak kazandı
1 323 Kalavun'un bir başka oğlu
1 228/29 Altıncı Haçlı seferi; Mısır Sultan Nasır Muhammed ( 1 293-
hükümdarı el-Kamil ile il. 1 294, 1 299- 1 309, 1 3 1 0- 1 34 1 )
Friedrich arasındaki barış Suriye' de Moğolları püskürttü
antlaşmasıyla son buldu: Kudüs ve ilhanlı Hükümdarı Ebu
Haçlılara geri verildi Said'le barış antlaşmasına vardı
1 244 Harezm Türkleri Kudüs'teki 1 382 Sultan Berkuk'un ( 1 382- 1 389,
Haçlı yönetimine son verdi 1 390- 1 399) başa geçmesiyle,
1 248- 1 254 Yedinci Haçlı Seferi; Haçlıların Çerkes kökenli Kafkasya
Mısır'daki yenilgisiyle son buldu Memlukları iktidara geldi

TARİH 169
Mescid-i Aksa, Kudüs, 707-709 düs'ün Haçlılardan geri alınmasından sonra ye­
Mescid-i Aksa ünlü Tapınak Dağı'nın güney niden inşa edildi. Eyyubiler Kutsal Toprak­
kenarında yer alır. Bu uzunlamasına yapının lar'da İslam'ın tekrar hakim kılınışı ve bölgenin
yedi geçidi vardır ve mihrap sahnını örten kub­ Emevilerce ilk fethi arasında paralellikler kur­
besi İslam'ın ilk döneminden kalmadır. Ku- muşlardı.

tarak, kutsal kentler Mekke ve Medine üzerindeki denetimi ele geçirdi. Böyle­
ce Mernluklar bölgedeki Moğol istilasının yarattığı iktidar boşluğundan yarar­
lanarak, İslam'ın koruyucusu ve savunucusu konumuna yükseldiler.
Baybars'ın yerine geçen Kalavun (1279-1290) Eyyubilere hizmet etmiş ko­
mutanlardan biriydi. Mısır'a altın çağ yaşatacak bir hanedanın temellerini attı;
neredeyse 50 yıl başta kalan oğlu Nasır Muhammed'in dönemi özellikle par­
lak geçti. Bu sultan miri mülkleri Mısır'daki bütün feodal arazilerin neredeyse
yarısına varacak ölçüde genişletti. Böylece vergilerden sağladığı düzenli gelir,
geniş çaplı imara ve debdebeli yaşama olanak veren inanılmaz meblağlara
ulaştı. ilhanlı hükümdarı Ebu Said'le varılan barış antlaşmasının Moğollarla
uzun ve sürüncemeli çatışmaya son vermesinin ardından, Asya'yla ticar�t hız­
la gelişmeye başladı. Halep'ten yola çıkarak İran üzerinden Orta Asya'nın ün­
lü İpek Yolu'nu aşan kervanlar, Doğu Akdeniz'e dönerken ipek, yeşim, por­
selen, teknik uzmanlık ve sanatsal motifler getirdi. Büyük rağbet gören şifalı
MemlOklar
otlar, baharat, esanslar, inciler ve değerli taşlar gibi lüks malların ticareti kök­
Salaheddin'in kardeşinin torunlarından biri olan son Eyyubi hükümdarı es-Sa­ lü bir geçmişe dayanmaktaydı. Bunlar gemilerle Hint Okyanusu ve Kızıldeniz
lih Necmeddin, Güney Rusya'dan imparatorluğa çok sayıda Türk asker köle üzerinden Kahire'ye getirilmekteydi. Yemen'deki Resulilerle kurulan iyi ilişki­
getirtti. Onun ölümünden ve genç ardılının cinayete kurban gitmesinden son­ ler deniz ticaretini kazançlı bir uğraşa dönüştürdü. Eyyubilerin bir kolundan
ra, bu askerler 1 250'de Mısır'da, 1260'ta da Suriye' de denetimi ele geçirdi. Ger­ gelen bu hanedan, Aden limanını açarak, Hindistan ve Çin'le doğrudan temas­
çi Eyyubiler devlet işlerinde hanedan mensuplarına yer vermişlerdi, ama siya­ ları geliştirerek ticaret için mükemmel koşullar yaratmıştı. Nasır Muhammed
sal iktidar artık tamamen kölelerden oluşan ve Arap kökenli olmayan bir subay
kastının elindeydi. "Birinin malı" anlamında "Memluk" denen ve küçüklükten
itibaren Müslüman olarak yetiştirilen bu subaylar, bütün askeri işlevlerin bıra­
kıldığı ve devlete sadık bir elit tabaka konumuna geldi. Devlet kurumlarıyla
bütünleşmelerini sağlayan bağ, ordunun başkomutanı ve devlet idaresinin ba­
şındaki kişi olarak kendi saflarından seçilen sultanın kişiliğiydi. Bu geniş im­
paratorluğu 1250-1390 arasında Bahri Mernlukları olarak bilinen Kıpçak Türk­
leri, 1390-1517 arasında ise Burci Mernlukları olarak bilinen ve hükümranlıkları
Osmanlı padişahı I. Selim'in Suriye ve Mısır'ı fethetmesiyle sona eren Kafkas
kökenli Çerkesler yönetti.
Memluk sultanlığının gerçek kurucusu Baybars (1260-1277), Salaheddin'in
tersine kurnaz ve dengeleri kollayan bir komutandı. Moğollar ve Haçlılar kar­
şısında elde ettiği zaferlerden dolayı, Arap halk şiirlerinde yüceltilen bir kişiy­
di. Fransa Kralı IX. (Aziz) Louis'nin 1250'de Nil Deltası'ndaki Mansure Kale­
si'nde yenilgiye uğratılmasında belirleyici bir rol oynamıştı. Sultan olarak başa
geçer geçmez, Hıristiyanların ve Müslümanların barış içinde bir arada yaşama­
sını destekleme politikasını, yani dönemin Müslüman toplumunun Eyyubi hü­
kümdarları el-Adil ve el-Kamil'e pek iyi gözle bakmamasına yol açan çizgiyi
bırakmaya karar verdi. Suriye ve Filistin'deki aralıksız seferler 129l'de Haçlıla­
rın bölgeden çıkarılmasıyla ve Kudüs Krallığı'nın başkenti ,Akka'nın düşmesiy­

!'1 le son buldu. Bu sürece ittifaklar kurma yönünde akıllıca bir politika eşlik et­
ti. Bizans'la iyi ilişkiler · ve Moğol Altın Orda hanının İslam'ı benimsemesi

1 sayesinde, Baybars geniş bir bölgeden yeni Memluk askerleri toplama olana­
ğını buldu. İslam dünyasında büyük itibar kazandı; Moğolların Bağdat'taki kat­
liamından kurtulan bir Abbasi mensubunu Kahire'de halifelik makamına otur-

Mescid-i Aksa'nın minberi, Kudüs haline döndürülen namaz bölmesinde uygun


l 969'daki bir kundaklamada yanan bu minber, yere konmuştu. Zengin oymalara sahip min­
Zengi Hükümdarı Nureddin tarafından Ku­ berin yan duvarları panolarla ve kakma işlerle
düs'teki Mescid-i Aksa için Halepli dört ma­ bezeliydi. Bir kapının ardındaki basamaklardan
rangoz ustasına yaptı rılmış ve sonunda Sala­ sayvanlı kürsüye çıkılırdı.
heddin'in l 1 87'de kenti ele geçirmesiyle eski

170 S U R İ Y E , F İ L İ S T İ N VE M I S I R : EYYU B İ L E R , M E M LÜKLAR V E HAÇLI LAR


oğullarının ve torunlarının başta olduğu dönemde, emir olarak bilinen Mem­ David Roberts, Batılı gözüyle Kahire bane'nin sarayları, camileri ve türbeleri gö­
luk komutanlar büyük nüfuz ve güç kazandı. Saraydaki rakip hizipler arasın­ manzarası, taşbaskı resim rülüyor. Kent siluetine, Hisar'ın (sağda) ya­
David Roberts'ın bu Kahire manzarası, Şark kınındaki bir geç dönem Memluk türbesi n i n
da da sürekli üstünlük mücadelesi vardı. Sonunda, Kalavun'urı. torunlarından
seyahati sırasındaki taslak çizimlere dayanır. v e l 347'de inşa edilen E m i r Aksungur Cami­
birinin küçük yaştaki çocuğu olan II. Hacı'yı 1 382'de tahttan indiren Memluk Resmin ön planında Memluk mahallesi Teb- si'nin minareleri egemendir.
Başkomutanı Berkuk, Çerkes Burci Memluklarının yönetimini başlattı. Emirler
kendi çıkarlarını gözeten ve yıkıcı kavgaların parçaladığı bir yönetici kasta dö­
nüştü. Bumu'nu dolaşarak Avrupa'dan Hindistan'a doğrudan bir denizyolu bulmasıy­
Moğol Hükümdarı Timur, Berkuk'un ölümünden sonra yayılan iç karışık­ la ortadan kalktı.
lıklardan yararlandı. Tek bir seferle Halep, Hama, Humus ve Şam gibi canlı Kayıtbay'ın uzun sultanlık döneminde (1468-1496) zanaat dallarına veri­
kentleri yakıp yıktı ve en usta zanaatkarları kendi başkenti Semerkand'a gö­ len güdümlü destekle geçmişin şanını yeniden yaratma yönünde çabalar gös­
türdü. Tekrarlayan veba salgınları imparatorluğun gerileyişini luzlandırdı. Nü­ terildi. Rejim askeri harcamaları iki katına çıkararak ordunun gücünü de artır­
fusun büyük bir bölümü yok oldu; zanaat üretimi ve tarım çöküş noktasına maya çalıştı. Ne var ki, köle askerlerin toplanması ve sistemle bütünleştirilmesi
varacak ölçüde düştü. Devlet uğradığı gelir kaybını ticaret üzerindeki denetim­ gittikçe zorlaştı; çünkü bunların birçoğu kaba muamele ve şiddetin uygulan­
leri sıkılaştırarak kapatmaya çalıştı. Berkuk'un hizmetinde çalışmış ve ticaret dığı kışlalarda kalmaya yanaşmadı. Osmanlıların askeri başarılara ulaşmasını
kenti Trablus'un valisi olarak sivrilmiş bir emir olan Barsbay'ın sultanlığı (1422- sağlayan ateşli silahlarla ordunun donanımını modernleştirmek mümkün ol­
1438) sırasında, şeker ve baharat üzerinde devlet tekeli kurularak ve Hindis­ madı; çünkü süvariler mertliğe aykırı gördükleri bu silahları kullanmaktan ka­
tan'la ticaret yolu Cidde limanına kaydırılarak yeni gelir kaynaklan yaratıldı. çındı. Kayıtbay'ın Osmanlı Padişahı II. Bayezid'in bir kardeşine sığınma hakkı
Ne var ki, her aşamada yüklenen vergiler bir zamanlar ticaretten yüksek ka­ tanımasının ardından, Mısır rejimi bu yükselen güçle çatışmaya girdi. Bu da
zançlar elde eden ve sıklıkla sanatlara kol kanat geren büyük tüccarları olum­ Kayıtbay'dan soma Memlukların gerilemesine yol açtı. Kudüs ve Kahire'nin ele
suz etkiledi. Memluk imparatorluğunun Hindistan ve Akdeniz ekonomileri ara­ geçirilmesiyle, Memluk topraklan 1 517'de Osmanlı İmparatorluğu'na bağlan­
sındaki bağlantıyı sağlamaya bağlı önemi, Portekizlilerin 1498'de Ümit dı.

TARİH 171
Akdeniz : Doğu ve B atı Arasındaki Köprü
Almut von G/adiB

İslam dünyasının ve Avrupa ülkelerinin coğrafi ya­ temelen Arap tüccarlar aracılığıyla Sicilya'nın Nor­
kınlığı aralarında birçok ilişki doğurdu ve her iki ta­ man Kralı 1 1 . Ruggiero'nun ( 1 1 30- 1 1 54) eline geç­
rafın dinsel çekincelerine rağmen, Akdeniz boyun­ m iş ve onun hediye olarak verdiği Blois-Champag­
ca canlı bir ticaretin gelişmesini sağladı. Gerek ne Kontu Theobold tarafından Saint-Denis'e
M üslümanlar, gerekse Hı ristiyanlar din düşmanları bağışlanmıştı.
karşısındaki zaferlerinden sonra genelde savaş sıra­ Sicilya, Akdeniz ticaretinin odağıydı. Akdeniz
sında yağmalanmış sanat eserlerini yeniden işleye­ ticaret dünyasıyla 1 O. yüzyı lda Fatımi yönetimi altın­
rek kendi dinsel yapı larında kul lanmaya yöneldiler. da bütünleşen bu adadaki Arap topluluğu, Norman­
İ ber Yarımadası'ndaki Hı ristiyan kiliselerinden sö­ ları n fethinden sonra bile ekonominin birçok sek­
külen çanlar Fas'ta cami fanuslarına dönüştürülür­ töründe öncü bir rol oynamaya devam etti. Adan ın
ken, Akka'daki bir Haçl ı kilisesinin taçkapısı Kahi­ ana kenti Palermo 300'ü aşkın camisiyle geçmişte
re'de yeni inşa edilen bir medreseye uyduruldu. İslam'ın büyük merkezlerinden biriydi; Norman
Ne var ki, Akdeniz'den geçen mal akışıyla kar­ kralları giriştikleri imar projelerinde oradaki Arap
şılaştırıldığında, bu yadigarlar önemsiz sayılırdı. Ge­ mimarlarının eserlerinden geniş çapta yararlandı.
mi ulaşımındaki gelişmeler ticaret hacmindeki bü­ Dokuma sanayisine büyük ölçüde Araplar egemen­
yü meyi teşvi k etti. İtalyan deniz kentleri Doğu di. il. Ruggiero'nun kul landığı muhteşem bir tören
Akdeniz limanlarında ticaret merkezleri kurdular harmanisi, 1 l 3 3/34'te Palermo kraliyet atölyelerin­
ve bu limanlar ile Avrupa arasında düzenli deniz se­ de yapı ldığını belirten bir Arapça yazı taşır. Bu ya­
ferleri düzenlediler. İfrikkiye (bugün Tunus) ve Si­ zıdan ustaların Arap zanaatkarlar olduğu açıkça an­
cilya arasında yolculuklar rutin bir hale geldi. Ma­ laşılır. Yüzükoyun yatan bir deveyi alt etmiş aslan
yorka, İfrikkiye ve Mısır'ın Müslüman çömlek motifi muhtemelen H ıristiyan Reconquista'sının,
atölyelerinden gelen ilk seramik kaseler daha 1 1 . yani 1 3. yüzyılda Müslümanların zorla Sicilya'dan çı­
Neceftaşı sürahi, Saint-Denis katedrali (Paris) hazinesi, karılmasını sağlayan harekatının bir sembolüdür.
yüzyılda bu yoldan İtalya'ya ulaştı. Bunlar yen i inşa
Mısır, 1 O. yüzyıl, yükseklik 24 cm, Paris Louvre Müzesi
edilen Romanesk kiliselerin cephelerine yerleştiril­ Haçlı seferleri sırası nda Avrupa'dan az sayıda
di. Sadece Piza'da 1 1 . ve 1 3. yüzyıllar arasında inşa ürün Doğu Akdeniz ülkelerine götürüldü. Bunların
edilmiş kiliseleri süsleyen ve bacini olarak bilinen bu gemisinin taşıdığı yükler Doğu Akdeniz'deki faali­ birçoğu Haçlı ların ayin amacıyla yanlarında taşıdık­
seramiklerin yüzlerce örneğine rastlanır. Batı Ak­ yetler üzerine değerli bilgiler sağlamıştır. Deniz ya­ ları kaplardı. Kuzey Suriye'deki Rusafe kasabasının
deniz'deki ticarete ilişkin bilgilerin esas olarak bu tağında tonlarca cam kırıntısının dışında, Fatımi cam ana kilisesinde bulunmuş bir definede Doğu'ya öz­
seramik mallara dayanmasına karşın, Bodrum yakı­ atölyelerinden çıkma 80 adet sağlam cam işi bulun­ gü bir buhurdan, Üçüncü Haçlı Seferi sırası nda Su­
nındaki Serçe Limanı açıklarında batan bir ticaret muştur. Bizans İ mparatoru il. Basileios dönemine riye'ye giden Picardie Dükü 1. Raou l de Couzy'nin
(976- 1 025) ait bakır sikkelerin Fatımi Halifesi Ha­ armasının işlendiği bir gümüş tabak ve bir gümüş
kim dönemine (996- 1 02 1 ) ait çeyrek dinarlarla bir maşrapa yer alır. Daha sonraki bir tarihte eklenmiş
arada olması, bu malların Bizans'a gönderildiği izle­ yazılar, maşrapanı n Fı rat kıyısındaki bir kalenin kili­
nimi vermektedir. sesine hediye edildiğini, tabağın ise Haçlı kenti
Akden iz'in İslam ülkeleri Avrupa'da çömlek ve Edessa'nın (U rfa) bir yurttaşınca doğrudan Rusa­
camdan yapılma tüketim mallarının yanı sıra, fildişi fe'deki kiliseye bağışlandığı nı belirtir. Beytle­
ve neceftaşı gibi değerli malzemelerden yapılma na­ hem'deki kazılarda Doğu'da bilinmeyen renkli ema­
dir lüks ürünler için çok geniş bir pazara ulaşma il champleve (gömme mine) tekniğiyle bezenmiş ve
yol larını bulmuşlardı. Özellikle Fatımi halifelerinin Gü ney Fransa mahreçli şamdanlar bulunmuştur.
hazine dairelerinden çıkmış olan harika neceftaşı Bununla birlikte, neredeyse 200 yıla varan Kudüs
ürün leri masalımsı bir üne sahipti. Birçok parça İtal­ Krallığı döneminde ( 1 099- 1 29 1 ) Haçlıların kendi
ya'ya götürüldü ve daha sonra Avrupa kiliselerinin atölyelerini ku rdu kları ve yerel zanaatkarların yar­
eline geçti. Yerel kuyumcuların metal kundaklara dımıyla benzersiz bir sanatsal üslup geliştirdikleri
yerleştirerek dinsel amaçlı ku llanıma uygu n hale ge­ bilinmektedir.
tirdiği bu ürünler H ıristiyan kültü ründe ayin kapla­ Birçok ortaçağ kaynağı bu dönemde İslam dün­
rı ve kutsal emanet kutuları olarak kendilerine bir yası ve Avrupa hükümdarları arasındaki hediye alış­
yer edindi. Hatta Saint-Denis Katedrali (Paris) ha­ verişlerinden söz eder. Sürekli yaşanan gerginlikle­
Aziz Louis'nin vaftiz leğeni (baptistere), Muhammed
zinesindeki bir Fatımi neceftaşı sürah inin Akdeniz'i re rağmen, pahalı hediyelerin sunulması yabancı
İbnü'l-Zeyn, Suriye, 1 3 . yüzyıl sonları, altın ve gümüş
kakma süslü pirinç, çap 50 cm, Paris Louvre Müzesi hangi yolu izleyerek aştığını saptamak mümkündür. devletlerle ilişkileri geliştiren bir unsurdu. Bunlar
Kahire'deki halife sarayından alınan bu parça muh- hediyeyi veren kişinin sını rsız zenginliğini simgeler

172 AKD E N İ Z : D O G U VE B AT I ARAS I N D A K İ K Ö P R Ü


ve elçilerin dostça karşılanmasını sağlardı. Ortaçağ muştur. Alışılmış Arapça yazılarla bezenmediği için,
metinlerinden "Köln Kraliyet Vakayinameleri" cü­ bir Haçlı hükümdarı için yapıldığına hiç kuşku yok­
zamlı Kral iV. Baldwin'in ( 1 1 74- 1 1 85) Kutsal Top­ tur. Altın ve gümüşten zengin kakma süsler taşır ve
raklar'daki durumun vahametine dikkat çekmek tekrarlanan bir fleur-de-lys (zambak) motifiyle be­
amacıyla, Kudüs'ten bir heyeti çok sayıda hediyey­ zenmiştir. Hanedan armacılığı kavramı gibi, bu mo­
le birlikte İmparator Friedrich Barbarossa'ya gön­ tif de Doğu'ya ilk Haçlı ların tanıttığı bir unsurdur.
derdiğini belirtir. Daha sonra Üçüncü Haçlı Seferi Leğende kraliyet kabu l törenleri, av gezintileri, çar­
sırasında Anadolu' da Göksu lrmağı'nı geçerken bo­ pışmalar ve kraliyet ailesi kafi leleri de tasvir edil­
ğulan Barbarossa, Salaheddin'in gönderdiği birçok miştir. Bu temalar Doğu ve Batı'da aynı ölçüde
hazineyi de kabul etmişti. Yine Salaheddin l l 92'de önem taşıyan şövalyelik kültürünü yansıtır.
Kudüs Krallığı tahtına oturan Champagne Dükü 1 4. yüzyılda İslam devletleri arasındaki iç tica­
Henri'ye Doğu adetlerini tanıması için bir tören retin çökmesi ve i hracata dönük kaliteli ürün ima­
harmanisi ve buna uygun bir sarık gönderdi. Barba­ latı nın artmasıyla birlikte, Akdeniz ticareti yeni bir
rossa'nın torunu i l . Friedrich, birkaç soylu atı hedi­ itici güç kazandı. Önceki dönemde mine ya da yal­
ye ederek Kahire'deki Eyyubi sarayının sempatisini dız bezemeli Suriye cam işleri epeyce miktarda Av­
kazandı. Bu atlardan biri kendi ahırına aitti ve de­ rupa'ya götürülmüştü. Geri dönen Haçl ı lar çoğu
ğerli taşlar yerleştirilmiş bi r altın eyeri vardı. Sultan kez bu ürünleri şahsi yükleri arasında taşır ve ge­
el-Kamil imparatorluğunun her kesiminden gelme nellikle kiliselere verirdi. Böylece Suriye cam işleri
hediyelerle buna karşılık verdi. En azından Arapla­ Murano'da (Venedik) büyük başarıyla taklit edilme­
rın gözünde iki kat daha değerli olan bu hediyeler ye başladı; ama Şam mahreçli parlak metal işleri
Genç Hans Holbein, Tüccar Georg Gisze, 1 5 32, Beri in,
arasında altınla ve değerli taşlarla bezenmiş bir Akdeniz üzerinden Avrupa'ya doğrudan girmeye Resim Galerisi
eyer, bir Hint lavtası ve yapraklar kıpırdadığında devam etti. Doğu pazarlarından i h raç ürünleri dı­
dallarındaki kuşların öttüğü bir gümüş ağaç yer al­ şında, İslam üst sınıflarının kullandığı lüks ev eşya­
maktaydı. Akka'da l 250'den l 254'e kadar naip ola­ ları da satın al ınırdı. Etrafa buhur saçan pirinç küre­ envanterlerinde, normalde tı bbi kavanozları belir­
rak bulunan Fransa Kralı IX. Louis de Levanten ak­ ler İtalya'da lüksün timsali sayılırdı. ten bir terimle a/barel/i olarak tarif edilen böylesi
ranlarından sayısız değerli hediyeler aldı. Bunlardan Şam'dan esanslar ve baharat, gösterişli biçimde ürünler, yerel İtalyan çömlekçilerini taklitler yap­
bazıları neceftaşından küçük hayvan heykelleri, keh­ boyanmış seramik kavanozlar içinde ihraç edilirdi. maya yöneltti. İslam yönetimindeki Malaga mahreç­
ribar elmalar ve altın sırmalarla bağlanmış amberle­ Trapani'deki ve Sicilya'nın başka kesimlerindeki ka­ li "altı n" sırlı eşyalar esas olarak ihracat için üreti­
rin esans kokuları saçtığı neceftaşı figü rlerden zılarda ortaya çıkan bu çekici kaplar sırf malın tes­ lirdi. Doğu Akdeniz ülkelerindeki başka hiçbir ürün
yapılma bir satranç takımıydı. lim yerine ulaşmasını sağlayan birer araç sayılmaz­ seri üretime dayalı bu ucuz çömleklerle rekabet
En harika kakma işi İslam eserlerinden biri Aziz dı; birer sanat eseri olarak da değer verilerek edebilecek durumda değildi. Felemenk, İ ngiltere ve
Louis'nin vaftiz leğenidir (baptistere). Bu pirinç le­ özenle saklanırdı. Kavanozların birçoğu soğanımsı İtalya gibi birçok Avrupa pazarı nda sırlı eşyaların
ğen daha sonra 1 4. yüzyılda Vincennes Şatosu'nda biçimdeydi, ama silindir biçimliler de kul lanılırdı. 1 4. önemli bir yeri vardı.
kurulan Sainte Chapelle'in hazine envanterine kon- ve 1 5. yüzyıl ların İtalyan ticari sözleşmelerinde ve İtalyan tüccarlar ih raç edilen Doğu halı larının
değerini de erken bir dönemde kavradı. Dönemin
enfes yün halılarından bazıları kiliselerde ve saray­
Norman Kralı i l . Ruggiero'nun harmanisi, daha sonraları Kutsal Roma-Germen imparatorlarının taç giyme töreni
giysisi olarak kullan ılm ıştır, Palermo, 1 1 3 3/34, genişlik 3,5 m, Viyana, Sanat Tarihi Müzesi larda yüzyıllar boyunca kalarak günümüze kadar
ulaşmıştır. Bu hal ıların 1 5. ve 1 6. yüzyılların usta
ressamlarına ait birçok tabloda muteber eşya ve
kozmopolitliğin sembolü olarak yer alması geçmiş­
te halı ticaretinin ulaştığı boyutu yansıtır.

AKD E N İ Z : D O G U VE B ATI ARASI N D A Kİ K Ö P R Ü 173


biri olan Hisar'daki küçük camide, İbrahim'in oturduğuna inanılan kaya

Mimari yıllar boyunca korunmuştur.


Tarihsel ve arkeolojik kayıtlar da bu yerde uzun bir yerleşim gelene­
ğine işaret eder ve Halep'in avantajlı coğrafi konumundan yararlandığına
hiç kuşku yoktur. Kent Kuveyk adlı küçük bir ırmağın kıyısında ve Kuzey

Halep Suriye ovalarının batı kenarındaki verimli bir vadide yer alır. Fırat ve Ak­

julia Gonnella deniz'e hemen hemen eşit mesafededir. Irmak temel su ihtiyacını karşıla­
mayı güvence altına alırken, ırmağın doğusuna düşen ve kolay savunula­
"Bu şehir ezeli denecek kadar eski, ama hala yepyeni ve hep hayat dolu bilir kayalık tümsek düşmanca saldırılara karşı koruma sağlamıştır. Kuzey
kalmış. Uzun günler ve geceler geçirmiş; başındaki hükümdarlardan ve Suriye ovalarına yakınlık ve verimli hinterland, bir kent için elverişli ko­
içindeki avamdan daha uzun yaşamış. İşte evleri ve meskenleri duruyor; şullardı; böylece şehirliler, çiftçiler ve göçebeler arasındaki etkileşirrılc
peki bunların eski sakinleri ve ziyaretçileri nerede? İşte sarayları ve divan­ binlerce yıl varlığını sürdürebildi. Halep'in en varlıklı dönemleri civar böl·
ları duruyor; peki Hamdani emirleri ve onların şairleri nerede? Hepsi bu genin ötesine uzanarak Akdeniz'e ya da Mezopotamya'ya bağlanan tica·
dünyadan göçüp gitti, ama şehir hala ayakta. Harikalar şehri! Sapasağlam ret yollarının gelişimiyle çakışır. Siyasal koşullar uygun olduğu ve uzur
duruyor. Sultanları devriliyor, yok olup gidiyor, ama onun yıkım emri da­ mesafeli ticaret ağlarıyla bütünleşmeye elverdiği sürece, kentin hep önem
ha çıkmamış . . . " li bir ticaret merkezi konumunu taşıdığını görmekteyiz.
Halep tarihine çoğu girişte olduğu gibi, 1 184'te kenti gören Endülüs­
lü gezgin İbn Cübeyr'in tasviri de görkemli çağına bir göndermeyle baş­
lar. Onun rivayetlerden aktardığına göre, İbrahim Peygamber Ur'dan Kut­ Halep'teki Cıtmi-i Kebir emriyle 1 094'te inşa edilen zarif ve kare ta­
sal Topraklar'a giderken Halep'ten geçer, şimdi üstünde Hisar'ın 8. yüzyıl başları, avlu banlı mi naresi, Kuzey Suriye'nin mimari
Cami-i Kebir hala kentteki en önemli d i nsel mücevherlerinden biridir. Yapının altı katı
yükseldiği tümsekte ineklerini sağar ve bu sütü sadaka olarak dağıtır. Ef­
yapıdır. Müslümanların fethinden kısa bir KGff ve Neshi yazıtlarla ve kesintisiz silme­
sane Halep adını bu din büyüğünün ziyaretine dayandırır. Halk arasında süre sonra 8. yüzyıl başlarında, mu hteme­ ler, duvar ayakları, özenle yapılmış tirfil bi­
bu adın Arapça'da "sütçü" anlamına gelen halib'den türetildiğine inanılır. len Süleyman bin Abdülmelik tarafından ya­ çimli ve çok-yuvalı kemerler gibi "klasikleş­
pılm ıştır. Selçuklu Hükümdarı Tutuş döne­ tirici" mi mari detaylarla birbirinden ayrılır.
Kentteki birçok kutsal yer İbrahim'in ziyaretiyle ilişkilendirilir; bunlardan
minde, Kadı Ebu'l-Hasan bin el-Haşşab'ın
f-lalep'teki Cami-i Kebir'in mimberi bölmesinin özgün sıra sütunları ve avlu çev­
'1oğolların Halep'i yağmalamasından sonra, resindeki revaklar l 285'e doğru, Haçlı mi­
'1em1Gk Sultanı Kalavun, Yali Karasungur'a marisine özgü unsurların b i r takl idi olarak,
centteki Cami-i Kebir'i i l k temelleri üstünde sütunlar üstüne oturtulmuş çapraz tonozlar­
ıeniden inşa ettirme emrini verdi. Bu kap­ la değiştirildi. Aynı vali camiye M u hammed
;amlı projeye M u hammed bin Osman el­ bin Ali el-Musuli adl ı ustan ın yaptığı değerli
-laddad'ın nezareti altında girişildi. Namaz bir minber de bağışladı.

İslam öncesi dönem

�ntik Halep'e dair bilgilerimiz esas olarak kentin geçmişinin İÖ 2000'e


kadar indiğini kanıtlayan çiviyazısı metinlere dayanır. Bu erken dönem­
:ie bile kent şimdiki adını (Arapça Halab) taşımaktaydı. Halep İÖ 18. yüz­
yılda Yamhad krallığının, en parlak döneminde sınırları Kuzey Mezopo­
:amya'dan Akdeniz'e kadar uzanan bir devletin başkenti olarak siyasal ve
=konomik bakımdan gelişti. Bu görkemli dönem Hitit istilasıyla son bul­
:iu. İzleyen dönemde kent sadece yerel öneme sahip bir merkez olarak
kaldı. Bununla birlikte, İÖ lOOO'lere kadar bölge genelinde önemli bir rol
oynadığı sanılan Hitit gök tanrısı Teşub'a adanmış bir tapınağın bulundu­
ğu yer olarak seçkin bir konumu vardı. Bu olağanüstü büyük dinsel ya­
pının kalıntıları için Hisar tümseğinde yürütülen kazı çalışmaları halen
sürmektedir. Bizzat Halep içindeki bu ilk önemli arkeolojik araştırmada
=ide edilen buluntular, tümseğin antik yerleşmenin akropolü olarak kul­
lanıldığına işaret etmektedir.
Halep İÖ 301-281 arasında Selevkos Nikator tarafından Beroia adıy­
la yeniden kuruldu. Çarşıdaki sokakların şimdiki örüntüsünde, düzenli ev
bloklarıyla antik kentten kalma ızgara sistemin izlerini hala görmek müm­
kündür. Halep daha sonra Roma ve ardından Bizans yönetimine girdi; bu
dönemde yeniden Halab olarak anılmaya başladı. İS 540'ta Sasani Hü­
kümdarı I. Hüsrev'in saldırısına uğradı ve Hisar da dahil bütün yapıları
yerle bir edildi. Bizans İmparatoru İustinianos ( 5 1 8-565) Sasaniler ve Bi­
zanslılar arasındaki barış döneminde kent surlarını yeniden inşa ettirdi.
Ayrıca bir katedral yaptırdı. Günümüzde bunun kalıntıları Halaviye Med­
resesi'nde hala görülebilir.

İslam yönetimindeki Halep


Halep'in 636'da Emevi Komutanı Halid bin Velid'e bağlı Müslüman bir­
liklerce ele geçirilmesi kent açısından kapsamlı sonuçlar doğurdu. İlk ca­
mi Halep'in batı kesiminde, kent kapılarından Bab Antakiye dışında or­ Halep'teki Cami-i
Kebir'in zemin planı
dugah kurmuş Arap birliklerinin kolayca ulaşabileceği bir yerde inşa
Halep'teki Cami-i Kebir ara­
edildi. Hala Halep'in ana ibadet yeri olarak hizmet veren Cami-i Kebir dan geçen yüzyıllarda birçok
yaklaşık 80 yıl sonra, muhtemelen Emevi Halifesi Süleyman (7 1 5-71 7) ta­ kez yeniden inşa ve tadi­
lattan geçmiştir ve sadece
rafından yaptırıldı. Ortaçağ tarihçilerinin verdiği bilgiler doğruysa, yer
temellerinin düzeni hala
olarak da Bizans katedralinin eski bahçesi seçildi. Anlaşıldığı kadarıyla, lslam'ın ilk döneminden kal­
Süleyman'ın niyeti kardeşi Velid'in yeni başkenti Şam'da inşa ettirdiği madır. Güney kenarında üç
geçitli bir namaz bölmesi yer
Emevi camisiyle boy ölçüşebilecek bir yapı yaratmaktı. Tarihçi İbnü'l­
alan ve revaklarla çevrili olan
.Adim'e göre, bu cami mermer ve mozaiklerle bezenmişti. Bunlar muh­ dikdörtgen avlusu, Şam'daki
temelen Bizans İmparatoru Nikephoros Phokas'ın 962'de kenti yağma­ Emevi camisinin düzenine
laması sırasında tahrip edilmiş olmalıdır. Günümüzde üç geçitli bir dayanır. Zengi Hükümdarı
Nureddin 1 l 74'te bir yan­
namaz bölmesine ve revaklarla çevrili bir avluya sahip bir dikdörtgen
gından sonra camiyi restore
planlı cami olması dışında, Cami-i Kebir'in Şam'daki önceliyle karşılaş­ ettirerek güneydoğuya doğ­
tırmaya elverecek hiçbir özelliği yoktur. Kıbleyi vurgulayacak şekilde 10 20 ru genişletmiştir.

mihraba doğru uzanan salım, geçitlerden daha geniştir ve mihrabın


önündeki alanı örten kubbe daha da öne çıkmasını sağlar.

MİMARİ 175
Halep 750'de Abbasi halifelerinin yönetimine girdi. Abbasilerin yeni Halep Hisarı derin bir hendek kazdırarak içini suyla dol­
başkent olarak Bağdat'ı kurması, bölgenin siyasal merkezini doğuya kay­ Halep'teki en heybetli yapı olan ortaçağdan durttu; iki yanında masif dikdörtgen kuleler
kalma Hisar, kentin yukarısında yükselir. Bu yükselen ve ancak çok-kemerli bir köprüyle
dırma yönünde bilinçli bir adımdı. Böylece orta boy bir taşra kenti ko­
doğal ve düz tepeli tümsek, İslam öncesi dö­ ulaşılabilen muazzam bir yeni ana kapı yaptır­
numuna düşen Halep, Mezopotamya ve Mısır arasındaki sınır boyunda nemde bir yerleşme ve ibadet merkezi olarak dı. Hisar daha sonra Memlük döneminde kap­
kaldı. Nitekim, bir süre Tolunilerin (877) İhşidilerin (936-37) egemenli­ kullanılmıştı. Eyyubi hükümdarı Melik ez-Za­ samlı bir tadilattan geçti. En önemli ekleme,
ğindeki Mısır'dan yönetildi. hir Gazi ( 1 1 86- 1 2 1 6) savunmasını güçlendire­ Memlük Valisi Çaka bin İvaz'ın 1 406/07' de Ey­
rek, Suriye'deki en tahkimli askeri üslerden yubi kapısı yukarısında yaptırdığı şatafatlı tö­
Halep 944'te kenti ele geçirerek sultanlığının merkezi haline getiren
birine dönüşmesini sağladı. Tümseğin etrafına ren salonuydu.
Hamdani Emiri Seyfü'd-Devle sayesinde bir kültürel canlanma yaşadı.
Seyfü'd-Devle tarihe büyük bir edebiyat hamisi olarak geçmiş bir hü­
kümdardır. İbn Cübeyr'in yukarıda alıntıda hayıflanarak andığı muhte­ bin Tacü'd-Devle Tutuş'u boyun eğmek zorunda bıraktı. Halep'in Haç­
şem sarayı bütün İslam dünyasındaki manzum eserlerde övgülere konu lılara teslim olmamasını muhtemelen kentin görevine bağlı kadısı Ebu'l­
olmuştur. Burası dönemin el-Mütenebbi ve Ebu Firaz el-Hamdani gibi Hasan bin el-Haşşab sağladı. Kentin idaresini eline alan bu kadı, Atabek
büyük şairlerinin buluştuğu bir yerdi. Hamdanilerin yönetiminde yaşa­ Aksungur el-Porsuki'den yeni hükümdar olmasını rica etti ve bu girişim
nan kültürel serpilme 962'de Bizanslıların kenti ele geçirip yıkmasıyla kent halkından tam destek gördü . Porsuki'nin soyundan gelen ünlü
birdenbire son buldu. Girişilen yağma öylesine sistematikti ki Hamdani emirler İmadeddin ve Nureddin Zengi, zamanla kenti Haçlılara karşı mü­
mimarisinden, hatta Seyfü'd-Devle'nin ırmak kıyısındaki ünlü sarayından cadeledeki en önemli askeri üslerden biri haline getirdi. Haçlıların şid­
geriye hiçbir şey kalmadı. Halep izleyen yıllarda da Bizanslıların sürek­ detli bir saldırısından sonra, bin el-Haşşab, Cami-i Kebir'in yanındaki ka­
li saldırılarının ve Bedevi kabilelerin düzenli akınlarının yol açtığı kar­ tedral de dahil kentteki dört Hıristiyan kilisesinin camiye çevrilmesini
gaşadan zarar gördü . Bir süre Mısır'daki Fatımilerin denetiminde kaldık­ emretti .
tan sonra, iki göçebe Arap hanedanı olan Mirdasilerin ve Ukeylilerin Gerek İmadeddin ( 1 1 27-1 146) , gerekse oğlu Nureddin (1 146-1 173)
yönetimine girdi. Mirdasilerin Hisar tümseğindeki iki kiliseyi camiye dö­ korku salan komutanlar ve kararlı siyasetçiler olarak cihat fikrine coş­
nüştürdüğü söylenir. kuyla sarıldılar ve İslam dünyasındaki bütün Müslümanları birleştirmeye
Sonraki iki yüzyıl boyunca Halep'in yazgısını tamamen Haçlılarla ça­ çalıştılar. Uzun bir aradan sonra, Nureddin ilk kez Şam ve Halep'in tek
tışma belirledi. Kudüs'e giden kara güzergahında önemli bir mola yeri bir hükümdar altında bir araya gelmesini sağladı. Tıpkı Şam gibi, Halep
olmasından dolayı, Frankların Antakya'yı almasından (1 100 ve 1 103) kı­ de onun döneminde yeniden tahkim edildi. Kent surlarını, Hisar'ı ve
sa bir süre sonra saldırılara uğradı. Bu saldırılar Selçuklu Emiri Rıdvan

176 S URİYE, FİLİSTİN VE M I S I R : E YYUB İ L E R , M EMLÜKLA R , HAÇLI LAR


sukemerlerini onarımdan geçirdi. Ayrıca çarşıları yeniden inşa ettirdi ve
bir yangında ağır hasara uğramış olan Cami-i Kebir'i yeniledi.
Nureddin bütün Müslüman dünyasının Sünni İslam sancağı altında bir­
leşmesi gerektiği inancındaydı ve bunun hararetli bir savunucusu olarak
öne çıktı. Selçuklu örneğini izleyerek, Suriye'nin kentsel nüfusu üzerinde­
ki Şii etkisini kırmaya yönelik çok sayıda yeni medrese yaptırdı. Halep'te
Mukaddemiye Medresesi, Şuabiye Medresesi ve Halaviye Medresesi'nin ka­
lıntıları hala görülebilir. Halaviye Medresesi sonradan camiye çevrilmiş es­
ki bir katedraldir. Bu durum Nureddin'irı medreseler için yer seçiminde
gösterdiği özenin bir örneğidir: Böyle bir yerde medrese kurmanın aslında
İslam'ın Hıristiyanlık karşısındaki zaferini göstermeye yönelik olduğuna hiç
kuşku yoktur. Şuabiye Medresesi için Halep'in Bab Antakiye yakınındaki
ilk camisinin bulunduğu yerin seçilmesi de son derece sembolikti; çünkü
bu cami kentin Müslümanlarca ele geçirilmesiyle en fazla özdeşleştirilmiş
yapıydı.
Nureddin ayrıca çeşitli hangahların kurulması için emir verdi. Bir tür
misafirhane olan bu yerlerde dervişler de kalır, ders verir ve zikir tören­
leri yapardı. Tasavvuf akımı Zengi yönetimiyle birlikte Suriye'de etkili
bir konum kazanmıştı. Nureddin çeşitli ziyaretgahların oluşturulmasına
bizzat destek verdi . Örneğin, İbrahim'in ineklerini sağdığı yerde yeni bir
cami yaptırdı. Bu cami güzel bir ahşap mihrapla donatılmıştı. Ne yazık
ki, mihrap aradan geçen yüzyıllarda kayıplara karışmıştır.

mı Sultan Kalavun döneminde başladı v e Sul­


Eyyubi Altın Çağı Halep Hisarı'nın siperleri
Halep Hisarı'nın savunma mevzilerini oluştu­ tan Eşref Halil döneminde tamamlandı. Ti­
ran kulelerden ve perde duvarlarından günü­ mur'un yol açtığı yıkımdan sonra, Hisar'ı ye­
Halep'i 1 183'te ele geçiren efsanevi Eyyubi Hükümdarı Salaheddin önce
müze özgün Eyyubi taş ustalığına özgü çok az niden kurmak için Vali Çaka bin İvaz büyük
kardeşi el-Adil'i ve ardından onun oğlu Melik ez-Zahir Gazi'yi naip ola­ şey kalmıştır. Bunun asıl sebebi Moğolların çaba gösterdi. Bir başka geniş çaplı tadilatı
rak atadı. Gazi'nin soyundan gelenler kenti 1 260'a kadar yönetti ve kalı­ l 260'ta ve Timur'a bağlı birliklerin 1 400'de son Memluk Sultanı Kansu Gavri yürüttü;
cı bir etki bıraktı. Gazi'nin başlattığı Halep'i yeniden tahkim etmeye yö­ kenti yağmalamasından sonra, kalenin geniş ama Osmanlı birliklerini püskürtmek amacıy­
kesimlerinin mecburen yeniden inşa edilmiş la Hisar'ı hazırlamaya yönelik bu girişim işe
nelik projenin büyük bir bölümü ardıllarınca tamamlandı. Bu çalışmanın
olmasıdır. Kapsamlı bir yeniden inşa progra- yaramadı.
odak noktası Hisar'ın savunma mevzileriydi. Gazi burayı güçlendirerek
ortaçağ İslam dünyasının en güçlü kalelerinden biri haline getirdi. Siper­
ler takviye edildi, tümsek kenarları tesviye edildi ve taşlarla kaplandı. Hi­
sar'ın çevresindeki hendek derinleştirildi, suyla dolduruldu ve üzerine
çok-kemerli bir köprü kuruldu . Günümüzde bile Hisar'ın giriş kapısına
varmak için, ziyaretçilerin bu köprüyü geçmesi gerekir. Giriş kapısı beş
"dönemeçli" bir geçidi aştıktan sonra kalenin içine ulaşmayı sağlayan ve
üç ağır demir kapıyla korunan masif bir savunma kulesi biçimindedir.
Gazi'nin yürüttüğü çalışmalar Arapça kaynaklarda eksiksiz kaydedil­
miştir. Bu sayede Hisar'ın içinde büyük bir gölet, bir cephanelik, bir ta­
hıl ambarı ve muhtemelen kente gizli bir kaçış yolu işlevi görmesi tasar­
lanan bir derin kuyu (sitare) yaptırdığını biliyoruz. Ancak, Hisar bir aske­
ri kışladan ibaret değildi; çeşitli saray, hamam ve bahçeleriyle aynı za­
manda hükümdarın ikametgahıydı. Bu sarayların biri, kazı çalışmaların­
dan anlaşıldığına göre, çok avlulu bir yapı topluluğuydu. Dört eyvanla
(bir tarafı açık tonozlu salon) çevrili olan ve ortasında sekizgen bir çeş­
me bulunan bir ana avlusu vardı. Avlunun zemini mermer levhalarla dö­
şenmişti ve kuzeydeki eyvanın nişinde suyun küçük bir savak üzerinden
aktığı bir süs havuzu (şadırvan) yapılmıştı. Bu saray muhtemelen kaynak­
larda çokça övülen ve Gazi'nin düğün gecesinde yanan Darü'l-İzz'di (Şan
Sarayı). Gazi ayrıca Hisar'daki küçük İbrahim Camisi'ni yeniledi ve tepe­
Halep Hisarı'nın birinci ana kapısının natlı iki tane ejderha görülür. Bu, Anadolu
nin daha yukarısında kare tabanlı minaresi bütün kentten görülebilecek
yukarısındaki silme Selçuklu ve Artuklu sanatında geleneksel
ikinci bir cami inşa ettirdi. Hisarın üç devasa Eyyubi ana kapısı, belaları olarak ku llanılmış bir motiftir; bu beyliklerin
Gazi'nin yaptığı şey birçok bakımdan Nureddin'in başlattığı işleri sür­ savuşturma gücü yakıştırılan figü rlü rölyef­ yaptırdığı birçok hisar, kent suru ve kervan­
lerle bezenmiştir. Birinci ana kapının yukarı­ saray da benzer figürlü görüntüler taşır.
dürmekti. Öncelinin yolundan giderek, Hisar'ın güneyine kale içinden
sındaki silmede ağızları açık, yılan biçimli
gizli bir dehlizle ulaşılabilecek yeni bir adliye sarayı yaptırdı. Sadece bu- gövdeleri birbirine dolanmış, çift-başlı ve ka-

M İ MARİ 177
/

nılan bu yapı, bir sekizgen çeşmesi olan ve üç kenarı revaklarla çevrili


bir avluya bakar. Kuzey kenarındaki geniş eyvanın ardında medrese ta­
lebelerinin kaldığı bölmeler yer alır. Güney kenarındaki üç kubbeli cami­
nin doğusunda ve batısında ise türbeler vardır. Deyfa Hatun ayrıca mu­
tasavvıflar için bir dergah yaptırmıştı. Muhtemelen Ferafra Hangahı olan
bu yapı da sekizgen çeşmeli bir avluya bakar ve bir camiyi, bir eyvanı ve
iki kat halinde düzenlenmiş derviş hücrelerini barındırır.
Halep'teki Eyyubi mimarisinin günümüze ulaşan durumu nispeten
iyidir ve zarif yontma taşlardan düzenli bloklar halinde inşa edilmiş bazı
harika yapıları kapsar. Büyük ölçüde süssüz olmaları nedeniyle, bu yapı­
ların inşa tarihi taşların niteliğinden anlaşılır. Genellikle tek bezeme un­
suru, girişi belirleyen zengin süslü mukarnas taçkapısıdır. İşlevleri ne
olursa olsun, böyle yapıların odağını her zaman süslü bir çeşmenin bu­
lunduğu avlu oluşturur . Avluyu bazen bir ya da daha fazla eyvan, bazen
.
de arkadaki odalara açılan revaklar çevreler. İbadet külliyelerinde, mih­
rap salını kubbeyle örtülü cami, avlunun güney kenarında yer alır. Dört
eyvanlı düzenin saraylarda tercih edildiği açıkça görülmekle birlikte, Ha­
lep'teki medreseler için kesin belirlenmiş bir düzen yoktu.
Eyyubi mimari süslemesinin en ayırt edici unsurlarından biri petek
bezeme olarak da bilinen taş mukarnastır. Halep'in çoğu kabuk biçimli
tonozla örtülü taçkapılarına egemen olan bu unsur köşe kemerlerinde de
kullanılırdı. Şerefiye Medresesi'ndeki bir mukarnas kubbe günümüze
ulaşmıştır. Bir başka tipik özellik aynı yapıda farklı taş türlerinin kullanıl­
masıdır. Taş dizilerini kontrast renklerle, yani eblak tekniğiyle döşeyerek
çekici görünümlü yatay şeritler yaratılırdı. Daha sonraları Memluk ve Os­
manlı dönemlerinde anıtsal bir ölçekte uygulanan süs motifleri de ilk kez
Eyyubi döneminde ortaya çıktı ve taçkapılar ile diğer unsurları bezemek
için kullanıldı. En mükemmel örnekler Halep'teki camilerin mihraplarını
süsleyen ince kıvrımlı ve iç içe örülü düğüm desenleridir.
Halep'in kültürel hayatı Zengi ve Eyyubi yönetimleri altında serpildi.
Öte yandan, Haçlılarla çatışma kent açısından çok olumlu sonuçlar da
doğurdu . Levanten kıyılarındaki Haçlı devletleriyle kurulan canlı ticari
ilişkiler karlı bir gelir kaynağıydı. İlk ticari antlaşmalar 1 207/08'de Vene­
diklilerle yapıldı. Kuzey Afrika ve İspanya'yla da mal alışverişi vardı.
Önemli bir zanaat merkezi olan Halep dokumalarıyla, şahane mineli
camlarıyla, enfes seramikleriyle ve tabii ki metal işleriyle ünlüydü. Kent­
te Zengi döneminden beri kaliteli ahşap işleri de üretilmekteydi. Bu za­
Halep Hisarı'ndaki yukarı ve aşağı mabet sayılır. Yukarı caminin kare tabanlı za­
camiler rif minaresi, Gazi tarafı ndan ve Cami-i Ke­ naatın en parlak örneklerinden biri Nureddin'in Kudüs'teki Mescid-i Ak­
Zengi ve Eyyubi dönemlerinde hisar sadece bir'deki minareyi örnek alınarak yaptırılmış­ sa için yaptırdığı (ve yakın dönemdeki bir yangında yok olan) minberdi.
yoğun tahkimli bir askeri üs değildi; Halep'in tı. Eskiden mu htemelen bir gözetleme yeri
Bu işi Halepli marangoz İbn Maali ailesinin mensupları üstlenmişti. Hi­
hükümdarlarınca ikametgah olarak da kulla­ olarak da kullanılırdı. Açık havalarda hisar­
nıldığı için, çeşitli sarayları, bahçeleri ve ha­ dan görülen manzara 1 30 km kuzeye düşen sar'daki İbrahim Camisi'nin kayıplara karışmış bir başka hazine olan mih­
mamları vardı. M i rdasilerin 1 1 . yüzyılda hi­ Toros Dağları'na ve doğu yönünde de Fı rat rabı da aynı ailenin elinden çıkmadır. Halaviye Medresesi'nin 1 245'te ya­
sarda kurduğu iki cami aslında kiliseden l rmağı çevresindeki tepelere kadar uzanır.
pılan ve hala yerinde duran mihrabı Eyyubi döneminin sonlarında yara­
bozma yapılardır. lbrahim Peygamber'le iliş­
tılmış şaheserlerden biridir.
kilendirilen aşağı cami, kentteki en önemli
Halep'in son Eyyubi Hükümdarı II. Nasır Yusuf (1 250-1260), Şam ve
nunla da kalmayarak, Şiilere karşı mücadelede önemli bir araç olarak Halep'i tek bir rejim altında birleştirdi. Ne var ki, Moğol orduları 1260'ta
gördüğü Sünni medreselerin kurulması için büyük çaplı harcamalar yap­ Suriye'ye saldırınca, her iki kent de ele geçirilip yağmalandı. Moğollarca
tı. Aynen Nureddin gibi, Halep'teki çeşitli ziyaretgahlara da destek verdi. tutsak alınan II. Nasır Yusuf, götürüldüğü Tebriz'de daha sonra öldürül­
Mimari çalışmaları geniş çapta teşvik . edenler sultandan ibaret değil- dü.
di. Diğer hamiler arasında Gazi'nin en yakın danışmanı Tuğrul Bey gibi
devlet yetkilileri de vardı. Sultanın ve Halep'teki soylu ailelerin yapımına
öncülük ettiği Sultaniye Medresesi'ni tamamlayan kişi Tuğrul Bey'di. Bir Memluk dönemi
başka örnek, kentte üç medrese açan el-Acemi ailesiydi. Bu aileye ait sa­ Memluk yönetimine girmesiyle birlikte, Halep artık Kahire'den yönetilen
rayın sekizgen çeşmeli ve dört eyvanla çevrili bir avluyu da kapsayan ba­
bir imparatorluğun kuzey eşiğinde kalan bir kente dönüştü . İlk başlarda
zı kesimleri günümüze ulaşmıştır. Gazi'nin eşi Deyfa Hatun da önemli bir kentin yeniden imarı ihmal edildi. Sultan Baybars ( 1 260-1 277) kentin ba­
hamiydi. Halep'in en ünlü medresesi olan Firdevs Medresesi onun saye­
tı kesimindeki iki ziyaretgahın restorasyonu için kaynak sağlamakla ye-
sinde kurulmuştu. Aynı zamanda cami, türbe ve hangah olarak da kulla-

178 SURİYE, FİLİSTİN VE M I S I R : EYYU B İ L E R , M E MLÜKLAR, HAÇLILAR


tindi. Yeniden inşa çalışmaları ancak Sultan Kalavun döneminde ( 1 279-
1290) başladı. Bölge Valisi Karasungur'a verdiği Hisar'ı onarma görevi,
Halep'teki Firdevs giriş kapısının yukarısındaki anıtsal bir yazıt şeridinde belirtildiği üzere,
Medresesi'nin zemin oğlu Sultan Eşref Halil döneminde ( 1 290-1 293) tamamlandı. Cami-i Ke­
planı, 1 235- 1 24 1
bir restore edilirken, özgün düz çatının yerine sütunlar üstüne oturtul­
Firdevs Medresesi aslında
medresenin yanı sıra bir muş çapraz tonozlar geçirildi. Bu özellik aslında yapının Haçlı mimari­
hangahın ve iki türbenin bu­ siyle bağlantılarını yansıtır. Sütunlarla desteklenmiş çapraz tonozlu böl­
o===:Oı
ı_
o ___
20m lunduğu bir külliyedir. Avlu­
meler daha sonraki birçok dinsel yapının tipik unsurudur. Yine Cami-i
nun zemin ölçüleri yaklaş ı k
: Kebir'in modeline dayanan ve Halep'teki ikinci cuma camisi olan Vali
···;:: ?..
•• 55 x 45 m'dir. Güney kena­
-
1:
··
: : • '>
Altınboğa es-Salihi Camisi'nin (1318-1319) kentin güneydoğu kesiminde­
·· .. ·· - /
rındaki üç kubbeli caminin
·.
; ·· ·

ı/
:· ·
<

��
·.,,...

.....
,.
:
'i

. .. ' )
( ;
...:
:.. :
...
p--ı ::. iki yanında türbeler yer alır.
ki surların dışında inşa edilmesi, bu mahallenin gittikçe artan öneminin
.
_
.....:
. )• . . ..
Doğu ve batı kanarları bo­
.
..·"'·' ' " ' · .

.
'.

.
-

.
... - .
bir göstergesiydi .
\

yunca sıralanan bölmeler

r:�r
..::--· "\
geçmişte m uhtemelen ders­ Kentin yazgısında gerçek bir canlanmanın izlerine ancak 14. yüzyı­
•·\� ,/: ler ve toplantılar için kulla­ lın ikinci yarısında rastlanır. Halep'i 1355'te gören gezgin İbn Battuta,
__

·:,:="'"-·..;.:<'
/ " n ı l ı rd ı . Kuzey kenarında ey­

,.1 �..-ı:
kente hayran kalmış ve ahşap çatıyla örtülü çarşısını övmüştü . Kayıtlar
vanın yanından geçerek

.:7···':.:;
.
..
...
L.j1;;1� -�i""
) ..
, ... .. ...._
� ..
içeriye uzanan geçitler ika­
met için kullanılan kanatları
ayırır. Başlangıçta medrese­
bu dönemde Halep'in yoğun bir imar faaliyetine sahne olduğunu göste­
rir. Günümüze en sağlam ulaşmış yapılardan biri, saraydan bozma bir
.. hastane olarak 1 354/55'te inşa edilen Vali Ergun el-Kamili Maristanı'dır.
":'
··
· ( i �y­ ····:' _

. ... nin kuzeyinde ikinci bir ey­


..-
"
vanla medreseye açılan bir Bu yapının geniş bir ana avlusu ve her biri farklı biçimde düzenlenmiş
, ..
·-••,.1

...<I \. 1 f\.
/ ,.
.
_./
. - � bahçe vardı. Küll iyeye doğu­ çeşmelerin bulunduğu birkaç küçük avlusu vardır. Aynı dönemin bir
da açılmış dar bir koridor­
başka yapısı Vali Mengeliboğa eş-Şemsi'nin Ayas yakınında Haçlılara
dan girilir.
karşı zaferinin anısına yaptırdığı ve kendi adını verdiği camidir. Bu ca­
mi de büyük ölçüde Cami-i Kebir'in belirlediği düzeni izler.
Genelde dönemin yapıları Eyyubi mimarisiyle güçlü bir ilişkiyi yan­
falep'teki Firdevs Medresesi'nin çevri lidir. İnce mermer kolonların üstünde
.vlusu, 1 235- 1 24 1 çeşitli desenler taşıyan başlıkları yer alır. Av­ sıtır. Hastanedeki ana avlunun doğrudan esin kaynağı, eyvanıyla ve re­
yyubi Sultanı Melik ez-Zahir Gazi'nin dul eşi lunun kuzey kenarı geniş bir eyvanla içeriye vaklarıyla Eyyubi damgasını taşıyan Kamiliye Medresesi'dir. Mengelibo­
>eyfa Hatu n'un yaptırdığı Firdevs Med rese­ uzanır. Avl unun ortasında bulunan ve iç du­
ğa eş-Şemsi Camisi'nin mihrabı ise çokrenkli düğüm deseniyle Firdevs
i, Halep'te günümüze ulaşmış en güzel Ey­ varları yonca yaprağı biçiminde olan sekiz­
ubi yapısı sayılabilir. Bu zarif külliyenin dik­ gen havuz tipik bir unsurdur. Medresesi'nin mihrabına dayanır. 14. yüzyıl sonlarında rağbet gören ör­
örtgen avlusu üç kenarda revaklarla gülü desenli dikdörtgen taş rölyefler de süslemeye dönük Eyyubi taş iş-
Halep'teki Firdevs Medresesi'nin desenli çerçevesi son derece gösterişlidir. Bu Ferafra Hangahı'nın mihrabı, 1 237/38 Melik ez-Zahir Gazi'nin dul eşi Deyfa Hatun
mihrabı mihrap, çoğu Halep'te bulunan ve karmaşık, Bir tasavvuf dergahı olan bu yapının mihrabı, tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Doğu
Bu görkemli mihrabın çeşitli renk ve biçimde­ çokrenkli, örgülü desenleri özellikle Memluk Halep'teki daha yalın Eyyubi namaz nişlerin­ ve batı kenarlarında hücreler, kuzey kena­
ki mermerlerden yapılmış olması, yapının ge­ bezeme mimarisini etkileyen bir dizi Eyyubi den biridir. İki yanında yaprak süslü başlık­ rında ise bir eyvan bulunan aşağı yukarı kare
nelde taşıdığı ağırbaşlı havayla bir tezat oluştu­ namaz nişinin en mükemmel örnekleri arasın­ larla taçlanmış kolonlar yer alır ve çerçevesi planlı bir avlusu vardır.
rur. İki yan ında zarif kolonlar bulu nan yarım da sayılır. basit bir örgülü desen taşır. Fi rdevs Medre­
daire biçimli namaz nişinin yukarısındaki örgül sesi gibi, bu dergah ın da Eyyubi hükümdarı

çiliğinden alınmadır. Böyle unsurlara Ergun el-Kamili Maristanı'nda ve Bu arada, Timurlular ve gittikçe gözü pek davranan Osmanlılar ara­
Mengeliboğa eş-Şemsi Camisi'nde rastlanır. Buna karşılık, 1 371/72'den sındaki çatışma Halep açısından olumlu sonuçlar doğurdu. Anadolu'dan
kalma bir başka yapı olan Işıktimur el-Meridani Medresesi'nde yabancı geçen Avrupa ve İran arasında ticaret yollarının kesilmesi üzerine, mal
etkiler görülür. Cephesinin gömme pencerelerle ayrılmış olması, emper­ akışının büyük bir bölümü güneye kaydı. Halep artık İran ve İtalyan
yal başkent Kahire'nin yeni mimarisine özgü bir unsurdur. kent-devletleri arasındaki karlı ipek ticaretini cezbedebilecek bir konum­
Kısa süreli canlanma Timur'un birlikleri yüzünden sertçe kesintiye daydı. Halep'te 1 5 . yüzyılda inşa edilen en önemli yapıların kervansaray­
uğradı. Orta Asya'dan gelen bu ordu 1400'de kenti aldı ve üç gün bo­ lar olması, ticaretin kent için taşıdığı önemi gösterir. Günümüze sadece
yunca aralıksız yağmaladı. Memluk imparatorluğu en büyük istikrarsızlı­ dördü ulaşmış olsa da, o dönemde kentin en az yedi kervansarayı var­
ğı bu dönemde yaşadı. Doğal afetlerin yarattığı tehdit güçlükleri daha da dı. Bu iki katlı yapı topluluklarının çoğu, kentteki dinsel yapılara göre
artırdı: Halep 1403'te bir depremle sarsıldı ve 1422'deki ciddi kıtlığı bir daha geniş alan kaplamaktaydı.
salgın izledi. Ne var ki, imparatorluğun kuzey sınırındaki önemli strate­ Halep, Osmanlılara yakınlığından dolayı ekonomik bakımdan ka­
jik konumu nedeniyle, kent bu dönem atlatılır atlatılmaz yeniden inşa zançlı çıksa da, kuzeydeki bu imparatorluğun yayılması Memlüklar için
edildi. Bütün savunma sistemi onarıldı ve kent surları doğuya doğru ge­ bir tehdit kaynağıydı. Büyük çaplı tahkimat çalışmalarına girişilmesi, bu
nişletildi. Öte yandan, geniş çaplı bir imar programı çerçevesinde dinsel tehlikenin ne kadar ciddiye alındığını gösterir. Sultan Eşref Kayıtbay
yapılarda bir canlanma ortaya çıktı ve bunun için Halep'e dışarıdan ye­ (1468-1496) Hisar'da ve kenti savunma mevzilerinde epeyce tadilat ya­
ni ustalar getirtildi. Tamamlanan ilk yapılardan biri, Hisar'ın güneyine pılmasını sağladı. Oğlu Nasır Muhammed ( 1 496-1498) döneminde doğu
düşen Utruş Camisi'ydi (1410) . Yapımı Timur'un saldırısından önce baş­ surunun bir bölümü onarıldı. Son Memlük Sultanı Kansu Gavri (1501-
lamış olan cami, valinin cuma namazını kıldığı ibadethane olarak Altın­ 1 5 16) en kapsamlı tahkimat tedbirlerinin alınması emrini verdi. Hisar'ı
boğa es-Salihi Camisi'nin yerini aldı. baştan aşağı yeniden inşa ettirdi; kuzey ve güney iki masif kuleyle güç-

180 S U R İ Y E , F İ L İ S T İ N VE M I S I R : EYY U B İ L E R , M E M L ÜKLAR, H A Ç L I LA R


Hüsrev Paşa Külliyesi beyle örtülü bir namaz bölmesinden ve bu­
1 537/38- 1 546 nun önündeki geniş bir salondan oluşur. Os­
Bir cami ve medreseyi kapsayan bu küll iye, manlı mimari geleneğine dayandığı için, aynı
Hisar'ın güneybatı kesiminde Osmanlı Valisi dönemde Şam ve Kahire'de inşa edilen ve
Hüsrev Paşa adına inşa edilmiştir. Tasarımı Memlük m i rasına çok daha derin köklerle
ise ünlü Osmanlı saray mimarı Sinan'a aittir. bağlı olan camilerle tezat içindedir.
Ana yapı kare tabanlı ve köşe kemerli kub-

lendirdi. Kent surlarında büyük bir onarım çalışması yürütüldü ve ken­


tin kuzey kapısı Bab Hadid tamamen yenilendi.

Osmanlı dönemi

Memluk sultanlarının kenti tahkim etmek için başvurduğu tedbirler, Os­


manlıların kenti ele geçirmesini önlemeye yetmedi. Kent halkı Osmanlı
ordusunu sıcak bir şekilde karşıladı. Artık geniş bir imparatorluğun tica­
ret ağıyla bütünleşebilecek hale gelen Halep, çok geçmeden Akdeniz ve
Fırat arasındaki elverişli coğrafi konumundan yararlanmasını bildi. Böy­
lece 16. ve 1 7 . yüzyıllarda Ortadoğu'nun en zengin uluslararası ticaret
merkezlerinden birine dönüştü. İran mahreçli ipek, baharat, biber, çivit,
kahve ve başka lüks mallara dayalı ticaret buradan geçmeye başladı. Su­
nulan geniş mal yelpazesi dünyanın her tarafından tüccarları çekti. Avru­
pa'nın büyük ülkelerine padişahtan izin alarak ticari temsilcilikler açma
olanağı verildi. Osmanlı ve Avrupalı gezginlerin yazılarında kentin ihtişa­ çok rağbet gören kahvehaneler gibi başka yapılara ilişkin açıklamalar da
mı ayrıntılı olarak tasvir edilir. Bu kaynaklarda mallarla tıka basa dolu çar­ buluruz.
şılar karşısındaki büyük hayranlığı yansıtan anlatımların yanı sıra, cami­ Aslında, Halep'in günümüze ulaşmış anıtlarının çoğu Osmanlı döne­
ler, medreseler, hamamlar, özel konutlar ve yeni ortaya çıkmakla birlikte minden kalmadır; eski kentin görünümüne hala egemen olan külrengi
taşlarla inşa edilmiş evler de buna dahildir. Bu avlulu zengin evlerde her
zaman bir eyvan ve genellikle ahşap panolarla kaplanmış kubbeli bir ka­
bul odası (kaa) bulunurdu. Ama hepsinden daha önemlisi, mevcut ker­
vansaraylar kentin canlı ticari yaşamına tanıklık eder. Bu yapı kompleks­
lerinin en çarpıcılarından biri 1 574'te inşa edilen Gümrük Hanı'dır. Burası
17. yüzyılda gümrük dairelerini, sarraf dükkanlarını, ticaret mahkemesi­
ni, İngiliz, Fransız ve Hollanda konsolosluklarını barındırırdı. Aynı dö­
nemden günümüze ulaşan birçok cami de vardır. Osmanlıların Halep'i al­
dıktan sonra kurdukları Tavaşi Camisi ve Mevlevi Tekkesi gibi ilk camiler
hala Memluk modellerine dayalıydı. Ama 16. yüzyılın ortalarına doğru
klasik Osmanlı üslubunda camiler inşa edilmeye başladı. Böylece günü­
müze kadar Halep'in siluetine kubbeli ve zarif minareli yapılar damgası­
nı vurdu. Yeni camiler esas olarak Halep'e gönderilen eyalet valilerince
ve yüksek rütbeli Osmanlı ricalince geride bir yadigar bırakmak amacıy­
la yaptırıldı. Bu kişiler camilere kaynak sağlamak üzere kurdukları vakıf­
ları kent merkezinde değerli arsalara sahip çıkmanın bir aracı olarak kul­
lanmayı başardılar. Halep'in son dönemi 1722 İran Safevi hanedanının
çökmesiyle bitti. İran ipeğinin akışı durdu ve ticaret yolları daha güneye
kaydı.

Halep'teki Altınboğa Camisi bir'in l 285'teki yeniden inşa edilmiş hali ör­
1 3 1 8- 1 323 nek alınmıştır; revakların yerine sütunlara
Memlük Valisi Altınboğa es-Sali h i bu yapıyı oturtulmuş çapraz tonozlar konmuştur. Se­
Cami-i Kebir' den sonraki ikinci cuma camisi kizgen minare bir kare kaide üstünde yükse­
olarak yaptırmıştı. Tonozlu geçitleriyle ne­ l i r, üç kata ayrılmış narin bir gövdesi vard ır
redeyse kare biçimli düzeninde, Cami-i Ke- ve kendi türünün en eski örneği sayılır.

181
1

Kahire: Bir başkentin değişen çehresi Kahire'ye güneyden bakışla Sultan "Haç Sokağı" (Salibe), çevresindeki ev deni­
Hasan Camisi, 1 356- 1 3 62 zinin yukarısında kütlesel bir kale gibi yükse­
Viktoria Meinecke-Berg En büyük Memluk külliyesi olan b u yapı, ca­ l i r. Salibe'nin doğrultusu sokak boyunca art
m i ve medresenin yanı sıra s ultanın anıtsal arda sıralanan Memluk külliyelerine ait kub­
Kahire'yi ortaçağ İslam dünyasının merkezi haline getiren Eyyubilerin türbesini barındırır ve Tolunoğlu Cami­ beler ve minareler izlenerek çıkarılabilir.
( 1 1 69-1 260) ve özellikle de Memlukların (1 250-1517) siyasal emelleri ve si'nden Hisar'a (sağda) doğru uzanan eski

büyük zenginliği, yarattıkları kentsel mimariye açıkça yansıdı. Bugün bile


yük ölçüde Kahire'de ve kuzeye, batıya ve daha da önemlisi Hisar'ın bu­
Kahire'nin eski kent bölümündeki sokaklara zengin bezemeli cepheleri,
lunduğu güneye doğru yayılan alanlarda yoğunlaştı.
kubbeleri ve minareleriyle Memluk dönemine ait kesme taşlı birçok yapı
Fatımi saraylarının bulunduğu merkez mahalle üst sınıflar için gözde
egemendir. Ancak, kentin temel biçimi ve bu yapı topluluklarının temel
bir yerleşim alanı haline geldi. Eyyubi ve Memluk sultanlarının büyük din­
özellikleri Fatımi dönemine kadar iner, tıpkı Kahire adının da, başlangıçta
sel yapı toplulukları içinde, gelecekte hatırlanmalarını sağlayacak kişisel
Arapların Mısır'ı fethedince kurduğu Fustat kışla kasabasının kuzeyine dü­
anıtlar kurma yarışına girdiği en seçkin yerler buradaydı. Haliyle en mu­
şen saltanat başkentinden gelmesi gibi.
teber yer de anasokağın (kasaba) Beynü'l-Kasreyn'den, yani iki büyük Fa­
tımi sarayı arasındaki kare biçimli meydandan geçtiği kısmın her iki ya­
nındaki alandı. Buradaki saray kompleksleri önce Eyyubi ve ardından
Eyyubi ve Memluk dönemlerinde Kahire'nin gelişimi
Memlük aristokratlarının mülkiyetinde kaldı. Bunlar oturdukları çeşitli sa­
Her iki yerleşme birlikte büyürken, kentsel gelişimin ana çizgilerinin te­ rayları tadil ettiler, ama çok az kapsamlı değişiklik yaptılar. Örneğin,
meli Eyyubiler tarafından atıldı. Başarılı Komutan Salaheddin Mısır'da ik­ Memllık Emiri Baştak'ın 0334-1 339) geniş sarayı inşa edilirken, geçmişi
tidara geçtikten sonra, kent surlarını genişleterek Kahire ve Fustat'ı birleş­ Fatımi dönemine inen ve içinde hala bir Fatımi camisi bulunan daha ön­
tirmeye çalıştı. Her ne kadar 1 17 1 'de başlayan bu iddialı proje asla tamam­ ceki bir yapı örnek alınmıştı.
lanamadıysa da, Fatımi başkentinin güneybatısında bulunan Mukaddem Fatımi Doğu Sarayı'nın esas yapısında ilk önemli değişiklik, Eyyubi
tepelerinin bir sırtı üstündeki tahkimat halkasıyla birleştirilen yeni bir hi­ yönetiminin sonuna doğru bazı kesimlerinin yıkılması sonucunda açılan
sarın kurulmasıyla ikili kentin yönelimi tamamen değişti. yere Sultan es-Salih Necmeddin Eyyubi'nin (1 240-1249) büyük bir çifte
Siyasal iktidarın merkezinin Kahire'nin merkezindeki Hisar'a taşınma­ medrese yaptırmasıyla ortaya çıktı. Medrese kavramının Suriye'den Mısır'a
sı eski Fatımi başkenti açısından önemli sonuçlar doğurdu. Saltanat saray­ girişini Eyyubiler sağladı. Bu yapı topluluğu tipi için hiçbir yerel model
larının ve çevrelerindeki alanların tedricen yeniden imar edilmesiyle, ken­ yoktu; dolayısıyla Kahire'de inşa edilen uzun avlulu, iki ucu eyvanlı ve iki
tin biçiminde kapsamlı değişiklikler ortaya çıktı. Kahire ve Fustat'ın birlik­ yanı birkaç kat halindeki hücrelerle çevrili medreselerde Suriye ve Anado­
te büyüme süreci yüzlerce yıl devam etti ve ancak Memlük yönetiminin lu' daki örnekler esas alındı.
gelişimine bağlı olarak son buldu. Ne var ki, iki kent hiçbir zaman gerçek Eyyubi Sultanı el-Kamil yolun karşı tarafında, Fatımi Batı Sarayı ala­
anlamda birleşmedi. Fustat canlı bir ticaret ve zanaat merkezi olarak kal­ nında ve önündeki açık meydanda (Beynü'l-Kasreyn) kendi adıyla anılan
makla birlikte, sık yaşanan bunalım dönemlerinde terk edilen bazı kesim­ bir medreseyi zaten inşa etmişti. Ne var ki, bu medreseden geriye kalan
leri mimari açıdan bozulmaya yüz tuttu. Buna karşılık, yeni yapılaşma bü- tek şey, şimdi bir Osmanlı cephesinin arkasında kalan geniş ve yıkık bir

182 S U RİYE , F İ LİSTİN VE M I S I R : EYYUB İ L E R , M E M LÜKLAR, HAÇLILAR


Sağda: Baştak Sarayı'nın divanhanesi
Kahire, 1 3 34- 1 3 39
Her Memluk sarayın ı n odağını en az iki kat yüksekliği nde­
ki bir divanhane oluşturur. Yüksek olan orta kesim üst ga­
lerideki pencerelerle aydı n latılır. Her iki ucunda düz ta­
vanlı birer eyvan yer alır, iki yanında sıra sütunlar üstüne
oturtu lmuş galeriler uzanır. Galerilerin yüksek kafes pa­
ravanları, sarayın kadın mensupları nın erkeklere mahsus
olan bu salondaki şenlikleri görünmeden izleyebilmeleri
içindi. Divanhane basit bir sistemle uygun bir sıcaklıkta tu­
tulurdu: Kafesli pencereler havanın içeriye girmesini sağ­
larken, salonun ortasındaki çeşme içeride dolaşan havayı
serinletirdi.

Baştak Sarayı, Kahire, 1 3 34- 1 3 3 9


B i r zamanlar geniş b i r yapı kompleksi olan b u saraydan gü­
nümüze sadece anasokağa bakan ve divanhaneyi barındıran
orta kanat ulaşmıştır. İşlek bir sokaktaki konumundan do­
layı, yapı nın neredeyse süsten yoksun zemin katında yer
alan dükkanlar ortaçağda tatlılar satardı. Yukarıdaki katla­
rın neredeyse tamamı n ı kapsayan divanhanenin orta kesi­
mi iki kat yüksekliğindedir. Dışarıdan bakı nca, bu kesimin
üst galerisini yüksek ve yuvarlak kemerli pencere grubun­
dan çıkarmak mümkündür. Diğer pencereler ahşap kafes­
lerle örtülüdür.

Baştak Sarayı'nın kafesl i sını ve uygun biçimde dağılan bir ışıkla dol­
pencerelerinden biri, Kahire, 1 3 34- 1 3 3 9 masını sağlar. Dindışı yapılarda özellikle ka­
Sanatsal bir incelikle kıvrılarak örülen v e d ı n sakinler açısından önemli bir rol oynar;
pencerelerin üstüne yerleştirilen geleneksel çünkü yabancıların bakışlarına maruz kalma­
ahşap kafesler, özellikle yaz aylarında odala­ dan sokakta akıp giden hayatı gözlemelerine
rın güneş ısını ndan etkili biçimde korunma- olanak verir.

183
eyvandır. İki Fatımi sarayının arasındaki meydanı "kasaba " olarak bilinen yolun iki tarafında birbirine bakan iki medreseli kompleks ile Sultan
anasokağa dönüştürme cüretinin gösterilmesi muhtemelen bu döneme, ri Medresesi ve Türbesi ( 1 501-1 504) kuruluş tarihi bakımından daha
yani, Memlı1k sultanlarının büyük külliyeleri inşa ettirdiği döneme rastlar. ra gelir. Son yapı ise Sultan Müeyyed'in güney kent surunun yanınc!
Sultan Kalavun (1284-1 285), oğlu Nasır Muhammed (1 295-1304) ve Sultan şa ettirdiği (1415- 1 420) büyük avlulu camidir. Müeyyed bu seçkin
Berkuk'un (1 384-1386) yaptırdığı dinsel yapıların zengin süslemeli ve kes­ sağladığı özel avantajlardan en iyi biçimde yararlanarak, bu caminiı
me taştan cepheleri kesintisiz bir biçimde Kamiliye Medresesi'ne kadar naresini yanındaki Fatımi kenti kapısı Bab Zuveyle'nin üstüne kond'
uzanır. Sokağın öbür tarafında ise bir duvar köşesinin harabesi ve Sultan Kentin Fatımi surlarının ötesindeki büyümesi esas olarak Memlu
Baybars'ın aslan armasıyla bezenmiş iki pencere, ilk Memluk sultanının neminde gerçekleşti. Hisar'a doğru giden anayol (Darbü'l-Ahmer) be
Eyyubi döneminden kalma Salihiye Medresesi'ne (1 262-1 263) ait türbenin ca sultanlık ailesiyle bağlantılı bir dizi önemli vakfın kurulması bu
hemen yanına inşa ettirdiği büyük medreseden günümüze ulaşan tek iz­ statüsünü belirgin biçimde yükseltti. Bu yolda görkemli yapılar art ar
dir. ralanır: Sultan Nasır Muhammed'in gözdesi ve damadı Emir Altınbo.
Diğer saltanat yapıları Salibe'nin güneyine dikilmişti. Örneğin, Bay­ Meridani'nin 0338-1340) inşa ettirdiği avlulu cami; Sultan Şaban'ın
bars'ın türbesinin de yer aldığı Sultan Baybars Medresesi (1 242) burada­ sinin yaptırdığı medrese (1 368/69); Sultan Küçük Türbesi'nin yer
dır. Türbenin ön tarafındaki çeşme, yukarıdaki galeride bulunan öksüz Emir Aksungur Camisi ("Mavi Cami", 1346/47); Osmanlıların atadığı
mektebiyle birlikte "sebil-küttab" olarak anılır. Benzer biçimli taçkapıları valisince inşa edilen Emir Hayırbek Camisi (1 502). Hisar'ın tam ete

Emir Hayırbek Türbesi, Kahire, 1 502 Mekke'ye doğru bakar ve yan cephe d e aynı Sultan Kalavun Külliyesi'nin cephesi, kısa bir sürede tamamlanmasını
Emirin kaldığı erken dönem Memlük sarayı­ doğrultuyu izler. Bu eksen dönüşü sayesin­ türbesi ve minaresi, 1 284/85 Cephedeki sivri kemer girintilerinin :
na ·bitişik olan bu türbe, şu anda tamamen de, yapı bir dizi ilginç basamaklardan oluş­ Bir medrese ve türbeyi kapsayan bu külliyede plastik işlenişi ve içlerine gömülmüş
harabe halinde olan sarayın (sağda) an ıtsal muş bir görünüm arz eder. Cami ve medre­ eskiden bir hastane de vardı. Kısmen askeri se­ penceresinin biçimi muhtemelen Ha
orantılarına denk düşecek şekilde inşa edil­ senin yukarısında, Hayırbek'in daha sonra ferlerde tutsak alınan kölelerin çalıştırılması, tardığı Batı etkilerini akla getirir.
mişti. Türbenin eksenleri sokakla aynı hiza­ m inareyle birlikte yaptırdığı arabesk kubbe kısmen de yıkık Fatımi saraylarından elde edilen
daki ana cephe arasında dönerken, iç sahın kuleleri yüksel i r. yapı malzemelerinin kullanılması 1 3 ay gibi çok

184 S U RİYE, FİLİSTİN VE M I S I R : EYYU B İ L E R , M EMLÜKLAR, HAÇLI LAR


en güçlü emirlere ait ilk Memluk saraylarının kalıntıları, bir zamanların Kalavun Türbesi'nin kubbesi, 1 284/85 dönem İslam mimarisinin seçkin eserlerin­
çok geniş yapı topluluklarından geriye kalan heybetli harabeler görülür. Kahire türbelerinin alışılmış kare plan ının, den biri olan Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra
Kalavun Türbesi'nde devasa dört kolondan (69 1 /92) bu istisnai ikili yapı için model oluş­
Sultan Hasan'ın burada inşa ettirdiği anıtsal cami ve medrese, kentsel pey­
ve dört payandadan oluşan bir sekizgen ya­ turmuştur. İç mekanı bezemesi de, özel likle
zaj açısından Hisar'ı bir ölçüde dengeleyen bir karşı ağırlık oluşturur. ratacak şekilde uyarlandığı görülür. Dış du­ süpürgeliğin renkli mermer kaplaması, sekiz­
varlardan daha yüksek olan bu destekler, bir gen yap ı n ı n kemerlerindeki ve pencereler­
dizi penceren in s ı ralandığı kasnağı ve onların deki zengin alçı sıva süsleri açısından dikkat
Eyyubi ve Memluk dönemlerinin yapıları yukarısındaki kubbeyi ayakta tutar. Erken çekicidir.

Yukarında belirtilen örnekler Kahire'deki Eyyubi ve Memluk imar işlerinin


Türbeler
sadece bir kısmını temsil eder. İmarla uğraşma hevesi sultanlarla sınırlı de­
ğildi; yüksek makam ve rütbeye ulaşan her emir, kendi türbesiyle bağlan­ Bazı cuma camiferi dışında, Kahire'de neredeyse bütün dinsel yapıların
tılı. din ve hayır kurumları yaptırarak Allah'ın lütfunu kazanma ve adını ayırt edici özelliği bir ya da daha fazla türbeye yer vermeleridir. Bu kub­
ölümsüzleştirme peşindeydi. beli yapıların genellikle kare biçimli bir planı vardır; kubbeleri ise yüz­
Genellikle birkaç yapıdan oluşan bu külliyeler dinsel ve sosyal ku­ yıllar içinde bezemeleri sürekli olarak daha gösterişli hale gelen geçiş ku­
rumları, ayrıca yerine göre ticari binaları bir araya getirirdi. Bu külliyele­ şakları üstünde durur. Bu düzenin tek istisnası Beynü'l-Kasreyn'de, aynı
rin düzeni ve sokaklardaki konumu incelendiğinde, kent surlarının ötesin­ sultanın adını taşıyan medrese ve hastanenin (maristan) yanındaki Kala­
de gittikçe imara açılan alanlarda inşaat çalışlarına girişilirken, yeni yapı­ vun Türbesi'dir (1 284/85) . Bu önemli sultan tarafından inşa ettirilmiş bü­
ları aynen Fatımi döneminde uygulanan yöntemlerle kentsel peyzajla dik­ tün külliyeler gibi, bu yapının da mimarisi benzersizdir. Kubbesini, hüc­
katlice bütünleştirme tutumunun sürdürüldüğü görülür. Arsayı ve malvar­ renin kare yapısı içinde bir sekizgen oluşturan dört kolon ve dört
lığını bir vakıf çerçevesinde koruma altına almanın kentsel yapılaşmada is­ payanda destekler; bu düzenleme erken dönem İslam yapılarından Ku­
tikrarı sağlayıcı bir etkisi vardı; çünkü bu mülklere kolayca müdahalede düs'teki Kubbetüs's-Sahra'nın sunduğu ideal modele dayanır. Buna kar­
bulunmak veya alanlarını keyfi biçimde genişletmek mümkün değildi. şılık, kare yapısıyla aynı ölçüde büyük olan Sultan Hasan Türbesi 0356)
İmar için arsa edinmek gittikçe zorlaşan bir şeydi ve çoğu kez birkaç ya­ ziyaretçilere sadece boyutlarıyla etkileyici görünür.
pıdan oluşan bir külliyeyi fiilen sınırlı bir mekana sığdırma becerisini ge­ Öyle görünüyor ki, Memluk hayırseverlerinin vakıflar kurmasının ar­
rektirmekteydi. Genelde mimarların yaklaşımı yapılarını olabildiğince el­ dındaki ana sebep kendi türbelerini yaptırmaktı; zira kent surları içinde
verişli biçimde mevcut ortama uyarlama ve kullanılacak arsanın büyüklü­ genellikle böyle anıtları ancak medrese, cami ya da hangah gibi dinsel
ğünü optimum düzeyde tutma ilkesine dayalıydı. kurumlarla bağlantılı olarak inşa etmek mümkündü . Bu eğilimin kökleri

M İ MARİ 185
Kahire'nin Doğu Mezarhğı'ndaki Sultan Farac bin Berkuk
Hangahı, kıble tarafı nın dışarıdan görünüşü ve girişin önündeki
revaklı iç avlu, 1 400- 1 4 1 1
Kıble tarafı nda namaz bölmesinin üstünde küçük bir bağdadi kub­
be yer alırken, köşelerdeki türbeleri nispeten geniş kubbeler ör­
ter. Bunlar ortadaki tuğla kubbenin tersine tamamen taştan yapıl­
mış ve 1 5 . yüzyıl ortalarına kadar kubbelerde yaygın olarak
kullanılan zikzak çıta deseniyle bezenmiştir. Külliyenin karşı tara­
fındaki giriş yerinde, türbe kubbelerine denk düşen iki minare yük­
selir. Bu minareler de zengin taş işçiliği bezemeleri taşır.

geç Eyyubi dönemine kadar izlenebilir. Es-Salih Eyyubi Türbesi (1 250) bu Türbeler yapılırken Kahire'nin kentsel alanı içindeki sokaklara bakan
sultanın ölümünden sonra, Memluk devletini yöneten ilk kadın tarafın­ yerlerin bilinçli olarak seçilmesini büsbütün dikkat çekici kılan nokta,
dan Salihiye Medresesi'ne eklenmişti. kentin güney kesiminden kuzeydoğu kesimine kadar uzanan mezarlık­
Yapıların üstündeki yazıtlardan ve diğer yazılı kaynaklardan anlaşıl­ lardaki türbelerin geleneksel olarak ait oldukları külliyelerin güneydoğu­
dığı üzere, türbenin genellikle bir külliyenin inşa edilen ilk kısmı olması suna, yani Mekke'ye bakan tarafına yerleştirilmiş olmasıdır. Mezarlıklar­
da Memlükların kendi türbelerine atfettikleri önemi gösterir. Dönemin da parsel büyüklüğü konusunda bunun dışında hesaba katılması gereken
imar işleriyle ilgili belgelerden, aristokratların kendi türbelerini ikamet­ bir kısıtlama söz konusu olmadığından, böyle yerlerde yaptırılmış olan
gahlarının yakınında yaptırmayı tercih ettikleri, bu amaçla uzun bir dö­ büyük defin külliyeleri daha dengeli bir düzene sahiptir ve bazen tama­
nem içinde arsa parselleri satın aldıkları, gerekli yapı ve bezeme malze­ men simetriktir. Örneğin, Sultan Farac bin Berkuk Hangahı (1400-1411)
melerini topladıkları anlaşılır. Böylece külliyede türbeye seçkin bir yer bir kare plan üstünde simetrik olarak düzenlenmiştir; namaz bölmesinin
verilirdi. Yapılaşmanın yoğun olduğu merkezdeki bir külliyede, türbe için kanatlarında iki türbe ve girişin her iki yanında da bunlara denk düşen
sokağa bakan bir yer seçilirdi. Külliyenin bir köşe arasında olduğu du­ iki minare bulunur.
rumlarda, türbe daha önemli sokak üstünde inşa edilir ve böylece kub­ Türbelerin dinsel mahiyetini vurgulayan bir başka unsur mihrapların
benin olabildiğince çok sayıda yaya tarafından görülmesini sağlanırdı. varlığıdır. Vakıf sahibinin türbede böyle bir kutsal yapıya yer vermesi dü­
Çoğu kez bir türbenin dış görünümüne iç mekan tasarımından daha faz­ zenli Kuran okunması amacına yönelikti ve dolayısıyla türbenin cami ve
la önem verilirdi. Kubbenin heybetli bir görünüm sunacak şekilde çatıya medresedeki olağan ibadetle bir ölçüde bağlantılı olmasını sağlardı. Me­
oturtulması nedeniyle, iç bölmeler genelde çok yüksek olurdu . Bunun bir zarın kendisi iç bölmenin altındaki bir tonoza yerleştirilirdi.
örneği Salibe'deki Emir Canıbak Külliyesi'nde (1 426/27) görülür.

186 SURİYE, FİLİSTİN VE M I S I R : EYYU B İ L E R , M E M LÜKLAR, HAÇLILAR


Avlulu camiler
Mihrap
Her külliyenin odak noktasında türbeyle bağlantılı olarak inşa edilmiş bir
cami, medrese ya da hangah yer alır. İlk başta işlevleri ve mimari biçimle­
Türbe
ri bakımından açıkça farklılaştırılmış olan bu yapılar, Memluk döneminde
inşa edilme tarzlarına bağlı olmaksızın, aynı ölçüde cami ya da medrese
olarak kullanılabilecek çok-işlevli kurumlara dönüştü. Eyyubiler geride
dikkate değer bir cami mimarisi bırakmamışlardı. İzledikleri yaklaşım da­
ha ziyade, Fustat'ın eski Amr Camisi'nde olduğu gibi, gerekli durumlarda
mevcut ibadethaneleri genişletmek , restore etmek ve yenilemekti. Eyyubi­
ler Fatımi döneminden kalma el-Hakim Camisi'ni Kahire'nin merkezinde­
ki ana cami haline getirdiler; kapatılan el-Ezher Camisi ise ancak Memluk
yönetimiyle birlikte yeniden ibadete açıldı.
Mimariye en aktif desteği veren Memluk sultanları arasında yer alan ez­
O 10 20m
Zahir Baybars, 1267-1 269'da kuzey suru kapılarının hemen dışında yeni
imara açılmış Hüseyniye mahallesinde büyük bir avlulu cami yaptırdı.
Memlukların kurduğu birçok yeni ve büyük caminin ilki olan bu yapı, açık
bir avluyu çevreleyen revakların belirlediği geleneksel Arap avlulu cami Sultan Farac bin Berkuk Hangahı lesi için i nşa edilmişti. Dolayısıyla, külliyeye
tarzının bir örneğidir. Dolayısıyla, Kahire'nin daha önceki ana camilerinin kadınlar türbesinin plan ve kubbesi, Kahire, namaz bölmesinin her iki yanında yükselen
(Amr, Tolunoğlu, el-Ezher, el-Hakim) dayandığı gelenek içinde yer alır. 1 400- 1 4 1 1 türbeler egemendir. Soldaki türbe sultan ve
Bir hangahın yer aldığı bu defin kü l l iyesi, Fa­ ailenin erkek mensupları, sağdaki türbe ise
Aslında, Baybars'ın bu yapının anıtsal boyutlarında Kahire'nin ilk iba­
rac'ın babası Sultan Berkuk (ö. 1 399) ve ai- kadınlar içindi.
dethanesi Amr Camisi'ni bilinçli olarak esas aldığı söylenir. Ne var ki, be-
,--

Kahire'deki Sultan Hasan Camisi'nin m ı nda b i r cami v e medrese yer alır. Kahi­
planı ve türbesi, 1 356- 1 362 re'nin önceki yapılarının hepsinden daha bü­
Bu külliye yaklaşık 1 50 metre uzunluğunda yük old uğu söylenir. Sultanın ana eyvana bi­
ve 70 metre genişliğindedir; duvarlarının tişik türbesi, devasa yapının güneydoğu
yüksekliği 38 metreyi bulur. Yön itibariyle cephesinde büyük bir çıkıntı halinde öne
Mekke'ye dönüktür. Dört eyvanlı orta kıs- doğru çıkar.

Türbe Kıble duvarı ve ana eyvan

O 10 20m

Aşağıda: Sultan Hasan Camisi'nin ana yaz mermerdendir ve bazıları zarif çiçek röl­ Aşağıda Sultan Hasan Camisi'nin nın kenarlarındaki kapı geçitlerinde, normal­
eyvanındaki mihrap, Kahire yefleri taşır. M i h rabın yaprak desenli baş l ı k­ avlusu, 1 3 56- 1 362 de dış cephelerde başvurulan bir bezeme tü­
Su ltan Hasan Camisi'nde ana eyvanın kıble lara sahip kenar pervazı kolonları, Suriye' de­ Bu külliyenin avlusuna bakan dört eyvandan rü kullanılmıştır ve bu geçitler medreselerin
duvarı baştan başa tipik Memlük dönemi ki Haçlı yapılarından alınmadır. biri, her dört klasik İslam mezhebine men­ bulunduğu köşe eklentilerine açılır. Bu med­
mermer kaplamalarıyla örtülüdür. Bu levha­ sup hocaların ders vermesi için tahsis edil­ reselerde hocaların ve talebelerin kaldığı
lar antik çağ kolonlarından kesilmiş ve taş mişti. Kıble tarafındaki geniş ana eyvan bir bölmeler ile toplantı mekanları bir avlunun
çerçevelerin içine yerleştirilmiştir; çoğu be- namaz bölmesi olarak da ku llan ı l ı rdı. Eyvanı- çevresinde bi rkaç kat halinde kümeleşmiştir.

188 SURİYE, FİLİSTİN VE M I S I R : EYYU B İ L E R , MEMLÜKLAR, H A Ç L I LA R

�/
zemeli ve çıkıntılı taçkapılar gibi önemli üslup özellikleri, yine Amr Cami­
si'ne dayalı orantılara sahip olan el-Hakim Camisi'nden alınmaydı. Döne­
min kaynakları mihrabın önündeki alışılmamış ölçüde büyük maksurenin,
yani sultanın namaz kıldığı kubbeli bölmenin düzeninde o zamana kadar
inşa edilmiş en büyük türbenin örnek alındığını açıkça belirtir. Kahire'de
resmi Sünni anlayışının yeniden egemen olmasından sonra en kutsal yer­
ler arasında sayılan bu yapı, Şafii mezhebinin kurucusu İmam Şafi'nin (ö.
820) mezarı üzerinde Sultan el-Kamil'in 1 2 1 1 'de yaptırdığı türbeydi. Büyük
tarihsel ve dinsel öneme sahip eski anıtlardan bu tür alıntılar, efendilerinin
siyasal emellerini anıtsal biçime yansıtmaya çalışan Memluk yapı ustaları­
nın yaklaşımında her zaman belirli bir rol oynadı.
İmar işlerine düşkünlüğüyle tanınan Sultan Nasır Muhammed'in döne­
minde Baybars Camisi'ni örnek alan muhteşem avlulu camiler inşa edildi.
Bu yapılarda maksurenin kubbesinin özellikle öne çıktığı görülür. Aynı şey
Hisar'daki Sultan Camisi (1 335/36) veya Altınboğa el-Meridani Camisi
(1338-1 340) için de geçerlidir. Daha küçük ölçekli bir tasarıma dayanmak­
la birlikte, bu maksurelerin kubbeleri, örnek alınan önceki yapıların kub­
beleri kadar büyüktür. Namaz bölmesinin iç yapısına ve caminin kent si­
luetindeki görüntüsüne bir iktidar sembolü sayılan kubbe egemendir. Son
büyük avlulu cami Sultan Müeyyed Şeyh tarafından güney surunun iç ta­
rafında, Bab Zuveyle'nin yakınında inşa ettirildi (1415-1420). Müeyyed'in
anısını yaşatma işlevini gören bu yapıda, namaz bölmesinin kanatlarında
kurulmuş iki türbe yer alır.

Dört eyvanlı külliyeler


Cami mimarisi açısından, erken dönemdeki avlulu caminin yanı sıra pra­
tik bulunan bir başka yapı türü, Kahire'de medreselerin inşasıyla birlikte
ortaya çıkan haç biçimli ve dört eyvanlı külliyeydi. Sultan Baybars'ın Bey­
nü'l-Kasreyn'de yaptırdığı medrese (1 262/63) bu mimari tarza yön veren
düzeni belirledi. Bu yapıdan günümüze neredeyse hiçbir şeyin ulaşma­
masına karşın, Baybars Medresesi örnek alınarak inşa edilen ve aynı so­
kağın karşı tarafında yer alan Sultan Nasır Muhammed Medresesi'nden,
ilk haç biçimli külliyelerin nasıl düzenlendiğine dair belirli bir fikre varı­
labilir. Böyle külliyeler, haç biçimli bir yapı topluluğu oluşturacak şekil­
de bir avlunun etrafına kümelenmiş beşik tonozlu dört eyvanı kapsardı;
köşelerde hocaların ve talebelerin kaldığı hücreleri barındıran birkaç kat
halindeki ikamet bölmeleri yer alırdı. Tıpkı iki eyvanlı Eyyubi uygulaması
gibi, ilk kez İran'da ortaya çıkan bu düzenleme tarzı da Mısır'a Suriye'den
gelmişti. Hisar'ın eteğinde bir cuma camisini her dört klasik İslam fıkhı
doğrultusunda öğretim birimleriyle bir araya getiren Sultan Hasan Cami­
si ve Medresesi'nin (1 356-1 362) inşa edildiği sırada, dört eyvanlı külliye
artık her türden dinsel kurum için tercih edilen biçim oldu. Son Memluk
sultanlarından Kayıtbay (1486- 1496) ve Gavri'nin (1501-15 16) yaptırdığı
cami ve medrese külliyelerinin neredeyse hepsinde dört eyvanlı bir plan
esas alındı.
Temeli dört eyvanlı olan düzen sürekli değişime uğradı, uyarlamalar
geçirdi ve revakların çevrelediği avlulu külliyelerden türetilmiş unsurlar­
la birleştirildi. Bunun ilk örnekleri arasında Sultan Kalavun Medresesi
(1 284/85) öne çıkar. Tıpkı türbe gibi, ana eyvan da külliyeye iç revaklar­
Kahire'nin Doğu Mezarlığı'ndaki tı oluşturan türbe, külliyenin geri kalan kesi­
la eklemlenir. Yakındaki Sultan Berkuk Medresesi'nin 0 384- 1386) kıble
Sultan Kayıtbay Türbe Külliyesi minden daha yüksektir; bunu sağlayan basa­
eyvanı üç geçit halindeki sıra sütunlu bir bölmeye benzer, ama daha ba­ 1 472- 1 474 maklı geçiş kuşağının üstündeki bir alınlık
sitleştirilmiş bir düzene dayanır. Girişin solundaki bölme, üst kattaki galeride kubbeyi destekler. Özellikle taçkapı, minare
bir öksüz mektebi bulunan bir sebil çeşme­ ve kubbenin enfes taş işçiliğine dayanan mi­
14. yüzyıl ortalarından itibaren, dört eyvanlı tasarımın düzeni kentte­
sini barı ndırır. Taçkapı dört eyvanlı bir med­ mari süsleme, mermer kaplamalara, oymalı
ki yoğun yapılaşmaya bağlı olarak önemli ölçüde değişti. Bu durum yan reseye açılır; buradan su ltan ın türbesine bir ve yaldızlı ahşap işlerine dayanan zengin iç
eyvanların bazen nişlere dönüşmesini getirirken, anıtsal bir mimari unsur geçiş vardır. Kıble cephesinde bariz bir çıkın- mekan bezemesine uygun düşer.

MİMARİ 189
olan beşik tonozlu eyvan da yerini düz tavanlı yapılara bıraktı. Zamanla, larının kullanımı kamusal alanlardaki dindışı mimarinin de bir özelliğidir.
ortadaki avlu da bir çatıyla örtüldü. Böylece nispeten mahrem iç mekan­ Kahire'nin merkezindeki Emir Baştak Sarayı'nın 0334-1 339) ön cephe­
lar yaratıldı; görünüm düz çatılı alanlar için örnek oluşturan dindışı yapı­ sinde bir sıra halinde yer alan on dükkan vardır. İlginç olan bir nokta, en
lardan pek de farklı değildi. Kaçmaz el-İshaki'nin yaptırdığı cami ve med­ güçlü emirlerden bazılarının Hisar yakınında inşa ettirdiği saraylarda bu
reseler ( 1480) ile Sultan Kayıtbay'ın yaptırdığı camili medrese (1472/73) türden kentsel yapı örneklerine yer verilmemiş olmasıdır; kompleksleri­
geç dönem Memluk dört eyvanlı külliyelerinin en çarpıcı örnekleri ara­ nin alt katları ahır olarak kullanılırdı. Kent merkezine özgü işyeri ve ko­
sında sayılır. nut imarı karışımına kentin ukele denen kervansaraylarında da rastlanır.
Üst katında öksüzler için Kuran mektebinin bulunduğu külliyelerin Bunun günümüze en sağlam ulaşmış örneği Sultan Gavri'nin yaptırdığı
birçoğundaki bir sebil çeşmesi, yani "sebil-küttab" bu yapıların ayrılmaz kervansaraydır ( 1 508). İki alt katta ambarlar, idarehaneler ve ticarethane­
bir unsurudur. Yapının ön tarafındaki zemin katta yer alan çeşme çoğun­ ler yer alırken, üst katlar kiralık konaklama yerlerine (reb) ayrılmıştır
lukla bir çıkıntı biçimindedir; çeşitli yönlerden ulaşmayı sağlamak açısın­
dan sokak köşesinde bulunması tercih edilir. Bir mektebin bulunduğu be­
Mimari süsleme
lirgin üst kat genellikle ahşap kafeslerle ("müşrebiye ") korunan bir galeri
biçiminde düzenlenir. Geç Memluk döneminde, ayrı birer vakıf olarak Eyyubi ve Memluk dönemlerinde büyük kamusal yapılar için tercih edilen
kurulan sebil çeşmeleri de ortaya çıktı. Bunlar genellikle nispeten büyük malzeme, çoğunlukla tuğla örgüyle birleştirilen kesme taştı. Tuğlanın kul­
yapılardı ve birkaç tanesini bizzat Sultan Kayıtbay yaptırmıştı. Külliyeler­ lanıldığı yerler esasen tonozlar ve yapısal bir işlevden yoksun, daha az gö­
de pratik sebeplerle bir araya getirilen çeşme ve öksüz mektebi arasın­ rünür kesimlerdi. Kahire'de tuğla yapılarda kullanılmış geleneksel bir mal­
daki bağlantı bu müstakil "sebil-küttap"larda da korundu . zemeydi; kesme taş ise ilk kez Fatımi döneminde, dış cepheleri giydirmede
Çarşıların bulunduğu işlek sokaklara bakan külliyelerin cephesinde, yaygın kullanımla birlikte önem kazandı. Üç Fatımi kent kapısının inşası
konumun uygunluğuna bağlı olarak, çoğu kez dükkanlar yapılırdı. Böy­ uzun bir taş işçiliği geleneğine sahip Kuzey Suriyeli ustalara bırakıldı. Bu
le durumlarda dükkanlara veya Sultan Gavri Medresesi'nde (1501-1 504) ustalar Eyyubi ve Memluk dönemlerinde taş yapı inşasının daha da geliş­
olduğu gibi bir kapalıçarşıya (kayseriye) yer açmak amacıyla cami ya da mesinde de önemli bir rol oynadı. Değişken renkli taş dizilişine (eblak) da­
medrese birinci kata taşınırdı. Bu asma camilere (el-muallaka) bir çıkın­ yalı bezeme giydirmeleri için gerekli malzemeler Suriye'den getirildi. To­
tılı merdivenin üstüne oturtulmuş taçkapılardan girilir. Karma yapı unsur- nozlu taçkapılar, nişler ve geçiş kuşakları üstündeki mukarnas düzenleri

Kalavun Türbesi'nin mihrabından detay, 1 284/85 Sultan Müeyyed Şeyh Camisi'nin taçkapısı, 1 4 1 5- 1 420 Kayıtbay Türbesi, 1 472- 1 474
Renkli mermer kaplama ilk kez bu türbenin süpürgeliğinde kul­ Yapının cephesinde, çerçevesiyle birlikte yukarıya doğru yük­ Bu yüksek Memluk m inaresi bir kare kaide üstünde yükse­
lanıldı. Zamanla Memluk mimari süsleme repertuarının yerleşik selen girintili taçkapı. Kontrast oluşturan siyah ve beyaz taş lir. Alt katı sekizgen, üst katları ise yuvarlaktır ve bir tepe
bir unsuru haline geldi. Bu zengin desenli mihrap, sütunlarla ve katmanlarının yanı sıra m ukarnas tonoz, tonozlu alandaki çi­ süsüyle son b u lur. Yapı ortak bir desen kalıbını izler, ama taş
üç katlı küçük kemerlerle süslenmiştir. çek rölyefleri, kapı etrafı ndaki taş kakma unsurlar gibi beze­ ustalarının eklediği süsleme her detayıyla benzersizdir.
meye dönük zengin taş işçiliği yapıyı daha da belirgin yapıyor.
j
Sultan Kalavun Türbesi'nin giriş bölümünün
yukarısındaki alçı sıva detayları, 1 284/85
ı'
Süslü alçı sıva işleri köklü bir yerel geleneğe dayanır.
Memluk dönem inin başlarında bunlara esas olarak d uvar­
ların tuğlayla inşa edilmiş üst kesimlerinde başvu rulurdu.
Kalavun Türbesi'nin yüksek gömme taçkapısında, iki şerit
halindeki pencereleri çerçeve gibi saran alçı sıva süsleri
yer alır. Duvarlarda, kemerlerin iç kavis kesimlerinde ve
köşeliklerde bulunan çok-katmanlı ve iç içe örülü çiçek
desenleri alçı sıva kafes pencerelerin geometrik yıldız de­
senleriyle tezat oluşturur.

gibi yeni mimari süsleme biçimleri Kahire'ye Halep ve Şam'daki örnekler­ Sultan Kayıtbay Türbesi, 1 472- 1 474 çekli arabesk bir araya gelirken keskin bir te­
le ulaştı; ama zirveye ulaşmaları imparatorluk başkentinde oldu. Bu kubbe haklı olarak geç Memluk dönemi­ zat yaratır, ama birbirini kusursuzca tamam­
n i n gittikçe incelen özenli taş işçiliğinin şahe­ lar. Yıldız deseni kubbe yüzeyini bölmelere
Bu anıtların iç ve dış kesimlerinde zengin bezemeler vardır. Dinsel ya­
seri sayılır. Daha önceki bezemeli kubbeler­ ayıran düzgün hatlardan oluşur ve ilginç do­
pıların cepheleri girintili yüzeyleriyle öne çıkar; Kahire'de Fatımi dönemin­ de, bir desen her zaman yerini bir başkasına kular ve efe ktler yaratan, çifte hatlardan
den itibaren gelişen tipik bir özelliktir bu . Müstakil yapılar dış duvarları baş­ bırakırdı. Oysa bu kubbede iki ayrı desen tü­ oluşmuş incelikli bir arabesk desenin üstünü
rü iç içe örülü; geometrik yıldız deseni ve çi- sarar.
tan aşağı kaplayan cephelerle giydirilir. En zengin bez�melere girişin
çevresindeki duvar için başvurulur; burada cephenin dışına doğru bir çı­
kıntı oluşturan taçkapı mukarnas tonozla örtülüdür. Dindışı mimaride de kubbeler ve minareler gittikçe som taştan inşa edilmeye ve büyük bir za­
görüldüğü üzere, taçkapıların yüksekliği ve derinliği değişkenlik gösterir. rafetle bezenmeye başladı. Özellikle türbe kubbelerinin süslemeleri epey
Ancak, dindışı yapıların cepheleri girintilerle bölünmüş değildir ve tek süs­ gelişmiş bir yaratıcılığın damgasını taşır. Tuğla mimarisinden alınan nervür
leme bezemeye dönük pencere gruplarıyla sağlanır. Süslü taş işçiliğinirı gibi biçimler ilk başlarda dosdoğru taşa aktarıldı. Daha sonraları nervürle­
standart repertuarı, taçkapıların duvarlarını bezeyen ve cepheler boyunca ri mukarnas konsollar boyunca uzatma, büyük ilmekler halinde düğümle­
yatay olarak uzanan hat sanatı frizlerini, nişlerdeki ve pencerelerdeki mu­ me ve bazen bükme yoluna gidildi. Bu desenler zamanla ince ağlar gibi
karnas tonozları, değişken dizili alacalı taşları (eblak), geometrik desenli kubbelerin üstünü saran zikzak çıtalara, birbirine örülü yıldız desenlere ve
kakma levhaları ve çiçek desenli taş oymaları kapsar. nihayet arınma sürecinin zirvesinde telkari çiçek arabesklerine dönüştü.
Memluk mimarisine özgü zengin mermer kaplamalar dahil taşa işlen­ Yüksek ve narin minareler aynı çeşitlilikte süs motifleriyle bezendi.
miş bezemeler dışında, tuğla mimarisinirı geleneksel süs unsuru alçı sıva Bu zengin mimari süslemeye, yapıların içinde bulunan oymalı, boyalı
Memluk döneminde de uzun bir süre önemli yer tutmaya devam etti. 1 3 . ve yaldızlı ahşap tavanlar, dolaplar ve kıvrık ahşap kafesler (müşrebiye) ek­
yüzyılın v e 1 4 . yüzyıl başlarının birçok yapısında gösterişli alçı sıva işleri­ lendi. Kahire'deki ortaçağ camilerinin ne kadar zengin ve debdebeli be­
ne rastlanır. Bunlar, taş cephelerin yukarısında kalan alanlar gibi geçiş ku­ zendiğine dair bir fikre varmak açısından, dinsel kurumları yaptıran kişile­
şaklarına, türbe kubbelerirıin iç ve dış tarafı gibi tuğladan inşa edilmiş ke­ rin bağışladığı sırlı resimle bezenmiş cam fanuslar, tunç şamdanlar, gümüş
simlere, ayrıca minarelere işlenirdi. Yapıların içinde öne çıkan mihrap, kakmalı Kuran mahfazaları, zarif kumaşlar gibi taşınabilir donanımların ve
kıble duvar, kemerlerin iç kavis kesimleri ve pencere çerçeveleri gibi yer­ daha birçok bezeme sanatı şaheserlerinin günümüzde uluslararası müze­
lerde de alçı sıva süsleri kullanılırdı. Ama 14. yüzyıl ortalarından itibaren, lerde saklandığını da göz önünde tutmamız gerekir.

M İ MA R İ 191
Şam: Eski bir kültür merkezinin gelişimi

Emevi hanedanının yıkılışından (750) sonra, Şam sıradan bir taşra kenti­
ne dönüşmüştü . Ancak Zengi ailesinden Nureddin Mahmud'un burayı
1 1 54'te işgal etmesiyle ve Haçlılara karşı direniş harekatının bir üssü gi­
bi kullanmasıyla yeniden bölgesel önem kazandı. Diğer Suriye kentlerin­
de olduğu gibi, tahkimatların modernleştirilmesi yüz yılı aşkın silahlı ça­
tışmalar boyunca asıl önceliği taşıdı. Kadim kent surları, eski sur kesimleri
kısmen bütünleştirilerek ve antik çağ taş blokları kullanılarak onarıldı ve
güçlendirildi. Kent kapılarının yerini de yeni yapılar aldı. Kentin kuzey­
batı kesiminde, eski bir ordugah alanında bulunan Hisar, 1 207'den itiba­
ren Eyyubilerce genişletilerek şimdiki boyutlarına çıkarıldı ve yönetim
merkezi haline getirildi. Kent merkezindeki imar çalışmaları sırasında,
kenti batıdan doğuya doğru kesen Decumanus Maximus, yani bugünkü
"Müstakim Sokak" gibi yollara dayanan eski yol şebekesinin ana eksen­
leri korundu.
Emevilerin yaptırdığı Cami-i Kebir yüzyıllar boyunca bir ibadet mer­
kezi ve ziyaretgah olarak kalmıştı. Bu cami ile Hisar arasında kalan alan
artık kentin <\na Müslüman mahallesine dönüşmüş durumdaydı; kuzey­
doğusunda bir Hıristiyan mahallesi, güneydoğusunda ise bir Yahudi ma­
hallesi yer almaktaydı. Nureddin Zengi (günümüzde bir tıp tarihi müze­
si olarak kullanılan) Maristanü'l-Nuri adlı ünlü hastaneyi iktidara geldiği
1 1 54'te Müslüman mahallesinde kurdu. Bunu Nureddin'in ve 1 1 86'dan
sonra yerine .geçen Eyyubilerin yaptırdığı bir dizi dinsel ve sivil kurum iz­
ledi: Nureddin Türbesi'nin yer aldığı Nuriyetü'l-Kübra Medresesi (1 167-
1 172), günümüzde hala kullanılan Büzuriye Hamamı ( 1 1 72'den önce),
yapımını Nureddin'in başlattığı ve Eyyubilerin 1 223/24'te tamamladığı
Maristanü'l-Nuri, Şam, 1 1 54 şa ettirdiği diğer yapıların mukarnas kubbele­
Bu taçkapıda yerel taş işçiliği geleneği ile Do­ ridir; sözgelimi, hastanenin koridorunu örten Adiliye Medresesi.
ğu tuğla işçiliği teknikleri buluşur. Taş yapının kubbeler lrak'taki emsallerine dayanır. İlk baş­ Bu kültürel refah döneminde kent kuzeybatıya, tahkimli surların dı­
kapı girişinin yukarısına, bir antik çağ üçgen ta tamamen bir ek süsleme sağlamak üzere ta­
şına doğru genişlemeye başladı. Daha kuzeyde, Kassiyon Dağı yamaçla­
alınlığının yanı sıra alçı sıva ve tuğla bir mukar­ şa aktarılan bu unsur zamanla gömme mukar­
nas yarım tonoz eklenmiştir. Bu yeni bezeme­ nas taçkapıya dönüştü. rında 1 1 59'dan sonraki yıllarda Kudüs'ün işgali üzerine Haçlılardan ka­
li taçkapı tipinin ilham kaynağı Nureddin'in in- çan Filistinliler için es-Salihiye adıyla yeni ve bağımsız bir mahalle
oluşturuldu. Burası ziyaretgahlarıyla ve kutsal mezarlarıyla antik çağdan
beri güçlü dinsel çağrışımlar uyandıran bir yerdi. Yerleşime açılmasıyla
birlikte Ömeriye Medresesi (13. yüzyıl başları) ve Muzafferiye Camisi
(1202/03) gibi yeni dinsel kurumların beşiği haline geldi. Mahallenin bu
çekiciliğine kapılan ruhban kesimden kişiler ve Eyyubi emirleri ile aile
mensupları camilerle, medreselerle ve daha küçük eğitim kurumlarıyla
(darü'l-hadis, darü'l-Kuran) bağlantılı türbeler yaptırdılar.
Suriye'yi 1 260'ta Mısır'a bağlayan Memluk yönetimi altında, Şam, im­
paratorluğun Suriye eyaletinin merkezi olma statüsünü korudu ve bir öl­
çüde ekonomik refahtan yararlandı; ama saltanat himayesinden belirgin
biçimde yoksun kaldı. Sultan Baybars (1 260-1 277) Şam'da gömülen tek
Memluk sultanıydı. Ölümünden hemen sonra oğlunun yaptırdığı türbe­
nin orantıları ve sanatsal ilhamı, aynı sokağın karşı tarafında bulunan Ey­
yubi Adiliye Medresesi'ne ( 1 223/24) dayanır.
Şam'ın kamusal yapıları geleneksel olarak taşla inşa edilirdi. Taşın ve
bezeme detaylarının teknik bakımdan kusursuzca işlenişi, Halepli yapı
ustalarının sürekli ve bazen güçlü etkisine işaret eder. Halep'ten getirti-

Şam'daki Baybars Türbesi nem İslam mozai klerine dayanır. Daha sonra­
1 277- 1 28 1 ları Memlük döneminin başlarında mozaikler
Türbenin iç mekanı altın mozaikten geniş bir ara sıra mihrapları bezemek için kullanıldı.
frizle bezenmiştir; frizde ağaçlardan ve süs Ama gayet acemice yapılmış perdahları bu
bitkilerinden oluşan bir manzara içindeki gös­ çapraşık bezeme tekniğinin gerektirdiği bece­
terişli yapılar tasvir edilir. Bu bezeme tarzı ya­ riye sahip ustaların artık kalmadığı izlenimini
kındaki Cami-i Kebir'de görülen erken dö- verir.

192 S URİYE , F İ L İ S T İ N VE M I S I R : EYYU B İ L E R , M E M LÜKLAR, H A Ç L I LA R


len ustaların belirli projelerde özel olarak çalıştırılmış olması muhtemel­
dir. Eyyubi ve erken dönem Memlük yapıları yüksek bir aşamayı temsil
eder; pürüzsüz ve sade bezenmiş cepheleri sıkıca örülmüş kesme taş
bloklardan oluşur.
Toplam 18 tane gömme taçkapının yapılmış olması tarihsel bakımdan
belirli bir önem taşır. Yapıların neredeyse tepesine kadar yükselen bu taç­
kapılar mukarnas düzenleriyle, yani örtüşen nişlere dayalı girintili desen­
lerle bezenmiştir. Mukarnas tonoz denen bu yeni bezeme biçiminin en
eski örneği Maristanü'l-Nuri'nin taçkapısıdır ( 1 1 54). Eyyubi taş ustaları
teknikte virtüözce bir ustalığa ulaşmış ve bunu Memluk yapı ustalarına
aktarmıştı. Farklı taçkapı tonozu tiplerinin iki seçkin örneği aynı sokağın
iki tarafında birbirine bakar: Adiliye Medresesi'nin (1223/24) ve Sultan
Baybars Türbesi'nin (1 227) girişleri. Adiliye Medresesi'nin bir çift küçük
ikiz mukarnas kubbenin yer aldığı bir gömme taçkapısı vardır; Sultan
Baybars Türbesi'nin taçkapısında ise mukarnas nişierinden yapılmış bir
bağdadi yarım kubbe yer alır.
Mimari süsleme Memluk döneminde (1 260- 1 5 17) daha gösterişli bir
hale gelmeye başladı. Eyyubi ve erken Memluk dönemlerinin çarpıcı öl­
çüde kütlesel yapılarıyla karşılaştırılınca, Memluk döneminin ortalarında
ve sonralarında inşa edilmiş yapılar küçük kesme taş bloklarıyla örülmüş
olmalarından ve eklenen girintili bezeme unsurlarından dolayı genellik­
le daha hafif görünür. Bu durum nispeten mütevazı külliyelerde özellik­
le belirgindir. Böyle yapılara değişken renkli taş dizilerinden (eblak), yu­
varlak ve elmas biçimli madalyonlardan, bezemeye dönük kemer
taşlarından ve çiviyazısına benzer yazıtlardan oluşan süslü cepheler zarif
biçimde giydirilmiştir. Aynı dönemdeki Kahire mimarisinin tipik bir özel­
liği olan cepheleri eklemlemeye yönelik girintiler sadece Efridüniye Med­
resesi 0 343/44) gibi istisnai örneklerde benimsenirken, Şam'ın son dere­
ce gelişkin taş süslerine özgü motifleri Kahire'ye yayıldı.
Nureddin'in büyük kamusal vakıflarıyla birlikte yeni bir yapı tipi dev­
reye girdi: Irak aracılığıyla İran'dan alınan haç biçimli ve dört eyvanlı kül­
liye. Maristanü'l-Nuri (1 1 54) bu üslubun en katışıksız somut örneğidir.
Daha sonra es-Salihiye mahallesinde kurulan ikinci önemli Eyyubi hasta­
nesi Kaymeri Maristanı'na (1 248/49) model oluşturdu . Bu şemanın uyar­
lanmış bir biçimini kullanarak inşa edilen medreselerde, sözgelimi Nu­
reddin Türbesi ve Medresesi (1 1 67-1 172) ile yine Nureddin' in yaptırdığı
Adiliye Medresesi'nde ( 1 172/73) kıble eyvanı yerini avlunun bir kenarı
boyunca uzanan kapalı bir namaz bölmesine bıraktı. Bununla birlikte, Ey­
yubi hanedanından Rabia Hatun için es-Salihiye'de yaptırılan türbe ve
medresede (y. 1 245) klasik dört eyvanlı düzen tercih edildi. Memluk dö­
neminde Şam'daki türbe ve medrese külliyeleri daha da küçüldü: Büyük
bir gömme taçkapıdan girilen bir koridorun her iki yanında yer alan kub­
beli bölmelerden biri türbe, diğeri ise medrese ve namaz bölmesi işlevi
görmeye başladı. Bölmeleri birbirine kenetleyen yapı unsuru, sokağa ba­
kan kesintisiz bir cepheydi. Bu küçük külliyelerin çoğu Hicaz'a giden yol
üzerindeki bir güney varoşu olan Midan mahallesinin anasokağında yer
almaktaydı. Yöre 14. yüzyılın başından itibaren Şam'ın gelişmeye açık bir
varoş merkezine dönüştü .

Emir Çakmak Medresesi, Şam, 1 42 1 leri egemendi. Cami-i Kebir'in kuzey taçkapı­
Dinsel kurumları yaptıran kişiler eski kentin sına yakın olan bu medresenin geçmişi Sultan
dar sokaklarındaki köşe başların ı tercih eder­ Hasan'ın 1 36 1 'de yapımı n ı başlattığı bir mek­
lerdi. Böylece iki yöne bakan cepheler daha tebe dayanır. Yapının güzel bezemeli yan cep­
görünür olmalarını sağlardı. Sokak köşelerine he gibi bazı kısımları tamamlanmıştı sadece.
bu külliyeler içinde yer alan türbelerin kubbe-

M İ MA R İ 193
sıncıyla kendi kendirıe müzik çalan bir tür org karşısında heyecana kapılmak­
tan geri kalmadılar. Sağ elinde bir cam kadeh, sol elirıde ise bir balık tutan
B ezeme S anatları mekanik saki onlara büyük keyif verdi. Makirıe balığın ağzından dökülen şa­
Almut von Gladil3 rapla dolan cam kadehi uzatarak, şarabı içecek kişirıin eline tutuşturuyordu.
El-Cezeri bu lüks oyuncakları münl1asıran saltanat ailesirıden müşteriler, böy­
le şeylere para ödeyebilecek maddi güce sahip kişiler için geliştirdi. İcatları
Eyyubiler ve Cezire emirleri döneminde sanatlar arasında değerli şeyleri saklamaya yarayan bir şifreli kasa da vardı. Mucidin
yaptığı diğer makineler daha yaygın ve pratik kullanıma dönük pompalar ve
Doğu Akdeniz ülkeleri baştaki akraba hanedanların bir arada tuttuğu ve or­ kuyu çıkrıkları gibi şeylerdi.
tak bir kültürün birleştirdiği tek bir siyasal birimdi. Dönemin vakanüvislerinin
bakış açısına göre, Eyyubilerin en soylu özelliği aralarında kavga etmelerine
Minyatür resim
rağmen, yenik hasımların boynunu bir kılıçla vurup bedenden ayırmanın ve­
ya bir ip dolayarak boğmanın yaygın olduğu bir dönemde birbirlerini öldür­ Bu dönemde minyatür resim, antik çağ yazmalarının sunduğu modellere da­
mekten kaçınma/arıydı. Bunun bir sonucu olarak, ailedeki erkek mensupla­ yanan kitap resirrıleme sanatının bir yan dalı olarak gelişti. Yunanlı hekim Ga­
rın sayısı kısa sürede bir düzirıeye kadar ulaştı. Onlara zamanla müttefik ya lenos'un popüler kurarrıları, özellikle de Panzehirler Kitabı tercüme edilirken
da bağımlı emirler de katıldı; bunlar Cezire bölgesini, yani Fırat ve Dicle'nirı minyatürlerle bezendi. Bunlar meşhur hekirrıleri bal, yılanotu, mürrüsafi, def­
yukarı çığırlarının geçtiği toprakları yöneten Zengiler ve Artuklu/ardı. ne yaprağı, beyaz biber, tarçın ve safrandan ya da bu malzemelerin bir seçki­
Salaheddin'irı biyografisini yazanların onaylar bir tuturrıla işaret ettiği gi­ sirıden tiryak olarak bilirıen her derde deva evrensel ilaçları hazırlarken gös­
bi, bu büyük sultan şahsi zevkler peşirıde koşmaktan uzak biriydi. Ne var ki, terir. İslam tıbbı 12. yüzyıldan itibaren büyüye dayalı tedavilerin yararlılığına
ardılları ve onların ittifak içirıde olduğu emirler kendi evlerine savurganca har­ gittikçe güvenmeye başladı. Doğal olgulara nasıl hükınedileceği kilit bir so­
camalar yaptılar, ayrıca sanat ve bilim dallarına büyük destek verdiler. Bu hi­ ruydu. Esrarengiz ölürrılerin vücuda zehrirı karışmasıyla ya da verilmesiyle
mayeden yararlananlardan biri de 1 2 . yüzyıl sonlarında Diyarbakır Artuklu sa­ açıklanması ender görülen bir tutum değildi ve devalara ilişkirı koleksiyonlar
rayında çalışan mühendis el-Cezeri'ydi (Ebu'l-İzz). Ünlü eseri el-Cami her hükümdarın kütüphanesinde temel bir yer tutardı. Zehirler üzerine biri
beyne'l-İlim ve'l-Amelü 'n-Nafi fi Sanatü 'l Hiyalirı girişinde, kendisine tevec­ l 199'dan, diğeri 1320'lerden kalına iki kitap günümüze ulaşmıştır. Dioskori­
cüh gösteren dönemin hükümdarlarını ve filozoflarını, onların ilgisinirı kendi­ des'irı şifalı bitkilere dair antik çağ eseri Materia medica'nın Arapça tercüme­
sirıi sıkı çalışma ve daha büyük başarılara ulaşma konusunda nasıl sinin birçok nüshası gibi, bu kitaplar da Cezire'nirı hattat odalarında yazılmış
cesaretlendirdiğirıi uzun uzadıya anlatır. nüshalardır. İçlerindeki figürlü resirrıler geç antik çağa ait modellerirı duyum­
El-Cezeri yaklaşık 50 icadı açıklayarak, çizimlerle ve karmaşık diyagram­ sallığını aynen taşır ve bazıları o dönemde İslam dünyası sınırlarının ötesirıde
larla birlikte bunların tasarımına ilişkirı ayrıntılı tarifler verir. Yarattığı makirıe­ gelişen Bizans sanatına özgü giyimi, uzatılmış orantılarla ve yaklaşımlarla yan­
lerin büyük bölümü saray camiasını eğlendirmeye yönelikti. Bu kişiler doğal sıtır.
olarak mekanik yasalarına en ufak merak duymamakla birlikte, ilgirıç çeşme­ 13. yüzyılda edebiyat eserleri de resimlerle süslenmeye başladı. Daha son­
ler, zamanın hareketli figürlerle gösterildiği saatler ve suyun yarattığı hava ba- raları Musul emiri olan Bedreddirı Lülü içirı Kitabü 'l-Agani adlı 10. yüzyıl güf­
te koleksiyonunun 20 ciltten oluşan bir nüshası daha 1218/19'da hazırlanmış­
tı. Ciltlerin başlık sayfaları metne ilişkirı resimler taşımaz; ama Panzehirler
Kitabı'nın saray sahnelerinde olduğu gibi, eseri hazırlatan kişiyi maiyetiyle bir­
likte gösterir. Günümüze ulaşan altı başlık sayfasının üçünde tiraz şeritler var­
dır; emiri adıyla anan yazılarla bezenmiş bu süs şeritleri yazma sahibinin kim­
liğini hiçbir lnışkuya yer bırakınayacak şekilde belirtme açısından olağandışı
bir unsurdur.

Metal, cam ve seramik işleri


Tıpkı Musul emiri gibi, Eyyubiler de içinde bulundukları ortamın şaşaalı ol­
masını isterdi. Büyük miktarda sanat ürünleri sipariş etıneleri metal işlemeci­
liğinin ve cam sanayisinirı gelişmesirıe katkıda bulundu. Kazılarda bulunan
gümüş kakınalı pirinç kaplar, mirıeyle ve yaldızla bezenmiş cam nesneler ha­
nedanın yaşam tarzındaki süzülmüşlüğe tanıklık eder. Bu kapların üstündeki
yazılar, hangi hükümdarlar için yapıldıklarını belirtir: II. el-Adil ile es-Salih
Necmeddirı için yaptırılan ve çapları 50 santimetreye varan derin pirinç leğen­
ler özellikle çarpıcıdır. Arılaşıldığı kadarıyla, iki kardeş sadece siyasal nüfuz
rekabeti içirıde değildi; en zengin süslü metal işleri toplama yönünde de bir

Kilidi şifreli bir fildişi kutu şınan çok sayıdaki hazineden biriydi. Kutu­
yarışa girmişlerdi. Saray şölenlerinde dolaştırılan leğen ve güğürrılerden olu­
Su riye, y. 1 200, nun ön tarafındaki şifreli kilidin, rakamları şan el yıkama takımlarının yanı sıra, sabunluklar, esans şişeleri, buhurdanlar,
Maastricht, Sint Servaas Kilisesi temsil eden Arapça harflerle donatılmış dört şamdanlar ve kalem kutuları en yaygın yaptırılan nesneler arasındaydı. Kitap
Muhtemelen bir Haçlı askerinin Sint Servaas kadranı vardır. El-Cezeri kitabında bu tür­
hazırlama ve bezeme sanatının gelişmesirıden alınan ilharrıla, bu nesneler de
Kilisesi'ne armağan ettiği bu fildişi kasa, Haç­ den bir şifreli kilidin tasarı m ı n ı anlatır.
lı Seferleri sırasında Doğu' dan Avrupa'ya ta- figürlü tasvirlerle bezenmeye başladı. Bu resirrılerdeki büyük duruluk çok-

194 S URİYE, FİLİ STİN VE M I S I R : EYY U B İ L E R , M EMLÜKLAR, HAÇLILAR


Solda: İbrik taşıyan uşak, el-Cezeri'nin
el-Cami beyne'l-f/im kitabından minyatür,
1 206, İstanbul, T opkapı Sarayı
El-Cezeri'nin ünlü eserinin günümüze ula­
şan en eski nüshası 1 206 tarihlidir ve
l 20'den fazla resim içerir. Bir el yıkama ma­
kinesine ilişkin bu tasarım, ibrik taşıyan bir
mekanik uşağı gösterir. Figürün göğsünden
çıkan su ibriğin içine akar. İbriğin tepesin­
deki kuş öttüğü zaman, su dökülür ve bir
peşkir ile ayna taşıyan diğer kolu harekete
geçirir. Peşkir ile ayna kullanılıp yerine ko­
nunca, kol geriye çekilerek özgün konumu­
na döner.

Sağda: Panzehirler Kitabı'nın başlık


sayfası
Kuzey I rak, 1 3 . yüzyıl ortaları, Viyana,
Avusturya Ulusal Kütüphanesi
Galenos'un Panzehir/er Kitabı'nın bu nüsha­
sının başlık sayfasında, yazmayı hazırlatan
kişi bir ziyafette ev halkıyla birlikte görülür.
Üst panoda bir yaban hayvan avının evrele­
ri, alt panoda ise saray kadınlarının develer
üstünde gelişi tasvir edilir. Kadınlar sıkıca
örtünmüş olmakla birlikte, siyah badem
gözleriyle şenliklere bir bakış atmaktan ge­
ri durmazlar. Bu sahnelerin yatay frizler ha­
linde düzenlenmesi antik çağ modellerine
dayanır.

Aşağıda: İbrik, Şam, 1 259 yin bin M u hammed adlı b i r usta tarafı ndan renkli kakmaları kullanmanın bir sonucuydu. Metal zemini oyarak ya da ka­
yükseklik 34 cm, Paris, Louvre Müzesi yapılm ıştı. Hayvan motifi frizlerin ve gümüş zıyarak çizilen bir motife, daha sonra ayrıntılı işlemelerin eklenmesine elvere­
Şam'ın son Eyyubi Emiri Salahaddin Yusuf un kakmalı arabesk madalyonların eklenmesi
cek kalınlıkta levha gümüşler kakılırdı.
adını taşıyan bu ibrik l 259'da Musullu Hüse- yazıları daha da öne çıkarır.
Resimlerdeki en önemli tema her zaman yanına yaklaşılamaz bir üstün­
lük halesiyle tahtında otururken gösterilen hükümdardır. Ona bir şeref kıtası
ya da müzisyenlerden ve işret düşkünlerinden oluşan bir topluluk eşlik eder.
İslam'ın şarap yasağına aldırmaz bir tavırla maşrapasını havaya kaldırmış hal­
de tutar. At sırtında dolaşırken, avlanırken, tehlikeli av hayvanlarıyla ve hatta
bazen efsanevi canavarlarla boğuşurken görülür. Tasvir edilen serüvenler hü­
kümdarın kendisine yakıştırdığı doğaüstü güçleri akla getirir; ilahi dünya dü­
zeniyle tam uyumlu bir yönetim sergilediğini öne süren hükümdarın meşru­
iyetini vurgulamak için gezegen ve burç sembolleri kullanılır. II. el-Adil ve
es-Salfü Necmeddin kardeşlere ait örnekleri de kapsayan birçok leğenin iç kıs­
mında eşmerkezli halkalar halinde tasvir edilen burçlar semanın suya yansı­
dığı gibi bir yanılsama yaratır.
El-Kamil için 1225'te yapılan gümüş kakmalı ve 48 takımyıldızlı bir gök
küre günümüzde Napoli'deki Capodimonte Müzesi'nde yer alır. Bu eser orta­
çağda hükümdarların sürekli karşılaştıkları krizlerle başa çıkmak için başvur­
duğu astrolojiye dönük büyük ilgiye tanıklık eder. El-Kamil'in Haçlılarla barış
görüşmeleri yürüttüğü sırada, kardeşi el-Eşref altından bir yıldız evini II. Fri­
edrich'e armağan olarak sunmuştu. Kutsal Roma-Gennen imparatorunun ast­
ronomiye inancı en az aynı dönemin İslam hükümdarlarınki kadar güçlüydü.
Şam'daki süslü kaplar ve sofra takımları yapan kakma ustaları, Dicle Ir­
mağı kıyısındaki Musul kentindendi. Zengi Emiri Bedreddin Lülü döneminde
Musul'un ekonomisi canlı bir gelişme gösterdi. Bu hükümdarın adını taşıyan
beş parça yemek takımı günümüze ulaşmıştır ve bir tanesi kızlarından birinin
çeyizi için yaptırdığı muhteşem bir servis tabağıdır. Tabakta bulunan 36 tane
figürlü madalyon kabul törenlerini, saray eğlencelerini, gezegen sembollerini
ve burç işaretlerini tasvir eder. Bu konu çeşitliliği muhtemelen saray yaşamı­
nın bütün veçhelerini işlemeye ve hükümdarın geleneksel erdemlerini sergi­
lemeye yönelikti.

195
Söz konusu tabak şimdi British Museum'da sergilenen ibriğin yapıldığı gaverlik sahnelerinirı ve Yeni Ahit'ten alınma motiflerin bir arada olmasıyla
atölyeden çıkma bir üründür. Üstündeki yazılarda üretildiği yılın (1232) ve ye­ dikkat çeker.
rin (Musul) yanı sıra, üretimden sorumlu usta olarak Şüca bin Menaa'nın adı Cam sanayisi bölgenirı eski cam üfleme geleneklerinden yararlanarak
yer alır. Musul metal işlemeciliği kısa bir sürede Cezire sınırlarının ötesine ta­ Doğu Akdeniz ülkelerinde giderek gelişmeye başladı. Eski bezeme teknikleri
şan bir şöhrete ulaştı. Coğrafyacı İbn Said'in 13. yüzyıl ortalarında belirttiğine de 12. yüzyılda canlandı. Bu tekniklerden biri, mat cam liflerinirı bir cam ka­
göre, kakma işlemeli kaplar bütün Doğu Akdeniz'in hükümdarlık: saraylarına bın etrafına sanlması ve ardından özel bir aletle bastınlarak yüzeye yapıştırıl­
girdi. Aynı dönemde ustaların sayısının talepten daha hızlı artması, bazılarını masıydı. Bazen kıvnmlı ya da tüye benzer desenler yaratmak üzere lifleri "sü­
iş bulmak için başka kentlere göç etmek zorunda bıraktı. Bunlar Musul köken­ rükleme" ya da "tarama" yoluna başvurulurdu. Beyaz ve koyu kırmızı ya da
li olduklarını ve orada yetiştiklerini belirten "el-Musuli" lakabını kullanmaya siyah gibi kontrast oluşturucu renklerin kullanıldığı durumlarda, bu basit tek­
büyük özen gösterdiler. Yüz yıla yakın bir dönem içinde çalışan yaklaşık 30 nik bardaklara, küre biçirrıli vazolara ve esans şişelerine incelikli bir görünüm
ustanın imzalan saptanmıştır. verirdi. Haçlıların 1124'ten itibaren yönettiği kıyı kenti Sur, köklü bir geçmişe
Şam'ın dışında, Kahire de bir zanaat merkezi olarak önem kazandı. Ku­ sahip Yahudi ustaların yaptığı cam işleriyle ünlüydü. Yaygın biçimde tanınan
düs'te bile atölyelerin bulunduğu sanılmaktadır; kazılarda bulunan bir kadeh­ bu ürünler büyük miktarlarda ihraç edilir ve bazen Kuzey Suriye'deki Halep
teki yazıda, Kutsal Kabir Kilisesi'nirı bir rahibi tarafından sipariş edildiği belir­ kentinde İslam dünyasının 1200 dolaylarında geliştirdiği mirıeyle ve yaldızla
tilir. Bazı metal işleme parçalarındaki Hıristiyan temalar, ustaların bir kaplama teknikleri kullanılarak bezenirdi.
bölümünün Hıristiyan olduğu izlenimini vermektedir. O dönemde Kuzey Irak Halep ve Şam'ın Eyyubi Emiri Salahaddin Yusuf önemli bir sanat hamisiy­
ve Kuzey Suriye'de etkili Hıristiyan azınlıklar vardı. Washington'daki Freer Ga­ di ve zanaat üretimine kararlı bir destek verdi. Şimdi Kahire'deki Arap Sanatı
lerisi'nde yer alan büyük bir hacı şişesinde, bazıları taşıdıkları buhurdan, kut­ Müzesi'nde b;ılunan zarif bir şarap sürahisindeki yaldızlı yazıda onun adı yer
sal emanet, İncil nüshası gibi nesnelerden tanınan bir dizi azizin resmi, bir Ba­
kire Meryem ve çocuk resmi, aynca İsa'nın doğumuna, İsa ile havarilerin
Kil sfenks, Suriye, 1 3 . yüzyıl başları, sırlı lunmuştur. Kanatlar ve kuyruk ana gövdeye
Tapınak'taki buluşmasına ve İsa'nın Kudüs'e girişine ilişkin tasvirler görülür. kil, yükseklik 38 cm, Kopenhag, sadece küçük m i llerle bağlı d ı r. Yine Rak­
Aynı şişe Müslüman üst sınıfların zevkine hitap edecek şekilde düzenlenmiş David Koleksiyonu ka'da bulunan horoz ve süvari figürleri gibi,
Bir kalıp içinde sıkıştırı larak dökülen ve çok­ bu sfenks de çörten olarak kullanılmak üze­
bir cengaverlik frizi de taşır. IX. Louis'nin 1249'da öncülük ettiği Haçlı Seferi
renkli bir sırla bezenen kil sfenks, çömlekle­ re yapılmıştı.
sırasında öldürülen Eyyubi Sultanı Necmeddin'e ait muhteşem leğen yine cen- riyle ünlü Kuzey Suriye kenti Rakka'da bu-

Cam maşrapa, Halep, 1 3. yüzyıl sonları, Malzeme değerinin önemsizliğinden dolayı


yükseklik 1 9 cm, New York, Metropoliten pek muteber sayılmayan cam işlerinde adlar
Müzesi ve unvanlar nadiren yer alır. Dolayısıyla bu
içki içmek için kullanılan bu cam maşrapada, maşrapan ı n geç Eyyubi dönemine mi, yoksa
kadeh tokuşturulan şenlik sahneleri ve met­ Memluk dönemine mi ait olduğu kesin sap­
hiye yazıları dönüşümlü olarak birbirini izler. tanamamıştır.

196 S U R İ Y E , F İ LİSTİN VE M I S I R : E YY U B İ L E R , M E MLÜKLAR, HAÇLILAR


Seramik kase, Suriye, 1 3. yüzyıl, ulaşılan inceliğin bir örneğidir. Çokrenkli sera­ Seramik kase, Suriye, y. 1 200, Kopenhag, pigmentlere bakılırsa, bu parça çok değerli ol­
Kopenhag, David Koleksiyonu mik üretimi bu zanaatın merkezi konumunda­ David Koleksiyonu malıdır. Böyle ürünler Orta Suriye'de elde
Gövdesi at, başı ve omuzlar ise insan biçimin­ ki Kuzey Suriye kenti Rakka'nın l 259'da Mo­ Bu seramik kase günümüze ulaşan az sayıdaki edildikleri kazı alanından dolayı Teli Minis se­
de bir efsanevi yaratık olan kentaur tasviriyle ğollar tarafından istila edilmesine kadar sürdü. insan tasvirli örneklerden biridir. Tasvirde za­ ramiği olarak bilinir. Burada bir mağarada sak­
süslenmiş bir seramik kase. Bu güzel eser Ey­ rif arabesklerle çevrili halde tahtında oturan lı 1 00 kadar kase bulunmuştur. Bu örneğin
yubi döneminde seramik kapları boyamada bir hükümdar görülüyor. Kullanılan metalik bölgedeki bir yerde yapıldığı sanılmaktadır.

alır. Ana gövdesinin yüksekliği 32 santimetre olan bu sürahi, yaldızlı arabesk­ siz bir altın parıltısı yaratan metalik pigmentlerle bezendi. Bu teknik Mısır'da
lerle bezenmiş bir dizi kırmızı mineli madalyon taşır. Erken dönem Eyyubi süs­ iki yüzyıl boyunca gelişti ve ardından 12. yüzyıl sonlarında Suriye'de yayıldı.
lemeleri genelde yalındır ve figürlü tasvirler ancak Eyyubi döneminin sonuna Aynı sıralarda, sırlama işleminden önce boyama yöntemi yaygın hale gelme­
doğru belirmeye başlar. Bu tasvirlerde kalın ve renkli mineyle işlenmiş saray ye başladı ve izleyen dönemde zarif İslam seramiklerine damgasını vurdu. Ku­
sahnelerine eşlik eden arabesk ve hayvan frizleri zarif yaldızlı kaplamanın ör­ zey Suriye kentlerinde Rakka zengin mavi, yeşil, siyah ve ara sıra kırmızı ton­
nekleridir. Mineyi işlemek için, renkli bir cam macunu renksiz ya da bal renk­ lara sahip akışkan çizgilerle ayırt edilen benzersiz bir boyama üslubunun
li bir cam kabının yüzeyine sürülür ve fırınlanarak sabitleştirilirdi. Ardından beşiği haline geldi. Renksiz sırlann kullanılması bu renklerin parlaklığını daha
öğütülerek toz haline getirilmiş altın bir boya katmanı halinde sürülürdü. Bu da yoğunlaştırırdı. Alternatif bir yöntem de sırlama öncesindeki siyah boyaya
yaldız düşük sıcaklıkta camla kaynaştırılırdı. İmalat sürecine başta bir cam atöl­ daha büyük derinlik kazandırmak üzere saydam mavi ya da turkuaz-yeşil sır­
yesi ve kaplan bezeyen zanaatkann atölyesi olmak üzere çeşitli kuruluşlar ka­ ların kullanılmasıydı.
tılırdı. Kuzey Afrikalı bilgin İbn Haldun 0332-1406) fırtınalı bir siyasal yaşamın
Süreçte yer alan ustalann bazen adlannı yazarak imza atması nedeniyle, ardından, Oran yakınındaki ıssız bir malikanesine çekilerek, evrensel tarihine
kakma işlemeli mallann üretiminde de benzer bir işbölümünün varlığını kuramsal girişi yazmaya koyuldu. Kentlerin ve pazarlann yükselişi konusun­
görmek mümkündür. Kahire'deki İslam Sanatı Müzesi'nde bulunan bir şam­ da, Eyyubilerin ve Cezire emirlerinin yönetimi altında zanaatın gelişimi açısın­
danda bakırcı Hacı İsmail'in ve Musullu Suga ustanın yanında çalıştığını belir­ dan son derece geçerli olduğu söylenebilecek bir çerçeveyi ortaya koydu. Ya­
ten kakmacı Muhammed bin Fettah'ın imzalan yer alır. Suga başka eserlerinin kın dönemde refaha kavuşmuş olan bir toplumsal tabakanın varlığını ve üst
yanı sıra 1232'de Musul'da yaptığı bir ibrikle de ünlüdür. sınıfları taklide dayanan debdebeli yaşam tarzına dönük arzusunu saptadı. Bu
Eyyubi dönemi seramikleri Rakka, Halep, Hama ve Teli Mirıis gibi Suriye "yeni zengin" kentliler giderlerini sadece temel ihtiyaç mallanyla
kazı alanlannda ortaya çıkan buluntular sayesinde iyi bilinmektedir. Farklı se­ sınırlamayarak, güzel kaplar ve sofra takımları, kibar giysiler, enfes mücevher­
ramik malzemelerinin bir araya getirilmesi İslam çömlekçiler.inin bir buluşuy­ ler satın almaya ve hizmetkarlar tutmaya daha fazla para harcamaya yöneldi­
du. Bunlarda beyaz kilin yanı sıra ince öğütülmüş kuvarsın ve alkalik kanşı­ ler. Ustalara ve sanatçılara itibar kazandıran kaliteli ürünler gittikçe daha de­
mın büyük miktarda bulunması, kaplann renk, zarafet ve sertlik açısından sert ğerli ve pahalı hale geldi. Böylece artan güven duygulannı sadece metal
macunlu Çin porselenlerine benzemesini sağlardı. Bezeme yöntemlerinde de kaplara değil, diğer zanaat işlerine de imza atarak dışa vurmalan bizim için hiç
bir değişim ortaya çıktı. Pahalı sırlı eşyalar fırınlama işleminden sonra benzer- de şaşırtıcı değildir.

B E ZE M E SANATLARI 197
Solda: Ebu Zeyd Semerkand Camisi'nin rinde gösteriyor. Elini havada tutuş şeklir
minberinde, Hariri'nin Makamat'ından min­ cemaate vaaz verdiği anlaşıl ıyor. Siyah giy
yatür, Kahire. Viyana, Avusturya Ulusal Kütüp­ ve siyah bayrak 1 26 1 'den beri Kahire'de

e'-
' hanesi. Makamat'tan alınma bu minyatür Ebu
Zeyd'i resim çerçevesinin yukarısında yükse­
len kubbesiyle Semerkand Camisi'nin m inbe-
ran Abbasi halifesine bir göndermedir.
muhteşem yazma Kahire'deki Memluk s;
için hazırlanmıştı.

Yukarıda: Ut çalan kadın, Hariri'nin kaldırmış olan Ebu Zeyd solda yer alıyor.
Makamat'ından m inyatür, Viyana, dönemde içki fuhuşla yakından bağlantılı)
Avusturya Ul usal Kütüphanesi Bu resmi etkileyici kılan şey, figü rlerin k
Bu minyatür bir meyhanede erkeklerin ut ça­ kompozisyonu ve parlak renklerdir.
lan bir kadınla cilveleşmesini gösteriyor. Ah­
bapları gibi elindeki şarap maşrapasını havaya

onlara eşlik eden altın ve gümüş kakmalı sandıklar, rahleler ve mahfaza]


Memluk döneminde bezeme sanatları
dinsel yapılarda gerçek birer hazineye dönüştü. Kahire ve Şam'daki başlı
Eyyubi yönetimi altındaki emirliklerin gevşek birlikteliğinin aksine, Memluk yazma dairelerine Mezopotamya'dan gelen gezgin tezhip ve hat ustalan y<
imparatorluğu Kahire'den yönetilen bir merkezi devletti ve sultanlık sarayı sa­ dımcı oldu. Geçmişi son Bağdat halifesinin hattatı Yakut-ı Mustasımi'ye kad
nat ve zanaat dallannın en önemli hamisi konumundaydı. ilk Memlük sultan­ inen Bağdat ekolü en yüksek itibara sahipti. Kuran'ın başına ve hatta her s
lan daha önce Eyyubilere ait olan hazineleri de ele geçirdi. Bunlardan biri Sa­ renin başına muhteşem süslü sayfalar yerleştirildi. Birçok örnekte hattat -
lahaddin Yusuf için yapılan ve daha sonraki bir yazıta göre, Baybars'ın şarap tezhipçi adlannın yer alması, bu işin uzmanlık niteliğini gösterir. En ünlü tE
mahzeni için el konan muhteşem kavanozdu. Moğollar ve Haçlılar karşısında bip sanatçılan, evrenin temel düzenini yansıtmak üzere çokgen alanlarla çe
elde edilen zaferlerden sonra, iktidar ve ihtişamı sergilemeye, ayrıca yüksek rili büyük yıldızlara dayalı dolaşık geometrik desenleri kusursuz bir düze
kaliteli eşyalar üreterek üst sınıflann şatafatlı bezeme arzusunu tatmin edebi­ çıkarmış olan Sandal adlı ustanın ekolünden gelenlerdi.
lecek zanaat dallannı geliştirmeye yönelik büyük çabalar gösterildi. Zamanla Kahire ve Şam arasında en görkemli Kuran yazmalannı hazır]
ma konusunda bir rekabet ortaya çıktı. Suriye'de Sultan Eşref Şaban (13E
1376), annesi Hande Bereket ve güçlü emirleri için Kuran nüshaları yazılı
Kitap bezeme sanatı
Bu yazmalann birçoğu zengin tezhipleriyle olağanüstüdür; bazılannın sayJ
Gördükleri eğitimden dolayı, Memlüklann çoğu İslam'ın ateşli savunucularıy­ lan bir metreye varan genişliktedir. Böyle büyük boyutlar Kuran-ı Kerim
dı. Camiler, medreseler ve hangahlar kurarken, yeni yapıları gereğince donat­ önemini vurgulamanın yanı sıra, yazmaları hazırlatan kişilerin statüsünü '
mak için büyük miktarda para döktüler. Daha Eyyubi döneminde yeni med­ ortaya koyardı. Saltanat sarayı için edebi eserler de renkli minyatürlerle be2
reselerin kurulmasıyla birlikte Kuran nüshalanna dönük talep artmıştı. Ancak, nirdi. 12. yüzyıl başlannda Irak istihbarat teşkilatını idare eden Hariri'nin .M
önceki kuşaklardan devralınan kütüphane stoklannın birçoğu bu dönemde kamat adlı eserinin iki muhteşem nüshası günümüze ulaşmıştır. Eğlenceli ı
yok oldu. Örneğin, bir Hıristiyan rahibin ilk Kuran yazmalannı bulmuş teliğiyle büyük rağbet gören ve zengin resimli nüshaları sayesinde popüla
olduğu ünlü Trablus kütüphanesi yanarak küle dönmüştü. Memlüklar dinsel tesi yayılan Makamat, dünyevi zevklere düşkün bir kurnaz adam olan ve n

kurumlara bağışlarda bulunurken, resmi tilavetlerde kullanılmak üzere bir ya rede olursa olsun her zaman tuttuğunu koparmasını bilen Ebu Zeyd'in başı

ıi ı 1 da birkaç cilt halindeki Kuran yazmalanna da yer verdiler. Bu yazmalar ve dan geçen serüvenleri anlatır. Kahire'deki sultanlık sarayı için 1 334'te haz

lı 1
1
1
198 SURİYE, F İ L İ ST İ N VE M I S I R : E YYU B İ L E R , MEMLÜKLAR, HAÇLILA R

t
lanmış olan yazmada 70 minyatür yer alır. Figür üslubundaki geniş varyas­ Cam ve metal işleri
yonlar, bu minyatürlerin bir sanatçı heyetince yapıldığını düşündürür. Buna
karşılık, 1337 tarihli nüshada yer alan eserlerin hepsi Şamlı hattat Gazi bin Ab­ Memluk üst sınıflarının büyük çaplı imar projeleri, bezeme sanatları açısın­
durrahman'ın eseridir. dan bir altın çağı açtı. Camiler onlarca metal şamdan, kandil ve camdan fa­
Menafiü 'l-hayevan'ın günümüzde Royal Escorial Kraliyet Kütüphane­ nusla aydınlatılırdı. Yuvarlak gövdeleri ve huni biçimli boyunları olan asma
si'nde bulunan zengin resimli nüshası Şam'da yapılmıştı. Bu risalenin yazan fanusların yüksekliği genellikle 35 santimdi. Burılar yaldızlı ve mineli desen­
aslen Musullu olmakla birlikte ömrünün çoğunu Suriye'de geçiren ve Şam'da­ lerle bezenirdi. Boyun kısmında çoğu kez Kuran'ın Nur suresinden bir ayet
ki Emevi camisinde hocalık yapan bilgin İbnü'l-Durayhim el-Musuli'dir. Aris­ (24:35), gövde kısmında ise vakfı kuran kişinin adı yer alırdı; hatta bulun­
toteles'in Historia animalium (Hayvanların Tarihi) kitabına dayanan 1354 ta­ duğu yüksek makama hürmeten bazen kişinin arması basılırdı. Hanedan ar­
rihli eserinde, hayvanları evcil ya da vahşi dörtayaklı yaratıklar, kuşlar, balık­ macılığı Haçlı askerlerinin taşıdığı armalar karşısında duyulan hayranlığın
lar ya da böcekler şeklinde sınıflandırır. Atlara verilen özel değer, binicilik sa­ bir sonucu olarak yaygınlaşmış, İngiltere'den aslan, Fransa'dan zambak ve
natı ve at sırtında dövüşme üzerine sayısız monografiye de yansır. Sultan Na­ Germen İmparatorluğu'ndan kartal figürü alınmıştı. Memluk sultanları 14.
sır Muhammed'in sarayında hizmet veren baytar ve baş seyis Ebubekir bin yüzyıldan itibaren hat sanatıyla adlarının işlendiği bir arma kullanma yolu­
Bedr'in yazdığı bir kitap, süvariler için idman talimatları içerir; aynca mızrak, na gittiler. Devlet görevlileri ise geçmişte sarayda hizmet verirken yerine ge­
pala, ok ve yay idmanlarına, muharebe düzeninde geçit törenine ve çevgen tirdikleri işlevlere göndermede bulunan amblemler taşırdı: silahtar (pa­
oyununa yönelik atçılık gösterisi kurallarına yer verir. la/yay), saki (kase), çeşnici (peçete), katip (kalemlik), çevgen sopacısı
Memluklar silaha çok düşkündü. Geç Memluk döneminden kalma miğ­ (çevgen sopası).
ferler, kılıçlar, baltalar ve sancaklar bunu gösterir. Sultan Baybars'ın kullandı­ Şam ve Kahire arasında cam yapımı alanında büyük bir rekabet vardı.
ğı koni biçimli bir demir miğferin siperi ve boyunluğunda altın varaklı yazı­ Tarihçi el-Ömeri'ye göre, Şam'dan gelen yaldızlı lüks mallar sadece Suri­
lar yer alır. Gümüş ışıltılı çelik yüzeyleri altınla bezenmiş olan savaş baltala­ ye'de değil, Mezopotamya ve Anadolu' da da büyük ilgiyle karşılanırdı. Sul­
rından bazıları Sultan Kayıtbay'ın adını taşır. Geleneksel iktidar sembolü olan tan Kalavun döneminde, birçok usta yeni başkent Kahire'ye yerleşerek, ka­
kılıçlar en ince ayrıntılara kadar bezenirdi. 1501'de sadece dört ay başta ka­ lıplaşmış cami fanusu biçimini geliştirmeye çalıştı. Eyyubi döneminde
lan Sultan Tumanbay'ın boynuz kabzalı, gümüş siperlikli ve çelik ağızlı bir kı­ olduğu gibi, pahalı cam işleri kamusal yapıların yanı sıra zengin şahısların
lıcı vardı. Işıltılar saçan desenli yüzeyleriyle "Şam çeliği" olarak ünlenen efsa­ evlerinde de kullanılırdı. Yukarı Mısır'ın taşra kasabası Kus'ta bulunan yal­
nevi kılıç demirlerinin gerçekten Şam'da mı işlendiği, yoksa kentin sadece bu dız ve mine bezemeli bir esans şişesi, çalgıcıların ve içkicilerin tasvir edildi­
ürünlerin ticaretinde önemli bir merkez mi olduğu hala açıklığa kavuşmuş de­ ği figürlü sahneler arasına arması yerleştirilmiş bir yerel valinin adını taşır.
ğildir. Tumanbay'ın kılıcının keskin ağzı baştan aşağı yaldızlı bir yazıyla kap­ Esans şişesi, sürahi ve içki kadehi gibi kapların bezenmesinde kullanılan te­
lıydı ve bu yazı sultanlar için söylenmesi adetten olan "Zaferi şanlı olsun" du­ malar, üst sınıfın boş zamanları eğlenerek geçirmekten hoşlandığını açıkça
asıyla bitmekteydi. gösterir. Arabesklerin ve örgülü desenlerin rağbet görmesi bu döneme rast­
lar; bir kabın su koymak için kullanıldığını belirtmek üzere bazen bu de­
senlere bir balığın işlendiği görülür. Lizbon'daki Gülbenkyan Koleksiyo­
nu'nda olağanüstü büyük bir cam kadeh ayağı, üstündeki ustalıklı

Solda: Cam şişe, Suriye, y. 1 300, Berlin,


lslam Sanatı Müzesi
Mineli ve yaldızlı camın şöhreti üretildiği
yerlerin ötesine taşmıştı. Özenli bir oymay­
la ve zengin renklerle işlenen bu şişe, Mem­
'
ı a k cam yapımında ulaşılan yüksek düzeyi
yansıtır. Gövdedeki tasvirde dörtnala at sü­
ren ve içlerinden biri çevgen sopası taşıyan
1 2 süvari yer alır. Tekrarlanan beş yapraklı
gül bezeği, şişenin Yemen'deki Resuli hü­
kümdarlarından biri için yapıldığı n ı gösterir.
Yemen sancağın ı n arması beyaz zemin üs­
tünde bir kırmızı güldü.

Sağda: Asma fanus, Kahire, 1 4. yüzyıl


başları, Berlin, lslam Sanatı Müzesi
Su ltan Nasır Muhammed'in adı n ı taşıyan bu
cami fan usunun boyun kısmında Kuran'ın
Nur suresindeki bir ayetten (24:35) alıntı
yer alır: "Allah göklerin ve yerin nurudur.
Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir
hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam
fanus içinde. Fanus sanki inci gibi parlayan
bir yıldız." Fanus yaldızlı zemin üstünde ma­
vi m i neden bir hat sanatı friziyle ve mavi mi­
neli zemin üstünde bir yaldızlı methiye yazı­
sıyla bezenmiştir.

199
Buhurdan, Kahire, y. 1 320- 1 330,
yükseklik 3 6 cm, Londra, Nuhad Es-Said
Koleksiyonu
Bu süs buhurdanı Sultan Nasır M u ham­
med'i öven bir yazı ile zengin altın ve gü­
müş kakmalar taşır. Saray şenliklerinde
yakılan egzotik tütsüleri doldurmaya ola­
nak verecek şekilde tasarlanmış açılıp ka­
panır bir kapağı vardır.

Kuran sandığı, Kahire, 1 4. yüzyıl başları, pirinç levhalarla kaplıdır. Kilidin üstünde Sul­ Çelik ayna, Suriye, y. 1 3 30, İstanbul, dan adının Alaeddin olduğu anlaşılan bir ileri
Berlin, İslam Sanatı Müzesi tan Nasır Muhammed için b i rçok iş yapmış Topkapı Sarayı gelenin unvanını içerir. Bu kişi muhtemelen
Kuran'ın 30 ciltlik bir nüshası nın konduğu bu iki usta olan Muhammed bin Sungur el-Bağ­ Alışılmamış ölçüde büyük olan bu çelik ayna­ Halep'i l 338'e kadar yönetmiş olan Altınbo­
ahşap sandık, Kuran ayetlerinin yanı sıra al­ dadi ile Hacı Yusuf un adları yer alır. nın 1 2 burç işaretiyle bezenmiş olması, aslın­ ğa'dır. Kakma gümüş üstündeki ince oyma
tın ve gümüş kakmalı arabesklerle bezenmiş da pratik kullanıma dönük nesneye daha bü­ d etayı, aynanı n Muhammed adlı b i r usta ta­
yük bir önem kazandırır. Merkezden dışa rafı ndan yapıldığını belirtir.
doğru açılan yaldızlı yazı, ortadaki madalyon-

bezemeden dolayı bir sürü cam işi arasında öne çıkar. Canlı renklerle bo­
yanmış çok sayıda kuş bir şelalenin yukarısında uçarken görülür; kavgaya
tutuşmuş bir ördek ve kartal da aralarında yer alır. İlhanlı etkisine işaret
eden bir motif olarak, he psinin yukarısında bir zümrüdüanka süzülür.
Metal eşya Şam ve Kahire'nin yarıştığı bir başka alandı. Musul'dan ge­
len ustalar sayesinde her iki kentte de kakmacılık son derece gelişmişti. Ka­
hireli zanaatkarlar bir zamanlar Şam'daki Eyyubi sarayında çalışmış olan Hü­
seyin bin Muhammed el-Musuli'nin oğulları Ali ve Aluned'den güçlü
biçimde etkilendiler. İbnü'l-Zeyn'in bu sanatın en büyük ustası olduğu söy­
lenir. Eserlerinden günümüze ulaşan örnekler, saray sahneleriyle bezenmiş
küçük bir tabaktan ve büyük bir leğenden ibarettir. Leğenin bütün iç yüze­
yi balık, denizyılanı, ördek gibi su hayvanlarının yer aldığı yazılarla kaplı­
dır; bu süsler leğeni canlılığıyla servet ve bolluk vaat eden masalımsı bir gö­
le çevirir. Bu yeni su sembolizminin yanı sıra, astrolojik işaretler de
çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Aslında, batıni konulara dönük in­
celemelerin gelişmesiyle birlikte astrolojik büyü daha da yaygınlaşmıştır.
Hastaların bakımında kullanılan sade pirinç kaselerinde, Yemen hükümdar­
ları ve Kıbrıs kralları için yapılmış gösterişli ihraç mallarında burç resimleri
yer alır. Çelikten ya pılmış olan ve günümüzde Topkap ı Sarayı'nda bulunan
büyük bir el aynası, zengin gümüş ve altın kakmalarla kaplıdır ve 12 bur­
cun timsalleriyle bezenmiştir.
Nasır Muhammed için ya pılmış olan büyük leğenlerde yeni ve figürsüz
bir üslup görülebilir. Bu sultana göndermede bulunan yaklaşık 30 metal iş­
leme parçası arasında muhteşem bir buhurdan da yer alır. Buhurdanın or-

200
tasındaki madalyondan ışınlar gibi çıkan altın kakmalı methiye sultanlığın
karizmatik gücünün grafik bir görüntüsünü yansıtır. Sarayda kullanılan tö­
rensel nesnelerin desenleri, camilerde bulunan ve İslam şeriatının öngördü­
ğü biçimde hat sanatının damgasını taşıyan donanımlara dayanırdı. Yazılı
frizlerin yanı sıra zarif nilüfer çiçekleri ve şahane arabeskler, Nasır Muham­
med'den sonraki sultanlar döneminde üretilen Mısır eserlerinin tipik özelli­
ğidir. Buna karşılık, 14. yüzyıl başlarında Hama emirliğini yöneten son Ey­
yubi hükümdarı, tarihçi ve coğrafyacı Ebu'l-Fida İsmail'e ait kalemlik
belirgin geometrik desenler taşımasıyla ayırt edilir. Kakma sanatı 1 5 . yüz­
yılda ekonomik kriz ve değerli metal kıtlığı yüzünden bırakıldı. Bunun ye­
rine, metal ürünleri, hat sanatı frizlerini arabesk ya da örgülü desenlerle bir­
leştiren oyma tekniklerini kullanarak bezeme yoluna gidildi. Dindarlığıyla
tanınan Sultan Kayıtbay'ın 1482'de Medine'deki camiye bağışladığı şamdan­
ların bezemesine sarmal bir zemin boyunca ara sıra yaprak motiflerinin süs­
lediği geniş hat sanatı şeritleri egemendir. Onun adını taşıyan diğer pirinç
ürünler, bu teknikleri canlandırmaya yönelik girişimlerin ipuçlarını sunar.
Altın ve gümüş kakmalı muhteşem bir leğen Mısır'ın fethi sırasında Osman­
lıların elirıe geçti ve zengin ganimetin bir parçası olarak İstanbul'a götürül­
dü.

Dokumalar
Kumaşlara karmaşık desenler işleme olanağını veren tezgahlar, Suriye ve
Mısır'ın dokumacılık atölyelerinde 13. yüzyılda kullanılmaya başladı. Döne­
min edebiyatında değinilen Şam mahreçli lüks Eyyubi kumaşları özenli ve
değişken arabesklerin çevrelediği çifte hayvan resimleriyle bezenirdi. Ama
bu desenler Memluk döneminde gözden düştü . Arabesklerde armaya ben­
zer stilize motifler kaybolmaya yüz tuttu ve Berlin'deki İslam Sanatı Müze­
si'nde bulunan çocuk zıbınında görülen tarzdaki oval madalyonlar sistemi
gelişti. Geçmişi 14. yüzyıla kadar inen damaskolar, yaygın sıfatlarla ve ba­
zen sultan adlarıyla birlikte kumaşa dokunan yazılarla belirlenebilir. Adını
Suriye'nin başkenti Şam'dan alan bu kumaş türünün Kahire ve İskenderi­
ye'de de üretildiği sanılmaktadır. Damasko dokumacılığı muhtemelen
Çin'den gelen ithal ürünlerin etkisiyle gelişmişti. İlhanlı imparatorluğu için­
de kalan doğudaki dokuma atölyelerinde kumaş desenleri İslam süsleme­
leriyle ve Arapça yazı parçalarıyla Müslüman müşterilerin zevkine uyarla­
nırken, Suriyeli ve Mısırlı dokumacılar karmaşık yaprak çelenkleri ve gür
nilüfer çiçekleri gibi Çin motiflerinden yararlandı. Bazı dokumalarda birçok
Memluk hükümdarının unvan olarak benimsediği "Melik Nasır" bir bezeme
Yün halı, Kahire, y. 1500, 3,34 m x 5 m, ortadaki sekizgenden ışınlar gibi çıkan ve her
unsunı olarak sürekli tekrarlanır. Edebi kaynaklara göre, İlhanlı Hükümda­ Viyana, Avusturya Uygulamalı Sanatlar iki uçta daha küçük sekizgen çiftleriyle tekrar­
rı Ebu Said'le barış antlaşmasına vardığında, Nasır Muhammed'e saltanat un­ Müzesi lanan kaleydoskopa benzer bir desen görülür.
Bu yün halı Memlük imparatorluğunun son Son derece stilize bitki motifleri süslü alanlar­
vanının dokunduğu 700 parça ipek kumaş gönderilmişti. Kahire'ye bir de­
döneminden kalmadır. Halının eni boyunca la birleştirilmiştir.
ve kervanıyla taşınan bu sayısız şeritli kumaşların Memluk pazarına dönük
İlhanlı merkezlerinde üretildiği kesin olarak saptanmış değildir.
Suriye ve Mısır'daki dokumacılık atölyeleri, devlet memurlarına tanı­ gibi bazı parçaların çarpıcı boyutları ve taşıdıkları resmi sultanlık arması,
nan bir ayrıcalık nedeniyle yüksek bir kazanç elde ederdi. Köklü bir adet Kahire'deki bir saray atölyesinde yapıldıklarına işaret eder. Binlerce asi­
uyarınca, her yıl bütün memurlar şahsen sultandan bir teveccüh nişanesi metrik düğümle örülen bu halılar yumuşak, parlak yünleriyle ve renkli de­
olarak bir tören cüppesi alırdı. Değerli taşlar takılı kuşaklar da aksesuar ola­ senleriyle ayırt edilir. Ağır basan renkler vişne kırmızı ile değişken yeşil,
rak verilir ve aynı zamanda rütbe alameti işlevini görürdü . İpek sanayisi 1 5 . sarı ve mavi tonlarıdır. Geometrik ilkelere göre oluşturulmuş desenler ço­
yüzyılda durgunluk içine girerken, halıcılık kazançlı bir ekonomik sektör ğu kez ortadaki bir sekizgen motifle bezelidir; bu motifi son derece stilize
haline geldi. Sultan Kayıtbay'ın (1468-1496) resmi armasını taşıyan üç ör­ yaprakların, çalıların ve servilerin yer aldığı düz alanlar çevreler. Memluk
me halı günümüze ulaşmıştır. Bu arma çeşitli makamlara özgü sembolleri halı imalatçıları Osmanlıların Suriye ve Mısır'ı fethetmesinden sonra yeni
bir araya getirir: Üst alanda bir peçete, orta alanda üstüne bir kalemlik ve hükümdarlardan büyük itibar gördü. Osmanlı Padişahı III. Murad 1 585'te
iki yanına barut boynuzları konmuş bir kase, alt alanda ise bir başka kase. Osmanlı saray atölyesinde çalışmak üzere Kahire'deki 11 halı örme ustası­
Başlangıçta uzunluğu 9 metre olan Bardini halısı ile Medici ailesine ait olan na bir tonu aşkın boyalı yünle birlikte İstanbul'a gelme emrini verdi.
ve Vecchio Sarayı'nın 1 571 tarihli kataloğunda değinilen 1 1 metrelik halı

B EZEME SANATLARI 201


. .

Islam Metal işlemeciliği


Almut von Gladif3

Metal işlemeciliği İslam dünyasında her zaman bü­ Yarımadası'ndan gelen pahalı tütsüleri yakmak için
yük itibar görmüştür. Yemeklerde ve ziyafetlerde kullanılırdı. Kubbeli ve bazen kuş ya da yabani ke­
kullanılan güzel biçimli metal eşyalar, bir statü di şeklinde tasarımları vardı. Günümüze ulaşan ör­
sembolü ve aile zenginliğinin göstergesi sayılırdı. nekler toplumun ticaretle geçinen varlıklı kesimi­
Antik çağda olduğu gibi, İslam dünyasında da tunç nin rafine yaşam tarzının kanıtlarıdır. Tüccarlar
ev eşyaları sağlamlıklarından ve doğal güzelliklerin­ kendi adlarıyla bezenmiş buhurdanlar yaptırmak­
den dolayı rağbet görürdü. Metalin titrek parıltısı­ tan hoşlanırdı. En eski örneklerden biri Hermitaj
nın kesin görünümü, yani ışıltılı yüzeyler ve renk Müzesi'nde bulunan gümüş kakmalı aslan şeklinde­
,
nüansları, kullanılan özgül alaşıma bağlıdır. Her ne ki buhurdandır. New York Metropoliten Müze­
kadar bazı kaynaklar tuncun icadını mevki ve şöh­ si'ndeki aslanlı buhurdan, yüksekliğinin 9 1 santime
ret sahibi kişilere, hatta 1 6. yüzyılda yaşamış varmasından dolayı özellikle dikkat çekicidir. Ko­
Babürlü Hükümdarı Ekber'e bağlasa da, metal işle­ kulu maddeleri kolayca doldurmak ve yakmak
me zanaatını mükemmel düzeye çıkardığı söylenen amacıyla, aslanın başı çıkarılıp takılabilecek şekilde
Demirci Guştasp gibi uzak geçmişin efsanevi zana­ yapılmıştır.
atkarlarına atıfta bulunulur. Farklı tunçların getir­ Fırat ve Dicle civarındaki yörelerde 12. ve 1 3.
diği çeşitlilik dışında, bakır esaslı (%70-80) ve yük­ yüzyıllarda yapılmış ağır kapı tokmakları işlevsel ta­
Kapı tokmağı, muhtemelen Diyarbakır, y. 1 200, tunç,
sek oranda kalay, kurşun ya da çinko içeren sarımlı ürünler arasında seçkin bir yer tutar. Bir
Berlin, lslam Sanatı Müzesi
alaşımlara da çok yaygın biçimde rastlanır. çift halinde takılan bu tokmaklar, sarayların ve ca­
Erken dönem İslam kapları antik çağ modelle­ Aslan şeklinde buhurdan, İran, tunç, New York, milerin tamamen tunç levhalarla kaplı devasa ah­
rine dayalıydı. Bunlar çoğunlukla çok değişik bi­ Metropoliten Sanat Müzesi şap kapılarının odak noktasını oluştururdu. Stilize
çimlerde kalıplar kullanılarak dökülür ve sadece ejderhaların kötü ruhları ürkütüp kaçırdığına ve
basit oluklarla ya da kabartmalarla süslenirdi. İbn eşiği geçmelerini önlediğine inanılırdı. Tokmak, as­
Yezid adlı bir ustanın imza ve tarih attığı bir ibrik­ lan başlı çivilerle tahtaya serbestçe tutturulurdu.
teki yazı, bu parçanın Basra'da (Irak) üretildiğini Yeniden kullanılabilir ahşap kalıp yardımıyla yekpa­
belirtir. Bu örnekte İslam sanatında süs ihtiyacının, re döküm, tokmakların çiftler halinde üretilmesini
oyma arabesklerle ve kulpun yukarısındaki yaprak mümkün _kılardı. Artuklu sarayı için 1 2. yüzyıl son­
biçimli başparmak dayanağıyla karşılandığı görülür. larında 4,5 metre yüksekliğinde ve tamamen dök­
Yüksekliği 49 cm olan bir tunç sürahi, İslam sana­ me tunç yıldızlarla kaplı bir kapı yapan El-Cezeri,
tının arabesk çelenklere dayalı süsleme eğilimleri­ seri üretimin yolunu açan bu işlemi kitabında tarif
ni dışa vurur; bütün yüzeyi kaplayan arabeskler sı­ eder.
ralı olarak birbirini izler ve biçimi İslam öncesi Çeşitli metallerin bir araya getirilmesini sağla­
gelenekleri yansıtan kabın çapına uyarlanmış mü­ yan kakma tekniklerine ilişkin bir açıklamayı yine
kerrer bir desen oluşturur. 8. ve 9. yüzyıllardan el-Cezeri'den öğrenmekteyiz. Bunun için önce ze­
kalma bazı kapların kırmızı bakır kakmalı kabarık min metal oyularak desen işlenir ve yüzeyi kabar­
arabesk süsleri bile vard ır. Bu metal eşyaların ayı­ tılırdı. Ardından levha halindeki bakır, gümüş ya da
rıcı özelliği genellikle dengeli ve pratik biçimleridir. altın çekiçle dövülerek bunun üstüne geçirilirdi; ki­
Örneğin, kandillerde sadece tek bir meme bulun­ mi zaman yapıştırıcı olarak siyah reçine kullanılır­
mazdı; sayıları dörde varabilen fitil delikleriyle da­ dı. Yoğun emek gerektiren bu zahmetli teknik, İs­
ha fazla ışık vermeleri sağlanırdı. Camilerdeki ilk lam metal işçiliğine 1 4. yüzyıla doğru İslam dünyası
asma fanuslar huni biçimli boyunları olan küre kap­ sınırlarının ötesine taşan bir şöhret kazandırmıştı.
lardı. Yan taraflarında çoğu kez Kuran'dan ayetle­ Araplar 7. ve 8. yüzyıllardaki fetih seferlerinde
rin çevrelediği petek desenli delikler yer alırdı; fa­ büyük miktarda değerli metaller yağmaladılar.
nuslar yandığında bu yazılar müminlere heyecan Böylece İslam geleneğince hoş karşılanmasa bile,
verecek bir yalınlıkla öne çıkardı. Delik açma tek­ şenlikli ziyafetlerde zenginliklerini sergilemelerini
niği abajurların ve büyük buhurdanların imal edil­ sağlayacak lüks sofra takımları edinme yönünde bir
diği Doğu'daki İslam ülkelerinde gelişiminin en üst zevk edindiler. Güçlü kişiler evlerinde toplad ıkları
düzeyine vardı. Hatta bu malların bazıları Volga lr­ zarif metal eşyaları siyasal ve ekonomik iktidarın
mağı'nı izleyen ticaret yollarıyla İskandinavya'ya hem bir sembolü hem de temeli olarak görmeye
kadar ulaştı. Buhurdanlar Hindistan'dan veya Arap başladılar. Altın ve gümüş koleksiyonları tarihin

202 İ S LAM METAL İ Ş L E M E C İ L İ G İ


Tunç ibrik, lran ya da Irak, 7. yüzyıl, New York, Altın sürahi, İran ya da Irak, 1 O. yüzyıl, Washington, Altın ibrik, İstanbul, 1 6. yüzyıl ortaları, İstanbul,
Metropoliten Sanat Müzesi Freer Sanat Galerisi Topkapı Sarayı

inişli çıkışlı seyrinden her zaman nasibini alan şey­ mesinde uyguladığı son derece maliyetli tekniğin oluklara doldurulan siyah gümüş sülfür daha sonra
lerdi. Sıkıntılı zamanlarda altın ve gümüş sikkeler bir örneğidir. ısıtılarak yüzeyle kaynaştırılırdı. Gümüş eşyalara
basmak için bunları hammadde olarak kullanma İslam dünyasının gümüş bakımından zengin bir süre bakır kakmalar işlenirken, bazı ustalar da
yoluna gidilirdi. Ortaçağ metal işlerinden çok azı­ olan doğu kesiminde, gümüş sofra takımları, 1 O. ya tunç kakma denemeleri yaptı. Belki antik çağ yön­
nın gününüze ulaşması işte bu yüzdendir. Üstünde da 1 1 . yüzyıla kadar vakayinamelerde tasvir edilen temlerine dönüşün, belki de Hindistan ve Uzakdo­
Büveyhi Emiri İzzü'd-Devle Bahtiyar (967-978) için saray ziyafetlerinin temel bir aksesuarı olarak kal­ ğu'yla ticaretin gelişmesinin teşvik ettiği aktarma
hayır duaları yazılı bir maşrapa yarım kilo kadar dı. Günümüze ulaşan birkaç kap emirlerin ya da teknolojisinin bir sonucu olarak, İslam dünyasının
yüksek kıratlı altın dövülerek yapılmıştır. Arabesk vezirlerin adlarını taşır. Batı kesiminde ise gümüş bol miktarda bakır ve gümüş barındıran doğu ke­
süslerin ve tavus, dağ keçisi, sfenks gibi mutluluk işleri 1 O. ve 1 1 . yüzyıllarda hükümdarların ilgisine simindeki ticaret kentleri bu tekniklerin yaygın bi­
sembolü hayvanların yer aldığı kabartmalarla beze­ mazhar olmak için oymalı fildişi takımlarla yarış­ çimde uygulanması için mükemmel imkanlar sun­
lidir. Yuvarlak muştalarla oluşturulan mat perdah­ mak zorundaydı. Kurtuba Emiri Halife Hişam'ın du.
lı zeminde bu unsurlar belirgin olarak öne çıkar. yaptırdığı sandık ve halifeliğin yıkılışından sonra İs­ Günümüze ulaşan örneklerden, 1 148 tarihli
Yaprak desenleri eski Sasani eserlerinin etkisini panya'da kurulan tavaif-i mülGk devletlerinden bi­ bir kalemlik ve 1163 tarihli bir leğen, varlıklı ticari
yansıtır. Huzura çıktıklarında Osmanlı padişahları­ rinin melikesine ait esans şişesi, üst sınıfların rağ­ ve mali çevrelere girmiş şahsiyetlere aitti. Bunlar
nın arkasında taşınan ve şimdi Topkapı Sarayı'nın bet ettiği lüks malların örnekleridir. Günümüze uluslararası irtibatları olan ve Mekke'ye pahalı hac
hazine dairesinde bulunan altın maşrapanın bir sal­ sadece Osmanlı döneminden büyük miktarda gü­ ziyaretini çoktan yapmış ticaret erbabı insanların
tanat aksesuarı olduğu, üstüne yerleştirilmiş zen­ müş eşya ulaşmıştır. Bu parçalar arasında, özellik­ adlarını taşır. Kakma işlemeli kalemlikler ve hok­
gin mücevherlerden anlaşılır. Bir mutlak iktidar le Sultan 1. Ahmed ( 1 603- 1 6 1 7) Türbesi'nde bulu­ kalar yakın dönemde her eğitimli kişinin yanında
sembolü olarak 1 4. yüzyılda yapılan ve 1 6. yüzyıl­ nan şamdanlar 1 1 8 santim yüksekliğe varan taşıdığı aksesuarlar haline gelmişti. Bakır ya da gü­
dan itibaren Rus çarlarının taç giyme törenlerinde büyüklükleriyle olağanüstüdür. müş kakmaların bu ürünlere eklendiği kontrastlı
kullanılan Volga Tatarlarının altın tacı günümüzde Gümüş kapların çoğuna yaldızlama ya da sa­ bezemelerde haliyle alimce yaşamı yansıtan sat­
Kremlin Silahhanesi'nde korunmaktadır. Enfes bir vatlama tekniğiyle çokrenkli bir görünüm verilirdi. ranç oyunu ya da burç işaretleri ve gezegen sem­
örgü yaratmak üzere en ince altın tellerinin ve ufak Yaldızlama tekniğinde önce kaba bir altın ve cıva bolleri gibi desenler yer alırdı. Keir Koleksiyo­
altın topçuklarının kaynaştırılmasına dayanan zen­ karışımı sürülürdü. lsıtma işlemi sırasında altın yü­ nu'ndaki hokkanın bezemesi, koyu bir tunç zemine
gin telkari ve güherse yapısıyla bu taç Müslüman zeyle kaynaşırken, cıva da buharlaşırdı. Savatlama bakır ve gümüşle kakılmış dört madalyonlu gruplar
kuyumcuların neredeyse yalnız mücevher beze- tekniğinde ise zemin metalde açılmış hatlara ve halinde burç işaretlerini tasvir eder. Solda Yengeç

İ S LAM METAL İ Ş L E M E C İ L İ G İ 203


Kalemlik, Mahmud bin Sungur, I rak, 1 28 1 , altın ve
gümüş kakmalı, Londra, British Museum

ve İkizler, sağda ise (insan figürleriyle birlikte) Oğ­ Ahmed'in adları kovaya yazılmıştır. Mahmud bin verdi. Ayrıca zanaatkarların komşu emirliklere ih­
lak ve Boğa burçları yer alır. Bu desende kullanılan Muhammed adlı bir başka kakma ustası, Herat'ta racat yapması için mümkün olan en iyi şartları sağ­
üç kontrastlı renk sembollere büyük bir berraklık 1 1 8 1 /82'de yaptığı bir sürahinin üstünde hatıra ladı. Bu geleneksel ticaret merkezinde Şüca bin
verir ve erken Doğu İslam kakmacılığının tipik olarak bir şiir bırakmıştı. Şiir eserinin benzersizli­ Menaa ve Ahmed el-Zeki ustaların nezareti altın­
özelliğidir. Gezegen sembollerine Guriler için ya­ ğini vurgular, mutluluğun belirtisi olarak tasvir da birçok zanaatkar kakma tekniklerini mükem­
pılmış görkemli sürahilerde de rastlanır. Bu hane­ edilmiş astrolojik sembolleri yüceltir ve bizatihi melleştirmek için çalıştı. Böylece karmaşık figürlü
dan değerli metallerden yapılmış geleneksel saray iyilik getiren bir güç taşıdıklarını ileri sürer. Bazı sahneleri kakmayla işleme yönelimi ortaya çıktı.
sofra takımlarına alternatif olarak tunç ve kalay sanatçılar ustalıklarının reklamını yapmak amacıy­ Musul ustaları kökenlerini belirtmek için eserleri­
kakmalı ürünlere öncülük etmişti. Bu parçalardan la, eserlerine Herat'tan geldiklerini belirten "el­ ne "el-Musuli" lakabıyla imza atarlardı; bu imza
yüksekliği 30 santimi bulan bir şamdanda yaygın bir Heravi" lakabıyla imza atarlardı. yüzyılı aşkın bir süre bir kalite işareti sayıldı. Aynı
zafer sembolü sayılan bir bezeme yer alır: Sürekli Moğol istilası üzerine doğudaki İslam toprak­ lakabı kullananlar arasında, Şam ya da Kahire gibi
yinelenen bir desen şeklindeki dövüşen hayvan re­ larından kaçanlar bu tekniklerde zengin bir tecrü­ kentlerden iki ya da üç kuşak önce göç etmiş aile­
simleri. Gümüş kakmalı yazıda, yapım yılı ve ayrı­ beye sahipti; onların 1 3. yüzyılda batıya gelişiyle lerden gelme bazı ustalar da vardı elbette. Mem­
ca şamdanın Guri Emiri Ebu'l-Feth Muhammed birlikte Cezire'de ve Suriye'de kakmacılık sanatı luk ve İlhanlı yönetimleri altında, altın ve gümüş
için yapıldığı belirtilir. Emirin ele geçirdiği canlı ti­ gelişmeye başladı. Zengilerin veziriyken bağımsız kakmalı şahane hat sanatı desenlerinin öne çıkma­
caret kenti Herat'taki ustalar incelikle bezenmiş bir emir konumuna yükselen Ermeni asıllı Bedred­ sıyla figürlü tasvirler zaman içinde ihmal edildi.
ürünleriyle tanınırdı. Herat çıkışlı farklı bir eser din Lülü ( 1 218- 1 259) aralarında 62 santim çapın­ Kakmalı eşyalar artık sırf üst sınıflara mahsus
örneği 1 1 63 tarihli bir kovadır; kalıbı döken usta­ da bir lengerin de bulunduğu birçok sipariş vere­ değildi. Ne var ki, Memluk tarihçisi el-Makrizi'nin
nın ve kakma işlerini yapan "müzeyyin" Mesud bin rek başkenti Musul'da zanaat dallarına destek 1 5. yüzyıl başlarında belirttiği gibi, hala zenginlere

Hokka, Hindistan, 1 8. yüzyıl, Bidar, Münih, Devlet Halk Hokka, Doğu İran, y. 1 1 60- 1 1 80, bakır ve gümüş Şamdan, Batı İran, y. 1 300, gümüş ve altın kakmalı
Sanatları Müzesi kakmalı tunç, Ham (Surrey), Keir Koleksiyonu tunç, Berlin, İslam Sanatı Müzesi

204 İS LAM METAL İŞLEMECİLİG İ


Hacı şişesi, Suriye, 1 3. yüzyıl ortaları, tunç kakmalı gümüş, Washington, Smithson Enstitüsü, Freer Sanat Galerisi Kolon biçimli şamdan, İran, y . 1 600, pirinç, Berlin,
İslam Sanatı Müzesi

yaraşır lüks mallar sayılmaktaydı. Emir, vezir, katip


ve zengin tüccar kızlarının çeyizlerinde bezemesiz alan çan ya da küre biçimli hokkalardı. Üstlerine
tunç kaplar ve pahalı gümüş kaplar arasındaki boş­ derince kazınmış olan çiçek desenleri kakma gü­
luğu dolduran bir yer tuttular. Çarşılardaki enfes müş, altın ya da pirinç levhalarıyla ışıldar. Kakma
ürünler Avrupa'dan gelen gezginlerde büyük coş­ işleri Müslüman atölyelerinde yürütülürken, kap­
ku uyandırdı ve iç ekonominin gerilemesiyle birlik­ lar Hindu ustalarca kalıba dökülürdü.
te, sadece Akdeniz bölgesine ihracat için imal edi­
lir hale geldi.
Bakır ve pirinç işleri 1 5. yüzyılda benzersiz bir
ustalık sergileyen karmaşık desenlerle bezenmeye
başladı. Geç dönem Memluk, Timurlu ve Safevi
ürünleri, örgüler ve düzenli simetrik desenler
oluşturan yaprak ve filiz sarmallarıyla kaplıdır.
İran'da 1 600 dolaylarında yapılan 34 santim yük­
sekliğindeki bir şamdan, ayak kenarları boyunca
uzanan dolaşık ve çatallı filizlerle bezenmiştir; bun­
lar sürekli tekrar ilkelerine dayanan düzgün bir ör­
gü oluşturur. Bu ustaca desenler kadar tipik olan
bir unsur, Şirazlı Sadi'nin Bostan adlı eserinden alı­
nan ve şamdanın ayağına işlenen tasavvufi mısra­
lardır.
Hindistan'da Babürlü hükümdarlar dönemin­
de, çinko içeriği yüzde 80'i aşan ürünler revaç bul­
du. Üretildikleri Dekkan bölgesindeki Bidar ken­
tinden dolayı "Bidri" olarak anılan bu dökme
parçaların çoğu, Babürlü dönemi minyatürlerinde İ brik, Herat, 1 1 80- 1 200, gümüş kakmalı pirinç, Londra,
lüks yaşam tarzının temel bir aksesuarı olarak yer British Museum

İ S LAM METAL İŞLEMECİLİGİ 205


- . ��-···�-.:.:�

spanya ve Fas

Endülüs Emevilerinin tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . 208

Kurtuba: Batı İslam imparatorluğunun başkenti . . . . 2 1 8


Taife emi rliklerinin mimarisi

Fildişi nesneler, metal işleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 238


ve dokuma sanatı

Taife emirliklerinin tarihi, . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 245


M u rabıtlar ve Muvvahidler

Magrip'teki camiler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 254


İspanya' daki M uvvahid mimarisi
İspanyol Mudejar üslubu

Kumaşlar ve yazmalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 268

G ırnata Nasrilerinin tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 273

Elhamra: İspanya'daki Magribi . . . . . . . . . . . . . . . . . 278


mimarisinin doruğu ve timsali

Kurtuba Cami-i Kebir'inin namaz bölmesi, 785-988


Endülüs Emevi halifeliği döneminde Cordoba'da (Kurtuba) bulunan 500 küsur caminin
dinsel odağını oluşturan ve günümüzde lspanyolların Mezquita olarak andığı Kurtuba Ca­
mi-i Kebir'i 8. yüzyıldan beri kentin başta gelen nirengi noktası olmuştur. Yapının mima­
ri güzelliği ancak içeride başlıklarıyla birlikte sayısız sütunların ve ayrıca kırmızı-beyaz şe­
ritli kemerlerin simetrisi görülünce kavranabilir. Bunlar İslam sanatının en ünlü
motiflerinden bazılarını oluşturur ve tarih boyunca edebiyat ve kültür dünyasının önde
gelen şahsiyetlerinden övgüler almıştır. Mezquita'nın orta nefine 1 6. yüzyılda bir Hıris­
tiyan katedrali inşa edildi. İmparator V. Kari burayı görünce dehşete düşerek şöyle bir
yorumda bulunmuştu: "Zaten her yerde var olan bir şeyi yapmak uğruna dünyada ben­
zersiz bir şeyi mahvetmişsiniz."

207
da Hıristiyan Kuzey ve Müslüman
Tarih Güney arasında sürekli değişen
Markus Hattstein sınırlar, bağımsız kültürel yapıla­
rın ortaya çıkmasını getirdi.
Bu yeni topluluklar arasında
İslam'a yeni dönmüş olanlar (M ü­
M üslümanların İspanya'yı velled), Arap yönetimi altında ya­
fethi ve ilk yıl lar (7 1 1 -756) şayan Hıristiyanlar (Arapça Mus­
tarib ["Araplaşmış"], İspanyolca
Emevi halifelerinin Kuzey Afrika Mozarabe) ve özellikle sonraki
valileri 670'ten sonra Kayrevan'da­ yüzyıllarda Hıristiyan yönetimi al­
ki üslerinden yürüttükleri harekat­ tında yaşayan Müslümanlar (Arap­
larla Atlas Okyanusu'na kadar bü­ ça Müdecceıı, İspanyolca Mude­
tün Magrip'i İslam yönetimi altına jar) vardı. Müslüman İspanya ke­
almışlardı. 8. yüzyıl başlarında göz­ simi (Heinz Halm'a göre) Got di­
lerini Fas'ın ötesindeki İspanya'ya linde "topraksız" anlamına laıı­
ve böylece Avrupa'ya diktiler. O sı­ dahlauts kelimesinden türetilmiş
rada İspanya'daki Vizigot Krallığı bir adla Endülüs (Arapça el­
acınacak bir durumdaydı. Kiliseye Aııdalus) olarak anılmaya başladı.
ve soylulara karşı kraliyet iktidarını Dolayısıyla, ilk yıllarda asıl uğ­
güçlendirmeye çalışan Vizigot Kra­ raş Müslüman yönetici sınıfın sayı­
lı Witiza 710'da devrilerek öldürül­ sal azlık dezavantajını telafi etmek
dü. Tahta el koyarak yerine geçen yönünde oldu. Birkaç dalga halin­
Roderick ülkedeki birçok soylunun de İslam ülkelerinden İspanya'ya
açık muhalefetiyle karşılaştı. göçmenler ve askerler getirtildi.
Bu durumdan hiç kuşkusuz Bunlara kuzeye kaçmış olan Hıris­
haberi olan İfrikkiye (Kuzey Afri­ tiyanların boşalttığı araziler verildi
ka ve Magrip) Valisi Musa bin Nu­ ve genellikle kabile topluluklarına
seyr, Nisan 7 l l 'de emrindeki ko­ göre bir yerleştirme siyaseti izlen­
mutanlardan Tarık bin Ziyad'ı İs­ di. Gelgelelim, Musa ve Tarık ara­
panya'yı fethetmekle görevlendir­ zi dağıtımı konusunda çok geçme­
di. Tarık 7 bin kadar Berberi aske­ den açık çatışmaya girdi; çünkü
rin başında (sonradan ona atfen ayrıcalıklı sayılan Araplar (çoğun­
Cebelitarık ["Tarık Kayası"] adı ve­ lukla Yemenliler) verimli ve koru­
rilen) boğazı aştı ve önemli bir di­ naklı Güney İspanya'ya yerleştiri­
renişle karşılaşmadan ilerledi. Ma­ lirken, daha yoksul Berberiler Orta
laga, Granada (Gırnata) ve Cordo- İspanya'daki ve Hıristiyan Ku­
ba'yı (Kurtuba) aldı ve 19 Tem­ Kurtuba'nın Eski Kent kesiminde dar bir sokak, 8. yüzyıl zey'le sınırdaş yörelerdeki araziler­
muz 7 1 l 'de Rio Barbate kıyısında Endülüs Emevileri döneminde Kurtuba geçitlerin, evlerin ve sarayların yer aldığı bir labirent le yetinmek zonında kaldı.
Roderick komutasındaki Hıristi­ görünümündeydi. Çok-kültürlü bir kent olarak Müslümanları, Yahudileri ve Hıristiyanları ba­ Bu zıtlık Endülüs'ün tarihini
rındırmaktaydı. 8. yüzyıldan itibaren büyüyerek Avrupa'nın gayri resmi başkentine dönüştü
yan ordusunu yenilgiye uğrattı. ve Konstantinopolis'le karşılaştırılabilir bir düzeye ulaştı. Mansur' un 1 O. yüzyıl sonlarında önemli ölçüde belirledi ve ayrıca­
Kral muharebe meydanında öldü yaptırdığı sayıma göre Kurtuba'daki mülklerin dökümü şöyleydi: Esnaf ve emekçi kesimler­ lıklardan yararlanamayan İspanya
ve Hıristiyanlar korkuyla akınlar den insanlara ait 2 1 3.007 ev, aristokratlara ve üst düzey yetkililere ait 60.300 saray ya da ko­ Berberilerinin Magrip'teki bir Ber­
nak, 600 hamam ve 80.455 dükkan.
halinde kuzeye doğru göç etti. Ta­ beri isyanına katılması, 741-746
rık kraliyet kenti Toledo'yu (Tu- arasında yıkıcı bir iç savaşa yol
leytule) işgal ederek zengin hazinelere el koydu . Haziran 7 1 2'de Musa açtı. Ayaklanma İspanya'nın bütün yörelerini bir yangın gibi sardı; özel­
bin Nuseyr de yaklaşık 18 bin Arap askerin başında İspanya'ya geçerek likle İslamlaştırma ve Araplaştırma sürecinin yavaş ilerlediği kentlerde,
Sevilla (İşbiliye) ile Merida'yı ele geçirdi ve Tuleytule yakınlarında Ta­ İslam'ı yeni benimsemiş kesimler ve Hıristiyanlar arasında destek buldu.
rık'la kuvvetlerini birleştirdi. Yeniden yerleştirme ve kabile topluluklarını toptan başka yerlere taşıma
Bu arada, fethedilmiş yerleri elde tutmak zorlaştı. Murcia (Mursiye) yönündeki girişimler sınırlı bir başarıya ulaştı; çünkü güneydeki verimli
bölgesindeki dağları üs edinen Kont Pelayo öncülüğündeki Hıristiyan topraklar yine Güney Araplarının ve Yemenlilerin denetiminde kaldı. Si­
savaşçılar sayıca daha düşük Müslümanları aralıksız saldırılarla bir geril­ yasal ortam başka bakımlardan da çok istikrarsız bir gidişat kazandı.
la savaşına sürükledi ve daha sonra Kuzey İspanya'nın Hıristiyan krallık­ Otuz yıl içinde (71 6-747) Kurtuba'da 19 ayrı vali görev yaptı.
larının kurulduğu toprakları işgalden korudu. Covadonga Muharebe­ Araplar 719 dolaylarında Frank İmparatorluğu'nu istila edip yağma­
si'ndeki (722) zaferle birlikte Asturias'ta sağlam bir dayanak oluşturdu ve lamak üzere Pirene Dağları'nı aşmaya yönelik ilk sefere girişti. Birkaç yıl
Hıristiyan yönetimi altındaki bölgeyi genişletmeyi başardı. Sonraki yıllar- içinde Carcassonne ele geçirildi ve Rhône Irmağı'nın ötesinde Burgon-

208 İ S P ANYA VE FAS


Solda: Tuleytule'deki (Toledo) Puerta Yukarıda: Guadalquivir'den Kurtuba
del Sol, 1 4. yüzyıl Cami-i Kebir'inin görünüşü
Tuleytule aynı dönemde İspanya'nın en Bu resimde Cami-i Kebir tam ortasında yük­
önemli kenti olmak için Kurtuba'yla yarış selen ve 1 6. yüzyılda inşa edilen Hıristiyan
içindeydi. Oldukça büyük Yahudi ve H ıristi­ katedraliyle birlikte görülüyor. Başlangıçta
yan toplulukları barındıran bu ticaret, bilim bütün kent çeşitli kapıların bulunduğu sur­
ve sanat merkezi 9. yüzyılda cumhuriyetimsi larla çevriliydi. Zamanla Eski Kent çevresin­
bir statü kazandı. Hıristiyanların 1 08S'te bu­ de her biri kendi surlarına, pazaryerlerine ve
rayı geri alması, Reconquista denen yeniden camilerine sahip 2 1 dış mahalle gelişti.
fetih hareketinin ve Magribileri İspanya'dan
çıkarmanın gerçek başlangıcı sayılır.

'
ya'daki Autun'a kadar olan topraklara akınlar düzenlenerek zengin ga­
nimetler elde edildi. Vali Abdurrahman el-Gafiki (730-732) Loire bölge­
sine kadar zaferle ilerledi ve Tours'u yağmaladı. Ancak Ekim 732'de
meşhur Tours ve Poitiers Muharebesi'nde Charles Martel komutasındaki
Franklara yenildi ve savaşırken öldü .
Hıristiyanların daha sonraları "Batı'nın Kurtuluşu" diye andığı bu
muharebe aslında çok sayıdaki kapışmadan sadece biriydi. Sınır anlaş­
mazlıkları yıllar boyunca sürdü ve 79 1 'den sonra İslam birlikleri Carcas­
sonne ve Narbonne'a kadar tekrar sızdı. İslam ordularının gerçekten
Frank İmparatorluğu'nun bazı kesimlerini kalıcı ohrak fethetme peşinde
mi olduğu, yoksa akınlar düzenleyerek ganimet edinmeyi, böylece Pire­
neler'in ötesinde ve İspanya'daki İslam hükümdarlarının denetimi dışın­
da yaşayan Hıristiyanları haraca bağlamayı yeterli mi gördüğü tarihsel
bakımdan kanıtlanmış değildir.

E N D ÜLÜS EMEVİLERİNİN VE E M İ RL İ KLERİN TAR İ H İ 209


İspanya'nın önde gelen kentlerinde aile mensuplarını kilit mevkilere
yerleştirmeyi başaran Vali Yusuf el-Fihri döneminde (747-756) Endülüs'te­
ki durum daha istikrarlı hale büründü. Yusuf kentleri imar etti, yolları ge­
nişletti, ülkenin eyaletlerini dolaştı ve kuzeyde Hıristiyanlara karşı yürütü­
len sınır savaşını kazandı. Daha baştan kendine yeterliliğe kavuşmaya ça­
lışarak, fiilen bağımsızlık elde etmek üzere 750'de Suriye'de Emevi ailesi­
nin bertaraf edilmesinin yarattığı iktidar boşluğundan yararlandı. Bununla
birlikte, Doğu'daki halifelik mücadelesinin etkileri İspanya'ya da ulaştı.
Yusuf'un yönetiminden hoşnut olmayan Güney Arapları, Emevi Veliahdı
Abdurrahman bin Muaviye'nin İspanya'da iktidarı üstlenmesini talep etti.
Halife il. Hakem'in bastırdığı gümüş yon dirheme ulaştı. Resimdeki dirhem hicri
dirhem, 967/68, Berlin, Sikke Dolabı takvime göre 357 yılında Medinetü'z-Zeh­
Kurtuba emirliği (756-9 1 2) Endülüs Emevi hükümdarlarının devlet kasa­ ra'da basılmıştı. Üstünde kelime-i şahadetin
ları her zaman doluydu. Kurtuba'da ilk kez ve Kuran' dan bir ayetin (9:33) yanı sıra "emi­
darphane kuran il. Abdurrahman'ın döne­ rü'l-mümin" unvanıyla Halife il. Hakem'in adı
Emevi halifesi Hişam'ın torunu olan Abdurrahman, Abbasilerin ailesine minde (822-852) devlet gelirleri yılda bir mil- vardır.
karşı giriştiği kıyımdan sağ kurtulmuş ve serüven dolu bir sığınmacı ya­
şamından sonra, Ağustos 755'te İspanya'nın güney kıyısına çıkmıştı. Ma­
yıs 756'da Kurtuba'nın surları dışında Yusuf'u yendi ve başkenti alarak Ayrıca başarılı bir komutan olarak, çoğunlukla yabancı paralı askerler­
bir yağmadan kurtardı. Bu davranışıyla diğer kentlerin de otoritesine bo­ den oluşan 40 bin kişilik bir daimi ordu yarattı ve bir donanma kurma­
yun eğmesini sağladı ve kendisini Endülüs emiri (756-788) ilan etti. ya girişti. Birçok kenti tahkim ettirdi ve ülkeyi askeri bölgelere ayırarak
Çeşitli bölgesel ayaklanmaları mecburen bastırmakla birlikte, görüş denetim altına aldı. Doğu modeline dayanan bir sivil idare çerçevesin­
ayrılıklarını gidermeye ve hasımlarıyla işbirliği yapmaya yönelik bir iç si­ de, Kurtuba'nın kuzeyinde kalan toprakları kendisine bağlı soyluların
yaset izledi. Bu bakımdan Müslüman İspanya'nın yaratıcısı sayılabilir. yönettiği uç beylikleri olarak düzenledi: Merida çevresindeki "Aşağı Uç

-- - _ ..... \..- --

Santiago de Compostela

eLe6n


Zaragoza

Tuleytule (Toledo)

eM6rida e:vaıencia o
eBadajoz
•Aiicante
e MedinetO'z-Zehra e Mursiye (Murcia)
e Kurtuba (Cordoba)

ar
e Gımata (GranadaJ
el-Me e Almeria)
--- -- '� Tunus �

•Septe

Tanca

•Fez

Emevi emirliği, y. 850


Emevi halifeliği, y. 950

210 İ S PANYA VE FAS


Beylik" , Tuleytule çevresindeki "Orta Uç Beylik" ve Zaragoza çevresin­
deki "Kuzey Uç Beyliği. "
Abdurrahman hem ticaret hem kültür açısından Müslüman İspanya
ile eski yurdu arasında sıkı bağlar kurdu; doğru arazi planlamasıyla ve
randımanlı sulama kanallarıyla tarımı geliştirmek için özellikle uğraştı.
Teknik uzmanlık küçük ve orta boy çiftliklerin sayıca düzenli olarak art­
masını sağladı. Doğu'dan şekerkamışı, pamuk, pirinç, bazı meyveler,
sebze ve baharat çeşidi getirtildi ve kıtlık dönemlerine karşı bir tedbir
olarak ülkenin her yanında tahıl depoları kuruldu. Belli bölgeler ve
kentler ürünleriyle üne kavuştu: Bütün Akdeniz kıyısı boyunca şekerka­
mışı ve pamuk ekilirken, güneyde esas olarak incir ve zeytin, Malaga ve
Gırnata eyaletlerinde ise portakal ve şarap üretimi gelişti. Yapay sulama
Valencia çevresindeki yöreyi verimli hale getirdi ve burada esas olarak
portakal, hurma ve pirinç yetiştirildi. Mursiye bölgesinde ipekböcekçili­
ği için dut ağaçları dikildi ve bunun sonucunda önemli bir dokuma mer­
kezi ortaya çıktı. Genelde, Endülüs'teki en önemli sanayiler Kurtuba

Kurtuba yakınındaki sudolabı dağıtımını belirleyen bağımsız bir "su diva­


Emevi yönetimindeki İspanya' da tarım olağa­ nı"nın gözetimi altındaydı. Sulamanın büyük
nüstü bir başarı düzeyine ulaşarak ülkenin bölümü yeraltı su arklarından sağlanırdı. Gü­
refahına temel oluşturdu. Bunu sağlayan et­ nümüze sadece Kurtuba yakın ındaki bu ör­
ken ise son derece gelişmiş ve titiz bir dü­ neği ulaşan devasa sudolapları, ırmaklardan
zene bağlanmış sulamaydı. Ülkedeki su kul­ alınacak su miktarını düzenlerdi.
lanımı bu değerli kaynağın çıkarımını ve

71 1 Kuzey Afrika Valisi Musa bin 754-756 Emevi hanedanından 1 . ispanya üzerindeki üst geçirdi; 1 009'da
Nuseyr'in emriyle, Tarık bin Abdurrahman İspanya'ya otoritesini tanıdı Kurtuba'daki ayaklanmalar
Ziyad komutasında kaçmayı başardı; Yusuf el- il. Hişam'ı halifelikten
929 111. Abdurrahman halifeliğini
İspanya'ya yönelik Magribi Fihri karşısında elde ettiği çekilmek zorunda bıraktı
ilan etti
fethi başladı zaferin ardından bağımsız bir
1 O 1 0- 1 O 1 3 Kurtuba Berberi birliklerce
emirlik kurdu 93 1 Emeviler Septe (Ceuta) ve
720 Barselona ve Narbonne ele kuşatıldı
Tanca'yı (Tangier) ele
geçirildi; Endülüs'teki 785 Franklar Barselona'da
geçirdi 1 O 1 6- 1 030 Endülüs'te Hammadiler ve
yayılmanın kuzey yönündeki "İspanyol Sınır Kontluğu"nu Emeviler arasındaki üstünlük
en uç noktasına varıldı oluşturdu 932 111. Abdurrahman Fas ve
mücadelesi
Moritanya üzerindeki
722 Covandonga 788- 796 1. Hişam'ın emirlik dönemi
hükümranlığını ilan etti 1 03 1 Son Emevi Halifesi 111.
Muharebesi'nde bir
805 Kurtuba'da 1. Hakem'e karşı Hişam'ın devrilmesiyle,
Müslüman öncü kuvveti 939 Emeviler Simancas
başarısız'bir darbe girişimi Endülüs "taife" denen çok
Kont Pelayo komutasındaki Muharebesi'nde Leon
sayıda küçük emirliğe
Vizigotlara yenildi 818 Hakem bir ayaklanmayı karşısında ağır yenilgiye
bölündü
bastırmak için Kurtuba'nın uğradı
732 Tours ve Poitiers'de
dış mahallelerini yıktı
Müslüman orduları Charles 96 1 -976 il. Hakem'in halifelik dönemi
Martel komutasındaki 822-852 il. Abdurrahman'ın dönemi
976 il. Hişam 1 1 yaşında halife
Franklar karşısında bozguna
844 Normanların lspanya'yı oldu; Mansur olarak bilinen
uğradı
istilası Muhammed bin Ebu Amir
74 1 -746 lspanya'daki Arap ve Berberi hacib sıfatıyla devlet
850-852 Hıristiyan şehitlik akımının
topluluklar arasındaki yönetimini fiilen eline aldı
Kurtuba'da yol açtığı dinsel
çatışmalar
karışıklıklar 997 Mansur Hıristiyan hac yeri
747-756 Yusuf el-Fihri'nin valilik Santiago de Compostela'yı
852- 886 1. Muhammed'in dönemi
dönemi denetim altına aldı
884-927 Ömer İbn Hafsun
750 Abbasiler Şam'daki Emevi 1 002-1 008 Mansur'un oğlu Abdülmelik
öncülüğündeki ayaklanma
halifeliğini devirdi iktidarı ele geçirdi
900 Emir Abdullah savunmaya
75 1 Narbonne elden çıktı ve 1 008-1 009 Abdülmelik'in kardeşi
dönük bir antlaşma uyarınca,
Pireneler Endülüs'ün kuzey Abdurrahman iktidarı ele
sınırı haline geldi Kral 111. Alfonso'nun bütün

E N D ÜLÜS EMEVİLERİNİN VE EMİRLİKLERİN TARİ H İ 211


çevresindeki ipek v e yün imalatının yanı sıra boyacılık v e deri işle­ B übeşter Kalesi harabeleri ulaştı ki, emirin hegemonyasını Kurtuba ve
meciliğiydi. Tuleytule mühimmat sanayisiyle ünlendi ve el-Meriye (Al­ Ardales yakınındaki Bübeşter (Bobastro) çevresiyle sınırladı. Yaklaşık 900'de Hıristi­
merfa) bölgesi bir seramik merkezine dönüştü. Kalesi 884-928 arasında asi İbn Hafsun'un yanlığı benimsedi ve 9 1 ?'de "Kont Samuel"
sosyal durumdan hoşnutsuz kesimleri ve ba­ adıyla öldü. Merkezi yönetimi yeniden sağla­
Zamanla kentler iyice Doğu karakteri kazandı. Cami daima kentin zı soyluları etrafında toplayarak, Güney İs­ yan Halife ili. Abdurrahman, onun ardıllarını
merkezinde yer alır ve yakınında da çarşı bulunurdu. Çarşıyı oluşturan panya'da fiilen bağımsız bir emirlik kurduğu ancak 928'de ülkeden sürebildi.
dar geçitlerde çeşitli esnaf ve tacir dükkanları sıralanırdı. Ticaret yolları yerdi. Bazı dönemlerde öylesine bir güce
üzerindeki kentlerde genellikle yolcuların konakladığı ve ağırlandığı bü­
yük kervansaraylar (funduk) vardı. İkamet alanları etnik, dinsel ya da dan, muhafazakar Malikilik mezhebinin Endülüs ve Magrip'te üstünlük
mesleki temelde ayrılmıştı ve evler Doğu üslubunda inşa edilmişti. Evle­ kazanmasına zemin hazırladı.
rin çevresindeki duvarlar dışarıya kapalıydı; oturma bölmeleri çoğunluk­ Hişam'ın oğlu I. Hakem'in emirlik dönemi (796-822) çok çalkantılı
la çeşmeli ve dikdörtgen bir iç avlunun etrafındaydı. Bu avlu girişten gö­ geçti. Tuleytule'de İslam'ı yeni benimsemiş kesim 803'te ayaklandı. Ha­
rülmezdi; mahrem alan kutsal sayılır ve koruma altında tutulurdu . kem cesur bir komutan ve etkili bir hükümdar olduğu kadar, gaddarlık
Zaragoza'nın asi valisinin, Charlemagne'ı Emir Abdurrahman ile sa­ derecesine varacak ölçüde haşindi. Sözde barış şöleni olarak düzenle­
vaşmaya ikna etmek üzere Paderborn'a gitmesiyle, emir açısından du­ nen bir ziyafette 5 bin Tuleytule soylusunu katletti. Bunun üzerine, son­
rum tehlikeli bir manzara arz etmeye başladı. Charlemagne 778'de iki tü­ raki birkaç yıl boyunca çeşitli kentler ve kabileler açıkça isyan bayrağı
menle Kuzey İspanya üzerine yürüyerek, Pamplona ve Zaragoza'yı ele çekti. 805'te Hakem'in yerine bir amca oğlunu geçirmeye yönelik bir ter­
geçirdi, ama Saksonya'daki bir isyanı bastırmak için Almanya'ya dönmek tip boşa çıkarıldı. Başta Kurtuba soyluları olmak üzere, bu tertibe karı­
zorunda kaldı. Abdurrahman'ın işgal edilen toprakların çoğunu geri al­ şanlar çarmıha gerilerek cezalandırıldı. Hakem kısa bir süre sonra Slav
mayı başarmasına karşın, Franklar 785'te tekrar İspanya'da boy gösterdi asıllı yaklaşık 5 bin köleden oluşan bir muhafız birliği kurdu. "Sakalibe"
ve Barselona bölgesinde "İspanyol Sınır Kontluğu"nu oluşturdu . denen bu paralı askerler daha sonraları halifeliğin gerileme döneminde
Abdurrahman'ın oğlu I. Hişam (788-796) babasının arzusu doğrultu­ önemli bir rol oynadı. Hakem'in, gücünü büyük çapta artırdığı Endülüs
sunda iktidara geçince, öncelikle muhalefet eden kardeşleriyle uğraşmak donanması sıkça baskınlar düzenleyerek İtalyan kıyılarını yağmaladı.
zonında kaldı ve onları ancak birkaç çarpışmadan sonra ülkeden süre­ Kurtuba'nın yoğun nüfuslu dış mahalleleri 818'de felç edici vergilere
bildi. İyi eğitimli, şair ve bilgin bir kişi olarak, Müslüman İspanya'da bi­ karşı başkaldırınca, Hakem'den emir alan paralı Slav askerler bütün ev­
lim öğreniminin temellerini attı, geniş çaplı imar çalışmalarına girişti ve leri yerle bir etti. Emirin önce kılıçtan geçirmeyi tasarladığı toplam 25
ülkenin ekonomik refahını yükseltti. Katı bir sofu Müslüman olduğun-

212 İ S P A NYA VE FAS


bin sakin Afrika'ya sürüldü. Hakem bu tür acımasız önlemlerle emirliği çapta sergiledi. Konstantinopolis'teki emperyal Bizans sarayıyla iyi dip­
siyasal birlik içinde tuttu. lomatik ilişkiler kurdu . Kayrevan merkezli Aglebilere karşı çeşitli küçük
Hakem'in oğlu II. Abdurrahman döneminde (822-852) emirlik kültü­ Kuzey Afrika devletlerini koruma altına aldı. Bu tutum Endülüs Emevi­
rel bakımdan yüksek bir düzeye ulaştı. Yeni emir ülkenin iç idaresini ye­ lerinin Kuzey Afrika'daki gelişmelere daha doğrudan karışmasına yol
niden düzenledi; Bağdat ve Samarra kaynaklı etkilere açık bir tutum iz­ açtı. Abdurrahman'ın emirlik döneminin sonuna doğru garip bir vaka or­
leyerek, babasının, İspanyol saray yaşamını daha Doğulu ve daha rafine taya çıktı. Kurtuba ve Tuleytule'de 850'den beri süren Mustarib ayaklan­
bir kültürel kimliğe büründürme girişimlerini pekiştirdi. Endülüs'te yeni malarının verdiği ilhamla, Hıristiyanlar gittikçe bir "şehitlik tacı giyme ar­
giyim tarzlarının yanı sıra incelikli yemek alışkanlıkları, satranç, şiir ve zusu"na kapılarak, İslam'a açıkça hakaretle kendilerini idam ettirmeye
bilime dönük yoğun ilgi ve bir müzik akımı gelişti. Sanatçılar, müzisyen­ yöneldi. Böylece dindaşları birer kült emaneti olarak cesetleri için kav­
ler ve şairler genelde topluma yön veren bir konum kazandı. Dönemin ga eder hale geldi. Büyük çaplı idam furyalarının ardından, Müslüman
bir vakanüvisi emirlik tebaasının giyime ne kadar değer verdiğini anla­ idarenin Katolik piskoposlarla işbirliği yaparak yatıştırmayı başardığı bu
tırken şunları yazmıştı: "Bütün kavimler arasında kıyafete, kumaş min­ akım 859'dan sonra bir kez daha alevlendi.
derlere ve benzeri şeylere en fazla ihtimam gösteren kavim Magribiler­ Abdurrahman'ın oğlu I. Muhammed döneminde (852-886) merkezi
dir. Maddi güçleri ancak günlük nafakayı çj�karmaya yetenler boğazların- otorite hızla zayıfladı. Tuleytule'de (852) ve Merida'da (868) valilerin ön­
,.
dan kesmeyi ve tasarruf ettikleri parayla biraz sabun alarak giysilerini yı- cülük ettiği ayaklanmalar bu kentlerin birkaç yıl fiilen bağımsızlaşmasına
kamayı tercih ederler. Göze hoş görünmeyecek libaslar içinde kalmaya
bir saat dahi katlanamazlar. "
El-Meriye'den Alcazaba ve adlı hisar, rivayete göre tehlike anlarında 20
Bizzat emir iyi öğrenim görmüş ve doğa bilimlerine meraklı bir kişi Medine'nin görünüşü bin kişiyi barındıracak büyüklükteydi. Burası
olarak, bilginlerce yazılmış metinlerin yanı sıra Yunanca ve Sanskrit­ Halife 1 1 1. Abdurrahman (9 1 2-96 1 ), bir dağ çevreye hakim konumuyla gemilerin giriş çı­
çe'den tercümeler satın almaya koyuldu. Ne var ki, bu fazla incelik ay­ sırasının koruduğu el-Meriye'nin (Arapça'da kışını denetim altında tutmayı sağlarken, ge­
"Denizin Aynası") kuzey limanını genişlete­ niş bir siperle limanı kırsal kesimden de ko­
nı zamanda saray entrikacılarının ve harem fesatçılarının sayısını artırdı.
rek ülkenin en önemli denize çıkış noktası rurdu. Katolik krallar l 489'da kenti ele
Abdurrahman birçok anıtsal kamu binası yaptırarak iktidar hırsını geniş haline getirdi. Bir yamaçta yer alan Alcazaba geçirdi.

ENDÜLÜS EMEVİLERİNİN VE E M İ RLİKLERİN TARİHİ 213


Sağda: Tunç şamdan v e kandil, Tunç şamdan İspanya'da İslam sanatında
halifelik dönemi, 1 O. yüzyıl, Kopenhag, sembolik motiflerin nasıl özümsendiğini gös­
David Koleksiyonu terir. Aynı döneme ait birkaç benzer nesne,
biçim ve bezeme açısından cennete dair İs­
Aşağıda: Kulpu geyik başı biçiminde lam düşüncelerinden yoğun biçimde etkilen­
olan pirinç kandil, mişti. Gösterişli süsleme ve yaratıcı biçim,
emirlik dönemi, 9. yüzyıl, Gırnata, Elhamra işlevsel nesnelere bile bu özelliklerini boz­
Müzesi maksızın bir bezeme güzelliği katardı. Bunun
iyi bir örneği olan şamdanın ayak kısmında
Arapça bir dua yazılıdır. Orta kısım altı sü­
tunlu küçük bir köşk biçimindedir. Yukarıda­
ki kemerler bitki desenleriyle kaplıdır; üst
halkanın çevresinde ise göğüsleri kalkık bir
dizi güvercin yer alır.

yol açtı. Tudela'da 842'den beri başına buyruk hüküm süren Mustarib Ko­ "Rex Hispanorum Regum" sanını kullanan Kral Alfonso'yu fiilen İspan­
mutan Musa el-Kasi, Zaragoza ve Tuleytule'yi de aldı ve 862'de ölene ka­ ya'nın hükümdarı olarak tanıdı. Alfonso kendisine meydan okuyan İbn
dar bu konumunu korudu. Muhammed'in üzerindeki bu baskılardan ya­ Hafsun'a saldırdı ve onu birkaç yenilgiyle sarstı. Aynı sıralarda, Müslü­
rarlanan Leon Kralı III. Alfonso (866-910) topraklarını büyük çapta geniş­ man ulemanın bazı mensupları emiri bir Hıristiyan krala tabi olmakla suç­
letti ve Endülüs içlerine doğru bir sefere girişti. Emir 883'te Alfonso'dan lamaya başladı. Birçok camide Abdullah'ı yeren hutbeler okundu, şairler
barış yapılmasını istemek zorunda kaldı. Ancak, Bübeşter Kalesi'ni mer­ alaycı mısralar döktürdü ve emirin statüsü en düşük dereceye indi.
kez edinen Müvelled kökenli Ömer İbn Hafsun'un ve ailesinin ayaklan­
ması Emevi hegemonyasına yönelik en büyük tehdit oldu. Asi Berberiler­
den ve Mustariblerden destek gören bu aile 884-917 arasında iktidar ala­ Kurtuba halifeliği: İ htişam ve çöküş (9 1 2- 1 03 1 )
nını Kurtuba'dan Akdeniz kıyılarına kadar genişletti; zengin Hıristiyanlar­
la ve Fatımilerle antlaşmalar yaparak emirliğin otoritesini sarstı. İspanya'daki Emevi yönetiminin yeniden dirilmesini sağlayan III. Abdur­
Daha babası baştayken başkomutanlığa yükselen ve onun son yılla­ rahman (91 2-961) dedesinin yerine 22 yaşında başa geçti. İşbiliye'yi
rında naipliği üstlenen Münzir (886-888) son derece hırçın ve savaşçı bir (Sevilla) 913'e doğru geri aldı ve İbn Hafsun'un 917'de ölmesinden son­
kişiydi. Emir olarak başa geçince hemen İbn Hafsun'a saldırdı ve Bübeş­ ra oğullarını doğuya doğru püskürttü . Nihayet 928'de bir baskınla Bü­
ter Kalesi'ni kuşattı. Temmuz 888'de ön saflarda çarpışırken öldürüldü. beşter Kalesi'ni düşürmeyi ve Merida'yı ele geçirmeyi başararak, Hafsun
Küçük kardeşi Abdullah (888-91 2) olabilecek en kötü şartlarda tahta çık­ ailesini Endülüs'ten kesin biçimde söküp attı.
tı. Çeşitli baş belalarının faaliyetleri dışında, ülke dinsel karışıklıklar için­ III. Alfonso'nun oğullan arasındaki iktidar mücadelesi Abdurrah­
deydi. Dahası, Güney İspanya'da bazı yönetici ailelerin mensupları man'a kuzey sınırında nefes alma fırsatı verdiyse de, 916'dan sonra Le­
ayaklanarak Ronda'yı ele geçirdi, İşbiliye ve Ceyya'da Qaen) dayanaklar on kralları birkaç kenti ele geçirdi ve sık sık Endülüs'ü yağmaladı. So­
kazandılar. Böylece Abdullah'ın emirliği geçici olarak Kurtuba bölgesiy­ nunda Abdurrahman devasa bir ordunun başında Hıristiyanlara karşı ha­
le sınırlandı. Yeni emir 889'da Mursiye ve Valencia'yı da asilere kaptır­ rekete geçti; ama Ağustos 939'da Simancas yakınında ağır yenilgiye uğ­
dı. radı, yaralandı ve tutsak düşmekten kıl payı kurtuldu. Bununla birlikte,
Böylesine bÜyük bir baskı altında olan Abdullah, Leon Kralı III. Al­ sonraki yıllarda Leon'u bir ateşkese zorladı. Ardından Hıristiyan krallık­
fonso'yla bir himaye antlaşması imzalayarak, geçerlilik süresi 900'e kadar ların siyasal zayıflığından yararlanarak, Leon ve Navarra'yla bütün İspan­
olan önceki barışı yeniledi. Antlaşma uyarınca Endülüs emirliği, artık ya'da fiili hükümdar ve hakem olarak tanınmasını sağlayan bir himaye

214 İ SPANYA VE FAS


antlaşmasına vardı. Kastilya ve Barselona bile ona biat etmek zorunda kümdarlarıyla iyi ilişkiler geliştirdi. Zorlu müzakerelerin ardından, Al­
kaldı. Abdurrahman'ın Kuzey Afrika seferleri de şiddetli muharebelerden manya'da Büyük Otto'nun imparatorluk sarayıyla diplomatik ilişkiler
sonra başarıya ulaştı. Magrip'le geleneksel olarak yürütülen iyi ilişkiler, kurdu ve 959'da imparatorluğun büyükelçisi olarak gönderilen Başkeşiş
Tunus\ı merkez edinen Şii Fatımilerin 920'den sonra hızla yayılarak, At­ Johann von Gorze'yi huzuruna kabul etti.
lantik'e kadar bütün Batı Magrip'i ele geçirmeleri ve Fez'e boyun eğdir­ III. Abdurrahman'ın kurduğu sıkı merkezi idare, geniş kapsamlı sula­
meleri yüzünden yönetimi tehlikeye düşmüştü. Abdurrahman kuvvetle­ ma ve randımanlı tarım sayesinde ülkenin hızla refaha kavuşmasını sağla­
rini denizyoluyla yapılacak olası bir saldırıdan korumak amacıyla Mayor­ dı. Ustaca düzenlenmiş vergi sistemi, dolup taşan devlet kasaları, Yahudi­
ka'yı işgal etti ve 93 1 'de Septe ile Tanca'yı ele geçirdi. lere tanınan ticari imtiyazlar ve sağlam belediye idaresi Endülüs'ü o dö­
III. Abdurrahman'ın 16 Ocak 929'da halife unvanını alması esas ola­ nemde Avrupa'nın en yüksek nüfuslu ülkesi haline getirdi. Başkent Kur­
rak Şii Fatımilere gücünü göstermeye yönelikti. Kurtuba artık Abbasi tuba canlı bir ekonomik ve kültürel merkeze dönüştü; neredeyse Kons-
ağırlıklı Bağdat'la ve Fatımi kalesi Mehdiye'yle (daha sonra Kahire) çe­
kişen üçüncü halifelik merkezi haline geldi. Yeni halife Endülüs ve Ku­
Pireneler'de bulunmuş bir kumaş pos cüppesini kaplayan bir süsleme şerididir.
zey Afrika Sünnilerinin hem koruyucusu hem de en üst makamı olma parçası, halifelik dönemi, 1 O. yüzyıl, Birbirine bağlanan renkli madalyonların or­
rolüne soyundu . 932'de kendisini Fez ve Moritanya'nın hükümdarı ilan Madrid, Valencia Don Juan Enstitüsü tasında, tüyleri üst üste binmiş pullar şeklin­
etti. Kuzey Afrika'ya Emevi valiler atadı ve onların Tunus kentine yöne­ Endülüs atölyelerinde üretilen enfes kumaş­ de olan bir tavus yer alır. Kenardaki çiçek
lar ve dokumalar Avrupa, Kuzey Afrika ve deseni muhtemelen saray kenti Medinetü'z­
lik kuşatmasına yüklü bir fidye karşılığında son verdi. Ama sonraki yıl­
Yakındoğu'da çok revaçtaydı. Pireneler'deki Zehra'nın alçı sıvalı bitki süslerine dayanır.
larda Fatımiler Endülüs kuvvetlerine ağır kayıplar verdirdi. Abdurrahman bir Hıristiyan kilisesinde bulunan bu parça Halife il. Hakem'in 971 tarihli saray vakayi­
uluslararası düzeyde Bizans imparatorluk sarayıyla ve çeşitli Avrupa hü- muhtemelen bir elbiseyi, belki de bir pisko- namelerinde benzer kumaşlardan söz edilir.

E N D Ü L Ü S E M EVİLERİNİN VE EMİRLİKLERİN TAR İ H İ 215


tantinopolis'le karşılaştırılabilecek bir Avrupa metropolü konumuna yük­
seldi. Abdurrahman'ın iktidarının önemli bir sembolü, yapımına 936'da
başlanan Medinetü'z-Zehra adlı saray kentiydi. "10. yüzyılın Versailles Sa­
rayı" olarak bilinen bu görkemli merkezde şairleri ve bilginleri çevresine
topladı. Ülkenin her yanında kapsamlı teftiş gezilerine çıktı, mineral kay­
nakları ve ticari olanakları değerlendirdi, gümrük ve nakliye sisteminin ya­
nı sıra düzgün işleyen eğitimli bir bürokrasiyle yerli imalatçıları korudu.
Abdurrahman ülkenin askeri idaresini de yeniden düzenleyerek,
doğrudan komutası altında olan Berberi ve Slav asıllı askerleri kayırdı.
Uzun süreli yönetimi sırasında yerel topluluklar arasındaki gerginlikleı
büyük ölçüde ortadan kalktı ve İslam dinine toplu dönüşler kültürür
güçlü bir Arap karakteri kazanmasını sağladı. Önde gelen İslam hüküm
darlarından biri sayılan III. Abdurrahman Ekim 96 1 'de öldüğünde, Endü­
lüs gücünün doruğundaydı.
Endülüslü şair, tarihçi ve devlet adamı İbnü'l-Hatib (1313-1375) bu·
nu şöyle doğrular: "Abdurrahman-ı Salis Emevi hanedanının en makbu
temsilcisidir. Uzun bir ömür sürdü, talihi daima yaver gitti, idaresi meş·
hurdu, şöhreti yaygındı. (. . . ) Abdurrahman iktidara geldiğinde, Endülfü
yanan bir k,öz gibiydi, / alevler saçan bir yangın yeriydi; / açık ve gizi
ihtilaflarla / neredeyse mahvolmanın eşiğindeydi. / Onun bahtiyar eliy­
le / ve sıkı pençesiyle Allah bütün memlekete huzur getirdi. / Abdurrah
man-ı Salis müteaddit defa evveliyle mukayese edildi: Zira asileri yol<
getirdi; / kaleler kurdu, kültürün temelini attı ve ismini ölümsüzleştirdi
/ Kafirlerin kanını döktü; Endülüs'ü düşmanlardan kurtardı / ve bütür
husumetlerden arındırdı. / Kavimler ona memnuniyetle biat etti, / zir<
hepsi sulha fazlasıyla muhtaçtı!"
Veliaht sıfatıyla 40 yaşından itibaren devlet işlerinde yer alan Halife
Aşağıda: ili. Abdurrahman'ın kızına ait Yukarıda Medinetü'z-Zehira Sarayı'nın II. Hakem (961-976) babasının atılımlarını daha ileriye götürdü . Barışse
fildişi kutu, 96 1 'den sonra, bir havuzundaki taş rölyef, y. 980, ver bir mizacı olduğu için, uzun veliahtlık döneminde çevresine bilgin­
4,5 x 9,5 x 7 cm, Gırnata, İspanyol İslam Müzesi
Londra, Victoria ve Albert Müzesi Av konumundaki antilopları alt eden bu güç­ leri ve bilim adamlarını topladığı gibi, çok sayıda kitap da biriktirdi. Çe
Metal tutma halkaları olan bu çok küçük ku­ lü aslanlar, İslam'ın düşmanları karşısındaki şitli aracıların yardımıyla, Doğu dünyasında yeni yazılmış kitapları ve
tunun zengin süslemeleri Medinetü'z-Zeh­ zaferini simgeler. Sarayın sahibi Komutan külliyatları satın aldı; bilginler ve hattatlar için büyük meblağlar harcadı
ra'da yapıldığını gösterir. Üstündeki bir yazı, Mansur daha çok Kuzey İspanya'daki Hıristi­
Kurtuba'da 44 katalog altında dizinleştirilmiş 400 bin kitaptan oluşan biı
yaptıran kişi hakkında bilgi verir ve Emir 111. yan krallıklara karşı düzenlediği söylenen
Abdurrahman için hayır duaları eder. 50'yi aşkın seferden zaferle dönmüş bir kişi kütüphane oluşturdu ve çoğu cilde bizzat yorumlar düştü. Coğrafya, ta·
olarak hatırlanır. rım ve sulama, astronomi, tıp ve matematik gibi bilimlerin yanı sıra, esa�
olarak klasik Yunan düşüncesine dayanan felsefeyi teşvik etti. Ahlak ve
devlet yönetimi üzerine eserler yazdırdı; o dönemde büyük ölçüde şe­
cereye dönük olan tarih konusuna yoğunlaştı. Bütün sosyal tabakalaı
için okullar ve öğrenim merkezleri açarken, halk arasında okuryazarlı·
ğın ve eğitimin gelişmesine kişisel ilgi gösterdi. Halife Hakem'in döne·
mi Endülüs'te bilimin, irfanın ve şiirin timsalleşmiş düzeyi sayılır. Baba·
sının zekice ticaret politikasını sürdürmesi ülkenin refahını yükseltmesi·
ni ve kapsamlı kamusal imar işleri yürütmesini sağladı.
Hakem siyasal bakımdan babasının başarılarını korudu . Leon Krallı·
ğı'nı barış antlaşmasının süresini uzatmaya zorladı. Ayrıca Navarra ve
Galicia'daki anlaşmazlıklara hakemlik etti; her iki Hıristiyan krallığı da fi.
ilen onun üstünlüğünü tanıdı. Kuzey Afrika'da da Emevilerin üstün ko·
numu bir süre daha devam etti. Ne var ki, Fatımiler Kahire'yi merke;
edindikten (969) sonra, başarıyla Magrip' i fethetmeye girişti. Hakem rüş·
vetlerle Fas'taki Berberi kabilelerin dostluğunu yeniden kazandı ve böy­
lece Fez kentini geri aldı.
II. Hakem Ekim 976'da öldüğünde, Veliaht II. Hişam (976- 1009 ve
10 10-10 13) henüz 1 1 yaşındaydı. Başlangıçta onun adına iki kişi hükürr
sürdü : Önce Bask kökenli annesi Subh Sultan (asıl adı Aurora) ve ardın­
dan hacibliği üstlenen Cafer el-Mushefi. Bu dönem Yemenli bir soylL
olan Muhammed bin Ebu Amir'in valide sultanın gözüne girmeyi başa·

216 İ S PANYA VE FAS


rarak hızla yükselişine, darphane amiriyken kısa sürede fiilen Endü­ ve Moritanya'yı fethetmesi üzerine oğlunu bu toprakları geri almakla gö­
lüs'ün hükümdarı konumunu elde edişine sahne oldu . Bu muhteris revlendirdi. Fez'i 997'de geri alan Abdülmelik büyük bir Berberi birliği
adam önce Mushefi'yi iktidar yetkilerinden yoksun bıraktı; daha sonra topladı. Mansur'un Ağustos 1002'de Kastilya'ya karşı bir seferden döner­
askeri seferlerinde (978-1002) kullandığı Mansur lakabıyla ünlendi ve ken Medinaceli'de ölmesinden sonra haliyle yerine oğlu Abdülmelik'in
hacib olarak Mushefi'nin yerine geçti. Guadalquivir kıyısında Medine­ (1002-1008) geçmesi, Murabıtlar için meşru bir sülale bağı yarattı. Abdül­
tü 'z-Zehira adıyla kendi saray kentini kurdu ve burası imparatorluğunun melik tıpkı babası gibi cesaretle ve psikolojik maharetle hüküm sürdü. Na­
yeni iktidar merkezi haline geldi. varra ve Barselona'ya saldırdı, Leon'un başkentini 1004'te bir kez daha
Mansur kişisel bağlılığını ilan ettiği ordunun desteğini arkasına ala­ yağmaladı ve Hıristiyanların sınırdaki savunma mevzilerini ciddi biçimde
rak, Hişam'ı kendi sarayındaki bir "altın kafes"te tutsak konumuna dü­ zorladı. Ekim 1008'deki ani ölümü sadece Mansur ailesinin değil, Kurtuba
şürdü. Dış dünyayla bağlantıları koparılan halife sadece belli resmi vesi­ halifeliğinin de en parlak dönemini sona erdirdi. Murabıtlar halifeyi tama­
lelerle halkın huzuruna çıkarılır hale geldi. Mansur kendi başına devlet men dışlayarak Müslüman İspanya'nın gücünü ayakta tuttu, ama merkezi
mührünü kullandı, cuma hutbelerinde halifeden hemen sonra adının denetim anlayışını zayıflattı.
anılmasını emretti ve 996'da emirliğe yakın bir unvan benimsedi. Adale­ Murabıtların başlangıçtaki güçlü varlığıyla, Abdülmelik'in küçük kar­
tin yumuşattığı bir sertlikle hüküm sürerek iktidarını pekiştirdikten son­ deşi Abdurrahman (1 008-1009) fiilen hükümdar konumunu elde etti. Ne
ra, daha önceki halifeler gibi sanat ve bilimin sıkı bir destekçisi olarak var ki, kötü danışmanlarına kanarak, halifelik makamına oturmaya yöne­
nam saldı. En önemli devleti makamlarına kendi ailesinin mensuplarını lik gizli tertiplere girişmesi ailesinin onurunu tehlikeye düşürdü. Çocuğu
getirdi. Gerek Mansur, gerekse sonradan yerine hacib olan en büyük oğ­ olmayan II. Hişam'ı kendisini veliaht göstermeye ikna etti. Kısa bir süre
lu Abdülmelik yetenekli komutanlardı; onların döneminde ordu safları sonra, Kurtuba sokaklarında halkın kabaran öfkesine kurban oldu. İzleyen
Afrika'dan getirtilen birçok Berberi askerle doldu. yıllarda, Emevi halifelik makamı için iki adayın birbiriyle kapışması kanlı
Mansur daha çok Kuzey İspanya'daki Hıristiyan krallıklara düzenledi­ bir iç savaşa yol açtı. Bunun sonucunda gerçek iktidar gitgide askeri kad­
ği söylenen 50'yi aşkın seferden zaferle dönmüş bir kişi olarak hatırlanır. roların ve paralı asker ordularının eline geçti. Mayıs 1013'te Berberiler baş­
977'deki ilk askeri seferi esas olarak Kastilya'ya yönelikti; 988'de Leon'un kent Kurtuba'yı yağmalayıp yaktı ve çıkan yangın sırasında meşru halife
başkentini yağmalayıp yerle bir etti; 995'te Douro Irmağı kıyısında Hıristi­ II. Hişam can verdi.
yan ordularını yendi. Ağustos 997'de İspanyol Hıristiyanlarının hac mabe­ Çeşitli Emevi melikleri 1016'dan sonra Güney İspanya'daki Malaga'yı
di Santiago de Compostela'yı bile ele geçirerek, kenti ve Aziz Yakub'un merkez edinen Benu Hammad öncülüğündeki Hammadilerle halifelik için
mezarı üzerinde inşa edilmiş kiliseyi yıktı. lOOO'de Kastilya'nın içlerine kavgaya tutuşurken, Endülüs gittikçe derinleşen bir kaos ve anarşiye bat­
doğru ilerledi ve Burgos'u yağmaladı. Afrika'da da öncelinin zaferlerine tı. Son halife III. Hişam (1 027-1031) Kurtuba'dan 30 Kasım 1031 'de kovul­
yenilerini ekledi. Magrip emiriyle vardığı barış antlaşması, Hıristiyanlara duktan sonra bu makamdan çekildi. Böylece Kurtuba halifeliğinin son
karşı seferlerde cephe arkasını güvence altına aldı. Fatımilerin 983'te Fas bulmasıyla, İslam ve Avrupa tarihinde önemli bir çağ da kapanmış oldu.

Abdülmelik'in bir portresinin yer


aldığı fildişi mücevher kutusu,
1 004, Pamplona, Navarra Müzesi
Bu fildişi mücevher kutsunun ön tarafında­
ki madalyon, dinin savunucusu Abdülme­
lik'in İslam düşmanlarını yenilgiye uğratışı­
nı tasvir eder. Mansur'un en büyük oğlu
olan Abdülmelik, daha babası baştayken
yetenekli bir komutan ve vezir olduğunu
kanıtlamıştı. Babasının yerine 1 002'de ikti­
dara gelince, Kuzey İspanya'daki Hıristi­
yanlara karşı bir dizi sefer düzenledi. Ekim
1 008'deki ani ölümüyle ispanya' da halifelik
iktidarı çöktü ve bunu yıkıcı iç savaşlar iz­
ledi. Kurtuba ve saray kenti Medinetü'z­
Zehra 1 O 1 3'te yağmalandı ve büyük ölçü­
de yıkıldı.

E N D Ü L Ü S EMEVİLERİNİN VE EMİRLİKLERİN TARİ H İ 217


Mimari Halifelik döneminde Kurtuba'nın büyümesi

Natascha Kubisch Kurtuba'nın 1 0. yüzyıl halifelik merkezi olması, Endülüs ve Magrip'i kap­
sayan Batı İslam imparatorluğunun başkentine dönüşmesini sağladı. Dö­
nemin Endülüslü Arap bilginlerinden İbn Hazın, 1 0. yüzyılda Kurtu­
ba'nın 1 0 kilometre çapında bir alanı kapladığını belirtir. Döneme ait ka­
yıtlar Kurtuba'da birçok caminin bulunduğunu doğrular; vakanüvis el­
Endülüs Emevilerinin ve taife emirl i klerinin m imarisi Bekri 471 cami sayarken, bir başka bilgin toplam 1 .600 camiden söz
eder. Kurtuba'nın Mansur döneminde büyük çapta genişlediğini belirten
Cordoba, İmparator Augustus'un başta olduğu İÖ 27'de, aşağı yukarı İs­ El-Bekri'nin aktardığı mülk sayısı şöyledir: Emekçi ve esnaf kesime men­
panya'nın şimdiki Andalucia bölgesine denk düşen Roma eyaleti Baeti­ sup kişilere ait 2 1 3 . 077 ev, soylular ve üst düzey yetkililer için inşa edil­
ca'nın merkezi oldu. Daha sonra, özellikle Vizigot döneminde (6-7. yüz­ miş 60. 300 ikametgah ve çok sayıdaki yolcu hanı hariç olmak üzere
yıllar) sürekli nüfus artışı kentin birçok kez genişletilmesini gerektirdi. 80.455 dükkan. Bu rakamlar kesin bir döküm verme çabasından ziyade,
Magrip'ten gelen Müslümanlar İS 7 1 1 'de bölgeye girince, Malaga ve Gra­ Kurtuba'nın uçsuz bucaksız büyüklüğü karşısındaki hayretini ifade eder.
nada'nın yanı sıra Cordoba'ya da Vizigot karakterine pek dokunmadan Bağdatlı bilgin İbn Havkal 1 0. yüzyılda Magrip, Mısır ve Suriye'deki hiç­
yerleştiler. Kurtuba adını verdikleri bu kentte hemen bir cami inşa etmek bir kentin Kurtuba kadar büyük olmadığını yazmıştı.
yerine, kentin güneyindeki San Vicente adlı kiliseyi Hıristiyan topluluk­ Kurtuba'nın sosyal merkezi, Guadalquivir (İspanyolca "Büyük Ir­
la paylaşmaya karar verdiler. Bu durum ancak Emevi Halifesi Hişam'ın mak") kıyıs�nda, yanı başına Cami-i Kebir'in inşa edildiği Roma Köprü­
torunu I. Abdurrahman'ın 756'da emir olmasıyla ve Kurtuba'yı o sırada sü yakınında yer alan Güney Kent'ti. Caminin çevresinde çok sayıda çar­
henüz sağlam olmayan küçük emirliğinin başkenti yapmasıyla değişti. şı (Arapça suk, İspanyolca zocos) gelişmişti. Hisarı andıran Alcazar'la
1
1 Kurtuba'nın yeni statüsü sadece yeni bir idari sistemi değil, belediye an­ (Arapça "El-Kasr") birlikte resmi daireler caminin yanında sıralanmaktay­
1 lamında kapsamlı bir yeniden imarı da gerekli kıldı. Buna uygun olarak dı. Irmağın karşı yakasında el-Mekkari'nin çapını 47. 500 arşın, yani yak­
, ,
Abdurrahman birçok eski yapı üzerinde yeni binalar inşa ettirdi ve za­ laşık 1 , 5 kilometre olarak hesapladığı bir dış mahalle vardı. Fransız uz­
manla kent gittikçe bir Doğu karakteri kazandı. En önemli gelişme ise man Levi-Provencal bu verilere dayanarak, bütün kentin 22 kilometrelik
Abdurrahman'ın İspanya'da İslam iktidarını temsil edecek büyük bir ca­ çapıyla ve 5.000 hektarlık yüzey alanıyla şimdiki Cordoba'dan çok daha
mi kurma emrini vermesiydi. Kurtuba Cami-i Kebir'inin (La Mezquita) büyük olduğu sonucuna varmaktadır.
785 dolaylarında başlayan inşa çalışması sonraki iki yüzyıl içinde birkaç Kent kuzeybatıda Sierra Morena adlı sıradağın eteğine kadar uzan­

1 evre halinde tamamlandı. Kent nüfusunun 9. yüzyılda iyice artması üze­ maktaydı. Daha emirlik döneminde bu yöre hoş iklimiyle kırsal malika­

1 rine, Emir II. Abdurrahman camide 833'ten 848'e kadar süren ilk geniş­
letmeye girişti. Kurtuba emirliğinin artan siyasal gücü sırf caminin bü­
neler (el-münye) için gözde bir alana dönüştü. Batıda dış mahalleler Ha­
life III. Abdurrahman'ın 936'da imparatorluğunun idare ve hükümeı
yüklüğüne değil, kuruluş sürecine göre de dolaylı olarak ölçülebilir. merkezi olarak inşa ettirdiği Medinetü'z-Zehra'ya kadar ulaşmaktaydı.
Kentin Roma ve Vizigot kökenini açığa vuran Roman ve Vizigot harabe­
lerinden alınma malzemeler esas olarak temel yapı için kullanılırken, 9.
yüzyıl ortalarında bağımsız bir sanatsal üslubun ilk işaretlerini görürüz.
Bu "emirlik üslubu" neredeyse tükenmez bir biçim çeşitliliğini yansıtan Kurtu ba'nın Planı
sütun başlıklarında ifadesini bulur.
III. Abdurrahman 929'da kendisini halife ilan edince ve 936'da Kur­ Yahudi Kapısı (Aslan Kapısı)

{� l �="'"
tuba yakınında saray kenti Medinetü'z-Zehra'yı kurunca, yeni imar çalış­
malarının çokça zahmetli olması nedeniyle, Cami-i Kebir konusunda sa­
dece cami avlusunu genişletme ve I. Hişam'dan kalma eski minarenin
yerine yenisini yapma gibi daha az önemli veçhelere ağırlık verdi. Yeni
bir inşa evresi (962-966) ancak 1 0 . yüzyıl ortalarında oğlu ve ardılı II. Amir Kapısı
(Tuleytule Kapısı)
Hakem'le birlikte başladı. Cami-i Kebir'in görkemli kemer çatkıları, kub­
beleri ve sözgelimi mihrap cephesini süsleyen altın mozaikler gibi en şa­
hane güzellikleri bu evrede yaratıldı. Cami aslında Kurtuba halifeliğinin Kasba

gerileyişini bile yansıtır. Bunu genç Halife II. Hişam'ın naibi Mansur'un
gözetiminde yürütülen son inşa evresinin (987-988) sırf önceki inşa ev­
Cevız Kapısı

(Almôdovar Kapısı) \Yahudi


�;/
ahallesi Yenı Kapı

v
relerine özgü biçimleri "taklit" etmeyle sınırlı kalmasında ve kendine Ca ı-ı ebır

mahsus bir üslup yaratmamasında açıkça görürüz. (M q )

lşbılıye Kapısı
Kurtuba Cami-i Kebir'i bütün Endülüs yapıları arasında, İspanya'da­ Kopru Kapısı

ki İslam mimarisinin erken tarihini farklı üslup özellikleriyle doğru bi­


çimde belgeleme açısından ilk sırayı alır.
K

218 İ SP ANYA VE FAS


Doğuda Kurtuba'nın vardığı nokta, Amiri hanedanından ilk yönetıcı Cordoba kent surlarında Alm6dovar iner. Yahudi Mahallesi'nin yakınında ayakta
Mansur'un 1 0 . yüzyıl sonlarında Medinetü'z-Zehira gibi benzer bir adla Kapısı'nın yer aldığı kesim kalmış olan batı surlarında çıkıntılı yapısıyla
yaptırdığı ikametgahtı. Dönemin Arap yazarları Kurtuba'nın kent sınırla­ Aradan geçen yüzyıllarda birçok kez yeniden Alm6dovar Kapısı yer alır. Bu ad Kurtuba
inşa edilmesine ve restore edilmesine kar­ halifeliği döneminde önemli bir güzergah
rını saptarken malikaneleri ve ikametgahları esas alırlardı; bu yöntem şın, Cordoba'nın ortaçağ surlarının geçmişi olan Alm6dovar del Rio'ya yönelik anayol­
kentin verimli bir bahçe ve yeşil alan kuşağıyla çevrili olduğu sonucuna Kurtuba halifeliği dönemine (929- 1 03 1 ) dan gelir.
varmamızı sağlamaktadır.
Kurtuba'nın Eski Kent kesiminin kuzeyine düşen alanda, yüzyıllar
boyunca sık sık onarılan ve genişletilen masif kent surlarının bir bölü­ taydı. Önceleri Roma Kapısı olarak anılan bu taçkapının adı, yaklaşık
mü günümüze ulaşmıştır. Kenti çevreleyen bu surlarda eskiden birkaç 300 kilometre uzaktaki Tuleytule'ye giden yolun, bir ticaret ve ulaşım
taçkapı vardı. Alcazar ve Cami-i Kebir'in yakınında yer alan ilk taçkapı, bağlantısı olarak önem kazanması üzerine Tuleytule Kapısı olarak değiş­
eski Roma Köprüsü'nün uzantısı içinde kaldığından Köprü Kapısı olarak tirildi. Son olarak, kaynaklar kuzey kesimde, ana ulaşım ekseni yakının­
anılırdı. İkinci kapı Halife II. Hakem döneminde, anlaşıldığı kadarıyla da yer alan bir başka kent kapısından söz eder. Talavera'ya giden anayo­
güneydeki dış mahalleyi kentten ayırmak amacıyla inşa edilmişti. Irmak la açıldığı için, buraya Talavera Kapısı adı verilmişti. Bazı kaynaklarda
Kapısı konum olarak Guadalquivir yakınında, İşbiliye'ye ve Güney En­ geçen Aslan Kapısı muhtemelen I. Abdurrahman'la ve " Rusafe" adlı ika­
dülüs'ün geri kalan kesimine giden yolların yer aldığı bir kent kavşağın­ metgahıyla bağlantılı bir iktidar sembolizmine göndermedir. Ayrıca Ya­
daydı. Guadalquivir boyunca uzanan kent surlarında yine Halife II. Ha­ hudi Kapısı ya da Güzel Cihet Taçkapısı adlarına rastlanır. Bu taçkapı
kem dönemine ait bir başka kapı bulunur, muhtemelen daha geç bir ta­ daha sonraları Yahudilerin ve Müslümanların da defin yeri olarak kul­
rihte yapıldığı için Yeni Kapı adı verilmiştir. Yaklaşık 600 metre kadar landığı eski bir Roman nekropolüne açılırdı. Taçkapıdan geçen insanla­
kuzeydoğuda, Roma Yolu (Via Augustus) üzerinde yer alan bir taçkapı rın gelecekte öleceklerini hatırda tutarak, hayatlarına bir "güzel cihet"le
vardı. Kurtubalı tarihçi İbn Başhkuval'ın (1 1 0 1-1 183) aktardığına göre, yön vermeleri beklenirdi. Eskiden, kentin batı kesiminde, kuzeybatıdan
Cadiz'de başlayan ve Kurtuba'dan geçen Via Augustus, iç kesime yöne­ güneybatıya doğru uzanan surlarda üç taçkapı daha vardı.
lerek Zaragoza'ya ve daha ötede Pireneler'i aşarak Narbonne'a varmak-

ENDÜLÜS EMEVİLERİNİN VE TAİFE EMİRLİKLERİNİN MİMARİSİ 219


Halifeliğin yıkılmasından sonra Ku rtuba'nın gerileyişi

Berberilerin lülü'daki ayaklanması ve son meşru halifenin 1 0 3 l 'de sü­


rülmesi Kurtuba halifeliğinin sonunu getirdi. Toprakların parçalanma­
sıyla taife emirlikleri denen küçük devletler ortaya çıktı. Taife hüküm­
darlarının çekiştiği bu "fitne" döneminde Endülüs'e iç kargaşa hakim ol­
du . Hiçbir hükümdar tek başına ülke üzerinde siyasal denetim sağlaya­
madı. Kurtuba siyasal ve sanatsal önemini kaybederek belirgin biçimde
geriledi. Derken, 1 2. yüzyılda Muvvahid yönetimiyle birlikte önemi art­
tı ve genişletildi; ama bu dönemden günümüze ulaşan arkeolsıjik kalın­ il i l
4: � : t: t :•: t Jıı:•: • :t:4t t :-ı:•: t Jı:ıt:•:IC" t Jı>:c • .>:c• :Jı>:<
tılar çok sınırlıdır. Kurtuba'nın Kastilya ve Leon Kralı III. Fernando dö­ ı( �:t •=<• >:•: ı :.:•• .tı.=-:-:-.- Jı.:-:<c •.Jı.:-.:c ı >:c.-
il i l

�oi>=-=�>=c·>=-=.,,
JI�:•

neminde Hıristiyanlarca ele geçirilmesinden (1 235) sonra, İslam malika­ ·ci� = , » =c • Jıı=•= • Jıı = •ı(O•=t. JııG-•----..-,-_.._ll.�.-.JIJ"___,_.Jf':
_·':.: :ı( • : < • >=•=ı\.;t� t" . ... =• -1' = • Jıı • • Jt:ııct >>:«
��= . .
>X.>.:ctJı:c.cJı
nelerinin ve saraylarının çoğu terk edildi; izleyen yıllarda mahalleler de­
:.: · >=·· · "=1* . .
K:

falarca yeniden inşa edildi. Bununla birlikte, günümüzde bile, Eski


-=· =-� · ,
• Portakal Ağa
> =-:� :J:-.:- • .-:•:< •
ı

t>:«:t:<tJıı: t:Jı:�
:-:.: :>:.: >
Kent'in dar geçitlerinde yürüyen biri onun Magribi karakterinden, eski :•:< Jıı :< • :Jı ıC • >• • • Avlu
©
i l i l

şaşaa ve ihtişamından bir tat alır. :•:< Jıı :C • Jı C ı( )ıı� · · >X:'f>.:c• Jı.:.:c •
.. Jıı: Cf Jl:•:€ :t
�:.-. =• 'l> :.:ıf.. • :ııo::ct.
i l
�--,.-_._,-_.._,. _-_.-.-,-_
il il
=--=-=• •:ıc e :-:4: » > ıll t :•.c< �
:to:< • • :ıc ı :.: « • > « • =·• · · � =· < ıllı :•:« Jıı >:< • >
Kurtuba Cami-i Kebir'i, 785-988 eyer çatılarıyla örtülü 1 9 geçitten oluşur. •
>:< « • =-= · ::.:€ · =- ıi i :• i.,-L___J. :4t. f" •=-=-�J:.:-.-
• .=­

Havadan görünüş (yukarıda) ve zemin planı Caminin orta kısmında, inşası 1 6. yüzyılda JOı: , :.:<t ::.:€ :.::. € 1 :•*€€ '.a' >:<• >::.:.: f �:ııc • ::.:ııc e J>:
(sağda) caminin yapısını gösterir. Ön planda­ başlayan ve ancak 1 8. yüzyılda biten masif
ki güney dış duvarı kıble duvarıyla tıpatıp ay­ katedral yapı yer alır. Burada eskiden namaz
nıdır. Sivri kemerli çatıyla örtülü sekizgen bölmesiyle bitişik olan cami avlusu vardı. 1 6-
üst kat, il. Hakem dönemindeki genişletme­ 1 7. yüzyıllarda yıkılarak yeni baştan inşa edi­
de (962-966) yapılmış olan mihrabın üstüne len eski müstakil minare, günümüzde kated­
10 20m
Giriş ve eski minare
oturtulmuştur. Namaz bölmesi kıble duva­
rından kuzeye doğru uzanan ve her biri ayrı
ralin çan kulesi işlevini görüyor.
==-
Mihrap Katedral
K

220 İ S P ANYA VE FAS


1. Abdu rrahman dönemindeki özgün yapısıyla
Kurtuba Cami-i Kebir'i
geçit biraz daha geniş olduğu gibi, diğer geçitlere göre daha yüksektir;
bu özellik camiye yakındaki katedralden bakılınca çok bariz olarak gö­

1

rülür.
Kurtuba'nın e n görkemli yapısı olan Cami-i Kebir'in inşasına, Kurtuba'yı Kurtuba Cami-i Kebir'ine benzer bir yapısı olan Kudüs'teki Mescid-i
emirlik başkenti olarak seçen I. Abdurrahman 785'te karar verdi. Seçilen Aksa, 7 1 5 tarihli olması itibariyle tam 70 yıl daha eskidir. Ortadaki geçi­
yerde temelleri ancak 1 930'lardaki kazılar sırasında ortaya çıkarılan San dinin belirgin biçimde daha geniş olması ve eksen olarak mihraba açıl­
Vicente adlı bir Hıristiyan kilisesi vardı. Cami inşaatı 785 dolaylarında ması açısından, aynı şekilde bir bazilikayı andırır. Abdurrahman gençlik
başladı. Konum itibariyle Guadalquivir yakınında, (günümüzde restore yıllarında Doğu'da bu camiyi ya da benzer biçimli başka bir camiyi gör­
edilmiş) köprünün ucunda yer alması" o sıradaki yollardan kolay ulaşılır müş olmalıdır. Dolayısıyla böyle bir düzeni uzaktaki Kurtuba'ya uyarla­
olmasını sağlama amacının yanı sıra, kentin Vizigot mirasıyla bağlantıla­ ması şaşırtıcı değildir; özellikle tutkularını şanlı Doğu Emevi atalarına
rının da bir sonucuydu . Tarihsel anlatımlara bakılırsa, caminin yakının­ dayandırması da bunu gösterir. Namaz bölmesinin büyüklüğü sırf cami­
da, eski San Vicente Kilisesi alanının hemen bitişiğinde I. Abdurrah­ nin Batı İslam imparatorluğu için bir ruhani merkez olarak taşıdığı öne­
man'ın ikametgah haline getirdiği bir Vizigot sarayı vardı. Bu şekilde ye­ min değil, aynı zamanda kentin muazzam nüfusuyla birçok geçitli geniş
ni emirliğin ruhani ve dünyevi merkezlerinin birbirine yakın olması ve bir namaz bölmesini gerektirmesinin bir sonucudur.
ayrılmaz bir bağlantı içinde kalması sağlanmıştı. Kurtuba Cami-i Ke­ Özgün yapıda (785-786'dan kalma haliyle) bir minare yoktu. Arap
bir'inin temel yapısının inşası bir yılı aldı (785-786). Bunun sebeplerin­ kaynakları o dönemde ezanın bir hükümet konağı olarak da kullanılan
den biri Abdurrahman'ın bu camiyi bir metropoliten kenti Kurtuba'ya yakındaki Vizigot sarayının kulesinden okunduğunu belirtir. Başlangıçta
yaraşır kılma yönündeki kişisel isteği ve hırsıydı. Diğer sebep ise cami caminin dört girişi vardı . Batı cephesindeki Babü'l-Vüzera (Vezirler Ka­
inşaatında Roma ve Vizigot kalıntılarının kullanılmasıydı. pısı) günümüze neredeyse değişmeden ulaşmıştır ve üst eşiğinin yukarı­
Kurtuba Cami-i Kebir'i önünde bir avlu bulunan dikdörtgen bir na­ sındaki bir yazıta göre 786 tarihlidir. Arkasındaki St. Stephen Şapeli'nden
maz bölmesinden oluşur. Avlu aşağı yukarı namaz bölmesi kadar büyük­ dolayı şimdi Stephen Kapısı olarak anılan bu kapıyı geçmişte üst düzey
tür; eskiden namaz bölmesi tamamen dolduğunda müminler namaz için yetkililer hemen karşıda yer alan hükümet konağından camiye girmek
avluya taşardı. Caminin özgün namaz bölmesi yaklaşık 79.02 x 42.21 için kullanırlardı.
metre boyutlarında v e kıble duvarına dik açılı 1 1 geçit halinde tasarlan­ Bugün Mezquita'ya girince bir katedralle karşılaşmak insanı şaşırtır.
mıştı. Mihraba açılan ortadaki geçit 7,85 metre enindedir ve ancak 6,86 Reconquista'dan sonra cami alanının yönetimi Cordoba Hıristiyan ruha­
metreyi bulan diğer geçitlerden bir metre kadar daha geniştir. Ortadaki ni meclisine bırakıldı ve meclis 1 5 23'te bir katedral inşa etme kararını al­
merkezi geçidin öne çıkışı, mihrap yönelimli merkezi ekseni daha fazla dı. Bu karar uyarınca, katedrali tam caminin orta kısmına kondurmak
vurgular; dolayısıyla bu cami tipine "yönelimli" denir. Ayrıca, ortadaki üzere camideki 63 sütun söküldü. İnşaat işlerinin sık sık kesintiye uğra-

Vezirler Kapısı, Kurtuba Cami-i Kebir'i, Portakal Ağaçlı Avlu


785-988 Cami avlusunun çok geniş tutulmasının sebe­
Kurtuba Cami-i Kebir'inin batı cephesinde yer bi, namaz bölmesi tam dolduğunda dışarıda
alan Babü'l-Vüzera (Vezirler Kapısı) caminin en kalan müminlerin namaz kılabilmesi içindi.
eski taçkapısıdır (786-787) ve hala ayaktadır. Portakal ağaçları avluya daha sonra dikildi.

E N D Ü L Ü S E M EVİLERİNİN V E TAİ F E EMİRLİKLERİNİN MİMARİSİ 221


ması nedeniyle, katedralin yapımı üç yüzyılı aşkın bir süreyi aldı. Söyle­ Cami-i Kebir'inin iki katlı revaklarını Merida'nın Roma sukemeriyle kar­
nenlere göre, inşaat çalışmaları başlar başlamaz, işçiler caminin dokusu­ şılaştırmıştır; üst katının tuğla kemerlerle desteklenmesinden dolayı, bu
na zarar vermeyi reddederek aletlerini bırakmıştır. Tarihsel bakımdan Roma yapısıyla kuruluş bakımından bazı uzak benzerlikler taşır. Ne var
kanıtlanmış olmamakla birlikte, kitaplarda çoğu kez keyifle anlatılan bu ki, günümüze tam ulaşmamış camilerde olası etkileri saptamak şimdi da­
olay Cordoba'lıların 16. yüzyılda bile kentin İslami kökleriyle hala ne ka­ ha akla yakın görünmektedir. Aynı şekilde iki katlı bir revak yapısı olan
dar güçlü bir özdeşleşme içinde olduğunu gösterir. Anlaşıldığı kadarıy­ (ve inşası 707'de başlayan) Şam Emevi Cami-i Kebir'i iyi bir karşılaştır­
la, ancak nihai hakem olarak görüşüne başvurulan İmparator V. Karl'ın ma olanağı sunar. Kurtuba camisinden farklı olarak, orada revaklar kıb­
devreye girmesiyle işçiler, kent konseyi ve Hıristiyan ruhani meclisiyle le duvarına yanal değil, paralel olarak uzanır. Alt kattaki kemer düzeni
bir anlaşmaya varabildi. Karl vicdan rahatlığıyla, yani kendi otoritesine yüksek ve başlıklı kolonlar üstünde duran geniş kemerlerden oluşur. Üst
uygun bir şekilde yürütüleceği düşüncesiyle katedralin inşasına onay kattaki kemer düzeninin ayırt edici özelliği ise küçük, sığ ve yuvarlak
verdi. Fakat daha sonra Cordoba'yı ziyareti sırasında, caminin içine kon­ kemerlerdir; öyle ki aşağıdaki bir revak bölümü yukarıdaki iki bölüme
durulmuş katedrali görünce dehşet içinde şunu söylediği aktarılır: "Eğer denk düşer. Şam Emevi Cami-i Kebir'indeki kemerlerin konumlanışı tam
burada ne olduğunu bilseydim, eski yapıya dokunmaya asla cüret et­ olarak Kurtuba modeline uymasa bile, iki katlı revakların Doğu Emevi
mezdim. Dünyada benzersiz bir şeyi mahvetmiş ve her yerde görülebi­ kutsal yapı mimarisinin ortak bir özelliği olduğu tartışma götürmez.
lecek bir şeyi eklemişsiniz!" Günümüzde katedrale giren birinin aklına Christian Ewert bu kemer düzenini açıklamak için ilk Kuzey Afrika ca­
da bu ya da benzer düşünceler gelebilir. Ancak, şunu unutmamak gere­ milerine başvurur. Fustat'ın şimdi Kahire içinde kalan 827 tarihli Amr Ca­
kir ki, bugün caminin varlığını sürdürmesi tam ortasına bir katedralin in­ misi'nde ve Tunus'un 9. yüzyıldan kalma Zeytun Camii'nde, başlıklı re­
şa edilmesi sayesindeydi. İnsanların ibadet için gittiği bir yapının korun­ vak kolonlarının tepesinde, sığ ve küp biçimli bloklardan oluşan ters
ması, boş kalan bir yapının ise yıkılmaya yüz tutması kaçınılmazdı. Ya­ çevrilmiş piramit kaideler yer alır; caminin kemerleri bu kaideler üstün­
hudilerin ve Müslümanların 1492'de İspanya'dan sürülmesinin ardından de durur. Bu kaideler uzaktan Kurtuba Cami-i Kebir'indeki üst kemerle­
hiç kuşkusuz Kurtuba Cami-i Kebir'inin de başına gelebilecek bir yaz­ rin sütunlarını andırır ve benzer biçimde destekleyici bir işlev görür. Bu
gıydı bu. bakımdan ilk kez Kuzey Afrika'da ortaya çıkan sistemlerin uyarlanıp ge­
Cami başlı başına, neredeyse gizemli bir mekan duygusu uyandıran nişletildiğini varsayabiliriz. Bununla birlikte, Kurtuba Cami-i Kebir'inde
ağırbaşlı yalınlığıyla izleyenleri hayran bırakır; iki katlı revakların arasın­ nal biçimli ve yuvarlak biçimli kemerlerin bileşimi olağandışıdır. Nal bi­
dan izlenen sayısız görüntüler mekana sanki boşlukta yüzüyormuş gibi çimli kemerlerin yerel Vizigot yapılarında öncelleri vardır; ancak bunla­
bir hava verir. İspanyol sanat tarihçisi Manuel Gomez-Moreno, Kurtuba ra Ortadoğu'daki İslam öncesi yapılarda da rastlanabilir. Ne var ki, nal

Rölyef amblem, Kurtuba Cami-i Kebir'i Vizigot başlığı, 7. yüzyıl Emirlik dönemi başlığı, 833-848
Santa Catalina Kapısı'nın yukarısında, 1 1 1 . Abdurrahman'ın Özgün Cami-i Kebir' de (785-786) hem Roma hem de Vizigot Cami-i Kebir' deki birinci genişletme (833-848) benzersiz ve
yaptırdığı minarenin tarihsel görüntüsünü yansıtan bir 1 6. başlıkları kullanılmıştı. Bu başlık Korent düzeninden ilham alı­ katışıksız bir lslami kolon başlığı tipi yarattı. Bu örnek bir ca­
yüzyıl rölyef amblemi yer alır. Bu amblemde minarenin yuka­ narak yapılmış bir örnek olarak sınıflandırılabilir. Akantos mi şaheseridir. Akantos yapraklarının narinliği özellikle çar­
rıya çıkıldıkça küçülen basamaklı ana gövdesini, belirgin kes­ yapraklarından oluşan bir rölyef çelenginin yukarısında yassı pıcıdır; bunu yaprak biçimlerinin rölyef efektlerini ve dolgun
me taşları ve nal biçimli tipik pencere oyuklarını görebiliriz. ve son derece stilize bir çanakla bezenmiştir. Tablanın ge­ karakterini yaratan derin yontma tekniği sağlar.
ometrik süslemeleri vardır.

222 İSPANYA VE FAS


biçimli kemerlerin farklı renklerdeki dönüşümlü kesme taş ve tuğlayla il. Hakem dönemindeki genişletme, görüntü akışının yanı sıra, dönüşümlü renk­
bir araya getirilişi, sonraki yüzyıllarda Mezquita'nın stilistik bir özgüllü­ 962-966 lerdeki kemer taşlarına sahip iki katlı revaklar
Cami-i Kebir'in bu eklentisi son derece kül­ benzersiz bir ritim sağlar. Ölçülü aydı nlatma
ğü olarak kalan bir Kurtuba icadı sayılmalıdır.
türlü olan il. Hakem döneminde inşa edildi. bu mimari eserin asıl çekiciliğini yaratan mis­
Başlangıçta öyle olmazsa bile, günümüzde Kurtuba Cami-i Kebir'inin En çarpıcı özelliği bir yayılma izlenimi veren tik bir hava uyandırır.
ilettiği mekan duygusunu ışık belirler. Eskiden avlu cephesindeki revak­ sayısız kolonlarıdır. Yapı içindeki kesintisiz
ların açık olması nedeniyle, cami avlusundan gelen ışık namaz bölmesi­
ne düşerek içeriyi sıcak bir ışıltıyla yalar ve döşemedeki renkli halıların sını sağlayan dünyevi ve ruhani iktidar arasındaki yakın bağlantıdan ge­
etrafa bir parlaklık saçmasını sağlardı. Döşemenin halıyla kaplı olmasın­ lir. İçeride insanlar sadece namaz kılmazdı; bütün Batı İslam dünyası
dan dolayı, hepsi Roma ve Vizigot yapılarının kalıntılarından alınmış için geri dönülmez biçimde belirlenen dinsel ve dünyevi yasaları da gö­
olan daha yüksek bazı kolonların döşemeye daha derin biçimde gömü­ rüşürdü. Yönetim üzerindeki hak iddiasını Endülüs Emevi hanedanının
lü olması tuhaf bir görüntü yaratmazdı. Çarpıcı özelliklerden biri, mer­ kurucusu I. Abdurrahman'a dayandıran her hükümdar, onun yaptırdığı
kezi eksenin mihrap yönelimli oluşuna bir başka vurgu katarcasına, or­ camiye özel saygı gösterirdi. Bunun yolu ise minare gibi cömert arma­
tadaki geçitte sadece kırmızımsı kolonların yer alması, buna karşılık yan ğanlarda bulunmak veya eklentilerle camiyi genişletmekti. Yüzyıllar bo­
geçitlerde dönüşümlü siyah ve kırmızı mermer kolonların bulunmasıdır. yunca, neredeyse halifeliğin sonuna kadar camiye yönelik çalışmaların
Caminin kolon başlıkları özel ilgiyi hak edecek niteliktedir. Özgün inşa­ sürmesi de bu durumla açıklanabilir.
at sırasında esas olarak Korent düzenindeki Roma başlıkları kullanılmış­
tır. Ancak, Vizigot başlıklarına ve hatta Doğu Akdeniz'den gelme tekil
parçalara da rastlanır. Vizigot başlıklar yassı rölyef işleriyle ve bitki be­
zemelerinin şematik, hatta kimi zaman geometrik basitliğiyle Roma baş­
lıklarından ayrılır. Ortadaki geçitte en zarif başlıklar yer alır ve eski ya­
pılardan alınma bu başlıklar merkezi ekseni daha da vurgular.
I. Abdurrahman'ın oğlu I. Hişam 793'te ilk değişikliğe giderek bir mi­
nare yaptırdı. Kaynaklarda caminin kuzey duvarına yaslandığı belirtilen
bu minareden günümüze ulaşan hiçbir arkeolojik iz yoktur. Camide bü­
yük çaplı yeniden inşa ancak 9. yüzyıl ortalarında başladı.
Kurtuba Cami-i Kebir'inin benzersiz önemi sadece kentin ana cami­
si olmasından değil, imparatorluğunun dinsel ve kültürel merkezi olma-

ENDÜLÜS E M EV İ L E R İ N İ N VE TAİ F E E M İRLİKLERİNİN MİMARİSİ 223


. i l . Abd urrahman döneminde camiye ilk eklenti

Kent nüfusunun artması üzerine, il. Abdurrahman'ın emriyle 833-848


. arasında Kurtuba Cami-i Kebir'ine yapılan eklenti esas olarak namaz böl­
mesinin güneye doğru genişletilmesini getirdi. Çalışmaların ilerlemesiy­
le birlikte, mihrap yıkıldı ve kıble duvarının taşları söküldü; böylece 1 1
geçitten ve 1 2 sahından oluşan özgün yapıya 8 sahın daha eklendi. Na­
maz bölmesi kareye yakın bir yapıyla 79,29 x 69,09 metrelik boyutlara
çıkarıldı.
Burada, Christian Ewert ve Patrice Cressier'in etraflıca incelediği ko­
lon başlıklarına da değinmemiz gerekir. Onlara göre, sadece Roma ve
Vizigot değil, İslam başlıkları da belirgindir. Bunlar tarihsel bakımdan
"emirlik dönemi" başlıkları olarak nitelendireceğimiz yeni bir biçimi
temsil eder. Bütün ortaçağ başlıkları gibi, emirlik dönemi başlıkları da
Kubbeli maksure alanının çapraz kesiti,
klasik Korent tipine dayanır; bunun ayırt edici özelliği olan ince süsle­ il. Hakem dönemindeki eklenti, 962-966
meler derin yontma tekniğinin uygulandığı sonucuna varmayı getirir. Mihrabı n hemen önünde yer alan maksure, halifenin mahrem alanıydı ve mimari açı­
Neredeyse bu döneme özgü bir biçimsel zenginliği doğuran yeni biçim­ dan üç büyük kubbeyle vurgulanmıştı. Mihrapla doğrudan birleşen orta kubbe, iki yan­
daki bağdadi kubbelerden biraz daha yüksektir ve çap itibariyle de daha geniştir. Bu
ler ve ifade olanakları yönünde bir arayışı da saptamak mümkündür. Söz üç kubbe İslam dünyasına özgü bir tümel kümedir.
konusu başlıkların dağılımı gelişigüzel değildir. Ortadaki geçitte ve eski
kıble duvarının önündeki son sahında en güzel başlıklar yer alır; ancak
1 6 . yüzyılda inşa edilen katedral ve onun payandaları bunların göze çar­
pıcılığını büyük ölçüde bozmuştur.
Özgün yapının orta geçidinde, mihrap alanına büyük vurgu yapıldı­ dırılmış iki altın ve bir gümüş kürenin dengeli biçimde oturtulduğu bir
ğı görülür. Namaz bölmesi normalde dönüşümlü olağan kırmızı ve siyah dikey direk olarak tarif eder. Bu minare ve tacı diğer Endülüs camileri
mermer kolonları barındırırken, ortadaki geçitte tam mihrabın önüne iki için de bir model oluşturmuştu.
adet beyaz, yivli mermer kolon yerleştirilmiştir. Dahası, kıble duvarının
hemen önünde son bulan sahındaki kolonları, özellikle şahane başlıklar
süsler. Caminin mihrap yönelimli merkezi ekseninin yanı sıra bu vurgu­ i l . Hakem dönemindeki eklenti
lu yanal kıble duvarı bir "T" şekli yaratır; bu durum yorumcuların niçin
bir "T tipi" camiden söz ettiğini açıklar. III. Abdurrahman'ın oğlu ve ardılı il. Hakem, tahta çıkından (961 ) he­
men sonra Kurtuba Cami-i Kebir'inde çalışmalar başlattı. Onun eseri
olan eklenti (962-966) Kurtuba halifeliğinin sanatsal doruğunu yansıtan
1 1 1 . Abdurrahman döneminde Kurtuba Cami-i Kebi r'indeki bir başka örnektir. Önceki inşa çalışmaları doğrultusunda, cami güneye
inşa çalışmaları doğru 12 sahın daha genişletildi; böylece uzunluğu 1 14,6 metreye ula­
şırken, genişliği 79,29 metre olarak kaldı. İnşa çalışmaları tamamlandı­
III. Abdurrahman 929'da halifeliğini ilan ettikten sonra, esas olarak saray ğında, namaz bölmesi 79,29 x 1 14,60 metrelik, yani avludan çok daha
kenti Medinetü'z-Zehra'nın inşasıyla (936- 1 010) ilgilendi. İmparatorlu­ büyük bir alana dönüştü. Caminin genişletilmesi özgün yapıdaki kıble
ğun hükümet ve idare merkezi olarak kurduğu bu kent, Kurtuba'nın sa­ duvarının ve mihrabın yıkılmasını zorunlu kıldı. Emirlik mirasına saygı­
dece 13 kilometre kuzeybatısındaydı. Medinetü'z-Zehra'daki inşa çalış­ nın bir ifadesi olarak, özgün mihrap başlıkları ve kolonları yeni eklenti­
malarını gözetmeyi asıl uğraş edinen halife, Kurtuba Cami-i Kebir'inde deki mihraba taşındı. Ortadaki geçidin başladığı yerde, mimarlar iç içe
nispeten önemsiz işlere girişti. Esas olarak cami avlusunu ve bu çerçe­ geçmiş oyuk süslemeli kemerlerden oluşan ve masif bir bağdadi kubbe­
vede kadınlara ayrılmış galerileri genişletti. Ayrıca, I. Hişam'ın dönemin­ nin örttüğü iki katlı karmaşık bir yapı yarattılar. Hıristiyanlık döneminde
den kalma minareyi, artık işlevini yerine getiremediği ve cemaatin ihti­ caminin bu kesimine "Capilla de Villaviciosa" adı verildi.
yacını karşılayamadığı gerekçesiyle yıktırdı ve yeni bir minare yaptırdı. Cami-i Kebir'in il. Hakem dönemindeki eklentisinin orta geçidini, te­
Cami avlusunun güney kenarındaki bu yeni minare bugün yoktur. Çün­ körnek kırmızı mermer kolonların kullanılması vurgular. Yan geçitlerde
kü 1 6 . yüzyılda yerine katedralin çan kulesi dikildi ve 17. yüzyılda ku­ diyagonal bağlantılı ve mihraba yönelik bir düzen içindeki dönüşümlü
leye Barok bir yapı havası verildi. III. Abdurrahman dönemindeki mina­ kırmızı ve siyah kolonlar görürüz. Tipik yapıya uygun olarak, kolonlar
renin bir görüntüsü, Cami-i Kebir'in doğu cephesindeki bir 1 6 . yüzyıl başlıklıdır. Cami yapısının önceki versiyonlarında farklı başlık biçimleri­
rölyef ambleminde yer alır. Cami avlusunun doğu girişini oluşturan taç­ ni hayranlıkla izlemek mümkünken, bu kısmın bütün kolonlarında te­
kapının yukarısındaki bir kemer dolgusunu süsleyen bu amblemden an­ körnek kabartmalı başlıklara rastlarız. Sadece orta geçidin üst revakında,
laşıldığına göre, minare kare biçimli bir yüzey üstündeydi ve iki yapı düz sütunlara incelikle işlenmiş alçı sıva rölyefler buluruz. Bunlar İslam
bölmesinden oluşmaktaydı. Küp biçimli olan alt bölmenin yüksekliği 23 üslubunda bileşik alçı sıva başlıklarla taçlandırılmıştır ve ortadaki geçidi
metreydi. Daha kısa ve daha dar olan üst bölme, müezzinin ezan oku­ öne çıkarmaya hizmet eder.
duğu yerdi. Bu bölmenin üstünde iki yanı kemerli, küçük bir kubbe var­ Mihrap cephesi çarpıcı bir etki yaratır; parlak altın mozaikler ve iç
dı. Özgün minareyi görmüş Magripli bir müellif olan el-Mekkari (ö. içe geçmiş oyuk süslemeli kemerlerden oluşan çapraz revak bu efekti
1631), hatırladığı kadarıyla minarenin alemini (yaınur) bir narla taçlan- daha da baskın hale getirir. Mihrabın önünde halifenin tek başına namaz

224 İ S PANYA VE FAS


Mihrabın ve maksurenin bulunduğu
orta geçit, i l. Hakem dönemindeki
eklenti, 962-966
Ortadaki geçit mihraba doğru yönelir. Bura­
nın önündeki iç içe geçmiş oyuk kemerler­
den oluşan karmaşık ve iki katlı yapı, gözleri
dosdoğru mihrap cephesine, yani caminin en
önemli alanına yöneltir.

kıldığı maksure yer alır. Ortadaki beş geçit boyunca uzanan son iki gü­ Kurtuba Cami-i Kebir'inin mihrabı le ve bitki motifleriyle bezenmiş kemer taş­
ney sahnının maksure alanının bir kısmını oluşturduğunu varsayabiliriz. i l . Hakem dönemindeki eklenti, 962-966 larıyla kaplıdır. Kemerin elfız denen dikdört­
Maksure alanını, halifeyi avamdan ayıracak şekilde kıble duvarına para­ Mihrap, Kurtuba halifeliği sanatının en de­ gen çerçevesini mavi bir zemin üstüne yazıl­
ğerli yaratımları arasında sayılır. Cephesi bir mış altın harfler süsler. Mihrabın kaide
lel olarak uzanan bir çapraz revak vurgular. Bu çapraz revakın kemerle­ nal biçimli kemerle namaz kılınan mihrap gi­ alanında Hayat Ağac ı motifleriyle süslü bü­
ri eskiden hükümdarı halktan ayıran geleneksel parmaklığın yerini tutar; rintisine açılır. Kemer yüzü altın mozaikler- yük mermer levhalar vardır.
ayrıca kemerlerin bezemeleri maksurenin ve mihrabın önemini vurgula­
maya yetecek düzeydedir. Maksureye yanal olarak uzanan çapraz revak
daha sonraları Hıristiyan şapellerine ve mezarlarına yer açmak üzere yı­
kılmıştır.
Mihrabın kendisi bildik bir düzeni açığa vurur: Nal biçimli bir orta
kemerle örtülü bir kaide alanı; dikdörtgen bir çerçevesi (eljiz) bulunan
ve üstünde kapalı kemerlerden oluşmuş bir revağın yer aldığı bir kemer
alanı. Nal biçimli kemer, akustik sebeplerle üstüne geniş bir kabuk otur­
tulmuş olan sekizgen bir namaz girintisine açılır. Kabuğun kıvrımı ima­
mın sesini bütün cami içinde duyulacak şekilde yükseltirdi. Daha önce
de belirtildiği üzere, mihrabın nal biçimli kemerinin yanlarında emirlik
döneminden kalma iki mermer kolon ve kolon başlığı yer alır. Mihrabın
kaide alanının her iki yanına bitki motiflerinin süslediği büyük mermer
levhalar iliştirilmiştir. Bunlar Kurtuba halifeliği sırasında yaratılmış en gü­
zel ve en muhteşem bezeme rölyefleri arasında sayılır. Mihrabın kemer
alanının üçgen dolguları altın kaplamalı alçı sıva asmalarla bezenmiştir.
Daha sonra kemer alanını, mavi zemin üstünde altın mozaikten bir Ku­
ran yazıtının bulunduğu dikdörtgen bir elfiz kuşatır. Yazıtın yukarısında
kapalı kemerlerden oluşan bir revak uzanır; bu kapalı alanlar mozaikler­
le işlenmiş Hayat Ağacı motifleriyle bezenmiştir. Bütün bunların üstün­
de büyük bir bombeli kubbenin destek yapıları yer alır; mihrabın önün­
deki çevrili alanı örten bu kubbe, tıpkı mihrapta olduğu gibi, küçük al­
tın mozaik taşlarla süslenmiştir. Bazı metinlerde II. Hakem'in Bizans im­
paratoruna başvurarak, Şam Cami-i Kebir'inin altın mozaiklerini aynen
yapabilecek bir mozaik ustası göndermesi için ricada bulunduğu belirti­
lir. Kurtuba'daki mozaikçilerin başında bulunan usta Bizans gelenekleri­
ni öğrenmiş olan biriydi. Bununla birlikte, altın mozaikler yerel atölye­
lerden gelme etkileri yansıtan Endülüs sanatıyla biçimsel bağlar da taşır.
226 İ SPANYA VE FAS
Karşı sayfada: Mihrap önündeki çevrili doğru yükselir. Tonozun iç içe geçmiş ka­ lığa kavuşmuş değildir. Belki de caminin çok sayıdaki yazmaları burada
alanı örten bombeli kubbe burgaları, orta kısmı düz bir kubbeyle örtü­ saklanmaktaydı.
il. Hakem dönemindeki eklenti, 962-966 lü olan sekiz köşeli bir yıldız oluşturur. Çi­
Mihrabın önündeki çevrili bölmenin nere­ çek ve hat sanatı unsurlarını barındıran altın
deyse kare zemininden başlayarak, kademe­ mozaikleri Konstantinopolis'ten gelen usta­
li kemer yapıları, karmaşık kubbe tonozuna lar yapmıştı. Mansur dönemindeki son eklenti

Kurtuba Cami-i Kebir'inin son eklentisi (987-988) Halife II. Hişam'ın baş
veziri ve naibi Mansur'un eseridir. Küçük yaştaki halifenin Medinetü'z­
Zehra'daki sarayında fiilen bir mahpus hayatı yaşadığı sırada, Mansur
onun annesi Subh'un rızasını alarak hükümet görevlerini üstlendi. Hali­
fenin temsilcisi olarak bulunduğu bu yüksek makamda, Cami-i Kebir'i
genişletmeye yönelik bir çalışma başlatma olanağını buldu. Mansur res­
mi hükümdar değil, naip olduğu için, emirlere ve halifelere denk bir ko­
numda değildi. Camiyi güneye doğru genişletmesi halinde, bu davranı­
şı böyle bir konuma yöneliş olarak yorumlanabilirdi. Buna eklenen bir
yapısal sorun ise cami alanının güneyde bir bayırla ırmağa doğru inme­
siydi. Daha önce II. Hakem'in camiyi genişletirken (962-966), alt zemini
isnatlarla yükseltip tesviye ettirmeye mecbur kalması nedeniyle, camiyi
güneye doğru daha fazla genişletmek yapısal bakımdan olanaksız hale
gelmişti. Batıya doğru bir genişletme de olanaksızdı; çünkü orada hükü­
met ve idare sarayları vardı. Kuzeyde ise müminlerin toplanacağı bir
alan olarak korunması gereken cami avlusu yer almaktaydı. Bütün bun­
ların sonucunda, camiyi doğuya doğru genişletecek planlar yapıldı. Her
zamanki titizliğiyle, Mansur'tın çok önemsediği bir husus kıble duvarı­
nın doğru istikamette olmasını sağlamaktı; bu önceki mimarların pek
fazla özen göstermediği bir coğrafi ayrıntıydı. Dönemin özellikle astro­
nomi, geometri ve matematik alanlarındaki bilimsel uzmanlık düzeyini
göz önünde tutarsak, sorunun sırf bir yanlış hizalamadan ibaret olmadı­
ğına neredeyse kesinlikle emin olabiliriz. Dolayısıyla I. Abdurrahman'ın
duygusal bir yaklaşımla özgün yapıyı eski yurduna, Suriye'ye ve özellik­
le Şam'a bakacak bir düzenle kurduğunu varsaymak durumundayız.
Mansur yeni genişletmeyle Cami-i Kebir'i Mekke'ye bakacak hale getir­
Capilla de Villaviciosa'nın kubbesi da görülebilir. Bu incelikli ve karmaşık bağ­ di.
il. Hakem dönemindeki eklenti, 962-966 dadi kubbelerin i l . Hakem'in halife olduğu Camiye bu son eklenti Kurtuba'da o zamana kadar girişilmiş en ge­
Ortadaki geçidin girişinde, Capilla de Villavi­ döneme özgü olduğu söylenebilir. il. Hakem niş çaplı imardı. Bazı kaynaklara göre, Mansur devlet maliyesinden yap­
ciosa'nın masif bağdadi kubbesi karmaşı k ve sanat ve bilimi büyük çapta teşvik eden bir
iki katlı bir kemer yapının üstünde yükselir. hamiydi. tığı büyük çapta harcamaları bu yoldan haklı göstermek istedi. Sekiz yan
Benzer kubbe kurguları namaz bölmesinin geçit ekleyerek, camiyi doğuya doğru yaklaşık 50 metre genişletti. II.
maksure alanı yakınında, altın mozaiklerle Hakem'in önceki yapısının doğu cephesindeki taçkapılar duvarla örüle­
bezenmiş ortadaki ana kubbenin iki yanında
rek kapatıldı ve caminin yeni alanına girmeyi sağlayacak 1 1 geniş kemer
açıldı. Mihraba bitişik bölmelerin uzantısının yapılmaması nedeniyle, ge­
Maksure alanında, ortadaki bombeli kubbenin iki yanında, Capilla de çitler iki sahın daha uzun hale geldi ve böylece dış güney duvarına ka­
Villaviciosa'nın kubbesine benzer bir biçimle, iki bağdadi kubbe yer alır. dar ulaştı. II. Hakem'in eklentisinde maksureyi vurgulamak üzere uygu­
Bu kubbelerin öncellerinin Ortadoğu kökenli oldukları sanılmaktadır. lanan bir dizi çapraz kemer kurma ilkesinden vazgeçildi. Ancak, II. Ab­
Ne var ki, bunların henüz yeterince incelenmemiş olması ve inandırıcı durrahman'ın eklediği kısmı II. Hakem'in eklediği kısımdan ayıran revak
modellerin yokluğu nedeniyle, Kurtuba bağdadi kubbelerini özgün bir yapı korundu.
tasarı saymak durumundayız. Varlıkları caminin maksure alanındaki ke­ Kurtuba Cami-i Kebir'inin artık 19 geçidi vardı. Kıble duvarıyla tıpa­
mer yapılarıyla sıkı sıkıya bağlantılı olan bağdadi kubbelere bu biçimiy­ tıp aynı olan güney duvarının uzunluğu 1 28,41 metreye ulaştı. Böylece
le başka hiçbir camide rastlanmaz. Bu bakımdan, Kurtuba Cami-i Ke­ namaz bölmesi 1 14,60 x 1 28,41 metrelik, avlu ise 60,42 x 1 28,41 metre­
bir'inin benzersizliği kısmen halifenin benzersiz konumundan kaynakla­ lik bir alanı kaplar hale geldi. Çıkıntılı cami avlusuyla birlikte, caminin
nır; maksure alanındaki mimari çözümlerin ilk ilham kaynağı onun var­ kapladığı toplam alan artık 1 75,02 x 1 28,41 metre, yani 23.400 metre ka­
lığıdır. Mihrabın her iki yanında camiye gelenlere kapalı olan kare bi­ reydi. Daha sonra Hıristiyan ilaveler hesaba katılmazsa, Mansur'un ek­
çimli beşer bölme vardır. Halife batı bölmelerini bitişikteki saraydan lentisiyle Kurtuba Cami-i Kebir'i şimdiki görünümüne kavuşmuş oldu.
dosdoğru cami maksuresine açılan gizli ve güvenli bir geçit olarak kul­
lanırdı; doğu bölmeleri ise anlaşıldiğı kadarıyla hazineyi saklamaya ya­
rardı. Bunların yukarısında, on bir bölmeli bir üst kat yer alır ve ortada­
ki bölme tam mihrabın üstüne denk gelir. Üst katın işlevi hala tam açık-

E N D Ü L Ü S EMEVİLERİNİN VE TAİFE E M İ RLİKLERİNİN MİMARİSİ 227


çok kolon başlığı ve yapı bezemesi parçaları da bulunmuştur. Yakın dö­
nemdeki araştırmaların sağladığı bir ipucu da halifelik dönemi minaresi­
nin tasarımıdır; her ne kadar motifler kaba bir işçilikle yapılmış olsa da,
kısmen sağlam kalmış süsleme düzeni, Kurtuba ve Medinetü'z-Zehra'nın
biçimsel etkisini açıkça yansıtır. Dolayısıyla 1 1 . yüzyıl başlarında Kurtu­
ba halifeliği geleneğine göre çalışmayı sürdüren, ama saray atölyelerinin
yetkinlik düzeyine ulaşmayan bir taşra atölyesinin varolduğunu
söyleyebiliriz.
Halifelik dönemi camileri arasında özel bir örnek, Guardamar'da bu­
lunan "La Rabita" yapı kompleksidir. Burası Kurtuba'nın yaklaşık 600 ki­
lometre kuzeydoğusuna düşen ve İspanya'nın Akdeniz kıyısında yer
alan Alicante'nin yakınındadır. İspanyolca "La Rabita" adı Arapça'da ge­
nellikle ibadete yönelik tahkimli bir yer anlamına gelen "ribat" kelime­
sinden türetilmiştir. Çoğu durumda bir hisarı andıran geleneksel ribattan
farklı olarak, Endülüs versiyonları esasında dinsel amaçlı, çoğu kez özel
kurumlardı ve müminlerin ibadet için geçici olarak çekildiği tefekkür
merkezleri sayılırdı. Guardamar'daki "La Rabita" kompleksi sıkıştırılmış
kilden inşa edilmiş ve bir yolla birbirine bağlanmış üç bina sırasından
.f
oluşur. İşin tuha tarafı, bu binalar çoğunlukla duvara bir namaz nişinin
açıkça oyulduğu tek bir oda şeklindedir. Bu durum küçük ölçekli birer
cami olduklarını doğrular. İslam dinince kutsal sayılan cuma günlerinde,
bina sırasının ortasında merkezi bir konumda bulunan yerel ana camide
toplanmak adettendi. Caminin 23,5 x 5 ,4 metrelik boyutları ve iki yan
geçidin varlığını ortaya koyan zemin planı, diğer yapılardan ayırt edil­
Endü lüs'teki d iğer halifelik dönemi camileri mesini sağlar. Caminin kıble duvarına yakın kesiminde, buranın önemi­
ni vurgulayan geometrik duvar resimlerinin kalıntıları bulunmuştur. Gu­
Hiç kuşkusuz, halifelik döneminin en muhteşem camisi diğer camilere ardamar'daki "La Rabita"nın daha küçük camileri tek başına namaz kıl­
de bir model oluşturan Kurtuba Cami-i Kebir'idir. Kurtuba'da 1 0 . yüzyıl­ mak için kullanılırken, ana camiye esas olarak toplu cuma namazı için
da varolduğu söylenen 500 kadar camiden hiçbirinin günümüze tam gidilirdi. Yerleşim yakınında bulunmuş bir yazıtta 944 tarihinin belirtil-
ulaşmamış olması büsbütün üzücüdür.
Bununla birlikte, 1 0 . yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen ve 1 1. yüz­
yılda genişletilen el-Meriye Cami-i Kebir'ine değinmek gerekir. Akdeniz
kıyısında yer alan ve Kurtuba'nın 330 kilometre güneydoğuna düşen el­
Meriye, Kurtuba halifeliği sırasında III. Abdurrahman'ın donanmasının
demirli olduğu yakındaki Pechina Limanı'ndan dolayı önemli bir kentti.
Eskiden el-Meriye Cami-i Kebir'inin bulunduğu yerde şimdi San Juan Ki­
lisesi vardır. Birkaç yıl önce, caminin kıble duvarıyla özdeş olan güney
duvarında geç halifelik döneminden kalma mihrap cephesine, ayrıca 1 2 .
yüzyıl sonlarında Muvvahid yönetimi altında restore edilmiş mihrabın
kendisine ait izler ortaya çıkarıldı.
Halifelik döneminin bir başka önemli camisi, Ebro Irmağı kıyısında,
Kurtuba'nın 700 kilometre kadar kuzeydoğusunda yer alan ve eskiden
önemli bir ulaşım kavşağı olan Zaragoza, kentindeydi. Belgesel kaynak­
lara göre, Zaragoza Cami-i Kebir'i 9. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş ve
1 1 . yüzyıl başlarında genişletilmişti. Bugün yerinde İspanyolların "Parro­
quita" (küçük bölge kilisesi) dediği eski katedral vardır. Katedrali çevre­
leyen kemerli yoldaki kazılardan elde edilen bulgulardan hareketle, ca­
minin kenar uzunluğunun yaklaşık 50 metrelik bir kare plana sahip ol­
duğu ve toplam 2 . 500 metre kareyi kapladığı tahmin edilmektedir. Bir-

Yukarıda: Cordoba'daki San Juan de Toledo'daki (Tuleytule)


Caballeros, 930 Biibü'l-Mardum Camisi, 999- 1 000
Bu çan kulesi Halife 111. Abdurrahman'ın yap­ Adını Toledo'daki Babü'l-Mardum'dan alan
tırdığı eski bir minaredir. Eskiden Cordo­ caminin kapalı kemerleri, Kurtuba Cami-i
ba'da bulunan SOO'ü aşkın camiden günümü­ Kebir'indeki kemer yapıların ı hatırlatır; buna
ze ulaşan sadece iki tane daha halifelik karşılık yukarıdaki tuğla kafes deseni Batı İs­
dönemi minaresi vardır. lam dünyasının bir buluşudur.

228 İ SP ANYA VE FAS


masından dolayı, bu kubbe küçük namaz bölmesinin bir "taçlandırıcı
unsur"u olarak nitelendirilebilir.
Toledo'da doğrudan Babü'l-Mardum Camisi'nin örnek alındığı bir
başka yapı daha vardır. Katedral yakınındaki Casa de las Tornerias Ca­
misi, dokuz salma ayrılmış iç mekanıyla neredeyse tıpatıp aynıdır. Ba­
bü 'l-Mardum Camisi'nde olduğu gibi, burada da bir bağdadi kubbe orta
sahna özel bir vurgu yapar. Bütün cami zemin planının şemasını minya­
tür düzeyde yansıtan bu kısmın dayandığı model, Babü'l-Mardum Cami­
si'ndeki dokuz kubbeden biridir. Casa de !as Tornerias kentin artık Hı­
ristiyan yönetimi altında olduğu, ama kentte Yahudi ve İslam cemaatle­
rinin hala yaşadığı bir dönemde inşa edilmişti. Günümüzde caminin 1 2 .
yüzyıldan kaldığı konusunda görüş birliği vardır; bu tarih Kurtuba hali­
feliği sanatının ve mimarisinin yıllarca süren güçlü bir etki bıraktığını or­
taya koyar.

Kurtuba yakınındaki Medinetü'z-Zeh ra saray kenti

III. Abdurrahman'ın kendisini halife ilan ettiği 929'da, Endülüs Emevi


devleti gücünün doruğuna ulaşmıştı. Halife yeni statüsünü Kurtuba'nın
13 kilometre kuzeybatında Medinetü'z-Zehra saray kentini (936-1 01 0) in­
şa ederek gösterdi ve burayı imparatorluğunun hükümet ve idare mer­
kezi haline getirdi. Medinetü'z-Zehra'nın inşa çalışmaları çok hızlı ilerle­
Casa de las Tornerias Camisi la taçlanmış alçak kolonlar üstündeki nal bi­
di; çünkü III. Abdurrahman devlet gelirlerinin üçte birini buna yatırdı.
Toledo, 1 2. yüzyılın ikinci yarısı çimli kemerleri alışılmış düzeni izler. Buna
Casa de las Tornerias Camisi doğrudan Ba­ karşılık mimarların kubbelerle örtülü bir as­ Böylece o dönemin en büyük çaplı ve en iddialı imar projesi başladı;
bü'l-Mardum Camisi'nin bir tekrarıdır. Bir makattan kaçınmış olması mekanın daha al­ sonraki yüzyıllarda kurulan diğer kentlerin hiçbirinde bu düzey aşılama­
kare zemin planına göre dokuz kesime ay­ çak görünmesine yol açar. dı.
rılmış olması ve arkaik görünümlü başlıklar-
Sierra Moreno'nun eteğinde terasa benzer bir yamaçta kurulmuş ol­
ması Medinetü'z-Zehra'nın yararına işleyen bir unsurdur. Bu saray ken­
mesine karşın, çoğu yapının mimari özellikleri 1 0 . yüzyılın ikinci yarısı­ tinin harabelerini 1 2 . yüzyılda dolaşan kültürlü gezgin ve tarihçi el-İdri­
na ve hatta sonuna aitmiş gibi bir izlenim verir. 1 1 . yüzyıl başlarına işa­ si'ye göre, yapı topluluğu üç terasa ayrılmıştı. En yüksek noktada, izole
ret eden yapılar bile vardır; bunlar "La Rabita"nın geç döneminden ve konumuyla diğer yapılardan ayırt edilen halifelik sarayı yer almaktaydı.
dolayısıyla Kurtuba halifeliğinin son yıllarından kalmış olmalıdır. Bu konum hakim bir bakış açısıyla öbür ucuna kadar kenti ve kırsal ke­
Eski Vizigot başkenti Toledo (Tuleytule) İspanya'nın iç kesiminde, simi görebilen halifenin iktidarının çarpıcı bir simgesiydi. Muhtemelen
Kurtuba'nın 300 kilometre kadar kuzeyinde ve Tajo Irmağı'nın bir döne­ bu saray Medinetü'z-Zehra'da ilk bitirilen yapılardan biriydi. Orta teras­
mecinde yer alır. Müslümanlar 7 1 l 'de İber Yarımadası'na girdikten kısa ta hükümet binaları ve sarayları, ayrıca divanhaneler ve önemli şahsiyet­
bir süre sonra kenti ele geçirdi. İslam yönetimi, VI. Alfonso'ya bağlı Hı­ lerin ağırlandığı konaklar vardı. Orta ve aşağı teraslar arasında oluşturul­
ristiyan birliklerinin 1 085 'te Müslümanları püskürtmesine kadar sürdü . muş yapay bir tümsekte duran cami, orta terastaki avluyu çevreleyen
Kent katedralinin kuzeyine düşen bir semtte, eski Babü'l-Mardum'un ya­ alanı daha basit konutlara bağlamaktaydı. Bin kadar ustanın 48 gün gi­
kınında, adını bu kapıdan alan bir cami günümüze ulaşmıştır. İspanyol­ bi kısa bir sürede tamamladığı bu camide ilk toplu cuma namazı 941 'de
lar Hıristiyan fethinden birkaç yıl sonra bir kiliseye çevrilen bu yapıyı kılındı. Saray kentindeki ilk görkemli kabul töreni ise 945'te yapıldı. Ha­
"Cristo de la Luz" olarak da anar. Yapıyı Hıristiyan ibadetin gereklerine life kendi aile efradını ve darphaneyi törenden kısa bir süre sonra bura­
uygun hale getirmek amacıyla, takdis edilmeden (1 097) önce kiliseye ya taşımış olmalıdır. Halifenin henüz hayatta olduğu bir sırada, oğlu ve
yarım daire biçimli bir çıkıntı eklendi. Bu aps Hıristiyan ve İslam mima­ ardılı II. Hakem inşaat çalışmalarına nezaret etmekle görevlendirildi.
ri biçimlerinin özgün bir karışımından doğan İspanyol Mudejar üslubu­ Tarihsel kaynaklar Medinetü'z-Zehra'daki inşaat çalışmalarının 40 yıl
mın en çarpıcı örnekleri arasındadır. sürdüğünü belirtir: III. Abdurrahman'ın yönetimi altında 25 yıl (saray
Özgün cami, cephesindeki bir yazıta göre, 999-l OOO'de bir özel ku­ kentinin temelinin atıldığı 936/937'den ölüm tarihi 961'e kadar) ve II.
rum olarak inşa edilmişti. Küpümsü bir biçimi olan bu küçük yapının Hakem'in yönetimi altında 1 5 yıl (başa geçtiği 961 'den 976'ya kadar) . II.
yüksekliği 8 metre kadardır. İç içe geçmiş ve nal biçimli kemerlerine ba­ Hakem 962-966 arasında Kurtuba Cami-i Kebir'inde yürüttüğü genişlet­
karak, Kurtuba Cami-i Kebir'inin bir "kopya"sı olduğu söylenebilir. Baş­ menin yanı sıra, Medinetü'z-Zehra'daki bazı saray yapılarına da güçlü bir
lıklarla taçlanmış dört tane merkezi kolon, iç mekanı dokuz sahna ayı­ damga vurmuş olmalıdır. Divanhaneler, bahçeler, hamamlar ve özellik­
rır. Zemin seviyesinden yükselen nal biçimli kemerlerin yukarısında bir le çeşmeler onun kişisel ilgisini yansıtır. II. Hakem'in 976'daki ölümüy­
asmakat yer alır; bu katın oyuk süslemeli ve nal biçimli küçük kemerle­ le birlikte, Medinetü'z-Zehra'nın resmi yapılarındaki inşaat çalışmaları
ri, her biri farklı tarzda kurulmuş dokuz tane bağdadi kubbenin destek­ muhtemelen durdu . Bununla birlikte, saray alanıyla doğrudan bağlantılı
leyici yapılarını oluşturur. Caminin tam ortasında bir yıldız tonoz biçi­ olmayan aşağı terastaki yapılarda çalışmalar sürmüş olabilir. Burası basit
minde olan son derece zarif bir kubbe görülebilir. Biraz daha yüksek ol- evleri, kışlaları, bahçeleri ve çarşılarıyla asıl kentin bulunduğu yerdi. Ta-

E N D Ü L Ü S EMEVİLERİNİN VE TAİFE E M İRLİKLERİNİN MİMARİSİ 229


rihsel kaynaklar devlete ait fabrikalardan ve hatta bir yeraltı zindanından Kurtuba yakınındaki Ovadan bir podyum gibi yükselen ve masif
da söz eder. Medinetü'z-Zehra, 936- 1 O 1 O bir duvarla çevrili olan Yukarı Bahçe özellik­
Halife 1 1 1. Abdurrahman'ın saray kenti üç te­ le çarpıcıdır. Merkezi çapraz ekseni doğru­
Bir saray kenti ve halifelik merkezi olarak Medinetü'z-Zehra'nın ta­
rasa ayrılır ve halifelik sarayı en yüksek nok­ dan Süslü Salon'a yönelir; bu konum yapının
şıdığı önem, henüz çocuk yaştaki Halife II. Hişam'ın naibi ve baş veziri tada yer alır. Orta teras idari binaları, divan­ saray kentindeki ana tören salonu olduğuna
Mansur'un 978-980'de Kurtuba yakınında benzer adlı Medinetü'z-Zehira haneleri ve üst düzey yetkililer ile ailelerinin işaret eder.
ikametgahını kurmasıyla azaldı. Ancak, Kurtuba halifeliğinin eski sem­ kaldığı evleri barındırırken, aşağı teras çalı­
şan ahalinin oturduğu bölümü oluşturur.
bolü Medinetü'z-Zehra 1010'da asi Berberi gruplarca yağmalanıp yıkılın­
caya kadar varlığını sürdürdü. Bu olaydan sonra bile, insanlar 1 2 . yüzyı­
la kadar saray kentinin harabelerinde oturdu .
kümelenmiştir. Bu konaklama kompleksi, günümüze ulaşan tek yukarı
teras yapısı olan halifelik sarayının 2 metre kadar aşağısında kalır; diğer
Yapı kompleksleri orta teras yapılarının ötesinde 7 metreye yakın bir çıkıntı oluşturmasına
karşın, teraslar arasındaki ayrım tarihsel kaynaklarda belirtildiği kadar
Medinetü'z-Zehra'nın tahkimli alanı yaklaşık 1 . 520 metre uzunluğunda kesin değildir. Orta terasın kuzeybatı köşesinde yer alan yapı, herhalde
ve 745 metre genişliğinde bir dikdörtgen oluşturur. Şimdiye kadar bu­ uşaklara veya yüksek bir olasılıkla halifenin şahsi muhafızlarına tahsis
nun ancak yüzde l O 'unda kazı çalışmaları yapılmıştır ve bu kısım da sa­ edilmişti. Bir rampanın ayırdığı çok benzer iki avlusu bulunan bir başka
dece asıl saray alanının bulunduğu yukarı ve orta terasları kapsar. Ova ev kompleksi de vardır. Avluların neredeyse tıpatıp aynı olması nedeniy­
görünümündeki aşağı terasta bulunan yapıların kazılmamış olmasına le, halifelik sarayının 8 metre aşağısında kalan bu kompleks "ikiz mesi­
karşın, diğer yapıların yerleri kızılötesi fotoğraflarla saptanmıştır. İleride re" olarak anılır. Soldaki batı mesiresinin büyük dikdörtgen avlusunun
kazıların artmasıyla birlikte, özellikle bunlar saray kentinde günlük ya­ kuzey-güney ekseni 20 metre, doğu-batı ekseni ise 14 metre uzunluğun­
şama dair daha geniş ayrıntıları ortaya çıkaracaktır herhalde. dadır. Avluyu üç yanda daireler çevreler; bunlardan cepheye bakan ku­
Medinetü'z-Zehra'nın en yüksek kesiminde Halife III. Abdurrah­ zey dairesi en sağlam kalmış olandır. Kuzey dairesinin 3 , 5 x 9,82 metre
man'ın Darü'l-Mülk (Arapça) ya da Casa Real (İspanyolca) olarak anılan ebadındaki orta odası yapının ana salonudur. Bitişik odalar yaklaşık 3,5
sarayı yer alır. Saray süslenmiş duvar mekanlarının ve mozaiğe benzer metrelik tekörnek derinlikle daha küçüktür. Bu ikiz yerleşim komplek­
döşeme örtülerinin bazı kısımlarını da kapsayan bezemeleriyle çarpıcı­ sinin batı mesiresinde gösterişli meskenler yer alırken, doğu mesiresi
dır. Bu alandaki koruma önlemlerinden dolayı, saray şimdiye kadar zi­ mali işlerin yürütüldüğü bir yerdi.
yaretçilere kapalı tutulmuştur. İkiz mesirenin yaklaşık 7 metre aşağısında yamuk planlı bir avlu var­
Sarayın yakınında esas olarak geniş ve aşağı yukarı kare planlı iç av­ dır; avlunun uzunluğu 27,4 metre, merkezdeki genişliği ise 8 metredir.
lularıyla dikkat çeken bir yapı sırası vardır. Bunlar idare ve hükümet bi­ Saray kentindeki yolların birkaçı burada kesişir; alanın çok dikkatli ko­
nalarıdır. Saraya pek uzak olmayan başka bir kesimde bir grup yapı yer runması ve çoğu kez "muhafız kompleksi" olarak anılması bu durumdan
alır; burada yamuk planlı bir avlunun çevresinde kısmen yıkık daireler kaynaklanır. Burası yukarıdaki ikiz mesirelerin yanı sıra, saray kentinin

230 İ S PANYA VE FAS


daha güneydeki yapılarına da geçişi sağlardı. Halifelik ailesi mensupla­
rı, ayrıca vezirler ve üst düzey yetkililer gibi önemli kişilerin evleri muh­
temelen buradaydı.
Muhafız kompleksinden güneye doğru gidilince başka kent sarayla­
rına varılır. Üstündeki yazıtta Baş Vezir Cafer el-Müşafi'nin konağı oldu­
ğu belirtilen bir yapı kompleksi özel olarak değinmeye değerdir. Cafer
961'de Halife II. Hakem tarafından baş vezirliğe atanınca, sarayda son
derece nüfuzlu bir şahsiyet haline gelmişti. Konağı üç kesime ayrılır:
Resmi kabuller için bir kamusal alan, vezirin meskenleri ve personel
odaları. Kamusal alan üç geçitli ve bazilikaya benzer salonuyla dikkat
çeker; salonun dışarıya çıkık revaklı girişinden geniş ve kare planlı bir
avluya geçilir. Bazilikaya benzer salonun ardında, Cafer'in birbiriyle bağ­
lantılı sayısız odadan oluşan şahsi dairesi ve daha ötedeki uşak bölme­
leri yer alır. Konağın geniş avlusu küçük bir özel hamama açılırdı; "Ha­
vuzlu Konak" olarak anılan bu hamama bitişikteki bir saray yapısından
da girilebilirdi. Bu kompleks neredeyse tıpatıp aynı iki yapıdan oluşur;
yapıların zengin süslerle bezenmiş revaklı girişleri avlunun dar kenarına
açılır. Arkeolojik buluntular ve günümüze kalan parçalı bezemelerdeki
stilistik göstergeler, bu sarayı Medinetü'z-Zehra'nın ilk evresine tarihle­
memize olanak verir. III. Abdurrahman muhtemelen burayı oğlu ve ar­
dılı II. Hakem için yaptırmıştı. Kuzey kenarındaki sarayın bitişiğinde, Medinetü'z-Zehra Camisi saray kentinin doğu kesiminde 941'de inşa
adını orta avlusunun sütunlarla çevrili olmasından alan, biraz daha yük­ edilmişti. Kazılmış olan temeller beş geçitli bir bölmeyi ortaya koyar; bu
sek Sütunlu Avlu yer alır. Toplam alanı 440 metre kare olan yaklaşık ka­ geçitler kıble duvarına dikey olarak uzanır. Kurtuba Cami-i Kebir'inde
re planlı bu avluda, bir çeşme yalağı olarak kullanıldığı açıkça belli olan olduğu gibi, en dıştaki iki geçit yapı cephesinin ötesine uzatılmış ve çı­
bir Roma lahdine ait parçalar bulunmuştur. kıntılı cami avlusu çevresinde yarım daire biçimli, kapalı ve kemerli bir
Dar anlamda belirtmek gerekirse, bir yapının mahiyetini belirlemek yol halinde sürdürülmüştür. Saray camisinin ilham kaynağı büyük olası­
ancak işlevi konusunda bilgiler sağlayacak mimari yazıtların ya da tarih­ lıkla Kurtuba Cami-i Kebir'idir. Günümüzde Medinetü'z-Zehra Cami­
sel kaynakların günümüze ulaşmasıyla mümkündür. Ne var ki, Medine­ si'nin sadece temel duvarları ayaktadır. Bu elbette saray kentindeki tek
tü'z-Zehra'da iki yapı tipiyle karşılaşmamız çarpıcı bir noktadır. Bir tip­ cami değildi; ama saray alanına çok yakın oluşu özellikle öne çıkmasını
te dairelerin çevrelediği geniş iç avlular vardır; bu antik çağdan itibaren gerektiren bir unsurdur. Caminin hemen dışında abdest için kullanılan
görülen ve bütün Akdeniz'de yaygın olan bir düzendir. Diğer tipte bazi­ bir bina vardır; daha doğrusu bu yapı kompleksindeki sayısız kuyu çu­
likayı andıran ve bir kamusal işlevi yerine getiren salonlar vardır. Medi­ kuru bizi böyle varsayıma yöneltmektedir.
netü'z-Zehra'daki cami ve divanhaneler bu ikinci kategoriye girer.

Yukarıda: Medinetü'z-Zehra, 936- 1 O 1 O


Medinetü'z-Zehra'nın 1 9. yüzyıl sonlarında
keşfedilen harabelerinde şimdiye kadar çe­
şitli kazılar yürütüldü. Şu an itibariyle, Me­
dinetü'z-Zehra'nın tahkimli alanının yüzde
1 O'u kazılmış durumdadır ve kısım esas ola­
rak yukarı ve orta teraslardaki kamusal ya­
pıları kapsamaktadır. Nal biçimli muhteşem
kemerlerle süslenmiş, dışarıya çıkık revaklı
girişlerin bulunduğu salonlar, Medinetü'z­
Zehra'nın saray mimarisinin karakteristik
özellikleridir.

Medinetü'z-Zehra'da
Halife 1 1 1 . Abdurrahman'ın kabul
töreni, Dionisio Baixeras,
1 9. yüzyıl sonları
Bu resimde İmparator 1. Otto'nun (962-
973) büyükelçisi sıfatıyla Halife 111. Abdur­
rahman'ı ziyaret eden keşiş Johannes von
Gorze için düzenlenen ve tarihsel belgelere
geçmiş olan kabul töreni tasvir ediliyor.

E N D Ü L Ü S EMEVİLERİNİN VE TAİ F E EMİRLİKLERİNİN M İ MARİ S İ 231


Yukarı Bahçe'den divanhanenin yüzeyi eskiden özgün kırmızı-beyaz kemer­ Divanhanenin iç görünüşü, merler yer alır. En dipteki duvarda muhte­
görünüşü, Medinetü'z-Zehra, 936- 1 O 1 O leriyle yapı cephesini yansıtırdı. Medinetü'z-Zehra, 936- 1 O 1 O melen halifenin resmi kabullerde önünde
Divanhane, saray kentinin tam ana ekseni Ziyaretçiler beş geçitli divanhaneye girerken oturduğu nal biçimli ve kapalı bir kemer gö­
üzerinde yer alır ve bu konumu ana tören dışarıya çıkık bir revaklı girişten geçer. Orta rürüz.
salonu olarak taşıdığı önemi vurgular. Di­ geçidin her iki yanında dönüşümlü renkler­
vanhanenin hemen önündeki büyük havuzun deki kolonların desteklediği nal biçimli ke-

Medinetü'z-Zehra'nın büyük divan haneleri bu girişteki bir yazıtta yapının 953/954-956/957 arasında inşa edildiği be­
lirtilir. Salonun orta bölümüne üç kemerli bir kapıdan girilir; bu girişin
Saray kentindeki iki büyük divanhane, ulaşılan verilerden çıkarılan tasa­ her iki yanında bitişik iki yan geçitle aynı yükseklikte, iki kemerli birer
rıma göre, Medinetü'z-Zehra Camisi'nde benimsenmiş olana benzer bir giriş yer alır. Ortadaki üç bölüm divanhanenin yapısal nüvesini oluştu­
mekan bölme düzenini izler. Halife II. Hakem döneminden kalma bu di­ rur; bu nüvenin iki yanında kalan dış geçitler paralel biçimde uzanır ve
vanhanelerin camiden en az yıl sonra inşa edilmiş olması gerekir. Orta ana odadan masif bir duvarla ayrılan iki bölme yaratır. Nal biçimli ke­
terasın çarpıcı yapılarından biri beş geçitten oluşan ve bir revaklı girişi merlerle örtülü büyük taçkapılar, dış geçitleri üç geçitli nüve yapıya ve
bulunan büyük bir salondur; hemen dışında 2. 500 metre kare alanlı de­ revaklı girişin iki yanına düşen güneydeki köşe salımlarına bağlar. Ana
vasa bir kare avlu vardır. Bu yapı Medinetü'z-Zehra'nın saray alanının oda nal biçimli altı kemerden oluşan uzunlamasına iki sıralı revaklarla
doğu kesiminde yer alır ve şimdiye kadar Darü'l-Cünd ("Ordu Konağı") bölünür. Orta geçidin ucundaki duvarda nal biçimli geniş ve kapalı bir
olarak anılmıştır. Bazilikayı andıran salonların çeşitli işlevler görmüş ol­ kemer vardır; halife kabullerde veya diğer saray törenlerinde bu keme­
ması nedeniyle, bu yapının mahiyetini kesin olarak saptamak mümkün rin önünde otururdu.
değildir. Bununla birlikte, kamusal görevlerin yerine getirildiği bir yer
olması akla yakındır; daha eski araştırma kitaplarında büyü.k odalarının
çoğu kez divanhane olarak anılmasının sebebi budur. Toplantıların bu Süslü Salon'un mimari bezemeleri
büyük salonlarda yapılması nedeniyle, söz konusu yapıyı Medinetü'z­
Zehra'nın idari aygıtıyla ilişkilendirmek gittikçe benimsenen bir görüş­ Divanhane esas olarak mimari bezemeleriyle çarpıcıdır. Sözgelimi, üç
tür. Şimdi burayı "Vezirler Konağı" (Darü'l-Vüzera) olarak anmaktayız ve geçitli nüve yapıdaki duvarların aşağı kesiminde bitki motiflerinin bu­
vezirlerin emirnameler çıkarmak, alım ve kira sözleşmelerini imzalamak, lunduğu büyük rölyef panoları vardır. Birer Hayat Ağacı şeklinde olan
evrakları düzenlemek ve hukuki sorunları açıklığa kavuşturmak üzere bitkilerin kompozisyonu bir ana gövdeye dayanır; bu gövdeden çıkan
burada toplandıklarını varsaymaktayız. kalın saplı asmalar kıvrılarak yukarıya doğru dolanır, daha sonra yaprak­
Adını süslü bezemelerinden alan Süslü Salon'un da Vezirler Kona­ lardan ve çiçeklerden oluşan halka biçiminde büyük bir taç halini alır.
ğı'nınkine benzeyen bir zemin planı vardır. Kentin tam merkezinde yer Hayat Ağacı motiflerinin yaprak taçları uzaktan 6. yüzyıl Sasani palmiye
alır ve önünde dışarıya çıkık ve beş geçitten oluşan revaklı giriş, yanla­ hasırı taçlarını hatırlatır; ilk kez 8. yüzyılda Doğu Emevi sanatına giren
rında köşe salımları bulunur. Dış boyutları yaklaşık 38 x 28 metredir. bu hasır taçlar iki yüzyıl kadar sonra Medinetü'z-Zehra'da yeni biçimle­
Salon'un önünde "Yukarı Bahçe" denen büyük bir bahçe uzanır. Bu re bürünmüş olmalıdır. Duvar panolarının tekil yaprak ve çiçek desen­
bahçeden Süslü Salon'un kemerli yolunu geçerek revaklı girişe varılır; leri 9. yüzyılda Samarra'da gelişen Abbasi sanatının burada yeni bir ha-

232
Vezirler Konağı, önden ve yandan kullanıldığına dair farklı görüşler vardır. Sa­ Medinetü'z-Zehra'da orta teras pı vardı. Halife ya da diğer yüksek mevkili ki­
görünüş, Medinetü'z-Zehra, 939- 1 O 1 O lonunun ve ön avlusunun boyutlarının kamu­ revakları, 936- 1 O 1 O şiler revakın hemen önündeki Silah Meyda­
"Vezirler Konağı"nın beş geçitli salonundan sal işlevleri akla getirmesi nedeniyle, uzun Nal biçimli kemerlerden oluşan kütlesel bir nı'nda düzenlenen askeri geçit törenlerini
geniş ve yükseltilmiş bir patikaya çıkılır; bu bir süre "Ordu Konağı" olarak anıldı. Ama revak, Medinetü'z-Zehra'da orta terası n ida­ buradan izlerdi.
patikadaki basamaklardan şimdi bir bahçe şimdi yapı kompleksinin bir idari amaç taşı­ ri alanını diğer kesimlerden ayırır. Biraz da­
olarak düzenlenmiş olan eşit kenarlı, devasa dığı varsayımı kabul görmektedir. ha büyük olan ortadaki nal biçimli kemerin
bir meydana inilir. Bu yapının hangi amaçla üstünde, eskiden köşke benzer küçük bir ya-

yat bulduğunu akla getirir. Besbelli ki, Medinetü'z-Zehra'da çalışan za­ günümüze sadece temel duvarları, yandaki havuz ve sütun temelleri kal­
naatkarlar bu modelleri Doğu'dan öğrenmiş ve yerel zevke uyarlamıştı; mıştır.
sonuçta bu süreç şimdi Kurtuba ve Medinetü'z-Zehra'da halifelik sanatı­ Divanhane, saray kentinin genel planında merkezi bir konum taşır
na özgü saydığımız nihai biçimleri doğurdu . ve aynı zamanda orta terasın odak noktasını oluşturur. "Yukarı Bah­
Divanhaneden çıkılınca, Yukarı Bahçe'ye ve daha batıdaki saray ya­ çe"nin merkezi ekseni ve ortasında yer alan bahçe köşkü, bu yapının
pılarına varmayı sağlayan geniş bir yolun uzandığı görülür. Hemen dışa­ önemini daha da vurgular. "Yukarı Bahçe" yaklaşık 65 x 77 metrelik
rıdaki büyük bir havuzun yüzeyi bir zamanlar yapı cephesini yansıtarak ebatlarıyla 5 . 000 metre kareyi aşkın bir alanı kaplar. Çevresindeki masif
önemini vurgulardı. Dahası, Yukarı Bahçe'nin ortasında, divanhaneye duvar, divanhaneyi ve "Yukarı Bahçe"yi kapsayan yapısal kümenin, ba­
yönelen merkezi eksen üzerinde, üç geçitli bir salon tasarımıyla divan­ zen ova olarak da anılan aşağı terastaki yapıların yukarısında bir pod­
hanenin minyatür halini yansıtan bir bahçe köşkü yer alır. Bu köşkten yum gibi durmasını sağlar ve 1 2 metrelik yükseklik farkını daha büyük­
müş gibi gösterir. Bu görüntü "Yukarı Bahçe" adını da açıklar. Aşağı te­
rasta batıya düşen benzer üsluptaki bir başka bahçe ise "Aşağı Bahçe"
Süslü Salon'daki duvar panosu,
Medinetü'z-Zehra, 936- 1 O 1 O olarak anılır. Geçmişte ovadan Medinetü'z-Zehra'ya doğru çıkarken sa­
Divanhanede muhteşem mermer duvar ray yapılarına bakmak ziyaretçileri derin bir etki altında bırakmış olma­
panolarında görülen bitki tasvirlerinin
lıdır. Böyle bir izlenimin Medinetü'z-Zehra'yla iktidarının gözle görülür
kompozisyonu, dalların simetrik bir dü­
zenle çıktığı bir ana ağaç gövdesine daya­ kanıtını herkese sunmak isteyen halifeyi memnun ettiği söylenebilir.
nır. Bu dallar incelikle şekil verilmiş yap­
rak ve çiçek kümelerini taşır; kümeler
düzgün, ama sonsuz bir şekilde tekrarla­
nan bir karmaşıklık içinde birbirine do­ Taife emirliklerinin mimarisi
lanmıştır. Böylece, bezemedeki olağanüs­
tü biçimsel çeşitliliğe ve hazza rağmen, bu Kurtuba halifeliğinin çöküşünden (1030/3 1) ve son meşru halifenin sü­
panolar çoğu kez İslam sanatının tipik bir
rülmesinden sonra, imparatorluk parçalanarak taife emirlikleri denen
özelliğini oluşturan "boşluk korkusu"nu
(horror vacui) da yansıtır. çok sayıda küçük devlete bölündü . Bu emirlikler arasında Malaga, Tu­
leytule ve Zaragoza sanatsal ve siyasal önem bakımından denk düzey­
deydi. Taife sanatı çeşitli halifelik emsallerini izlemekle birlikte, özerk
bezeme biçimlerini benimsedi. Sözgelimi, 1 1 . yüzyılın önde gelen salta-

E N D Ü L Ü S EMEVİLERİNİN VE TAİFE E M İ RLİKLERİNİN M İMARİS İ 233


nat merkezi Zaragoza'nın Aljaferia [El-Caferiye] Sarayı'nda halifelik dö­ Malaga'daki Alcazaba, 9- 1 4. yüzyıllar gah, Endülüs'te İslam'ın son kalelerinden bi­
nemindeki öncellerin açık etkisini taşıyan yeni kemer biçimleri geliştiril­ Alcazaba adlı hisar M:ilaga'nın bütün kent riydi; İspanyol Reconquista döneminde Kur­
di. Bu dönemde alçı sıva bezemede yeni bezeme biçimleri ortaya çıktı. manzarasına hakimdir. Dağın doruğunda 1 1 . tuba'nın düşüşünden ( 1 492) beş yıl önce ele
yüzyıl saray kompleksine ait tahkimatlar yer geçirilebildi.
Bitki desenleri ölçek bakımından daha küçük, daha zarif ve daha soyut alır. Bir çifte sur halkasıyla çevrili bu ikamet-
hale geldi. Ayrıca, halifelik sanatında çok yaygın bir yer tutan akantos
yaprağı gittikçe yerini 1 1 . yüzyıl taife sanatına özgü ince bölmeli ve sa­
çaklı yaprakçıklara bıraktı. Medinetü'z-Zehra'daki divanhanenin duvarla­ ti. Gibralfaro (Fener Dağı) adının kaynağı bu fenerdir. Burada 9. yüzyıl­
rında görüldüğü gibi, 10. yüzyılın halifelik duvar panoları çoğu kez mer­ da kurulan tahkimli kompleks, Hammadilerin (1023-1 058) Malaga'yı
mer ya da taştandı. Oysa taife sanatında neredeyse yalnızca alçı sıva pa­ merkez edinmesinin ardından 1 1 . yüzyılda genişletildi. Aynı hanedan
nolar kullanıldı. Kalıplar hızlı işleme ve sınırsız çoğaltma imkanı verdi; tarafından Alcazaba içinde bir ikametgah inşa edildi; daha sonra Gırna­
bu teknik sonraki yüzyıllarda daha da geliştirildi. Bu bakımdan, Endülüs ta'dan gelen Berberi derebeyi Bedis (1058-1075) buraya ilaveler yaptı.
sanatının gelişmesinde taife sanatının öneminden söz etmek bir abartı İzleyen yüzyıllarda defalarca genişletilen hisarı, Nasri Hükümdarı I. Yu­
sayılamaz. Bu önem şimdiye kadar küçümsenmiştir; çünkü günümüze suf 0 333-1354) neredeyse baştan aşağı yeniledi. Alcazaba 14. yüzyıla
ulaşan taife emirliği yapıları çok azdır ve bunların bile ancak yakın dö­ doğru Endülüs'te İslam'ın son kalelerinden biri haline geldi. Katolik kral­
nemde araştırmacıların ilgisini çekmeye başladığı söylenebilir. Bu döne­ lar burayı ancak 1487'de, yani İspanya'da İslam hegemonyasının sona
me ait saraylar ve camiler, sözgelimi Kurtuba Cami-i Kebir'i ve bir dün­ erişinin işareti olan Gırnata'nın teslim oluşundan beş yıl önce ele geçi­
ya imparatorluğunun hükümet merkezini barındıran saray kenti Medine­ rebildi.
tü 'z-Zehra ölçeğinde heybetli boyutlara ulaşamamış ve küçük bir Alcazaba kompleksi sık aralıklarla kulelerin sıralandığı bir çifte sur
emirliğin eserleri olarak kalmıştı. halkasıyla çevrilidir. İç surun içinde kalan dağ doruğunda, geçmişi 1 1 .
yüzyıla kadar inen ve saray alanının asıl nüvesini oluşturan Gırnata Da­
ireleri yer alır. Muhtemelen üst düzey saray hizmetlilerinin oturduğu bu
Malaga' daki Alcazaba yapılar, hisarın saldırıya uğramasından sonra terk edildi. Gırnata Daire­
leri'nin ikamet odalarıyla çevrili beş iç avlusu vardır; Medinetü'z-Zehra
Malaga'nın Alcazaba adlı hisarı Endülüs'teki en önemli tahkimli saray kompleksinde daha önce karşılaştığımız bir düzendir bu . Günü­
komplekslerinden birini temsil eder ve önemi yakındaki limanla sıkı müzde hepsi de restore edilmiş olan beş iç avludan sadece en batıda ka­
sıkıya bağlıdır. Limanı tam anlamıyla korumak için, yakındaki dağa kilo­ lanı özgün 1 1 . yüzyıl dokusuna sahiptir. Bütün yapı boyunca uzanan
metrelerce öteden görülebilen bir fenerin yanı sıra bir hisar inşa edilmiş- dikdörtgen planlı geniş salonun önünde dışarıya çıkık bir revaklı giriş

234 İ S PANYA VE FAS


yer alır. Bu girişin 1 3 . yüzyıl ve belki de 1 4 . yüzyıla kadar uygulaması
görülmeyen üç salımlı revakı, Nasri mimarisine özgü bir bölümlenmeyi
yansıtır: Dönüşümlü kıvrık ve çentikli dış hatta sahip geniş ve yuvarlak
bir kemer, yanlarda ise bir noktaya doğru sivrileşen nal biçimli iki tane
alçak kemer. Ortadaki kemerden ana daireye giriş yeri rahatlıkla görü­
lür; dairenin birbirine yakın duran nal biçimli üç kemeri 1 1 . yüzyıl taife
mimarisinin karakteristik özelliğidir. Bazı kemer yüzleri ve tabanları bi­
le alçı sıvalı, düz ve boyalı panolarla süslenmiştir. Kemerlerin eklem yer­
lerinde ve iç içe örülü narin yaprak filizlerinden oluşan süslemelerinde
halifelik dönemi geleneği izlenir. Revaklı girişe bitişik bir küçük sayvan,
bir başka küçük salona girişi sağlar. Bu sayvanın yan cepheleri iç içe
geçmiş oyuk süslemeli kemerlerden oluşur ve Kurtuba Cami-i Kebiri'nin
maksuresindeki kemer kurgularını hatırlatır. Sayvanın alçı sıva işleri ha­
lifelik dönemi eserlerini andırır; ama bitki motifleri daha sadedir. Buna
karşılık, yaprak filizleri daha narin ve daha ince bölümlüdür. Dahası, in­
ce saplar dolanma ve birbirine sarılma yönünde daha büyük bir eğilim
gösterir ve böylece sürekli tekrarlanan bir süsleme yaratır. Kurtuba hali­
feliği döneminde uygulanan ve sözgelimi Medinetü'z-Zehra divanhane­
sinin bezeli duvar mekanlarında görülen köklü biçim çeşitliliğinin bura­
da yok olmaya yüz tuttuğu görülür.

Tuleytule'deki Memun Sarayı

Eskiden taşıdığı siyasal öneme rağmen, Tuleytule'nin (Toledo) en güçlü


taife hükümdarı Memun'un ( 1 043-1075) yaptırdığı saraydan günümüze
hiçbir şey ulaşmamıştır. Bununla birlikte, Tuleytule'deki Santa Cruz Mü­
zesi'nde Memun Sarayı'yla ilintili birkaç kolon başlığı ve rölyef levhası
vardır. Bunların süslemeleri, Tuleytule'de çalışan sanatçıların halifelik
döneminin biçimsel desenlerini izlerken, bitki tasarımlarını daha da ge­
liştirdiklerini gösterir. Bu gelişmenin bir başka örneği, Toledo'da şimdi­
ki Plaza del Seco'ya bakan, 1 1 . yüzyıl sonlarından ve belki 1 2 . yüzyıl
başlarında kalma bir özel evin alçı sıvalı kemeridir. Kemerin nal biçimli
yapısı, dar kemer taşlarının bezemeleri, elfiz çerçeveleri ve dolgu beze­
meleri halifelik döneminin yaratım ilkelerinin benimsendiğini gösterir;
buna karşılık yapıların bitki motifleri, doruk noktasına Tuleytule'de ula­
şan taife sanatına kesin biçimde işaret eder.

Tuleytule'den kalma rölyef levha k ı simetri, ince işleniş v e şaşırtıcı biçim çeşit­
1 1 . yüzyıl liliği açısından çarpıcıdır. Rölyef levhanın süs­
Tuleytule'nin en güçlü taife hükümdarı Me­ lemeleri Tuleytule sanatçılarının halifelik dö­
mun'un yaptırdığı saraydan günümüze bitki nemi biçimlerini izlemekle birlikte, bitki
motiflerinin bulunduğu bazı rölyef levhalar motiflerini daha da geliştirdiğini doğrular.
kalmıştır. Bu örnekteki iç içe örülü dallar sı-

E N D ÜLÜS EMEVİLERİNİN VE TAİFE E M İ R L İ K L E R İ N İ N M İ M A R İ S İ 235


Zaragoza'daki Aljaferia (El-Caferiye) Sarayı

1 1 . yüzyılın ikinci yarısında, Benu Hud hanedanının ikinci hükümdarı I .


Ebu Cafer Ahmed bin Süleyman el-Muktedir Billah (1 049/ 1 050-
1 082/1083) Zaragoza'da bir saray inşa ettirdi. Arapça adının bozulmuş
biçimiyle günümüzde Aljaferia olarak anılan bu yapı, taife döneminin en
önemli saray kompleksidir ve günümüze neredeyse sapasağlam ulaşmış­
tır. Aragon Kralı I. Alfonso 1 1 1 8'de Zaragoza'yı geri aldı ve hemen kral­
lığının yeni başkenti olarak seçti. Sonraki yüzyıllarda Aragon kralları Al­
jaferia'yı bir kraliyet ikametgahı olarak kullanmaya devam etti ve döne­
min zevki doğrultusunda sıklıkla yeniden düzenledi.
Aljaferia kareye yakın planı olan bir komplekstir; kenar uzunlukları
yaklaşık 80 metredir ve dış surlarında bir dizi yuvarlak kule vardır. Sur­
ların içindeki alan eksensel bir simetriyle kuzey-güney doğrultusunda
uzanan üç kesimden oluşur ve bunlardan sadece ortadaki kuşak mamur­
dur. Asıl saray alanını içine alan bu kuşağın merkezinde dikdörtgen
planlı büyük bir avlu yer alır; avlunun iki yanındaki yapı kompleksleri
sarayın kuzey ve güney kanatları olarak bilinir. Güney kanadındaki uzun
bir salonun (Güney Salonu) önünde köşe sahınları bulunan bir revaklı Zaragoza'daki Aljaferia Sarayı'nın şur. Süsleme düzeni kemerleri oluşturan te­
giriş vardır. Bu girişin çarpıcı bir özelliği revakın iç içe geçmiş ve yüzle­ güney kanadı, 1 1. yüzyılın ikinci yarısı mel unsurların tekrarlanan bir çatkısına da­
Sarayın güney kanadının önünde bir revaklı yanır ve tipik bir taife dönemi buluşudur.
ri benzersiz tarzda süslenmiş büyük ve yuvarlak altı kemerden oluşma­
giriş yer alır. Bu revak iç içe geçmiş ve yüz­
sıdır. Avluyu geçerek varılan kuzey kanadında çıkmalı üç salon bulunur; leri benzersiz tarzda süslenmiş geniş açıklık­
iki yanda kameriyelerden ve bitişik odalardan oluşan bölümlerle çevrili lı ve yarım daire biçimli altı kemerden olu-

236 İ S PANYA VE FAS


Karşı sayfada: Zaragoza'daki dışarıya çıkık yuvarlak kuleleriyle, 8. yüzyıl bu salonlar üslup bakımından Medinetü'z-Zehra'nın divanhanelerine
Aljaferia'nın Trubadorlar Kulesi'ni de Doğu Emevi çöl saraylarının tasarımını hatır­ benzer. Kuzey kanadındaki birinci salonun içinde daha sonraları Hıristi­
içine alan dış görünüşü, latır. Kuzey kenarındaki masif dikdörtgen
yan döneminde eklenmiş olan bir havuz yer alır. Eskiden havuzun yü­
1 1 . yüzyılın ikinci yarısı kule 9. yüzyıldan kalmadır. Sarayın doğu ke­
İspanya' da günümüze en sağlam ulaşmış taife siminde küçük, ama zengin bezemeli bir ca­ zeyi bitişikteki revaklı kuzey kanadı girişini yansıtırdı. Revakın kütlesel
dönemi sarayı Zaragoza'daki Aljaferia'dır. mi vardır. ve iç içe geçmiş oyuk süslemeli kemerleri Kurtuba Cami-i Kebir'indeki
Bütün kompleks, neredeyse kare zemin pla­
benzer kemerleri hatırlatır. Revaklı girişten içeriye bakılınca, bitişikteki
nıyla (kenar uzunluğu yaklaşık 80 metre) ve
ana bölmenin muhteşem giriş revakı görülebilir. Altın Salon (İspanyolca
Salon del Oro) ya da Taht Salonu (İspanyolca Salon del Trono) olarak
bilinen bu bölmenin özgün mimari bezemelerinin çok azı günümüze
ulaşmıştır. Taht Salonu'nun ana eksen üzerindeki merkezi konumu, ön­
ceki iki salonun çıkışında bulunuşu ve tasarımı her zaman sarayın en
önemli kısmı olduğuna işaret eder.
Aljaferia kuzey saray kanadının doğu kesiminde yer alan küçük bir
saray camisini de barındırır. Sekizgen zemin planından dolayı bunun Al­
jaferia kompleksi içindeki ayrı konumu kolayca saptanabilir. Çapraz
kesiti 5 metreyi ve kubbesiyle birlikte yüksekliği 10 metreyi bulan küçük
cami, mihrabın her iki yanında duvarlar boyunca uzanan son derece süs­
lü alçı sıva bezemeleriyle dikkate değerdir. Alçı sıva bitki tasarımlarının
halifelik etkisini yansıtmasına karşın, yaprak filizleri daha küçük, daha
narin ve daha ince bölümlüdür. Yaprak sapları da dolanma yönünde
güçlü bir eğilim göstererek, bitki bezemelerinin ritmini ve eklemlenişini
belirlemeye katkıda bulunur; her iki özellik de taife mimarisi açısından
çok tipiktir.
o 10 20m

Zaragoza'daki Aljaferia Sarayı'nın zemin planı


Kompleks neredeyse birbirine eşit ve kuzey-güney doğrultulu üç kuşağa ayrılır;
bunlardan sadece ortadaki mamurdur. Asıl saray boyutları 50 x 24 metre olan
bu orta kuşakta yer alır.

Aljaferia saray camisinin mihrabı ve işlendiği bir bağdadi kubbeyi ayakta tutar.
kubbesi Zengin bezemeli mihrabıyla birlikte bütün
Aljaferia'nın küçük saray camisinin sekizgen cami 20. yüzyılda geniş çapta restore edil­
bir zemin planı vardır. Köşelerde iç içe geç­ miştir.
miş ve yarım daire biçimli sekiz kemerden
oluşan bir revak, orta kısmına bir sekizgenin

E N D Ü L Ü S E M E V İ L E R İ N İ N VE TAİFE E M İ RL İ K L E R İ N İ N M İ M A R İ S İ 237
!iği verdi. Ölümünden sonra İşbiliyeli İbn Arabi'nin de teyit ettiği, Doğu
B ezeme S anatları İslam dünyasındaki din önderlerinin şatafatını eleştiren alçakgönüllü bir
kişi olmasına karşın, kudretinin tanınmasını sağlamaya yöneldi ve tıpkı
Afmut von G/adiB Bağdat halifeleri gibi, buna anıtsal yapılarla ve pahalı kamusal gösteri­
lerle ulaşmayı umdu. Kurtuba halifeliğinin 1 1 . yüzyılda çöküşünü göre­
cek kadar yaşayan tarihçi İbn Hayyan, hatıratında imparatorluğun gücü­
Kurtuba Emevileri ve taife h ü kümdarları döneminde sanat nü esas olarak saray yaşamının görkemiyle ifade ettiğini doğrular.
Mimarisi, muhteşem çeşmelerin bulunduğu geniş bahçeleri de kap­
Kurtuba'yı başkent edinerek 8. yüzyıldan itibaren hüküm süren Emevi­ sayan saray kenti Medinetü'z-Zehra bu çabaların doruk noktasıydı. Böy­
lerin yükselişiyle birlikte, Endülüs'te sanat serpilmeye başladı ve çeşitli le gösteriler hükümdarların sadece insanlara değil, doğaya da hükmet­
gelenekleri bir araya getirerek kendine mahsus özerk bir karakter kazan­ me iddiasını somutlaştırırdı. Taş ya da metal çeşme heykelleri su oyun­
dı. , İslam fatihleri Hıristiyan Avrupa'nın bir kısmını özümsemişlerdi. Top­ larını dramatize etmeye yarardı. Sarayın ana salonundaki mermer yalak­
lumu, yani Müslümanların yanı sıra yerli halkı bütünleştirmek için artık ların birinde tunç hayvan heykelleri biçiminde on tane fıskıye vardı.
din dışında daha kapsamlı önlemlere başvurmalarına gerek vardı. Bunların çeşitliliği becerikli ve serüvenci tunç dökümcülerinin çalıştığı
Kurtuba Cami-i Kebir'inde bulunan muazzam bir Kuran'ın birkaç bir atölyenin varlığına işaret eder. Saray kentinde bulunan ve tulumbay­
sayfası ilk halifelerden Osman'ın 656'da cinayete kurban giderken oku­ la suyun döküldüğü çukur bir dikdörtgen tabak üstünde duran 50 san­
makta olduğu Kelamıkadim nüshasından alınmaydı. Bir kutsal emanet timetre boyundaki bir geyik heykeli, zaman sınırlarını aşan çarpıcı bir
olarak saklanan bu kana bulanmış sayfalar, kolayca özdeşlik kurulabilen yalınlık taşır. Klasik çağ ve Doğu geleneklerinden tipik İslam sanatı bi­
ve farklı kökenlerden gelme birçok kişiyi büyüleyen bir sembol haline çimleri ortaya _çıktı. Sarayda eski kölelerden devşirilmiş yeni bir elit ta­
geldi. İşte bu Kuran, Hıristiyan ayinlerine tekabül eden alışılmamış bir baka yetişti. İslam adetlerine aşinalık kazanan ve saray yaşamıyla kusur­
törenin odak noktasıydı. Cuma namazında mum taşıyan bir hizmetkarın suzca bütünleşen bu kişiler artık önemli alanları denetim altında tutmak­
başında bulunduğu bir kafile cami içinde vakurca dolaşarak Kuran'ı ce­ taydı. Kurtuba Cami-i Kebir'inin duvar metinlerinde adı geçen hattat Mü­
maate gösterir ve daha sonra imam bundan bir sure okurdu. terrif bin Abdurrahman daha önce III. Abdurrahman'ın bir kölesiydi. O
Mütevazı adımlarla başlayan sanat ve bilim çalışmaları çok geçme­ günlerde hat sanatı da bir atılım içindedir; sıradan ve çok yaygın malze­
den devlet himayesinin ana akımı içine girdi. Batı imparatorluğunun ilk meden yapılmış işlevsel nesnelerde çarpıcı bir ana motif olarak görürüz.
halifesi III . Abdurrahman, İslam dünyasının en zengin hükümdarların­ Saray kentinde bulunmuş sayısız seramik tabakta ve şişede İslam hege­
dan biriydi. Hıristiyanlara tutsak düşmekten kıl payı kurtulduğu Siman­ monyasını anımsatıcı yazılar vardır: Sadece "bereket" değil, özellikle "el­
cas-Alhandega'daki yenilgisinden (939) sonra, kuzeydeki Hıristiyan hü­ mülk. " Yaygın kullanılan "el-mülk lillah" ibaresinin kısaltılmış bir biçimi
kümdarlarla ve Bizans imparatoruyla ilişkileri geliştirmeye birinci önce- olan bu nakarat sadece Allah'ın değil, birçok kişi tarafından O'nun yer-

Mermer yalak, Kurtuba, uzunluk 1,4 m, zıtın yerinde Emir Ebu Abdullah'a ithaf edil­ Mermer yalak, Medinetü'z-Zehra, tal motifi haminin gücüne işaret eder. Üstün­
Granada, Elhamra Müzesi miş 1 305 tarihli bir yazıt vardır. Yalağın uzun 987/988, uzunluk 1 m, Madrid, Ulusal deki yazıtta Halife Hişam adına hükümet iş­
Muhtemelen Mansur'un yaptırdığı bir Kurtu­ kenarlarında dağ keçileriyle ve geyiklerle bo­ Arkeoloji Müzesi lerini yürüten Mansur'un (978- 1 002) adı ge­
ba sarayına ait bu mermer yalak, daha sonra ğuşan aslanlar, kısa kenarlarında arma gö­ Bu mermer yalaktaki revak bezemeleri saray çer. Yalağın uzun kenarında daha önce bir
Elhamra bahçelerinde kullanılmak üzere Gır­ rüntüsü içinde avlarıyla birlikte tasvir edilmiş mimarisine göndermede bulunurken, ayna aslan ile bir boğa ya da keçi arasındaki boğuş­
nata'ya götürülmüştü. Bu nedenle, özgün ya- kartallar yer alır. görüntüsüyle de yansıtılan avıyla birlikte kar- mayı tasvir eden bir bezeme vardı.

238 İ S P A NYA VE FAS


Solda: Seramik şişe,
1 O. yüzyıl sonları, Gordoba, Bölge Arke­
oloji Müzesi
Medinetü'z-Zehra'da bulunmuş bu şişede
Emevi sarayınca kullanılan çarpıcı yazı be­
zemeleri görülüyor. Yeşile ya da manganez
rengine boyanan zarif seramik eşyalar sade­
ce Kurtuba'da değil, Güney İspanya'nın di­
ğer yörelerinde de üretilirdi ve en varlıklı
kesime yönelik "en halis" porselen işleri sa­
yılırdı. Kap bezemecileri yazı desenlerinin
yanı sıra işlemeli yaprak motifleri de k�lla­
nırdı.

Sağda: Seramik tabak, Medine Elvira, 1 O.


yüzyılın ikinci yarısı, çap 35 cm, Granada,
Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi
Bu alışılmamış ölçüde büyük seramik tabak
Gırnata'nın ilk İslam yerleşmesi Medine El­
vira'da bulunmuştur. Üstündeki hayvan
resmi mekanik olmakla birlikte, seri üreti­
me dayalı eşyadan ayırt edilmesini sağlar.
Bu etkileyici tasvirin konusunu, saltanat sa­
rayındaki hükümdar için her zaman eyerli
ve gemli tutulması gereken at oluşturuyor.

Solda: Mermer çeşme rölyefi,


Doğu Endülüs, 1 1 . yüzyıl, uzunluk 1 ,7 m,
Jativa, Almudin Müzesi
Bu mermer çeşme rölyefi çalgıcıların ve cam­
bazların şenlendirdiği şık giyimli bir kafileyi
tasvir ediyor. Armağan olarak meyve kasesi,
tavuk ve keçi taşıyan alay tasvirinin kökeni,
kralları onurlandırmak ve saadet dilemek için
kullanılan bir İslam öncesi motife dayanır.
Süsleme çizgisi bu zengin çeşitlilikteki figürlü
sahnelerin maddiliğini güçlü biçimde hafifle­
tir. Figürler gevşek duruşlarıyla, heykelden
farklı bir konum taşıyan İslam rölyef eserle­
rinde benzersiz bir yer tutar.

yüzündeki temsilcisi olarak görülen halifenin de gücüne bir göndermey­


di. Seramik eşyalar Medinetü'z-Zehra'nın yanı sıra, Güney İspanya'nın
birçok yöresinde sınırsız kullanım alanları için imal edilirdi.
10. yüzyıl ortalarında hazine ve darphane, ayrıca dokuma atölyesi ve
kaliteli eşya üretimi saray kentine taşındı. Dokuma atölyesini yöneten
Cafer, daha önce Abdurrahman'ın kölesi olan ve ilk şöhretini Süslü Sa­
lon'un mimarı olarak kazanan bir kişiydi. Lüks eşya atölyesinin başında­
ki Dürri es-Sagir de Arap asıllı olmayan eski bir köleydi. Anlaşıldığı ka­
darıyla, değerli malzemeler derecelendirmek ve çekip çevirmek onların
göreviydi.

Sağda: Tunç hayvan heykeli, Kurtuba, !anılırdı. Bu örnekteki biçim basit ve ölçülü­
1 O. yüzyılın ikinci yarısı, kaideyle birlikte dür. Yüzeyi kaplayan tekörnek bitki arabesk­
yükseklik 6 1 cm, Cordoba, Bölge Arkeoloji leri soyut bezeme efektini yoğunlaştırır. Fark­
Müzesi lı bir geleneğe dayanan (ve şimdi Madrid
Kurtuba'da yeni kurulmuş metal fabrikaların­ Arkeoloji Müzesi'nde bulunan) bir başka tunç
da çeşme figürleri olarak imal edilen tunç hay­ hayvan heykelinde yaldız kaplama bile vardır.
van heykelleri için eritilmiş mum metodu kul-

239
Fildişi işleri

Saray kentine taşınmak, zanaat atölyelerine, yaratıcı bir yaklaşımla


harika işler başarmaları için bir ilham kaynağı ve mecburiyet getirdi.
Halife ailesi ve üst düzey görevliler değerli fildişi ve gümüş eşyalara
büyük paralar harcadı. Günümüze ulaşan fildişi işlerinin sekizinde,
çoğunlukla halifelik sarayındaki kadınlar olmak üzere, hanedan
mensuplarına ithaf edildiklerini belirten yazılar vardır. Bunların en eskisi
III . Abdurrahman'ın adı bilinmeyen kızlarından birine ithaf edilmiş ve
oyuncak parçalarını koymaya yarayan bir mahfazadır. II. Hakem
döneminde imal edilmiş mücevher çekmeceleri ve kutuları arasında,
kendisine 962 ve 966'da iki oğul doğuran Basklı cariyesi Subh'a verdiği
üç armağan yer alır. Annelik rolüne değinen bu fildişi parçalarda belki
de dişi doğurganlığına ve böylece mutluluğa işaret eden dallı budaklı
arabeskler görülür. Yine bir kadına armağan edildiği sanılan bir başka
fildişi kutuda rastlanan çalkantılı bitki arabesklerine şu Arapça dizeler
eşlik eder: "Bir hatunun sıkı memeleri gibi en latif şeyleri seyre
dalmışım. Bir �ücevher meşherinden daha zarif bir libas gibi güzellikle
donanmışım. Ben misk, kafur ve amber taşıyan bir kabım. "
Güzel kokulu maddeleri koymaya yarayan bir kabın mutlaka saraylı
bir kadına ait olması şart değildi. Bağdat çıkışlı olan ve Kurtubalı
Fildişi kap, Medinetü'z-Zehra, 964, keçileri, dişi güzelliğinin bir sembolü sayılan aristokratların uymaları beklenen dönemin bir muaşeret kitabında,
yükseklik 1 8 cm, Madrid, Ulusal Arkeoloji tavuslar ve başka kuşlar görülüyor. Klasik erkeklerin de esans kullandığı ve bir amber, misk ve sarısabır karışımını
Müzesi gelenekte, hayvanlarla canlı bir hava verilen tercih ettiği belirtilir. Hakem'in özel hekimi, Et-Tasrifkitabının yazarı ve
il. Hakem fildişinden oyulmuş bu kutuyu yeşillik, sevinci ve bolluğu simgelerdi. Ka­
Basklı cariyesine armağan olarak vermişti. bartmalar içe çökük zeminle keskin bir tezat sayısız cerrahi aletin tasarımcısı olan ve ortaçağ Avrupa'sında Abulcasis
Üstündeki tasvirde bitkilerin yanı sıra dağ içinde öne çıkıyor. adıyla tanınan Ebu'l-Kasım ez-Zehravi, Doğu İslam biliminden ilhamla
hazırladığı ilaç risalesinde güzel kokulu terkiplerin rağbet görmesine ön
ayak olmuştu.
İthaf yazılarından hanedanın erkek mensupları ve önde gelen devlet
görevlileri için oyulduğu anlaşılan kaplar genellikle zengin tasvirlerle
süslüdür. Hakem'in adının yer aldığı, 960'ların ortalarından kalma bir
mücevher kutusu da arabesk süsler taşır; ama kapağında meşru otoriteyi
vurgulayan dörtlü yansımayla bir arma kartalı yer alır. İspanya'daki
Bizans ipeklerinde de görülebilen klasik sembolleri koruma geleneği
devlet nizamını teyit edici bir unsurdu .
Daha sonraki tarihlerde, Hakem'in kardeşi ve hasmı Muğire ile
Hakem'in oğlu ve ardılı Hişam'ın baş veziri Abdülmelik bin Mansur için
yapılmış mücevher kutularında figürlü sahneler görülür. Meyve
koparmak için ağaçlara el uzatan insan figürleri arabesk süslere
karakteristik yoğunluk verir. "Muğire için Allah'tan ihsan, afiyet, saadet
ve refah niyazıyla" diye başlayan yazıda, imalat tarihinin 968 yılı olduğu
belirtilir. O sırada halifenin her iki oğlu da çocuk yaşta olduğundan,
Muğire herhalde babasının yerine geçme düşleri kuruyor olmalıydı. Ama
Hişam'ın tahta çıktığı 976'da öldürüldü .
Hakem'in oğlu ve ardılı, sonradan Mansur unvanını alan Baş Vezir
Muhammed bin Ebu Amir ve 1 002'de yerine geçen oğlu Abdülmelik
tarafından hükümet işlerinin dışında tutuldu . Pamplona Müzesi'nde
bulunan fildişi kutudaki bir yan madalyonda, Hişam, halifelik mührü
yüzüğüyle birlikte ikonlara özgü bir yalnızlığa bürünmüş halde görülür.
En dramatik sahneler ise Leon'un fethinden sonra (bir yazıtta belirtildiği

ve toplayan ve kuluçkaya yatmış kuşlardan yu­ üzere) seyfü'd-devle ("devletin kılıcı") unvanı verilen Baş Vezir
Fildişi kutu, Medinetü'z-Zehra, 968,
yükseklik 1 5 cm, Paris, Louvre murta çalan şehzadeler gibi alışılmamış motif­ Abdülmelik'i konu alır. Ortadaki madalyon onu bir aslanla boğuşurken
Şehzade Muğire'ye ait bu fildişi kaptaki taht ler de içeriyor. Bunlar Muğire'nin babası 111. gösterir. Bu motif geç klasik lahitlerde yaygın görülen bir resim
sahnesi ve dövüşen hayvanlar hanedanın gü­ Abdurrahman'ın başlattığı "altın çağ"a gön­
temasının, yani aslanlar inindeki Daniel görüntüsünün bir çeşitlemesidir
cünü temsil ediyor. Figür bakımından zengin dermede bulunuyor.
olan kompozisyon bir hurma ağacından mey- ve kahramanın yenilmezliğini doğrular. Tipik bir klasik kahraman gibi

240 İ S P ANYA VE FAS


Gümüş sandık, Medinetü'z-Zehra, 976, kabartma olarak işlenmiştir. Monoton mo­ Fildişi kaplar, Medinetü'z-Zehra, dikdörtgen fildişi sandık, bir ithaf yazısı dışın­
uzunluk 38 cm, Gerona Katedrali tifler kabartma desen kakmacılığını yaldızla­ 1 O. yüzyıl ortaları, Burgos Müzesi da sadece cenneti çağrıştırıcı arabesk beze­
Siyah savat kakma, bu gümüş sandığın Hi­ ma ve savatlama teknikleriyle birleştiren çok Halife 1 1 1. Abdurrahman'ın kızlarından biri meler taşır. Bu iki fildişi parça Medinetü'z­
şam'dan halife ardılı olarak söz eden kabart­ yönlü işleme tarzıyla tezat içindedir. Sandı­ için yapılan ve oyun parçalarını koymak için Zehra'daki saray atölyesinin ilk ürünlerini
ma yazısını güçlü biçimde vurgulamaktadır. ğın gövdesi ahşaptır. kabuğa benzer oyukları bulunan bu kapta, temsil eder.
Yine savat işi olan palmiye hasırı sıraları mi­ büyük yapılardaki rölyef bezemelerden esin­
mari motiflerden uyarlamadır ve aynı şekilde lenmiş arabeskler vardır. Aynı sultana ait bir

kısa tunik ve bağcıklı sandaletler giymiş olarak- görünen Abdülmelik, kapağıyla minyatür bir yapıyı andırır; bazı Hıristiyan ayin kapları da aynı
"Allah'tan ihsan, afiyet ve saadet" şeklindeki iyi dilek mesajının yazılı niteliği paylaşır. Abdülmelik'le aynı yılda ölen Portekiz kontlarından
olduğu büyük bir yuvarlak kalkan taşır. Mendo Goncalves'in armağanları olan uygun boyuttaki bir ayin kupası
Kapağın iç kısmındaki atölye imzasında "Farac ve talebeleri" anılır. ve küçük bir tabak ortaçağdan beri söz konusu kutuda saklanmıştır.
Böyle bir ibare ustanın ve talebelerin ayrı fildişi rölyef levhalar Bu enfes İslam fildişi eserleri Hıristiyan Kuzey İspanya'daki Mustarib
üzerindeki çalıştıklarını belirtir. Çeşitli oymacıların işbirliği yaptığına dair sanatçıların oyma işlerine ilham verdi. Kurtuba'daki Hıristiyan
başka hiçbir kanıt yoktur. Bu durum projenin bir mühletinin olduğunu, fanatiklerin 9. yüzyıl ortalarında idam edilmesi birçok Hıristiyan ustayı
belki de yeni bir anti-Hıristiyan sefere yetiştirilmesi gerektiğini akla kuzeye göç etmek ve geleneklerini ücra manastırlarda sürdürmek
getirir. Ayrıca, yeterli kadroya sahip olduğunda bir atölyen in büyük çaplı zorunda bırakmıştı. Kullanılan arabesk süsler ve kartal, grifon, aslan gibi
taahhütleri muntazaman yerine getirdiğine işaret eder. Projeye nezaret sembolik hayvanlar, alaylardaki haça germe sahneleri ve 10. yüzyıldan
eden kişi Abdülmelik'in mutemet bir adamı olan ve biraz daha geç itibaren Kastilya'nın çok ötesinde bir kitap üretim olarak nam salan San
tarihli bir fildişi kutuda da adı geçen Züheyr bin Muhammed el­ Millan de la Cogolla'nın altarı, özgün İslam eserlerine dönük hiç de
Amiri'ydi. İmar alanındaki canlılık ve zanaat işlerindeki çoğalma, saray bulanık olmayan bir ilgiyi belgeler.
atölyelerindeki ustaların imza atmasını gittikçe yaygın bir uygulama
haline getirdi. Tıpkı taş ustalarının Kurtuba Cami-i Kebir'indeki yapılara
veya Medinetü'z-Zehra'daki divanhaneye adlarını kazımaları gibi, fildişi Metal işleri
sanatçıları da paha biçilmez ürünleri üzerinden kendilerini tanıtma
yoluna gittiler. Halef adlı usta ilk kez Subh için bir sandığa ve saray için Kurtuba'dan ve taife merkezlerinden çıkma bazı gümüş sandıklar
bir kutuya adını yazmakla, yeni kalite ölçütlerini koymuş oldu. Hıristiyan kiliselerin ve manastırların hazinelerine girerek günümüze
Fildişi kapların en büyük miktarda günümüze ulaştığı yerler Kuzey ulaşmıştır. Gerona Katedrali'nde bulunan Hişam'a ait sandık ve
İspanya'daki kiliseler ve manastırlardır. Abdülmelik'in babası Mansur Leon'daki San Isidoro Kilisesi'nde bulunan iki sandık, Güney Fransa'nın
997'de Santiago de Compostela mabedini yağmalamış ve kilise çanlarını Conques kentindeki St. Foy Kilisesi'nin envanterinden bir zamanlar
Hıristiyan tutsaklara taşıtarak Kurtuba'ya getirtmişti. Benzer bir büyük sayıya vardığı anlaşılan gümüş parçaların örnekleridir.
yaklaşımla, Hıristiyanlar da Müslüman yenilgilerini fırsat bilerek değerli Hazinelerini korumaya özen gösteren kiliseler bile çoğu kez ellerindeki
ganimetleri kendi kilise hazinelerinde topladılar. Böylece fildişi kutular değerli metal eserlerin alınıp eritilmesinin önüne geçemediler. Hişam'ın
son derece rağbet gören kutsal emanet mahfazalarına dönüştü . Braga 976'da yapılmış olan sandığı, düzenli sıralar halindeki açık palmiye
Katedrali'nin hazinesinde bulunan kutu, revak deseniyle ve tonozlu hasırları açısından özgündür; bunlar halifelik dönemi sarayına özgü

B EZEME SANATLARI 241


unsurları yansıtır. İmzalarını inanılmaz bir maharetle kanca dilinin Albarracin sarayından çıktığı kesin biçimde saptanmış tek gümüş eşya
arkasına sığdıran Bedr ve Tarif adlı ustalar, fildişi sanatçıları olarak bir esans şişesidir. Valencia'dan Zaragoza'ya giden yol üzerindeki bu
Medinetü'z-Zehra saray atölyesinde çalıştıkları sanılan hizmetkarlardır. küçük emirlik, muhtemelen altın ve gümüş kuyumcularını geçici olarak
Bu sandık muhtemelen Hişam'ın henüz sağ olduğu 1010 yazındaki finanse etmeye elveren zenginliğiyle ünlüydü; bununla birlikte, Ebu
karışıklıklar sırasında Hıristiyanların eline geçmişti. Cafer yönetiminde görkemli bir şato yaptıracak güce kavuşan en yakın
Daha emirlik döneminde metal işlerinin önemi arttı. Gırnata'nın kent Zaragoza, zanaatçılara uzun vadede daha iyi fırsatlar sunmuş
Vega bölgesindeki bir İslam yerleşmesi olan Medine Elvira'da bulunmuş olmalıdır.
tunç kandiller, İslam Akdeniz'inde, sözgelimi Kayrevan'da camilerde San Isidoro'nun hazinesindeki iki gümüş sandığın sahibi olduğu
kullanılacak şekilde değişikliğe uğratılmış Bizans tipi kollu şamdan kesin olarak bilinen Leon Krallığı Badajoz, Tuleytule, İşbiliye, Gırnata ve
tipine uyar. Kapağı kafes örgülü kubbe biçiminde olan bir Kurtuba Zaragoza taife devletlerini Hıristiyan saldırılarından koruma karşılığında
buhurdanı, Suriye ve Ürdün'deki kazılarda ortaya çıkarılmış ilk İslam ağır vergiye bağlamıştı. Bu yüksek bedelleri ipek ve gümüş gibi lüks
eserlerini andırır. Plaza de Chirinos'ta bulunmuş bir başka buhurdan, eşyalarla ayni olarak ödemek mümkündü. San Isidoro'ya ait olan ve
yerel eserlerin bir örneğidir. Bir çiçek topuzuyla taçlanmış olan şimdi Madrid'deki Ulusal Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen oval kutudaki
kapağında, eşyanın işlevine uygun olarak kafes örgü biçiminde işlenmiş benzer arabeskler, Zaragoza mimarisinin bazı detaylarını yansıtır. Taife
revak bölümleri halinde bildik arabesk süsler vardır. Bir kapakla ya da emirleri ardı arkası kesilmeyen Hıristiyan taleplerine katlanmak
tapayla kapatılan silindir boyunlu esans şişelerinin kaynağı, Kurtuba'nın zorundaydı ve hatta İşbiliye emiri el-Mütedid bir vergi indirimi için Aziz
70 kilometre doğusuna düşen Lucena'da bulunmuş bir definedir. Aynı Isidoro'nun naaşını vermeye razı oldu. 7. yüzyıl başlarında Sevilla
yerdeki 1 . 500 gümüş sikkeye göre tarihlenen definenin diğer parçaları piskoposu olan ve dinsel eserler veren Aziz Isidoro Endülüs'te Origines
arasında on yüzük, dört gümüş bilezik ve son derece zarif bazı altın adlı kitabıyla ünlüydü. Taife emiri azizin naşını teslim ederken onun
küpeler vardır. Nilüfer biçimindeki müstakil tel palmiye hasırlarıyla bilginliğini övücü şiirler okudu ve naaşını süslü nakışlar işlenmiş bir
birlikte, bunlar başkentin sanatsal üslubunu yansıtır. Başkentteki altın kumaşla örttü.
kuyumculuğu 9. yüzyılda Abbasi Halifesi Harun Reşid'in karısı
Zübeyde'nin giydiği ünlü yılan biçimli gerdanlığın etkisiyle başlamıştı.
Halifeliğin çöküşünden sonra, altın, gümüş ve fildişi sanat
eserlerinin yaratımı taife emirlerinin saraylarında sürdü . Mali Gümüş esans şişesi, y. 1 044/45, oluşmuş geniş kıvrımlı arabeskler, odak nok­
sebeplerden dolayı, muhtemelen sadece birkaç emir böyle lüks eşyaları Teruel, Bölge Müzesi tası olarak merkeze yerleştirilmiş iki dağ ke­
Bu gümüş esans şişesi Albarracin'in taife çisini çevreler. Bezeme savat kakmalarıyla
düzenli sipariş edebilecek güçteydi. Cuenca fildişi oyma atölyesinin
Emiri Müeyyedü'd-Devle'nin karısına aıttı. belirginleştirilmiştir; her iki kulp ve kaide
gelişmesi, Tuleytule'deki taife hükümdarlarının desteği sayesindeydi. Son derece bezemeli bitki motiflerinden yaldız kaplamalıdır.

Altın heykelcik, Endülüs, 1 1 . yüzyıl, yük­ rıştırıcı kanatlı grifonları ve benzer sembo­
seklik 6 cm, Lugo (Orense), Bölge Müzesi lik hayvanları tamamlar. Bu minyatür hey­
Bir kanatlı koç şeklinde olan ve İspanya'nın keldeki zarif ve ince işçilik, taife emirliğinin
kuzeybatı kesiminde bulunan bu olağandışı metal işlerinin son derece sofistike olduğu­
altın heykelcik, gösterişli telkari ve güherse nu doğrular.
tekniğiyle özenli biçimde bezenmiş bir süs
eşyasıdır. Abdülmelik'e ( 1 002- 1 008) ait fil­
dişi sandıkta da kanatlı koçlar görülür; bu
motif eşya sahibinin doğaüstü güçlerini çağ-

242 İ S PANYA VE FAS


İpek şal, Medinetü'z-Zehra, 1 O. yüzyıl koyuyor. Ayna görüntüleri halinde düzenlen­ Soria'daki San Esteban de Gormaz Kilisesi'nin altarının altındaki bir
sonları, Madrid, Kraliyet Tarih Akademisi miş yazılar arasında bir madalyon şeridi uza­ kapta bulundu.
Özgün Küff kenar süsleri, saray kentinin tiraz nıyor; burada tasvir edilen iki kişinin Hişam Aynı dönemden kalan ve Ona'daki San Salvador adlı bir bölge
atölyesinden çıkma bu şalın başlangıçta Hali­ ile annesi Subh olduğu saptanmıştır.
fe Hişam'a ait bir aksesuar olduğunu ortaya kilisesinde bulunan madalyonlu bir kumaşta, doğanın çeşitliliğini temsil
eden tavus, kartal, aslan, fil, at, ceylan ve tavşan gibi hayvanlar ve
madalyonların birinde insan figürünün kainatın efendisi yani halife
Dokuma sanatı olarak yorumlanmasını sağlayan nakışlar görülür. Aziz Isidoro'nun
naaşının yeniden defnedilişi itibariyle 1 1 . yüzyıl ortalarından kaldığı
Arapların İspanya'ya ipekböcekleri getirmesinden ve Kurtuba'da bir anlaşılan bir başka nakışlı kumaşta, kartallar ve tavuslar arasına
saray atölyesi kurmasından sonra, ipek kısa sürede kusursuz bir şöhrete serpiştirilmiş koçlara ve geyiklere rastlarız.
kavuştu ve 9. yüzyıla doğru papalık envanterlerinde yer buldu. Suriye İbn Havkel 1 0 . yüzyıl ortalarında İspanya'yı gezdiğinde, keten ve
Emevi adetine uygun olarak, ipekli ürünler baştaki hükümdarın adıyla ipekli kumaşların bölgesel pazarların lüks eşyaları arasında yer alması ve
anılırdı . III. Abdurrahman giysilerini kendi adını taşıyan ipek ayrıca Doğu Akdeniz'e ihraç edilen sayısız dokuma atölyelerinin varlığı
dokumalardan yaptırırdı; bunlar öylesine benzersizdi ki, çağdaşları karşısında hayrete düşmüştü. Yün, kendir ve pamuk malzemeleri de
arasında Abbasi imalatçılarının bu kaliteyle boy ölçüşemeyeceğini ileri kapsayan çeşitli kaliteli mallar, ülke genelinde yaygın bitkisel
sürenler vardı. Bağdat'taki halifelik sarayı görenekleri doğrultusunda, boyalardan kaynaklanan parlak doğal renkleriyle ünlüydü. Dokumacılık
liyakatli devlet memurları ve saraya yakın nüfuzlu kişiler farklı kentsel zanaatların ve ticaretin gelişmesine önemli katkıda bulundu .
dokumalardan yapılmış elbiselerle ayırt edilirdi. Bir Pirene kilisesinde Bazı taife emirlerinin Kahire'deki Fatımi halifelerine gönderdiği
uzun süre saklanmış olan bir ipekli parçada Doğu, belki de Bizans cömertçe armağanlar ihracatın gelişmesini sağladı. İspanyol ham ipeği,
dokumalarından esinlenmiş tavus motifleri taşıyan madalyonlar görülür. tıka basa dolu gemilerle Mısır limanı Tinnis'e taşınır ve daha sonra
Saray atölyesinden çıktığı güvenilir kaynaklarla doğrulanan ilk dokuma yüksek fiyatlarla satılırdı. Buna karşılık, İspanyol çömlekçilerin Doğu
eşyası, II. Hişam'ın adının dokunduğu bir şaldır. Hişam gerçek iktidarı Akdeniz talebini karşılamak üzere yaldızlı lüks kapları imal etmeye
baş veziri Mansur'a bırakmış olsa da, sikkelere ve tiraz dokumalara adını başlamasından önce Mısır sırlı seramikleri ithal edilirdi.
yazdırma yetkisini elinde tutmaktaydı. Uzunluğu 109 santimetre olan ve
muhtemelen halifenin başörtüsü olarak kullandığı bu şal çok sonraları

B E ZE M E SANATLARI 243
Murabıtlar ve Muvvahidler

Tarih
Markus Hattstein

Taife h ü kümdarları !ar esas olarak Kuzey İspanya'daki


döneminde İspanya Hıristiyan hükümdarların işine ya­
radı ve onlara güçlerini sürekli ar­
Kurtuba halifeliğinin 1031'de da­ tırma fırsatını verdi. Bunların en
ğılmasıyla birlikte, Endülüs'te İs­ önemlisi olan Leon ve Kastilya'nın
lam'ın dinsel ve kültürel birliği de zorba kralı VI. Alfonso ( 1065/72-
gerileme sürecine girdi. Halifelik 1 1 09) Badajoz, Tuleytule, Zarago­
tahtı çevresindeki kanlı kavgalar za ve İşbiliye taife hükümdarlarını
yüzünden siyasal ve askeri insicam haraca bağladı. Uzun bir kuşatma­
daha 1009'da bozulmuştu. Böylece dan sonra 1 085'te Tuleytule'yi Hı-
doğan iktidar boşluğunda, bireysel ristiyanlık adına ele geçirdi. Bu
hesaplar peşindeki ilkesiz serüvenciler bu fırsattan yararlandılar ve taife olay Hıristiyan fetih hareketi Reconquista'ya yeni bir itici güç kazandırdı
emirlikleri olarak bilinen ve çoğu kısa ömürlü olan bir dizi küçük bölge­ ve çok önemli sonuçlar doğurdu. VI. Alfonso'nun başarıları karşısında te­
sel devlet yarattılar. Tam 26 taife emirliği ve bir sürü ufak devlet ortaya laşa kapılan diğer taife hükümdarları iç çekişmelerini bir yana bırakarak
çıktı. Bunları kuranlar Endülüs'teki üç İslam etnik topluluğuna mensup­ Hıristiyanlara karşı acil bir ittifak kurdular ve Kuzey Afrika'daki Murabıt­
tu: İspanyol Arapları, Berberiler ve Müslümanlaşmış Slavlar (Sakalibeler) . ları yardıma çağırdılar.
Kurtuba halifesinin yedek birlikleri olarak ülkeye girdikleri için, Berberi­
lerin ve Slavların kurdukları devletler esas itibariyle askeriydi.
M u rabıtlar ( 1 060- 1 1 47)
İspanyol Arapların başta gelen temsilcileri olan İşbiliye'deki Abbadi­
lerin (1013- 1 091) sarayı, el-Mütedid (1042-1069) ve el-Mutemid (1 069- Batı Sahra kökenli Murabıtlar zamanla Senhace adlı büyük göçebe Ber­
1091) yönetiminde olgunlaşmış Endülüs kültürünün merkezi haline gel­ beri kabileler birliğinin başat gücü olarak öne çıktılar. Bu birliğe bağlı
di. Bu emirler seçkin şairler oldukları kadar ilkesiz politikacılardı. Lemtüne kabilesinin reisi 1 035 'te hacca giderken uğradığı Kayrevan'da,
Zaragoza bölgesi de Benu Hud hanedanı (1039- 1 1 10) altında bağımsız bir kabile mensuplarına iman konularında hocalık etmeyi kabul edecek bir
küçük emirliğe dönüştü. Hudiler Zaragoza'da savunmaya dönük Aljaferia Müslüman fıkıh alimi bulmaya çalışmıştı. Katı Maliki mezhebinin fıkıh ho­
adlı hisarı inşa ederek iktidar konumlarını pekiştirdiler. En önemli Berbe­ calarından Abdullah bin Yasin bu görevi üstlenerek hemen büyük coş­
ri hanedanları Malaga ve Algeciras'taki Benu Hammud (Hammudiler, kuyla çalışmaya koyuldu; namaz ve yoksullara dağıtılacak zekat gibi ve­
1016-1058), Tuleytule'deki Zennuniler (1028/29-1085) ve zamanla hepsi­ cibelere sıkı sıkıya uyulmasını sağladı ve yaygın çokeşliliğe sınırlamalar
nin önüne geçen Gırnata'daki Zirilerdi (101 2-1090). Ziriler 1 058'de nüfuz getirdi. Afrika'nın iç kesimlerinden gelecek saldırılara karşı bir sınır hisa­
alanlarını Malaga ve Algeciras'ı kapsayacak şekilde genişlettiler. Slav hü­ rı mahiyetinde bir "ribat", yani gelecekteki din savaşçılarının yetiştirilece­
kümdarlar ise el-Meriye, Valencia, Mursiye, Tortosa ve Balear Adaları'nı, ği bir tahkimli tekke kurdu. Burada Berberilerin kanaatkar yaşam tarzını
yani İspanya'nın doğu kesimini denetim altına aldılar. idealleştirici bir yaklaşımla birlikte uygulanan sert disiplin, "şeyh" denen
Taife dönemindeki siyasal koşulların ayırıcı özelliği bitmeyen küçük din önderlerine kayıtsız şartsız itaati öne çıkarmaktaydı.
savaşlardı. Sırf bazı bireysel çıkarlar için ittifaklar kurma yoluna gidildi. Bu zahit savaşçılar topluluğu kendilerine, Murabıtlardan kaynaklanan
Serpilen bilim, güzel sanatlar ve edebiyat kadar saray entrikaları, şiddet el-murabitun ("ribat adamları") adını verdi. Topluluk esas olarak Berberi
eylemleri ve tiranlık da bu dönemin tipik yönleriydi. Endülüs'teki koşul- Lemtüne, Cuddale ve Messufe kabilelerinin mensuplarından oluşmaktay-

Karşı sayfada: Kutubiye Camisi silecek sembolik bir girişim olarak, eski Mu­ Yukarıda: Bilge Kral X. Alfonso büyük bir dinsel hoşgörüyle h ükmetti. Ola­
Marakeş, 1 1 58 rabıt sarayının bulunduğu yere bir cami dik­ Cantiques a Santa Maria kitabının azu/ejos ğanüstü bilgi birikiminden dolayı "Bilge" (el
Marakeş'in Kutubiye olarak bilinen camı-ı tirdi. Onun ardılı özgün yapının yerine şim­ (kapak) resmi, Sevilla, Plaza d'Espagna Sabio) takma adıyla nam saldı. Hıristiyanlığın
kebiri bütün Fas'taki en önemli Muvvahid ya­ diki camiyi inşa ettirdi. Caminin minaresi Leon ve Kastilya Kralı X. Alfonso ( 1 22 1 - yanı sıra İslam ve Yahudi düşüncesinden de
pısıdır. ilk Muvvahid Hükümdarı Abdülmü­ bütün kente yukarıdan bakar ve Sevilla'daki 1 284) babası 111. Fernando'nun yerine etkilendi ve bunları bir düşünsel ortak ya­
min l 1 47'de Marakeş'i ele geçirince, nefret­ Giralda'yla çarpıcı benzerlikler gösterir. l 252'de tahta çıktı. Babasının başlattığı Re­ şamda kaynaştırmasını bildi.
le bakılan öncellerinin anılarını tamamen conquista seferlerini sürdürmekle birlikte,

MURABIT VE M UVVA H İ D L E R İ N TARİHİ 245


dı. Berberi kadınlar peçesiz dolaşırken, Lemtüne kabilesinin erkekleri bir Müslümanlaştırdılar. İslam bu bölgede günümüze kadar varlığını sürdür­
aristokrasi alameti olarak yüzlerinin alt kısmını örten koyu renkli ağız pe­ dü .
çesi (!itam) takarlardı. Bu yüzden "peçeliler" anlamında el-mulattimun di­ İspanya'daki taife hükümdarları Murabıtların hızlı ve kararlı yükseli­
ye anılırlardı. Murabıtlar önce güneydeki putperest kabilelerle çarpışma­ şinin farkındaydı. VI. Alfonso'nun 1085'te Tuleytule'yi ele geçirmesi ve
larda kendilerini kanıtladılar; ama çok geçmeden dikkatleri kuzeye doğru daha güneye doğru ilerlemesi üzerine, aralarındaki uyuşmazlığın getire­
yöneldi. Din önderleri Abdullah bin Yasin'in 1 059'da bir çarpışmada öl­ ceği tehlikeyi kavrayan taife emirleri bir ittifak oluşturdular ve Afrika'da­
mesinden sonra, Yusuf bin Taşfin (1060- 1 106) komutanlığı üstlenerek ki Murabıtlardan yardıma gelmelerini istediler. Yusuf Haziran 1086'da or­
Murabıtların zaferlerle dolu ilerleyişine öncülük etti. Ruhani önderlik ise dusuyla birlikte boğazı aşarak Algeciras'a geçti, İşbiliye üzerine yürüdü
Maliki ulemaya geçti; bu alimler Murabıt iktidarının maddi şekillenmesin­ ve Ekim 1 086'da Badajoz'un kuzeydoğusuna düşen Sacralias'ta Zallaka
de ve meşrulaşmasında önemli bir rol oynadı. Yusuf'un onlardan aldığı Muharebesi'nde VI. Alfonso'yu yendi. Ardından bazı Berberi birliklerini
ve titizlikle uyduğu fetvalar hanedan yönetiminin esas dayanağıydı ve İspanya'da bırakarak, ordusunun büyük bölümüyle birlikte Fas'a döndü.
Murabıtlar açısından çoğu kez en başta gelen meşruiyet kaynağıydı. Taife emirlerinin çelişkili siyasal tavırlarına kızan Yusuf, kendi hüküm­
Yeni rejim bütün Fas'ı birkaç yıl içinde denetim altına aldı. Yusuf darlarının başta kalmalarına ahlaki gerekçelerle açıkça karşı çıkan
1 062'de Murabıt hareketinin başkenti olarak Marakeş'i kurdu ve oradan Endülüs fıkıh alimlerinden de destek alarak, 1 089'da bir kez daha ispan­
savaşçılarıyla birlikte kuzeye yöneldi. 1 069'da Fez, 1 077'de Tanca ve ya'ya çıkarma yaptı ve izleyen birkaç yılda taife hükümdarlarının çoğu­
1 082'de Cezayir kentlerini alarak, doğuda Küçük Kabiliye'ye (Cezayir) nu tahttan indirdi. Murabıtlar 1094'e doğru İspanya'nın bütün güney ke­
kadar uzanan bir bölgeyi egemenliği altında birleştirdi. Murabıtlar iktida­ simini birleşik bir bölge olarak kendilerine bağladılar. Uzun süreli bir
rı ele geçirdikleri her yerde "gayri meşru" vergileri kaldırdılar, bütün iç­ direniş gösterebilecek güçteki emirliklerden Valencia 1 1 02'de düştü, Za­
kileri yok ettiler, dans ve müzik gibi dünyevi zevkleri bastırdılar. Ne var ragoza ise ancak l l l O'a kadar bağımsız kalabildi. Sonunda, Endülüs'ün
ki, süreç içinde birçok şey sadece yönetici sınıfın mensuplarıyla sınırlı bütün Müslüman bölgesini denetim altına alan Murabıtlar, Afrika'daki nü­
kaldı. Murabıtlar güneyde de topraklarını hızla genişlettiler. Afrika'nın fuz alanlarını da Sudan sınırına kadar genişlettiler ve hatta Pizalıları Ba­
("putperest") Gana krallığını yıktılar ve Orta Afrika'nın kuzey kesimini lear Adaları'ndan çıkarmayı başardılar.

Las Navas de Tolosa Muha besi 1 03 1 Kurtuba Emevi halifeliğinin


�1 1 34 1 090/94 son bulmasının ardından,
Taife emirliklerinin yönetimindeki
topraklar, 1 03 1 - 1 09 1 /94 Endülüs'te çeşitli taife
hanedanları ortaya çıktı:
Murabıtların yönetimindeki İşbiliye'de Abbadiler ( 1 O 1 3-
topraklar, 1 1 1 5 1 09 1 ), Zaragoza'da Hud il er
( 1 039- 1 1 1 O), Malaga ve
Muvvahidlerin yönetimindeki Algeciras'ta Hammudiler
topraklar, 1 1 72
( 1 O 1 6- 1 058), Tuleytule'de
Zunnuniler ( 1 028/29- 1 085)
ve Gırnata' da Ziri/er ( 1 O 1 2-
1 090)

1 030/35- Magrip'te Abdullah bin Yasin


1 059 öncülüğünde Murabıt
hareketi gelişti

Yusuf bin Taşfın ( 1 060- 1 1 06)

>
1 060

Burgos Murabıtların önderliğini
üstlendi

)

)
Zaragoza 1 062/ 1 070 Marakeş kenti kuruldu

1 069 Murabıtlar Fez'i aldı


I
I V>I'"" 1 077 Murabıtlar Tanca'yı aldı
(
Badajoz
• 1 082 Murabıtlar Cezayir'i aldı
'--., Kurtuba
Mursiye
1
• 1 085 Leon ve Kasti/ya Kralı VI.

/'------'\ �r
lsbi
Mal
• Gırnaca
��•- e -Meriye
Alfonso ( 1 065/72- 1 1 09)
Tuleytule'yi ele geçirdi
Algeciras,.......--
'-- e/

246 İ S P ANYA VE FAS


M u rabıt kil mührü ölçüde yabancı kaldı. Bütün Murabıt önderliği çoğunlukla Fas'ta kaldı;
1 1 .- 1 2. yüzyıllar, Almeria, Endülüs kentleri ve eyaletleri ise egemen aileye mensup valiler ya da
Arkeoloji Müzesi
emirler tarafından görece bağımsız idare edildi.
Bu kil mühür muhtemelen evrak­
ları tasdik etmek için kullanılırdı. Yusuf'un oğlu ve ardılı Ali bin Yusuf döneminde (1 106-1 143) İspan­
İzlenen yöntem mürekkep sür­ ya'daki ayrılık tam anlamıyla belirginleşti. İlahiyatçıların etkisi ve gele­
dükten sonra ilgili kağıda bastır­
neksel zihniyetli Maliki fıkıh alimlerinin gücü yüzünden gittikçe katılaşan
mak ya da (daha büyük olasılıkla)
evrakı kapatmak için kullanılan dinsel hoşgörüsüzlük, en önemli İslam ilahiyatçısı ve filozofu İmam Ga­
balmumuna bastırmaktı. zali'nin (1058- 1 1 1 1) eserlerinin Kurtuba'da 1 1 09'da halkın önünde yakıl­
ması noktasına vardı. Öte yandan, Endülüs'ün şehir kültürü konusunda
Ali bin Yusuf babasına oranla daha açık görüşlüydü . Bazı vergilerin dü­
şürülmesi ya da kaldırılması Murabıtlara bir ölçüde halk desteği kazan­
dırdı. Ama Hıristiyanların askeri gücünün yarattığı baskı altında askeri
harcamalar için bu düzenlemeden vazgeçilmesi kentlerde huzursuzluğa
yol açtı. Yusuf'un ardılı artık Murabıt imparatorluğunun siyasal birliğini
Yusuf bin Taşfin 1 098'de Bağdat halifesinin "emirü'l-mümin" unvanı­ koruyamaz hale geldi.
na nazire yaparcasına "emirü'l-müslimin" unvanını aldı. El Batallador ("Savaşçı") olarak bilinen ve kendisine İspanya impara­
Murabıt yönetimi İspanya'nın yerli Müslümanlarından tam anlamıyla toru unvanını yakıştıran Aragon ve Navarra Kralı I. Alfonso'nun ( 1 1 04-
destek görmedi. Endülüs'ün özellikle şehirlerdeki görgülü sakinleri öte­ 1 1 34) şahsında, Murabıtlara karşı kararlı bir hasım ortaya çıktı. Alfonso
den beri Berberileri yarı barbar bir yedek askeri güç olarak görürken, Mu­ kısa bir süre önce elden çıkmış olan Zaragoza'yı 1 1 18'de Hıristiyanlar adı­
rabıtlar da verimli araziler, incelikli saray adetleri ve son derece gelişkin na geri aldı, Ebro Havzası'nı ele geçirdi ve amansız bir harekatla güneye
ticari yaşam karşısında küçümseme ve saygı karışımı bir duyguya kapıl­ doğru ilerlemeye devam ederek 1 1 26'da Guadix'e ulaştı. İspanya'daki
dılar. İspanya'daki Murabıt elitlerin ve idarecilerin çoğu kısa sürede ye­ Murabıt Valisi Taşfin bin Ali, Afrika'dan alelacele toplanmış birliklerle Al­
rel koşullara uyum sağlamakla birlikte, İspanyol Müslümanlarına büyük fonso'nun karşısına çıktı ve Temmuz 1 1 34'te Fraga'da ona karşı bir zafer

1 086 Zallaka Muharebesi: i l 33 Kastilya Kralı VI. Alfonso 1 1 57 Muvvahidler Gırnata v e el- 1 229/30 Mallorca, Aragon
Murabıtların askeri ( ı 1 26- 1 1 57) İşbiliye'yi Meriye'yi aldı egemenliğine girdi
yardımıyla taife emirleri kuşattı
1 1 63- 1 1 84 Muvahhid Ebu Yakub 1 228- 1 237 Mursiye Valisi Muhammed
VI. Alfonso'yu yendi
i l 34 Taşfın bin Ali Yusufun yönetimi bin Hud el-Mütevekkil'in
1 090- 1 094 Murabıtlar taife emirlerini komutasındaki Murabıt Muvvahidlere karşı
i l 84 Portekiz'e (Santarem)
tahttan indirerek Fas'a birliklerinin Fraga'da ayaklanması
yönelik Muvvahid seferi
sürgün gönderdi; Endülüs Aragon ve Navarra Kralı
1 232 Arjona Valisi Muhammed
bir Murabıt eyaleti haline 1. Alfonso ( 1 1 04- 1 1 34) i l 95 Yusuf Yakub Mansur
bin Nasr özerkliğini ilan
geldi karşısında kazandığı zafer ( 1 1 84- 1 1 99)
etti; l 238'de Gırnata'yı
komutasındaki
1 098 Yusuf bin Taşfın "emirü'I- 1 1 39 Portekiz'de özerk bir aldıktan sonra kendi
Muvvahidlerin Alarcos'ta
müslümin" unvanını aldı Hıristiyan krallık kuruldu devletini kurdu
Kastilya Kralı Vlll. Alfonso
1 1 06- 1 1 43 Murabıt Ali bin Yusuf un 1 1 43- 1 1 45 Murabıt Taşfın bin Ali'nin ( 1 1 58- 1 2 1 4) karşısında 1 269 Merinilerin Marakeş'i
yönetimi yönetimi kazandığı zafer almasıyla Muvahhid
yönetimi son buldu
1 1 18 Aragon ve Navarra Kralı 1. 1 1 44 Endülüs'te Murabıt karşıtı 1 1 99- 1 2 1 3 Muhammed en-Nasır'ın
Alfonso ( 1 1 04- 1 1 34) ayaklanmalar ve taife yönetimi
Zaragoza'yı denetim altına emirliklerinin yeniden
1212 Las Navas de Tolosa
aldı kuruluşu
Muharebesi: Muvvahidler
1 121 Kuzey Afrika'da İbn 1 1 45 Murabıtlar Oran'da Hıristiyan ordularını yendi
Tumart (y. I 080- 1 1 30) Muvvahidlere yenildi
1216 Fas'ta Benu Merin kabilesi
kendisini Mehdi ilan etti ve
1 1 46 Muvvahidler Endülüs'ü özerklik kazandı
Muvvahid hareketini
fethetmeye başladı
başlattı 1217 Portekiz krallığı Algarve'yi
1 1 47 Muvvahidler bir baskınla fethetti
1 1 24 lbn Tumart müritleriyle
Marakeş'i ele geçirdi ve
birlikte Tinmel'i merkez 1 2 1 7- 1 252 Kastilya Kralı 111. Ferdinand
son Murabıt hükümdarı
edindi Kurtuba ( 1 236), Murda
ishak bin Ali'yi ( 1 1 46-
( 1 243), Jaen ( 1 245) ve
1 1 30 Muvvahidlerin Marakeş'i 1 1 47) öldürdü; İspanya'da
İşbiliye ( 1 248) kentlerini
ele geçirmeye yönelik ilk lşbiliye'yi aldı
aldı
girişimi
1 1 48 Kastilya Kralı VI. Alfonso
1 226 Valencia, Aragon'un
1 1 30/33 Abdülmümin ( 1 1 30/33- el-Meriye'yi ele geçirdi
üstünlüğünü tanıdı;
1 1 63) Muvvahidlerin
sonunda Aragon'a bağlandı
önderliğini üstlendi
( 1 238)

M U RABIT VE M UVVAHİDLERİN TAR İ H İ 247


kazandı. Böylece Murabıt yönetimi yeniden istikrara kavuştu. Portekiz ney Fas'taki yerleşik Berberi Mesmude kabilesine mensup olan bu kişi,
kontluğu 1 139'da bağımsız bir Hıristiyan krallığına dönüştükten sonra 1 106 dolaylarında öğrenim için Kurtuba'ya gitti; ama kısa bir süre sonra
topraklarını genişletmeyi sürdürdü . Daha 1 133'te İşbiliye'yi kuşatmış olan İslam dünyasının doğu kesimine yolculuğa çıktı. Bu ilk yıllarına ilişkin ke­
Kastilya Kralı VII. Alfonso ( 1 1 26-1 1 57) , savaşçı "İspanya imparatoru"nun sin bir şey bilinmemekle birlikte, dönemin başat kelam okulu Eş'arilikle
ölümünden sonra Hıristiyanların öncülüğünü üstlendi ve en önemli Müs­ tanışarak onun ölçülü rasyonalizmini ve ilahiyat yorumunu benimsediği
lüman deniz üssü el-Meriye'yi ele geçirmeyi başardı. Haçlı propagandası açıktır. Kendi ülkesinde büyük çoğunluğu oluşturan Malikilerin ve bu
çerçevesinde, İspanya' da tamamen "Magribi mücadelesi"ni hedef alan çe­ mezhebe sıkıca bağlı Murabıtların kelam anlayışı ona göre çok sığdı. Ku­
şitli Hıristiyan askeri tarikatlar kuruldu. ran'ın Allah'la ilgili ifadelerini lafzen anladıkları için, O'nu sözgelimi işi­
Bütün bunlar olup biterken, Murabıtlar Fas'ta ve genel olarak Afri­ ten, gören, tahtında oturan biri gibi tarif ediyorlardı. İbn Tumart gibi mu­
ka'da da Muvvahidlerin kuvvetleri karşısında geri çekilmek zorunda kal­ halif görüşlü kişiler ise "Allah'ı insanlaştırma" (tecsim), yani O'na insan
dı. Babasının ölümünden sonra yönetimi tamamen eline alan Taşfin bin vasıfları yakıştırma anlayışını kınıyorlardı. Onlara göre, bu aslında sapkın­
Ali (1 143-1 145) Cezayir'in Oran kentinde Muvvahidler karşısında 1 145 'te lıktı; Allah'ın bölünmez tekliğini (tevhid) "insanlaştıranlar" bu birliğe, bo­
ezici bir yenilgiye uğradı ve ölümcül bir kazayla can verdi. Onun ardılı zan unsurlar katmaktaydı.
İbrahim çok kısa bir süre (1 1 45-1 1 46) başta kalabildi. Son Murabıt Hü­ İlk İslam mezhepleri bu "insanlaştırma" eğiliminin önüne geçmek
kümdarı İshak bin Ali ( 1 1 46-1 147) Muvvahidlerin Nisan 1 147'de Mara­ için, alegoriye ve metafora dayanan bir yorum ortaya koymuşlardı;
keş'i ele geçirmesi sırasında öldürüldü. Murabıt imparatorluğunun Afri­ böylece Allah'ın birliğine ve bölünmezliğine dönük sıkı vurgu O'nun va­
ka'daki dağılışı İspanya'da da genel bir isyana yol açtı; 1 144'de küçük sıflarına dair hiçbir varsayıma elvermemekteydi. Sadece siyasal mücade­
kasabalarda başlayan ayaklanmalar hızla kentlere yayıldı. Kısa ömürlü le değil, ilke olarak, Murabıtlara duyduğu bağnazca dinsel nefret İbn Tu­
yeni bölgesel hükümdarlardan birinin yardım çağrısı üzerine, Muvvahid­ mart'ı onlarla -sert bir kapışmaya götürdü . Ona göre, Malikiler ve
ler Mayıs 1 146'da İspanya'ya geçti ve Endülüs'ü fethetti.

Niebla'nın kent kapısı ve suru tahkimli bir dış halkayla çevrilmesine daya­
Muvvahidler ( 1 1 3 3- 1 269) 1 2. yüzyıl nır. Kurtuba halifeliğine bağlı olan Leble 1 1 .
Niebla'nın (Leble) masif kent surları, Endü­ yüzyılda bağımsız bir taife devletinin merke­
Muvvahid hareketinin kökleri siyasal İslam'ın en önemli karizmatik ön­ lüs'teki savunma mimarisinin en önemli ör­ zi oldu. Kastilya Kralı X. Alfonso kenti ancak
derleri arasında yer alan bir adamın ilahi misyon bilincine ve atılgan ener­ neklerinden biridir. Uzunluğu 3 km'yi bulur altı aylık bir kuşatmadan sonra l 257'de ele
jisine dayandırılabilir: Kelam alimi ve vaiz İbn Tumart (y. 1 080- 1 1 30). Gü- ve Magribi kabuk inşa tekniğiyle yapılmıştır. geçirebildi.
Bu teknik kesme taş ve kilden bir iç surun

248 İ S PANYA VE FAS


Murabıtlar lafzi yoruma dayanan "ortak koşma" (şirk) anlayışlarıyla, yani Tinmel'deki İbn Tumart Camisi güvende olmak amacıyla müritleriyle birlikte
(ayrı) vasıfları bir araya getirip bir ve tek varlığı oluşturan basit bir tevhid Fas, 1 1 53/54 1 1 1 S'de buraya çekildi. 1 1 2 1 'de kendisini
Yukarı Atlas Dağları'nda bulunan Tinmel eri­ Mehdi ilan etti ve cemaatinin örgütlenmesi­
anlayışıyla töhmet altına girmekte ve kesinkes " çoktanrıcı" bir çizgiye düş­
şilmesi zor bir kaleydi. Muvvahidlerin kuru­ ni planladı. Halefi Abdülmümin ( 1 1 30/33-
mekteydi. Bu da İslam kelamı açısından en büyük günah sayılırdı. cusu İbn Tumart (y. 1 080- 1 1 30) Marakeş'te­ 1 1 63), gömülü olduğu yere onun anısına bir
İbn Tumart 1 1 18 yılı içinde Doğu'dan dönerek, Mısır ve Libya üzerin­ ki Murabıt yönetiminin saldırılarına karşı cami inşa ettirdi.
den Tunus ve Cezayir'e geçti. Kasabadan kasabaya dolaşarak ahlaki çö­
küşe karşı, iktidardaki Murabıtların şatafatlı yaşam tarzına ve gevşekliği­ ğildir, hiç kimse onun emrini dinlememezlik edemez. Ona düşmanca kar­
ne karşı vaazlar verdi; "kafir"likle suçladığı "Allah'ı insanlaştırıcılar"a şı çıkan tehlikeli bir yıkıma gider ve hiçbir kurtuluş çaresi yoktur. Ona an­
(mücessimuri) karşı cihat çağrısında bulundu. Bazı yerlerde kabul görür­ cak onun razı olduğu bir şeyle yaklaşılabilir; her şey onun emriyle mey­
ken, bazı yerlerde yerel yetkililerin engellemeleriyle karşılaştı; ama mürit dana gelir. Her şey onun dileğine göre olur, ama bu Allah'ın da dileğidir.
kitlesi sürekli büyüdü. Bu cemaat "Allah'ın birliğine inananlar" anlamın­ Onu tanımak dinin vecibesidir, ona karşı itaat ve tevazu göstermek dinin
da Muvvahidler olarak anılmaya başladı. İbn Tumart memleketi Fas'a va­ vecibesidir; onun peşinden gitmek ve onun amellerine uymak gerekir.
rınca yolunun kesilmesi ihtimaline karşı, müritleriyle birlikte Yukarı Atlas (. . . ) Mehdi'nin emri Allah'ın emridir. . . "
Dağları'ndaki Tinmel'e, daha sonra anısına ünlü caminin inşa edileceği İbn Tumart sıkı hiyerarşik yapıya dayalı bir hükümet ve idare aygıtı
kaleye çekildi. Orada hem dinsel hem de siyasal-askeri esaslara dayalı bir kurdu. Toplumun temel yasası sıkı sıkıya Peygamber'in hadislerine ve İs­
toplumu sistematik biçimde örgütlemeye girişti. Bütün eserlerini Berberi­ lam'ın ilk haline göre düzenlenmişti. Başta bulunan Mehdi'nin çevresin­
ce yazmak ve ezanı Berberice okutmak gibi yaklaşımlarla öğretilerine de 10 kabile reisinden oluşan ve topluluğa bağlı Berberi kabilelerin 40
güçlü bir "milliyetçi" anlayış kattığı için, kendilerini Murabıt iktidarından temsilcisine danışan bir meclis vardı. Bir gezgin vaizler ordusu onun öğ­
dışlanmış hisseden Berberi kabileleri arasında çok geniş destek buldu . retilerini yayarken, birimlere müezzinler, Kuran hafızları ve ahlaka neza­
Öğretilerinin Peygamber geleneğine dayandığını vurguladı; İslam şeriatı­ ret edecek murakıplar atandı. Mehdi hutbelerde kendi adını okutarak,
na ödünsüz ve dosdoğru uymayı savundu. Bağdat halifesinin üstünlük iddialarını bir tarafa itti. Murabıtların "kafir
İbn Tumart'ın misyon bilinci öylesine bir noktaya vardı ki, peygam­ devleti"ne karşı cihat çağrısını tekrarladı; onun dağdaki üssüne sızmaya
ber soyundan geldiğini öne sürdü ve Muhammed adını aldı. Kendisini yönelik bütün girişimler boşa çıktı.
"ahir zamanda beklenen" Mehdi, yani yanılmaz imam olarak İslam'ın ada­ İbn Tumart'ın ölümünden kısa bir süre önce, Muvvahidler yeterince
letini geri getirecek, müminlerden kayıtsız şartsız itaat göstermelerini ve güçlendikleri kanısına vararak 1 130'da Marakeş'e saldırdı, ama geri püs­
kendilerini feda etmelerini isteyecek kişi ilan etti. Mehdi olarak kendisini kürtüldü. Mehdi Tinmel'e gömüldü. En yakın çevresini oluşturan Onlar
tarifi şöyleydi: "İnsan soyu içinde onun gibisi yoktur, hiç kimse ona kar­ Meclisi, kaynakların aktardığına göre, Abdülmümin'in halef olarak 1 1 33'te
şı koyamaz ya da onun aleyhine konuşamaz. (. . . ) Hiç kimseye meçhul de- otoritesini sağlamlaştırmasına kadar bu ölümü toplumdan üç yıl boyunca

M U RABIT VE M UVVAHİ D LERİN TARİ H İ 249


,...
1

gizlemeyi başardı. İbn Tumart'ın müritleri arasına 1 1 18'de katılmış olan


Cezayir asıllı Abdülmümin ( 1 1 30/33-1 163) seçkin ve cesur bir ordu ko­
mutanıydı ve örgütçü olarak büyük yeteneğe sahipti. Muvvahid cemaati­
nin iktidar yapılarını genişleterek önemli bir siyasal imparatorluğa dönüş­
İ brahim bin Halil'in mezar taşı
mesi öncelikle onun sayesinde gerçekleşti. Mesmude, Zanete ve Senhade
Lerena, 1 2. yüzyıl, Madrid, Ulusal
adlı büyük Berberi kabile birliklerini tek yönetim altında birleştirdi ve Mu­ Arkeoloji Müzesi
rabıtlara karşı sistematik bir savaş başlattı. Murabıt imparatorluğu 1 143'ten Murabıt öncelleri gibi yabancı hükümdarlar
gibi görülmek istemeyen Muvvahidler, En­
sonra hızlı bir süreçle çöktü .
dülüs'te yerel devlet memurları ve kadılar
Fez'i merkez edinen Abdülmümin, Murabıtların merkezi iktidarını yık­ atama yoluna gittiler. Bunlar 8. yüzyıldan
tıktan sonra Marakeş'te zaferinin bir nişanesi olarak Kutubiye Camisi'ni beri İspanya'da köklü bir geçmişe dayanan
yaptırdı. Magrip'teki bağımsız Berberi devletlerini birbiri ardı sıra ortadan İspanyol Arapları sınıfından gelmeydi. İyi iş­
leyen ve sağlam denetlenen bir idare aygıtı
kaldırdı. l 160'a varıldığında, imparatorluğu doğuda Tunus ve Libya'ya ka­ kurmayı görev bilmeleri, kentlerde ve impa­
dar genişlemişti. Muvvahid iktidarı önceleri genellikle tarımla uğraşan yer­ ratorluğun ticaret yollarında yüksek bir ka­
leşik Mesmude Berberilerine dayanırken, daha sonraları esas olarak Arap mu güvenliği standardını da sağladı. Ağustos
l l 52'de ölen Muvvahid Veziri İbrahim bin
ordu birliklerinden güç aldı. Abdülmümin 1 1 53/54'te İbn Tumart'ın anısı­
Halil'e ait bu mezar taşı, Badajoz yakınında­
na Tinmel'de bir cami inşa ettirdi. İbn Tumart'ın kahince karizmatik ön­ ki Lerena valisinin malikanesinde bulunmuş­
derliğini bir hanedan ilkesine dönüştürmekle birlikte, önde gelen kabile­ tur.
leri bir meclis aracılığıyla kendi iktidar yapısına bağlamaya özen gösterdi.
Daha Marakeş'e girişinde "emirü'l-mümin" unvanını almış ve böylece res­
men kendisini ruhani önderlik için çekiştiği Bağdat halifesiyle eş bir ko­ Katı Muvvahid yönetimi ilk başlarda Endülüs'te Murabıt yönetimi ka­
numa koymuştu . Muvvahidler ahlaki titizliklerinin ve kültürel püritenlik­ dar hoş karşılanmadı. Muvvahidler büyük kentleri (Toledo, Lizbon, Zara­
lerinin yanı sıra son derece örgütlü askeri güçleriyle imparatorluğu sıkı goza) İslam adına geri alma olanağını bulamasalar da, Reconquista'nın ilk
bir idare altına alırken, ekonomi ve ticaretin de serpilmesini sağladılar. evresini durdurmayı başardılar. İçeride ise öncellerinin tersine, zimmi ("ko­
Murabıt hakimiyeti altındaki bütün toprakları edindikleri için, Muvva­ runan") statüsüyle İslam yönetimi altında kalan İspanya'daki Yahudilere ve
hidlerin dikkatle göz diktikleri bir yer de Murabıt yönetiminin çöküşüyle Hıristiyanlara karşı hoşgörüsüz davrandılar. Buna karşılık devraldıkları Hı­
birlikte taife devletlerinin tekrar dirilmeye başladığı Endülüs'tü. Mayıs ristiyan paralı asker birlikleri korudular. İspanya' da yabancı yöneticiler ola­
1 146'da ilk Muvvahid birlikleri İspanya'ya çıktı ve güneydeki kentlerin ço­ rak kalan Murabıtların düştüğü tuzaktan sakınmak amacıyla, idarelerini En­
ğunu aldı. Son Murabıt yöneticileri 1 147'de İşbiliye ve Kurtuba'dan kovul­ dülüs'ün eğitimli Müslümanlarına dayandırdılar. Abdülmümin, sadece
du; el-Meriye bir kuşatmadan sonra l 1 57'de VII. Alfonso'dan geri alındı. Cebelitarık'ın tahkimatını teftiş etmek üzere kısa bir süre için İspanya'ya
Sadece Mursiye eyaleti l l 72'ye kadar bağımsızlığını koruyabildi. uğradı; oğullarını vali olarak Endülüs kentlerinin başına geçirdi.

İşbiliye'nin kent surları


Abadi yönetimindeki İşbiliye 1 1 . yüzyılda Endülüs'ün en önemli ve
en zengin kenti haline geldi. Muvvahid hanedanı 1 l 70'te İşbiliye'yi
İspanyol topraklarının merkezi yaptı.

Sağda: Almonaster la Real Camisi'nin içi


Huelva bölgesindeki beş geçitli Almonaster la Real Camisi'nin mih­
rabı, Muvvahid yapılarındaki basit, sade ve neredeyse tahkimli üslu­
bun açık bir örneğidir.

250 İ S P ANYA VE FAS


Bir Muvvahid dönemi Kuran'ına lozofları ve şairleri destekleyerek, gelenekçi
ait sayfa, Valencia Kuranı, 1 2. yüzyıl sonu İslam çevrelerinin saldırılarına karşı korudu­
Muvvahidler dinsel politikalarında "Allah'ın lar. Reconquista sürecini durdurma çabaları
insanlaştırılması"na ve dolayısıyla Kuran'daki çerçevesinde, Muvvahid imparatorluğu için­
ifadelerin aşırı lafzi yorumuna karşı mücadele deki Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı dinsel
ettiler. Murabıtlar gibi, Afrika içlerinde İslam hoşgörüsüzlüğe yol açan tedbirlere başvurdu­
dinini yaymak için önemli çalışmalar yürüttü­ lar.
ler. Kültürel püritenlik anlayışlarına karşın, fi-

nedeniyle , Mustaribler aşırı yüksek vergiler karşısında kuzeydeki Hıristi­


yan bölgelerine göç etmek zorunda kaldı. Endülüs'teki kültürel çeşitlilik
yoksullaştı. Yakub fıkıh hocalarının desteğine ihtiyaç duyduğunda, İbn
Rüşd'ü mecburen Fas'a sürdü ve felsefi yazılarının yakılmasına izin verdi.
Ama 1 1 95'te Alarcos'ta kazandığı zaferden sonra, onu tekrar Marakeş'te­
ki sarayına getirtti.
Bir bütün olarak bakılırsa, Muvvahid imparatorluğunun 1 2-13. yüzyıl­
larda sağladığı kültürel gelişme içinde, İslam açısından ilahiyat ve hukuk
alanlarında katı bir dogmatizm lehine, felsefi düşüncelerden ve araştırma­
lardan uzaklaşma yönünde bir genel eğilim belirdi; bağımsız bir akıl yü­
rütmeyle şeriat hükümleri çıkarsama çabası anlamına gelen içtihat yolu­
Abdülmümin'in oğlu ve ardılı Ebu Yakub Yusuf (1 163- 1 1 84) babası nun kapısı kapandı. Buna karşılık, Hıristiyan Batı dünyasında bilgiye
gibi zamanının çoğunu Marakeş'te geçirdi. Yine de Kastilya, Portekiz ve dönük büyük bir susamışlık ve antik çağ felsefesine dönük bir tutku ge­
Leon krallarının topraklarını Endülüs'e doğru sürekli genişletmeleri, çeşit­ lişti; bu süreç, İslam düşünürlerinin fikirlerini kapsamlı biçimde benimse­
li vesilelerle İspanya'da savaşlara müdahalede bulunmasını zorunlu kıldı. meyi de beraberinde getirdi.
Yakub Yusuf içeride kültür ve bilimi geliştirmeye çalıştı. Gelenekçi ule­ Muvvahid yönetimi Yusuf Yakub ve Yakub Mansur dönemlerinde do­
manın esas olarak dünyanın sabitliğine ilişkin tezinden dolayı husumet ruğuna ulaştı. Kurdukları sıkı örgütlenme ticarette önemli bir artışı, kent­
beslediği en önemli İslam filozofu İbn Rüşd'ü (1 126- 1 1 98) destekledi ve lerin gelişmesini ve ticaret yollarının korunmasını sağladı. Muvvahid yö­
Kurtuba baş kadılığına atadı. Sağduyuyu vahiy ilahiyatıyla bağdaştırmaya netimi her şeyden önce iyi işleyen bir maliye ve vergi rejimi kurdu; bu
çalışan çok yönlü bilgin İbn Tufeyl'i (ö. 1 185) Marakeş'e getirterek kişisel rejimde Kuran'ın öngördüğü ödeme yükümlülüklerine sıkı sıkıya uyuldu.
hekimi ve veziri yaptı. Güçlü bir orduyla 1 184 ilkbaharında İspanya'ya ge­ Alicante ve Algeciras'ta uygulanan zorunlu gemi yapımı sayesinde yaratı­
çen Yakub Yusuf, Portekiz'in üzerine yürüyerek Hıristiyan kenti Santa­ lan son derece güçlü donanma, Akdeniz'de üstünlük için Kuzey İtalya
rem'i kuşattı. Leon kralının savaşa müdahale ettiği Temmuz 1 184'te ölüm­
cül bir yara alarak yaşamını yitirdi. Oğulları naaşını İşbiliye'ye taşıdı.
Yakub Yusuf'un yerine oğlu Yusuf Yakub Mansur (1 184- 1 1 99) geçti.
Yeni hükümdar öncelikle tehlikeli bir iktidar sınavından geçti. Düşman
Berberi kabilelerin Afrika' da giriştiği ayaklanma, Muvvahidleri, ağır kayıp­
lar getiren ve Tunus'un bir süre kopmasına yol açan bir iç savaşa sürük­
ledi. Yakub Mansur babasının 1 170'te İspanya'daki Muvvahid toprakları­
nın merkezi haline getirdiği İşbiliye'nin görkemli ·bir dönüşüm
geçirmesini sağladı. İşbiliye bölgesi esas olarak zeytinyağı imalatıyla ha­
tırı sayılır bir refah düzeyine ulaştı. Yakub yeni merkezde sıkı sıkıya Muv­
vahid üslubuna bağlı kalan ve minareleri (Giralda) Marakeş'teki Kutubi­
ye'ye benzeyen Cami-i Kebir'i yaptırdı. Bu yapı o dönemde İslam
dünyasının en büyük camilerinden biriydi.
Yakub Mansur döneminde İslam'ın ilerleyişini yansıtan bu muhteşem
tezahüre, Hıristiyanlara ve Yahudilere yönelik resmi tedbirlerde gözle gö­
rülür bir yoğunlaşma eşlik etti. Buna Magrip'teki zorunlu din değiştirme­
ler de dahildi. Hükümdar Yahudileri sıkı bir giyim tarzına mecbur tuttu .
Müslüman İspanya'da yerel Hıristiyanlara artık hoşgörü gösterilmemesi

Cordoba'da filozof İbn Rüşd'ün heykeli ra varlığını inkar etmesi, gelenekçi İslam anla­
Batı dünyasında Averroes olarak bilinen Kur­ yışıyla dramatik bir çatışmaya girmesine yol
tubalı filozof ve hekim İbn Rüşd ( 1 1 26- 1 1 98), açtı. Bununla birlikte Muvvahid hükümdarları
en önemli İslam filozoflarından biri olarak ka­ saray hekimi olan İbn Rüşd'ü her zaman ko­
bul edilir. Aristoteles'in ateşli bir destekçisiy­ rudular ve daha sonra Kurtuba baş kadılığına
di ve ortaçağ Avrupa'sının düşünce dünyasına yükselttiler.
kalıcı bir etki bıraktı. Dünyanın ezeli ve ebedi
olduğuna dair öğretisi ve ruhun ölümden son-
kentleriyle çarpıştı. Hatta Haçlılara karşı mücadelesinde Sultan Salahed­ se vardı. Portekiz krallığının 1 2 17'de bütün Algarve'yi ilhak etmesini ve
din' e yardımcı olmak üzere Suriye kıyısına çağrıldı. Yakub 1 190'da Haç­ bölgeye Hıristiyanları yerleştirmesini çaresizce seyretti. Fas'ta daha son­
lılar karşısında bir yenilgiye uğradı; ama ertesi yıl Hıristiyan Portekiz'e raları Meriniler olarak anılan Benu Merin kabilesi 1 2 1 6'da Muluya-Tal'da
karşı bir ilerleme sağladı. Kurtuba'nın kuzeydoğusuna düşen Alarcos'ta 19 bağımsızlığını ilan etti. Ocak 1224'te el-Mustansır'ın ölümünün ardından,
Temmuz 1 195'te Kastilya ve Leon'un birleşik Hıristiyan ordularını alt ede­ iktidar inisiyatifi kendi aralarında bölünmüş olan Muvvahid şeyhlerinin
rek parlak bir zafer elde etti ve Toledo'ya (Tuleytule) kadar ilerlemeyi ba­ eline geçti. Böylece 1224'ten 1 2 36'ya kadar Muvvahid hanedanının iki ko­
şardı. Ona İslam'ın kahramanı olarak Mansur ("Muzaffer") unvanını ka­ lu Fas ve İspanya'da çekişti. Bunlar kavgalarla birbirlerinin gücünü tüke­
zandıran bu zafer, aynı zamanda Hıristiyanların yeni bir Reconquista tirken, imparatorluğun bağımsızlaşan bölgeleri gittikçe arttı. Fas'ta 1269'a
evresi için bir araya gelmelerine yol açtı. Sonunda Fas'a dönen Yusuf Ya­ kadar hüküm süren son Muvvahid halifeleri epey güçsüz oldukları için,
kub, bir süre sonra Tunus'un büyük bölümünü asilere bırakmak zorunda Marakeş'teki varlıklarını ancak zorlukla koruyabildiler. Ülkedeki otorite
kaldı. Ocak 1 199'da Marakeş'te öldü. Fez'i merkez edinerek 1 248'den itibaren Fas'ın kuzey kesimini yöneten
Yusuf Yakub'un yerine oğlu Muhammed el-Nasır (1 199- 1 21 3) geçti. Merinilerin eline büyük ölçüde geçmişti zaten.
Alarcos'taki yenilgiden büyük acı duyan Papa III. Innocentius ( 1 1 98-1 2 1 6) İspanya' da devlet idaresi Muvvahidlerin elinden çok çabuk çıktı. Mur­
İber Yarımadası'ndaki Hıristiyan kralları Muvvahidlere karşı bir ortak siye Valisi Muhammed bin Hud ayaklandı ve el-Mütevekkil (1 228-1 237)
"Haçlı seferi" düzenlemeye çağırdı; bu çağrıya neredeyse bütün hüküm­ adıyla kendisini hükümdar ilan etti. Gırnata, Kurtuba, Malaga ve diğer bir
darlar uydu. El-Nasır bu arada Tunus'ta asilere kaptırılan bölgelerin bü­ dizi kentte hakimiyetini kabul ettirdi ve 1 229'da İşbiliye'yi de ele geçirdi.
yük bir kısmını geri almayı başarmıştı. İspanya'da Haçlı seferi için Kastil­ Sonraki yıllarda Valencia eyaleti dışında bütün Endülüs'ü denetimi altına
ya Kralı VIII . Alfonso ( 1 1 58-1 2 1 4) komutasında bir Hıristiyan ordusu aldı. İşbiliye 1 232'de el-Mütevekkil'in yönetiminden koparak bağımsızlı­
oluşturuldu. Beklenen tehdidi önceden karşılamak isteyen el-Nasır ğa kavuştu ve daha sonra bir dizi kent daha aynı yolu izledi. Benu'l-Ah­
1 2 1 1 'de ordusuyla İspanya'ya geçti ve Kurtuba'dan Hıristiyanların üzeri­ mer kabilesine mensup Arjona Valisi Muhammed bin Nasr da 1 232'de ba­
ne yürüdü. Muvvahid ordusu 16 Temmuz 1 2 1 2'de Alarcos'un biraz güne­ ğımsızlığını elde etti ve 1 238'de Gırnata'yı ele geçirmeyi başardı. Orada
yindeki Las Navas de Tolosa'da Hıristiyan birlikler karşısında sarsıcı bir kurduğu Nasri hanedanı, Güney İspanya'da son İslam gücü olarak
yenilgiye uğradı ve tamamen yok edildi. On bin Müslüman öldürüldü ve 1 492'ye kadar tutunabildi.
Hıristiyanlar zengin ganimetler ele geçirdi. Avrupa Hıristiyanlığı için Las Reconquista önderleri İspanya'daki İslam iktidarının bu çöküş belir­
Navas de Tolosa canlanan bir Reconquista'nın işaretiydi. tilerinden yararlandı. El Conquistador ("Fatih") lakabıyla tanınan savaşçı
ve kurnaz Aragon Kralı I. Jaime (12 13-1 276) Valencia'yı 1 226'da vergiye
bağladı, el-Meriye'yi aldı ve 1 229/30'da filosuyla Mallorca'yı abluka altı­
İspanya'da M uvvahid yönetiminin sona erişi ve H ıristiyan
na alarak bütün Balear Adaları'nı kendisini hükümdar olarak tanımaya
Reconquista harekatı
zorladı. Valencia Eylül 1 238'de tamamen düştü.
Son önemli Muvvahid Hükümdarı el-Nasır Aralık 1 2 13'te öldü. Genç yaş­ Hıristiyan cephesinin önde gelen şahsiyeti olan El Santo ("Kutsal") la­
taki oğlu II. Ebu Yakub Yusuf el-Mustansır (12 1 3-1 224) kabile reislerinin, kabıyla anılan Kastilya Kralı III. Fernando ( 1 2 17-1 252) miras yoluyla
yani şeyhlerin baskısı altında, Kastilya ve Aragon'la alelacele bir ateşke- 1 230'da tahtını devraldığı Leon Krallığı'nı Kastilya'yla birleştirdi. Cesur bir

Satranç oynayan bir Müslüman ve


\ bir H ıristiyan, 1 3. yüzyıl, Madrid,
El Escorial Manastır Kütüphanesi
İspanya'nın Müslüman güney ve H ıristiyan
kuzey kesimleri arasındaki ilişkiler her za­
man savaş ve çekişme damgasını taşımıyor­
du; tersine canlı ticari ve kültürel alışveriş­
leri de içeriyordu. Bu minyatür bir
Müslüman ile bir Hıristiyan şövalyeyi Avru­
palıların Araplardan öğrendiği bir oyun olan
satranç tahtasının başında gösteriyor.

Aragon Kralı 1. Jaime'nin Mallorca'yı


fethi, fresk (detay). y. 1 280, Barselona,
Katalonya Sanat Müzesi
Hıristiyan Reconquista harekatının Kastilya
kralları dışındaki en önemli önderlerinden
biri El Conquistador ("Fatih") lakabıyla ta­
nınan Aragon Kralı 1. Jaime'ydi. Kurduğu
güçlü bir filoyla l 229'da abluka altına aldığı
Mallorca'daki Müslümanları l 230'da teslim
olmak zorunda bıraktı ve hakimiyetini diğer
Balear Adaları'na da kabul ettirdi.

252 İ S P ANYA VE FAS


ordu komutanı ve yetenekli bir siyasetçi olarak, kendisini Hıristiyanlık Las Navas de Tolosa Muharebesi, zenleme çağrısında bulundu. lspanya'daki
dünyasının zaferine adamış biriydi; ama yendiği Müslümanlara her zaman F. P. van Halen, 1 2 1 2, yağlıboya, bütün Hıristiyan devletlerinin birliklerinden
yumuşak davrandı ve İslam ya da Yahudi kültürünü yok etmeye girişme­ Madrid, Senato Sarayı oluşan bir ordu l 2 l 2'de Kastilya Kralı Vlll.
lspanya'nın Hıristiyan tarihinde 1 6 Temmuz Alfonso'nun komutasında Toledo'dan güne­
di. Fernando 1 233'te çeşitli küçük kentleri ilhak etmeye başladı ve Endü­ 1 2 1 2'deki Las Navas de Tolosa M uharebesi, ye doğru yürüdü. Muvvahid Hükümdarı el­
lüs Hükümdarı el-Mütevekkil'i biat etmeye zorladı. Önü alınamayan bir Reconquista sürecindeki belirleyici zafer sa­ Nasır de onları karşılamak üzere Kurtu­
ilerleyişte Kurtuba'ya kadar ulaştı. Kent bir kuşatmadan sonra Haziran yılır. Muvvahidlerin 1 l 95'te Alarcos'ta Hıris­ ba'dan yola çıktı. Las Navas M uharebesi
tiyan ordularını ağır bir bozguna uğratmasın­ H ıristiyanların Müslümanlar karşısında kesin
1236'da teslim oldu. Nisan 1 243'te Mursiye de kapılarını Hıristiyanlara aç­
dan sonra, Roma'daki papa, İspanya'da, zaferiyle sonuçlandı.
mak zorunda kaldı. Fernando'nun Ağustos 1 245'te Jaen'i Nasrilerden al­ Hıristiyanlık dünyasına bir Haçlı seferi dü-
masıyla, İşbiliye'ye giden yol açıldı. Kurtuba ve İşbiliye arasındaki bütün
tahkimatların ele geçirilmesinden sonra kuşatılan İşbiliye Kasım 1 248'de
teslim oldu. İspanyol İslam dünyasının son önemli merkezi de böylece Alfonso yeni ele geçirilmiş kentlerde Mudejarların giriştiği çeşitli is­
Hıristiyanların eline geçti. yanları bastırmak zorunda kaldı ve 1 260'tan itibaren Fas'a seferler düzen­
Fernando'nun El Sabio ("Bilge") lakabıyla tanınan, iyi eğitimli oğlu ve leyerek Merinilerin gücünü kırmaya çalıştı. Ama 1 275'ten sonra bir karşı
ardılı X. Alfonso (1 252-1 284) bütün İşbiliye bölgesine Hıristiyanları yer­ saldırı dönemi başladı ve İspanya birkaç başarılı Merini çıkarmasıyla kar­
leştirdi. Ancak, maiyeti hoşgörülüydü ve Arap biliminden etkilenme de­ şı karşıya kaldı. Bu girişimler İspanya'da Reconquista ruhuna göre şekil­
recesi, Hohenstaufen İmparatoru II. Friedrich gibi çağdaşlarınca "tahta lenmekte olan Hıristiyan kültürün gittikçe artan üstünlüğü açısından pek
çıkmış bir Hıristiyan Arap" gibi görülecek boyuttaydı. X. Alfonso Hıristi­ bir değişiklik yaratmadı. Gırnata'daki Nasri hanedanı çok geçmeden Hı­
yan cephesi açısından sanat ve bilim alanlarında Doğu ve Batı'nın bir bu­ ristiyan hükümdarlara biat etti. Bu emirliğe karşı izlenen oldukça hoş­
luşma merkezi olarak Kurtuba halifeliğinin görkemiyle boy ölçüşebilecek görülü politikadan zamanla vazgeçildi.
düzeydeki Toledo tercüme okullarına sıkı bir destek verdi. Gelenekçi İs­
lam anlayışının baskısı altındaki birçok İslam düşünürünü ve bilginini
kendi sarayına çekti.

M U RABIT VE M UVVA H İ D L E R İ N TAR İ H İ 253


larda "Darü'l-Hacer" ("Taş Konak") olarak geçer. Sıradan yapıların genel­
Mimari likle sıkıştırılmış kilden yapılması nedeniyle, bu sarayın itibarlı bir yapı
Natascha Kubisch olduğu sonucuna varabiliriz. Yusuf bin Taşfin'in sarayda oturmaktan vaz­
geçmesine karşın, onu izleyen üç Muvvahid hükümdarı burayı bir ika­
metgah olarak kullanmaya devam etti ve ayrıca kapsamlı yapı değişiklik­
lerine girişti. Sonraki bir dönemde saray alanının bir mezarlığa
dönüşmesi, ortak Murabıt ve Muvvahid mirasının toprak altına gömülme­
Magrip'te M u rabıt mimarisi sini getirdi.

Sahralı Berberiler olan Murabıtlar birkaç yıl içinde Batı Magrip'i denetim
Magrip'teki M u rabıt dinsel yapıları
altına aldı ve 1 062'de yeni imparatorluğun başkenti olarak Marakeş'i kur­
du. Dönemin yazılarına göre, bu kent çok heybetliydi; zamanla öylesine Yusuf bin Taşfin'in siyasal ve askeri şöhreti güçlenmeye devam etti. Mu­
büyük önem kazandı ki, adı İspanyolca Marruecos aracılığıyla Batı dille­ rabıtlar 1080/81 'de Orta Magrip:i fethetti ve Fas sınırındaki Cezayir kenti
rine girerek bütün ülke için kullanılır hale geldi. İlk Murabıt yapılarını ele Tlimsen'i ele geçirdi. Ertesi yıl Tlimsen Cami-i Kebir'inin (1 082) inşası için
alırken, aslında birçok durumda Rif Dağları'ndaki Benu Tuade ve Amar­ emir verildi. Kısa bir süre sonra Tlimsen yakınındaki Nedroma'da yaptı­
gu kaleleri ile Marakeş'in 30 kilometre güneydoğusuna düşen bir plato­ rılan Cami-i Kebir ( 1 086), kuruluşu yine Murabıt dönemine rastlayan Ce­
daki Tasgimut'taki tahkimatlar gibi yapılardan söz etmek zorunda kalınır. zayir Cami-i Kebir'ine (1 096) hatırı sayılır bir etkide bulundu. Yusuf bin
Halbuki, karizmatik Hükümdar Yusuf bin Taşfin döneminde ( 1 060- 1 1 06) Taşfin 1 086'da iyi donanımlı bir orduyla Endülüs'e geçerek, Gırnata ve
esas olarak başkentte yoğunlaşan oldukça geniş imar çalışmaları başladı. İşbiliye kentlerini aldı. Ardından Magrip'e döndü ve önemli bir kent olan
Yusuf bin Taşfin'in Marakeş'te yaptırdığı tahkimli saray Arapça kaynak- Fez'i ele geçirdi. Bu fetihlerle Cebelitarık Boğazı'nın her iki yakasında ik­
tidarını kesin biçimde pekiştirerek, Magrip ve Endülüs'e aynı ölçüde ha­
kim bir hükümdar haline geldi.
Marakeş'in yukarıdan görünüşü kalan Marakeş günümüzde Rabat, Fez ve
İlk Murabıt Hükümdarı Yusuf bin Taşfin Meknes'le birlikte Fas'ın dört saltanat ken­
1 062'de Marakeş kentini kurdu ve büyük tinden biridir. Afrika kimliğinden ve günü­
palmiye korusunu düzenledi; ama daha son­ müze ulaşan ortaçağ yapılarından dolayı hala
ra kentin imarını oğluna bıraktı. Muvvahidler büyüleyici bir kenttir.
döneminde imparatorluğun başkenti olarak

254 İ S P ANYA VE FAS


Tlimsen Cami-i Kebir'indeki namaz uyandırır. Bu etki sadece 1 2. yüzyıl Murabıt Tlimsen Cami-i Kebir'inin kubbesi ilk kez bu yapıda kullanılan sarkıt tonozlarla
bölmesinin uzun sahnı, 1 082 camilerine özgü değildir; bugünkü Magrip Bağdadi kubbe yapısı kubbe kaidesinin ayağın­ örtülmüştür. Üçlü kemerlerin yukarısında ke­
Yusuf bin Taşfin'in temelini attığı bu cami mimarisinde hala popülerdir. dan görülebilen çok bölmeli bir dizi kemer üs­ nardan başlayan zarif kirişlerin birçok noktada
birkaç yıl sonra oğlu ve ardılı Ali bin Yusuf tünde durur. Köşelerdeki üç yönlü kemerler kesişmesi, kubbenin tepesinde çok köşeli bü­
tarafından tamamlandı. Nal biçimli kemerle­ mihrabın önündeki alanın dikdörtgen zemin yük bir yıldız yaratır.
rin stereoskopumsu hizalanışı dar namaz planından çokgen kubbe kaidesine doğru yük­
bölmesinde bir derinlik ve genişlik izlenimi selen köşelikleri gizler. Köşelikler Magrip'te

Tlimsen Cami-i Kebir'i sırasında, mihraba açılan ortadaki geçidi genişlik ve bezeme yoluyla vur­
gulama anlayışı artık yerleşmiş ve böylece gerek Endülüs, gerekse Mag­
Murabıtların aslında Yusuf bin Taşfin'in ( 1060- 1 1 06) kişiliğiyle çok ya­ rip'te sonraki bütün camiler için zorunlu hale gelen "yönelimli" cami ti­
kından bağlantılı olan siyasal önemine rağmen, onun döneminden gü­ pi ortaya çıkmıştı. Tlimsen Cami-i Kebir'indeki mihrabın ilham kaynağı
nümüze az sayıda yapı kalmıştır. Temelinin bu dönemde atıldığı açıkça aslında nal biçimli açıklığı ve çokgen nişi açısından Kurtuba Cami-i Ke­
anlaşılan Tlimsen Cami-i Kebir'i ( 1 082) onun oğlu ve ardılı Ali bin Yu­ bir'inin (II. Hakem'in 962-966 genişletmesinde yapılmış) mihrabıdır.
suf'un ( 1 1 06- 1 143) yönetimi altında önemli değişiklikler geçirdi. Bugün Mihrap cephesi de ortadaki nal biçimli kemerleriyle, dikdörtgen elfiz
cepheleri zengin biçimde bezenmiş minaresiyle dikkati çeker. Minarenin çerçevesiyle, bunu tamamlayan bezeme friziyle ve kapalı kemerler kul­
hemen yanındaki kapıdan girilen cami avlusu dört bir yanda revaklarla lanılarak yaratılan revak görüntüsüyle aynı modele dayanır; ama Tlim­
çevrilidir ve ziyaretçiler avlunun dinginliği içinde bir süre dolaşmaktan sen'de bezeme için sadece alçı sıva kullanılmıştır. Buradaki bitki şekil­
kendilerini alamazlar. Namaz bölmesinde mihraba açılan ortadaki geçit leri, Kurtuba'da halife için inşa edilmiş benzer yapılarda olduğu gibi,
diğer yan geçitlerden biraz daha geniştir. Ortadaki geçide bu vurgu esas daha küçük ve daha narindir; dahası, zengin bir form çeşitliliğiyle oyul­
olarak gözlerin dosdoğru mihraba, yani kıbleye yönelmesini sağlar ve muştur. Mihrabın konumunu özel olarak vurgulayacak şekilde mihrap
bu bakımdan caminin en önemli unsurunu oluşturur. Batı İslam dünya­ önündeki alanı örten büyük kubbe Kurtuba Cami-i Kebir'iyle bir başka
sındaki en önemli cami olan Kurtuba Cami-i Kebir'inin inşası (785/786) paralelliği yansıtır. Ortadaki geçidin ikinci aralığının yukarısındaki bir

MURABIT VE MUVVA H İ D M İ MARİSİ 255


,...,.,
·i:·: :·?i:t
·;:·::·:-:·:·:·:·:: :·:::·:::·:: ;·:
·:·:-::·:·:·::·:·::·:·: ·::·:·:·:·:·:.,,
-�-�-·:·:::·::·:·:·:·::·:·:·::·:·::·:·::·�::·::·:·::·:·::·:·:·::·:·:·:-�::·:·::·:::·:·::·:·:·::·:·
::.:::.::�: ·= : •== •::•::•::� ::�::• : =•:: :.: ::•==* ==•:::• : : •: :
:�: �: =!:::.:: : ::*:
-- ::•

: :e: x : x : •= •: :•: :•: :•: :•: :e:: • = : :e :e : : X ::•::

· - : x : :.:: e::.* :•::e::e: :•:


•:: •:: :•: :e::e::e::c : •==:f::x : :• : : e : : x : :• : ::c : : •::: e ::

*: :*: :*: :• :: t
.. :x: : c: : iti.: : . : :.:: : :• : :e:::c:::�::.::::11: : :•::
:•: :•::•: :«: x: : •:: •:: •: :•: • : : x : :e: : = :e: : : e : : •::

10 20 m

başka kubbe caminin mihrap yönelimli uzunlamasına eksenini öne çı­ Fez'deki Karaviyin Camisi'nin avlusu, sine ( 1 1 35- 1 1 42) dayanır. Uzun namaz böl­
kararak aynı amaca hizmet eder. Kurtuba Cami-i Kebir'inde (II. Ha­ zemin planı ve çapraz kesiti, 9. yüzyıl mesinin kıble duvarına doğru dik açıyla uza­
ortaları nan 2 1 geçidi vardır. Ortadaki geçit yan geçit­
kem'in genişletmesinde yapılmış) mihrabın önündeki alanı örten altın
Murabıtlar 1 2. yüzyıl ortalarında Karaviyin lere göre biraz daha yüksek ve daha geniştir;
mozaikle bezenmiş büyük kubbe tonozludur; Tlimsen'de ise alçı sıvay­ Camisi'ni genişleterek dönemin en büyük ca­ ayrıca bir dizi kubbeyle süslenmiştir. Caminin
la kaplanmış biraz daha yüksek bir bağdadi kubbe vardır. Kubbedeki ki­ milerinden biri haline getirdi ve Magrip'teki istisnai bir özelliği, çapraz kesitte görülen
rişlerinin kesişmesiyle oluşan alanlar kafes örgülü alçı sıva bezemeyle en önemli medreselerden birine dönüştürdü. kubbelerin tasarım çeşitliliğidir.
Yapının zemin planı esasen Murabıt inşa evre-
doldurulmuştur; bitki süslemelerle açıkça Endülüs etkisini yansıtır. İnce
yaprak ve çiçek resimleri Zaragoza'daki Aljaferia'nın (1 049/50-1 082/83)
alçı sıva panolarındaki benzer motifleri hatırlatır; bu ünlü saray seçkin da 3 . 668 metre kareye ulaştı. Bu genişletmeyle Fez'deki Karaviyin Cami­
sanatsal bezemeleriyle 1 1 . yüzyıl İspanyol taife sanatının istisnai bir ör­ si Magrip'te dönemin en büyük camileri arasına girdi. Dahası, namaz
neğidir. Aljaferia'nın inşası aşağı yukarı Tlimsen Cami-i Kebir'indeki ça­ bölmesinin ince mimarisi ve ışık renklendirmesi caminin iç mekanının
lışmaların başladığı sırada tamamlanmıştı. Dolayısıyla, yerel taife saray­ uyandırdığı büyüklük izlenimini daha da güçlendirir. Murabıt inşa evre­
larının artık başka uygun işler sunamaması üzerine Endülüslü sinde yükseltilen ortadaki geçit, caminin derinliğini vurgulayan ve dik­
sanatçıların Magrip'e yöneldiği sonucunu çıkarabiliriz. Bu şekilde Endü­ kati dosdoğru mihraba çeken beş mukarnas tonozla bezenmiştir. Mukar­
lüs sanat biçimleri Magrip'e taşındı ve orada Murabıt sanatında doğru­ nas ya da sarkıt tonozlar Murabıt dönemi yapı bezemesinde gerçek bir
dan bir iz bıraktı. yenilik oluşturur. Fez'deki Karaviyin Camisi dışında, Murabıt mukarnas
kubbelerine Tlimsen Cami-i Kebir'inde ( 1082) mihrabın önündeki alanı
örten büyük bağdadi kubbenin köşeliklerinde ve ayrıca Cezayir'de en
Fez' deki Karaviyin Camisi
canlı dönemini Murabıt yönetimi altında yaşayan Benu Hammad'da da
Ali bin Yusuf ( 1 1 06-1 1 43) babasının ölümü üzerine Marakeş'te tahta çı­ rastlanır. Mukarnas tonozlar sadece el yapımı ince desenleriyle değil, ke­
kınca, başkentte bir sarayın yanı sıra bir cami-i kebir inşa edilmesi em­ narlardaki ışık kırılmalarıyla da büyüleyicidir. Bu izlenim çok sayıda
rini verdi. Ne var ki, bu cami Muvvahidlerin istilası ( 1 1 47) sırasında yı­ kubbenin altından geçerek mihraba varıncaya kadar sürer; mihrabın ni­
kılarak yerle bir edildi. Fez'de ise 9. yüzyıl ortalarında Kayrevan'dan şi Ali bin Yusuf döneminde yeni alçı sıva bezemelerle süslenmiştir. Son­
gelen göçmenlerin bir labirenti andıran çarşıda yaptırdığı Karaviyin Ca­ raki geçici örtü sayesinde Muvvahid saldırısı ( 1 1 47) sırasında hasardan
misi hala ayaktadır. Bu yapıya Murabıt döneminde ( 1 1 35-1 142) yapılmış kurtulan bezemeler büyük ölçüde sağlam halde durmaktadır. Buna kar­
ilaveler vardır. Ali bin Yusuf'un emriyle namaz bölmesinin 18 olan geçit şılık mihrap cephesi sonraki yüzyıllarda birkaç sefer yeniden işlenmiş­
sayısı 2 l 'e çıkarıldı; böylece boyutlar 83 x 44,2 metreye ve yüzey alanı tir.

256 İ SP ANYA VE FAS


M u rabıt minberleri yanırken, dönüşümlü içbükey ve dışbükey kıvrımlı dış hatlar taşıyan ve
"bileşik kemer" olarak bilinen kemerlerde, Zaragoza'nın Aljaferia
Murabıt camileriyle bağlantılı olarak, başlangıçta mihrabın yanında du­ ( 1049/50-1082/83) saray-camisindeki kemerlerin alt kat düzenlenişinden
ran ve imamın cuma hutbesini okuduğu büyük ahşap minberlere değin­ izler görülür. Bu "ödünç" unsurlarda Endülüs taife sanatının etkileri apa­
mek gerekir. Minber temelde bir merdiven biçimindedir; imam hutbe sı­ çıktır. Öte yandan, biraz yükseltilmiş ve sivriltilmiş nal biçimli kemerler
rasında müminlerin kendisini görebilmesi ve sesinin bütün namaz tipik Murabıt unsurları olarak nitelendirilebilir.
bölmesinde duyulabilmesi için merdivenin üstünde durur. Minberlerin Yapıyı örten kubbenin kabuğu kaidede çapraz nal biçimli kemerler­
genellikle güzel bezenmiş olması önemlerini gösterir. Tlimsen, Nedroma den oluşan bir halkayla bezenmiştir. Bunların yukarısında dış hatları gö­
ve Cezayir'deki cami-i kebirlerin yanı sıra Marakeş Cami-i Kebir'inin ve rülebilen yıldızlar kubbe merkezinden başlayarak dışarıya doğru uzanır.
Fez'deki Karaviyin Camisi'nin minberleri de dikkate değerdir. Ali bin Yu­ Kubbenin iç kurgusu ilginçtir. Gösterişli büyük alçı sıva kabuklarla be­
suf'un 1 1 25 - 1 1 30 arasında Marakeş Cami-i Kebir'inin minberini yaptırdı­ zenmiş üçgen dolgular yapının dikdörtgen zemin planından çıkarak kub­
ğı Kurtuba atölyeleri daha Kurtuba halifeliği döneminde (929- 1 03 1 ) seç­ be kaidesine ulaşır; oradan yükselen bir dizi çapraz kemerin oluşturdu­
kin ahşap oymacılığıyla nam salmıştı. Büyük olasılıkla bu şöhretin ğu asıl kubbenin üstünde bir alınlık yer alır. Kemerler Kurtuba Cami-i
dayanağı Kurtuba Cami-i Kebir'inin günümüze ulaşmamış olan minbe­ Kebir'inde (özellikle Capilla de Villaviciosa bölümünde) 1 2 . yüzyılda ge­
riydi. İmparatorluk sınırlarının ötesinde de bilinen ve enfes kakma işle­ liştirilmiş olan kubbe kurgusuna özgü yapım yöntemlerini belli belirsiz
riyle hayranlık duyulan bir minberdi bu . Kurtuba Cami-i Kebir'i nasıl bir hatırlatır. Buna ek olarak, alçı sıva bezemenin gittikçe daha büyük önem
zamanlar Batı İslam imparatorluğunun ruhani merkezi olduysa, Marakeş
Cami-i Kebir'i de Murabıt imparatorluğunun ruhani merkeziydi. Dolayı­
sıyla Muvvahid saldırısında ( 1 1 47) bu caminin yıkılmış olması şaşırtıcı
değildir. Fakat Muvvahidler güzelliğinden çok etkilendikleri minberi,
belki de Kurtuba halifelerinin mirasına saygıdan dolayı, Marakeş'te inşa
ettikleri ve artık kentin ana camisi konumunda olan Kutubiye Camisi'ne
(1 1 46-1 164) naklettiler.
Yüksekliği 4 metre olan minberin asıl ilgi çeken yönü ince kakma
işleridir. Kakmalı ahşap panolarda birbirine dolanmış şeritlerden oluşan
bir desen yer alır; bu desenin esası ortasında sekiz köşeli yıldızlar bulu­
nan kareler şeklindeki bir çerçevedir. Basamak alınlarındaki kemerli
bezemeleri zeminde · simetrik olarak düzenlenmiş filiz desenleri
tamamlar. Bu bitki desenlerinin çeşitliliği bir okul oluşturacak sayıda ah­
şap oymacının birlikte çalışarak böyle bir şaheseri yarattığını akla geti­
rir. Enfes oymalarla bezeli bin kadar ahşap pano, uyumlu bir şaheseri
ortaya çıkaracak şekilde minberde birbirine oturtulmuştur. Her ayrı pa­
nodaki yapraksı filizler Kurtuba Cami-i Kebir'inin 956 tarihli mihrabın­
daki mermer kürsü taşı panolarındaki bitki motiflerini hatırlatır; dolayı­
sıyla burada Kurtuba halifeliğinin mirasını her detayıyla gözlememiz
mümkündür. Fez'deki Karaviyin Camisi'nde benzer bir minber vardır.
Yan kemerlerinin birindeki yazıtta 1 144 tarihli olduğu belirtilir; dolayı­
sıyla Marakeş'teki minberden en az 20 yıl sonra yapılmış olmalıdır. 1 2 .
yüzyılda yaptırıldığı anlaşılan çok sayıda minber, dinsel mahiyetlerine
ve aynı zamanda son derece sanatsal el yapımı işlerine gösterilen büyük
saygı sayesinde neredeyse bozulmaksızın günümüze ulaşmıştır.

Marakeş'teki kubbeli M u rabıt yapısı


Marakeş'te Murabıt döneminden kalma olağandışı bir yapı hala dur­
maktadır. Ancak, bu bir saray ya da cami değil, boyutları açısından pek
çarpıcı olmayan bir kubbeli yapıdır; tarihe karışmış olan eski Murabıt ana
camisinin yakınında inşa edildiği sanılmaktadır. Günümüzde Sadilerin
16. yüzyıl ortalarında yaptırdığı İbn Yusuf Medresesi'nin alanı içindedir.
Bir kuyunun üzerinde kurulmuş olması nedeniyle, bu kubbeli Murabıt
yapısının başlangıçta bir abdest alma yeri işlevini gördüğü varsayılmak­
tadır. Kurucusundan dolayı Kubbetü'l-Barudiyin olarak anılan yapı Ali
bin Yusuf döneminden ( 1 1 06-1 1 43) kalmadır. Bir küp biçimindedir ve Kutubiye Camisi'nin minberi, y. 1 1 20, Kutubiye Camisi'ne kondu. İmam cuma hut­
Marakeş, Badi Sarayı Müzesi besini minber basamaklarının yarısına kadar
yüksekliği ancak 8 metredir. Yapının kenar yüzeyleri, Endülüs sanatında
Ali bin Yusuf döneminden kalma bu Murabıt çıkarak okurdu. Bu minber ince kakma süs­
örnekleri görülebilen farklı biçimli kemerlerle iki kata ayrılmıştır. Oyuk minberi Kurtuba atölyelerinde üretilmişti. leriyle 1 2. yüzyıl Endülüslü ahşap oymacılığı­
süslemeli kemerlerin biçimi Kurtuba Cami-i Kebir'indeki kemerlere da- Daha sonraları Muvvahidlerin inşa ettirdiği nın bir şaheseri sayılır.

M U RABIT VE M UVVAH İ D MİMARİSİ 257


Marakeş'teki kubbeli Murabıt yapısı enfes iç bezemelerinden dolayı etkileyicidir.
1 2. yüzyılın ilk yarısı Öteden beri benimsenen varsayım, geçmiş­
Bu ilginç kubbeli yapı Ali bin Yusuf dönemin­ te bir abdest alma yeri işlevini gördüğüdür.
den kalmadır; uyumlu orantılarından, çeşitli
biçimlerde yapılmış açık kemerlerinden ve

kazandığı görülür. Bu bakımdan kubbenin üçgen dolguları iç tarafta, Al­


jaferia'nın ( 1 1 . yüzyılın ikinci yarısı) alçı sıva bezeme motiflerini andıran
narin yapraksı filizlerden oluşan bir zeminle bezenmiştir. Öyle ki burada
Endülüs mirası apaçıktır. Ali bin Yusuf besbelli ki sadece Endülüs'le tica­
ri bağlantılar kurmakla kalmamış, Endülüslü zanaatkarları da çalıştırmış­
tı. Onların aracılığıyla Kurtuba halifeliğinin (929-1031) ve taife emirlikle­
rinin (1031-1091) gelenekleri sonraki kuşaklara aktarıldı.

İspanya'daki M u rabıt mimarisi

Cordoba, Granada ve Almeria'daki birkaç alçı sıva parça dışında, biz­


zat İspanya'da Murabıt döneminden günümüze hiçbir yapı ulaşmamıştır.
Buna dayanarak, hepsinin Muvahhid fethi ( 1 1 46) sırasında yıkıldığı var­
sayılabilir. Ayrıca , Murabıtların Endülüs'teki varlığının hiçbir zaman Mag­
rip'teki kadar önemli boyuta ulaşmaması nedeniyle, imar çalışmalarının
daha az olması beklenir bir durumdur.
Murabıt dönemine yakından bağlı bir gelişme İspanya'da taife hane­
danlarının iktidardan düşmesi ve bu sanatsal dönemin sona ermesiydi.
Murabıtlar ile taife hükümdarları arasındaki sürekli iktidar kavgaları En­
dülüs'ün doğu kesiminde bir iktidar boşluğuna yol açtı. Bir Müvelled ai­ !antik kıyılarına kadar genişledi. Böylece İspanya'nın şimdiki Andalusia
lesinden gelen Muhammed bin Mardanis (1 147- 1 1 72) bu durumdan ya­ bölgesinden daha geniş topraklarda Muhammed bin Mardanis'in yöneti­
rarlanarak kıyı kenti Mursiye'yi ele geçirdi ve özerk bir devlet kurdu . Bu mi ancak l l 72'de Muvvahidlerin ilerleyişiyle son buldu.
devletin sınırları 1 2 . yüzyıl ortalarında Cadiz'i de içine alacak şekilde At- Bu dönemin en iyi bilinen yapısı Mursiye'nin dışında yer alan ve yük­
sek bir platodaki verimli bir ovada yükselen Castillejo de Monteagu­
do'dur. Günümüze sadece temelleri ulaşan bu anıtsal yapı sıkıştırılmış kil­
le inşa edilmişti ve yaklaşık 61 x 38 metre ebatlarında bir dikdörtgen
zemin planı vardı. Muhammed bin Mardanis'in kullandığı bir tür kırsal
malikane (el-münye) olduğu sanılmaktadır. Buraya kuzeyden yaklaşan
biri, haç biçiminde bölümlere ayrılmış bir bahçeye girer. Bahçenin kısa
kenarlarında eksen olarak aynı hizada yer alan iki havuz vardır. Bahçe
ve mekanlar çok sayıda kulenin bulunduğu bir dış surla çevrilidir. Bu or­
ta bahçeye ilişkin modeller Kurtuba yakınındaki eski halifelik ikametga­
hı Medinetü'z-Zehra'nın mimarisinde (936- 1 010), örneğin "Havuzlu Ev"
olarak bilinen saray kompleksinde açıkça görülebilir. Düz hatlı mekanla­
ra ve dikdörtgen kulelere dayalı zemin planı, Güney İtalya'daki Paler­
mo'da bulunan ve yakın bir mekan bölümlemesine sahip olan La Zisa ad­
lı saraya referans oluşturur. La Zisa 1 2 . yüzyıl ortalarında Güney İtalya'yı
yöneten Normanlar tarafından inşa edilmişti. İspanya'yla ticari ilişkileri
olan Normanlar İslam sanatı ve kültüründen çok yoğun biçimde etkilen­
mişlerdi.
Bugünkü Murcia'da bulunan Santa Clara la Real manastırındaki kazı
çalışmaları, Castillejo de Monteagudo'ya benzer yapıdaki bir sarayın te­
mellerinin ortaya çıkarılmasını sağladı. Böylece 1 2 . yüzyıl ortalarına ta­
rihlenen ve ortasında bir köşk bulunan haç biçimli bir yapı alanının dü­

Marakeş'teki kubbeli Murabıt yapısının kubbeyi taşır; bu kubbe biçim olarak Kurtuba zeni saptandı. Burası Muhammed bin Mardanis'in tarihsel kaynaklarda
kümbeti, 1 2. yüzyılın ilk yarısı Cami-i Kebir'inin (il. Hakem'in genişletmesi Darü's-Sugra ("Küçük Sarayı") adıyla geçen kentsel ikametgahı olarak ka­
Kubbenin iç formasyonu çarpıcıdır: Süslü bü­ sırasında yapılmış) mihrabının önündeki alanı bul edilmektedir. Sarayın bulunduğu alan 1 3 . yüzyılın ilk yarısında yapı­
yük alçı sıva kabuklarla bezenmiş sekiz tane örten kubbeyi andırır.
lar altında kalmıştı. Büyük olasılıkla imar faaliyetini yürüten kişi de Mur­
üçgen dolgu üstünde durur. Asıl kubbe kaide­
sinin oturtulduğu bir dizi çapraz kemer büyük siye'yi başarıyla savunarak Muvvahidlere direnen Emir Hud

258 İ S P ANYA VE FAS


el-Mütevekkil'di (1 228- 1 238). Kazı çalışmaları sırasında, geometrik, bitki­ kemer şekillerinin kullanıldığı veya seçilmiş yerlerdeki kubbelerin özen­
sel ve hatlı motifler taşıyan hatırı sayılır miktarda alçı sıva parça bulun­ le işlendiği görülür. Çapraz sahın ortadaki geçitle birleşerek bir T oluştu­
du. Tarihe karışmış bir mukarnas kubbeye ait olduğu anlaşılan bazı bo­ rur. Dolayısıyla T planı olarak anılan düzen bütün Muvvahid camilerinin
yalı alçı sıva parçalar belirli bir sansasyon yarattı. Bunlardan özellikle ayırıcı özelliğidir. Muvvahid doktrini "dokunulmaz" sayıldığı için
ünlü olanı, bir kadın flütçünün zarif kıvrımlı hatları kadar canlı renkleriy­ farklılıklara karşı hoşgörüsüzdü. Bu anlayış bütün Muvvahid camileri için
le de büyüleyici olan tasviridir. Endülüs ya da Magrip'te şimdiye kadar zorunlu olmaya devam eden bir standart mimari plana niçin sıkı sıkıya
başka bir benzer figürlü duvar resmine rastlanmamış olması nedeniyle, uyulduğunu da açıklar.
bu alçı sıva parça mütevazı boyutuna rağmen emsalsiz bir buluntuyu tem­ Muvvahidler camilerin yanı sıra tahkim edilmiş çeşitli İslam tekkele­
sil etmektedir. Kadın flütçü tasvirinin aşağı yukarı aynı sıralarda Paler­ ri de kurdular. Mazagan'ın (bugün Mulay Abdallah) 12 kilometre güney­
mo'da inşa edilen Cappella Palatina'daki mukarnas kubbenin figür mo­ doğusuna düşen Tit Ribatı bunun bir örneğiydi. Fas'ın şimdiki başkenti
tifleriyle üslup benzerlikleri çarpıcıdır. Besbelli ki 1 2 . yüzyıl ortalarında Rabat'ın doğduğu yerleşme de önemli bir Muvvahid ribatıydı. Muvvahid­
Endülüs ve Sicilya arasında sadece canlı ticari bağlantılar yoktu; ipekli ku­ lerin en önemli kentlere eklediği tahkimatlar Fez, Marakeş ve Rabat'ta,
maş ihracatının yanı sıra kültürel alışverişler de vardı. ayrıca Taza (Cezayir) ve Sevilla'da hala en azından kısmen görülebilir.
Fez ve Marakeş'te bütün yalınlıklarıyla günümüze ulaşan anıtsal Muvva­
hid kent kapılarını da belirtmek gerekir.
Magrip'te M uvvahid izleri
Marakeş'i 1 147'de ele geçiren Muvvahidlerin Magrip'teki zaferiyle birlik­
te yeni bir kültürel dönem başladı. Yukarı Atlas Dağları'ndaki Tinmel'de Bütün M uvvah id camilerinin prototipi olan Tinmel Camisi
Berberi önder İbn Tumart'ın temellerini attığı Muvvahid hareketi hem
dinsel hem de siyasal açıdan önemliydi ve birkaç yıl içinde bütün Mag­ Muvvahid döneminin en eski camilerinden biri, İbn Tumart'ın müridi ve
rip boyunca yayılarak Endülüs'e de ulaştı. Harekete damgasını vuran son daha sonra ardılı Abdülmümin'in 1 1 42'de Cezayir'de inşa ettirdiği Taza
derece katı ve zahitçe İslam yorumu sadece Muvahhid siyasetini belirle­ Camisi'dir. Kenar ölçüleri 6 1 x 42 metre olan bu cami, dikdörtgen bir na­
medi; savunulan dinsel doktrine uygun olarak çok basit inşa edilen kut­ maz bölmesinden ve bir ön avludan oluşur. Namaz bölmesinin basit mi­
sal yapılarda da ifadesini buldu. Büyük Muvvahid camilerinin ardında ya­ marisi etkileyicidir; zarif kıvrımlar taşıyan nal biçimli kemerler mekana sı-
tan standart mimari plan, çok geçitli bir namaz bölmesini ve dikdörtgen
bir ön avluyu öngörmekteydi. "Yönelimli" cami tipi uyarınca mihraba
Tinmel Camisi, 1 1 53/54 müzde harabeye yakın bir durumda olan bu
doğru açılan ortadaki geçit daha geniş ve daha özel bezemeli olması iti­ Muvvahid hareketi Marakeş'in 1 00 km kadar basit cami, kıble duvarına doğru yönelen çok
bariyle caminin diğer yan geçitlerine göre daha yüksek statüdedir. Kıble güneydoğusuna düşen Yukarı Atlas Dağla­ geçitli namaz bölmesiyle ve ön avlusuyla bü­
rı'nda Tinmel'de başlamıştı. Burada daha tün Muvvahid camilerinin öncüsü olarak gö­
duvarına paralel uzanan ve müminlerin namaz için saf tuttuğu çapraz sa­
sonra hareketin kurucusu M uhammed bin rülebilir.
hın, bezeme biçiminden dolayı ayrı bir yer tutar; sözgelimi bu alanda özel Tumart'ın anısına bir cami inşa edildi. Günü-
-
..
:-' _.; .

... ... .
; � _-. = - ----�·�.... �
·.. :_ - --:- .
....: - :.:- ·
·. · ._

. .:-· · · .·-= ·
:
. .. ... :� :--·. �-�-.:._· :_. � ......_·� . . : . ;
-: · · ·.
. ::- .
..•

: '- :
. ... ·. �..:- ..:
_. -::·
... . -; -.
--·; _:.-
_
__ _-
· . ·
· -�- ; :._
.
· ··
-.. : .
. - · . . . -
.
_·.

.
.-:::�· :�· - : . ::: ·...
- .

.. . .
..
·::- . :• _: _
. .... -
. -
� .
. . - . . _:.·· "; .
.. ·. . .
.
.
. • . - .
. .� . - .


-
·
:

.. :: -: : . - . �:->·->.·:

:
·: · .

.. - -�·''" -.�:·� � . · -��· :·_·. .


.

. � -�- __ .
.._:· "·· . '

Tinmel Camisi'nin ön avlusu ve zemin merle vurgulanmıştır; yan girişlerin üzerinde cak bir ışıltı veren kısık aydınlatmayla güzel bir bütünlük içindedir. Mih­
planı, 1 1 53/54 ise biraz daha küçük sivri kemerler vardır. raba doğru yönelen ortadaki geçit diğer geçitlerden biraz daha geniş ol­
Caminin namaz bölmesi hepsi de kıble duva­ Kıble duvarına paralel çapraz sahın ortadaki manın yanı sıra, özel alçı sıva bezemeleriyle ve bazı sütunlardaki geomet­
rına dik açıyla uzanan dokuz geçitten oluşur. geniş geçitle bir T şeklinde birleşir ve T planı­
Mihraba doğru yönelen uzunlamasına eksen nın temelini oluşturur. rik süsleme frizleriyle ayırt edilir. Mihrap cephesi bir yana bırakılırsa, çok
orta girişin üzerindeki nal biçimli büyük ke- basit namaz bölmesindeki tek bezeme unsurları bunlardır. Daha önce kı­
saca değinilen soyut geometrik bezemeleri yeğ tutma yönündeki eğilim
Muvvahid sanatında gelişerek, üsluba damgasını vuran bir özellik haline
geldi.
Muvvahid hareketinin kurucusu ve önderi Muhammed bin Tumart'ın
(ö. 1 130) anısına 1 1 53/54'te inşa edilen Tinmel Camisi temel yapısı itiba­
' ' riyle Taza Camisi'ne benzer. Yukarı Atlas Dağları'nda, başkenti Mara­

:, :, : : : : ·:, :
' '

:, :, :, ,: : : keş'in 100 kilometre kadar güneydoğusunda yer alan Tinmel başlangıçta


-W.-:::.:::.y:::
::_-:_ ·. -
------------·------·------ -.-------- ---------- -
' . ' -
Muvvahid hareketinin ruhani merkeziydi. Bugün bir harabe halindeki ya­
� r � �
' ,


digar cami Yukarı Atlaslar'daki benzersiz konumuyla büyüleyicidir. Ke­
� r
� �

. · � . • nar ölçüleri 46,4 x 43,5 metre olan caminin dikdörtgen bir namaz bölme­

� . � � � . si ve üç yanda revakların çevrelediği benzer biçimli bir ön avlusu vardır.


Namaz bölmesini ve ön avluyu tahkimat olarak yapılmış mazgallı bir du­
*= � + + + + � ,

----- - - -- ---- -- - - --- ----- var kuşatır. Caminin ana girişi dış duvarın kuzey kenarındadır; batı ve do­
, , ' ' ı ' ' '

ğuda daha küçük yan girişler vardır. Görece kısa ve kule biçimli tek bir
�• •iıi r •
minare güney yönelimli kıble duvarının ortasında, mihrabın hemen arka­
�:
: •
sında yükselir ve günümüzde geniş çapta restore edilmiş olan yıkık ca­

. . . .
� .
• '
minin savunmaya dönük mahiyetini daha da vurgular.
Caminin namaz bölmesi dokuz geçitten oluşur. Dosdoğru mihraba
10 20m açılan ortadaki geçit ("yönelimli" cami tipine uygun olarak) diğer yan ge­
çitlerden belirgin biçimde daha geniştir. Çapraz sahın oyuk süslemeli ke-

260 İ S PANYA VE FAS


merlerden oluşan bir revakın vurguladığı kıble duvarına paralel uzanır.
Mihrabın önündeki alan ve çapraz salının her iki dış köşesi konik asma
kemerlerle süslenmiştir; kemerlerin üstünde çapraz sahnı daha da öne çı­
karan mukarnas tonozlar durur. Ortadaki geçit çapraz sahınla bir T oluş­
turur; T planının bu karakteristik özelliği 1 2 . yüzyıl Muvvahid dinsel mi­
marisinin bütün yapılarında görülür.
Bugün sırf bir harabeden ibaret olsa bile, Tinmel Camisi yalın yapı­
sıyla ve kemerlerinin basit zarafetiyle hala çarpıcıdır; hala ayakta olan
oyuk süslemeli kemerler muhteşem 112 ihrap cephesine çarpıcı bir gönder­
.
mede bulunurken, gölgeleri güneş ışığının parıltıyla oynaştığı hafif kum­
la kaplı döşemeye düşer. Tinmel Camisi'nin zemin planı ve ana hatları
kadar mimari üslubu da diğer camilerin karakteri için kesin bir model ola­
rak kabul gördü . Bu bağlamda, Marakeş'te eskiden kitap satıcılarının bu­
lunduğu çarşıda inşa edilmiş olan iki Kutubiye Camisi'ne değinmek ge­
rekir.

Marakeş'teki iki Kutubiye Camisi


Tinmel'deki prototipe uygun olarak, mihrap yönelimli ve daha geniş bir
orta geçide, kıble duvarına paralel ayrı bir çapraz sahna ve ön avlunun
daha kısa kenarlarına ayrılan dış geçitlere dayanan geçitli cami modeli iki
Kutubiye Camisi'nde de benimsenerek geliştirildi. Muvvahidlerin kentte­
ki ana cami olarak korumayı seçtiği ve günümüze sadece temeller ulaşan
"birinci" Kutubiye Camisi'nin (1 147) ilk inşa evresinde bile söz konusu
özellikler apaçıktı. Uzunluğu 90 metreyi aşan ve genişliği 58 metreye va­
ran bu anıtsal yapının 17 geçidi vardı; en dışta kalan dörder geçit avluya
doğru bir açı oluşturan kuzey revakının ötesine uzanmaktaydı. Muvva­
hidler daha sonra "birinci" Kutubiye Camisi'ni yıkarak dümdüz ettiler.
Katı dinsel anlayışa uygun olarak caminin yönünü Mekke'ye doğru çevir­
mek için gerekli küçük düzeltmeyi yapamadıkları için böyle bir yola git­
miş olmaları mümkündür. Bununla birlikte, "birinci" Kutubiye Camisi'ni
Marakeş'teki Kutubiye Camisi'nin oyuk süslemeli geniş kemer tek s ü s unsuru­
Marakeş'te Muvvahid imparatorluğunu temsil eden ana cami saymak doğ­ sayvanı, 1 1 47 dur. Avludan içeriye düşen güneş ışığıyla be­
ru olacaktır. Birkaç yıl sonra ( 1 1 58) "birinci"nin hemen yanına "ikinci" "İkinci" Kutubiye Camisi'nin basit iç tasarımı lirginleştiğinde, kemer siluetleri özellikle gü­
Kutubiye Camisi inşa edildi. Bu sefer küçük bir ayarlamayla Mekke'ye ba­ basit zarafetiyle ve nal biçimli kemerlerin zel görünür.
arasından sayısız görüntü sunmasıyla çarpıcı­
kan bir yön belirlendi ve bir minare eklendi. O zamandan beri "ikinci"
dır. Sonsuzmuş gibi görünen kemer sırasını
cami kentin bir sembolü sayılmaktadır. çevreleyen avlu revakının baş tarafındaki

Büyük M uvvahid minareleri

Marakeş'teki Kutubiye Marakeş'teki Kutubiye Camisi'nin minaresi 1 2 , 5 metre karelik bir taban
Camisi'nin zemin planı
Kutubiye Camisi'ni inşa eder­ üstünde durur ve 67,6 metrelik bir yüksekliğe ulaşır. İçerideki bir ram­
ken Tinmel'de ortaya kon­ pa kubbeli yedi kat boyunca yukarıya çıkarak şerefeye varır. Kare göv­
muş olan model benimsendi. deli minare fanus biçimli bir üst kesimle taçlandırılmıştır; bunun üstün­
Tarihe karışmış olan "birinci"
Kutubiye Camisi'nin ( 1 1 47)
de ise altın küre biçimindeki bir alemle (yamur) bezenmiş bir kubbe yer
temellere göre çizilmiş olan alır. Çoğu katın her yüzünde kapalı kemerlerle çerçevelenmiş ikişer pen­
bu zemin planında kıble duva­ cere vardır. Minarenin en üst katının her yüzünde kapalı kemerlerden
rına dik açıyla uzanan 1 7 geçit
oluşmuş birer revak bulunur; kemerlerin uç noktalarının kıvrılarak ke­
açık seçik görülebilir. Birkaç
yıl sonra ( 1 1 58) ilkinin hemen sişmeleri sebka süsü denen bir ızgara yaratır. Sebka deseninin yukarısın­
yanına "ikinci" cami inşa edil­ da geniş bir taş örgü şeridi uzanır; bir zamanlar bu şeridi süsleyen sırlı
di. Muvvahidler hafif bir yön
Türk çinilerinin bazıları günümüze ulaşmıştır. Bu çiniler diğer bakımlar­
değişikliği yapmakla birlikte,
önceki modeli korudular ve dan çok basit olan minarenin renkli bir odağını oluşturur.
bir minare eklediler. Yakın bir tasarıma dayanan iki büyük Muvvahid minaresi daha
bahsedilmeye değerdir. Bunlar İşbiliye'nin (Sevilla) eski ana camisinin
o 10 20m
( 1 172-1 1 98) günümüzde Giralda olarak bilinen minaresi ve Rabat'taki
Hasan Kulesi'dir ( 1 195- 1 1 96). Marakeş'teki Kutubiye Camisi'nin minare-

MURABIT VE MUVVA H İ D M İ MA R İ S İ 261


si esas olarak zarafetiyle ve basitliğiyle dikkat çekerken, 80 metrelik Gi­
ralda'nın bezeme düzeni, Kutubiye minaresinin üst katındaki süsleme
şeridinde görülen sebka süsünün bulunduğu yere kadar uzanır. Böylece
aynı süs bütün yüzeyi kaplayan bir desen olarak öne çıkar. Giralda'nın
içinde merdiven yerine rampalar vardır; bunlar inşaat sırasında taşları,
kolonları ve başlıkları katırlarla yukarıya doğru taşımak için kullanılmış­
tı. Ayrıca, insanların rampalardan yukarıya çıkması da çok daha kolay­
dı. Günümüzde Sevilla Katedrali'nin çan kulesi işlevini gören eski mina­
reye 1 6 . yüzyıl sonlarında bir Barok çan sahanlığı eklendi. Minareye
çıkmak için kullanılan kemerli açıklıkların önündeki balkon görünümlü
parmaklıklar da bu dönemden kalmadır. Giralda'nın tepesinde yüksek­
liği neredeyse 4 metreye varan ve şimdi Hıristiyan inancının bir sembo­
lü olarak kendinden emin bir gülümsemeyle Sevilla'ya bakan tunç bir Fi­
des figürü vardır.
Üçüncü önemli Muvvahid minaresi Rabat'taki Hasan Kulesi'dir
( 1 1 95-1 196). Bu yapı Yakub Mansur döneminde kentin bir dış mahalle­
sinde inşasına başlanan, ama yarıda kalan Hasan Camisi'nin aynı şekil­
de bitmemiş olan minaresidir. Kaidesi 16 metre kare olan bu minarenin
80 metre yüksekliğe varacak şekilde tasarlandığı sanılmaktadır. Günü­
müzde yapının etkileyiciliği yıpranmış kesme taşlarının renklerinden ve
özenle işlenmiş kalıplı süslerinden gelir. Sadece minare için bir kaide
olarak tasarlanan zemin katının tek bezeme unsuru nal biçimli bir ke­
merden oluşan girişidir; ikinci kat ise gömme kapalı kemerlerle süslen­
miştir. Günümüze ulaşan haliyle minarenin üçüncü katında oyuk süsle­
meli kemerlerden oluşan üçgen bir kapalı revak görülebilir; revakın
yukarısındaki alanı kaplayan örgülü desenin geometrik yapısı Sevilla'da­
ki Giralda'nın sebka desenini hatırlatır. Birçok Fas minaresindeki beze­
melerle bir karşılaştırma böyle bir saptamayı doğrular; bu bakımdan Ha­
san Kulesi'ndeki süslemenin Magrip'teki minare yapımına etkisini
küçümsememek gerektiği sonucuna varmak mümkündür.
Hasan Camisi inşasının tamamlanamamasına ve heybetli minare dı­
şında sadece namaz bölmesinin taş sütunlarının ayakta olmasına karşın,
sonu gelmez bir görüntü içindeki bu sıralar hata çarpıcıdır. Caminin bi­
tirilememesi yapı projesinin haddinden fazla iddialı olmasına bağlanabi­
lir mi acaba? Üç yüzyıllık bir dönem içinde defalarca genişletilen, Batı
İslam imparatorluğu ve binlerce mümin için yegane ruhani merkez sa­
yılan Kurtuba Cami-i Kebir'i, Mansur dönemindeki (987-988) en son ve
en kapsamlı genişletmeden sonra, namaz bölmesi ve avlusuyla birlikte
1 75,02 x 1 28,41 metre ebatlarına ulaşmıştı. Oysa Rabat'taki Hasan Cami­
si 180 x 1 39,4 metrelik zemin planıyla bu ölçüleri bile aşmaktaydı! Aca­
ba Hasan Camisi'ni inşa etmeye çalışmakla Muvvahidler, çoktan son bul­
muş olmasına rağmen, 1 2 . yüzyılda hata Endülüs Emevi halifeliğinin
güçlü bir sembolü olarak görülen Kurtuba Cami-i Kebir'ini bile gölgede
bırakmak mı istiyordu? Muvvahidlerin tıpkı Endülüs Emevileri gibi hali­
felik unvanına sahip çıktıkları, böylece onların gücünü üstlenme ve hat­
ta onları aşma amacını açıkça ortaya k_pydukları söylenemez miydi? Ra­
bat'taki Hasan Camisi'nin devasa boyutları açısından kentin o sıradaki
nüfus yoğunluğuyla büsbütün orantısız olduğu ve yarım kalan bu koca
caminin aşırı hırslı bir hükümdar olan Yakub Mansur'un (ö. 1 1 99) ikti­
darını gözler önüne sermesinin sıra dışı bir delili olarak yorumlanabile­
Marakeş'teki Kutubiye Camisi, 1 1 58 dan beri Marakeş'in sembollerinden biri olan ceği açıktır.
Muvvahidler kurdukları imparatorluğun ruha­ bu anıtsal yapının üst kesimi bir fanus biçimin­
ni ve idari merkezi olan kentin ana camisi ola­ dedir. Çoğu katın her yüzünde ikişer pencere·
rak seçtikleri Kutubiye Camisi'ni Muvvahid vardır. Üst kesimde yer alan ve sebka süsle­
hanedanı için olağanüstü önem taşıyan bir ya­ mesi olarak nitelendirilen kesişmeli kemerler
M uvvahid yerleşmesi Cieza
pıya dönüştürdüler. Caminin hala ayakta olan özellikle çarpıcıdır.
Muvvahidler camilerin ve sarayların yanı sıra, sayısız tahkimli üsler de in­
narin minaresinin yüksekliği 67,6 metre, ze­
min alanı ise 1 2,5 metre karedir. Kuruluşun- şa ettirdiler. Bunlara günümüzde Extremadura bölgesindeki Badajoz ve Ca-

262 İ S PANYA VE FAS


ceres kaleleri, Andalusia bölgesindeki Jerez de la Frontera adlı Alcazar ör­
nek gösterilebilir. Sakinlerinin günlük yaşamına dair bilgiler verebilecek
yerleşmelere dönük araştırmalar ancak son yıllarda başlamıştır ve Andalu­
sia kasabaları olan Saltes, Senes ve Cieza'daki kazı çalışmaları bu yönde
ipuçları sunmaktadır. Şimdi Murcia sınırları içinde kalan Cieza yerleşmesi
Muvvahidler tarafından 12. yüzyıl sonuna doğru kurulmuş ve Hıristiyanla­
rın kenti ele geçirmesi (1243) üzerine 13. yüzyıl ortalarında terk edilmişti.
Julio Navarro Palazon'un 1980'lerdeki kazılarda ortaya çıkardığı duvarlar,
birbirlerinden geçitlerle ayrılan konutların bulunduğu bir yerleşmeye işa­
ret eder. Şimdiye kadar kazılmış olan 18 evin hepsi plan açısından aynıdır.
Sıkıştırılmış kilden inşa edilen ve daha sonra kireçle sıvanan evlerde genel­
likle geniş bir iç avlu vardır; antik çağdan beri bütün Akdeniz bölgesinde
görenekleşmiş düzenlemeyle bu avlunun çevresinde meskenler ve işlikler
kümelenmiştir. Cieza'daki buluntular bu geleneksel yaşam tarzının İslam
kültüründe de yüzyıllarca sürdüğünü doğrular. Avlu aile yaşamının merke­
zini oluşturur. Neredeyse her Cieza evinde bir mutfak ve bir kuyu bulunur;
aynca hatırı sayılır miktarda yerli çanak çömleğin bulunması binaların ko­
nut olarak kullanıldığını kanıtlar. Belki sadece güzel bir revak yaratma
amacına dönük olsa bile, her evde alçı sıva bezemelere rastlanması dikkat
çekicidir; birçok durumda bu revakların Muvvahid dönemine özgü oldu­
Rabat'taki Hasan Kulesi'nin görünüşü sekliğe varacak şekilde tasarlandığı sanılmak­ ğunu saptamak mümkündür. Bununla birlikte, aynı yerleşmede alçı sıvala­
ve bir detayı, 1 1 95/96 tadır. Minare cephesini süsleyen kapalı re­ rı ve kemer biçimleri 13. yüzyıldaki erken Nasri dönemine, Gırnata'da El­
Rabat'taki Hasan Kulesi inşası yarım kalan ve vaklar (yukarıda) birbiriyle kesişen oyuk süs­ hamra'nın inşasıyla mükemmelliğin doruğuna ulaşan örneklere işaret eden
esas olarak heybetli boyutlarıyla ve sonu gel­ lemeli kemerlerin son derece zarif bir
mez bir görüntü içindeki taş sütun sıraların­ örneğini yansıtır. Bu telkari bezeme, yapının başka evler de vardır.
dan dolayı çarpıcı olan Hasan Camisi'nin ay­ som formuyla tezat içindedir.
nı şekilde bitmemiş minaresidir. Kaidesi 1 6
metre kare olan minarenin 80 metre yük-
İspanya'daki M uvvahid camileri ve sarayları

Koyu sofu olan Muvvahidlerin dinsel hareketi birkaç yıl içinde sadece
Fas'ın tamamını değil, Endülüs'ü de ele geçirdi. Endülüs'te İşbiliye yeni
idarenin merkezi ve Yakub Mansur'un tercih ettiği ikamet yeri olarak be­
lirlendi. Başka şeylerin yanı sıra, kentteki imar çalışmalarının yoğunluğu
bunu her bakımdan doğrular. Şimdi yerinde kentin katedrali yükselen
ana Muvvahid camisi en önemli yapıydı. Caminin hala sapasağlam duran
minaresi öteden beri kentin bir sembolüdür. Eski cami avlusundan günü­
müze içindeki ağaçlardan dolayı şimdi "Portakal Ağaçlı Avlu" olarak bi­
linen iki revak kalmıştır. Bunun dışında, 1 2 . yüzyılda bütün kenti çepe­
çevre kuşatan Muvvahid surları sözü edilmeye değerdir. Günümüzde
önemli bir ring hattının bu güzergahtan geçmesi nedeniyle, sur dizisinin
izlerini hala görmek mümkündür.
Kenti kapılarının önünde, Guadalquivir'in ("Büyük Irmak") her iki ya­
kasına yayılan limanda Muvvahid döneminden kalan ve ilk kurulduğun­
da kent surlarıyla bağlantılı olan bir tahkimli kule hala ayaktadır. Bu ya­
pı eskiden ışıltılar saçan yaldızlı çinilerle bezeli olduğu için "Altın Kule"
(İspanyolca Torre del Oro) olarak anılır. Giralda'ya benzer bir şekilde,
kentin bir sembolü haline gelmiştir. Bir zamanlar Guadalquivir'in karşı
yakasında "Gümüş Kule" (İspanyolca Torre del la Plata) olarak bilinen
benzer yapılı bir kule daha vardı. Geçmişte bu yapıyı "Altın Kule"ye bağ­
layan bir zincir, gemilerin limana girişini denetim altında tutmayı sağlar­
dı.
"Altın Kule" yakınında sarayların da bulunduğu bir konut alanı ken­
tin merkezine doğru uzanırdı. Muvvahid kent saraylarından günümüze
ulaşan tek örnek, şimdi "Patio de Yeso" ("Alçı Sıvalı Avlu") olarak bilinen
yapıdır. Şimdi bu saray Aragon Kralı "Zalim" III . Pedro döneminden
(1 276-1 285) kalma Hıristiyan Alcazar'ın içindedir. İslam mimarisine bü­
yük hayranlığı göz önünde tutulunca, Pedro'nun Muvvahid sarayını ko-

263
rumakla kalmayıp bilinçli olarak yeni ikametgahıyla bütünleştirmesi hiç Karşı sayfada: Sevilla'daki Altın Kule boşluğu üç kattan geçer ve mazgallı siper­
de şaşırtıcı değildir. "Patio de Yeso" uzunlamasına bir alanı kaplar; orta­ 1 2. yüzyıl lerle çevrili bir platforma çıkar; platformun
İspanyolca adı "Torre del Oro" olan bu yapı üstünde ise kubbe biçimli küçük bir yapı yük­
sındaki havuzun iki yanında yer alan saray yapılarının yalnızca bir kana­
eskiden Muvvahid kent tahkimatlarının bir selir. Kulenin geleneksel adı eskiden üst ke­
dı günümüze ulaşmıştır. Bu kanadın uzun ve dikdörtgen planlı salonu­ parçasıydı ve gemilerin limana girişini dene­ simini süsleyen parlak yaldızlı çinilerden
nun önündeki revaklı girişin üç bölmeli cephesi kemerlerle zengin tim altında tutmaya yarardı. On iki kenarı gelir.
olan kulenin içindeki altıgen bir merdiven
biçimde bezenmiştir. Saray cephesinin tasarımı yapısal yalınlığının yanı
sıra açık yaprak biçimindeki kemerlerinin inceliğiyle de etkileyicidir.
Muvvahid döneminden kalma bir başka sarayın bazı bölümleri Alca­ Aşağıda: Sevilla Katedrali'ndeki sahanlığının eklendiği minare, üstündeki rüz­
zar semtindeki bir idari bina içinde korunmuştur. Binanın iç avlusu "Pa­ Portakal Ağaçlı Avlu gargülünden dolayı günümüzde Giralda ola­
Şimdi yerinde kent katedrali yükselen eski rak anılır. Yüksekliği 80 metreyi bulan eski
tio de Contratacion" olarak anılır; "Casa de Contratacion" (Ticaret Borsa­
Muvvahid ana camisinden ( 1 1 72- 1 1 98) gü­ minarenin yan cepheleri, çoğu katta süsleme
sı) adına, "Yenidünya"yla ticarete konu olan malların bu binada işlemden nümüze sadece Portakal Ağaçl ı Avlu olarak panolarının çevrelediği kemerli pencereler
geçirildiğine dair bilgilere 16. yüzyıla ait belgelerde rastlanır. Avlunun bilinen cami avlusu ve minare kalmıştır. Hı­ barındırır.
içinde 1 2 . yüzyıl sonundan kalma bir Muvvahid sarayının bölümleri yer ristiyan yapı tasarımlarının benimsenmesiyle
birlikte 1 6. yüzyıl sonlarında bir Barok çan
alır. Ana bölüm yükseltilmiş bir patikanın geçtiği haç biçimli bir bahçe­
den oluşur. Ortasında bir çeşme bulunan bahçe daha kısa olan kenarla­
rında saray yapılarıyla çevrilidir; güney kenarındaki yapılar nispeten da­ lifelik ikametgahı Medinetü'z-Zehra saray kentinin (936-1 0 1 0) , Yukarı
ha sağlamdır. Uzunca bir salonun önündeki revaklı girişin cephesi Bahçe' sini hatırlatır. Buna karşılık bahçenin kenarındaki saray yapıları ta­
kemerlerle zengin biçimde süslenmiştir. Karşı taraftaki kuzey avlu cephe­ sarım açısından Zaragoza'daki Aljaferia'nın (1049/50-1 082/83), yani 1 1 .
sinde de benzer bezemeler taşıyan bir revaklı giriş vardır. yüzyıl İspanyol İslam mimarisinin timsali sayılan taife sarayının izlerini ta­
"Patio de Contratacion"un haç biçimli avlusu ve bahçe alanı, yüzyıl­ şır. "Patio de Contratacion"un cephe bezemeleri ise yakındaki "Patio de
lar boyunca Endülüs mimarisine damgasını vurmuş olan Kurtuba'daki ha- Yeso"yu andırır. Muvvahid hükümdarlarının saray yapılarında sadece Me­
dinetü'z-Zehra modelini izlemekle kalmadığı, bilinçli olarak bir İspanyol
İslam mimari geleneğini geliştirdiği söylenebilir. Kurtuba'nın Endülüs
Emevileri gibi halifelik makamı üzerinde hak iddia eden Muvahhidler,
Kurtuba halifeliğinin mirasına da sahip çıktılar. Saray mimarisinde o dö­
nemin tasarım ilkelerini benimsemeleri başka şeylerin yanı sıra bununla
açıklanabilir. Böyle bir yaklaşım sonucu, sarayların şahsi ve çoğu kez
mahrem karakterinden dolayı, sıkı kurallara bağlı olan dinsel mimariye
oranla bezeme açısından daha geniş sanatsal özgürlüğe olanak verdiler.

M uvvah id sanatı nın İspanyol M udejar üslubu


üzerindeki etkisi

Muvvahidlerin sanatı İspanya'nın Hıristiyan kuzey kesimindeki sanatı da


etkilemiştir. Kastilya Kralı VIII. Alfonso ( 1 1 58-1 2 1 4) Burgos yakınında
1 187'de inşa edilen "Las Huelgas" manastırını kendisi ve ardılları için mo­
zole olarak seçmişti ancak bazı tadilatın yapılması gerekiyordu. Böylece
"Capilla de las Claustrillas" (eskiden "Capilla de la Asuncion") olarak bi­
linen küçük manastır şapeli Muvvahid sanatına yakın alçı sıva bezemele­
re sahip oldu. Besbelli ki bu alçı sıva işlerini Muvvahid atölyelerinde ye­
tişen ustalar yapmıştı. İspanya'da 1 3 . yüzyıldan sonra Hıristiyan yönetimi
altında yaşayan böyle Magribilere halk arasında ("kalmasına izin verilmiş"
anlamındaki Arapça müdeccen kelimesinden türetme bir terimle) Mude­
jar denirdi. Bu durumu daha da şaşırtıcı kılan şey Kral VIII. Alfonso'nun
aslında Muvvahidlerin amansız bir hasmı olmasıydı. Onlarla sayısız mu­
harebede çarpışmış olmasına karşın, sanat ve üsluplarını bilinçli bir yak­
laşımla korudu ve hatta "Las Huelgas" kraliyet manastırındaki Hıristiyan
dinsel mimarisiyle nasıl bütünleştireceğini kavradı.
"Capilla de las Claustrillas" şapelinin çok sayıda Muvvahid tarzı alçı
sıva özelliği vardır. Bunlar arasında girişteki büyük asma konik kemerler
ile her iki yandaki küçük mukarnas tonozlar ve zarif alçı sıva bezemeler
sayılabilir. Şapelin ana odasının çatısı alçıyla kaplı büyük bir bağdadi
kubbe şeklindedir ve halifelik yapılarındaki modellerden alındığı apaçık­
tır. Bu çok nadir kubbe kurgusu gerçekten şaşırtıcıdır; zira mukarnas kub­
belere neredeyse yalnızca Muvvahid yapılarında rastlanmaktadır. Böyle

264 İ S PANYA VE FAS


bir durum ancak, başka işlerin yanı sıra, yakındaki San Fernando manas­ Alçı sıva süsleri sütun başlıklarının yukarısına doğru filiz vererek re­
tırının kemerlerindeki alçı sıva süslerini yapan çeşitli atölyelere mensup vak dolgularına ulaşır; burada zarif kıvrık arabesklerin çevrelediği ge­
ustaların işbirliğiyle açıklanabilir. ometrik süslerle bezenmiş madalyonlar vardır. Üst kesimde uzun dikdört­
Murabıt ve Muvvahid bezeme üsluplarının etkisi Toledo'da bugün gen ve kare alanlar şeklinde bir friz uzanır ve madalyonların hemen
Santa Maria la Blanca Kilisesi olan eski sinagogda da saptanabilir. Bu si­ yukarısına yerleştirilmiş kalıp işlemeli bir Venüs kabuğu görülür. Her iki
nagog 1 3 . yüzyıl başlarında kentin Yahudi mahallesinde inşa edilmiş ve yan geçitte frizin yukarısında oyuk süslemeli kapalı kemerlerden oluşan
daha sonra 1 5 . yüzyıl başlarında bir Hıristiyan kilisesine çevrilmişti. Özgün bir galeri vardır. Ortadaki geçitte ise mekanın yüksekliğinden dolayı be­
yapının Yosef ben Salomon ben Susan (ö. 1 203 ya da 1 205) tarafından yi­ zemeler biraz daha kapsamlıdır. Ağ örgülü geniş bir süsleme şeridinin yu­
ne 1 3 . yüzyıl başında yaptırılmış Yeni Sinagog olup olmadığı tam açık de­ karısında uzanan daha dar frizin üzerinde oyuk süslemeli kapalı kemer­
ğildir. Bu kişi "Kastilya Yahudi Cemaatinin Hahambaşı" ve Kral VIII . Al­ lerden oluşan bir galeri yer alır. Ortadaki geçidin geometrik bezemeli
fonso'nun baş vergi tahsildarıydı. Söz konusu yapının VIII. Alfonso'nun geniş şeridi üslup bakımından Muvvahid geleneği içinde özellikle sınıf­
sarayında önemli bir görevde bulunan Abraham ben el-Fahar adlı kişi ta­ landırılabilir; madalyonların yanlarındaki zarif kıvrık arabeskler ise
rafından yaptırılmış Toledo Büyük Sinagoğu olması da mümkündür. Gü­ gelişim çizgisinin biraz daha ileri bir aşamasına, artık Gırnata'nın Nasri
nümüze kısmen ulaşan belgelerden hareketle yapılan araştırmalar bu var­ sanatından izler taşıyan bir aşamaya işaret eder.
sayımları inandırıcı şekilde doğrulayabilmiş değildir; ama her ikisinin de 1 3 . yüzyıl başlarında VIII. Alfonso'nun sarayında Muvvahid sanat
ortak yönü, Burgos yakınındaki "Las Huelgas" kraliyet manastırındaki Ca­ biçimlerini Endülüs ve Kuzey Afrika'dan Kastilya'ya taşıyan ve sonraki
pilla de !as Claustrillas'ın tasarımına etkisi aşikar olan VIII. Alfonso'nun yüzyıllarda Mudejar sanatına yansımalarını sağlayan bir sanat atölyesinin
yönetimine göndermedir. bulunduğu açıktır. İşin oldukça tuhaf tarafı, Muvvahid alçı sıva işlerine
Gösterişsiz bir dış cephesi olan Toledo sinagoğunun iç kısmı, uyan­ dayalı söz konusu her iki şaheserin bir camide değil, bir şapel ve bir
dırdığı aydınlık ve geniş mekan izlenimi açısından şaşırtıcıdır. Uzunlama­ sinagogda bulunmasıdır; bu durum İber Yarımadası'ndaki Hıristiyanlar,
sına beş paralel geçit, Hıristiyan dinsel mimarisinden ilham almış bir ba­ Yahudiler ve Müslümanlar arasında daha eskiye inen sanatsal ve kültürel
zilika yapısına işaret eder; çünkü benzer bir mekan bölümlemesine alışverişleri kanıtlar.
Toledo'daki çeşitli Mudejar kiliselerinde, sözgelimi 1 2 . yüzyıldan kalma
Santiago del Arrabel Kilisesi'nde rastlanabilir. Toledo sinagoğunun veya
Santa Maria la Blanca Kilise'sinin nal biçimli geniş kemerlere dayanan ba­
sit mimarisi zarif alçı sıva bezemelerle zenginleştirilmiştir; bu bezemele­
rin çatıya kadar uzanması İslam karakterini açıkça ele verir.

Patio de Yeso, Sevilla, 1 2. yüzyılın nun cephesi kemerlerle zengin biçimde be­ Alcazar, Sevilla leri açık İslami bezeme biçimlerini sergiler­
ikinci yarısı zenmiştir. Ortadaki büyük sivri kemerin yap­ Kastilya Kralı "Zalim" 1. Pedro'nun ( 1 330 - ken, 1 6. yüzyılda yapılmış olan yukarıdaki ga­
Sevilla' daki Hıristiyan Alcazar civarında bulu­ raklı küçük dallardan oluşan pervazı Muvva­ 1 369) bir kraliyet ikametgahı olarak inşa et­ leri ise Rönesans üslubunu yansıtır.
nan ve Patio de Yese ("Alçı Sıvalı Avlu") ola­ hid sanatının karakteristik kemer profilini tirdiği Alcazar, günümüzde İ spanya'daki en
rak anılan Muvvahid sarayının revaklı girişiyle yansıtır; "asma eşkenar kemer" nitelendirme­ güzel Mudejar saraylarından biri olarak kabul
dikkat çeken bir kanadı hala ayaktadır. Avlu- si buradan gelir. edilir. 1 4. yüzyıldan kalma avlusunun kemer-

266 İ SPANYA VE FAS


Burgos yakınındaki "Las Huelgas"
manastırındaki mukarnas tonozlar
inşa tarihi 1 1 87
Bu mukarnas tonozlar Muvvahid geleneğine
dayanır. Her unsurun renkle vurgulanmış ol­
ması özellikle güzel bir görüntü yaratır. La­
tince yazıtlara dayanarak şapelin Mudejar
üslubu içinde sınıflandırılmasına karşın, Muv­
vahid etkisi apaçıktır.

Sağda: Toledo'daki Santa Maria la yicidir. Bezemelerdeki geometrik süsler ve


Blanca Kilisesi'nin iç kısmı, 1 3. yüzyılın kıvrık arabeskler Muvvahid karakterini açık­
ilk yarısı ça ele verir. Buna karşılık sütun başlıkları
1 5. yüzyılda bir kiliseye dönüştürülen bu es­ mükemmelliğin doruğuna Toledo'da ulaşan
ki sinagog, uyandırdığı geniş mekan izleni­ Mudejar üslubundan izler taşır.
miyle ve zarif alçı sıva bezemeleriyle büyüle-

MURABIT VE MUVVA H İ D M İ M ARİ S İ 267


tı ve Orta Avrupa'ya altın ticaretinde gözde ticari merkezlere dönüştü.
B ezeme S anatları Edebi kaynaklardan öğrendiğimize göre, tüccarlar hiçbir engelle karşılaş­
madan Hıristiyan Kuzey ile Müslüman Güney arasında seyahat edebili­
Afmut von G/adif3 yor, Santiago de Compostela ve Leon'dan Valencia ve İşbiliye'ye rahatça
gidebiliyordu . En önemli ticaret kalemi, Bizans ürünlerinin rekabetine
rağmen, Endülüs'ün ekonomik gücünün güvenilir bir dayanağı haline ge­
len Endülüs ipeğiydi. El-Meriye, Mursiye, Malaga, Valencia ve İşbiliye
kentleri gelişerek ünlü ipek merkezleri konumuna yükseldi. İspanya'yı
M u rabıt ve M uvvahid dönemlerinde sanat 1 2 . yüzyıl ortalarında dolaşan coğrafyacı el-İdrisi'nin bir anlatımına göre,
başta gelen ipek kenti el-Meriye'de 800 dokuma atölyesi vardı; bunların
Murabıtların ve Muvvahidlerin yönetimi altında, Batı Akdeniz ülkeleri en azından bir kısmı alan ve desen kullanarak değişken bir dokuma ya­
güçlü bir altın standardından yararlanan birleşik bir ekonomik alan oluş­ ratmak için yeterli kılavuz gergeflerin bulunduğu tam donanımlı tezgah­
turdu. Bu hanedanlar Batı Sudan'daki ünlü altın madenlerine giden tica­ lara sahipti.
ret yollarını denetim altına aldı ve Endülüs limanı kentleri gelişerek, Ba-

Doku malar

El-İdrisi, figürlü madalyonlardan oluşan karmaşık desenlerden söz eder


ve köklerinin halifelik dönemine kadar indiğini belirtir. Bunlar Bağdat'tan
gelen madalyonlu kumaşlarla rekabet ederlerdi. Nitekim, San Pedro de
Osma'nın mezarında bulunan bir ipek parçasındaki yazıda şu ifade yer
alır: "Bağdat mamı'.ilüdür. Allah o şehri muhafaza etsin. " Bir malın değe­
rini yüksek göstermek amacıyla yazı sahtekarlığına başvurmak anlaşıldı­
ğı kadarıyla yaygın bir uygulamaydı; çünkü kaynaklardan Malaga'da es­
Seketi adlı bir çarşı muhtesibinin böyle mallara yasak koyduğunu
öğrenmekteyiz. Söz konusu ipek parçaların dokuma tipi ve sfenks ma­
dalyonlarının üslubu imalat yerinin kesinlikle Endülüs olduğuna işaret
eder. Doğu'ya özgü İslam ayna bezemesi ana motifin temelini oluştu­
rurdu; bu desenlerin 1 2 . yüzyılda belki Batı İslam ülkelerine kadar uza­
nan yaygın bir dağılımı vardı. Diğer madalyonlu kumaşlarda ise grifon ya
da aslan çiftleri görülür; sfenks çiftleri gibi bunlar da çoğu kez palmiye
yaprağı motifine indirgenmiş olan bir Hayat Ağacı'nın yanında ayna gö­
rüntüsüyle yer alır.
San Juan de Ortega'nın (ö. 1 1 63), Qintanaortuno bölge kilisesinde
bulunan pelerini tarihlemeye temel oluşturuyor. Bu kutsal emanet Mura­
bıt Hükümdarı Ali bin Yusuf'un (1 106-1 143) adının geçtiği bir Arapça ya­
zı taşır. Kumaş motifinde ceylan olduğu sanılan küçük av hayvanlarını ön
bacaklarının altına almış aslan çiftleri görülür; bunlar geleneksel iktidar
sembolleridir. Ali bin Yusuf'u birkaç defa ağır yenilgiye uğratan Kastilya
Kralı VII. Alfonso, 1 147'de el-Meriye'yi geçici olarak işgal etmiş ve ora­
dan ganimet olarak elde ettiği iki ipek kumaşı Sigüenza Katedrali'ne ba­
ğışlamıştı. Kumaşlardan biri grifon, diğeri kartal madalyonludur. Genç
yaşta ölen oğlu Don Garcia'ya ait tunik de aynı dönemden kalmadır ve
Arapça yazı dizeleriyle birlikte çift başlı büyük kartal resimleri taşır.
Muvvahid yönetimi altında sanat İslam'ın ruhani ilkelerini yansıtma­
ya başladı ve sembolik göndermeler taşıyan figürlü desenler yerine git­
tikçe soyut süsleme sistemleri ağırlık kazandı. Şeritlere ve alanlara işle­
nen geometrik desenler ve bunların sonsuz tekrarına dayalı kompozisyon
ilkesi, Allah'ın dünyayı düzenleyişindeki intizama denk düşmekte ve bu­
nu açıklamaktaydı. Kuran öğretilerine göre lüksün sadece cennette mu­
bah olması nedeniyle, Sultan Ebu Yusuf Yakub ( 1 1 84-1 199) altın ve gü­
Sancak, 1 3 . yüzyılın ilk yarısı, 3,3 x 2,2 Navarra ve Aragon orduları karşısında ezici
bir yenilgiye uğramıştı. Sancaktaki yıldız dese­
müş işlemeli resmi giysileri sattırdı ve kadınların ipekli ya da zengin
metre, Burgos, S. Maria la Real de Huelgas
Manastırı, Ortaçağ Kumaşları Müzesi ni dönemin Kuran tezhibinden alınma tasa­ nakışlı elbiseler giymelerini yasakladı. O zaman kadar Endülüs'te ince de­
Bu sancak bir dönüm noktası olan Las Navas rımlara dayanır. Kuran'dan alıntılar (sure ri şeritlerini yaldızla kaplayarak üretilen altın sırmaların yerini sarı ipek
de Tolosa Muharebesi'yle ilişkilidir. Müslü­ 1 6: 1 1 0- 1 1 2) cihadı över ve savaşçı müminle­
almaya başladı. Öte yandan, Mallorca'da bulunan sayısız mücevher par­
man orduları 1 2 1 2'deki bu çarpışmada Kastil­ re cenneti vaat eder.
ya Kralı Vlll. Alfonso komutasındaki Kastilya, çasıyla dolu bir definenin gösterdiği gibi, büyük miktarda altın biriktirme

268 İ S PANYA VE FAS


yoluna gidildi. Gömüdeki altın küpelerin belirgin besmele ibaresini ve
gümüş bileziklerin, bir inanç sembolü olarak işlenmiş Fatma'nın eli de­
senini taşıması geleneğe sıkı bağlılığı kanıtlar.
Las Navas de Tolosa'da elde edilmiş olan 3,3 x 2 , 2 metre ebatlarında­
ki sancak, Reconquista döneminin en ünlü ganimetlerinden biridir. III.
Fernando'nun Las Huelgas kraliyet manastırına bağışladığı bu sancakta,
orta süs olarak işlenmiş sekiz köşeli yıldız sürekli tekrarlanan el-mülk
("devlet") ibaresiyle birlikte bir tür sembolik sihirli güce sahip bir amb­
lem niteliğini taşır gibidir. Kenarlarda ise zor durumlarda takınılması ge­
reken tutumla ilgili Kuran ayetleri yer alır.
Endülüs'te sayısız dinsel yapılar kuran Murabıtlar ve Muvvahidler dö­
neminde, din devlet düzenini destekleyen özel bir güç kaynağıydı. Buna
uygun olarak Kuran yazımına büyük önem verilirdi. Malaga çıkışlı ve
1 106 tarihli eski bir Kuran yazması, İber Yarımadası'ndan günümüze ula­
şan benzersiz bir örnek olarak Escorial Kraliyet Kütüphanesi'nde saklan­
maktadır.

Yazmalar

1 2 . ve 1 3 . yüzyıllara ait Kuran yazmaları neredeyse istisnasız parşömen­


dir; yaklaşık kare formatındaki sayfaların kenar uzunluğu en fazla 20 san­
timetredir. Hattatlar pahalı parşömeni ekonomik kullanmak amacıyla,
"Endülüsi" denen zarif minyatür el yazısıyla çalışırdı (Doğu İslam ülkele­
rinde parşömenin yerini kağıt almıştı). Kenarlarda sürekli yinelenen yal­
dızlı palmiye hasırı yapraklarının yanı sıra, metnin başındaki ve sonun­
daki muhteşem süslemeli sayfalar Kelamıkadim'in değerliliğini vurgular.
Tezhip ustalarının standart motifleri arasında çokgen desenlerle çevrili
yıldız motifleri vardı. Bunlar yazılı malzemeleri saklamak için kullanılan
ahşap kutuların üstüne de özenli kakma işleriyle aktarılırdı. Çoğu kez Hz.
Muhammed'e ve ailesine bir duayla birlikte arka kapağa işlenen basım
bilgilerinden de anlaşıldığı üzere, Kurtuba, Malaga, Valencia ve İşbiliye
önde gelen Kuran yazım merkezleriydi.
Aynı sıralarda, Cluny başkeşişi Petrus Venerabilis'in talimatıyla Ku­
ran'ın ilk Latince tercümesi yapıldı. İslam doktrininin temel akidelerinin
"kafirler" tarafından anlaşılması için, Peygamber'in hayatına, ilk halifele­
re ve bir Müslüman ile bir Hıristiyan arasındaki tartışmaya dair kitaplar
da çevrildi.
Hıristiyanlar Reconquista yoluyla bazı İslam kütüphanelerine toptan
sahip oldu. Hıristiyanların daha 1085'te ele geçirdiği ilk kent olan Tole­
do'da Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan toplulukların dostça bir arada ya­
şamasını sağlayan "Convivencia" ortamı sayesinde ünlü Tercüme Okulu
ortaya çıktı. Bütün Avrupa'dan bilginler orada toplanarak, İslam dünyası­
nın her kesiminden Arapça metinleri çevirirdi: Antik çağdan kalma felse­
fi eserler ve bunlara ilişkin yorumlar, ayrıca tıp, matematik, fen ve İslam
tasavvuf edebiyatı üzerine kitaplar. Bunlar arasında tıp, matematik ve ast­
ronominin geliştiği Endülüs'ten gelen birçok bilimsel eser de vardı. En
başta matematikçi Mesleme el-Mecriti'nin Kurtuba'daki okulundan mezun
olan astronomiciler büyük şöhrete ulaştı. Usturlap yapımcıları Muhammed
bin es-Seffar ve İbrahim bin Said es-Sehli icat ettikleri çok sayıda ölçüm
Madalyonlu kumaş, muhtemelen Deseni birleştiren kesişmeli dairelerin için­
aletleriyle, es-Sehli ayrıca gökyüzü küreleriyle ünlüydü. İbnü'z-Zerka­
Endülüs çıkışlı, y. I 1 00, Boston, de, ipeğin üretim yerinin Bağdat olduğunu
le'nin adını duyurmasını sağlayan Tuleytule astronomi cetvelleri daha son­ Güzel Sanatlar Müzesi belirten bir Küfı yazı yer alır. Ne var ki, do­
ra Latince'ye tercüme edildi ve herkesin hizmetine sunuldu. Piskopos Pedro de Osma'nın (ö. 1 1 09) Bur­ kumanın yapısı ve bir ipek nüvenin çevresine
Diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi, Endülüs'te de minyatür resimle­ go de Osma Katedrali'ndeki mezarından sarılmış yaldızlı deriden oluşan altın sırma,
alınmış olan bu madalyonlu kumaşta, iki üretim yerinin, Bağdat'tan ithal edilen ku­
rin yer aldığı elyazması kitaplar hazırlanırdı. Ancak, bu uğraşın Müslüman sfenks ana motifi oluşturur ve kenarlarda iki maşların taklit edildiği Endülüs olduğuna işa­
bağnazların böyle kitapları sürekli yakmasından olumsuz etkilendiği ve grifon arasındaki bir insan figürü görülür. ret eder.

MURABIT VE M UVVA H İ D D Ö NE M L E R İ N D E B E ZE M E SANATI 269


!!2·

· ·:}'

Sağda: Kuran'dan bir sayfa, İşbiliye,


1 227, Münih, Bavyera Devlet
Kütüphanesi
Endülüs ve Fas'ta Kuran'lar 1 4. yüzyıla
kadar pahalı parşömene yazılırdı. Bu gö­
rece küçük yazmalar çoğu kez yıldızlar­
dan oluşturulmuş örgülü süslerin bu­
lunduğu muhteşem bezeme sayfaları
içerir; bu süslerdeki geometrik kurallar
evrenin düzenini yansıtır. Yazmanın so­
nunda ne zaman ve nerede hazırlandığı­
na dair ayrıntılı bilgiler yer alır. Birçok
Kuran bugüne kadar varlığını sürdür­
müş olmasını, İber Yarımadası'ndaki
son Müslüman devletin çöküşünden he­
men sonra yazılmış olmasına borçludur.
Devlet adamı Johann Albrecht Wid­
manstetter'in ( 1 507- 1 557) elde ettiği
ve daha sonra Bavyera Devlet Kütüpha­ ;. ....
nesi'ne verdiği iki Kuran yazmasından
biri l 227'de İşbiliye'de hazırlanan bu ·:ııı:
...
.· . ı�
.·� . ""'
�.,t
.

nüshadır. .· .. . ·�, · ·

�--_....� -....-:-
:.-7�;
.
\ . ,_,-
, _ -:
, .,�-,,-,.,. --
. ;'--
. .-- -
. ...�
. ..
� -� ..�--
Muvvahid yönetimi altındaki son hadiseyle sekteye uğradığı anlaşılmak­
..... .
'.> ' l'l
.-. �· i ...

tadır. İşbiliye çıkışlı olduğu sanılan "Bayad ile Riyad" kitabı günümüze
ulaşan 14 minyatürüyle İslam kitap tezhibinin en eski örneklerinden bi­
ridir. Tüccar Bayad ile hizmetçi Riyad arasındaki aşk hikayesini anlatan
bu kitap, geç antik çağın güçlü ifadeli resimlerini hatırlatan çok sayıda fi­
gürlü sahneyi içerir. Bu minyatür tarzı İber Yarımadası'nda çeşitli Musta­
.. }
J rib sanatçıların ünlü kıyamet yorumlarında halk sanatı düzeyinde varlığı­
nı sürdürdü.
Arapça yazmalardaki figürler Müslüman İspanya'nın kır yaşamını ger­
çeğe şaşırtıcı bir yakınlıkla yansıtan bir bağlamda karşımıza çıkar: çiçek
açan bahçeler, herdemyeşil ağaçlar, sudolaplarının kurulduğu şırıltılı de­
reler ve nehirler, bereketli topraklardaki manzaraları izlemeye olanak ve­
ren kafesli pencereleriyle ve nal biçimli kemerleriyle gözetleme kuleleri
(miradores) .

Solda: Nehir kıyısındaki Bayad, "Bayad nın aşina olduğu bir ortamda kendi edindiği
ile Riyad" adlı Endülüs yazması, İşbiliye, bazı izlenimleri de aktarmıştır. Riyad'a duy­
y. 1 200, Roma, Vatikan Papalık Kütüphanesi duğu aşkın boşa çıkmasının kederiyle nehir
Bu Endülüs nüshasından bilinen "Bayad ile kıyısına çökmüş Bayad'ı konu alan bu minya­
Riyad" adlı aşk hikayesinin konusu Doğu Ak­ türde, kafesli pencereleriyle tipik gözetleme
deniz' de geçer. Ressam dönemin Suriye ve kuleleri ve dönemin sulama teknolojisinin
Mezopotamya kitap süsleme sanatına özgü dayandığı ahşap sudolapları görülüyor.
önemli kompozisyon unsurlarını benimse­
melde birlikte, Endülüs'ün üst sınıf okurları-

Karşı sayfada: Usturlap, Tuleytule, Zaragoza'dan kutsal Mekke ve Medine kent­


1 029/30, Berlin, Bavyera Devlet lerine, hatta Seylan'ın "Yakut Adası"na ve
Kütüphanesi "bilinen dünyanın sınırları"na kadar uzanan
Sabit yıldızları ve gezegenleri gözlemeye yö­ 1 6 kayıtlı yer alır. Usturlabın ön yüzündeki
nelik taşınabilir bir alet olan usturlap, coğra­ kareli harita kıvrık yıldız uçlarıyla 29 yıldızın
fi koordinatları bilinen yerlerde zamanı ölç­ yerini gösterir. Arkada ise burçlar ve bir İs­
mek ve namaz için kıble yönünü belirlemek panyol buluşu olan güneş yılı için ilave ölçek­
19
amacıyla da kullanılabilir. Kurtubalı bilgin ler vardır. Endülüs'ün alet yapımcıları astro­
M uhammed bin es-Seffar'ın Tuleytule'de nomi açısından kusursuz işleyişe değil,
imal ettiği bu örnek dokuz gömme diskten sanatsal üsluba da özen gösterirdi.
oluşur. Bu disklerde Kurtuba, Tuleytule ve

270 İ S PANYA VE FAS


Gırnata N asrileri

Tarih
Markus Hattstein

Batı Avrupa'daki son İslam III . Fernando'ya bağlılığını bildirdi ve hat­


emirliği ve Nasrilerin yükselişi ta 1 248'de İşbiliye'yi ele geçirmesine yar­
dımcı oldu. Emirliğinin bekasını güvence
Batı Avrupa'daki son İslam devleti olan altına almak amacıyla, daha tahttayken
Gırnata'nın Nasri emirliği her zaman ta­ oğullarını ardıl olarak belirledi. Ocak
rihçileri büyülemiş ve Romantik dönem­ 1 273'te öldüğünde, emirlik içindeki düş­
den beri Avrupa'nın Doğu'ya yönelik il­ manlarını ve rakiplerini bertaraf etmiş, asi
gisine ilham kaynağı olmuştur. Erken bir soyluların gücünü denetim altına almıştı.
evrede savunmaya çekilmek ve varlığını Emirliğin kurucusunun en büyük oğ­
sürdürmek için daima mücadele etmek lu II. Muhammed'in döneminde (1 273-
zorunda kalan bu emirliğin önemi sade­ 1 302) Gırnata'daki iktidar ve idari yapı
ce 250 yıl boyunca kendi gücüyle ayak­ daha da pekişti. Önce Hıristiyanlarla itti­
ta durmasından değil, iç çekişmelere ve fak politikasına son veren II. Muhammed,
dış dünyadan gelen çeşitli saldırılara rağ­ Endülüs'te üsleri bulunan Faslı Meriniler­
men rafine Endülüs-Arap kültürünün son le bir pakta girdi ve Güney İspanya'daki
kalesi olmasından kaynaklanır. çeşitli kentleri onlarla ortaklaşa yönetti.
Daha önce taşrada önemsiz idari ma­ Başlangıçtaki gayesi İspanya ve Kuzey
kamlarda bulunan Nasri ailesi, İspan­ Afrika'daki bütün Müslümanları Recon­
ya'da Muvvahid iktidarının 1 229'dan quista'ya karşı birleştirmekti.
sonra çöküşe yüz tutmasından yararlana­ Ne var ki, Merinilerle kurduğu ittifak,
rak yükseldi. Bu ortamda bir dizi yerel Malaga için mücadele sırasında bozuldu .
yönetici ve vali tekrar küçük, ama çok kı­ Merini vasallarının başta olduğu bir geçiş
sa ömürlü emirlikler kurdu . Benu'l-Ah­ döneminden sonra, bu kent uzun bir ku­
mer kabilesinin başı olarak ata soyunu şatmanın ardından 1 279'da tekrar Nasri
Peygamber Muhammed'in sahabelerin- yönetimine girdi. Böylece II. Muhammed
den birine doğrudan dayandırabilecek Meriniler ile Hıristiyan krallar arasındaki
konumda olan Muhammed bin Yusuf bin Nasr da Jaen eyaletindeki Ar­ güçlü bir ittifakla karşı karşıya kaldı; ama düşmanlarının iç kavgalarından
jona'nın valisiydi. 1. Muhammed adıyla 18 Nisan 1 232'de kendisini Arjo­ ustalıkla yararlanarak bunu savuşturdu . 1 290'dan sonra Merinilere karşı
na sultanı ilan etti, hızla yayılarak Jaen, Guadix ve Baza'yı nüfuz alanı içi­ Hıristiyan krallıklar ittifak oluşturdu . Hıristiyan Kral XI. Alfonso sonunda
ne aldı. Mayıs 1 237'de Gırnata'yı emirliğinin başkenti yaptı. Merinileri güney kıyısından sürdü ve İspanya'daki bütün üslerini bırak­
Fas'taki Merinilerin yanı sıra Hıristiyan krallıklarla taktik bakımdan maya zorladı.
ustaca bir ittifaklar politikası izleyen 1. Muhammed, bazı kentleri boyun II. Muhammed siyasal açıdan babası gibi kurnaz ve uzak görüşlüydü;
eğmeye zorlayarak ve diğerlerini askeri güçle alarak emirlik sınırlarını ge­ Gırnata emirliğini güçlendirmek için çeşitli ittifaklara girdi. Denetimi al­
nişletti. Mevcut güç ilişkilerini kurnazca değerlendirerek, Kastilya Kralı tındaki bölgeyi Kastilya'nın bazı kesimlerini de kapsayacak şekilde geniş-

Karşı sayfada: Elhamra'daki Aslanlı ha çarpıcıdır. İnce işlemeli mozaik çinileri Yukarıda: Magribi hükümdar med 250 yıldan fazla süren Gırnata emirliği­
Avlu'nun revakları kullanarak yaratılmış bitkisel ve geometrik Elhamra'daki Adliye Salonu'nda (Sala de la nin temellerini attı. Hanedan, her ikisi de El­
Gırnata, 1 4. yüzyıl bezemeler arasında ithaflar içeren hat şerit­ Justicia) deri üstüne yapılmış bir tavan res­ hamra'nın sanatsal mimarı ve tasarımcısı sa­
Y. Muhammed'in inşa ettirdiği Aslanlı Sa­ leri ve madalyonlar, Kuran' dan ayetler ve Al­ minden detay yılan 1. Yusuf ve V. Muhammed'in başta
ray'ın avlusu Elhamra'nın en ünlü kısmıdır. lah'a dualar sayılabilir. Son derece sade yapı­ Oval tavandaki resimlerin Gırnata'nın ilk on olduğu 1 4. yüzyılda kültürel doruğuna ulaştı.
Revakların ve hemen önündeki kameriyenin ların zengin bezemelerle işlenmesi İslam Nasri hükümdarını temsil ettiği öteden beri
gösterişli süslemeleri, Aslanl ı Avlu'ya dam­ mimarisinin tipik bir özelliğidir. kabul edilen bir görüştür. 1 3. yüzyılda ilk iki
gasını vuran simetrinin güzelliğinden bile da- sultan, yani 1. M uhammed ve oğlu il. Muham-

G I RNATA NASRİLERİNİN TARİHİ 273


letti. Yerine geçen oğlu III. Muhammed ( 1302-1309) aydın kişiliğine kar­ yeyle nam salmıştı. Gırnata çevresindeki Vega ovasının verimli arazile­
şın, siyasal açıdan beceriksizdi. Merinilerin İspanya'ya bir sıçrama tahta­ rinin yazın yapay yöntemlerle sulanmasından dolayı, birçok değişik seb­
sı olarak kullandığı Fas limanı Septe'yi 1 304'te işgal etmesi, babasının ka­ ze, aşılı meyve ağaçları, zeytin, üzüm, turunçgiller ve hurma yetiştirmek
zanımlarını yok etti. Bu girişim felaketle sonuçlandı; çünkü Gırnata mümkündü . Darı, buğday ve arpa temel besin kaynakları olarak yetişti­
emirliği Meriniler, Aragon ve Kastilya arasında kurulan ittifakla bir anda rilip işlenirken, kıyılarda balıkçılık ve Kuzey Afrika'yla deniz ticareti
üç taraftan kuşatıldı. Bunun üzerine III. Muhammed tahtta indirildi. Ye­ önemli gelir kaynaklarıydı.
rine geçen küçük kardeşi Nasr (1 309- 1 3 1 4) hasımlarına, özellikle Merini­ Vega'nın tarımsal mahsulünden kişisel tasarrufu için önemli bir pay
lere büyük ödünler vererek durumu kurtarmaya çalıştı. alan sultanın ayrıca çok geniş mülkleri vardı; özel mülkiyet ve icar altın­
Onun ardılı I. İsmail ( 1 3 14-1 325) Merinilerle yeni bir ittifak kurdu . daki topraklar gittikçe küçülen parseller halindeydi. Geniş arazi parçala­
Fas'tan gelen Berberi birliklerin yardımıyla 1 3 1 9'da Vega Muharebesi'nde rı müşterek icara veya ortak mülkiyete dayalı bir sistem temelinde işleti­
Kastilya'ya karşı önemli bir zafer kazandı ve böylece Hıristiyanların iler­ lirdi. Kırsal kesimdeki birçok küçük köy ve mezra zamanla gelişerek,
leyişini geçici olarak durdurdu. Ancak, İsmail'in bir suikasta kurban git­ kentsel düzene uygun bir şekilde caminin ve pazaryerinin merkezi oluş­
mesinden sonra, Gırnata bir kez daha savunmaya çekilmek zorunda kal­ turduğu bir yerleşim yapısına kavuştu. Ne var ki, genel refahtan söz
dı ve çocuk yaşta tahta geçen IV. Muhammed'in ( 1 325-1333) yönetimi etmek yanlış olur; çünkü Kastilya'ya ödenen yüksek vergiler halkın sırtı­
altında ağır toprak kayıplarına uğradı. na binen sürekli bir yüktü. Bununla birlikte, dönemin görkemli yapıları
yönetici sınıfların debdebeli yaşamına tanıklık eder. Gırnata emirliğinin
hiçbir sosyal huzursuzluk yaşamadığına bakılırsa, alt tabakaların da ma­
Doruk noktasındaki G ırnata emirliği
kul bir geçim seviyesini yakalayabilmiş olması gerekir.
Gırnata emirliği Elhamra'nın mimarları olarak tanınan I . Yusuf'un ve V. I. Yusuf 0 333- 1 354) kendisini emirlikteki kültürel uğraşlara ve imar
Muhammed'in dönemlerinde doruğuna ulaştı. Kıyı şeridi ile Sierra Neva­ tutkusuna verebilmek için çeşitli barış antlaşmalarına vardı. Daha salta­
da'nın yüksek dağları arasındaki son derece değişken kırsal yapı, emirlik natının başında, Kastilya ve Fas'la bir barış antlaşmasına dönük müzake­
topraklarının çok örgütlü bir tarzda ekilip biçilmesini zorunlu kılmaktay­ reler yürüttü ve 1 336'dan itibaren Aragon'la yakın diplomatik ilişkileri
dı. Andalusia'ya denk düşen bu bölge o dönemde tarımın ulaştığı sevi- sürdürdü . Ancak, 1 340'ta bir ittifak oluşturan Kastilya ve Portekiz, onu

G ırnata'nın
Planı
Rabadü"l-Beyda

Huescar
• Elbeycin (Albaicin)

/)
t ;.;u,
(l,Ollly•J Guadix


___i_J
!Jıı:. ena

Velefıque

r•
Tanca
/

/ • Fez

Nasri toprakları

274 İ S PANYA VE FAS


Tarifa'da yendi. Emirliğin güney ucundaki Algeciras'taki hisar 1 342'de
Kastilyalılar tarafından kuşatıldı ve iki yıl sonra teslim olmak zorunda kal­
dı. Buna rağmen, Yusuf 1 344'te Kastilya'yla on yıllık bir barış antlaşması
imzaladı ve bu barış döneminden yararlanarak önemli imar planlarını uy­
gulamaya girişti . 1 348'de Elhamra'yı genişletmeye yönelik kapsamlı çalış­
maları başlattı ve zamanla emirliğin en büyük mektebine dönüşen Gırna­
ta Medresesi'ni açtı.
Ekim 1 354'te bir muhafızının suikastına uğrayarak ölen Yusuf'un ye­
Elhamra'da bulunmuş vazo, rine oğlu V. Muhammed ( 1354- 1359 ve 1 362-1391) tahta çıktı. Malaga li­
1 4- 1 5. yüzyıl, G ranada, Ulusal İspanyol
manının 1 3 59'da Hıristiyan donanmasına kaptırılması yeni sultanın bir sa­
Müslüman Sanatı M üzesi
Değerli sanat nesnelerinin üretimi sa­ ray ayaklanmasıyla devrilmesine ve Fas'a sürülmesine yol açtı. Gırnata
dece emirlik sarayını zenginleştirmekle tahtına dönüşü üç yılı bulan V. Muhammed, 1 370'ten sonra Fas ve Hıris­
kalmaz, Gırnata'nın Doğu'daki ve Ku­ tiyan İspanya'yla sıkı ittifaklara dayalı bir politika sayesinde uzun bir ba­
zey Afrika'daki İslam emirlikleriyle,
özellikle de Fas'taki Merinilerle yoğun
rış dönemine girilmesini sağladı. Aynca, Kahire'deki Memlüklarla iyi dip­
mal ticaretine de canlılık katardı. Tasa­ lomatik ilişkiler kurması ticaretin gelişmesine katkıda bulundu .
rımı klasik amforalara dayanan bu ka­ İmar işlerine büyük ilgi duyan V. Muhammed, kapsamlı inşaat çalış­
natlı vazoda mavi bir zemin üstünde
malarının büyük bölümünü esas olarak ikinci saltanat döneminde yürüt­
abartılı hatlarla çizilmiş iki narin yaldızlı
ceylan görülür; birbirlerine doğru iler­ tü ve bugün bildiğimiz haliyle, taş duvarlarına onu övücü dizeler oyul­
leyen hayvanları bitkisel ve geometrik muş olan Elhamra kompleksini yarattı. V. Muhammed'in hükümdarlığı
motifler kuşatır. Vazoyu çepeçevre sa­ Nasri sanatının ve kültürünün doruğuna ulaşmasına sahne oldu. Gırnata
ran ortadaki şeride "saadet ve refah"
duaları kazınmıştır. din açısından muhafazakar-gelenekçi İslam mezhebi Malikiliğin bir kale­
siydi. Emirliğin medreselerinden birçok seçkin gelenekçi fıkıh alimi ye-

1 232 Muhammed bin Yusuf bin Nasr 1 304 Nasriler Septe'yi aldı 1 42 1 Papanın çağrısı üzerine Malaga'nın ( 1 487), Guadix ve
kendisini 1. M uhammed adıyla Nasrilere karşı girişilen Haçlı el-Meriye'nin ( 1 489)
1 309 111. Muhammed ( 1 302- 1 309) bir
Arjona'nın sultanı ilan etti seferi fetihleri izledi
saray ayaklanmasıyla devrildi ve
1 237 G ırnata ele geçirildi ve Nasri yerine kardeşi Nasr ( 1 309- 1 3 1 4) 1 43 1 Vega ovasındaki "De la 1 486 Xll. Muhammed Gırnata'ya
emirliğinin başkenti oldu geçti; Meriniler Septe'yi geri aldı Higueruela" Muharebesi; döndü
Gırnata il. juan'ın birliklerince
1 246 Nasriler Kastilya Kralı ili. 1319 1. lsmail'in ( 1 3 1 4- 1 325) 1 492 Xll. Muhammed teslim oldu ve
kuşatıldı
Fernando'nun üstünlüğünü yönetimi altında Nasriler Gırnata'yı H ıristiyan krallara
tanıyarak bağlılık bildirdi Gırnata yakınındaki Vega 1 464- 1 482 Ebu'l -Hasan Ali'nin (Mulay teslim etti
M uharebesi'nde Kastilyalılara Hasan) dönemi;
1 248 1. Muhammed Kral 1 483- 1 485 ikinci dönemi
yenildi
ili. Fernando'nun İşbiliye'yi ele
geçirmesine yardım etti 1 325- 1 333 iV. Muhammed'in dönemi 1 469 Aragon Kralı Fernando ile
Kastilya Kraliçesi lsabel'in
1 273- 1 302 il. Muhammed'in saltanat 1 333- 1 3 9 1 1 . Yusufun ( 1 333- 1 354) ve V.
evliliği Hıristiyan İspanya'nın
dönemi Muhammed'in ( 1 354- 1 359 ve
birleşmesinin yolunu açtı
1 362- 1 39 1 ) yönetimi altındaki
1 274-1 275 Nasriler ile Meriniler arasındaki kültürel altın çağ 1 470 M uhammed ez-Zagal Malaga'da
ittifak sonucunda Meriniler Ebu'l-Hasan Ali'ye karşı isyan
Tarifa ve Algeciras'ı ele geçirdi 1 340 Kastilya-Portekiz birlikleri
bayrağın ı açtı
Tarifa'da Nasrileri yendi
1 278 Malaga'daki Benu Eşkilula 1 483 Nasriler Kastilya'ya yenildi;
hanedanı Merini yönetimi altına 1 344 Algeciras Kastilya'nın eline
Boabdil olarak bilinen Xll.
girdi geçti; Nasriler Kastilya'yla on
Muhammed ( 1 482, 1 486- 1 492)
yıllık barış
1 279 Nasriler Malaga'yı geri aldı tutsak düştü;
antlaşmasına vardı
serbest bırakıldıktan sonra
1 280-- 1 28 1 Gırnata'ya karşı Benu Eşkilula, 1 362 Kastilya kralının yardımıyla Katolik kralın vasalı olarak
Kastilya ve Meriniler ittifakı V. Muhammed Gırnata'yı geri Guadix'te hüküm sürdü
1 288 Guadix'i Nasrilere kaptıran almayı başardı
1 485 Muhammed ez-Zagal iktidara el
Benu Eşkilula hanedanı Kuzey 1 369 Nasriler Algeciras'ı geri aldı koyarak Xlll. M uhammed adıyla
Afrika'ya çekildi tahta çıktı; Kastilyalılar
1 392- 1 408 Vll. Muhammed'in dönemi
1 295 Kastilya'ya karşı Nasri saldırısı Ronda'yı ele geçirdi; bunu
1 408-- 1 4 1 7 ili. Yusufun dönemi

GIRNATA NASRİLERİNİN TARİ H İ 275


I. Yusuf'un hizmetine 1 340'ta katip olarak giren ve hızla yükselen İb­
nü'l-Hatib ( 1 3 1 3- 1375) tanınmış bir tarihçiydi. 1 3 59'da Fas'a sürgün edi­
len V. Muhammed'e eşlik etti, onun dönüşünde 1 362-1371 arasında en
yüksek makam olan vezirlik görevini yürüttü. Dönemin İbn Haldun gibi
büyük bilginlerini tanıyan biriydi ve geride 60'ı aşkın eser bıraktı.
Veziri İbnü'l-Hakim er-Rundi gibi seçkin bir şair olan III. Muham­
med'in döneminde şiir özellikle teşvik gördü. I . Yusuf daima şairleri et­
rafında tuttu ve V. Muhammed'in yönetimi altında saray içinde güçlü ede­
bi çevreler ortaya çıktı. Başta V. Muhammed olmak üzere hükümdarları
övücü kasidelerin yanı sıra, geleneksel Arapça tevriye üslubunda yergi­
ler ve şiirler yazıldı. Şiirleri Elhamra'nın duvarlarını da süsleyen İbn Zem­
rek ( 1333-1 393) gibi bazı önemli şairler, Gırnata Medresesi'nde öğretilen
edebi üslubu belirledi. Nasri hanedanının Sultan III. Yusuf gibi birçok
mensubu şiirleriyle ünlüydü . Fas'la ve Mısır'ın Memlüklarıyla canlı bir
kültürel ve düşünsel alışveriş vardı. Birçok bilgin ve şairin çeşitli sarayla­
ra uğraması, bu kültürel ortak yaşamı pekiştirdi.

Siyasal gerileme ve çöküş


V. Muhammed'in ölümünden sonra, Kastilya orduları Nisan 1 394'te tek­
rar Nasri emirliğine saldırdı; ama siyasal bakımdan son güçlü Nasri hü­
kümdarı olan savaşçı VII. Muhammed (1392-1408) karşısında kesin yenil­
giye uğradı. III . Yusuf'un döneminde (1408-1417) Kastilya'nın sürekli
baskısı daha da arttı ve Gırnata 1 4 10'dan itibaren Hıristiyan hükümdarla­
rın görece güçlü ittifakıyla karşı karşıya kaldı.
Emirlik 1 4 1 7'den sonra iç siyasette kalıcı bir kriz bataklığına saplan­
dı. Emirlerin kısa sürelerle başta kaldığı, sürekli kavgaya tutuştuğu ve ik­
tidardan düşünce Hıristiyanların ve değişen ittifakların yardımıyla tekrar
tahta döndüğü bir dönem başladı. Bunlardan biri olan IX. Muhammed
1419-1447 arasında tam dört sefer başa geçti. Hıristiyan krallıkların ikti­
dar ittifaklarına yardımı pahalıya patladı ve zayıflayan emirlikten sürekli
yeni ödünler koparmalarına neden oldu. Müslüman birliklerin 1431 'de
uğradığı ağır yenilginin ardından, Hıristiyan krallar Gırnata bölgesine sis­
tematik bir sızma harekatına yöneldi. Hatta Kastilya Kralı II. Juan Hazi­
ran 1 431 'de Gırnata kent surlarının eteğindeki Elvira'ya kadar ilerledi. Ro­
Sultan, Filippo Baratti, 1 872, yağlıboya, da bulundu. 1 832'de yazdığı The A/hambra'da ma'daki papa daha 1421 'de Hıristiyanlık alemini Gırnata'ya karşı bir Haçlı
özel koleksiyon tarihsel kayıtları Doğu'dan alınma motiflerle seferi düzenlemeye çağırmıştı. Nasri yönetiminin son bulması artık an
Yıllarca unutulduğu ve bakımsız kaldığı için ve romantik efsanelerle birleştirerek, Magri­ meselesiydi.
neredeyse harabeye dönen Elhamra, Ro­ bilerin Gırnata'sını duygusal bir dille yücelt­
mantik çağda yeniden keşfedildi ve Do­ ti. Birçok tarihsel resim ve kitap çizimi onun IX. Muhammed'in taht kavgalarının yarattığı anarşi 1 440'larda doruk
ğu'nun egzotik ve sözde şehvet dolu havası­ öykülerine dayanır. noktasına çıktı. Bu dönem Endülüs soylularının ayaklanmalarına ve güç­
na dönük Avrupa özlemlerinin bir odak lü Beni Sirac sülalesinin Elhamra surları içinde kanlı biçimde yok edilme­
noktası haline geldi. Amerikalı yazar Was­
sine de sahne oldu. Artık çeşitli kollara bölünmüş olan baştaki haneda­
hington lrving gezi anlatılarıyla ve öyküleriy­
le bu duygunun gelişmesine en büyük katkı- nın aynı ölçüde güçlü sultanları 1450'lerde iktidar için kapıştı ve durum
hızla kaotik bir hal aldı. Gırnata'nın varlığını koruyabilmesinin tek sebe­
bi aynı dönemde Kastilya'da anarşinin hüküm sürmesiydi. Sondan bir ön­
tişti; Gırnata'da bir süre kalan dünya gezgini İbn Battuta'nın ve Vezir İb­ ceki Nasri emiri olan ve Mulay Hasan olarak da bilinen Ebu'l-Hasan Ali
nü'l-Hatib'in eserleriyle edebiyat da bir yüksek düzeye ulaştı. ( 1 464-1482 ve 1 483-1485) , Gırnata'nın içine düştüğü durumu düzeltip bir
Gırnata'da kurulan medrese bilimlerin gelişmesine büyük bir hız ka­ ölçüde düzeni geri getirmeyi başardı. Özellikle askeri yapıyı yeniden dü­
zandırdı ve buradan yetişenler çok sayıda tefsir, tarihsel eser ve antoloji zenleyerek emirlik sınırlarını son defa istikrara kavuşturdu ve Malaga'ya
kaleme aldı. Reconquista yüzünden kaçmak zorunda kalan önemli gele­ 1470'te yerleşmiş olan kardeşi Muhammed ez-Zagal'ın ayaklanmasını
neksel tıp ve astroloji okulları Gırnata'ya yerleşti. Bu okullarda Hipokrat bastırdı. Hıristiyan krallıklarla yeni müzakerelere girişerek daimi sefirlik­
ve Galenos üzerine tefsirlerin yanı sıra, yeni cerrahi ve farmakoloji külli­ ler kurdu ve "Katolik Hükümdarlar" olarak bilinen Aragon Kralı Fernan­
yatları hazırlandı. Gırnata'yı 1 348'den sonra birkaç dalga halinde kasıp do ile Kastilya Kraliçesi Isabel'in 1 469'daki evliliğiyle iki Hıristiyan kral­
kavuran büyük veba salgınının doğal sebeplerini daha derinlemesine lığın birleşmesinin yarattığı tehlikeyi kavradı.
araştırmaya yönelik girişimlerde bulunuldu . Gırnata emirliğinin ya da sultanlığının yıkılışı, özellikle Washington
Irving'in öykülerinin etkisiyle, 19. yüzyıl romantik edebiyatının gözde bir

276 İ SPANYA VE FAS


konusu haline geldiği için, tarihsel olguları romantik süslemelerden ayır­
mak zordur. Magribi Gırnata'nın çöküşünü Mulay Hasan'ın aristokrat bir
Hıristiyan kadına duyduğu aşka bağlamak yazarların hoşuna giden bir te­
madır.
İşin aslına bakılırsa, sarayda Fatma Sultan ile Hıristiyan cariye Sürey­
ya arasında bir iktidar mücadelesi vardı. Dahası, Mulay Hasan tahta ve­
raset hakkı açısından, Süreyya'nın çocukları lehine daha büyük oğulları­
nı bir yana itme niyetindeydi. Mulay Hasan'ın İspanyollarca Boabdil (asıl
adı Ebu Abdullah'ın bozulmuş bir biçimi) ya da El Rey Chico ("Küçük
Kral") olarak anılan en büyük oğlu XII . Muhammed, babasının Temmuz
1 482'de Loja seferine çıkmasından yararlanarak, Hıristiyanların ve bazı
soylu Arap ailelerin yardımıyla tahtı ele geçirdi. Böylece baba ile oğul ara­
sında başlayan iç savaş, emirliğin kalan gücünü de tüketti. Nisan 1 483'te­
ki Lucena Muharebesi'nde Hıristiyanlar tecrübesiz Boabdil'i tutsak aldı ve
Mulay Hasan tekrar tahta çıktı. Onun iki yıl sonra ölmesi üzerine, karde­
şi ez-Zagal, el-Meriye'de XIII. Muhammed olarak iktidara el koydu.
Bu durum 1 484'den beri Gırnata çevresindeki topraklarda sürekli iler­
leyen, Boabdil'i elinde esir tutan ve son derece kurnaz olmasıyla tanınan
Aragon Kralı Fernando için bir fırsat yarattı. Boabdil Katolik Hükümdar­
lar'ın bir vasalı konumuna düşmesini getiren ödünler ve yüksek meblağ­
lı bir para karşılığında serbest bırakıldı. Mart 1 486'da bir kez daha çıktı­
ğı Gırnata'dan amcasına karşı savaşa girişti. Katolik Hükümdarlar bu
arada Gırnata'ya doğru harekete geçti: Ronda 1485'te, Malaga 1487'de ve
Guadix 1 489'da Hıristiyanların eline geçti. Cesur ve savaşçı bir kişi olan
ez-Zagal Aralık 1 489'da serbest geçiş karşılığında el-Meriye'yi teslim et­
meye mecbur kaldı. Birçok Endülüslü Müslüman, özellikle soylu ailele­
rin mensupları Fas ve Mısır'a sürüldü .
Gırnata kenti çevresindeki kuşatma çemberi 1491 'de tamamlandı ve
Boabdil ülkeden çıkışına izin verilmesi koşuluyla teslim oldu. Fernando
ve Isabel 2 Ocak 1492'de hiçbir direnişle karşılaşmaksızın ordularının ba­
şında Gırnata'ya girdiler. Bir kültürel çağ ve bir dönem kapandı. Fas sul­
tanının hizmetine giren ve 1 5 27'den sonraki bir tarihte çarpışırken yaşa­
mını yitiren son Gırnata emirinin trajik kişiliği özellikle 19. yüzyılda
tarihçiler ve yazarların ilgisini çok çekmiştir. O dönemde kendisine her
türlü acımasızlığın ve aşırılığın yakıştırılmasına karşın, şimdi daha çok gi­
rişimleri talihsizlikle sonuçlanan ve artık düşmanlarına karşı kendisini sa­
vunamayan beceriksiz bir hükümdar olarak görülmektedir.
Yeri gelmişken şu hususu da belirtmek gerekir. Gırnata'da kalacak
Müslümanların ve Yahudilerin dinsel vecibelerini yerine getirme hakları
konusunda cömertçe sözler veren Katolik hükümdarlar, bu anlaşmayı
bozarak bir zorunlu vaftiz furyası başlattılar. Ama doğrusu bu, Hıristiyan
İspanya'nın tarihine giren bir konu.

Nasri kılıcı, l S. yüzyıl, Cassel, ez-Zagal'ın Hıristiyanlara karşı yeni askeri ba­
Devlet Sanat Koleksiyonu şarılar kazanmalarına karşın, son Sultan Xll.
Nasri sarayı için yapılan ve iki masalsı yaratı­ Muhammed (Boabdil) l 483'te Hıristiyanlara
ğın başlarının işlendiği zengin süsler taşıyan bu tutsak düştü. Özgürlüğünü ancak büyük
kılıç herhalde çarpışmadan ziyade törensel ödünler vererek elde edebildi ve bundan bir­
amaçlarla kullanılmış olmalıdır. Gırnata hü­ kaç yıl sonra, Ocak l 492'de Gırnata'nın Ka­
kümdarları lber Yarımadası'nda Kastilya'nın tolik Hükümdarlar'ın eline geçmesine yol aç­
askeri üstünlüğünü daha baştan tanımış ve bu tı.
Hıristiyan krallığın vasalı olma statüsünü be­
nimsemişti. l S. yüzyıldaki iç karışıklıklar Gır­
nata topraklarının adım adım elden çıkmasını
getirdi. Savaşçı M ulay Hasan'ın ve Malaga'nın
başında bulunan cesur kardeşi Muhammed

277
Elhamra S arayı
jesus Bermudez L6pez

M imari tarih

Nasri hanedanının Gırnata'daki saray kompleksi Elhamra, genelde İslam


sanatının belki en ünlü örneklerinden biri sayılabilir; ama İber Yarımada­
sı'nda ortaçağ İslam kültürünün zirvesi ve görkemli son perdesi olduğu
kesindir. Elhamra'ya dair görüşümüzü, doruk noktasına ulaştığı 14. yüz­
yıldaki yapılar belirler. Bunlar York Minster, Köln ve Milano katedralleri,
Strasbourg Katedrali, Westminster Abbey, Avignon'daki Papalık Sarayı,
Floransa'daki Signoria Meydanı, Brugge ve Prag belediye meclisi binala­
rıyla aynı dönemde inşa edilmişti. Ne var ki, İslam kaynaklarına bakıla­
cak olursa, Elhamra yapı topluluğunun tarihi ta 9. yüzyıla kadar iner. Gü­
nümüze hiçbir izi kalmamış olmakla birlikte, buraya adını veren "Kırmızı
Hisar"ın varlığını 860 dolaylarındaki bir kayıttan öğrenmekteyiz. Tarihi
saptanabilen en eski Elhamra yapısı 1 1 . yüzyıldan, Alcazaba'nın öncüsü
sayabileceğimiz bir yapının ortaya çıkmasını sağlayan Ziri hanedanı dö­
neminden kalmadır. Surlarıyla ve en eski kuleleriyle Elhamra'nın şimdiki
alanı, İber Yarımadası'ndaki son İslam sultanlığı Nasrilerin yönetimi al­
tında, yani 1 3 . yüzyılın ilk yarısında şekillenmeye başladı. Sultanlık ant­
laşmalara, vasallık ilişkilerine ve askeri seferlere dayanan ustaca bir po­
litikayla Hıristiyan devletlerin yanı başında uzun bir süre varlığını
Elhamra'nın doğudan ve kuzeybatıdan kompleksinde yaşamaları nedeniyle, Elhamra
korurken, kültürel gelişimini daha ileriye götürme becerisini de gösterdi.
görünüşü Nasri hanedanının ( 1 238- 1 492) yönetimi bo­
Elhamra aslında surlarla çevrili bir kaledir. yunca emirliğin hükümet merkezi oldu. Elhamra yakınında bulunan ve sonraki sultanların döneminde birçok
İçinde çeşitli büyüklüklerde ve değişik işlevle­ değişiklik geçiren Cennetü'l-Arife (Generalife) adlı yazlık sarayın inşası
re sahip saraylar, evler, sokaklar ve kuleler Yukarıda: Kalenin doğudan görünüşü
muhtemelen Nasri yönetiminin ilk yıllarında başladı. 1 4 . yüzyıl başların­
vardır. Tasarımı, geçmişi ve şimdiki durumuy­ Aşağıda: Elbeycin (Albaicin) tepesinden El­
la benzersiz bir kenttir. Sultanların saray hamra saray kompleksinin görünüşü da III. Muhammed 0 302-1 309) Medine denen kent merkezinin altyapısı-
Elhamra'nın zemin planı

- � �· · ·
r. . . . . .
�. .

1 M uhafız Kulesi
2 Alcazaba
3 Şarap Kapısı
4 Adliye Kapısı
S V. Kari Sarayı
6 Revaklı Giriş Sarayı
7 Bebekler Kulesi
8 Yaldızlı Oda
9 Mesvar Divanhanesi
1 O Sefirler Salonu
1 1 Mersinli Avlu
1 2 Aslanlı Avlu
1 3 iki Kız Kardeş Salonu
o 50 1 00 1 50 200m
1 4 Sultanlar Salonu
1 S Beni Sirac Salonu

nı kurmaya önemli katkıda bulundu; camiyi, bitişiğindeki hamamı, rev­ yapılmış başlıca katkıdır ve Magribi yapılarla bir tezadı temsil eder. El­
zat denen sultanlık türbesini ve anasokağın (Calle Real) kentten çıktığı hamra'da bir imparatorluk sarayı olarak 1 526'da tasarlanan bu yapı aslın­
yerde "Şarap Kapısı"nı (Puerta del Vino) inşa ettirdi. Nasrilerin asıl saray da hiçbir zaman tamamlanamadı. "Aziz Francisco Manastırı" (Convento
alanı ilk kez I. İsmail döneminde (1314- 1325) imara açıldı. 14. yüzyılın de San Francisco), Adliye Kapısı'ndaki güzel V. Kar! Çeşmesi ve saray
ortaları, I. Yusuf'un 0 333-1 354) yönetimi altında sultanlığın en verimli kompleksine çıkıştaki "Nar Kapısı" (Puerta de !as Gırnatas) da Elhamra'ya
dönemine sahne oldu. Bu sultan "Sefirler Sarayı" (Palacio de Comares), Rönesans katkılarıdır. Cuma Camisi 1 576'da yıkıldı ve yerine inşa edilen
"Adliye Kapısı" (Puerta de la Justicia) ve "Yedi Hikaye Kapısı" (Puerta de S. Maria de la Alhambra Kilisesi 161 7'de tamamlandı.
los Siete Suelos) adlı kent kapılarını ve başka şeylerin yanı sıra, harika
"Esirler Kulesi"ni (Torre de la Cautiva) yaptırdı. Nasri hanedanın altın ça­
Saray kompleksi
ğı hiç kuşkusuz V. Muhammed'in ikinci saltanat dönemiydi ( 1 362-1391).
"Aslanlı Avlu" ya da "Aslanlı Saray" (Patio de los Leones ya da Palacio de Coğrafi bakımdan elverişli konuma sahip yüksek bir platoda yer alan El­
los Leones) olarak bilinen Riyad Sarayı varlığını ona borçludur. Mimari hamra, eteğindeki emirlik başkentini gözetler gibiydi. Gırnata'nın idare
ve duvar bezemesi açısından, bu yapı İslam kültürünün şaheserlerinden ve iktidar merkezi işlevini görmesi itibariyle, tipik İslam saray komplek­
biridir. sine uygun olarak sultanlık ikametgahının ve hükümet binalarının bulun­
Elhamra'nın şimdiki görünümü V. Muhammed'in eseridir; çünkü duğu yerdi. Elhamra, ortaçağ İslam kültürünün belediye mimarisi fikirle­
onun döneminde yapılar bezendi ve daha birçok yeni yapı dikildi. Nasri ri doğrultusunda gelişti. Gırnata'dan bağımsız bir tahkimli kent olarak
sultanları 1 5 . yüzyılda sanatsal yaratıcılıktan ziyade, gittikçe ilerleyen Hı­ düzenlendi; kendi "Medine" si ve dış mahalleleri, değişik büyüklüklere ve
ristiyan ordularıyla uğraşmak zorunda kaldı. Dolayısıyla, bu gerileme dö­ işlevlere sahip 30 kadar kuleyi barındıran yaklaşık 1 .730 metre uzunlu­
neminde hiçbir önemli imar çalışması ve yapı süslemesi açısından hiçbir ğunda surları vardı. Gırnata ve Elhamra birbirlerini tamamlayan, ama
yenilik gerçekleşmedi. Bununla birlikte, gerilemeden önce, VII. Muham­ özerk iki kentti; aralarındaki tek doğrudan temas noktası "Tuğra Kapı­
med (1392-1408) kent surlarında "Bebekler Kulesi"ni (Torre de las Infan­ sı"ydı (Puerta de las Armas). Elhamra'nın karşısındaki tepede kurulu El­
tas) inşa ettirdi ve III. Yusuf (1408-1417) Cennetü'l-Arife'de değişiklikle­ beycin (Albaicin) adlı mahalle ile aşağı kent arasında kalan bu cümle ka­
re gitti ve "Revaklı Giriş" olarak anılan saray alanında kendi sarayını pısı, en önemli bağlantıyı temsil ederdi. Tebaa saray maiyetinin huzuruna
yaptırdı. Hıristiyanlar 1 5 . yüzyılın sonuna doğru kenti ele geçirince, top­ çıkmak, idari meseleleri çözmek, vergileri ödemek veya başka işleri ta­
çu saldırılarına daha iyi dayanmaları için kent surlarını ve başlıca kapı gi­ kip etmek için buradan saray kompleksine girerdi. Özellikle 1 5 . yüzyılın
rişlerini daire biçimli burçlarla berkittiler. Hıristiyan valiler esas olarak ev­ son çeyreğinden itibaren, Hıristiyan ordularınca ele geçirilmiş diğer kent­
lerde ve kentsel yapıda, kendi ihtiyaçlarına uyarlanmalarını sağlayacak lerden Müslüman muhacirlerin gelişiyle Gırnata'nın nüfusu tedricen ve
değişiklikler yaptılar. Şimdiki Reja Avlusu'nda ve Lindaraja Avlusu'nda epeyce arttı. Böylece kendi surları olan yeni bir yerleşim alanı ortaya çık­
görüldüğü üzere, bu çalışmalar sarayları da etkiledi. Avrupa Rönesans mi­ tı ve sonunda Elhamra'yı neredeyse kuşattı.
marisinin bir mücevheri sayılan V. Kar! Sarayı, 1 6 . yüzyılda Elhamra'ya

E LHAMRA S ARAYI 279


Adliye Kapısı Roberto Aleman'nın yaptığı bir Bakire Mer­ Şarap Kapısı munda sağlam kapı kanatları kapatıl ı rdı. Bir
Sultan 1. Yusufun l 348'de yaptırdığı Adliye yem heykeli Hıristiyan krallarca eklenmiştir. Elhamra'nın iç kısmına dikilmiş ilk kapılardan tahkimat olarak gördüğü bu işleve rağmen,
Kapısı, Elhamra'nın dört dış kapısının en bü­ Kapının iç tarafındaki tonozlar büyük yük­ biri olan Şarap Kapısı ( 1 303- 1 309), kale için­ kapı bir resmi köşkü andırır.
yüğüdür. Nal biçimli dış kemerin köşe taşına seklik farklılığını bağdaştırmaya yönelik gös­ de idari görevlilerin ve saray yetkililerinin
bir el resmi oyulmuştur; iç kemerdeki kilit terişli boyalarla kaplıdır. kaldığı Medine adlı kentsel yerleşmeye giriş
deseni gibi, bu da Nasrilerin cephe bezeme­ noktasıydı. İkili bir koruma işlevi vardı; kent
sinde kullandığı sembollerden biridir. Girişin dışından güçlü düşman saldırısı veya Medine
yukansındaki kuruluş yazıtına, 1 6. yüzyılda sakinlerinin sultana karşı ayaklanması duru-

Elhamra surlarının kenti savunmaya yönelik dört ana kapısı vardır. uzantısında, adını mazgallı siperlerinin kalıntılarından alan "Sivri Uçlar
Kabaca eşit aralıklı bu kapılarının ikisi kuzeyde, ikisi güneydedir. Tuğra Kulesi"nin (Torre de los Picos) aşağısında "Dış Mahalle Kapısı" (Puerta
Kapısı ilk kapılardan biri ve muhtemelen Nasrilerin 13. yüzyılda Elham­ del Arrabal) yer alır. Bu taş kapı, sultanın ve maiyetinin diğer taraftaki
ra'da inşa ettirdiği ilk yapılardan biriydi. Kapı girişi Endülüs kale yapımı­ Cennetü'l-Arife'nin süs ve mutfak bahçelerine giderken kullandığı bir
nın ayırıcı özelliklerinden birini sergiler: Geçit daha etkili savunma açı­ gömme yola açılır. Doğuya düşen surların güney kanadında bulunan Ye­
sından dümdüz değil, bir ya da iki dönemeçlidir; bu durum kenti kuşatma di Hikaye Kapısı muhtemelen 1 4 . yüzyıl ortalarında yapılmıştı. Elham­
altına almayı zorlaştırırken, sıkı ve sağlam bir savunma mevzisi kurmayı ra'nın Medine kısmına kapalıydı. Vakayinameler buranın önünde cirit tur­
kolaylaştırır. Zarif yapının ve düzgün orantıların yanı sıra, basit, ama gü­ nuvalarının ve askeri geçitlerin düzenlendiğini belirtir. Bu bakımdan belli
zel taçkapı da dikkate değerdir. Magribi üslubundaki sivri uçlu bir reva­ bir törensel mahiyeti vardı. Napolyon'un orduları 1 8 1 2 'de İspanya' dan çe­
kın üst kısmı, iç içe örülü ve farklı renklerde perdah kakmalı şeritlerden kilirken, bu kapıyı neredeyse tamamen yıktı. Ama eski gravürler sayesin­
oluşan bir frizle bezenmiştir; bu frizi meneviş süslü bir dikdörtgen çerçe­ de aslına oldukça uygun olarak yeniden inşa edildi. Elhamra'nın son dış
ve (elfiz) kuşatır. Kemer üzengileri taştandır. Tuğladan ve sıkıştırılmış kil­ kapısı devasa Adliye Kapısı' dır. Giriş kemerinin yukarısındaki kuruluş ya­
den farklı olarak, bu yapı malzemesinin Elhamra'da dış kapılar haricinde zıtında 1 348'de yapıldığı belirtilir. Köşe taşına oyulmuş kilit deseni Nasri
nadiren kullanıldığı görülür. Geçidin orta kısmında birbirini izleyen üç kapılarında çoğu kez rastlanan bir ikonografik semboldür; büyük dış ke­
odanın yankılı bir tonozu ve yanlarda şemsiye kubbeleri vardır. Bu tonoz merdeki el resmi de aynı şekilde bu girişe görkemli bir çerçeve katar. Ka­
tipinde sıva Nasri mimari bezemesine özgü bir tarzda kırmızı tuğla duvar pının içindeki geçit defalarca kesintiye uğrar ve odalarda nöbetçiler için
örgüsünü andıracak şekilde boyanmıştır. Her iki yanda ve geçidin arka peykeler vardır. Burada da çeşitli tonozların boyalı sıvaları sıradan kırmı­
kısmında nöbetçiler için yapılmış peykeli nişler bulunur. Surların doğu zı tuğla örgüsü izlenimi verir.

280 İ S PANYA VE FAS


Elhamra, surlar içinde kalan bölümüyle yaklaşık 10,5 hektarlık bir ala­ Alcazaba
nı kaplar. Sierra Nevada'nın verimli Vega Ovası'na doğru uzanan Sebike
Şarap Kapısı'nın karşısındaki kuleler ve surlar Elhamra'nın üç bölümün­
adlı eteğinde, deniz seviyesinin 700 metre kadar yukarısında yer alır. Or­
den birini görkemli biçimde kuşatır: Alcazaba adlı hisar. Saltanat kenti
taçağda Vega'da yürütülen tarım ve sığır besiciliği şehrin önemli ekono­
içinde ayrı bir küçük kasabayı andıran bu bölümde ehil askerlerden olu­
mik dayanaklarıydı ve bazı bakımlardan hata öyledir. Kentin inşası sıra­
şan küçük, ama seçkin bir birlik barınırdı. Bütün kompleksi koruyan da­
sında doğal yüzey yapısını değiştirme yoluna gidilmedi. Yapılar büyük
imi muhafızlar burada kalırdı; nöbetçiler surların mazgallı siperlerindeki
çapta toprak taşımaya gerek kalmadan kuruldu; yükseklik farklılıklarına
ve iç kapılardaki mevzilerine bir çırpıda geçerdi. Bütün askeri üsler gi­
ve arazi engebelerine uyum sağlandı ve hatta bazen bunlardan akıllıca is­
bi, Alcazaba da aşağıdaki kenti gözetlemeye ve denetim altında tutmaya
tifade edildi.
stratejik bakımdan elverişli bir yere inşa edilmişti. Bu alan aslında El­
Saray kompleksi üç bölümden oluşmaktaydı. Ortak surlarla korunma­
hamra tepesinin uzun ve çıkıntılı bir koludur. Uzun ve dar bir sokak, Al­
larına rağmen, bunların bağımsız işlevleri vardı. Bölümlerden biri seçkin
cazaba'nın iç kısmını iki mıntıkaya ayırır. Kuzeyde intizamsız biçimde sı­
bir askeri birliğe ayrılmış olan hisar ya da kışla alanıydı. Sürekli nöbet tu­
ralanmış duvar ve tuğla döşeme kalıntıları değişik büyüklükte, ama ben­
tarak bütün kompleksi korumakla görevli bu birlik, her an ve her yerde
zer yapılı on tane evden oluşan bir muhafız kışlası izlenimini verir. Bu
çarçabuk fırlamaya ve etkili biçimde harekete geçmeye her zaman hazır­
binalar Endülüs evlerinin tipik düzenine uygundur. Hisarda olduğu gibi,
dı. İkinci bölüm saray alanı, yani sultanın ve yakın aile çevresinin kaldığı,
çıkıntıları olan tipik avluları vardır; sakinlerin mahremiyetini meraklı
günlük saray yaşamının sürdüğü dairelerin bulunduğu yerdi. Son olarak,
gözlerden korumaya yarar. Küçük iç avlunun ortasında her zaman bir su
küçük bir şehir olan Medine vardı; burada saray görevlileri, idari yetkili­
yapısı bulunur. Bu , küçük bir çeşme, bir taş oluk ya da yere gömülmüş
ler ve sultanın dileklerini derhal yerine getirmeleri öngörülen zanaatkar­
ve alberca olarak bilinen bir küçük bir havuz olabilir. Evin büyüklüğü­
lar kalırdı. Bu üç bölüm sokaklardan ve kapı girişlerinden oluşan karma­
ne bağlı olarak, zemindeki bir ila üç odanın açıldığı iç avludaki dar ba­
şık bir sistemle birbirine bağlanmıştı; ama hükümdarın güvenliği gerekli
samaklı bir merdiven üst kata çıkar. Her evin bir köşeye gizlenmiş hal-
kıldığı zaman birbirlerinden koparılmaları da mümkündü. Bu bakımdan
sokaklar ve kapı girişleri iki yönlü bir işlev görürdü. Normal koşullarda
saray kentinin bir kesiminden diğerine geçişi sağlardı; bir kuşatma ya da Alcazaba aşhane sayılabilir. Bir askeri mıntıkadan bek­
M uhafız Kulesi'nin terası, Alcazaba'nın iç kıs­ leneceği üzere, ancak merdivenle ya da ha­
bir isyan sırasında ise kapıların kapatılmasıyla, sokaklar sağlam biçimde mının güzel bir manzarasını sunar. Temel du­ latla inilebilen yeraltı hücreleri biçiminde
kapatılmış ve çok zor girilebilir alanlara dönüşürdü. Dış kapılardan far�lı varlarının kalıntıları muhafızlara ait evlerin zindanlar da vardır.
olarak, girişleri dümdüz olan iç kapıların büyük ahşap kanatları içeriden ve kışlaların bulunduğu küçük bir mahalle iz­
lenimini verir. Büyüklüğe bağlı olarak, iki kat­
kilitlenerek kapatılırdı. Böyle bir iç kapı girişinin yapısını en iyi yansıtan
l ı evlerin her katında bir ila ü ç oda yer alır.
örnek, dış girişlerden Medine'ye geçişi sağlayan Şarap Kapısı'dır. Hizmet yapıları arasında hamam, sarnıç ve
de ve içinden sürekli suyun aktığı ayrı bir helası vardır. Açıkça görüldü­ Mesvar divanhanesi haline geldi. Zengin çini ve alçı sıva bezeme­
ğü üzere, evlerin girişi ikincil yollar ya da geçitler aracılığıyla dosdoğru Zaman içinde defalarca değişikliğe uğrayan lerinden dolayı bu işleve son derece uygun­
bu divanhane aslında Sultan 1. İsmail'in sara­ du. Hıristiyan fethinden sonra, buraya bir şa­
sokağa bağlanır.
yındaki ilk taht odasıydı. Yapı topluluğunun pel yapıldı.
Anasokağın güneyinde, ayakta kalmış duvarlar benzer özelliklere sa­ l 330'1ardan itibaren genişletilmesiyle birlik­
hip evlere işaret eder; ama bunlar daha tekörnek ve düzenli bir dağılım te, Nasri sarayının kabul ve toplantı salonu
gösterir. Burası ambarların ve muhtemelen genç nöbetçiler için yapılmış
koğuşların bulunduğu yerdir. Alcazaba'nın yerleşim alanını tamamlayan bar yer alır; ama Nasri döneminde ambarı kuleye bağlayan merdiven ar­
diğer yapılar şunlardır: Endülüs kentlerinin ayrılmaz bir parçasını oluş­ tık yoktur. Kulenin başlangıçta mazgallı siperlerle donanmış çarpıcı çatı
turan bir hamam, su ihtiyacını karşılayan bir sarnıç ve ev yemeklerinin terası, Gırnata kentinin belki de en iyi görünüşünü sunar. Orada duvara
pişirildiği bir aşhane. Hiç kuşkusuz, bir askeri mıntıkada zindanlar asılı olan ünlü çan, Hıristiyan fethinden sonra kentteki ve çevre yörede­
(ınazınorras) eksik olamazdı; bunlar Hıristiyanların döneminde meşum ki yaşamın ritmini belirledi ve yüzyıllar boyunca tehlikeli durumlarda
bir nam salmıştı. Bütün gün tarlalarda veya kol gücü işlerinde çalıştırı­ alarm işareti verdi. Gündüz ve gecenin belirli vakitleri, ayrıca kentin Hı­
lan mahpuslar, geceleri yeraltındaki kubbe biçimli ve çapraz kesitiyle ça­ ristiyan birliklerine 2 Ocak 1 492'de teslim oluşunun kutlandığı "Fetih
na benzer bölmelere indirilirdi. Bölmelerin içi genellikle merkezden dı­ Günü" gibi önemli anma günleri de çanın çalınmasına vesile olurdu.
şarıya kollar halinde açılan tuğla duvarlarla küçük hücrelere ayrılmıştı. Ne var ki, Elhamra'nın en büyük kulesi, Nasrilerin 1 3 . yüzyılda inşa
Bu mağaramsı bodrumlar bazen buğday, baharat ya da aletleri saklamak ettirdiği ilk yapılardan biri olduğu sanılan "Biat Kulesi"dir (Torre del Ho­
için ambar olarak da kullanılırdı. Nasri yönetiminin özellikle son yılla­ manaje). Burası muhtemelen Elhamra'nın savunma sistemini yüksek bir
rında zindanlar temel bir öneme sahipti; zira Kastilya'yla on yıllık savaş noktadan yönlendiren ve denetleyen askeri komuta kademesinin kaldı­
sırasında tutsaklar hatırı sayılır bir takas değeri kazanmıştı. Bunların ba­ ğı yerdi. Beş katlı kulede birçok değişik tonoz görülür. Kulenin zemin
şında da Hıristiyan ordusunun üst kademelerine ve hatta kraliyet ailesi­ katındaki ilave bir depolama mahzeni ve küçük podyumlu bir teras da
ne mensup kişiler gelmekteydi. En önemli tutsaklar muhtemelen Alcaza­ sözü edilmeye değer yapılardır. Gırnata çevresindeki dağlarda coğrafi
ba zindanlarında, yani kelimenin gerçek anlamında seçkin askerlerin bakımdan stratejik konumlara kurulmuş hisarlarla ve nöbetçi kuleleriyle
ayaklarının dibinde tutulmaktaydı. görsel sinyal alışverişi bu terastan yapılırdı.
Elhamra'ya dış hatlarıyla kare biçiminde olan, çok uzaktan görülebi­
len ve bir odak noktası izlenimini uyandıran büyük bir yapı hakimdir:
"Muhafız Kulesi" (Torre de la Vale). Kulenin dibinde dört katlı bir anı-

282 İ S PANYA VE FAS


Saltanat sarayları

Elhamra'ya verilen büyük değerin temelinde her ikisi de 14. yüzyılda ya­
pılan Sefirler Sarayı ve Aslanlı Saray yatar. Bu iki yapı 16. yüzyıldan be­
ri, İmparator V. Karl'ın büyük Rönesans sarayı Casa Real Nueva'dan ("Ye­
ni Saltanat Sarayı") ayırt etmek amacıyla Casa Real Vieja ("Eski Saltanat
Sarayı") olarak anılmaktadır. Katolik Hükümdarlar'ın ortaçağ Nasri saray­
larını ikametgahları olarak korumaları, muhteşem dekorlarının keyfini tat­
ma ve vasiyetnamelerinde öngördükleri gibi, "asla unutulmamalarını sağ­
lama" amacına yönelikti. Yüzyıllar boyunca kısmen biçim değişikliğine
uğramış, bakımsız kalmış, yağma edilmiş ve doğanın insafına bırakılmış
olsalar da, yapılarının ve bezemelerinin çoğu hala sağlamdır.
Saraylar da dahil olmak üzere, Endülüs kültürünün bütün yerli mima­
risinde, sade dış cephe ile çevresinde odaların sıralandığı iç avlu çarpıcı
bir tezat oluşturur. Avluya girdiğiniz anda, bütün duyularınızı bir renk,
koku, ışık ve hayal gücü bolluğu sarar. Bu dinamiğin kökleri muhteme­
len "hayme"de, yani Arap uygarlığının beşiği olan göçebe çöl çadırında
yatar. Çadır sakinleri ortadaki açık daireyi çevreleyen daracık mekanda
toplanırdı. Bu ana çadırın çevresinde belirgin bir düzeni izlemeksizin baş­ ra'nın muhtemelen 14. yüzyıl başında yaptırılan ilk taht odasıydı. Hıristi­
ka çadırların kurulmasıyla bir oba yaratılırdı. Farklı bir ölçekte olmak üze­ yan fethinden sonra, bir şapel olarak kullanıldı. İktidarı ve üstünlüğü ifa­
re, aynı ilke Elhamra'nın yerleşim alanlarına, evlerine ve hatta sarayları­ de eden çeşitli bezeme üslupları içeriye giren kişilerde huşu duygusu
na da temel oluşturur: Surlar içinde yeterli mekan bulunduğu sürece, uyandırmış olmalıdır.
yapılar birbirine eklenmiş veya üst üste bindirilmiştir. Bu resmiyet alanının ardında, heybetli Sefirler Sarayı'nın cephesi ya­
Sarayların idari işlevi, bölmelere ayrılma düzenlerinden anlaşılabilir. rı kamusal idari alan ile mahrem konut alanı arasında bir sınır oluşturur.
Bu tasarım hiyerarşik bir düzene göre kümeleştirilen bir dizi avluyla baş­ Ama bu sınır genellikle esnektir. 1 370'te inşa edilen cephe, Gırnata Nas­
ladı ve böylece saraya giriş izni olanların avludan avluya geçişlerine kı­ rilerinin süsleme sanatını enfes biçimde özetler: Alçı sıva panolara oyul­
sıtlamalar getirildi. Hiyerarşinirı uç noktasında vezirler heyetinin emirliğe muş geometrik desenler, yazıtlar ve süs bitkileri (ataurique ["ağaç yap­
ilişkin önemli kararlan aldığı Mesvar divanhanesi vardı. Burası Elham- raklanması" anlamındaki et-tevrik'ten türetme bir terim]) cepheyi uyumlu
orantılara ayırır. Bunları Elharnra marangozluk sanatının bir şaheseri olan
çıkıntılı bir çatı taçlandırır. Cephe yapı bezemesinin gelişiminde varılan
yüksek bir noktayı ifade eder. Parlak renklerin günümüzde neredeyse ta­
mamen solmuş olmasına karşın, bezemelerin görkemli karakteri hala açık
seçik görülür. Sultan cephenin önündeki basamaklara oturduğunda etra­
fa bir otorite havası saçardı; sanki hayali bir saltanat sayvanından bende­
lerine adalet dağıtırmış gibi görünürdü. Bu ihtişamın ardında önce karan­
lık ve dolambaçlı bir koridor yer alır; koridorun sonunda şimdi Mersinli
Avlu olarak anılan iç avlunun baş döndürücü yan kanadına varılır. Avlu­
nun odak noktası temel bir mimari unsur olarak öne çıkan uzun bir ha­
vuzdur; çevredeki yapıların dingin su yüzeyine yansıması bir ferahlık iz­
lenimi uyandırır. Avlunun dar kenarlarında iki çeşmeden akan su,
köşelerdeki küçük oluklardan dışarıya çıkar. Su dolaşımı öylesine pürüz­
süz işler ki, bir ayna kadar düz bir su yüzeyi yaratır. Arap şairler bu ha­
vuzu "umman" diye nitelendirirlerdi. Şimdi mersin çalılarının dikili oldu­
ğu yerde, eskiden suyun bir kısmı havuzun uzun kenarlarından daha
aşağıda kalan çiçek tarhlarına aktarılır ve böylece sulama işlevini görür­
dü: Karmaşık ve güzel bir su sistemi. Bu avlu düzenlemesi Nasri mimari­
sinin tipik özelliğidir; yapıların, her zaman ortasında bir su kaynağı bu-

Sefirler Sarayı'nın ana cephesi özel olarak değinilmeyi hak eder, çünkü lslam
V. Muhammed l 370'te Sefirler Sarayı'nın Yal­ marangozluğunun bir incisidir. Başka avluları
dızlı Oda'ya bakan cephesinin bezenmesi em­ ve salonları da süsleyen renkli çini panolar (çi­
rini verdi. Sağdaki kapı sarayın mahrem daire­ zim yukarıda) tekrarlanan bir motife dayanı r.
lerine, soldaki kapı ise Sefirler kompleksinin 1 4. yüzyılda sultanlar bu heybetli arka deko­
resmi salonlarına açılırdı. Kapı aralığının yuka­ run önünde uyrukların ı huzura kabul ederdi.
rısındaki bir yazıtta yer alan "Methal im bir yol
çatalıdır" sözleri bu düzenlemeyi özetler. Es­
kiden parlak renklerle kaplı olan çıkıntılı çatı

283
Karşı sayfada: Sefirler Sarayı'ndaki ireleri Mersinli Avlu'nun uzun kenarlarında­
Mersinli Avlu dır; her iki dar kenarda ise bir revaklı giriş
1. Yusufun yaptırdığı Sefirler Sarayı bütün resmi kabul ve idare salonlarına açılır. Arka
önemli odaların görkemli bir iç avlu çevre­ planda Elhamra'nın en yüksek kulesi olan ve
sinde düzenlenmiş olması itibariyle tipik Taht Odası'nı barındıran Sefirler Kulesi yük­
Nasri yapı tasarımına uygundur. İkamet da- selir.

Mersinli Avlu'nun kuzey kenarındaki baştan aşağı bezeyen oyma alçı sıva eskiden Mersinli Avlu'nun güney kenarı mış yuvarlak kemer yerine yassı bir kemerle
revaklı girişin orta kemerinden detay birçok renkte boyayla kaplıydı. Bu kemerler Bu iç avlunun güney kenarındaki revaklı giri­ örtülüdür. Avluya adını veren mersin çitleri
Revaklı girişin zengin bezemeli kemerinin ar­ tamamen bezeme amaçlıdır ve hiçbir destek­ şin üstüne inşa edilmiş olan iki kat genellikle havuzun her iki yanında görülebilir.
kasında, taht odasına girişin hemen önündeki leyici işlevleri yoktur. harem olarak. anılır. Üst katın avluya bakan
güzel mukarnas kemer görülebilir. Kemeri bir açık galerisi vardır. Ortadaki açıklık alışıl-

lunan bir iç avlunun çevresinde kümelenmesi zemin planı ve yükseklik mukarnas başlıklara sahip narin mermer kolonlar ve kemerlerin yukarı­
orantılarını belirler. sında sebka süslemesi olarak bilinen baklava dilimlerle oyulmuş muhte­
Çoğu kuzey kesimde yer alan en zarif daireler güneyden gelen ışık­ şem telkari alçı sıva panolar. Bu sütunlar ve panolar tamamen bezeme
la aydınlanırdı. Buradaki odaların bazıları kuzeye de açıktır. Elhamra sa­ amaçlıdır ve hiçbir destekleyici işlev taşımaz.
raylarında böyle bir düzene dik tepe yamacının belirli bir koruma sağla­ Endülüs kültüründe odaların özgül bir işlevi yoktu; gündüz oturma
dığı durumlarda başvurulurdu. Genelde mahremiyet arzusu odaların dış odası, gece ise yatak odası olarak kullanılmaları mümkündü . Bunun bir
duvarlar değil, iç avluya açık olarak düzenlenmesini getirmiştir; iç avlu­ örneği sultanın hem oturma odası hem de yatak odası olan "Bereket Sa­
da bir revaklı giriş neredeyse her zaman dar kenarlarda bulunan en zarif lonu"ydu (Sala de la Barca). Çinilerle ve alçı sıva levhalarla kaplı kesimin
odalara geçişe işaret eder. Çoğunlukla duvarlarda mozaik çinilerle (ali­ yukarısında duvarları muhtemelen enfes duvar halıları ya da goblenler
catado) zengin biçimde bezenmiş bir süpürgelik bulunurdu . süslerdi; bunlar eskiden yıldız motifleri yaldızlı olan girişik bezemelerle
Suyun, yeşilliğin, ışığın ve semavi tonozların yer aldığı iç avlu göçe­ işlenmiş ahşap tonozlara kadar ulaşırdı. Salonda sultanın hiçbir şeyi ek­
be çadırına bir dönüş olarak görülebilir; çünkü yapıyı dış dünyaya kapa­ sik değildi. Hijyen ihtiyaçlarını harika duvar resimleriyle süslü bir bitişik
tarak, İslam'ın doğduğu eski uygarlıkta hep varolmuş bir tereddüt duy­ odada bulunan ve içinden su akan tuvaletle karşılardı. Dinsel vecibeleri­
gusunu uyandırır. Bu saptama Elbeycin'de hala görülebilen Moriskolara ni yerine getirmesi için mihraplı bir küçük namaz odası da vardı. Gırna­
(l SOO'den sonra zorla Hıristiyanlaştırılan Magribilere) ait mütevazı ve kü­ ta'da kıbleyi olabildiğince doğru gösteren mihrap buydu . Günümüze ula­
çük evler için olduğu kadar, Elhamra'nın saltanat sarayları için de geçer­ şan diğer namaz odaları, sözgelimi Mesvar'ın namaz odası biraz daha
lidir. Sefirler Sarayı'nın yedi büyük kemeri kapsayan revaklı girişleri Nas­ büyüktür. Burada kuzey kenarındaki açık revaklar kırsal kesime bakar;
ri mimarisinin iki önemli bezeme unsurunu daha korumuştur: İnce mimar sanki müminlerin yerde oturup Kuran okurken ilahi yaratılışın ha-

E L HAMRA SARAYI 285


Mersinli Avlu'nun kuzey kenarındaki çinilerin yukarısında, epigrafık kenarlarla Sefirler Sarayı'ndaki Bereket zı kısımları l 890'da yıkıcı yangından sonra
duvar nişi çevrili mukarnas tonozlar ve girişik, çok­ Salonu'nun tavanı restore edilmiştir. Çiniyle kaplı süpürgelikle­
İç avlunun dar kenarlarındaki revaklı giriş ga­ renkli alçı sıva süsler yükselir. Sultanın hem oturma odası hem de yatak rin yukarısında, duvarları zengin biçimd� be­
lerilerinin her iki yanında "a/bamies" olarak odası olan bu salonun adı Arapça'da "sa­ zeyen oyma alçı sıva panolar arasında gob­
bilinen küçük odalar vardır. Bunlar Nasri be­ adet" ve "ihsan" anlamlarını da taşır. Muhte­ lenler ve duvar halıları asmak için bırakılmış
zeme sanatını bütün yönleriyle yansıtır. Sü­ şem ahşap tavanda şerit süslemeler ve yıldız boşluklar yer alır.
pürgelik kısmındaki bezeme amaçlı seramik biçiminde giri� desenler vardır. Tavanın ba-

Bir yazıttan detay


Bütün saray odalarında çeşitli bezeme unsurları­
nın yanı sıra çok sayıda epigrafık süsler de görü­
lür. Bunlar çoğunlukla mekana ya da yapıyı inşa
ettirmiş sultana göndermelerde bulunan şiirler
ya da kasidelerdir. Diğer yazıtlarda ise Allah'a se­
na edilir ya da Kuran' dan ayetler aktarılır.

286 İ S PANYA VE FAS


Sefirler Hamamı nesinden biri görülüyor. Yapısal bakımdan Sefirler Hamamı'nın dinlenme mahfillerden gelir. Yan pencereleri bulunma­
Günümüze ulaşan birkaç ortaçağ hamamın­ büyük önem taşıyan bu 1 4. yüzyıl hamamı bölümü yan bu oda yukarıdaki bir fanus yapıyla ay­
dan biri Sefirler Sarayı'yla bağlantılıdır. Bu birçok değişiklik geçirmesine karşın, en Hamamın en önemli bölümü olan "Sedirli dınlatılırdı; fanusun çevresinde üst katın
fotoğrafta klasik hamamların sıcaklığına ben­ önemli bezeme unsurları aynen korunmuş­ Oda"nı n adı yan taraflarda ikiz kemerlerin odaları sıralanırdı. Bütün alan 1 9. yüzyıl so­
zeyen buharlı banyo bölmesindeki iki su haz- tur. ardında hafif yüksek sedirlerin bulunduğu nunda yeniden boyanmıştır.

rikaları üzerine düşünceye dalmasına fırsat sağlamak istemiş gibidir. Re­ ginç alicatado bezemelerle kaplı süpürgeliğin yukarısında, dikey ve ya­
vaklı giriş bahçesindeki köşke benzer ayrı bir yapı, sultan için üçüncü ve tay tabakalara işlenmiş oyma bezemeli alçı sıva panolar yer alır. Her şey
daha küçük bir namaz odasını barındır. geometrik bir düzene dayanır; bitkisel motifler (atauriques) ile yuvarlak
14. yüzyıl ortalarındaki Nasri sanatının ve mimarisinin temelinde ya­ (neshi) ve düz (kıl.fi) versiyonlu yazıtlar bu bağlamda gelişir. Geçmişte
tan bütün fikirleri özetler gibi görünen bu sarayın en çarpıcı bölümü Taht alçı sıva işlerinin sergilediği renk çeşitliliği ve girift detaylar ancak yakın­
Odası olarak da anılan Sefirler Salonu'dur. Elhamra'nın en büyük kulesi­ dan incelenince anlaşılır; çünkü bunlar şimdi yumuşak pastel tonlara dö­
nin içini tamamen dolduran devasa bir küp gibi görünür. Giriş yeri dışın­ nüşmüş haldedir. Salonun süsleme açısından en üst noktaya ulaştığı yer,
da, sağlam dış duvarın her üç kenarında birer küçük mahfil vardır ve bun­ İslam marangozluğunun hakiki bir şaheseri olan çatı ahşap işleridir. Du­
ların ikisi tıpatıp aynıdır. Girişin tam karşısına düşen ve sultana ayrılmış varlara yaslanan ve başlı b�şına destekleyici bir işlevi olmayan kereste ça­
olan mahfil farklıdır ve süslemeleri açısından diğerlerini gölgede bırakır. tıya sayısız çokgen ahşap pano çivilenmiştir. Geometrik ilkeler doğrultu­
Bütün duvarlar zengin bezemelidir. Çeşitli geometrik desenler taşıyan il- sunda, bu panoların birleşerek oluşturduğu yıldız şekilleri birbirini

E LHAMRA SARAYI 287


izleyen ve küçük bir mukarnas kubbede son bulan üç bölmeli ahşap ça­
tı alanlarını doldurur. Ahşap çatı aynı zamanda Müslüman cennetin sekiz
katına dair kozmik ve eskatolojik tasvire dayanır. Sarayın diğer hiçbir
odasının taşımadığı bir havayla, burada sultan gerek bu dünyada, gerek­
se ahirette meşruiyet ve ihtişam sembolizmiyle çevrili halde tam kudrete
sahip görünürdü .
Sarayların ana odalarının altından muhafızlar için yapılmış dehlizler
geçer. Bunlar zarif odalardan görülmeyen ve saray yaşamının farklı ka­
demeleriyle ilgili olan eğri büğrü geçitlerin, koridorların ve merdivenle­
rin oluşturduğu dolaşık bir ağın parçasıdır. İşte bu geçit sistemlerinin bi­
rinde, surların kuzey kesiminde Elhamra'nın iki büyük sarayının
buluştuğu noktada, İslam kamusal yaşamının temel unsurlarından olan
bir buharlı hamam yer alır. Saray kompleksi içindeki birkaç hamam ara­
sında, Sefirler Sarayı'nın hamamı aynı şekilde zamanla yapısal değişiklik­
ler geçirmiş olmakla birlikte, en iyi korunan örnektir. Hıristiyanların ge­
nellikle Arap hamamlarını tuhaf bulmasına ve hatta 16. yüzyılda
kullanılmalarını yasaklamasına karşın, bu tesisler egzotik bir unsur ya da
süzme yaşam tarzının bir belirtisi olarak korundu. Saltanat hamamına sa­
rayın merkezi iç avlusu olan Mersinli Avlu'dan geçerek ulaşılırdı. Kuzey­
deki revaklı girişin yanında bir soyunma odası ve bir hela vardı. Dar bir
merdivenden alt kata ve hamamın en muhteşem bölümü olan "Sedirli
Oda"ya (Sala de !as Camas) inilirdi. Buranın adı ikiz revakların ardında
hafif yüksek sedirlerin bulunduğu iki mahfilden gelir. Odanın aydınlat­
masını ve havalandırmasını yukarıdaki bir fanus yapı sağlar; Nasri mima­
risinin bu tipik unsuru hizmet odalarından oluşan bir galeriyle çevrilidir.
Bezemelerin çoğu (çeşmeler, duvarlar, döşeme örtüleri, kolonlar, çiniler
ve alçı sıva) özgündür; ama alçı sıva levhaları 1 9 . yüzyılın ikinci yarısın­
da onarılmış ve parlak renklerle yeniden boyanmıştır. Dinlenme odasının
bitişiğindeki asıl yıkanma bölmesinin tonozunda yıldız biçimli konik ba­
calar vardır. Hizmetkarlar hareketli cam paravanları dışarıdan açıp kapa­
yarak içerideki buhar miktarını ayarlardı. Burası hamamın en büyük ve
en sıcak odasıdır; ortasındaki neredeyse kare biçimli göbektaşı alanı iki
yanda galerilere açılır. Değişik boylardaki borular mermer döşemelerin
altından ve duvarların içinden geçerek, su kazanlarından sıcak hava ve
buhar taşır, böylece gerekli sıcaklığı ve nemliliği sağlar. İsteğe göre sıcak
ya da soğuk su doldurulabilen iki su oluğunun bulunduğu son oda, ha­
mamın ısıtma tertibatının yukarısında yer alır. Kazan dairesi, odun depo­
su ve hizmetkarların giriş yeri, yapıyı tamamlayan bölmelerdir. Odaların
çinilerle kaplı süpürgelikleri 16. yüzyılda yürütülen tadilat çalışmaları sı­
rasında bozulmuştur; bazı çiniler üstündeki kısaltılmış imparatorluk düs­
turu "Plus Ultra"dan bunu anlamak mümkündür.
Aslanlı Saray ayrı girişi olan müstakil bir yapı olarak Sefirler Sarayı'nın
üstüne inşa edilmişti. Hıristiyan dönemine kadar ikisi arasında doğrudan
bağlantı yoktu . Bu yeni yapıda Nasri mimarisinin ve süsleme sanatının
doruğa ulaştığı 1 4 . yüzyılın ikinci yarısına özgü geometri ve orantılar gö­
rülür. Ortadaki havuz düzeninin yerini iki su arkının kavşağındaki bir
mermer çeşme almıştır. Çeşmenin dış kenarına oyulmuş on iki mısra, şa­
irane bir hayal gücüyle hidrolik sistemin inceliklerini över. Bunlar Elham­
ra'nın dekoruna tam oturan en güzel şiirler arasındadır. Hepsi biraz fark­
lılık taşıyan ve dişi-erkek olarak dönüşümlü sıralanmış olan on iki aslan
Sefirler Sarayı'ndaki Taht Odası halde olan pahalı oyma açı sıva süslerle kap­
Sefirler Salonu olarak da bilinen Taht Odası lıdır. Birçok yerde minyatür detayları görü­ çeşme yalağını destekler; üstlerinde yer alan ve bazen karşıt iktidar, ce­
belki de Elhamra'nın en çarpıcı bölümüdür; lebilir. Alışılagelmiş tarza uygun olarak, du­ saret, güç ve adalet sembolleri antik çağdaki öncü örneklerde rastlanabi­
çünkü Nasri bezeme sanatlarını ve mimarisi­ varların alt kısımları Magribi üslubunda len bir ikonografik ikiliği vurgular. İslam sanatında çeşmelerin, havuzla­
ni bütün yönleriyle yansıtır. Elhamra komp­ çinilerle bezenmiştir; ama buradaki çini de­
rın, ibriklerin etrafında hayvan biçimli su boşaltma ağızları sıklıkla yer alır
leksinin en büyük kulesinin içinde yer alır. senleri son derece gösterişlidir.
Duvarları, eskiden parlak renklere boyanmış ve iki estetik referans noktasını birbirine bağlamak için kullanılır: hayvan
tasvirleri ve su.

288 İ S PANYA VE FAS


Yukarıda: Taht Odası'nın tavanı
Taht Odası'nın enfes bezemeli tavanı, bir za­
manlar parlak renkler taşıyan küçük ve ge­
ometrik kakma tahta parçalarından oluşur.
Bu parçalar yukarıya çıkıldıkça küçülen ebat­
larla işlenmiştir. Böylece İslam cennetinin ye­
di katına denk düşen farklı kademeler ortaya
çıkar. Bunların tepesinde Allah'ın oturduğu
sekizinci kat bir kubbe biçimindedir.

Sağda: Taht Odası'nda bir mahfil


Sefirler Kulesi'nin kalın duvarlarına dokuz
mahfil oyulmuştur ve bunlar dört farklı tasa­
rımlı ikişer eş halindedir. Girişin karşısına dü­
şen dokuzuncu mahfil, sultana mahsus oldu­
ğu için hepsinden ayrı bir tasarıma dayanır ve
belirgin biçimde daha zengin bezemelidir.

Solda: Taht Odası'nda bir kemer


Çeşitli dairelerin giriş alanlarında sıvı küple­
rini korumaya yarayan ve "taka" olarak bili­
nen küçük mahfiller vardır.

289
Ünlü kemerli yolun çepeçevre kuşattığı iç avlunun etrafında oturma Salonu" (Sala de los Reyes) özel statüsünü hak eder. Yapısal bakımdan
daireleri kümelenmiştir. Bu dairelerden biri saraya asıl girişin hemen ba­ özgül amacı olmayan bir bölmedir ve yanlarda dokuz yerine beş mahfili
tısında yer alan ve bir ön oda izlenimini uyandıran "Mukarnaslı Salon" dur vardır. Dikdörtgen değil, kare bir yapının zemin planı Sefirler Sarayı'nın
(Sala de los Mocarabes) . Bu dikdörtgen salon, avluya üç büyük mukar­ Taht Odası'nı hatırlatır. Beş mahfili aynı şekilde çok-amaçlı bu odanın
nas kemerle açılır. Adını ise bütün Elhamra'daki en güzel örneklerden bi­ çevresinde düzenlenmiştir. Mahfiller salona adını veren kubbeyle örtülü
ri sayılan bir mukarnas tonozdan alır. Bu tonoz 1 590'larda bir barut de­ merkezi ekseni vurgular. Kubbede sohbete dalmış on kişinin tasvir edil­
posunun patlaması yüzünden ağır hasara uğradı ve yerine 1 6 14'te diği bir resim yer alır. Bu resmin Nasri hanedanına mensup en önemli
tasarlanan bir alçı sıva tonoz kondu. Özgün tonoz kaidesinden günümü­ sultanları temsil ettiği yolundaki eski yorum günümüzde kabul görme­
ze ulaşan tek şey boyalı süsleme kalıntılarıyla birlikte arka duvardaki kı­ mektedir. Saray sahnelerinin görüldüğü iki dış kubbe ikonografi ve tasa­
sımdır. Geleneksel alicatado süslemeli bir süpürgeliği ve daha üst rım açısından çok ilginçtir. İslam dünyasında canlı yaratıkların tasviri ko­
kesimde duvar halılarını ya da alçı sıva süslerini kapsamış olması gereken nusunda çok değişik tutumlar takınılmıştır; ancak bu resmin muhtemelen
duvar bezemeleri de yok olmuştur. Avlunun doğu kenarındaki "Sultanlar İtalyan kenti Cenova'dan gelen Hıristiyan sanatçılara yaptırıldığı sanıl­
maktadır. Bu kubbelerin ayrı özellikleri ve bezeme tekniği bu ortaçağ İs­
lam sarayında benzersizdir. Resimler birkaç alçı katmanından oluşan bir
zeminin üstüne ilk taslağın keskiyle işlenmesinden sonra suluboyayla ya­
pılmış ve balmumuyla cilalanmıştır. Zemin ahşap çatı payandalarının üs­
tüne gerilen ve bağlantı yerlerinde küçük bambu pimlerle tutturulan ta­
baklanmış koyun derileriyle örtülüdür.
Kuzey ve güney kenarlarda her ikisi de kare planlı bir bölmenin çev­
resinde düzenlenmiş iki ayrı ikamet dairesi, sarayın yerleşim düzenini ta­
mamlar: "İki Kız Kardeş Salonu" (Sala de las Dos Hermanas) ve "Beni Si­
rac Salonu" (Sala de Abencerrajes). Bunların ölçekleri daha küçük ve
dekorları daha şatafatlıdır; ama genel mahrem düzenden en ufak sapma
yoktur. En güzel mukarnas kubbeler bu dairelerdedir. Geometrik bir plan
temelinde kubbe merkezindeki bir yıldız motifinden dışarıya doğru işle­
nen renkli alçı sıva prizmalar, eşmerkezli daireler oluşturacak şekilde bir­
leştirilmiş ve üst üste bindirilmiştir. Her iki konut dairesi de iç avludan
biraz yüksektir ve tam koordinat eksenlerinde büyük, yuvarlak birer ke­
mer aracılığıyla iç avluya açılır. Kemerleri zengin oymalı panolardan olu­
şan geometrik düzenlemelerle bezenmiş ahşap kapılarla kapatmak müm­
kündür. Üst katta da küçük kameriye şeklindeki çatı tepelerinden dışarıya
bakan odalar vardır. Bahçe tarafında, İki Kız Kardeş Salonu'nun hemen
önünde şahane Lindaraja Cumbası yer alır. Burası dairenin zarif bir ala­
nıdır ve sarayın en ince bezemelerini barındırır: Küçük çinili alicatado
süpürgelikler, bir ikiz pencere ve bunu çevreleyen alçı sıva bezemeler,
ayrıca içine renkli cam kakılmış ahşap kafes örgülerden oluşan benzer­
siz küçük çatı örtüsü parçaları.
Elhamra'nın saray yapıları dışarıya, aşağıdaki kente ve ırmak vadisi­
ne çekingence açılır ve surları tırmanıp aşmak istiyormuş gibi bir izlenim
uyandırır. "Revaklı Giriş Sarayı" (Palacio del Partal) bunun görsel bir ör­
neğini sunar. Muhtemelen 1 4 . yüzyılın ilk yarısındaki inşa edildiği için,
buradaki en eski saray mimarisini temsil eder. Çatı örtüsü şimdi Berlin'de­
ki İslam Sanatı Müzesi'nde bulunan "Hanımlar Kulesi" (Torre de !as Da­
mas) adlı iç avlulu yapının ön tarafı, surların bir parçası olarak günümü­
ze ulaşmıştır. Saraya adını veren bu revaklı girişin revakları, surlardan
dışarıya doğru bir çıkıntı oluşturur. Önünde alışılmış tarzda bir uzun ha­
vuz yer alır. Bu numune kısımlar şimdi güzel kokulu bahçelerle çevrili­
dir. Yıllarca süren arkeolojik araştırmalar sırasında duvarların, döşeme ör­
tülerinin ve albercas süslemelerinin gün ışığına çıkması, saray kentinin
özgün yerleşim düzenine dair bir fikre varmayı sağladı. Günümüzde zi­
yaretçilerin geçmişi Nasriler dönemine kadar inen toprak teraslarda (pa­
Aslanlı Saray risinin ardındadır. Bütün avlu alanı pusula
ratas) sonradan düzenlenmiş bahçeler içindeki kalıntıları görmesi müm­
Elhamra'nın 1 4. yüzyıldan günümüze kalan yönlerini işaret eden ve ortadaki çeşmeden
Sefirler Sarayı dışındaki tek sarayı Aslanlı Sa­ beslenen dört su arkıyla bölümlere ayrılmış­ kündür. Bu tarihsel izler yamaç boyunca surlardan Medine'ye doğru
ray' dır. Bu yapı bir iç avlu etrafında kümelen­ tır. uzanır.
miş ayrı ikamet alanlarından oluşan bir sis­
temdir. Müstakil daireler ünlü Aslanlar
Avlusu'nu çepeçevre kuşatan bir sütun gale-

290 İ SP ANYA VE FAS


Aslanlı Avlu'da bir kolon başlığı
Avluyu çevreleyen galerilerdeki narin mer­
mer kolonlar son derece çarpıcıdır. Silme­
leri, yapının mimarı Sultan Y. M uhammed'i
övücü yazıtlarla bezenmiş olan simetrik ve
küp biçimli kolon başlıkları özel ilgiyi hak
eder.

Aslanlı Avlu'daki çeşme böylece sonsuz akış içindeki zamanı simge­


Bu çeşmede 1 4. yüzyılda bile karmaşık bir ler. Vezir ve şair İbn Zemrek'in yazdığı mıs­
hidrolik sistemi, yeterli su basıncını ve sabit ralar çeşme kenarını süsler.
bir su seviyesini sağlardı. Ağızlarından dışarı­
ya su akan on iki aslan, bütün burçları ve

Aslanlı Avlu'daki taçkapı kameriyesi işlev taşımadıkları için, kolonların ve kemer­


Doğu ve batı eksenine doğru birer çıkıntı ha­ lerin yumuşak taştan ve alçıdan yapılması
linde uzanan kare planlı iki kameriye, Aslan­ mümkündü. Çıkıntılı ve girintili bölümlerin
lı Avlu'nun geometrik mimari tasarımını ustaca düzenlenişi, dış yüzeylerin modüllü
özellikle vurgular. Elhamra'nın mimarisi, kul­ yapısı ve zengin bezemeli mukarnas kemer­
lanılan malzemelerin dayanıksız niteliği açı­ lerin kademeli geçişi, ışık ve gölge oyunlarıy­
sından özgündür: Çoğunlukla tamamen be­ la birlikte Elhamra'nın kendine mahsus este­
zeme amaçlı oldukları ve hiçbir destekleyici tik efektlerini yaratır.
Sultanlar Salonu tavanına iliştirilen resimlerle süslenmişler­
Sultanlar Salonu bir dizi mukarnas kemerle dir. Resimlerde saray yaşamına dair sahneler
çeşitli bölmelere ayrılmış olan uzunca bir sa­ tasvir edilir. Dönemin tarzına uygun kıyafet­
londur. Arka duvardaki mahfiller, avluya ba­ li bir grup soylunun görüldüğü ortadaki re­
kan kesintisiz bir görüş açısı sağlar. Salona sim özellikle çarpıcıdır.
açılan üç mahfilin tonozları, Elhamra'nın en
önemli bezeme hazineleri arasındadır. M in­
yatür teknikleri kullanılarak tabaklanmış ko­
yun derilerine çizilen ve daha sonra tonoz

İ ki Kız Kardeş Salonu renkli prizmalarla dışarıya doğru işlenen or­


Aslanlı Saray içinde çeşitli müstakil ikamet tadaki bir yıldız motifine dayanır. Salon adını
alanları vardır. Bunlardan biri Aslanlı Avlu'ya ortadaki çeşmeyi çevreleyen döşemedeki iki
açılan İki Kız Kardeş Salonu'dur. Özellikle büyük mermer levhadan (kız kardeşler) alır.
mimarisiyle ve bezemeleriyle çarpıcı olan ya­
pının belki de en şaşırtıcı unsuru, salonun or­
ta kısmının yukarısındaki enfes mukarnas
kubbedir. Bu alçı kubbenin bezemesi, farklı
kademelerde üst üste bindirilmiş tekil, çok-

292

l
Sefirler Sarayı'nın revaklı giriş hamra saray mimarisinin tipik b i r unsurudur.
galerisindeki tavan bezemesi Bu örnekte görüldüğü gibi, galerilerin iç kı­
İster açık bir avlu ile en önemli çatılı i kamet sımları genellikle bir geometrik desen halin­
alanları arasında yer alsın, isterse bunları bir­ de bir araya getirilen ahşap çatkılarla bezen­
birinden ayırsın, revaklı giriş galerileri El- miştir.

Medine

Batıdan doğuya doğru hafifçe yükselen Medine, başlı başına küçük bir
kasabaydı; saraydan ayrı bir birim olarak sarayın bakımını sağlar ve ihti­
yaçlarını karşılardı. Ana arteri Calle Real'di. İçinde hamamlar, ambarlar,
bir cami ve caminin hemen yanı başında revzat denen bir sultanlık tür­
besi vardı. 14. yüzyıl metinlerinde ayrıca bir medresenin bulunduğu be­
lirtilir. İki büyük yerleşim alanının kalıntıları başka sarayların varlığına işa­
ret eder: Beni Sirac Sarayı ve sonradan Fransisken manastırının parçası
haline getirilen bir saray. Kasabanın yukarı kesimi bir şebeke halindeki
küçük işyerlerini barındırırdı; burada seramik ve cam yapımında kullanı­
lan fırınlar ve sudolapları, bir tabakhane ve bir darphane vardı. Bütün ka­
saba için hayati önem taşıyan su, neredeyse altı kilometre ötedeki ırmak­
tan çekilir ve Sultan Kanalı denen bir su hendeğiyle Elhamra'ya
ulaştırılırdı. Bu hendek surlu alana girdiğinde bir sukemerine dönüşürdü;
anasokağa paralel olarak bayır aşağı ilerleyen kemer kollara ayrılarak bir
boru hattı şebekesini beslerdi. Böylece oluşan karmaşık hidrolik sistem,
havuzlardaki su seviyesini de düzenlerdi. Sarnıçlar ve halka açık meydan­
lar kasabanın manzarasını tamamlardı; evlere küçük sokaklar, geçitler ve

Beni Sirac Salonu'nun tavanı Revaklı G iriş Sarayı


Aslanlı Avlu'nun güney kenarında yine çarpı­ Elhamra'daki en eski saray Revaklı Giriş Sa­
cı bir kubbeyle örtülü Beni Sirac Salonu yer rayı'dır. Muhtemelen 1 4. yüzyıl başlarında in­
alır. Bu kubbenin bezemesi de ortadaki bir şa edilmişti. Ama özgün biçiminden günümü­
yıldız motifine dayanır; mukarnas prizmalar­ ze ulaşan bölümler ortadaki büyük havuzdan
dan oluşan yıldız, askılı mukarnas dolguların ve saraya adını veren beş kemerli giriş kıs­
yardımıyla salonun kare zemin planına otu­ mından ibarettir.
rur.

ELHAMRA SARAYI 293


kemerli yollar aracılığıyla ulaşılırdı. En büyük evlerde saray yetkilileri ve En ilginç kısımlar harika şekiller verilmiş çokrenkli alicatado süpürgelik­
görevlileri kalırdı. lerdir; buradaki mor renk, mimari seramiğinde ender kullanıldığı için
Surların Medine kesiminde kalan iki kule, bu evlerin nasıl bir yapısı özellikle çarpıcıdır. Yazıtlardan oluşan bir friz, tabanın sona erdiği şeridi
olabileceğine dair bir fikir verir. Esirler Kulesi Nasri sanatının 1 4 . yüzyıl oluşturur. Duvarların yukarıda kalan bölümleri alçı sıva panolarla kaplı­
ortalarındaki altın çağının örneklerinden biridir. Diğer evlerde olduğu gi­ dır. Eskiden boyalı olan bu panolar, duvar perdesi ya da halısı efekti ya­
bi burada da bölmeli bir giriş alanının ardında gömme sütunlara oturtul­ ratırdı. Geleneksel konut mimarisi düzenine uygun olarak, kulenin üst ka­
muş kemerlerin bulunduğu küçük bir iç avludan geçerek ana odaya giri­ tında yaşam odaları ve tepesinde de bir teras vardır. Bebekler Kulesi
lir. Üç dış duvara ikiz pencereli, küçük ve eksensel girintiler oyulmuştur. benzer bir tasarıma dayanmakla birlikte, 14. yüzyıl sonlarından ya da 15.
yüzyıl sonlarından kalmadır. Daha kaba boyama tekniği ve daha basit
orantılar gibi yapı bezemesi özellikleri, Nasri sanatında gerilemenin baş­
ladığına işaret eder. İç mekan geleneksel düzeni izler; ama üç ana oda
bir iç avlunun çevresinde değil, ortasında çeşme bulunan çatılı bir böl­
menin çevresinde kümelenmiştir. Mahfil izlenimini veren bu odaların dış
duvarlarda açılmış pencereleri vardır. Eskiden bir mukarnas tonozla ör­
tülü olan ve zamanla yıkılan fanus yapının yerine geçen yüzyılda bir süs­
leme çatısı yapılmıştır. Üst katta her iki yanda uzanan birer galeri terasa
açılır.

Cennetü'l-Arife
Nasri sultanlarının Elhamra surları dışında erzak ihtiyacını karşılamaya
veya yapılar inşa etmeye elverişli birçok mülkü vardı. Bunlardan bazıla­
rı saray alanının hemen çevresindeydi. Günümüzde iyi korunmuş yapı ise
surlara bitişik bir kesimde yer alan Cennetü'l-Arife'dir ("Bilginler Cenne­
ti"). Geçmişten farklı olarak, Cennetü'l-Arife şimdi Elhamra'ya 20. yüzyı­
lın ilk üç çeyreğinde Endülüs bahçeciliğinin özgür bir yorumuyla yaratıl­
mış olan bir dizi bahçeyle bağlanır. Aslında "cennet" geniş anlamda her
türlü nebatın yetiştiği "bahçeler" demektir. Neredeyse 220 hektarlık bir
merayla çevrili dört büyük sebze bahçesini kapsayan Cennetü'l-Arife'ye
süs bahçeleri içindeki bir saray yapısı egemendir. Sebze bahçelerinin ço­
ğu hala ekilir. Bu bakımdan Cennetü'l-Arife sadece tarihsel değil, ekolo­
jik ve hatta antropolojik öneme de sahiptir.
Cennetü'l-Arife'deki merkezi bina Elhamra saraylarıyla aynı mimari
yapıyı sergiler: Bir iç avlu ikamet yapılarının odak noktasını oluşturur; av­
lunun ortasında ise eskiden dört su çığırı aracılığıyla bahçeleri sulamada
kullanılan kanala bağlı bir su kaynağı vardır. En zarif oda kuzey kenarda
yer alır ve bir cumba (mirador) aracılığıyla kırsal kesime bakar. İç avlu­
nun koordinat eksenleri dar patikalarla çevrili su arkının kenarındaki dört
büyük yatağa oturur. Özellikle giriş avluları çarpıcı olan bu kompleksin
kesin kırsal niteliğine rağmen, yapı bir saray gibi bezenmiştir. Çinili sü­
pürgelikleri, ahşap tavanlara kadar duvarları kaplayan alçı sıva panoları
ve çatı payandalarını geometrik desenler, hat yazıtları, mukarnaslar, bit­
ki motifleri, mermer kolonlar, kemerler ve kafes örgüleri süsler. İç avlu­
dan dışarıya doğru bir çıkıntı oluşturan küçük cumba, sebze bahçelerini
ve arkadaki Elhamra'yı içine alam muhteşem manzarasıyla son derece il­
ginçtir.

Elhamra ile Cennetü'l-Arife mak üzere 1 930 dolaylarında düzenlenen la­ Karşı sayfada: Bebekler Kulesi'nin dan biri olan Bebekler Kulesi 1 392- 1 408
arasındaki labirentimsi bahçe birentimsi yeni bahçeler, arka planda ise El­ iç görünüşü arasında inşa edilmiştir; çatılı avlusunu iki kat
Surlarla çevrili saray kompleksinin yanı ba­ hamra'nın surları ve Bebekler Kulesi görülü­ Elhamra surları boyunca değişik büyüklükte halinde düzenlenmiş çeşitli mahfiller ve biti­
şında, birçok sebze bahçesi ve süs bahçeleri yor. ve şekilde 30 kadar kule yükselir. Sarayların şik daireler çevreler.
içindeki bir sarayı kapsayan Cennetü'l-Arife ayrılmaz parçası olan sıradan kulelerin yanı
adlı malikane yer alır. Bu fotoğrafın ön pla­ sıra, bezemeleriyle ve yapı özellikleriyle
nında Elhamra'yı Cennetü'l-Arife'ye bağla- farklılık gösteren kuleler de vardır. Bunlar-

294 İ S PANYA VE FAS


Cennetü'l-Arife Sarayı çevresinde inşa edilmiştir. Avluda alışılmış
Cennetü'l-Arife sadece yedi sebze bahçesini çeşmenin yerine bahçelerle çevrili bir kanal
değil, yapı ve bezeme açısından Elhamra sa­ vardır. Burada da dahice hidroloji teknoloji­
raylarına benzeyen zarif bir sarayı da kapsar. si bütün İslam kültürlerinde suyun büyük
Saray odak noktasını oluşturan ve ortasın­ önemine ve sembolizmine dair inandırıcı ka­
dan bir su kaynağı geçen uzunca bir iç avlu nıtlar sunar.

G ı rnata'nın kent manzarası


Özellikle Elhamra'nın muhteşem salonlarında birçok duvar gediği, pen­
cere ve açık eyvan, tepenin eteğinde kurulu Gırnata (Granada) kentini
doğrudan izlemeyi sağlayan muhteşem bir görüş açısı sunar.
Darro Vadisi'nde yer alan ve verimli Vega Ovası'na bakan Gırnata, bir
İslam kenti olarak Ziri hanedanı ( 1 1 . yüzyıl) ile Nasri hanedanı arasında­
ki dönemde gelişti. Tableros köprüsü gibi bazı köprüler ve aralarında El­
vira, Monaita ve Bibrambla'nın da bulunduğu birkaç kapı, kentin bu ge­
lişme döneminden kalmadır. Bunlar Cerro de San Miguel adlı tepe
boyunca yukarıya doğru tırmanan ve geniş mezarlıklar ile Elbeycin (Al­
baicin), Realejo ve Antequeruela gibi büyük yerleşim alanlarını koruyan
surlar boyunca nirengi noktalarını oluştururdu . Kentin bu kesimi ortaçağ
İslam köklerini hala yansıtır: Sokakların intizamsız düzeni, kent planla­
ması açısından kamusal mekanlar yerine özel mekanların öne çıkışı ve
keskin topografik tezatlar.
Günümüze ulaşan yapılardan bazıları özgün görünümlerini tamamen t::==:::71iıı
5 -- 1 5m
ya da kısmen korumuşlardır. İşte örnekler: El Banuelo adlı hamam; Cor­
ral del Carbon olarak anılan funduk (konaklama yerlerinin ve eşya de­
polarının bulunduğu kervansaray); I. Yusuf Medresesi gibi okullar; Alca­
iceria gibi ticari alanlar; San ]ose, El Salvador, 'San ]uan de los Reyes ve

296 İ S PANYA VE FAS


Ermita de San Sebastian gibi Hıristiyan kiliselerine dönüştürülmüş cami­
ler; Darü'l-Hurre, Cuarto Real de Santo Domingo, Alcazar Geni! ve Casa
de los Giornes gibi saray yapıları; Casa de Zafra, Case del Chapiz ve Ca­
sa de Horno de Oro gibi Morisko evleri. Kusursuz su dağıtım sisteminin
Aynadamar kanalı gibi kalıntıları ve Elbeycin'deki sayısız sarnıçlar da gü­
nümüze ulaşan yapılar arasındadır.

Cennetü'l-Arife'deki Sultan Avlusu de düzenlenmiştir. Süsleme amaçlı birçok


Bir ortaçağ yapısı olan Cennetü'l-Arife bü­ çeşmenin bulunduğu bahçeye verilen ad Sul­
yük ölçüde günümüze aynen ulaşmakla bir­ tan Avlusu'dur.
likte, aradan geçen yüzyıllarda bazı değişik­
liklere uğramıştır. Örneğin, barok bahçe
eskiden saray hamamlarının bulunduğu yer-

Gırnata'nın Elbeycin kesiminin


bugünkü görünüşü
Elhamra'nın kuzey kenarının karşısında Gır­
nata'nın diğer büyük ortaçağ yapı topluluğu
olan Magribi mahallesi Elbeycin uzanır. Dar
ve dik geçitlerin, birbirlerine değişik açılar­
la gelişigüzel kondurulmuş beyaz badanalı
evlerin ve ağaçlarla dolu meydanların bulun­
duğu bu mahalle, bir ortaçağ Magribi yerleş­
mesi karakterini büyük ölçüde korumuştur.
Şimdiki adıyla Albaidn geçmişte Endülüs'ün
çeşitli kesimlerinden Hıristiyanlar tarafın­
dan sürülen Magribilerin sığındığı bir yerdi.
Bu mülteciler l 568'e kadar bu mahallede
kaldılar. Elhamra ve Elbeycin'in sunduğu
olağandışı kentsel ve kırsal alan birliği,
UNESCO tarafından bir Dünya Mirası liste­
sine alınmasıyla teyit edilmiştir.

ELHAMRA SARAYI 297


Fas ' tan Tunus ' a Magrip

Magrip tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 300


Berberi hanedanlardan Fransız müdahalesine

Fez Merinilerinin cami leri ve medreseleri . . . . . . . . 3 1O


Cami-i Kebir, Attarin Medresesi
Ebu İnan iye Medresesi
Marakeş'teki Sadi türbeleri
Saltanat kenti Meknes
Tunus Hafsileri
Cami-i Kebir, M ustansıriye Camisi
Cezayir'deki Osmanlı yapıları

Magribi bezeme sanatları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 322

Ticaret ve ticari ağlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 24

Fez'deki Attarin Medresesi


Berberi Merinilerin Fas'ı Muvvahidlerden aldıktan sonra başkent yaptıkları Fez, Magrip'te
katı geleneksel lslam anlayışının merkezi haline geldi. Burada incelmiş Magribi üslubun­
da birçok medrese inşa edildi. Bütün bölgenin genç fıkıh alimleri bu kurumlarda yetişti.
Merinilerin sadece 1 4. yüzyılda Fez'de kurduğu 30'u aşkın medrese içinde Attarin Med­
resesi en güzellerinden biridir. inşası 1 323- 1 325 arasında tamamlanan bu yapı, genellik­
le ortasında bir çeşme ya da havuz bulunan bir avlunun çevresinde hücrelerin, mescit­
lerin ve dershanelerin kümeleştiği tipik Magribi medresesi tarzında düzenlenmiştir.

299

(/
- /
Tunus'un bazı kesimlerini 1352'de
Tarih istila etmesine karşın, Muvvahid
Markus Hattstein imparatorluğunu yeniden kurmaya
dönük hırslı girişimi boşa çıktı. Ha­
nedanın hızlı gerileyişi onun öldü­
1 3.- 1 6. yüzyıllar rülmesiyle başladı. Ondan sonra
Berberi hanedanlar tahta çıkan hükümdarlar çok genç
ya da çok zayıf oldukları için irade­
Muvvahid rejiminin çökmesi üzeri­ lerini ortaya koymadılar ve akraba
ne, Kuzey Afrika ile İspanya arasın­ bir aile olan Vattasilerin kalıcı hi­
daki siyasal bağlar gevşedi ve Ber­ mayesi altına girdiler. Bir süre Gır­
beri hanedanlar bütün Magrip'te bu nata'daki Nasrilere de boyun eğdi­
büyük imparatorluğun mirasını ler. Merini hanedanının son hü­
devraldı. Fas'ın güney kesimindeki kümdarı Abdülhak (1421-1465),
Merini hanedanı Meknes (1 244) ve Vattasi egemenliğini kırmak için
Fez'i (1248) aldıktan sonra ülkenin 1458'de (kaçıp kurtulan iki kardeş
büyük bölümünü ele geçirdi. Mara­ dışında) bütün Vattasi ailesini kılıç­
keş'teki son Muvvahid hükümdarı­ tan geçirdi; ama kendisi de 1465'te
nı 1 269'da tahttan indirdi ve Fez'i Fez'de patlak veren bir halk isya­
başkent yaptı. Merini yönetimi hem nında öldürüldü.
doğudaki komşulara hem de İber Meriniler döneminde, Fas'ın
Yarımadası'ndaki Hıristiyan krallık­ doğu kesiminden gelen Vattasiler
ların çeşitli Haçlı seferlerine karşı en yüksek devlet makamlarına
kendisini savunma gereğinden do­ ulaştılar ve sonunda 1358'den itiba­
layı ilk başlarda istikrarsızlık içinde ren naip ve vezir sıfatıyla hükümet
kaldı. işlerini tam denetim altına aldılar.
Meriniler Peygamber'in Arap 1458 kıyımından sağ kurtulan iki
sülalesinden geldiklerini ileri süre­ kardeşten biri olan Muhammed eş­
rek yönetimlerini meşrulaştırma im­ Şeyh el-Mehdi ( 1 472-1 505), üs
kanından yoksun oldukları gibi, edindiği Arzila'dan yürüttüğü mü­
Muvvahidlerin reformcu coşkusunu cadeleyle Fas'taki iktidarı ele geçir­
benimsemekten de uzaktı. Bu ne­ di. Ama Vattasi rejimi savunmaya
denle muhafazakar İslam gelenek­ dönük bir konumda kaldı. Ülkenin
çiliğinin savunucuları olarak ortaya kıyı şeridinde 1471'den sonra geniş
çıktılar ve Fas kentlerinde kurduk­ toprakları işgal etmeye başlayan
ları birçok medresede bu anlayışı Fez kentindeki boyacılar çarşısı, Fas Portekizliler 1 504'te Agadir'i aldı ve
yerleştirmeye çalıştılar. Birçok böl­ Günümüze kadar Magrip kentlerine damgalarını vurmuş olan canlı pazaryerleri ve çarşılar 1 5 1 5 'te Marakeş'i kuşattılar. Vattasi­
gesel külte ve "murabıt" denen ye­ sadece ekonomik uğraşı n merkezleri değil, kamusal yaşamın da kilit yerleridir. Açık alanlara lerin deniz ticaretiyle bağlantılarını
ve geçitlere verilen adlar, oralarda çalışan esnaf ve tüccarların mesleğini yansıtır. Bu fotoğ­
rel evliyalara karşı sert bir sindirme kesmeye çalıştılar ve tutsak ettikle­
rafta boyama işleminin nasıl yürütüldüğü görülüyor. Kumaşlar doğal ve yapay boyalar kulla­
harekatına giriştiler; ama sonunda nılarak taş tekneler içinde geleneksel yöntemlerle boyanıyor. ri Faslıları köle olarak sattılar. İs­
uzlaşmaya mecbur kaldılar ve özel­ panyollar 1497'de Melilla'da kalıcı
likle ülkenin güney kesiminde kit- bir üs kurdular. Ülkenin Rif gibi ba­
lelerin duygusallaştırılmış bir İslam ibadetini sürdürmesine izin verdiler. Bu zı bölgeleri merkezi yönetimden tamamen koparken ve güney kesimi
uyumluluk Fas'ın dinsel ortamını istikrara kavuşturdu ve sağlanan düzen 1524'te Sadilere kaptırılırken, Vattasi hanedanı kanlı iktidar kavgalarıyla
daha sonraları neredeyse hiç bozulmadan sürdü. yıprandı. Pragmatik ittifaklara dayalı esnek bir politika ve Osmanlı yöneti­
En önemli iki Merini hükümdarının yönetimi altında kısa süreli bir si­ mindeki Cezayir'den destek alma girişimleri, hanedanın çöküşünü önleme­
yasal pekişme dönemi yaşandı. Ebu'l-Hasan Ali'nin 0331-1 335) yönetimi ye yetmedi. Sadiler son Vattasi hükümdarını 1 554'te Fez'den kovdu.
ülkeye büyük bir kültürel ve ekonomik güven getirdi. Halkın çok sevdiği Şimdiki Cezayir'i oluşturan bölge siyasal bakımdan bölünmüş durum­
bu önder iddialı imar programları başlatarak, Fas'ın şimdi bildiğimiz kent­ daydı. Batı Cezayir (Oran bölgesi) Tlimsen'i merkez edinmiş olan Abdül­
lerinden birçoğunu yarattı. Bu çalışmalardan en çok yararlanan kent Fez vadilerin denetimi altındaydı. Başlangıçta Muvvahidlerin yerel valileri olan
oldu. Ebu'l-Hasan Ali özellikle Tunus ve Mısır'la ittifaklara dayanan akıllı­ bu aile 1236'da bağımsızlığını ilan etmişti. Abdülvadiler bir yandan Hıristi­
ca bir politikayla ülkesi için barışı sağladı. Ayrıca 1347'de Cezayir'in Tlim­ yan güçleri püskürtmeye çalışırken, diğer yandan batı ve doğuda daha
sen bölgesini işgal etti ve Tunus sınırına kadar ulaştı; ama İspanyollar kar­ güçlü komşuları (Meriniler ve Hafsiler) arasında sürekli bir dengeyi ve
şısında ağır yenilgilere uğrayınca, ele geçirdiği topraklarda tutunamadı. Bir onların üstünlüklerini kabul etmek zorundaydılar. Birçok kez saldırıya uğ­
iç savaş sonunda onu tahttan indirerek başa geçen oğlu Ebu İnan Faris radılar ve topraklarından çıkarıldılar; ama askeri zayıflıklarına ve kendileri­
0351-1358), aynı politikaları ve imar faaliyetlerini sürdürdü. Cezayir'i ve ne bağlı kabilelerin tam özerkliğine rağmen, iyi işleyen bir idare kurdular.

300 FAS ' TAN T U N U S ' A M A G R İ P


Özellikle son derece eğitimli bir kişi olan ve yakın dostu büyük bilgin İbn
Haldun'u özel katip olarak maiyetine alan II. Ebu Hammu Musa'nın (1359-
1389) yönetimi altında saray yaşamı gelişti. Tlimsen, Sahra Afrikası ile Ak­
deniz arasındaki kervan ticaretinin önemli bir merkezi haline geldi. Abdül­
vadiler 16. yüzyıl başlarında İspanyolların ve Türk korsanların gittikçe ar­
tan tehdidiyle karşı karşıya kaldılar ve 1 540'ta Osmanlı koruması altına gir­
diler. Osmanlıların 1 552'de İspanyollara yönelik saldırılar için bir üs olarak
kullanmak üzere Tlimsen'i işgal etmeleriyle birlikte, Abdülvadi yönetimi
son buldu.
Tunus, Doğu Cezayir ve Trablus'ta (bugünkü Libya) Hafsiler iktidar­
daydı. Bir süre Muvvahidlerin Tunus valiliğini yaptıktan sonra 1 236'da ba­
ğımsızlaşan bu hanedanın adı ve kökeni, Muvvahid hareketinin kurucusu
İbn Tumart'ın ilk müritlerinden Ebu Hafs Ömer'e dayanmaktaydı. Bu ne­
denle çok büyük dinsel itibara sahipti. Bağdat'ın düşüşünden (1 258) son­
ra halifelik üzerindeki hak iddiası çeşitli İslam devletlerince kabul edildi.
Hafsi yönetiminin ilk yüz yılı sıkıntılarla geçti ve hanedan birkaç kola bö­
lündü. Bicaye ve Konstantin'de bağımsız emirlikler kuruldu ve bir dizi
kent-devleti ortaya çıktı. Buna rağmen, Hafsiler 1 270'te Fransa Kralı IX. Lo­
uis komutasındaki Haçlı seferini püskürtmeyi başardı ve topraklarlarını za­
manla batıya doğru genişletti. Tunus'taki saray 1 3 1 l 'den sonra İslam bilgin­
lerinin Ramon Lull gibi Hıristiyan misyonerlerle felsefi ve dinsel konuları
tartıştığı bir ilahiyat araştırmaları merkezi haline geldi.
Önce Konstantin'de iktidara gelen Ebu'l-Abbas Ahmed (1357-1349), ai­
lesinin 1370'te Tunus'taki yönetici hanedan konumuna yükselmesini sağla­
dı ve onu bir dizi becerikli hükümdar izledi. Deniz korsanlığıyla mücade­
ledeki başarısı, Doğu İslam dünyasıyla, Orta Afrika'yla ve başta İtalyan

Safı sahilinde bir murabıt


Magrip'te din İslam dünyasının öbür kesim­
lerinden oldukça ayrı bir mahiyet taşır.
Bölgede Arap istilacıların yönetici sınıf
konumuyla boyun eğdirdiği ve Müslüman­
laştırdığı büyük bir Berberi topluluğu yaşar.
Berberi etkilerinin bir sonucu olarak, bölge­
nin "popüler İslam" anlayışına her şeyden
önce yerel bilgelere, hocalara ve dervişlere
evliya olarak tapınmada ifadesini bulan bü­
yülü ve mistik adetler egemendir. Sofulukla­
rından ve zahitliklerinden dolayı büyük hür­
met gösterilen bu şahsiyetler, insanlar ile
ilahi güç arasında birer şefaatçi sayılır. "Mu­
rabıt" kelimesi tahkimli bir tekke olan ribat­
la ilişkilidir. Başlangıçta "veli" anlamına gel­
mesine karşın, zamanla veli mezarı için de
kullanılır hale geldi. Kuzey Afrika'nın her ya­
nında rastlanan bu tür anıtların çoğu gözde
ziyaretgahlardır.

Fez'den bir görünüş


Fez kenti ldrisi Hükümdarı il. İdris'in Kay­
revan'dan getirttiği göçmenlerce 807'de
kuruldu. 1 O. yüzyılda Fatımiler ile Endülüs
Emevileri arasında çekişme konusu oldu.
Muvvahidler döneminde en önemli Magrip
kentlerinden biri haline geldi. Merinilerin
eline geçtiği l 248'de, kurulan yeni impara­
torluğun başkenti oldu. Merini yönetimi al­
tında bir altın çağ yaşadı ve Batı İslam dün­
yasının merkezi konumuna yükseldi. 1 3. ve
1 4. yüzyıllarda kentte 200 bin kişinin yaşa­
dığı ve 785 caminin bulunduğu söylenir. Fez
l 666'dan J 9 J 2'ye kadar Alevi sultanların da
başkenti olarak kaldı.

MAGRİP TARİHİ 301

/
prenslik sarayları olmak üzere Avrupa'yla ticareti güvence altına aldı; böy­ ederek tahkim ettirdi. İspanyolları sarsıcı yenilgilere uğratması, İmparator
lece Tunus kenti Magrip'teki en zengin ve en önemli ticaret merkezi hali­ V. Karl'ın müdahalesini kışkırttı.
ne geldi. Bunun getirdiği istikrarlı ortama, Ebu Faris Azzuz'un (1393-1434) İmparator 1 535'te (Hayreddin'in misilleme olarak Menorca'yı yağmala­
ve Ebu Amr Osman'ın (1435-1488) yönetimi altında uzun bir barış dönemi dığı sırada) İspanyol ve Ceneviz gemilerinden oluşan bir donanmayla Tu­
eşlik etti. Azzuz diplomasi politikasını büyük dirayetle yürüttü, gümrük nus kıyı şeridinin bazı kesimlerini ve Tunus kentlerini ele geçirdi. Ne var
vergileri koyarak kamu maliyesini güçlendirdi, kentlerin ve limanların alt­ ki, aldığı toprakların ancak bir bölümünü elinde tutabildi. Korkusuz kor­
yapısını geliştirdi, Avrupalıların ticaret elçilikleri açmasına izin verdi. Klan­ san Turgut Reis üslendiği Cerbe adasından mücadeleyi sürdürdü, 1553'te
ların etkisinin zayıflamasıyla merkezi iktidarın gücü arttı. Osmanlıların Trablus valisi oldu ve 1 560'ta İspanyol donanmasını ağır bir
Devlet 1494'ten sonra gittikçe güçsüzleşti. Birçok bölge başına buyruk yenilgiye uğrattı. Malta'yı işgal etmek ve St. Jean Şövalyeleri tarikatını ada­
kabile önderlerinin yönetimine girdi ve İspanyollar 1 505'te kıyılarda kalıcı dan çıkarmak üzere yaptığı seferde, 1 565'te öldürüldü. Hafsi hanedanı
askeri üsler kurmaya başladı. Yardım için Osmanlılara başvurulması üzeri­ 1 505'ten sonra İspanyollar, Osmanlılar ve korsanlar arasında güç oyunun­
ne, Hafsi imparatorluğundaki asıl iktidar çok geçmeden Osmanlı yönetimi­ da görece zayıf bir piyona dönüşmüştü. Son Hafsi hükümdarlığı, Osmanlı­
nin desteklediği ve donattığı korsanların eline geçti. Bu korsanların en ün­ ların Akdeniz'de Türk üstünlüğünü sağlama stratejisi çerçevesinde Tunus
lüleri Midilli doğumlu efsanevi kardeşler Oruç ve Barbaros Hayreddin'di. kıyılarını ve Tunus kentini işgal etmesiyle sona erdi.
Oruç Reis 1 5 16'da işgal ettiği Cezayir ve Tlimsen'de kendi yönetimini kur­
du, ama 1 518'de İspanyollara karşı savaşırken öldü. Cüretkar bir askeri
strateji dehası olan ve daha sonra Osmanlı donanmasında kaptanıderyalı­
ğa yükselen küçük kardeşi Hayreddin, Cezayir ve Tunus kentlerini işgal

(_


Arzila
• isli

Mulay idris

• •
Rabat Fez

Meknes

Agadir • • Tarudant

/
Arzila ı • ,,_Tli

Fezj
Melilla
Rabat • •

Meknes-

• Marakeş
Agadir
• • Tarudant Vattasilerin 1 6. yüzyıl başlannda
ellerinde tuttuklan topraklar
Merinilerin 14. yüzyılın ilk yansından 1 5. yüzyılın ilk yansına kadar ellerinde AbdUJvadilerin 1 6. yüzyıl başlannda
tuttuklan topraklar ellerinde tuttuklan topraklar
AbdUlvadilerin 14. yüzyılın ilk yansından 1 5. yüzyılın Hafsilerin 1 6. yüzyıl başlannda
ilk yansına kadar ellerinde
tuttuklan topraklar -
ellerinde tuttukları topraklar
- Hafsilerin 14. ve 1 5. yüzyıllarda ellerinde tuttuklan topraklar
- Osmanlılann 17. yüzyılda ellerinde tutuklan topraklar

302 FAS ' TAN TUNUS'A MAGRİP


Kapı tokmağı, Fas 1 6. - 1 9. yüzyıllar: Şerifler, korsan reisleri ve
Magrip'te, özellikle de güney bölgelerinde Osmanlı dayıları
popüler İslam'ın tipik özelliklerinden biri,
muskalar ve tılsımların koruyucu güçlerine
sıkı inançtır. En önemli amblemler arasında Fas'ta iktidar doğnıdan Peygamber soyundan geldiklerini ileri sürdükleri
yer alan "Fatma eli" Peygamber'in kızı Fat­ için Şerifler olarak anılan Arap hanedanların eline geçti. Günümüze kadar
ma'nın şifa verme gücüyle ilişkilendirilen
süren Şerif dönemi, Fas'ın güney kesiminden gelme Sadilerin Vattasi hane­
beş parmak biçimindedir ve dolayısıyla beş
rakamı gibi uğurlu sayılır. Bazı yorumcular danını devirmesiyle başladı. Bir dinsel tarikatın önderi olan Sadi ailesinin
bunu popüler İslam'da kadınların özgürleş­ reisi, 16. yüzyıl başlarında birçok murabıtı ve müritlerini etrafında toplaya­
mesinin bir belirtisi olarak yorumlamışlar­ rak Portekiz'e ve zayıf Vattasilere karşı cihada girişti. Agadir yakınındaki
dır. Fatma eli özellikle Fas'ta kolyeler, kapı
tokmakları ve kapı menteşeleri için gözde Tanıdant'ı merkez edinen Sadiler 1 525'te Marakeş'i aldılar ve 1 54 1 'de Por­
bir motiftir; insanları ve binaları kötü talih­ tekizlileri Agadir'den çıkardılar. Bu başarılarla birlikte dinsel itibarları bü­
ten koruduğuna inanılır. yük rağbet görmelerini sağladı ve halktan coşkulu bir destek almalarına
katkıda bulundu.
Muhammed el-Mehdi ( 1 549/53-1 557) Vattasileri 1 5 54'te Fez'den çıkar­
dı. Osmanlılarla kurduğu ittifak sayesinde Fas'ta sultan olarak tanındı ve
hatta halife unvanını aldı. Bir dizi geçici ittifaka vararak dış düşmanlarına
üstünlük sağlamayı başardı; murabıtlara ve tekkelerine karşı kanlı bir imha
seferi yürüttü. Hedefleri güçlü bir merkezi iktidar kurmak ve halkın bütün
kesimlerini vergiye bağlamaktı. Tlimsen'i işgal etmesi üzerine 1 5 57'de üs-

1 236/37 Abdülvadiler ( 1 236- 1 552/4) 1515 Portekizliler Marakeş'i kuşattı 1 640 Hammuda bin Murad 1 832- 1 847 Emir Abdülkadir öncülüğünde
Tlimsen'de özerklik kazandı; Tunus'ta iktidarı ele geçirdi Fransa'ya karşı Cezayir
1516 Oruç Reis Cezayir ve
Hafsiler ( 1 228- 1 574) daha ve l 702'ye kadar başta kalan bağımsızlık mücadelesi
Tlimsen'i ele geçirdi
önce Doğu Cezayir ve Muradi hanedanını kurdu
1 837- 1 855 Tunus'ta Ahmed Bey'in
Trablus'ta aynı adımı attı 1 525 Sadiler Marakeş'i ele geçirdi
1 659 Sadi yönetimi sona erdi başlattığı ilk vergi ve idare
1 244 Meriniler Meknes'i ele geçirdi 1 535 İmparator V. Kari ( 1 5 1 9- reformları
1 666 Alevi hanedanından Mulay er-
1 558) Tunus kentini ve Tunus
1 248 Meriniler Fez'i aldı Reşid ( 1 664- 1 672) Fez'de 1 844 Fas ordusu Fransız birliklerine
kıyı şeridinin bazı kesimlerini
iktidarı ele geçirdi yenildi
1 269 Meriniler ( 1 269- 1 465) işgal etti
Marakeş'te Muvvahidleri 1 669 M ulay er-Reşid Marakeş ve 1 857- 1 86 1 Tunus'ta anayasa ilanıyla
1 540 Abdülvadiler Osmanlı
devirdi Fas'ı aldı meşruti monarşiye geçildi
egemenliği altına girdi
1 270 Hafsiler Fransa Kralı IX. Louis 1 67 1 Cezayir'de korsan 1 860 Fas ordusu İspanyol
1 54 1 Sadiler Portekiz birliklerini
öncülüğündeki Haçlı seferini ayaklanması birliklerine yenildi
Agadir'den çıkardı
püskürttü Beclard Anlaşması'yla Fas bir
1 67 1 - 1 830 Cezayir'de yeniçeriler 1 863
1 546 Barbaros Hayreddin'in ölümü
1 33 1 - 1 35 1 Merini Sultanı Ebu'l-Hasan tarafından seçilen dayıların Fransız protektorası haline
Ali'nin dönemi 1 552 Osmanlılar Tlimsen'i işgal etti yönetimi geldi
ve Abdülvadi yönetimine son
1 347 Meriniler Tlimsen'i ele geçirdi 1 672- 1 727 Fas'ta Mulay İsmail dönemi 1 869 Tun us devleti iflasa düştü ve
verdi
bir uluslararası mali
1 35 1 - 1 358 Merini Sultanı Ebu İnan Faris 1 702 Osmanlı subaylarının bir
1 553 Osmanlılar Turgut Reis'i komisyonun denetimi altına
döneminde Cezayir ve komplosuyla Tunus'ta Muradi
Trablus valiliğine atadı alındı
Tunus'u ele geçirmeye yönetimi sona erdi
yönelik yeni girişimler 1 554 Muhammed el-Mehdi 1 870 Cezayir'de Fransız sömürge
1 705 Hüseyin bin Ali ( 1 705- 1 735)
( 1 549/53- 1 557) denetimi altında sivil idareye
1 359- 1 389 Abdülvadi Hükümdarı il. Ebu Tunus'ta beyliği üstlendi;
önderliğindeki Sadiler Fez'de geçiş
Hammu Musa'nın dönemi siyasal iktidar l 957'ye kadar
Vattasi hanedanını devirdi
Hüseynilerin elinde kaldı 1 877 Tunus Başbakanı Hayreddin
1 357- 1 394 Hafsi Sultanı Ebu'l-Abbas
1 574 Osmanlılar Tunus kıyılarını ( 1 873- 1 877) iktidardan düştü
Ahmed'in dönemi 1 727- 1 757 Fas'ta Mulay İsmail'in oğulları
denetim altına aldı ve Hafsi
döneminde iç savaş 1 88 1 Bardo Antlaşması'yla Tunus
1 42 1 - 1 465 Son Merini Sultanı yönetimine son verdi
bir Fransız protektorası haline
Abdülhak'ın dönemi 1 757- 1 790 Fas'ta Mulay Muhammed
1 578 Sadiler el-Kasrü'l-Keyr geldi
dönemi
1 465 Fez'de ayaklanma; Vattasiler Muharebesi'nde Portekiz Kralı
1 883 La Marsa Anlaşması'yla
( 1 465- 1 549) iktidara geldi Dom Sebastian komutasındaki 1 792- 1 822 Fas'ta Mulay Süleyman
Tun us' un protektora statüsü
orduyu yendi dönemi
1 47 1 Portekizliler Fas kıyılarını işgal onaylandı
etmeye başladı 1 578- 1 603 Ahmed Mansur'un sultanlık 1 827 Cezayir Fransa'yla diplomatik
dönemi ilişkileri kesti
1 497 İspanyollar Melilla'yı işgal etti
1 59 1 Tunus'ta askeri isyan 1 830 Fransız birlikleri Cezayir'i
1 504 Portekizliler Agadir'i ele
işgal etti
geçirdi

MAGRİP TARİHİ 303


manlıların düzenlediği bir suikasta maruz kaldı. Emellerini Fas'la sınırlamak Fas'taki el-Cedide Hisarı
zorunda kalan ardılları, hükümdar ailesi çevresinde emsali görülmemiş bir Fas kıyısındaki el-Cedide kentinin hisarı, Fas deniz ticaretini denetim altında tutmak ama­
kült yarattı ve ticaret elçiliklerinin faaliyetlerine bağlı olarak gittikçe artan sultanlarının Portekiz sızmasına karşı yürüt­ cıyla Fas'ta birkaç deniz üssü kurmuştu. Bu
tüğü savunmaya dönük mücadelenin bir ha­ istilayı püskürtmedeki acizlikleri sonunda
Avrupa etkisine set çekmeye çalıştı. Fas'ın girişimleri üzerine Fas'a bir çı­ tırasıdır. Portekiz 1 5. ve 1 6. yüzyılların önde Vattasi hanedanının yıkılmasını ve yerine
karma yapan Portekiz'in genç Kralı Dom Sebastian ezici bir yenilgiye uğ­ gelen denizci gücü olarak, Afrika kıyısındaki enerjik Sadilerin geçmesini getirdi.
radı ve Ağustos 1 578'de el-Kasrü'l-Kebir'de öldürüldü.
"Muzaffer" lakabıyla anılan Ahmed Mansur 0 578-1603) daha muhare­
be alanındayken sultan ilan edildi. Büyük bir ekonomik refah dönemi baş­ Reşid 0664-1672) çeşitli yerel hükümdarlara karşı başarılı seferlerinin ar­
lattı ve Afrika altın ticaretini denetim altına almasını sağlayan Sudan sefer­ dından Cezayir'deki Osmanlıların desteğini sağladı; 1666'da aldığı Fez'i üs
lerinde muazzam bir servet edindi. Fas'ta 20. yüzyıla kadar yürürlükte ka­ gibi kullanarak 1669 Marakeş'i ve Fas'ın geri kalan kesimini ele geçirdi.
lan ve "mahzen" olarak tanımlanan yeni bir idari sistemi yerleştirdi. İdare Onun oğlu Mulay İsmail 0672-1727) olağanüstü bir hükümdardı. Süslü gi­
ve askeri kademelerdeki seçkinler vergi muafiyetleriyle ve arazi bağışlarıy­ yime düşkünlüğüyle tanınan zeki ve acımasız bir adamdı. Yaklaşık 1 50 bin
la hükümdara bağlandı. Bu sistem merkezi iktidarı güçlendirirken, zengin Siyah köleden oluşan üstün disiplinli bir ordu yarattı, dinsel tarikatların ve
grupların arazilerini randımanlı işletmesi sayesinde ülke tarımının son de­ yerel hükümdarların direnişini kırdı ve Magrip'teki en sağlam kalelerden
rece üretken yapıya kavuşmasını sağladı. Ahmed tükenmez enerjisiyle, Fas biri olan "saltanat kenti" Meknes'i kurdu. Kentlerde uyguladığı askeri de­
toplumunu birçok alanda yeniden şekillendirdi ve Marakeş'i görkemli bir netimle ticareti ve asayişi güvence altına aldı ve bu düzeni demir yumruk­
başkente dönüştürdü. la sürdürdü. Avrupa'yla ticari ve diplomatik ilişkileri geliştirmeye devam et­
Oğullarının döneminde hanedanın biri Marakeş 0659'a kadar) mer­ mekle birlikte, Avrupalıların daha önce ele geçirdiği toprakların büyük bir
kezli, diğeri Fez 0626'ya kadar) merkezli iki kola ayrılmasıyla Fas bölün­ bölümünü geri aldı; ülkenin ekonomik ve siyasal alanlarda komşuları kar­
dü. Ancak, bu durum ülkenin ekonomisini zayıflatmadı ve verilen beratlar­ şısında geniş kapsamlı bir bağımsızlığa kavuşması için çalıştı.
la Avrupa'nın denizci devletleriyle ticaret yoğunlaştı. Sonraki zayıf sultan­ Sistem Mulay İsmail'in kişiliğine göre düzenlendiği için, onun ölümün­
lar Avrupalıların ve çeşitli yerel bağımsızlık hareketlerinin güçlü baskısıyla den sonra çöktü. Birlikte tahta geçen yedi oğlu ülkeyi 30 yıl süren bir iç
karşı karşıya kaldı. Sonunda Sadi hanedanı 1659'da iktidardan düştü. savaşa sürükledi ve düzen ancak torunu Mulay Muhammed'in 0757-1790)
Sultanlık mirası yine bir dinsel tarikatı yöneten ve 13. yüzyıldan beri iktidara gelmesiyle sağlanabildi. Bu sultan kamu maliyesini yeniden düzen­
ülkenin güney kesimindeki Yukarı Atlaslar'da varlığını sürdüren Aleviler ledi; esas olarak Fransa'ya ve bağımsızlığını yeni kazanmış ABD'ye berat­
adlı bir Şerif ailesine geçti. Bu hanedan hala Fas'ın başındadır. Mulay er- lar vererek dış ticareti destekledi. Onun oğlu Mulay Süleyman 0792-1822)

304 FAS ' TAN T U N U S ' A MAGRİP


Avrupa devletleri için gümrük tarifelerini düşürerek ticarete ilave teşvikler çeri baş komutanları yönetti. Ancak, 1671'deki korsan ayaklanmasının ar­
getirdi. Başlangıçta dinsel konularda hoşgörülü olmasına karşın, Suudi Ara­ dından, "dayı" denen valilerin yönetimine geçildi ve bu sistem 1830'daki
bistan kaynaklı püriten Vehhabi hareketinin etkisiyle 1810'dan sonra tutu­ Fransız işgaline kadar sürdü. Yeniçeri komutanlarınca seçilen ve ömür bo­
mu değişti. Yerel dinsel adetlere karşı sert bir çizgi izledi ve murabıtları he­ yu bu makamda kalan dayıların otoritesi aslında kıyı bölgesiyle sınırlıydı;
def alan yeni bir sindirme harekatı başlattı. Bu tedbirleri dinsel huzursuz­ çünkü güneydeki kabileler eskisi gibi özerk bir yapıya sahipti. Hıristiyan
luğu körükledi ve halkın çeşitli kesimleri arasında isyanlara yol açtı. Ardıl­ köle akışının sürekliliğiyle ticaretin geliştiği kıyı kentleri kültürel eritme po­
ları ülkeyi ancak güçlükle yatıştırabildi. Fas 19. yüzyıl başlarından itibaren, talarına dönüştü; özellikle Hıristiyan manastır tarikatlarının tutsak Hıristi­
başta Fransa ve İspanya olmak üzere Avrupa'nın gittikçe daha açgözlü ha­ yanların ihtiyaçlarını karşılamalarına veya özgürlük bedellerini ödemeleri­
le gelen çıkar çevrelerinin hedefi haline geldi ve geleneksel sosyal yapıla­ ne izin verilmesi bu süreci etkiledi. Cezayir Akdeniz'in başta gelen ticaret
rından dolayı dış müdahaleden kurtulmayı başaramadı. merkezleri arasına girdi ve esas olarak kentlerdeki zengin Yahudi tüccarla­
Cezayir ve Tunus 16. yüzyıl ortalarındaki Osmanlı hakimiyetinde ben­ rın himayesiyle bezeme sanatları serpildi. Zamanla Fransa çoğu durumda
zer bir siyasal gelişim çizgisinden geçti ve Türkler ile İspanyollar arasında korsanlıktan pek uzaklaşmamış Cezayir deniz ticaretinde en önemli ayrıca­
sıkışıp kaldı. Her iki güç de Akdeniz'de üstünlük mücadelesi verirken, lıkları koparmayı başardı. Ne var ki, oligarşik idarenin gittikçe katı bir ya­
Magrip'teki üslerini askeri bakımdan pekiştirmeye özel bir ağırlık verdiler. pıya bürünmesi, Cezayir'in modern küresel ekonomide çıkarlarını koruma­
Gerek Cezayir' de, gerekse Tunus'ta yönetici sınıf Türk nüfuzu altındaki bir sını ya da Avrupa devletlerinin artan yayılmacı eğilimlerine karşı koyması­
askeri oligarşiydi; Osmanlı seçkin birlikleri olan yeniçerilerin başındaki su­ nı zorlaştırdı.
baylar iktidarı korsan reisleriyle paylaşmaktaydı. Üstün donanımlı ve disip­ Osmanlılar önceleri Tunus'a görev süresi sınırlı olan ve bir askeri mec­
linli bir kuvvet olan yeniçeriler, bölgedeki önderlik için, esas olarak Güney lise ("divan") danışan beylerbeyi ya da paşa unvanlı valiler atadı. Bu sis­
Avrupa'dan ve Akdeniz adalarından gelmiş Hıristiyan dönmeler olan kor­ tem 1 59 1 'de kanlı bir askeri isyanla yıkıldı. Ardından Osmanlılar Tunus as­
san reisleriyle çekişme içindeydi. İki kesim çatışmaya girdiğinde, daha ör­ keri aristokrasisine daha geniş özerklik tanımak zorunda kaldı. Divan ömür
gütlü yapıları genellikle yeniçerilerin üstün gelen taraf olmasını sağladı. boyu görevde kalmak üzere dayı unvanlı bir "devlet reisi" atarken, Osman­
Türk kışlaları kıyı boyunca savunma tedbirlerini almaktan sorumlu korsan­ lı valisinin rolü resmi işlevlerle sınırlandırıldı. Bu sistem 1640'a kadar ayak­
ları ele geçirdikleri ganimetleri paylaşmak zorunda bıraktı. ta kaldı. Tunus kıyı kentleri de zengin tüccarlar ve Hıristiyan köle ticareti
Osmanlılar başlanğıçta Cezayir'de Hayreddin'in oğlu Hasan Paşa'ya gö­
rece bir serbestlik tanıdı. Ama 1 587'den sonra sınırlı bir görev süresi olan
Meknes'te Babü'l-Hamis adlı kent
ve paşa unvanını taşıyan valiler atamaya başladı. Ayrıca Cezayir'in idare­ kapısı, 1 2. yüzyıl sonları nı sağladı ve en heybetli Magrip kentlerinden
sinde kapsamlı bir yeniden düzenlemeye girişti; böylece ülkenin şimdiki Fas'ta hala başta olan Alevi hanedanının ikin­ biri olan "saltanat kenti" Meknes'i kurdu.
ci hükümdarı, M ulay İsmail'di. Ülkesini demir Zapt edilmesi zor masif kapıları olan bu baş­
yapılarının temeli atılmış oldu. Kısa bir dönem eyaleti "ağa" unvanlı yeni-
yumrukla yöneterek bağımsızlığa kavuşması- kenti 30 bin köle inşa etmişti.

: ..

. ·� "

1-' .
• • '!· . :.. .

.. . :- ·.

;l ··
. ' »-
Karşı sayfada: Mulay İsmail Türbesi'nin bilir; asıl mezar bölümüne ise sadece Müslü­ dıktan sonra kurduğu Hüseyni hanedanı 1957'de cumhuriyetin ilanına ka­
içi, Meknes manların girmesine izin verilir. M ulay İsmail dar resmen iktidarı elinde tuttu.
Mulay İsmail'in kurduğu "saltanat kenti"nde­ kişisel çıkarlarına tutkunluğuyla ve savurgan­
ki en önemli yapı görkemli biçimde bezen­
Hüseyni yönetimi başlangıçta istikrarsızdı, ama yoğun imar işleri yürüt­
lığa varan gösteriş düşkünlüğüyle Fas'ın öte­
miş olan kendi türbesidir. Bu türbenin ön sinde de ün salmıştı. tü. Hüseyin'in l 735'te yeğeni Ali Paşa tarafından devrilmesi ülkeyi iç sava­
odasını Müslüman olmayan turistler de geze- şın eşiğine getirdi. Ali Paşa daha önce tahtın ilk varisi olarak belirlenmiş,
ama azledilince ailesiyle birlikte Fas'a kaçmak zorunda kalmıştı. Hüseyin'in
oğulları, Ali Paşa'nın (1735-1756) parıltılı rejimine Cezayir'in yardımıyla son
sayesinde büyük refaha ulaştı; görkemli bir yeniden imara sahne olan Tu­ verdi. Tunus kenti Cezayir birliklerince yağmalandı ve Ali Paşa idam edil­
nus kenti bu zenginlikten büyük kazanç sağladı. İspanya'da 1 568-157l 'de­ di. Ali Paşa'nın ardılları Ali Cl 759-1782) ve Hammuda (1782-1814) ülke
ki Morisko ayaklanmasıyla başlayan ve 1609'da toplumsal boyuta varan ekonomisini yeniden düzenledi. Bunun sonucunda öylesine büyük bir re­
sürgünlerle yurtlarından kovulan Magribilerin çoğu Tunus'a yerleşti. Yeni fah sağlandı ki, Hammuda Bey'in dönemi "Tunus'un Altın Çağı" olarak
göçmenlerin beraberlerinde ileri imalat tekniklerini getirmeleri ekonomiye anılmaya başladı. Kültürel politikada kapsamlı bir bağımsızlığı arzulayan
canlılık kazandırdı. Hammuda, bölgede l 756'dan beri sürekli bir etken olan Cezayir üstünlü­
Enerjik bir üst düzey devlet görevlisi olan Hammuda bin Murad (1640- ğüne, 1807'de kazandığı kesin bir askeri zaferle son verdi. Türk nüfuzu hız­
1659) iktidara el koyduğu 1640'tan sonra ülkenin büyük bölümünde karı­ la gerilirken, Hüseyniler Arapça konuşulan dünya içinde bir "Tunus ulusal
şıklıklara son verdi. Onunla başlayan Muradi hanedanı dış politikada Os­ devleti" yaratmaya girişti. Arapça 1830'da Türkçe yerine resmi dil oldu ve
manlı İmparatorluğu'na bağlı kalmakla birlikte, içişlerinde büyük ölçüde hükümet Memluk askerlerinden oluşan seçkin Arap ordusu birlikleri kur­
özerk kaldı. Ancak, Hammuda'nın torunu ve bütün ailesi Türk subayların du. Ne var ki, Tunus'un Avrupa'ya olan borçları gittikçe idare edilemez ha­
l 702'deki komplosuna kurban oldu. Türk Süvari Komutanı Hüseyin bin Ali le geldi ve sonunda deniz ticaretinin denetimi tamamen Avrupa devletleri­
(1705-1735) bu olayı izleyen çalkantıdan üstün çıktı. Osmanlılarca tanın- ne bırakıldı.

Solda: Barbaros Hayreddin, Yukarıda: Fas Sultanı M ulay


Agostino Veneziano, Abdurrahman at sırtında,
bakır levha gravür, 1 535, Berlin, Eugene Delacroix, yağlıboya,
Bakır Gravür Bölümü 1 845, Toulouse, Augustines Müzesi
Hayreddin ve büyük kardeşi Oruç 1 6. yüzyıl Sultan kişisel muhafızlarıyla birlikte Meknes
başlarında en önde gelen korsan reisleriydi. kapılarının önünde görülüyor.

MAGRİP TARİ H İ 307


----------�==�======��=�
�,
=-·-·- ·-���-

Solda: Tunus kentindeki Dar-Meluli


Sarayı'nın içi
Cezayir'in Fransız işgaline uğraması, Fas
( 1 863) ve Tunus'a ( 1 88 1 - 1 883) protektora
yönetimlerinin dayatılması, beraberinde sö­
mürgecilik çağına özgü bir gelişmeyle Mag­
rip ülkelerinde zevk ve yaşam tarzı açısın­
dan bir Avrupalılaşma sürecini getirdi. Bu
ülkelerin üst ve eğitimli sınıflarına mensup
aileler arasında evleri ve sarayları Fransız
mobilyalarıyla ve Avrupai tarihsel tablolarla
dekore etmek moda haline geldi; bununla
birlikte geleneksel yapı tasarımı ve yaşam
mekanlarını bölümlemedeki Doğu yaklaşımı
korundu. İnsanların kısa Avrupa gezilerinde
mobilya edinmeleri ya da aracı tüccarlardan
düzenli alımlar yapmaları yaygın bir alışkan­
lık olduğundan, bu 1 9. yüzyıl oturma odala­
rının birçoğu en aykırı sanatsal üsluplardaki
eşyaların tıka basa bir araya getirildiği bir
keşmekeşi andırırdı.

Sağda: Cezayir'deki Bardo Sarayı


Cezayir ve Tunus kentlerinin dış mahallele­
rindeki iki Bardo Sarayı üst düzey yerel ri­
calin ikametgahlarıydı. Hüseyni beyleri Tu­
nus Bardo'sunda kalırdı. Doğu ihtişamını,
Fransız etkisini yansıtan debdebeyle birleş­
tiren her iki saray günümüzde ulusal tarih
müzesidir. Sömürge güçlerin 1 9. ve 20. yüz­
yıllardaki temsilcileri yerli elitlerin törensel
adaplarına karışmamış, ama idare, ordu ve
ekonomiyi Avrupalı kadroların sıkı deneti­
mi altına alarak, bütün siyasal iktidardan
yoksun bırakmışlardı.

308
1 9. yüzyıl ortalarındaki Fransız müdahalesi Tunus kentindeki Dar-Meluli layan bir optik yanılsama yaratır. Pencerelerin
Sarayı'nın içi ve aynaların etrafındaki alçı sıva çerçeveler
Bir süreden beri tasarlanmakta olan Cezayir'e doğrudan Fransız müdahale­ Özellikle Cezayir ve Tunus'ta 1 9. yüzyılda Doğu formlarına dayanır ve son derece ince­
Fransız modellere dayanan aynalı odalar re­ likli bir Magribi üslubunun örnekleridir.
si için gerekli bahaneyi, Yahudi tüccarların ve Cezayir dayısının daha ön­ vaç kazandı. Dar-Meluli Sarayı'ndaki aynalı sa­
ceki Fransız hükümetlerine verdiği büyük miktardaki borçlar sağladı. Fran­ lon olduğundan daha büyük görünmesini sağ-
sa'nın borçların ödenmesi yolundaki talepleri yerine getirmeye yanaşma­
ması üzerine, Cezayir 1827'de diplomatik ilişkilerini kesti. Fransızlar buna
karşılık olarak Cezayir limanlarını bombardımana tuttu; limanların açılma­ dırılması, ordunun, eğitim sisteminin ve idarenin yeniden düzenlenmesi gi­
sıyla Temmuz 1830'da Cezayir'e çıkan Fransız birlikleri ertesi yıl ülkeyi iş­ bi birçok değişiklik getirdi. Fakat yıkıcı mali politikalar 1852'de devleti if­
gal etti. Cezayir böylece bir Fransız sömürgesi oldu, ama Fransa bu durum­ las noktasına sürükledi. 186l 'de bir anayasa üzerinde mutabakata varıldı ve
dan pek fazla mutlu olamayacaktı. Tunus bir meşruti monarşi haline geldi. Doğal afetler ve kötü hasatlar, so­
Fas 19. yüzyılda ülkede reform yapmaya hevesli olan, ama Avrupa'ya nunda ülkenin 1869'da büyük ölçüde Fransızların denetlediği Uluslararası
ekonomik bağımlılıktan dolayı gittikçe baskı altına giren bir dizi hükümdar Mali Komisyon'un gözetimi altına girmesine yol açtı. 1860'lar sonlarında
tarafından yönetildi. Fas'ın Magrip'teki özgürlük mücadelesine askeri des­ uygulamaya konan iddialı reformcu politikalar Avrupa devletlerince balta­
tek vermesi 1844'te İsli'de Fransızlara yenilmesiyle noktalandı. Bunun ar­ landı. Modernleşmeyi yürüten Başbakan Hayreddin'in 1877'de Fransız bas­
dından ülke Avrupa müdahalesine boyun eğmek zorunda kaldı ve 1860'ta kısı sonucunda görevden alınmasıyla, bu politikalardan bir anda vazgeçil­
ordusu İspanyollar karşısında bozguna uğradı. İspanya'nın talep ettiği yük­ di; Avrupalıların asıl endişesi Tunus'un daha bağımsız bir çizgiye yönelme­
sek savaş tazminatı üzerine, Fas mecburen 1863'te Fransa'yla Beclard An­ si olasılığıydı. Fransa'nın 1881 'de dayattığı Bardo Antlaşması'yla Tunus tıp­
laşması'nı imzaladı. Fas bu anlaşmayla bir Fransız protektorası haline gel­ kı Fas gibi bir Fransız protektorası konumuna düştü.
di; zamanla Fransa temelde Avrupa modeline dayanan ve Fransız danış­ İslam dünyasındaki diğer Avrupa sömürgeleri ve protektoralan gibi,
manlarca yürütülen bir siyasal, ekonomik ve askeri idareyi kabul ettirdi. bütün Magrip 19. yüzyılda siyasal ve ekonomik yapı bakımından köklü bir
Yerel elitler sıkı bir gözetim altına alındı ve en verimli araziler Avrupalı dönüşüm yaşadı. Böylece kentsel nüfus patlamalı bir hızla artarken, en ve­
göçmenlere verildi; sultanın ve "mahzen''- sisteminin ekonomi üzerindeki rimli araziler gittikçe sayılan artan Avrupalı göçmenlerin eline geçti. Yeni
denetimine büyük ölçüde son verildi. Fas uzun bir süre ancak Avrupa ağır­ bulunan zengin mineral kaynakları Avrupa devletlerince ve onların ruhsat
lıklı uluslararası konferanslarda söz söyleme fırsatını bulabildi ve buna da verdiği ticari şirketlerce sistematik bir sömürüyle işletildi. İkinci Dünya Sa­
emperyal rejimler arasında güç dengesine hizmet ettiği ölçüde izin verildi. vaşı'ndan sonra bütün bölge ülkeleri ikili bir güçlükle karşı karşıya kaldı­
Tunus diğer Magrip ülkelerine oranla Fransız müdahalesine daha uzun lar. Uzun süredir özlemini çektikleri bağımsızlık için Avrupa yönetiminden
süre direndi. Coşkulu birer reformcu olan Ahmed (1837-1855) ve Muham­ kurtuluş yolunda adımlar atarken, bir yandan da geleneksel yapıya dayalı
med es-Sadık (1859-1882) beyler Avrupa fikirlerinden ilhamla köleliğin kal- sosyal sistemlerinde temel reformlar yürüttüler.

MAGRİP TARİHİ 309


Fez Merinileri
Mimari
Natascha Kubisch Fez kenti Peygamber Muhammed'in amcasının oğlu v e damadı Ali'nin so­
yundan gelen I . İdris tarafından 798'de kurulmuştu. Mulay İdris adlı tür­
besi hala Fas'taki en mübarek ziyaretgahtır. Fez 9. yüzyılda bir kültürel
serpilme içine girdi. Bunu Kayrevan'dan gelen ve Karaviyin Camisi'ne ad­
larını veren göçmenlerin yanı sıra, başta Kurtuba kenti olmak üzere En­
Endülüs ve Magrip'te 1 3 . yüzyılın ilk yarısında siyasal iktidar son Muv­ dülüs'ten gelen ve Endülüs Mahallesi'ni kuran göçmenler sağladı. Kentin
vahid hükümdarının elinden tedricen çıktı. Orta Magrip bir süre daha bir güçlü bir ticari merkeze dönüşmesi esas olarak stratejik bakımdan elve­
Muvvahid eyaleti olarak kalırken, aşağı yukarı şimdiki Fas'a denk düşen rişli konumu sayesindeydi. Fas'taki en önemli doğu-batı güzergahı şim­
ve Berberi kabilelerin yaşadığı Batı Magrip bölgesi Batı Sahra asıllı Be­ diki Cezayir'de bulunan Taza Geçidi'nden başlıyor, Fez ve Meknes'i geç­
mı Merin aşiretinin eline geçti. Onların soyundan gelen hükümdarlar tikten sonra Rabat'ta veya Sale'de son buluyordu. En önemli kuzey-güney
muhteşem Merini hanedanını kurdu. güzergahları ise Fez veya Meknes'ten çıkıyor, Marakeş'e uzanıyor ve da­
Meriniler 1 248'de Fez'i ele geçirerek başkentleri yaptılar. Muvvahid ha sonra Yukarı Atlaslar'ı aşarak Tafilelt vahalarında bitiyordu . Endülüs,
imparatorluğunun eski başkenti Marakeş'i 1 269'da almalarıyla, bu dev­ Magrip ve Sahra-altı Afrika (özellikle Sudan ve Gana) arasındaki altın ti­
let sonunda çöktü. Aynı sıralarda Meriniler doğuya, Benu'l-vad ailesinin caretinin büyük bir bölümü bu güzergah üzerinden yürütülüyor ve bu
iktidara geldiği Tlimsen bölgesine yönelerek topraklarını genişletmeye durum Fez'e de kazanç sağlıyordu . Aynı dönemde kent gelişerek bir kül­
giriştiler. Tlimsen kenti Benu Hafs olarak da bilinen Hafsilerin 1 230'da tür merkezine dönüştü . Fez'deki Karaviyin Camisi 862'de kuruldu ve
iktidarı ele geçirdiği İfrikkiye'ye giden yolda önemli bir askeri üstü. Bi­ 933'te kentin ana camisi olarak seçildi. 1 2 . yüzyıl ortalarında Muvvahid­
caye, Konstantin ve Biskra kentleri dahil şimdiki Cezayir'in bir bölümü­ lerce yeniden inşa edildi. Dönemin en büyük camilerinden biri olduğu
nü kapsayan Doğu Magrip'in yanı sıra Tunus'u yöneten bu hanedan, im­ gibi, Magrip'teki en önemli medreselerden birine beşiklik etti. Uzun bir
paratorluğun başkenti olarak Tunus kentini seçmişti. dönem kentin düşünsel ve kültürel merkezi olarak kaldı; çevresinde ta­
cirlerin ve zanaatkarların toplandığı bir çarşı gelişti. Bu çarşının "Kayse­
riye" adlı özel bölümü ipek ve mücevherat gibi değerli malların ticaretine
mahsustu .
Fez en büyük refah düzeyine Merini yönetimi altında 1 3 . yüzyıl son­
larında ulaştı. Merini Sultanı Ebu Yusuf, 27 Mart 1 276 sabahı atıyla Fez Ir­
mağı vadisini aşarak Fezü'l-Bali'ye ("Eski Fez") vardı ve kısa bir süre ön­
ce temelini attığı Fezü'l-Cedid ("Yeni Fez") için bir müneccime baktırdığı
yıldız falı sonucunda bu yeni kenti imparatorluğun merkezi haline getir­
di. Böylece kenti günümüze neredeyse tamamen ulaşmış olan muazzam
surlarla çevirmeye karar verdi. Darü'l-Mahzen adlı büyük bir saray yap­
tırdı ve Cami-i Kebir'in (1 276) inşası için emir verdi. Onun döneminde gi­
rişilen diğer projeler arasında kışlaların ve idari binaların inşası da vardı.
Hıristiyan tacirlerin kente yerleşmesine izin verildi ve Fezü'l-Cedid'in dış
kesiminde günümüze ulaşmış olan Mellah adlı bir Yahudi mahallesi de
ortaya çıktı. Ortaçağdan kalan ve Medine olarak da bilinen Fezü'l-Bali ha­
la kentin çekirdeğini oluşturur. Fransız sömürge döneminde "Beyaz Fez"
adlı Avrupai yerleşim alanı en yüksek kesimde yer alır. Burası eski kent­
ten açık alanlarla ayrıldığı için, asıl Fez'in tarihsel şehir dokusu pek faz­
la değişmemiştir.

Merini camileri
Temeli 1 275'te Ebu Yusuf tarafından atılan Fezü'l-Cedid Cami-i Kebir'i,
içindeki bir mermer yazıtta belirtildiğine göre, yüz yılı aşkın bir süre son­
ra hicri takvime göre 788'de 0 393) yeniden inşa edildi. Dikdörtgen ze­
min planıyla uzunluğu 54 metre , genişliği 34 metredir; neredeyse kare
planlı bir namaz bölmesinden ve önündeki dikdörtgen bir avludan olu­
şur. Avlu üç tarafta basit revaklarla çevrilidir ve kuzeybatı köşesinde bir

Minareyi gören bir cepheden lu çeşmeleri örterler. Merini yönetimi altında


Karaviyin Camisi'nin avlusu, 1 2. yüzyıl 1 4. yüzyılda yaptırılan bu kameriyeler, Gırna­
Karaviyin Camisi'nin avlusunda alçı sıva örgü ta'nın Elhamra saray kompleksindeki Aslanlı
süsleriyle bezenmiş iki ilginç kameriye vardır. Avlu'nun kameriyelerine benzer bir tarzda
Uzun ekseninin iki ucunda karşı karşıya ba­ düzenlenmiş ve bezenmiştir.
karlar ve namazdan önce abdest alınan havuz-

310 FAS ' TAN TUNUS ' A MAGRİP


minare vardır. Namaz bölmesinin önünde, avluya açılan revakın ortasın­ Fez'in havadan görünüşü çok sayıda çarşıyı, medreseyi ve camiyi ba­
da iki giriş yer alır. Soldaki giriş muhtemelen kadınlar için yapılmıştır; Fas'ın dört saltanat kentinin en eskisi Fez'dir. rındıran eski kent bölümü, Murabıtların 1 2.
Kurulduğu 9. yüzyıldan beri, defalarca imar­ yüzyıl ortalarında genişleterek dönemin en
çünkü dosdoğru kadınlar galerisine çıkar. Sağdaki giriş ise ana girişi oluş­
dan geçmiş ve genişletilmiştir. Günümüzde büyük camilerinden biri haline getirdiği Ka­
turur. Avlunun ve namaz bölmesinin kenarlarında başka girişler de görü­ Fas'ın kültürel ve ruhani yaşamının tüken­ raviyin Camisi çevresinde gelişmiştir.
lür. mez özgün kaynağı olarak kabul edilir. Fez'in
Ana girişten caminin içine giren bir kişi, kendisini avludan ve namaz
bölmesinden geçerek mihraba varan uzun eksende bulur. Namaz bölme­
si zarif nal biçimli kemerlerle bezenmiş ve her biri altı sahınlı yedi geçit­ daki orta kubbenin iki yanına düşer ve dolayısıyla halifeye ayrılmış olan
ten oluşur. Kıble duvarının önünde Muvvahid camilerindekine benzer maksurenin önemini vurgular.
uzun bir çapraz geçit vardır. Bunun mihraba yönelen ortadaki geçitle ke­ Bağdadi kubbeler 1 2 . yüzyıl Murabıt camilerinin ayırıcı bir özelliği ol­
sişmesi bir T şekli yaratır. T tipi 1 2 . yüzyıla doğru Murabıt ve Muvvahid maya devam etti. Örneğin, Tlimsen Cami-i Kebir' inde (1 182) bunu gör­
camilerinin ortak bir özelliği haline gelmiş ve 1 3 . yüzyıl sonlarının Meri­ mek mümkündür. Fez'de ise Murabıt inşa döneminde (1 135-1 142) Kara­
ni mimarisinde de korunmuştu. Bu durum pek şaşırtıcı değildir; çünkü vıyın Camisi'nin ortadaki geçidine mukarnas tonozlar eklendi.
Meriniler kendilerini Muvvahid halifelerinin doğrudan ardılı saymaktay­ Dikdörtgen namaz bölmesiyle ve revakların çevrelediği avlusuyla, bu ca­
dı. Bu tutum sadece dinsel doktrin ve siyasetlerinde değil, mimari prog­ minin planı, Cezayir'deki Taza Cami-i Kebir'i (1 1 42), Yukarı Atlaslar'daki
ramlarında da ifadesini buldu . Fezü'l-Cedid Cami-i Kebir'inin namaz böl­ Tinmel Camisi ( 1 1 53/54) ve Marakeş'teki iki Kutu biye Camisi'nden günü­
mesi muhteşem mihrabının yanı sıra, mihrap sahnının yukarısında müze ulaşabilen İkinci Kutubiye Camisi ( 1 1 58) gibi, 1 2 . yüzyılın büyük
yükselen ve mihrabın etkisini belirgin biçimde yoğunlaştıran zengin be­ Muvvahid camilerine benzer. Merini camilerinin avlularında zamanla ka­
zemeli büyük bağdadi kubbesiyle de dikkat çekicidir. Ortadaki geçidin re biçime doğru bir yönelim görülür. Namaz bölmelerinin iç mekanları
baş tarafında, yapının bir "eksenli" cami olduğuna işaret eden uzun ek­ sade dış cephelerle şaşırtıcı bir tezat içindedir ve esas olarak mihrap çev­
seni vurgulamak için konmuş bir başka kubbe yer alır. Her iki kubbe Kur­ resindeki alanda yoğunlaşan zengin alçı sıva süsleriyle bezenmiştir. Muv­
tuba Cami-i Kebir'inin (II. Hakem'in 963-966 arasındaki genişletmesinden vahid döneminin tipik bir özelliği olarak her yüzeyi kaplayan iç içe örü­
kalma) bağdadi kubbelerini hatırlatır; bunlar mihrap sahnının yukarısın- lü büyük geometrik desenler artık daha az belirgindir. Buna karşılık, hat

MİMARİ 311
Fez'deki Karaviyin Camisi'nin namaz bölmesi ve tonozu
1 2. yüzyıl
Karaviyin Camisi'nin mukarnas tonozları Murabıtların 1 2. yüzyıl or­
talarında yürüttüğü imar çalışmalarından kalmadır ve başlangıçta ya­
pının en önemli kısmını, yani mihraba yönelen ortadaki geçidi vur­
gulamaya yöneliktir. Özgün güzelliklerini korumak amacıyla, bu
tonozlarda sonraki yüzyıllarda birçok kez restorasyon çalışmaları
yapılmıştır.

yazıtları daha ince v e daha gösterişlidir; bitki desenleri arabesk süsleriy­ Sahric Medresesi (1321-1 328) sayılabilir. Ebu Hasan ayrıca adını dönemin
le ve çiçek motifleriyle narin, çok katmanlı ve zengin bir hale bürünür. bir bilgininden alan ve Karaviyin Camisi'nin yakınında yer alan Misbahi­
Zengin bir motif çeşitliliğini barındıran bu süsleme özellikleri, sonraki ye Medresesi'nin (1 346) yapılması emrini verdi. Misbahiye Medresesi da­
yüzyıllarda Fas sanatının gelişimi üzerinde kalıcı bir etki bırakan Merini ha sonraları Fez Üniversitesi öğrencilerince 20. yüzyıl ortalarına kadar
mimarisinin en güzel ve en etkili unsurları arasındadır. yurt olarak kullanıldı. Sbaiiyin Medresesi kentin aynı kesiminde yer alır.
Merini mimarisinin en seçkin başarılarından biri medrese yapımını Baharat tacirleri çarşısının ortasında inşa edilen Attarin Medresesi (1 323-
geliştirmesiydi. Kuran mekteplerinden farklı olarak, bir medresedeki ta­ 1 325) kentteki en zarif ve kesinlikle en etkileyici medresedir. Burada L
lebeler sadece Kuran okumaz, fıkhın bütün alanlarında ders alırdı. biçimli bir giriş, avlunun asude havasını işlek sokaktaki koşuşturmadan
Magrip'te fıkıh sıkı sıkıya sünnete dayalıdır ve sapkın doktrinlerin öğ­ ayırır. Sofanın yanlarındaki iki kapıdan biri abdest alınan gusülhaneye,
retilmesine karşıdır. Devlet memurları medrese mezunları arasından se­ diğeri ise üst kattaki talebe yatakhanelerine çıkan merdivene açılır. Avlu
çildiği için, bu kurumlar aynı zamanda hukuk okulu, üniversite ve yük­ kenarı boyunca uzanan yan galeriler kemerlerle, ahşap sütunlarla ve be­
sek makamlar için öğrenim merkezi işlevini görürdü. Buralarda okuyan zeme amaçlı alçı sıvalarla zengin biçimde eklemlenmiştir. Yapının asıl bü­
talebelerin barınma ve iaşe ihtiyaçları da karşılanırdı. Medrese kavramı yüleyici yönü, küçük ve büyük kemerlerin, dönüşümlü bir sıra izleyen
Doğu İslam dünyasında ortaya çıktı ve Magrip'e 14. yüzyılda ulaşarak, somaki kolonlar ile alçı sıvalı ahşap kirişlerin ve payandaların bileşimin­
Merini yönetimi altında en yüksek gelişim düzeyine ulaştı. den gelir. Kareye yakın ve başlı başına sade bir mekan olan mescidin çe­
kici mozaik çinili süpürgelikleri ve enfes bezemeli bir mihrabı vardır. Şa­
şırtıcı olan nokta, mihrabın, merkezi eksen üzerinde değil, Mekke'ye
Merini medreseleri
bakan doğu duvarına yaslanmış halde biraz yanda kalmasıdır. Mihrap ek­
Meriniler Sultan Ebu Yusuf'un Fez Irmağı kıyısında aynı adlı kentin kül­ seni avlu eksenine doğru dik açıyla uzanır ve böylece alışılmamış, ama
türel ve sanatsal yükseliş döneminin başlarında yaptırdığı Saffarin Med­ yaratıcı bir mimari çözüm getirir.
resesi'yle ( 1 271) başlayarak çok sayıda medrese kurdu. Fez içindeki ilk Rabat'ın karşısına düşen ırmak yakasına Ebu Hasan'ın yaptırdığı Sale
Merini medreseleri arasında Ebu Said'in 1320'de yaptırdığı Fezü'l-Cedid Medresesi (1341) esas olarak ince bezeme işleriyle öne çıkar. Gırnata'nın
Medresesi ve Ebu Hasan'ın 0331-1351) babasının anısına yaptırdığı es- Nasri süsleme üslubundan izler taşır ve dolayısıyla iki hanedan arasında-

312 FAS 'TAN TUNUS 'A MAGRİP


ki yakın sanatsal bağları ortaya koyar. Ebu Hasan'ın oğlu Sultan Ebu İnan Namaz bölmesinin avluya bakan cephesi iki kat halindedir; alt kat
(1351-1358) Fez'de kendi adıyla anılan Ebu İnaniye Medresesi'ni 0 350- cephesi beş kemer aralığıyla namaz bölmesine eklemlenmiştir. Orta ke­
1 355) yaptırdı. Kesinlikle en büyük Merini yapılarından biri olan bu med­ mer diğerlerinden biraz daha yüksektir. Ebu Said'in yaptırdığı namaz böl­
reseye, kurucusu tarafından bir minber bağışlanmış ve buradan cuma mesi 17,25 x 13 metre ebatlarındadır. Kıble duvarına paralel uzanan iki
hutbelerinin okunması, medresenin bir cuma camisi statüsü kazanmasını çapraz sahın, süslü başlıkları olan somaki kolonlara oturtulmuş beş ke­
sağlamıştı. Ebu İnan ayrıca bir minare inşa ettirdi ve bir su saati için pa­ merle ayrılır. Zengin oymalı alçı sıva süsleri taşıyan şahane mihrap,
ra bağışladı. Ebu İnaniye'nin iki girişi vardır. Bunlardan biri sofalıdır ve Fez'deki Ebu İnaniye Medresesi'nin Merini döneminin en güzel yapıların­
uzun bir geçitten sonra avluya açılır. Ana giriş olan diğeri ise doğrudan dan birisi olmasını sağlayan unsurdur.
yapının merkezi ekseninde yer alır. İki kapı güzel tunç menteşelerle ve Avluyu çevreleyen galerilerden her birinin merkezinde, bir dershane­
kütlesel kapı tokmaklarıyla görkemli biçimde bezenmiştir. Kapılardan bi­ ye açılan ağır kapıları olan büyük bir kemer vardır. Her iki dershane de
ri dosdoğru avluya açılırken, diğeri dershanelerin bulunduğu üst kata çı­ 5 x 5 metre ebatlarındadır ve masif bağdadi kubbelerle örtülüdür; doğru­
kan merdivene ulaşmayı sağlar. Avluya giren biri bu mekanın verdiği hu­ dan yukarıdaki galerilere bağlanan geçitler, hücrelerden çıkan talebele­
zur ve inziva duygusunun hemen farkına varır. Dikdörtgen avlu üç tarafta rin hemen derse girmesine olanak verirdi. Bu iki dershanenin tasarımı,
iki katlı galerilerle çevrilidir; galeri cepheleri renkli mozaik çinilerin kap­ Ebu İnaniye'den 12 yıl sonra inşa edilen ve dolayısıyla aynı döneme ait
ladığı süpürgeliklerle, alçı sıva işlerle ve enfes oymalı ahşap kiriş ve pa­ olan Kahire Hasan Camisi gibi Mısır medreselerini hatırlatır.
yandalarla zengin biçimde bezenmiştir. Bu galerilerin ardında talebe hüc­ Fas'ın dinsel duyarlılığı· sadece camilerde ve medreselerde değil, hür­
relerinden oluşan bir başka halka vardır. Avlunun ortasındaki havuz ve met edilen şahısların mezarlarında inşa edilmiş anıtlarda da ifadesini bu­
arka tarafta bulunan 2 metre genişliğindeki bir su kanalı eskiden abdest lur. "Murabıt" olarak bilinen evliyalara ait mezarların birçoğu ziyaretgah­
almak için kullanılırdı. Kanalın üstündeki iki köprü, avlunun yanlarında­ lara dönüşmüştür. Ortaçağda popüler İslam'a özgü unsurları içeren bir
ki namaz bölmesine girmeyi sağlar. Mescit sadece talebelerce değil, ma­ tasavvuf biçimi gelişti ve Magrip'te geniş çapta yayıldı. Bölgenin ateşli bir
halle sakinlerince de kullanılırdı. Günümüzde birçok mahalleli hala Ebu imandan ill1am alan zabitleri ve dervişleri, Allah yolunda hizmet ederek
İnaniye Medresesi'nde namaz kılar. vecde ulaşmaya yöneldi. Böylece muhterem hocaların öncülüğünde top-

Solda: Fez'deki Attarin Medresesi'nin nili süpürgeliklerinin düzgün eklemlenişin­


avlusu, 1 323- 1 325 den, zarif alçı sıva panolarından ve enfes ah­
Attarin Medresesi 1 4. yüzyılın ilk çeyreğinde şap oymalarından dolayı göz alıcıdır. Duvar­
adını aldığı baharat çarşısında Meriniler tara­ lardaki oymalı alçı sıvalar bitki ve hat sanatı
fından inşa edilmişti. Günümüzde hala motiflerinin yanı sıra, geometrik desenlerle
Fez'deki en güzel ve en görkemli medrese­ ve mukarnas tonoz yapısına özgü sonsuz
lerden biridir. Avlusu uyandırdığı ferahlık iz­ tekrarlamalı süsleme nişleriyle bezenmiştir.
leniminden, duvarlarının ve renkli mozaik çi-

Yukarıda: Fez'deki Attarin Medresesi'nin lize başlık yalınlaştırılmış bir akantos çelengi
oymalı alçı sıvaları, 1 323- 1 325 taşırken, üstünde yer alan tabla ince ara­
Attarin Medresesi'nin avlusunu çevreleyen besklerle ve sarmal süslerle bezelidir. Sütun
kolonlar, zengin oymalı alçı sıvaların kapladı­ süpürgelikleri sırlı mozaik çinilerle kaplıdır
ğı kemerleri destekleyen gösterişli başlıklar­ ve Gırnata'nın Elhamra saray kompleksinde­
la taçlanmıştır. Bu resimdeki son derece sti- ki bezeme amaçlı süpürgelikleri hatırlatır.

313
Karşı sayfada: Fez'deki es-Sahric
Medresesi'nin avlusu, 1 32 1 - 1 328
Bu medrese adını suları alışılmamış ölçüde büyük
bir havuza akan avlu çeşmesinden (sahric) alır.
Avlu Merini mimarisinde kullanılan bütün süsle­
me unsurlarının bir vitrini gibidir. Döşeme çini­
lerle kaplıdır; duvarlar renkli mozaik çinili bir sü­
pürgelikle bezenmiştir; daha yukarıda bir alçı sıva
friz yer alır; ince oymalı taçkapılar zengin beze­
meli ahşap panolarla çerçevelenmiştir.

Yukarıda: Fez'deki es-Sahric Medresesi'nin Yukarıda, sağda: Fez'deki Ebu İnaniye kezdi. Oran'a yakın olan limanı Huneyn, emirliği Akdeniz'in öbür yaka­
bezemeli cephesi, 1 32 1 - 1 328 Medresesi'nin kariyonu, 1 350- 1 355 sındaki ülkelere bağlamaktaydı. Buradan yola çıkan kervanlar Yukarı At­
Fez'deki en eski medreselerden biri olan bu On üç tunç çekiçle çalınan çanlardan oluş­ las Dağları'nı aşarak Tafilelt'e ve Sahra-altı Afrika'ya kadar gitmekteydi.
medresenin oymalı alçı sıva panoları ve ke­ muş bu kariyonu Merini Hükümdarı Ebu
İnan bağışlamıştı. Hanedanın kurucusu Emir Yagmarasan bin Zeyan ( 1 236-1 283) Murabıt
merleri, duvarın düz yüzeyiyle son derece
etkili bir karşıtlık oluşturarak öne çıkar. döneminden kalma Tlimsen Cami-i Kebir'ini kuzeye doğru genişletti ve
namaz bölmesine revaklarla çevrili bir avlu ekledi. Caminin yanındaki es­
ki hisarı terk etti ve dış surları hala ayakta olan Mesvar adlı yeni bir ika­
luca zikredilen birçok dinsel kurum oluşturuldu; bunlar arasında tahkim­ metgah inşa ettirdi.
li tekkeler olan ribatlar ve tefekkür yerleri olan zaviyeler de vardı. Ebu Tlimsen'deki küçük Sidi bin Hasan Camisi (1 296) aynı dönemden kal­
İnan'ın Sale'de yaptırdığı el-Nussak Zaviyesi, yakın mesafedeki Muvvahid madır ve büyüleyici, enfes bezemeli bir mihrabı vardır. Ancak, kentin en
Ribatı'ndan gelen göçmenlerce kurulan bu kentin daha önce taşıdığı öne­ çarpıcı ve en büyük yapıları beşinci Abdülvadi Hükümdarı I. Ebu bin Taş­
me ışık tutar. Bu yapı 14. yüzyıl başlarında Merini saltanat türbesi Cel­ fin'in ( 1 3 1 8- 1 337) bıraktığı eserlerdir. Arapça vakayinamelere göre, bu
le'nin (1310-1339) içine alındıktan kısa bir süre sonra terk edildi. Ailenin emir Tlimsen'de üç saray inşa ettirmişti. Giriştiği imar projelerinde sade­
Celle'ye gömülen son mensubu Ebu'l-Hasan'ın 0331-135 1), ölümünden ce Merinilere karşı seferlerinde tutsak alınmış Müslüman esirlerin çalıştı­
birkaç yıl önce buraya bir ribat kurduğunu, türbenin anıtsal giriş taçka­ rılmasına izin verdi. Bu durum, yapıların Merini mimarisiyle üslup ben­
pısındaki bir yazıttan öğrenmekteyiz. Ama duvarlarla çevrili bu eski me­ zerliklerini açıklar.
zarlık alanından günümüze ulaşan yapılar zengin bezemeli minareleriyle Meriniler 1 3 . yüzyılda Tlimsen'e sürekli saldırılar düzenlediler. Kenti
birlikte iki küçük camiden ve hacılar için inşa edilmiş hanlardan ibaret­ kuşatmayı sağlayacak bir üs olarak, birliklerini yakındaki Mansure' de kur­
tir. dukları devasa ordugahta topladılar. Şimdi Fas ile Cezayir arasındaki sı­
nıra yakın olan bu kale, kulelerle ve mazgallı siperlerle yoğun biçimde
tahkim edilmiş muazzam bir askeri kentti. Ayrıca, Mansure'de bir cami-i
Tlimsen'in Abdülvadi (Zeyani) emirl iği kebir ve çok sayıda saray vardı. Bunların bezeme ve mimari zenginliği
Merinilerin savaş zamanında bile debdebeye olan düşkünlüğüne tanıklık
Tlimsen'e 1 236'da egemen olan Abdülvadilerin kurduğu küçük emirlik eder.
esas olarak Oran ve Cezayir kentleri de dahil olmak üzere kıyı şeridinde­
ki toprakları kapsamaktaydı. Tlimsen 1 3 . yüzyılda Müslüman ve Hıristi­
yan tüccarların aynı ölçüde sıklıkla uğradığı önemli bir ekonomik mer-

314 FAS ' TA N TUNUS'A MAGRİP


Marakeş Sadileri

Fas'ı yöneten Merini hanedanının yerini 16. yüzyıl ortalarında Peygamber


soyundan geldiğini ileri süren Şerif aileleri alırken, diğer Magrip ülkeleri
Cezayir ve Tunus ise Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfuzu altına girdi. İlk
önemli Şerif hanedanı Marakeş'teki Sadilerdi (1 548-1659). Efsanevi Sul­
tan Ahmed Mansur'un ( 1 578-1603) yaptırdığı ünlü Badi Sarayı'ndan
( 1 578- 1593) günümüze sadece harabeler kalmıştır. Büyük öncelinin bü­
tün izlerini yok etmek isteyen Alevi Hükümdarı Mulay İsmail (1672-1 727)
bu yapıyı 18. yüzyılda yıktırdı. Yine de, kapsadığı geniş alandan, metruk
bahçelerinden (agdal) ve muazzam göletinden büyüklüğüne ve ihtişamı­
na dair bir fikre varmak mümkündür.
Marakeş'teki en önemli Sadi yapıları arasında Bab-Dukkala Camisi
(1 557) , Müezzin Camisi (1 562) ve Mulay Abdullah'ın 16. yüzyıl ortaların­
da genişleterek Magrip'teki en büyük medreselerden biri haline getirdiği
İbn Yusuf Medresesi sayılabilir. Medresenin planı Fez Cami-i Kebir'inki­
ni hatırlatır; muhteşem alçı sıva süsleri ve enfes ahşap oymaları da aynı
ölçüde göz alıcıdır.
Sadi anıtlarının en ünlüsü hiç kuşkusuz Marakeş'teki Sadi mezarları­
dır. Bunlar Kasba Camisi'nin arka duvarına inşa edilmiş iki türbenin için­
de yer alır. Geçmişte camiden bir geçitle ulaşılabilen türbeler yüksek du­
varlarla çevrili bir alandadır. Muvvahidler ve Meriniler tarafından bir
Yukarıda: Meknes'teki Mulay İsmail yeniden düzenleyen M ulay İsmail büyük bir
Türbesi ekonomik refah dönemini başlatmıştı. Tür­ mezarlık (revzat) olarak kullanıldığı bilinen bu alanda yüzlerce mezar gü­
Mulay İsmail Türbesi ( 1 672- 1 727) bu sulta­ benin zengin bezemeleri bu hükümdarın nümüze kadar ulaşmıştır. Mezarların çoğu prizma biçimlidir ve birçoğu
nın 1 7. yüzyıl sonları ve 1 8. yüzyıl başlarında önemini yansıtır; ama eklemeler ve restoras­ çini bezemelidir. Yerlerinden sökülmüş 100 kadar mezar taşı da vardır.
inşa ettirdiği saltanat kenti Meknes'in mer­ yon çalışmaları yüzünden şimdiki görünümü
İki Sadi türbesi mezarlığın ortasında yer alır. Daha küçük olanı Mu­
kezindeki Cami-i Kebir'in yakınında yer alır. özgün halinden çok farklıdır.
Fas toplumunu demir yumruklu yönetimiyle hammed eş-Şeyh'in (ö. 1 557) mezarını barındırır. Oğlu Mulay Abdullah
(ö. 1 574) tarafından yaptırılan ve daha sonra Ahmed Mansur tarafından
genişletilen bu türbe, oymalı alçı sıvayla bezenmiş basit bir kubbeyle ör­
tülüdür.
Çok daha görkemli plana sahip olan Ahmed Mansur Türbesi, ön ta­
raftaki bir mescidi ve arka taraftaki asıl türbeyi kapsar. Dikdörtgen bir pla­
nı olan mescitte dört kolonla ayrılmış olan üç geçit, kıble duvarına para­
lel olarak uzanır. Küçük mukarnas kubbesiyle mihrap, kıble duvarının
ortasında yer alır. Türbeye giriş doğrudan mihrap ekseni üzerindedir.
Yaklaşık 10 metre uzunluğundaki kenarlarıyla aşağı yukarı kare planlı
olan türbe alanı, İtalyan mermerinden on iki kolonla dokuz salma ayrıl­
mıştır. Yan sahınları küçük mukarnas tonozlar örterken, biraz daha yük­
sek, kare biçiminde ve başlıklı kolonlara oturtulmuş kemerlerle çevrili
olan ortadaki sahnın ahşap bir tavanı vardır. Her kenarda bulanan üç ke­
mer gösterişli başlıklara sahip kolonlar üstünde durur. Duvarların üst ke­
simleri alçı sıva alanlarla bezenmiştir. Alanların süslemesi bitişik eşkenar
dörtgenlerden oluşan bir sebka desenine dayanır; kesişen filizler biçimin­
de olan dörtgenler narin arabesklerle bezenmiştir. Türbenin yan duvarla­
rında mozaik çinilerle kaplı yüksek bir süpürgelik bulunur; süpürgeliğin
üstünde hat bezemeli şeritlerin oluşturduğu dar bir alçı sıva friz yer alır;
daha yukarıda kapsamlı geometrik ve bitkisel motifler taşıyan geniş alçı
sıva alanları 1 1 , 5 metre yüksekliğindeki tavana kadar ulaşır. Bölmenin
yüksekliği ile kısıtlı döşeme alanı arasındaki tezat benzersiz bir efekt ya­
ratır.

Marakeş'teki bir Sadi türbesinin içi dikkat çekici özellikleri, ön plandaki prizma
1 6. yüzyılın ikinci yarısı biçimli sandukalar ve geometrik motifler ta­
Marakeş'teki Sadi türbeleri, Fas'ı 1 6. yüzyılın şıyan renkli mozaik çinilerle kaplı süpürgelik­
ortalarından itibaren yöneten iki Şerif aile­ lerdir. Duvarların sade üst kesimleri, keme­
sinden biri olan Sadi hanedanı mensuplarına rin oymalı alçı sıvaları için etkili bir zemin
ait mezarları barındırır. Resimdeki türbenin yaratır.
Meknes'teki Babü'l-Mansur kaplıdır ve üç derin girintiyle eklemlenmiştir. su Sultan Mulay er-Reşid (1664-1672) Fez'i ele geçirerek başkent yaptı;
Bu muazzam kapı Alevi hanedanının ikinci sul­ Ortadaki masif ana kapı nal biçimli kemerle kent surlarını tahkim ettirdi ve kentin düşünsel ve kültürel merkezi Ka­
tanının yattığı (ve karşı sayfada iç mekanının örtülüdür.
raviyin Camisi'nin yakınında Şerredin Medresesi'ni (1 670) yaptırdı. Oğlu
resmi görülen) Mulay İsmail Türbesi'ne açılır.
Simetrik yapının cephesi zengin bezemelerle Mulay İsmail (1672-1727) daha sonra saltanat sarayını Meknes'e taşıdı.

Saltanat kenti M eknes


Türbenin orta kısmının yukarısında yani bir artesonado, yani özenle
birleştirilip kaplanmış sedir tahta çatkılı bir tavan yer alır. Ahşap kirişler Meknes iki kesimden oluşur: Yerleşim dokusu esas olarak Merini dönemi­
ve panolar yıldız şekillerine dayalı karmaşık bir geometrik desen yaratmak ne (14-16. yüzyıllar) dayanan eski, geleneksel Medine ve Mulay İsmail'in
üzere parlak renklerle ve yaldızla boyanmıştır. Ahmed Mansur çocukları­ emriyle 17. yüzyıl sonlarında ve 18. yüzyıl başlarında oldukça ayrı bir mi­
nın ve akrabalarının mezarlarıyla çevrili olarak bu "yıldızlı gökyüzü" altın­ mariye göre inşa edilen saltanat kenti. Üç sur halkasının çevrelediği deva­
da uyur. Her ne kadar Merinilere oranla Sadiler mimaride ve iç bezeme­ sa bir yapı topluluğu olan saltanat kentinin çekirdeği, kent ana camisinin
de büyük bir yaratıcılık göstermemiş olsa da, bu yapı zengin oymalı alçı (1670) içinde yer aldığı Darü'l-Kebire adlı saray kompleksidir. Adını döne­
sıvalarıyla ve mozaik çinilerle kaplı süpürgeliklerinin muhteşem renkleriy­ min dindar bir kadını Lalla Avda'dan alan bu caminin yakınında, yeşil ki­
le izleyen kişiyi büyüler. Kentin canlı bir koşuşturma içindeki merkezin­ remitli bir çatıyla örtülü Mulay İsmail Türbesi yer alır. Türbe şimdi bütün
de bulunan mekanın tenhalığı insanda unutulmaz bir izlenim bırakır. ziyaretçilere açıktır; ama mezar bölmesine sadece Müslümanlar girebilir.
Türbenin çevresinde meskenler, divanhaneler, küçük mescitler ve hamam­
lar gibi başka görkemli yapılar kümelenmiştir. Saltanat kentinin aşağısında
Alevi hanedanı
devasa bir şebeke şeklindeki üstü kapalı dar sokaklar uzanır; bu labirent­
Sadi yönetimine 17. yüzyıl ortalarında Fas'ın ikinci büyük Şerif hanedanı te turistlerin yollarını şaşırmaları sıkça görülen bir durumdur. Saltanat ken­
olan ve bugün hala ülkeyi yöneten Aleviler son verdi. Kökenini Hz. tinin iç saray kompleksi Darü'l-Kebire iki sur halkasıyla çevrilidir; surların
Muhammed'in torunu Hasan'a dayandıran bu ailenin ilk merkezi Yukarı ötesinde geniş konut alanları, divanhaneler, kışlalar ve her çeşitten ambar­
Atlaslar'ın güneyindeki dağlar ve Tafilelt vahalarıydı. Hanedanın kurucu- lar yer alır. Toplam altı kilometre karelik bir alanı kaplayan saraya bitişik

MİMARİ 317
Rabat'taki Sultan V. Muhammed için bir türbe yaptırmıştır. Küpe yakın bir bi­ Fas'ın saltanat başkenti Rabat
Türbesi çimi olan türbe çok uzaktan bile görülür ve
Fas sultanı il. Hasan ( 1 96 1 - 1 999) şimdiki mezar bölmesi yeşil kiremitli bir çadır çatıy­
Fas Sultanı II. Hasan (1961-1999) şimdiki başkent Rabat'ta babası V. Mu­
başkent Rabat'ta, Muvvahid dönemine ait ve la örtülüdür.
yarım kalmış muazzam Hasan Camisi'nin ha­ hammed'in anısına bir türbe yaptırmıştır. Bu yapı Muvvahid döneminin
rabelerinin yakınında babası V. Muhammed bitirilemeyen muazzam külliyesi Hasan Camisi'nin (1 195- 1 1 96) yarım kal­
mış minaresi olan Hasan Kulesi'nin tam karşısına düşer. Yine Rabat'ta bu­
lunan Saltanat Sarayı'nın muhteşem iç mekan bezemeleri Fas zanaatkar­
lığının bir şaheseridir. Ancak, ülkedeki en önemli modern yapı hiç
kuşkusuz 200 metrelik minaresiyle Kazablanka Cami-i Kebir'idir. II. Ha­
san bu devasa anıtı modern Fas'ın bir sembolü olarak inşa ettirmiştir.

Tunus Hafsileri
Doğu Magrip 1 3 . yüzyılda Hafsi hanedanının (1 229- 1 574) denetimine gir­
di. Muvvahidlerin İfrikkiye valisi (1 228-1 237) olan Sultan I. Ebu Zekeriya
zamanla bağımsız bir emir (1 237-1 249) konumuna yükseldi. İktidara ge­
J
T ,{ f: :: T: ': f' l,- •' � : • ,
• ı f : t f i lişinden kısa bir süre sonra, Tunus kentinin Muvvahidler tarafından ku­
rulmuş olan Kasba kesiminde bir cami ve minare ( 1233) inşa ettirdi. Bu
c_
caminin mimarisi namaz bölmesinin basit sütunlarıyla yerel geleneğe sı­
kı sıkıya bağlıdır; ama sarkıtlı tonozla örtülü mihrap sahnının Fez'deki Ka­
raviyin Camisi gibi Endülüs ve Magrip modellerine dayandığı söylenebi­
lir. Tunus'un en eski medresesi Semaiye'yi (1 249) kuran kişi de Ebu
Zekeriya'dır. Bu yapının muhteşem renkli mozaik çinileri, zengin alçı sı­
va süsleri ve enfes ahşap oymaları Merini medreselerini güçlü biçimde
hatırlatır.
Esas olarak pahalı baharat ve kumaşların satıldığı çarşı, Muvvahidle­
rin 1 2 . yüzyılın ilk yarısında yaptırdığı Tunus Cami-i Kebir'inin hemen ya­
nındadır. Çarşıya iki yanında akantos başlıklı kolonlar bulunan büyük bir
kemerli kapıdan girilir. Akantos yapraklarının basit işlenişi, bu başlıkla­
rın tipik olarak Hafsi döneminden kaldığını gösterir. Çarşıdaki üç sokak­
tan ortada olanı diğerlerinden biraz daha geniştir; bu sokak boyunca to­
nozlarla örtülü revaklar sıralanır. Büyük ahşap kapılar iki yandaki
dükkanlara açılır. Bu dükkanlar iki katlıdır; alt katta satılık mallar sergi­
lenirken, üst kat depo olarak kullanılır. Hafsi döneminde (13.-16. yüzyıl­
bahçeler binlerce köle tarafından kurulmuştur. Bahçelerin en ilginç köşe­ lar) önemli bir ticaret merkezi olan Tunus kenti ticari canlılığını günümü­
leri süs kameriyeleri ve büyük göletlerdir. ze kadar korumuştur.
Mulay İsmail'in ölümünden sonra, Alevi sultanların bazıları Fez'den, Halife el-Mustansır'ın (1 249-1 277) başkentin yakınında düzenlettiği
bazıları ise Marakeş'ten hüküm sürdü . Bunun bir sonucu olarak, Meknes bahçeler ne yazık ki artık yoktur. Ama tarihçi İbn Haldun'un (1 322-1406)
çok geçmeden gerilemeye yüz tuttu ve Mulay İsmail'in inşa ettirdiği yapı­ geride bıraktığı anlatımlardan bunlara dair bilgilere sahibiz. Ünlü bilgin
ların birçoğu harabeye döndü. Aleviler 18. yüzyıldan itibaren imar faaliyet­ Tunus kentine pek uzak olmayan ve şimdi yerinde yeller esen Ebu Fihr
lerini Fez, Marakeş, Rabat, Meknes ve Tetuan kentleri arasında eşitliği gö­ parkına dikilmiş olan hurma, nar ve zeytin ağaçlarını, sarmaşıkları, ılgın­
zeten bir yaklaşımla yürüttü. Ama en görkemli saraylar Marakeş'tedir. Bu ları, portakal ve limon ağaçlarını, yasemin ve mersin çitlerini tasvir eder.
bağlamda Mulay Muhammed Abdullah'ın (1757-1789) yaptırdığı Darü'l­ İbn Haldun'un aktardığına göre, parkta "derya kadar büyük" bir havuz ve
Beyda Sarayı'nı ve 19. yüzyılda tamamlanan Darü'l-Mahzen Sarayı'nı an­ havuzun her kenarında revaklarla bezenmiş köşkler vardı. Fransız arke­
mak gerekir. Bunların ikisi de geniş çaplı restorasyondan geçmiştir. Alevi olog Marcel Solignac 1 936'da bu alanda yaptığı araştırmalar sonucunda,
sarayların ayırıcı özellikleri rahat yaşam mekanları ve cömertçe bir harca­ titiz bir ölçümle havuzun 209 x 80,5 metre ebatlarında olduğunu sapta­
mayla çeşmelerin, çiçek tarhlarının, güzel kokulu portakal ve limon ağaç­ mıştır.
larının bulunduğu süs bahçeleri (riyad) şeklinde düzenlenmiş iç avlular­ Barda Sarayı ( 1420) Hafsiler tarafından bir bahçe köşkü olarak kurul­
dır. En güzel bahçe Marakeş'teki Behiye Sarayı'ndadır (1894-1900). Bu yapı du . Burayı 1 6 . yüzyılda genişleten Osmanlılar, sonraki yüzyıllarda da imar
kompleksini 19. yüzyılın sonlarında kölelikten vezirliğe yükselen bir kişi çalışmaları yürüttüler. Barda Sarayı'na yakın olan Rasü'l-Tabya bahçele­
yaptırmıştı. Sarayların inşasına birçok üst düzey yetkilinin ve varlıklı tücca­ rinde, girişi muhteşem kapılarla bezenmiş olan Kubbe Asarak adlı köşk
rın katılmış olması nedeniyle, bu yapılarda Magribi kentlerinin hemşehri­ İbn Haldun'un en hayran kaldığı yapıydı. Yeşil alanı 1 5 . yüzyılda gören
lik anlayışını sahiden yansıtan bir hava vardır. Alevilerin saray mimarisi En­ Felemenkli bir gezgin, alanın, ortada bir çeşmenin ve birçok köşkün bu­
dülüs ve Kuzey Afrika geleneklerine güçlü biçimde bağlıydı; ama çoğu kez lunduğu haç biçimli bir plana dayandığını belirtir. Bu geniş bahçelerin
iç tasarımda Fransız protektora dönemine (191 2-1956) bağlanabilecek bir içinde olması gereken büyük bir sarayın arkeologlarca ortaya çıkarılabil-
Avrupa etkisi görülür.

318 FAS ' TAN TUNUS ' A MAGRİP


Sağda: Tunus'taki Sidi Mahrez Camisi
1 675
Sidi Mahrez Camisi Tunus kentinin Osman­
lı-Türk üslubunda inşa edilmiş tek camisidir.
Bu cami tipinin ayırıcı özelliği, üç tarafta re­
vaklarla çevrili merkezi yapının aşağı yukarı
kare planlı olmasıdır. Namaz bölmesine
egemen olan dört büyük sütunun taşıdığı
binginin ve alınlığın üstüne muazzam bir or­
ta kubbe oturtulmuştur. Bu kubbenin etra­
fında dört küçük yarım kubbe yer alır; yapı­
nın köşelerinde başka kubbeler de görülür.
Ne var ki, bu cami Tunus mimari geleneği­ - · · -.-- - l
nin bazı özelliklerini de taşır. Örneğin, üst
üste duran iki namaz bölmesi vardır. Alt
kattaki namaz bölmesi son Hafsi hükümdar­
larından Ebu M uhammed'in döneminden
kalmadır; sokaktan bir merdivenle çıkılan
üst kattaki namaz bölmesi ise tipik Osman­
lı yapısıdır.

Aşağıda: Kayrevan'daki Pala Camisi


1 860
Kayrevan'da üç önemli zaviye vardır. Bu ku­
rumların uğraşları ve işlevleri bir medrese­
ninkine benzer. Sidi Amor Abbada Zaviyesi
evliya mertebesine yükselmiş bir demirci­
nin türbesi olarak 1 860'ta inşa edilmiştir.
Bu demirci tarafından yapılmış kocaman bir
nargileyi ve birkaç palayı muhafaza eder.
Adını buradan alan Pala Camisi kentin her
yanından görülebilen oluklu beş kubbesiyle
dikkat çeker. Doğu'da uzak öncüllerine
rastlanmakla birlikte, bu kubbe çatkısı Tu­
nus'ta geçmişi 9. yüzyıla kadar inen bir ge­
leneğe dayanır.

miş birkaç izi arasında akaçlama sisteminin kalıntıları ve duvar temelleri


sayılabilir.
Halife el-Mustansır'ın ardılı el-Varik'in ilk kez 1 276'da Tunus kentin­
de inşa ettirdiği tahkimatların büyük bir bölümü hala ayaktadır. İki ya­
nında sağlam kuleler bulunan Babü'l-Cedid ve bir nal biçimli kemerle
kente girişi sağlayan Babü'l-Menare adlı kent kapıları bu dönemden kal­
madır.
Hafsiler imparatorluğun geleneksel dinsel merkezi Kayrevan'ı da ih­
mal etmediler. Halife Ebu Hafs Ömer (ö. 1 295) Eyyubiler tarafından 9.
yüzyılda yaptırılmış olan Kayrevan Cami-i Kebir'inde geniş çaplı yeniden
inşa çalışmaları (1 293/94) yürüttü. Kentteki en büyük imar projelerinden
biri, adını dönemin bir mutasavvıfından alan Bab Leyla Rihane'ydi. Bu
tahkimli kapının ana gövdesini oluşturan nal biçimli büyük kemerin ka­
palı revakları ve Doğu Magrip'teki ilk örnek olan bir bağdadi kubbesi var­
dır. Bu tür kubbelerin benimsenmesini sağlayan ilham kaynakları (II . Ha­
kem'in 962-966'daki genişletmesi sırasında mihrap sahnının üstüne
oturtulan bağdadi kubbesiyle) Kurtuba Cami-i Kebir'i ve Taza Cami-i Ke­
bir'idir ( 1 1 42). Nal biçimli kemer ve kapalı revaklar Endülüs etkilerine
işaret eden ve muhtemelen göçmen Endülüslü ustalara bağlanabilecek
olan özelliklerdir. Reconquista'nın güç kazandığı ve kentlerin birbiri ardı
sıra Hıristiyanların eline geçtiği 1 3 . yüzyılda birçok Müslüman İspan­
ya'dan göç etmek zorunda kalmıştı. Bunlar başta Tunus kenti ve Fas kent-

MİMARİ 319
Magrip'te Osmanlı etkisi

1 6 . yüzyılda Magrip hükümdarları 1492'den sonra daha da güçlenen Hı­


ristiyan ispanya'nın büyük baskısıyla karşı karşıya kaldılar. Buna karşı
başvurdukları yol Osmanlı egemenliği altına girmek oldu. Osmanlı hane­
danı izleyen dönemde nüfuzunu artırarak, Cezayir ve Tlimsen'i birer eya­
let olarak Osmanlı imparatorluğu'na bağladı. Bu statü Fransız protektora
yönetimlerinin (1830'da Cezayir'de, 1 88 1 'de Tunus'ta) kurulmasına kadar
sürdü. Sonuçta, Cezayir ile Tunus'un sanatı ve mimarisi üç yüzyıl boyun­
ca Osmanlılardan yoğun biçimde etkilendi.
Cezayir kentindeki ilk Osmanlı yapıları limana yakın yerlerde kurul­
du. Bunlardan biri 1660'ta inşa edilen ve Camiü'l-Cedid olarak da bilinen
Balık Çarşısı Camisi'ydi. Sonradan restore edilen minaresiyle ve muazzam
orta kubbesiyle, Cezayir'in bir sembolü olarak görülmeye başladı. islam'a
dönmüş Biccini adlı bir İtalyan tüccarın 1622'de yaptırdığı Sidi Ali Bicin
Camisi pek uzak olmayan bir yerdedir. Mimarisi Cezayir'deki bütün Os­
manlı camilerinde uygulanan düzene dayanır. Üç yanda galerilerle çevri­
li ve kare biçimli bir namaz bölmesi vardır; bölmenin büyük ve yüksek
orta kubbesini daha küçük kubbeler ve tonozlar çevreler. Minaresi 19.
yüzyılda yıkılmıştır. Aynı yöredeki bir başka zarif yapı, adını Cezayirli
mutasavvıf Abdurrahman et-Taalbi'den (ö. 1 470) alan Sidi Abdurrahman
Türbesi ve Camisi'dir. Muhammed Paşa'nın ( 1 765-1791) ardılı Hasan'ın
yaptırdığı Kecave Camisi (1794) yine bu mahallededir. Fransızlar 19. yüz­
yılda bu yapıyı bir katedral olarak kullandı, ama Osmanlı karakterini yok
etmedi. 1 962'den sonra tekrar kentin en önemli camilerinden biri haline
gelen Kecave Camisi'nin minaresi ve yüksek orta kubbesi dikkat çeken
dış cephe unsurlarıdır. Orta kubbeyi yapı eksenleri boyunca uzanan be­
şik tonozlar ve her iki yanda biraz ötedeki daha küçük kubbeler çevre­
ler. Bu bakımdan, Sidi Ali Bicin Camisi'yle bir plan benzerliği vardır. Son
olarak, Safir Camisi'ni (1534) anmak gerekir. Mevcut biçimiyle bu yapı­
nın geçmişi, son Cezayir dayısınca yeniden inşa edildiği 1 9 . yüzyıl başla­
rına iner.
Cezayir kentinin Kasba olarak bilinen eski bölümü, üst katları soka­
ğa doğru taşan, ahşap cumbalı pencereleri ve zarif alçı sıva bezemeli ke­
merleri bulunan geleneksel evlerle doludur. Kasba'da sadece birkaç Os­
manlı yapısı vardır; bunlara 18. yüzyıl sonlarından ve 1 9 . yüzyıl
başlarından kalma iki Hüseyin Camisi örnek gösterilebilir. Esas olarak
Cezayir kentindeki Kecave yönetimi sırasında Fransızlarca bazı ufak de­ kentin aşağıdaki Cenine bölümüne yerleşen Osmanlılar, burada hükümet
Camisi'nin girişi, 1 794 ğişikliklerle bir katedral olarak kullanıldı. Mı­ binaları, kışlalar ve saraylar yaptırdılar. Günümüze ulaşan en güzel saray­
M uhammed Paşa'nın ardılı Hasan'ın l 794'te sır ve Endülüs etkilerinin ağır bastığı bu yapı lar arasında Dar Hasan Paşa (18. yüzyıl), Dar Mustafa Paşa (1 789-1799,
Osmanlı üslubunda inşa ettirdiği Kecave Ca­ günümüzde kentin en önemli camilerinden
misi, 1 830' da başlayan Fransız protektora biridir.
şimdi Ulusal Kütüphane), Darü'l-Hamra (19. yüzyıl başları) ve kayıtlarda
adı ilk kez 1712'de geçen Dar Azize ve 1812'ye kadar bir ikametgah ola­
rak kullanılan ve şimdi bir müze olan Sultanlar Sarayı sayılabilir.
Cezayir kentindeki bütün Osmanlı saraylarının kare iç avluya açılan
leri olmak üzere Magrip'i yeni yurt edindiler ve haliyle Tunus kültürüne L biçimli bir giriş holü (eskefe) vardır. Avlu dört yanda revaklarla çevrili­
belirleyici bir etkide bulundular. dir ve revakların ardında yan daireler sıralanır. Giriş holündeki merdiven­
14. yüzyılda cami, medrese ve zaviye dahil olmak üzere çok sayıda lerden çıkılan üst katlarda başka ikamet alanları bulunur. Genellikle mer­
dinsel kurum yaptırıldı; ama bunların büyük bir bölümü Osmanlı döne­ mer döşemeli olan iç avlu ortasında yumuşak akışlı bir çeşme yer alır.
minde yeniden inşa edildi. Hiç kuşkusuz, Tunus'ta bilinen en iyi örnek, Renkli mozaik çinilerle kaplı süpürgelikler ve muhteşem başlıklarla taç­
yapımını Halife el-Mustansır'ın (1434- 1 435) başlattığı, kardeşi ve ardılı lanmış burmalı kolonlar üstünde duran zarif kıvrımlı, sivri uçlu ve nal bi­
Osman'ın tamamladığı Mustansıriye Medresesi'dir (1437). Bu medrese çimli kemerlerin bulunduğu iki katlı galeriler son derece güzeldir. Zemin
küçük bir mescitten ve çepeçevre hücrelerle ve koridorlarla çevrili bir or­ kat ile birinci arasında çoğu kez renkli çinilerden oluşan bir şerit uzanır;
ta avludan oluşur. Bu bakımdan, Eyyubilerin Mısır'da inşa ettirdiği dört esas olarak sade olan avlu cephelerinde bu unsur hemen insanın gözü­
eyvanlı medreselere, sözgelimi Kahire'deki Sultan Hasan Camisi'ne nü alır.
(1362) benzer ve geç Hafsi dönemi mimarisinin Eyyubilerden etkilendi­ Osmanlılar yazlık ikametgahları bölgedeki büyük kentlerin dış ma­
ğine işaret eder. hallelerinde kurmuşlardı. Bunun bir örneği Cezayir kentinin hemen dı-

320 FAS 'TAN TUNUS'A MAGRİP


şındaki Barda Sarayı'dır (18. yüzyıl). Bicaye, Konstantin ve Tunus da gör­
kemli sarayların inşa edildiği kentlerdir. Tunus kentindeki Dar Hüseyin'i
(18. yüzyıl, restorasyon 1 876) ve kentin kenarındaki Barda Sarayı'nı özel­
likle anmak gerekir. Aslında 18. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Bar­
da Sarayı'nın çevre düzenlemesi ancak 19. yüzyılın sonuna doğru tamam­
lanabildi. Osmanlı mirasının Tunus'ta hala güçlü etkisi bir vardır.
Örneğin, Hüseyni hanedanının (1705- 1 957) yıkılmasından sonra Tunus
cumhurbaşkanı olan ve iktidardan 1 987'de düşen Habib Burgiba, doğum
yeri Manastır'da kendi türbesinin yanı sıra bir üniversite ve bir cami inşa
ettirince, çalışmalar bir neo-Osmanlı üslubunda yürütüldü.

Manastır'daki Habib Burgiba Köşkü ve sanki bir çerçeve içine alır. Türbeye giden
Türbesi, 20. yüzyıl yol üzerindeki köşk (yukarıda), Kudüs'teki
Tunus'un eski Cumhurbaşkanı Habib Burgi­ Kubbetü's-Sahra'ya benzer biçimde sekizgen
ba'nın ( 1 956- 1 987) doğum yeri Manastır' da olarak düzenlenmiştir.
yaptırdığı görkemli türbenin orta kubbesi
yaldızlı çinilerle kaplıdır. Kubbenin iki yanın­
da yükselen ince minareler merkezi yapıyı
.

MİMARİ 321
dalgalarını getirdi. Böylece sanatsal ve kültürel aktarımlar da devam etti.
B ezeme S anatları Bu süreç 16. yüzyıldaki son göç dalgasıyla yeni bir itici güç kazandı. Bu
göçmenlerin etkisi Tunus'un seramik ürünlerinde çok açık görülebilir.
Natascha Kubisch Örneğin, dönemin Tunus sarayları renk kullanımı ve motif seçimi açısın­
dan aynı döneme ait İspanyol eserleriyle çarpıcı benzerlik taşıyan muh­
teşem çinilerle bezenmişti. Bununla birlikte, güçlü bir Endülüs etkisinin
Kurtuba atölyeleri bütün ortaçağ boyunca Magrip ve Endülüs zanaatları­ varlığına rağmen, söz konusu itici güç bölgenin bezeme üslubunun geli­
na damgasını vurdu. Kurtuba halifeliğinin yıkılışından (103 1 ) sonra bile, şiminde çoğu kez sanıldığı gibi çok önemli bir rol oynamadı.
belirgin bir Endülüs etkisi varlığını sürdürdü. Örneğin, Marakeş'teki Ku­ Fas kültürü her zaman Berberi halkından güçlü biçimde etkilenmişti.
tubiye Camisi'nde bulunan Murabıt minberinin ( 1 1 25-1 130) bezemelerin­ Bunun izlerini sadece dilde değil, ülkenin sanat ve zanaat dallarında da
de bunu görmek mümkündür. Muvvahidler iktidara gelince, bölgenin si­ saptamak mümkündür. Örneğin, Berberilerin sırsız çömleklerinde görü­
yasal merkezi Marakeş'e ve ardından İşbiliye'ye taşındı. Bu gelişme len basit geometrik desenlerin İslam sanatından ziyade Afrika'ya özgü ol­
Endülüs ile Magrip arasındaki ticari bağların zayıflamamasının garantisi duğu söylenebilir. Berberi kadınların altın mücevherleri ağır ve somdu;
oldu. Muvvahidler zahitçe dinsel inançlar taşıdıkları için, günah saydık­ onlar açısından boşanma ihtimaline karşı bir tür güvence olarak büyük
ları aşırı gösterişli bezemelere karşıydılar. Dolayısıyla, bu dönemden gü­ ekonomik öneme sahipti. Oysa, Arap kentlerindeki altın ve gümüş ku­
nümüze kalan zanaat ürünleri neredeyse yok denecek kadar azdır. Bir­ yumcularınca üretilen metal eşyalar çok daha ince işlemeliydi. Çiftçilerin
kaç istisna arasında Palma de Mallorca Müzesi'ndeki ünlü Muvvahid altın ve göçebelerin tarımsal ürünlerini ve halı, sepet, pişmemiş ev seramiği
mücevherleri ile başka yerlerdeki bir dizi ciltli Kuran ve dinsel yazmalar gibi zanaat ürünlerini çaydanlık, güğüm, havan, tabak gibi metal eşyalar
sayılabilir. Sanat ve zanaat konusundaki genellikle püriten tutum, Meri­ karşılığında sattıkları kentsel merkezlerde kültürler arasında alışveriş var­
nilerin 1 3 . yüzyıl ortalarında Muvvahidlerin yerine geçmesinden sonra da dı. Kentler silahların edinilebileceği ve kadınların şenlikler için elbiseler
değişmedi. Tıpkı Muvvahid sanatı gibi, Merini sanatına da derin bir din­ dikmelerine uygun ince dokumaların satın alınabileceği yerlerdi. Ticare­
sel duyarlılık egemendi. Bu dönemden günümüze esas olarak dinsel yaz­ tin teşvik ettiği sürekli kültürel etkileşim zanaat teknikleri açısından bü­
maların ulaşmasının sebebi budur. Merini yazmalarının sanatsal biçimle­ yük öneme sahipti. Bunun bir sonucu olarak, ticaret kentleri Fez, Mek­
ri Endülüs dönemi örneklerinden pek farklı değildir. Dahası, 1 3 . yüzyılda nes, Marakeş, Rabat ve Tetuan gelişerek önemli zanaat üretimi
İspanya'da Hıristiyan Reconquista harekatının ilerleyişi, ardından Gırna­ merkezlerine dönüştü .
ta'nın düşüşü (1492) ve bu olayların kaçınılmaz bir sonucu olarak Müs­ Daha önce anlatılan sarayların mimari süslemesinde usta zanaatkar­
lümanların ve Yahudilerin ülkeden sürülüşü, Magrip'e yönelik sürekli göç ların çalışmaları izlenebilir. Birçok iç ve dış duvarın süpürgeliklerini be-

Aşağıda: Hançerler ve mücevherler dı. Berberi kadınların taktığı ağır gümüş mü­
Güney Fas, 1 9. yüzyıl cevherlerin başlıca ayırıcı özelliklerinden bi­
Bezeme motiflerinin incelikle oyulduğu ve ri, tek bir parçada birkaç kuyumculuk tekni­
mücevherlerin kakıldığı gümüş hançerler ğinin bir araya getirilmesiydi.
Berberiler arasında onur sembolleri sayılır-

Sağda: Kuran yazması, Kuzey Afrika, zırlanmıştı. Harflerin yuvarlak gövdeleri ve


1 304, parşömen üstünde siyah mürekkep metne benzersiz zarafetini veren kıvrık kuy­
ve yaldız, Münih, Bavyera Devlet ruk süsleri "Magribi" yazmaların tipik özel­
Kütüphanesi likleridir.
Bu Kuran l 306'da Merini Hükümdarı Ebu
Yakub Yusuf bin Yakub ( 1 286- 1 307) için ha-

322 FAS 'TAN TUNUS ' A MAGRİP


Solda: Sırlı seramik kap, Fez, 1 8. yüzyıl,
Paris, Afrika ve Okyanusya Sanatları M üzesi
Fez'de seramik üretimi daha ortaçağda
önemli bir uğraş haline gelmişti; ancak yazılı
kaynaklardaki anlatımları doğrulamak üzere
bu dönemle ilgili olarak ortaya çıkarılabilmiş
arkeolojik bulgular yok denecek kadar azdır.
"Habbene" denen bu tür geleneksel seramik
kaplar eskiden sofrada sıcak çorba ve sulu
yemekler dağıtmak için kullanılırdı. Resim­
deki örnek 1 8. yüzyıldan kalmadır ve zarif bir
bitki deseniyle bezenmiştir.

Sağda: Sırlı seramik tabak, Fez,


1 9. yüzyıl başları, Paris, Afrika ve
Okyanusya Sanatları Müzesi
Bu tabakta aşina gelmekle birlikte nadir gö­
rülen bir resim yer alıyor: Küçük çiçekler­
den oluşan bir kenar süsüyle çevrili beyaz
zemin üstünde bir yelkenli tekne. Renkler
Fez'de bulunmuş çömleklerin karakteristik
ÖZelliklerini taşımaktadır. Ama yelkenli tek­
ne resmini olağandışı saymak durumundayız;
çünkü Fas seramiklerinde figüratif tasvirlere
çok seyrek rastlanır.

zeyen renkli mozaik çiniler (zellic) daha büyük kare çinilerden gerekli Birçoğunda gül bezekleri ve çiçek buketleri taşıyan nal biçimli kemerler
boyutlara göre kesilir, daha sonra uygun biçimde çatılarak çoğunlukla yıl­ ve kakılmış renkli mücevherler görülür. Seramik kapların ve baharat ka­
dız motifleri şeklinde kocaman geometrik desenler yaratılırdı. Saray du­ vanozlarının konduğu raflar, benzer biçimde parlak, renkli ve resimli ah­
varlarının üstte kalan kesimleri sürekli tekrarlanan karşılıklı desenlerle şap işlerinin örnekleridir. Pratik kullanımdan ziyade bezeme amaçlı olan
bezenmiş muhteşem alçı sıva panolarla kaplanırdı. Büyük ahşap kalıplar­ bütün bu mobilya parçalan, geleneksel olarak seyrek bezemeli odalarda
da dökülen alçı sıva panolar daha yaşken bir bıçakla ya da başka bir kes­ özellikle göz alıcı bir yer tutmuş olmalıdır. Çok az evde dolap bulunur­
kin aletle oyulur ve ardından boyanırdı. Magribi ahşap oymacılar muhte­ du; bunun yerine duvara gömülü küçük yüklükler tercih edilirdi. Birçok
şem artesonado tavanların yanı sıra, güzel kapı girişleri, kapılar, aile ahşap mobilyaların yanı sıra muhteşem nakışlı minderlere ve halıla­
kepenkler ve sandıklar yaparlardı. Değerli ürünleri, giysileri ve ev eşya­ ra sahipti; duvarlar çoğu kez güzel duvar örtüleriyle bezenirdi. Böyle
larını saklamak için kullanılan bu sandıklar çoğu kez kadınların çeyizinin ürünlere dönük talep, bölgede dokumacılığın gelişmesine büyük katkıda
bir parçası oldukları için, özellikle güzel desenler kullanılarak bezenirdi. bulundu .

İpek nakışlı kumaş, Fas, 1 7. yüzyıl


sonları, 224 x 1 26 cm, özel koleksiyon
Muhtemelen Fas'ın Azemmur kentinde
üretilmiş bu kırmızı keten kumaş, son de­
rece zengin ipek nakışlarla bezenmiştir ve
kenarları yeşil ipekle kaplıdır. Kumaşların
bu kadar sağlam kalması pek alışılmış bir
durum değildir. Böyle parçalar eskiden
duvarlara süs örtüsü olarak asılırdı ve her
gelinin çeyizinde önemli bir unsurdu. Se­
çilen motifler, özellikle de aşırı stilize kuş
tasvirleri Sasani ipeklilerini hatırlatır; ama
halılarda da benzer motiflere çoğu kez
rastlanır.

B EZEME SANATLARI 323


Ticaret ve Ticaret Y alları
Peter W. Schienerl

Arap Yarımadası son derece değerli bir mal olan olamazdı. Baltık Denizi çevresindeki kazılarda bu­
esansı ürettiği için, Akdeniz dünyası ile Hindistan lunmuş çok sayıda İslam sikkesi, Ortadoğu'nun de­
arasındaki denizyolunun hayati parçasıydı. Dolayı­ fin yerlerinde ortaya çıkarılmış Uzakdoğu diyarına
sıyla, eski çağlarda dünya ticaret ağıyla sıkı bir bü­ ait değerli seramikler ve değerli ipekler, ayrıca
tünleşme içindeydi. Peygamber'in hayat hikayesi ti­ başka birçok arkeolojik bulgu parçası bu faaliyetin
cari hayatın yaygın olduğu bir ortamda yetiştiğini boyutlarını gözler önüne serer. Altın tutkusu
açıkça gösterir. Bu bakımdan Arapların muazzam Fas'tan ve Libya kenti Trablus'tan yola çıkan Müs­
bir imparatorluk kurmayı başarmasıyla birlikte, ti­ lüman tacirleri Sahra'yı dosdoğru aşarak Timbuk­
caretin olağanüstü bir hızla yayılmasından ve Müs­ tu ve Goa'ya gitmeye yöneltti. Doğu Afrika kıyı­
lüman tüccarların o sırada bilinen dünyanın en sındaki Sofala, Kilwa, Zengibar, Malindi ve
uzak kesimlerine ulaşmasından daha doğal bir şey Mogadişu gibi canlı ticari merkezler İslam dünya- Kufi yazılı Abbasi sikkesi, Gotland, 75 1 /752, Stockholm,
Kraliyet Sikke Bölmesi, Ulusal Ekonomi M üzesi

ra

/ I

Ticaret yollan
Altın ticareti
ipek Yolu
·.

324 TİCARET VE TİCARET YOLLARI


sına altın, köle, fildişi, nadir keresteler ve değerli du; Hindistan'dan ve Güneydoğu Asya takımadala­
taşlar sağladı. rından taşınan mallar buraya getirilirdi. Doğu Afri­
Abbasi Halifesi Mansur'un (754-775) yeni baş­ ka kıyısının ve Arap Yarımadası'nın ticaret kentle­
kenti Bağdat'ı kurduktan sonra, "Artık bizi bura­ ��:OJ;-! i:,;ı;t'Ln;,�w�jt:;ft::.V��)tS0 ı ri de bu denizyolları ağıyla bütünleşmişti. Orta
dan Çin'e kadar durduracak hiçbir şey yok" dedi­ t:.ı �ıj G,�JJj: ı1��sÇ����s / Asya'dan geçen ve çeşitli güzergahlardan oluşan
ği aktarılır. Bu sözler ticaretin devlet yardımına İpek Yolu, böylece Ortadoğu ve Uzakdoğu'yla bir
güvenebileceğini göstermekteydi; çünkü saray ve kara bağlantısı sağlardı. Ortaçağ Rusya'sıyla ticaret
toplumun önde gelen zümrelerinin lüks mal ihti­ Müslüman tüccarları Baltık bölgesine ve Doğu Av­
yaçlarını karşılamak esas olarak ticarete dayan­ rupa'nın iç kesimlerine kadar çekti. Bu tabloyu ta­
maktaydı. İslam imparatorluğunun altın çağında ti­ mamlayan bir başka ticaret yolu, Mezopotamya
caret hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadı. Gümrük üzerinden Suriye Çölü'nü aşarak, Bağdat'ı Akde­
vergileri sadece yabancı tüccarlar için konmuştu; niz'e bağlamaktaydı.
bunlar kendi memleketlerinde Müslüman tacirle­ Malların Kızıldeniz yoluyla götürüldüğü Mı­
rin mallarına uygulanan hadlerle eşit düzeyde ver­ sır'daki Fustat, Kahire ve İskenderiye kentleri, Ak­
gi ödemek zorundaydı. İslam ilkelerine dayanan ve deniz dünyasındaki toptan ticaretin en önemli pa­
dolayısıyla bütün Müslüman dünyada tekörnek zarları haline geldi. Sadece Suriye kıyı kentleri ve
olan bir ticaret hukuku sistemi, sağlam bir yasal te­ büyük ticaret merkezi olan Halep onlarla boy öl­
mel yarattı. Güçlü sermaye sahibi tüccarların özel­ çüşebilecek güçteydi. İtalyan denizci cumhuriyet­
likle riskli girişimleri finanse etmek üzere kurduğu leri Venedik ve Cenova'dan gelerek Mısır'da de­
birçok konsorsiyum böyle bir temel olmaksızın mirleyen gemiler, Avrupa'da büyük rağbet gören
ortaya çıkamazdı. Sınırlı bir dönem için belirli tica­ Doğu mahreçli lüks mallarla ana limanlarına dö­
ri işlemleri yürütmek üzere kurulmuş çeşitli ortak­ nerlerdi. İtalyan denizci kentlerinin bu yoldan elde
lık, anonim şirket ve işletme tipleri arasında farklı­ ettikleri servet, daha sonraları Avrupa siyasetinde
laştırmayı sağlayan son derece gelişkin ticari etkili bir güç kazanmalarını sağladı.
mevzuat, tüccarlara sermayelerini karlı biçimde Yukarıda: Ebu Zeyd yelkenli gemide, Hariri'nin Yelkenlileri ancak nadiren Arabistan'a ulaşan
yatırmaları için yeterli bir fırsat yelpazesi sağladı. Makamat kitabından minyatür, Bağdat, aktaran el-Vasıti, Çinli tacirlerin tersine, Müslüman tacirler Çin'e ve
Ayrıca tüccar sınıflar içinde daha erken bir aşama­ 1 236/37, Paris, Ulusal Kütüphane Endonezya takımadalarına ulaşmak için aşılması
da uzmanlaşmanın ortaya çıkması, ticari faaliyetle­ gereken "yedi derya" boyunca bir dış ticaret du­
rin randımanını birçok alanda büyük ölçüde artır­ rakları ağı kurmuşlardı. Gümüş ve altın neredeyse
dı. Yasal güvencenin varlığını da öngören sağlam ve Aşağıda: El-Haris bir mesaj okuyor, Hariri'nin her yerde ödeme aracı olarak kabul edilirdi; ama
iyi işleyen bir bankacılık ve kredi sistemi, ticaret Makamat kitabından minyatür, Bağdat, aktaran el-Vasıti,
Arap gemiler takas için esas olarak işlenmiş demir
1 236/37, Paris, Ulusal Kütüphane
için son derece yararlı oldu; çünkü tüccarların se­ ve çelik, ayrıca başka metal ürünler, halılar ve lüks
yahat ederken büyük miktarda altın taşımalarına dokumalar da taşırlardı. Değerli taşlar, baharat, fil­
artık gerek kalmadı. dişi, çivit, ipekli, Uzakdoğu'nun seramik ürünleri,
Şurası muhakkak ki, bu ideal şartlar çok uzun abanoz ve başka bir dizi değerli kereste yüklenmiş
sürmedi; çünkü İslam dünyasının siyasal parçalan­ olarak batıya dönerlerdi. Hindistan mahreçli kur­
ması ve bununla bağlantılı ekonomik gerileme bir­ şun ve Çin mahreçli kağıt dahil olmak üzere, bu
çok hükümdarı ilave harçlar ve vergiler koyarak malların bazıları Basra Körfezi üzerinden Basra'ya
veya varlıklı tüccarlardan az veya çok zoraki katkı­ sevk edilirdi. Bir ikinci ana ticaret yolu Maskat ve
lar talep ederek bütçelerini artırmaya zorladı. An­ Aden üzerinden Arabistan'ın güney kıyısı boyunca
cak, böylesine elverişsiz koşullar altında bile tica­ uzanırdı; her iki limandan Doğu Afrika'ya da sevki­
ret çok kazançlı bir uğraş olmaya devam etti. yat yapılırdı. Bu ithal mal akışı Kızıldeniz yoluyla
Dolayısıyla İslam toplumunda tüccarların statüsü Mısır'a kadar devam eder ve orada mallar Avru­
çok yüksekti. Servetleri, girişimci ruhları ve serü­ pa'ya gidecek gemilere yüklenmek ya da bütün Ku­
venlerle dolu yaşam tarzları birçok geleneksel hi­ zey Afrika dağıtılmak üzere satılırdı.
kayeye yansır. Çoğu kez harikulade olaylarla ro­ Çin'e giden karayolu Orta Asya'nın bozkırla­
mantik biçimde süslenen bu anlatılara, Gemici rından ve çöllerinden geçerken çeşitli istikametle­
Sinbad'ın ünlü masalları ve Hariri'nin epizotlar ha­ re doğru kollara ayrılırdı. Nişabur'dan sonra ker­
linde manzum düzyazıyla kaleme aldığı Makamat vanların Buhara, Semerkand ve Taşkent üzerinden
örnek verilebilir. Çok etkili bir eser olan Maka­ yolculuk ederek ya da Herat ve Belh üzerinden da­
mat, muhteşem minyatürlerle bezenmiş birkaç ha güneye düşen bir rota izleyerek, Doğu Türkis­
yazmaya ilham kaynağı olmuştur. tan'ın canlı vaha kenti Kaşgar'a varması mümkün­
Bağdat sadece bir siyasal merkez değildi; hali­ dü. Kaşgar'dan yola devam ederek Gobi Çölü'nde
feliğin altın çağında aynı zamanda imparatorluğun bulunan "Çin'in Kapısı" Dunhuang'a ulaşmak için,
ekonomik can damarıydı. Çin ve Kore'den gelen Kuça üzerinden bir kuzey rotası ya da Hotan üze­
denizyolları Basra kenti üzerinden burada buluşur- rinden epey güneyde kalan bir rota takip edilirdi.

TİCARET VE TİCARET YOLLARI 325


O dönemde Çin içinde Pekin'e (Hanbalık) ulaşma­ da Gama'nın Hindistan'a varmasıyla değişmeye dı. Bu bağlamda, her yıl yapılan hac ziyareti özel
yı sağlayacak tek anayol vardı. başladı. Güç dengesindeki değişimin ilk belirtisi öneme sahipti. Dinsel vecibesini yerine getirmek
Bağdat'tan kuzeye ve kuzeybatıya doğru uza­ Doğu Afrika kıyısındaki Arap ticaret kentlerinin isteyen birçok mümin, memleketinden getirdiği
nan bir ticaret yoluyla Orta Avrupa'da üretilen Avrupa güçlerince yıkılması oldu. Ardından askeri makbul malları yol boyunca satarak konaklama
göğüs zırhları ve kılıçlar ile kürk, köle, kehribar destekle Umman ve Hindistan'da ticari tekeller masraflarını karşılardı. Tüccarlar da Hicaz'da mal­
Bağdat'a taşınırdı. Tacirler bu yolu izleyerek, Ha­ kuruldu; sonunda Araplar lüks mallara ve bahara­ larını satmak veya başka mallarla takas etmek üze­
zar Denizi'nin kuzey kıyısındaki Hazara başkenti ta dayalı karlı uluslararası ticaretin dışına zorla itil­ re dünyanın dört bir yanından gelen hacı kafilele­
İtil'e ve ardından çoğunlukla Rusya'nın büyük ır­ di. Güney Asya güçlü Avrupa ülkeleri (Portekiz, rine katılırdı. İslam öncesi dönemde olduğu gibi,
mak sistemleri boyunca yol alarak Baltık bölgesine Hollanda, İngiltere ve Fransa) arasındaki rekabetin Mekke'nin dinsel konumunun ötesinde bir önemi
varırlardı. Aynı güzergah Orta Avrupa'nın doğu sergilendiği bir sahneye dönüştü. Bunlar çok geç­ vardı. Aslına bakılırsa, çok yakın zamana kadar, bu
kesimiyle de bağlantıya girmeyi sağlardı. Arapların meden ticari tekellerin ötesinde alanlara el attılar kent aynı zamanda İslam dünyasının her tarafından
ve İslam dünyasındaki diğer halkların Hıristiyan Ba­ ve zamanla üzerinde hak iddia ettikleri topraklar­ gelen malların satıldığı son derece canlı bir pazar­
tı dünyası karşısındaki üstün konumu bu küresel ti­ da sömürgeci çıkarlar elde ettiler. dı.
caret ağına dayalıydı. Ortadoğu yüzyıllar boyunca Arapların geliştirdiği uluslararası ticaret ağına Önemli ticaret yolları üzerinde kabaca bir
Avrupa'ya mal akışını denetim altında tuttu. Bu du­ bakarken, iç ticareti göz ardı etmek sıklıkla görü­ günlük yolculuğa denk düşen yaklaşık 30 kilomet­
rum ancak Portekizlilerin Ümit Burnu'nun çevre­ len bir eğilimdir. Oysa bu ticaret hiç de önemsiz relik aralıklarla düzenli mola yerlerinin oluşturul­
sinden dolaşmasıyla ve kısa bir süre sonra Vasco değildi ve yollar çoğu kez uzun mesafelere ulaşır- ması, malların uygun biçimde taşınması için temel
bir önkoşuldu. Çoğu kez buralarda şahıslara ait va­
kıflar olarak veya devletçe inşa edilmiş işletmeler
olarak kervansaraylar kurulurdu. Bunlar gelen ker­
vanlara yük hayvanlarını dinlendirmelerine ve mal­
larını güvenle saklamalarına yetecek yer sağlar ve
yolcuları hırsızlardan, soygunculardan ve kötü ha­
va koşullarından korurdu. Bu tip çarpıcı yapıların
günümüze ulaştığı Anadolu'da, Selçuklu kervansa­
rayları İslam mimarisinin en dikkate değer başarı­
ları arasındadır.
İslam dünyasında kervanların varış noktası
olan kentlerde, ticaret ve zanaat üretimi konut
alanlarının dışındaki yerlerde toplanırdı. Bir İslam
kentinin ekonomik merkezi sayılan çarşı genellikle
en önemli (ve çok kez en eski) cami etrafında ge­
lişirdi. Burada yerel düzeyde üretilmiş malların ya­
nı sıra İslam dünyasında üretilmiş veya daha ötede­
ki başka yerlerden ithal edilmiş eşyaları satan
dükkanların yer aldığı üstü örtülü sokaklar bulu­
nurdu. Müşterilerin fiyatları karşılaştırabilmeleri
ve kalite çeşitliliğini görebilmeleri için, dükkanlar
sıkı bir biçimde loncaya ve satılan mal türüne göre
kümeleşirdi. Ayrıca, çarşı denetçilerine (muhtesib)
sahte ağırlık ve ölçü birimlerini kullanma gibi hile­
karlıkları olabildiğince önlemelerini sağlayacak ge­
niş yetkiler verilirdi. Çarşı mahallelerinde esas ola­
rak toptan ticaret için kullanılan ve gezgin
tüccarların mallarını depolayıp saklayabildikleri ya­
pı kompleksleri bulunurdu. "Han", "ukele" ve
"funduk" gibi adlarla anılan bu iç avlulu kompleks­
lere, sokağa bakan büyük bir kapıdan girilirdi. İçe­
ride nakliye hayvanları için ahırlar, ambarlar, tica­
rethaneler ve tüccarların kaldığı konaklama yerleri
bulunurdu.
Çarşı kapıları günün alışverişi bittikten sonra
kapatılıp kilitlenirdi; özellikle pahalı mallar bulun-

Kirman'da Vekil Çarşısı, İran, 1 8. yüzyıl sonları

326 TİCARET VE TİCARET Y O LLARI


duran dükkanlarda hırsızlığı ve soygunculuğu ön­ Kansu el-Guri Kervansarayı'nın avlusu, Kahire,
lemek amacıyla ilave tedbirler alınırdı. 1 504/05
Arap yönetimi altındaki bölgelerde gelişen
ticari sistemin düzgün işleyişi İslam kültürünün
güçlenmesine son derece önemli bir katkıda
bulundu.

El-Haris köle pazarında, Hariri'nin Makamat


kitabından minyatür, Bağdat, aktaran el-Vasıti, 1 236/37,
Paris, Ulusal Kütüphane

T İ CA RET VE TİCARET YOLLARI 327


o

Doğu ' nun ilk


o

mparatorlukları :
Gazneliler ve Guriler

Gazneli ve G u ri tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 330

Gazneli başkentleri el-Asker


ve Gazne'deki saraylar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 34
Kuleler
G u ri dinsel yapıları
Şah-ı Meşhed
Herat ve Delhi cami-i kebirleri

Kitap bezeme sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 342


Metal işleri . . . . . . . ·: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 344

Ferah harabeleri, Afganistan


1 3 . yüzyıl başlarında Hilmend ve Ferah ırmaklarının kıyılarında gelişen çeşitli kent
kültürleri vardı. Araştırmacıların uzun süre ihmal ettiği Ferah'taki saray 1 1 . yüzyıla doğru
kurulmuştu; 200 km kadar güneye düşen Leşker-i Bazar'daki sarayın da aynı dönemde
inşa edildiği sanılmaktadır.

329
Irak'taki Abbasi başkentlerinden
Tarih çok uzak olan bu bölge, uzun bir sü­
Sheila Blair, jonathan Bloom reden beri huzursuzluk merkeziydi.
Abbasiler de buraya dayanarak iktida­
ra gelmişti; 9 . ve 10. yüzyıllarda böl­
genin valiliğini ellerinde tutan Sama­
Doğu İslam dünyasında görsel sanat­ niler merkezi otoriteden gittikçe ba­
lar 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda bölgenin ğımsızlaşmıştı. 1 0 . yüzyılın sonundan
Gazneli ve Guri hükümdarlarının hi­ itibaren, yerel nüfuz sahiplerinin ken­
mayesiyle alışılmamış bir yaratıcılık di hanedanlarını kurmalarıyla birlikte
düzeyine ulaştı. Onların ve maiyetle­ dış bölgeler Abbasi denetiminden ne­
rindeki kişilerin emriyle kurulan mu­ redeyse tamamen çıktı.
azzam ölçekli, zarif ve değişik yapılar Bu hanedanların ilki, Samanilerin
genellikle kerpiç ve pişmiş tuğladan hizmetine bir köle olarak girdikten
inşa edilmiş ve kesme taş ve mermer­ sonra yükselmiş Sebüktigin adlı Türk
le, boyalı ve oymalı alçı sıvalarla, oy­ komutanın soyundan gelen Gazneli­
malı ve sırlı tuğlalarla, pişmiş toprakla lerdi (977-1 186) . Abbasiler 9. yüzyıl
bezenmişti. Ne var ki, bu yapıların ortalarından itibaren, yönetimi ayakta
çok azı günümüze sağlam ulaştığın­ tutmak ve halk üzerindeki denetimi
dan, böyle şaheserlerin görüntüsünü sürdürmek için, Orta Asya bozkırların­
kafamızda canlandırmak için, kazılan dan toplanan Türk askerlere dayan­
kalıntılardan elde edilmiş birkaç par­ maya başlamıştı. Abbasi valileri de ay­
çadan hareketle tahminler yürütmek nı yola başvurdu. Horasan ve Mavera­
zorundayız. Bu saraylarda yazı ve ünnehir'in Samani valisi 1 0 . yüzyılda
edebiyat alışılmadık ölçüde önemliy­ Horasan'daki ordunun başına Türk
di. Hükümdarların kol kanat gerdiği köle komutan Alptigin'i getirdi. Valilik
şairlerden ve yazarlardan birçoğunun makamının kendisine bırakılması için
Yeni Farsça'yı kullanması, bu dilin 961 'de giriştiği mücadeleden sonuç
günlük konuşma dilinden edebi bir alamayan Alptigin, bugün Afganis­
dile dönüşmesini sağladı. Yazının tan'ın doğu kesiminde kalan Gazne
önemi görsel sanatlara da yansır. Bu çevresindeki dağlık bölgeye çekildi.
döneme ait sayısız yapı farklı üslup­ Samani nüfuz alanının çeperine düşen
larda ve tekniklerde işlenmiş birçok ve "putperest" Hint alt-kıtasına bakan
yazıt taşır. Tezhipli zarif kitapların bu bölgede, bir dizi Türk komutanın
başlıca sanat biçimlerinden biri haline görünüşte Samanilere bağlı kalarak
geldiği görülür. Zarif metal işleri aynı Gazneli Mahmud'un mezar sandukasındaki bir bezeme levhası hüküm sürmesinden sonra, Sebükti­
dönemle ilintili bir başka sanat biçimi­ Gazne, 1 2. yüzyıl gin (977-998) bağımsız bir emirlik
dir ve birçok imzalı ve/veya tarihli Nal biçimli bir kemeri olan bu girişik oymalı mermer levha, 1 2. yüzyılda Guri yöne­
kurdu . Onun oğlu Mahmud (998-
timi altında gelişen gösterişli bezeme üslubunun tipik bir örneğidir. Gurilerin bu bü­
parça Doğu İslam dünyasındaki hima­ yük Gazneli hükümdarıyla ardıllık bağlarını pekiştirmek için türbesini yeniden işlemiş 1030) bu emirliği son derece askeri­
yenin ve sanatın mahiyetini yorumla­ olması mümkündür. leşmiş bir imparatorluğa dönüştürdü .
mamızı sağlar. Mahmud, sadece Samaniler, Bü­
veyhiler ve Karahanlılar gibi batıdaki İslam hükümdarlarına meydan
okumakla kalmadı; İslam dünyasının çehresini değiştiren bir adım ata­
Gazneli ve G uri tarihi rak, doğuya yönelik Türk yayılmasını başlattı. Hindistan ve Afganistan'ı
içine alan bu bölge o zamana kadar İslami kültür alanının sadece bir ek­
Abbasi halifeliğine bağlı geniş toprakların kuzeydoğu kesimi öteden be­ lentisiyken, başlı başına bir siyasal ve kültürel merkez haline geldi. Baş­
ri önemli ve sorunlu bir bölgeydi. İran'ın kuzeydoğu eyaleti Horasan ve ka hükümdarların hizmetindeki sınır savaşçıları olarak sahneye çıkan
Ceyhun Irmağı'nın ötesini içine alan Maveraünnehir büyük sulama sis­ Türkler artık kendi devletlerini yaratacak ve İslam dünyasının askeri ön­
temleri sayesinde verimli tarım alanlarına sahipti. Bölge altın (Herat ya­ derliğini üstleneceklerdi.
kınında), gümüş (bütün Horasan'da ve Belh yakınında), bakır (Buhara Mahmud'un yönetimi esas olarak kölelerden oluşan askeri birliklere
ve Fergana yakınında), kurşun (Belh yakınında) ve cıva (Bamyan'da) gi­ dayanmaktaydı. Bunlara devlet kaynaklarından düzenli maaş ödenir ve
bi mineraller açısından da zengindi. Hindukuş Dağlan dünyanın az sa­ aynca seferlerde elde edilen ganimetin beşte dördü verilirdi. Mahmud
yıdaki laciverttaşı kaynaklarından birini barındırır ve Afganistan'ın kuze­ askerlerin bağlılığını sağlamak için, özellikle Kuzey Hindistan'a sürekli
yinde Belh kenti çevresindeki toprakları kapsayan Bedehşan yakutlany­ seferler düzenledi. Köle ve yağma amacıyla Hindistan ovalarına yönelik
la, lal taşlarıyla ve asbestiyle ünlüdür. istilalar daha Sebüktigin döneminde başlamıştı. Mahmud bu zengin top­
raklan hedef alan 17 saldın harekatına girişti. En ünlü seferinde (1026-

330 D O G U ' N U N İ L K İMP A RATO RLUKLARI : GAZNELİLER VE GURİLER


27) Somnath'taki tapınakta yirmi milyon dinarı aşkın değerde ganimet Gazneli Mahmud'un mezarının iç kısmı kentin inşasında kullandı. Mezarı dikdörtgen
ele geçirdiği söylenir. B·aşarılarının çekiciliğine kapılan gönüllü savaşçı 1 1 . yüzyıl ve sonrası kaideli bir mermer sandukayla kaplıdır ve ka­
Gazneli hükümdarlarının en ünlüsü olan Mah­ idenin üstündeki prizma biçimli kısımda ölüm
"gaziler" zaten büyük olan orduların saflarını doldurdu . Kaynaklara gö­
mud (ö. 1 030), Gazneli emirliğini son derece tarihi yazılıdır. Sanduka 1 2. yüzyılda eklenmiş
re, sözgelimi Somnath seferinde 30 bin nizami süvarinin yanı sıra gönül­ askerileşmiş bir İslam imparatorluğuna dö­ ve türbe de sonraki bir tarihte yeniden inşa
lüler vardı. Mahmud ordularıyla birlikte Gazne'ye getirdiği muazzam ga­ nüştürdü. Hindistan'a yönelik seferlerinde el­ edilmiş olabilir.
de ettiği ganimeti Gazne'deki görkemli baş-
nimeti bu ücra yeri dünyaca ünlü bir metropole ve bir imparatorluk baş­
kentine dönüştürmek için kullandı; sürüp giden cihat uğraşları ona "ka­
firlere inen tokmak" şöhretini kazandırdı.
Mahmud Bağdat'taki Abbasi halifesiyle ittifaka girerek otoritesine bir
destek oluşturdu . Militan bir Sünni gelenekçiliğini benimsedi ve yükse­
len Şii, özellikle de İsmaili tehdidine karşı koymayı kendisine görev bil­
di. 999'da cuma hutbelerinde yeniden Abbasi halifesinin adının okunma­
sını sağladı ve bunun karşılığında "emirü'l-müminin refiki, devletin ve
ümmetin sağ eli" unvanıyla ödüllendirildi. Bağdat halifesine çoğu kez
ganimetinden armağanlar gönderdi ve Somnath zaferinin ardından un­
vanına "devletin ve İslam'ın melcesi" ibaresi eklendi. Mahmud, dinsel
sofuluğu Kuzey Hindistan'dan Hazar 1kıyılarına kadar uzanan geniş im­
paratorluğunun harcı olarak kullandı.
Türk kökenine rağmen, Sasani modellerine dayalı Fars-İslam yöne­
tim geleneğini coşkuyla benimsemeyen Mahmud, dönemin önde gelen
aydınlarını sarayına çekmek için çaba gösterdi. Şairler onun adına met­
hiyeler döktürdü ve büyük şair Firdevsi (ö. 1 025) 60 bin mısralı Şehna­
me destanını ona ithaf etti.
Mahmud'un ardılları o kadar başarılı değildi. Batıda bir başka Türk
topluluğu olan ve 1 l . yüzyılın ilk yarısında bölgeye giren Selçukluların
önünü kesemediler. Dandenakan Muharebesi'nde (1040) Gaznelileri ye­
nen Selçuklular Harezm, Horasan ve İran'ın kuzey kesimini denetim al-

Gazne kentinden bir görünüş


kuruluşu 1 O. yüzyıldan itibaren
Abbasi imparatorluğunun doğu kenarında
bağımsız bir emirlik kuran Türk hanedanı
Gazneliler, şimdiki Afganistan'ın doğu kesi­
mindeki dağlık bölgede yer alan Gazne'yi
başkent edinmişlerdi. Burada görkemli sa­
raylar ve camiler yaptırdılar; Gazneli döne­
minden günümüze ulaşan başlıca yapılar 111.
Mesud'un (ö. 1 1 1 4) ve Behram Şah'ın (ö.
1 1 52) inşa ettirdiği iki kuledir. İngiliz-Afgan
Savaşı'nda ( 1 838- 1 842) önemli bir rol oyna­
yan içkale uzakta görülüyor.

ET '

TARİH 331
tına aldılar. Yirmi yıl süren aralıklı savaşların ardından, iki Türk hanedan Guri imparatorluğu, gücünün doruğundayken aşağı yukarı Hazar Deni­
zımni bir uzlaşmaya vardı; ama Gazneli imparatorluğu küçülerek şimdi­ zi'nden Kuzey Hindistan'a kadar uzanmaktaydı. En önemli iki Guri hü­
ki doğu Afganistan, Belucistan ve kuzeybatı Hindistan'ı kapsar hale gel­ kümdarı, Muhammed adlı iki kardeşti. Sultan olarak Firuzkuh'ta oturan
di. Doğuya yönelimli olmakla birlikte, Gazneli sarayı 1 1 . yüzyıl sonların­ Gıyaseddin Muhammed ( 1 1 63-1 203) esas olarak batıya seferler düzenler­
da ve 1 2 . yüzyıl başlarında İran kültürünün bir merkezi olmaya devam ken, Gazne'de hüküm süren Muizziddin Muhammed (1 1 73-1 206) Hin­
etti. Örneğin, tasavvuf şairi Senai (ö. 1 1 30) bu sarayda görev aldı ve baş­ distan'a yönelik seferlere girişti. Ailenin bir başka kolu Bamyan bölgesi­
ka şairler Gazneli hükümdarlarını övücü şiirler yazdı. Ancak, 1 2 . yüzyıl­ ni ve Yukarı Ceyhun çevresini denetim altında tutmaktaydı. Bu iki kar­
da Gazneliler bölgede yeni bir hanedan olarak ortaya çıkan Guriler kar­ deşin ölümünden sonra, hanedan iç kavgalara sürüklendi ve Guri impa­
şısında geriledi. Gazne l 1 6 l 'de düştü ve Gazneliler daha doğudaki Pen­ ratorluğu 1 2 1 5'te hızlı bir süreçle Harezmşahlar tarafından yutuldu. Ne
cab içlerine sürüldü. Yeni başkentleri Lahor çevresindeki son Hint top­ var ki, Harezmi egemenliği uzun sürmedi; çünkü çok geçmeden bütün
rakları da 1 1 86'da ellerinden çıktı. Doğu İslam dünyası Cengiz Han'ın önderliğindeki Moğol ordularınca is­
Gurilerin (y. 1 000- 1 2 1 5) kökeni Şensebani ailesine mensup savaşkan tila edildi.
kabile reislerine dayanır ve adı da bu ailenin yaşadığı yerden, şimdi Af­
ganistan'ın orta kesiminde kalan dağlık Gur yöresinden gelir. Putperest
olan Şensebaniler 1 1 . yüzyılda yöreye akınlar düzenleyen Gaznelilerin
yönetimine girdikten sonra İslam'ı benimsedi. Bölgedeki Gazneli nüfu­
zu 1 2 . yüzyıl başlarında yerini Selçuklu nüfuzuna bıraktı. Gazneli hü­
kümdarı Behram Şah'ın ( 1 1 1 7- 1 1 5 2 , aralıklarla) Gazneli otoritesini yeni­
den sağlamaya çalışması üzerine, başkaldıran Guriler 1 1 50'de Gazne'yi
yağmaladı. Bunu izleyen korkunç yıkım Guri önderi Alaeddin'e Cihan­
saz ("Dünyayı Yakan") lakabını kazandırdı.
Böylece Guriler küçük bir bölgesel güç olmaktan çıkarak bir impa­
ratorluğun başına geçtiler. Zamanla Afgan platosundaki bütün Gazneli
topraklarına egemen oldular. Başkenti Gur yöresindeki Firuzkuh olan

\( Hazar
7 • Buhara \ /

Denizi

Dandenakan Muharebesi, 1 O!IO x Belh•


c

Meşhed

• • Çişe
Herat r---
Gur•


��
r�

• • Büst
v'
Leşkergah
\ '

Delhi •

� Basra
Körfezi

Gazneliler, y. 1 030

Guriler, y. 1 1 90- 1 206


) Umman Denizi
rJ

332 D O G U ' NUN İ L K İ M P A RATORLUKLAR I : GAZNELİLER VE GURİLER


Gazne'deki saraya ait mermer levha uzanır. Şiirde sultanın erdemleri ve sarayının
1 1 . yüzyıl ihtişamı övülür. Gaznelilerin 1 1 6 1 'de çökme­
Sarayın avlu duvarları boyunca, ince oymalı sinden beri yıkık halde olan sarayda ilk kazı
bitki bezemeleri taşıyan süpürgeliğin yukarı­ çalışmaları 20. yüzyılın başında yapıldı.
sında yaklaşık 250 m boyunda bir şiir yazıtı

977 Gazneli hanedanının kurucusu 1 040 Dandenakan M uharebesi; 1 1 1 8- 1 1 29 Behram Şah Pencab'da 1 1 73- 1 206 Gazne'de hüküm süren Guri
Sebüktigin (977-998) şimdi Gazneliler Tuğrul Bey egemenlik sağladı Muizziddin Muhammed'in
Afganistan' da kalan Gazne komutasındaki Selçuklulara dönemi
1 1 35/36 Behram Şah'ın Selçuklu
bölgesinde Samanilerin valisi yenildi
otoritesini yıkmaya yönelik 1 1 86 Gaznelilerin kesin yenilgisi;
oldu
1 072- 1 076 lbra�im bin Mesud ( 1 059- başarısız girişimi Guriler Lahor'u aldı
998- 1 030 Erken lslam döneminin en 1 099) Gaznelilerin nüfuz
1 1 49 Gaznelilerin Guriler 1 1 98 Guriler ile Horasan'daki
önemli fatihi Gazneli alanını Pencab'a doğru
karşısındaki zaferi Harezmiler arasında mücadele
Mahmud'un yönetimi genişletti
başladı
1 1 50 Alaeddin önderliğindeki
999 Gazneli birlikleri Samanileri 1 088 lbrahim kendi oğlunun isyanını
Gurilerin Gazne'yi 1 208 Harezmilar Guri başkenti
yendi; Gazneli Mahmud bastırdı
yağmalaması Herat'ı ele geçirdi
kendisini Horasan hükümdarı
1 1 1 5- 1 1 1 8 Hanedan içi veraset kavgaları
olarak tanıyan Abbasi Halifesi 1 161 Gazne Gurilerin eline geçti; 1215 Harezmiler karşısındaki
Kadir'e biat etti 1 1 1 7/ 1 8- Selçuklu otoritesini Gazne yönetimi Lahor yenilgiyle Gurilerin egemenliği
1 1 52 kabul eden Gazneli Behram merkezli Pencab'la sınırlandı sona erdi
1 00 1 - 1 024 Gazneli Mahmud Hindistan'a
Şah'ın dönemi
yönelik seferleriyle, lslam'ın 1 1 63- 1 203 Firuzkuh'ta hüküm süren Guri
Hint alt-kıtasında yayılmasının 1 1 18 Sencer komutasındaki Gıyaseddin Muhammed'in
yolunu açtı Selçuklulardan yardım alan dönemi
Behram Şah, Pencab
1 030-1 040 Gazneli 1. Mesud'un dönemi
hükümdarı olan kardeşi Melik
Arslan'ın isyanını bastırdı

TARİH 333
saldırılarıyla bir kez daha yıkıldı. Kerpiçten inşa edilmiş olmakla birlikte,
Mimari metruk yapıların birçoğu bu yörenin az yağış alması sayesinde günümü­
ze ulaşmış ve bir Fransız ekibi 1940'ların sonlarında ve 1950'lerde harabe­
Sheila Blair, jonathan Bloom
lerde kazı çalışmaları yürütmüştür.
Gazneliler ve Guriler bağlı oldukları Abbasileri taklit ederek, muhteşem Hilmend ve Ergendeb ırmaklarının kavşağındaki bu yerleşme, yakın­
yapıların yer aldığı büyük ve görkemli başkentler kurdular. Ücra yerlerde­ daki Büst kentinin bir mesiresiyken, Hilmend'den kente su sağlayan eski
ki bu kentlerin birçoğu yıkılmış olduğundan, günümüze ulaşan tekil yapı­ bir kanalın onarılmasından sonra 10. yüzyılda gelişmişti. Gazneli dönemin
lar, özellikle de kuleler şahane bir yalnızlık içinde durur. Böyle bir şiirsel öncesine inen yapısıyla, burası doğuda bir girişin, ortada büyük bir kame­
görüntü metinlerin ve kazıların bize sunduğu alelade tabloya biraz ters riyenin ve batıda ırmağa bakan bir başka büyük kameriyenin bulunduğu
düşebilir. Yine de, bu yapılar söz konusu kentlerin eski ihtişamını bir öl­ kare planlı bir bahçeydi. Muhtemelen askeri birliklerin teftiş için izlendiği
çüde ortaya çıkarmamızı ve gelişim çizgilerini belirlememizi sağlar; çünkü bir yerdi; kısa bir süre sonra yapıların yerini 35 x 52 metre ebatlarında iki
Irak'taki Abbasi başkenti Samarra'da olduğu gibi, birbirini izleyen Gazne­ katlı bir bina aldı. Meltemlerden ve ırmak manzarasından yararlanmak
li ve Guri hükümdarları Doğu İslam dünyasındaki başkentlerine kendi sa­ amacıyla oturma alanları ikinci kata yerleştirilmişti. Plana göre, ikinci kat­
raylarını ve başka yapılarını eklemişlerdi. ta büyük olasılıkla aydınlık sağlama işlevini gören ortadaki bir kare alan­
da buluşmak üzere haç biçiminde düzenlenmiş dört eksensel bölme var­
Gazneli başkentleri el-Asker ve Gazne' deki saraylar dı. Bu düzenin 8. yüzyıl ortalarında Abbasi ayaklanmasının önderi Ebu
Müslim'in Merv'de inşa ettirdiği sarayın planıyla aynı olduğu sanılmakta­
En iyi bildiğimiz yerleşme alanı, Afganistan'ın güney kesiminde şimdiki dır. El-Asker'deki ilk bina, diğer iki sarayın daha sonra bitişiğine inşa edil­
Leşkergah kasabası yakınında bulunan el-Asker adlı Gazneli kışlık baş­ mesinden dolayı, çoğunlukla Merkez Saray olarak bilinir.
kentidir. Gazne gibi, burası da Guriler tarafından yağmalandı; ama daha Yerleşmedeki en büyük bina, genellikle Mahmud'un hamiliğine bağ­
sonra restore edildi. Ardından 13. yüzyıl başlarında Harezmşah ve Moğol landığı için 1 1 . yüzyıl başlarında yapıldığı sanılan Güney Sarayı'ydı. Pla­
nında ve inşa tekniklerinde Samarra'daki bazı Abbasi saraylarında görülen
Leşker-i Bazar, 1 1 . yüzyıl ve sonrası sonlarında ve l 950'1erde, Gazneliler döne­ modeller esas alınmıŞtı. Onlar gibi, dikdörtgen bir iç avlusu vardı. Her dört
Saray duvarları kerpiçtendi ve eskiden koru­ minden kalma en az üç sarayın harabelerin­ kenarın ortasında odalarla çevrili bir eyvan ve kuzey eyvanının ardında
yucu bir sıva tabakasıyla kaplıydı. Bu tabaka de kazı çalışmaları yürütmeyi başardı. Bunlar
kare planlı bir taht odası yer alırdı. Sonradan yapılan başlıca düzenleme
normalde oymalıydı; iç odalar da bazen bo­ kuru iklim sayesinde günümüze ulaşabilmiş­
yanırdı. Bir Fransız arkeolog ekibi l 940'1arın ti. taht odasının öbür tarafında kuzeye açılarak ırmağa bakan bir başka ey-

K�
O 10 20 m

Leşker-i Bazar'daki G üney Sarayı'nın ve ana eyvanın ardında bir divanhaneye


zemin planı, 1 1. yüzyıl ve sonrası dayalı standart düzenin yanı sıra, kuzeyde
Büyük Gazneli Hükümdarı Mahmud (ö. Hilmend lrmağı'na bakan ve ırmağın serin
1 030) tarafından yaptırıldığı sanılan Güney meltemlerine açık olan bir eyvan daha
Sarayı, Leşker-i Bazar'daki sarayların en vardı.
büyüğüdür. Bu sarayda dört eyvanlı avluya

334 D O G U ' NUN İ L K İMPARATORLUKLAR I : GAZNELİLER VE GURİLER


vanın eklenmesiydi. Sarayın bu en görkemli divanhanesi ırmaktan gelen
meltemlere açıktı ve ırmak kıyısındaki büyük kameriye ile Merkez Saray'ın Leşker-i Bazar'daki el-Asker'in malanmasına ve sonunda Moğol istilaları sı­
bir manzarasını sunmaktaydı. harabeleri, 1 1 . yüzyıl ve sonrası rasında yıkılmasına karşın, buradaki birçok
Gaznelilerin yazlık başkent Gazne'nin yanı yapı yörenin az yağış alması nedeniyle günü­
Samarra'daki Abbasi saraylarında olduğu gibi, el-Asker'deki Güney Sa­ sıra, Afganistan'ın daha ılıman güney kesi­ müze ulaşmıştır. Şimdi bu yöre Leşker-i Ba­
rayı'nın eyvan bölmeleri alçı sıvayla ve tuğla bezemeyle zengin biçimde minde, Hilmend ve Ergendeb ırmaklarının zar ("Asker Çarşısı") ya da Leşkergah ("As­
kaplanmıştı. Ancak, Gazneli sarayında bezeme türlerinin sıralanışı -Abbasi­ kavşağında yer alan el-Asker adlı bir kışlık ker Yeri") olarak anılır.
başkenti vardı. Yüzyıllar içinde defalarca yağ-
lerin uyguladığı düzenin tersineydi; aşağıda freskli bir süpürgelik, yukarı­
da ise kabartmalı bezemeler vardı. Her iki yerde de duvar resimlerinin tas­
vir konusu hükümdarın hizmetkarlarıydı. Ama Sarriarra'daki Darü'l-Hila­ ebatlı iç avlunun her dört kenarının ortasında odalarla çevrili birer eyvan
fet'in süpürgeliğinde raks eden kadınlar yer alırken, Mahmud'un el-As­ yer almaktaydı. Taht odası güney eyvanının ardındaydı. Mermer döşeme­
ker'deki sarayının duvarları refakatçilerin resmedildiği bir frizle boyanmış­ li avlunun 32 nişli duvarları, çiçekli Kufi yazı stilinde olağanüstü bir yazıt­
tı. Eyvanın arka duvarında, süpürgeliğin yukarısındaki kesim yazıt şeritle­ la bezenmişti. Avlu çevresinde yaklaşık 250 metre boyunca uzanan bu
rinin çerçeve içine aldığı geometrik panolarla bezenmişti. Günümüze ula­ metin, sultanın erdemlerini ve sarayının ihtişamını öven bir Farsça şiirdir.
şan örnekteki Kuran ayetleri (27:40-41) Süleyman'ın Seba Melikesi'ni kar­ Anlaşıldığı kadarıyla, yeni yapı için özel olarak yazılmıştı.
şılayışını anlatır. Hiç kuşkusuz, bu ayetlerin seçilmesi İslam öncesi döne­ Dönemin çoğu sarayında bir avluya bakan eyvanlar vardı; ama görü­
min hayvanlara ve ruhlara hükmeden kahramanı ile sarayı yaptıran büyük nüşe bakılırsa, bezemeleri belirleyen şey, kişisel tercihler ve eldeki malze­
fatih Mahmud arasında bir benzerlik kurmaya yönelikti. melerdi. Örneğin, Ceyhun Irmağı'nın sağ yakasında ve Surhan Irmağı'yla
Samarra'da olduğu gibi, sonraki hükümdarların eklemeler yaptığı el­ birleşme noktasının yakınında yer alan Tirmiz'deki saray, bir avlu etrafın­
Asker zamanla Hilmend Irmağı'nın doğu yakası boyunca 6 kilometre uza­ da düzenlenmiş birkaç yapıyı kapsamaktaydı. Girişin karşısındaki eyvan,
nan bir alana yayıldı. Önceki sarayların kuzeyinde, eyvanlarla ve odalarla geometrik desenlerin ve hayvan biçimli motiflerin yer aldığı oymalı alçı
çevrili üç avlusu bulunan bir üçüncü saray ortaya çıktı. Yerleşmedeki di­ panolardan oluşan üç şeritle bezenmişti. Bir panoda tek başlı ve iki göv­
ğer yapılar arasında (belki Mahmud'un ünlü fil birlikleri için düzenlenmiş) deli olağanüstü bir canavar görülür. Ejderha resminin kökleri daha eski
kışlalar, bi.r çarşı ve bir cuma camisi vardı. Hilmend Irmağı'nın karşı yaka­ Orta Asya tasvirlerine dayanabilir; ama burada soyutlanmış ve geçerli be­
sındaki diğer kalıntılar saraylarla bağlantılı bir konut alanına ait olabilir. zeme üslubu anlayışlarına uyacak şekilde simetrik hale getirilmiştir.
Ilıman Hilmend havzasında yer almasından dolayı, el-Asker Gazneli­
lerin yazlık başkentiydi. Asıl başkentleri ise kuzeydoğuya düşen dağlarda­
ki Gazne'ydi. Büyük bir bölümü harabe halinde olan bu yerleşmede, İtal­
Kuleler
yan arkeologların 1950'lerde ve 1960'lardaki kazıları, Mahmud'un torunu­ Gazne'deki sarayın yakınında, III. Mesud çıkma kenarlı muhteşem bir ku­
nun torunu III. Mesud'un (1099- 1 1 1 5) inşa ettirdiği sarayın kalıntılarını or­ le inşa ettirmişti. İlk haliyle yüksekliği 44 metreyi bulan bu kule iki bö­
taya çıkarmıştır. Duvarlarla çevrili bu dikdörtgen planlı sarayın kuzey ke­ lümlüydü; Daha alçak bir dikilitaş kaidenin üstünde, yarım daire biçimli
narında uzun bir çarşı vardı. Önceki saraylarda olduğu gibi, 50 x 32 m

MİMARİ 335
1 1 1 . Mesud'un Gazne'de yaptırdığı
kulenin üst panolarından bir detay
1 2. yüzyı 1 başları
Kulenin üst bölümünü çevreleyen panolar,
111. Mesud' un ( 1 099- 1 1 1 4) adının ve unvan­
larının yer aldığı bir yazıtla bezenmiş. Gös­
terişli ve kenar süslü KGfı stiliyle yazılan me­
tin, enfes oymalara sahip pişmiş topraktan
oluşan bir zemine oturtulmuştur. Araştır­
macılar 1 9. yüzyılda bu anıtın büyük Gazne­
li Hükümdarı Mahmud tarafından Hindis­
tan'daki fetihlerini kutlamak için inşa
ettirilmiş bir zafer kulesi olduğunu varsay­
mışlardı. Kuleyi yaptıran kişinin ardılların­
dan 111. Mesud olduğu ancak üstündeki yazı­
tın 20. yüzyılda daha dikkatli okunmasıyla
saptanabildi ve böylece başlangıçta hangi
amaçla dikildiği irdelenmeye başladı.

çıkmaları bulunan bir sütun gövdesi yer almaktaydı. Üst gövde 1902'deki
bir depremde devrildiği için, şimdi sadece 20 metre yüksekliğindeki alt
gövde ayaktadır. Pişmiş tuğlayla inşa edilmiş olan bu kısım tuğla desenle­
rinden, alçı sıva ve pişmiş toprak panolarından oluşan enfes bezemeler ta­
şır. Üst tarafı çevreleyen yazıt şeridinde, anıtı yaptıran kişinin adı ve un­
vanları verilir. Bunlar tabandan başlayan ikinci şeritte Kufi yazı stiliyle tek­
rarlanır. Bu yazı stili, yapı ustalarının adları ya da kısa ibarelerini işlemek
için tuğlalar arasındaki boşlukların yarattığı gölgelerden yararlanmasıyla,
tuğla örme tekniklerinden doğmuştu. Geometrik desenler yaratmada aynı
tekniğe başvurulması öteden beri uygulanan bir yoldu; ama bu kule, ke­
limeleri işlemek için tekniğin kullanıldığı bilinen ilk örnekti. Daha sonra­
ları tuğla örücüler mat pişmiş tuğlayla tezat oluşturacak yüzey ve renkle­
re sahip sırlı tuğlalarla kelimeleri işleyerek tekniği daha da geliştirdiler. Bu
yeni teknik 1 2 . yüzyıldan itibaren İran mimarisinin bir alameti farikası ha­
line geldi. Mesud'un oğlu Behram Şah ( l l l 7- l l 52) babasını taklit etti ve
600 metre kadar batıda iki katlı benzer bir kule yaptırdı. Şekil olarak Me­
sud'un kulesine uyan bu anıtın tepesini çevreleyen benzer bir kuruluş ya­
zıtı vardır. Behram Şah'ın kulesi, tuğlaların daha basit geometrik şekiller­
le örüldüğü daha büyük panoların ve yazılı sözlerin yokluğuyla prototi­
pinden ayrılır.
Buna benzer kuleler zamanla çoğaldı; İran ve Afganistan'ın çeşitli yer­
lerinde Gazneliler ve aynı dönemin hanedanları tarafından 70 kadar kule
daha dikildi. Bunların en harikulade olanı Gurilerin başkent Firuzkuh'ta
yaptırdığı kuledir. Afganistan'ın iç kesimlerinde ücra bir dağ vadisinde yer
aldığı için günümüz uzmanlarınca varlığı ancak 1950'lerde saptanmıştır ve
60 metre gibi şaşırtıcı bir yüksekliğe ulaşır. Sekizgen kaidesi çapları gittik­
çe küçülen ve bir fanus yapıyla taçlanan silindir biçimli üç sütun gövdeyi
taşır. Dış cephesi pişmiş topraktan coşkun süslerle kaplıdır; ama bezeme
detaylarının sınırsız yaratıcılığı her zaman bütünün daha görkemli tasarı­
mına tabidir. En alttaki bölüm Kuran'ın "Meryem" adlı 19. suresinin bütün

1 1 1 . Mesud'un Gazne'de yaptırdığı kule ş a edilmiş v e altı kat halindeki tuğla örgüsü,
1 2. yüzyıl başları alçı sıva ve pişmiş toprak panolarla güzel bi­
Şimdi metal bir takkeyle örtülü olan 20 m çimde bezenmiştir. 1 1 1. Mesud'un adının ve
yüksekliğindeki bu çıkma kenarlı bölüm, çok unvanlarının yer aldığı bir KGfı yazıtı vardır.
daha yüksek bir kulenin alt katıdır. Yarım da­ Bu yapı 1 2. yüzyıl başlarından itibaren İran
ire biçimli çıkmaları olan ve yüksekliği 24 mimarisine damgasını vuran zarif bezeme üs­
m'ye varan daha narin üst gövde l 902'deki lubunun bir örneğini sunar.
bir depremde yıkıldı. Kule pişmiş tuğlayla in-

336 D OG U ' NU N İ L K İ MPARATORL UKLAR I : GAZNELİLER VE GURİLER


metninin yer aldığı iç içe örülü bir şeritle bezenmiştir. Bunun günümüzde
henüz çözemediğimiz belirli bir sebeple seçildiğine hiç kuşku yoktur.
Bu kulelerin niçin inşa edildiği konusunda ancak tahminler yürütebi­
liriz. Buhara'daki Kelan minaresi gibi birkaçı camilerin bitişiğine dikildiği
için, ezan okuma yeri olarak kullanılmış olabilir; ama çoğu öyle değildir.
İlk seyyahların zafer kulesi nitelendirmesi pek akla yakın değildir; çünkü
böyle bir yapı tipinin İslam ülkelerinde kullanıldığına dair hiçbir kanıt
yoktur. Bazı kuleler yeni bir yöneticinin iktidara gelişinin siyasal ifadesi
olarak dikilmiş olabilir; bunlar çoğu kez anıtı yaptıran kişinin adını taşır.
Örneğin, Tirmiz'deki kule hicri takvime göre 423'ten (1031/32), yani Gaz­
nelilerin bölgeye yeni bir vali atadığı yıldan kalmadır. Bazı kuleler işaret
kulesi ya da nirengi noktası işlevini görmüş olabilir. Bunun bir örneği
İran'ın doğu kesiminde, şimdiki Afganistan sınırı yakınında yer alan Kırat
köyündeki kuledir. Küçük bir tepecikte kurulu olduğu halde çok uzaktan
görülebilen bu yapı, İran'daki Meşhed ve Afganistan'daki Herat kentlerini
ayıran tepeler zincirindeki geçidin yerini işaret ederdi. Böyle işaret kule­
leri Hindistan ve Orta Asya'dan İran ve Irak'a giderken bu yöreden geçen
çok sayıda kervan için önem taşımış olmalıdır. Yakında olanlara caminin
yerini ya da uzakta olanlara bir şehrin yerini bildirerek hoşnut edici bir
manzara sunan bu tür kuleler İslam'ın varlığını bildirir ve kurucusunun
dindarlığını gösterirdi.

Aşağıda: Cam'daki kulenin alt gövdesini gövdede Kuran'ın "Meryem" adlı 1 9. suresi­
çepeçevre saran yazıttan bir detay nin tamamı, ayrıca Guri hükümdarı Gıyased­
1 2. yüzyıl sonları din Muhammed'in ( 1 1 63- 1 203) adı ve unvan­
Bu kule bazıları tuğlayla, bazıları sırlı sera­ ları yer alır.
mikle işlenen birçok yazıtla bezenmiştir. Alt

Sağda: Cam'daki kule, 1 2. yüzyıl sonları Moğol Hanı Ögedey'in emriyle 1 222/23 yıkı­
Bu kule İran, Afganistan ve Orta Asya' da 1 1 .- lan ortaçağ şehri Firuzkuh olduğu anlaşılmış­
1 3. yüzyıllar arasında dikilmiş olan 40 kadar tır. Pişmiş tuğlayla inşa edilen kule, üst üste
kulenin en çarpıcı olanıdır. Afganistan'ın or­ oturtulmuş silindir biçimli üç gövdeden olu­
ta kesimindeki ücra bir dağ vadisinin tabanın­ şur; yukarıya doğru gittikçe daralan ve mu­
dan 60 m yukarıya haşmetle yükselir. Yöre­ karnas saçaklık silmeleriyle birbirlerinden
nin kuytuluğu nedeniyle varlığı uzmanlarca ayrılan silindirlerin tepesinde bir fanus yer
ancak l 950'1erde saptanmış ve böylece bu­ alır.
ranın Guri yazlık başkenti işlevini gören ve

MİMARİ 337
taşı ve mermer kaplamalı masalsı bir camiyle, ayrıca medreselerle, kü­
tüphaneler, sukemerleri ve başka imar eserleriyle donattığı söylenir.
Gazne ve el-Asker'deki kazılarda ortaya çıkarılan yıkık yapılardan bazı­
larının cami ya da medrese olduğu saptanmıştır; çünkü bir mihrap ba­
rındırırlar. Ama bu yapılara dair bilgilerimiz zemin planlarıyla sınırlıdır.
Gurilerin dinsel mimarisini yansıtan örnekler konusunda daha geniş bil­
gilere sahibiz.

Şah-ı Meşhed
Bir medrese olduğu kesin saptanabilmiş tek bina, Afganistan'ın kuzeyba­
tı kesimindeki Badgisat ilinde, Morgab Irmağı'nın batı yakasındaki ücra bir
köşede yer alan Şah-ı Meşhed adlı yıkık yapıdır. Harabeden anlaşıldığı ka­
darıyla, 44 x 41 metrelik kenar ölçüleriyle kareye yakın bir planı vardı; or­
tasındaki avlunun etrafında eyvanlar ve od�lar kümelenmişti. Günümüze
ulaşan kuzey ve güney eyvanlarının doğuda ve batıda iki eşi daha olabi­
lir. Ana girişte kubbeli iki bölme yer alır; bunlar belki de bölgenin sonra­
ki Timurlu medreselerinde ana taçkapının yanında gördüğümüz dershane
ve toplantı salonudur. Bu medreselerde olduğu gibi, Şah-ı Meşhed'in av­
lu köşelerine de, bir açı yaparak kenarları birbirine bağlayan kısa duvar­
Şah-ı Meşhed'deki medrese, 1 1 75/76 avlusu vardır. Bir yazıtta Guri Hükümdarı larla eğim verilmiştir.
Afganistan'ın kuzeybatına düşen Badgisat G ıyaseddin M uhammed'in sarayında yüksek
ilindeki bu harap medrese l 970'e kadar dış mevkili bir kadının bağışıyla medrese olarak Şah-ı Meşhed tuğlaya, pişmiş toprağa ve oymalı alçıya dayalı enfes be­
dünyada bilinmiyordu. Bu bölgedeki yaygı n inşa edildiği belirtilir. Yapının özellikle cephe zemeleriyle dikkate öeğerdir. Günümüze ulaşan en harikulade kısım, taç­
b i r mimari düzene uygun olarak, ikisi günü­ nişleri (aşağıda) tuğla, pişmiş toprak ve alçı kapıyı çevreleyen kuruluş yazıtıdır. Sapları örgülü muhteşem bir Kufi ya­
müze ulaşan eyvanlarla çevrili büyük bir açık sıvayla özenle bezenmiştir.
zısıyla işlenen bu metinde, bir kadının hicri takvime göre 571 'de ( 1 175/76)
burayı bir medrese olarak yaptırdığı belirtilir. Kadının adı yıkık orta ke­
simde kaldığı için yoktur ama biçilen yüksek mertebeye ve yüce hayır du­
Dinsel yapı lar
alarına bakılırsa, o sırada başta olan Guri Hükümdarı Gıyaseddin Muham­
Gazneliler dindar Sünni Müslüman oldukları için, Bağdat'taki Abbasi ha­ med'in eşi olduğu söylenebilir.
lifelerinin otoritesine destek verdiler. Halife Kadir 1000 yılında bizzat
Mahmud'a bir unvan ve onur cüppesi vermişti. Bu, sonraki tarih kitap­
larında sıklıkla değinilen ve minyatürlerde tasvir edilen bir olaydır. Gaz­ Türbeler
neli hükümdarları sofuluklarını göstermek için başkentlerinde birçok ca­ Şafii mezhebine sofuca bağlı olan Gıyaseddin Muhammed'in kendisi de
mi ve medrese yaptırdılar. Örneğin, Mahmud'un Gazne'yi altın, kaymak- mimari işlere büyük destek vermesiyle tanınan biriydi. 1 167'de, Harirud
Irmağı'nın kuzey yakasında, Herat'ın 150 kilometre kadar ilerisinde ve Gu-

Sağda: B üst'teki kemer


1 2. yüzyıl sonları niş bir meydana açı lırdı ve muhtemelen tö­
Ön ve arka kısımları kesme tuğlayla bezen­ rensel bir işlevi vardı. Meydanın yeniden dü­
miş olan bu büyük kemerin açıklığı yaklaşık zenlenmesinden sonra, içkalenin ana kapısın­
25 metredir. Eskiden içkalenin dibindeki ge- dan geçişleri yönlendirmeye hizmet etti.

338 D O G U ' NUN İ L K İ MPARATORLUKLARI : GAZNELİLER VE G URİLER


ri başkenti Firuzkuh'un gerisinde yer alan Çişt adlı küçük bir yerleşmede rinin tipik bir özelliğidir. Kemerin iç kavisi de pişmiş toprakla gösterişli bi­
kubbeli küçük bir mezarın yapılmasını emretti. Burası Çiştiye olarak bili­ çimde bezenmiştir; şerit örgülü kalıplar halindeki tuğlalar damgalı desen­
nen tasavvufi tarikatın kurucusu Suriyeli mutasavvıf Hoca Ebu İshak'ın (ö. leri çevreler. Ama kemerin arka kısmındaki süsler görece yalındır. Guri
941) kaldığı yerdi. Onun takipçileri arasında 12. yüzyıl sonlarındaki vera­ emperyal mimarisini yansıtan bu kemer, yakındaki el-Asker'in bazı saray­
set kavgaları sırasında, tarikatın dağıldığı sanılmaktadır. Mutasavvıf Mu­ larını da yeniden bezeyen Gurilerin kendilerini Gaznelilerin ardılları say­
iniddin (1 141-1236), tarikatı Hindistan'a taşıyarak Acmir'de bir merkez dıklarını gösterir.
kurdu; Çiştiye sonraki yıllarda Hint alt-kıtasındaki en yaygın ve en etkili
tasavvufi tarikatlardan biri haline geldi. Gıyaseddin'in Çişt'te yaptırdığı anıt
mezar, güney cephesi özenle bezenmiş, kubbeli v� kare planlı bir yapı­
dır. Yakınında aynı dönemde inşa edilmiş olması gereken daha yüksek,
ama benzer bir başka mezar daha yer alır. Bu küçük türbelerle anıları ya­ Yukarıda: Herat Cami-i Kebir'inin
şatılmak istenen kişiler saptanamamış olsa da, Çiştiye tarikatının mensup­ avlusu ve kıble eyvanı, inşa başlangıcı
1 200/0 1
ları oldukları söylenebilir.
Guri Sultanı Gıyaseddin Muhammed'in yan­
Buna karşılık, Sebüktigin'den itibaren Gazneli hükümdarları Gazne'de gında yıkılan önceki bir caminin yerinde in­
gömüldü; mezarlarının ayırıcı özelliği adlarının yazıldığı piramit biçimli şa ettirdiği Herat Cami-i Kebir'i birçok kez
sandukalardı. Sonraki dönemlerde bunlar bazen başka mezarlar için yeni­ restore edilmekle birlikte, Guri planının un­
surlarını korumuştur. Ana eyvan, yani kıble
den kullanıldı. Örneğin, Mahmud'un adını taşıyan ve mezarından sökül­ eyvanı Hanefi geleneğine göre inşa edilmiş
düğü anlaşılan kapılar, yüzyıllar sonra Hindistan'a götürüldü ve Tac Ma­ önceki camide olduğu gibi batıdadır. Gıya­
hal'a takıldı. Gazneli ahşap oymacılığının en zarif örneklerini temsil eden seddin kıble olarak güney yönünü tercih
bu kapılarda yıldız kabartmalar ve hatta arabesklerin içine gömülmüş sti­ eden bir Şafii olmasına karşın, bu düzeni
saygıyla karşılayarak değiştirmemişti.
lize bir boğa başı yer alır.

Büst'teki kemer
Gurilerin inşa ettirdiği daha anıtsal bir yapı, Büst'te bulunan yaklaşık 25
metre açıklıklığı olan muhteşem kemerdir. Şimdi görkemli bir yalnızlık Solda: Herat Cami-i Kebir'inin
içinde duran bu kemer, eskiden içkalenin önünde yer alan ve daha son­ güneydoğu taçkapısındaki tuğla yazıt
ra Gurilerce yeniden düzenlendiği anlaşılan büyük Gazneli meydanının Bu yazıt Guri mimari bezemesinin şaheser­
lerinden biridir. Büyük harflerin yükselen
doğu kenarındaydı. Ön kısmında sapları örgülü Kufi yazısıyla işlenmiş
gövdeleri kıvrımlı desenler halinde küme­
muhteşem bir yazıt, yan taraflarında büklüm seviyesindeki hafif bir dönüş­ lenmiş ve uçlar bitki arabesklerle bezenmiş­
le dört merkezli kemerler yer alır. Bu düzen 1 2 . yüzyıldaki Guri kemerle- tir.

M İMARİ 339
Herat Cuma Camisi
Gıyaseddin Muhammed'in son on yılında, Guriler camileri ve ilişkili yapı­
ları inşa etmeye yönelik geniş çaplı bir imar programına girişti. Hicri tak­
vime göre 597'de (1 200/01) Herat Cuma Camisi'nin bir yangında yıkılma­
sı üzerine, Gıyaseddin yeniden inşa edilmesi emrini verdi. 20. yüzyıla ka­
dar mevcut planını koruyan caminin büyük bir orta avlu etrafında düzen­
lenmiş dört eyvanı vardır; ayrıca çok sayıda tonozlu mekan köşeleri dol­
durmaktadır. Caminin büyük bir bölümü Timurlu döneminde yeniden be­
zendi. Ama dört merkezli kemerleri taşıyan kütlesel payandalar 1 2 . yüzyıl
eserlerinin tipik özelliğidir. Herat Cuma Camisi'nin en az üç kısmı daha
Guri döneminden kalmadır. İbadet eyvanının mihraba yakın kesiminde,
stilize Kufi yazısıyla işlenmiş olan ve Guri sultanını anan bir alçı yazıt şe­
ridi hala durmaktadır. Guriler ayrıca caminin güneydoğusuna bir anıtsal
taçkapı dikmişti. Bir Timurlu tonozunun tamamen örttüğü bu yapı ancak
1 964'teki restorasyon çalışmalarında ortaya çıktı. Pişmiş toprakla gösteriş­
li biçimde bezenmiş olan Guri taçkapısını çevreleyen dikkate değer bir ya­
zıtta, Guri sultanının adı geçer ve inşa tarihi hicri takvime göre 597 yılının
Ramazan ayı (Haziran-Temmuz 1 201) olarak verilir. Bu sultanın gömüldü­
ğü türbe caminin kuzey kenarına bitişikti. Kenarları 1 7 metre olan kare
planlı ve kubbeli türbenin iç kısmı tuğla desenlerini andıracak şekilde ka­
zınan alçı sıvayla bezenmişti. Güneydeki ana taçkapının bezeme unsurla­
rı ise cami taçkapısındakine benzer yazıtlar ve iç içe örülü pişmiş toprak
şeritlere sahiptir. Tü;be 1940'larda yıkıldı.

Delhi Cami-i Kebir'i


Bir Guri cuma camisinin günümüze ulaşmış e n iyi örneği, Muizziddin Mu­
hammed' e bağlı Türk köle Komutan Kutbeddin Aybeg'in Delhi'de inşa et­
tirdiği Kuvvetü'l-İslam Camisi, Hindistan'a yönelik İslam fethinden sonra
Delhi'de kurulan ilk camidir. İnşa çalışmaları 1 190'larda bir Hindu tapına­
Kuvvetü'l-İslam Camisi'ndeki Kutup örnek alındığı açıktır. Onlar gibi, üst üste du­ ğının bulunduğu yerde başladı. Bölgenin İslam öncesi tapınakları gibi, bu
Minare, Delhi, 1 1 99 ve sonrası ran ve mukarnas saçaklık silmeleriyle ayrılan cami de üç taraftan merdivenlerle çıkılan yüksek bir platform üstündedir.
Bu olağanüstü minarenin inşasını 1 l 99'da katlardan oluşur; farklı yanı ise kırmızı kum­
Cami eski tapınaklardan alınma kolonlarla desteklenmiş bölmelerle çevri­
bölgenin Gurilere bağlı Türk Valisi Kutbed­ taşıyla sıvanmış yığma taş örgülü olmasıdır.
din Aybeg başlattı. Özgün caminin güneydo­ Daha sonra eklenen üst katlar beyaz mer­ li büyük bir açık avludan oluşur. Eldeki kolonlar ferah bir mekan yarat­
ğu köşesinin dışında yer alan ve yüksekliği 72 mer kaplamalıdır. maya elvermediği için, gerekli yüksekliği elde etmek üzere iki ve hatta ba­
m'ye ulaşan bu yapıda, Gazne ve Cam' da in­ zı yerlerde üç tapınak kolonu üst üste konmuştu . Hindistan' da görülen ge­
şa edilmiş önceki Gazneli ve Guri kulelerinin
leneksel saçaklıklı çatkı tekniğine uygun olarak, kolonların desteklediği
kirişler düz bir çatıyı taşımaktaydı. Ilıman iklimden dolayı, yapı doğal et­
kilere büyük ölçüde açık bırakılmıştı.
Delhi'deki bu ilk cami besbelli ki yeterli değildi ve kısa sürede deği­
şikliklere uğradı. Kutbeddin Aybeg 1 198'de avlunun önündeki namaz böl­
ilk cami
mesine paravan çekmek üzere bir kemerli duvar eklenmesini emretti. Bu
• •• •• • •

• ı - ı•••
• • .. ,. •••


•• • nı• • ın• • nr • nır • nnu• •nnn • •nu • •ın° • 1n• •nı paravan iki yanında daha alçak ve daha dar birer kemer bulunan yüksek
• •• •• • ·
. . iii :":iıii: ii � ..:.i"i:"f
· :·i·
: • • : : •• : : • • :
•=-= = •
nı• • ıu• • nı• •uu• • nnn• •ıuın • •un • •ın • •ın • •ıu
--=--= w w : : : ..-w= •= •= .. ve geniş bir orta kemerden oluşmaktaydı. Yerel taş ustaları Hindistan'ın
• . · •
· ·
ı·.
·ı
. aşina olmadığı kemerleri nasıl kuracaklarını bilmediklerinden, dirsekli çı­

1 0 �:�"-:�:t.D...l @
D kış tekniğini taklit etmek zonında kaldılar. Ne var ki, dirsekli bir yapı,
kubbe payandası gibi bir ağırlığı taşıyamayacağı için bu tarz bir kemer sa­
dece arkasındaki şeyi örten bir paravan işlevini görmüştür.
Müslüman fethinde önce Hindu ve Cayna mimari yapıları çoğu kez
.. .... çok kollu ve çok bacaklı tanrı ve tanrıçalar gibi coşkulu figür heykelleriy­
le bezeliydi. Müslümanlar bu putperestliği haliyle dehşet verici buldukla-
:: Kutup
ıı Minare
D D
• • • ••••••••••••••••••• . ... ... .
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • .• . . o••••••••• •• • •• • • • • •
Kuvvetü'l-İslam Camisi'nin zemin nin önüne bir kemerli paravan eklendi ve av­
.. · ·· · ··
. . . ................... 1 . ·.. · · ···································· · ·....
.. ..
· · · · . 1 .......... . . . . . . . . . . . planı luya devasa bir yapı olan Kutup Minare dikil­
il • il il
Delhi, 1 l 90'1ar ve sonrası di. 1 3. yüzyılda İltutmuş'un döneminde cami­
� K 20 40 m Hindistan'a yönelik lslam fethinden sonra nin büyüklüğü üç katına çıkarıldı; daha
Delhi'de kurulan bu ilk cami besbelli ki ye­ sonraları üç katlık yeni bir genişletmeye gi­
terli değildi. Çok geçmeden namaz bölmesi- dildi ve ikinci bir büyük minare inşa edildi.

340 D O G U ' NUN İLK İ M PARATORLUKLAR I : GAZNELİLER VE GURİLER


--

--J\.- - -

. ;.._ ,... �-=-


....: -

·:.- �-- .. ::--

.;______;..;__..
;..__ =--�--��-,=- - - ""'-�

Aşağıda: Kutup Minare'nin alt katındaki yanan bu kıvrık yazı üslubu, Afganistan'daki Yukarıda: Delhi'deki Kuvvetü'l-İslam edilmiş ve yerel kemer çatkı sistemleri kul­
bir yazıt, Delhi Guri yazıtlarında tercih edilen köşeli Küfı ya­ Camisi'nin avlusunun güneybatı lanılmıştı. Kutbeddin Aybeg'in 1 l 99'da cami­
Kutup Minare'nin alt katında dönüşümlü ola­ zı stiliyle keskin bir tezat oluşturur ve Arap­ kenarı, 1 1 93 ve sonrası ye "İslami" bir görünüm vermek amacıyla
rak sıralanan yarı silindir biçimli ve köşeli 24 ça epigrafıde özgün bir Hint üslubunun or­ Sütunlu bölmelerle çevrili büyük bir avluya eklediği kemerli taş paravan gerçek kemer­
çıkma vardı r ve girişik arabesk kenar süsleri taya çıktığını göst� rir. dayalı planında Afganistan'daki Guri tuğla ca­ lere dayanmaz; ağırlık taşıyamayan dirsekli
içine oturtulmuş birkaç muhteşem yazıt çe­ milerin örnek alınmasına karşın, bu yapı ye­ bir yapısı vardır.
peçevre kuşatır. Dolgun dikey gövdelere da- rel tapınaklardan alınan taş kolonlarla inşa

rı için, yeniden kullanılan malzemelerdeki rahatsız edici tasvirlerin suret­


leri yok edildi. Delhi'deki cami, gerek kentin hızla artan Müslüman nüfu­
sunun, gerekse kamusal mimariyi genişleyen nüfuz alanlarının bir sembo­
lü olarak gören hükümdarların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldı. Ku­
tup Minare olarak bilinen devasa kumtaşı kulenin inşası 1 199'da başladı.
Gaznelilerin ve Gurilerin Afganistan'da diktirdiği önceki kuleler gibi, Ku­
tup Minare üst üste duran çıkma kenarlı ve silindir biçimli birkaç sütun
gövdesinden oluşur; yazıtlarla bezenmiş olan sütunları mukarnas dirsek­
lerin taşıdığı saçaklık silmeleri ayırır. Sonraki hükümdarların yeni katlar
eklediği minare, beşinci katının tamamlandığı 1368'de 72,5 metre gibi baş
döndürücü bir yüksekliğe ulaşmıştı.
Hindistan'daki Guri fetihlerinin mimarı olan Aybeg, bağlı olduğu Mu­
izziddin Muhammed'in ölümünden (1 206) sonra, "melik" unvanıyla ba­
ğımsız bir iktidar kurdu. Onun damadı ve ardılı İltutmuş (121 1-1 236) Hint
eyaletlerini Guri topraklarından ayırdı ve böylece Delhi sultanları haneda­
nının asıl kurucusu oldu. Otoritesini göstermek ve Delhi'nin büyüyen
Müslüman nüfusunun taleplerini karşılamak üzere, Kuvvetü'l-islam Cami­
si'nin büyüklüğünü üç katına çıkardı.

MİMARİ 341
Doğu İslam dünyasının günümüze ulaşan tarihli ilk kitaplardan biri, Pey­
B ezeme S anatları gamber Muhammed'in bedensel ve ahlaki özelliklerini anlatan Kitab hal­
Sheila Blair, jonathan Bloom kü '/-nebi ve 'l-halik başlıklı bir metindir. Müellifi ise Ebubekir Muhammed
bin Abdullah adlı bir kişidir. Kitabın ön yüzündeki tanıtım bilgilerine gö­
re, Gazne'de Ebubekir Muhammed bin Refiü'l-Verrak tarafından yazıya
geçirilmiştir. Yaldızlı etikette Gazneli Emir Abdürreşid'e (1 049-1052) ait ol­
Dönemin birçok metni Gazneli ve Guri saraylarında kullanılan zengin duğu belirtilir; bu bakımdan 1 050 dolaylarında yazılmış olmalıdır. Sayfala­
mefruşatı ve eşyaları anlatır; ama günümüze ulaşan buluntular ancak sı­ rı 24,5 x 16,7 santimetre ebadında olan küçük bir cilttir; her sayfasında Nes­
nırlı bir örnek yelpazesi sunar. Dönemle bağlantısı açıkça saptanmış do­ hi stilinde yazılmış dokuz ya da on satır yer alır. Başlık ve tanıtımın son satırı
kumalara dair hiç bilgimiz yoktur. Büst ve Bamyan'da çalışan arkeolog­ ise Sülüs stilinde yazılmıştır. Bu kitap erken İslam döneminden beri yazı
lar yeşil sırlı özgün çömlekler bulmuş ve Gazne'de bulunan saraydaki odalarında kullanılan, ama 10. yüzyılda sadece ince hat sanatıyla sınırla­
kazılarda hayvan motifi bezemeli bazı tek renkli çiniler ortaya çıkarılmış­ nan bu yuvarlak yazı stilinin uygulandığı ve günümüze ulaşan en eski yaz­
tır. Özellikle İran'ın Kaşan kentinde üretilmiş enfes cam hamuru işleriyle malardan biridir. Metinde kuşaklar boyunca aktarıldığı biçimiyle Peygam­
karşılaştırıldığında, bu çömleklerin çoğu ikinci sınıfa girer. Gaznelilerin ber Muhammed'in sözlerini ve amellerini konu alan hadisler yer alır; bu
ve Gurilerin zarif seramikler kullandığı kesindir; ama görünüşe bakılırsa, açıdan sofu Sünni Müslüman olan Gazneli hükümdarlarının büyük ilgisini
Çin'den porselenler veya Orta İran'dan sır bezemeli cam hamuru işleri it­ çekmiş olmalıdır.
hal etmekle yetindikleri söylenebilir. Gazneliler ve Guriler yaptırdıkları birçok cami ve medrese için armağan
olarak zarif kuran nüshaları da yazdırdılar. Bu Kuran yazmalarında çeşitli
yazı stilleri kullanılmıştı. Örneğin, Paris'teki Ulusal Kütüphane'nin elinde
Kitap bezeme sanatı
hicri takvime göre 505'te ( 1 1 1 1) Büst'te kaleme alınmış olan büyük bir yaz­
Gaznelilerin ve Gurilerin himayesi altında özellikle iki sanat, yani kitap ve manın bir parçası vardır. Günümüze ulaşan 125 sayfalı bu parça, yedi kı­
metal eşya yapımı gelişti. Kaynaklarda bazı resimli kitaplardan söz edilme­ sım halinde yazılmış olan Kuran'ın beşinci kısmıdır. Ebadı 20 x 1 5 santi­
sine karşın, bunların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Bununla birlikte, özel­ metre olan her büyük sayfada bulut levhalarıyla çevrili yedi satırlı bir metin
likle başlıkları, giriş ve bitiş sayfaları suret içermeyen tezhiplerle bezenmiş yer alır; zemin tomar biçiminde arabesklerle doldurulmuştur. Kuran met­
zarif kitapların birkaç örneği elimizde vardır. Tezhipli yazmaların bazıları ninde kullanılan birçok bağlantılı, akıcı ve yuvarlak yazı stili, Tevki olarak
saray için hazırlanmış ve bu kitapların hepsi kağıda yazılmıştır. Çin'de da­ bilinen üslubun nadir bir örneğidir. Başlıklar ve diğer kenar yazıları çoğu
ha İÖ 2. yüzyılda gelişen kağıt yapımı 8. yüzyıla doğru Orta Asya'ya akta­ kez " Şarki" ya da "kıvrık Kufi" olarak bilinen bir başka özgün stille yazıl­
rıldı ve Irak'taki Abbasi bürokrasisince hemen benimsendi. Horasan eya­ mıştır. Abbasi Veziri İbn Mukla'nın (ö. 940) tercih ettiği bu kıvrık yazı sti­
leti bütün bu dönem boyunca kağıt yapımıyla ünlüydü. linin daha sonraları Doğu İslam dünyasında hazırlanan büyük Kuran yaz­
malarında rağbet bulduğunu görmekteyiz .

Kuran yazması, hattat Osman bin


Muhammed, Büst, 1 1 1 1 / 1 2, Paris, Ulusal
Kütüphane
Bu sayfaların ait olduğu Kuran yazması gü­
nümüze sadece biri ulaşan yedi kısımlı bü­
yük bir armağan nüshasıydı. Uzun ve yayvan
kuyruklu harflerin olağandışı kıvrıklığı ve
ara sıra alışılmamış birleşik harflerin varlığı,
hat üsluplarının yazı geleneği üzerindeki et­
kisini yansıtır. Sure başlıkları ve ayet ayrım­
ları için kullanılan ince tezhipler, bu yazma­
nın muhtemelen saray için hazırlandığına
işaret eder.

342 D O G U ' N U N İ L K İMPARATORLUKLARI : G A Z N E L İ L E R VE GURİLER


Ebubekir Muhammed ibn Abdullah'ın !arından biridir. Yazmada yaldızlı süslerin cö­ Bir Kuran yazmasına ait sayfa zılarını Allah Kelamı'nı yazıya geçirmeye uy­
Kitab halkü'l-nebi ve' 1-halik yazmasının mertçe kullanılması, edebi sanatları himaye 1 1 . ya da 1 2. yüzyıl, M ünih, Bavyera Devlet gun hale getirmeye çalışan hattatların geliştir­
başlık sayfası etme açısından özellikle seçkin bir yere sa­ Kütüphanesi diği zarif bir stil sayılır. Bu yazmada, harfler
hattat Ebubekir M uhammed bin Refi, Gazne, hip olan Gazneli hükümdarları için hazırlan­ Doğu İran'da Gazneli ve Guri yönetimleri al­ boşluk paylarıyla çevrilidir ve zemin aynı dö­
y. 1 050, Leiden, Üniversite Kütüphanesi mış olan kitapların yüksek kalitesini gösterir. tında özgün bir köşeli yazı stili gelişti. Bu "Şar­ nemin seramiklerinde rastlanan bir bezeme
Peygamber Muhammed'in bedensel ve ahla­ ki" ya da "kıvrık Küfı" yazısının erken İslam unsuru olan küçük sarmallarla doldurulmuş­
ki özelliklerini anlatan bu kitap, Doğu İslam döneminde kullanılan köşeli yazıyla çok az il­ tur.
dünyasının günümüze ulaşan en eski yazma- gisi vardır. Daha ziyade, alışılmış kıvrık el ya-

- ..

- . .

'
!

,
/r .

� . tı
ff, .;
t• /

Büyük yazma örneklerinden biri, Ebubekir bin Ahmed bin Ubeydul­ uçlu kıvrık yazının başlıklarla ve diğer kenar yazılarıyla sınırlı tutulduğu­
lah el-Gaznevi'nin hicri takvime göre 573'te ( 1 177178) yazdığı Kuran nüs­ nu görmekteyiz. Bu stildeki büyük yazmaların yüksek maliyeti ferah dü­
hasıdır. Aynı katibin elinden çıkma Ramazan 566 (Haziran 1 171) tarihli bir zenlerinden ve zengin tezhiplerinden anlaşılır. Ebubekir'in nüshalarında say­
başka benzer Kuran nüshası şimdi Kahire' deki Darü'l-Kütüp'tedir. Adında fa başına ancak dört satırlık metin düşer, ki bu müsrif bir kağıt kullanımı
geçen el-Gaznevi lakabı, bölgenin bazı kesimlerini l 186'ya kadar denetim sayılır. Tezhiplerin büyük bir bölümü yaldızla kaplanmış ve zemin zahmet­
altında tutan Gaznelilerle veya 1 161 'den sonra Guri denetimine giren Gaz­ li bir çalışmayla tomar biçimli arabesklerle doldurulmuştur. Çok az kişinin
ne kentiyle bir bağlantısının olduğunu gösterir. Büyük Kuran yazmaların­ maddi gücünün böyle bir lükse yetebileceği düşünülürse, bu gösterişli ve
da ayırt edici kesik uçlu kıvrık yazının kullanılmasının geçmişi 1 1 . yüzyıl masraflı yazmalar saray için hazırlanmış olmalıdır.
sonlarına kadar iner. Günümüze ulaşan en eski tarihli nüshalardan biri
(Meşhed, Astan-ı Kuds no. 4316) hicri takvime göre 466'da (1073/74) Os­
man bin Hüseyin el-Verrak tarafından hazırlanmıştır. Ebubekir'in yazma­
ları bilinen en son örneklerden bazılarıdır; çünkü sonraki dönemde kesik

B E Z EME SANATLARI 343


"Bobrinski kovası'', Muhammed bin
Abdülvahid ve Mesud bin Ahmed, Herat,
1 1 63, gümüş ve bakır kakmalı pirinç,
yükseklik 1 8,5 cm, St. Petersburg, Ermitaj
Adını Kont Bobrinski adlı eski sahibinden
alan bu kova, aslında Guri yönetimindeki
Herat'ta yaşayan zengin bir adama armağan
olarak yapılmıştı. Yazıtlarla ve figürlü sahne­
lerin yer aldığı frizlerle bezenmiş olmasına
bakılırsa, sıradan bir hamam kovasının çok
pahalı bir versiyonu olduğu söylenebilir.

Metal işleri Dördüncü şeritte atlıların avlandığı ve dövüştüğü sahneler görülür. Dip­
teki şerit ise açık talih dileğinin tekrarlandığı bir başka canlı yazıt taşır.
Aynı dönemin diğer önemli sanat biçimi metal işleriydi. Yazılı kaynaklar­ Ağız kısmı boyunca Farsça yazılmış olan ithaf yazıtında, kovanın Heratlı
da Herat'ın önemli bir metal işleme merkezi olduğu belirtilir ve dönemin hakkak Mesud bin Ahmed tarafından tasarlandığı ve kakma işlerinin Mu­
çeşitli enfes tunç işleri el-Heravi (Heratlı) lakaplı metal işleme ustalarının hammed bin Abdülvahid tarafından yapıldığı, "devletin direği" , "tüccar­
imzasını taşır. En geniş bilgi veren örnek, şimdi St. Petersburg'da bulu­ ların gururu" ve "haccın ve iki mabedin [Mekke ve Medine] süsü" unvan­
nan ve Bobrinski kovası olarak bilinen nefis bir tunç kaptır. Buhara'da larıyla anılan Raşideddin Azizi bin Ebu'l-Hüseyin ez-Zencani adlı bir
1 885'te satın alınmış ve daha sonra adını aldığı Kont Bobrinski'nin eline tüccar için Abdurrahman bin Abdullah er-Raşidi tarafından sipariş edildi­
geçmiştir. Yuvarlak gövdesi pirinç dökümlüdür; üstünde Arapça yazıtla­ ği belirtilir. Bir balık ve sıçrayan bir aslan şeklindeki iki kulpla kovaya
rın ve figürlü sahnelerin dönüşümlü olarak sıralandığı yatay şeritler ha­ tutturulmuş olan sapına Muharrem 559 (Aralık, 1 163) tarihi kazınmıştır.
lindeki bakır ve gümüş kakmalar yer alır. Ürünün sahibine açık talih di­ Söz konusu kişilerin hiçbirine dair başka bilgilerin bulunmamasına
leyen en yukarıdaki geniş şerit olağandışı bir stille yazılmıştır; harflerin karşın, yazıtların zenginliği, tunç parça ve dönemin toplumu hakkında
üst kesimleri insan figürlerinden, alt kesimleri ise bazı yerlerde hayvan­ epeyce şey anlatır. Atölye içinde uzmanlığa dayalı görevleri olan, yani bi­
lardan oluşur. Bunun aşağısındaki daha dar şeride içki alemi, müzik ve ri diğerinin tasarımını işlemekten sorumlu olan kişiler bir zanaatkar eki­
tavla oyunu gibi eğlence sahneleri işlenmiştir. Ortadaki en dar şeridin yi­ bi olarak kovayı yapmıştır. Kova (er-Raşidi lakabından) tabi konumda ol­
ne açık talih dileğini bildiren, özenle işlenmiş, düğümlü bir yazıtı vardır. duğu anlaşılan bir kişinin, tüccar olan Raşideddin adlı efendisi için verdiği

344 D O G U ' N U N İ L K İ MPARATORLUKLA R I : GAZNELİLER VE GURİLER


özel bir sipariştir. Tüccarın hacla ilgili unvanları ve hicri yılın ilk ayına Şamdan, Doğu İran ya da Afganistan, muazzam şamdan, o döneme ait en gözde
denk gelen sipariş tarihi, kovanın herhalde tüccarın önceki yılın son ayın­ 1 2. yüzyılın ikinci yarısı, yüksekli k 40,3 cm, teknikleri kullanarak yapılmış bir grup şamdan
Washington, Freer Sanat Galerisi, Smithson ve ibrik içindeki örneklerden biridir. Bu nes­
da eda etmiş olması gereken Mekke'ye hac ziyaretinden sonra bir yeni
Enstitüsü neler bölgenin 1 2. yüzyıl sonlarındaki metal
yıl armağanı olarak tasarlandığını akla getirmektedir. Son olarak, ithaf ya­ Tek bir pirinç levhasının çekiçle dövülerek iş­ işleme ustalarının becerisini açıkça gözler
zıtının Farsça yazılmış olması, Farsça'nın günlük işler için gittikçe geçer­ lenmesiyle yapılan ve bakır, gümüş ve siyah önüne serer.
bir organik malzemeyle kakmalar eklenen bu
li bir yazılı dil olarak benimsendiğini gösterir. Açık talih dileğinde ise İs­
lam'ın hala ve ilelebet geçerli dili olması itibariyle Arapça kullanılmıştır.
İnsan biçimli yazıtları okumak son derece güçtür; ama metnin "sahibine
şan, refah, kudret, huzur ve saadet" gibi basmakalıp bir ibareyi içermesi
nedeniyle, bakan kişinin içeriği derhal kestirmesi mümkündür. Bağışçı­
nın, zanaatkarların ve alıcının adları ile yapım tarfüi gibi rahat anlaşılma­
sı istenen önemli bilgiler daha okunaklı yazılarla verilmiştir. Doğu İslam
dünyasında bir hükümdarın iktidarının en belirgin alameti sayılan sikke­
lerde aynı yazı hiyerarşisinin uygulandığını görmekteyiz. Hükümdarın adı
çoğu kez akıcı ve okunaklı olan bir kıvrık stille, geri kalan metin ise es­
ki tarz köşeli stille yazılır.
Bobrinski kovasının işlevi bir muammadır. Bir zamanlar kullanılan
"güğüm" ya da "kazan" adları yanıltıcıdır; çünkü kakmalı bir nesnenin
ateş üstünde yemek pişirmede kullanılmış olması mümkün değildir. Ba­
zı uzmanlar kovanın yemek ya da süt taşımaya yönelik olduğu varsayı­
mını ortaya atmışlardır; ama bu durumda bakır pasına bağlı zehirlenme­
den kaçınmak için iç kısmın kalayla kaplanmış olması gerekirdi.
Kovaların ve gerdellerin bazen kuyulardan su çekmek için kullanıldığı
olurdu ; ama böyle bir durumda da bu parçadaki gösterişli bezemeler ha­
sara uğrardı ve içme suyuna bakır pası aynı ölçüde bulaşabilirdi. Akla en
yakın açıklama, kovanın yıkanmak için su doldurmaya yaramış olması­
dır. Alıcının hac unvanlarından dolayı bazı uzmanlarca ileri sürülen ab­
dest işlevi, figürlü tasvir nedeniyle akla yakın görünmemektedir; bir ca­
minin içinde veya yakınında böyle bir şeyi kullanmak yakışık almazdı.
Dahası, fıkıh alimleri (beceriye dayanan satrancın tersine) bir şans oyu­
nu olan tavlayı şeytan ayartması sayarak mahkum etmişlerdi; bu bakım­
dan kovanın bir dinsel bağlamda kullanılmış olması akla yakın değildir.
Kova muhtemelen hamamda yıkanmak için kullanılan bir araçtı. Nitekim,
Herat'ta sonraki bir döneme ait hamam tasvirlerinde, yıkanan kişilere su
dökmek için benzer kovaların kullanıldığı görülür . . Gösterişli kakma süs­
lerden çıkan sonuç söz konusu parçanın hamamda bırakılmayacak bir
kova olduğuydu; daha ziyade, bir günlük eşyanın hatıra armağanı olarak
yapılmış zarif bir versiyonuydu. Kısacası, Bobrinski kovası her şeye sa­
hip bir adama uygun hediyeydi.
Levha pirinçten yüksek kabartmaların çekiçle işlendiği ibrikler ve
şamdanlar gibi bir grup olağanüstü nesneye bakılırsa, kakmacılık Berat­ lantı yerlerinin yokluğu ve dümdüz bir levhanın baştan aşağı yüksek ka­
lı zanaatkarlarca yetkinleştirilen tek teknik değildi. Mevcut örneklerden bartmalı unsurlarla bezenmiş büyük, kesik ve konik kaideli, kalkık bo­
biri, yedi yatay şeritle bezenmiş ve kesik koni biçimli bir şamdandır. Ge­ yunlu ve kesme yuvalı bir nesneye dönüştürebilmesi ustanın teknik be­
niş ve dar şeritler dönüşümlü olarak birbirini izler. Geniş şeritlerde yük­ cerisini gösterir. Birkaç şamdan ve ibrik aynı tarzda yapılmıştır.
sek kabartmalı aslanlar ve altıgenler, dar şeritlerde ise kakmalı arabesk­ İbriklerden biri Mahmud bin Muhammed el-Heravi adlı bir kişinin imza­
ler ve isimsiz bir sahibe açık talihin dilendiği Arapça yazıtlar vardır. Omuz sını ve hicri takvime göre 567 ( 1 1 8 1/82) tarihini taşır; bütün grubun
kısmı ayrıca bir ördek sırasıyla bezenmiştir. Bakır ve gümüş kakmalar, be­ İran'ın kuzeydoğu kesimindeki Horasan eyaletinde ve Afganistan'ın batı
zemeyi daha da öne çıkarır. Bobrinski kovasının tersine, bu nesnenin ve kesiminde 1 2 . yüzyıl sonlarında ve 1 3 . yüzyıl başlarında üretildiği saptan­
diğer benzerlerinin işlevi gayet açıktır: İster bir evde, camide veya türbe­ mıştır. Bunlar hep birlikte, bölgenin söz konusu dönemden kaldığı bili­
de kullanılsın, yere konan böyle şamdanlara iç aydınlatma için büyük bir nen metal eşyalarının zarif kalitesine tanıklık eder.
mum yerleştirilirdi. Daha sonra yapılmış İran resimlerinde buna benzer
birçok şamdan görülebilir; farklı tarzda olan diğer örneklere şamdanı yü­
celtici mısralar kazınmıştır.
Bezeme girişikliğinin ve güzelliğinin ötesinde, bu şamdanı teknik ola­
rak olağanüstü kılan şey, ördeklerin bulunduğu kısım hariç, önden ve ar­
kadan çekiçle dövülen tek bir pirinç levhasından yapılmış olmasıdır. Bağ-

B E Z E M E SANATLARI 345
Orta Asya ve Anadolu :
Büyük Selçuklular,
Anadolu Selçukluları ve
Harezmşahlar

Büyük Selçuklu tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 348


.

İmparatorluğu büyümesi ve içyapısı

Orta Asya'daki Selçuklu mimarisinde . . . . . . . . . . 354


bezeme ve tasarım
Camiler, türbeler, medreseler, saraylar ve özel konutlar
Isfahan Cami-i Kebir'i

Anadolu Selçukl u ve . ....... ... ..


. . . . . . . . . . 3 70
Artuklu tarihi ve mimarisi
Camiler, medreseler, türbeler, kümbetler
ve kervansaraylar
Başkent Konya

Büyük Selçuklu seramikleri . .... . . . . . . . . . . . . 382


. .

Anadolu Selçuklu ve Artuklu sanatı

Köhne Ürgenç yakınında türbeler ve saray harabeleri


Özbekistan, 1 2- 1 3. yüzyıllar
Köhne Ürgenç önceleri Selçuklulara bağlı olan, ama 1 2. yüzyıl ortalarından itibaren top­
raklarını alarak onları iyice köşeye sıkıştıran Harezmşahların başkentiydi. Hem bu kent­
te hem de çevresinde günümüze ulaşan birçok türbe ve eski saray harabesi vardır. Fah­
reddin Razl' inin (resimde görülen) 1 2. yüzyıldan kalma türbesi ve eskiden Harezmşah
Tekeş'in türbesi olarak anılan, ama şimdi bu büyük Harezmşah hükümdarının divanha­
nesi olduğu sanılan yapı bunlara örnek gösterilebilir.

347
1 055 'te Bağdat'a girerek Büveyhi yö­
Tarih netimini yıkınca, halifenin kendisine
belli onursal unvanlar vermesini sağ­
Markus Hattstein ladı. Tuğrul 1 062 tarihli bir belgede
kendisinden "melikü'l-mülk, şarkın ve
garbın sultanı, İslam'ın halaskarı, hali­
Selçuklu İmparatorluğu'nun fenin sağ kolu ve emirü'l-mümin" di­
yükselişi ve parlak dönemi ye söz etmekteydi. Halife onun
1062'de kızıyla evlenme isteğini geri
Bir dönem İslam'ın e n büyük impara­ çeviremedi ve böylece bir vasi deği­
torluklarından birinin başında bulu­ şikliğini ve Büveyhilerin yerını
nan Selçuklular başlangıçta Orta Asya Selçukluların aldığını kabul etmiş
bozkırlarından gelme göçebe Türk ço­ oldu. Öte yandan, Tuğrul sürekli batı­
banlardı. Büyük Oğuz federasyonunu ya doğru akan yeni Oğuz Türk boyla­
oluşturan ve 8. yüzyıldan itibaren sü­ rını Hıristiyan Bizans, Gürcistan ve Er­
rekli batıya doğru yayılarak Aral menistan imparatorluklarına karşı
Gölü'ne kadar ulaşan Türk boyların­ sınır savaşlarına yönelterek, İran'ın
dan birine bağlı bir aşirettiler. Orta zengin eyaletlerini elinde tuttu . So­
Asya hükümdarlarının istilacı Müslü­ nunda Isfahan'ı merkez olarak seçti.
man Araplara karşı bir savunma gücü Burası sonraki iki ardılının yönetimin­
olarak harekete geçirdikleri Oğuz de de asıl başkent olarak kaldı.
Türkleri, yerleştikleri topraklarda Bu­ Geride doğrudan bir varis bırak­
hara merkezli Samanileri baskı altına mayan Tuğrul'un ölümünden sonra,
aldılar ve sonunda bölge Türk köken­ Çağrı'nın oğullarından biri olan yeğeni
li Karahanlıların eline geçti. Alp Arslan (1063-1072) sultanlığı üst­
İslam'ı 960 dolaylarında ilk önder­ lendi. Böylece çeşitli yerel hükümdar­
lerinden biri olan ve hanedana adını lara dayanan kabile örgütlenmesinin
veren Selçuk'un yönetimi altında be­ yerini ilk kez merkezi bir yönetim al­
nimseyen aşiretin mensupları, izleyen dı. Alp Arslan veziri Nizamülmülk'le
dönemde İslam'ın "gazi" denen sınır birlikte, Büyük Selçuklu devletinin asıl
savaşçıları olarak batıya ve güneye Tahtında oturan Selçuklu hükümdarı, yazma, 1 3. yüzyıl kurucusu oldu. Öncelikle İran'da eya­
doğru akınlara giriştiler. Selçuk'un ölü­ Türk kökenli oldukları için Peygamber'le soy bağını ileri sürerek iktidarlarına meş­ letler üzerinde sıkı denetimin kurul­
münden sonra, üç oğlu ve daha sonra ruiyet kazandırmaları mümkün olmayan Selçuklular, Bağdat halifesinden kopardık­
masına, ticaretin ve düşünsel hayatın
ları onursal unvanlarla konumlarını güçlendirmeye özen gösterdiler.
iki torunu aşiretin Horasan'a ve Cey- güçlenmesi eşlik etti. Sultan köle as-
hun bölgesine yayılmasına öncülük et- kerlerden oluşan bir daimi ordu yara­
ti. Karahanlıların hizmetindeyken 1026'da bölgenin hükümdarı Gazneli tarak, Türklerin başına buyrukluk eğiliminin önünü kesti. Yeni ordunun
Mahmud'a yenilen Selçuklular üç kola ayrıldı. Kollardan biri doğuda ka­ subayları saraya hizmet yükümlülüğü altına alındı ve o zamana kadar Sel­
lırken, diğer ikisi Selçuk'un torunlarının öncülüğünde Horasan'ı aşarak Af­ çuklu İmparatorluğu'na ismen bağlı olan uzak eyaletlere sadık idareciler
ganistan'a girdiler. Birkaç kent onlara boyun eğdi: Merv (1037), Herat ve olarak gönderildi. Nizamülmülk'ün kurduğu "ikta" sistemi temelinde iyi
Nişabur ( 1 038). Böylece Selçuklular bir bölgesel hakimiyet sağlamış oldu. işleyen bir düzendi; eyaletler askeri komutanlara dirlik olarak verilmek­
Ardından Tuğrul Bey (1038-1063) ve Çağrı Bey (1038-1060) kardeşler, teydi. Bu komutanlar topladıkları verginin sadece bir bölümünü merkezi
ele geçirdikleri toprakları aralarında paylaştılar. "Melikü'l-mülk" unvanını yönetime vermekle yükümlüydü; geri kalanını kendileri ve birlikleri için
taşıyan küçük kardeş Çağrı, bağımsız bir hükümdar olarak Afganistan'ın kullanmaları mümkündü .
kuzey kesiminde kaldı; Belh ve Merv'i kendisine merkezler olarak seçti. Alp Arslan 1 064'te Kirman eyaletine üstünlüğünü kabul ettirdi; Mek­
Tuğrul ise daha yüksek bir makamı ifade eden "sultan" unvanıyla Nişa­ ke şeriflerinin 1 070'te Selçuklu egemenliğini tanımasıyla ticaret ve hac
bur'a yerleşti. Gazneliler karşısında 1040'ta elde ettiği kesin zaferin ardın­ yollarını güvence altına aldı. Oğuz Türklerinin ve diğer rakip Türk boy­
dan, devlet yapısını pekiştirerek ve batıya doğru yayılarak siyasal emelle­ larının yerleştiği Anadolu'daki durum, sultanı çeşitli vesilelerle müdaha­
rini gerçekleştirdi. 1042'de Rey kentini de kapsayan Batı İran'ı ve ayrıca lede bulunmak zorunda bıraktı. Gazilerin Bizans kentleri Caesarea'yı
Hazar Denizi kıyısındaki eyaletleri ele geçirdi, 1052'de Şiraz'a ulaştı ve (Kayseri) 1 067'de ve Iconium'u (Konya) 1069'da harabeye çevirmesi
kendisinin, bütün Oğuz boylarının üst hükümdarı olarak tanınmasını sağ­ üzerine, İmparator IV. Romanus Diogenes güneyde Suriye'ye kadar im­
ladıktan sonra, 1054'te Azerbaycan ve Huzistan'a da hakimiyetini kabul et­ paratorluk kentlerini tahkim ettirdi ve sonunda büyük bir orduyla Erme­
tirdi. nistan'a doğru yürüdü. Alp Arslan soydaşı Türk boylarının tehlikede ol­
Tuğrul'un 1 050'de Irak'a düzenlediği seferler, kısmen Bağdat halife­ duğunu kavradı ve hasmını Malazgirt'te kıstırdı. Bizanslılar 26 Ağustos
sini Şii Büveyhilerin vesayetinden kurtarmaya ve sıkı bir Sünni Müslü­ 1071 'de ağır bir yenilgiye uğradı. İzleyen dönemde, Anadolu'nun kapı­
man olarak, halifeliğin yeni koruyucusu sıfatını kazanmaya, kısmen de ları sayıları gittikçe artan Türk boylarına açıldı. Bu zaferden sonra doğu-
Kahire merkezli Fatımilere karşı bir dinsel savaş yürütmeye yönelikti.

348 O RTA ASYA VE ANA D O L U


ya yönelen Alp Arslan, 1 072'de güçlü bir orduyla Ceyhun Irmağı'nı geç­ Horasan'daki Rabat-ı Şeref mak için yarattıkları altyapının bir parçası da
Kervansarayı kervansaraylardı. Ticari mal taşımacılığı ve
tiği sırada bir tutsak tarafından öldürüldü .
Selçuklu İmparatorluğu 1 1 . yüzyılda İslam yolcular için mola yerleri olarak kullanılan bu
Yerine geçen genç oğlu Melikşah (1072-1 092) daha 1066'da tahtın dünyasının en büyük gücüydü. İdari amaçlarla yapılar askeri birliklerin sevkiyatında, ayrıca
varisi ilan edilmişti ve tamamen kudretli vezir Nizamülmülk'ün nüfuzu doğu ve batı olarak ikiye ayrılan bu devletin çok gelişkin posta ve haberleşme hizmetlerin­
hükümdarları en uzak eyaletlerde bile iktidar­ de de önemli rol oynardı.
altındaydı. Saltanat dönemi Selçuklu İmparatorluğu açısından bir kültü­
larını kabul ettirmeye çalıştılar. Bunu sağla-
rel altın çağa denk düşmekle birlikte, Anadolu ve Kafkasya'daki rakip
Türk boylarıyla çatışmaların yanı sıra hanedanın ayrı kollarının bağım­
sızlık kazanma girişimlerinin damgasını vurduğu bir ortamda geçti. Me­ . .

likşah amcası Kavurd'un giriştiği ayaklanmayı bastırdı. Ama onun oğul­ �

larının ( 1 2 . yüzyıl sonlarına kadar varlığını sürdüren) fiilen bağımsız


Kirman Selçuklu devletini yaratmasını ve hanedanın rakip aile kolundan
Süleyman Şah'ın Anadolu'da özerk bir yapı sağladıktan sonra, Konya'yı
başkent edinerek kendi yönetimini kurmasını önleyemedi.
Doğuda imparatorluğu Maveraünnehir'e kadar genişletmeyi başaran
Melikşah, 1084'te Mervanileri Diyarbakır'dan çıkardı. Aynı yıl Suriye'de
elde ettiği askeri başarıların ardından, Arap Yarımadası'nda yoğun­
laşarak, Bahreyn adasını aldı ve Yemen'i bir süre işgal altında tuttu. Böy­
lece Selçuklu İmparatorluğu güneyde bütün Arabistan'ı içine almak üze­
re doğuda Çin'den batıda Anadolu'ya kadar uzanan sınırlara ulaştı.

Selçuklu İmparatorluğu'nun içyapısı


İmparatorluğun içyapısı erken İslam döneminin e n önemli siyasal mimar­ Natanz yakınında bir İran manzarası fesini koruması altına aldı. İmparatorluğun ba­
larından olan bir adamla yakından bağlantılıydı: Daha çok "devletin dü­ Göçebe Selçukluların doğudaki Maveraünne­ tı yarısının merkezini oluşturan İran'da, Sel­
hir'e yerleşmesinde sonra, Tuğrul Bey ( 1 038- çuklu yönetimi, Melikşah'ın ( 1 092) bir su­
zeni" anlamındaki Nizamülmülk onursal adıyla tanınan Ebu Ali Hassan
1 063) Gaznelilere karşı büyük bir askeri zafer ikastla öldürülmesinden sonra bozulmaya yüz
bin Ali Tussi (1018-1092). Gazneli bir vergi tahsildarının oğlu olan bu ki­ kazandığı 1 040'tan itibaren batıya ilerleyerek tuttu. Harezmşahlar 1 2. yüzyılın sonlarında
şi, Çağrı ve Alp Arslan'ın maiyetinde ehil bir idareci olarak önemli mev- Anadolu ve lrak'a kadar ulaştı ve Abbasi hali- Selçukluları bölgeden sürdü.

.
...,. . .

. • ), \

.,..., ··�....

'

BÜYÜK S E L Ç UKLULAR VE HAREZMŞAHLARIN TARİ H İ 34 9


kilere hızla yükseldi. Horasan'da 1060'tan sonra vezirliğini yaptığı Alp veren güdü daha ziyade siyasal mülahazalardı. Onun asıl derdi Selçuk­
Arslan'ın 1 063'te tahta çıkmasıyla, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun ve­ lu iktidarını meşrulaştırıcı bir temel olarak birleşik ve merkezi denetim
ziri oldu. Melikşah döneminde kişisel iktidarını daha da güçlendirdi ve altında bir devlet dinini yerleştirmekti. Yönetim anlayışı esasen dinden
imparatorluğun siyasal yönetiminde ailesinin hegemonyasını kurdu. çok hukuka dayalıydı; işte bu yüzden Selçuklu İmparatorluğu'nda sün­
Nizamülmülk vezirlik makamını en önemli siyasal kurum haline getir- net bir tür devlet ya da hükümet ideolojisi olarak uygulanmıştır.
di. İmparatorluğun devlet işlerine bakan Büyük Divan'ın başındaki kişi Bu dinsel-siyasal standartlaştırmanın en önemli araçları, ortaya çıkış­
olarak her şeyin tepesindeydi, maliyeden ve vergi gelirlerinden sorumluy­ ları bizzat Nizamülmülk'e dayanmamakla birlikte, temelde onun şekil
du. Sultana askeri seferlerinde eşlik etti, imparatorluğun bütün dinsel ve verdiği medreselerdi. Bu kurumlar sırf Kuran mektepleri değil, gelece­
yargısal konularını denetimi altında tuttu. Erken İslam döneminin en ğin adli ve idari elit tabakasını yetiştirmeyi ve daha ilk günden din ve
önemli siyasal eseri sayılan Siyasetname adlı kitabında, iyi işleyen merke­ devlet işlerinin birbirine bağlı olduğunu öğreten üniversitelerdi. Medre­
zi hükümet ilkelerini makul ve pragmatik bir yaklaşımla ortaya koydu. Ay­ selerde kelam, fıkıh, dil, edebiyat, fen bilimleri ve siyaset bilimi öğreti­
rılıkçılığa eğilimli Türk boylarını güvenilmez bulduğu için, Arap ve Fars lirdi; bu dersler Şiiliğe karşı propaganda savaşının bir platformu işlevini
idareciler atadı, bağlılık yemini ettirilen askeri kölelere dayalı "gulam" sis­ görürdü. Ancak devletin onayıyla medreselere girebilen ve bakım mas­
temini genişletti ve imparatorluğun idari kurumlarındaki üst düzey görev­ rafları hükümetin sağladığı aylık bir ödenekten karşılanan talebeler, öğ­
lere bizzat seçip yetiştirdiği ehil kişileri getirdi. Hukuk sistemini standart­ renim süresince kendilerine tahsis edilen hücrelerde kalır ve "müderris"
laştırarak, Selçuklu merkeziyetçilik ilkelerini uygulamayı kolaylaştırdı. olarak bilinen cüppeli ve sarıklı hocaların bir kürsüden verdiği derslere
Türk kabile kurallarını yeniden düzenleyerek merkezi bir devlete katılırlardı. Müderrislerin "mukarrir" olarak bilinen yardımcıları talebele­
dönüştürmenin önemli bir aracı da izlenen din politikasıydı. Nizamül­ rin bu dersleri sindirmesini sağlamaktan sorumluydu.
mülk'ün ve Selçuklu sultanlarının savunduğu Şafii ve Hanefi karakterli Nizamülmülk yaygın bir medrese ağı yarattı. Devasa imparatorluğun
katı Sünnilik, Fatımilerin temsil ettiği Şiiliğe ve diğer aykırı mezheplere bütün önemli merkezlerinde şahsen inşa ettirdiği ve ona ithafen "Niza­
karşı sert bir mücadeleyi öngörmekteydi. Bu konuda Nizamülmülk'e yön miye" olarak anılan bu kurumlar, sonraki bütün medreselere model


Köhne Ürgenç

/
• Merv
Danden�n •

x
Dan@ n�
Mul:i�� l 040

Herat

- Selçuklu yönetimi altındaki bölge, 1 090

Selçuklulara bağlı emirler

- 1 3. yüzyıl başlarında ( l 220'ye kadar) Harezmş h


yönetimi altında olan bölge

350 O RTA ASYA VE ANADOLU


Bir medresede imtihan edilen mektepleriyken, Selçuklu Veziri Nizamül­
talebeler, el-Hariri'nin Makamat mülk çok sayıda medrese kurdu. Bu kurum­
kitabından bir minyatür, aktaran el-Vasıti, larda geleceğin idari elitleri yetiştirildiği için,
1 237, Paris, Ulusal Kütüphane müfredat sadece katı Sünni Müslüman öğre­
Daha önceleri İslam dünyasında en önemli tilerini değil fen, siyaset bilimi, tarih, coğraf­
öğrenim merkezleri camiler ya da Kuran ya, dil ve edebiyat konularını da içerirdi.

oluşturdu . Bağdat (1067), Nişabur, Herat, Şam, Musul, Belh, Gazne,


Merv ve Basra'daki medreseler onun kurduğu en önemli öğretim mer­
kezleriydi. Nizamülmülk müderrisleri bizzat seçer ve medreselerin en
yüksek standartlarla donatılmasına özen gösterirdi. 1091 'de Bağdat med­
resesinde görev almaya çağırdığı dönemin en önemli alimi Muhammed
Gazali (1 058- 1 1 1 1) ilahiyat, felsefe ve tasavvufu bağdaştırmaya ilişkin
görüşleriyle bir çığır açtı. Nizamülmülk ve Selçuklu sultanları, İslam ta­
savvufunu resmi ilahiyatla bütünleştirmeye ve böylece bu çevrelerin Şi­
iliğe ruhani yakınlığını bertaraf etmeye çalıştılar.
Eylem adamı Nizamülmülk ve kuram adamı Gazali aslında sultan ile
halife arasındaki işbirliğini temsil etmekteydi; bu ikili, ciddi bir yaklaşım­
la İslam yönetimi kavramında günümüze kadar geçerli kalacak bir yeni­
den düzenlemeye girişti. Devlete salt bir ahlaki-hukuki temel kazandır­
dı ve halifelerin ilahi meşruiyetini bir yana bıraktı. Gazali'ye göre, Allah

1 037- 1 038 Merv, Herat ve Nişabur kentleri 1 076 Selçuklular Fatımilerden Şam'ı 1 1 38- 1 1 39 Sencer komutasındaki 1210 Harezmilerin Karahıtay
Selçuklu yönetimine boyun eğdi; aldı Selçuklular ile Alaeddin Atsız Moğollarına karşı zaferi
Büyük Selçuklu İmparatorluğu komutasındaki Harezmşahlar
1 077 Konya'nın fethi 1212 Harezmiler Semerkand'ı yıktı
( 1 038- 1 1 57) doğdu arasında muharebeler
1 078 Selçuklu hanedanından Tutuş, 1215 Harezmiler Guri yönetimine son
1 038- 1 063 Tuğrul Bey'in Nişabur'daki 1 141 Sencer komutasındaki Selçuklu
Suriye ve Filistin'in hükümdarı verdi
sultanlık dönemi ordusu Karahıtay Moğollarına
oldu
yenildi 1218 Harezmşahların Moğol
1 038- 1 060 Çağrı Bey'in Merv'deki meliklik
1 084 Melikşah komutasındaki tüccarları öldürmesi, batıya
dönemi 1 1 56- 1 1 72 Harezmşah Hükümdarı il
Selçuklu ordusu Mervanileri yönelik Moğol saldırısını ( 1 220)
Arslan'ın dönemi
1 040- 1 054 Tuğrul Bey' in yönetiminde Diyarbakır'dan çıkardı başlattı
sultanlığın batıya yayılması 1 1 57 Sencer'in ölümünden sonra
1 092- 1 1 05 Melikşah'ın oğulları arasındaki 1 2 1 9- 1 237 Anadolu Selçuklu Sultanı
Büyük Selçuklu
1 040 Dandenakan Muharebesi; iktidar mücadelesi Alaeddin Keykubad'ın dönemi
lmparatorluğu'nun dağılması
Tuğrul Bey ve Çağrı Bey
1 097- 1 1 28 Harezmşah Hükümdarı 1 220- 1 23 1 Son Harezmşah Hükümdarı
komutasındaki Selçuklu ordusu 1 1 76 Myriokephalon Muharebesi:
Kutbeddin Muhammed'in Celaleddin'in dönemi
Gaznelileri yendi Bizanslılar Anadolu Selçukluları
dönemi
karşısında ağır yenilgiye uğradı 1 240- 1 242 Anadolu Baba ishak ve
1 042 Harezm bölgesi Selçuklu
1 097 Anadolu Selçukluları Godefroi yandaşlarının din güdümlü
İmparatorluğu'nun bir eyaleti 1 1 78 Anadolu'nun kuzeydoğu
de Bouillon komutasındaki ayaklanması
oldu kesimindeki Danişmendli
Haçlılara yenildi; Nikaia (lznik)
beyliğinin toprakları Anadolu 1 243 Kösedağ Muharebesi: Anadolu
1 055 Abbasi halifeliği Büveyhilerin Haçlıların eline geçti; Konya
Selçuklu yönetimine girdi Selçukluları Moğollara yenildi
yerine Selçukluların koruması Anadolu Selçuklularının başkenti
altına girdi oldu 1 1 56- 1 1 92 Anadolu Selçuklu Sultanı il. Kılıç 1 258 Moğol saldırısıyla Bağdat'taki
Arslan'ın dönemi Abbasi halifeliği yıkıldı
1 063- 1 072 Alp Arslan'ın sultanlık dönemi 1 1 17 Suriye'de Selçuklu yönetimi
sona erdi 1 1 90 Roma-Germen İmparatoru 1 277 Elbistan Muharebesi: Selçuklular
1 065-1 092 Nizamülmülk'ün vezirlik dönemi
Friederich Barbarossa Konya'yı Memluk desteğiyle Moğolları
1 1 05- 1 1 1 8 Selçuklu Sultanı 1. Muhammed'in
1 07 1 Bizanslılar Malazgirt'te Alp ele geçirdi püskürttü
dönemi
Arslan komutasındaki
1 1 94 Alaeddin Tekeş ( 1 1 72- 1 200) 1 279 Anadolu Selçukluları karşısında
Selçuklulara yenildi 1 1 1 8- 1 1 57 Selçuklu Sultanı Sencer'in
komutasındaki Harezm Türkleri kesin Moğol zaferi
dönemi
1 072 Alp Arslan suikast sonucunda İran'da Selçuklu yönetimine son 1 308 Anadolu doğrudan Moğol
öldü 1 1 28- 1 1 56 Harezmşah Hükümdarı verdi denetimine girdi
Alaeddin Atsız'ın fiili özerk
1 072- 1 092 Melikşah'ın sultanlık dönemi 1 200- 1 220 Harezmşah Hükümdarı
yönetim dönemi
Alaeddin M uhammed'in dönemi

B ÜYÜK S E L Ç UKLULAR VE HAREZMŞAHLARIN TARİ H İ 351


, .
iki kesimden insanları herkesten üstün kılmıştır: Peygamberler ve hü­
kümdarlar. Bu anlayış halifenin birleştirici kişi olarak sembolik bir konu­
ma inmesini getirir. İslam yönetimi için meşruiyetin esası adaletin uygu­
lanması, siyasal istikrarın ve genel refahın sağlanmasıdır. Bu da
hükümdarın otoritesini kabul ettirmesini sağlar; çünkü toplumun bütün
kesimleri böyle bir durumda genel yarara katkıda bulunmaya istekli
olur. Devlet birleşik bir resmi din aracılığıyla bir arada tutulur. Bu anla­
yış aslında Gazneli Mahmud ve Tuğrul Bey ya da ilk Büveyhi emirleri
gibi güçlü hükümdarların elde ettikleri konumun kuramsal bir ifadesiy­
di. Tıpkı kendilerinden sonraki Moğolların karşı karşıya kaldığı gibi,
Türk kökenli olmaları itibariyle bir dinsel meşruiyet dayanağı ileri süre­
bilecek durumda olmayan bu hükümdarlar, güç kullanma, başarı biriki­
mine dayanma ve adalet dağıtma yoluyla pratikte böyle bir konumu el­
de etmişlerdi.

Selçuklu yönetiminin gerileyişi ve


Harezmşah İmparatorluğu

Nizamülmülk ve Melikşah'ın önce münhasıran Fatımileri hedef alan din­


sel-siyasal mücadelesi, 1090'dan sonra yeni bir tehlikeyle yüz yüze gel­
di. İsmailiye mezhebinin Nizariye kolunun kurucusu Hasan Sabbah, üs
edindiği Alamut adlı dağ kalesinden İran'ın kuzey kesimini denetim al­
tına alacak ölçüde bir tehdit yarattı. " Fedaiyun" olarak bilinen bir Niza­
riye savaşçısı 1092'de Nizamülmülk'ü sokak ortasında öldürdü ve bu
mezhebin saldırılarıyla ölen emir sultan ve halifeler zincirinin ilk tanın­
mış kurbanı oldu. Aynı yıl Sultan Melikşah da böyle bir suikastla yaşa­
mını yitirdi.
Ardından Melikşah'ın oğulları arasında patlak veren kardeş kavgala­
rında, imparatorluk eyaletlerinin çoğu karışıklıklara boğuldu. Eyalet va­
lileri ve Selçuklu hanedanının mensupları bağımsızlıklarını ilan ettiler;
Hıristiyan Haçlıların Suriye ve Filistin'e girmesiyle bu bölgeler elden çık­
tı. Nizamülmülk ailesinin desteğini arkasına alan Berkyaruk (1092-1 1 05),
diğer taht taliplerine karşı kesin bir üstünlük sağlayamadı; ittifak kuran
Muhammed ve Sencer adlı kardeşler Melikşah'ın oğulları arasındaki ikti­
dar mücadelesinden zaferle çıktı.
Sultan Muhammed ( 1 1 05-1 1 18) imparatorluğun batı kesiminde
(İran/Irak) Nizamülmülk'ün oğullarının yardımıyla düzeni tekrar sağladı,
ama Nizariye savaşçılarını İran'ın kuzeyinden çıkarmayı başaramadı.
Onun ölümünden sonra, imparatorluk ikiye bölündü. Batı kesimi Mu­
hammed'in oğullarının ve torunlarının yönetiminde kaldı. Hanedanın
hızlı güç kaybına uğrayan bu kolu, özellikle Zengilerin ve Eyyubilerin
Suriye ve Mısır'daki yükselişinden sonra 1 194'te son buldu . Bu arada
1 097'den beri Horasan valisi olan ve 1 1 05'te kendisini bağımsız "Doğu
meliki" ilan eden Muhammed'in kardeşi Sencer (1 1 18-1 1 57) , ailenin do­
ğudaki kıdemli mensubu olarak sultanlık unvanının kendisine geçmesi­
ni sağladı. Maveraünnehir'i kendisine bağlamayı başardı ve hatta Kara­
hanlıların nüfuz alanına hükmetti. 1 1 38'de Harezm eyaletini işgal etti,
ama saltanatının ikinci yarısında talihi ters gitmeye başladı. Karahıtay
Moğolları karşısında 1 14 1 'de uğradığı ağır bozgundan sonra Ceyhun böl­
gesini kaybetti ve hatta ikinci yenilgisinde Merv'den de çekildi. Herat
Boyalı alçı figür, İran, 1 2. yüzyıl, Berlin, maktadır; İslam'ın suret görüntülerine yöne­
bölgesinin 1 147'de Gurilere bağlanmasıyla, egemenlik alanı Horasan'la
İslam Sanatı Müzesi lik olumsuz tavrı göz önünde tutulunca, böy­
Tam üç boyutlu bu alçı figür muhtemelen da­ le bir uygulama ilginçtir. Bu örnekteki boya sınırlandı. Düşman Oğuz boylarına 1 1 53'te yenilip esir düşünce, ancak
ha büyük bir tümel kümenin, saray için yapıl­ işleri, Selçuklu dönemine ait diğer figürlere Harezmşahların yardımıyla kurtulabildi. 1 1 57'de öldüğü sırada tam bir
mış olabilecek törensel amaçlı bir kabartma oranla daha sağlam kalmıştır.
anarşi içindeki imparatorluğu Harezmşahlar ve çeşitli Türk boyları ara-
frizin parçasıydı. Frizdeki figürlerin saraya
mensup gerçek kişileri tasvir ettiği varsayıl-

352 O RTA ASYA VE ANADOLU


Sağda: Frizli Selçuklu sürahisi, İran,
yaklaşık 1 200, Berlin, İslam Sanatı Müzesi
Zarif Çin porselenleri İslam dünyasında da re­
vaç görüyor ve Selçuklu lmparatorluğu'nun do­
ğu kesimindeki ticaret yolları aracılığıyla batıya
ulaşıyordu. Bu mal akışı özellikle İran'ı etkiledi
ve Kaşan'ın porselen üretim merkezi haline
gelmesini sağladı.

Selçuklu savaşçılar, taş kabartma,


1 3. yüzyıl, İstanbul, Türk ve İslam Eserleri
Müzesi
Selçuklu hanedanının ayrı kolları 1 095'ten
sonra Suriye ve Anadolu'da Haçlılarla gittik­
çe yoğunlaşan bir çatışmaya girdiler. Kendi
topraklarını korumak için hem onlara karşı
hem onlarla çeşitli değişken ittifaklar kurdu­
lar; sonunda Eyyubi Hükümdarı Salahed­
din'in kişiliğinde Haçlılara karşı koyacak bir
dayanak buldular.

sında paylaşılmış durumdaydı. Böylece bir zamanlar İslam dünyasının ra, Abbasi halifesi Harezmi hegemonyasından kurtulmak için Şii grupla­
en büyük gücü olan Selçuklu devleti son buldu. rı bile desteklemeye başlamıştı. Alaeddin Muhammed 1 217'de güçlü bir
1 042'den beri bir Selçuklu eyaleti olan Harezm bölgesi, Doğu İslam orduyla Bağdat'ın üzerine yürüdü. Halifelik başkenti uzun süreli kuşat­
dünyasında hep özerk bir varlığa sahip olmuştu . Selçuklu sultanlarının madan 1 2 1 7/18'in sert kışı sayesinde kurtuldu.
1065'ten sonra atadığı Türk kökenli yöneticilerle Harezmşahlar olarak Harezmşahların bir süre önce Çin'i istila eden ve batıya doğru Ha­
bilinen bir hanedan ortaya çıktı. Böylece o zamana kadar Fars kimliği ta­ rezm topraklarından geçecek bir ticaret yolu açmak isteyen Moğol Hü­
şımış olan bölge, Selçuklu idari yapılarına kavuştu ve sonraki yıllarda kümdarı Cengiz Han'ın sarayıyla 1 2 1 5 'ten beri diplomatik temasları var­
bozkırın ortasında canlı bir vahaya dönüştü . dı. 1 2 18'de, Harezmşahların Utrar valisi birkaç yüz tüccardan oluşan bir
Harezmşah Hükümdarı Kutbeddin Muhammed .(1097-1 1 28) Selçuklu Moğol ticaret kervanını casus zannıyla alıkoydu . Başkente Moğol casus­
İmparatorluğu'ndaki iç savaştan yararlanarak kapsamlı bir siyasal özerk­ ları yakaladığını bildirmesi üzerine, Harezmşah hükümdarı tutsakların
lik elde etti. Onun oğlu Alaeddin Atsız ( 1 1 28-1 1 56) bunu fiili bağımsız­ derhal idam edilmesini emretti.
lığa dönüştürdü. Başlangıçta Sultan Sencer'e destek verdi; ama Sencer'in Alaeddin Muhammed'in özür dilenmesi yolundaki Moğol taleplerini
Harezmilerle ilişkisi 1 135'ten sonra hızla bozuldu. Atsız 1 1 38'de açık küstahça göz ardı etmesi sadece imparatorluğunun çöküşüne değil, sonuç
başkaldırı riskini göze aldı ve Sencer'in 1 1 41 'de Moğollar karşısında uğ­ itibariyle bütün Doğu İslam dünyasının sarsılışına yol açtı. Bu olayı yayıl­
radığı yenilgiyi fırsat bilerek Horasan'a saldırdı ve 1 1 53'ten itibaren Ho­ macı tasarılarına davetiye çıkarıcı bir vesile olarak gören Cengiz Han, batı­
rasan'ın içlerine iyice ilerledi. Oğlu İl Arslan ( 1 1 56-1 172) Horasan'ın bü­ ya doğru yürüdü; Harezmşah kuvvetlerini her yerde önüne katarak
yük bir bölümünü 1 1 57'den sonra ele geçirdi ve böylece Harezmşah 1220'de Buhara ve Nişabur'u ezip geçti. Harezmşah hükümdarı Rey'de Mo­
İmparatorluğu'nu Moğol istilasına kadar Doğu İslam dünyasının en bü­ ğollara karşı giriştiği muharebede yaralandı ve Aralık 1 220'de Bağdat'a ka­
yük ve en güçlü devleti haline getirdi. Komşu Karahıtay Moğollarına bi­ çarken öldü. Batıya doğru süren Moğol ilerleyişi geride binlerce ölüyle bir­
at vergisi ödeyerek imparatorluğun arka cephesini güvenceye alırken, likte baştan aşağı harabeye dönmüş yöreler bıraktı. Bu durum, Doğu İslam
Nişabur da dahi olmak üzere Batı İran'ın bazı kesimlerini işgal etti. dünyasına sözle anlatılamayacak bir ıstırap ve nüfus kaybı dönemi getirdi.
Oğlu Alaeddin Tekeş ( 1 1 72-1 200) birlikleriyle daha da batıya ilerle- Muhammed'in oğlu ve son Harezmşah Hükümdarı Celaleddin ( 1 220-
di. 1 1 92'de Rey'e kadar ulaşarak, İran'da Selçuklu sultanlarının ardılı ola­ 1231), birkaç defa Moğollara karşı mücadeleye girişti, ama her seferinde
rak tanınmasını sağladığı gibi, Bağdat halifesinden halifeliğin yeni koru­ kaçmak zorunda kaldı. Hindistan'da birkaç yıl süren bir sürgün döne­
yucusu unvanını kopardı. Halife 1 199'da Tekeş'i Irak, Horasan ve minden sonra, İran'da Moğollarla çarpıştı ve Gürcistan'ı ele geçirmeyi
Türkistan'ın sultanı olarak atamanın akıllıca bir davranış olacağı kanısı­ başardı. Defalarca topraklarından sürüldü ve sonunda Anadolu'da
na vardı. Tekeş'in oğlu Alaeddin Muhammed'in (1 200- 1 2 20) döneminde, 1231 'de öldürüldü . Moğol tehdidi konusunda İslam hükümdarlarını
Harezmşah imparatorluğu en büyük zaferleri ve en dramatik düşüşü ya­ uyarmak için beyhude bir çabayla uğraşmış ve araları bozuk olan dev­
şadı. Harezmşah devleti kısa bir süre için, yüzölçümü bakımından tarih­ letleri bir ortak savunma harekatı için birleştirme girişimleri sonuçsuz
teki en büyük İslam imparatorluğuna dönüştü . Gurilerin yıkılından son- kalmıştı.

B ÜYÜK S E L Ç UKLULAR VE HAREZMŞAHLARIN TARİHİ 353


ra ve kara karşı daha iyi koruma sağlamak amacıyla, kubbenin dış kabu­

Mimari ğuna bazen dik piramit ya da koni şekli verildi.


Orta Asya mimarisinde 1 1 . yüzyıldan 1 3 . yüzyıl başlarına kadar ze­
Sergej Chmelnizkij
min planında ve iç tasarımlarda görülen sınırsız çeşitlilik iki temel şema­
ya indirgenebilir: Avlu ekseni şeması ve merkezi kubbe yapısı. Birincisi
dik açılı iki ekseni olan bir dikdörtgen avludan oluşur; uzun eksen dik­
dörtgen bir profil oluşturan yapıların çevrelediği asıl eksendir. Bu şema
Selçuklu İmparatorluğu'nun Bağdat halifeliğini koruma altına alma ama­ cami, saray, medrese ve kervansaray gibi hem dinsel hem seküler işleve
cıyla Maveraünnehir'den İran'a doğru hızla yayıldığı sırada, Orta Asya sahip büyük yapılar için kullanılırdı. En basit tasarımı yansıtan avlulu ca­
kenti Merv başkent ve sanatsal merkez olarak kaldı. Bu arada Karahanlı­ mide, avlu ile penceresiz dış duvar arasındaki boşluk kesintisiz bir gale­
lar da Maveraünnehir'in serpilen kentleri Buhara ve Semerkand'da anıtsal riyle doldurulurdu. Bu galeri genellikle birbirlerine kemerli geçitlerle
yapılar diktiler. bağlanmış kesintisiz kubbeli bölmeler meydana getiren birkaç tuğla pa­
1 1 . yüzyıldan 13. yüzyıl başlarına kadar olan dönem gayet doğru bir yanda sırasından oluşurdu. Orta Asya'daki sık depremlerden dolayı taş
tanımla Orta Asya mimarisinin klasik çağı sayılır. Bu dönemden kalma ka­ ya da tuğla kolonlar kullanılmazdı.
musal, dinsel ve hatta anısal yapılar enfes bir zarafet taşır, yapı ve beze­ Gezgin tüccarlara ve kervanlarına han olarak hizmet veren ve çoğu
me açısından uyumlu bir denge sergiler. kez gelişerek ticaret merkezlerine dönüşen 1 1 . ve 1 2 . yüzyıl kervansaray­
larının günümüze ulaşan örneklerinden çoğu, ihtişamı ve işlevselliği bir
araya getirmelerinden dolayı dikkat çeker. Sıklıkla heybetli bir sarayı an­
Bezemeye dönük yapı tekni kleri
dıran bir karakter taşıdıklarını görürüz. Burada da yapıya damgasını vu­
Bu mimaride bezeme amaçlı süs ve yapı tekniği arasında bir ayrım yok­ ran uzun eksendir; anıtsal giriş taçkapısında başlar, çeşitli tipte odalarla
tur; bu nedenle 14.-16. yüzyılların yapılarında gördüğümüz sürekli süsle­ (tacirler için konaklama yerleri, mal depoları, ahırlar) çevrili bir ya da iki
me kamuflajına hiç rastlanmaz. İnşaatın yanı sıra bezemede de ana mal­ avludan geçerek devam �der ve görkemli salonların bulunduğu bir da­
zeme, tuğla ve aynı sarımtırak tona sahip oymalı pişmiş topraktı; genellikle irede son bulur. Kervansarayların sayısız işlevleri, tasarımlarındaki kar­
kare biçimli olan tuğlalar en alışılmamış tarzlarda bir araya getirilirdi. 1 2 . maşıklığı ve büründükleri biçimler arasındaki farklılıkları açıklar.
yüzyılda, yapıların yerden güçlükle ayırt edilebilen sarı toprak görüntüsü­ 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllardaki Orta Asya medreselerinin mimarisi konusunda
nü kırmak amacıyla, renkli seramik eklentiler (turkuaz yazıt şeritleri ve be­ çok uzun bir süre pek fazla bilgimiz yoktu. Tacikistan'ın güney kesiminde­
zeme amaçlı koyu mavi, beyaz ve yeşil unsurlar) kullanıldı; ama bu du­ ki Hoca Meşhed Medresesi'nin ortaya çıkarılmasıyla belirli bir örneğe artık
rumda bile asıl bezeme işlemleri tuğlada ve pişmiş toprakta yürütüldü: kavuşmuş durumdayız. Bu bina, söz konusu döneme ait medreselerin da­
Oymalı süslerin kullanıldığı ya da kullanılmadığı çifte tuğla örgüleri, ba­ ha sonraları norm haline gelecek olan medrese tasarımının önemli özellik­
samaklı örgüler, tuğlaya oyulan frizler ve yüzeyler. Tuğla örgülerine özgü lerini sergilediğini göstermektedir.
efekt, farklı unsurların açıkça öne çıktığı halıya benzer bir bütünsel yapıy­ Orta Asya saray kompleksleri bir yandan hükümdarların özel ikamet­
la ve ışık-gölge oyunuyla sağlanırdı. Süs amaçlı duvar boyama ve alçı sı­ gahları işlevini görürken, diğer yandan yetkililerin kaldığı ve memurların
va (Farsça gec) oyma daha ileri bezeme olanakları sunardı. Bunun için toz devlet işlerini yürüttüğü bir dizi resmi odayı da daima barındırırdı. 1 1 . ve
haline getirilmiş kaymaktaşı suyla karıştırılır ve daha ıslakken işlenirdi. Ba­ 1 2 . yüzyıllarda, böyle yapılar kural olarak eski avlu ekseni şemasına gö­
zen tuğla örgüsünü taklit etme yoluna da gidilirdi. Böylece yaratılan çok re inşa edilirdi. Başlangıç noktasını oluşturan avlunun birincil ekseni, bir
yönlü çeşitlilik ve buna bağlı olarak teknik ve bezemenin bir araya getiri­ törensel taçkapıdan avluya, tamamen açık bir tonozlu salona ya da eyva­
lişi şaşırtıcıdır: Söz konusu dönemde inşa teknikleri bezeme motiflerinin na varmayı sağlardı. Bu eyvan hükümdarın huzuruna çıkacakları kabul
ana kaynağıydı. ettiği yerdi; ahalinin ise sadece avluya girmesine izin verilirdi. Sarayların
mimarisi yerel bina geleneklerinden güçlü biçimde etkilenmiş olsa da,
çok sayıda varyasyonuyla avlu ilkesi hepsinin ortak yönüydü. Bununla
Mekan ve kubbe çözümleri
birlikte, sarayın semantik ve kompozisyon merkezi bazen tonozlu bir taht
Başta gelen bir yapı malzemesi olması itibariyle, tuğla, yapıların çeşitli tipte eyvanı değil, kubbeli bir salon olurdu. Kazılar sonucunda yapılarını öğ­
tonozlarının ve kubbeli çatılarının aldığı biçimi de belirlerdi. Kubbenin bir rendiğimiz 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllara ait şahsi saraylar ve resmi ikametgahlar
kare odanın üst kısmıyla buluştuğu yerdeki yuvarlak kaidesini belirleyen un­ eksen ilkesine uysun ya da uymasın, işlev yelpazelerinin daha geniş ol­
sur odanın zemin planıydı; daire ile kare arasındaki geçiş köşe kemerleriyle, masına bağlı olarak, bunların düzeni esas itibariyle avlulu camilerden,
yani karenin köşelerini sararak kubbenin sekizgen alt kısmını oluşturan ke­ medreselerden ve hatta kervansaraylardan daha çapraşıktı.
merlerle sağlanırdı. Üst üste oturtulmuş tuğla kenet sıralarından oluşan kon­ Bu çok yönlü işlevsellik 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda avlu ekseni şemasına gö­
sol üçgen dolgular da bilinen bir yapı unsuruydu. Bunlar daha 1 1 . yüzyılda re inşa edilmiş yapı komplekslerinin tipik özelliğiydi; örneğin, avlulu ca­
ortaya çıkan ve daha sonraları çok yaygınlaşan "mukarnas"ın, yani sarkıtlı ya­ miler aynı zamanda kamu ve şehir hayatının merkezleriydi ve ayrıca tehli­
pının temelini oluştunırdu. Kemerler, dolayısıyla tonozun ve kubbenin çap­ ke zamanlarında kale işlevini görmeleri mümkündü. Benzer mimari yapı
raz kesiti de genellikle sivri uçlu olurdu. Burada bir geometrik işlem, sivri ke­ her durumda işlev çeşitliliğine olanak verirdi. Kervansaraylar, medreseler
mer üstünde sonsuz sayıda varyasyonların geliştirilmesine olanak verirdi. ve hatta cuma camileri, belli şartlar altında, zemin planı ve oda yapısı açı­
1 1 . yüzyılda ilk kez türbeler çift kabuklu kubbelerle inşa edildi; bu sından esaslı bir dönüşüm olmaksızın, temel işlev değişiklerine uğrayabilir
teknik anıtsal mimaride hızla yaygınlaştı. Böylece kubbenin bir alınlık üs­ veya ilave işlevler üstlenebilirdi. Ne var ki, avlu ekseni yapısının ayırıcı
tünde duran dış kabuğunu, binanın iç kısmından bağımsız şekle sahip özelliği belirgin dikdörtgen temel şekli ve uzun ekseninin ve çoğu kez çap­
çarpıcı bir yapıya dönüştürmek mümkün hale geldi. 1 2 . yüzyılda, yağmu- raz ekseninin de dayandığı genel simetridir.

354 O RTA ASYA VE ANADOLU


Solda: Merv'deki Kız Bibi Türbesi'nin bir Aşağıda: Daya Hatun Kervansarayı'ndaki
köşe kemeri, 1 1 . - 1 2. yüzyıllar basamaklı konsol üçgen dolgu
Kil tuğlayla inşa edilmiş bu yapının köşe ke­ 1 1 .- 1 2. yüzyıllar
merleri, eskiden bütün Orta Asya'da yaygın Bu tip konsol destekleri, sonraki yüzyılda İs­
olan basamaklı ve kemerli tasarıma uygun bi­ lam mimarisinde yaygın biçimde kullanılan ve
çimdedir. Bu medrese lslam öncesi mimarinin ağırlık taşımanın yanı sıra bezeme işlevini gö­
son örneklerinden biridir. ren mukarnas yapıların öncüleriydi.

Yine bu dönemde uygulanan ikinci tasarım şeması, yani merkezi kub­ ucuna yerleştirilebilirdi; başka kombinasyonların bir bileşenini oluştura­
beli yapı, simetrik eksenlere ve kubbeyle örtülü bir başat merkezi bina­ bilirdi. Bir kubbeli salonun zemin planı nadiren basit bir kare biçiminde­
ya dayanan bir tasarımla ortaya çıktı. Dinamik olan avlu ekseni şeması­ dir; çoğu durumda, haç biçimli bir görüntü veren çapraz eksenlerdeki to­
nın tersine, bu tasarım doğası gereği statikti. Her iki şema da antik çağa nozlu nişlerle mekanı artırılır. Ana ekseni genellikle bir taçkapıyla veya
inen köklere sahipti ve İslam öncesi yapılar çeşitli değişik tarzlarda kul­ ön kemerle (Farsça piştak) vurgulanırdı. Bu yapı bir dikdörtgen çerçeve
lanılmıştı. içine oturtulmuş olan ve ardında bir giriş geçidi yer alan yüksek ve to­
Kubbeli salon tasarımının basit oluşu, çeşitli amaçlarla kullanılması­ nozlu bir nişten oluşurdu.
na ve ayrıca başka odalarla bir araya getirilmesine olanak vermekteydi. Daha İslam öncesi dönemde, Orta Asya yapılarında öncelikle pratik
Kubbeli salon tek bir bina oluşturabilir ve bu haliyle bir kubbeli cami ya bir amaca hizmet eden ve ikinci olarak mimari uyumu sağlayan orantıla­
da türbe işlevini görebilirdi; bir dizi odanın yer aldığı bir merkezi bina­ ra dayalı bir şema izlenmişti. Sonraları, 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda matematik­
nın çekirdeğini oluşturabilirdi; bir avlu kompleksinin uzun ekseninin bir sel buluşlardan yararlanılarak bu sistem genişletildi ve böylece yeni ola-

Termez'deki Hakim Termezi gülü tasarımın içine yerleştirilmiş "zambak Regar yakınındaki Hoca Nahşiran ğidir. Köşe kolonu bezeme unsurlarının yapı­
Türbesi'nin iç bezemelerinden deseni"yle kaplıdır. Bunun yukarısında Kufi Türbesi'nin taçkapısından bir detay sal bir amaçla nasıl kullanıldığına ilişkin bir ör­
bir detay, 1 1 .- 1 2. yüzyıllar yazılı geniş bir friz yer alır; harflerin arasında Tacikistan, 1 1 .- 1 2. yüzyıllar nek sunar. Kolonun kenarında uzanan Kufi
Termez'deki bu türbe baştan aşağı oymalı al­ süsleme dolguları vardır. Kubbe bezemesi ge­ Bu yapı oymalı pişmiş topraktan çifte örgüler yazıt ve bezeme süsler özel olarak pişirilmiş
çı sıvayla bezenmiş kubbeli küçük yapıların ometrik yıldız deseninin bulunduğu yuvarlak halinde düzenlenmiş tipik bezemeli tuğla ör­ kil parçalarından kesilmiştir.
nadir bir örneğidir. Duvarlar kesintisiz bir ör- girih (geometrik yıldız) madalyonlara dayanır. güsünün son derece güzel işlenmiş bir örne-

KARAHANLILAR, BÜYÜK S E L Ç U KLULAR VE HAREZMŞAHLARIN M İ M A R İ S İ 355


K

OC:::::====::::'i-----IO m oC:::== '0.......


:: ===- 2om

Merv vahasındaki Kalta Minar'da bir ve eyvanların açıldığı bir avlu ekseni şeması Yukarıda, sağda: Sultan Sencer Türbesi anıtsal merkezi yapı tipinin, yani Orta As­
evin görünümü ve zemin planı vardır. Dışarıya çıkık yarım sütunlu tuğla du­ zemin planı, 12. yüzyıl başları ya'da yaygın görülen bir kompozisyon ilkesi­
1 1 . yüzyıl varlara dayanan cephe tasarımı, Merv vahası­ Daha önceleri Sultan Sencer'in türbesi oldu­ nin karakteristik bir örneğidir. Kubbenin ka­
Kalta Minar yerleşmesindeki bu ana binanın nın tipik bir özelliğidir ve İslam öncesi dö­ ğu sanılan bu muazzam yapı muhtemelen Bü­ buğu bir taş deseni oluşturan bezeme amaçlı
özel bir konut olmadığı, kamusal işlevlere gö­ nemde kale surlarında sıklıkla kullanılmıştır. yük Selçuklu sarayının divanhanesiydi. Yıkık kıvrık çubuklarla süslenmiştir.
re tasarlandığı açıktır; çünkü ortadaki avlunun saraydan günümüze ulaşan kubbeli salon

naklara kavuşuldu. Bir kol boyuna denk kenar uzunluğuna sahip kare Arap tarzı camiler
bölmeleri içeren ızgara paravanlar yaygın biçimde kullanıldı. Kubbeli
odalara ve eksensel nişlerine, duvarların kalınlığına, girişin genişliğine vb Müminlerin topluca namaz kıldığı büyük cuma camileri, kentlerin dinsel
ilişkin ölçümleri saptamak için bu ızgaralara başvuruldu. ve sosyal yaşamının odağını oluştururdu. Arap prototipini, yani avlulu ca­
Orta Asya mimarisinde 1 1 . yüzyıldan 1 3 . yüzyıl başlarına kadar görü­ miyi örnek alarak 1 1 .- 1 2 . yüzyıllarda inşa edilen cuma camilerinden gü­
len yapı ve bezeme birliği, matematiksel biçim uyumu ve sonsuz varyas­ nümüze sadece harabeler ulaşmıştır. Semerkand'da 1 0 . yüzyılda inşa edi­
yonlarla işlenebilen az sayıda temel tasarım şeması gibi esaslı özellikler, len Samani camisi başlangıçta kare planlıydı; ama çeşitli değişiklikler ve
bu dönemin klasik nitelikte ve klasik Yunan antik çağıyla karşılaştırılabi­ eklemeler sonucunda güneybatı (Mekke istikametine) yönelimli ve kil­
lir düzeyde sayılmasına olanak verir. tuğla esaslı dikdörtgen bir yapıya dönüştürüldü . Uzun avlu üç kenarda
ağır kaideler üstünde duran üç sıralı ahşap sütunlarla çevriliydi; bu sü­
tunların ardında yedi kolon sırası derinliğinde bir bölme uzanmaktaydı
ve arka duvarın ortasında öne çıkık bir mihrap vardı. Semerkand camisi
bu planıyla erken dönem Arap camisinin tipik bir örneğidir ve Samarra'da
yaklaşık 400 yıl önce inşa edilmiş büyük Abbasi camisiyle büyük benzer­
lik gösterir. Moğol istilası sırasında bu cami 1 220'de yakılınca, duvarları­
Semerkand'daki eski cuma � :c : ::.: :e: = • : :c : • : x : :c : e:
nın arkasına sığınmış olan şehir sakinleri de can verdi.
camisi, 1 O. yüzyıl � :t!] : •: :• : : • : x : • : x : :c = •=
Türkmenistan'ın güney kesiminde zengin bir ticaret kenti olan Misri­
.
Semerkand'da bir İslam öncesi . an'daki cami, güney kenti kapısının yanında ve şehir merkezine yönelen
tapınağın harabeleri üzerinde 1 O.
bir sokaktaydı. Oymalı pişmiş toprakla zengin biçimde bezenmiş taçka­
yüzyılda inşa edilen cuma camisi,
kare zemin planı olan ilk camiydi. D pının sütunlarında, (büyük olasılıkla baba ve oğul) yapı ustaları Abdü'l­
Klasik Arap cami tipini yansıtır: Hüseyin bin Muhammed en-Naka ve Muhammed bin el-Hüseyin en-Na­
Ahşap sütunlu bir galeriyle çevri­ � : c : •: =• : : e : x : • : x : :ıc : •:
ka ile camiyi yaptıran Harezmşah Hükümdarı Muhammed'in adları hala
li avlu etrafında düzenlenmiş du­ � :c : ::.: : c : : • : X : e : :9.:: : :c : •:

varlı bir mekan. Mekke'ye bakan !';= : • : •: :c : : e : x : e : ::ıc : : « : •: durmaktadır. Buradan caminin 1 200- 1 2 1 9 arasında inşa edildiği sonucu
güneybatı kenarında birçok ko­ � =• = •= :c : : e : x : e : x : :c : •:
çıkarılabilir. Kentteki birçok binada olduğu gibi, kullanılan yapı malze­
� :• = •: : c : : • : x : e : x : :c : •:
lon sırasının bulunduğu namaz : c : •: :c : : e : x : e : x : :c mesi fırında pişirilmiş tuğladır; bu durum kentin ulaştığı refah düzeyinin
: •:
bölmesi yer alır. Karahanlılar ve
Harezmşahlar döneminde cami kanıtı sayılabilir. Örneğin, Semerkand'daki büyük cami sadece kil tuğlay­
güneybatı yönünde iki kez geniş­ la inşa edilmiştir.
letildi ve kutsal bir ziyaretgah Misrian'daki cami iki farklı mekan kavramını birleştirir: Arap tarzı av­
olan türbeye kadar ulaştı.
lu düzenlemesi ve İran tarzı kubbeli kapı. Arap camisinin bulunduğu ala­
na kubbeyle örtülü bir taçkapı bölmesi eklenmiştir; kökeni eski İran sa­
ray eyvanına dayanan bu yapı unsuru en gösterişli kısmı oluşturur.
Arap prototipinin tamamen farklı bir başka varyantını, Merv bölgesin­
K� deki Dandenakan kentinde bulunan ve günümüze bir harabe halinde ula­
o 10 20m şan avlulu cami temsil eder. Özgün haliyle 10. yüzyılda inşa edilen bu ca­
mi, 1 1 . yüzyılda bazı ufak değişikliklerle bir duvarın çevrelediği uzun bir

356 O RTA ASYA VE ANA D O L U


Termez'deki Hakim Termezi kurulan ve taçkapısı güneye bakan büyük bir
Külliyesi, 1 1 . yüzyıl kubbeli hankah (sağda), ayrıca yeni bir türbe
1 1 . yüzyılda tasavvuf "evliyası" Hakim Ter­ ve türbe ile cami arasında bir avlu izledi.
mezi'nin mezarının üzerine bir türbe (ön ta­ Böylece ortaya çıkan külliyede daha sonra
rafta, solda) inşa edildi; kısa bir süre sonra defalarca değişiklikler ve restorasyon çalış­
buna üç kubbeli açık galeri biçiminde bir ca­ maları yapıldı.
mi eklendi. Bunu 1 2. yüzyılda doğu kenarına

dikdörtgen biçimine büründü. Uzun eksen Mekke'ye doğru güneybatı


yönünde uzanmaktaydı. Avlu , oymalı kaymaktaşı unsurlara sahip yuvar­
lak tuğla sütunların oluşturduğu revaklarla çevriliydi. Köşe sütunları se­
kizgen kaideleriyle ve yuvarlak sütun tasarımlarıyla öne çıkar. Arap cami
tipinin birçok kolon içeren mutat derin ve sütunlu galerileri, burada üç
kenarda tek bir kolon sırasına ve kıble kenarında iki kolon sırasına indir­
genmiştir. Yapıda değişiklikler yapılırken, bu mütevazı namaz bölmesi
avlu kenarındaki kolonların arasına örülen ince bir duvarla kapatıldı. Du­
varın içine nadir bir görkem ve incelik sergileyen oymalı kaymaktaşıyla
bezenmiş yeni bir mihrap yerleştirildi. Avlunun ortasında müminlerin ca­
miye girmeden önce abdest aldıkları bir su yalağı vardı. Dandenakan ca­
misi ile Arap tarzı avlulu cami arasındaki benzerlikler avluyla ve pence­
resiz dış duvarlarla sınırlıdır.

de, öteki yerlere oranla daha yaygındır. Talhatan Baba Camisi'nin ana
Üç kısımlı cami tipi
cephesi, uyumlu orantılardan hayret verici simetriye ve tuğla örgülerinin
Merv vahasında oldukça sağlam ve olağanüstü güzel bir Selçuklu yapısı zengin değişkenlik ihtişamına kadar, bu dönemdeki mimarinin neredey­
olan Talhatan Baba Camisi, "üç kısımlı" cami tipinin bir örneğidir. Bir se bütün sanatsal özelliklerini bir araya getirir. Caminin arka cephesi ay­
kubbenin örttüğü kare planlı bir orta bölmeden ve bir çapraz kemerin iki nı ölçüde güzeldir; dört yassı nişi kuşatan kabartmalı dikdörtgen çerçe­
yarıya böldüğü dar ve kubbeli iki yan geçitten oluşur. Orta bölmeye açı­ velerin kemerleri yuvarlak kolonlar üstünde durur. Hem basit hem de
lan kemerli giriş ve iki yanında yer alan girişler neredeyse önlerinde uza­ kesme tuğlalarla yapılmış olan bu kapalı revakların alınlıklarındaki düz
nan mekan kadar geniştir; bu durum yapıya üç kemerli bir açık galeri gö­ ve kabartmalı süslemeler şaşırtıcı bir çeşitliliğe sahiptir. Bölgesel özellik­
rünümü verir. Geniş bir orta kemere ve yanlardaki daha dar iki kemere leri bir yana bırakılırsa, caminin bezeme amaçlı tuğla örgüleri, Orta Asya
dayalı benzer bir kompozisyon aynı döneme ait başka Orta Asya yapıla­ mimarisinde 1 1 . yüzyıldan 1 3 . yüzyıl başlarına kadar görülen tuğla ve piş­
rında da görülür; ama antik çağda Margiana adını taşıyan Merv bölgesin- miş toprak bezemelerin gerçek bir ansiklopedisini oluşturur.

Talhatan Baba Camisi'nin arka cephesi ve bir detay


Merv vahası, 1 1 . yüzyıl
Talhatan Baba Camisi kubbeli bir orta bölmeden ve yine kubbeli,
ama daha dar iki yan geçitten oluşan üç kısımlı cami tipinin Orta As­
ya'daki en eski örneğidir. Arka cephesi, kemerli dört niş panosuyla
özgündür. Yukarıdaki detayda kaide tuğlalarının görüldüğü kemer­
ler, kolonların ve ayrıca köşelerde çıkıntı oluşturan arkadaki niş du­
varı desteklerinin üstünde durur. Oymalı dikey bezeme eklentileri­
nin şekli tipiktir.

KARAHANLILAR, BÜYÜK S E L Ç UKLULAR VE HAREZM ŞAHLARIN M İ MA R İ S İ 357


Kubbeli bölme tipinde camiler
Kubbeli bir bölmeden oluşan küçük camiler esasen mübarek kişilerin
mezarlarının yakınında ziyaret camileri olarak inşa edilirdi. İslam dinin­
de evliyalara tapınmak ve mezarlarının başında namaz kılmak günahtır;
sadece kıbleye sırt çevrilerek dua edilebilir. Ziyaret camilerini kubbeli
türbelerden farklı kılan unsur namaz için gerekli olan mihraptı; çoğu ana
cephenin ortasında ayrıca bir mihrap yer alır. Bu tarz camilerin tipik bir
örneği Merv'de Muhammed bin Zeyd'in mezarının yanında yer alır. Ya­
kın zamana kadar bir türbe olduğu sanılan bu yapı, sonraki dönemlerde
eklenmiş başka yapılarla çevrilidir. İlave yapıdan kurtulan tek yer, taş ya­
pılı kuzeybatı cephesinin bir kısmıdır. Burası kemerli iki panoyla bezen­
miştir; bezeme panolarının süslü taş kabartma alınlıklı kısımları dikkate
değerdir. Kuzeydoğu cephesinde, iki yanında girişler bulunan mihrap ni­
şi hala seçilebilir durumdadır. İç mekan bezemesinin yoğunlaştığı yerler
kubbenin alt kesimini oluşturan sekizgen kaide ve yukarıda bir Kufi ya­
zıtla bezenmiş geniş bir frizdir. Güneybatı duvarının ortasındaki iç mih­
rap oyuk süslemeli kemeri ve kabuk biçimli nişleri açısından ilginçtir;
bunların benzer örneklerine Kahire'nin 1 2 . ve 1 3 . yüzyıl mimarisinde rast­
lanır. Bu durum Orta Asya mimarisinin dünyadaki İslam mimarisinden
kopuk olmadığını, tersine ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir.
1 1 . ve 1 2 . yüzyılların kubbeli bölme tipindeki camilerinin sözü edil­
meye değer başka örnekleri arasında, Türkmenistan'ın güney kesiminde
bulunan ve ilginç "üç kısımlı" üçgen dolgularıyla dikkat çeken Yerd-i
Gumbed Camisi ile Kırgızistan'da bulunan ve iç kısmında olağandışı kar­
Muhammed bin Zeyd'in mezarının olan bir üslupla ardışık sıralanmış geniş ve maşık tasarımlı oymalı kaymaktaşı bezemeler görülen Şah Fadıl Camisi
yanındaki ziyaret camisi, Merv, yan dar kemerli nişlerden oluşur. Bu düzen tuğ­ sayılabilir. Buhara'daki en eski cami olan Magok-i Attari Camisi, 1 2 . yüz­
cephenin çizimi ( G. Pugatschenkowa) la ve pişmiş toprak bezemelerin sanatsal kul­ yılda yürütülen değişikliklerden sonra daha önceki biçimini kaybetmiştir.
Güneybatı duvarında bir mihrabın yer alma­ lanımının iyi bilinen örneklerinden birini
sına karşın, bu yapı uzun bir süre türbe sa­ temsil eder. Batıya bakan caminin güney cephesinin doğu köşesine aktarılan güzel ve
yılmıştı. Cephe eskiden Merv'de revaçta alışılmamış taçkapı bu dönemden kalmadır.

Orta Asya m inareleri


Üç kısımlı cami tipinin 1 1 .-12. yüzyıllardan kalma bir başka örneği, Buhara'nın eski cuma camisinden günümüze hiçbir şey ulaşmamış, ama
Termez'de şehrin "evliyası" filozof ve şair Hakim Termezi'nin mezarının 1 1 27'de inşa edilen ve Kelan ("Büyük") olarak bilinen minaresi hasar gör­
yanı başında yadigar olarak kurulmuş camidir. Burada yekpare sütunla­ memiştir ve kentin çok uzaktan görülebilen bir sembolü haline gelmiştir.
ra oturtulmuş üç eş kemerle doğu yönüne açılan bir açık galeri ve kub­ Hala sağlam durumda olan minarenin tek eksik yeri, Kızıl Ordu'nun Bu­
beyle örtülü üç bölme görürüz. Orta bölmeyi geniş bir dikdörtgen çerçe­ hara'yı top ateşine tuttuğu 1920'de, taç biçimli zirvesinin isabet alıp yıkı­
veyle çevrili bir mihrap vurgular; mihrabın yarım daire biçimi Orta lan üst kesimidir. Yüksekliği 46 metreyi bulan ve yukarıya doğru daralan
Asya' da nadiren görülen bir özelliktir. Kubbeler küçük konsol üçgen dol­ bir yuvarlak kule biçimindeki bu yapı, on kenarlı bir kaide üstünde du­
gular üstünde durur. Oymalı alçı sıvayla örtülmüş olan küp biçimli tuğla rur ve som tuğlayla inşa edilmiştir. Kütlesel durağanlığı, yukarıya doğru
dirsekler, sarkıtlı üçgen dolguları andırır. Arapça metinler, geometrik ve hareketle ve bezeme ihtişamını yekpare yapıyla bir araya getirmesi açı­
bitkisel desenler şeklindeki oymalı alçı sıvalar caminin iç duvarlarını da sından benzersizdir. Kentin merkezinde yer almakla birlikte, çevresinden
kaplar. kopuk ve uzak bir havası vardır; olağanüstü zarif bezemeli olmasına kar­
şın, kendi içine kapanmış gibi görünür. Buhara'yı Kelan minaresi olmak­
sızın tahayyül etmek mümkün değildir; ama Kelan minaresinin Buhara'ya
Mu sal lalar
ihtiyacı yoktur.
İslam'ın en önemli iki bayramı, yani Ramazan ve Kurban bayramları için Kelan minaresinden 30 kilometre kadar ötede Vabkent minaresi yer
çok büyük sayıda mümini barındıracak şekilde özel olarak tasarlanmış alır. 1 14 1 'de inşa edilmiş olması itibariyle biraz daha yeni bir çağdaşı ol­
belli camiler inşa edilirdi. Bunlar aslında bir bina değil, etrafı çevrili bir duğu Kelan minaresinin küçük ölçekli, ama sündürülmüş bir kopyası gi­
meydandı; meydanın Mekke'ye bakan bir kıble duvarı ve özellikle gös­ bi görünür. Yukarıya doğru hızla incelen bu narin kulenin yüksekliği 41
terişli tarzda bezenmiş bir mihrabı vardı. Namazgah (Farsça) ya da mu­ metredir; sonraki minarelere örnek oluşturan ve zengin bezemeler taşı­
salla (Arapça) olarak anılan böyle camiler genellikle şehrin dışında yer yan kemerli bir daireyle taçlanır. Minarenin bir zamanlar ait olduğu cami
alırdı. Buhara'da 1 2 . yüzyıl yapımı bir namazgahın ayakta kalan kıble du­ çoktan yıkılmıştır.
varının orta kısmına 1 6 . yüzyılda üç kubbeli devasa bir eklenti inşa edil­ Özbekistan'ın güney kesimindeki Carkurgan yerleşmesinde, tam sağ­
miştir. lam olmasa bile günümüze ulaşan başka tipte ilginç bir minare vardır. Yu-

358 O RTA ASYA VE ANADOLU


muşak bir süzülüşle incelen bu kule, yüksek bir sekizgen kaideden yu­
karıya doğru çıkan yarım daire biçimli "yiv"lerden oluşmuş gibidir. Ka­
bartmalı bir Küfi yazıtın bulunduğu bir friz şeridi, bir zamanlar zirvesinin
yer aldığı kesimin hemen altında minareyi çepeçevre sarar; minarenin ilk
haliyle yüksekliği 40 metreye ulaşıyordu . Orta Asya'nın başka yerlerinde
bu tasarıma dayalı minarelere rastlanmaz; Antalya'daki Yivli Minare ve
Delhi'deki Kutup Minare gibi benzer yapılar ise, gövdesinde duran tarih­
ten ve yapı ustasının adından 1 108/09'da dikildiğini bildiğimiz Carkurgan
minaresinden sonra inşa edilmiştir.

Türbeler
İslam'ın ilk döneminde gösterişli mezarların yapılmasına izin verilmezdi;
ama bu kural çok geçmeden çiğnendi. İslam dünyasında ilk türbe 8. yüz­
yılda bir Emevi hükümdarının mezarı üzerinde inşa edildi. Orta Asya'da
1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda ziyaret amaçlı yapıların gelişmesi, tasavvufun yayıl­
masıyla "ermiş" hocalara ve mezarlarına hürmet gösterilmesiyle doğrudan
ilişkiliydi. Bununla bitlikte mezar başında namaz kılmayı günah sayan an­
layış geçerli kaldı. Magrip ve Mısır'daki durumun tersine, Orta Asya tür­
belerinde mihrap yoktur. Camilerden farklı olarak, Mekke yönüne bak­
mazlar; kuruluş düzenleri pusula yönlerine göre belirlenir. Namaz
vecibesinin yerine getirilmesi için, müminlerin ziyaret ettiği mezarın ya
da türbenin yakınına normalde bir yadigar cami inşa edilirdi.
Dört eş cepheli merkezi yapı tipine dayanan küçük bir türbe grubu­
nun geçmişi muhtemelen "dört kemerli" (Farsça çartak) plana iner. Bu
kadim İran mabet tasarımı, bir kare oluşturacak şekilde kemerli geçitler­
le birbirine bağlanan ve bir kubbeyle örtülen dört sütuna dayanır.
Kazakistan'ın güney kesiminde 1 1 .- 1 2 . yüzyıllardan kalma ve yalın
merkezi planlı Ayşe Bibi Türbesi, her dört kenarında taçkapı nişleriyle dı­
şarıya açılırdı. Oymalı pişmiş topraktan süsleme panoları dış duvarların
gösterişli kaplamasını sağlardı. Yapının köşelerinde alışılmış tarzda silin­
dir destekler yoktu; köşeleri, kaideli ve başlıklı yüksek kolonlar vurgu­
lardı. Bunlar hiç kuşkusuz Orta Asya'daki seküler yapılara özgü ahşap ko­
lonları andıracak şekilde yapılırdı.

Cepheli türbeler
Yaygın olan cepheli türbelerin bir taçkapı olarak düzenlenmiş tam boy
bir cephesi vardı; yapının gerçek boyutlarının yukarısına yükselen bu taç­
kapı büyük bir giriş nişiyle vurgulanırdı. Söz konusu dönemde Karahan­
lı hanedanı başkenti olan Uzgen'de bu mezar yapısı tipinin bazı çarpıcı
örnekleri günümüze ulaşmıştır. Şu anda çok hasarlı durumda olan bir ya­
pının iki yanında 1 2 . yüzyıldan kalma cepheli türbeler yer alır. 1 0 . yüz­
yılın sonunda inşa edilen bu yapı büyük olasılıkla bir ziyaret camisiydi.
Soldaki türbe sağdakine göre biraz daha eski ve daha büyüktür; ama iki­
sinin de kendi dönemleri açısından tipik sayılan aynı planı vardır. Bu plan
kare zeminli bir odanın sekizgen bir yapıya dönüştürülmesidir; kubbe,
köşe kemerlerinin oluşturduğu kasnağa oturur.
Soldaki türbenin geniş taçkapı cephesinin ortasında masif, üç şeritli
Vabkent minaresi, 1 1 4 1 ki enfes bezemeli şerefesinde müezzin ezan ve dikdörtgen biçimli bir çerçevenin içine oturtulmuş küçük bir kemerli
Vabkent'teki b u kule Buhara'daki meşhur mi­ okurdu. Vabkent ve Buhara minareleri bölge­ niş yer alır. Çerçevenin dış şeridi büyük bir geometrik desenle, iç şeridi
nareye benzer, ama daha narin bir görünümü de sıkça meydana gelen depremlere rağmen
ise kesik küçük haçlardan oluşan bir ağ örgüsüyle bezenmiştir. Taçkapı
vardır ve 40 metreye varmakla birlikte, biraz günümüze ulaşabilmiş tek örneklerdir. Göv­
daha alçaktır. Yukarıya doğru gittikçe incelir. delerinin üst kısmı dar çaplı olsa da, özgün kemerinin pervazını pişmiş toprakta olağanüstü bir hünerle oyulmuş
Bezeme amaçlı eklentilerin bulunduğu çifte hallerindeki yüksekliklerini korumuş ve ciddi Arapça bir yazıt doldurur. Nişin giriş kısmının yukarısında kalan ve ne ya­
genişlikte örgülü tuğlalarla inşa edilmiş ve dar bir hasara uğramamışlardır. zık ki daha sonraları yıkılan arka duvarı, eskiden oymalı alçı sıva şeklin­
süsleme şeritleriyle bölümlere ayrılmıştır. Mi­
narenin merdivenle çıkılabilen fanus biçimde- de benzersiz bir kompozisyonla bezenmişti; bu bezeme bir bitki motifi

KARAHANLILAR, BÜYÜK S ELÇUKLULAR VE HAREZM ŞAHLARI N M İ MA R İ S İ 359


dolgusunun bulunduğu kapalı revak yapısından oluşmaktaydı. Ustalıkla Köhne Ürgenç'in günümüze ulaşmış en eski yapısı olan "Fahreddin
işlenmiş bir süs motifi taşıyan tonoz çatının sağlam durumdaki oymalı be­ Razi Türbesi" de bu cepheli türbe tipine girer. Aslında bu kelam alimi
zemesi de benzersizdir. 1 208'de Herat'ta gömülmüştür ve türbenin 1 1 72'de ölen Harezmşah Hü­
Sağdaki türbenin taçkapı cephesi aynı tiptedir; daha ince orantılarıy­ kümdarı II . İl Arslan'ın naaşı üzerinde inşa edildiği sanılmaktadır. Yapı
la ve çok sayıda dar kenar süsünün yer aldığı pürüzsüz bezemeleriyle kare planlı ve kubbeli bir bölmeden oluşur; muhtemelen özgün halinde
farklılık gösterir. Taçkapı nişinin giriş kısmının yukarısında kalan arka du­ çapraz eksenlerde dışarıya açılan dört nişi vardı. Tek dar giriş günümüz­
var, pişmiş toprak silindirlerden oluşan köşe kolonlar ve bunların başlık­ de doğu nişinde yer alır. Bu görece küçük yapının alışılmamış özellikle­
ları girişik oymalı bir desenle bezelidir. Böylece bu şahane cepheye sol­ rinden biri, çokgen bir kaidesi olan ve iç kubbeyi örten piramit çatıdır.
daki türbenin taçkapı cephesinde görülmeyen ölçülü bir görsel karakter Aynı biçime sahip bir alınlık üstünde durur ve yapıya iç düzenine denk
verilmiştir. Bununla birlikte, sağdaki türbe 14. ve 1 5 . yüzyılların anıtsal düşmeyen kulemsi orantılar verir. Türbenin beyaz badanalı iç kısmı be­
yapılarını etkileyen Moğol öncesi dönem mimarisinin daha iyi bir örne­ zemeden yoksundur veya bezemesi günümüze ulaşmamıştır. Doğuya ba­
ğidir. Genel yapılarda başka bir değişikliğe gidilmeksizin buradaki oyma­ kan ana cephesi ise olağanüstü görkemlidir. Tuğlaların tek renkli görün­
lı pişmiş toprak süslerin yerine renkli çiniler konulacak olursa, daha son­ tüsünü sadece iki unsur kırar: On iki kenarlı piramit çatıda büyük bir
raları gelişen bezeme üslubunun bir görüntüsü ortaya çıkar. geometrik desen oluşturan mavi-yeşil sırlı tuğlalar ile mavi-yeşil sırlı ve
doğal sarımtırak küçük tuğlalardan yapılma bir kenarı günümüze ulaşmış
çatı kaidesini çevreleyen bir friz. Kazılar türbenin özgün halinin çok da­
ha yüksek olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Taçkapı l ı türbeler
Bir diğer türbe tipinde taçkapılı türbenin ana girişini cepheden (piştak)
dışarıya doğru çıkıntılı bir taçkapı vurgular. Bu tipin günümüze ulaşan en
eski örneği, 1005'te öldürülen son Samani Hükümdarı İsmail'in gömülü
olduğu sanılan Alemberdar Türbesi'dir. Kare planlı ve kubbeli yapının
her dört cephesine, çıkıntılı dikdörtgen çerçeveler içindeki kemerli üç
düz niş şekil verir ve köşeleri, küçük çokgen sütunlar doldurur. Doğu
C=======::iıııo----ıııiilO m
cephesinin orta kısmı, yani dikdörtgen çerçeve içindeki orta niş, cephe­
den çıkık ve biraz yüksek haliyle sanki yapının üstüne oturtulmuş gibi
görünür. Cephelerin üç bölmeli yapısının yansıtıldığı iç kısımda, duvar
ayakları çapraz eksenlerdeki düz nişleri vurgular ve köşe kemerlerini des­
Üç Karahanlı hanedanı türbesi, torasyondan önceki, alttaki fotoğraf ise son­ tekler.
Uzgen (Kırgızistan), 1 O. ve 1 2. yüzyıllar raki durumlarını gösteriyor. Bu türbeler Se­ Türbe duvarlarının yüzeyi zengin özlü harçla tutturulmuş basit tuğla­
Bu külliye 1 1 53 ve 1 1 86/87 tarihli iki türbe­ merkand'ın Şah-ı Zinde adlı kabristanındaki
lardan oluşur. Bu oldukça kaba perdahın ince bezemeyle bir araya geti­
den ve aralarında kalan 1 O. yüzyıla ait bir büyük mezar yapıların prototipleri olarak
üçüncü türbeden oluşur. Üstteki çizim res- görülebilir. rilmesi, o dönemde yaygın biçimde kullanılan çifte örgü, basamaklı örgü

Sağdaki (güney) Karahanlı yazıtla bezenmiş pervazı, seramik silindirler­


türbesinin taçkapısı, Uzgen, 1 1 86/87 den oluşan zarif pişmiş toprak başlıkları olan
Sağdaki türbe diğerlerinden daha küçüktür, kolonlar üstünde durur. Kemerli nişin arka
ama uyumlu orantılarıyla ve ana cephesinin duvarı süslü oymaların yer aldığı pişmiş top­
girişik, neredeyse yekpare bezemesiyle öz­ rak panolarla kaplıdır.
gündür. Giriş kemerinin oymalı bir Arapça

360 O RTA ASYA VE ANADOLU


Fahreddin Razi Türbesi Ebu'l-Fadıl Türbesi
Köhne Ürgenç, 1 2. yüzyıl sonları Tacikistan'ın güney kesimi, 1 1 . yüzyıl
Bu türbe Harezmşahların başkenti Köhne Ür­ Cepheleri baştan aşağı kapalı revaklar biçi­
genç'te günümüze ulaşmış en eski yapıdır. Ne minde olan bu büyük türbe, Orta Asya'da
var ki, kelam alimi Fahreddin Razi aslında He­ çift kabuklu kubbeye sahip ilk yapılardan bi­
rat'ta gömülüdür ve ona atfedilen türbenin ridir. Dış kabuk alınlıkla birlikte tek bir birim
1 1 56- 1 1 72 arasında tahtta oturan Harezmşah oluşturur. İç kubbe ise alışılagelmiş tarzda
Hükümdarı il. İl Arslan'ın mezarı üzerinde inşa sekizgen değil, on iki kenarlı bir kaide üstün­
edildiği sanılmaktadır. de durur.

ve kabartmalı örgü gibi bezeme örgülerine özel niteliklerini kazandırır. yaret yeri, mimarisi bakımından, Orta Asya'nın Sultan Saadet Kabrista­
Yapının geri kalan kısmıyla yeterince uyum sağlamayan ve daha sonra­ nı'ndaki iki eski türbe böyle bir kompozisyonun nadir bir örneğini tem­
ları artık böyle bir bağlamda kullanılmayan mütevazı vurgulu taçkapı, da­ sil eder. Ama bu civarda daha sonraları, 14. - 1 7 . yüzyıllar arasında inşa
ha önceki bir yapı dönemine göndermede bulunur. edilen mezarlara bir etkide bulunduğu açıktır.
Buhara vahasının kenarındaki Şaburganata mezarı, Orta Asya'da na­
dir görülen bir çokgen türbe tipini temsil eder. Sekizgen planlı ve kub­
Başka türbe tipleri
beyle örtülü yapının güneye bakan masif ve geniş bir taçkapısı vardır;
Termez yakınındaki Sultan Saadet kabristanı belirli bir türbe tipini temsil oval kubbesinin tepesinde büyük bir yuvarlak açıklık yer alır. Türbenin
eder. Yapının odağında 1 1 .- 1 2 . yüzyıllardan kalan ve birbirlerine tonoz­ iç kısmı 1 1 .- 1 2 . yüzyılların ziyaret yeri mimarisinde alışılagelmiş düzene
lu bir eyvanla bağlanan iki türbe yer alır. Her iki türbenin de üç kemerli göre daha az bezemelidir. Yapının, biçim ve detayları böyle bir bezeme­
cephesi kuzeybatıya bakar. Sağda kalan daha büyük yapının her iki yan­ yi fuzuli kılar. Özbekistan'ın güney kesimindeki Hoca İsa Türbesi, ola­
da girişleri vardır, ama türbelerin ana girişleri eyvan içinde birbirine ba­ ğandışı bir başka mezar tipinin örneğini sunar. Bu yapı bir sıra halinde
kar. düzenlenmiş kubbeli üç bölmeyi kapsar ve kubbeli dar bir hol, ortak ve
Sağdaki bölmenin her duvarı, tıpkı cepheleri gibi, üç nişten oluşur; uzun bir "kabuk" oluşturur. Dış kısım geleneksel dikdörtgen çerçeveye
nişlerin kemerleri yuvarlak kolonlar üstünde durur. Bu üç kemerli tema, oturtulmuş kemerli dar nişlere dayalı kapalı revak süsüyle ve yapıyı çe­
Alemberdar Türbesi'nde olduğu gibi, iç kısma taşınmıştır. Kalın arka du­ peçevre saran girintili bir kenar süsüyle bezenmiştir. Türbenin kare plan­
varında çatıya çıkan bir merdivenden dolayı, soldaki türbenin iç kısmı ve lı bölmesi güneyde sofanın ardında devam eder ve büyük bir mezar ta­
haliyle dış orantıları daha küçüktür. Ancak, iki yapı arasında sıkı bir op­ şını barındırır. Bir tuğla kafes burayı geçmişte bir cami işlevini görmüş
tik simetriyi sağlamak amacıyla, yapı ustası soldaki türbenin kuzeydoğu olması gereken bitişikteki iki bölmeden ayırır. Türbenin tuğla cepheleri
cephesini biraz genişletmiştir. kendine özgü ritmik yapılarıyla süslenmiştir. Kemerleri oluşturan tuğlala­
Tonozlu bir eyvanın sağına ve soluna yerleştirilmiş iki kubbeli bölme rın orta kısmının oymalı geometrik figürlerle bezeli olduğu cephe revak
bileşiminin geçmişi, anıtsal mimariye aktarılmış olan basit bir yerli mima­ süsü tek istisnadır. Bu işleme aynı dönemin İran mimarisinde de rastla­
ri geleneğine iner. Orta Asya ve Küçük Asya'nın saray mimarisinde, med­ nır.
reselerinde ve varlıklı kişilere ait evlerinde yaygın biçimde kullanılan bu
bileşime, Sistan'ın (Afganistan) 1 1 . yüzyıldan kalma kır malikanelerinde
ve Konya'nın 1 3 . yüzyıldan kalma birkaç medresesinde de rastlanır. Zi-

KARAHANLILAR, BÜYÜK S E L Ç U KLULAR VE HAREZMŞAHLARIN MİMARİSİ 361


Eyüp Çeşmesi

Orta Asya'da türbelere benzemekle birlikte, mezarlar değil, geleneksel


olarak saygı duyulan efsanevi yerler üzerinde inşa edilmiş yapılar vardır.
Buhara'daki "Eyüp Çeşmesi" böyle bir yapıdır ve kutsal bir pınar üzerin­
de kuruludur. Efsanede pınarın geçmişinin İslam'da saygı duyulan ve bu
bağlamda yerden su fışkırmasını sağlama gücüne sahip olduğuna inanı­
lan eski peygamberlerden Eyüp'ün dönemine kadar indiği belirtilir. Ge­
leneksel kaynaklara göre, bu ilginç yapı 1 2 . yüzyıldan kalmadır; ama için­
deki bir yazıt Moğol Hükümdarı Timur'un emriyle 14. yüzyılda inşa
edildiği ileri sürülür. Ne var ki, mimarisinin Timurlu yapılarıyla hiçbir ala­
kası yoktur; tam tersine, Karahanlı üslubuna işaret eden birçok belirti var­
dır. Timur döneminde tadilattan geçmiş ya da tamamlanmış ve yaltaklan­
ma amacıyla ona atfedilmiş olması muhtemeldir. Pek yüksek olmayan
yapı, uzun ekseni boyunca doğu yönelimlidir ve birbirinden çok ayrı üç
kısımdan oluşur: En geç tarihli kısım olarak 1 6 . yüzyılda inşa edilen do­
ğu kenarındaki giriş; 14. yüzyıldan kalma küçük bir orta kısım; geçmişi
1 1 . - 1 2 . yüzyıllara inen ve batıda kalan en eski kısım. Kutsal pınar eski kı­
sımda, kubbeyle örtülü ve doğuya bakan bir eyvanın içindedir; eyvanın
ardında üç kısımlı tipte bir cami yer alır. Çokgen biçimli ve dışarıya çıkık
bir mihrabı olan caminin orta kısmının yukarısında bir silindir alınlık yük­ Eyüp Çeşmesi, Buhara, 1 2. yüzyıl konik bir çatıya dayanan kule biçimli yapısıy­
selir. Bu alınlık geniş, derin çapraz bağlantılarıyla karakteristik Karahan­ Efsaneyle Eyüp peygamb·ere bağlanan bir pı­ la görülebiliyor. Ön planda ise 1 6. yüzyılda
lı üslubunda inşa edilmiştir ve dik bir konik çatıyla örtülüdür. 1 1 .- 1 2 . yüz­ nar üzerinde kurulu bu yapı Buhara'daki en doğu tarafına inşa edilen ilaveler yar alıyor.
nevi şahsına münhasır anıtlarından biridir. Bu kısım bir girişi ve masif köşe kulelerinin
yıllardan kalma kısım mevcut zemin planı içindeki alanın yaklaşık yarısını Şimdiki biçimini birkaç yüzyıllık bir süreçte yer aldığı, yarım kalmış taçkapı cephesinin alt
kaplar. Sonradan eklenen doğu yarısının ilk başta kutsal yerin önündeki almıştır. Arka planda 1 2. yüzyıldan kalma en kesimini kapsar.
küçük bir kapalı avlu olması mümkündür. eski kısım, silindir alınlık üstüne oturtulmuş

Vabkent yakınında 1985'te bir başka "Eyüp Çeşmesi" ortaya çıkarıl­


mıştır. Bu yapı oymalı pişmiş toprak süslerle ve çinilerle zengin biçimde Taçkapı kemeri gösterişli ve narin kolonlar üstünde durur. Ardındaki niş
bezenmiş zarif orantılı bir taçkapıdan, ayrıca kemerli iki dar nişin yer al­ tonozu geniş bir yarım kemerle dikey olarak ikiye ayrılmış ve kemerli ni­
dığı bitişik bir duvar şeridinden oluşur. Taçkapının ardında hiçbir yapı şin köşeleri kaymaktaşından sarkıtlı bir rölyef deseniyle doldurulmuştur.
yoktur; sadece "kutsal" çeşme ve bir ahşap sanduka vardır. Heybetli si­ Bu kompozisyon Magok-i Attari Camisi'ninkine o kadar benzer ki, her iki
metrik taçkapının üstündeki bir yazıtta inşa tarihi 1 208/09 olarak verilir. taçkapının da aynı yapı ustasının elinden çıktığı varsayılabilir. Bu taçka­
pının sündürülmüş orantıları ve girişik bezemeleri, bol miktarda kullanı­
lan turkuaz ve koyu mavi çinilerle birlikte bir yokoluş izlenimini verir.

Medreseler
İslam fıkhının yanı sıra astronomi v e filoloji gibi dünyevi bilimlerin öğre­
tildiği bu İslam ilahiyat okulları Orta Asya'da en geç 9. yüzyılda ortaya çık­
tı. Tarihsel kaynaklardan bir kurum olarak medresenin ilk kez Orta As­
ya'da doğduğu ve köklerinin Budist öğrenim merkezlerine dayandığı
sonucu çıkarılabilir. Ne var ki, birçok eski Orta Asya medresesinin varlı­
ğına karşın, yakın zamana kadar 1 1 . -1 3 . yüzyıllardan kalma hiçbir örnek
bilinmiyordu.
Tacikistan'ın güney kesiminde kalıntıları 1940'larda ortaya çıkarılan
Hoca Meşhed Medresesi, belirli bir biçime ve işleve sahip bu yapıların bi­
linen en eski örneğidir hala. Cephesi ve uzun ekseni güneye bakar. Bir
taçkapıdan girilen tonozlu eyvanın sağında ve solunda iki bölmenin kub­
beleri yükselir. Medresenin bu kısmı tuğlayla, geri kalan kısımları kil tuğ-

Magok-i Attari Camisi, Buhara, İç giriş nişinin kemeri mavi çinilerle işlenmiş
9.- 1 O. yüzyıllar bir yazıt taşır ve kesme taş kolonlar üstünde
Bu cami Buhara'daki en eski yapılardan biri­ durur. Dikdörtgen çevrenin günümüze ula­
dir. Efsaneye göre bir İslam öncesi tapınağın şan dikey kısımları pişmiş toprak "kafes ör­
bulunduğu yere yapılmış bir caminin kalıntı­ güleri"nden ve alçı sıva süslerle bezenmiş
ları üstüne 1 2. yüzyılda inşa edilen taçkapı, panolardan oluşur.
Orta Asya'daki en güzel örneklerden biridir.

362 O RTA ASYA VE ANAD O L U


layla inşa edilmiştir. İki bölme aynıymış gibi görünür, ama doğu bölmesi­
nin geçmişi bir türbe olarak kurulduğu 9. yüzyıla kadar iner. Eskiden bir
cami işlevini gören batı bölmesi ise orta eyvan ve ferah avluyla birlikte 1 1 .
yüzyıldan kalmadır. Bölmeler arasındaki bir karşılaştırma 200 yıl içinde
zevklerin nasıl değiştiğini gösterir: Doğu bölmesinin, yani eski türbenin iç
mekan bezemesinde oymalı pişmiş toprak süsler ya da desenli tuğla dol­
gular yoktur ve sekizgen alandaki köşelerin yukarısında yükselen kemer­
ler, 9.-10. yüzyılların tipik bir özelliği olarak, karakteristik "Samani" tasa­
rımını taşır. Cami olarak kullanılan batı bölmesinde ise basamaklı örgünün
çapraşık varyantları serbestçe uygulanmıştır. Sivri uçlu kemerlerin tasarı­
mı burada farklıdır: Kemer hizasının aşağı kesiminde vurgulu bir kıvrımın
ve sivri uca kadar neredeyse düz bir çizginin görülmesi açısından, 1 1 .- 1 2 . Hoca Meşhed Medresesi'nin güney oluşmaktaydı. Güney grubundaki kubbeli iki
yüzyılların tipik özelliğini yansıtır. Güneydeki ana cepheyi tuğlayla, de­ cephesi, bölme benzer görünümlerine rağmen, farklı
Sajod,Tacikistan, 9.- 1 1 . yüzyıllar dönemlerde inşa edilmişlerdi: Doğu bölmesi
senli panolarla ve oymalı pişmiş toprakla bezenmiş bazı çarpıcı kapalı re­
Orta Asya'da günümüze harabe halinde ulaş­ 9. yüzyılda bir mezar üzerinde kurulmuş eski
vaklar süsler. Mimarlar kubbeli bölmeye özgü geleneksel tasarıma bağlı mış en eski örnek olan bu medrese, güneyde bir türbeyken, bir cami işlevini gören batı böl­
kalmış ve hatta kubbenin tepesindeki büyük yuvarlak deliği tekrarlamış­ kalan büyük bir tuğlalı yapı grubunun yanı sı­ mesi 1 1 . yüzyıldan kalmadır.
tır. Bununla birlikte, iki bölmenin yarattığı efektler çok farklıdır. Türbede ra kil tuğlalı yapılarla çevrili ferah bir avludan

anıtsal yontular ağır basarken, caminin ölçülü bir görsel karakteri vardır.
Günümüze ulaşmış bu en eski medrese, daha sonraları inşa edilen
Kervansaraylar
medreselerin bütün temel özelliklerini sergiler: Çapraz eksenlere yerleşti­
rilmiş dört eyvanlı bir avlu; avlu çevresinde ikamet dairelerini barındıran Kervansaraylar, tipik olarak Avrupa ile Çin arasındaki İpek Yolu gibi ker­
yapılar; sağında ve solunda iki büyük bölme bulunan şahane bir taçkapı. van yolları veya Orta Asya'nın güney kesimleri ile kuzeydeki Slav impa­
Ön taraftaki simetrik yapı grubu, medresenin içine alınan eski türbeyi ve ratorluklar arasında uzanan kuzey-güney doğrultulu ticaret yolları boyun­
yeni camiyi kapsar. Güney cephesinin günümüze sadece temelleri ulaş­ ca kurulmuş bir tür konaklama yerleriydi. Çoğu kez bir kale gibi tahkim
mış köşe kuleleri bile 1 5 . - 17. yüzyılların medreselerinde karşımıza çıkar. edilirlerdi; hatta içlerinde saraylar ve camiler barındırırlardı. Kasaba ve şe­
Yapının zemin planı ise ardıllarına göre daha basittir. Taçkapının ardında hirlerde de kervansaraylar bulunur ve böyle yapıların içinde ayrıca dük­
daha sonraları alışılmış bir unsur haline gelen sofa burada yoktur; giriş kanlar ve atölyeler yer alırdı. En azından şimdiye kadar incelenmiş olan­
kollara ayrılmaksızın dosdoğru avluya açılır. Orta Asya medrese tipi Ho­ ların çoğunluğu açısından, 1 1 .- 1 2 . yüzyıllardaki kervansarayların ayırıcı
ca Meşhed Medresesi'nde biçimini büyük ölçüde bulmuştu, ama henüz ni­ özelliği gösterişin ve işlevselliğin bir araya getirilmesiydi.
hai kurumsal yapıyı kazanmamıştı. Ticaretin ve zanaat üretiminin artması, gittikçe daha fazla kervansara­
yın inşa edilmesini getirdi. Bunları kuranlar esas olarak ellerindeki servet
ve iktidara bir ifade biçimi vermek isteyen hükümdarlardı. Dış görünüm

Rabat-ı Melik Kervansarayı'nın Akça Kale Kervansarayı zemin planı


taçkapısı, Kermine yakın ında, Merv, 1 1 . yüzyıl
1 1 .- 1 2. yüzyıllar Bu yapı Orta Asya' da uzun eksen üzerinde iki
Bu kervansarayın günümüze ulaşmış tek kıs­ avlusu bulunan kervansarayların nadir bir ör­
mı olan taçkapının ana cephesi, dışarıya çıkık neğidir. Tasarımı avlulu camilerde ve medre­
yarım daire biçimli tuğla kolonlarla yapılmış. selerde yaygı n görülen dört eyvanlı şemaya
Taçkapı kemerinin yukarısındaki Farsça ya­ dayanır. Konaklama daireleri kuzey avlusu­
zıtta, yapının "tekmil cihanın sultanı" tarafın­ nun, depolar ve ahırlar ise güney avlusunun
da inşa ettirildiği ve Allah'ın inayetiyle cen­ etrafında kümelenmiştir.
neti andıracağı belirtilir.

- - - --
• - CJ lf \
..-. . -. 1'- ,/
c=- .. ..
ı--
- h �
c=-


n 1 K� 1
-
c- >-<
-
o �
,___ .. ..
..-. L..L...m..IL...I
I/ \
- CJ
1\. /
- - - --
açısından, bir kervansarayda kaleyi andıran içe kapalılık son derece ince Anlaşıldığı kadarıyla, ana cephenin tuğla kolonlarla bezenmesi 1 1 .-12.
bezemeyle bir araya getirilirdi. Depoların, kiralık odaların, ahırların, bek­ yüzyılların Orta Asya kervansaraylarına özgü bir şeydir. Aynı özellik Do­
çi hücrelerinin vb çevrelediği bir avlu, eyvanlarla sınırlanan iki dik eksen ğu Türkistan'ın Tanrı Dağları (Tien Shan) kesimindeki Fergana Vadisi'nde
etrafında düzenlenmiş kervansaray tasarımını belirlerdi. Uzun eksen üze­ yani dönemin kültür merkezlerinin çok uzağında 1 1 . yüzyıl ve hatta belki
rinde bulunan taçkapılı girişin ardında en görkemli oda grubu yer alırdı. 10. yüzyıl gibi erken bir tarihte kurulmuş Çaldıvar Kervansarayı'nda da gö­
Yükler ve hayvanlar için ayrılmış olan mekan duvarlar boyunca uzanırdı. rülür. Aşağı yukarı kare planlı bu büyük yapının taçkapı cephesi kuzeye
Buhara ile Semerkand arasındaki yolda yer alan Rabat-ı Melik Kervansara­ bakar. İç avlunun çapraz eksenlerindeki tonozlu eyvanların ardında fiilen
yı'nın güney duvarı, taçkapıyla ve bir köşe kulesiyle birlikte yakın zama­ bir uzantı gibi duran aynı genişlikte odalar yer alır. Bir kervansarayın mu­
na kadar hala ayaktaydı. Bunlardan şimdi sadece taçkapı durmaktadır, ama tat çeper yapılarının iki "kuşak"lı düzene dayandığı söylenebilir: Çeper du­
kazı çalışmaları sonucunda kervansarayın tasarımı ortaya çıkarılmıştır. Gü­ varları boyunca yüklere ve hayvanlara ayrılmış olan uzun mekanlar ve av­
ney cephesinin ortasındaki taçkapıda günümüze ulaşan bir kemer ve oy­ lu kenarında bunlara bitişik olarak sıralanan ve bir sütunlu revakla avluya
malı pişmiş topraktan bir Farsça yazıtın işlendiği bir pervaz vardır. Rabatı açılan konaklama daireleri. Çaldıvar Kervansarayı'nda böyle üç kuşak var­
Melik'in güney cephesinin güçlü tasarımı Carkurgan'daki minarenin tasa­ dır. Avluya bitişik iç kuşak, hizmet odaları olarak kullanıldıkları anlaşılan
rımıyla ilişkilidir ve kökeni, yuvarlak ya da dikdörtgen tuğla kolonların dış uzun odalardan oluşur; avlu etrafındaki mutat revaklar yoktur ve avlu ne­
surları koruduğu eski kale mimarisi üslubuna dayanır. 1 1 .- 1 2 . yüzyıllara ait redeyse kesintisiz bir duvarla çevrilmiştir. Muhtemelen bu düzenleme bir
yapılarda ise bu teknik sadece bezeme amaçlı uygulanmıştır. zamanlar avluyu çevreleyen geleneksel sütunlu galerinin duvarla kapatıl­
Merv'in 80 km kuzeydoğusunda 1 1 . yüzyılda inşa edilen Akça Kale, masının sonucudur. Bu şekilde yaratılan kapalı odalar, avlunun çeper ya­
uzun eksen üzerinde iki avlusu bulunan ve Orta Asya'da nadir görülen bir pılarının iç kuşağını oluşturan hizmet odalarına dönüşmüş olmalıdır.
kervansaray tipini temsil eder. Rabat-ı Melik'te olduğu gibi, ana cephe tuğ­
la kolonlarla bezenmiştir; hatta yan duvarların bezemesi de benzer türden
yarım daire biçimli tuğla kolonlara dayanır. Her iki avlu da sütunlu galeri­
lerle çevrilidir ve çapraz eksenler eyvanlarla vurgulanır. Daha ferah olan
Hakim Termezi Türbesi'nin yanındaki savvuf şeyhinin mezarına yakın bir yerde in­
birinci avlu hayvanlara ve mallara ayrılmıştı; ikinci avlu esas olarak konak­ hankah, Termez, 1 2. yüzyıl şa edilirdi. Hakim Termezi Türbesi'nin ya­
lama daireleriyle çevrilidir. Bu kervansarayda özellikle çarpıcı unsurlar, ön Tasavvuf tarikatı mensuplarının toplantıları nındaki bu derli toplu hankahı n ortasındaki
avlunun aynı zamanda arka avluya giriş cephesini oluşturan arka duvarı için özel olarak tasarlanmış yapılara hankah kubbeli bölme tarikat toplantıları için kulla­
denir. Orta Asya'da hankahların çoğu 1 1 . ve n ılırdı ve eskiden tarikat mensuplarının kal­
ve avlunun kenarlarından birini oluşturan yapı sırasıdır. Bu cephede arka
1 2. yüzyıllarda tasavvufun yayılmasıyla birlik­ dığı odalarla çevriliydi.
avluya geçişi sağlayan bir taçkapı yükselir. te ortaya çıktı. Bu yapılar genellikle bir ta-
Han kahlar Sultan Sencer Türbesi vanhanenin turkuaz çinilerle bezenmiş olan
Merv, 1 2. yüzyıl ve dönemin kaynaklarına göre birkaç günlük
Sultan Sencer Türbesi olarak bilinen bu yapı yolculuk mesafesinden görülebilen bir dış
Orta Asya'da 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda dervişliğin yaygın olmasına karşın, bu
muhtemelen Büyük Selçuklu sarayının divan­ kubbesi vardı. Ortaçağda "Sencer Türbesi"
dönemde tasavvuf tarikatı mensuplarının kaldığı yapılardan sadece birka­ hanesiydi. Restorasyon çalışmaları sırasında, Doğu'da varlığı bilinen en büyük yapı sayıl­
çı günümüze ulaşmıştır. Gerek bu tekkeler, gerekse daha sonraki hankah­ cephelerine sonradan inşa edilmiş olabilecek maktaydı.
yapıların izleri ortaya çıkarıldı. İlk haliyle di-
lar yapı olarak aynı tarzdaydı: Ortada çapraz eksenlerinde nişler bulunan
kubbeli bir bölme, köşelerde ise barınma olanağı sağlayan hücreler var­
dı. Giriş, bir anıtsal taçkapı biçimindeydi. Hankah çoğu kez müminlerin
hürmet ettiği bir kişiye ait mezara bir yoldan bağlanır ve böylece buranın
bir ziyaretgaha dönüşmesine vesile olurdu. 1 1 . - 1 2 . yüzyıllardan kalan ve
Hakim Termezi'nin mezarının yanında yer alan böyle bir yapı, çok büyük
saygı gören bu tasavvuf filozofunun kültünde bir zamanlar önemli bir rol
oynamıştı. Bu hankah çapraz eksenlerinde nişler bulunan ferah bir böl­
meden oluşur. Yüksek taçkapısı yan duvarlarında nişler barındırır ve gü­
neye bakar. Bölmedeki diğer nişlerde de giriş yolları vardır ve bunların
sayısı kuzey kenarında üçü bulur. Bunlar muhtemelen günümüze ulaşma­
mış mesken dairelerine açılan girişlerdi; tasavvuf ayinleri için kullanılan
bölmenin üç kenarı eskiden böyle dairelerle çevriliydi.
Büyük olasılıkla gezgin dervişlerin kaldığı ve toplandığı bir merkez,
yani bir hankah işlevini gören eski ve özellikle gizemli bir yapı, 1 1 . yüz­
yıl başlarından kalmadır ve Tanrı Dağları'nın ücra bir köşesindedir. Kaba­
ca işlenmiş taşlarla inşa edilen ve Taş Rabat olarak anılan bu yapının gi­
riş taçkapısı doğuya bakar ve giriş cephesinin köşelerinde kulemsi
yuvarlak çıkıntılar yer alır. Taş Rabat girişten binanın öbür ucuna kadar
uzanan bir koridorla birbirine bağlanmış iki kısımdan oluşur. Mesken yer­
lerini barındırdığı anlaşılan doğu yarısı, yan koridorlara açılan iki oda gru­
buna ayrılmıştır. Çapraz eksenlerinde güney, batı ve kuzeye yerleştirilmiş
derin eyvanlar bulunan kare planlı ve kubbeli bir bölme, batı yarısının
odak noktasını oluşturur. Besbelli ki burası doğu kenarındaki hücrelerde
kalan dervişlerin törenlerini ve toplantılarını yaptıkları yerdi. Bu orta ala­ çevrili bir taht eyvanı şeklindeydi. Bu eyvan avluya doğrudan değil, yine
nın güneyine ve kuzeyine düşen uzun odalar muhtemelen hizmet odala­ ağır sütunların üstüne oturtulmuş geniş bir revaklı girişle açılırdı. Ortasın­
rıydı. Taş Rabat'ın sadece duvarları değil, karmaşık ve alışılmamış biçim­ da kare biçimli bir havuz bulunan avlunun etrafındaki yapılar ve batı ke­
deki konsol üçgen dolgularıyla desteklenen tonozları ve kubbeleri de narındaki eyvanın karşısında yer alan girişin tasarımı konusunda hiçbir
taştandır. Mütevazı bezeme orta bölmede bir kubbeciğin altındaki on altı bilgimiz yoktur. Bununla birlikte divanhanenin mimari önemi ve bezeme
köşeli mekandan ibarettir. Köşelik kemerlerinin yukarısında aynı biçimde­ görkemi, bizi sarayın daha az törensel kısımlarının da son derece çarpıcı
ki panolarla birbirinden ayrılan üç kenarlı küçük nişler vardır; her niş yü­ olması gerektiğini varsaymaya yöneltir.
zeyi kalın bir alçı sıva katmanı üstündeki düz oymalarla bezenmiştir. Ya­ Tacikistan'ın güney kesimindeki Huttalan ilinin merkezi Hulbuk'ta
rısı yıkık haldeki bir kubbeyle örtülü bu büyük yapı, taştan yontulmuş yürütülen kazılar, oradaki muazzam sarayın görüntüsü hakkında olduk­
kocaman bir heykeli andırır. Bezemelerinin seyrekliğine rağmen ve belki ça doğru bir fikir vermektedir. Kentin yukarısındaki bir tepede kurulu
de bundan dolayı olağanüstü heybetlidir. olan saray, karmaşık bir tasarıma sahipti ve farklı dönemlere ait yapıları
kapsamaktaydı. Tuğlayla örülmüş yüksek isnat duvarları, dışarıya doğru
çıkık masif köşe kuleleriyle saraya bir kale havası vermekteydi. Batı ke­
Saraylar
narında girişi oluşturan kubbeli köşkün dış cephesi bir geleneksel taçka­
Genellikle hükümdarın ikametgahını ve idari merkezleri aynı çatı altında pı, kemerli bir cumbanın yer aldığı geniş bir dikdörtgen yapı şeklindey­
toplayan 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllardaki Orta Asya saraylarından bir tanesi bile di. Girişi geçince varılan orta avluda büyük bir havuz vardı. Avlunun
günümüze ulaşmamıştır. Ama elimizde tarihsel kaynaklardaki tasvirlerin çevresinde iki farklı yapı grubunun varlığı ayırt edilebilir: Bir divanhane­
ve ortaya çıkarılıp incelenmiş birkaç harabenin sunduğu bilgiler vardır. yi de kapsayan güneydeki grup, sarayın törenlerde kullanılan resmi kıs­
Bir avlu ve ona açılan bir eyvan bileşimine dayanan genel tasarım ilkesi­ mıydı. Kuzeydeki grup ise, odaların küçük boyutlarından, konumların­
nin sayısız biçimlerle uyarlandığı ve standart bir tipin belirlenemeyeceği dan ve kümeleniş tarzlarından anlaşıldığı kadarıyla esas olarak ikamet
artık açıktır. Termez hükümdarına ait sarayın kazı çalışmalarından sonra amaçlıydı. Kuzeybatı köşesinde ve batı duvarının ortasında yer alan iki
tamamen yıkılan harabeleri, çok yakın zamana kadar 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllar­ oda grubu, tasarımlarından dolayı özel ilgiyi çekecek niteliktedir. Bu
dan kalma Orta Asya saray mimarisinin tek örneğiydi. Bu saray, kentin gruplarda çapraz eksenlerin birinde derin bir eyvanın bulunduğu kare bi­
aslında aristokratların yaşadığı bir dış mahallesi olan doğu kesimindeydi. çimli küçük avlular yer alır; eyvanın iki yanındaki odaların girişleri avlu­
Uzunluğu yaklaşık 1 00 metreydi ve uzun ekseni doğu-batı doğrultulu fe­ ya açılır. Bir eski İran geleneğine dayanan bu "avlulu eyvan tasarımı" bü­
rah bir iç avlusu vardı. Sarayın bu avluya bakan merasim dairesi, iki yan­ yük ya da küçük resmi törenleri düzenlemeye yönelikti. Sarayda
da ve arka tarafta ağır dikdörtgen sütunlar üstünde duran bir galeriyle tasarımın uygulanışı neredeyse kusursuz düzeydedir.

KARAHA N L I LAR, B ÜYÜK S E L Ç UKLULAR VE HAREZMŞAHLARIN M İ M A R İ S İ 365


kubbesi de artık yoktur. Bir zamanlar divanhaneyi çevreleyen yapılara ait
izlerin birçoğu "restorasyon çalışması" sırasında yok olmuştur. Ama gü­
nümüze ulaşan veya eski fo toğraflardan saptanabilen izler, zengin biçim­
de bezenmiş olan bu kubbeli büyük yapının eskiden çepeçevre odalarla
kuşatılmış olduğunu ve bunların bir bütün olarak bir saray kompleksini
oluşturduğunu anlamamıza yetecek düzeydedir. Sarayda mevcut divan­
hanenin yanı sıra bir cami, Sultan Sencer'in mezarı ve başka birçok oda
bulunduğu bilinmektedir. Bunlardan bazılarının kalıntıları daha şimdiden
kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
Köhne Ürgenç yerleşmesinde de uzun bir süre yanlışlıkla Harezmşah
Hükümdarı Alaeddin Tekeş'in ( 1 1 72-1 200) türbesi olduğu sanılan bir ya­
pı vardır. Bu da aslında kalın duvarları, çapraz eksenlerde üç nişi ve ku­
zey kenarında bir taçkapı nişi bulunan kare planlı bir divanhanedir. Hiç­
bir duvar resmini barındırmamasına (veya bir ihtimal bunların günümüze
ulaşmamasına) karşın, oyma süslerinin çeşitliliği dikkat çekicidir. Gele­
neksel sekizgenin yukarısında kabuk biçimli bezemeler barındıran yarım
daire biçimli nişlerden oluşmuş bir alan yer alır; bu aslında İslam sana­
tıyla bağlantısı kolayca kurulamayan bir barok formdur. Kubbenin iç kıs­
mı on iki uçlu düzgün bir yıldız şekli yaratacak şekilde küçük deliklerle
bezenmiştir. Daha yukarıda perdahlı mavi tuğlalardan, büyük bir geomet­
rik desenle süslenmiş olan dik bir konik çatı yükselir. Bu konik çatının
üstüne oturtulduğu · alınlık etkileyici oyma süsler taşır ve çatıyla birlikte
sanki müstakil bir yapı izlenimini uyandırır. Aşağıdaki yapının alçak göv­
desi bu izlenimi pekiştirir. Düzensiz cephe duvarlarının gösterişe dönük
Harezmşah Tekeş Türbesi yapıların varlığı kazılarda saptanmıştır. Çini be­ bir tasarıma dayanmaması nedeniyle, bu yapı hiçbir mimari özellik taşı­
Köhne Ürgenç, 1 2. yüzyıl sonları ve zemelerin yanı sıra özellikle ilgi çeken unsuru maz. Diğer nişlerden yaklaşık iki kat yüksek olan ve çok yüksek, garip
1 3. yüzyıl başları alışılmamış taçkapısıdır. Mutat dikdörtgen çer­
bir taçkapıyı barındıran kuzey cephesi tek istisnadır. Taçkapının görece
Bu yapı aslında Harezmşah sarayının divanha­ çeve burada yoktur; ama kemer biçimli niş iç
nesiydi. Sultan Sencer Türbesi örneğinde oldu­ tarafta karmaşık mukarnas yapılarla bezenmiş­ sığ kemerli nişinin geleneksel dikdörtgen çerçevesinden yoksundur; ama
ğu gibi, günümüze ulaşmayan çevredeki diğer tir. bunun yerine alışılmamış bir mukarnaslı iç yüzeyi vardır. Orta Asya ve
İran'da bu tarz taçkapının başka örnekleri yoktur. Fakat Anadolu'nun Sel­
çuklu mimarisinde bunun örneklerini Konya (Sultan Han) ve Nevşehir
Hulbuk'taki saray, süsleme motiflerinin çeşitliliği ve enfes niteliği açı­ kervansaraylarında ve Sivas'taki Gök Medrese'de, aynca başka birçok
sından, Termez sarayının bezemeleriyle yanşan şahane renkli duvar re­ yerde görürüz. Anadolu'dan gelen mimarların Köhne Ürgenç yapısının
simleriyle, oymalı ve boyalı alçı sıva panolarıyla bezenmişti. Sonraki dö­ inşasında görev almış olması mümkündür. Yakın dönemdeki kazılar bu
nemde defalarca elden geçirildi ve ilk kısımlarının birçoğu biçim ve işlev yapının müstakil olmadığını, tersine büyük bir kompleksin parçası oldu­
değişikliklerine uğradı; ama 1 3 . yüzyıl başlarında üç bölümlü yapılarını, ğunu ortaya koymuştur. Anısal olmaktan çok resmi bir işlev gören komp­
resmi ve günlük işlevler arasındaki belirgin ayrımı hala korumaktaydı. leks aslında Harezmşahlann sarayı ve yapı da onun divanhanesiydi.
Ortaçağ Merv kentinin merkezinde yer alan muazzam bir kubbeli ya­
pı, uzun yıllar Selçuklu Sultanı Sencer'in türbesi olarak kabul edildi. Ama
Özel konutlar
daha sonra içinde bir mezarın bulunmadığı ve Sencer'in gömüldüğü ye­
re dair ortaçağ anlatımlarına uymadığı saptandı. Dahası, cephelerinde bir Sıradan insanlara ait evlerden günümüze ulaşan hiçbir örnek yoktur. Bun­
zamanlar bütünleşik bir yapı topluluğunun varlığına işaret eden bitişik lar zengin kişilere ait evlerde kullanılan malzemeyle, yani kil tuğlayla in­
yapıların izleri ortaya çıkarıldı. Bu kubbeli ferah salonun Büyük Selçuk­ şa edilmekle birlikte, aynı ölçüde sağlam değildi. 1 1 . ve 1 2 . yüzyılların ti­
lu sarayının bir kısmı, daha doğrusu en önemli törensel kısmı olduğu ar­ pik zengin evleri müstakil yapılardı ve İslam öncesi dönemin bütünlüklü
tık kesin bilinmektedir. Uzak bir mesafeden görülebilen devasa yapı, şim­ yapı tipinin, yüksek bir platform üstünde kurulu köşkün doğrudan devamı
diki haliyle 5 metre kalınlığında duvarları bulunan ve çapraz genişliği 17 olan bir düzene sahipti. Bu tipte ev yaptıranlar sadece feodal beyler de­
metreyi aşan kare planlı bir salondan oluşur. Batı ve doğu çapraz eksen­ ğil, aynı zamanda zengin şehir sakinleri, tacirler ve zanaatkarlardı. Böyle
lerindeki iki nişte girişler yer alır. Çapı 17 metreye varan kubbe, sekizgen evlerde kaleyi andıran vasıftan vazgeçilmiş ve daha alçak katlara dönüş­
köşe kemerler üstünde durur. Duvarların yanı sıra köşe kirişlerini, kemer­ türülmüştü; ama özgün iç mekan düzeninin temel özellikleri büyük ölçü­
lerini ve nişlerini kaplayan bezeme amaçlı resimlerin izleri günümüze de korunmuştu. Evin ortasındaki kubbeli ve iki katlı bir salon, çevresin­
ulaşmıştır. Köşeliğin arka duvarlarında kemerli pencereler vardır; her du­ deki mesken odalarına ve işliklere bağlanmaktaydı. Genelde ev girişinin,
varın aşağıdaki geniş penceresi ile yukarıdaki dar penceresi, yapıyı çepe­ cepheden dışarıya doğru çıkıntılı ya da niş biçimli bir taçkapısı vardı. İka­
çevre saran ve yapının en olağandışı unsurunu oluşturan bir galeriye açı­ met odalarının yer aldığı üst katın dış duvarı, bezeme işlevi katılmış eski
lır. Bu galerinin üst kesimi tamamen yıkılmış durumdadır. Eskiden sırlı üç boyutlu inşa tekniğine göre yarım daire biçimli çıkıntılarla yivli bir gö­
bir mavi yüzeyle kaplı olan ve en azından dönemin vakanüvislerinin id­ rüntüye büründürülür veya kapalı revak süsleriyle bezenirdi. Böyle bir
diasına göre, Merv'e üç günlük bir yolculuk mesafesinden görülebilen dış aristokrat evinin harabeleri Merv'de, merkezdeki Sultan Kale yöresinin ba-

366 O RTA ASYA VE ANADOLU


tısında görülebilir. Aşağı yukarı kare zemin planlı bu yapının alt katı, ke­ Merv Selçuklularının idari merkezi Şehriyar Ark'ta zengin bir toprak sahibine ait
narları eğimli yüksek bir platform şeklindedir. Ana eksen üzerindeki iki başka tipte bir tam donanımlı ev günümüze ulaşmıştır. Dört pusula yönüne göre be­
giriş, çapraz eksenlerinde nişler bulunan kare tabanlı orta salona açılır. lirlenmiş bir düzene dayanan bu evde, çapraz eksenlerde geleneksel eyvanların yer
Koridorlar bu nişleri mesken ve işlik olarak kullanılan kenarlardaki oda­ aldığı bir kare avlu vardır. Avlunun eyvan kenarlarındaki duvarları kapalı revak ya­
lara bağlar. Doğu köşesinde bir kare sütunun etrafında dolanarak yukarı­ pılarıyla bezenmiştir; doğu eyvanı aradaki bir sofayla giriş taçkapısına bağlanır. Kub­
ya çıkan bir rampanın bulunduğu bir tür merdiven boşluğu yer alır. Üst beli salon rolünü üstlenen avlunun etrafında çok sayıda oda kümelenmiştir. Bunlar­
katın duvarları hatırı sayılır ölçüde daha incedir ve alt katın duvarlarına dan özellikle ikisi, güneydoğu köşesindeki kubbeyle örtülü eş odalar olağandışı
oranla daha belirsiz eğimlidir. Ortasında bir dikdörtgen açıklık bulunan tasarımlarıyla özgündür. Bu malikane kil tuğlayla inşa edilmiştir ve çeşitli yerlerde
kare bölme, aşağıdaki salonun uzantısı niteliğindedir ve bir kubbeyle ör­ taş örgüler bir bezeme işlevini görür. Şimdi yıkık durumda olan tuğla yüzeyli cep­
tülüdür. Bu bölmenin açıldığı çapraz eksenli eyvanlar dış duvarlara kadar heler, eskiden zengin ve çarpıcı bezemelerle kaplıydı.
uzanır. Bu kenardaki açıklıklar öylesine geniştir ki, açık galeri görünümü­ Tacikistan'ın güney kesimindeki Sacod yerleşmesinde bulunan büyük bir mali­
nü taşır. Rampanın yer aldığı doğu köşesi dışında, üst katın köşe alanları­ kane, köşelerindeki dört kuleyle neredeyse bir kale görünümündedir. Çeşitli oda­
nı bir büyük odadan ve onunla bağlantılı dar bir odadan oluşan benzer lardaki ve gömme orta avluyu çevreleyen galerideki tuğla katlarının figüratif örgü­
oda grupları doldurur. Odaları bütün istikametlere doğru uzanan üst ka­ leri son derece çarpıcıdır. Ama bu sıradan taşra malikanesinin bezenmesinde
tın simetrik planı, günlük yaşam gereklerinden ziyade törensel amaçlara kullanılan umulmadık ölçüde muhteşem oymalı ve boyalı alçı sıva süsler özellikle
yönelik bir düzenlemedir. dikkate değerdir. Günümüze ulaşan duvar panoları, avlunun güneydoğu köşesin­
Kalta Minar yerleşmesinde "yivli" duvarları ve her dört kenarında çap­ deki kafes ve birçok odanın duvarları baştan aşağı oymalarla bezenmiştir. Bunların
raz eksenli taçkapıları bulunan bir ev ile Merv'in "çömlekçiler çarşısı"nda­ hepsi bir ihtişam izlenimini uyandırır. Kültür merkezlerinin çok uzağında keşfedilen
ki bir ev, bu yapı tipinin başka örnekleridir. Her iki evin de benzer düze­ bu süsleme düzeni bir saraya yaraşır düzeydedir ve Orta Asya'da 1 1 . ve 1 2 . yüzyıl­
ni kubbeyle örtülü orta alana bağlı olan eksiksiz bir simetrinin damgasını larda sanatların yaygın çapta serpildiğinin kanıtını sunar.
taşır. Merv ve civarında, bu tipte epeyce anıtsal yapı günümüze ulaşmış­ Son yıllarda yapılan keşifler ve yürütülen araştırmalar, 1 1 . yüzyıldan 13. yüzyıl
tır; ama Orta Asya'nın başka yerlerinde, sözgelimi Harezm bölgesinde de başlarına kadar anıtsal yapılar ile özel evler (tabii sadece ayrıcalıklı sınıflara ait olan
böyle yapılara rastlanır. Ancak, burada elit tabakaya ait bütünlüklü evler evler) arasında mimari tasarım ve bezeme açısından ilke olarak hiçbir sanatsal fark­
bölgeye özgü üç kısımlı tasarıma uyar. Bu tasarım üç paralel kısma daya­ lılık bulunmadığını göstermiştir. Bir bütün olarak bakıldığında, Moğol istilasıyla yı­
nır; dışarıda bir giriş nişinin ve içeride bir merkezi odanın yer aldığı orta kılan bu kültür, önceki dönemlerle ve özellikle sonraki dönemlerle bir karşılaştırma
kısım, "Merv" kubbeli salon tasarımıyla bir ilişkinin ipucunu verir. Harezm yapılacak olursa, kusursuzluğu açısından dikkate değer yüksek bir klasisizmi tem­
bölgesindeki Kevat Kale vahasında bulunan 60 numaralı ev bunun iyi bir sil eder.
örneğidir. Bu tip yapıların anıtsallığı, cephelerin simetrisinden ve iç me­
kan düzeninden kaynaklanır.

o o
o

Sultan Kalesi'nin batısındaki bir evin ğı söylenebilir. Alt katta hizmet ve mesken bir platform üstüne oturtulan İslam öncesin­ dır. Üst katta muhtemelen açıklığı simgele­
cephesinin çizimi, Merv, 1 2. yüzyıl odaları, üst katta ise bir kubbeli salonun etra­ deki erken ortaçağ kalelerini andırır. Burada meye yönelik garip kapalı revak yapıları
Bu ev zengin bir şehirliye ait mülkün ana bi­ fında kümelenmiş ferah odalar ve eyvana ba­ alt kat böylesi bir platform biçimindedir. Ne­ görülür.
nasıydı. Tasarımına bakılacak olursa, özel bir kan açık galeriler vardı. Bu yapı dış tasarımı redeyse penceresizdir ve sadece çapraz cep­
konuttan ziyade törensel amaçlarla kullanıldı- açısından, genellikle duvarları eğimli yüksek helerde kemerlerin çevrelediği iki girişi var-

KARAHANLILAR, BÜYÜK S E L ÇU KLULAR VE HAREZMŞAHLARIN MİMARİSİ 367


sayan bazı kaynaklar vardır. Ne var ki, estetik üstünlüklerine rağmen, Is­
Isfahan Cuma Camisi
fahan'daki kuzey kubbesi bir anomalidir. Nasıl bir işlev gördüğü açık de­
Sheila Blair, jonathan Bloom
ğildir; caminin dış kısmına da pekala kondurulabilirdi. Dahası, unsurla­
rın dikey düzeni aykırı bir örnektir.
Selçuklu döneminde yapı ustaları İran'daki cuma camileri için standart Camideki başlıca dönüşümler özgün çok-ayaklı caminin kapladığı
haline gelen yeni bir zemin planı geliştirdiler. Bu yeni planın evrimi Sel­ dikdörtgen alan içinde gerçekleşti. Güney ucuna eklenen müstakil ka­
çuklu başkenti Isfahan Cuma Camisi'nde en açık haliyle görülür. Abbasi­ meriye ne görsel ne de yapısal bakımdan yeterliydi. Bu nedenle Selçuk­
ler 9. yüzyılda burada klasik bir çok-ayaklı cami yaptırmış ve Büveyhiler lu imarcılar ikinci adım olarak güney kubbesi bölmesi ile avlu arasında­
10. yüzyılda avlu cephesine yüzeyleri küçük tuğlalarla kaplı çok bölme­ ki 18 kolonu yıktı ve bir eyvan, yani bir ucu avluya açılan, diğer ucu
li payandalar diktirmişti. Selçuklular mihrabın önündeki ve etrafındaki 20 kubbeli bölmeye yönelen beşik tonozlu bir alan ekledi. Caminin güney,
salma denk düşen 24 kolonu yıktırarak ve bu boşluğa çok bölmeli küt­ yani kıble kenarının ortasındaki bu eyvanı tamamlayıcı unsurlar olarak,
lesel payandalarla desteklenmiş müstakil bir kubbeli kameriye yerleştire­ zamanla avlunun diğer kenarlarının orta kısımlarına denk gelen üç ey­
rek, çok ayaklı yapıya özgü görece eşitlikçi mekan düzenini değiştirdiler. van daha yapıldı. Bu çalışma muhtemelen 1 2 . yüzyıl başlarında, bir yan­
Kubbenin kaidesini çevreleyen bir yazıt şeridi, bu eserin Sultan Melikşah gının 1 1 2 1/22'de camiyi tahrip etmesinden sonra yürütüldü.
ve veziri Nizamülmülk"ün himayesi altında yaratıldığını belirtir. Bu kub­ Isfahan'da gelişen dört eyvan ve bir kubbeli bölme bileşimi çok geç­
beli bölme muhtemelen bir "maksure" , yani sultana ve maiyetine mahsus meden yakındaki şehirlerin cuma camilerine de uygulandı. Örneğin, Er­
bir alan olarak tasarlanmış ve sultanın 1086 sonbaharındaki ziyareti sıra­ distan'daki çok-ayaklı cami 1 1 58-1 1 60 arasında yeniden düzenlendi. İz­
sında Şam'daki camide gördüğü büyük kubbeyi örnek alarak inşa edil­ leyen dönemde bu plan İran'ın her tarafındaki cuma camileri için bir
mişti. Yazıtta kullanılan unvanlar ve tarihsel durum esas alındığında, Is­ standart haline geldi. Değişimin sebepleri tam açıklığa kavuşmamış ol­
fahan'daki çalışmanın 1086/87 kışında yürütüldüğü söylenebilir. makla birlikte, sırf pratiklik ve yararlılık kaygıları gözetilmiş olabilir. Bu
Nizamülmülk'ün baş rakibi Tacülmülk iki yıl sonra, 1088/89'da Isfa­ plan zaten Irak ve İran'da İslam öncesi birçok yapıda, Aşur'daki Part sa­
han'daki caminin karşı ucuna bir başka kubbeli kameriye eklenmesi em­ rayından (İS 1 . yüzyıl) Ktesiphon'daki Sasani evlerine (6 . yüzyıl) kadar
rini verdi. Güney kubbesinden biraz küçük olan bu kuzey kubbesi aynı uzanan örneklerde kullanılmıştı. Herhangi bir saltanat ya da kült çağrışı­
kare oda, üç bölümlü köşe kemeri, on altı kenarlı geçiş kuşağı ve yarı­ mını uyandırmaksızın, elverişli bir anıtsallık ortamı sunmaktaydı. Dört
küre biçimli kubbe unsurlarına sahiptir; ama bu unsurların Gotik mima­ eyvanlı plan İran'ın iklimine de ideal biçimde uygundur. Namaz kılarken
ride olduğu gibi dikey olarak hizalanması açısından daha zarif sayılır. Ni­ en sık kullanılan kıble eyvanı kuzeye bakar ve yılın büyük bölümünde
tekim, Isfahan'daki kuzey kubbesini ortaçağ İran mimarisinin şaheseri gölgeli kalır. Diğer eyvanlar sabah, öğle ve akşamüstü güneş ışığı alır; bu

368 O RTA ASYA VE ANADOLU


Karşı sayfada: Isfahan Cuma Camisi'nin merkez işlevini görmüştü. Selçuklu dönemin­ Isfahan Cuma Camisi'nin kışlık batı eyvanının hemen kuzeyine 1 4. yüzyılda
havadan görünüşü, 9. yüzyıl ve sonrası de avlu etrafındaki dört eyvanın yanı sıra gü­ namaz bölmesi eklenmişti. Dikdörtgen mekanı örtmek için
Bu cami bir orta avlu etrafında düzenlenmiş neydeki kubbeli bölme (ön planda) eklendi. Dört eyvanlı planın esnekliği, toplumun de­ kullanılan çapraz tonozları açısından ilginç­
dört eyvanlı klasik İran planını sergiler. Cami­ Günümüzde cami artık sınırları seçilmeyecek ğişen ihtiyaçlarını karşılamak üzere belli tir. Güney ucunda İlhanlı Sultanı Olcay­
nin düzenleyici unsuru olan avlu, daha önce ölçüde çevredeki çarşılarla ve kent siluetiyle alanların yeniden inşa edilmesine ve bezen­ tu'nun 1 3 1 O'da eklediği muhteşem alçı sıva
de Abbasilerin kurduğu çok-ayaklı caminin birleşmiş durumdadır. mesine olanak verirdi. Örneğin, bu bölme oymalı mihrap yer alır.

Yukarıda: Isfahan Cuma Camisi'nin başta olmak üzere ayrı unsurlarının hepsi di­ bakımdan mevsime ve günün vaktine bağlı olarak öğretim, ders çalışma ya
kuzeydeki kubbeli bölmesinden bir key olarak hizalanmıştır. Bu dikey düzen göz­ da dinlenme amacıyla kullanılabilir. Planın özünde bir yön unsuru taşıma­
detay lerin yukarıya doğru, yani beş köşeli bir yıl­ masına karşın, yapı ustaları bir camide kıble eyvanını daha büyük yaparak
Camiye 1 088/89'da eklenen kuzeydeki kub­ dızla enfes biçimde bezenmiş kubbeye
beli bölme çoğu kez ortaçağ İran mimarisinin çevrilmesini sağlar. Ama güzel olmakla birlik­ ve kapalı ucuna bir kubbeli bölme ekleyerek öne çıkarabilirdi. Dört eyvan­
şaheseri sayılır; çünkü bütün duvarlardaki ka­ te, İran mimarisinde aykırı bir örnektir. lı planın pratikliği diğer birçok yapı tipinde de rağbet görmesini getirdi. Sel­
palı panolar ve yukarıdaki köşe kemerleri çuklular gelenekçi Sünni anlayışlarına destek sağlamak için medreseler kur­
ma programını hızlandırdılar. Sonraki örneklere bakılacak olursa, bu

�· ,
medreseler muhtemelen dört eyvanlı plana göre inşa edilmiş olmalıdır; ama
1 Selçuklu döneminden günümüze bozulmadan ulaşmış bir örnek yoktur. Ni­

I
şabur'dan Merv'e giden eski kuzey güzergahı üzerinde Selçuklu Veziri Şe­
.
rafeddin Kummi tarafından 1 1 14/1 5 'te yaptırılan enfes örnekte görüldüğü
.

üzere, kervansaraylar için de dört eyvanlı plana başvuruldu.


Isfahan'daki çok-ayaklı camide 1 1 . yüzyıl sonlarında yapılan değişiklik­
ler İranlı yapı ustalarının kubbeli mekanlardan yararlanmadaki yaratıcılığı­
nı da gösterir. Caminin ayrı sahınları 200 kadar farklı tonozla örtülüdür. To­
nozların kesin kronolojisinin saptanamamasına karşın, birçoğu bu dönemde
eklenmiş olabilir ve Selçukluların himayesinde gelişen pişmiş tuğlayla inşa
tekniğindeki üstün ustalığa topluca tanıklık eder.

Isfahan Cuma Camisi'nin kıble eyvanı çok-ayaklı caminin beş sahnına denk düşer­
Selçuklu döneminde Isfahan Cuma Camisi ken, yan eyvanlar sadece dört sahın genişli­
çok-ayaklı bir yapıdan dört eyvanlı bir yapıya ğindedir. Güney eyvanının üstündeki yüksek
ve kıble eyvanının ötesine uzanan bir kubbeli çifte minare de müminlere kıbleyi gösterir.
ibadethaneye dönüştürüldü. Kıbleyi vurgula­ Sonraki dönemlerde eyvan çinilerle döşendi
mak amacıyla, güney eyvanı daha geniş ve do­ ve mukarnas katlarıyla kaplandı.
layısıyla daha yüksek tutuldu. Bu bölme eski
boşalırcasına başlamıştı. Başkenti
Anadolu Köhne Ürgenç (şimdi Türkmenis­
tan'da) olan Harezmşah İmpara­

Selçukluları torluğu çok geçmeden Moğollara


yenik düştü. İran, Orta Asya ve Or­
joachim Gierlichs tadoğu'nun geniş alanları ve so­
nunda Anadolu Selçuklu toprakla­
rı aynı akıbete uğradı.
Bizans'ın can damarı Anadolu'nun Tehlikeli durumun farkında
İslamlaşması 1 1 . yüzyılın ikinci ya­ olan Alaeddin Keykubad, devleti
rısında başladı. Büyük Selçuklu her bakımdan, askeri, siyasal ve
Sultanı Tuğnıl'un ölümünden ekonomik bakımlardan güçlendi­
(1063) sonra, yerine onun gibi ye­ rip sağlamlaştırmaya çalıştı. Başka
tenekli bir askeri önder olan yeğe­ tedbirlerin yanı sıra, Konya'yı bir
ni Alp Arslan geçti. Alp Arslan'ın surla çevirtti ve bütün emirlerin in­
ilk girişimi Şii Fatımilerin yöneti­ şaat ve donatım maliyetine katkıda
mindeki Mısır'ı ele geçirmek üzere bulunmasını zorunlu kıldı. Onun
Suriye ve Filistin'e bir sefer düzen­ 1 237'de zehirlenerek ölmesinden
lemek oldu. Cephe arkasını gü­ sonra, yerine geçen oğlu II. Gıya­
venceye almak amacıyla Ermenis­ seddin Keyhüsrev (1 237-1 247) ilk
tan'ı ilhak etmesi, Bizans'ın da bu başlarda sözgelimi Eyyubilere kar­
plan içine girmesini getirdi. IV. Ro­ şı bazı yeni askeri başarılar elde et­
manus Diogenes önünü kesmeye mekle birlikte, önceki dönemin
çalıştığı Alp Arslan'la Malazgirt çalışmalarını yeterince sürdüreme­
(Manzikert) Ovası'nda 26 Ağustos di. Babai dinsel hareketinin ayak­
1071 'de karşı karşıya geldi. Bu ka­ lanması imparatorluğu güçlü bi­
pışma Bizanslılar açısından kesin çimde sarstı. Devlet öylesine
bir yenilgiyle sonuçlandı ve askeri Kubadabad Sarayı, Orta Anadolu, inşasının başlangıcı 1 227 zayıfladı ki, Moğollar 1 242'de Er­
birliklerin arkasında ilerleyen Türk Alaeddin Keykubad'ın ( 1 2 1 9- 1 237) tarihsel kaynaklardan bildiğimiz bu yazlık ikametgahı, zunım'u ele geçirdi ve 1 243'te An­
Beyşehir Gölü'nün batı kıyısında yer alır ve en önemli Anadolu Selçuklu saray yapısı sayıl ı r. kara yakınında Kösedağ Muhare­
boyları hiçbir direnişle karşılaşma­
Sultanın talimatı üzerine ve onun aktif katılımıyla, baş mimarı Sadeddin Köpek tarafından
dan Anadolu içlerine sızdı. Alp l 227'de yaptırılmaya başladı. Sadece birkaç yıl kullanıldı ve Gıyaseddin Keyhüsrev dönemin­ besi 'nde Selçuklu birliklerini
Arslan Anadolu'nun yönetimini de ( 1 236/37- 1 246-47) bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tuttu. Çeşitli müstakil yapıları arasında, bozguna uğrattı. Ardından Sivas,
uzak bir akrabası olan Emir Süley­ sırlı ve sıraltı boyalı duvar çinileriyle zengin biçimde bezenmiş iki saray vardır. Erzincan, Tokat ve Kayseri gibi en
man'a bıraktı. Dosdoğru Küçük önemli kentler işgal edilip yağma­
Asya'nın batı kesimine yönelen lanırken, Sultan Keyhüsrev güney­
Emir Süleyman 1078'de Nikaia'yı (İznik) ele geçirdi ve ilk başkenti ilan deki Antalya'ya çekilmek zorunda kaldı. Konya sultanlığı 60 yılı aşkın bir
etti. Böylece Anadolu en azından biçimsel olarak, Büyük Selçuklu İmpa­ süre daha varlığını sürdürdü, ama gittikçe Moğollara ve temsilcilerine ba­
ratorluğu'nun Türkmenistan'daki başkenti Merv'den çok uzaktaki bir eya­ ğımlı hale geldi. Moğol Hanı Hülagu'nun 1 258'de Bağdat'ı ele geçirerek
leti haline geldi. yakıp yıkması, yüzyılın en büyük felaketine yol açtı. Abbasi halifeliğinin
İlk baştaki bu hızlı başarılardan sonra, Selçukluların yönetimlerini pe­ çöküşünden sonra, Selçuklu İmparatorluğu'nun sıkıntıları yoğunlaşmaya
kiştirmeleri 100 yılı aşkın bir süreyi aldı. Bizans'a karşı bir başka zaferle başladı. Başkent Konya yağmalandı ve baştaki sultan tahttan indirildi; ay­
(1 176, Myriokephalon ve Niksar'da) ve II. Kılıç Arslan ( 1 1 56- 1 1 92) döne­ nı olay daha sonraları artan sıklıklarla yaşandı. Selçuklular ancak Hüla­
minde Danişmendli Beyliği topraklarının ilhakıyla (1 178) sonunda bu he­ gu'nun ardılları İlhanlılara karşı belirgin bir pragmatik politika izleyerek
defe varıldı. Aynı dönemde Bizanslılarla ve Haçlılarla bütün tarafların de­ ayakta kalabildi.
ğişen ittifaklar kurduğu birçok çatışmaya girildi. Üçüncü Haçlı Seferi Sultan Baybars yönetimindeki Memlüklar ile Selçuklular arasında
sırasında Roma-Germen İmparatoru Friederich Barbarossa'nın 1 1 90'da 1 277'de kurulan bir ittifak, Moğol ordularının Elbistan'da yenilgiye uğra­
dış mahallelerine kadar ulaştığı Konya, yeni başkent oldu. II. Kılıç Ars­ tılmasını sağladı. Ancak, bir misillemeden korkan Baybars geri çekildi ve
lan'ın ölümünden (1 1 92) sonra imparatorluğun 1 2 oğlu arasında paylaşıl­ Selçuklu ordusu 1 279'da İlhanlılara kolayca yenildi. Artık devlet işlerine
masının yol açtığı yeni bunalım ancak Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev açıkça müdahale eden İlhanlılar, uygun gördükleri gibi Selçuklu sultan­
(1 204- 1 2 1 1 ) tarafından giderildi. O ve oğlu İzzeddin Keykavus ( 1 2 1 1- larını atamaya ve tahttan indirmeye başladı. Bunun sonucunda merkezi
1 21 9) yeni devletin temellerini attı ve en becerikli Anadolu Selçuklu hü­ otoritenin gücü sürekli azaldı. Başkent Sivas'a taşındı; Selçuklu devleti ay­
kümdarı olan I . Alaeddin Keykubad'a (12 19-1 237) düzgün işleyen bir ida­ rı beylikler ve emirlikler olarak dağılmaya yüz tuttu . II. Mesud'un (1281-
re ve güçlü bir ordu bıraktı. Onun yönetimi altında imparatorluk kısa, 1 297 ve 1 302-1 308) Kayseri' de 1 308'de ölmesinden sonra, İlhanlı Hüküm­
ama görkemli bir altın çağ yaşadı. Ne var ki, genel siyasal iklimini belir­ darı Olcaytu (1304-1316) sonunda doğrudan ülkenin denetimini üstlendi:
leyen etken artık Moğol fetih dalgasıydı. Bu akınlar bir Moğol elçi heye­ Anadolu artık merkezi İran'ın kuzeybatı kesimindeki Sultaniye olan bir
tinin yerel bir Harezmşah komutanınca 1218'de öldürülmesiyle dizginden İlhanlı eyaletine dönüştü.

370 O RTA ASYA VE ANADOLU


Mimari
joachim Gierlichs

Anadolu'daki Selçuklu mimarisi şimdiye kadar ancak kısmen ayrıntılı ola­


rak incelenen çok sayıda etkinin altında şekillenmiştir. Orta Asya, İran,
Mezopotamya ve Suriye'den, ayrıca bizzat Anadolu'dan gelme yönlendi­
rici etkileri ve ödünç alınmış unsurları saptamak mümkündür. Bununla
birlikte, en son araştırmalar Anadolu Selçuklu mimarisinin "sırf Büyük
Selçuklu mimarisinin bir kolu" değil, ama "yeni bir Türk-İslam kültürü
sentezi" (A. Kuran) olduğunu vurgulamaktadır.
Anadolu'da günümüze ulaşmış Selçuklu yapılarının sayısı İran ve Or­
ta Asya'ya oranla çok daha fazladır. Bunun önemli sebeplerinden biri,
anıtlardan çoğunun pişmiş tuğlayla değil, özenle örülen taşla inşa edil­
miş olmasıdır. Ulucamiler dışında rastlanan başlıca yapılar şunlardır:
Medreseler, türbeler, kümbetler, ticaret yolları üzerindeki hanlar ve ker­
vansaraylar. Bunların yanı sıra çeşitli saray, köşk, zaviye, tekke, hankah,
şifahane, darüşşifa, hamam, köprü örnekleri ve bir Selçuklu tersanesi sa­
yılabilir. Farklı işlevlere sahip birkaç yapıyı barındıran ve Osmanlı mima­
., . - . · ·...
risine özgü olan külliyeleri daha Selçuklu döneminde görmek mümkün­ ·..-..
-----�-.-."-""- - ·· "-�- · ��.��....,_.�--

dür. Kayseri'de bir camiyle birlikte bir medresenin, bir türbenin ve bir
çifte hamamın yer aldığı Huand Hatun Külliyesi böyle bir örnektir.
Alaeddin Camisi, Niğde, 1 223 len iki insan sureti şeklindeki figüratif ka­
N iğde'nin içkale tepesinde yer alan bu cami bartmalar da yer alır. Osmanlı dönemi dı­
Alaeddin Keykubad döneminde ( 1 2 1 9- şındaki yapılarla bile karşılaştırıldığında tık­
Camiler 1 237) inşa edilmiştir. Kıble ekseni üzerinde naz sayılan minare, tamamen yontma taşla
olmayan giriş taçkapısı, cephenin yukarısına örülmüştür ve gövdenin oturtulduğu çok­
Anadolu Selçuklu camileri doğrudan Arap avlulu camileriyle ilişkili olan
doğru yükselir ve bütün dış bezemenin gen orta kısım "Türk üçgenleri" yerleştiril­
Güneydoğu Anadolu'daki camilerden önemli ölçüde farklıdır. Yakın ze­ odak noktasını oluşturur. Çok düz olan taş miş bir kare kaide üstünde durur.
min planlarının görüldüğü Sivas Ulucamisi (1 1 96/97) ve Sinop'taki Ulu­ bezemelerde bugün ancak güçlükle seçilebi-
cami (1 267) gibi birkaç yapı olsa bile, bu çok-ayaklı tasarım Orta Anado­
lu'da pek tutmamıştır. Daha çok rastlanan durum yan yana varlıklarını
sürdüren bir dizi çeşitlemeyle birkaç ayrı zemin planının kullanılmasıdır. Bir deney evresi sayılan 1 2 . yüzyılın ilk yarısında, Bitlis, Harput, Nik­
13. yüzyıla kadar tekörnek bir cami planı ağır basmaz. sar, Sivas, Kayseri ve Konya'da cuma camileri inşa edildi. Büyük Selçuk­
luların İran ve Orta Asya'da geliştirdiği ve beşik tonozlu dört eyvanın bir
avluya açıldığı dört eyvanlı şema, şaşırtıcı bir şekilde Anadolu cami yapı­
mında hiçbir rol oynamadı. Sadece Harput ve Malatya'nın cuma camile­
rinde silik yansımalar görülebilir. 1 3 . yüzyılda doğrusal düzeninden ve
hiç kuşkusuz yerel kilise yapısının etkisinden dolayı "bazilika" olarak bi­
linen yeni bir zemin planı tipi ortaya çıktı. Niğde'deki Alaeddin Cami­
si'nde (1 223) kıble duvarının önünde üç farklı kubbe yer alırken, Amas­
ya'daki Burmalı Minare Camisi'nde (1 237-1 246) üç kubbe orta geçidin
yukarısında sıralanır. Böylece benzer zemin planlarından çok farklı iç me­
kanlar gelişir. Amasya'daki Gök Medrese Camisi 0 3 . yüzyılın üçüncü
çeyreği) hem enine hem de boyuna düzenlenmiş üç kubbe grubuyla bu
üç kubbeli şemanın daha ileri bir gelişim aşamasını temsil eder ve erken
dönem Osmanlı camilerinin bir prototipi sayılabilir.

Alaeddin Camisi'nin iç kısmı si zemin planının enlemesine değil, uzunla­


Niğde, 1 228/29 masına düzenlendiği, yani "bazilika" tipinde
Niğde'deki Alaeddin Camisi'nin iç kısmı 1 5 olduğu Anadolu camilerinden biridir. Na­
sahna ayrılır. Bunların çeşitli üsluplardaki maz bölmesinin döşemesini değerli halılarla
tonozları sağlam ve bodur sütunlarla des­ örtmek Selçuklu dönemine kadar inen bir
teklenir. Kıble duvarının önündeki üç sahın geleneğe dayanır. En eski halılar bu dönem­
ise buranın önemini güçlü biçimde vurgula­ den kalmadır.
yan bir kubbeyle örtülüdür. Alaeddin Cami-

ANADOLU S E L Ç UKLULARI M İ MA R İ S İ 371


tasında, özgün hali, çatısız ve açık bir aydınlık yer alır. Literatürde kimi
zaman "kar deposu" olarak anılan bu unsurun önceki avlulu camilerin bir
kalıntısı, belki de bir tür "küçülmüş iç avlu" olup olmadığı kesin bilinme­
mektedir.
Anadolu camilerinin iç döşemesine mihrap ve minber egemendir. Ço­
ğu kez renkli çinilerden oluşmuş bir mozaikle bezeli olan mihrap, yan
duvarları geometrik ve bitkisel desenlerle bezenmiş, enfes oymalı ahşap
minberle bir tezat yaratır. Ancak, Kayseri Ulucamisi'nde olduğu gibi, mih­
raplar bazen taştan yapılır. Damsa Köyü Taşhur Paşa Camii'nin şimdi An­
kara'daki Etnografya Müzesi'nde bulunan mihrabı gibi günümüze ulaş­
mış nadir ahşap mihrap örnekleri de vardır.
Anadolu Selçuklu minaresi tipik dar Osmanlı "iğne minaresi"nden da­
ha bodurdur; yuvarlak ya da çokgen gövde genellikle yüzeyi tuğlayla
kaplı bir taş kaide üstünde durur. Gövdenin şerefeye kadar olan bölümü
çoğu kez turkuaz ya da gri-menekşe tuğlalarla, bazen de mozaik çiniler­
le bezelidir. Antalya'daki Yivli Minare'de ( 1 2 19), kare bir kaideden çıkan
ve "Türk üçgenleri" denen yelpazeye benzer bingiler yuvarlak, yivli göv­
denin oturtulduğu sekizgen yapıya doğru yükselir.

Medreseler
Selçuklu Veziri Nizamülmülk ( ö . 1092) artan Ş i i nüfuzuna karşı koymak
amacıyla medrese kurumunun temellerini attı. Ona atfen "Nizamiye" ola­
rak da anılan bu kurumlar "düzenli, devlet destekli yükseköğrenim mer­
kezleri" olarak tasarlanmıştı. Bağdat'ta kurulan ilk medresenin (1066) ar­
Orta Anadolu'nun batı kesiminde 1 3 . yüzyılda ortaya çıkan ve zemin dından, başka birçok medrese inşa edildi. Hiçbiri günümüze ulaşmayan
planlarına göre doğrudan çok-ayaklı yapılarla ilişkili olan "ahşap kolon­ bu yapılara dair bilgilerimiz tarihsel kaynaklara dayanır. Dolayısıyla, kö­
lu camiler" özellikle olağandışıdır. Bunların ayırıcı özellikleri arasında taş kenleri kadar görünümleri de günümüze kadar akademik yazıların tartış­
yerine tahta ince kolonlar, kısmen zengin süslemeli ve ahşap kirişli düz ma konusu olmuştur. Camilerde gevşek bir yapıyla verilen temel eğitimin
bir tavan ve yontulmamış taştan basit duvarlar sayılabilir. Bu tipteki en tersine, medresenin Kuran öğreniminin yanı sıra fıkıh, felsefe, matema­
eski cami 1 232 tarihli Sivrihisar Ulucamisi'dir. Ankara'daki Arslan Hane tik, astronomi ve tıp derslerini de kapsayan bir müfredatı vardı. Bu ba­
Camisi'nde (1 289/90) olduğu gibi, burada da ahşap kolonların bir başka kımdan Batılı kaynaklarda sıklıkla kullanılan "ilahiyat yüksekokulu" ya
yapıdan alınma mermer başlıkları varken, Afyon Ulucamisi'ndeki (ta­ da "hukuk okulu" nitelendirmeleri ancak kısmen doğrudur.
mamlanışı 1 272) kolonlar, döneme özgü ve eskiden boyalı olan ahşap Anadolu topraklarında esasen iki tip medrese gelişti: Örtülü avlulu
mukarnas başlıklar taşır. Beyşehir' deki Eşrefoğlu Camisi'nin (1 298/99) or- ve açık avlulu medreseler. Örtülü medreselerin en eski örneklerine Nik-

Yukarıda: Afyon U lucamisi'nin


iç kısmı, tamamlanışı 1 272
Afyon Ulucamisi Orta Anadolu'nun batı
kesiminde 1 3.- 1 5. yüzyıllar arasında yaygın
biçimde inşa edilen ahşap kolonlu camiler­
den biridir. Bu yapılarda alışılmış taş kolon­
ların ya da sütunların yerine ahşap kolonlar
kullanılırdı. Afyon'daki caminin düz ahşap
tavanını eskiden süsleyen parlak renkli
boya kalıntıları hala görülebilir.

Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camisi


1 298/99
Bir geç dönem Anadolu Selçuklu yapısı
olan bu cami Selçuklu geleneğine sıkı sıkıya
bağlıdır. Dışarıdan gösterişsiz olmasına kar­
şın, başta enfes kolonlar ve aydınlık bacası
olmak üzere özgün iç mekan özelliklerin­
den birçoğunu korumaktadır. Namaz böl­
mesinin ortasındaki aydınlık daha sonra bir
çokgen ahşap piramitle örtülmüştür.

372 O RTA ASYA VE ANADOLU


Eşrefoğlu Camisi'nin mihrabı, mesine olanak verirdi. Turkuaz, patlıcan Konya'daki Karatay Medresesi, 1 25 1 aşağı yukarı kare avludan kubbeciğin alınlığı­
Beyşehir, 1 298/99 moru, koyu mavi ve siyah renklerin görül­ Konya'nın içkale tepesinin hemen eteğinde na doğru yükselen yüzeyler, yani "Türk üç­
Bu mihrap tamamen mozaik çinilerle kaplı­ düğü mihrap ve önündeki sahnın kubbesi, yer alan Karatay Medresesi, iç mekanın ya­ genleri" geometrik ve bitkisel desenler ile
dır. Selçukluların Anadolu'da geliştirdiği ve caminin geri kalan iç bezemeleriyle çarpıcı n ı sıra Suriye geleneğinde mermer kakmala­ hat frizleri oluşturan mozaik çinilerle be­
burada da uygulanan bir teknik, iç mukarnas bir renk tezadı oluşturur. rın yer aldığı giriş taçkapısında da zengin çi­ zenmiştir.
yüzeyleri gibi yuvarlak alanların bile örtül- ni bezemeleri barındırır. Taçkapı kubbesi ve

sar ve Tokat'ı içine alan Danişmendlilerin bölgesinde rastlanır. Niksar sal mezarların birçoğu günümüzde dizginsiz kentsel büyümenin ortaya çı­
Medresesi ve Tokat'taki Çukur Medrese 1 2 . yüzyıl ortalarında Daniş­ kardığı yapıların arasında kaybolmuş durumdadır. Bununla birlikte, türbe­
mendli Beyi Yağıbasan tarafından yaptırılmıştı. Her iki yapı da benzer bir lerin ve kümbetlerin geçmişte her zaman tekil bir yapı olarak durduğu da
zemin planına dayanır; örtülü ve kubbeli bir avluyu birkaç odadan olu­ söylenemez. Hastane, medrese ve cami gibi diğer yapılarla ya da yapı top­
şan, farklı uzunluklarda ve L biçimli iki kanat çevreler. Talebelerin kaldı­ luluklarıyla bütünleştirme veya onların üstüne inşa etme eğilimi daha 1 3 .
ğı hücreler ön ve sol tarafta yer alırken, daha büyük odalar sağ ve arka yüzyılda başlamıştır. Sivas'taki I. İzzeddin Keykavus Şifaiyesi'nde
taraf boyunca uzanan mekanı doldurur. Orta alanı ise bir eyvan kaplar. ( 1 2 1 7/18) , kurucusunun türbesi ölümünden ( 1 2 1 9) sonra hastanenin sağ
Bu plan belli uyarlamalarla 1 3 . yüzyıla kadar sürdürüldü ve aynı yüz­ eyvanına dikildi. Sahip Ata olarak bilinen güçlü Selçuklu Veziri Fahreddin
yılın ikinci yansında "klasik" tarzına ulaştı. Bu tarzda arka duvarın orta­ Ali'nin Konya' da bulunan ve bir camiyi, hankahı ve hamamı kapsayan kül­
sında bir eyvan yer alır (tek eyvanlı medrese); eyvanın her iki yanında liyesindeki (1 258-1 279) türbesine bir mekansal planlama işlevi bile veril­
birer kubbeli oda bulunurken, avlunun iki kenarı boyunca hücreler sıra­ miştir: Sofalarından biri camiyi hankaha bağlar. Kayseri'deki Huand Ha­
lanır. "Türk üçgenleri" duvarlardan yuvarlak kubbenin içine doğru yöne­ tun Külliyesi'nde (1237/38) türbe namaz bölmesiyle bütünleştirilmiştir,
lir. Bu yapı tipinin örnekleri Konya'daki Karatay Medresesi ( 1 2 5 1 ) ve İn­ ama içine ancak medreseden girilebilir.
ce Minare Medresesi (yaklaşık 1 256) ile Çay'daki Taş Medrese'dir Büyük Selçukluların İran ve Orta Asya'daki tek katlı türbelerinin, söz­
(1 278/79) . Kırşehir'deki Çaca Bey Medresesi (1 272/73) farklı büyüklük­ gelimi Gürgan'ın doğusunda yer alan ve mahzeni bulunmayan Kümbet-i
lerde dört eyvanı kapsayan asimetrik zemin planıyla bu temanın bir var­ Kabus'un tersine, Anadolu Selçuklu anıtsal mezarları iki katlı yapılardır.
yasyonunu sunar. Alt katları defin mahzeni, üst katları ise bir namaz ve zikir odası işlevini
Örtülü bir kubbeli avlunun bulunduğu, çoğunlukla daha küçük Ana­ görür. Türbelerin yaklaşık üçte birinde duvara gömülmüş bir mihrap var­
dolu Selçuklu medreselerinin dışında, açık bir avluyla ve iki ya da dört dır; ama Konya'daki II. Kılıç Arslan Türbesi'nde ( 1 192/93) olduğu gibi,
eyvanla belirlenen ikinci bir medrese tipi de vardır. Sadece iki eyvanının bu mihraplar dışarıdan pek bariz değildir.
bulunduğu Erzurum'daki Çifte Minare Medresesi (yaklaşık 1 250) ve An­ Alt ve üst katların ayrı girişleri vardır. Üst kata genellikle bir çifte taş
talya'daki Karatay Medresesi ( 1 2 50/5 1) gibi örneklerde, bu eyvanlar ana merdivenle çıkılır. Mumyalanmış naaş kısmen alt katın aşağısında kalan
eksende birbirlerinin karşısında yer alır. Yapının dış bezemesi çoğu kez mahzene konurken, kural olarak zengin bezemeli boş bir sanduka üst
. çatı sırtının yukarısına doğru yükselen tonozlu, mukarnas bezemeli bir katta yer alır. Anadolu türbelerine özgü bu iki katlı tasarımın kökleri bü­
nişin bulunduğu giriş taçkapısında yoğunlaşır. yük olasılıkla İslam öncesi eski defin geleneklerine dayanır. Göktürkle­
rin eskiden mumyalanmış naaşları gömmeden önce bir "ölü çadırı"nda al­
tı ay beklettiklerini Çin vakayinamelerinden biliyoruz.
Tü rbeler ve kümbetler
Genelde basit bir zemin planına dayanan en eski türbeler 12. yüzyı­
Önceleri kentlerin dışında yer alan türbeler ve kümbetler (Farsça gumbed) lın ikinci yarısından kalmadır ve hepsine Kuzeydoğu Anadolu'da rastla­
yüzyıllar boyunca Anadolu manzarasının öne çıkan bir unsuru olarak kal­ nır. Bu anıtsal mezarlar Selçukluların 1 176- 1 1 78 arasında topraklarını il­
dı. Gelgelelim, bir zamanlar kentlerin dışında veya kenarında kurulu anıt- hak ettiği Danişmendli hanedanı tarafından yaptırılmıştı. Türbelerin ve

ANADOLU S E LÇUKLULARI MİMARİ S İ 373


Solda: Kayseri'deki Döner Kümbet
1 275
Halk arasında "Döner Kümbet" olarak bili­
nen bu anıtsal mezar, adını türbenin kendi
ekseni etrafında döndüğü izlenimini uyandı­
ran konik takkesindeki bezeme düzeninden
alır. Bütün Anadolu Selçuklu türbeleri gibi,
iki katı vardır. Büyük ölçüde yeraltında ka­
lan alt katı bir defin mahzeni işlevini görür­
ken, bir sandukanın yer aldığı üst katı zikir
ve namaz için de kullanılabilecek şekilde ta­
sarlanmıştır. Üst kattaki on iki bölme, düz
ve kapalı revak yapılarıyla birbirine eklem­
lenir. Revakları süsleyen bazı figüratif ka­
bartmalar şu anda ne yazık ki çok hasarlı
durumdadır.

Sağda: Niğde'deki Hüdavent Hatun


Türbesi
Niğde' deki bu türbe Selçuklu Sultanı iV. Kı­
lıç Arslan'ın kızı H üdavent Hatun için
1 3 l 2'de yaptırılmıştır ve dolayısıyla Selçuk­
lu sonrası döneme ait sayılır. Ama gerçek­
ten tıknaz orantılar ve on altı kenarlı çıkık
alınlık alanı gibi belli yeni özellikler taşımak­
la birlikte, hala sıkı sıkıya Selçuklu geleneği­
ne bağlıdır. Kartalları (bazıları çift başlı), de­
nizkızlarını ve alınlığın figürsüz süslemeleri
arasına gizlenmiş sayısız insan başlarını içe­
ren zengin figüratif bezemeleri dikkate de­
ğerdir.

kümbetlerin sayısı 1 3 . yüzyılda bütün imparatorlukta önemli ölçüde art­ misi'nin avlusunda, bir tür Selçuklu hanedan defin mahzeni olan II. Kılıç
tı. Böyle anıtsal mezarlar iki tipe ayrılabilir. Kare, çokgen, ya da yuvarlak Arslan Türbesi (1 1 92/93) yer alır.
olan üst katları kubbeli ve dışarıda bir piramitle veya çokyüzlü ya da ko­ Ortaçağın en önemli mutasavvıfı Mevlana Celaleddin Rumi'nin (ö.
nik bir çatıyla örtülü yapılar daha yaygındır; ikinci tip, bir kare zemin pla­ 1 273) mezarı, türbeler arasında özel bir yer tutar. Turkuaz renkli çiniler­
nına dayanan ve eyvan biçiminde bir namaz odası bulunan yapılardır. le kaplı olan ve daha sonraları çeşitli değişikliklere uğrayan bu türbe,
Genellikle tuğla yerine yontma taşla inşa edilen anıtsal mezarların ol­ Anadolu topraklarındaki en önemli dergahın ortasındadır. Yüzyıllar bo­
dukça cılız bezemeleri dış duvarlarda yoğunlaşır. Duvarların çoğu, kilise­ yunca değerli armağanların sunulduğu dergah bugün bile yığınlarla ziya­
lerin kubbe alınlığıyla ilişkili bir Ermeni-Gürcü etkisini yansıtan sivri ke­ retçi çekiyor.
merli, kapalı revaklardan oluşan desenler taşır. Yuvarlak ya da çokgen
yapılardan çatıya geçişi çoğu kez bir saçaklık silmesi sağlar; bu silme ba­
Hanlar/Kervansaraylar
zen birkaç kademe halinde dışarıya çıkık olabilir. Kapalı revaklar içinde­
ki yüzeyler bazen geometrik ve/veya bitkisel süslemelerle doldurulur. "Bozkır katedralleri" olarak bilinen devasa hanlar eskiden ticaret yolları
Çoğunlukla 1 3 . yüzyılın ikinci yarısından ve 14. yüzyılın ilk çeyreğinden boyunca yaklaşık 30 kilometrelik düzenli aralıklarla birbirini izler ve ker­
kalma birkaç yapıda figüratif kabartmalar da görülür. Şimdi çok hasarlı vanlara üç güne kadar bedava olmak üzere güvenli konaklama hizmet­
durumdaki figüratif kabartmaları daha sonraları eklenmiş olan Kayse­ leri sunardı. Böyle hanların Anado!u'daki bütün Selçuklu imar faaliyetle­
ri'deki Döner Kümbet (yaklaşık 1 275) ve Selçuklu sonrası dönemden kal­ rinin belki de en çarpıcı tanığı olduğu söylenebilir.
makla birlikte, kabartmalarındaki kuşlar, denizkızları ve çift başlı kartal­ Selçuklu İmparatorluğu'nu doğudan batıya ve kuzeyden güneye doğ­
lar sıkı sıkıya Selçuklu geleneğine dayanan Niğde'deki Hüdavent Hatun ru aşan ana ticaret yollarının tarihsel gelişimi yoğun araştırmalarla ortaya
Türbesi ( 1 3 1 2) bu tipe girer. çıkarılmıştır. Esas olarak Alaeddin Keykubad dönemindeki ( 1 2 19- 1 237)
Anıtsal mezarlar sadece sultanlara, eşlerine, vezirlere, en yüksek dev­ sayısız imar projelerine yansıyan olağanüstü kültürel serpilmenin ekono­
let görevlilere ve bazı önemli mübarek kişilere mahsustu; "sıradan fani­ mik temeli bu ticaret yollarına dayanır. Geçmişte kabul gören tipolojinin
ler" mezarlıklara gömülürdü. Konya'nın içkale tepesindeki Alaeddin Ca- son zamanlarda sorgulanır hale gelmesine ve esas olarak Doğu Anado­
lu' da yeni keşfedilen birçok hanın bu yapılara dair görüşümüzü genişlet­
mesine karşın, hanların ve kervansarayların konumlarına, donanımlarına
Karşı sayfada: Çifte M inare Medresesi mıştır. Revakların kolonları ve kemerleri ge­
ve işlevlerine ilişkin ayrıntılı bilgilere halihazırda sahibiz. İnşa faaliyetle­
Erzurum, y. 1 250 ometrik ve bitkisel desenlerle, taçkapı ise
Erzurum'daki Çifte Minare Medresesi diğer kısmen yarım bırakılan olağandışı figüratif ka­ rinin 1 200'den kısa bir süre sonra başladığını ve 1 280 dolaylarında sona
medreselerin tersine iki katlıdır ve yıldız bi­ bartmalarla (ejderhalar, Hayat Ağacı, çift baş­ erdiğini görmekteyiz. Çoğunluğu Orta Anadolu'da bulunan kervansaray­
çimli tonozlarla örtülü çok yüksek yan ey­ lı kartallar) bezenmiştir. Taçkapının iki yanın­
lar l. Alaeddin Keykubad ( 1 2 19-1 237) ve ardılı Il. Gıyaseddin Keyhüsrev
vanları vardır. Üst kat galerileri talebe hücre­ daki minareler sırlı seramik süsler taşıyan
lerinin dört kümeye ayrılmasını sağlayacak kırmızı tuğlalarla inşa edilmiştir. (1 237-1 247) dönemlerinde inşa edilmiştir. Han kurucuları arasında birkaç
şekilde yan eyvanlarla birbirinden kopartıl- vezirin ve bir hekimin adına da rastlanır.

ANAD O L U S E LÇUKLULARI MİMARİSİ 375


miş küçük hayvan ve insan başları; şadırvanın saçaklık silmesindeki bir
hayvan frizi; giriş eyvanının arka tarafındaki büyük ölçekli stilize ejderha
figürleri. Buna karşılık, Eğridir'den Antalya'ya giden yol üzerindeki İncir
Hanı'nın ( 1 238/39) sofa taçkapısındaki figüratif bezeme büsbütün farklı
bir türdendir. Burada sırtlarında birer güneş amblemiyle yürür halde kar­
şılıklı görülen iki aslan vardır. Bu imgenin kökeni söz konusu yapıyı in­
şa ettiren II. Gıyaseddin Keyhüsrev'e dayandırılabilir; çünkü bastırdığı
sikkelerde de aynı motif görülür. Kayseri'nin doğusuna düşen Sultan Ha­
nı'nın ( 1 232-1 236) mescidindeki figüratif kabartma bezeme son derece
olağandışıdır. Dört pervazdan ikisi yüz yüze bakan ejderhalarla süslen­
miştir; abartılı derecede uzatılmış olan yürek deseni şeklindeki bedenle­
ri kıvrımın tamamını kaplar. Ejderhalar başlarının yukarısına yerleştirilmiş
küçük bir gül bezeğe doğru zarif bir süzülüşle dönerler; bu durum ka­
bartmanın, dünyevi güçlerin tehdidi altındaki güneşi tasvir etmeye yöne­
lik bir astrolojik-mitolojik anlam taşıdığı olasılığını akla getirir.
Önemli kara güzergahlarından biri imparatorluğun iki büyük limanı­
nı, Karadeniz kıyısındaki Sinop ile Akdeniz kıyısındaki Alanya'yı birbiri­
ne bağlardı. Alanya'da eski kale ve "Kızılkule"nin yanı sıra bir tersane gü­
nümüze ulaşmıştır. Kısmen uçurum kenarına inşa edilmiş bu beş rıhtımlı
ve kubbeli tesis, gemilerin yapım, bakım ve onarımına olanak verdiği gi­
bi donanmanın bir bölümüne de demirleme yeri sağlardı.

Saraylar ve köşkler
Selçuklu saray yapısına dair bilgilerimiz maddi kalıntıların azlığından do­
layı çok sınırlıdır. İki eski Gazneli sarayı Leşker-i Bazar ve Gazne (Afga­
nistan), Rakka'daki (Suriye) Kasrü'l-Banat, Musul'daki (Irak) Kara Saray
ve 1 270 dolaylarında İran'ın kuzeybatı kesimindeki Taht-ı Süleyman'da
Aksaray yakınındaki Sultan Hanı venle çıkılan üst katı mescit olarak kullanı­
Abaka Han'ın (1 265-1281) inşa ettirdiği saray yapıları dışında, bilgilerimiz
1 228/29 lırdı. Sultanlarca yaptırılmış hanların toplam
Sultan 1. Alaeddin Keykubad'ın Aksaray­ alanı 4.500 metre kareye kadar çıkar. Ama esas olarak Anadolu Selçuklu saraylarına dayanır. Abbasi döneminden
Konya yolu üzerinde inşa ettirdiği bu han, bunlar sadece büyükleriyle değil, asla doğ­ kalma birkaç halifelik sarayı bir yana bırakılırsa, yukarıda belirtilen de da­
en büyük ve en iyi donatılmış kervansaray­ rudan tekrarlanmayan geometrik desenlere hil, geri kalanlar oldukça mütevazı orantılar taşıyan ve birbirlerine ancak
lardan biriydi. Avlunun ortasındaki kare ve sistemlere dayalı zengin bezemeleriyle
planlı ve dört kemerli köşkün bir taş merdi- de öne çıkar. dolaylı yoldan bağlanan tekil yapıların aşağı yukarı tekörnek bir derle­
mesini oluşturur. Bu bakımdan, İslam saray yapısı neredeyse her zaman
simetrik bir zemin planına sahip bir yapı kompleksine dayanan Avrupa
Günümüze ulaşan hanlardan çoğunun masif, çok-geçitli ve kubbeli saray yapısına taban tabana zıttır.
bir sofası vardır. Mal ambarları, ahırlar ve tüccarlar için konaklama yerle­ Eski Selçuklu başkenti Konya'nın içkale tepesindeki saray yapıların­
riyle bağlantılı bu sofanın önünde biraz daha geniş ya da aynı genişlikte dan günümüze kalan tek şey bir köşkün (13. yüzyıl) harabeleridir. Buna
bir dikdörtgen avlu yer alır. Avluyu doğrudan ona açılan galeriler veya karşılık, araştırmacılar Alaeddin Keykubad'ın tarihsel kaynaklardan bili­
daha küçük ayrı odalar çevreler. Kervansarayların bazılarında bir hamam nen ve Beyşehir Gölü'nün hemen batı kıyısında yer alan yazlık sarayını
ve bir namaz bölmesi, bazılarında ise kemerler üstünde kurulu olan ve bulmayı başarmışlardır. 1965 ve 1 966'da ortaya çıkarılan saraya benzer iki
üst katı küçük bir mescit işlevini gören "köşk" adlı müstakil yapılar var­ yapının iç mekanları olağandışı biçimde zengin döşemelidir. Sultan adı­
dır. En büyük hanlar toplam 4. 500 metre karelik bir alana ulaşır. Kayseri na projeyi 1 2 27'de başlatan mimarı ve şikar emiri Sadeddin Köpek, bü­
yakınındaki Sultan Han'ın (1 232-1 236) kubbeli sofasının iç kısmı tek ba­ yük olasılıkla inşa çalışmalarını da yürüttü . Öte yandan, hükümdar da
şına 1 .430 metre kareyi bulur. kendi sarayının tasarımına güçlü bir etkide bulundu . İbn Bibi'nin ifade­
Asıl süsleme alanları, medreselerde olduğu gibi, avluda ve sofa taç­ siyle, "kendi fikirleri doğrultusunda saray planının taslağını ortaya koydu
kapılarındadır. Her taçkapının geometrik ve bitkisel bezemeleri farklılık ve her odanın yerini bizzat kararlaştırdı. " Alaeddin Keykubad'ın ölümün­
gösterir. Desenlerin tıpatıp aynı olduğu bilinen hiçbir örnek yoktur. Bel­ den (1 237) sonra, oğlu ve ardılı II. Gıyaseddin Keyhüsrev sarayı sadece
li kervansaraylar, esas olarak sultanlarca inşa ettirilmiş büyük kervansa­ birkaç yıl kullandı. En son araştırmalara göre, yazlık ikametgahın alanı
raylar karmaşık geometrik bezeme sistemleriyle ve olağanüstü düzgün taş içinde kalan çok farklı, müstakil yapıların sayısı 18'den fazladır. Bunlar
kesimleriyle öne çıkarlar. Bazı hanlar da figüratif yapı bezemeleri açısın­ arasında "Büyük Saray" ve "Küçük Saray"ın yanı sıra, muhtemelen küçük
dan dikkate değerdir. Bunların bir kısmı antik eserler ya da Bizans gani­ bir tersane ya da kayıkhane olan iki kısımlı bir yapı özellikle anılmaya
metleri, yani başka yapılardan alınıp kullanılmış unsurlar, bir kısmı ise değerdir. Bu kalıntılar liman şamandıraları ve liman havuzu da olabilir.
özel olarak yapılmış kabartmalardır. Kayseri-Sivas yolu üzerindeki Kara­ İbn Bibi'nin değindiği "gönüllere ferahlık veren temaşa yerleri" herhalde
tay Hanı ( 1 241/42), en kapsamlı figür repertuarını barındırır: Avlu taçka­ sarayın büyük ölçüde gömülü harabeleri arasında olmalıdır. Bunlar bir
pısındaki hayvan suretli oluk ağızlan ile figürsüz bezemeler içine gizlen- hamam ve yazıtında hicri takvime göre 633 (1235/36) tarihi yer alan bir

376 O RTA ASYA VE ANADOLU


camiydi. Yazıt başka bir kullanım amacına hizmet ettiği yakındaki bir ca­ Kırkgöz Hanı, 1 3. yüzyıl ortaları letmeye ve güvence altına almaya giriştiler.
mide bulunmuştur. Emevi ve erken Abbasi dönemlerinde, sözgelimi Su­ Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev'in inşa ettirdi­ Bu ekonomik politikanın özünde, üç güne
riye çöl sarayı Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi'de olduğu gibi, sarayın bir hayvanat ği Kırkgöz Hanı, Anadolu'nun iç kesimlerin­ kadar bedava olmak üzere tüccarlara gü­
den güneye doğru Antalya limanına giden venli konaklama hizmetleri sunan tahkimli
bahçesi ya da "cennet" barındırmış olması mümkündür. Sadece iki "sa­ önemli yolda yer alır. Anadolu Selçuklu sul­ kervansarayların inşası yatmaktaydı. İki sa­
ray"da eksiksiz kazı çalışmaları yapılmıştır. Bunlar bir tasarım simetrisin­ tanları 1 2. yüzyılın ikinci yarısında yönetim­ hın derinliğindeki avlu revaklarında hayvan­
den yoksundur; ama farklı orantılarına ve kullanılan farklı yapı malzeme­ lerini pekiştirdikten çok kısa bir süre sonra, ları bağlamak ve malları depolamak müm­
sistematik bir şekilde ticaret yollarını geniş- kündü.
lerine rağmen, orta kısımlarında iki bölmenin, muhtemelen taht odası
olarak kullanılan bir eyvanın ve bir kemer-tonozlu sofanın yer alması açı­
sından ortak bir özelliği paylaşırlar. dünyasında aynı ölçüde değişken çini bezemelere sahip başka hiçbir sa­
Büyük Saray'ın (50 x 35 metre) ilk haliyle çekicilikten uzak olan ka­ ray yoktur. Büyük Saray'ın günümüze ulaşmış çinili alanlarının yüksekli­
ba taş duvarlarının iç yüzeyleri zengin biçimde bezenmişti. Bütün İslam ği 2 metreye kadar ulaşır. Yıldız ve haç deseni taşıyan sırlı ve sıraltı bo­
yalı duvar çinilerinden bazıları günümüzde Konya'daki Karatay
Medresesi Müzesi'nde görülebilir. "Saraya yaraşır program figüratif kar­
gaşaya yansır: Bağdaş kurmuş olarak tahtta oturan hükümdar, iktidar
K� sembolü çift başlı kartal, koruyucu tılsım niteliğindeki sfenksler ve deniz­
kızları, cenneti temsil eden tavuslar ve kuşların çevrelediği Hayat Ağacı.
Ama av yaratıklarının da tasvir edildiğini görürüz: Bir tazı sürüsü, bir tav­
şana saldıran bir şahin, bir panter, bir tilki, sıçrayan bir dağ keçisi, tırıs
giden bir yaban eşeği, meyve yiyen ayılar ve gökyüzüne doğru uçan ya­
ban kazları ve ördekleri gibi kuşlar." (K. Otto-Dorn)
Esas olarak Kayseri civarındaki kırsal kesimde rastlanan, ama yakın
dönemde Alanya çevresindeki kıyı bölgesinde de örnekleri bulunan sa-

Sultan Hanı'nın zemin planı sofası vardır. Ortadaki sahın bir kubbeyle
Tuzhisar, 1 232-36 örtülüdür. Sofanın önünde bazen daha geniş
OC==:'ıil0-llliiı20 m Sivas-Kayseri yolu üzerindeki bu han, Batı olan büyük bir dikdörtgen avlu yer alır. Av­
ve Orta Anadolu' da kurulmuş kervansaray­ lunun ortasındaki kare planlı köşkün üst ka­
lar grubuna girer. Böyle kervansarayların tı küçük bir mescit işlevini görür.
birçok sahnı barındıran masif ve tonozlu bir

ANA D O L U S E LÇUKLULARI MİMARİSİ 377


raya benzer bir dizi başka yapı da vardır. Bunları çeşitli değişik işlevlere
sahip tahkimli "malikaneler" ya da görkemli ikametgahlar olarak nitelen­
dirmek belki de en doğru saptamadır. Kayseri yakınındaki Argıncık'ta bu­
lunan Haydar Bey Köşkü (y. 1 250), kesinlikle savunmaya dönük mahiye­
tine ve bezemeden yoksunluğuna bakılacak olursa, herhalde bir tür
askeri karakol işlevini görmüş olmalıdır. Kayseri yakınındaki Keykubadi­
ye'de bulunan ve günümüze ancak çok kopuk parçalar halinde ulaşmış
olan üç kemerli göl kenarı yapılarında (y. 1 224), kayıkhanesi bile eksik
olmayan bir "saltanat inziva yeri"ne ait göl köşkünü görmek mümkün­
dür. Kayseri'nin epey yukarısındaki Erkilet'te belirgin bir konumda du­
ran Hızır İlyas Köşkü'nün (1241) sadece bir seyir köşkü değil, bir nöbet­
çi kulesi olarak da kullanıldığına hiç kuşku yoktur.

Anadolu Selçuklu larının başkenti Konya


Süleyman Şah'ın önderliğindeki Türk boylarının Batı Anadolu'ya hızla
ilerlemesinin ardından, Nikaia (İznik) yavaş yavaş gelişen devletin ilk
başkenti oldu. Konya (Ikonium) ancak Sultan II. Kılıç Arslan döneminde
( 1 1 55-1 192), muhtemelen 1 1 8 1 'de Anadolu Selçuklularının başkenti hali­
ne geldi. Kentin merkezindeki içkale tepesinde (Alaeddin Tepesi) ana ca­
mi olarak tasarlanan Alaeddin Camisi 1 2 . yüzyılda inşa edildi. Hemen ya­
kınında bulunan 1 3 . yüzyıl sarayı bir zamanlar seramik çinilerle ve resimli
ahşap tavanlarla zengin biçimde bezenmişti.
Saray ve cuma camisi, tıpkı şehir gibi, heybetli iki duvar halkasıyla
korunmaktaydı. Bu duvarlardan günümüze kalanlar bir dizi figüratif ka­
bartmadan ve mermer yazıt levhasından ibarettir. Sultan Alaeddin Key­
kubad'ın ( 1 2 1 9- 1 237) hem savunma hem de sanat açısından başkentin
tahkimatına büyük önem verdiği, saray vakanüvisi İbn Bibi'nin bir anla­
tımından çıkarsamayla anlaşılabilir: Emirlerinin refakat ettiği sultan bizzat
İ nce M inare Medresesi, Konya, 1 256 zenmiştir. Kubbeli bir avlusu bulunan yapı,
atıyla şehir içinde dolaşarak kapıların, kulelerin ve belli surların nereye
Tıpkı Karatay Medresesi gibi, Konya'nın iç­ olağandışı taş bezemeli bir cepheye sahip
dikileceğini tespit etti. Yanında "değerli yapı ustaları ve teknik ressamla­ kale tepesinin hemen eteğinde yer alan İnce kütlesel taçkapısıyla heybetli görünür. Yazıt
rı" vardı. Eskiden içkale ve kent surlarını süsleyen figüratif desenli 20 ka­ Minare Medresesi ünlü Selçuklu veziri Fah­ frizleriyle kaplı şeritler özellikle çarpıcıdır
reddin Ali tarafından inşa ettirilmiştir. Şim­ ve birbirine dolanarak asıl giriş yerini çer­
dar büyük formatlı taş kabartma günümüzde İnce Minare Medresesi'nde­
diki adını bir parçası olan minaresinden alır. çeveler.
dir. Bunlar arasında bir narı elinde tutarak tahtında oturan bir hükümdar, Minarenin l 900'de bir yıldırımla kısmen yı­
"kıvrık dizli" bir çift melek ya da cin, "es-sultan" şiarının işlendiği stilize kılan gövdesi turkuaz tuğla örgüleriyle be-

İçkale ve kent surlarına ait kabartmalar mer kabartma vardır: "Kıvrık dizli" (alışılagelmiş resmetme bir atı, önünde tırısa kalkmış bir fili kovalarken gösterir. Bu
Konya, 1 22 1 /2 1 tarzıyla koşar durumda) melekler ya da cinler; genel bir ik­ eser çok iyi bilinen bir fablın görsel anlatımı olabilir: Gerge­
Gittikçe yaklaşan Moğol tehdidi, Sultan Alaeddin Keykubad'ı tidar sembolü ya da doğrudan surları yaptıran Alaeddin Key­ dan/tek boynuzlu at amansız düşmanı boynuzlayarak öldü­
( 1 2 1 9- 1 237) tahta çıkışından kısa bir süre sonra başkent kubad'la ilişkili bir gönderme olarak yorumlanabilecek olan rür. Ama filin yarasından akan kanın gözüne girmesiyle kör
Konya'yı bir surla çevirerek güvence altına almaya yöneltti. arma şeklinde çift başlı kartallar; anlatı sahnelerini tasvir olur ve böylece o da can verir.
Tıpkı içkale suru gibi, bu tahkimat da tamamen yıkılmış du­ eden kabartmalar. Daha büyük bir tümel kümenin parçası
rumdadır. Ama günümüze ulaşan çok sayıda figüratif mer- olması gereken böyle bir kabartma, kanatlı ve tek boynuzlu

378 O RTA ASYA VE ANADOLU


arma kartallar, çeşitli çift başlı kartallar ve av kovalayan hayvanlar sayı­
labilir.
İki önemli medrese içkale tepesinin eteğinde yer alır: Karatay Med­
resesi ( 1 2 5 1) ve İnce Minare Medresesi (yaklaşık 1 260). İkisi de olağan­
dışı cephe bezemesiyle dikkat çeker. İnce Minare Medresesi geniş, kıv­
rımlı ve yazıtlı şeritlerin yer aldığı üçboyutlu taş bezemesiyle öne
çıkarken, Karatay Medresesi'nin taçkapısında Suriyeli mimarlar ve taş us­
taları tarafından Anadolu'ya getirilen bir düğümlü motif kullanılmıştır. Bu
mimari süsleme "Suriye düğüm motifi" olarak bilinir ve esas olarak Ha­
lep ve Şam'da 1 2 . ve 1 3 . yüzyıl medreselerinde görülür. Konya'da Alaed­
din Keykubad'ın 1 22 1/22'de Şamlı mimar Muhammed bin Hevlan el­
Dmaşki'ye yaptırdığı Alaeddin Camisi'nin kuzey duvarı taçkapısında da
neredeyse tıpatıp aynı biçimler yer alır. Bu göz alıcı taş bezemenin yanı
sıra, sözgelimi Konya'daki Sırçalı Medrese'nin (1 242/43) taçkapısında
karşımıza çıkan düz taş süslemeleri de vardır. Bu örnekte cephenin ale­
lade taş bezemesi ile iç mekanın çeşitli tekniklerle işlenmiş olan zengin
sırlı bezemesi bir tezat oluşturur. Sırlı ve sırsız tuğlalar arasındaki etkile­
şimle yaratılmış bir geometrik desene dayanan İran ve Orta Asya kaynak­
lı tuğla mozaik tekniği dışında, sadece tuğla yapıları değil, taş ve kaba taş
yapıları da sırlı bezemeyle donatma ihtiyacından yeni bir teknik
doğmuştur.
Bu yenilik, İran'da geliştirilmiş teknikleri kullanarak çini döşemenin
çok maliyetli ve ancak görece küçük yüzeyler için uygun olması nede­
niyle, süslemenin serbestçe uygulanmasına olanak verecek bir teknik ara­
yışıyla ortaya çıktı. Tekniğin esası kolay imal edilir tekrenkli çinileri kü­
çük parçalar halinde kesmeye ve daha sonra farklı renkteki parçaları düz
bir destek üstünde sırlı yüzleri aşağıya gelecek şekilde birbirine oturtma­
ya dayanır. Parçaların arasında küçük boşluklar bırakılır ve ardından harç
sürülür; boşlukların harçla dolması bütün yapıyı sıkı sıkıya bir arada tu­
tar. Beyaz harç ortaya çıkan sırlı cephede ince bir çerçeve olarak belirir
ve çininin turkuaz, patlıcan moru, koyu mavi ve siyah parçalarıyla bir te­
zat oluşturur. Bu yeni teknik, yuvarlak yüzeylerin de çiniyle kaplanması­
nı mümkün kıldı. Hatta minyatür mukarnas kubbe oyuklarının bulundu­
ğu mihraplar bu şekilde bezendi.
Ortaçağ çini bezemesinin merkezi olan Konya'da, 12 yerdeki toplam
120 yapıdan 47'sinin böyle bezendiği saptanmıştır. Buna karşılık, taşla in­
şanın güçlü bir yerel geleneğe dayandığı ve taş ustalığı ekolünün gelişti­
Divriği Ulucamisi'nin kuzey taçkapısı bezemelerinin olağandışı karakteriyle ve son
ği Kayseri, Niğde ve civarındaki 40 yapının sadece ikisinde çini bezeme­
1 228/29 derece yüksek kalitesiyle dikkate değerdir.
ler görülür. Divriği'deki cami ve hastane külliyesini Sel­ Caminin kuzey taçkapısı üçboyutluluğun en
çuklu Sultanı Alaeddin Keykubad'a bağlı belirgin olduğu kısmıdır. Bezemelerinde
Mengücek Hükümdarı Ahmed Şah ve karısı müstakil bitkisel motifler egemendir.
Selçuklu taş bezemeleri Turan Malik inşa ettirmiştir. Bu yapılar taş

Anadolu Selçuklu yapıları çoğu kez boyutlarından ziyade, benzersiz bir


tarz çeşitliliğini yansıtan zengin mimari bezemeleriyle etkileyicidir. İran lar görülür. Konya'daki İnce Minare Medresesi'nin (yak. 1 260) taçkapı
ve Orta Asya'da esas olarak pişmiş tuğlayla inşa edilmiş olan ve ağırlıklı cephesi neredeyse barok süsleme tarzıyla önemli bir istisna oluşturur.
olarak çini ve alçı sıva bezemeler taşıyan Büyük Selçuklu yapılarından Her ne kadar genel kuralları belirlemek güç olsa da, 1 3 . yüzyılda üçbo­
asıl ayrıldıkları yön budur. Birkaç istisna dışında, Anadolu Selçuklu yapı­ yutlu taş işçiliğine özgü karmaşık ve dolaşık biçime doğru bir yöneliş sap­
larında çini ve alçı sıva çok ufak bir yer tutar. Gerek seküler, gerekse din­ tanabilir. Bu yüzyılın ilk yarısında taş işçiliği iç içe örülü ve kıvrımlı sık
sel yapıların taş bezemeleri ise ustaca bir başarı düzeyini temsil eder. Ca­ geometrik motiflerin, Kufi yazıtların, gül bezeklerin ve mukarnas süsle­
milerin, medreselerin ve hanların törensel cephelerine özel bir önem melerinin damgasını taşırken, ikinci yarısında süsleme tarzının çoğu kez
verildiği görülür. Ayrıca, pencereler, üst eşikler, tonozlar, dirsekler, raf­ başlı başına önem kazanmasıyla birlikte bezemeler daha üçboyutlu hale
lar ve mihraplar da bu tarzda bezenmiştir. gelir. Nihayet, yüzyılın sonuna doğru, yaprak deseni taş kabartma işçili­
Kronolojik bir gelişim çizgisinin yanı sıra bölgesel farklılıklardan da ğinde ağır basan unsura dönüşür. Mengücek Hükümdarı Ahmed Şah'ın
söz edilebilir. Divriği, Sivas ve Erzurum bölgelerindeki taş işçiliği belirgin Divriği'de yaptırdığı cami-hastane külliyesi (1 228/29), tamamen farklı ta­
biçimde dışarıya çıkık süsleme tarzını yansıtır ve dolayısıyla üç boyutlu sarımlara sahip üç taçkapısında bütün bu farklı üslupları ve süsleme bi­
bir efekt yaratır. Konya ve Kayseri' deki yapılarda ise narin düz kabartma- çimlerini birleştirir.

ANAD O L U S E L Ç UKLULA R I MİMARİSİ 379


Sultanlarca yaptırılan büyük hanların taçkapı cephelerinde çoğu kez çağ heykellerinin bulunduğu çok sayıda "ganimet" Konya'nın kent ve iç­
perdahlı geometrik süsleme sistemleri görülür; ama özel olarak ele alın­ kale surlarına yerleştirilmişti.
maya değer yönleri figüratif mimari bezemeleridir. Osmanlı öncesi dö­
nemden, yani 1 1 . - 1 5 . yüzyıllardan kalma 50'yi aşkın yapının bezeme dü­
Artuklu mimarisi
zeninde figüratif taş kabartmalar yer alır. Ayrıca, çeşitli müzelerde
Selçuklu ya da Artuklu yapılarına ait olduğu söylenebilecek iki düzine­ Bizanslılara karşı Malazgirt Muharebesi'nde elde edilen zaferin ardından
den fazla kabartma vardır. İnsanlara, ama esas olarak hayvanlara ve me­ Anadolu'daki Selçuklu fethinin gelişim sürecinde, Oğuz konfederasyonu­
lez yaratıklara dair tasvirler, genellikle gösterilenden daha geniş ilgiyi hak na bağlı Kayı boyunun başındaki Artuk Bey Güneydoğu Anadolu'da güç
eden zengin bir repertuarı temsil eder. Diğer sanatsal mecralarda (ahşap kazandı. Onun oğulları bu bölgeye yerleşerek, Büyük Selçuklu toprakla­
kapılar, alçı sıva kabartmalar, Kubadabad yazlık sarayındaki duvar çini­ rını yönetmeye başladı. Böylece Artuklu hanedanının Diyarbakır ve Ha­
leri, metal işleri vb) başka örnekler görülebilir. sankeyf (1098- 1 232), Mardin ve Silvan ( 1 1 04-1408), Harput ( 1 1 85-1 233)
Büyük ölçüde sembolik aslanlar, çift başlı kartallar, denizkızları, kollarına dayanan devletler ortaya çıktı. Artuklular 1 2 . yüzyıl ortalarından
sfenksler ve ejderhalarla karşılaştırıldığında, kuş, tavşan, balık, boğa ve 14. yüzyıl sonlarına kadar Mardin'de sayısız yapı inşa ettirerek, ağırlıklı
ceylan gibi gerçek yaratıklara bütün bu bezemelerde oldukça tabi bir rol olarak Suriye etkilerini yansıtan ayrı bir mimari üslup geliştirdiler. Bu ya­
verilmiştir. Seküler yapılarla sınırlı olmayan böyle tasvirlere camilerde, pıların büyük çoğunluğu cami ve medreseydi; türbelerin ve kervansaray­
medreselerde ve türbelerde de genellikle taçkapının üstüne ya da yakı­ ların sayısı çok azdı.
nına işlenmiş halde rastlanır. Küçük ölçekli figürler çoğu kez figürsüz be­ Anadolu Selçuklu cami inşa üslubunun tersine, Artuklu camileri çap­
zemelerin içine uygun ve aslında gözden kaçırılacak şekilde gizlenmiştir; raz namaz bölmesi, mihrabın üstündeki hakim kubbe ve büyük avlu özel­
büyük ölçekli kabartmalar ise belirgin yerlere çarpıcı biçimde yerleştiril­ likleriyle, kökleri Diyarbakır Ulucamisi aracılığıyla dolaylı olarak avlulu
miştir. Bunun ardında yatan amaç elbette sırf gösteri uğruna bezeme aş­ camilere bağlanabilecek bir tipi temsil eder. Sinop Ulucamisi ( 1 3 . yüzyıl)
kını sergilemek değil, birçok durumda anlamlı bir görsel beyanda bulun­ ve Selçuk'taki İsa Bey Camisi (14. yüzyıl) gibi birkaç istisna bir yana bı­
maktır. Divriği Ulucamisi'nin (1 228/29) batı taçkapısındaki çift başlı kartal rakılırsa, Küçük Asya'da bu üsluba bağlı örnekler Güneydoğu Anadolu
ve tek başlı kartal kabartmalarının ikisi de bu kategoriye girer. Ahmed dışında hiç yoktur. Artuklu camilerinin minareleri, genellikle yuvarlak
Şah'ın Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad'a feodal anlamda bağımlı bir olan Selçuklu tuğla minarelerinin tersine, kare ya da sekizgen planlıdır
yerel hükümdar kimliğini açıkça belirten yazıtla birlikte ele alındığında, ve taşla inşa edilmiştir.
kabartmalar kesinlikle bu bağımlılık ilişkisini iletir; tek başlı kartal Ahmed Artuklu medreseleri Anadolu Selçuklularının da kullandığı bir düzen­
Şah'ı, çift başlı kartal ise Alaeddin Keykubad'ı simgeler. le açık avluludur. Konya'daki Karatay Medresesi'nde olduğu gibi, Anado­
Anadolu Selçuklularının canlı varlıklara ilişkin figüratif tasvirlere kar­ lu Selçuklularının geliştirdiği kubbeli orta avluya dayalı medrese düzeni­
şı gelenekçilikten uzak tutumu, sonuçta İslam öncesi yapılara ait parça­ ne Güneydoğu Anadolu'da rastlanmaz. Artuklu Hükümdarı Necmeddin
ların, özellikle her türden antik çağ ve Bizans kabartmalarının ve heykel­ Alp'ın ( 1 1 52-1 1 76) eşi tarafından 1 2 . yüzyılın son çeyreğinde Mardin'de
lerinin yeni yapılarda kullanılmasında da ifadesini bulur. Yeni yapılmış yaptırılmış olan iki katlı Hatuniye Medresesi'nin iki eyvanlı açık bir avlu­
Selçuklu kabartmalarının yanı sıra, aralarında aslan figürlerinin ve antik su vardır. Kubbeli türbenin taş mihrabı Silvan Ulucamisi'nin oyuk süsle-

Diyarbakır Ulucamisi'nin avlu


cephesi
Diyarbakır (Amed) Ulucamisi'nin çok sayı­
da değişikliği, eklentiyi ve onarımı kapsayan
ve şimdiye kadar tam açıklığa kavuşturula­
mayan çapraşık geçmişi büyük olasılıkla 7.
yüzyıla dayanır. Çapraz ve ilk haliyle düz
çatılı bir namaz bölmesi ve şadırvanlı büyük
bir avlusu vardır; avlu üç kenarda daha son­
raları değişikliğe uğrayan revaklarla çevrili­
dir. Avlu içinden çekilmiş bu resimde gö­
rüldüğü üzere, daha küçük kenarların
cephelerinde geç antik çağ/Bizans yapı un­
surlarının yeni İslam unsurlarıyla uyumlu
bir bütün halinde akıllıca birleştirildiği iki
katlı kolonlar yer alır.

380 O RTA ASYA VE ANADOLU


Cizre yakınındaki Dicle Köprüsü ayakta olan kemerindeki beş kireçtaşı ka­ Diyarbakır'ın, geçmişi antik çağ sonlarına kadar inen devasa bazalt
l 1 59'dan önce bartma, koyu renkli bazalt zeminde çok be­ surları, 10. yüzyıldan itibaren baştaki çeşitli İslam hanedanlarınca sürek­
Cizre yakın ında, Türkiye-Suriye sınırında lirgin olarak öne çıkar. Bu kabartmalarda
li değiştirilmiş ve tahkim edilmiştir. Gerçek hayvanlardan ve mitolojik ya­
yer alan bu koca köprü büyük olasılıkla Mu­ ortaçağda bilinen yedi gezegen ve her biriy­
sul'un Zengi Hükümdarı Kutbeddin Mev­ le bağlantılı burç işaretleri görülür. Ama gü­ ratıklardan oluşan simetrik tasarımlı figüratif kümelerin yer aldığı Ulu Be­
dud'un veziri Cemaleddin Muhammed Asfa­ neş doruk noktasında (Koç burcu) değil, den (1 208/09) ve Yedi Kardeş (y. 1 208/09) burçları Artuklu Sultan
hani tarafı ndan yaptırılmıştı. Köprünün kendi "ev"inde (Aslan burcu) gösterilmiştir. Nasırüddin Mahmud döneminden (1201-1 222) kalmadır; çift başlı kartal­
lar ve kanatlı sfenksler hala seçilebilir durumdadır. Yazıtta yapı ustasının
adı verilirken Artuklu sultanına atfen "el-Melikü's-Salih'in planlarına uyu­
meli, kapalı kemer bezemesine benzer bir tarzda zengin biçimde bezen­ larak" sözleri eklenmiştir; bu ibare işi yapanın ve yaptıranın nasıl bir nü­
miştir. Daha önce de değinilen Suriye etkisi, Halepli bir mimarın planına fuza sahip olduğunu kavramamızı sağlayan bir ipucu verir.
göre inşası 1 1 93'te başlayan ve 1 223/24'te tamamlanan Diyarbakır'daki
Mesudiye Medresesi'nde belirgindir. Burada odalarla çevrili bir orta avlu­
ya dayanan özgün tasarımdan daha sonra vazgeçilmiş ve batıda ikinci bir
avluya açılan bir oda grubu daha inşa edilmişti. Bu yeni tasarım en yük­
sek noktasına ve nihai ifade biçimine Mardin'de 1385 tarihli Sultan İsa
(Zinciriye) Medresesi'yle ulaştı; böylece özenli bir planla bölmeleri bir­
kaç avlu etrafında iki kat halinde kümelenmiş bir medrese, türbe ve mes­
cit külliyesi ortaya çıktı.
Diyarbakır, Harput ve Hasankeyf'te eskiden Artuklu saraylarının va­
rolduğu bilinmektedir. Bunlardan sadece Diyarbakır'ın içkalesindeki sa­
ray, daha sonra üstünü bütünüyle örten yapıların kazılmasıyla kısmen or­
taya çıkarılıp incelenmiştir. Dört eyvanlı şemaya göre düzenlenmiş olan
bu zengin döşemeli sarayın, Nasırüddin Mahmud (1201-1 222) tarafından
inşa ettirildiği sanılmaktadır. Yer mozaiklerinin ve bir çeşmenin yanı sıra
saraya yakın bir hamam bulunmuştur. İlginç olan bir husus, hiçbir müs­
takil Artuklu türbesinin yapılmamış olmasıdır; bilinen birkaç örnek de ge­
nellikle merkezinde bir medrese bulunan daha büyük külliyelerin parça­
sıdır.
Neredeyse sadece tarihsel kaynaklardan bildiğimiz kervansarayların
dışında, günümüze ulaşmış olan bir dizi köprü vardır. Bu çok-kemerli
köprüler orta kısma doğru yükselir ve bazen yön değiştirir. Diyarba­
kır'dan Bitlis'e giden yolda, Malabadi yakınında Batman Suyu üzerinde
kurulu olan ve tamamen onarılan köprü ( 1 1 47) böyle bir örnektir. Hasan­
keyf yakınındaki yıkık Dicle Köprüsü ( 1 1 1 6 ve 1 1 55-1 1 75) gibi, Malabadi Cizre yakınındaki Dicle neş tutulması olayı güneş ve ayı yutarak ka­
de eskiden figüratif kabartmalarla bezeliydi. Bunlar günümüzde yok ol­ Köprüsü'nden detay, y. 1 1 60 ranlığa yol açan dev bir ejderha olarak tas­
muştur veya artık bazı parçaları seçilebilecek durumdadır. Her iki yapı­ Köprünün kabartmalarındaki yedi gezegenin vir edilmiştir. Ejderhanın başı ve kuyruğu
dışında sahte bir gezegen de yer alır. Cevze­ doğan ve batan "ay boğumu"nu somutlaş­
da, ayrıca yine Dicle üzerinde ve aynı dönemden kalma Cizre Köprü­ her adl ı bu sekizinci gezegen doruk noktası­ tırır.
sü'nde astronomiyle ya da astrolojiyle ilişkili bir dizi figür vardı. nın işareti, yani Yay burcu şeklindedir. Gü-

ANADOLU SELÇUKLULARI M İ MA R İ S İ 381


taya çıkışına kadar görülmedi. İran'da 1 2 . ve 1 3 . yüzyıllarda kullanılan
B ezeme S anatları bezeme tekniklerinin olağanüstü yelpazesi tekrenkli sırlarla bezenmiş iş­
leri, sırlama öncesi kazımalı ve oymalı süslerle bezenmiş işleri, kalıplı ve
Sheila Blair, Jonathan Bloom işlemeli süslerle bezenmiş işleri, sıraltı ve sırüstü boyamalı işleri kapsa­
maktaydı. Son teknik, yani sırüstü boyama en pahalı olanıydı ve en zarif
parçaları üretmeyi sağlardı.
Büyük Selçuklu döneminde sanat İranlı çömlekçiler 1 2 . ve 1 3 . yüzyıllarda iki sırüstü boyamalı seramik
tipi yarattı. Bunların ilki olan metal sırlı seramikte, çömlekçiler önceden
İslam dünyasındaki en zarif ve en yaratıcı seramiklerden bazıları 1 2 . ve sırlanmış bir parçayı gümüş ya da bakır oksitli desenlerle boyadıktan son­
1 3 . yüzyıllarda İran'da üretildi. Çin porselenleri zarif şekiller verilmiş ya­ ra, özel bir arıtıcı fırında yeniden fırınlardı. Özenle ayarlanan ısı sırı yu­
rısaydam gövdeleriyle ve ince bir saydam sır altındaki ince oymalı ya da muşatır ve düşük oksijenli ortam metalik oksitlerden oksijen alırdı; böy­
kalıplı bezemeleriyle öteden beri İslam toplumundaki zengin insanların lece sır yüzeyine ince bir metal tabakası kalırdı. Özel bir fırın kurma
rağbet gösterdiği mallardı. Ne var ki, yerel çömlekçilerin kalın ve donuk gereği, ek malzemelerin, özellikle metalik oksitlerin getirdiği masraf, çif­
kalay sırıyla kaplı geleneksel ağır kil gövdeleri kullanarak aynı özellikle­ te fırınlama için gereken ilave yakıt ve bütün olası değişkenleri denetim
ri sağlamaları mümkün değildi. Bunun üzerine 1 2 . yüzyılın İran çömlek­ altında tutma güçlüğü nedeniyle, böyle seramiklerin üretimi çömlekçilik
çileri bu güçlükleri aşmayı sağlayacak bir yöntem geliştirdiler. Bir Eski sanatının şahikası sayılırdı. Metal sırlı seramikler daha önce Mısır'da üre­
Mısır tekniğini canlandırarak, öğütülmüş kuvarsın az miktarda beyaz kil­ tilmişti ve Fatımi metal sırlı seramikleri gibi, İran metal sırlı seramikleri de
le ve öğütülmüş sırla karıştırılmasına dayanan bir yapay gövde malzeme­ tekrenkli perdahla bezeliydi. Selçuklu döneminde İranlı çömlekçiler ge­
si üretmeyi başardılar. Genellikle "cam harcı" ya da "taş macunu" olarak leneksel biçimler (kase, tabak ve kavanoz) yelpazesini figür, sehpa ve en
bilinen bu yeni madde beyaz, sert ve (inceyken) yarısaydamdı; ince ve önemlisi büyük duvar çini kaplaması gibi yeni biçimlerle genişletti. Sap­
saydam bir alkalik sırla kaplanması kolaydı. İranlı çömlekçiler bu malze­ tanmış olan tek üretim merkezi Orta İran'daki Kaşan kentidir. Metal sırlı
me bileşimini kullanarak, geniş bir bezeme teknikleri yelpazesinden ya­ seramiklerden birçoğunun imzalı olması, bu zanaatın yüksek statüye
rarlanabildi. ulaştığını gösterir. Çömlekçi imzalarından anlaşıldığı kadarıyla, birçok
Yeni cam harcı maddesinin devreye girişini yarım yüzyıl içinde bir çömlekçi akrabaydı. Ürünlerde 17 kadar çömlekçinin adı vardır; en azın­
yaratıcı enerji patlaması izledi; seramik sanatlarında bu atılımın bir emsa­ dan iki aileye, Ebu Tahir ve el-Hüseyin ailelerine mensup çömlekçilerin
li 18. yüzyıl İngiltere'sinde Wedgwood ve Staffordshire çömleklerinin or- birkaç kuşak boyunca bu işle uğraştığı saptanabilmiştir.

Çentik kenar süslemeli tabak, Ebu 607'de ( 1 2 1 O) yapıldığı belirtilen bu tabakta, Seramik tabak, Kaşan, y. 1 2 1 O, yaldız rüstü boyamaya dayanan bir ikinci teknik ge­
Zeyd, Kaşan, 1 2 1 O, sırüstü boyamalı cam bir atın, uyuyan bir seyisin ve atın arkasında boyamalı ve çokrenkli cam hamuru işi, çap liştirdi. Sırlı seramiklerin çokrenkli pigment­
hamuru işi, çap 35 cm, Washington, Freer duran beş figürün yer aldığı karmaşık bir sah­ 3 1 cm, Washington, Freer Sanat Galerisi lerle ve yaldızla bezendiği bu "mineli" işlerde
Sanat Galerisi ne görülüyor. Alt tarafta ise çıplak bir kadın İran'daki çömlekçiler tekrenkli metal sırlı se­ çoğu kez saltanat motifleri içeren gösterişli
Kenarındaki uzun yazıda ünlü çömlek sanat­ balıklarla çevrilmiş halde yüzüyor. ramiklerin yanı sıra, 1 2. yüzyıl sonlarında sı- sahneler yer alır.
çısı Ebu Zeyd tarafından hicri takvime göre

382 O RTA ASYA VE ANADOLU


İran'da geç Selçuklu döneminde gelişen sırüstü boyamalı seramiğin
ikinci tipi mineli (emayeli) işleri kapsar. Tekrenkli metal sırlı seramikle­
rin tersine, mineli işlerde sırlı yüzey birkaç renkte ve ara sıra yaldızla bo­
yanır ve daha sonra renkleri sabitlemek üzere görece düşük sıcaklıkta
ikinci kez fırınlanırdı. Metal sırlı seramikler gibi, birçok mineli parça da
kaselerden oluşur ve bunların büyük bir bölümü tahtta oturan figürlerle
ve efsanevi ev sahneleriyle boyanmıştır. Böyle önemli konular, mineli eş­
yaların yüksek maliyeti düşünüldüğünde, bu parçaların bir üst sınıf pa­
zarı için üretildiklerini akla getirir.
Sırüstü boyamalı işler bu dönemde üretilen en gösterişli seramikler­
dir. Ama bir başka teknik sadece İran'da değil, Çin ve Avrupa'da da se­
ramik tarihi açısından daha uzun ömürlü bir önem taşımıştır: sıraltı bo­
yama. Sırüstü boyamayla karşılaştırıldığında, bu teknik çok daha ucuzdu
ve sırlı yüzey boyayı aşınmadan korurdu. Daha da önemlisi, yeni alka­
lik sırın fırınlama işlemi sırasında pigmentlerin birbirine karışmasına yol
açmama gibi bir yönü vardı. Bu nitelik ressama daha büyük bir işleme
özgürlüğü tanırdı ve Selçuklu dönemindeki ressamlar seramik yüzeye
daha sonraki ressamların kağıdı kullandığı rahatlıkla resimler çizerdi.
Kullanılan motiflerden anlaşıldığı kadarıyla, metalik sırlı ve mineli işler
gibi, sıraltı boyamaya dayalı en zarif örneklerin birçoğu da Kaşan' da üre­
tilmişti.
Selçuklu dönemi çömlekçileri bir cam hamuru gövdenin sırüstü ya
da sıraltı resimlerle bezendiği bu pahalı seramiklerin yanı sıra, kil çamu­
ru kaplı geleneksel toprak çanak çömlekleri de üretmeye devam ettiler.
Bu ürünlerde kırmızımsı gövde, sıvı bir kil çamuru halinde sürülen ince
bir beyaz kil katmanıyla kaplanırdı. Kurşuna karışan sırın erimesi nede­
niyle, fırınlama sırasında pigmentler çoğu kez akar ve bulanırdı. Samani
dönemindeki çömlekçiler bunu önlemek için cüretkar tasarımlara baş­
vurmuşlardı; Selçuklu dönemindeki ardılları bir oyma ya da kazıma tek­
niği geliştirdiler. Kimi zaman çömlekçiler kil çamuru yüzeyini oyar ve
böylece oymalı alanların, koyu renkli gövde zeminiyle kontrast oluştur­
masını sağlardı. Bazı durumlarda ise kazınmış hatlarla çerçevesi belirlen­
miş alanlar yeşil, sarımtırak kahverengi ve mor sırlarla doldurulurdu .
Selçuklu yönetimi altında İran, çömlekçilik dışındaki bezeme sanat­ İ brik, İran, muhtemelen Kaşan, 1 3. yüzyıl ve hatta küçük mobilya parçalarını kapsaya­
larının da gelişmesine sahne oldu. Bir sanat olarak süren Kuran yazma­ başları, sıraltı boyamalı cam hamuru işi, cak şekilde geleneksel repertuarı nasıl zengin­
cılığının zarif örneklerinden çok azı imza ya da tarih taşır. İstisna örnek­ yükseklik 29, 1 cm, Washington, leştirdiklerini ve büyük bir tasarım özgürlüğü
Freer Sanat Galerisi sağlayan sıraltı boyama tekniğini nasıl geliştir­
lerden biri Hemedan kentinden Kirmanlı bir hattat olan Mahmud bin Bir yavru horoz biçimindeki bu ibrik, Selçuk­ diklerini yansıtır.
el-Hüseyin'in hicri takvime göre 559 yılının Cemaziyülevvel ayının son­ lu çömlekçilik sanatının bir hüner gösterisidir.
larında (Nisan 1 1 64) yazdığı ve tezhip ettiği bir nüshadır. Bu dönemden O dönemdeki ustaların hayvan biçimli kapları
kalma Kuran yazmaların çoğu gibi, kağıt üstüne yuvarlak Neshi stiliyle
yazılmıştır. Ayrıca, yalnız sure başlıklarını, ayet belirteçlerini ve kenar gül
bezeklerini değil, metin başındaki ve sonundaki tam sayfaları da kapsa­ yer aldığı resimler muhtemelen vardı. Ama bu yazmaların hiçbiri günü­
yacak şekilde ince tezhiple süslenmiştir. Arabesk süslerin ve geometrik müze ulaşmış değildir.
desenlerin yer aldığı bu halı görünümlü sayfalar, Selçuklu bezeme sana­ Büyük Selçuklular için hiç kuşkusuz zarif dokumalar yapılmıştı; ama
tının öne çıkan örnekleri arasında sayılır. hangileri olduklarını kesin saptayabilecek durumda değiliz. Bir zamanlar
Dönemin kaynakları Selçuklular için resimli yazmaların da hazırlan­ Selçuklu dönemiyle ilişkilendirilen birçok ipeklinin günümüze ait taklit­
dığını belirtir. Örneğin, Selçuklu tarihçisi er-Revandi 1 184/85'te Selçuklu ler olduğu ortaya konmuştur ve dönemin bir hükümdar adı taşıyan tek
Sultanı II. Tuğrul'un şair portrelerini içeren bir şiir antolojisi sipariş etti­ ipeklisi Selçuklu Sultanı Keykubad bin Keyhüsrev (1 219-1 237) için yapıl­
ğini aktarır. Ne var ki, bu dönemden günümüze ulaşmış tek resimli yaz­ mış olanıdır. Koyu kırmızı bir zemin üstünde yaldızla enfes biçimde do­
ma, Ayyuki'nin "Varka ile Gülşah " adlı aşk hikayesinin bir nüshasıdır. kunmuş olan bu kumaşta, sırt sırta duran iki aslanı çevreleyen madalyon­
Yazmadaki resimlerden biri, İran'ın kuzeybatı kesimindeki Hoy şehrin­ lar vardır. Madalyonlar arasındaki boşlukları arabeskler doldurur.
den bir ressam olan Abdülmümin bin Muhammed'in imzasını taşır. Bu
kişi Anadolu Selçuklu sarayında görevli olduğundan, bu yazmanın 1250
dolaylarında Konya'da hazırlanmış olması gerekir. Büyük Selçuklular için
hazırlanmış diğer yazmalarda, dönemin seramiklerinde, özellikle metal
sırlı ve mineli işlerinde gördüklerimize benzer küçük, ay yüzlü figürlerin

B ÜYÜK S E L Ç U KLULARDA B E Z EME SANATLARI 383


Anadolu Selçuklu ve Artuklu bezeme sanatları
joachim Gierlichs

Anadolu Selçuklu sanatında mimari başta gelen bir yer tutar. Bezeme
sanatları ve kitap sanatı, mimariye oranla küçük çaplıymış gibi görünür.
Bu izlenime katkıda bulunan bir etken de Selçuklu döneminden kalan,
ama kökeni bilinmeyen birçok nesnenin neredeyse otomatik olarak Fars
sanatı içinde sınıflandırılmasıdır.
Kullanılan malzemelerin dayanıksızlığına rağmen, Selçuklu ahşap iş­
lerinin minberler, rahleler, sandukalar, kapılar, kepenkler ve bir taht gi­
bi sayısız örnekleri günümüze ulaşmıştır. Ahşap oymacılığında "künde­
kari tekniği"nin uygulanmaya başlaması 1 2 . yüzyıl ortalarına iner; bu­
nun bir örneği Konya'daki Alaeddin Camisi'nin Eylül 1 1 55'te Ahlatlı Ha­
cı Mengin Berti tarafından yapılan minberleridir. Hakiki kündekari, ke­
net ya da zamk gibi ek bir tutturma aracına gerek kalmaksızın dil ve zı­
vana yapısıyla birbirine geçirilmiş çokgen, paralelkenar ya da yıldız bi­
çimli panoları bir çerçeveyle sabitlemeye dayanır. Geometrik ve bitki
desenlerinin yanı sıra, canlı yaratıkları tasvire dönük güçlü bir ilginin
belirtileri vardır. 1 2 . ya da 1 3 . yüzyıldan kalma bir dizi ahşap kapıda
karşı karşıya ya da sırt sırta duran hayvan çiftleri görülür: Aslanlar, gri­
fonlar, tavuslar ve ejderhalar. Konya'daki Mevlana Müzesi'nde bulunan
zengin oymalı rahle (1 279) iç yüzeylerindeki lake resimlerle benzersiz­
dir; yuvarlak bir madalyon üstünde bir filiz ağından çıkan bir çifte kar­
tal ve 14 küçük aslan figürü yer alır.
1 2 . ve 1 3 . yüzyılların önde gelen metal işleme merkezleri Horasan
ve Kuzey Mezopotamya (Musul) dışında, cevher yatakları bulunan Ana­
dolu'da da 1 3 . yüzyılda bir dizi önemli metal eşya üretilirdi. Günümüze
ulaşmış örnekler arasında gümüş kakmalı, yuvarlak ve çokgen pirinç
şamdanlar, ağır tunç dibekler, buhurdanlar, örgülü ve altın kaplamalı bir
tunç fanus, bir kös, yüz yüze bakan ejderhalar şeklindeki tunç kapı tok­
makları ve eskiden Cizre Ulucamisi'nin kapılarına ait olan bir aslan ba­
şı sayılabilir. Sırt kısmına akrep kuyruklu bir çift sfenks resmedilmiş çok
sayıda tunç ayna vardır; bu motif komşu astrolojik burçlar Aslan, Başak
ve Akrep'in ayırıcı özelliklerinin bir araya getirilişi olarak yorumlanabi­
lir. Ayrıca, bu aynalardan bazılarının ön yüzünde bir tür büyü işlevini
akla getiren tılsımlı işaretler ve semboller görülür. Topkapı Sarayı Mü­
zesi'nde bulunan altın kakmalı bir demir aynada özellikle ilginç bir iko­
nografiye rastlanır. Orta madalyonda başı bir haleyle çevrili olan ve elin­
de bir avcı şahin tutan bir atlı hükümdar yer alır. Atını yılan biçimli bir
ejderha tehdit eder. Kenar frizinde, boyunlarını birbirine dolamış ve ar­
kaya kıvrık çeneli ağızlarını açmış bir çift ejderha, iki adet "hayvan ala­
yı" sahnesinin ana süsünü oluşturur; bu sahnede ejderha başı biçimin­
deki kuyruklarıyla ok atan iki kentaur da görülür. Harput'un Artuklu
Hükümdarı Nureddin Artuk Şah için 1261/62'de yapılmış bir başka ay­
nanın ön yüzündeki orta motifi, insan büstleri biçimindeki yedi geze­
genle çevrili bir kartal oluşturur; bu gezegenleri ise on iki burç kuşatır.
Güneydoğu Anadolu'daki Diyarbakır ve Siirt'in yanı sıra, Konya'yı
ikinci bir metal işleme merkezi olarak görmek gerekir. Bunun bir örne­
ği, Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camisi'ne ait olan 1 280/81 tarihli asma cami
kandilidir; üstündeki yazı Konya'da imal edildiğini ve Nusaybinli bir za-

Rahle, 1 3. yüzyıl, Berlin, İslam Sanatı yüzeylerde yoğunlaşmıştır. Zengin oyma


Müzesi geometrik ve bitkisel motifleri ustalıkla bir­
Tek bir ahşap parçasından yapılmış bu rah­ leştirir. Ana kısım kalkıktır ve iç içe örülü
le, Selçuklu döneminden kalma görece az bir KGfı yazıyla bezenmiştir.
örneklerden biridir. Bezemesi tamamen dış

384 O RTA ASYA VE ANADOLU


naatkar olan Ali bin Muhammed tarafından yapıldığını belirtir. Anado­ Kubadabad sarayında bulunmuş yıldız niler, daha önce hiç karşılaşılmayan bir figür
lu'da Selçuklu döneminden günümüze çok az sayıda seramik kap kacak biçimli çiniler, bugün çoğu Konya'daki repertuarını sergiler. Anadolu Selçukluları­
Karatay Müzesi'nde nın, özellikle de hükümdarlarının figüratif
ulaşmış olması dikkat çekicidir. Elimizde sadece kazılarda ortaya çıkarıl­
Alaeddin Keykubad'ın yazlık sarayı Kubada­ tasvire açıklığını çarpıcı biçimde yansıtır.
mış sırsız beyaz kilden vazolar, kaseler, tabaklar ve kavanozlar vardır; bad'da l 960'1ardaki kazılarda ortaya çıkarı­
bunların bazıları figüratif kabartmalıdır. Saraylarda bir dizi sırlı büyük çi­ lan bu metal sırlı ve sıraltı boyamalı duvar çi-
nilerin ve ayrıca mine tekniğiyle yapılmış çinilerin bulunmasına rağmen,
Anadolu'da imal edilmiş metal sırlı seramik çömleklerin neredeyse hiç­ Anadolu Selçuklu yönetimi altında hazırlanmış ya da sipariş edilmiş
bir örneği bilinmemektedir. resimli yazmalar son derece nadirdir. Bunlardan biri Ayyuki'nin 1 1 . yüz­
1 3 . yüzyıldan kalma büyük boyda Selçuklu halıları epey heyecan yılda Gazneli Mahmud için yazdığı "Varka ile Gülşah " adlı aşk hikayesi­
uyandırmıştır. Bunlar İslam döneminin bilinen en eski örme işleridir ve nin bir nüshasıdır. Yazma nüshalarının çıkarıldığı ve resimlerle süslendi­
1900'lerin başlarında Konya'daki Alaeddin Camisi'nde ve Beyşehir'deki ği bir yer de Nasırüddin Mahmud'un (1201-1 222) Diyarbakır'daki Artuk­
Eşrefoğlu Camisi'nde bulunmuştur. Çin'e seyahati sırasında Küçük As­ lu sarayıydı. Bu sarayda görevli olan el-Cezeri'nin 1 206'da yazdığı el-Ca­
ya'dan geçen Marco Polo, anılarında bunları "dünyanın en zarif" halıları ıni beyne 'l-İlim adlı bilimsel eser, mekanik otomatların yapısıyla ilgili
olarak nitelendirir. 150'den fazla çizim içerir.

• 1

• '

"Varka ile Gülşah" yazmasından resimli iki sayfa fa eni boyunca yerleştirilmiş minyatürler, Ayyuki'nin trajik aşk El-Cezeri'nin otomatları anlatan yazmasından bir
1 3. yüzyıl ortaları, İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi hikayesinde geçen olayları yansıtır. Soldaki sayfada Gülşah ken­ sayfa, Muhammed bin Yusuf bin Osman el-Haskefi, 1 205,
Konya sarayında hazırlandığı sanılan "Varka ile Gülşah" nüshası, di çadırında endişeli annesinin yanında keyifsiz bir tavırla uza­ İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi
Anadolu Selçuklu kitap resimleme sanatının nadir bir örneği­ nırken, sağdaki sayfada Varka'nın babası Humam onun kolları Bu sayfa bir damacana biçimindeki bir su saatinin, içindeki
dir. Sayfaların birinde resimleri Abdülmümin el-Huveyi'nin yap­ arasında can veriyor. su düzeyinin değişmesiyle nasıl çalıştığın ı çizimle açıklıyor.
tığı belirtilir. İki sütunlu metinlerin alt ve üst yarıları arasına say-

ANADOLU S E LÇUKLULARINDA B E Z E M E SANATLARI 385


Müslüman Moğollar:

Moğol istilalarından
o

ilhanlılara

Cengiz Han'ın varislerinin tarihi . . . . . . . . . . . . . . . 388


İ ran'daki İlhanlı İmparatorluğu

İ lhanlı yönetimindeki İ ran'da mimari . . . . . . . . . . . . 392


Taht-ı Süleyman Sarayı
Veramin ve Yezd'deki cuma camileri
Sultaniye'deki Olcaytu Türbesi

İlhanlı bezeme sanatları . . . 400


. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Altın Orda ve Çağataylılar döneminde sanat ve mimari

İ skender'in Demir Süvarileri, Firdevsi'nin Şehname yazmasından, Tebriz, y. 1 335,


Cambridge, Mass., Harvard Üniversitesi Sanat Müzeleri
Bu minyatürde görüldüğü üzere, büyük İran destanı Şehname' deki resimler sadece İlhanlı
kitap bezeme sanatını değil, bütün dönemi yansıtır. İskender Hint süvari birliğindeki azman
fillerin karşısına demir süvariler çıkarmayı tasarlamıştı; metalden yapılma atlar ve biniciler
tekerlekler üstüne oturtulmuştu. Hint askerleri yuvarlanarak gelen ve atlarının burunla­
rından alevler fışkıran süvarileri gördükleri anda dağılıp kaçmışlardı. Ressam sahneyi dra­
matize etmek amacıyla zırhlı askerler için gümüş, alevler için ise altın yaldızlı olmak üzere
pahalı boyalar kullanmıştır. Bu resmin yoğunluğu, renk zenginliği ve yaratıcılığı İran İlhanlı­
larının kozmopolit ve yüksek kültürlü dünyasına dair kalıcı bir izlenim verir.

386
Cengiz Han ve varisleri
Tarih
Sheila Blair, jonathan B/oom Bütün çağların en büyük fatihlerinden
biri olan Cengiz Han (y. 1 167-1 227)
mütevazı bir kökenden gelmekteydi.
Babası Orta Asya'nın kuzey ve doğu­
suna düşen bozkırlardaki bir Moğol
Asya'nın büyük bir bölümü 13. yüzyıl kabilesinin küçük bir reisi, yani hanıy­
başlarından itibaren, büyük Moğol fati­ dı.
hi Cengiz Han'ın soyundan gelen çeşit­ Asıl adı Timuçin olan genç savaşçı,
li hükümdarlarca yönetildi. Bu yeni kü­ bölgedeki diğer yerel hanları alt ede­
resel imparatorlukta, Avrupa kıtası rek kademeli olarak yükseldi ve bu sü­
Roma döneminden beri ilk kez Çin'e reçte Cengiz sanını kazandı. Böylece
bağlanmış oldu. Moğol Barışı'nın Doğu 1 206'daki bir kurultayda bütün Türk­
ve Batı arasındaki ticareti ve iletişimi Moğol halklarının Büyük Han'ı ilan
güçlendirmesiyle birlikte, Çin'den Ak­ edildi. Çok geçmeden ordularıyla bir­
deniz'e ve ters istikamete doğru tüccar­ likte Moğolistan'ın ötesinde fetihlere
ların ve ticari malların yanı sıra sanatçı­ girişti ve Çin Denizi'nden Dinyeper kı­
ları ve sanatsal fikirleri de kapsayan bir yılarına kadar Avrasya'nın büyük bölü­
akış başladı. Yuan hanedanı olarak Çin'i müne boyun eğdirdi.
1 279'dan 1368'e kadar yöneten Büyük Moğol töresi uyarınca, bir önderin
Hanlar kolundan farklı olarak, Cengiz ölümünden sonra toprakları aile men­
Han'ın Batı Asya'daki varislerinin çoğu supları arasında paylaşılırdı. En güçlü
zamanla İslam dinini benimsedi. Bu ge­ Moğol önderi olmasına karşın, Cengiz
lişmenin başını Güney Rusya'daki Altın Han da bu kuralın dışına çıkmadı;
Orda, Harezm'deki Çağataylılar ve 1 227'de ölmeden önce topraklarını
İran'daki İlhanlılar çekti. Tıpkı Büyük dört oğlu arasında bölüştürerek, her
Hanlar gibi, bu üç Moğol hanedanı da birine yandaşları ve sürüleri için otlak
14. yüzyıl sonlarına kadar başta kaldı. alanı ("yurt") verdi. Cengiz'in oğulları­
Bozkırların sonraki büyük fatihi Timur, Moğolların Bağdat'ı ele geçirişi, muhtemelen Reşideddin'in Camiü't-Tevarih'inden nın soyundan gelenler farklı toprakla­
şiddet yoluyla Güney, Batı ve Orta As­ minyatür, Tebriz, 1 4. yüzyıl başları, Berlin, Eyalet Kütüphanesi rın hükümdarları olarak kendi yolların­
Moğollar l 258'de Abbasi başkenti Bağdat'ı ele geçirdi. Bu minyatürün ön tarafın­ da ilerlediler ve bölgede birkaç yüzyıl
ya'nın büyük bir bölümünü Cengiz'in
da, tüylü başlıklarıyla ayırt edilebilen Moğollar ırmağın öte yakasından mancınıkla
mirasına sahip çıkma adına kısa bir sü­ kenti topa tutuyorlar. Üst sol tarafta ise üç kişi bir tekneyle saraydan kaçıyor. Baş­ boyunca Cengiz'in soyundan gelmek
reliğine tekrar birleştirdi. Moğol itibarı larındaki sarıklar Müslüman, belki de Abbasi olduklarını gösteriyor. siyasal meşruiyetin başlıca aracı haline
öylesine güçlü kaldı ki, bazı küçük kol­ geldi. Dolayısıyla bu dönem, İslam ta-
lar İslam dünyasının ücra kesimlerinde rihinde meşruiyetin Peygamber Mu­
17. yüzyıla kadar hüküm sürmeye devam etti. hammed'in soyundan gelmeye göre belirlendiği diğer dönemlerin çoğun­
İslam mimarisinin ve sanatının en zarif örneklerinden bazıları bu üç dan ayrılır.
büyük Moğol hanedanının himayesi altında üretildi. Anlaşılır bir sonuç­ Bozkır göreneğine göre, en büyük oğul ana yurttan en uzak otlakları
la, geliştirdikleri sanat birçok geleneğe aittir; İslam, İran, Orta Asya, Çin alırdı. Dolayısıyla Cengiz'in en büyük oğlu Cuci'nin payına Güney Rusya
ve hatta Avrupa kökenli unsurları bünyesinde toplar. Cami ve türbe gi­ ve Harezm'e kadar uzanmak üzere Batı Sibiıya toprakları ve Kıpçak boz­
bi yapı tiplerinin birçoğu standart İslam repertuarına girer. Yerli İran kırları düştü. Cuci babasından önce öldüğü için, miras mülkü oğulları ara­
özellikleri arasında köşe kemerleri ve çini işleri yer alır. Altına düşkün­ sında paylaşıldı. En büyük oğul Orda (1226-1 280), babasına ait toprakla­
lük gibi belli Moğol karakteristikleri bozkır geleneğinden alınmadır. Ej­ rın doğu kesimini, yani Batı Sibirya'yı aldı ve orada Beyaz Orda olarak
derha, şakayık ve kasımpatı gibi Çin motifleri Avrupa geleneklerinden bilinen soyu başlattı. Küçük oğul Batu'nun (1227-1255) batıda kalan Gü­
alınma unsurlarla birleştirilmiştir. Sözgelimi, perspektif ve kabartma fi­ ney Rusya'da kurduğu Mavi Orda daha sonraları Altın Orda olarak anıl­
gür gibi araçları kullanarak resimsel mekan geliştirmeye dönük ilgi bir maya başladı.
Avrupa etkisidir. Muhtemelen Moğol topraklarında dolaşan Avrupalı tüc­ Altın Orda her ikisi de Volga kıyısında yer alan ve Saray adını taşıyan
carların getirdiği bu resimsel araçlar, şair Firdevsi'nin (ö. 1020) söz ko­ başkentlerden yönetildi. Eski Saray olarak bilinen birinci başkent, Vol­
nusu dönemde özellikle önem kazanan Farsça destanı Şehnanıe'nin nüs­ ga'nın kollarından Ahtuba'nın sol yakasındaki Astrahan'ın 125 kilometre
haları başta olmak üzere resimli yazmalarda görülebilir. Sonuç itibariyle, kuzeyindeydi. Bu konumunu, Canıbek'in (1342-1357) başkenti 125 kilo­
Moğol döneminin sanatına damgasını vuran özellik birçok ayrı unsurun metre daha kuzeyde, Volga'nın büyük dönemecinin hemen aşağısında ve
harmanlanarak son derece süzme ve renkli bir bütüne dönüştürülmesi­ Ahtuba kıyısında yer alan Yeni Saray'a (şimdi Zarev) taşıdığı 1340'lara ka­
dir. dar korudu . 14. ve 1 5 . yüzyıllardaki Müslüman kaynakları, Altın Orda'nın
İslam'ı benimseyen ilk hükümdarı Berke (1257-1 266) tarafından kurulan
bir başkente göndermeyle, Saray Berke adlı bir üçüncü kentten söz eder-

388 MÜS LÜMAN M O G O L LA R : M O G O L İSTİLALARINDAN İLHANLILARA


!er. Ancak, Berke'nin başkenti muhtemelen dindarlık amaçlı bir kurmaca­ Kazan, Kasım ve Kırım hanlıkları koptu . Son Altın Orda hanının 1 502'de
dan ibaretti. Canıbek döneminden başlayarak Altın Orda'nın bütün han­ yenilmesiyle, kalan topraklar da Kırım Tatar Hanlığı'na bağlandı.
ları Müslüman olmakla birlikte, uyruklarının çoğu Ortodoks Hıristiyan ola­ Cengiz'in ikinci oğlu Çağatay (1 227-1241) Maveraünnehir'in kuzeyine
rak kaldı. Altın Orda'nın Anadolu'yla önemli ticari bağları vardı; Mısır ve düşen Orta Asya topraklarını alınıştı. Hanedanın yaşayan en büyük men­
Suriye'nin Memlük hükümdarlarına köleler sağlamaktaydı. Fakat Osman­ subu ve Moğol kabile töresi ("yasa") konusunda ehil kişi olmasından do­
lıların 1 5 . yüzyılda Anadolu ve Trakya'ya yayılmasıyla birlikte, Akdeniz'le layı büyük nüfuza sahipti. Çağataylı kolunun asıl kurucusu sayılan torunu
ilişkileri kopan Altın Orda sadece Güney Rusya'da etkili bir bölgesel güç Algu (1 260-1 266), diğer Cengiz varisleri arasındaki çekişmelerden yararla­
konumuna düştü. narak Harezm, Batı Türkistan ve Afganistan'ı ele geçirdi. Bu topraklar Ça­
Orda'nın daha enerjik torunlarından biri olan Toktamış 0377- 1395) ğatay Hanlığı'nın çekirdeği haline geldi. Çağataylılar coğrafi konumları ne­
14. yüzyıl sonlarında Altın Orda'yı Beyaz Orda'yla birleştirdi. Egemenlik deniyle, Cengiz soyunun diğer kollarına oranla kabile ve göçebe törelerini
alanını kuzeyde Rusya içlerine kadar genişleterek, 1 382'de Nijni Novgo­ daha uzun süre korudular. Bazı Çağataylı hükümdarlar İslam'ı benimser­
rod ve Moskova'yı yağmaladı. Ama onun ölümünden sonra, Altın Orda ken, bu yola gitmeyenler de oldu. Altın Orda gibi, Çağatay Hanlığı da 14.
dağılmaya yüz tuttu. Kuzeyden yabancı güçlerin saldırıları arttı; Astrahan, yüzyılda parçalanmaya başladı ve batıda kalan toprakları 1363'te Timur'un

Yukarıda: Sultaniye'deki Olcaytu


Türbesi, İran, 1 3 1 5- 1 325
İlhanlı Hükümdarı Argun, Kazvin'in ovalı k
kuzeybatı kesiminde Sultaniye kentini kur­
du ve oğlu Olcaytu burayı İlhanlı başkenti
yaptı. Dönemin tasvirlerinde kentin canlı
çarşıları, büyük camisi ve sağlam surları an­
latılır; ama günümüze kalan tek yapı Olcay­
tu'nun devasa türbesidir. Bu anıtmezar bir
zamanlar ibadet ve öğretim yerlerinin yanı
sıra çeşitli sosyal hizmet kurumlarını kapsa­
yan bir vakıf külliyesinin merkeziydi.

Sağda: İ lhanlı saray yaşamı,


muhtemelen Reşideddin'in
Camiü't-Tevarih'inden çift sayfalı giriş
bölümü, Tebriz, 1 4. yüzyıl başları, Berlin,
Eyalet Kütüphanesi
Bu minyatürde Moğol hanı ve eşi, saray gö­
revlileriyle çevrili halde tahtta otururken
görülüyor. Mertebeye göre belirlenen bu
dizilişte, kadınlar her zaman hükümdarın sa­
ğında dururdu. Hükümdar ailesinin men­
supları giyimleriyle ve başlıklarıyla ayırt edi­
lebiliyor. Kadınlar buğtak denen özgün ve
yüksek Moğol başlığını takarken, erkekler
kartal tüyü sayısının rütbeyi gösterdiği tüy­
lü börk giyerdi.

389
eline geçti. Ancak, Çağataylıların bir kolu Orta Asya'nın doğu kesiminde
17. yüzyıla kadar başta kaldı.
Cengiz'in üçüncü oğlu Ogedey, babasının gözdesiydi; Cengiz'in iste­
ği doğrultusunda 1 229'daki bir kurultayda Büyük Han seçildi. Ne var ki,
Büyük Hanlık makamı bir kuşak sonra Cengiz'in dördüncü ve en küçük
oğlu Toluy'un soyuna geçti. İmparatorluğun paylaşımında anayurt Moğo­
listan'ı almış olan Toluy'dan sonra oğulları Möngke (1251-1260), Kubilay
(1260-1 294) ve onların soyundan gelenler Büyük Han sıfatıyla hüküm sür­
düler. Moğolistan'daki Karakurum'da bulunan başkent daha sonraları Pe­
kin'e taşındı. Çin'de Yuan hanedanı adı altındaki Moğol yönetimi yerli
Ming hanedanınca 1 368'de devrilene kadar devam etti. Toluy'un soyun­
dan gelen bir kol ise Moğolistan'da 17. yüzyıla kadar başta kaldı. Büyük
Hanlar ve uyruklarının birçoğu Budist oldukları için, Batı Asya ve Rusya'da
çoğu İslam'ı benimsemiş olan bağlı hanlarla çatışmaya girdiler.

İ ran'daki İ l hanl ı İmparatorluğu


Büyük Han Möngke 1 253 sonbaharında, Moğol denetiminden çıkmış olan Bir duvar halısından detay, Çin, y. Çin imparatoru iki kardeş Wenzong ve Ming­
Batı Asya'daki toprakları geri almak üzere kardeşi Hülagu'yu bölgeye gön­ 1 330- 1 332, ipek, genişlik 38 cm, New York, zon görülüyor. Yuan hanedanına mensup
Metropoliten Sanat Müzesi Moğol hükümdarlarının meşruiyet kaynağı
derdi. İran üzerinden batıya doğru ilerleyen Hülagu, 1 258'de Abbasi hali­
Bir Budist manda/a'sından (büyülü ve kutsal Cengiz Han'ın soyundan gelmekti.
feliğinin başkenti Bağdat'ı aldı. Çin'deki kardeşine saygının gereği olarak, diyar tasviri) alınma bu portrede, bağışçı olan


Tebrız

vr
Sultaniye

� �

� �



ilhanlı y ön
yo.,,m;odo; w•""" y

mindeki topraklar, y. 1 300

; �ti,\indeki topraklar, y. 1 300


Çağata lı yö
�J - J

Büyük Hanlar yönetimindeki topraklar, y. 1 300

390 M Ü SLÜMAN M O GO LLAR : M O G O L İ S T İ LALARINDAN İ LHANLI LARA


"bağlı han" anlamında ilhan unvanını aldı ve ele geçirdiği topraklarda bü­
yük ölçüde İslam öncesi Sasani düzenine benzer bir devlet yapısı kurdu.
ıJl.�ı-
. :· {<5
�;:;,!f.

. •.•

Hülagu ve ilk ardılları Çin'deki Büyük Han otoritesine bağımlı kaldı. Ama ·ll;ı0:.ıJtıı il.V
Kubilay'ın ölümünden 0 294) sonra Hülagu'nun büyük torunu Gazan'ın J�rJ.a!��
0 295-1 304) İslam dinine dönmesiyle, Moğolların iki kolu arasındaki ya­ J:+-....., ;,; '�k-J�
kın bağlar zayıfladı. J1�r>r.jı;,ı :
Gazan'ın, kardeşi ve ardılı Olcaytu Muhammed Hudabende'nin 0 304- �)Y...ı,i>.- (,G
1 3 1 6) ve onun oğlu Ebu Said'in 0 3 1 6- 1 335) dönemleri İran'daki İlhanlı d�-isl.;c?- ;.>.. J
iktidarının doruk çağı oldu. Gazan'ın din değiştirmesi Türk-Moğol elit ta­ ) ı.,.+.J'(l'f:.:,jf!
bakası ile İranlı uyrukları arasında barışıklığı sağladı; böylece devlet gö­
� f·�.)>J'iet.1.ı
çebe bir Orta Asya rejiminden, yerleşik kentleriyle, Avrupa ile Doğu'yu
birbirine bağlayan uluslararası ticaretin antrepoları haline geldi.
J.P;.i,�1ıı�i
.�. "'leır)')t:..\- ,
..
. .. .. . . . . . · '

Ne var ki, Ebu Said'in ölümünden 0335) kısa bir süre sonra, bu koz­
mopolit dünya parçalandı. Bir dizi İlhanlı hükümdarının 20 yıl kadar da­ �.lt.:-•.-iibLl�·
ha iktidarı korumaya çalışmasına karşın, çeperdeki wpraklar merkezden
koptu . Timur'un 1370'te İran'ı yeniden tek bir otorite altında birleştirme­
sine kadar iktidar yerel güç odaklarının elinde kaldı.
Çin hanının kralı ziyaret edişi name halk arasında çok tutmuştu. Metni süs­
Firdevsi'nin Şehname'sinden, İran ya da Irak, leyen resimler uzak geçmişin olaylarını, döne­
y. 1 300, Paris, Louvre Müzesi min Moğol kostümleri içinde verir.
Kendilerini büyük İran kralları geleneğinin va­
risleri olarak gören İlhanlılar döneminde Şeh-

1 206 Cengiz Han (y. 1 1 67- 1 227) bir Alman-Leh ordusunu ve iV. 1 260-1 294 Kuzey Çin'de Moğol Yuan 1 368 Çinli Mingler Moğol Yuan
bütün Türk-Moğol halklarının Bela komutasındaki bir Macar hanedanını ( 1 279- 1 368) kuran hanedanını Pekin'den sürdü
Büyük Han'ı olarak tanındı ordusunu yendi Kubilay Han'ın dönemi
1 377- 1 395 Beyaz Orda ve Altın Orda'yı
1215 Moğollar Pekin'i ele geçirdi 1 242/ 1 243 Anadolu'da Kösedağ 1 295- 1 304 lslam dinine dönerek Sünni birleştiren ( 1 378) Toktamış'ın
Muharebesi: Moğol kuvvetleri mezhebini benimseyen Gazan'ın dönemi
1218 Harezmiler bir Moğol ticaret
Anadolu Selçuklu ordusunu dönemi
kervanını tutsak aldı; Harezmşah 1 382 Toktamış komutasındaki
yendi
hükümdarının emri üzerine 1 307 ilhanlı Hükümdarı Olcaytu Moğollar Moskova'yı yağmaladı
tüccarlar idam edildi 1 253 Möngke'nin ( 1 25 1 - 1 260) Muhammed Hudabende ( 1 304-
1 395 Toktamış'ın ölümüyle Altın
görevlendirdiği Hülagu Batı 1 3 l 6) yeni başkent Sultaniye'yi
1 2 1 9- 1 220 Moğolların öç alma seferi; Orda'nın dağılma süreci başladı;
Asya'ya dönük seferlerine kurdu
Harezm ve Maveraünnehir Astrahan ( 1 466- 1 556), Kazan
başladı
bölgeleri ele geçirildi 1 3 1O Olcaytu Şiiliği benimsedi ( 1 445- 1 552), Kasım ( 1 452-
1 257- 1 266 Altın Orda'nın ilk Müslüman 1 68 1 ) ve Kırım ( 1 430- 1 783)
1 227 Cengiz Han'ın ölümü ve 1 3 1 6- 1 335 Sünni ilhanlı Hükümdarı Ebu
Hanı Berke'nin dönemi hanlıkları kuruldu
imparatorluğun paylaşılması: Batı Said'in dönemi; ilhanlı
Sibirya'da Orda'nın ( 1 226- 1 280) 1 258 Hülagu komutasındaki Moğollar yönetiminin sonu 1 502 Şeyh Ahman'ın ( 1 48 1 - 1 502)
yönetiminde Beyaz Orda, Güney Bağdat'ı ele geçirdi, Abbasi ölümüyle Altın Orda Hanlığı
1 323 Memlüklar ve ilhanlılar bir barış
Rusya ve Harezm'de Batu'nun halifeliğine son verdi ve l ran'da, son buldu
antlaşmasına vardı
( 1 227- 1 255) yönetiminde Altın başkenti Tebriz olmak üzere
Orda ve Maveraünnehir'de İlhanlı devletini kurdu 1 342- 1 357 Canıbek dönemi; Altın Orda
Çağatay'ın ( 1 229- 1 24 1 ) hanları lslam dinine döndü
1 260 Filistin'de Ayn Calut
yönetiminde Çağatay Hanlığı 1 360- 1 405 Timur'un ( 1 370- 1 405) Moğol
Muharebesi; Baybars
kurulurken, Kuzey Çin ve hegemonyasını tekrar sağlamaya
komutasındaki Memlükların
Moğolistan (Karakurum) yönelik seferleri;
Moğolları yenilgiye uğratmasıyla
Ogedey'in ( 1 227- 1 24 1 ) ve Maveraünnehir, lran, Anadolu,
ilhanlıların batıya doğru
anayurt Moğolistan da Toluy'un Mezopotamya ve Hindistan'ın
yayılması durduruldu
yönetimine girdi. yanı sıra Rusya'nın bir
1 260- 1 266 Algu döneminde Çağatay Hanlığı
1 229 Ogedey bütün Moğolların bölümünü yönetimi altında
daha sağlam yapıya kavuştu;
Büyük Han'ı oldu birleştirdi ve l 506'ya kadar
Harezm, Batı Türkistan ve
süren Timurlu hanedanını
1 24 1 Liegnitz Muharebesi ve Sajo Afganistan ele geçirildi
başlattı
lrmağı Muharebesi: Altın Orda

TAR İ H 391
fi
ı

Taht-ı Süleyman'daki saray, y. 1 275 Tebriz'deki cami gibi, Taht-ı Süleyman'da­ Mimari
ki İlhanlı yazlık sarayı da Moğol hükümdarlarını İslam öncesi geçmişe bağlamaya yö­
nelikti. İnşasını İlhanlı Hükümdarı Abaka ( 1 265- 1 285) başlattı ve eskiden Sasani im­ Sheila Blair, jonathan Bloom
paratorlarının taç giydiği mabedin temelleri üstünde kuruldu. Ortasındaki geniş av­
lunun içinde bir yapay göl vardı. Avlunun dört kenarı eyvanlarla çevriliydi. Kuzey
eyvanının açıldığı kubbeli bölme daha önce Sasani ateş tapınağının bulunduğu yerdi İlhanlı döneminde İ ran mimarisi
ve muhtemelen Abaka'nın taht salonu olarak kullanılmıştı.

Moğol istilalarının yol açtığı yıkımlarla İran'da kesintiye uğrayan imar işleri
İlhanlıların iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra tekrar başladı. Bozkırlar­
daki Moğol ataları gibi, İlhanlılar da yaylacılık geleneğini sürdürerek, İran'ın
kuzeybatı kesimindeki ovaların yazlık otlakları ile Bağdat çevresindeki Me­
zopotamya'nın kışlık konakları arasında mevsimlik göçlere göre dolaştılar.
Hülagu'nun oğlu Abaka (1265-1 282) Urrniye Gölü'nün güneydoğusunda
yazlık saray inşa etmeye başladı.
Onun oğlu Argun'un döneminde tamamlanan (1284-1291) ve şimdi
Taht-ı Süleyman olarak bilinen bu saray, eskiden Sasani imparatorlarının taç
giydiği Şiz adlı Sasani mabedinin temelleri üstünde kuruludur. Moğolların bu
yeri seçmesinin sebebi, İran'ın İslam öncesi krallarıyla bir ardıllık bağı kur­
maktı. Kulelerin koruduğu oval bir sur halkası içinde kalan İlhanlı sarayının
kuzey-güney doğrultulu ve 125 x 1 50 metre ebadında geniş bir oıta avlusu
vardı. Bir yapay gölün yer aldığı avlu, her dört kenarda dört revaklı girişleri
bulunan eyvanlarla çevriliydi. Kuzey eyvanının açıldığı kubbeli bölme daha
önce Sasani ateş tapınağının bulunduğu yerdi ve muhtemelen Abaka'nın taht
�K
O 20 40 m
=-
salonu olarak kullanılmıştı. Batı eyvanı iki yanında sekizgen köşkler bulu­
nan bir çapraz salona açılmaktaydı. Eskiden Sasani Hükümdarı Hüsrev'in
taht odası olan bu bölme, İlhanlı hükümdarlarının kaldığı ikamet dairesine
çevrilmişti.
Taht-ı Süleyman'daki saraya ait le işlendiği tekrenkli turkuaz ya da kobalt ma­ Taht-ı Süleyman'daki sarayda bulunmuş olan bol miktardaki ince beze­
bezemeli çiniler, İran, 1 3. yüzyıl sonları ya visi çinileri tercih ettiler. Laciverdin Farsça kar­ me unsurları, yapının yüksek kalitesini gösterir. Güney köşkü bir mukarnas
1, da 1 4. yüzyıl, cam hamuru işi, çap 24.8 cm şılığıyla çoğu kez "laceverdin" işleri olarak anı­
tonozla örtülüydü ve kuzey köşkünün çinilerle kaplı bir süpürgeliği vardı.
Moğollar önceki yüzyıllarda duvar bezeme­ lan bu çinilerin birçoğunda ejderhalar ve başka
sinde rağbet gören sıraltı boyamalı çiniler yeri­ Çin motifleri yer alır. Alt kesimdeki çini sıraları yıldız ve haç biçimli çinilerden oluşmaktaydı. Bun­
ne, rengin ve yaldızın sırüstü boyama tekniğiy- lardan bazılarının koyu mavi sırla kaplı olması nedeniyle, uygulanan sırüstü
boyama tekniği laceverdin olarak bilinir. Koyu mavi çiniler ve açık turkuaz
sırlı çiniler dönüşümlü bir diziliş içindeydi. Yıldız çiniler ve yukarıdaki sırlı
çinilerden bazıları ejderhalarla ve İran efsanelerine özgü insan başlı kuşlarla
(senmurv) bezenmişti. Diğer sırlı çinilerde ise Gazneli Mahmud'un sarayı için
1010 dolaylarında yazılan İran destanı Şehname'deki temaları yansıtan mıs­
ralardan ve sahnelerden oluşmuş bezemeler vardı. Moğol kökenli İlhanlıla­
rın, sarayları için böyle bir bezeme tarzını seçmelerinin ardındaki amaç,
İran'ın şanlı geçmişiyle bir başka bağlantı kurmaktı.
Mimari çalışmalara verilen destek Argun'un oğlu Gazan'ın 1295'te tahta
çıkmasıyla ivme kazandı. İslam dirıine dönen Gazan, bir Yahudi dönınesi
olan İranlı veziri Reşideddin'le (ö. 1318) birlikte, önemli yeni imar işlerine
temel oluşturan geniş çaplı bir ekonomik reform programı başlattı. Ana tica-

Karşı sayfada: Ali Şah Camisi'nin kıble le duvarından dışarıya çıkık, yarı silindir biçim­
duvarının dışarıdan görünüşü, Tebriz, li ve iki yanında büyük kapı girişleri bulunan
1315 bir burcun içine oturtulmuştu. Cami duvarla­
İran' da Selçuklu döneminden beri dört eyvan­ rı sade tuğlayla inşa edilmişti; ama kenti gören
lı planın cuma camileri için standart olmasına seyyahlar ön avlunun mermer döşemeli ve
karşın, başka tipte camiler de yapıldı. Bunların duvarların ışıltılı çinilerle kaplı olduğunu akta­
en büyüklerinden biri İlhanlı Veziri Ali Şah'ın rır. Eyvanın bitişiğinde bir hankah ve bir med­
başkent Tebriz'de inşa ettirdiği camiydi. Avlu­ rese vardı. Bölgedeki sık depremlerden nasi­
ya bakan ve kenar uzunluğu 30 m'ye varan t� k bini alarak yıkılan yapıdan geriye kalmış tek
büyük eyvan, 25 m yüksekliğinde ve 1 O m ka­ kısım kıble duvarıdır.
lınlığında duvarlarla çevriliydi. Mihrap ise kıb-

392 M Ü S LÜMAN M O G OLLAR: M O G O L İ S T İ LALARINDAN İLHANLILARA


ret yolları üzerinde kervansaraylar inşa edildi. Her kente bir cuma camisi ve natif olarak, Tebriz'den güneye doğru inerek Basra Körfezi'ne varmak ve ar­
yanı başında da geliri cami için kullanılmak üzere bir hamam yapıldı. Baş­ dından deniz yoluyla Hindistan ve Çin'e ulaşmak mümkündü. Tebriz çarşı­
kent olarak seçilen Tebriz, çevre uzunluğu eski surun dört katına varan 1 2 larının canlılığı, başkentin ticari öneminin göstergesiydi. Yeniden imarla bü­
kilometrelik yeni bir sur şeridiyle kuşatıldı. yük ölçüde değişmiş olmasına karşın, söz konusu dönemde görkemli olduğu
Dönemin seyyahları ve tarihçileri tarafından aktarılan bilgilere göre, Teb­ anlaşılan bu çarşılar, 17. yüzyıl başlarında Safevi Hükümdarı Şah Abbas'ın
riz başta yaldızlı kumaş olmak üzere dokumalarıyla, değerli taşlarıyla ve ba­ (1 588-1629) Isfahan'da kurduğu çarşılara muhtemelen örnek oluşturmuştu.
haratıyla nam salınış canlı bir antrepoydu. Ticari olarak öne çıkışını çeşitli ti­
caret yollarının kavşağındaki coğrafi konumuna borçluydu. Doğu-batı
güzergahı Horasan'ı aşarak Orta Asya, Çin ya da Kuzey Hindistan'a veya Ka­
radeniz yoluyla Konstantinopolis'e varmaktaydı. Karadan geçen bir başka
güzergah Tebriz'i Bağdat'a ve ardından Akdeniz'e bağlamaktaydı. Bir alter-

Yukarıda: Sing'deki kervansaray


Moğol ekonomisi Avrasya'nın büyük
bir bölümündeki Moğol üstünlüğünün
kolaylaştırdığı kara ticaretine dayalıy­
dı. ilhanlılar bu ticareti teşvik etmek
için, her tarafa kervansaraylar yaptır­
dılar. Ancak, kullanış tarzının ağır ve
hasar verici olması nedeniyle, çok azı
günümüze ulaşmış durumdadır. Tipik
bir kervansaray tuğlayla ya da taşla in­
şa edilirdi ve geceleri kapatılan tek bir
girişi bulunurdu. İçeride dört kenarda­
ki odalara eyvanlarla bağlanan büyük
bir avlu vardı.

Ali Şah Camisi'nin zemin planı


Tebriz, y. 1 3 1 5
Devasa eyvanın önünde çevre O 10 20 m
==-
uzunluğu 1 50 arşına varan ve ortasında
bir havuz bulunan bir kare avlu yer K
alırdı.

MİMARİ 393
Kıble eyvanı ve kubbeli namaz
bölmesi, Veramin Camisi
1 322- 1 326
İlhanlılar döneminde inşa edilen camiler,
yüzyıllardan beri İran camilerinde standart
hale gelmiş birçok özelliği yansıtır. Plan ba­
kımından, bunların genellikle dört eyvanlı
büyük bir avlusu ve Mekke'ye bakan eyva­
nın ardında kubbeli bir namaz bölmesi var­
dı. Yükseliş düzeni bakımından, kubbenin
örttüğü kare tabanlı bölme bir sekizgene
dönüştürülmüştü ve bu yapı yarıküre biçim­
li kubbe kaidesini taşıyan on altı kenarlı bir
kuşağı desteklemekteydi. Veramin'deki yarı
yıkık camide bütün bu özellikler görülebilir.

Aşağıda: Veramin Camisi'ndeki köşe


kemeri
Köşe kemerleri kare planl ı bir odanın köşe­
lerini bir köprüyle örtmek ve yukarıdaki
kubbeyi destekleyici bir kaide sağlamak
üzere kullanılır. En azından 1 O. yüzyıldan iti­
baren, köşe kemerinin arka tarafının hiçbir
yük taşımadığı ve dolayısıyla her türlü beze­
menin işlenmesine açık olduğu kavrandı. 1 4.
yüzyıldan kalma bu yapıda köşe kemerinin
arka tarafı mukarnasla doldurulmuştur. Çı­
kıntılı bir dizi alçı sıva nişten oluşan mukar­
nas, hiçbir yük taşımamakla birlikte kubbe
için görsel destek sağlar.

Aşağıda: Veramin Camisi'nde namaz zildiği on altı kenarlı bir kuşağı destekler.
·
bölmesini örten kubbe, 1 322- 1 326 Böyle bir kubbe destek çözümü Selçuklu dö­
İran' da yüzyıllar boyunca alışılagelmiş tarzla, neminden beri standart hale gelmişti. Ama
dört köşe kemerinin (her birinde bir pence­ bu yapıdaki uzatılmış orantılar, zarif alçı sıva
re var) dört kapalı kemerle sıralı bir diziliş oymalar ve girişik tuğla bezemeleri 1 4. yüz­
içinde olması, sekiz kenarlı bir geçiş kuşağı yıl İ ran mimarisinin klasik bir örneğini oluş­
yaratır. Bu sekiz kenarlı kuşak ise, sekiz pen­ turur.
cerenin sekiz kapalı panoyla sıralı olarak di-

394
Camiler
Depremler ve sonraki istilalar yüzünden eski Tebriz'in büyük bir bölümü
yıkılmış durumdadır. İlhanlı döneminden günümüze kalıntıları ulaşan
başlıca yapı, Ali Şah adlı vezirin 1 3 1 5 dolaylarında inşa ettirdiği cuma ca­
misidir. Bu caminin her kenarı 1 50 arşın uzunluğunda olan ve ortasında
havuz bulunan büyük bir avlusu vardı. Kıble kenarında, bir zamanlar bi­
tişiğinde bir medrese ve bir hankah bulunan devasa bir tuğla eyvan yer
almaktaydı. Eyvanın daha sonraları çöken tonozu ilk haliyle 30 metrelik
bir açıklığa sahipti; 10 metre kalınlığında ve 25 metre yüksekliğinde du­
varlar üstündeydi. Bu caminin eyvanı, şimdiki Bağdat'ın dışında yer alan
ve dünyanın harikaları arasında sayılan Sasani sarayı Ktesiphon'un eyva­
nından daha büyük olması nedeniyle övgülere konu olmuştu . Günümüz­
de sadece pişmiş tuğla duvarları ayakta olan caminin mermer döşemele­
ri ve çini kaplamaları bir zamanlar gören kişileri hayran bırakmıştı. Taht-ı
Süleyman'da olduğu gibi, İlhanlı hükümdarları ve onların vezirleri Mo­
ğolları İran'ın İslam öncesi geçmişine bağlamak için mimariden yararlan­
mışlardı.
İlhanlı döneminde standart tipte cuma camisinin dört eyvanlı bir av­
lusu ve bir kubbesi vardı; bu daha Selçuklu döneminde standart hale gel­
miş olan bir plandı. En sağlam durumdaki örnek, Tahran'ın 42 kilometre
güneyine düşen Veramin'de 1322-1326 arasında inşa edilmiş cuma cami­
sidir. Kubbeli bölmede Selçuklu döneminde geliştirilmiş olan klasik yük­
seliş düzeni görülür. Kare biçimli bir kaide, dört tane köşe kemerinin dört
tane kapalı kemerle sıralı diziliş içinde olduğu bir geçiş kuşağını destek­
ler. Bunun yukarısında kubbeyi taşıyan on altı kenarlı bir kuşak yer alır.
Veramin Camisi Selçuklu prototiplerinden inceltilmiş orantılarıyla, küçük
avlusuyla ve kapsamlı, ama rutin çini mozaik kullanımıyla ayrılır.
İlhanlı döneminde Yezd ve çevresinde bu dört eyvanlı planın özgün
bir varyantı gelişti. Böyle inşa edilmiş cuma camilerinin de bir avlu etra­
fında düzenlenmiş dört eyvanı vardır; ama kubbeli bölmenin iki yanında
çapraz tonoz çatılı dikdörtgen sofalar yer alır. Yerel eşraftan Şemseddin
Nizami'nin 1 325-1 334 arasında yaptırdığı Yezd Cuma Camisi'nde de kul­
lanılan plan aynıdır. Bu caminin en dikkat çekici özellikleri anıtsal çinili
taçkapısı ve üstündeki iki yüksek minaresidir. Kızını İlhanlı Veziri Reşi­
deddin'le evlendiren Şemseddin'in epeyce uzun bir süre Tebriz'de kalmış
olması nedeniyle, Yezd Camisi'nin, üst katta galeriler ve ibadet yeri ile
yan sofalar arasındaki kolay mekan akışı gibi yeni özelliklerinin kaynağı
muhtemelen İlhanlı başkentlerinin tarihe karışmış yapıları olmalıdır.

Türbeler
ilhanlı döneminden kalan e n büyük mimari projeler mezar külliyeleridir. İlk
İlhanlı hükümdarları, Moğol atalarının yolundan giderek, mezar yerlerinin
saklanmasını sağlamışlardı. Ama İslam dinine dönerken İran'da büründüğü
biçimle İslam defin geleneklerini de benimseyen Gazan, Tebriz'in batı ya­
kasındaki "muazzam" mezarının bir vakıf külliyesiyle çevrilmesi emrini ver-

Yezd Cuma Camisi'nin taçkapısı ve mesini önlemek için yanlarına payandalar ek­
kubbesi, 1 325 ve sonrası lenmiştir. Bu cami aynı zamanda lran'ın İlhanlı
Orta İran'daki Yezd Cuma Camisi, çifte mina­ döneminden kalma en iyi çini bezemelerini ba­
reyle taçlandırılmış klasik İran anıtsal taçkapı­ rındırır. Namaz bölmesinin kubbesine mavi bir
sının en zarif örneklerinden birini sunar. zemin üstünde ışınsal düzenli yıldızlar halinde
Renkli çiniyle işlenmiş ince bezemeler, yüksek döşenmiş çini mozaik hiç kuşkusuz hem yıldız­
ve narin orantılar bu taçkapıyı bir şaheser kı­ lı semanın hem de Allah'ın her şeye kadir gü­
lan özelliklerdir. Taçkapı birkaç defa restore cünün bir anıştırmasıdır.
edilmiş, orantıları gittikçe zayıflamış ve çök-

M İMARİ 395
Sultaniye'deki Olcaytu Türbesi
1 3 1 5- 1 325
İlhanlı Sultanı Olcaytu'nun Sultaniye' deki tür­
besi, dünya mimarisinin şaheserlerinden biri­
dir. Açıklığı 25 m'ye varan muazzam kubbesi
çoğu kez aynı dönemden kalma Duomo'nun
(Floransa) kubbesiyle karşılaştırılır; ama ikisi
arasında hiçbir ilişki saptanabilmiş değildir.
Bir zamanlar sekiz minareyle çevrili olan tur­
kuaz çinili Sultaniye Kubbesi, çevredeki ova­
nın yukarısında yüzüyormuş gibi görünür.
Güney kenarında (sağda) sultanın mezar san­
dukasını barındırdığı sanılan büyük bir salon
vardır.

di. Külliyede hankah, hastane, kütüphane, rasathane, felsefe akademisi, çeş­ bir plana dayanır. Sekiz minareyle taçlandırılmış ve 50 metre yüksekliğinde
me, kameriye ve iki medrese vardı. Bu yapılardan ve Tebriz'in doğu yaka­ bir kubbeyle örtülmüştür. Sekizgen yapı yukarıdan iç kısma bakan balkon­
sında Gazan'ın veziri Reşideddin'in kendisi için inşa ettirdiği benzer külli­ ların yer aldığı sekiz tane kemerli açıklıkla çevrelenmiş geniş bir salonu ba­
yeden günümüze sadece kalıntılar ulaşmıştır; ama mevcut çini bezemelerin rındırır. İç taraftan görülmeyen, ama dış cephede balkonların yukarısında
yüksek kalitesi metinlerdeki abartılı anlatımlarla uyuşmaktadır. kalan bir galeri halkası, çevredeki ovayı gözlemeye olanak verir ve düz du­
Gazan'ın kardeşi ve ardılı Olcaytu'nun Sultaniye'de yaptırdığı türbe, bu varlardan mavi sırlı semavi kubbeye görsel bir geçişi sağlar. Hacimleri yo­
saltanat mezar külliyelerinin görkemi ve ölçeği konusunda belirli bir fikir rumlamaya yönelik bu incelikli tasarımı, kırmızı, sarı, yeşil ve beyaz renk­
verir. Argun'un yazlık ikametgahı olarak seçtiği ve Olcaytu'nun imparator­ lere boyanmış, çok çeşitliliğe sahip oymalı ve alçı motiflerin görüldüğü
luğun başkentine dönüştürdüğü Sultaniye, Kazvin'in 1 20 kilometre kadar galeri tonozlarının karmaşık işlenişi tamamlar. Şerit örgülü desenlerin birço­
kuzeybatısına düşer ve Tebriz'e giden yol üzerinde yer alır. Çapı 38 metre­ ğu dönemin yazma tezhibinde rastlanan süslerle yakın benzerlik taşır; bu
ye varan muazzam bir sekizgen yapı olan türbe, güneye eklenen 1 5 x 20 da İlhanlı desen ustalarının mimaride ve yazmalarda farklı ölçeklerle işle­
metre ebatlı bir dikdörtgen salonla neredeyse anayönlere göre düzenlenmiş mek üzere kağıt kalıplar kullanan ilk sanatçılar arasında yer aldıklarını gös­
terir. Ortaçağın en büyük kesintisiz mekanlarından biri olan azametli iç kı­
sım, ağırbaşlı dış cepheyi gördükten sonra içeriye giren kişide huşu verici
bir şaşkınlık uyandırır. Mekanın süzülmüşlüğü ve görkemi, sultanın zarafet
ve haşmet içeren anıtsallık arzusuna maddi biçim vermeyi başaran tasarım­
cının/tasarımcıların hünerlerini sergiler.
İlhanlı hükümdarlarının ve vezirlerinin türbe külliyeleri ülkedeki en bü­
yük anıtmezarlardı. Ama küçük rütbeli ileri gelenler ve yerel eşraf için de
külliyeler inşa edilirdi. Bunların birçoğu tasavvuf şeyhleri için yapılmış tür­
belerdi. Örneğin, Orta İran'daki Natanz'da dönemin önde gelen Sührever­
di şeyhi Abdüssamed'in (ö. 1299) mezarı, ölümünden sonra büyük çaplı bir
ziyaretgaha dönüştürüldü. İlhanlı vezirlerinden Zeyneddin Mastari, şehrin
cuma camisini yeniledi ve şeyh için bir mezar, bir minare ve bitişiğinde bir

Sultaniye'deki Olcaytu Türbesi'nin Karşı sayfada: Sultaniye'deki Olcaytu


kubbesinden bir detay Türbesi'nin dış galerisindeki tonozlar
İlhanlı yapı ustaları çini mozaiğin yanı sıra Muazzam türbe, kaide ile kubbe arasında ge­
"banna-i" denen bir tekniği kullanırlardı. Bu çişi sağlayan bir dış galeriyle çevrilidir. Yapının
teknikte desenler oluşturmak ya da kutsal her sekiz kenarında, galerinin oymalı ve boya­
adları ve duaları işlemek üzere mat bej renk­ lı alçı sıvayla bezenmiş üç tonozu vardır. Bu
li tuğlaların arasına sırlı dikdörtgen tuğlalar desenlerden birçoğunun dönemin kitap tezhi­
yerleştirilir. Örneğin, burada i l hanlıların Şii binde kullanılanları andırması, hem alçı sıva
inançlarına bir gönderme olarak, kubbe ka­ hem de tezhip ustalarının kağıt kalıplar kullan­
idesinin dış kısmı "Allah'', "Muhammed" ve dığını gösterir.
"Ali" kelimeleriyle çevrilmiştir.

396 M ÜSLÜMAN M O G O LLAR : M O G O L İ STİLALARINDAN İ LHANLILARA


Natanz'daki Abdüssamed Türbesi beleri arasında yer alan bir İlhanlı veziri, ona Natanz'daki Abdüssamed Türbesi'nin le kaplı ve muhteşem bir mukarnas tonozla
1 299 ve sonrası hürmeten l 307'de mezarının üstünde bir tür­ bitişiğindeki hankahın taçkapısı örtülü taçkapıdır. Ama taçkapı ve bitişik ya­
Orta İran'daki Natanz'da bulunan bu türbe be yaptırdı, bitişikteki cuma camisini genişlet­ 1 299 ve sonraki pıların cepheleri, dönemin yazma resimle­
külliyesi, İlhanlılar döneminde gelişen "Al­ ti ve bir hankah kurdu. Yüksek ve narin mina­ İlhanlı Veziri Zeyneddin Mastari'nin eski ho­ rindeki mimari tasvire benzer bir uyumlu
lah'ın Küçük Şehirleri"nin klasik bir örneğidir. re ise l 325'te bir yerel şeyhin girişimiyle casının türbesinin bitişiğine inşa ettirdiği bütünlük oluşturur.
Burada ders veren tasavvuf şeyh Abdüssa­ eklendi. hankah, Sühreverdi tarikatının bir merkeziy­
med'in (ö. 1 299) anısına inşa edilmişti. Tale- di. Bu yapıdan geriye kalan tek kısım, çiniler-

hankah inşa ettirdi. Külliyenin asıl ihtişamı o dönemden günümüze ulaşmış Bütün İlhanlı yapıları ölçek bakımından anıtsal değildir; daha küçük ve
en zarif örnek sayılan enfes mukarnas tonozla örtülü türbeden gelir. Türbe­ müstakil mezar kuleleri de vardır. Örneklerden biri Sultaniye'de tasavvuf
1 nin iç kısmı eskiden metal sırlı çinilerle kaplıydı. Bunların izleri çoğu kez şeyhi Burak'ın (ö. 1 308) anısına yaptırılan Çelebioğlu adlı türbedir. Bu ya­
çifte kuşların oluşturduğu bir frizde karşımıza çıkar. Kuşların başları daha pı Isfahan'da beşinci imamın soyundan gelen bir şeyhin (ö. 1 325) anısına
sonraki bir dönemde İslam'ın sözde suret yasağına aykırı oldukları yargısı­ inşa edilen İmamzade Cafer Türbesi için model işlevini görmüş gibidir. İl­
na varan bazı gayretkeş put kırıcılarca silinmiştir. Mihrapta ve mezarın ye­ hanlı döneminde en iyi zanaatkarlardan oluşan ekipler çoğu kez ülke için­
rini gösteren sanduka üstünde de özel olarak sipariş edilmiş büyük çini be­ de dolaşırdı. Örneğin, 1300'lerde Natanz'daki külliyeyi bezeyen çini usta­
zemeler vardı. ları 1 3 10'larda Sultaniye'ye taşınarak, Olcaytu'nun türbesine benzer
Natanz'daki bezemeler en usta İlhanlı zanaatkarlarına ait eserlerin tim­ desenleri işlemişlerdi. Küçük İlhanlı türbelerinin iç kısımları normalde Ka­
salidir. Çiniler metal sırlı seramiğin ana kaynağı olmaya devam eden Ka­ şan'da yapılmış çinilerle bezenirdi; farklı dönemlerde farklı hamilerce par­
şan'dan getirtilmişti. Caminin kuzey eyvanındaki zarif bir yazıt şeridi de da­ çaların eklenmesi mümkündü. Örneğin, Veramin'deki İmamzade Yahya
hil olmak üzere, Natanz'daki alçı sıva işlerin bazıları, Haydar adlı usta Türbesi İlhanlı döneminin başlarında inşa edilmiş ve 1261-1265 tarihli çi­
sanatçı tarafından tasarlanmıştı. Isfahan Cuma Camisi'ne 1310'da eklenen ve nilerle bezenmişti. Daha sonra 14. yüzyıl başlarında yeniden bezenirken,
çağın en zarif yontu eseri sayılan mihrabın yaratıcısı da oydu. Haydar aslın­ 1 305 ve 1 307 tarihli çiniler ve oymalı alçı sıva süsler kullanıldı. Bu çinile­
da usta hattat Yakut'un altı çırağından biriydi. İlhanlı döneminin ilginç sa­ rin günümüze ulaşan yüzlerce örneğinden çoğu şimdi müzelerdedir. Ta­
natsal yönelimlerinden biri, kitap bezemenin seçkin bir sanat biçimine dö­ rihsel örneklere yönelik bir inceleme, oymalı ve boyalı alçı kaplamaların
nüşmesiyle birlikte hattatların uzmanlık dallarına ayrılarak başka mecralara rağbet kazandığı 1340'lardan sonra metal sırlı çini üretiminden vazgeçildi­
girmeleriydi. ğini göstermektedir.

398 M Ü SLÜMAN M O G OLLAR: M O G O L İSTİLALA R I N D A N İLHANLILARA


Sağda: Natanz'daki Abdüssamed semavi bir kubbe izlenimini yaratır. Tonoz ka­
Türbesi'nin mukarnas kubbesi idesini çepeçevre saran oymalı alçıdan muh­
Her dört duvarında sığ girintiler bulunan bu teşem bir yazıt, türbede yatan şeyhin ve tür­
kare planlı türbe, 1 2 alçı katmanının oluştur­ beyi yaptıran kişinin adlarını, ayrıca hicri
duğu piramit biçimli bir çatı altında üst üste takvime göre 707 ( 1 307-08) olan inşa tarihini
bindirildiği görkemli bir mukarnas tonozla ör­ verir.
tülüdür. Pencereler iç mekanı aydınlatır ve

Yukarıda: Natanz'daki Abdüssamed


Türbesi'nin minare kaidesindeki çini
bezeme
Bu türbe dönemin en zarif süslemelerinden
bazılarıyla bezenmişti. Cami ve türbe için­
deki oymalı alçı süslerin dışında, çeşitli çini
bezeme türlerine rastlanır. Resimde görü­
len minare kaidesinde, iki katman halindeki
sığ mukarnas unsurlar kalıplı çinilerle işlen­
miş şahane bir yazıtın yukarısına bir saçak­
lık silmesi olarak yerleştirilmiştir. Çini de­
senlerinin ve tekniklerinin sonraki on yılda
Sultaniye'de kullanılanlarla benzerliği, yete­
nekli zanaatkarların o dönemdeki en zengin
velinimetler için mesleklerini icra etmek
üzere bir yerden başka bir yere dolaştıkla­
rını göstermektedir.

Sağda: Isfahan Cuma Camisi'nin kışlık


namaz bölmesindeki alçı sıva oymalı
mihrap, Temmuz 1 3 1 0
Isfahan Cuma Camisi'nin kışlık namaz böl­
mesine 1 3 1 O'da eklenen bu alçı sıva oymalı
mihrap, sadece sanatsal üstünlükleri açısın­
dan değil, tarihinin kesin olarak belirlenmiş
olmasından dolayı önemlidir. Dönemin ün­
lü bir hattatı olan ve bir yıl önce de Natanz
Camisi'ndeki yazıtları tasarlayan Haydar'ın
oymalarını yaptığı mihrap, birkaç tipteki
hatların altına işlenmiş olağanüstü çifte sar­
mal arabesk süsleri ve derin kesimli çiçek­
leri sergiler. Mihrap ilhanlı sultanının önce­
ki yılın sonlarında Şiiliği benimsemesinin
anısına yaptırılmıştı. Bu girişim lsfahan'ın
muhafazakar Sünni ahalisinin büyük husu­
metiyle karşılaştı.

M İ MARİ 399
B ezeme S anatları
Jonathan B/oom, Shei/a Blair

İlhanlı döneminde bezeme sanatları

Çin ve Orta Asya'nın diğer Moğol hükümdarları gibi, İran'daki İlhanlılar da gör­
kemli bir saray yaşamı sürer ve sanatları himaye etmeye özen gösterirlerdi. Ör­
neğin, İlhanlılar için yaldızlı ve ipekli zarif kumaşlar dokunurdu. Böyle bir par­
ça İlhanlı Hükümdarı Ebu Said'in adını ve 1319'dan sonra benimsediği unvanları
taşır. Açık kahverengi ve kırmızı ipekten bileşik örgü alanlarına dayalı lampas
tekniğiyle dokunmuş bu kumaşta san bir ipek nüve etrafına sarılmış sim şerit­
lerinden oluşan yaldızlı atkılar vardır. Bu şeritli desen zikzak sırayla dizilmiş top­
lu madalyonların ve süslü paralelkenarların yer aldığı geniş bir şerit şeklindedir;
boşlukları tavuslarla doldunılmuş olan paralelkenarların iki yanında koşan hay­
vanların yer aldığı dar şeritler ve geniş epigrafik şeritler uzanır. Resmi mühürde
kumaşın bir devlet atölyesinde dokunduğu belirtilir; bu atölye muhtemelen Teb­
riz'deydi. Milano'da 1365'te ölen Avusturya Dükü N. Rudolf'un defin cüppesi
haline getirildiğine göre, bu değerli dokuma üretildikten birkaç yıl sonra belki
bir İtalyan tüccar aracılığıyla Avnıpa'ya getirilmiş olmalıdır. Bir defin cüppesi ola­
rak kullanılması, önceki dönemlerde olduğu gibi, 14. yüzyılda da Avnıpalıların
İran ve Orta Asya ipeklilerini parayla satın alınabilecek en zarif eşya saydıkları­
nı gösterir.
İlhanlı dönemi İran'ından kalma bazı seramikler, Orta Asya'da üretilenlerle
yakınlıklar taşır. İlhanlılarla ilişkilendirilen çanak çömlekler esas olarak sıraltı bo­
yamalı ürünlerdir; çoğu kez bunlara Hemedan-Isfahan yolu üzerinde yer alan
ve günümüzde böyle birçok parçanın bulunduğu kentten dolayı "Sultanabad"
denir. Kentin ancak 1808'de kunılduğu ve hiçbir eski çömlek fırınını barındır­
madığı göz önüne alınırsa, bu ad uygun görülen, ama yanıltıcı bir yakıştırma­
dan ibarettir. Önceki dönemlerde kullanılan incelikli kapların üretilmesine elve­
rişsiz yumuşak bir beyaz hamurdan yapılan Sultanabad seramiği tipindeki çoğu
parça yüzeye pürüzlü bir doku veren yeşilimsi ya da grimsi-kahverengi bir kil
çamunıyla kaplıdır.
Bu sıraltı boyamalı ve oldukça hantal seramikler dışında, İlhanlı çömlekçi­
leri Taht-ı Süleyman'da bulunmuş çinilerde kullanılan daha ince laceverdin tek­
niğiyle bezenmiş kaplar da üretirdi. Sultanabad seramiklerinin aynı grimsi göv­
desinden yapılan laceverdin parçalar sırüstü teknikle kırmızı, siyah, beyaz ve
altın sansı renklerde boyanırdı. Pahalı malzemelerin ve ikinci fırınlama işlemi­
nin yol açtığı yüksek maliyet nedeniyle, bunların yerini 13. yüzyıl sonlarına ka­
dar Kaşan'da üretilen mineli ve metal sırlı kaplar almış olabilir. Günümüze ula­
şan en son tarihli metal sırlı seramik kap 1284'te yapılmıştı; ama Kaşan'da metal
sırlı çinilerin üretimi 1340'a kadar sürdü. Taht-ı Süleyman çinilerinden anlaşıldı­
ğı kadarıyla, laceverdin seramikler 1270'ler veya 1280'lerde üretilmeye başladı
ve bu üretim en azından bir yüzyıl devam etti. Bilinen en son örnek 1374 tarih­
li bir kasedir ve çoğu laceverdin kase gibi, tomarlardan, dairelerden ve nokta­
lardan oluşan ışınsal bir desenle bezenmiştir.
Diğer Moğol hükümdarları gibi, İlhanlılar için de altın ve gümüş önemliy­
di. Ama bu malzemelerden yapılmış kapların günümüze ulaşan bir örneği yok­
İ pek kumaş parçası, İran, y. 1 335, yer aldığı geniş bir şerit şeklindedir; boşlukla­ tur. İlhanlı metal işleme ustaları kakmalı pirinç eşyalar yapmaya devam etmek­
1 72 x 94 cm, Viyana, Başpiskoposluk rı tavuslarla doldurulmuş olan paralel kenar­ le birlikte, saray için üretilen en zarif parçalarda geleneksel bakır kakmanın
Katedral Müzesi ların iki yanında koşan hayvanların yer aldığı yerine altın kakmayı geçirdiler. Bu eşyaların birçoğu kalemlikler, kaseler ve şam­
Bu şahane kırmızı ve kahverengi ipek kumaş, dar şeritler ve geniş epigrafık şeritler uzanır.
danlar gibi bildik tiplerdir; ama İlhanlı parçalan çoğu kez daha büyüktür ya da
sarı bir ipek nüve etrafına sarılmış sim atkılar­ İlhanlı Sultanı Ebu Said'in (ö. 1 335) adını ve
la dokunmuştur. Deseni zikzak sırayla dizilmiş unvanlarını taşır. Ama daha sonra Avrupa'ya önceki örneklere göre figürlerle ve bitkisel motiflerle daha gösterişli biçimde be­
loplu madalyonların ve süslü paralelkenarların götürülmüştür. zenmiştir. Örneğin, büyük şamdanlar yere koymaya uygun bir tasarıma sahip-

400 M ÜSLÜMAN M O GOLLAR: M O G O L İ S T İ LA LARINDAN İLHANLILARA


Seramik kase, İran, 1 4. yüzyıl, 9 x 2 1 cm, bi) genellikle kalın bir yeşillik zemini üstünde Seramik kase, İran, 1 3. yüzyıl sonları ya da yapılmıştı. lşınsal desen 1 3. yüzyılda Kaşan'ın
Los Angeles, Sanat Müzesi benekli bedenleriyle hayvan ya da kuş resim­ 1 4. yüzyıl, çap 1 7,7 cm, Washington, sıraltı boyamalı seramiklerinde görülen de­
Oldukça basit Sultanabad seramik ürünlerinin leri yer alır. Böyle kaplar yeşilimsi noktaların Freer Sanat Galerisi senlere yakındır. Bu durum Kaşan çömlekçi­
tipik bir örneği olan bu kasenin derin ve ko­ oluşumuna yol açan kalın ve saydam bir sırla Mavi ve yeşil sıraltı boya ile kırmızı, koyu ye­ lerinin İlhanlı döneminde yeni tekniklerle ça­
nik bir biçimi, iç ve dış kısmı saran bir ağız ke­ kaplıdır. şil, beyaz ve altın sarısı sırüstü boyayla lışmaya devam ettiğini gösterir.
narı vardır. İç kısımda (bu örnekte olduğu gi- yapılmış bu kase, pahalı laceverdin tekniğiyle

tir. Sultan Olcaytu'nun bir vezirinin ünlü mutasavvıf Bayezid-i Bestami'nin tür­ Pencere kafesine ait bilyeli mafsal tay ve dikey demir çubukları birleştirmek için
besi için bağışladığı 1308/09 tarihli şamdanın 32,5 santimetre yüksekliğinde bir İran, 1 4. yüzyıl başları, çap 9,7 cm, kullanılırdı. Özgün bir Moğol börkü giymiş
kaidesi vardır ve İslam dönemi İran'ından günümüze ulaşmış en büyük şaın­ Ham (Surrey), Keir Koleksiyonu olan ve sağ bileğinin üstünde bir şahin taşıyan
Bir avcı figürünün kakmayla işlendiği bu pirinç atlı, şakayı k ve nilüfer çiçekleriyle dolu bir ze­
dandır. Dönemin bir yazına minyatüründe, belki İran geleneklerinden alınmış bilye, muhtemelen bir pencere kafesinde ya- min içinde yer alır.
bir düzenlemeyle, bir tabutun etrafına yerleştirilmiş bu türden dört şamdan gö­
rülür. Mimari donatımda, özellikle pencerelerin demir kafeslerine takılan bilye­
li mafsallarda da kakmalı pirinç kullanılırdı. Sultan Olcaytu'nun adının yazılı ol­
duğu bu türden üç tane bilyeli mafsal muhtemelen Sultaniye'deki türbesi için
yapılmıştı. Küçük bir örnekteki madalyonun içinde ata binmiş bir şahin terbiye­
cisi yer alır; bu motif arabesk tomarlar üstüne işlenmiştir ve şakayık kenar
süsüyle çevrilidir; bezeme Çin geleneğinden alınına bitki motiflerini İslam gele­
neğinden alınına geometrik desenlerle birleştirir.
Bu kakmalı pirinçlerin bir bölümü İran'ın kuzeybatı kesiminde, siparişin ve­
rildiği saraylara yakın yerlerde üretilmiş olabilir. Ama İran'ın güneybatı kesimin­
deki Fars eyaleti de kakmalı metal işlerinin geliştiği bir merkezdi. Orada üreti­
len tipik parçalar sığ ve yuvarlak kaseler, sıralı bir diziliş içindeki epigrafik
kartuşlarla ve içinde avcı, binici ya da tahta oturmuş hükümdar figürleri yer alan
çok-bölmeli ınadalyonlarla bezenirdi. Günümüze ulaşan birçok örnekte boyun
kısmına bir şerit halinde resmedilmiş hayvanlar vardır; aynca kaidenin dış tara­
fında ışın saçan bir güneş, iç tarafında ise güneş etrafında balıklı bir havuz yer
alır. Bu güneş sembolleri kase doldurulduğu zaman ortadaki semavi ışığın be­
lirgin hale gelmesini sağlamak amacıyla bilinçli olarak yerleştirilmişti; böylece
ağza götürülen kasenin eğilmesiyle birlikte, güneş imgesi etraftaki kişilerce gö­
rülebilirdi. Birkaç örnekte "Süleyman krallığı" yer alır; Pers hükümdarlarının be­
nimsediği bu unvan, Fars eyaletinde bulunan ve Süleyman'ın ruhunu barındır­
dığına inanılan Ahaıneniş anıtlarına göndermede bulunur. Böyle kaseler 14.
1 1' yüzyıl boyunca epeyce büyük miktarda üretildi ve minyatür resim sanatında ol­ vakanüvisi el-Kalkaşandi'nin "tam Bağdadi" dediği boya denk düşer. Böyle va­
duğu gibi, bezeme amaçlı figürler ve yazılar da gittikçe uzadı ve inceldi. raklan kalıptan çıkarmak herhalde çok zorlu bir çaba gerektirmiş olmalıdır; bu
İlhanlı döneminde uğraşılan bütün sanat dallan arasında en önemlisi kitap devasa Kuran nüshalan için binden fazla kalıba gerek vardı.
bezeme sanatıydı. Tezhipli ve resimli kitaplar İslam dünyasında yüzyıllardan be­ Yakut'un elinden çıkan tek ciltli küçük yazmalar muhtemelen şahsi nüsha­
ri vardı; ama İran'daki Moğol fetihlerinin ardından, boyutlan büyüdü ve sayıla­ lardı. Buna karşılık çok ciltli büyük yazmalar, sultanlann saraylannda ve türbe­
n arttı. Kitap aynlmaz bir bütün sayılırdı; metin, resim, tezhip ve hatta cilt uyum­ lerinde cemaate okunmak üzere hazırlanmış armağan nüshalardı. Olcaytu'ya ait
lu bir bütün oluştururdu. Ünlü hattatlann oymalı alçı sıva gibi başka mecralara Kuran'ın her sayfasında "muhakkak" stiliyle yazılmış beş satır yer alır; siyah dış
işlenen yazıdan da tasarlaması ve Olcaytu'nun Sultaniye'deki türbesindeki oy­ hatlı üç yaldızlı satır ve yaldız dış hatlı iki siyah satır sırayla birbirini izler. Metin
malı ve boyalı alçı tonozlarda olduğu gibi, kitap desenlerinin mimaride taklit muhtemelen Yakut'un izleyicilerinden Ahmed es-Sühreverdi'nin elinden çıkma­
edilmesi kitap bezeme sanatının seçkin konumunu açıkça gösterir. dır; Bağdat'ta 1302-1308 arasında hazırlanan ve bu tür büyük Kuran yazmalan­
Dönemin en ünlü hattatı Yakut-ı Mustasırni'ydi. Daha çocukken, son Abba­ nın en zarif örneği sayılan nüsha da onun imzasını taşır. Eş nüshası gibi, bu yaz­
si Halifesi Mustasım'a (1242-58) hizmet etmek üzere Bağdat'a götürülmüştü; ma da Muhammed bin Aybek bin Abdullah tarafından tezhip edilmiştir. Güzel
Mustasırni lakabı buradan gelir. Yakut ömrünün büyük bölümünü Bağdat'ta ge­ bir siyah muhakkak stiliyle yazılmış olan metin, kenarlardaki çokrenkli ve yal­
çirdi ve mesleki yükselişi Moğol himayesi altında ölümüne (y. 1298) kadar sür­ dızlı bezemelerle kontrast oluşturur. Yazı ve bezeme arasındaki denge, bu nüs­
dü. Yakut'un şöhreti 15. yüzyıla doğru öylesine güçlendi ki, "hattatlann kıblesi" hayı şimdiye kadar hazırlanmış en zarif Kuran yazmalanndan biri kılar.
olarak göklere çıkanldı ve aklam-ı sitte ("altı kalem") olarak bilinen altı yuvar­ Perdahlı kağıt şeklindeki büyük varaklar yazıcılann güzel hatlar döşemele­
lak yazı stilini olgunluğa vardıran kişi sayıldı. Bu büyük itibardan dolayı, çeşitli rine olanak verdiği gibi, çizimcilere büyük ve karmaşık kompozisyonlan işleye­
stillerde yazılmış birçok yazma ve tekil hat eseri, sahih ve taklit olmak üzere cek alan sağladı. İlhanlı vezirlerinden Reşideddin adına, Tebriz'deki türbesine
onun imzasını taşır. En yaygın rastlanan örnekler Reyhani ya da Neshi stiliyle bağlı yazı odasında bu türden büyük boyutlu çeşitli yazmalar hazırlandı. Türbe­
yazılmış tek ciltli küçük Kuran yazmalandır. Her nüsha sayfalan 13-19 satırlı 200- nin vakıf senedine göre, vezir her yıl birkaç metrıin nüshasını çıkarmak üzere
300 yapraktan oluşur. Harflerinin küçük olmasına karşın, bu yazmalardaki çer­ türbede 220 kadar kölenin görevlendirilmesini şart koşmuştu. Bütün metinlerin
çevesiz metin son derece fasih ve okunaklıdır; yaldızlı gül bezekler metindeki halis Bağdadi kağıda düzgün yazıyla aktanlması, kütüphanedeki asıllanyla kar­
ayetleri ayırır ve mavi dış hatlar içindeki yaldızlı kenar süsleri peş ila on ayetlik şılaştırılması ve deriyle ciltlenmesi zorunluydu. Ciltli nüshalar camide sergilenir,
terkipleri gösterir. Bu zarif ve pahalı Kuran nüshalanna sonraki sahiplerinin bü­ adli kalemde tescil edilir ve ardından ülkenin çeşitli yerlerindeki kentlere gön­
yük değer verdikleri anlaşılmaktadır. Örneğin, Paris'teki bir nüshanın ilk yapra­ derilirdi. Yazmalar arasında bir Kuran, İbnü'l-Esir'in çok ciltli bir Kuran tefsiri ve
ğında çeşitli Kaçar hükümdarlannın adlan yazılıdır. bizzat vezirin Camiü 't-Tevarih adlı tarih kitabını da kapsayan toplu eserlerirıin
Yakut'u örnek alan hattatlann hazırladığı Kuran yazmalan ise çok daha bü­ biri Arapça, diğeri Farsça olmak üzere iki nüshası vardı. Camiü 't-Tevarih Gazan
yüktür. Genellikle 50 x 70 santimetre ebatlı büyük yapraklara 30 cilt halinde ya­ ve atalannın saltanat dönemlerini, Moğollar dışındaki Avrasya halklannı, hane­
zılmışlardır. Olcaytu için yazılmış muazzam bir nüsha 100 x 70 santimetrelik yap­ danlann soyağaçlannı ve coğrafya konulannı anlatan çok ciltli bir dünya tarihi­
raklanyla iki kat büyüklüktedir. Bu varaklar 15. yüzyılda yaşamış Memlük dir. Günümüze ulaşan en ünlü örneği 1315 dolaylannda yazılan bir Arapça nüs-

Sağda: Kuran yazması


T
'
Yakut-ı M ustasımi, Irak, Muharrem 688
(Şubat 1 289), Paris, Ulusal Kütüphane
Yakut, 1 3. yüzyılın en ünlü hattatı sayılır
ve altı klasik Arapça yazı stilini nihai ol­
gunluğa vardırdığı söylenir. Hattatlık mes­
leğine lakabını aldığı son Abbasi Halifesi
Mustasım'ın sarayında başladı ve Moğol
yönetimi altında çalışmalarını sürdürdü.

ıl 1
1

.1
u

, ı'
1 Solda: Kuran yazması, hattat Ahmed
es-Sühreverdi, müzehhip Muhammed bin
1 (
Aybek, Bağdat 1 308, New York, Metro­
politen Sanat Müzesi
Otuz ciltlik muhteşem bir Kuran yazması­
na ait bu sayfa, yazmaya ilişkin tanıtıcı bilgi­
·• leri içeriyor. Yakut'un yazmaları genellikle
küçük formatlıyken, çıraklarının yazmaları
çok daha büyüktür. Yaprak ebadı 50 x 35
cm olan bu nüsha, "yarım Bağdadi" boyda
son derece ince kağıda "muhakkak" stiliy­
le yazılmıştı. Büyük format ve enfes tezhip,
yazmanın camide cemaate okunan bir ar­
mağan nüsha olduğuna işaret ediyor.

402 M Ü S LÜMAN M O G OLLAR: M O G O L İSTİLALARINDAN İLHANLILARA


İ skender'in demir süvarileri yük formatlı bir nüshasının hazırlanmasıydı. Büyük İ skender'in tabutu pozisyon, lahit etrafında toplanmış yasçılar
Firdevsi'nin Şehname destanının bir O sırada, İranlı ressamlar ayrı unsurları bü­ Firdevsi'nin Şehname destanının bir halkasıyla tamamlanmaktadır. Ön plandaki
yazmasından, Tebriz, y. 1 335, Cambridge, tünleştirerek tutarlı bir üsluba dönüştürmüş yazmasından, Tebriz, y. 1 335, Washington, örtülü insanların ve İskender'in tabuta sarıl­
Mass., Harvard Üniversitesi Sanat M üzeleri durumdaydı. Bu çarpıcı sahnede Büyük İs­ Freer Sanat Galerisi mış halde ağlayan annesinin ilham kaynağı,
Gıyaseddin dönemindeki en önemli proje, kender'in ateş soluyan demir süvarileri, düş­ Bu minyatürün yapısı geleneksel üç bölümlü İsa'nın ölümünü konu alan Batılı yas tasvirle­
Şehname'nin 250 kadar büyük ve gösterişli manı dehşete düşürerek savaş alanından ka­ şemaya uygundur. Orta alandaki hakim kom- rindeki figürlerdir.
minyatürü içermesi tasarlanan iki ciltli ve bü- çırıyor.

haya aittir. Mevcut parçalar Avrasya halklarıyla ilgili ikinci cildin yaklaşık yansı­ masında Abbasilere göre daha az önemli bir yer tutan Gazneliler lehindeki bu
nıoluşturur. Özgün haliyle bu cilt, yazılı yüzeyi 37 x 25 santimetre olan üç yüz kesin tercfö, hiç kuşkusuz Moğolların kendilerini Gaznelilerde timsalleşen bü­
kadar yaprağı kapsamaktaydı ve her sayfasında 35 metin satın yer almaktaydı; yük Türk askeri fetih geleneğinin varisleri olarak görme yaklaşımının bir sonu­
içinde 1 10 minyatür ve Çin imparatorlarının 80 portresi vardı. cuydu.
Önceki yazmaların genellikle kare çerçeveli olan minyatürlerinin tersine, bu Minyatürlerin önemli rolünün ünlü İran destanının 1330'larda çıkarılan bü­
tarihsel metne konan minyatürlerden çoğu her sayfadaki yazılı yüzeyin yakla­ yük bir nüshasında sürdüğünü görmekteyiz. Şu anda parçalanmış ve dağılmış
şık üçte birini kaplayan bir yatay şerit halindedir. Kapalı mekan sahneleri genel­ durumda olan İli1anlı Şehname nüshası 300 kadar minyatür içermekteydi ve iki
likle üç bölümlü kompozisyonlara dayanır; dış sahneler ise sanatçıların resimli kitap halinde ciltlenmişti. Resimler Camiü 't-Tevarih'tekilere oranla daha büyük­
alanı yaymaya çalışması nedeniyle daha değişkendir. Kenarlardaki figürler ço­ tür ve bazen neredeyse yarım sayfayı kaplar; foımatlar da daha değişkendir ve
ğu kez kırpıktır; mızraklar ve toynaklar çerçevenin ötesine taşarak metin alanı­ bir bölümü basamaklı çerçeve şeklindedir. Daha fazla figüre yer vermek ve da­
na girer; bazen figürlerin yüzleri ya da sırtlan izleyiciye dosdoğru dönüktür. Üst ha derin mekan yaratmak amacıyla kompozisyorılar yayılmıştır. Daha büyük bo­
üste bindirilmiş olarak resmedilen bulutlar, ağaçlar, dağlar ve sular gibi manza­ yutlu resmin, sanatçıları önceki minyatürlere oranla daha büyük figürleri daha
ra unsurlarda, renkli suluboya tabakalarıyla öne çıkarılan siyah mürekkep tek­ fazla işlenmiş manzaralarla bütünleştirmeye teşvik ettiği söylenebilir. Örneğin,
niğine uygun olarak Çin prototipleri örnek alınmıştır. Diğer özellikler ise İli1an­ İskender'in tabutunu gösteren sahne eskisi gibi üç bölümlü bir şemaya dayanır;
lı sanatçılarının tüccarlarca İran'a getirilen yazmalar ve tablolar aracılığıyla ama kompozisyonda başat yer tutan orta alan, tabut etrafında kümelenen yas­
öğrenmiş olabileceği Avrupa, özellikle de İtalyan resminden izler taşır. Sözgeli­ çılar halkasıyla birleştirilmiştir. Burada sanatçı, Reşideddin'in yazı odasında çizi­
mi, Peygamber Muhammed'in doğumunu konu alan bir sahne, serbest bir yo­ len önceki minyatürlerde rastlanmayan dramatik bir resimsel mekan duygusu
rumla İsa'nın doğumuna ilişkin bir tasvire dayanır; bunun sebebi muhtemelen yaratmak üzere tekil unsurları bir araya getirmiştir.
böyle bir sahnenin standart İslam repertuarında yer almamasıdır. Bu yazmanın İlhanlı Şehname nüshasında İskender'in demir süvarilerinin Hintlilerle çar­
bir başka yeni özelliği, resimleme için belli anlatı çevrimlerinin seçilmesi ve böy­ pışmasını tasvir eden bir başka sahne, sadece kitap bezeme sanatını değil, bir
lece minyatürlerin metne ilişkin bir görsel yoruma dönüşmesidir. Örneğin, yaz­ bütün olarak İli1anlı dönemini yansıtan bir örnek sayılabilir. İskender'in Hint or­
madaki minyatürlerin çoğu, en büyükleri ve en yaratıcı olanlarından bazıları dusundaki dev fillere karşı koymak için geliştirdiği dahice strateji, neftle doldu­
Gaznelilerle ilgili bölümde yer alır. Buna karşılık, Abbasi halifeliğinin tarihini ko­ rularak tekerlekler üstüne oturtulmuş metal atlardan ve binicilerden oluşan bir
nu alan uzun bölümde hiçbir minyatür yoktur. Dünya tarihinin daha geniş şe- demir süvari birliğine dayanmaktaydı. Sanatçının sahneye dramatik bir hava ver-

B E Z E M E SANATLARI 403
mek amacıyla kullandığı pigmentler pahalıdır. Demir askerler gümüş, atlarının
burunlarından saçılan alevler ise altın yaldızla boyanmıştır. İskender'in zincirli
lamine zırh ve kaska benzer miğfer giymiş atlıları, şeritli tunikler giymiş olan es­
mer suratlı Hintli askerlere baskın bir görüntü taşır. Sağ üst köşedeki figürün
omzu üzerinden arkaya doğru bakışı, izleyiciyi resim düzleminin ötesinde bir
resimli alanı hayal etmeye yöneltir. Çin resminden alınma bir unsur olan yuka­
rıdaki kıvnmlı bulutlar, atlardan çıkan alevlerin savruluşuna denk düşer. Bu re­
sim yoğunluğu, renkliliği ve hayal gücü açısından, İfüanlı dönemindeki İran'ın
kozmopolit ve rafine dünyasını yansıtır.

Altın Orda ve Çağataylı dönemlerinde Güney Rusya


ve Orta Asya'da sanat ve mimari
Eski Saray 1240'lardan 1340'lara kadar Altın Orda'nın başkenti olarak kaldı. Fran­
sa Kralı IX. Louis adına Karakurum'daki Moğol büyük Hanı Möngke'yi ziyarete
giderken 1254'te buraya uğrayan Fransisken keşişi Guillaume de Rubruck, Ba­ Balık biçimli kulpları olan kase olduğu saptanınca, Rus arkeologlar l S47'de
Yeni Saray, 1 250- 1 350, çap 1 7,8 cm, burada kazılara başladı. Uzmanlar birkaç bü­
tılı kaynaklarda kentten adıyla söz eden ilk kişidir. 1330'larda yazan diğer sey­
St. Petersburg, Ermitaj yük ve harikulade altın kaseyi de kapsayan
yahlar ve tarihçiler, Eski Saray'ı tüccarlarla ve hareketli çarşılarla dolu büyük ve Volga l rmağı yakınındaki Zarevo Gorodisc­ birçok eşya buldu. Moğollar için altın birçok
kalabalık bir kent olarak tarif ederler. Rus arkeologların yerleşmedeki araştırma­ he adl ı yerleşmenin Canıbek döneminden anlam taşırdı; değerin, sonsuzluğun, güneşin ve
ları bu anlatımları doğrulamaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan büyük kentin kap­ ( 1 342- 1 357) itibaren Altın Orda'nın ikinci semanın timsaliydi. Altın sarısı emperyal bir renkti.
başkenti olan Yeni Saray'ın üzerinde kurulu
ladığı alan yaklaşık 10 kilometre kareydi. İçinde sokak şebekesinin düzenini be­
lirleyen akaçlama hendekleri ve sarnıçlar, aynca kuyumcuların, demircilerin,
cam yapımcılarının ve çömlekçilerin çalıştığı çarşılar ve büyük mahalleler vardı. bulgulara göre, kentin oval bir planı ve Eski Saray'ınkine benzer bir sokak şe­
Kent hem etrıik köken hem de din bakımından çok unsurluydu. Metal ikon bu­ bekesi vardı. Zanaatkarlar ve daha yoksul insanlar Yeni Saray'ın merkezinde
luntuları ahalinin Ortodoks Hıristiyanlığa bağlı kaldığını göstermektedir. Ama toprağa oyulmuş barınaklarda yaşarken, daha zengin sakinler ahşap ve tuğla
kent 14. yüzyıl başlarında daha İslami bir karakter kazandı. Örneğin, İslam di­ evlerde veya çadırlarda kalmaktaydı.
nine dönen Özbek Han (1311-1341) burada bir medrese kurdu. Birçok altın eşyanın yapılmasına karşın, sikkeler dışında ortaçağdan günü­
Özbek'in 1330'larda ırmağın daha yukarı çığırında inşasını başlattığı Yeni müze ulaşanlar birkaç örnekten ibarettir; çünkü bunların çoğu ihtiyaç zamanla­
Saray, oğlu Canıbek'in tahta çıkmasıyla 1342'de başkent oldu. Burası ancak ya­ rında eritilerek sikkelere dönüştürülmüş veya zevklerin değişmesiyle birlikte
nın kilometre kareyi bulan alanıyla çok daha küçüktü. Kentin çevresine savun­ başka şekle çevrilmiştir. Timur 1395'te Yeni Saray'ı yağmaladığında benzer altın
ma amaçlı bir set ve siper sistemi muhtemelen 136ü'larda eklendi. Timur 1395'te kaplara el koymuş olmalıdır; Timurlu hükümdarları için benzer biçimli şarap ka­
kenti yıktırdı. Rus arkeologların 1847'den beri yürüttüğü kazılarda elde edilen dehlerinin yapılması bunu gösterir. Günümüze kalan örnekler altından değil,

Ejderha biçimli gümüş kulpu olan tas, Seramik kase, Volga bölgesi,
Volga bölgesi, 1 250- 1 350, çap 1 1 cm, 1 4. yüzyıl, çap 1 9,4 cm,
St. Petersburg, Ermitaj St. Petersburg, Ermitaj
Bu tas İlhanlı dönemi İran eşyalarına çok ben­ Yeni Saray' da bulunan bu kase, işleme ve bo­
zerdir; ama ejderha kulpunun kaynağı bozkır yama açısından biraz daha kaba olmakla bir­
geleneğidir. likte, İran'ın kil çamuru boyalı Sultanabad
kaplarını andırır.

1' 404 M Ü S LÜMAN M O G O LLAR: M O G O L İ STİLALA R I N DA N İ LHANLI LARA


yeşimdendir. Timurlular bu nadir ve değerli malzemeyi ancak Timurlu Hüküm­
darı Uluğ Bey'in (1447-1449) Moğolistan'daki yeşim madenlerini ele geçirme­
sinden sonra kullanmaya başladı. Hindistan'ın Timurlu soyundan gelen Babür­
lü imparatorları ise Timurlu yeşim şarap kadehlerini saklama ve üstlerine kendi
adlarını yazdırma yoluna giderek, Babürlü ata soyunu Cengiz Han'a bağlaya­
cak açık bir timsal yarattılar. Kuzey Sibirya'nın Ob Irmağı havzasında bulunmuş
benzer gümüş eşyalar vardır. Kuzeyli avcılar ve tuzakçılar elde ettikleri kürkle­
ri, mors dişlerini ve avcı kuşları Müslüman tüccarlara satarlardı. Volga Bulgarla­
rının Kama ve Volga ırmaklarının birleşme noktası yakınında devletlerini kur­
dukları 10. yüzyıldan beri böyle bir düzenli ticaret vardı. Bu avcılar ve tuzakçılar
alışverişlerini bir kabile ekonomisinde işlerine yaramayacak para birimi yerine
çoğu kez gümüş eşya karşılığında yürütür ve daha sorıra bunları Sibirya orman­
larında saklardı. Bu saklı nesnelerin bir bölümü günümüze ulaşırken, daha uy­
gar kesimlerde gümüş kaplar sikke basımı için eritilmiştir.
Rus kazı uzmanlarının Yeni Saray'da ortaya çıkardığı birçok seramik arasın­
da sırlı ve sırsız kaplar, dönemin Maveraünnehir yapılarında kullanılanları an­
dıran çiniler ve çini mozaik panosu parçalan sayılabilir. Çin' den gelme seladon­
lar ve Mısır'dan gelme mavi-beyaz çömlekler gibi bazı seramikler ithal
ürünlerdir; ama kazı alanında fınnlann bulunması çoğu parçanın yerel düzey­
de imal edildiğini gösterir. En büyük grubu kalın beyaz kil çamuru yüzeyli, ma­
vi benekli ve siyah çerçeve boyalı kaseler oluşturur; bunlarda beyaz yaprak de­
senleriyle veya hayvan resimlerinin ya da geometrik desenlerin yer aldığı bir
orta madalyonu çevreleyen taklit Arapça yazılarla doldurulmuş şeritler vardır.
Kil çamurundan kaplar İ111anlı döneminde üretilen Sultanabad çanak çömlek­
lerine benzer; ama kaselerin daha yuvarlak bir şekli vardır ve çizimler daha ka­
tı, daha gelenekseldir.
Bu dönemin en önemli sanatı dokumacılıktı. Avrupa'dan Çin'e kadar, 13.
ve 14. yüzyıllardan kalma birçok metin, İtalyan kaynaklarında "panni tartarici"
adıyla anılan "Tatar kumaşı"ndan söz eder. Yakın dönemde uzmanlar bu do­
kumaların Arapça ve Farsça metinlerde "nesic" ve "nah " olarak geçen, sırmay­
la dokunmuş kabartma desenli ipekliler olduklarını saptamışlardır. Moğol yö­
netimi altında, bu brokar dokuma tekniği Orta Asya'dan Çin'e taşındı. Moğollar
1219-1222'deki Türkistan ve Horasan seferleri sırasında, üç zanaatkar kolonisi­
ni yanlarına alıp Çin'e götürdüler. Cengiz Han'ın ve oğlu Ogedey'in himayesi
altında mesleklerini yürüten bu topluluklar, Kubilay'ın başta olduğu 1270'lerde
yeniden düzenlendi. Bu dönemde Orta Asya'da dokunan sırmalı ipek kumaş­
larda olağanüstü bir teknik maharet düzeyi görülür. Gerek zemin, gerekse de­
sen sırmalıdır; desenin çerçevesini ipek taban belirler. Bu dokumalarda Çin ve
İran unsurları bir araya getirilmiştir. Örneğin, tek tabanlı çözgüler Çin ipeklile­
rinde yaygın bir özellil<:tir; buna karşılık, sırma atkıların çift olarak bağlanması
Doğu İran ipeklileıine özgü bir tekniktir. Bu dokumalarda yazılar yoktur; ama
şahane nitelikleri saray mensupları, muhtemelen o dönemde Maveraünnehir'i
denetim altında tutan Çağataylılar için yapıldıklarına işaret eder. Günümüze ula­
şan parçaların birçoğu ancak son zamanlarda sanat piyasasına girmiştir. Bunla­
rın Tibet'te belki de manastırlara veıilrniş saray armağanları olarak şimdiye ka­
dar korunmuş olduğu söylenir.

Kumaş parçası, Orta Asya'nın doğu parlak sırmayla dokunmuştur. Sırt sırta duran
kesimi, y. 1 250, sırma ve ipek, genişlik 49 cm, bir çift kanatlı aslanın yer aldığı madalyonlara
uzunluk 1 24 cm, Cleveland, Sanat Müzesi ve grifonlarla doldurulmuş madalyonlar arası
Moğol sırmalı kumaşları, hem zeminin hem de boşluklara dayalı tasarımın kaynağı İran mo­
desenin sırmayla dokunmuş olması ve desen delleridir. Bulut demetleri ve ejderha başları­
çerçevesinin sırf ipek taban dokumayla belir­ na dönüşen hayvan kuyrukları gibi bezeme
lenmesi açısından olağanüstü bir teknik maha­ unsurları çoğunlukla Çin süsleme sanatından
reti sergiler. Bu göz alıcı örnek neredeyse si­ alınmadır.
yaha yaklaşan koyu kahverengi zemin üstünde

B E Z E M E SANATLARI 405
1l
:j

il
ı
ıı 1
1
Orta Asya: Timurlular,
Ş eybaniler ve Hanlıklar

Timur'un ve ardıllarının tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . .408

Orta Asya'daki Timurlu mimarisi . . . . . . . . . . . . . . .4 1 6


Başkent Semerkand'ın gelişimi
Bibi Hanım Camisi, Şah-ı Zinde

Timurlu kitap bezeme sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . .426

Şeybani lerin ve hanlıkların tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . 43 1

Buhara: . .. . .. . . . .
. . . . . 436
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

M i r-i Arap Medresesi, Kelan Camisi


Semerkand: Şir Dar Medresesi, Tille Kari Medresesi
H ive: İç Kale

Mimari bezeme olarak çiniler . . . . . . . . . . . . . . . . . .448

Hoca Ahmed Yesevi Külliyesi, Y esi, Türkistan, 1 389- 1 399


Kamu yaşamının bütün alanlarına damgasını vuran Timur'un güçlü kişiliği siyasete oldu­
ğu kadar Timurlu mimarisine de sinmiştir. Timur dönemindeki emperyal üslubun iyi bir
örneği olan Hoca Ahmed Yesevi Külliyesi, cami ve türbenin yanı sıra bir divanhaneyi,
bir kütüphaneyi ve mutfağı olan bir meskeni içine alan derli toplu bir yapı topluluğudur.
Tipik Timurlu yapı tarzını yansıtan dış bezemeleri koyu mavi, turkuaz ve beyaz sırlı tuğ­
lalardan yapılmış büyük ölçekli geometrik desenlerden oluşur. Oldukça uzak bir mesa­
feden okunabilen hat yazıtları, külliyeyi çepeçevre sararak kubbelerin alınlıklarını süs­
ler.

407
Saygın, ama yoksul Türkmen Bar-

Tarih las kabilesinden gelen Timur, Semer­


kand'a bir günlük at yolculuğu mesa­
Markus Hattstein fesinde olan Keş (şimdi Şehr-i Sebz)
yakınında 1 328 dolaylarında doğdu .
Kaynaklarda yaygın biçimde 8 Nisan
Timurlu tarihi, hanedanın kurucusu, yüce
1 336 olarak aktarılan doğum tarihi, da­
fatih ve "cihan sultanı" Timur'un güçlü ki­
ha sonraları hesaplanmış bir "göksel
şiliğiyle vurduğu damgayı taşır. Tarihsel
kavuşum"a dayanır. Sağ dizkapağının
kaynakların ona ilişkin hükmü çoğunluk­
ve üst uyluğunun doğuştan sakat ol­
la olumsuzdur: Masum insanları kitlesel
ması, "Aksak Timur" anlamında "Ti­
kıyımdan geçirmesi, kadim kültür mer­
murlenk" olarak anılmasına ve ancak
kezlerini yıkması ve bazı coğrafi bölgele­
koltuk değneği yardımıyla, ömrünün
ri tamamen viraneye çevirmesi gaddarlık
sonraki yıllarında da at sırtında dolaşa­
bakıindan Cengiz Han ve benzerlerinin
bilmesine yol açtı. Sağ omzunda bir ok
marifetlerini aşan boyutlardadır ve başka
yarasının daha da ağırlaştırdığı defor­
yerlerden zorla getirilmiş sanatçıları ve
masyon sağ tarafını kullanmasını büs­
zanaatkarları kullanarak Semerkand'ı ve
bütün kısıtladı. Bu bedensel bozukluk­
diğer Maveraünnehir kentlerini sanatsal
lar Sovyet bilimcilerinin 1941 'de
bakımdan geliştirmesi dengelenebilir ol­
iskeleti üzerinde yaptığı bir incelemey­
maktan çok uzaktır. Dahası, giriştiği fetih­
le doğrulanmıştır.
lerle devasa bir imparatorluk yaratmayı
Maveraünnehir'in 1 360-1 370'teki
başarmasına rağmen, istikrarlı bir devlet
anarşik ortamında, kendi çıkarı doğrul­
idaresiyle hüküm sürememiştir. Öte yan­
tusunda manevralar yaparak paktlara
dan, birçok İslam tarihçisinin ve Röne­
giren Timur, daha erken yaşta olağa­
sans'tan bu yana Marlowe'dan Handel'e
nüstü bir askeri önder olduğunu kanıt­
kadar uzanan bir zincirle, Timur'u tiyatro
ladı ve kendisi için uygun düştüğünde
oyunlarında ve operalarda yüceltmiş bir­
saf değiştirmekten kaçınmadı. Tuğluk
çok Avrupalının gözünde ise sıradan bir
Temür'ün 1360'ta İslam bölgesini istila
soyluyken hırs, enetji ve kurnazlık bileşi­
etmesi üzerine, Barlas kabilesinin reisi­
mi bir uğraşla İslam dünyasının ve bütün
ne ihanet ederek onun hizmetine girdi
Asya'nın hükümdarı konumuna yükselen
ve bunun karşılığında Keş'i bir dirlik
sağlam iradeli eylem adamı olarak hay­
olarak aldı. Sosyal konumunu güçlen-
ranlık duyulacak bir kişidir.
dirmek amacıyla, Belh'in güçlü emiri
Hüseyin'in kız kardeşiyle evlendi. Böylece Hüseyin'le bir ittifaka girerek,
Maveraünnehir'deki durum ve Timur'un yükselişi onun sadık adamı haline geldi. Tuğluk Temür'ün Moğolistan'a çekilmesin­
Cengiz Han ve ardıllarının fetih seferleri, başta İslam kültür bölgesi olmak den sonra, Timur ve Hüseyin topraklarını genişletmeye koyuldular ve
üzere Avrasya'daki durumu tamamen değiştirmişti. İran'ın işgali ve Bağ­ farklı hükümdarlarla kurdukları ittifaklar sayesinde 1366'da Semerkand'ı
dat'ın 1 258'de düşüşü İslam dünyasını bir terör ve keder havasına boğmuş­ ele geçirdiler. Ne var ki, her ikisinin müthiş hırslı olmasından dolayı ara­
tu. İran'da başa geçtikten sonra İslam dinine dönen ilhanlıların devasa bir larında çıkan kaçınılmaz çatışma, Hüseyin'in merkezi Belh'in 1369'da Ti­

1
yeniden imar programına girişmesi bile bu durumu pek değiştirmedi. Müs­ mur'un eline geçmesiyle noktalandı. Çağataylı topraklarının güney kesi­
lüman Moğollara öncülük etme iddiasında olan İlhanlılar, Cengiz Han'ın mindeki bütün emirlerin ve hanların 13 Nisan 1370'te bağlılık yemini ettiği
ikinci oğlunun kabile yurdu olan Maveraünnehir'deki Çağatay Hanlığı'yla Timur, başkent olarak Semerkand'ı seçti.
çok geçmeden sonu gelmez bir çatışmaya girdiler. Mübarekşah'ın (1326-
1334) İslam'ı benimsemesiyle birlikte, Çağataylı toprakları, Ceyhun ve Sey­ Timur'un Harezm ve İ ran'daki ilerleyişi
:1 hun ırmakları arasında kalan İslam bölgesi ile Seyhun'un ötesindeki "putpe­ Toktamış'la çatışma
!ııI
1 rest" Moğolistan olarak ikiye ayrıldı. İzleyen dönemde, İslam kesimi çeşitli
askeri önderlerce yönetildi. Merkezi bir idarenin yokluğundan yararlanmak

1
Timur aslında bütün ömrünü askeri seferlerde geçirdi ve bu süreçte fet­
isteyen Moğolistan Hanı Tuğluk Temür 1 360'ta Çağataylıları yeniden birleş­ hettiği toprakları birkaç defa boydan boya aştı. İlk iş olarak, bütün Çağa­
tirmeye çalıştı. Timur'un yükselişi bu çatışma döneminde gerçekleşti. tay Hanlığı'nda tam istediği düzeni kurmaya yönelik adımlar attı. 1370'te ku-

Yukarıda: Timur'un Taşkent'teki anıt hızla yükseldi: Batıda Anadolu ve Suriye' den Karşı sayfada: Timur, birliklerinin başın­ kent seçti ve ele geçirilen bölgelerden getirtil­
heykeli doğuda Hindistan'a ve Çin sınırına kadar da Semerkand'a giriyor, Zafername'den miş sanatçıları kullanarak onu muhteşem bir
Timur (y. 1 328- 1 405) İslam dünyasının tanı­ uzanmak üzere bütün İslam bölgelerini içine İran minyatürü, 1 486, İstanbul, Türk ve İslam "cihan merkezi"ne dönüştürdü.
dığı en büyük fatih olarak kabul edilir. Küçük alan bir dünya imparatorluğunun hükümdarı Eserleri Müzesi
bir Maveraünnehir soylusu olmasına karşın, haline geldi. Günümüzde esas olarak Orta Timur neredeyse bütün ömrünü fetih seferle­
cesareti, kurmazlığı ve acımasızlığı sayesinde Asya' da hala saygıyla anılır. rinde geçirmekle birlikte, Semerkand'ı baş-

408 O RTA ASYA


zeyin üzerine yürüdü, Cengiz sülalesinden gelen ve kendisine bağlı olan Timur küçük hanların bölgesel yönetimine son vermeye ve İran'ı siyasal
kukla bir hanı başa geçirdi. Hamilik ve vasilik rolüne soyunduğu böyle olay­ bakımdan birleştirmeye karar vermişti. 1388'de sultan unvanını alarak, İran
lar daha sonra da yaşandı. Ama birçok Çağatay soylusunun onu bir türedi sa­ ve Maveraünnehir'in (Turan) kültürel birliğini zor yoluyla sağladı. İki bölge
yarak entrikalara girişmesi nedeniyle Moğolistan istikrarsız bir bölge olarak arasındaki çatışma daha önce İran destanı Şehname'ye de komı olan bir so­
kaldı. Timur 1372'de Cengizli hanedanının diğer yerel kollarına karşı Harezm rundu. Timur kendi kişiliğinde Fars, Moğol ve Türkmen kültür miraslarını bir­
üzerindeki Çağataylı hak iddialarını gündeme getirdi. Bu bölgeyi işgal ettik­ leştirmeye çalıştı.
ten sonra, oğlu Cihangir'i bir yerel hanın kızıyla evlendirmesi ona büyük bir Bu arada, Müslüman Moğolların önderliğine ilişkin kavgada yeni bir düş­
itibar kazandırdı. İzleyen yıllarda birkaç defa bağımsızlığına yeniden kavuş­ man ortaya çıktı. Altın Orda tahtına 1378'de oturan Toktamış, 1386'da İran'ı is­
maya çalışan ve düşm().nlarıyla ittifaklara giren Harezm'e çeşitli seferler dü­ tila etti ve Tebriz'i yağmaladı. Tirnur daha gençken yanına sığınmış olan Tok­
zenledi. Harezmilerin 1376'da Buhara'ya saldırması üzerine, bölgeyi harabe­ tamış'ın bu davranışını bağlılığa aykırı bir girişim saydı; Altın Orda'nın İran'la
ye çevirdi ve 1379'da başkenti Köhne Ürgenç'i yıkarak yerle bir etti. yol bağlantılarını kesmek üzere Gürcistan'ı istila etti ve Hıristiyan hükümdarı­
Timur bu sefer İran'daki İlhanlı mirasını devralmaya karar verdi. Herat'ta­ nı bir vasalı haline getirdi. Moskova'yı 1382'de yakıp yıkarak Rusya'yı egemen­
ki Guri Hükümdarı Gıyaseddin'in 1379'da Semerkand'daki bir meclise katıl­ liği altına almış olan Toktamış, bütün Moğol toprakları üzerinde hak iddia et­
mayı reddetmesi, Timur'un eline Afganistan ve Horasan'a saldırmak için bir meye başladı. 1387'de Timur'un yurdunu yağmaladı, Buhara ve Semerkand'ı
bahane verdi. 1381 'de bütün Guri topraklarını işgal etti ve ikinci oğlu Miran­ kuşattı; ama Tirnur'un yetişmesinden önce kendi topraklarına çekildi. Tirnur
şah'ı Horasan valisi yaptı. Batıya doğru ilerlerken, İran'ın Mazenderan ve Sis­ 1391 'de onu Urallar'a ve ötesine kadar takip ederek, iki kat güce sahip bir Al­
tan bölgelerinde Şiraz merkezli Muzafferilerin direnişiyle karşılaştı. Timur tın Orda ordusunu yenilgiye uğrattı. Toktamış kurtulmayı başardı ve Kahire'de­
1384'ten sonra iç iktidar mücadelelerine tutuşan bu yerel hanedanı 1393'te ki Memluklarla bir ittifak kurdu. Birkaç muharebede daha Tirnur'un birlikleri­
ortadan kaldırdı. Öte yandan 1387'de ele geçirdiği Isfahan'da önceleri hoşgö­ ne yenildikten sonra, 1405'te kaçmaya çalışırken öldürüldü. Böylece Timur
rülü bir tavır gösterdi; ama kent sakinlerinin vergi tahsildarlarını öldürmesi sınırları Rusya içlerine kadar uzanan Altın Orda'ya egemenliğini kabul ettirdi
üzerine, misilleme olarak korkunç bir katliama girişti. ve savaş ganimeti olarak elde ettiği yüklü hazinelerle Semerkand'a döndü.

(
Gölü

.,
"
Köhne Orgenç • °""'---

Buhara
• • Semerkand

Şehr-i Sebz

• Gorgan

• Herat

\ • Bağdat

� • ısfahan

- 14. yüzyılın ikinci yansında Timur'un yönettiği


topraklar

410 O RTA ASYA


Timur'un bir askeri Timur'un Suriye, Irak ve Anadolu'ya ilerleyişi
seferinde kafataslarıyla Yıldırım Bayezid'le çatışma
kurulan piramit, Hint
minyatürü, Babürlü dönemi,
Patna, Huda Bahş Timur 1392'de daha da batıya yönelmeye karar verdi. Muzafferileri Şi­
Kütüphanesi raz'dan kovduktan sonra, Irak'a saldırdı ve Eylül 1393'te Celayirlileri Bağ­
Timur ihanetten dolayı bir
dat'tan çıkardı. Burada İslam şeriatını gözeten hoşgörülü bir tavır takındı;
kenti cezalandırdığında, sert
tedbirlere başvurur ve kafa­ ülkeyi küçük derebeylerinden ve soyguncu çetelerinden temizledi. Böyle­
tası piramitleri diktirirdi. Öl­ ce ticaret yollarının güvence altına alınması Bağdat tacir ve esnaf kesimi­
dürülen kişilerin kafalarını ni minnettar bıraktı. Ancak, Kahire'deki Memlüklarla bir anlaşmaya varma
kent dışında duvara gömerek
kurulan bu yapılar çok uzak­ girişimi boşa çıktı. Tahta 1382'de çıkmış olan enerjik Memlük Sultanı Ber­
tan bile görülebilirdi. lsfa­ kuk, tıpkı Memlükların daha önce 1 260'ta Moğolları alt ettiği gibi, Ti­
han'ın sakinleri l 387'de tes­ mur'un ilerleyişini durdurmaya kararlıydı. Osmanlılar, Altın Orda ve bir­
lim olduktan sonra Timur'un
kaç Anadolu beyliğiyle ittifak halinde, 1394'te ordusunu Şam'ın dışına
vergi tahsildarlarını öldürün­
ce, kılıçtan geçirilen 70 bin ki­ konuşlandırarak, Timur'un saldırısını bekledi. Ama Timur kapışmadan son
şinin kafaları kent dışındaki anda vazgeçti ve kuzeydeki Toktamış'a yöneldi.
28 piramite bu şekilde gö­
Berkuk'un ölümünden 0399) bir yıl sonra, Timur yeniden batıya doğ­
müldü. Timur l 393'te ele ge­
çirdiği Bağdat'ın 1 40 l 'de tek­ ru ilerledi, Halep'i yağmaladı ve Berkuk'un oğlu Farac'ın elinde tuttuğu
rar düşman saflarına geçmesi Şam'ın dışında mevzilendi. İki ordunun dövüşe tutuşmasıyla birlikte, Fa­
üzerine, ikinci kez kente gir­ rac cesaretini kaybetti ve Ocak 1401 'de Mısır'a kaçtı. Kent Timur'a teslim
diğinde sakinlerine benzer bir
cezayı uyguladı.
olmasına karşın, yağmadan kurtulamadı. Timur ardından Irak'a yöneldi.
Bağdat'ı yeniden ele geçiren Celayirliler bu ülkede Timur'un egemenliği­
ni sarsacak bir konum elde etmişlerdi. Hoşgörüyle davrandığı kentin iha-

1 360-1 370 Türkmen kökenli Timur 1 400/0 1 Irak ve Suriye seferi; Halep, 1 447- 1 449 Uluğ Bey ile Abdüllatif 1 469- 1 506 Herat'ı merkez edinen
( 1 370- 1 405) Maveraünnehir'i Şam ve Bağdat ele geçirilerek arasındaki iktidar kavgası; Timurlu Sultanı Hüseyin
yönetimi altında birleştirdi; yağmalandı Semerkand Muharebesi'nin Baykara'nın yönetim dönemi
önce Belh'i, ardından sonunda Abdüllatif kesin zafer
1 402 Ankara Muharebesi; Timur'un l 500'den Muhammed Şeybani
Semerkand'ı başkent edindi elde etti
kuvvetleri Osmanlı ordusunu sonra önderliğindeki Özbekler
1 370- 1 405 Yayılma aşaması; lran, yendi; Osmanlı Padişahı 1. 1 450 Abdüllatif suikasta uğradı tedricen Timurlu topraklarını
Mezopotamya, Rusya'nın bir Bayezid esir düştü ele geçirdi
1 45 1 - 1 469 Maveraünnehir'i, Batı
kesimi, Hindistan ve Anadolu
1 405 Toktamış'ın öldürülmesiyle, Türkistan'ı ve Afganistan'ın 1 526 Panipat Muharebesi; Timurlu
Timur'un yönetimine boyun
Timur sonunda Altın Orda'yı bir kesimini yöneten Ebu soyundan gelen Babür,
eğdi İbrahim Ludi'yi yendikten
yönetimi altına aldı Said'in dönemi
1 376- 1 379 Harezmiler ile Timurlular sonra Delhi'yi ele geçirdi ve
arasındaki savaşlar
1 405/9- 1 447 Herat'ı başkent edinen 1 452 Türkmen Karakoyunlular
Hindistan'da başa geçti
1
Şahruh'un dönemi; zamanla lran'ın orta ve güney
1 388 Timur sultan unvanını aldı Maveraünnehir, Gürgan, kesimlerini ele geçirdi 1
Mazenderan, Kirman, İran'ın 1
1 392- 1 399 Hindistan'a yönelik fetih 1 469 Ebu Said komutasındaki 1
seferi; Pir Muhammed'in
orta ve güney kesimlerini
Timurlular Uzun Hasan 11
yönetimi altında birleştirdi
komutasında başladı ve komutasındaki Türkmen
l 398'den sonra Timur'un 1 409 Uluğ Bey (Muhammed Akkoyunlulara yenildi
komutasında sürdü; Delhi Turagay) Semerkand valisi
Semerkand'ı merkez edinen
1
1 469- 1 494
yağmalandı oldu
Timurlu Sultanı Ahmed'in
1
1 393 Timur'un komutasındaki 1 447 Uluğ Bey Semerkand'da yönetim dönemi
Moğollar lran'da Muzafferin Timurlu hükümdarı oldu; oğlu
yönetimine son verdi; Abdüllatif ordu komutanı
Celayirlileri Bağdat'tan sürdü olarak Herat'a yerleşti

1
1
i

TİMURLU TARİ H İ 411


Solda: Timur Multan'da torunu Pir
Muhammed'i huzura kabul ediyor,
Zafername'den minyatür, Londra, İngiliz
Kütüphanesi
Timur, merkezi Kandehar olan Hint eyalet­
lerinin valiliğine atadığı torunu Pir Muham­
med'i daha sonra varisi ilan etti. Pir M uham­
med onun adına Hindistan'daki seferi
başlatmış, ama M ultan'daki kuşatmadan so­
nuç alamamıştı. Bunun üzerine dedesi
l 398'de yardımına koştu ve Delhi'ye kadar
bütün Hindistan'a boyun eğdi rdi. Timur'un
ölümünden sonra, Pir Muhammed diğer to­
runlarla anlaşmazlığa düşerek konumunu
koruyamadı ve l 407'de Semerkand'ı ele ge­
çirmeye çalışırken, kendi vezirinin suikastı­
na uğradı.

Sağda: Timurlu soylusu, minyatür,


Berlin, Eyalet Kütüphanesi Prusya Kültür
Varlığı
Timur'un döneminde yönetici sınıfı büyük
ölçüde imparatorluk eyaletlerine vali olarak
atadığı oğulları ve torunları oluşturmaktay­
dı. Ama ele geçirdiği topraklarda kendi ba­
rış birliğine katılan, yani vasal olarak boyun
eğen ve egemenliğini tanıyan yenik hüküm­
darları da yerlerinde bıraktı. Bütün girişim­
lerini Cengiz Han'ın ikinci oğlunun soyun­
dan gelen Çağataylılar adına yürüttüğü için,
Cengizli sülalesinin kendisiyle birlikte hare­
ket eden Moğol mensuplarını yüksek onur­
lu mevkilere getirdi.

netinden dolayı hiddete kapılmış olan Timur, Temmuz 1401 'de Bağdat'ı !im, Bayezid kabına sığmaz tavrıyla sadece Kuzey Suriye ve Anadolu'da
bir baskınla ele geçirdi ve bilginler, sanatçılar, zanaatkarlar dışında bütün yeni topraklar edinmekle kalmadı, Timur'un yeminli düşmanları Celayirli
halkı kılıçtan geçirdi. ve Türkmen Karakoyunlu hükümdarlarına sığınma hakkı tanıdı ve toprak­
Bağdat'ta Timur'un eline geçen bilginlerden biri de İbn Haldun'du. Ti­ larını geri almaları için askeri birlikler sağladı. Bunun üzerine Timur Mart
mur ona son derece kibar davrandı ve Magrip diyarını anlatan eserini ta­ 1402'de Anadolu içlerine ilerledi ve Temmuz 1402'de Ankara yakınında
mamlarken yanında kalmasını sağladı. İbn Haldun ayrıca hükümdara gö­ Osmanlı ordusunu ezdi. Esir aldığı Bayezid'i, tarihsel anlatımlar doğruy­
çebe çobanların müdahalesiyle "cihan sultanı" konumuna yükselecek bir sa, bir demir kafese koydurdu ve bunu atına binmesine yardımcı olacak
kişinin dünyaya geleceğini bildiren İslami kehanet hakkında bilgi verdi. bir tabure olarak kullandı. Zaferini Avrupa hükümdarlarına bildirdiği
Bu kehanette Türkmen kabilelerine bir gönderme görerek, Timur'un yö­ mektubunda, Avrupa, Doğu ve Asya arasındaki mal akışının artık aksa­
netimi ve kıyamete dair İslam fikirleri arasında bir bağlantı kurdu . madan işleyeceği umudunu açıkça dile getirdi. "Bayezid kabusu"ndan
Bu arada Anadolu yeni çatışma odağı haline geldi. Bölgenin küçük kurtuluş Avrupa'da Timur hakkında oluşan olumlu izlenime kesinlikle
beylikleri Memlükların ve Osmanlıların emellerini kendileri için aynı ölçü­ katkıda bulundu.
de tehdit edici görmekteydi; çünkü her iki devlet de 1397'den çeşitli top­
raklara el koymaya başlamıştı. Yönetim alanının çok uzakta olması nede­
niyle Timur'u kendi bağımsızlığının olası bir güvencesi sayan birçok Timur'un Hindistan seferi, Semerkand'ın gelişmesi ve
beylik ona boyun eğerek egemenliği altına girdi. Timur'un 1394'ten itiba­ Timur'un ölümü
ren batıya doğru yürüyüşü sırasında çeşitli bölgeleri işgal etmesi ve Ana­
dolu'nun koruyucusu rolünü üstlenmesi, o sırada doğuya doğru yayılan Timur büyük hayranlık duyduğu Gazneli Mahmud'un imparatorluğunu
Osmanlılarla kapışmayı kaçınılmaz hale getirdi. kendi önderliği altında yeniden yaratmak istediği için, torumı Pir Muham­
Aslında Timur 1395'te Osmanlı Padişahı I. Bayezid'e 0389-1402) dost­ med'i askeri birliklerle önceden Hindistan'a göndermişti. Doğudaki arka
luk önerisinde bulunmuş, onu bir cihat savaşçısı olarak övmüş ve Tokta­ cephesini güvenceye almak açısından, Çin imparatoruna 1 389'dan beri
mış'a karşı mücadeleye katılmasını istemişti. Ancak, bu çağrıya bir uyarı baç ödemekteydi. Pir Muhammed'in ilerleyişi Multan önlerinde durunca,
da eşlik etmekteydi: Bayezid topraklarını Balkanlar'a doğru genişletmek­ 1 398'de askeri seferin komutanlığını doğrudan üstlendi. Aynı yılın Eylül
te serbestti, ama Doğu, yani İran ve Anadolu Çağataylılara aitti. Gelgele- ayında İndus Irmağı'nı aştı, yerel hükümdarların boyun eğme edimlerini

412 O RTA ASYA


Feremuz, Kabil emirinin ordusunu
izlerken, Şehname' den minyatür, Tebriz,
Paris, Louvre Müzesi
Timur İran'ı ele geçirdikten sonra, İran ve
Maveraünnehir'in farklı kültürel yapıları ara­
sındaki geleneksel husumeti gidermeye çalış­
tı. İran destanı Şehname'nin ana temasını
oluşturan bu uyuşmazlığı ortadan kaldırmak
için, kendisini iki dünyanın İslami birleştirici­
si olarak sundu. Saray sanatı ve edebiyatı git­
tikçe onu kimsenin gücüne karşı koyamaya­
cağı ve herkesin yasalarına uymak zorunda
olduğu bir efsanevi kahraman, cihat savaşçısı
ve barış banisi kisvesiyle tasvir etmeye yö­
neldi.
, ,
lf--'ı·<, .. .

kabul etti ve sert direnişe rağmen güneydoğu yönünde ilerleyişini sürdür­ aldığı sanatçıları ve bilginleri hep yakın çevresinde tuttu. Fetih seferleri sı­
dü. Bu harekat boyunca, birlikleri birçok tutsak aldı ve şehirleri yağmala­ rasında topladığı bilimsel malzemelerin incelenmesini ve saray şairlerinin
dı. Sonunda 1 398'de Delhi önlerine vardığında, ordusunun elinde 100 bin "göksel kavuşumun efendisi"nin şanını yaymasını sağladı. İslam dünyası­
civarında tutsak vardı. Kesin sonucu belirleyecek önemli muharebeden nı "barış birliği" sancağı altında toplamanın şerefine, 1404'te göz kamaş­
önce, düşman saflarına katılmalarını önlemek amacıyla bütün erkek tut­ tırıcı bir şölen verdi. Fethettiği ve ittifak kurduğu ülkelerin yanı sıra
sakların kılıçtan geçirilmesi emrini verdi. Hint savaş fillerini devre dışı bı­ Çin'den elçilik heyetlerini davet ettiği bu şölende, aralarında Uluğ Bey'in
raktıktan sonra, önüne kattığı Delhi sultanına karşı ezici bir zafer kazan­ de bulunduğu beş torununu büyük bir törenle evlendirdi.
dı. Tek tük askeri birliklerin bazı yağma olaylarına karşın, teslim olan Çin bu olayı fırsat bilerek, 1396'da kesilmiş olan baç ödemelerinin ye­
kent yıkımdan büyük ölçüde kurtuldu. Ordu 1399'da daha doğuya yönel­ niden başlamasını talep etti. Bu da kaçınılmaz olarak gerginliklere yol aç­
di, Ganj Irmağı'nı aştı ve Lahor'u ele geçirdi. Timur tam Keşmir'in Hindu tı. Cengiz Han'ın soyundan gelen Moğol Yuan hanedanının 1 388'de dev­
hükümdarına boyun eğdirmek üzereyken, Anadolu ve Suriye'den gelen rilmesi nedeniyle, Timur öteden beri Çin'de tekrar Moğol yönetiminin
kötü haberler onu tekrar batıya dönmek zorunda bıraktı. Nisan 1 399'da kurulmasını sağlayacak bir plan tasarlamaktaydı. Bir kez daha huzursuz­
zengin savaş ganimetleriyle yüklü halde ve çok sayıda Hintli sanatçı ve luğa boğulmuş olan Moğolistan'a barış ortamı getirdikten sonra Çin'e yö­
zanaatkar eşliğinde Semerkand'a ulaştı. nelmeyi öngördüğü bir sefer düzenledi. Kasım 1404'te ordusunun başın­
Bayezid karşısındaki zaferden sonra, Timur hasmı Mem](iklarla anlaş- da kuzeye doğru yola çıktı ve Ocak 1405'te Seyhun'u aştı. Askeri
. mazlıkları gidererek bir başka emeline de kavuştu. Semerkand ve Kahire birliklerin Moğolistan'a ilerlemeden önce toplanmak üzere mola verdiği
1403'te karşılıklı olarak birbirlerine elçiler ve değerli armağanlar gönder­ Otrar'da, birdenbire şiddetli bir hummaya yakalandı ve 1 8 Şubat 1405'te
diler. Timur sonunda Farac'ı "evlat" edindi; tesadüfen elçileri o sırada öldü. Naaşı mumyalanarak Semerkand'a geri götürüldü.
kendi sarayında bulunan Kastilya kralına da aynı payeyi bahşetti. Timur Timur'un yönetimini değerlendirmek kolay değildir. Olağanüstü aske­
nihayet kendini Semerkand'ı süslemeye verme fırsatını buldu; bu kenti ri yetenekleri, strateji ve taktik alanlarındaki becerileri tartışma götürmez;
zamanla "cihan merkezi" ve "cennet eşiği" haline getirdi. Sayısız görkem­ ama boyun eğme ya da düşmanlık dışında bir seçenek bırakmayan acı­
li yapının yanı sıra büyük bahçelerle donattığı kentin etrafında Bağdat, masızlığı ve gaddarlığı için de aynı şey söylenebilir. Görgüsüz bir barbar
Sultaniye, Şiraz, Kahire ve Şam gibi diğer İslam metropollerinin adlarını olmaktan çok uzaktı ve Farsça'yı yetkin düzeyde bilen biriydi; döneminin
taşıyan dış mahalleler kurdurdu. Timur gittiği hemen her yerden yanına din alimlerini, bilginlerini, tarihçilerini ve şairlerini tanır, sürekli çevresin-

TİMURL U TAR İ H İ 413


de tutar ve onlarla eserlerini derinlemesine tartışırdı. Öte yandan, belirgin Timur'un varisleri ve ardılları: Herat ve Semerkand
bir devlet idaresi anlayışından yoksundu; ilgi odağında sadece özel önem
Timur'un iki büyük oğlu Cihangir ve Ömer Şeyh ondan önce öldü; sonra
taşıyan belli kentler ve bölgeler vardı. Boyun eğdirdiği hükümdarları va­
gelen Miranşah bir kaza yüzünden zihinsel sorunlar yaşadığından, önder­
sal olarak başta tutmaya yönelik ilk tasarısından, zamanla kendi ailesinin
lik için açıkça elverişsizdi. En küçük oğul Şahruh'un da dindarlığından ve
mensuplarını valiliklere atama uğruna vazgeçti. Bu uygulama sonuçta Ti­
barış tutkusundan dolayı bir ardıl olması söz konusu değil gibiydi. Dola­
murlu yönetiminin daha sonraki parçalanışının tohumlarını ekti.
yısıyla Timur torunu Pir Muhammed'i varisi olarak belirlemişti. Cihangir'in
Timur dinsel konularda Moğolların geleneksel hoşgörüsünü sürdür­
en büyük oğlu olan Pir Muhammed, Kandehar valisi olarak Gazneli Mah­
dü. İslam mezheplerinin biçimciliğine yabancı olan bu yaklaşım, tasavvuf
mud'un tahtında oturmaktaydı. Fakat 1407'de kendi vezirinin suikastına
tarikatları ve dervişleriyle, yerel evliya kültleriyle, kahinleriyle, rüya tabir­
kurban oldu. Timur'un valilik makamında olan yirmi kadar torunundan
leriyle ve astrolojik hesaplamalarıyla İslam'ın popüler biçimlerine yeni bir
ikisi Semerkand'da iktidara el koydu; ama tecrübesiz ve ahmakça yöne­
itici güç kazandırdı. Timur bozkırların Moğol "yasa"sını İslam şeriatıyla
timleri şehir halkının ayaklanmasına yol açtı. Yardıma çağrılan Herat vali­
bağdaştırmaya çalıştı. Sünni Müslüman olmasına karşın, Şiilerin de koru­
si Şahruh, bu ortamda Semerkand'ı ele geçirdi ve sonunda Timurlu hane­
yucusu olarak davrandı ve bazı ardıllarının Şii fikirlerine ilgi duymasının
danının önemli önderi ve aile büyüğü (1405/09-1447) oldu.
yolunu açtı. Aslında bir göçebe fatih hayatı sürdürmekle birlikte, Semer­
Şahruh tamamen olmasa bile babasının imparatorluğunu ayakta tuttu.
kand'ı imar ederek yeni "cihan merkezi"ne dönüştürdü ve böylece Fars­
Maveraünnehir'in yanı sıra İran'daki Gürgan ve Mazenderan'ı denetimi al­
ça ağırlıklı İslam dünyasının merkezini doğuya kaydırdı. Doğu Anadolu
tına aldı ve 1416'da Kirman'ı işgal etti. Diğer bölgeler de onun egemenli­
ile Maveraünnehir arasındaki eski İran kültür bölgesinin, bir siyasal birlik
ğini tanıdı; Özbekler, Kıpçak İmparatorluğu (Altın Orda) ve Hint racaları­
duygusuna ulaşmasını sağladı. Bu yapının daha sonra çöküşü Türkmen
nın çoğu onunla ittifak kurmaya çalıştı. Ama imparatorluğunu büyük
kabile bölünmelerini getirdi. Moğolların izinden giden Timur, tacirlere yö­
ölçüde Herat'tan yönetti ve İslam şeriatını tek geçerli hukuk haline getir­
nelik saldırıları ağır biçimde cezalandırarak, iyi işleyen bir posta ve haber­
mesi' Mo<>ol
b unsurunun arka plana itilerek silikleşmesinin yolunu açtı.
leşme sisteminin kendisine hizmet etmesini güvence altına aldı.
İran'ın orta ve güney kesimlerini de 1420'ye doğru kendisine bağlamayı
Avrupa açısından, Timur'un yönetimi bazı hayırlı sonuçlar getirdi: Ba­
başardı. Buna karşılık, Mezopotamya'yı babasının eski düşmanları olan ve
yezid karşısında elde ettiği zafer ve ardından Osmanlı İmparatorluğu'nda
aynı şekilde topraklarını genişleten Celayirlilere ve Karakoyunlulara kap­
baş gösteren kargaşa, kuşatma altındaki Bizans'a ve Balkanlar'a bir nefes
tırdı. Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf 1410'da Celayirlileri Bağdat'tan
alma fırsatını sağladı. Altın Orda'nın yenilgiye uğraması, Hıristiyan Rus­
sürdükten sonra, Timurluların en tehlikeli hasmı haline gelmişti. Bir dizi
ya'nın Moskova önderliğinde yükselişine olanak verdi.
isyanı bastırarak düzeni sağlayan Şahruh, 1435'ten itibaren kendisini impa-

1
1
1 Yukarıda: "Timur Tahtında", Babürlü

l
resmi, Paris, Ulusal Kütüphane
Timur'un resmi hükümdarlık dönemi Mave­

1
ı raünnehir soylularının ona biat ettiği
l 370'te başladı. Başarılı yönetiminden dola­
yı, gücünün doruğuna ulaştığında "göksel
kavuşumun efendisi" olarak anılır hale geldi.

Timur'un soyundan gelen Hint hüküm­


darlarının sofrası, Babürlü minyatürü,
1 8. yüzyıl, Caypur, Kent Sarayı Müzesi
Bu idealleştirilmiş tasvirde, Timur onu ataları
sayan Babürlü hükümdarlarıyla çevrili halde
görülüyor.

414 O RTA A S YA
ratorluğun barışçıl gelişimini sağlamaya, sanatları ve düşünsel yaşamı des­
teklemeye, Çin, Hindistan ve Mısır'la ticari ilişkileri yoğunlaştırmaya verdi.

Şahruh'un öldüğü 1447'de, yedi oğlundan sadece Uluğ Bey olarak bi­
linen Muhammed Turagay sağdı. Sonraki Timurlu hükümdarlarının belki
de en dikkate değeri olan Uluğ Bey, aslında 1407'den beri Semerkand'da
yarı bağımsız bir konumla hüküm sürmekteydi ve dünyevi bir mahiyet ta­
şıyan sarayında düşünsel açıklık bakımından dedesi Timur'un Moğol gele­
neklerini kökleştirmişti. Buhara ve Semerkand'daki yeni imar çalışmalarını
himaye etmesiyle, Farsça şiire ve fen bilimlerine destek vermesiyle de ay­
nı ölçüde ünlüydü. Ayrıca bir astronomi bilgini ve matematikçi olarak seç­
kin bir yer edindi; geride zengin bir kaynak oluşturan yazılar ve yıldız tab­
loları bıraktı. 1407'de başlayan uzun bir barış dönemi boyunca hoşgörülü
bir yönetim sergiledi; ama Timur'un torunlarının çocuklarından oluşan
sonraki kuşakla çok gergin bir ilişkisi vardı.
Uluğ Bey'in oğlu Abdüllatif 1444'te Herat'ta dedesi Şahruh'un yanına
yerleşmişti ve verasetin kendisine geçmesi yönünde haklı umutlar besle­
mekteydi. Şahruh'un ölümü (1447) üzerine ordunun başkomutanlığını üst­
lendi. Bu arda Şahruh'un diğer torunları çeşitli topraklara el koydu ve ba­
zı imparatorluk kentlerini ele geçirdi. Kendisini babasının tek meşru varisi
olarak gören Uluğ Bey, Ceyhun bölgesinin üzerine yürüdü; ama haneda­
nın genç kuşak mensuplarının toplu direnişiyle karşılaştı. Babasına göste­ Semerkand'daki Uluğ Bey ronomi bilginlerinden biri olarak, e n doğru
rilen itaati sağlamayı başaramadı. Sonraki iki yıl boyunca inişli çıkışlı bir Rasathanesi'nin temsili resmi astronomi ölçümlerinden bazılarını yaptı. Bu
seyir izleyen muharebeler sırasında Maveraünnehir'i elinde tutmakla bir­ Nilsen'in tablosu, Semerkand, Rasathane amaçla Semerkand'da 1 428/29'da inşa ettir­
M üzesi diği ve içine bir sekstant yerleştirdiği rasat­
likte, Horasan üzerindeki denetimi kaybetti. 1449 sonbaharındaki bir aske­
Timur'un torunu Uluğ Bey ( 1 394- 1 449) Se­ haneden günümüze sadece yere gömülü hal­
ri kapışmada oğluna yenildi. Abdüllatif ona hac için Mekke'ye gitme izini merkand' da 1 407' den sonra yarı bağımsız de bazı kısımlar ulaşmıştır.
verdi, ama daha yoldayken onu öldürttü. bir konum kazandı. Dönemin en önemli ast-
Abdüllatif'in de Mayıs 1450'de kendi emirlerince öldürülmesini izleyen
siyasal karışıklık döneminden, Miranşah'ın torunlarından Ebu Said (145 1 -
1469) zaferle çıktı. Semerkand'ı merkez edinen Ebu Said'in Maveraünne­
hir'i, Batı Türkistan'ı ve Afganistan'ın bazı kesimlerini yönetimi altında bir­
leştirmesine karşın, İran'ın orta ve güney kesimleri 1452'de tamamen
Karakoyunluların eline geçti. Karakoyunlular 1458'de Herat'a kadar ulaştı.
Ebu Said yönetimi altındaki bölgelerde tarımı destekleyerek ve sulama sis­
temleri kurarak büyük ilerlemeler sağladı. Karakoyunluların 1467'de ra­
kipleri Akkoyunlulara yenilmesi üzerine, eski Timurlu topraklarını geri al­
mak amacıyla batıya doğru bir harekata girişti. Şubat 1469'da Akkoyunlu
Hükümdarı Uzun Hasan karşısında ağır bir yenilgiye uğradı ve esir düş­
tükten sonra idam edildi. Oğlu Sultan Ahmed (1469-1494) Semerkand'da
hüküm sürdü, ama yönetimi sürekli Özbek Şeybanilerin tehdidi altında
kaldı. Sultan Ahmed'in yeğeni Babür'ün 1497'de işgal ederek kısa bir süre
elinde tuttuğu Semerkand sonunda Şeybanilere teslim oldu. Kabil'i merkez
edinen Babür'ün Hindistan'daki fetihleri 1 526'da kendi adıyla anılacak bir
hanedanın başa geçmesine yol açtı.
Herat'ta Ömer Şeyh'in tonınunu ve son Timurlu Hükümdarı Hüseyin
Baykara (1469-1 506) imparatorluğa son bir altın çağı yaşattı. Cesur bir ko­
mutan ve becerikli bir diplomat olarak, bölgeye göz diken Akkoyunlulara
ve rakip Timurlu şehzadelerine karşı Horasan'ı elinde tuttu ve uzun bir ba­
rış dönemine girilmesini sağladı. Sarayına ehil devlet adamlarının yanı sı­
ra şairleri ve sanatçıları topladı; kendisi de şiirler, bilimsel risaleler yazdı
ve hepsinden daha önemlisi Farsça ve Türkçe edebiyatın gelişmesine des­
tek verdi. Sarayının gelenekleri daha sonraları Hindistan'daki Babürlüler
Timur'un Semerkand'daki G ü r-i Emir türbede ailesinin başka mensupları da yatar.
tarafından sürdürüldü. Timur, dönemin İran, Türk ve Moğol İslam dünya­ Türbesi'nde bulunan mezarı Sovyet bilimcileri 1 94 1 'de iskeleti üzerinde
sında neredeyse efsanevi nitelikte bir kurucu ata kimliğine kavuştu. Hüse­ 1 4. yüzyıl başları bir inceleme yaparak, "Aksak Timur" ya da
yin Baykara'nın Mayıs 1 506'da Şeybanilere karşı bir askeri sefer sırasında Çin'e karşı bir askeri sefer sırasında Şubat "Timurlenk" olarak anılmasına yol açan sağ
1 40S'te Otrar'da ölen Timur'un naaşı Semer­ dizindeki ve sağ omzundaki sakatlıkların varlı­
ölmesinden kısa bir süre sonra, Şeybanilerin Herat'ı ele geçirmesiyle Ti­ ğını doğruladılar.
kand'a götürüldü ve onun için özel olarak in­
murlu dönemi son buldu. şa edilen Gür-i Emir Türbesi'ne kondu. Aynı

TİMURL U TAR İ H İ 415


Anıtsal yapılarda heybetli dış görünüm birinci öncelik haline geldi.
Mimari Bu görkemli yapıların üstüne kubbeler oturtuldu, kocaman taçkapılar
Sergej Chme/nizkij neredeyse müstakil bir mimari biçime ve bir tür statü sembolüne dönüş­
tü, orantılar daha narin bir yapıya büründü. Yapısal kubbelerin üstüne
çıkıntılı tuğla kirişlerin ve ahşap payandaların ayakta tuttuğu yüksek
alınlıklar ve dış kubbeler yerleştirildi. Bunlar sırf dış bezemeye dönük
Timurlu mimarisinin ayırıcı özellikleri olan ve iç mekanı etkilemeyen eklerdi. Geçmişi 1 1 . yüzyıla kadar inmek­
le birlikte, bu tasarım ancak 14. ve 1 5 . yüzyıllarda yaygınlaşarak, anıtsal
Orta Asya mimarisinin 14. yüzyıl ortalarından 1 5 . yüzyıl ortalarına kadar yapılara karakteristik bir görünüm verdi.
izlediği gelişim çizgisini ve özgün yönlerini, yetenekli ve aynı ölçüde 1 5 . yüzyılın yapısal yeniliklerinden biri kubbeyi geleneksel sekizgen
gaddar bir askeri komutan olan Timur'un yarattığı dünya imparatorluğu­ köşe kemerleri yerine örtüşen iki çift kemer üstüne oturtmaktı. Bunun
nun varlığı belirledi. Bu devasa devletin sınırları Anadolu'dan doğuya için, kare bir bölmenin üzerinde duvar köşelerine eşit bir mesafede iki
doğru (Delhi'yi de içine alacak şekilde) Hindistan'a, Kafkasya'dan ve Ka­ tuğla kemer ve onlara dik açı yapacak şekilde ayrıca iki kemer daha in­
zak bozkırlarından güneye doğru Umman Denizi'ne kadar uzanmaktay­ şa edilirdi. Yukarıda örtüşen bu kemerler birleştikleri yerde, kubbe için
dı. Timur günümüzde Özbekistan içinde kalan Semerkand'ı koca impa­ daha küçük bir kare kaide oluştururdu. Bu tip bir kubbe, köşe kemerle­
ratorluğun başkenti olarak seçti; anıtsal ve muhteşem yapılarının ri üstünde duran ve kemer açıklığı oda kenarlarının uzunluğuna denk
şaşaasıyla ve ışıltısıyla göz kamaştıran bir yer haline getirdi. Bu dönemin olan kubbeye oranla önemli ölçüde daha küçüktü. Kemerlerin tepe nok­
imar çalışmalarına Timur'un yapı işlerine dönük tutkusu ve mimariye sı­ taları arasındaki boşluklar kalkan biçimli dolgularla doldurulurdu; bun­
nırsız gücünü yansıtma çabaları damga vurdu . Ele geçirdiği bütün diyar­ lar kemerlerin örtüşen kirişleri arasında kalan eşkenar dörtgene benzer
ların, Anadolu, Azerbaycan, Kafkasya, Hindistan, İran ve başka yerlerin içbükey dolgulardı. Bu dolgu tipi geleneksel bir kubbenin sekizgen ka­
mimarları ve sanatçıları, gerek dinsel, gerekse seküler mahiyetteki deva­ idesinin köşe kemerleri arasında da kullanılırdı.
sa resmi yapıların inşasına katkıda bulunmaya mecbur tutuldu . Böylece Orta Asya'da hüküm süren sismik koşullara rağmen son derece ba­
tamamen farklı sanat ekolleri ve gelenekleri Timur'un anıtsallığa ve ihti­ şarılı olan bu çatkı yöntemi, iç mekanın mahiyetini köklü biçimde değiş­
şama ulaşma kararlılığının birleştirici potasında kaynaştı ve karakteristik tirdi. Daha önceleri kare salonun ve sekizgen köşe kemeri alanının di­
bir uluslararası üslup, yani günümüzde bilinen adıyla Timurlu impara­ key ilerleyişinden dolayı statik gibi görünen iç mekan artık dinamik bir
torluk üslubu ortaya çıktı. özellik kazandı. Bu teknik Ortadoğu'da, muhtemelen 1 2 . yüzyıldan beri

Semerkand yakınındaki Şah-ı Zinde kabristanında cephe lerdir. Önceki dönemin, yani 1 1 . ve 1 2. yüzyılların doğal sa­ zıtlar görülür. Soldaki kaplama bir tür kolon kaide üstünde
kaplaması detayları, soldan sağa: Tille Kari Medresesi, rımtırak renkteki çifte tuğla örgülerinden oluşan alışılmış cep­ duran kesintisiz, halatımsı ve büklümlü şeritler halindeki bo­
1 660; Usta Ali Nesefi Türbesi, l 380'1er; Türkan Aka he kaplamaları artık sadece arka ya da yan cephelerde kulla­ yalı çinilerle bezenmiş taçkapı kemerlerinin bir geç dönem ör­
Türbesi, 1 372 nılmaya başladı. Yeni bezemelerde büyük yıldızlara dayanan, neğidir.
Timurlu mimarisinin en çarpıcı karakteristiği yüzeyleri kapla­ alışılmamış türden geometrik desenler (ortada), bitkisel mo­
yan ışıltılı çini mozaik ve oymalı, sırlı pişmiş toprak bezeme- tifler ve bir şiir mısrasının ya da Kuran ayetinin yer aldığı ya-
uygulandığı bilinen Ermenistan'da ortaya çıkmıştı. Rus kilisesi mimari­ Hoca Ahmed Yesevi Külliyesi ve konaklama odalarını kapsar. Timurlu
sinde 14. yüzyılda kullanılmaya başladı. Böyle bir gelişmeyi Timur'un Türkistan (Y esi), 1 389- 1 399 anıtsal yapılarının ayırıcı bir özelliği, geniş
Orantıları bakımından benzersiz olan bu duvar alanlarını bir halı gibi örten büyük öl­
ele geçirdiği ülkelerden kaçarak Rusya'daki din kardeşlerine sığınan Er­
külliye, Timur'un emperyal üslubunun tipik çekli geometrik desenlerdir. Bu yapıda kul­
meni yapı ustalarının sağlamış olması mümkündür. bir örneğidir. Muazzam yapı mübarek bir ki­ lanılan malzemeler doğal sarımtırak renkte­
Timurlu mimarisinin daha da çarpıcı bir özelliği tuğla örgüsünü par­ şinin mezarı üstüne yapılmış bir türbeyi, ta­ ki tuğla zemin içine yerleştirilmiş koyu mavi,
lak bir deri gibi kaplayan çokrenkli, ışıltılı çini mozaik yüzeylerdir. Ön­ savvuf dervişlerinin zikirleri için geniş bir turkuaz ve beyaz sırlı tuğlalardır.
hankahı, bir camiyi, ayrıca bir kütüphaneyi
ceki dönemin, yani 1 1 . ve 1 2 . yüzyılların mimarisi açısından, tam tersi
bir durum söz konusuydu : Tuğla örgüsünün ve bizzat yapının, tuğlala­
rın ve pişmiş toprağın doğal sarımtırak renginin estetikleştirilmesi ve be­
Timur döneminde mimari
zemede bile belirgin mimari özelliklerin korunması. Timur'un inşa ettir­
diği yapılarda ise öylesine bir "giydirme" uygulanırdı ki, yapısal kuruluş Timur'un doğum yeri Şehr-i Sebz'de inşa ettirdiği Ak Saray'dan günümü­
artık görünmez hale gelirdi. 14. ve 1 5 . yüzyıllara ait emperyal yapıların ze sadece zengin bezemeli muazzam giriş taçkapısının harabeleri ulaş­
iç mekanlarında duvar resimleri ağır basar; kubbelerin iç kısımları yal­ mıştır. Yüksekliği 50 metreye varan bu taçkapıdaki kemerin açıklığı 22
dızlı kabartma süslerle bezenmiştir; ayrıca sırlı, zarif boyamalı ayrı ke­ metreydi; iki yanında çokgen kaideli ve yuvarlak gövdeli masif köşe sü­
simlerden oluşan panolar şeklindeki duvar kaplamalarına sıklıkla rastla­ tunları vardı. Taçkapının ardındaki havuzlu ferah avlu, çok sayıda kolon
nır. Tuğla tonoz ve kubbe yapılarını örterek gizleyen mukarnaslar, yani üstünde duran ve ikamet dairelerini barındıran iki katlı yapılarla çevriliy­
sarkıtlı bezemeler de yaygındır. di. Taçkapı yazıtındaki "İktidarımızdan bir şüphen varsa, binalarımıza
Anıtsallık yönündeki arayış daha önce bilinmeyen ve o zamandan şöyle bir bakman yeter!" sözleri, Timur döneminde mimarinin sosyal iş­
beri ulaşılamayan orantılara sahip yapıları doğurdu. Dönemin kabir mi­ levini özetler.
marisinde, geleneksel tipteki küçük türbelerin, yani kare tabanlı kubbe­ Hoca Ahmed Yesevi'nin şimdi Kazakistan'ın Türkistan bölgesinde ka­
li yapıların yanı sıra, çarpıcı orantılarıyla daha çok sarayları andıran lan Yesi'deki mezarı üzerinde 1 389-1399 arasında inşa edilmiş devasa tür­
muhteşem bezemeli mezarlar ortaya çıktı. Bunların "gı1rhane" olarak bi­ be külliyesi de bu ana fikre bağlılığı yansıtır. Yapının bir dikdörtgen "ke­
linen orta bölmeleri farklı biçimlere ve işlevlere sahip odalarla çevriliy­ se"ye sığdırılmış çeşitli tipte bölmeleri kapsayan çapraşık tasarımı, son
di. Böyle bir mimarinin devletçe istendiğinin ve imparatorluğun hizme­ derece rasyonel ve efektif bir planlamayı gösterir. Orta bölmenin mukar­
tinde geliştiğinin kanıtı, düzenli tasarıma dayanan daha büyük dinsel, nasla zengin biçimde bezenmiş kocaman kubbesinin üçgen dolgular ya
anısal ve seküler yapı topluluklarının inşasında da görülür. da köşe kemerleri üstünde değil, daha önce tarif edildiği gibi, sırf köşe­
ler arasına diyagonal olarak yerleştirilmiş ahşap kirişlerden oluşan bir ya­
pı üstünde durması dikkate değer bir özelliktir.

TİMURLU MİMARİSİ 417


Bibi Hanım Cuma Camisi'nin kubbeli yük ana yapıyı andırır, ama ölçek bakımın­
yan bölmesinin genel görünüşü ve bir dan daha küçüktür. Binanın yüksek dış kub­
detay, Semerkand, 1 399- 1 404 besi bir iç kubbe strüktürünü örter; çıkıntı­
Genellikle çapraz eksenlerde tonozlu ey­ lı tuğla kirişlerle stabilize edilmiştir ve esas
vanları bulunan sarayların ve cuma camileri­ olarak süsleme unsurlarının ve yazıt şeritle­
nin tersine, devasa bir Timurlu yapısı olan rinin görüldüğü enfes çokrenkli çini kapla­
Bibi Hanım Camisi avlu kenarındaki revakla­ malarıyla dikkat çekicidir.
rın ortasında "küçük camiler" barındırır.
Bunlar uzun eksenin ucundaki kubbeli bü-

14. yüzyıl sonlarından kalma benzer ve aynı ölçüde görkemli bir kut­ açıklığı 19 metreye varan yüksek bir taçkapıdan girilirdi. Taçkapının ar­
sal ziyaretgah külliyesinin sadece birkaç çarpıcı kısmı ayaktadır. Timur'un dında oymalı mermer kolonlar üstünde duran kubbeli galerilerle çevrili
doğum yeri Şehr-i Sebz'de bulunan ve son istirahatgahı olarak inşa edil­ ferah bir avlu vardı; avlunun arka tarafında caminin kubbeyle örtülü
diği sanılan Darü's-Saadet adlı ve 70 x 50 metre zemin planlı bu devasa olan ve 44 metre yüksekliğe ulaşan ana yapısı yer almaktaydı. Bu yapı­
yapı, kentin güneydoğu kesimindedir. Tasarımı açısından Türkistan yapı­ nın devasa taçkapısının iki yanındaki çokgen tasarımlı kuleler, bütün yü­
larını andırır: İki masif köşe sütunu arasındaki yüksek giriş nişin ardında zeyleri kaplayan ve tepeye kadar uzanan mozaik panolarla bezeliydi.
büyük ve kubbeli bir bölme, onun da ardında aynı eksen üstüne yerleş­ Avlunun çapraz ekseni üstünde kubbeli ve daha küçük iki bölme vardı.
tirilmiş türbe vardı. Bu iki alan herhalde çeşitli işlevler gören oda öbek­ Her dört dış köşede yüksek ve narin birer minare yükselmekteydi. Cep­
leriyle çevriliydi. Taçkapının günümüze ulaşan tek kısmı sol köşe sütu­ heler sırlı, çokrenkli döşemelerle kaplıydı. Özellikle taçkapı cepheleri
nudur. Timur'un oğlu Cihangir'in olağandışı ölçüde yüksek türbesi son derece zengin ve karmaşık mozaik ve oymalı mermer desenlerle be­
bununla bütünleşmiş haldedir ve bir piramit çatının eklenmesiyle daha zenmişti. Bütün iç bölmelerin bezemeye yönelik altın sarısı-mavi boyalı
I' da yüksek bir görünüm kazanmıştır. Timur'un bir başka oğlu Ömer süslerle kaplı yüzeylerinde hiçbir boş alan yoktu. Bibi Hanım Camisi'nin

11
Şeyh'in mezarının şu anda yerinde yeller esen sağ köşe sütununun yanın­ inşasında Timur'un fethettiği çeşitli ülkelerden, bu arada Azerbaycan'dan
da olduğu sanılmaktadır. Timur'un kendisi için yaptırdığı türbe hiç kulla­ da gelen yapı ustaları çalışmıştı. Şimdi sadece harabeleri duran bu yapı
nılmamıştır. Bu yapıdan günümüze alışılmamış ölçüde sığ bir kubbenin aslında daha tamamlanmadan önce çökmeye başladı. Büyük miktarda
bulunduğu bir mermer panolu tonoz ve bir mermer lahit ulaşmıştır. İs­ tuğlanın yarattığı basınç haddinden fazlaydı; aşırı yüksek ve ağır kubbe­
1
ı
panyol Büyükelçisi de Clavijo'nun 1404'te bu sarayımsı türbenin odala­ nin yanı sıra ince mermer kolonlar üstündeki revaklar sıkça meydana
rından birinde kendi onuruna düzenlenen ağırlama töreniyle ilgili anlatı­ gelen depremlerin yol açtığı sarsıntılara dayanabilecek güçte değildi. Bu
mı coşkulu ve canlı bir tasvir içerir. durum eski yapı tekniklerinin böyle devasa orantılara sahip bir yapıya
dosdoğru aktarılamayacağını, ayrıca yabancı yapı ustalarının bu bölgede
hüküm süren doğa koşullarına aşina olmadığını gösterdi. Sovyet döne­
Semerkand ve Buhara camileri
minde camiyi restore etme kararı alındı; bu çalışma neredeyse 30 yıldan
Hindistan'a yönelik yağma seferinden 0 399-1 404) sonra, Timur başken­ beri sürüyor. Ne yazık ki, asıl niyet ve amaç ne olursa olsun, bunun so­
ti Semerkand'da dünyanın en büyük camilerinden birini inşa ettirdi. Bi­ nucunda heybetli yapının otantik ve görkemli harabeleri uyduruk bir
bi Hanım Cuma Camisi olarak bilinen ve zemin planı 140,2 x 99, 1 5 met­ tuğla ve beton iskeletin içine hapsedilmiş ve dolayısıyla mahvedilmiş
re olan bu devasa dinsel yapıya, köşe kuleleri bulunan ve kemerinin durumdadır.

418 O RTA ASYA


Buhara'daki Kelan Cuma Camisi 1 5 . yüzyılın ilk yarısında, büyük şur. Üst kattaki kare bölmeden alınlığa doğru ilkel çatkılı bir sekizgen
olasılıkla eski bir caminin, 1 2 . yüzyıla ait ve minaresi hala sağlam bir ca­ kaide çıkar. Bu kaide köşe kemerleri ya da üçgen dolgular üstünde de­
minin kalıntıları üzerinde, ama kesinlikle Semerkand'daki muazzam ca­ ğil, mutat şekilde alçı sıvalı mukarnas bezemeyle kaplı tuğla örgünün
mi model alınarak inşa edilmiştir. Ne var ki, burada çapraz eksen üstün­ içine oturtulmuş diyagonal kirişler üstünde durur. Aynı tip bezeme dar
deki kubbeli küçük yapıların yerine, sadece bezeme amaçlı ve görece iç nişlerin üst yarılarını da doldurur. Sırlı tuğladan büyük formatlı bir
alçak taçkapılar vardır. Avluyu çevreleyen galerilerdeki 288 kubbe narin, Kufi yazıtla bezenmiş olan alınlığı kubbenin kalıntıları örter. Enfes be­
zayıf kolonlar üzerinde değil sağlam sütunlar üstünde durmaktadır. zemeli defin bölmesi bir yana bırakılırsa, bu yapı dönemin aşırı yüklü
Muhtemelen ilk kez başvurulan bir uygulamayla, olağan giriş taçkapısı türbe mimarisinde, orantılarının alışılmamış uyumuyla ve ölçülü beze­
nişine çokgen bir düzen verilmiştir; Buhara mimarisinde 1 6 . ve 17. yüz­ mesiyle belirgin biçimde ayrı bir yer tutar. Defin bölmesi duvarlarının
yıllarda yaygın biçimde kullanılan bir kompozisyon unsurudur bu. Avlu­ taş süpürgeliğin yukarısında kalan kesimlerindeki duvar kaplaması ara­
dan hükümdara mahsus maksure alanına girişi geniş ve yüksek bir taç­ ya mavi ve açık mavi panoların serpiştirildiği perdahlı küçük tuğlalar­
kapı nişi sağlar. Kare planlı namaz bölmesinin odak noktası, harika çini dan oluşur. Bir girih (geometrik yıldız) deseninin yer aldığı mozaik pa­
mozaiklerle bezenmiş mihrabın yer aldığı çok derin bir niştir. Burayı ör­ no kaplama, üst kattaki bölmenin alt kenarını çepeçevre sarar; nişlerin
ten kubbenin dış kısmında, süslemelerle kaplı yuvarlak bir alınlık üstün­ kare odanın duvarlarınkinden farklı yıldız biçimli deseni vardır. Pano
de turkuaz dış kubbe yükselir. Bu kubbe caminin minaresinden sonra, kaplama yaldız örgülü , her biri mozaik pervazla çevrili tekil tabletlere
Buhara'nın ikinci önemli nirengi noktasıdır. Avlunun boylamasına uza­ ayrılmıştır. Duvarların pano kaplamanın yukarısında kalan kesimlerinde,
nan düz galerileri, anıtsal maksureyle ve doğrudan Mir-i Arap Medrese­ ara sıra yeşil, sarı, kahverengi ve diğer renklerin kullanıldığı, beyaz ze­
si'nin taçkapısına bakan giriş taçkapısının simetrisiyle çarpıcı bir kontrast min üstünde mavi boyayla çizilmiş duvar resimlerinin izleri görülür. Sti­
oluşturur. lize ve serbestçe boyanmış manzaralar özellikle dikkate değerdir.
Semerkand'daki Şah-ı Zinde kabristanında yer alan Tuman Aka Tür­
besi'nin (1405) iç mekanını, aralarında girih desenli bazı mozaik pano­
Türbeler
ların da bulunduğu benzer bezeme motifleri süsler. İki yapının aynı us­
Semerkand'daki Bibi Hanım Camisi'nin girişine göre 200 metre güney­ talarca inşa edildiği ve bezendiği söylenebilir.
doğuda, aynı adı taşıyan bir türbenin harabeleri görülür. Muhtemelen bu Semerkand'da 14. yüzyıl sonlarında, bir medreseden ve hacılara ba­
yapı uzun yıllar önce yıkılmış olan Bibi Hanım Medresesi'nin bir parça­ rınak sağlayacak bir hankahtan oluşan bir yapı kompleksi inşa edildi.
sıydı, ama köş ("çift") sistemine göre karşıya düşen konumuyla muazzam İki yapı etrafı çevrili ve kare planlı bir avlunun iki yanında karşı karşı­
caminin hizasındaydı. Türbe zemininin altındaki alan defin bölmesi, ya durur; öyle ki giriş taçkapılarının her biri diğerini vurgular. Timur'un
kubbesi yıkılmış bir kare alan ile derin, alçak ve tonozlu dört nişten olu- gözde torunu Pir Muhammed ölünce, avlu girişinin karşısına düşen

Bibi Hanım Camisi'nin namaz


bölmesinin harabeleri, Semerkand,
1 394- 1 404
Timur zaferlerle dolu Hindistan seferinden
döndükten sonra, orantılarıyla dünyadaki
bütün benzer yapıları geride bırakacak bir
cuma camisinin inşasını başlattı. Bu neden­
le ana yapının kemerinin 1 8 metreyi aşan,
giriş taçkapısı kemerinin de 1 9 metreye ya­
kın bir açıklığı vardır. Yapı ustaları iç kub­
besi köşe kemerleri üstünde duran, dış
kubbesi ise yüksek bir alınlığa oturtulmuş
olan kubbeli bölmeye dayalı geleneksel şe­
maya bağlı kaldılar; boyutlarda genel bir ar­
tış yapmanın dışında hiçbir düzenlemeye
başvurmadılar ve bölgedeki depremlerin
sıklığını ya da tuğla örgüsünün masif ağırlı­
ğını hesaba katmadılar. Bunun bir sonucu
olarak, yüksekliği 44 metreye varan devasa
yapı kendi ağırlığı altında çökmeye yüz tut­
tu. Bu çöküş süreci daha inşaat tamamlan­
madan önce başlamıştı. Günümüze ulaşan
kalıntılar gerçek anlamda restore edileme­
yecek durumdadır.

TİMURLU MİMARİSİ 419


Gür-i Emir Türbesi'nin yer aldığı yapı kompleksi
Semerkand, 1 4. yüzyıl sonları - 1 5. yüzyıl başları
Adını Timur'un gözde torunundan alan Muhammed Sultan Med­
resesi (2), hankah (3) ve ikisinin arasında kalan eksensel eyvanlı
avlu ve taçkapı (4) 1 4. yüzyıl sonlarında inşa edildi ve bu komp­
lekse daha sonra GGr-i Emir Türbesi ( 1 ) eklendi. Aslında Muham­
med Sultan için tasarlanan bu türbe kısa bir süre sonra Timur'un
son istirahatgahı haline getirildi ve onun soyundan gelenler de
oraya gömüldü.

t: o _ııii
� =::o'• 2o m

üçüncü kenarda onun için Gür-i Emir olarak bilinen bir türbe yaptırıldı. bir şey kalmamıştır. Ama Timurlu mimarisinin ayırıcı bir özelliği olarak,
Burası daha sonra Timur'un son istirahatgahı haline getirildi. Türbenin dış kubbe, iç kubbenin yukarısında epeyce yüksekliğe ulaşmış olmalı­
mimarisi son derece olağandışıdır: Çapraz kesit görüntüsüyle sivri bir dır. İşrethane'nin bir türbe için alışılmamış ölçüde çapraşık bir tasarıma
kemeri andıran bağdadi bir kubbenin taçlandırdığı yüksek ve yekpare dayanması aslında bir türbe değil, şehir dışına kurulmuş bir saray oldu­
görünümlü bir silindir alınlık sekizgen bir kaide üstünde durur. Süslü bir ğu varsayımına yol açmıştır. Zaten adı da bu fikri doğrular gibidir. Fakat
yüzeyle kaplı silindir alınlık ve gök mavisi kubbe, yapıya tamamen dam­ sığ kubbeli sekizgen defin bölmesi ve aşağıya inen karakteristik geçit,
galarını vurur ve eski şehrin çehresini hala belirleyen kulemsi bir görü­ bu harika yapının işlevi konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmaz. Bu ara­
nüm verir. Türbenin kare planlı bölmesi ve derin eksensel nişleri paha­ da şunu da belirtmek gerekir ki, Şehr-i Sebz'deki sarayın taçkapısı ve ba­
lı somaki panolarla ve boyalı süslerle bezenmiştir; kubbenin iç kısmı ise zı küçük arkeolojik buluntular bir yana bırakılırsa, Timur'un ve ardılları­
altın sarısı-mavi kabartma bezemelerle kaplıdır. Çok sığ bir kubbenin nın yaptırdığı saraylardan günümüze ulaşan hiçbir şey yoktur. Elimizde
örttüğü haç biçimli defin mahzeni bu bölmenin altındadır. Gür-i Emir sadece dönemin kaynaklarından yer alan coşkulu tasvirler vardır.
Türbesi'nin yakınında, Ak Saray olarak bilinen ve sarayımsı yeni tarza
göre inşa edilmiş olan bir türbenin kalıntıları yer alır. 1 5 . yüzyıl ortala­
Şah-ı Zinde
rından kalma bu görece küçük yapının hala ayakta olan kısmı ortadaki
kubbeli bölmeyi, köşe odalarını ve kuzey kenarda galeriye benzer, üç Timur v e ardılları sarayımsı türbelerin yanı sıra geleneksel tipte türbe­
bölmeli ve uzun bir salonu kapsar. ler de inşa ettirdiler. Görece daha küçük olan bu yapılar, hükümdarın
Bu yapının dışarıdan nasıl görünmüş olabileceğini saptamak gerçek­ akrabaları ve devletin ileri gelenleri içindi. Özellikle Semerkand'daki
1 ten mümkün değildir; ama iç mimariden kalan unsurlar nefes kesecek Ş5J-h-ı Zinde kabristanında bulunan çarpıcı örnekler bugün bile hayran­

11
kadar enfestir. Son derece zarif çini mozaikler ve altın sarısı-mavi boya­ lık uyandırıcıdır. Bu kabristan Peygamber Muhammed'in amca oğulla­
lı " kündef' kabartma süsler, örtüşen çapraz kemerlerle desteklenen to­ rından biri olan ve efsaneye göre kafirlerle çarpışırken bir yarığın içi­
noz yapısının şıklığıyla birleşir. Orta bölmenin küçük kubbesi örtüşen ne girerek ellerinden kaçmayı başaran Muhammed Kuddam bin
çifte kemerler üstünde durur; kemerlerin arasındaki boşlukları ince bir Abbas'a ait olduğu ileri sürülen mezarın çevresinde ortaya çıkmıştır.
1
1 kiriş şebekesi doldurur. Şah-ı Zinde türbeleri eski kent surlarından kuzeye doğru tırmanan dar
1 '
Ak Saray'dan biraz daha erken tarihte inşa edilen ve daha büyük bir patika boyunca sıralanır. Ağırlıklı olarak tek bölmeli olan bu yapı­
olan İşrethane Türbesi de kapsamlı restorasyon geçirmeme açısından ta­ larda zorunlu taçkapı ana cepheyi oluşturur. Geleneksel tarzda inşa
lihlidir. Burada da, derin eksensel nişli büyük bölme, örtüşen kemerle­ edilmiş olan en eski türbeler hariç, iç kubbenin üzerinde bir alınlığa
rin desteklediği sığ bir kubbeyle örtülüdür. Bazı yerlerde iki katlı olan oturtulmuş bezeme amaçlı dış kubbe yükselir. Daha geç tarihlere doğ­
bölme çok sayıda odayla çevrilidir; çeşitli biçimlere ve işlevlere sahip, ru gidildikçe, türbelerin bezemeye dönük üst kısımlarının daha büyük
çarpıcı tasarımlı bu odalar mozaik panolarla ve " kündef' boyalı süslerle ve daha zarif hale geldiği görülür.
bezenmiştir. Zemin planı 28 x 23 metre olan bu büyük yapı günümüze Şah-ı Zinde türbesinin taçkapılarının bezemeleri, yetkin ve hiç kuş­
görece sağlam ulaşmıştır. Enfes bezemeli büyük taçkapısının hala ayak­ kusuz pahalı tekniklerden kaynaklanan bir ihtişamı ve zengin çeşitlili­
ta olmasına karşın, dış kubbeden ve alınlığından geriye ne yazık ki hiç- ği barındırmaları açısından göz alıcıdır. Boyalı seramik panolar, oyma-

420 O RTA ASYA


1 11

Gür-i Emir Türbesi'nin iç kubbesi mı yaldızlı kabartma süslerle bezenmiştir. Bu Camisi'nin kubbesi gibi, 1 4. yüzyılın bazı sığ bir kubbeyle örtülü olan haç biçimli defin
Semerkand, 1 404 resimde günümüze ulaşmış özgün unsurlara önemli yapılarında da kullanılmıştı. Türbenin bölmesi zeminin altındadır.
Gur-i Emir Türbesi'nin görece küçük bir yü­ ve kayıp kısımların bıraktığı izlere dayanan kare tabanlı bölmesinde ve derin eksensel
zeyi kaplayan kubbesi, görkemli bir şekilde restorasyon çalışmasının sonuçları görülü­ nişlerinde pahalı somaki panolarından ve bo­
26 metre yüksekliğe ulaşır. Kubbenin iç kıs- yor. Bu çarpıcı bezeme tekniği Bibi Hanım yalı süslerden oluşan bezemeler vardır. Çok

TİMURLU MİMARİSİ 421


Şah-ı Zinde kabristanı, Semerkand, 1 4. yüzyıl sonlarından
1 5. yüzyıl başlarına kadar
İçinden dar bir patika geçen Şah-ı Zinde kabristanı, özellikle çarpı­
cı bazı türbeleri barındırır. Patikanın sol tarafında mimar Ali Nese­
fı'nin l 380'1erde inşa ettiği türbenin yan cephesi yer alır (sağda ve
altta). l 372'de inşa edilen Turkan Aka Türbesi'nin taçkapı keme­
rindeki alınlık (aşağıda) mavi-beyaz bitki süslemesiyle doldurulmuş­
tur. Bu enfes ve uyumlu bezeme genç yaşta ölmüş bir kadının me­
zarına harikulade yakışan bir ağıt havası katar ve Timur döneminde
saraya özgü zengin ve lirik bezeme sanatlarının iyi bir örneğidir.

l ı ve sırlı pişmiş toprak süsler,


zarif çini mozaikleri ve bezeme­
ye dönük sırlı tuğla örgüleri, Ku­
ran'dan ayetlerin yanı sıra mersi­
yelerden mısraların bitkisel ve
geometrik desenlerle iç içe geçti­
ği Arapça ve Farsça hat yazıtla­
rıyla birleşir. Her türbenin beze­
me düzeni hiçbir tekrarın
görülmeyeceği şekilde değerli
malzemelerle ayrı bir yaklaşıma
göre işlenmiştir.
Türbelerin giriş taçkapıları­
nın imparatorluk içinde bezeme­
nin ulaştığı nihai gelişim düzeyi­
ni temsil etmesi bakımından,
Moğol öncesi döneme, yani 1 1 .
ve 1 2 . yüzyıllara özgü, mütevazı
üçboyutlu detaylara dayalı tuğla
örgüsünün, seyreden kişinin
Ali Nesefi Türbesi'nin cephesi
Şah-ı Zinde, Semerkand doğrudan görüş alanında değil
Şah-ı, Zinde' deki türbelerin hepsi aynı yapı de , kenarlarda kullanılmış olması
pla riıfi a uyar: Bindirmeli bir cephenin ardın­ büsbütün dikkate değerdir. Bu
da, neredeyse kare zemin planlı ve genellik­
durum "eski üslubun" kesinlikle
le iki kademeli bir kubbeyle örtülü bir iç böl­
me yer alır. Kabristanının büyüleyici havası unutulmadığını, ama düpedüz
mimariden değil, cephelerin bezemesinden gizlendiğini gösterir. Şah-ı Zinde
gelir. Karçi (eskiden Nesef) asıllı usta mi­
türbelerinin iç mekan bezemele­
mar, bu türbeyi Allah'ın dünyayı gözlemle­
yen gözünü simgelemek üzere tekrarlanan rindeki ihtişamın Avrupa beklen­
sekiz köşeli yıldızlarla süslemişti. tilerine pek denk düştüğü söyle-

422 O RTA A SYA


nemez. Örneğin, Timur'un kız kardeşi Şirin Biki Aka'nın türbesinde neğinin açıkça gösterdiği üzere, otomatik olarak ölçeği yükseltilmiş bo­
( 1 385), duvarlar süslü resimlerle kaplıdır ve sırlı kısımlarında zarif al­ yutlar teknik komplikasyonlara yol açtı. Çeşitli ülkelerden sanatçıların ve
tın desen izlerinin saptandığı çini panolarla bezenmiştir. Bir duvar pa­ yapı ustalarının kendilerine özgü farklı geleneklerle eserlere katkıda bu­
nosunu çok gerçekçi çizilmiş saksağanların yer aldığı stilize manzara­ lunması, geleceğin Avrupa barok üslubunu biçim değil, öz itibariyle an­
lar süsler. Kubbenin altındaki pencereler ince işlemeli alçı sıva dıran, garip biçimde uluslararası bir üslubun doğmasına yol açtı.
kafeslerle örtülmüştür; kafes boşluklarına kakılmış kırmızı, mavi, tu­ Timur'un Herat ve Semerkand'ı merkez edinerek hüküm süren varis­
runcu ve yeşil cam parçaları bunlara vitray pencere görünümünü verir. leri daha az zafer kazandılar ve daha az ganimet elde ettiler; ama bes­
Özellikle çarpıcı bir başka örnek, 1430'larda inşa edilen ve iki kadına belli ki daha üstün zevke sahiptiler. 1 5 . yüzyılın ilk yarısındaki anıtsal
ait iskeletlerin bulunmasına kadar astronomi bilgini Kadızade Rumi'nin mimari genellikle muazzam boyutlarından değil, dengeli orantılarından
mezarı olduğu sanılan iki bölmeli bir türbedir. Her iki bölme de kule­ ve enfes nitelikteki dış ve iç bezemelerinden dolayı etkileyicidir. Cephe
ye benzer yüksek ve narin bir kubbe yapısıyla örtülüdür ve iç kubbe­ kaplamalarında (bazen araya oymalı mermerin konduğu) çini mozaikler
ler karmaşık mukarnas süslerle kaplıdır. Normalde böyle yapılarda böl­ ağır basar, duvar boyamalarında yaldız kullanılmaz ve süsleme düzeni
melerin biri türbe, diğer mescit işlevini görür. Ama dört eksensel girişli daha incelmiş hale bürünür.
daha büyük bölmede bir caminin zorunlu unsuru olan mihrap yoktur;
bu nedenle küçük bir hankah olarak kullanıldığı varsayılmaktadır.
U l uğ Bey medreseleri
Şah-ı Zinde'de yürütülen yapı çalışmalarına yabancı ustaların da
katkıda bulunduğuna dair kanıtlardan biri, "sekizgen" olarak bilinen Orta Asya'da günümüze ulaşmış en eski üç medresenin geçmişi 15. yüz­
türbedir. Bu yapı her kenarı açık olan ve geniş kemerlerle birbirine yıl başlarına iner. Bunlar Timur'un torunu Uluğ Bey tarafından inşa etti­
bağlanmış on sekiz sütun üstünde duran bir kubbeli kameriyedir. Böy­ rilmiştir. Timur döneminde yaptırılan daha önceki bir örnek, Gı1r-i Emir
le bir çokgen türbe Orta Asya'nın mezar mimarisi açısından tipik de­ Türbesi'ni çevreleyen kompleksin parçasıydı. Orada, bir hankah ve kü­
ğildir; daha çok Azerbaycan'ın ve İran'daki Horasan'ın karakteristik çük bir medrese köş (çift) düzenine göre bir avlunun iki yanında karşı
özelliğidir. Buna karşılık, "sekizgen"in bezemesi yerel geleneğe uyar. karşıya durmaktaydı. Ama bu medreseden kalan kısımlar özgün tasarı­
mına ilişkin doğru bir izlenime varmaya yetmeyecek kadar azdır. Buna
karşılık, üç Uluğ Bey medresesinin günümüze sağlam durumda ulaşma­
Timur'un varisleri döneminde m imari
sı, açık seçik bir değerlendirmeye olanak verir; üstelik bazı özelliklerin
Üsluptan bağımsız olarak, yukarıdan emirle yürütülen çalışmanın dam­ kaybolmuş olmasına, son yıllarda ve ayrıca önceki dönemlerde epeyce
gasını bir ölçüde taşıyan her çağdaki bütün totaliter devletlerde olduğu yanlış yönlendirmeli ve her zaman doğru gerekçeye dayanmayan resto­
gibi, Timur döneminin emperyal mimarisinin de tipik özellikleri devasa rasyon çalışmalarının yürütülmüş olmasına rağmen.
orantılar ve bezemede aşırı şatafattır. Bezemenin bizzat yapıyla bir iliş­ Orta Asya tipi medrese 1 5 . yüzyıl başlarında ortaya çıktı. Bu medrese­
kisi yoktur; düpedüz sonradan giydirilmiş bir eklentidir. "Velinimet"in lerde ilahiyat konularının yanı sıra, matematik ve Uluğ Bey'in uzmanı ol­
kişisel iradesiyle ortaya çıkan böyle yapıları fetih seferlerinde yağmalan­ duğu astronomi gibi bilim dalları da öğretilirdi.
mış sınırsız kaynaklar ortaya çıkarırdı. Ne var ki, Bibi Hanım Camisi ör-

Semerkand'daki U l u ğ Bey
Medresesi ve zemin planı,
1 4 1 7- 1 420
Registan Meydanı'ndaki bu medrese
Orta Asya'daki en büyük medreseler­
den biridir. Muazzam taçkapısı ve zen­
gin çini bezemeleri, 1 7. yüzyılda mey­
danın· karşı tarafında inşa edilen Şir Dar
Medresesi'ne örnek oluşturmuştur.
Taçkapının içine oturtulmuş yüksek gi­
riş nişiyle, taçkapının her iki yanında
yer alan kubbeyle örtülü dershaneleriy­
le ve derin, kubbeli, eksensel eyvanla­
rın çevrelediği kare planlı iç avlusuyla
Orta Asya medrese tipinin klasik bir
örneği sayılır. Aykırı olan unsurlar ise
yan eyvanlardaki geçitler, arka eyvanın
ardındaki büyük mescit ile ön taraftaki
dershanelerle aynı biçimde olan, sağda­
ki ve soldaki ilave dershanelerdir. Avlu­
yu iki kat halinde çepeçevre saran tale­
be hücrelerine girişler, eyvanların her
iki yanında avlu cephelerini doldurur.
Ana cephenin her iki köşesinde kule bi­
o==:'ıiıo-o_.ı m çimli narin birer minare yükselir.

TİMURLU MİMARİSİ 423


mescit yer alır. Bu mescit dört çapraz kemerle beş bölmeye ayrılmış yanal
bir dikdörtgen salondan oluşur; her beş bölme de kubbeyle örtülüdür.
Yan eyvanlarda ana giriştekilerle birlikte dershane olarak kullanılan iki
oda daha vardır. Bu aykırılıklar Semerkand Uluğ Bey Medresesi'nin daha
sonraki birçok medrese için prototip işlevi görmesini önlemedi.
Gishduwan'daki tek katlı Uluğ Bey Medresesi üç medresenin en kü­
çük olanıdır; avlusunun her iki yanında sadece dört hücre bulunur. Gele­
neksel düzene uygun simetrik ana cephesi çinilerle zengin biçimde be­
zenmiştir. Yüksek taçkapının iki yanındaki kanatların şeklini, artlarındaki
bölmelere girişleri oluşturan dar kemerli bir çift pano belirler. Taçkapının
sağında ve solunda kalan bölmelerin alışılmış kare planının tersine, arka­
daki mescit ve dershane tıpkı Semerkand medresesinin mescidi gibi dik­
dörtgen planlıdır. Her iki mekan da çapraz kemerlerle desteklenen tonoz­
larla örtülüdür. Arka duvardaki tek eyvan, Buhara'daki Uluğ Bey
Medresesi'nin arka eyvanında olduğu gibi, eğimli köşelerle arka cepheden
dışarıya doğru çıkıktır.

Türbeler
1 5 . yüzyılın ilk yarısında Şehr-i Sebz'de, Darü's-Saadet'in yakınında özgün
bir mimari yapı topluluğu oluşturan bir dizi türbe ve ibadethane inşa edil­
di. Buranın odak noktasını Timur'un babası Emir Turagay'ın manevi ho­
cası, ünlü mutasavvıf Şemseddin Kulal'ın mezarı oluşturur. Uluğ Bey'in
mezar üzerinde yaptırdığı kubbeli türbe, mavi ve turkuaz sırlı tuğla moza­
iklerle bezenmiştir. Şimdi iki ahşap kolonun desteklediği ahşap kirişler üs­
tünde duran düz tavan muhtemelen uzun bir süre önce yapılmıştır; özgün
kubbeden günümüze ulaşan tek bir parça bile yoktur. Kula! Türbesi'nin
Buhara'daki U luğ Bey Medresesi birçok medreseye örnek oluşturmuştu. İlk hemen karşısına 1435'te Gök Kümbet Camisi inşa edildi. Kentin cuma ca­
1418 kez burada uygulanan ve ana cepheyi ardın­ misi olarak kullanılan yapının bugün hala ayakta olan tek kısmı, kenar
Semerkand'daki medreseye göre daha mü­ daki odaların biçimini yansıtacak şekilde iki uzunluğu 1 2 metre olan, kare planlı, eksensel nişli ve kubbeli namaz böl­
tevazı orantılı ve daha az gösterişli olmakla katlı revak olarak düzenlemeyi sağlayan tek­
birlikte, çok zarif bezemeler taşıyan bu yapı, nik kısa sürede yaygınlaştı. mesidir. Eksen noktalarının üçünde girişler yer alır; doğu girişi yapıyı en­
1 6. yüzyılda Buhara ve diğer kentlerdeki lemesine tamamen kaplayan bir taçkapı biçimindedir. Giriş nişinin sağ ve
sol taraflarındaki yüzeyler, üst üste oturtulmuş olan üç adet kemerli pa­
Buhara (1418), Semerkand (1417-1420) ve Gishduwan'da (1437) bu­ noyla bezenmiştir. Kubbeyi taşıyan köşe kemerlerinin altında, dönemin ti­
lunan her üç Uluğ Bey Medresesi de belli küçük sapmalarla aynı şemaya pik bir unsuru olan kalkan biçimli dolgular vardır. Camiye adını veren ma­
göre inşa edilmiştir. Buhara'daki medresenin özel yönü ana cephesidir. vi dış kubbeden geriye sadece masif alınlık kalmıştır. Taçkapının köşe
Yüksek ve narin taçkapının sivri uçlu bir kemerle örtülü giriş nişinin sa­ sütunlarında ve alınlıkta çokrenkli çini bezemelerin izleri görülür.
ğında ve solunda, iki katlı revaklardan oluşan bölmeler yer alır; bu ancak Kulal Türbesi'nin yanına 1437 /38'de Uluğ Bey'in akrabaları ve çocuk­
16. ve 17. yüzyıllarda yaygınlaşan bir mimari tasarımdır. Oymalı kapı üs­ ları için " makbere" denen bir anıtmezar inşa edildi. Bu ince orantılı yapı,
tünde yakın zamana kadar okunur durumda olan bir yazıtta Uluğ Bey'in küp biçimli bir gövdeden ve dış kubbesi şimdi restore edilmiş olan yük­
şu hükmünün yer aldığı söylenir: "Bilgi edinmeye gayret etmek her Müs­ sek bir alınlıktan oluşur. Taçkapı bezemelerinin kalıntıları alışılmış sarım­
lüman erkeğin ve kadının vazifesidir." Avluda yan eyvanlar yoktur; bu du­ tırak tuğla örgüsüne dayalı zemin üstündeki mavi, açık mavi ve beyaz sır­
rum 16. yüzyılda yapılan değişikliklerin bir sonucu olabilir. Yan avlu cep­ lı tuğlalardan ibarettir. Ortada bulunan avlunun kenarlarında yer alan cami
helerinde Abdullah Han dönemi duvar kaplamalarının varlığı bu varsayımı ve iki türbe, topluca etkileyici bir görüntü yaratır.
destekler niteliktedir.
Semerkand'daki Uluğ Bey Medresesi aynı dönemden kalan üç medre­
Anau Camisi
senin en büyüğüdür ve şehrin Registan adlı ana meydanına bakan muaz­
zam bir taçkapısı vardır. Boyutları bakımından Timur'un yapılarıyla karşı­ Türkmenistan'ın güney kesimindeki Anau'da, yani dönemin kültür mer­
laştırılabilir düzeydedir; ama bunların çoğundan daha az hantal kezlerinden şaşırtıcı ölçüde uzak bir yerde 1456/57'de büyük ve olağan­
görünümlüdür. Avluyu çevreleyen üst kat hücreleri, girişlerinin yer aldığı dışı bir cami inşa edildi. Yaklaşık 500 yıl ayakta kaldıktan sonra 1948'de­
kemerli açık galeriler ve taçkapının üst kesimi tamamen yıkılmış durum­ ki bir depremle yıkılan bu caminin kubbeyle örtülü bir ana yapısı ve
dadır. Bununla birlikte yapı bir bütün olarak insanda unutulmaz bir izle­ kubbeli orta bölmeleri bulunan iki asimetrik kanadı vardı; aralarındaki kü­
nim bırakır. Medrese kendisine mahsus belli özellikleriyle diğerlerinden çük avluyu, enlemesine kuzeydoğuya doğru açılan bir "kese" oluşturacak
ayrılır. Sadece giriş taçkapısının sağında ve solunda değil, her dört köşe­ şekilde çevrelemekteydiler. Camiyi oluşturan ve aynı şekilde neredeyse
sinde kubbeyle örtülü ve dört eksensel nişli birer dershane vardır. Alışıl­ boydan boya kuzeydoğuya bakan ana yapı, aslında yüksek bir taçkapı
mamış bir düzenle, avlunun arka tarafında iki dershanenin arasında bir cephesi olan ve kubbeyle örtülü bir eyvandı. Perdahlı tuğladan bir zemi-

424 O RTA A SYA


ne işlenmiş çini süslemelerden ve mozaik oymalardan oluşan enfes bir be­
zemeyle kaplıydı. En çarpıcı taçkapı bezemeleri geniş orta kemerin yuka­
rısındaki alınlıklardaydı: Dış kısımdan merkeze doğru elma çiçekleri ara­
sında kıvrılarak uzanan tipik Çin tasarımlı iki ejderhanın resmedildiği bir
çini mozaik. Ancak, bu Çin teması 14. ve 1 5 . yüzyılların Orta Asya minya­
tür resmine özgü tasvir tarzına uyarlanmıştı.
Caminin kenar uzunluğu 10,5 metre olan, kare planlı namaz bölmesi
olağandışı ölçüde tıknaz bir kubbeyle örtülüydü; muhtemelen bunun üs­
tünde de bir dış kubbe vardı. Kubbe sığ kemerli dört niş arasındaki alanı
kaplayan kalın bir mukarnas bezeme katmanı üstünde durur gibiydi; ama
bu mukarnaslar kubbenin oturtulduğu asıl kaideyi oluşturan diyagonal ah­
şap kirişleri kaplamaktaydı; bu yapı tarzı 14. ve 1 5 . yüzyıllarda olağandı­
şı değildir. Tamamen parlak mozaiklerle kaplı mihrap, namaz bölmesinin
beyaz iç mekanındaki tek renkli kısımdı. Taçkapı kenarı hariç, namaz böl­
mesi üç kenarda bir sekiyle çevriliydi. Bu sekinin üstünde medresedeki­
lere benzer küçük hücreler vardı. Asitmetrik iki kanadın iki katlı galeriler­
Yukarıda ve aşağıda: yani göksel cisimlerin açı yüksekliğini ölç­
le çevrili ve kubbeli bir orta bölmeye dayanan düzeni başka hiçbir yerde Uluğ Bey Rasathanesi, mede kullanılan sekstantın alt bölümüdür.
rastlanmayan bir tasarıma dayanır ve nasıl bir işlev gördüğü bilinmemek­ Semerkand, 1 5. yüzyılın ilk yarısı Uluğ Bey'in bir suikast sonucunda ölmesin­
tedir. Belki orta bölmeler, talebeleri hücrelerde kalan bir medresenin ders­ Timur'un bilge torunu tarafından kurulan den sonra, rasathane din alimlerince tasvip
rasathaneden günümüze kalan tek şey, ze­ edilmediği gerekçesiyle yıkıldı.
haneleriydi. Bir hankahın parçası olarak tasavvuf dervişlerince zikir için mine oyulmuş bir perdahlı taş halka kesiti,
kullanılmış olmaları da bir başka ihtimaldir. Anau Camisi'nin tuhaf tasarım
özelliklerine ilişkin olası bir açıklama, müminlerin hürmet ettiği Cemaled­
din adlı bir kişinin mezarına epey yakın olmasıdır. Aynı külliye içinde ca­ mellerinin kazılan kısımlarından, Uluğ Bey'in emriyle 1428/29'da Semer­
mi, medrese, türbe ve bankalı tertibi Ortadoğu mimarisinde rastlanan bir kand'ın kuzeyine inşa edilen bir rasathane olduğu saptandı. Uluğ Bey
durumdur ve bunun sayısız örnekleri verilebilir. Ancak, Anau Camisi'yle belki başarılı bir komutan değildi, ama modern çağa kadar kullanılan
uzaktan bile olsa paralellik gösteren bir örnek yoktur. astronomi tablolarını derlemiş ve dindışı alanlardaki bilgilerin yayılması­
na katkıda bulunmuş ünlü bir bilgindi. Ölümünden kısa bir süre sonra,
bakımsız kalan rasathane yıkılarak dümdüz edildi.
Uluğ Bey Rasathanesi
Rasathanenin en önemli aleti olan ve göksel cisimlerin açı yüksekli­
20. yüzyıl başlarında, gördüğü özel işlevden dolayı 14. ve 15. yüzyılla­ ğini ölçmede kullanılan sekstant, 48 metre çaplı bir daire planı olan bu
rın mimarisinde benzersiz yeri olan bir yapının kalıntıları bulundu. Te- yapının kuzey-güney eksenine yerleştirilmişti. Dereceleri ve burç işaret­
lerini gösteren kertiklerin yer aldığı düz ve perdahlı taş şeklindeki bir
çeyrek daire kesiti, rasathanenin aşağısındaki taşlı zemine derince oyul­
muştu. Sekstantın her iki yanında farklı ve yapının yuvarlak tasarımın­
dan dolayı bazen gerçekten ilginç biçimler taşıyan çeşitli odalar vardı.
Bunlar muhtemelen daha küçük aletlerin konduğu odalar ve bilginlerin
çalışma odalarıydı. Rasathanenin dış görünümü ve iç düzeni konusunda
ortaya atılmış birkaç varsayım mevcuttur. En son ve en inandırıcı varsa­
yıma göre, yapı üç katlı muazzam bir silindir biçimindeydi. İki üst kat
kesintisiz bir revak olarak düzenlenmişti. Zemin kat, girişler ve pencere­
ler dönemin üslubuna uygun büyük ölçekli geometrik desenlerle bezen­
mişti. Ne yazık ki, aynı döneme ait ve karşılaştırma olanağı verecek baş­
ka bildiğimiz bir yapı yoktur. Sadece Delhi ve Caypur'da daha sonra inşa
edilen rasathanelerde muhtemelen Semerkand'daki rasathanenin model
alındığını söyleyebiliriz.
1 5 . yüzyılın ilk yarısındaki anıtsal mimaride, büyük hacimlere ve hiç­
bir yüzeyin süssüz bırakılmasına elvermeyen çokrenkli bezemeyi aşırı
kullanmaya dönük Timurlu tutkusundan belli bir uzaklaşmayı saptamak
mümkündür. Bu dönemin farklı yapıları ve farklı yapı tipleri birbirleriy­
le daha uyumlu bir ilişki içinde durur; orantıları daha dengelidir ve be­
zemeleri ihtişamdan ziyade incelik taşır. Kubbe inşasında eski yöntem­
ler yetkinleştirildi ve yeni yöntemler bulundu; bununla birlikte
geleneksel mühendislik teknikleri uygulanmaya devam etti. Timurlu mi­
marisinin kompozisyon, yapı ve sanatla ilgili çok sayıda özelliği sonraki
dönemde, yani 16. ve 17. yüzyıllarda da kullanıldı ve daha da geliştiril­
di.

425
Kitap B ezeme S anatı
Mukkadima Ashrafı

Tim u rl u döneminde minyatür

Timurlu 1 5 . yüzyılı, minyatürün gelişimindeki e n parlak dönemlerden


biridir. Bütün yüzyıl boyunca minyatürün sanatsal dağarcığında sürekli
bir yetkinleşme izlenebilir ve yüzyılın sonuna doğru gerçek anlamda bir
çiçek verme evresine girildiği söylenebilir.
14. yüzyılda farklı resim merkezleri arasında sadece sınırlı temas var­
ken, 1 5 . yüzyılda daha değişken temaslar ortaya çıktı. Zanaatkarların gö­
çü buna katkıda bulunan bir etkendi ve bu süreç Timur'un 14. yüzyılda
resim okulları barındıran Bağdat'ı (1 393 ve 1401) ve Tebriz'i (1402) ele
geçirmesiyle başladı. Timur fethettiği ülkelerdeki en iyi ustaları Mavera­
ünnehir'deki başkenti Semerkand'a götürerek, kendi saraylarının süslen­
mesinde ve sanatsal yazmaların üretiminde çalıştırılmalarını sağladı. Se­
merkand kütüphanesinin ve yazma atölyesinin başındaki kişi, 1 6 . yüzyıl
tarihçilerinden Dost Muhammed'e göre, eserleri bütün Semerkand usta­
larınca bir model olarak kullanılan ünlü minyatür sanatçısı Bağdatlı Ab­
dülheyy'di. Bu eserlerden hiçbirinin ve 1 5 . yüzyıl başlarına ait Semer­
kand minyatürlerinin günümüze ulaşmamasına karşın, erken dönem
minyatür sanatının özellikleri ve Abdülheyy'in üslubu hakkında bir fikir
edinmemiz mümkündür. Abdülheyy'le birlikte Şemseddin'in yanında çı­
raklık yapan Bağdatlı usta Cüneyd Sultani'nin eserleri bu konuda bize
özellikle yardımcı olur. Ortaçağda aynı okula mensup sanatçılar ayrı üs­
luplarına rağmen tekörnek bir tarza göre çalışırlardı. Cüneyd Sultani'nin
eserlerinde görülen manzara ve mimari yapı tasvir ilkeleri ile kompozis­
yon şeması, 1 5 . yüzyılın ilk çeyreğinde Semerkand, Şiraz ve Herat'taki
Timurlu okullarında yaratılan eserlere de temel oluşturdu . Bağdat'ta Cü­
neyd Sultani'nin bulunduğu çevredeki resim sanatının ayırıcı özellikleri,
çok-katmanlı bir resim yapısı ve resimdeki kompozisyon unsurlarının
oval ve diyagonal düzenlenmesiyle derinlik yaratma tekniğiydi. Diyago­
nal hatların ve özellikle şiirsel bir ışıltının sıklıkla kullanılması da tipik­
tir.
Bu üslubun gelişim çizgisi, Timur'un torunları İskender Sultan (1409-
1 4 1 5) ve İbrahim Sultan'ın ( 1 4 1 5-1 435) Şiraz'daki kütüphanesinde 1 5 .
yüzyıl başlarında üretilen minyatürler aracılığıyla izlenebilir. İki Divan
(1410/ 1 1) yazmasındaki resimler bu dönemin Şiraz üslubunu temsil Behram yedi portreli odayı keşfediyor eşlerinin resimlerini nasıl keşfettiğini anlatır.
eder. Bu yazmalarda Bağdat okulunun üçboyutluluğu ile 14. yüzyıl Şiraz Şiraz, 1 4 1 0/ 1 1 , Bu minyatürün meçhul sanatçısı, boyları özen­
okulunun düzlüğü arasında bir senteze ulaşıldığını görmekteyiz. Ama Lizbon, Kalust Gülbenkyan Vakfı le uzatılmış figürleri çiftler halinde kenarlarda
Şair Nizami, He� Peyker'de ("Yedi Suret") Şeh­ kümeleştirerek ve orta kısmı boş bırakarak yu­
daha 1420'lerin Şiraz minyatürlerinde Bağdat okulunun sanatsal ilkeleri­ zade Behram Gur'un yetiştirildiği sarayın nor­ varlak odayı enlemesine nasıl yansıtacağını bili­
ni tedrici bir reddediş belirgindir. Böylece eski Şiraz geleneği temelinde malde kilitli tutulan bir odasında gelecekteki yordu.
yeni bir Şiraz üslubu ortaya çıktı; 1 420-1430 arasında bu üsluba katı bir
düz sistem ve çok az figürün kullanıldığı bir kompozisyon biçimi ege­ renk zenginliği ve Cüneyd'in eserlerine oranla figür boyunun daha
men oldu. Yazılı kaynaklar bu arada Bağdat ressamlarının yeni sanat kısalması. Figürlerin boyutundaki küçülme kompozisyonun farklı unsur­
merkezi Herat'a bir göçünü belgeler. Timur'un torunu Baysungur'un (ö. ları arasındaki ölçek ilişkilerine bir etkide bulundu. Böylece minyatürde­
1 433) Herat'taki kütüphanesinde kurulan bir atölyede, daha önce Bağ­ ki tasvire göre karakterlerin yerleştirildiği boşluğun ya da mekanın bü­
dat, Tebriz, Şiraz ve Semerkand'da etkili olmuş birçok seçkin hattat ve yümesi, Herat okulunun asıl önemli başarısıydı.
nakkaş çalıştı. Dolayısıyla, yeni beliren Herat üslubu bu sanat merkezle­ 1430'larda üretilen eserler, sözgelimi her ikisi de 1430 tarihli olan
rinin üsluplarından etkilendi. Herat'ta 1420'lerde yaratılan eserlerde, Cü­ Şehnaıne ile Kelile ve Diınne yazmaları Herat'ta resmin gelişiminde yeni ·
neyd'in eserleriyle ve 1410/ l l 'in Şiraz minyatürlerine özgü manzara ve bir aşamayı temsil eder. Bu Şehname'deki minyatürler sanat tarihi açısın­
mimari yapı tasvirleriyle şaşmaz bir benzerlik vardır. Öte yandan, yeni dan büyük önem taşır; çünkü sarayda ve kırda buluşan aşıklar, hüküm­
bağımsız özellikler de görülür: Belli bir kesinlik, bir hat esnekliği, bir darın huzuruna çıkış, av şenliği ve muharebe gibi daha sonra da revaç-

426 O RTA ASYA


Hümay büyülü sarayda Hümayun'un ses portresinden öylesine etkilenmiştir ki,
portresini görüyor, Herat, 1 427/28, ondan gözünü bir türlü alamaz. Bu figürün,
Viyana, Avusturya Ulusal Kütüphanesi yazmayı sipariş eden ince zevkli kişinin, yani
Bu minyatür Hümay ile Çin imparatorunun Timurlu Şehzadesi Baysungur'un bir portresi
kızı Hümayun arasındaki aşk hikayesinin baş­ olduğu saptanmıştır.
langıcını yansıtır. Tahtında oturan Hümay,
odanın arka duvarına asılı ipek halıdaki pren-

ta kalan belirli sahnelere ilişkin prototipleri yaratmışlardır. Dönemin Be­


ratlı sanatçıları minyatürü izleyen kişiye bir sahne gösterisi sunmak ister
gibidir; tıpkı ustalığı, olayın gelişimini sahneye yansıtma becerisiyle öl­
çülen bir tiyatro yönetmeni gibi. Bir genel kural olarak, olayın ana sah­
nesi ağaçlardan, kayalardan ve çeperdeki figürlerden temizlenir. Bu fi­
gürler minyatürün kenarına itilmiş olan figüranlar rolünü üstlenir.
Söz konusu dönemde Herat'ta üretilen minyatürler, renkli figürlerin
güçlü hatlarla verilişinden, farklı boylardaki detayların ve mekansal odak
noktalarının çokluğundan kaynaklanan zengin ve ritmik çizim açısından
özgündür. Bu ritmi resim konusuna uyarlama yönünde bir yaklaşımın
başladığı görülür: Örneğin, huzura çıkış sahnelerinde çizim ölçülü ve ya­
vaştır, av ve muharebe sahnelerinde ise daha dinamiktir. Minyatürdeki
ritmin özenle işlenişi 1 5 . yüzyıl Herat okulunun bir başka önemli başa­
rısıdır. Son derece göz alıcı renklerin kullanımı, zenginliği, saflığı ve
uyumu, ayrıca her detayı çerçeve içine alarak bir bütünlük ve bağımsız­
lık duygusu veren hatların kusursuzluğu da dikkate değerdir.
Bir başka yoğun kültürel faaliyet merkezi, Timur'un torunu Uluğ
Bey'in (1409-1449) yönetimi altındaki Semerkand'dı. Günümüze ulaşan
az sayıdaki 1 5 . yüzyıl Semerkand resimleri her ne kadar minyatür sana­
tının buradaki gelişim çizgisinin tam bir tablosunu vermezse de, ulaştığı
yüksek standardı, özgünlüğü, muhteşem işleme tarzını ve belirgin beze­
me yapısını yansıtır. Bu üslubun ayırt edici üç özelliği vardır. Birincisi,
mevcut her alanın kullanıldığı ve her şeyin ince ayrıntılarla verildiği Be­
rat kompozisyon anlayışının tam tersine, mekan seyrek biçimde doldu­
rulmuştur. İkincisi, kompozisyon belirgin dikey ve yatay hatlara dayanan
güçlü bir düzen ve berraklık duygusu verir. Üçüncüsü, Semerkand min­
yatürlerinde görece az sayıda figür yer alır; bunlar o kadar kendine ye­
terlidir ki, tek bir el hareketi bile bu serazat havayı bozmaz. Minyatürle­
rin etrafa saçtığı duygu tam bir huzurdan ibarettir ve geniş renk alanla­
rının kullanılması onlara kendine mahsus bir resim güzelliği katar.
Semerkand, Şiraz ve Herat kültür merkezleri arasında 1 5 . yüzyıl ilk
yarısında irtibatın kurulması, her okula ait minyatürlerde benzer özellik­
lerin niçin görüldüğünü açıklar. Çok sayıda farklı ülkeyi kapsayan Ti­
murlu İmparatorluğu bünyesindeki gelişmelerinden dolayı, söz konusu
okullar muhtelif üslupların geniş bir deneyim çeşitliliğini bir araya getir­
meyi başardılar. Herat'ta 1 5 . yüzyılın ikinci yarısında Sultan Hüseyin
Baykara'nın (1468- 1 506) yönetimi altında resmin gösterdiği parlak geliş­
menin temeli buydu .
Resim tarzlarının çokluğu ve ressamların bireysel damgası, bu dö­
nemden kalma Herat minyatürlerinin ortak özelliğidir. Herat'ta çalışan rülebilir. Özellikle başardığı şeylerden biri "temsil edilebilir" dünyanın
büyük minyatür sanatçıları topluluğu içinde Mirak, Behzad, Hoca Mu­ sınırlarını genişletmektir: Onunla birlikte minyatürün sınırlı alanına sa­
hammed, Şah Muzaffer ve Kasım Ali yer alır. Bunların en ünlüsü ise İs­ dece bireysel karakterleriyle verilmiş, konumları titizlikle ölçülüp biçil­
veçli sanat uzmanı F. Martin'in "Doğu'nun Raphael'i" olarak adlandırdı­ miş çok sayıda erkek ve kadın değil, mimari yapılar ve bahçeler, akar­
ğı Kamaleddin Behzad'dır. sular, göletler ve dağ manzaraları da girer. Behzad kompozisyonun fark­
Behzad (1460-1 535), şair Cami ve Nevai etrafında toplanan çevreyle lı unsurlarını birleştirici bir ritme bağlı kılarak ve her şeyi geometrik ba­
yakından bağlantılıydı. Bu çevrenin eserlerinde günlük yaşamın bir sa­ kımdan kendine yeterli hale getirerek, bütün unsurlar arasında bir ide­
natsal yorumunu sunma savı, onun resim anlayışına güçlü bir etkide bu­ al ilişki kurar. Oda tasvirine daha büyük bir derinlik ve eskisinden da­
lundu . Behzad'ın bütün minyatürlerinde insanlara ve yaşamlarına dönük ha belirgin bir gerçeklik duygusu verir. Onun mimarisi daha üçboyutlu
bir ilgi ve bunu olabildiğince tam resmetme çabası daha ilk bakışta gö- ve daha değişkendir; mimari bezeme inceliğiyle, detaylarının görkemli-

TİMURLU KİTAP B E ZE M E SANATI 427


• - � ·•. -ı-::
.....-
•" __ .

·� · - · ---
� ·�.

.· '
./ '

1
,.,·

liğiyle, renklerinin zenginliğiyle ve serbestçe sürülmüş yaldızın ışıltısıy­ Kendisinden önce başkalarınca geliştirilmiş karakter tiplerine de hayat
la büyüleyicidir. Behzad ve çevresi, bahçelerden kırmızı ahşap çitlerle verdi.
ve oymalı kapılarla ayrılan hafif köşklere ve çinili avlulara özellikle düş­ Behzad insanların hareketlerini daha canlı ve doğru biçimde resmet­
kündü . Manzaralarda baharlık (nadiren yazlık) yeşil örtülerine bürün­ mesini sağlayacak yeni teknikler yönündeki arayışını bütün yaratıcı öm­
müş sade ağaçlar, narin serviler, çiçek açan ilkbahar ağaçları ve körpe rü boyunca sürdürdü ve insan vücudunun orantılarını aslına uygun ola­
kavaklar, eserlerinin ayırıcı özelliğidir. Sıklıkla karşımıza çıkan diğer rak yansıtmaya çalıştı. Onun eserleri Timurlu döneminde minyatürün
motifler yeni filiz veren ağaç kütükleri, dalları kurumuş çalılar, meneviş­ ulaştığı yüksek düzeyi temsil eder. Öncellerinin eriştiği noktaları daha
ler, yeşil alanlar, küçük su çığırları, bunların kenarları boyunca dibinden da ileriye götürerek, minyatürün zaten oldukça gelişkin sanatsal ifade
çiçekler yetişen taşlar, geniş yapraklı bitkiler ve çeşitli renklerde, biçimini yetkinleştirmeyi ve yeni doruklara taşımayı başardı. Minyatür­
konturları zarif biçimde tırtıklı kayalardır. lerindeki kompozisyon kusursuzluğu, figürlerin capcanlı niteliği, haya­
Önceki dönemlerin sanatçıları figürlere bireysel özellikler verme ve tın kapsamlı tasviri ve manevi derinlik insanı hayrete düşürür.
onları birbirlerinden ayrıştırma gibi bir işe soyunmazken, 1 5 . yüzyıl or­ Timurlu İmparatorluğu 16. yüzyıl başlarında çökünce, İran'da Safe­
talarında Herat okulu bu yönde bir adım attı. Behzad hareketleri, duruş­ viler ve Maveraünnehir'de Şeybaniler gibi yeni hanedanlar başa geçti.
ları, jestleri ve yüzleri canlı, gerçeğe uygun biçimde sunmaya çalıştı ve Sanatçılar bir kez daha yeni hamilerin peşine düşmek, Tebriz ve Buha­
portrelerinde ten rengi, sima, bıyık ve sakal gibi kişisel özellikleri, port­ ra'da ortaya çıkmakta olan yeni sanat merkezlerine gitmek zorunda kal­
reye komı olan kişinin izleyenlerce tanınmasını sağlayacak ölçüde yan­ dı.
sıtmayı başardı. Daha önce resmedilmemiş birçok değişik figürü işbaşın­ Fakat farklı okullar arasındaki çapraz döllenmenin ve yeni sanatsal
da ve günlük yaşamda gösteren bir galeri yarattı: Çadırda yaşayan in­ güçlüklerle karşılaşmanın sonucunda yüksek standartlara ulaşan Timur­
sanlar, yemek pişiren kadınlar, camiye girmeden önce abdest alan er­ lu kitap bezeme sanatı, 16. yüzyılda minyatür sanatı üzerindeki etkisiy­
kekler, kaval çalan bir çoban, yük taşıyan insanlar, harç karan işçiler, le varlığını sürdürdü.
taş ustaları, hamam tellakları, berberler, oduncular, mezar kazıcıları, iş­
ret sarhoşu rical vb gibi figürlerin hepsine minyatürlerinde rastlanır.

428 O RTA ASYA


Karşı sayfa, solda: Hümayun'un kasrına
varan Hümay, Bağdat, 1 396, Londra,
İngiliz Kütüphanesi
Bu minyatür, Hacuyi Kirmani'nin mesnevısı­
nin Celayirli Sultanı Ahmed ( 1 328- 1 4 1 O) için
Bağdat'ta ve şairin ölümünden yıllarca sonra
hazırlanan bir nüshasından alınmadır. Sultan
Ahmed ayrıntıların canlılığı ve inceliği açısın­
dan özgün üsluplarıyla 1 5. yüzyılda minyatür
sanatının gelişimine yön veren Abdülheyy ve
Cüneyd gibi nakkaşları koruyup destekledi.
Kitaptaki dokuz minyatürden birine imza atan
Cüneyd'in ayrıca Hümay ve Hümayun'un ilk
buluşması için uygun bir ortam sayılabilecek
bu gösterişli saray mimarisini ve sevimli bah­
çesini de çizdiği sanılmaktadır. Hümayun at
sırtında saray kapısının önünde beklerken,
onun gelişini bekliyormuş gibi görünen Hü­
may da sarayın çatı terasından onu izliyor. Bu
minyatüre tam bir kitap sayfası ayrılmıştır.

Karşı sayfa, sağda: Havarnak Sarayı'nın


inşası, Herat, 1 494/95, Nizami'nin He�
Peyker kitabından bir minyatür, Londra,
İngiliz Kütüphanesi
Ressam Behzad saltanat hamisine hiçbir gön­
dermesinin yer almadığı ve kol gücü çalışma­
sının başlı başına odak noktasını oluşturduğu
bu saray inşa süreci tasviriyle İslam minyatü­
rüne yeni bir perspektif getirdi. Alışılmamış
tarzdaki resmin geleneksel kompozisyon ku­
rallarını bir yana bırakması, şaşırtıcı bir can­
lılığa ulaşmasını sağlar. Behzad son Timurlu
Sultanı Hüseyin Baykara'nın sarayında çalıştı.
Ama Nizami'nin Hamse adlı mesnevisinin
1 494/9S'te hazırlanan bu nüshasını sipariş
eden kişi bir hanedan mensubu değil, Farsi
Barlas adlı emirdi.

Bir yaşlı adam yıkanan kızları


seyrediyor, Herat, 1 494/95, Londra,
İngiliz Kütüphanesi
Bu minyatür Nizami'nin Hamse'sinden alın­
mıştır. Yıkanan genç kızların efendileri tara­
fından gizlice seyredilişini anlatan konusu,
besbelli ki Timurlu döneminde popülerdi;
çünkü İslam göreneğine rağmen, ressamlara
uçarı bir ortamda yarı çıplak kadınları res­
metme fırsatını vermekteydi. Dönemin önde
gelen sanatçıları, özellikle de Behzad saray
sanatının formalitelerini bir yana bıraktı ve
daha aykırı bir yol izledi. Yeni üslup havuzda­
ki kızların oynak el kol hareketlerinde de be­
lirgindir; buna karşılık huzur verici mimari
daha geleneksel bir unsurdur.

TİMURLU KİTAP B E ZEME SANATI 429


Şeybaniler ve Hanlıklar

Tarih
Wolfgang Holzwarth

Bölgenin genel tarihi Özbek İmparatorluğu'nun


( 1 500- 1 900) yükselişi ve altın çağı
( 1 500-y. 1 700)
Doğu İslam dünyasının haritası
1 500-1530 arasında tamamen yeni Bozkırların İslamlaşmış Türk-Mo­
baştan çizildi. Timurlu İmparatorlu­ ğol göçebeleri olan Özbekler, bir
ğu 'nun mirasından merkezleri birbi­ Cengizli hanedanı mensubunun
rilerinden uzak üç yeni imparator­ önderliğinde bir konfederasyona
luk doğdu : Orta Asya'da Şeybani girmiş 30 kadar farklı kabileden
Özbek İmparatorluğu , İran'da Safe­ oluşan bir halktı. Kabaca şimdiki
vi İmparatorluğu ve Hindistan'da Kazakistan'a denk düşen Kıpçak
Babürlü (Hint-Türk) İmparatorluğu. bozkırlarında göçebe bir yaşam
Bunların başkentleri sırasıyla Buha­ tarzları vardı. Muhammed Şeybani
ra, Isfahan ve Delhi'ydi. Yeni bölge­ Han'ın (1 500- 1 5 1 0) yönetimindeki
sel düzen iki yüz yılı aşkın bir süre Şeybani Özbekler daha güneyde,
istikrarlı kaldı ve her üç imparator­ şimdiki Özbekistan ve Kuzey Afga­
lukta da İslam uygarlığının ikinci bir nistan içinde kalan bayındır bölge­
bahar yaşamasını sağladı. Moğol is­ leri ele geçirdiler: O zamanki adıy­
tilasından sonra uç veren ilk tomur­ la Maveraünnehir, yani Ceyhun ve
cuklarından en gürbüz olanı He­ Seyhun ırmakları arasında kalan
rat'tı. Timurlu İmparatorluğu'nun topraklar ve eski Horasan bölgesi­
göbeğindeki bu kültür başkenti, daha sonraları uzun bir dönem etkisini sür­ nin bir kesimi. Konfederasyondan ayrıldıkları için "serbest dolaşan" anla­
düren gelişkin "Türk-Fars" İslam uygarlığının içinde eridiği bir potaydı. mında Kazaklar olarak anılmaya başlayan kabileler ise bozkırların efendi­
Erken modern çağın eşiğindeki bölgesel imparatorluklarda 1700 do­ si olarak kaldılar. Fethedilen bölgelerde yaşayan üç-dört milyonluk kitle
laylarında kapsamlı bir krizin gittikçe artan belirtileri baş gösterdi. Müslü­ (iki dilli üst tabaka bir yana bırakılırsa) kabaca iki ana topluluğa ayrılabi­
man olmayan güçlerin (Avrupa devletleri de dahil) etki alanlarının artışıy­ lir: Tacikler, yani verimli, sulak vahalardaki Farsça konuşan şehirliler ve
la birlikte, yerleşik siyasal merkezlerin iktidarında bir gerileyiş yaşandı. çiftçiler ile Türkmenler, yani hinterlandın geri kalan kesimindeki Türkçe
İmparatorlukların Hokand ve Afganistan gibi çeperlerinde, artık emperyal konuşan göçebeler. Özbek fatihlerin ordusu 50 bin-100 bin adamı bulur­
düzenle bütünleştirilemeyen rakip güç blokları oluşmaya ve siyasal özerk­ ken, kabile konfederasyonunun nüfusu 200 bin-400 bin arasındaydı. Boz­
lik talep edip buna ulaşmaya başladı. İncelikli ve kucaklayıcı, hatta koz­ kır insanları kabile örgütlenmesinin askeri potansiyelinden yararlanarak,
mopolit geç Timurlu uygarlığı temelinde yatan bölgesel çeşitlilik daha daha küçük yağma baskınlarında defalarca sınanmış olan göçebe atlıları­
güçlü biçimde yüzeye çıktı. İki yüz yıl süren siyasal ve kültürel "taşralılaş­ nın hareketliliğini ve vurucu gücünü ana merkezlere, yani kentlere yöne­
ma"dan sonra, 1900 dolaylarında Doğu İslam dünyası Avrupa'nın hakin1 lik büyük ölçekli bir saldırıya dönüştürmeyi bir daha başardılar. Büyük öl­
olduğu dünya sistemine girmeye zorlandı. çeğe varan bozkır istilalarının son örneğiydi bu.

Karşı sayfada: Tille Kari Medresesi'nin başa kapladığı Timurlu yapılarının tersine, be­ Yukarıda: Buhara Hisarı'nın taçkapısı pe üstündeki hisara varır. Şeybaniler 1 6. yüz­
çini kaplamasından bir detay zemeye dönük tuğla örgülerinin ve süsleme­ 1 8. yüzyıl yılda bu eski malikaneyi imparatorluklarının
Semerkand, 1 646- 1 660 ye dönük çini alanların bir bileşimini yansıtır. İ kiz kulelerle tahkim edilmiş ana kapının ve merkezi yaptılar. 1 8. yüzyıldan kalan batı ka­
Uluğ Bey ve Şir Dar medreseleriyle birlikte "Yaldızla işlenmiş" anlamına gelen adı iç du­ iki yanında zindanlar bulunan karanlık girişin pısı, hisarın günümüze ulaşan en eski kısmı­
Semerkand'daki Registan Meydanı'nı çevrele­ varlarının bezemelerinden gelir. öbür tarafında, dik bir yokuşla yükselen yol, dır. Taçkapının önünde bir zamanlar bir pa­
yen Tille Kari Medresesi aynı zamanda kentin tarihsel yerleşim alanının daha önceki kalele­ zaryeri ve panayır meydanı vardı.
cuma camisidir. Çini örtünün duvarları baştan rinin molozlarıyla doldurulmuş yapay bir te-

ŞEYBANİLER VE HANLIKLARIN TARİ H İ 43 1


Kültürlü fatihler Nakşibendi tarikatından seçilen bu manevi akıl hocaları, daha sonralan da
baştaki hanedanlarla sıkı ilişkiler içirıde kalmayı sürdürdüler. Onların yanı
Aralarında iktidara ve otlak alanına dönük bir çekişmenin varolmasına kar­ sıra, Herat'ın görgülü çevrelerinde eski konumlarını yitirmiş olan bir sürü
şın, Özbekler aslında ele geçirdikleri topraklardaki göçebe topluluklara dil sanatçı ve aydın da çeşitli Özbek saraylarında şehzade hocası, "kültür tem­
ve kültür bakımından oldukça yakındı. Öte yandan, bozkırlardan gelen gö­ silcisi" ve "imaj danışmanı" olarak iş tutmaya yöneldi. Bunlar mağlup hal­
çebeler Timurlu uygarlığının şehirli niteliğine ilk başlarda herhalde olduk­ kın kültüıünü fatih halkın sosyal elit tabakasına aşılamada öylesine başarı­
ça yabancılık çekmiş olmalıydı. Ne var ki, bu mesafe ekilebilir arazilerirı ve lı oldu ki, dönemin methiye düzme yükümlülüğü altında olmayan bir
kentlerin kasıtlı yıkımına yol açmadı; kentsel uygarlığın nimetlerine daha yorumcusu, ikirıci Şeybani kuşağından Ubeydullah Han'ın 0533-1540) çev­
baştan itibaren gayet açık oldukları anlaşılan Özbek hanları, girdikleri yeni resirıdeki kültür düzeyini Timurlu (Herat) modelinden daha üstün görmek­
ortamda Özbeklere yakıştırılan vahşi kır adamları damgasını silip atmak için teydi.
uğraşmakta gecikmediler.
Büyük fatih Muhammed Şeybani çocukluğunda bir süre Astrahan ve
Buhara kentlerinde kalmış ve daha sonraları da Timurlu hükümdarlık sa­ Tasavvuf tarikatlarının örgütleyici gücü
raylarıyla irtibat içinde olmuştu. Hatta ona düşman tarihçilerden biri, He­
rat'ın düşüşünü 0 507) bir facia olarak sunmaya çalışırken, onu çılgın bir yı­ Moğol döneminden itibaren kökleri eski İslam tasavvufuna dayanan bir di­
kıcı olarak tasvir etmekten kaçınır. Bozkırlardan gelme bu yarı eğitimli zi tarikat ortaya çıkmış ve dünyaya, dünyevi düzene kendi inançları doğ­
adamın asıl rahatsız edici yönleri rafirıe şehir kültürünün bir erbabı gibi rultusunda şekil vermeyi gittikçe tarikat misyonunun bir parçası olarak gö­
davranması, din alimlerine Kuran konusunda ders vermeye kalkışacak ka­ ıür hale gelmişti. Bunlardan biri de Orta Asya'nın kentsel merkezlerinde
dar aşırı küstah olması, kendisini bir şair gibi sunmaya çalışması ve kendi doğan Nakşibendi tarikatıydı. Timurlu uygarlığının Özbek yönetimi altında
eliyle şaheserler döktürerek minyatür resmini ve hat sanatını her bakımdan varlığını sürdüren unsurları arasında Nakşibendilik de vardı. Manevi nüfuz­
"geliştirme" vazifesirıi üstlenmesiydi. larını koruyup pekiştiren tarikat önderleri, çeşitli kentleri merkez edirımiş
Şeybani hanlarının ikinci kuşağında, önceleri kaba ve ahmakça sayılan son derece saygın ve çok zengin hoca ailelerindendi. Tarikatın kuralları bir
bir tavırla şehir kibarlığına özgü kültür idealini benimseme yönündeki bu "dergah"ta münzevice bir yaşam tarzını şart koşmamaktaydı; istenen şey
çabaya, tecrübeli yerel hocalardan ders ve terbiye alma girişimi eşlik etti. "ellerin işe ve gönüllerin Allah'a dönük" olmasıydı. Tarikat mensuplarının

1 500- 1 5 1 O Muhammed Şeybani Han 1 737-1 742 Afşar hanedanından Nadir


dönemi Şah Belh, Hive ve
1 507 Şeybaniler Timurlu Buhara'yı ele geçirdi
hükümdarlarını 1 742- 1 770 l ranlılar ve Yomud
topraklarından sürdü; Türkmenler Hive'yi işgal
Doğu Horasan, etti
Maveraünnehir, Harezm,
Türkistan ve Fergana l 753'ten Buhara'da (önceleri vezir
Vadisi Şeybani egemenliği sonra konumuyla) Mangıtların
altına girdi yönetimi

15 1O Merv Muharebesi; 1 785 Mangıt Murad Şah


Şeybaniler l ran "emirü'l-mümin" unvanını
Merv Muharebesi,
1510 Safevilerine yenildi ve
Muhammed Şeybani
aldı ve Mangıt Hanlığı'nı
( 1 785- 1 92 1 ) kurdu
öldürüldü 1 800- 1 809 Hokand'da A lim Han
• Herat
1 533-1 540 Buhara'da Ubeydullah Han dönemi
dönemi
1 809 Taşkent Hokand

,0
1 584- 1 596 Abdullah Han ( 1 583- 1 598) Hanlığı'na bağlandı
çeşitli askeri seferlerle
1 826- 1 860 Buhara' da Mangıt
topraklarını genişletmeye
Nasrallah dönemi
çalıştı

\

1 860- 1 885 Buhara'da son bağımsız
1 599- 1 605 Baki Muhammed

Şeybanıler ve- Safevıler arasındakı çekışmeye sahne olan ve 1598'den Buhara'da Cani/Astarhanlı Emir M uzaffereddin'in
dönemi
sonra Safevi yonetımıı\e gıren belgeler� hanedanını ( 1 599- 1 785)
\

)
j kurdu 1 868 Buhara Rusya'nın eline
1 6. yuzyılda_Ş_eybanı yonetımı altında olan bolge

19. yuzyılda Buhara Hanlığı �? 1 6 1 O-


1 640/42
Astarhanlı İmam Kuli
Han dönemi
geçti; Rus birlikler l 873'te
H ive'yi ve 1 876'da
19. yuzyılda Hıve Hanlığı Hokand'ı ele geçirdi;
Umman 1 647- 1 680 Buhara' da Abdülaziz Han
- 19. yüzyılda Hokand Hanlığı , Denizi dönemi
Rusya tarafından ilhak
edilen bölgeye Fergana adı
verildi

432 O RTA ASYA


zanaatkar, tacir, alim ya da idareci olarak günlük geçimleriyle uğraşmaları Çarşı sahnesi, Nevai'nin
ve normal bir aile hayatı sürmeleri mümkündü. Ama namaz, vaaz, zikir ve Lisanü't-teyr kitabından
minyatür, Tebriz ya da
gece tefekkürü gibi toplu ibadetlere katılmak amacıyla bir hankahta veya
Kazvin, y. 1 550, Paris,
zikirhanede düzenli olarak bir araya gelirlerdi. Sünni yönelimli Nakşibendi Ulusal Kütüphane
tarikatının nüfuzu altında ve İran'da Şiiliğin İmamiye kolunu resmi mezhep Bir kapalıçarşıda dokuma ve
konumuna getiren ve en amansız düşman sayılan Safevilerle anlaşmazlık­ seramik tacirleri dükkanların­
da müşterilere hizmet verir­
ların bir sonucu olarak gittikçe militanlaşan Özbek İmparatorluğu, kendisi­ ken, bir seyyar satıcı ufak te­
ni Sünni gelenekçiliğin bir sığınağı olarak görmeye başladı. Böylece tasav­ fek mallarını sunuyor. Bu
vuf tarikatlarının örgütleyici sosyal gücü sayesinde, Özbeklerin yönetimi minyatür iki sayfalı bir resmin
parçasıdır. Karşı sayfada kapa­
altındaki Orta Asya bir kez daha dış dünyaya karşı kendisini açıkça kültür
lıçarşı bir kasap ve fırınla de­
bakınundan tanımlayabilen bir bölge haline geldi. vam eder. Orta Asya nakkaşla­
rı genelde çarşı gibi günlük
konuları işlemeyi tercih et­
mezdi. Giysiler minyatürün
Şeybani ve Astarhanlı hanedanlarının kısa tarihi Safevi kökenli olduğuna işaret
ediyor.
Özbeklerin bozkırlardan beraberlerinde getirdikleri Türk-Moğol gelenekle­
ri siyasal tarihlerini etkilemeye devam etti. Cengiz Han'ın ortaya koyduğu
ve yazılı olmayan bir anayasa ya da siyasal ideal olarak kabile ile devlet
arasında kendine özgü bir merkezi yapıya temel oluşturan "yasa" korundu.
Buna göre, asıl iktidar ve karar alma yetkisi han hanedanı mensuplarının
yanı sıra en önemli kabile topluluğu reislerinin de katıldığı bir kurultayın
elindeydi. Kurultaya eşitler arasında birinci sıfatıyla "büyük han" başkanlık
ederdi.
Büyük hanın oğulları, kardeşleri ve bir dereceye kadar kuzenleri ata
mirasından uygun bir pay isteme hakkına sahipti; bu nedenle Özbek İm­
paratorluğu 'nun çeşitli bölgelerinde "sultan" ve hatta "han" unvanıyla hü­
küm süren şehzadeler vardı. Yerel dayanaklardan ve değişken ittifaklardan
güç alan bu şehzadeler bir yandan birbirleriyle, diğer yandan büyük hanla Ayrı kentlerdeki imar patlamasının bir ölçüde eşzamanlılıktan yoksun
çekişirlerdi. Dolayısıyla dış düşmanlara karşı yürütülen savaşların yanı sıra, olması, örneğin Buhara'da 16. yüzyılda, Belh ve Semerkand'da 17. yüzyıl­
hanedanın rakip mensupları arasında da sıklıkla savaşlar çıkardı. Son dere­ da doruğa çıkması hanlığın siyasal tarihinin bir sonucuydu. Bunun sebep­
ce enerjik bir tavırla merkezi iktidarı güçlendirmeye girişen II. Abdullah lerinden biri, Müslüman ulemanın kadim bir merkezi ve Nakşibendi tarika­
Han, neredeyse bütün yakın akrabalarını ortadan kaldırdığı için, ölümüyle tının kalesi olarak Orta Asya kentleri arasında özel bir itibar taşımasından
(1 598) birlikte hanedan soyu da yok oldu. Böylece hanlık unvanını ele ge­ dolayı, Buhara'ya Şeybanilerin özellikle ilgi göstermeleriydi. Buhara 1 560'ta
çiren Astarhanlı kabilesi, sonuç itibariyle hiçbir siyasal işlevi kalmayan bu asıl başkent konumunu kazandı. Yüksek düzeyde bir imar faaliyeti ve eko­
makamı 1748'e kadar elinde tuttu. Sadece Harezm bölgesinde Aral nomik bir canlanma, başkentin gelişmesine zemin hazırladı ve bu sürece
Gölü'nün güneyine düşen ve (yarı) çöl alanlarıyla çevrili olan Ceyhun del­ eşlik etti.
tasının bir vahasında, Şeybani hanedanının, Özbek fethinden beri özerk bir Şeybanilerin yönetimi altında Buhara, Orta Asya'nın ticari merkezi ola­
hanlığı yöneten küçük bir kolu 1727'ye kadar iktidarda kalabildi. rak Semerkand'ın yerine geçmek için gerekli altyapıya kavuştu ve artık Si­
birya, Çin, Hindistan, İran, Osmanlı İmparatorluğu ve Moskova'yı içine alan
geniş çaplı ticaret ağında önemli bir kavşak haline geldi. Hindistan ve Çin'e
Kentlerin gelişimindeki ekonomik ve kültürel yönler giden denizyolunun bulunmasıyla Orta Asya'nın bir transit ticaret durağı
olarak önemini hemen kaybettiği yolunda sıklıkla dile getirilen varsayım,
Kabile kitleleri göçebe ya da yarı göçebe yaşam tarzına bağlı kalarak, Öz­ aslında son araştırmaların ışığında akla yakın görünmemektedir. Buha­
bek Hanlığı'nın askeri belkemiğini oluşturmaya devam ederken, siyasal elit ra'dan geçen uzun mesafeli ticaret 1700 dolaylarına kadar canlılığını koru­
tabakanın oturduğu kentler, başka şeylerin yanı sıra dönemin mimari anıt­ du; doğu-batı trafiğindeki kayıplar, kuzey-güney ticaretindeki artışla telafi
larında ifadesini bulan dikkate değer bir yükseliş yaşadı. Kent esaslı resmi edildi. Hint alt-kıtasından başta tülbent, baharat, esans ve çivit olmak üze­
elit tabakanın sadece en küçük çevresi, kentin gelişimine öcülük edecek ve re birçok mal getiren tacirler, Babürlü süvari birliklerine at bulmak için her
yön verecek yeterli iktidara ve maddi kaynaklara sahipti. Bu çevrede han fırsatı kollardı. Orta Asya göçebeleri ve kuzey bozkır insanları, satılık hay­
hanedanı mensupları, Özbek kabilelerinden gelme komutanlar ve önde ge­ vanlarını kentin kuzey suru önünde kurulan pazara gönderirdi. Mors dişi
len Nakşibendi hoca ailelerinin en yüksek ruhani makamlara ulaşmış men­ gibi nadir egzotik ürünlerin yanı sıra kürkler de kuzeyden Buhara'ya ulaşır
supları yer almaktaydı. Kentlerin canlanmasından en çok kazançlı çıkanlar ve orada sözgelimi kürklü başlık ("tilpak") yapımında kullanılırdı. Çin'le ti­
bu kesimdendi; çünkü ticari mülklerin (çarşılar, dükkanlar, kervansaraylar, cari ilişkiler, imparatorluk protokolünün bir gereği olarak, vergi ödeme he­
ticarethaneler, hamamlar, aşevleri vs) çoğu onların elindeydi. Böyle kişiler yetleri kisvesi altında yürütülürdü. Bu şekilde Buharalı tacirler Çin impara­
elde ettikleri servetin hatırı sayılır bir kısmını gelecekte adlarını yaşatacak torluk sarayına atlar, değerli taşlar, metal eşya ve süslü silahlar götürür ve
hayır kurumlarının ve dinsel kurumların (camiler, medreseler vs) inşasına saray da bunlara karşılık olarak ipek kumaşlar (atlas) ve porselenler arma­
harcardı. ğan ederdi. Çarşıdaki ithal lüks malların yanı başında çoğu kez Orta Asya

ŞEYBANİLER VE HANLIKLARIN TAR İ H İ 433


el işlerinin bunlara yakın örneklerine (örneğin yerel ipek ve seramik) rast­
lanırdı.
Ticari bina yapım projeleri yukarıda tarif edilen dar çevrenin Buhara
ve diğer kentlerde yürüttüğü faaliyetlerin bir veçhesini oluştururdu. Diğer
veçhe ise Müslüman cemaatin yararına yönelik imar projelerinde ve ku­
rumlarda yoğunlaşan hayır ve evkaf işleriydi: ağırlıklı olarak camiler ve
medreseler, ayrıca dergahlar ve türbeler. Dil ve etnik köken bakımdan
çoğulcu, aşırı sosyal eşitsizliklerle bölünmüş bir toplumda, vakıf sistemi
sosyal gerginlikleri gidermenin bir yoluydu. Vakıflar aracılığıyla kamu ya­
rarına yaratılan yapılar ve kurumlar, birleştirici bir etkide bulundukları
için, dinsel dayanışma idealini ("ümmet") somutlaştırır, toplumun farklı
kesimlerinden bütün Müslümanlar toplulukların eşit biçimde yararlandığı
kutsal ve kamusal mekanlar sağlardı.

1 8. yüzyılda kargaşa ve köklü değişim

Hanlık daha 17. yüzyılda zayıflama evrelerinden geçmişti. Belh bir Babür­
lü ordusunca geçici olarak işgal edilmiş, Buhara da Hive'nin saldırısına
uğrayıp yağmalanmıştı. Özbek İmparatorluğu'nun altın çağı, 1681-1702
arasında bütün mameleki (Buhara ve Belh) tek yönetim altında birleşti­
ren son güçlü Astarhanlı Hükümdarı Süphan Kuli Han'ın ardından son
buldu. Bunu izleyen gerileme süreci Orta Asya'nın bütün güç dengesini
altüst eden üç gücün yayılmacı girişimleriyle daha da hızlandı.
Moğolların küresel imparatorluk anılarının yayılmacı seferlere yönelt­
tiği Batı Moğol kökenli Oyratlar (Cungarlar), Kazak bölgesinin büyük bir
bölümünü denetim altına aldılar (1718-1725) ve böylece Volga kıyıların­
da Kalmuk Ordası'nı kurmuş olan akraba kabilelere katılma olanağını
buldular. Batı Moğollarının baskısı sonucunda, yenik düşmüş Kazak top­
lulukları güneye indi. Buhara ve Semerkand'daki rakip hanlıklar arasında
patlak veren boy ölçüşmede (1722) bir takviye güç olarak görüldükleri
için, Kazakların gelişi başlangıçta hoş karşılandı. Ama bu durum yedi yıl
boyunca savaş cephesine kalmalarını getirdi. Savaşın sonunda tarım ara­
zileri çorak alanlara dönüştü, Semerkand tamamen boşaldı ve Buhara'nın
sadece iki mahallesi meskun durumda kaldı. Orta Asya doğrudan İran
Hükümdarı Nadir Şah'ın (1688-1748) güç siyasetinin etkisine girdi. Na­
dir'in birlikleri sadece Belh'i değil, iki Özbek başkentini de (Hive ve Bu­
hara) ele geçirdi. Özbek İmparatorluğu parçalanmaya yüz tuttu ve bunu
izleyen hizip kavgalarıyla yıkıldı. Rusya başlangıçta Orta Asya'yla doğru­
dan kapışmasına gerek kalmaksızın, hakim bölgesel güç olarak yeni bir
rol üstlenmeye soyundu. Siyasal açıdan, Kazaklarla ittifaka girerek Avru­
palı bir koruyucu güç konumunu elde etti. Ekonomik açıdan ise Sibirya
üzerinden Çin'le doğrudan ticari bağlar kurarak (1728) ve Rus ticaret mer­
kezi Astrahan'ın kuzey-güney eksenindeki önemini artırarak mevziler ka­
zandı.
Derin ekonomik ve siyasal krizin sürdüğü yarım yüzyıl (1720-1770)
içinde, Orta Asya ana ticaret akışında devre dışı kaldı, karışıklıkların ya
da savaşların pençesine düştü ve kentleri bir çöküş sürecine girdi. Bu kar­
gaşa döneminde hanlar otoritelerini tamamen kaybettiler; iktidar Özbek
komutanların ve kabile beylerinin eline geçti. Özbek İmparatorluğu bir
dizi hanlığa bölündü; bunlardan Ceyhun'un güneyinde kalan ikisi Afga­
Erkek kaftanı, Buhara, 1 9. yüzyıl, ikat rine göre giyinmelerini sağlardı. "İkat" doku­
ipeğinden, uzunluk 1 40 cm, Berlin, Etnoloji ma işleminden önce ipliklerin istenen dese­ nistan'ın siyasal yörüngesine girdi. Kuzeyde ise savaş karışıklığından üç
M üzesi ne uygun olarak boyanmasına dayanan bir yeni Özbek hanedanı ortaya çıktı: Hokand'da Ming hanedanı, Buhara'da
M uhteşem ipek kaftanlar çoğu kez resmi kumaş deseni oluşturma yöntemidir. Bu bü­ Mangıt hanedanı ve Hive'de Kungrat hanedanı. Kabile emirleri ve beyle­
olaylarda makam ya da onur giysisi işlevi gö­ yük formatlı desende, "çiçekli bitki" ve
ri kısa bir duraksamadan sonra, aslında (iktidardan düşmüş) Cengizli sü­
rürdü. Bir hükümdar danışmanlarına ve gü­ "ağaç" motifleri stilize badem, nar ve çiçek
venilir vekillerine verdiği kaftanlarla rütbele- taçlarıyla bir araya getirilir. lalesinin hakkı olan han unvanını almaya başladı.

434 O RTA ASYA


Hanlıklardan Rus fethine Kalta Minare (Gök Minare) dönük bir amaç taşıdığı söylenebilir. Minare­
Hive, 1 852- 1 855 nin inşasını 1 845- 1 855 arasında Muhammed
Kaide çapı 14 m olan "gök mavisi renkli" bu Emin Han yürüttü. Onun bir askeri seferde
1700'den Rusya'nın Orta Asya fethine (1862-1884) kadar olan dönem ilk
minarenin yüksekliği 70 m olarak tasarlanmış­ ölmesi üzerine çalışmalar durdu. Yüksekliği
bakışta bir tedrici gerileme gibi görünebilir. Oysa, 18. yüzyılın sonlarından tı. Böyle bir yükseklikten ezanın işitilemeye­ ancak 28 m olan anıt şimdi "Kısa Minare" an­
itibar ticarette ve kentlerde toparlanmanın yarattığı ve eşlik ettiği bir siya­ ceği göz önünde tutulursa, girişimin bütün mi­ lamında Kalta Minare olarak anılmaktadır.
nareleri gölgede bırakma gibi tamamen itibara
sal istikrar ortaya çıktı. Yeni hanlıklar gelişerek daha güçlü merkezi dev­
letlere dönüştü. Bu gelişmeye katkıda bulunan bir önlem, her üçünün de
orduda reform yapmasıydı. Kervan yollarındaki güvenliğin yeniden sağ­
lanmasıyla birlikte, ticaret yeniden canlanmaya başladı. Ama gerek ana ti­
caret yolları, gerekse ticarete konu olan mal türleri bakımından ağırlık
merkezleri değişti.

Hokand

Özbek Ming kabile beyleri yıkıma uğrayan ovalardan biraz kopuk olan
Fergana Vadisi'ndeki Hokand'ı daha 1740'ta başkent edinmişlerdi. Kuru­
luş aşamasında, Hokand beyliği (koptuğu merkez olan) Buhara'ya oranla
doğudaki komşu Kırgız kabileleriyle ve Cungarlarla daha fazla anlaşmaz­
lıklar yaşadı. Çin'in 1755-1759 arasında Cungar topraklarını ve Tarım hav­
zasındaki vaha kasabalarını ele geçirerek yeni oluşturduğu Sinkiang eya­
letine katmasından sonra en parlak dönemine girdi. Hokandlı tacirler
Çin'den ticaret ayrıcalıkları aldılar; Fergana Vadisi'ne komşu olan ve artık
Çin'in batı ucunda kalan Kaşi kentine girmelerine izin verildi. Beyleri 1800
dolaylarında han unvanı alan Hokand, Çin'le ilişkisinden ve dolaysız tica­
ri irtibatından olağanüstü ölçüde kazanç sağlamayı başardı. Sınırlı kaynak­
lara sahip olan ve toplam nüfusu ancak 750 bine varan hanlığın güçlen­
mesine bağlı olarak, Hokand canlı bir ticaret kentine dönüştü ve
Taşkent'in yanı sıra Rusya'yla ticaretin önemli bir merkezi haline geldi
(1809). 19. yüzyıldan kalma büyük ölçekli sulama kanalları ve bir dizi
önemli vakıf (camiler ve medreseler) Hokand'ın ulaştığı hatırı sayılır refah
düzeyine ve kent kültürünün gelişkinliğine tanıklık eder. Bağımsızlığını Hive
korumaya yönelik sert çarpışmaların ardından, Hokand hanlığı 1876'da
Rusya tarafından ilhak edildi ve adı Fergana olarak değiştirildi. Merkezi Hive olan Harezm bölgesinin nüfusunda göçebeler çiftçi ve şe­
hirli unsurlara oranla çok daha ağırlıklıydı. İran işgalinin ardından, Türk­
Buhara men ve Özbek topluluklar arasında sert iktidar mücadeleleri (1742-1770)
yaşandı. Hive'de yaşayan hane sayısı 40'a kadar düştü. Bu savaşlardan üs­
Mangırlar 1750'de Buhara'da iktidara geldiğinde, kentteki hayat hala bütü­ tün çıkan Özbek Kungrat beyleri (1804'ten sonra hanları), yenik Türk­
nüyle sönüktü; başkent ancak 1770'ten itibaren savaşın enkazından kurtu­ menleri müttefik ve yedek bir askeri güç olarak hanlığa bağlı tutmayı ba­
larak yavaş bir toparlanma sürecine girdi. Mangıtlar da hükümdar unvanı ta­ şardılar. Hive'nin dirilmesini sağlayan kentsel gelişim mucizesi esasen
şımaktaydı, ama 1785'te gururla benimsenen ve ilk dört halifeye küçük tarımsal vahalar ile "yağma ekonomisi"nde uzmanlaşmış göçebeler
öykünmeye dönük "emirü'l-mümin" anlamında. Bu dinsel önderlik iddiası arasında varolan ortak yaşam ilişkisinin sonucuydu. Hanlıktaki toplam
vurgusunun ve dinsel önderlik sorumluluğunun siyasal görüşlerine yön ver­ nüfusun kabaca dörtte birini oluşturan Türkmen kabileler, Kuzey İran'a
diği Buhara emirleri, dindar ve mazbut yaşam tarzlarıyla Müslüman cema­ düzenli olarak yağma ve köle toplama akınları düzenlerlerdi. Yaklaşık 40
ate iyi bir emsal sunmaya çalıştılar. Şah Murad ve Emir Haydar gibi "derviş bin kölenin çalıştığı Hive, zamanla Orta Asya'daki en büyük köle pazarı
hükümdarlar" esas olarak Nakşibendi tarikatının yedieminleri sıfatıyla taht­ ve köle emeği tüketicisi haline geldi. Türkmenlerin sunduğu refakat ve
ta oturduklarını ve her türlü şatafat ya da debdebeyi yakışıksız bulduklarını kervan hizmetleri, Hive"nin, Hazar ötesinde Astrahan'dan geçen Rus tica­
kıyafetleriyle ve tavırlarıyla sergilediler. Mangıtların yönetimi altında, ticari ret güzergahında bir merkeze dönüşmesini sağladı. Türkmen kabileler
yapılara çarpıcı bir tezatla, neredeyse hiçbir yeni anıtsal yapının dikilmeme­ 1855'te bir kez daha Hive'den koparak, akraba oldukları kabilelerle ba­
sinin sebeplerinden biri belki de buydu. Buhara'da hızla artan kervansaray ğımsız Tekke konfederasyonunu oluşturdular. Hive 1873'te önemli bir di­
sayısı, Rusya'nın artık hanlık için en büyük alışveriş ortağı haline geldiği reniş göstermeksizin Rus birliklerinin eline geçti. Tekke Türkmenleri ise
ticari canlanmanın kanıtıdır. İki buçuk milyonluk nüfusuyla Orta Asya han­ 1881 'de büyük can kaybının yaşandığı ağır çarpışmaların sonunda yenil­
lıklarının en büyüğü olan Buhara, eski sınırlarıyla Özbek İmparatorluğu'nu di.
tekrar kurmak amacıyla Hokand ve Hive'ye karşı yürüttüğü yayılma savaş­
larında gücünü tüketti. Bir dizi askeri yenilginin ardından, Buhara daha ön­
ce Semerkand'ı işgal etmiş olan Rus ordusuna 1868'de teslim oldu.

ŞEYBANİLER VE HANLIKLARIN TAR İ H İ 435


rakla doldurma yoluna gidildi. Birçok yapıdaki kemerlerin oturmasının
Mimari ve özgün şeklini kaybetmesinin sebebi budur.
Sergej Chmelnizkij Renkli çini bezemenin yoğunlaştığı yer genellikle cephelerdi.
Önemli yapıların bile iç kısımları beyaz alçı sıvayla kaplandı ve böyle­
ce üçboyutlu girişik perdaha çarpıcı bir görünüm verildi. Yeni uygula­
ma her türlü işleve dönük kubbeli bölmeler için özellikle geçerliydi;
1 6.- 1 7. yüzyıllarda Buhara ve Semerkand'ın bunların çatı örtüleri çoğu kez önceki sekizgen köşe kemerli yapılar ye­
ve 1 8.- 1 9. yüzyıllarda H ive'nin mimarisi rine, örtüşen çifte kemerler üstünde oturtuldu. Orta Asya'da 1 5 . yüzyıl­
da doğan bu sistem artık çok yaygındı.
Timurlu İmparatorluğu 1 6 . yüzyılın eşiğinde, Muhammed Şeybani Han Bu kemerlerin oluşturduğu ortadaki kare alana ya mütevazı çaplı
önderliğindeki istilacı Özbeklere yenik düştü. Kuzeydoğudan akınlar bir kubbe ya da daha sık görülen uygulamayla bir fanus oturtulurdu .
düzenleyen bu bozkır göçebeleri, Orta Asya'ya yerleşerek güçlü bir ko­ Yeni çatkılar istikrar ve sağlamlık açısından bir ilerlemeyi ifade etmek­
num kazandılar ve herhangi bir kültürel kopukluk olmadan Timurlu teydi. Güvenilir olmanın ve büyük bölmeleri örtmeyi mümkün kılma­
devlet örgütlenmesini devraldılar. Şeybani'nin tahta çıkan ardıllarından nın dışında, kubbeli bölmeye yeni ve dinamik bir biçim verdiler. Timur
en ünlüsü II. Abdullah Han'dı. Onun döneminde Buhara bugün hala bü­ ve ardıllarının dönemindeki anlayışın tersine, bu çağın mimari ideali ih­
yük ölçüde koruduğu görünüme kavuştu: Kervansaray, medrese, ha­ tişam ve gösterişlilik değil, çok sayıda yapının işlevsellikle birleştirilme­
mam, çarşı geçidi ("tim ") ve kapalıçarşı ("tak ") gibi büyük sivil yapılar, siydi. Yeni dönemde öncekine göre çok daha fazla yapının inşa edil­
ayrıca dervişlerin kaldığı hankahlar. Bir hankahın tasarımına bir türbe­ mesi ve sadece büyük kentlerde değil her yerde önemli yapıların
nin girmesi alışılmamış bir durum değildi; ama bu dönemden kalma kurulması bir tesadüf değildir.
müstakil türbeler neredeyse bilinmemektedir. Daha sonraları en yaygın
ibadethane haline gelen mahalle camilerinin ilk örnekleri de yine 16.
Buhara
yüzyıldan kalmadır.
Timurlu dönemine özgü benzersiz, pahalı bezenmiş ve çoğu kez de­ 16. ve 17. yüzyıllardaki Orta Asya mimarısının çehresini gunumüze
vasa yapıların yerini daha mütevazı bezemeli, tasarım ve inşa tekniği taşıyan yer başkent Buhara'dır. 16. yüzyılda güneybatıya doğru yayılan
açısından işlevselliğe daha güçlü biçimde ağırlık veren yapılar aldı. kent, sıkıştırılmış çamurdan yapılma 10 kilometrelik surlarla çevriliydi.
16. yüzyılın ilk yarısında, karmaşık imalat işlemlerine dayanan mali­ Kulelerle korunan surlarda 1 1 tahkimli kapı vardı. Şimdi de olduğu gi­
yetli bezeme teknikleri hala kullanılmaktaydı; kesik seramik parçaları bi, kentin yukarısında Ark denen hisarın bulunduğu yüksek yapay tepe
şeklindeki çini mozaikler daha sonraları yerini görünüşte gelişigüzel de­ yer almaktaydı. Kent merkezinin en önemli yapı topluluğu olan Pa-yı
senler taşıyan mavi-beyaz çinilere bıraktı. Ancak, önceki dönemin du­ Kelan ("Ulviyet Ayağı") bu tepenin doğusunda biraz yükseltilen temel­
varları yekpareyken, yeni duvarlarda iç ve dış yüzey örtülerini alçı sıva ler üstünde inşa edilmişti. Kompleksin en büyük yapısı "Cami-i Kebir"
harçlı tuğlayla yapma ve aradaki boşlukları tuğla molozuyla ve özlü top- olarak 1 5 . yüzyılda yaptırılan ve iç mekan döşemeleri ancak 1 5 14'te ta­
mamlanan Kelan Camisi'dir. Büyük olasılıkla aynı zemin planına uyula­
rak üstünde inşa edildiği 1 2 . yüzyıl camisinin ünlü büyük minaresi gü­
nümüze ulaşmıştır. Kelan Camisi 1 30 x 80 metrelik zemin alanıyla,
büyüklük bakımından Timur'un Semerkand'da yaptırdığı Bibi Hanım
Camisi'nden ve Herat Cuma Camisi'nden sonra üçüncü sırada gelir. Ca­
minin doğu taçkapısısının karşısında Mir-i Arap Medresesi'nin aynı boy­
daki taçkapısı yükselir. İki anıtsal yapının bu şekilde karşı karşıya yer­
leştirilmesi köş ("çift") sistemi olarak bilinir ve 16. ve 17. yüzyıllar
mimarisinde sıklıkla uygulanmıştır. Mir-i Arap, düzeni bakımından bu
döneme ait tipik bir medrese örneğidir. Çapraşık tasarımı dikkatlice
planlanmıştır ve detaylarının yanı sıra bezemeleri de son derece ince­
liklidir. Taçkapılarının alınları ve ana cephesi yüksek nitelikli çini mo­
zaiklerle bezenmiş ve çapraz eyvanların alçı sıva mukarnaslarla doldu­
rulan kubbelerine çini kakmalar yerleştirilmiştir. Yüksek kemerinin iki
yanında altı tane kemerli pano bulunan ana taçkapısı da mozaiklerle
kaplıdır. Buhara'nın Abdullah Han döneminden kalma en eski medre­
sesi olan Mir-i Arap, daha sonraki medreselerin çoğuna model oluştur­
muştur.

Pa-yı Kelan, Buhara Kebir'in taçkapıları birbirine bakar. Arkala­


Pa-yı Kelan kentin merkezindeki ana mima­ rında ise kentin mimari odak noktası ve ilk
ri komplekstir. Soldaki Mir-i Arap Medre­ caminin günümüze ulaşmış tek kısmı olan
sesi'nin ( 1 535/36) ve bir 1 2. yüzyıl camisi 1 1 27 tarihli Kelan Minaresi yükselir.
üstünde inşa edilmiş olan sağdaki Cami-i

436 O RTA ASYA


Pa-yı Kelan yapı topluluğunun batısında karşı karşıya duran Medarı Mir-i Arap Medresesi'nin ana cephesi Ubeydullah Han'ın manevi hocasıydı. Giriş
Han (1566/67) ve Abdullah Han (1 588/90) medreseleri "köş " şemasının ve zemin planı, Buhara, 1 535/36 alanının iki yanında bir mescit ve bir türbe
bir başka örneğidir. Küçük ve mütevazı bezemeli Medar-ı Han Medre­ Kelan Camisi'nin taçkapısının tam karşısına yer alır; bunların küçük iç kubbelerinin yu­
düşen bu büyük yapı, Buhara medreseleri­ karısında mavi dış kubbelerin masif alınlıkla­
sesi'nin cephesi, iç avlusunun cephesine paralel olarak uzanır; böylece nin klasik bir örneğidir. Gösterişli ve parlak rı yükselir. Yazın dershane işlevini gören
en önemli yapı topluluğu, yani sofa ve her iki yanındaki haç planlı ve bezemeleri geç Timurlu döneminin ihtişamı­ dört eyvan iç avluya açılır; eyvanların sağın­
kubbeli bölmeler yamuk dikdörtgen tabanlı yekpare binanın bir parça­ nı yansıtır. Medreseyi kuran Yemenli Şeyh da ve solunda iki kat halinde düzenlenmiş
M ir-i Arap, o sırada yönetimde bulunan talebe hücreleri yer alır.
sını oluşturur. Dikdörtgen avlunun yan eyvanları yoktur. Karşıdaki Ab­
dullah Han Medresesi çok daha etkileyici ve karmaşıktır. Ana cephesi
bu dönemdeki ve daha sonraki Orta Asya medreselerinin tipik biçimini
taşır. Cephenin ortasında dikdörtgen bir çerçevenin içine oturtulmuş
kubbeli bir giriş nişi bulunan yüksek bir taçkapı yer alır. Kemerin yuka­ 1 Giriş 2 Türbe 3 Cami 4 Eyvan

rısına yatay bir yazıt levhası yerleştirilmiştir. Küçük köşe kulelerinin var­
lığından dolayı, taçkapının dış kenarları yuvarlakmış gibi görünür. Taç­
kapının sağında ve solunda açık galeriye benzer iki katlı revaklar
uzanır; revaklardaki girişler talebe hücrelerine açılır. Masif köşe kulele­
ri zarif tuğla mozaikleriyle ve aynı şekilde zarif desenli beyaz, koyu ma­
vi ve açık mavi sırlı panolarla bezenmiş olan cepheyle aynı yükseklik­
tedir. Avlu çapraz eksen üstünde gösterişli taçkapı çerçevelerinin içine
oturtulan eyvanlarla donatılmıştır. Girişe .göre sağdaki eyvanın ardında
yan cepheden dışarıya doğru dikdörtgen çıkıntılar oluşturan küçük hüc­
reler sıralanır. Yapının, arka eyvanın gerisindeki büyük ve çıkıntılı bir
bölümünde, iki katlı hücrelerin açık galeri tarzında çevrelediği küçük
bir iç avluyu andıran yüksek kubbeli bir bölme vardır. Sofanın her iki
yanındaki odaların kubbeli çatıları özellikle çarpıcıdır. Örtüşen kemer­
ler üstünde dururlar, mukarnaslarla ve "kalkan biçimli" dolgularla be­
zenmişlerdir ve uç noktalarında fanuslar vardır. Sağdaki odanın eksen­
leri dört pusula yönüyle aynı hizadadır ve bu düzeni medresenin

ŞEYBANİLER VE HANLI KLARIN MİMAR İ S İ 437


yönelimine denk düşmez; Abdullah Han için bir türbe olarak tasarlan­
mış olabilir.
Buhara medreselerinin en büyüğü, Leb-i Havuz yapı topluluğunun
bir parçası olan Kukeldaş Medresesi'dir (1 568/69). Ortaçağ kentlerinde
şebeke suyunun yetersizliği nedeniyle havuzlar zorunlu bir unsurdu .
Kamusal yapılar çoğu kez havuzların etrafında inşa edilirdi; böylece su,
ağaçlar ve gölge sayesinde çok hoş bir atmosfere sahip alanlar ortaya
çıkardı. Dönemin diğer Orta Asya kentlerinde olduğu gibi, Buhara'da bu
tarzda çeşitli yapı toplulukları vardı. Söz konusu yapı topluluğu Kukel­
daş Medresesi'nin yanı sıra Nadir Divan Begi Hankahı (1620) ve Medre­
sesi'ni (1 622) kapsamaktaydı. Divan Begi Medresesi aslında bir kervan­
saray olarak inşa edilmişti; kapının sağında ve solunda bulunması
gereken kubbeli bölmeler bu yüzden yoktur. Taçkapılarının alınları ha­
yali kuşların resmedildiği mozaiklerle bezenmiştir. Kukeldaş Medrese­
si'nde alışılmamış tekniklere dayalı süslemeler bir ölçüde basmakalıp
desenlerle ve şimdi bozulmuş durumdaki çini bezemelerle bir aradadır.
Buhara'nın büyük medreselerinin sonuncusu 1 65 1/52'de Abdülaziz
Han tarafından inşa ettirilmiştir ve 1 5 . yüzyıldan kalma Uluğ Bey Med­
resesi'nin karşısında yer alır. Bu yapının eski medreseyi aşması öngörül­
müştü; ama karşılaştırma, belli bir ustalık ve zevk kaybının saptanabil­
diği bir sanatsal gerilemenin belirtilerini ortaya koyabilir. Yapının
bileşenleri arasındaki uyumsuzluk, oldukça gelişigüzel orantılar, ana
cephe ile avlu cepheleri arasında homojenliğin yokluğu ve cafcaflı sarı
rengin ağır bastığı dış duvar kaplamalarının parlaklığı böyle bir izleni­
me yol açan unsurlardır.
Bununla birlikte, taçkapı dikkate değerdir. Çokgen niş ahşap çubuk­
lara tutturulmuş boyalı mukarnaslardan oluşan karmaşık bir sistemle
kaplıdır. Avlunun çepeçevre uzanan bir mermer levhalı bordürü vardır
ve birçok yerde duvar kaplaması, sırlı panoların yanı sıra, o dönemde
neredeyse kullanımdan düşmüş çini mozaiklerden oluşur. Gerek taçka­
pı ve sofanın sağında kalan kışlık mescidin, gerekse arka eyvanın için­
de yer alan yazlık mescidin iç mekanı masalımsı bir ihtişamı gözler
önüne serer. Duvarları ve tonozları süsleme amaçlı "künde!" desenler
Nadir Divan Begi Medresesi'nin yanlış anlamanın sonucuydu. Kervansarayın kaplar; mavi zemin üstünde bir yaldızlı kabartma şeklindeki bu desen
taçkapısı, Buhara, 1 622 açılışına davet edilen emir, herhalde fazlaca tarzı, sırmayla dokunmuş yerel brokarların taklit edilmesine dayanır. To­
Nadir Divan Begi'nin inşa ettirdiği bu med­ içmiş ve vezirine veda ederken "Bu güzel nozlar, çeşitli alanlara bir masal sahnesini andıran ve neredeyse gerçek­
rese, aynı eksende yine onun yaptırdığı bir medrese için teşekkür ederim" demişti. Bir
dışı harika bir efekt veren karmaşık mukarnas yapılardan oluşur. Bu
hankahın karşısında yer alır. iki yapıyı Leb-i emirin asla yanılmayacağı da iyi bilinen bir
Havuz olarak bilinen büyük bir su kütlesi husustur. Aşağıdaki çini mozaik detayında saptama kışlık mescidin yüksek tavanlı namaz bölmesi için özellikle ge­
ayırır. Aslında bir kervansaray olarak tasar­ stilize bir bitkisel desen arasında uçan balık­ çerlidir; buradaki dört duvar başka yapılarda rastlanmayan garip mukar­
lanan ilk yapının işlevindeki değişiklik bir çıllar ve insan suretli bir güneş görülüyor.
naslı kubbelerin taçlandırdığı taçkapılar şeklindedir. Kubbeli büyük
dershanede, "künde!" desenler ağaçlar arasında duran ve beyaz zemin
üstüne koyu maviyle işlenmiş bir binanın resmedildiği bir panoyu çer­
çeveler. Orta Asya'da bu görünümde yapılara hiç rastlanmaz; ama Sevil­
la'nın İslam döneminden kalma Torre del Oro'suyla büyük bir benzer­
liğin söz konusu olması ilginçtir. Böyle bir resmin kökeni konusunda
ancak tahminler yürütülebilir.
Buhara'nın 16. yüzyıl yapıları arasında, mahalle camisi olarak bili­
nen ve daha sonraları çok yaygınlaşan bir cami tipinin ilk örnekleri yer
alır. Bunlar pek büyük olmayan ve sadece ibadet amacına dönük yapı­
lardır; ama mahallenin kamusal merkezi işlevini de görürler. Mimari ka­
rakter bakımından ise anıtsal, törensel yapılar ile basit yerli yapılar ara­
sında yer alırlar.
Balyand Camii yüksek bir taş seki üstünde duran küp biçimli bir ya­
pıdır. Kuzey ve doğu kenarları boyunca uzanan ahşap bir revaklı girişi
vardır; uzatılmış güney ve batı duvarları bu giriş alanını iki yandan ka­
patır. Caminin tek namaz bölmesi ahşap bir tavanla örtülüdür; yıldız bi-

438 O RTA ASYA


çimli kabartma bezemelerin ve mukarnaslı saçaklık silmelerinin bulun­ kezi bir plana dayanır. Haç tabanlı bir ana bölme üzerine kurulu tasarı­
duğu tavanla birlikte ortadaki bezeme amaçlı kubbe de zincirlerle asılı­ mı, duruluğuyla ve simetrisiyle çarpıcıdır. Üç kenarda giriş taçkapıları
dır. Mahalle camilerinin en eskisi olan bu yapının iç kısmı, şimdiki biçi­ vardır; ilk başta dördüncü kenarda da bir taçkapının yer almış olması
miyle bile muhteşem kakmalı bir sandık görünümü verir. mümkündür. Ana doğu taçkapısı daha yüksek oluşuyla ve bir kapalı ke­
Mahalle evleri arasında gizlenmiş gibi duran Hoca Zeyneddin Cami­ mer frizi şeklindeki pervazıyla öne çıkar. Örtüşen kemerler üstüne otur­
si, bir havuzun yakınındadır. Karmaşık ve asimetrik zemin planı, bir ca­ tulmuş iç kubbeyi yüksek alınlıklı bir dış kubbe örter. Timurlu mimari­
mi açısından nadir görülen bir örnektir. Çünkü içinde ziyaretgaha dö­ sine özgü bu düzene, 1 6 . yüzyıl yapılarında nispeten ender rastlanır.
nüşmüş bir türbe yer alır; bu türbeyi bir geçide açılan bir açık galerideki Orta Asya hankahları her zaman derli toplu ve genellikle küp biçim­
çeşitli hücreler çevreler. Caminin kare planlı namaz bölmesi ile kuzey ve lidir; her zaman ortada kubbeli bir bölmeyi barındırır. Camilerdeki dü­
doğu kenarlarında ahşap kolonlarla desteklenen revaklı girişi özellikle zenden farklı olarak, bu bölmede mihrap yoktur. Feyzabad'daki
ilginçtir. Namaz bölmesinin zengin mefruşatı mozaik panolarından, (1598/99) hankahın mihrabı muhtemelen daha sonra batı girişinin yeri­
çokrenkli duvar bezemelerinden ve "künde!" desenli duvar resimlerin­ ne eklenmiştir. Bu etkileyici yapı, ana bölmeyi güney ve kuzey kenar­
den oluşur. Kubbe karmaşık bir kalkan biçimli dolgular sistemiyle bir­ larından çevreleyen ve ağır sütunlar üstünde duran çok-kubbeli iki ga­
leştirilmiş köşe kemerleri üstünde durur. Kubbenin bağdadi yüzeyini lerisi açısından özgündür. Ana kubbenin alt kesiminin karmaşık ve
muhteşem bir mukarnaslı saçaklık silmesi destekler. Mihrap dahil bütün alışılmamış yapısı ana bölmeye çarpıcı bir hava katar. Kubbe baştan ba-
nişler yarım kubbe biçimli mukarnas yapılarla örtülmüştür. Revaklı giri­
şin beyaz duvarları, iç kısmın gösterişli renk ışıltısıyla bir kontrast oluş­
turur. Asimetrik düzen bu zengin bezemeli cami ile çevresindeki kentsel
evler arasındaki yakınlığın ipuçlarını verir.
16. ve 17. yüzyıllarda Buhara'nın görünümüne şekil veren anıtsal ya­
pılar arasında tarikat mensuplarının toplandığı hankahlar da vardı. Der­
vişler bu merkezlerde kalır, ibadet eder ve ziyaretçileri ağırlardı. Buhara
yakınındaki böyle bir hankah, Nakşibendi tarikatının kurucusu Bahaed­
din'in türbesinin yanı başındadır. Burası eskiden ikinci bir Mekke sayılır
ve çok sayıda ziyaretçi çekerdi. Hankah dört eksensel taçkapısı ve kare
planlı, kubbeli bir bölmesi olan büyük ve yalın bir ana binadan oluşur.
Binanın köşelerinde, karmaşık ve özenli bir tarzda iki kat boyunca dü­
zenlenmiş olan ve tonozlu açık galerilerle dışarıya açılan, farklı biçirple­
re sahip çok sayıda hücre yer alır. Müminlerce ziyaret edilen türbe, bir
bahçe, bir havuz ve bir kervansaray ana binanın çevresinde pitoresk bir
topluluk yaratır. Buhara'nın batısına düşen Kermine'deki Şeyh Kasım
Hankahı 0 558/59) biraz daha küçük olmakla birlikte, aynı şekilde mer-

Yukarıda: Feyzabad Hankahı


Buhara, 1 598/99
Kubbeli yan galeriler, yüksek taçkapı ve
aralarında kalan iki katlı duvarlar, bu ifade
yüklü tasavvuf tekkesine, orta kesiminde
hızla yukarıya doğru atılım yapan dinamik
bir odaklanma katar. Dervişlerin zikir için
kullandığı kare planlı büyük bölmeyi, hava­
da asılıymış gibi duran bir kubbe örter. Bu
kubbeyi ağa benzer ince bingiler, yani birbi­
riyle örtüşen çok sayıda bağdadi kemer
ayakta tutar.

Çar Bekir, Buhara'nın 5 km batısında,


1 560- 1 563
Abdullah Han'ın yaptırdığı bu kabristanın
merkezinde kubbeli iki yapı, yani bir han­
kah ve bir mescit bulunur. Paralel konum­
da olan yapılar, arka tarafta dar bir hücre
alanıyla birbirlerine bağlanır. Epeyce sonra
inşa edilmiş nispeten alçak bir minare, bu
şekilde oluşmuş açık avluyla aynı eksende
durur. Resimde görülen mescidin uzun na­
maz bölmesinin alışılmamış düzen �e çatkı­
ya sahip bir tonozu vardır; iki yarım kubbe
arasında yüksek bir desteğe oturtulmuş
son derece küçük bir kubbe yer alır.

ŞEYBANİLER VE HANLIKLARIN M İ MA R İ S İ 439


şa çok zarif bir bitki deseniyle kaplıdır; siyah zemin üstündeki beyaz çi­ ye bakan bir hankah ve bir mescit yer alır. Bunlar arka tarafta ikamet
çeklerde görülen olağandışı renk düzeni başka yapılarda rastlanmayan hücrelerinden ve ortadaki kubbeli bir eyvandan oluşan iki katlı bir "ka­
bir unsurdur. Merkeze doğru üç kademe halinde yükselen ana cephenin nat"la birbirlerine bağlanır. Daha sonraları bu "kese biçimli" avluyla ay­
kompozisyonu da olağandışıdır: En dışta görece alçak revaklı yan gale­ nı eksende küçük bir minare inşa edilmiştir. Tümel kümeyi meydana
riler yer alır; bunları her iki yanda iki açık galeriye benzer tarzda üst üs­ getiren farklı yapılar ve cepheler arasında belli bir asimetri vardır; örne­
te yerleştirilmiş hücrelerin yer aldığı daha yüksek duvarlar izler; ortada ğin, mescidin taçkapısı hankahınkinden daha dardır. Ama edinilen ge­
ise zarif kemerli giriş nişinin yer aldığı dikdörtgen taçkapı yükselir. Ar­ nel izlenim, cepheleri kemerli açık galeriler şeklindeki iki yapı arasında
kada kubbenin sivri kemerli silueti görülür. bir tür dengenin varlığıdır. Haç planlı hankahın çift kabuklu kubbesi,
Küçük bir yapı olan Divan Begi Hankahı'nın (1619/20) ana cephesi, dönemin yaygın tekniğine uygun olarak, örtüşen kemerlerle ve ağa ben­
aynı eksen boyunca önünde uzanan bir havuza bakar. Sivri uçlu bir gi­ zer dolgularla desteklenir. Mescidin iç mekan düzeni çok daha alışılma­
riş nişi kemeri bulunan taçkapının dikdörtgen çerçevesi duvarın dışına mış bir tarzdadır; uzun namaz bölmesi taçkapının eksenine dik açılıdır
doğru çıkıntılı değildir, ama çatının yukarısına doğru yükselir. Cephenin ve ortada iki çapraz kemerle bölünmüştür. Bunlar arasında köprü oluş­
köşelerinde yuvarlak kuleler yer alır; kuleler ile taçkapı arasında kalan turan iki ayrı kemer küçük bir kubbeyi ayakta tutar. Bu kubbenin yu­
.
dar kesimler ise üst üste oturacak şekilde düzenlenmiş, dikdörtgen çer­ karısında alınlıklı dış kubbe yükselir. Kemerlerin her iki yanındaki ya­
çeveli dört düz nişten oluşur. Taçkapınin dikdörtgen çerçevesi, geniş rım kubbeler, tepede buluşarak yıldız oluşturan bir düzenle son bulur.
alınlıkları ve küçük nişlerin alınlıkları vasat kalitede çini mozaiklerle be­ Başka hiçbir yapıda rastlanmayan bu alışılmamış mekansal düzenleme,
zenmiştir. Ortasında geleneksel kubbeli bölme bulunan hankahın yan iç kısma şaşırtıcı, uhrevi bir aydınlık verir. Çar Bekir kompleksi yoğun
cephelerinde de girişler vardır; ama bunlar çatı seviyesinin yukarısına kentsel yapılaşmanın engellerine takılmadığı için, her açıdan görülebi­
yükselmez ve bezemelerle kaplı değildir. Bu hankahta geleneksel tek­ lir. Mimari düzeni açısından, parkların ve bahçelerin yer aldığı geniş ve
niklerin ve düzenlerin basmakalıp bir derlemesinin görülmesi, Bul1a­ gür bir yeşil alana dayalı manzaranın ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu
ra'nın mimarisinde yaratıcılık açısından belli bir gerilemeye işaret eder. söylenebilir.
Buhara'nın hükümdarları hiçbir anıtsal türbe inşa ettirmediler; ama Buhara'da 16. yüzyılda yürütülen büyük çaplı imar faaliyeti dinsel
bunun yerine kentin yakınında benzersiz bir mezar kompleksi yarattılar. işlevli yapılarla sınırlı değildi. Orta Asya'nın günümüze ulaşan en eski
Bu olağandışı kabristanda, giriş nişli duvarlarla çevrili çok sayıda küçük ticari yapılarına da bu kentte rastlanır. Üstelik, bunların mimarisi dinsel
aile mezarlığı ortadaki görkemli bir yapı topluluğunu kuşatır. Kente 5 ki­ yapılardan hiç de aşağı kalmayan bir çarpıcılıktadır. Benzer tipte mallar
lometre uzaklıktaki kabristan Çar Bekir olarak anılır ve yerel evliyalar­ satan tacirleri bir araya getiren kapalıçarşılar ("tak'') ana çarşı sokakla­
dan Ebubekir Saad'ın mezarının yanında 1 560-1 563 arasında inşa edilen rının kesişme yerlerinde inşa edilirdi. Kapalıçarşıların düzenini ve görü­
yapılarla ortaya çıkmıştır. Anıtsal merkez üç kısımdan oluşur. Ortak bir nümünü her birinin somut gerekleri belirlerdi, ama ortadaki kubbeli
platform üstünde, birbirlerine paralel konumda olan ve taçkapıları güne- bölme hepsinin ortak özelliğiydi. Dükkanların ve atölyelerin yer aldığı

Karşı sayfada: Tak-ı Sarrafan


Buhara' da kapalı çarşı, 1 6. yüzyıl
Sarrafların toplandığı bu kapalıçarşı iki so­
kağın kavşağında kuruludur. Sekizgen ana
bölmesi, iki çift çapraz kemer üstünde du­
ran bir kubbeyle örtülüdür. 1 4. ya da 1 5.
yüzyılda ortaya çıkan bu yapı tipine Buha­
ra'da ilginç bir varyasyon katılmıştır. Çap­
raz kemerlerin dış tarafta gizlenmek yerine
bilinçli olarak bariz hale getirilmiş olması,
yapıya alışılmamış bir dış görünüm verir.

Solda: Tak-ı Zergeran


Buhara'da kapalıçarşı, 1 6. yüzyıl
Kuyumcuların toplandığı bu yapı, kent mer­
kezinde günümüze ulaşmış olan üç kapalı­
çarşıdan biridir. Sekizgen planlı ve kubbeli
büyük bir ana bölme ile dükkan ya da atöl­
ye işlevini görmek üzere bunun etrafında
düzenlenmiş olan kare planlı ve kubbeli çok
sayıda küçük odadan oluşur. Ana bölmenin
nişleri, galeriler ve eklentiler eskiden 30'u
aşkın kuyumcu dükkanını ve atölyesini ba­
rındırırdı. Sekiz çapraz kemerden ve bir
bingi sisteminden oluşan merkezi kubbe,
;
kenarlarında sivri uçlu kemerler bulunan
..� d-- bodur bir kaide üstünde durur.

440 O RTA ASYA


kubbeli ve tonozlu odalar, sokakların arasında bir, iki ya da üç sıra ha­ hücrelerin bulunduğu galerilerle çevrilidir. Kemerli girişlerle birlikte, içe­
linde düzenlenirdi. Buhara'da günümüze ulaşmış kapalıçarşılar hala öz­ rideki açık galeriler ve nişler pitoresk bir daire sistemi yaratır. Abdullah
gün adlarını taşırlar. En küçükleri olan Tak-ı Sarrafan'ın dört girişli ve Han Timi hiç kuşkusuz dönemin ayırıcı özelliklerini yansıtan mükemmel
dört nişli sekizgen ana bölmesi, örtüşen iki çift masif kemerin ayakta tut­ bir yapıdır; dönem açısından mutat bir bezeme olan çokrenkli duvar
tuğu bir kubbeyle örtülüdür. Bu çatkı dış mimariye de yansır ve çok kaplamalarından yoksun oluşu bile bunu değiştirmez.
uzaktan görülebilen yapıya nadir ve alışılmamış bir görünüm verir. Da­
ha kuzeyde, üç sokağın buluştuğu bir noktada kurulu olan Tak-ı Tilpak
Semerkand
Füruşan, buna uygun olarak altıgen yapılıdır. Ana bölme kubbeli hücre­
lerden ve üç kenarlı odalardan oluşan galerilerle çevrilidir. Kubbesini al­ Semerkand 17. yüzyılda önemli yapıların inşasına sahne oldu. Registan
tı ağır sütun taşır; bunların arasında ve eksenler üstünde yer alan kemer­ Meydanı, Timurlu döneminden kalma hasarlı ve harap yapıların yerini
li pencereler gün ışığının içeriye girmesini sağlar. Eski kentin alan yeni anıtsal yapılarla kesin görünümüne kavuştu. Güneye doğru
merkezinde iki sokağın kavşağına inşa edilen Tak-ı Zergeran'ın bir kare enlemesine açılan "kese" biçimi de aynı dönemde ortaya çıktı. Meyda­
zemin planı vardır. Eskiden ana bölmesinin nişlerinde, galerilerinde ve nın doğu kenarında, 1 5 . yüzyıldan sağlam olarak kalmış Uluğ Bey Med­
eklentilerinde toplam 30'u aşkın mücevherat dükkanını ve atölyesini ba­ resesi'nin karşısına "köş " şemasına uygun olarak devasa Şir Dar Medre­
rındırırdı. Bu "tak 'ların içindeki kubbeli ve tonozlu labirentler kadar, sesi kuruldu . İnşası 1 6 19- 1 635/36 arasında tamamlanan yapının adı,
büyük merkezi kubbe etrafında çapraşık bir düzenlemeyle kümelenmiş alınlıklarında resmedilen aslanlardan gelir. Girişimin öncüsü Yelengtuş
küçük kubbelerin dış görünüşü de çarpıcıdır. adlı kent emirinin niyeti, karşıdaki ünlü Uluğ Bey Medresesi'ni tamam­
Çarşılar arasındaki sokaklar bile bir zamanlar tonozluydu . Bunlar ka­ layan ve medresenin aynadaki görüntüsünü yansıtacak yeni bir medre­
baca geçit anlamına gelen bir adla "tim " olarak anılırdı. İpek ticareti için se yaratmaktı.
1 577'de inşa edilen Abdullah Han Timi, biçim ve işlev açısından kapalı­ Medresenin ana cephesine dışarıya çıkık, kocaman bir taçkapı ege­
çarşılara benzer. Sokağa bakan cephesinde dışarıya çıkık üç taçkapı yer mendir; sivri kemerli büyük giriş nişini halatımsı çini örgülerden oluşan
alır ve neredeyse kare bir zemin planına dayanır. Yapının merkezinde büklümlü şeritler çevreler. Yapının bütün dış yüzeylerini çini mozaikler
ve orta taçkapı ekseninde, geniş çifte payandalar sekizgen tabanlı büyük ve çini desenler kaplar. Çini mozaiklerle hayvan tasvirlerinin işlendiği
bir bölme oluşturur. Payandaların taşıdığı sekiz çapraz kemer üstünde muazzam taçkapıyla karşılaştırıldığında, ana cephenin iki katlı kanatları
kubbe durur. Bu yüksek kubbeli bölme, değişen büyüklükte kubbeli oldukça küçük görünür. Bu kanatların yanındaki köşelerde zarif orantı-

ŞEYBANİLER VE HANLIKLARIN M İMARİ S İ 441


Sağda: Semerkand'daki Registan Meydanı
Geçmişte bir pazaryeri olarak kullanılan Registan, merkezi konu­
mundan dolayı zamanla kentin ana meydanı haline geldi ve 1 5. yüz­
yılda resmi bir işlev üstlendi. Bu dönemde Uluğ Bey üç medresenin
en büyüğünü (solda) ve karşısına büyük bir hankah inşa ettirdi. Se­
merkand'ın Em iri Yelengtuş 1 7. yüzyılda harap durumdaki han kahı
yıktırdı ve yerine Uluğ Bey Medresesi'nin ayna görüntüsü olması ve
hatta onu aşması öngörülen Şir Dar Medresesi'ni (sağda) yaptırdı.
On yıl sonra da meydanın ucundaki büyük kervansaray bir medre­
seye (ortada, arkada) dönüştürüldü ve Ti ile Kari olarak adlandırıldı.

Şir Dar Medresesi'nin taçkapı alınlıkları Semerkand'daki Şir Dar Medresesi'nin


Bu taçkapı alınlıklarında figüratif sanatın (İs­ avlusu, 1 6 1 9- 1 635/36
lam açısından) nadir bir örneği görülür. Bu Medresenin avlu cepheleri talebe hücreleri­
tasvirde (aslandan çok kaplanı andıran) yır­ ne girişlerin yer aldığı tonozlu nişler şeklin­
tıcı hayvanlar küçük bir geyiği kovalarken, deki iki katlı galerilerden oluşur. Galeriler
arka planda insan suretinde bir güneş doğar. tonozlu, eksensel eyvanlarla kesintiye uğrar.

lı birer minare yükselir. Tıpkı karşıdaki Uluğ Bey Medresesi'nin minare­


leri gibi, bunların da mukarnas çelenklerinden oluşan saçaklık silmeleri
ve sırlı tuğla halindeki yüzeyi baştan başa kaplayan büyük ölçekli ge­
ometrik desenlere dayalı bezemeleri vardır. Taçkapısının sağında ve so­
lunda kalan iki bölmesiyle ve avlunun dört tane eksensel eyvanla kesin­
tiye uğrayan açık galerilerinin iki katlı revak yapısıyla, yeni medresenin
ilhamını komşusundan aldığı açıktır. Alışılmış tarzda, göz alıcı alınlıkla­
rın üstüne bezeme amaçlı dış kubbeler oturtulmuştur. Yapının boyutları
çarpıcıdır; ama aşırı zorlamaya dayanan çokrenkli bezemeleri açısından
bakılınca, modelinin kusursuz klasik uyumundan yoksun gibidir. Mimar­
lık tarihinde çoğu kez görüldüğü üzere, öncelini aşmaya ya da sırf onun la desteklenen kubbeler örter. Maksurenin iç kubbesinin üstündeki ola­
düzeyine ulaşmaya yönelik bu girişim de başarısızlığa uğramıştı. Meyda­ ğandışı ölçüde hantal görünüşlü dış alınlık 300 yıl boyunca dış kubbe­
nı kuzeyden kapatan Tille Kari Medresesi'nin inşa çalışmaları 1 646'dan siz olarak kaldı ve bu ancak birkaç yıl önce kuruldu. Taçkapı nişinin
1 660'a kadar sürdü ve sonuçta tamamlanamadı. Bu büyük yapıda med­ çokgen pervazında ve ana cephenin köşelerindeki alçak minarelerde
rese ve Semerkand'ın cuma camisi olarak iki işlevin birleştirilmesi, ola­ Buhara etkisi göze çarpar. Cepheyi baştan başa kaplayan bezeme düze­
ğandışı tasarımını açıklar. Taçkapının iki yanındaki alışılmış kubbeli ni, tıpkı Şir Dar Medresesi'nde olduğu gibi sırlı tuğlalardan, çinili pano­
mescit ve divanhane bölmeleri, ayrıca normalde ana cephenin ardında, lardan ve çini mozaiklerinden oluşur; ama Şir Dar'la bile karşılaştırıldı­
bunların yukarısında yer alması gereken yüksek dış kubbeler yoktur. ğında, kalite açısından belirgin bir gerilemeyi yansıtır. Semerkand'daki
Avlunun bütün batı kenarını kaplayan cuma camisinin merkezini ek­ Registan Meydanı, görkemli genel orantılarına bağlı kalan yapılarıyla,
sensel nişli ve kubbeli bir namaz bölmesi oluşturur. Bu bölmeyle bağ­ eksiksiz ve kendine yeterli mimari tümel kümenin nadir bir örneğidir.
lantılı olan üç geçitli bölmeler şeklindeki iki kanadı, sekizgen sütunlar- Güneye açılan muazzam bir sahneyi andıran görüntüsüyle, klasik antik

442 O RTA ASYA


çağın form anlayışına öz bakımından olmasa bile, biçim bakımından
denk düşer.
Semerkand'ın güneybatı kesiminde, ünlü tasavvuf şeyhi Hoca Ah­
rar'ın türbesinin yanı başında 17. yüzyılda inşa edilmiş bir yapı toplulu­
ğu yer alır. Bu kompleksten günümüze ulaşmış kısımlar mescidi tam ola­
rak Mekke'ye doğru bakan bir medrese, mozaik bir mihrabı bulunan
açık galeri tipinde bir yazlık mescit ve sonraki tarihlerde eklenmiş bir­
kaç yapıdır. Buhara'da sonradan adı verilen medreseyi ve hankahı yap­
tırmış Nadir Divan Begi tarafından kurulduğu söylenen medrese, basit­
leştirilmiş bir plana dayanır. Giriş taçkapısının sağında ve solunda
kubbeli bölmeler yoktur. Avlusunun çapraz ekseninin uçları taçkapılar­
la öne çıkarılmıştır. Ortasında çokgen bir havuz bulunan asimetrik avlu­
nun batı kenarında bir yazlık mescit vardır. Medresenin uzun ekseni bo­
yunca uzanan kışlık mescit, iki yan geçitli ve kubbeli bir namaz
bölmesinden oluşur; bunların taçkapı nişleri avluya açılır. Yakın zama­
na kadar harap durumda olan yapıda, avlu cephesinin süslü duvar kap­
lamalarıyla örtülmesini de kapsayan tam bir restorasyon çalışması yürü­
tülmüştür. Mescidin medreseden daha eski olduğunu gösteren çeşitli
işaretler vardır; ama yapının her iki kısmındaki bezemelerin, sarı ve ye­ Üstte: Tille Kari Medresesi'nin ana Altta: Caminin kubbeli orta bölmesi
cephesinin sol kanadı, Semerkand, Tille Kari Medresesi, Semerkand
şil tonlarının ağırlıkta olduğu renk düzeninin 17. yüzyıla ait olduğuna
1 646- 1 660 Medresenin batı kenarının tamamını büyük
hiç kuşku yoktur. Kolonlarla desteklenmiş bir açık galeri şeklinde olan Medresenin gerek avlu cepheleri, gerekse Re­ bir cuma camisi kaplar. Caminin yüksek kub­
ve arka duvarının ortasında mozaik bir mihrap bulunan yazlık mescit de gistan Meydanı'na bakan cepheleri açık galeri beli orta bölmesinin derin mihrabı mavi ze­
bu dönemden kalmadır. Dış avlunun güney kenarında çarpıcı desen iş­ tarzında nişlerin bulunduğu iki katlı revaklar min üstüne yaldızlı kabartmalar işlemeye da­
biçimindedir. Alt kat talebe hücrelerine giriş­ yanan "künde/" tekniğiyle enfes biçimde
lemeleriyle ve hat sanatı süsleriyle bezenmiş mermer dikilitaşların bu­ leri barındırırken, üst kat bu hücrelerin bal­ bezenmiştir.
lunduğu eski bir kabristan yer alır. konlarını oluşturur.
H ive
Hive'deki Muhammed Rahim Han mıştır. Bu medresenin en olağandışı özellik­
Ortaçağ sonlarında Harezm bölgesinin başkenti olan Hive, yüzyılları Medresesi, 1 87 1 lerinden biri, ana cephenin önündeki dış av­
Bu yapı geleneksel yerel tipteki medresele­ ludur; çarşı geçitleri gibi eyvanların yer aldı­
kapsayan bir geçmişe dayanır. Bununla birlikte, günümüze ulaşmış en
rin en büyüklerinden biridir. Ana cephenin ğı tek katlı ve kubbeli yapılar bu avluya doğru
eski yapılar 14. yüzyıldan kalmadır. Bu çekici kente karakteristik orta­ tasarımında, boyalı çini kaplamaların yanı sı­ açılır.
çağ görünümünü veren birçok anıtsal yapı, aslında 18. ve 19. yüzyıllar­ ra, oymalı ve sırlı dikey eklentilerin yerleşti­
da, yani bir ekonomik ve siyasal gerileme döneminden sonra Hive'nin rildiği çifte tuğla örgüsü gibi Moğol öncesi
bezemeleri andıran eski teknikler kullanıl-
bir kez daha küllerinden doğmasıyla ve tekrar güç kazanmasıyla birlik­
te inşa edildi.
Bu geç Rönesans atılımının sonucunda kent merkezinde çok sayıda ve Selçuklu yapılarının ayırıcı özelliği olan dikey bezeme girintili çifte
görkemli yapıdan oluşan benzersiz bir tümel küme ortaya çıktı. İç Kale tuğla örgülerin yeniden hayat bulduğu örneklere rastlanır. Bu garip ta­
olarak bilinen bu dikdörtgen planlı alan, surla çevrilidir ve eksensel dü­ rihselcilik belki de Hive hanlığının siyasal olduğu kadar kültürel bakım­
zende kesişen iki sokakla bölümlere ayrılmıştır. Kentin en önemli yapı­ dan da bu devletlerin meşru ardılı olduğunu vurgulamaya dönüktü. Bir
ları doğu ve batı kapılarını birleştirerek yatay ekseni oluşturan sokakta başka ayrı özellik, bütün Orta Asya'da ünlü olan Hive ahşap oymacılı­
ve çevresinde yer alır. Örneğin, burada birbirine yakın medreseler ve ğıdır. Oymalı ahşap kapılar ve kaide ile gövde arasında karakteristik dar
yerel tasarıma özgü minareler görülür. Bu minarelerin, çini şeridi halka­ boyunların yer aldığı narin ahşap kolonlar, hem kamusal yapıları hem
larıyla sarılı gövdeleri yukarıya doğru belirgin biçimde incelir ve alışıla­ de tam donanımlı özel konutları süsler. Bu evlerin kuzeye bakan yük­
gelmiş "boyun" kısmının yer almadığı küçük fanuslarla son bulur. Orta sek eyvanları tek kolonludur.
Asya'da birçok anıtsal yapının bu kadar birbirine yakın durduğu başka Harezmşah ve tasavvuf mimarisinde ( 1 2 .-14. yüzyıllar) görülen, ama
hiçbir yer yoktur. başka yerlerde rastlanmayan ve yumuşak bir eğimle yukarıya doğru da­
Hive'nin çok sayıdaki medreseleri ve çeşitli türbeleri eski modelle­ ralan taçkapı tasarımı Hive'de korunmuştur. Hive'nin taçkapılarındaki
re dayanır. Orta Asya'nın diğer kültür merkezlerinden kopukluk, eski kemerli nişler girintili dikdörtgen çerçeveler içindedir; Buhara ve Semer­
inşa tekniklerinin ve biçimlerinin korunması sonucunu doğurmuştur. kand taçkapılarına özgü tarzda üst üste oturtulmuş kemerli panolardan
Hive mimarisinin özgün yerel karakteri en başta bezeme düzeninde, oluşmuş çerçeveler yoktur. Genel olarak bakıldığında, Hive medresele­
özellikle de ağırlıklı olarak bitki desenlerinin yer aldığı sırlı panolu du­ rinin mimarisinde belli bir ağırbaşlılık ve sınanmış tekniklerin basmaka­
var kaplamalarında görülür. Koyu mavi, beyaz ve siyah renk şeması, yü­ lıp uygulanışı saptanabilir; ama ticari yapılarda, kapalıçarşılarda, saray­
zeylere tamamen örtülü bir metalik görünüm verir. Ayrıca, Moğol önce­ larda ve özel konutlarda aynı durum söz konusu değildir.
si dönemden taşınan ve 14. yüzyıldan sonra diğer kültür merkezlerinde Bilinmeyen sebeplerden dolayı, Hive'nin yapı ustaları örtüşen çifte
neredeyse unutulmuş başka bezeme tekniklerinin, sözgelimi Karahanlı kemerleri, 1 4 . yüzyıldan beri uygulanan bir teknoloji olmasına rağmen,

444 O RTA ASYA


kubbe destekleyici yapılar olarak kullanmamışlardır. Bu kentte kubbe­ ve yapılarının farklı inşa tarihlerine rağmen bir üslup bütünlüğü taşıyan
ler köşe kemerleri bulunan geleneksel sekizgen kaideler üstünde durur; külliyenin insanda bıraktığı genel etki ağırbaşlılıktır.
kubbelerin uç noktalarına bazen fanusların yerleştirildiği görülür. Çabuk bir geçişle daralan sokağın sağ tarafında narin taçkapısıyla ve
İç Kale'ye batı kapısından giren bir ziyaretçi, Hive hanlarının Kuri­ sırsız pişmiş topraktan kabartmalı duvar kaplamalarıyla Kutluğ Murad
niş Han Sarayı'nı içinde barındıran eski hisarın (Kuna Ark) sıkıştırılmış İnak Medresesi (inşa başlangıcı 1 9 . yüzyıl), sol tarafında ise Hive hanla­
çamurdan yüksek duvarlarını ve solda kalan cephanelik ile darphaneyi rının ikametgahı olan büyük Taş Avlu Sarayı ( 1 830-1 838) uzanır. Kule­
hemen görür. Sağ tarafta Hive'nin en büyük medresesi olan iki katlı Mu­ lerle tahkim edilmiş, yüksek duvarlarla çevrili olan geniş saray komp­
hammed Emin Han Medresesi (1852-1855) yer alır. Medrese girişinin so­ leksi, her biri kendi avlusu etrafında düzenlenmiş olan ve resmi ya da
lundaki geniş mekanlı mescidi sağdaki mütevazı bir dershane dengeler. özel nitelikte, açık seçik tanımlanmış özgül işlev taşıyan birkaç kısım ha­
İkamet hücrelerinin sayısının işaret ettiği talebe mevcudu bu dershane­ lindedir. Meskenlerin yer aldığı kuzey yarı, resmi güney yarıdan bir deh­
ye herhalde zar zor sığmış olmalıdır. Hive'nin diğer medreselerinde ol­ lizle ayrılır. Çok narin, oymalı kolonlarla desteklenmiş yüksek bir açık
duğu gibi, avlunun çapraz ekseninde dershane olarak kullanılabilecek galeri aracılığıyla bir avluya açılan, tekörnek biçimli iki ya da dört oda­
eyvanlar yoktur. Medresenin kuzeydoğu köşesinde, yarıya kadar bile ta­ lı kümelerden oluşur. Oldukça ağırbaşlı bu düzen, küçük bitişik odala­
mamlanmamış olan muazzam Kalta Minare (1855) yükselir. Sokakta yü­ rın ve büyük divanhanelerin küçük iç avlular etrafında pitoresk bir gö­
rümeye devam edince, sağdaki küçük bir meydanın biraz ilerisinde, rünümle kümeleştiği resmi güney yarıyla belirgin bir tezat oluşturur.
cephesine bir minare dikilmiş olan epeyce büyük cuma camisi (1789) Güney yarıdaki yapılar arasında açık galerilerle kuzeye doğru açılan
görülebilir. Caminin muazzam namaz bölmesi 191 ahşap kolonun taşı­ taht odaları yer alır. Bunların duvarları çini kaplamalarla araya oymalı,
dığı düz bir çatıyla örtülüdür. Kolonların birçoğu başka yapılardan alı­ yeşil süslerin serpiştirildiği perdahlı çifte tuğla örgüleriyle bezelidir. Av­
nıp ikinci sefer kullanıldığı için çok eskidir. Bölmeyi sekizgen biçimli iki lularda geçmişte şehirli yaşam tarzına alışkın olmayan göçebe konuklar
hava bacası aydınlatır. Dışarıdan bakılınca, cami kapalı, penceresiz bir için "yurt" denen yuvarlak çadırların kurulduğu yuvarlak sekiler vardır.
yekpare blok gibi görünür; oysa içeride sonu gelmez kolon sıraları uç­ Sarayın her iki kısmının avlu duvarları boyunca akrabaların ve hizmet­
suz bucaksız bir mekan izlenimini uyandırır. karların kaldığı daireler sıralanır.
Eski bir mezarlığın defin bölmeleriyle çevrili olan caminin güneyin­ Saray duvarları ile Kutluğ Murad İnak Medresesi arasındaki dar so­
de, Hive'nin en önemli ziyaretgahı, 1 3 . yüzyıl sonlarında ve 14. yüzyıl kak, İç Kale'nin doğu kapısında iç içe bir küme halindeki Pehlivan Dar­
başlarında yaşamış efsanevi bir şair ve savaşçı olan Pehlivan Mah­ vese yapı topluluğuna doğru yönelir. Batı girişinde dükkanların ve kü­
mud'un türbe külliyesi yer alır. Kubbeli büyük bir hankahı barındıran çük bir hamamın yer aldığı çok-kubbeli bir galeriden oluşan şimdiki

Taçkapı nişinin arka duvarındaki çini Hive'deki Taş Avlu Sarayı'na ait Hive Cuma Camisi'nin içi, 1 789 niklerden anlaşıldığı kadarıyla, bunlar çoğun­
pervazdan detay, Necmeddin Kübra oymalı ahşap kolon, 1 830- 1 832 Hive Cuma Camisi'nin devasa namaz bölme­ lukla 1 4.- 1 5. yüzyıllardan kalmadı r ve hatta
Türbesi, Köhne Ürgenç, 1 32 1 - 1 333 Hive her zaman mimari ahşap oymacılığıyla si çok-ayaklıdır; 1 7 kolonlu 1 3 sıra halindeki aralarında geçmişi 1 0.- 1 1 . yüzyıllara inenler
Bu oymalı seramik çini, türbenin girişini güzel bir tanınmıştır. En iyi örnekler ise kolonlarda ve payandaların taşıdığı çatıdaki iki açıklık içeri­ de vardır. Orta Asya'da bu tipte çok-ayaklı
görüntüyle çevreleyen dikdörtgen biçimli ve ya­ kapılarda görülür; bunların oymaları çoğu yi aydı nlatır. Kolonların birçoğu yıkılan eski camiler son derece nadirdir ve böyle boyut­
zıtlı pervazın alt kısmının bir parçasıdır. kez son derece girişik desenlidir ve ustalıkla yapılardan alınmıştır ve camiden daha eski­ larda başka bir ·örnek yoktur.
işlenmiştir. dir. Bezeme üsluplarından ve uygulanan tek-

ŞEYBANİLER VE HANLIKLARIN MİMARİSİ 445


Karşı sayfa: Hive'deki Pehlivan Mahmud yapının çevrelediği, kare planlı ve kubbeli bir
Türbesi bölmeden oluşur. Dış cephe açısından, avluya
Şair ve savaşçı Pehlivan Mahmud'un türbe kül­ bakan taçkapısıyla ve yüksek, mavi kubbesiyle
liyesinin inşası 1 4. yüzyıldan 20. yüzyıl başları­ dikkat çekicidir. Türbenin kubbe de dahil ta­
na kadar sürdü. Resimde görülen ana yapı, ya­ mamen çinilerle kaplı iç mekanı da son derece
ni türbe çeşitli dönemlerde eklenmiş bir dizi etkileyicidir.

Hive'deki Allah Kuli Han Medresesi cephesi ortadaki büyük bir taçkapıdan ve kö­ Hive'deki Taş Avlu Sarayı'nın harem yüzeyleri arkaik, "Moğol öncesi" tasarımla
1 834/35 şe kuleleri minare işlevini gören iki katlı ke­ avlusu, 1 830- 1 838 kabartmalı şeritlerle bezenmiştir; bu şeritler
Bu büyük medreseyi inşa etmek için, doğu su­ merli açık galeriler şeklindeki kanatlardan Dikey uç duvarlarının ve kare tabanlı, örtülü araya oymalı, mavi küçük "kavis"lerin kon­
runun bir kısmını yıkmak gerekmişti. Ayrıca, oluşur. Bu medresede ana ve yan cephelerin, eyvanların dönüşümlü sıralandığı iç cepheler, duğu perdahlı çifte tuğla örgülerinden olu­
1 688' den kalma eski bir küçük medrese de hatta arka cephenin çinilerle zengin biçimde biraz tiyatro sahnesini andırsa bile çarpıcı bir şur.
büyük ölçüde yıkılarak, yeni yapının ana cep­ bezenmiş olması, Hive'deki mimari açısından etki yaratmaya yöneliktir. Eyvanlar arasında
hesi önünde bir tür rampaya dönüştürülmüş­ benzersiz bir durumdur. kalan uç duvarlarının ayrı küçük girişleri ve
tü. Geleneksel düzene göre, bir medresenin yukarıda da kemerli pencereleri vardır. Düz

kapı konağı 1 9 . yüzyıl başlarında eski yapıların üzerinde inşa edilmiştir. pısı biçimindedir; kapıların köşe kuleleri figüratif şeritlerle bezenmiştir.
Surdan dışarıya doğru çıkıntılıdır; doğu taçkapısının çifte tuğla örgüle­ Bu "tim ", yani çarşı geçidi, tesadüf eseri başka iki büyük yapı arasında
riyle ve oymalı, yeşil bezeme girintileriyle kaplanmış köşeli kuleleri var­ sıkıştığı için, dışarıdan güçlükle seçilir; kubbeli galerilerinin ve saf be­
dır. Kuzey kenarında, kubbeli galerinin bitişiğinde 1882/83'te inşa edil­ yaz alçı sıvayla kaplı yüksek bölmelerinin görkemli havası ancak içeri­
miş Allah Kuli Han Medresesi yer alır. Bu yapı Kutluğ Murad İnak ye girildiğinde anlaşılır.
Medresesi'yle bir "köş" düzeni oluşturur; yani bir meydanın iki yanında­ Daha kuzeyde, İç Kale'nin doğu kapısını çevreleyen yapı topluluğu­
ki yapıların taçkapıları birbirine bakar. Allah Kuli Han'ın ortadaki yük­ nun hemen ötesinde Allah Kuli Han Kervansarayı (1832/33) vardır. Bu
sek bir taçkapıya ve açık galeriye benzer revaklı simetrik kanatlara da­ büyük yapıya ancak komşu "tim "in altıgen tabanlı bölmesinden girile­
yanan geleneksel tarzdaki cephesinin önünde, eski Hurcum bilir; aynı eksen üstünde yer almaları, iki ticari yapının bütünlüğünü
Medresesi'nin (1 688) kalıntıları görülebilir. Allah Kuli Han'ın inşası sıra­ vurgular. Kervansarayın avlusu iki kat halinde düzenlenmiş bir dizi
sında, bu eski yapı iki yarıya ayrılmış, kısmen toprakla örtülmüş ve ça­ odayla çevrilidir. Eskiden mallar alt katta depo edilir ve tacirler de üst
tısı yeni taçkapı için kaide işlevini görecek şekilde yeniden düzenlen­ kattaki odalarda kalırdı. Ancak, "tim ''in inşası sırasında, güney kenarın­
miştir. Allah Kuli Han Medresesi'nin çok çekici bir görünüm arz etmesi, daki üst kat odaları yıkılmış ve "tim 'in kubbesi kervansaray duvarına
ana cephesinin ve avlu cephelerinin bezeme düzeninden kaynaklanır. yaslanmıştır. Önceki işlevlerini koruyan alt kat bölmeleri şimdi "tim ''in
Bu düzene koyu mavi, beyaz ve açık mavi tonlarıyla ve desenlerinin si­ bir parçasıdır. Tamamen işlevsel olan kervansarayda iç bezemeler yok­
yah konturlarıyla "Harezmi" çini kaplamaları egemendir. tur.
Medresenin hemen kuzeyinde Allah Kuli Han Timi (1835-1838) ya Orta Asya mimarisinin gerilediği genel ortam içinde, Hive'nin 18.-
da Saray Çarşısı olarak bilinen uzun, anıtsal çarşı yer alır. Çarşının orta­ 19. yüzyıllardaki mimarisi klasik geleneklere başvurması açısından öz­
sında altıgen tabanlı ve kubbeli bir bölme vardır; ayrıca bir dizi ağır sü­ gün bir yer tutar. Her ne kadar yüzü geçmişe dönük olsa da, görece öz­
tun boyunca iki sıra halinde kubbeyle örtülü hücreler uzanır. İç Kale'ye gün bir anıtsal inşa ekolünü sürdüren tek mimari budur. Dayandığı
geniş bir girişle bağlanan bir başka geniş yapı surun batı kenarındadır. mimari işlemlerle 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllar önemli Harezmi yapılarına bağ­
Hiçbir bezeme taşımamasına karşın, mimari formlarının uyumuyla, ke­ lanır. Çini bezemeleri güzel ve alışılmamış tarzdadır. Hive'nin geç
merli kubbe yapılarıyla, çatkısının dikkat çekici üçboyutluluğuyla ve dönemdeki ahşap oymacılığı da süsleme motiflerinin zengin çeşitliliği
dengeli orantılarıyla etkileyicidir. Her iki uç duvarının dış kısmı kent ka- açısından benzersizdir.

446 O RTA ASYA


Mimari B ezeme Olarak Çini
Sheila B/air, jonathan B/oom

Renkli bezeme ağıyla sarmalanmış yapılar İslam sa­ hüküm süren Nasrilerin ( 1 230- 1 492) yönetimi al­
natının en ayırıcı özelliklerinden biridir ve yüzyıl­ tında doruğuna ulaştı. Bu dönemde ustalar medre­
lar boyunca sırlı seramik çiniler renk efektlerine se ve saray gibi yapılarda duvarların alt kesimleri­
ulaşmanın en gözde araçlarından biri olmuştur. ni, kesintisiz bir yüzey halinde yan yana döşenmiş
Doğu İslam dünyasında iç ve dış duvarları, tonoz­ renkli çini parçalarından oluşan girişik şerit örgü­
ları ve kubbeleri bezemek için geometrik bitkisel lü desenlerle kaplamaya yöneldi. Kompozisyonlar
ve epigrafık motifler halinde düzenlenmiş çiniler ağırlıklı olarak yeşil, açık kahverengi ve beyazdı;
kullanılırdı; Batı İslam dünyasında ise geometrik daha az miktarda sarı, mavi ve siyah da katılırdı.
motifler ağır basardı ve çiniler daha çok duvarla­ Sırlı yüzeyi kazıyarak sırsız çini gövdesine siyah
rın alt kesimlerini ve döşemeleri bezemek için kul­ harfleri işlemeye dayanan epigrafık çini frizler, ço­
lanılirdı. ğu kez duvarların geometrik çini desenlerle kaplı
Figürlü panolar halinde düzenlenmiş sırlı tuğ­ alt kesimlerini, oyma alçı sıvalı bitkisel desenlerle
lalar Asur, Babil ve Ahameniş mimarilerinde kulla­ kaplı üst kesimlerinden ayırmak ve farklılaştırmak
nılmıştı. Ama Emevi yapı ustalarının duvarları be­ için kullanılırdı. Çininin kullanıldığı diğer yüzeyler
zemede Bizans'ın renkli cam mozaik tekniğini yeğ arasında payandalar ve kolonlar ile kemerlerin üç­
tutmaya devam etmesi nedeniyle, İslam mimarisin­ gen dolguları sayılabilir; buralarda çoğu kez bitki­
de duvar çinilerinin kullanılması ancak 9. yüzyılda sel bezemelere rastlanır.
başladı. Abbasi döneminde çininin gelişimi çöm­ Doğu İslam dünyasında çini kullanımı 1 1 . yüz­
lekçilerin bir dizi parlak renkli sır yaratmasına bağ­ yıldan itibaren farklı bir gelişim çizgisi izledi. Usta­
lı olarak seramik üretiminin serpilişiyle kol kola lar yapılarında yüzey dokusu yaratmak üzere, tuğ­
ilerledi. la desenlerinden ve alçı sıvadan yararlandıktan
İlk İslam çinileri çokrenkli perdahlı sırüstü bo­ sonra, tipik sarımtırak bej renkli tuğla duvarlara
Sefirler Salonu'ndaki süpürgelik frizi, Elhamra,
yamalı çinilerdi; bu teknikte desenler çeşitli meta­ G ranada, 1 4. yüzyıl güçlü renk ve keskin kontrast katmak üzere sırlı
lik oksitlerle sırlı yüzeye boyanır ve ardından arı­ unsurlarla temkinli denemelere giriştiler. İlk başta,
tıcı (düşük oksijenli) bir fırında ısıtılırdı. lrak'taki bu unsurlar küçük tuğla uç tıkaçlarından veya tur­
Kayrevan Cami-i Kebir'inin mihrabındaki perdahlı
Abbasi başkenti Samarra'da yürütülen kazılarda çini bezemeler, 862 kuaz mavisiyle sırlanmış kalıplı çinilerden ibaretti;
çokrenkli perdahlı çinilere ait birkaç parçanın bu­ ama zamanla beyaz ve koyu (kobalt) mavi gibi baş­
lunmasına karşın, günümüze eski haliyle ulaşmış ka renkler kullanıldı ve daha geniş yüzeyler çiniyle
olan bu tarzdaki tek çini grubu Tunus'taki Kayre­ kaplandı. Birçok İran minaresi, sözgelimi Sin'deki
van Cami-i Kebir'inin mihrabına 862 dolaylarında 1 1 29 tarihli ve Nigar'da 1 3. yüzyıl başlarında diki­
yerleştirilenlerdir. Çeşitli yeşil, kahverengi ve sarı len minareler, metnin öne çıkmasını sağlayan ve
perdah tonlarıyla bezeli bu çiniler muhtemelen okunaklılığını artıran çinili yazıt şeritleriyle çepe­
lrak'tan getirtilmişti ve herhalde son derece paha­ çevre sarıldı.
lı olmalıydı; çünkü caminin bezeme ustaları bir yü­ Çini kullanımındaki diğer yaklaşımlar, yapıların
zeyi tamamen kaplamaya yönelik düzenleriyle korunaklı iç mekanlarına yönelikti. İranlı çömlek­
bunları yan yana yerleştirmek yerine, kaplanan yü­ çiler daha 1 2. yüzyılda, camsı hamur ya da taş ma­
zeyi iki katına çıkarmayı sağlayacak bir şablona gö­ cunu seramik gövdeden ince kaplar yapma ve bun­
re düzenlemişti. ları mine ya da perdah boyama gibi çeşitli sırüstü
Çinileri geometrik desenler halinde düzenle­ tekniklerle bezeme sanatını yetkinliğe kavuştur­
me tekniği, yani yaygın olarak bilinen adıyla çini muşlardı. Orta İran'daki Kaşan kentinde 1 2. yüz­
mozaik tekniği 1 1 . yüzyıl sonlarına doğru Kuzey yıldan 1 4. yüzyıla kadar aralıksız üretilen metal sır­
Afrika'da gelişti. Bunu o dönemden kalma çeşitli lı seramik, malzemelerin ve her parça için gereken
sarayların zemin bezemelerinde görülen örnekler­ çifte fırınlamanın getirdiği ilave maliyetten dolayı,
den anlamaktayız. 1 2. yüzyılın ikinci yarısına doğ­ ortaçağ İran'ında kullanılan en pahalı seramik tek­
ru, Fas'ı ve Güney İspanya'yı yöneten Muvahhidle­ niklerinden biriydi. Bu teknik özellikle duvarların
rin himayesi altında inşa edilen çeşitli camilere alt bölümlerinde tekrenkli (genellikle turkuaz) çi­
bağlı minareleri bezemek için çini şeritleri ve pa­ niler halinde döşenen yıldız biçimli çiniler için ve
noları kullanılmaya başlandı. Batı İslam dünyasında uzun yazıt frizleri oluşturmak üzere bir araya ge­
çini mozaik kullanımı 1 4. yüzyılda Fas'ta hüküm sü­ tirilen kare ya da dikdörtgen levhalar için tercih
ren Merinilerin ( 1 1 96- 1 549) ve Güney İspanya'da edilirdi. Bununla birlikte, çömlekçiler en incelikli

448 MİMARİ B E Z EM E OLARAK Ç İ N İ


gayretlerini büyük mihrap bezeme kümelerine ve Çinideki her ayrı rengin ışıltılı yoğunluğundan
sandukaları örtmeye yönelik çok-bölmeli panola­ tam olarak yararlanmayı mümkün kılan bu zah­
ra hasrederlerdi. Günümüze ulaşan bu türden metli ve pahalı teknik, sanatçılara olağanüstü bir
çok-bölmeli kompozisyonların sayısı 30'un üzerin­ tasarım özgürlüğü sağladı. Tekniğin Selçuklu döne­
dedir. Çömlek ustası el-Hasan bin Arapşah'ın hic­ minde başlayan gelişimi 1 3. yüzyıldaki Moğol fetih­
ri takvime göre 623'te ( 1 226) yaptığı ve bir za­ leriyle geçici olarak kesintiye uğradı; ama 1 4. yüz­
manlar Kaşan'daki Meydan Camisi'nde bulunan yıl sonlarına doğru İranlı zanaatkarlar düz,
mihrap gibi en büyük örnekler, 2 metreden daha dışbükey ya da içbükey bir duvar yüzeyini beyaz,
yüksektir ve bir motifi oluşturmak için 40'ı aşkın açık ve koyu mavi, siyah, kırmızımsı sar;ı, yeşil ve
çini kullanılmıştır. Bu ışıltılı çini kümeleri, süsledik­ bizzat sırsız fırınlanmış çininin açık kahverengi to­
leri ortaçağ yapıları için ayrıca koruyucu niteliğin­ nu olmak üzere yedi parlak renge dayalı bir renk
deydi. paletinde işlenmiş çini parçalar mozaiğiyle tama­
Kendi başına donuk bir yüzeye canlılık katmak men kaplama tekniğini yetkinleştirdiler. Doğalcı
için dikdörtgen çinileri renkli frizler halinde dos­ ve bitkisel arabesklere ve yazıtlara başvurulmasıy­
doğru döşemek mümkündü; ama arabeskler, şerit la desenler gittikçe daha karmaşık hale geldi. Şim­
örgüler ya da yazıtlar gibi daha karmaşık desenle­ di Özbekistan'ın güney kesiminde kalan Şehr-i
ri yaratmak için, çömlekçilerin çini mozaik olarak Sebz'de Timur'un inşa ettirdiği Ak Saray'ın taçka­
bilinen teknikle küçük parçaları birbirine oturtma­ pısını bezeyen panolar, İran çini geleneğinin doruk
sı gerekirdi. Bu teknikte renkli büyük çinilerin bel­ noktası olarak görülebilir.
li biçimlerde kesilmesiyle elde edilen küçük parça­ Çini mozaik tekniğinin olağanüstü karmaşıklığı
lar önceden hazırlanmış bir kalıp üstünde yüzleri (ve yüksek maliyeti) sanatçıları benzer çokrenkli
aşağıya gelecek şekilde yerleştirilerek motif efektleri elde etmeyi sağlayacak daha hızlı ve daha
oluşturulur; bunlara bir alçı katmanının sürülme­ ucuz yöntemler geliştirmeye yöneltti. Yaygın yön­
siyle ortaya çıkan büyük levhalar daha sonra duva­ temlerden biri büyük çinileri farklı renkte 'sırlarla
ra tutturulur. boyamaya dayanan cuerda seca (İspanyolca'da "ku­
ru iplik") tekniğiydi. Fırınlama işlemi sırasında sır­
ların akmasını önlemek amacıyla, bunlar manga­ Kaşan'daki Meydan Camisi'nin mihrabındaki
nezle karıştırılmış bir yağlı maddeyle ayrılır ve perdahl ı bezemeler, al-Hasan bin Arapşah, 1 226,
Berlin, İslam Sanatı M üzesi
böylece fırınlamadan sonra renkler arasında mat
bir siyah çizgi ortaya çıkardı. İran' da he� reng ("ye­
di renk") olarak bilinen cuerda seca tekniği, çini
mozaiğe oranla çok daha hızlı ve ucuzdur; ama
hepsinin aynı sıcaklıkta fırınlanması nedeniyle
renkler aynı ölçüde parlak değildir. Bu kısıtlamala­
ra rağmen, elde edilen sonuçlar çoğu kez çarpıcı­
dır ve İran İslam mimarisinde görülen en unutul­
maz çini kümelerinden bazıları bu şekilde
yaratılmıştır.
Yüksek statü belirtisi olan çini mozaik tekniği,
lsfahan'daki Şeyh Lütfullah Camisi'ni örten enfes
kubbede görüldüğü gibi, saygın İran yapılarının
önemli kısımlarında 1 7. yüzyıla kadar kullanıldı;
ama daha az göze çarpan kısımlardaki geniş alanla­
rı çini mozaik için geliştirilmiş desenlerin taklit
edildiği cuerda seca çinileriyle kaplama yoluna gi­
dildi. Ne var ki, bu tip en özgün çinilerinden bazı­
ları camiler için değil, 1 7. yüzyılda lsfahan'ın İranlı
soylularına ait saraylar için yapılmıştı. Günümüze
kalan böyle birkaç çini takımı vardır. Bunların ço­
ğu özgün yerlerinden sökülmüştür ve şimdi Avru­
pa ve Amerika koleksiyonlarında saklanmaktadır.
Dikdörtgen panolar ya da kemerlerin yukarısında­
ki üçgen dolgular gibi belirli mimari alanlara uya-

Hizmetçi resimlerinin yer aldığı çini panolar Taht-ı Süleyman'daki saraya ait süsleme çinileri
İran, 1 7. yüzyılın ilk yarısı, Berlin, İslam Sanatı Müzesi İ ran, 1 3. ya da 1 4. y üzy ıl

MİMARİ B E ZEME O LARAK Ç İ N İ 449


Osmanlı İmparatorluğu'na ulaştı. 1. Mehmed'in
( 1 403- 1 42 1 ) Bursa'da inşa ettirdiği Yeşil Cami'de
namaz bölmesine yukarıdan bakan maksure bu tip
çinilerden oluşan zengin bezemeli panolarla kap­
lanmıştır. Caminin kalıpla işlenmiş yaldızlı desenler
taşıyan tek renkli altıgen çinilerle kaplı bir süpür­
geliği, ayrıca bir çini mozaik ve cuerda seca bileşi­
miyle bezenmiş 1 O metrelik gösterişli bir mihrabı
vardır. Bu olağanüstü tümel kümeye Tebriz'den
gelme çini yapımcıları gururla imza atmıştır; imza
ustaların İran kökenli olduklarına işaret eder.
Çokrenkli bir çini yüzeyi elde etmeye yönelik
bir başka yaklaşım, çömlekçilerin 1 2. yüzyıl sonla­
rından itibaren seramik kaplarda kullanmak üzere
geliştirdiği bir teknik olan sıraltı boyamaya başvur­
maktı. Bu teknik 1 3. ve 1 4. yüzyıllarda yaygın bi­
çimde benimsendi ve frizler halinde döşenen tekil
çinilerin yapımında kullanıldı. Timurlu hanedanı
yönetimindeki Orta Asya'da ara sıra kullanılmakla
birlikte, özellikle Osmanlı topraklarında rağbet
gördü. İlk girişimlerin bazılarında altıgen çinileri,
Çin mavi-beyaz porselenlerinin taklidine dayalı
kobalt mavisi desenlerle bezeme yoluna gidildi. Fa­
kat zamanla kare ya da dikdörtgen biçimli çiniler
yapıldı; turkuaz mavisi, yeşil, mor ve İznik kentiy­
le özdeşleşen özgün kırmızı tonların eklenmesiyle
renk paleti genişletildi.
Şimdiye kadar yapılmış belki de en büyük ve en
görkemli çiniler, günümüzde Topkapı Sarayı'ndaki
Sünnet Odası'nın duvarlarında duran 1 27 x 48 san­
timetre ebatlı beş büyük mavi-beyaz panodur.
Muhtemelen Kanuni Sultan Süleyman döneminin
( 1 520- 1 566) başlarındaki İstanbul'daki Osmanlı
hümayun atölyesinde yapılan bu olağanüstü çini­
lerde, Çin motifli yapraklar ve çiçekler arasında
kuşlar ve ejderhalar görülür. Parlak beyaz zemin
üstüne iki mavi tonuyla boyanan figürler, bütün çi­
ni yapım tekniklerindeki olağanüstü ustalığı yansı­
tır.
İstanbul ve Edirne' deki 1 6. yüzyıl selatin cami­
lerini bezemek üzere İznik'te üretilen çinilerin ço­
ğu daha küçüktü; ama aynı parlaklığı ve yoğunluğu
verecek şekilde fırınlanmıştı. Bunlar daha küçük
lsfahan'daki Şeyh Lütfullah Camisi, 1 603- 1 6 1 9 boyda birçok çiniden oluşan büyük kompozisyon­
lar halinde hazırlanırdı ve dönemin sofra takımla­
rında görülen renkler ve bezeme motifleri yelpa­
cak şekilde yapılmış olan bu takımların çoğunda erda seca ve bazen kutsal adları oluşturan örgülü zesi eksiksiz uygulanırdı. Ancak, padişahlarca
bahçe ortamındaki kadın ve erkek figürleri görü­ desenler yaratmak üzere dikdörtgen çini parçala­ ödenen ücretlerin sabit kalması yüzünden, zaman­
lür. Kompozisyonlar repertuar figürlerden, akse­ rının sırsız tuğlayla almaşık olarak sıralandığı ban­ la İznikli çini yapımcıları aynı kalitede eserler üre­
suarlardan ve manzara unsurlarından derlenmiş ve noi tekniklerinin nefis bir bileşimini sunar. Nere­ temez hale geldi.
altı renge (yeşil, açık ve koyu mavi, siyah, sarı ve deyse her dış yüzey bu tekniklerden birine göre Dahası, 1 6. yüzyıl sonları saraydan gelen sipa­
beyaz) boyanmıştır. kaplanmıştır ve tekil unsurların başlı başına pek rişlerin son bulması çini üretimi düzeyini büyük öl­
Semerkand'ın 1 7. yüzyıl zanaatkarları İran ve kusursuz olmamasına karşın, bütünsel efekt unu­ çüde düşürdü. Örneğin, 1 7. yüzyıl başlarında, İs­
Orta Asya'da önceki yüzyıllarda geliştirilmiş çeşit­ tulmazdır. tanbul' daki Sultan Ahmed Camisi'ni bezerken yeni
li çini tekniklerinden yararlanabilecek durumday­ Gezgin Orta Asya ya da İran zanaatkarları ara­ çinileri eski fiyatlardan tedarik etme veya mevcut
dı. Tille Kari Medresesi gibi yapılar çini mozaik, cu- cılığıyla cuerda seca tekniği 1 5. yüzyıl başlarında stoka başvurma yoluna gidildi. Caminin iç kısmın-

450 MİMARİ B E Z EME O LARAK Ç İ N İ


daki biraz aşırı süslü bezemelere geniş mavi çini
(ve boya) alanları egemendir; Batı dünyasında yay­
gın olarak kullanılan "Mavi Cami" adı da buradan
gelir.
Özellikle 1 6. yüzyıl ortalarının en zarif ürünle­
riyle karşılaştırılarak yakından incelendiği zaman,
çinilerden birçoğunun akan renkler ve donuk sır­
lar taşıdığı görülür. Camide kullanılan en iyi çiniler
aslında Topkapı Sarayı için l 570'1er ve l 580'1erde
yapılmış olan, ama sonradan burada değerlendiri­
len ürünlerdir. Osmanlılar çinili iç mekanlara dö­
nük zevklerini bütün imparatorluğa taşıdılar ve bü­
yük kompozisyonlar halinde bir araya getirilmiş
sıraltı boyamalı kare çiniler Doğu Akdeniz'den Tu­
nus, Cezayir ve Balkanlar'a kadar popüler hale gel­
di.
Örneğin, Mısır' da Memluk döneminden kalma
Aksungur Camisi ( 1 347), yeniçeri müstahfızı İbra­
him Ağa'nın l 652'de girişin yanına türbesini inşa
ettirdiği sırada yeniden bezendi. Artık çok köhne
görünüşü olması gereken çokrenkli mermer şerit­
Bursa'daki Yeşil Cami'nin çini mozaiklerle kaplı İstanbul'daki Rüstem Paşa Camisi'nin çini
lerinden oluşan geleneksel kaplamayı değiştirmek
mihrabı, 1 5. yüzyılın ilk yarısı bezemelerinden detay, 1 56 1
üzere, caminin kıble duvarına ve türbenin içine
mavi ve yeşil çinilerden oluşan büyük kompozis­
yonlar döşendi. Bu yapının da Batı dünyasında
"Mavi Cami" olarak anılmasının kaynağı bu çiniler­
dir.

Yukarıda:·şah-ı Zinde kabristanındaki Tuman Aka


Türbesi'nin bir kolonundan detay, Semerkand, 1 405

Sağda: Şeyh Lütfullah Camisi'nin taçkapısı


Isfahan, 1 603- 1 6 1 9

MİMARİ B E Z EM E OLARAK Ç İ N İ 45 1
int Alt-Kıtası: elhi
Sultanlığı'ndan
abürlü
m aratorluğu 'na
..

İslam yönetimindeki . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 454


H int alt-kıtasının tarihi

Büyük Babürlü hükümdarlar döneminin mimarisi . . 464


Ekber'in başkenti - Agra yakınındaki Fetihpur Sikri
Delhi yakınında Kırmızı Kale'li Şahcihanabad
Türbeler ve bahçeler
H ümayun ve Ekber'in mezarları
Tac Mahal

Hat sanatı ve resim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 484


Dokumalar ve metal işleri

Cennetin bir yansıması olarak bahçeler . . . . . . . . . 490

Lahor'daki Şalemar Bahçeleri, 1 642/43


Kuran'da cennet derin gölgelerle, akarsularla, pınarlarla ve insan gönlünün çektiği her tür­
den meyvelerle dolu bahçeler olarak tasvir edilir. Tıpkı Orta Asya'daki ataları gibi, Babür­
lüler de bahçeleri severlerdi ve "yeryüzündeki cennet"i yaratmak üzere ileri düzeyde hid­
rolik sistemler geliştirmişlerdi. Bahçeler aynı zamanda bir saltanat sembolü sayıldığından
imparatorluk törenleri için bir mekan işlevini görürdü. Resimde görülen Bağ-ı Feyz
Bahş'ın alçak terasları bu amaçla kullanılırdı.

453
yatının gelişimi toplumun bütün kade­
Tarih melerinde gerçekleşti ve diğer dinler­
den kalıcı bir kopukluğa yol açmadı.
Philippa Vaughan Dinsel inanca bakılmaksızın ermişlere
gösterilen saygı önemli bir kültürel
katalizör oldu.
Şimdiki Pakistan, Hindistan ve Bangla­ Delhi sultanları tasavvuf tarikatla­
deş\ ayrıca Afganistan, Ladah, Assam rına kucak açtı ve saray mensupları da
ve Keşmir'in bazı kesimlerini içine alan müritleri arasına girdi. Dergahlarda
Hint alt-kıtası, İslam sanatının ve mi­ müzik ve şiir gibi, alt-kıtaya özgü bir­
marisinin en zarif ifade biçimlerinden çok kültürel adet resmi onay gördü ve
bazılarının doğduğu bir bölgedir. İs­ dönemin geçerli göreneğinin parçası
lam'ın ana merkezlerinden gelen Müs­ olarak kaldı. Halife çok uzaktaydı ve
lüman hanedanlar ve mutasavvıflar bu­ üstelik 1 1 . yüzyıldaki Moğol istilala­
rada İslam devletleri kurup geliştirdi­ rından sonra bir korkuluk konumuna
ler. Müslüman olmayan kültürlerin ço­ düşmüştü. Hükümdarın yönetme hak­
ğunluğu temsil etmesine karşın, kendi kının yerel elitlerce kabul edilmesi
düşünsel ve sanatsal canlılıklarını ko­ çok daha önemliydi ve egemenliğin
rudular. Karşılıklı alışveriş hayatın bü­ tanınmasında bir tasavvuf şeyhinin
tün kademelerinde sürekli yaşanan bir hayır duası kendine özgü siyasal ağır­
unsurdu; böylece diğer kültürlere has lığa sahipti.
fikirler ve motiflerin özümsenmesi İs­ Hükümdardan İslam toplumunu,
lam görsel sanatlarına benzersiz bir bo­ cami ve medrese gibi kurumları, çarşı­
yut kattı. ları ve kervansarayları destekleyip ge­
liştirmesi, idari ve adli işleri gereğince
yürütmesi, içme suyu, kanalizasyon,
Hint-İslam kültürünün gelişimi kentsel planlama ve diğer belediye
hizmetlerini sağlaması, İslam dünyası­
Hint-İslam kültürünün gelişimi Arap nın her tarafından alim ve okumuş ki­
ordularının 7 1 1-71 2'de Sind bölgesine şileri getirterek düşünsel ve kültürel
girişiyle başladı. Fethin ilk evresi ka­ hayatı teşvik etmesi beklenirdi. Bu ba­
baca bugünkü Pakistan'a denk düşen kımdan mimarinin ve sanatların hima­
kesimi içine aldı; Arapça saray dili, ye edilmesi sırf şahsi sanatsal hırsların
Bağdat ve Şam da kültürel ve ticari tatmin edilmesine yönelik değildi. Bi­
hayatın güç kaynakları haline gelmiş­ çim ve üslup bir hanedan ifadesi, ikti­
ti. Arap topluluklar Çin'e giden başlı­ darın dili ve hem siyasal hem dinsel
ca ticaret yollarındaki önemli merkez­ Sultan İltutmuş Türbesi'ndeki mihrap, Delhi, 1 236 kimlik demekti.
lere, Bengal Körfezi'ne kadar uzanan Delhi'deki sultanlığı bağımsız bir devlete dönüştüren İltutmuş'un türbesindeki mih­ Arap tacirlerin en azından Eski
kıyı şeridi boyunca önde gelen liman­ rap enfes bezemeleriyle ayırt edilir. Kuran ayetlerinden yazıtları için çeşitli hat sa­ Yunan çağından beri Asya'yla irtibatı
natı üslupları kullanılmıştır ve ortadaki pano girişik örgülü Kufi yazı tarzındadır. Ke­
lara yerleştiler. mer için dirseklerin kullanılması üçgen dolguların oyulmasını kolaylaştırmıştır. vardı. Halife Ömer (634-644) ilk Müs­
1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda kuzeybatı- lüman akınından (636) kısa bir süre
dan yapılan istilalar Pencab'ı İran ve sonra bölgenin durumuna ilişkin bilgi
Orta Asya'nın etkilerine açtı. Bu yönelimin ağır bastığı 1 3 . ve 14. yüzyıl­ istedi. Arap tarihçi Belezuri (ö. 892) şu cevabın verildiğini aktarır: "Su
larda, Türk-İran elitlerinin yönetimi altındaki Delhi Sultanlığı'nın sınırla­ kıt; mahsul düşük; şakiler arsız; küçük bir ordunun mağlup düşmesi, bü­
rı güneyde Maduray'a kadar inmek üzere Pencab ve Gucerat'tan Bengal yük bir ordunun açlıktan ve susuzluktan telef olması muhtemeldir . . . " İz­
ve Dekkan'a kadar ulaştı. Farsça saray kültürü ve idare dili haline geldi. leyen 75 yıl içinde Mekran'ın tedricen ilhak edilmesinden sonra, Irak Va­
Küçük bir elit tabakanın dinsel bir azınlık konumunda olmasına kar­ lisi Haccac'ın 1 7 yaşındaki yeğeni Muhammed bin Kasım'ın komutasın­
şın, böylesine geniş ve kalabalık bir bölge üzerinde denetim kurabilme­ daki büyük bir Arap ordusu İndus Vadisi'ne girdi. Pencab'daki Multan
si ve bunu sürdürebilmesi, her iki tarafın din konusundaki esnek tutu­ kentine kadar ve hatta daha ötesine kadar olan topraklar üç yıl içinde
munun bir yansımasıydı. İlk Müslüman istilacılar esas olarak asgari ma­ denetim altına alındı.
liyetle siyasal ve ticari denetimi sağlamaya önem verdikleri için pragma­ İndus Deltası'nda kurulan başlıca kentler Bambhor ve el-Mansu­
tikti. Daha sonra 1 3 . yüzyıl başları siyasal denetimin genişlemesi, tasav­ re'ydi. Her ikisi de düzgün planlıydı. Bambhor'un 727 tarihli Cami-i Ke­
vuf tarikatlarının yoğun din yayma çabalarıyla çakıştı. Klasik Farsça ve bir'i alt-kıtadaki ilk İslam ibadethanesiydi. Haccac'ın emri üzerine, Küfe
Arapça'nın yanı sıra yerli dillerin de kullanıldığı bu çalışmalarda, İslam'ın (670) ve Vasıt (702) cuma camilerine benzer bir planla inşa edilen cami­
benimsenmesi için onul). dinsel ibadet biçimine katılmak temel bir ön­ nin namaz bölmesi, tıpkı modelleri gibi usule uygun bir mihraptan yok­
koşul olarak ileri sürülmedi. Böylece Müslüman toplumun ve ruhani ha- sundu. Kentte yapıların işlevine denk düşen bir malzemeler hiyerarşisi

454 H İ NT ALT-KITA S I : S ULTANL I KTAN İM PARATORLUGA


Sağda: Arheydinka-Chompera Camisi
Acmir, 1 200- 1 206
Müslüman fatihler Hint alt-kıtasında sağlam
bir konum kazanmaya başlayınca, ilk iş ola­
rak başlıca merkezlerde bir zafer sembolü
olarak camiler i nşa ettirdiler ve çoğu kez
bunları çok çabuk inşa ettiler. Resimdeki bu
caminin adı, on iki buçuk günde kurulduğu­
na işaret ediyor. Sultan İltutmuş l 229'da
halifenin ziyareti vesilesiyle, namaz bölmesi­
nin ön tarafına yedi kemerli bir anıtsal cep­
he ekletti.

Aşağıda: Kuvvetü'l-İslam Külliyesi


içindeki Kutup Minare, Delhi,
inşa başlangıcı 1 1 99
Kutbeddin Aybeg'in Cem'deki minareyi
( 1 1 9 1 - 1 1 98) örnek alarak diktirdiği Kutup
Minare yeni hanedanın iktidarını simgeleme­
ye yönelikti. Kırmızı ve sarı kumtaşı gövde­
sine Neshi tarzında anıtsal Arapça yazıtlar
oyulmuştur. Sultan Alaeddin Halaci'nin ihti­
şamlı ilavelerinden günümüze ulaşan tek kı­
sım, Alay Dervaze olarak bilinen kubbeli bü­
yük taçkapıdır. Yapı ve tasarımdaki
yenilikler tecrübeli bir Selçuklu mimarınca
inşa edildiğini gösterir. Örgüyü güçlendir­
mek için geniş ve dar şeritler şeklindeki taş
dizilerini dönüşümlü sırayla örme yöntemi
daha sonraları Babürlüler tarafından da be­
nimsendi.

Aşağıda: Kuvvetü'l-İslam Külliyesi nin inşa edilmesine karşı çıkmadığı gibi, İltut­
içindeki Sultan İltutmuş Türbesi muş'un kızı Raziyye'nin naibe sıfatıyla tahta
Delhi, 1 236 oturmasına da rıza gösterdi. Tarihsel kay­
İslam uleması, ortasında Sultan İltutmuş'un naklar Raziyye'yi akıllı ve yetenekli bir hü­
lahdi yer alan bu muhteşem kumtaşı türbe- kümdar olarak nitelendirir.

455
kullanılmıştı: Tuğla mimarinin ağır bastığı bir kesimde yontma taştan in­ tipatik değildi. Üstelik, Hinduizm istilacılarla ilişkileri düzenlemeye, böy­
şa edilen cami ve saray hemen göze çarpmaktaydı. İleri gelenlerin ya­ lece onları "Ari olmayan", yani katışık bir unsur olarak Hindu dünya gö­
kındaki evleri yarı yontma taştandı; iç taraftaki duvarlar ve döşemeler ki­ rüşüyle bütünleştirmeye yönelik esnek hukuki usulleri zaten geliştirmiş­
reç sıvalıydı. Düzgün doğrultulu sokaklarla bloklar halinde düzenlenmiş ti ve Araplar sadece bu sürecin en yeni halkasından ibaretti. Yeniden
olan asıl yerleşim alanında sıralı ve sıvalı daha basit konutlar vardı. arınmayla ilgili bir yasa metni olan Devala-smrti (y. 800-1000) kast ilke­
Cuma camisinde usule uygun bir mihrap bulunan el-Mansure, saray­ lerine ve usullerine uymak kaydıyla, dinsel topluluklar arasında etkileşi­
ları, bahçeleri, camileri ve medreseleriyle ünlü bir metropole dönüştü. mi kolaylaştırmaktaydı. Kuralların çiğnenmesi durumunda uygulanan
Hatta 9. yüzyılın bazı Arap coğrafyacıları el-Mansure'yi Şam'la kıyasladı. kefaret de hafifti. Örneğin, 20 yıl İslam inancına bağlı kaldıktan sonra
Ticari altyapısı ve belediye hizmetleri el-Mansure'ninkilere yakın dü­ Hindu cemaatine dönüşte verilen ceza, sarmısak yemekten dolayı veri­
zeyde olan kuzeydeki Multan kenti, 9. yüzyılda bağımsızlaşan bir başka len cezayla aynıydı.
eyaletin merkeziydi. Kentin eski büyük Güneş Tapınağı ilk başlarda yı­ Gazneli Mahmud (998- 1030) Multan'a karşı l O l O'da düzenlediği se­
kılmadı. Arap coğrafyacı Makdisi 985 tarihli kitabında bu yapının çarşı ferde Güneş Tapınağı'nı yıktırdı ve eyaleti Gazneli İmparatorluğu'na kat­
merkezinde öne çıkan bir konumda bulunduğunu ve alt-kıtanın her ta­ tı. Gazne dönemin Bağdat dışındaki en önemli İslam kentiydi ve Hin­
rafından ziyaretçiler çektiğini belirtir. Dönemin seyyahları, Şiiliğin İsma­ dustan neredeyse tükenmez bir hazine ve köle kaynağı sayılmaktaydı.
ili koluna mensup Arap yöneticilerin 10. yüzyılda Mısır merkezli (965 'ten Ayrıca bu bölgeden askerler de toplanmaktaydı ve bunların orduya ka­
sonra) Fatımi halifelerine bağlılık gösterdiğini, yerel giyim tarzını ve di­ tılması için İslam'a dönme şartı yoktu . Farsça'nın saray ve idare dili ol­
lini özümsediğini aktarır. duğu Lahor, 1 2 . yüzyıla girilirken Gaznelilerin Hint alt-kıtasındaki en
Sosyal adetlerin bu şekilde kaynaşması zaruretten doğan ve belirli parlak ileri karakolu haline geldi. Böylece mimari biçim ve tekniklerde­
yerel sebeplerden dolayı, mezhep ya da kast mülahazalarıyla kösteklen­ ki Gazneli yenilikleri Hint eyaletlerine ulaştı: Yüksek ve narin gövdeli
meyen bir durumdu . Bunun sonucunda yüzyıllar boyunca süren bir kül­ yeni minare biçimi; camilerde ve türbelerde kubbeler ve saf kemerler;
türel çoğulculuk ortaya çıktı. Arap ve Hindu idareciler ve tüccarlar sü­ kireç harcı kullanımı.
rekli temas içindeydi. Hindular ağırlıklı olarak Lingayata mezhebine bağ­
lıydı; bu mezhebin tanrıcılık anlayışı Müslüman duyarlılığı açısından an-

7 1 1 -7 1 2 Arap-Müslüman ordularının
İndus Deltasına yönelik ilk
seferleri
1 00 1 - 1 024 Gazneli Mahmud (998- 1 030)
Pencab'ı ele geçirdi
1 1 86/87 M uizziddin Guri Lahor'u
Gaznelilerden aldı;
Hindustan Guri yönetimine
girdi
1 1 9 1 - 1 1 92 Racput Konfederasyonu'na
karşı Birinci ve ikinci Tarain
Muharebesi; Guriler Delhi'yi
ele geçirdi
1 206 Kutbeddin Aybeg, Delhi
Sultanlığı'nı kurdu
1 2 1 0- 1 236 Delhi Sultanlığı'nın fiilen
Gurilerden
bağımsızlaşmasını sağlayan
lltutmuş'un yönetim dönemi
1 245/46 Pencab'a yönelik Moğol
seferleri başladı
Umman Denizi 1 296-1 3 1 6 Alaeddin Halaci komutasındaki
ordular Gucerat, Dekkan ve
( Güney Hindistan'ı ele geçirdi

- J
Halaciler döneminde Delhi Sultanlığı'na bağlı toprakJ
g.. 1 320 Gıyaseddin Tuğluk'un tahta
çıkışıyla yönetim Tuğluklu

D 16. yüzyılın sonunda Ekber'in yönetimi � �


ki toprakl r
hanedanına geçti

�·
G
1 325- 1 3 5 1 M uhammed bin Tuğluk'un
CJ Babürlü imparatorluğu, y. 1 630 dönemi; başkenti
Devletabad'a taşıma girişimi
sonuçsuz kaldı

456 H İ NT ALT-KITA S I : S ULTANLI KTAN İMPARATORLUGA


Delhi Su ltanlığı

Lahor'daki Gazneli yönetimine 1 18 1 'de son veren Muizziddin Guri, da­


ha sonra giriştiği bir dizi çarpıcı fetihle Hindustan'ı Müslüman yönetimi
altına aldı. Delhi ve Acmir 1 192'de, Benares ve Kannauj krallıkları
1 194'te ve kısa bir süre sonra da Bihar ve başkenti Gaur'la birlikte Ben­
gal ele geçirildi. Muizziddin'in ölümü (1 206) üzerine bu toprakların de­
netimini üstlenen Lahor'un Guri valisi, Gazne ve Horasan'la bağları ko­
pardı ve böylece Delhi Sultanlığı'nın temelini attı. Onun ardılı İltut­
muş'un (12 10-1236) gerçek anlamda bağımsız bir devlete dönüştürdüğü
Delhi Sultanlığı, birbirini izleyen beş hanedan altında uzun bir dönem
varlığını sürdürdü : "Memlüklar" olarak da bilinen Muizziler (1 206-1 290),
Halaciler (1 290-1320), Tuğluklular (1320-1414), Seyyidler (1414-1451),
Ludiler (1451-1 526) ve Suriler ( 1 540- 1 555).

Kuvvetü-1- İ slam Camisi da bulunan birçok geleneği yansıtır. Kemer


Delhi, inşa başlangıcı 1 1 93 yüzeylerinde ve üçgen dolgularda Küfı ve
Lahor'un Guri sultanı adına Delhi'yi ele geçi­ Neshi hat şeritleri, Budist kökenli dalgalı de­
ren Türk Komutan Kutbeddin Aybeg, senler ve Hindu ilhamlı geometrik tasarımlı
1 l 93'te bu cuma camisinin inşasını başlattı. madalyonlar sıralı bir düzen içinde yer alır.
Namaz bölmesinin önüne l l 99'da kurulan
kumtaşı cephesinde zarif biçimde oyulmuş
kabartmalar, Hint-İslam repertuarına katkı-

1 329- 1 347 Varangal ( 1 329), Madura 1 526 Panipat Muharebesi; Babür'ün 1 565 Dekkan'daki M üslüman 1 765 Babürlü Hükümdarı il. Şah
( 1 334), Bengal ( 1 338) ve Delhi Sultanı il. lbrahim Ludi hanedanların oluşturduğu A lem Nebgal üzerindeki mali
Devletabad ( 1 347) eyaletleri ( 1 5 1 7- 1 526) karşısında elde birlik Hindu krallığı denetimi l ngiliz Doğu Hint
özerklik kazandı ettiği zaferle Hindistan'da Vicayanagar'ı yendi Kumpanyası'na bıraktı
Babürlü dönemi başladı
1 345- 1 358 Pandua'nın başkent olduğu 1 605- 1 627 Babürlü Hükümdarı Cihangir 1 799 Maysur Hükümdarı Tipu
Bengal'de Şemseddin llyas 1 527 Dekkan'ın kuzey kesiminde dönemi Sultan, İngiliz Doğu Hint
dönemi Behmeni egemenliği son Kumpanyası karşısında kesin
1 628- 1 658 Babürlü Hükümdarı Şah Cihan
buldu; Berar, Bicapur, yenilgiye uğradı ve öldü
1 347- 1 358 Devletabad'da Alaeddin Hasan dönemi; Delhi'de yeni başkent
Ahmednagar, Golkonda ve l ngilizler Marathaların Delhi ve
Behmen Şah dönemi; Şahcihanabad'ı kurdu 1 803
Bidar'daki eyalet valileri
Dekkan'da Behmeni Babürlü İmparatorluğu
özerklik kazand ı 1 658 Şah Cihan, oğlu Evrengzib
hanedanını ( 1 347- 1 527) üzerindeki denetimine son
( 1 658- 1 707) tarafından
başlattı 1 540 Babürlü Hükümdarı Hümayun verdi
devrildi
( 1 530- 1 540, 1 555/56) Şir Şah
1 35 1 - 1 388 Delhi' de Sultan Firuz Şah 1 857- 1 858 İ ngiliz yönetimine karşı Hint
Suri komutasındaki Afganlara 1 68 1 - 1 707 Evrengzib'in, ikinci başkent
dönemi ayaklanması bastırıldı
yenildi; l ran ve Kabil' de sürgün olarak kurduğu
1 39 1 G ucerat özerk bir sultanlığa kaldıktan sonra, l 555'te Evrengabad' dan Dekkan' ı n 1 858 Son Babürlü Hükümdarı il.
dönüştü topraklarını geri aldı Müslüman devletlerine ve Bahadı r Şah Rangoon'a
Hindu Marathalara karşı sürüldü; İ ngiliz Doğu Hint
1 398 Timur'un komutasındaki 1 540- 1 555 Delhi'de Afgan kökenli Suri
giriştiği seferler Kumpanyası dağıtıldı ve
ordular Hindistan'ı istila etti; hanedanı dönemi
Hindistan İ ngiliz tahtına bağlı
Delhi yıkıldı 1 738- 1 739 İran'ın Afşar Hükümdarı Nadir
1 556- 1 605 Babürlü Hükümdarı Ekber bir genel valinin yönetimine
Şah, Delhi'yi yağmaladı ve
1 402- 1 440 Şarki hanedanının kurucusu dönemi; imparatorluğu girdi
Tavus Tahtı'nı aldı; Babürlü
Şemseddin İbrahim Şah genişleterek Afganistan\
İmparatorluğu her tarafta
yönetiminde Caunpur bir Hindistan'ın kuzey ve orta
l slam kültür merkezine tehdit altına girdi
kesimlerini kapsayan sınırlara
dönüştü ulaştırdı; sırasıyla Agra, 1 757 Plassey Muharebesi; İngiliz
Fetihpur Sikri ve Lahor'u Doğu Hint Kumpanyası Bengal
141 1 1. Ahmed Şah ( 1 4 1 1 - 1 442)
başkent edindi; bölgesini fiilen denetim altına
Gucerat'ın yeni başkenti
gayrimüslimlerden alınan cizye aldı
Ahmedabad'ı kurdu
vergisini kaldırdı ( 1 564); 1 76 1 ikinci Panipat M uharebesi;
1 436- 1 469 Malva'da Mahmud Şah Halaci "Din-i İ lahi" olarak bilinen Ahmed Şah komutasındaki
dönemi bağdaştırmacı bir dinsel akımı Afgan kuvvetleri Marathaları
1 45 1 - 1 526 Delhi'de Afgan kökenli Ludi başlattı ( 1 582) yendi
hanedanı dönemi

TAR İ H 457
Her yeni hanedanın başa geçişi anıtsal mimari yapılarla kutlanırdı.
Bunların ilki Delhi'de cuma camisi olarak kurulan Kuvvetü'l-İslam'dı.
Caminin 1 193'te başlayan inşasında daha önce yıkılmış Hindu tapınakla­
rından kalan malzemeler kullanıldı. Altı yıl sonra Türk-Fars mimarları ve
hattatları ile yerli taş ustalarının maharetlerinin bir araya gelmesiyle, na­
maz bölmesi önüne zarif bezemelerle süslenmiş bir kumtaşı cephe ek­
lendi. Ayrıca, yazıtlardaki ifadeyle Allah'ın gölgesini doğuya ve batıya
yayacak bir zafer kulesi olarak Kutup Minare'nin yapımı başlatıldı. Eski
tapınaklardaki malzemeleri kullanma yönteminin izlendiği Acmir'de Ar­
heydinka-Chompra Camisi inşa edildi (1 200- 1 206) . İltutmuş 1 229'da Ab­
basi Halifesi Mustansır'ın Delhi'ye gelişi vesilesiyle bu camiye yedi ke­
merli bir anıtsal cephe ekletti. Bu arada sultanlığın fermanı üzerine soy­
luların Yamuna Irmağı yakınında yaptırdığı bahçeler, çarşılar ve camiler
kentin yeni yerleşim alanlarıyla genişlemesini sağladı.
Çağatay Moğolları 1 245/46'dan başlayarak Pencab'a düzenledikleri
sayısız saldırıyla Delhi Sultanlığı'nın gerilemesinde önemli bir rol oyna­
dılar. Alaeddin Halaci'nin (1 296- 1 3 1 6) tahta çıktığı sırada, ordunun asker
mevcudu iki katına çıkmış ve Delhi fiilen büyük bir ordugaha dönüş­
müştü. Yeni gelir kaynakları bulma ihtiyacı, Alaeddin'in ikinci bir İsken­
der olma emeline acil bir pratik amaç ekledi. 1 298'de Gucerat'ı ele ge­
çirdi ve eski bir köle olan Malik Kafur adlı komutanı Dekkan'ı fethede­
rek güneyde Maduray'a kadar ulaştı. Ganimet ve haraç vererek bir süre
varlıklarını koruyan Hindu krallıkları 1 3 1 6'da ilhak edildi.
Bu kaynaklar Alaeddin'in Kuvvetü'l-İslam Camisi'ni genişletmeyi ve
yakınında Kutup Minare'nin iki katı yüksekliğinde Alay Minare'yi inşa et­
meyi kapsayan debdebeli bir imar programına girişmesini sağladı. Ne
var ki, çalışmalar tamamlanamadı ve öngörülen ihtişamın tanığı olarak
geriye sadece Alay Dervaze denen kubbeli anıtsal taçkapılar kaldı. Ye­
nilikçi yapı ve tasarım, bunların Selçuklu topraklarından gelen tecrübeli
bir mimarın eseri olduğuna işaret eder. Saltanatla özdeşleştirilen kırmızı
kumtaşı ve beyaz mermer malzemeler, taş dizme düzeni ve (geleneksel
tarzda Kuran ayetleri yerine) hükümdarı yüceltici Farsça sözlerden olu­
şan geniş hat frizleri, mimarın geride bıraktığı mirastır. Bu özellikler da­
ha sonraları Babürlülerin geliştirdiği hanedan mimarisinde benimsendi.
Gıyaseddin Tuğluk 1320'de yeni bir hanedanı başlattı. Delhi'de
1321- 1325'te inşa ettirdiği Tuğlukabad adlı büyük kaleden günümüze
ulaşan çok az şey vardır; ama muhtemelen oğlu Muhammed 0325-1351)
tarafından yaptırılan türbesi, Halaci tekniklerinin ve malzemelerinin sür­
dürüldüğünü gösterir. Muhammed bin Tuğluk'un cüretkar hayallerinden
biri Horasan'ı istila ederek Moğol tehdidine son vermekti; bu amaçla 475
bin askerden oluşan özel bir ordu topladı. Ordunun gerek duyduğu me­
kanı ve erzakı sağlamak amacıyla, Delhi'nin eski kent bölümündeki me­
mur ve münevverler 1327'de Dekkan bölgesindeki Devletabad'a zorla
taşındı. Burası 1335-36'ya kadar ikinci başkent işlevini gördü .
İmparatorluğun oturmuş düzeni benzer gerginliklerin sonucunda zayıf­
lamaya yüz tuttu ve çeşitli eyaletler bağımsızlıklarını ilan ettiler: Varangal
(Dekkan) 1329'da, Madura 1334'te, Bengal 1338'de ve Devletabad (Dek­
kan) 1347'de merkezden koptu. Muhammed'in ardılı Firuz Şah 0351-1388)
Kahire'deki Abbasi halifesinden 1355'te resmen sultanlık payesi alan son
Delhi sultanı oldu. Delhi'de inşa ettirdiği Firuzabad adlı muhteşem saray
hisarı, içindeki cuma camisi, ikametgahlar, bahçeler ve hamamlarla Tuğluk
mimarisinin son örneğiydi. Ama çatkı malzemeleri önceki yapılarda oldu­
Atala Camisi'nin taçkapısı, Caunpur, 1 408 ra özgü geleneklerin etkisini taşır. Dışarıya çıkık
Caunpur Valisi Şemseddin İbrahim, Timur'un anıtsal taçkapı (piştak) yeni üslubuyla karakteris­ ğu gibi zarif bezemeli kumtaşıyla değil, gelişigüzel balçık ve alçı sıva dö­
l 399'da Delhi'yi yağmalamasından kısa bir süre tiktir. şemelerle örtülmüştü. Bu üslup 1 5 . yüzyılda Ludi hanedanınca sürdürüldü.
sonra bağımsızlığını ilan etti ve böylece Şarki ha­
Timur'un Hindistan'a yönelik yıkıcı istilası ve 1 399'da Hindu-Müslü­
nedanını başlattı. 1 408'de yaptırdığı Atala Cami­
si 1 4. yüzyılda Delhi'de hüküm süren Tuğluklula- man ayrımı yapmaksızın kıyıma girişerek Delhi'yi yağmalaması, başken-

458 H İ NT ALT- KITASI : SULTANLI KTAN İMPARATO RLUGA


ti bir mezarlığa çevirdi. Multan Valisi Seyyid Hızır Han 1414'te Timurlu Mandu'daki ana saray kompleksinin Sultan Mahmud Halaci'nin geliştirdiği gör­
Hükümdarı Şahruh adına Delhi'yi denetim altına aldı. bir parçası olan Cehez Mahal kemli yapı -üslubunun en iyi örneği buradaki
1 440/50 Cehez Mahal'dır. Babürlü hükümdarları Ci­
Malva valisi bağımsızlığını ilan ederek Del­ hangir ve Şah Cihan çok sevdikleri Man­
hi'den koptuktan sonra, l 406'da yeni baş­ du'da sıklıkla kalırlardı.
Bölgesel sultanl ı klar kent olarak Mandu'yu inşa etmeye girişti.

1 5 . yüzyıl başları Hint-Müslüman sanatının ve kültürünün evriminde bir


dönüm noktası oldu. Timur'un istilasından sonra, Delhi bir siyasal ve kül­ hi'nin yerini alan Caunpur'da özgün bölgesel üsluba göre camiler, medre­
türel merkez olarak ağırlığını kaybetti. Bir dizi yeni ve bağımsız bölgesel seler, saraylar ve muazzam Atala Camisi inşa edildi. Caunpur'un 1479'da
devlet ortaya çıktı. Yeni elit tabakaların doğuşuyla birlikte, kültürel bağlı­ yeniden Delhi Sultanlığı'na bağlanmasından sonra, Ludi sultanları bu mi­
lıklar da yeni bir yönelim kazandı. İslam kültürünün ifade aracı olarak kla­ mari mirasın büyük bir bölümünü yıktı.
sik Arapça ve Farsça'nın yanı sıra kullanılan yerli dillerin, ayrıca Müslü­ Malva aynı kopuş yolunu izledi ve 1406'da başkent Mandu'ya taşındı.
man ve gayrimüslim filozoflar ve bilginler arasındaki etkileşimin artması, Bu yeni kent ölçülü ihtişamı açısından önceki Tuğluk üslubundan izler ta­
olağanüstü özgün bir İslam sanatının ve kültürünün serpilmesine yol açtı. şıyan yerel bezemeli kumtaşı malzeme kullanılarak inşa edildi. Ama Kahi­
Açık görüşlü Çiştiye tarikatı başta olmak üzere tasavvuf tarikatları bu sü­ re'deki Abbasi halifesinden resmen sultan unvanı alan Mahmud Şah Ha­
reçte hayati bir rol oynadı. laci döneminde (1436-1469), farklı taş ve çini kullanımıyla rengin devreye
Bengal'de çoğu kez yerli geleneklerin ağır bastığı Fars-Sanskrit kültü­ girdiği gösterişli bir üslup gelişti. Malva 1 5 3 1 'de Gucerat'ın eline geçti ve
rüne dayalı benzersiz bir kaynaşma gelişti. 14. yüzyıl ortalarında İslam'ı ardından 1 583'te Babürlülere bağlandı.
yaymaya yönelik geniş çaplı girişimler, Şemseddin İlyas'ın 0345-1358) ye­ Dekkan'da Alaeddin Hasan Behmen Şah (1347-1358) bağımsızlığını
ni bir hanedan kurma çalışmasıyla çakıştı. İnşasına 1364'te başlanan Adi­ kutlamak üzere 1347'de Devletabad'ın merkezinde Çend Minare'yi diktir­
na Camisi, Pandua'daki yeni başkentin statüsünü if�de eden bir yapıydı. di. Bu zafer kulesinin silindir gövdesi Kutup Minare'yi hatırlatmaktaydı;
Namaz bölmesinin konumuna işaret eden yüksek taçkapısıyla (piştak) ama daire biçimli üç şerefenin askılı nilüfer destekleri gibi detaylar bölge­
Delhi mimarisine özgü bir biçim taşımasına karşın, yapı ve bezeme unsur­ sel tarza göre yapılmıştı. Delhi Sultanlığı'nın önceki formlara bağlı kalma
larının Bengal tapınaklarının üslubunda olması sarayın İslam dışındaki anlayışı, yeni başkent Gülberge'deki Behmeni dinsel mimarisinin ayırıcı
Doğu'ya dönük yönelimini yansıtmaktaydı. 1 5 . yüzyıl Bengal-Müslüman özelliğidir. Bu durum özellikle sığ kubbeli ve küp biçimli yapı tarzından
mimarisinde yerel tapınak tasarımı biçimlerini görürüz; Pandua'nın Hindu gelişen türbelerde belirgindir; Gıyaseddin Tuğluk'un iki katlı ve yüksek
Racası Ganeş'in oğlu Celaleddin Muhammed Şah'ın (1414-1432) türbesi kubbeli türbesindekine benzer eğimli duvarların yanı sıra, Kuvvetü'l-İs­
bunun prototipidir. lam'daki Alay Dervaze'ninkilere benzer düz duvarlar da görülür. Behme­
Bengal'in merkezden kopuşundan sonra, 1359'da oluşturulan komşu ni toprakları Hasan'ın ardılı tarafından bölündü ve Gülberge'nin Devleta­
Caunpur eyaleti Delhi Sultanlığı'nın doğu siperi haline geldi. Firuz Şah bad içindeki özel statüsünü göstermek üzere burada dikkate değer bir cu­
Tuğluk, eyaletin valisine "Melikü'ş-Şarki" unvanını verdi. Timur'un Del­ ma camisi inşa edildi.
hi'yi yağmalamasından kısa bir süre sonra bağımsızlığını ilan eden Şem­ Başkent 1422-1427 arasında Bidar'a taşındı. İran'dan gelen Şii akını­
seddin İbrahim Şah'ın (1402-1440) başlattığı hanedanın Şarki olarak anıl­ nın bir sonucu olarak, Dahnilerin ağırlıkta olduğu sarayda gerginlikler
ması buradan gelir. Hindustan'da İslam kültürünün merkezi olarak Del- ortaya çıktı. Sünni olan Dahniler köken olarak kuzeyden gelen ilk istila-

TARİH 459
cılara, Arap ticari topluluklarına, eski Habeş kölelere ve Hindu dönme­ Yukarıda: Gülberge Cuma Camisi'nin men Şah inşa ettirdi. Tam 75 kubbeyle ör­
lere dayanmaktaydı. Baş Vezir Mahmud Gavan bu kesimleri dengeleyen namaz bölmesi, Dekkan, y. 1 365- 1 370 tülü namaz bölmesinin Hindistan'da bir
Gülberge Cuma Camisi'ni muhtemelen benzeri yoktur.
bir kişilikti; ama 1 472'de inşa ettirdiği muhteşem medresenin Fars kültü­
l 360'1arın sonlarında, Dekkan'ın ilk bağım­
rel geleneğine dayanan bir tasarımı vardı. sız sultanlığının ·başındaki M uhammed Beh-
Behmeni sultanlığı 16. yüzyıl başlarında parçalanarak, eski valilerin
yönettiği daha küçük devletlere bölündü . Bunların en güçlüleri hepsi de
Şii eğilimli olan Ahmednagar, Bicapur ve Golkonda'ydı. Saraylardaki mi­
mari ve kültürel üslup, bezeme detaylarında heykelimsi bir yaklaşımın �--.-'-- ./
kendini gösterdiği bir bölgesel tarzın özümsenmesini yansıtmaktaydı. /
. \
1
L_J
,

Gucerat'ta İslam sanatının ve kültürünün evrimi başından itibaren


bölgesel etkilerin damgasını taşıdı. Bengal'da olduğu gibi, Gucerat'ın
Müslümanları da konuşma ve yazı dili olarak Farsça ve Arapça'ya mut­
lak bağlılıktan kaçınarak, kendi dillerini kullanmayı tercih ettiler. Guce­
rat 1 39 l 'de bağımsızlığını kazandı ve I. Ahmed Şah (141 1-1442) tahta çı­
kınca yeni başkent Ahmedabad'ı kurdu. İnşası 1424'te tamamlanan muh­
teşem cuma camisi, 260 kolonlu namaz bölmesiyle ve yontu bezemeli
minareleriyle, tapınak mimarisine dayanan bir üsluba sahipti. Cami, ır­
mak kıyısındaki saray hisarından başlayan ve (şimdi modern yapılaşmay­
la ortadan kalkmış) Meydan-ı Şah boyunca uzanarak Tin Dervaze adlı
anıtsal ana kapıda son bulan saltanat alay güzergahının odak noktasında
yer almaktaydı. Kent planındaki bu tasarıma 17. yüzyılda kurulan Şahci­
hanabad'da da rastlanır. Gucerat üslubunu doruk noktasına ulaştıran Mah­
mud Şah Begra (1458-1 5 1 1) Cunagadh, Champaner ve Mahmudabad

460 H İ NT ALT-KITA S I : S ULTANLI KTAN İMP ARATORLUGA


Aşağıda: Ahmedabad'daki Siddi Seyyid ma camisinin namaz bölmesine aittir. Bezeme­ kentlerini kurdu, Sarhec ve Ahmedabad kentlerine eklemeler yaptı. Habeş
Camisi'nin cepheleri, 1 572, dışarıdan (sol­ lerde Hayat Ağacı'nın varyasyonları görülür; kökenli Siddi Seyyid'in 1 572'de, yani bölgenin Babürlü yönetimine girdi­
da) ve içeriden (sağda) bitkisel arabeskler arasında uzanan dolaşık fi­
ği yılda yaptırdığı cami bu üslubun geç örneklerinden biridir.
Bu delme bezemeli kumtaşı cepheler, Guce­ lizler Gucerat yontu ustalarının maharetini
rat sultanlığının başkenti Ahmedabad'daki cu- yansıtır.

Babürlü dönemi
Babürlü hanedanının kurduğu imparatorluk için "Hint-Türk" ve bazı Batı
kaynaklarında bir Moğol kolu olan Çağataylılara göndermeyle "Moğol" ad­
ları da kullanılır. Timur'un soyundan gelen Babür 1 526'da Delhi'nin ku­
zeybatısında Panipat Muharebesi'ni kazanarak Ludi hükümdarını yenilgi­
ye uğrattı. Bu olay Hindistan'da Babürlü yönetiminin başlangıcı sayılır.
Timurlu İmparatorluğu'nun eski başkenti Semerkand'ı denetim altına
almaya yönelik iki girişimi sonuçsuz kalan Babür, dikkatini daha önce bu
imparatorluğa bağlı olan Hindistan'a çevirmişti. Agra'da 1 530'da öldüğün­
de, kurduğu devlet hata sağlam bir konumda değildi; oğlu Hümayun, bu­
nun farkında olduğu için, naaşını defnedilmek üzere Kabil'e gönderdi.
Hümayun'un yönetimini pekiştirme çabaları, Bihar'ın Afgan kökenli
Hükümdarı Şir Şah Suri tarafından engellendi. Bir dizi yenilgiden sonra,
kendisine bağlı az sayıda adamıyla Sibd çöllerine kaçtı. Oğlu ve ardılı Ek­
ber orada doğdu. Daha sonra Safevi Şahı Tahmasp'a sığınarak 18 ay İran'da
kalan Hümayun, onun desteğiyle oğlu Ekber'irı rehin tutulduğu Kabil'i ge­
ri aldı ve sonunda Delhi Sultanlığı'nı tekrar ele geçirdi. Ama bir yıl sonra,
1 556'da zamansız ölümüyle tahta henüz 14 yaşındaki varisi çıktı. Bununla

TARİH 461
Cihangir ve babası Ekber'e ait bir nıp ayrı bir saray merkezi kurması göz önün­ Şah Cihan Tavus Tahtı'nda İlk kez Agra Kalesi'nde l 635'te Yılbaşı kut­
portre, Haşim ve Ebu'l-Hasan, Babürlü de tutulduğunda özellikle anlamlıdır. Ekber Govardhan, Babürlü üslubu, y. 1 635, lamaları için kullanılan Tavus Tahtı, l 648'de
üslubu, y. 1 6 1 5, Paris, Guimet Müzesi ölüm döşeğinde onu bağışlamış ve meşru va­ Cambridge, Massachusetts, Harvard yeni başkent Şahcihanabad'a taşındı ve
Cihangir'in tahta çıkışının meşruiyetini ifade risi olarak tanımıştı. Babürlüler bu tür salta­ Üniversitesi Sanat Müzesi l 739'da Nadir Şah tarafından l ran'a götürül­
etmeye yönelik bu baba ve oğul birlikteliği gö­ nat tasvirlerini ve ikonografisini bilinçli olarak Bu stilize, neredeyse soyut portre Şah Ci­ dü. Şah Cihan sanatın törensel ve sembolik
rüntüsü, daha veliahtken Allahabad'da ayakla- geliştirdiler. han'ı Tavus Tahtı'nda otururken gösteriyor. önemine büyük değer verirdi.

birlikte, Ekber 16. yüzyılın sonuna doğru Kabil ve Keşmir'den Bengal'e ka­ tesinden gelmek ve hepsinden önemlisi, ruhban elit tabakanın iktidar te­
dar uzanan toprakları egemenliği altına almayı başardı. Yeni imparatorluk melini yıkmaktı.
sınırları güneyde de Handeş, Malva, Racasthan'ın Racput devletleri ve Gu­ Ekber'in ardılları Cihangir ve Şah Cihan döneminde, imparatorluk
cerat arasından geçerek Dekkan'ın kuzey sınırlarına kadar varmaktaydı. gücünün ve görkeminin doruğuna ulaştı. Cihangir (1605-1 627) Agra'da
Ordu saflarından seçilerek önemli mevkilere getirilen Orta Asyalı Moğollar, ve yazlık sarayının bulunduğu Keşmir'de bahçeli yerleşim alanları kur­
Afganlar, İranlılar ve Hindu Racputlar zamanla bir aristokrat tabakaya dö­ durdu . Cihangir'in afyon müptelalığının artması, karısı Nur Cihan'ın
nüştü. Bu soyluları bir arada tutan bağlılık zinciri evlilik ittifaklarına daya­ devlet sorumluluklarını üstlenmesine yol açtı. Nur Cihan babası İtima­
lı bir politikayla pekiştirildi. İdari, mali ve ticari reformlar yapıldı. dü '1-Devle'yi ve kardeşi Asaf Han'ı imparatorluğun en yüksek mevkile­
Kültürel geleneklerin çeşitliliği mimari ve sanat dallarında, ayrıca sa­ rine getirdi; daha sonra anısına Tac Mahal'in inşa edileceği yeğeni
ray teşrifatının bir parçası haline gelen tören ve şenliklerde ifadesini bul­ Mümtaz Mahal'i ("Sarayın Gözdesi") tahtın varisi Şah Cihan'la (1628-
du. Ekber maiyetinin ayrı kültürel ve dinsel unsurlarını kaynaştırıp birle­ 1 658) evlendirdi. Horasan'dan gelme bu İranlı soylulaf Babürlü hane­
şik bir bütünlüğe kavuşturmak amacıyla bir dizi denemeye girişti. Bir ara danına hayati bir siyasal destek vermenin yanı sıra, estetik duyarlılıkla­
kendisinin "yaşayan tanrı" sayıldığı bağdaştırmacı yeni bir din ortaya attı. rıyla yeni saray üslubunun gelişmesine önemli bir katkıda bulundular.
Bu girişiminin ardındaki amaç, Müslüman soylular içindeki mezhep ayrı­ Asaf Han'ın hanedan kavgalarına müdahalesi, Şah Cihan'ın veraset
lıklarının ve Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki bölünmelerin üs- hakkının korunmasını ve 1 628'de babasının ölümünden birkaç ay son-

462 HİNT ALT-KITA S I : S U LTANLIKTAN İM PARATORLUGA


fp�
ra tahta çıkmasını sağladı. Şah Cihan başa geçer geçmez, saltanat döne-
minin alameti farikası haline gelecek olan büyük çaplı imar projelerine "� ·�
girişti. Lahor ve Agra saraylarındaki kamusal alanları ve özel daireleri
yeniden inşa ettirdi ve kentleri bahçelerle süsledi. Çok sevdiği karısı
Mümtaz Mahal'in zamansız ölümünden (1631) sonra, Agra'da onun için [·
Tac Mahal adlı anıtsal mezarı yaptırdı. 1 646'da yeni başkent Delhi'de
Şahcihanabad adını verdiği tahkimli sarayın inşasını başlattı; soyluların
ve annesi gibi etkili bir konum kazanan kızı Cihanara'nın ("Dünyayı
Süsleyen") geniş ölçekli kentsel imar projelerine destek verdi. Öte yan­
dan, Şah Cihan'ın orduları Babürlü hanedan mirasının bir parçası sayı­
lan Belh ve Bedehşan'daki toprakları geri almak amacıyla Kabil'in ku­
zeybatı sınırının ötesinde seferler düzenledi.
Babasını devirerek tahta çıkan ve onu ölümüne kadar Agra Kale­
si'nde hapis tutan Evrengzib (1658-1 707) sonunda bu emelden vazgeç­
ti. Hanedanın odak noktasını yeniden Hint alt-kıtasına çevirerek, Dek­
kan'da giriştiği seferlerle Bicapur ve Golkonda'ya boyun eğdirdi (1 686-
1 687) . Sert mizaçlı ve dine sofuca bağlı olduğu için, öncellerine göre
sanat ve ince zevklere daha az ilgi gösterdi ve genelde sanatı ile iktidar
arasındaki bağlantıyı göz ardı etti.
Babürlü kültürünün 1 6 . yüzyıl ortalarından 1 7 . yüzyıl ortalarına ka­
dar süren serpilmesi, İslam sanatının ve mimarisinin en seçkin dışavu­
rumları arasında yer alır. Sanat ve iktidarın iç içe geçtiği bir çağda, bu
kültür bilinçli bir emperyal niteliğe sahipti ve estetik hükümranlığın bir
veçhesi haline getirilmişti.
İlk iki hükümdarın mimarlık alanında bıraktığı Maveraünnehir ve
Horasan mirasına şükranı yansıtan bir yaklaşımla, Timurlu ilkeleri ben­
zersiz bir ifade biçimi yaratmak üzere yerel malzemelerle hayata geçiri­
len yeni biçimlere uygulandı. Güzel sanatlar alanında, saltanat atölyele­
ri saray himayesinin talepleri doğrultusunda yerli ve yeni teknikleri kay­
naştırmak için gerekli katalizör işlevini gördü . Dekkan'ın bağımsız sul­
tanlıkları yönelim ve estetik bakımından Babürlü sanatından ayrı sanat­
sal gelenekleri geliştirdi. Mimari ilk başlarda Türk-İran formlarından et­
kilendi; ama 1 7 . yüzyıla doğru Ortadoğu'yla denizyolu üzerinden kuru­
lan irtibatın kalıba döktüğü yerli geleneklere daha köklü biçimde da­
yanmaya başladı. Benzer bir gelişmeyle, genel anlamda sanatlar, yerli
geleneklerin Isfahan ve Tebriz gelenekleriyle bir sentezi sonucunda,
hem incelik hem de işleniş bakımından dikkate değer olan benzersiz
bir kimliğe kavuştu . Babürlülerin Dekkan'ı fethetmesi yıkıcı olmakla
birlikte, sadece kısa süreli bir kesintiye yol açtı; Asaf Han'ın yönetimin­
de fiilen özerkleşen Haydarabad, bölgenin özgün üsluplarının gelişme­
sine destek verdi.
Delhi'de 18. yüzyılda zayıf Babürlü hükümdarlarının başa geçmesi,
çeşitli istilacıların baskısı altında imparatorluğun çarpıcı bir biçimde kü­
çülmesini getirdi. Ortaya çıkan bağımsız devletler yeni üsluplar geliştir­
di. Lucknow'u başkent edinen Ayodhya sultanı, Babürlü sarayından ge­
len sanatçılara kucak açtı ve Avrupalılara himaye sağladı. İngiliz Doğu
Hint Kumpanyası 1 803'te Delhi üzerindeki denetimi Marathalardan aldı
ve Babürlü imparatorlarını 1858'e kadar yönlendirdi. II. Bahadır Şah'ın
Rangoon'a sürgün edilmesinden ve İngiliz Doğu Hint Kumpanyası'nın
dağıtılmasından sonra, Hint alt-kıtası İngiliz tahtınca atanan genel vali­
lerce yönetildi. Kraliçe Victoria 1 877'de Hindistan imparatoriçesi ilan Panipat Muharebesi'nde ( 1 526) ve adetlerini yazmıştı. En yüksek imparator­
Babür'ün zaferi, Babürname'den luk memurlarından biri olan ve sanatçıları
edildi.
minyatür, Lahor, 1 597/98, Yeni Delhi, korumasıyla tanınan Han-ı Hanan l 589'da
Ulusal Müze metnin Farsça bir çevirisini Ekber'e sundu.
Babür, anadili olan Çağatay Türkçesi'yle tut­ Ekber'in minyatür atölyelerinde Babürna­
tuğu bir günceye siyasal olayların ve kişisel me'nin en azından dört resimli versiyonu ha­
anekdotların yanı sıra, askeri sefer düzenle­ zırlandı.
diği ülkelerin bitki örtüsünü, hayvan varlığını

TARİH 463
Mimari
Philippa Vaughan

Büyük Babürlü hükümdarları döneminde mimari


Babürlü imparatorları bir saltanat sembolü olarak mimariye büyük önem
verdi. Ekber'in saray tarihçisi Kandehari 1 6 . yüzyıl sonlarında şöyle yaz­
mıştı: "Hükümdarların iyi isim bırakmasını yüce binalar sağlar; (. . . ) ez­
cümle, insanların çapını gösteren mikyas oturdukları binaların kıymeti­
ne göre takdir edilir ve alicenaplıklarına bakılarak evlerinin durumu tah­
min edilir. " Biçim ve üslup, hanedan kimliğinin bir yansıması olarak al­
gılanırdı. Dahası, üslup meşruiyet kavramlarıyla bağlantılıydı; çünkü taht
üzerinde hak iddia eden birisi uyruklarının kalıcı bağlılığını sağlamak
için sadece zora dayanamazdı. Ülkedeki milyonlarca gayrimüslim kitle­
sinden oldukça ayrı Müslümanlar içinden çıkmış küçük bir azınlık konu­ ya'nın (ö. 1 3 24) ve Hoca Kutbeddin Bahtiyar Kaki'nin (ö. 1 236) , türbe­
munda olan yönetici kesim bunu gözetmeye özellikle mecburdu. lerini tavaf etti; böylece onların ruhani statüsünü tanırken, hükümdar­
Böyle fikirler sultanlık saraylarında geçerliydi ve Babürlülerin mima­ lık yetkisi için dolaylı yoldan bir tür dinsel tasvip almış oldu. Ardından
ri dağarcığının oluşturmayı öngördüğü sembolizm açısından anlaşılması Delhi'nin büyük Müslüman hanedanlarının ardılı olma konumunu orta­
kaçınılmazdı. Babürlü saltanat kuramları meşruiyet ile mimari üslup ara­ ya koyan sembolik bir davranışla, Gıyaseddin Balban ve Alaeddin Ha­
sındaki bağlantıyı daha da ileriye götürdü; bunun için başvurulan yol sa­ laci'nin türbelerini ve Kutup Minare'yi ziyaret etti. Daha sonra Hüma­
dece (Babür'ün anne tarafından Timur'a, baba tarafından da Cengiz yun'un türbesini de içine alacak şekilde küçük bir değişiklik yapılan bu
Han'a akraba olmasından hareketle) Hindistan üzerindeki hak iddiasının güzergah, zamanla Babürlü alay töreninde izlenen yola dönüştü.
dayandırıldığı Timurlu ve Cengizli mirasını vurgulamak değil, aynı za­ Babür mimari emellerini Babürnanıe'de anlatmıştı. Ama birkaç çeş­
manda yarı ilahi kökene dair fikirler ortaya atmaktı. Allah'ın yeryüzün­ me, bahçe havuzları ve biri Panipat'ta olmak üzere üç cami dışında onun
deki vekili olması hasebiyle, hükümdar kozmik mimarın ilahi niteliğini döneminden günümüze ulaşan çok az örnek vardır. Babürnanıe'ye gö­
yansıtan kamil insanın bir tezahürü olarak algılandı. re, mimaride aradığı nitelikler uyum ve simetri, yani Timurlu estetiğinin
en önemli veçheleriydi; ayrıca akarsulara dönük özlemini de belirtmek­
teydi. Hem bir haz kaynağı olarak hem de resmi kabullerin yapıldığı,
İlk Babürlü hükümdarları Babür ( 1 526- 1 5 3 0) ve H ümayun soylulara payelerin dağıtıldığı, kutlamaların ve şenliklerin düzenlendiği
( 1 530- 1 543, 1 555- 1 55 6) döneminde mimari törensel alan olarak bahçelere dönük büyük bir ilgisi vardı. Böyle top­
lantılarda hükümdarlık tahtı açık havada, zengin biçimde süslenmiş say­
Babür 1 526'da 1 2 bin kişilik ordusuyla Panipat'ta İbrahim Ludi'nin cep­ vanlar altındaki muhteşem halıların üstüne yerleştirilirdi.
heye sürdüğü 100 bin askeri yenerek Delhi Sultanlığı'nı ele geçirdi. Del­ Babür'ün öldüğü 1 530'da, Hindustan üzerindeki Babürlü nüfuzu ha­
hi'ye girdiğinde ilk iş olarak Çişti tasavvuf şeyhleri Nizameddin Evli- la zayıftı. Babür'ün en büyük oğlu ve ardılı Hümayun için en büyük so-

Agra Kalesi'ndeki Müsemmen Burç


1 637
Agra Kalesi l 565- l 573'te Ekber için Kasım
Han tarafından inşa edildi. Böylece Ludile­
rin daha önce yaptırdığı tuğla kalenin yeri­
ni kırmızı kumtaşından bir yapı aldı. Hende­
ğin öbür tarafında doğudan çekilmiş bu re­
simde, Şah Cihan'ın emriyle inşa edilen ve
l 637'de tamamlanan Müsemmen Burç gö­
rülüyor. Şah Cihan son yıllarını burada göz­
de karısının anıtsal mezarı Tac Mahal'i sey­
rederek geçirmişti.
Karşı sayfada: Agra Kalesi'ndeki
Bengle-i Cihanara, 1 637
Annesinin erken ölümünden sonra sarayın
birinci hatunu konumuna yükselen Cihana­
ra'nın oturduğu daireler M üsemmen Burç'a
bitişiktir. Kardeşi Evrengzib'in emriyle, da­
ha sonra o da babası Şah Cihan'la birlikte
burada hapis kalmıştı.

Agra Kalesi'ndeki Müsemmen


Burç'un cihannüması, 1 637
Şah Cihan babası Cihangir'in yaptırdığı bir­
çok yapıyı yıktırdı ve beyaz mermerle yeni­
den inşa ettirdi. Müsemmen Burç bunların
en muhteşemleri arasındadır. Süpürgelikle­
rine minyatürlerde de görülen bitki motif­
lerine dayalı enfes oymalar işlenmiş ve Tac
Mahal'inkilere benzer pervaz desenlerine
yarı değerli taşlar kakılmıştır.

run, soylular ve dirlik sahipleri içindeki ayrı kesimleri kaynaştırmak ve getirdiği sanatsal ve mimari ifade biçiminin temelinde yatan bir zorun­
bunları Babürlü hükümdarına kayıtsız şartsız sadık bir insicamlı maiye­ luluktu.
te dönüştürmekti. Bu yöndeki sürekli çabalarına rağmen, Bihar Hü­ Dönemin ilk önemli projesi bir cami değil, Hümayun'un Timurlu kav­
kümdarı Şir Şah Suri karşısında 1 543'te uğradığı nihai yenilgiden sonra ramlarına uygun bir tasarımla Delhi'de kurulan türbesiydi (1 562-1 571). Ek­
böyle bir bağlılığı sürdürmeyi başaramadı ve kendisine refakat eden 30 ber ayrıca başkenti Agra'da, Amirü'l-Bahr ("Deniz Komutanı") Kasım
kişilik bir maiyetle İran'a sığındı. Bu sürgün döneminde aylarca kaldı­ Han'ın gözetimi altında bir saray hisarı yaptırdı. Dönemin vakanüvisi
ğı Herat'ta Timurlu mirasına büyük hayranlık duydu; iran'ın kutsal ya­ Ebu'l-Fazl, inşası 1 565'te başlayan ve 1 573'te tamamlanan hisarın 500'den
pılarını ve anıtlarını görmeye yönelik bir "büyük gezi"ye çıktı. Hüma­ fazla taş yapıyı barındırdığını belirtir. Ekber'in gerek Agra'da, gerekse Ra­
yun, kişiliğinin şekillendiği ve bilgi birikimiyle üne kavuştuğu bu yıl­ casthan'ın giriş noktası konumundaki Acmir'de (1 570), kuzeybatı sınırını
larda, ilhanlı, Timurlu ve erken dönem Safevi mimarisini tanıma fırsa­ koruyan Lahor'da 0 575) ve Hindistan'da en kutsal Hindu kentlerinden bi­
tını buldu. ri sayılan Allahabad'da (1 583) inşa ettirdiği yapılardan günümüze kalan
Hümayun dönemindeki yapıların çok azı günümüze ulaşmıştır. İlk çok az yapı vardır.
mimari sembolü yüksek taçkapısıyla (piştak) ve kubbeli namaz böl­ Dolayısıyla, Agra Kalesi içinde saltanat ailesinin hanımları için bir ika­
mesiyle Timurlu köklerini ortaya koyan bir camiydi. Agra'da şu anda met sarayı olarak yapılan Cihangiri Mahal özel bir ilgi çeker. Kırmızı kum­
yıkık olan Kaçpura Camisi, Babür'ün bahçesinin yakınına inşa edil­ taşından inşa edilen cephede ve iç avluda Timurlu simetri ilkeleri gözetil­
mişti. Bu durum saray yaşamının bir merkezi olarak bahçenin önemi­ miştir. İç avlu kuzey ve güneydeki alçak saçaklı ve sütunlu bölmeleriyle
ni gösterir. Hümayun 1 533'.te Delhi'de saray hisarı Purana Kalesi'nin Hint alt-kıtasına özgüdür; duvarlar ve payandalar zengin kabartma oyma­
inşasını başlattı. Dinpenah ("Din Sığınağı") olarak anılan bu yapıda larla süslenmiştir. Irmağa bakan avlu Maveraünnehir saray mimarisinden
kullanılan kırmızı kumtaşı zamanla emperyal Babürlü mimarisiyle öz­ izler taşır; Timurlu avlularında ve bahçelerinde olduğu gibi, doğu kenarın­
deşleşti. da ince, narin ve zengin yüzey bezemeli kolonlar üstüne oturtulmuş ci­
hannüma biçimindeki bir eyvan, ortasında ise tek bir su arkının beslediği
dilimli bir havuz yer alır. Farklı üsluplar Ekber'in Hint alt-kıtası, İran ve
Ekber döneminde ( 1 556- 1 605) mimari
Orta Asya Müslüman aristokrasisinin yanı sıra Hindu Racput soylularıyla
Ekber'in tahta çıktığı 1 556'da Babürlü imparatorluğu hala kuruluş aşa­ kurduğu evlilik ittifaklarından dolayı saltanat ailesinin barındırdığı kültü­
masındaydı. Sonraki 50 yılın sanatsal gelişmelerini belirleyen bağlam, rel geleneklerin çeşitliliğini yansıtır.
Kabil, Keşmir ve Bengal'den Gucerat, Sind ve Malva'ya kadar uzanan Agra'nın güneyinde kayalık bir sırta kurulan Fetihpur Sikri kentinin
toprakları ele geçirme ve denetim altına alma süreci ve bütünleşik ma­ mimarisi, Ekber'in bağdaştırmacı emellerini dışa vurur. Henüz bir varisinin
li, askeri ve idari yapılar kurma gereğiydi. İmparatora odaklı ve kenet­ olmayışından endişe duyan Ekber, Sikrili bir tasavvuf piri olan Şeyh Selim
lenmiş bir maiyetin yaratılması, Ekber'in kültür politikasının ve bunun Çişti'den münacatta bulunmasını istemişti. Racput eşlerinden birinin

MİMARİ 465
Agra Kalesi'ndeki Cihangiri Mahal ken dönem Babürlü sarayının kültürel çeşit­ Agra Kalesi'ndeki Moti Mescit fından yaptırıldı. Namaz bölmesinin bir orta
l 560'1ar ve l S?O'ler liliğini yansıtır. Avluya bakan sütunlu bölme­ 1 647- 1 653 piştaktan yoksun olan cephesi, Şah Cihan'ın
Ekber'in saltanat ailesinin hanımları için bir ler ahşapla inşa edilmiş Hint modellerine Adı "İnci Camisi" anlamına gelen bu mescit, Acmir'de Çişti hankahının yanına inşa ettir­
ikamet sarayı olarak yaptırdığı Cihangiri Ma­ denk düşerken, eyvan tasarımları Mavera­ başkentin Delhi'de yeni kurulan Şahcihana­ diği caminin cephesine benzer.
hal' de farklı üslupların bir arada olması, er- ünnehir mimarisine dayanır. bad'a taşınmasından sonra, Şah Cihan tara-

1 569'da orada bir oğul doğurması üzerine, (sonradan Cihangir adıyla donatıları olan dokumaların, halıların, mücevherlerin ve metal işlerinin
tahta çıkacak olan) oğluna bir şükran ifadesi olarak Selim adını verdi ve üretildiği atölyeler.
surlarla çevrili bir kent ve saltanat sarayı yaptırdı. Sarayın odak noktası Ekber 1 584'te başkenti Lahor'a taşıdı. Burası İran'dan gelen saldırılara
Şeyh Selim'in (ö. 1 572) cuma camisi avlusunda yer alan hankahıydı. Hü­ karşı kuzeybatı sınırını savunmak için daha uygun bir üstü. Ama araların­
mayun'un Delhi'deki türbesi nasıl Nizameddin Evliya'nın Çişti hankahıy­ da Ekber'in annesi Meıyem Makani'nin de bulunduğu saray mensupları
la bağlantılıysa, Ekber de kurduğu yeni kentin bu yöredeki Çişti hanka­ asıl ikametgah olarak Fetihpur Sikri'yi kullandı. Daha sonraları Cihangir
hıyla bağlantılı olmasına özen gösterdi. Bunun ardında yatan amaç, Gu­ 1619'da birkaç ay burada kaldı.
cerat, Mandu ve Handeş'in fethiyle birlikte Babürlü topraklarının bir im­ İmparatorluk otoritesiyle özdeşleşen mimari üslup 1 584'e doğru yer­
paratorluğa dönüştüğü bir dönemde yönetime desteği artırmaktı. leşti. Eyalet valilerinin önemli idari merkezleri emperyal Babürlü üslubu­
Fetihpur Sikri'nin hanedan mimarisinin modeli Timurlu biçimleri ve mı yansıtacak şekilde kurmaları teşviklerle, daha doğrusu emirlerle sağ­

üsluplarıdır. Öne çıkan yapılar cami (1571-1 574) ve zafer takı biçimin­ landı. Amber'in Racput racası, Ekber'in kayınbiraderi ve ülkenin önde ge­
deki ana kapıdır (1 568-1 578). Bülend Dervaze ("Yüksek Kapı") olarak len emiri olan Man Singh'in Bihar ve Bengal'de inşa ettirdiği saraylar ve
anılan ana kapı, yüksekliği (54 metre) ve kemer açıklığı bakımından Ti­ idari merkezler, başkent Fetihpur Sikri'nin genel planını ve üslubunu yan­
mur'un Şehr-i Sebz'deki büyük eyvanını geride bırakır. sıtır. Caunpur'da Babürlü valisi muhteşem bir köprü yaptırdı.
İmparatorluktaki en büyük ibadethane olan ve yazıtında Şeyh Selim Ekber hükümdarlığının son yıllarında, Allahabad'da bağımsız bir saray
tarafından yaptırıldığı belirtilen caminin ayırıcı özelliği yüksek orta piş­ maiyeti oluşturan oğlu Şehzade Selim'in isyanıyla uğraştı; ama 1605'te
taktır. Klasik bir Timurlu unsurunun Babürlü yorumuna dayanan bu taç­ ölüm döşeğindeyken onu meşru varisi olarak tanıdı.
kapı, Babürlü öncesi Mandu geleneklerinden epeyce izler taşıyan cep­
hedeki başat üsluba bir gönderme işlevini görür. Namaz bölmesinin iç
Cihangir döneminde ( 1 605- 1 627) mimari
kısmı kırmızı kumtaşına beyaz mermer kakmalar halinde işlenen ge­
ometrik desenlerle zengin biçimde bezenmiştir; ayrıca çokrenkli ve yal­ Selim tahta çıktığında, Cihangir ("Dünyayı Zapteden") ve Ekber'in hü­
dızlı Timurlu prototiplerine dayanan arabeskler ve bitki motifleri vardır. kümranlık mecazlarında sıklıkla kullanılan ışık tasviri doğrultusunda Nu­
Şeyh Selim'in avludaki türbesi beyaz mermer kaplamalarıyla bir başka reddin ("Dinin Işığı") unvanlarını aldı. Babürlü yönetiminin köklerini
odak noktasını oluşturur. Süslü bir sundurması bulunan kare tabanlı ve hem Timurlu atalara hem de Hint alt-kıtasının kadim hanedanlarına bağ­
kubbeli bölmede, 1 572'de ele geçirilen Gucerat'ın Sarhec kentindeki me­ lama geleneğini sürdürdü . Ünlü İmparator Aşoka'nın (ö. 231) fermanla­
zar örnek alınmıştır. rını taşıyan ve yıkılarak yere düşmüş olan yekpare bir Maurya sütununa
Gucerat sultanlığının İslam öncesi Cayna ve Hindu geleneklerinin bir kendi soyağacını yazdırdı; Allah'a niyazların da araya serpiştirildiği bu
sentezine dayanan mimari üslupları imparatorluk saraylarına başat etki­ yeni haliyle sütunu Allahabad'da kendi kurduğu kalenin içine yeniden
de bulunan kaynaktır. Yapı tiplerinin ve bezemelerin genel düzeni ve diktirdi.
çeşitliliği, Ekber'in mimari biçimlerdeki ve saray teşrifatındaki deneme­ Cihangir'in en önemli mimari projesi Sikandra'da babası için yaptır­
lerini yansıtır. Sarayların içinde sanatsal üretim merkezleri vardır: Resim­ dığı türbeydi. Türbenin Timurlu üslubundaki ana kapısı (1612-1614) , ha­
li yazma nakkaşhaneleri, bir tercüme akademisi ve temel hükümranlık nedanın sanatsal ve siyasal yönelimini teyit eder. Cihangir'in mimari iş-

466 H İ NT ALT-KITA S I : S ULTANLI KTAN İMPARATO RLUGA


Fetihpur Sikri'nin kale ve saray
alanları, 1 569- 1 57 1
Agra'nın 38 km batısına düşen Fetihpur
Sikri, sarayın l 584'te Lahor'a taşınmasına
kadar Agra'yla birlikte başkent işlevini gör­
dü. Ekber burayı, kendisine bir taht varisi­
nin doğacağın ı bildiren ve daha sonra aynı
kente gömülen tasavvuf şeyhine şükran ifa­
desi olarak seçmişti. Ön planda Babürlü sa­
rayını ziyaret eden Cizvit rahiplerin de kal­
dığı kervansaray görülüyor. Arka planda
cuma camisi ve Bülend Dervaze adlı ana
kapı yer alıyor. Vakanüvis Kandehari kita­
bında Fetihpur Sikri'yi "bir uçurumun kena­
rındaki cennet" olarak nitelendirir.

Aşağıda: Şeyh Selim Çişti Türbesi


Fetihpur Sikri, 1 580/8 1
Cuma camisinin avlusunda yer akan bu tür­
be, Gucerat'taki eski Mandu anıtsal mezar­
larına benzer. Tek katlı ve kare planlı ana
bölmesi, tavaf için düzenlenmiş örtülü bir
koridorla çevrilidir.

Aşağıda: Bülend Dervaze, Fetihpur Sikri, riş eyvanına göre daha büyük olan kemeriy­
1 568- 1 578 le, Babürlü hanedan mirasına bir gönderme
Cuma camisinin avlusuna açılan bu anıtsal niteliğini taşır. Yazıtlar Ekber'in l 572'deki
ana kapı, caminin diğer yapılarından sonra Gucerat fethini övgüyle anlatır.
inşa edilmişti. Yükseklik ve açıklık bakımın­
dan Timur'un Şehr-i Sebz'deki sarayının gi-

!eri yürütmedeki becerileri bu muhteşem anıtın yanı sıra, Agra'da ve yaz­


lık başkent Keşmir'de yaptırdığı bahçelerde de görülür. Tüzük-i Cihan­
girf adlı anılarında mimariye büyük ilgisini ifade eden Cihangir, Agra'da­
ki veba salgınından uzak durmak için Ekber'in Fetihpur Sikri'deki sara­
yında kaldığı sırada geleceğin hükümdarı oğlu Şah Cihan'a eski yapıları
gururla göstermişti. Ancak, Agra ve Lahor'un saray hisarlarında onun
adına Hoca Cihan Muhamıned Dost'un inşa ettirdiği anıtsal yapılardan
günümüze kalan örnekler çok azdır; çünkü Şah Cihan bunları büyük öl­
çüde yıktırarak yerlerine yeni yapılar geçirdi.
Dönemin kaynakları Cihangir'in saraylarındaki ihtişamı ve emperyal
sembollere merakını aktarır. Bu kaynaklara göre, Agra'da Yamuna Irma­
ğı'na bakan Şah Burcu adlı yuvarlak kuleyi yaptıran oydu. Agra ve La­
hor sarayları İslam ve Hıristiyan kaynaklarına dayanan duvar resimleriy­
le bezenmişti. Babürlü sarayını ziyaret eden ve dinsel tartışmalara katı-
lan Cizvitler, imparatorlara armağan olarak Hıristiyan tasvirleri sundu ve Anılarından da anlaşıldığı üzere, cami mimarisi konusunda erbap sa­
albümler için bunların Babürlü versiyonları hazırlandı. Cihangir La­ yılacak kadar bilgili olmasına karşın, Cihangir hiçbir cami yaptırmadı.
hor'daki kaleye eklediği en önemli yapıları, Kuran'da ideal hükümdar Bu ayrıcalığı bahşettiği Hindu Racput asıllı annesi Meryemü'z-Zamani,
olarak sunulan Kral Süleyman'la bağlantılı tasvirlerle süslendi. Nitekim, Lahor'da Begüm Şahi Camisi'ni (161 1/12) inşa ettirdi. Genel kabul salo­
kalenin yegane yazıtında Cihangir "yüksek makamlı bir Süleyman" ola­ nuna ("divan-ı amme") varmak için geçilen Masti adlı kale kapısının he­
rak nitelendirilmekteydi. Tuğlayla örülen dış duvarlar, Süleyman efsane­ men ardında yer alan duvarlı avlunun her üç girişi de camiyi onun yap­
sinin veçhelerini resmeden çokrenkli çini mozaik panolarla kaplıydı. tırdığını belirten birer yazıt taşımaktaydı. Namaz bölmesinin çokrenkli
Sözgelimi, zincire bağlanmış cinleri çeken melekler, Süleyman'ın bilge­ bitkisel vı; geometrik motiflerle bezenmiş yüksek taçkapısının her iki
liğini ve görünür dünyanın yanı sıra görünmez dünyaya hükmetme ye­ yanında daha küçük kemerler vardı. Daha sonra Babürlü repertuarına
teneğini ima eden bir tasvirdi. Aynı temanın devamı, gayri resmi bir di­ girecek olan yenilikçi unsurlardan biri, (Kale Burcu'nda olduğu gibi)
vanhane işlevini gören Kale Burcu'nun duvarlarındaydı. Gök kubbe me­ kubbenin girişik köşe kemeri örgüsüydü ; bu örgüdeki ışın saçan yıldız
cazlarını çağrıştıran bir kubbeli tavanın kullanılması, Babürlü konut mi­ şekillerinin her bir Allah'ın bir ismini taşımaktaydı. Bir başka unsur, ila­
marisinde başlı başına benzersiz bir unsurdu ve verilen mesaj, tonoz ya­ hi güce görsel imalarda bulunan servi ağacı ve şerbet kadehi tasvirleriy­
pısında Süleyman efsanesindeki melek ve zümrüdüanka tasvirleriyle di; aynı tasvirlere Şehzade Hüsrev ve Sultan Nisar Begüm'ün Allaha-
güçlendirilmişti.

Penç Mahal'den bakışla Fetihpur


Sikri'nin iç sarayı alanı, l 574'e kadar
Çok sayıda avluyu ve bahçeyi barındıran sa­
ray kentinin üç ana işlevsel kısmı vardı. Bu
resmin ön planında haremin (zenane) bir
parçası olan ikamet kameriyesi ve ardında
da geleneksel adıyla "Codh Bay Sarayı" gö­
rülüyor. Sarayın dört eyvanlı plana dayanan
simetrik avlusunda muhtemelen Ekber'in
Racput eşleri için yaptırılmış bir tapınak
vardı.

468 HİNT ALT-KITA S I : S ULTANLI KTAN İM PARATORLUGA


Karşı sayfada: Ekber'in saray kenti
Fetihpur Sikri, 1 569
Ekber'in ikamet dairelerinden çekilen bu
resimde, sarayın Anup Talao adlı havuza
bakan yarı resmi kısmı görülüyor. Kare ta­
banlı havuzun ortasındaki seki, imparato­
run serinlemek için oturduğu yerdi. Siluet­
te görülen kare planlı köşk çoğu kaynakta
özel kabul salonu ("divan-ı has") olarak ge­
çer. Soldaki alçak yapılar özel imparatorluk
kileri işlevini görürdü ve "Türk Sultanı Ko­
nağı" olarak bilinen sağdaki köşk muhteme­
len gizli kabul ler için kullanılırdı. Meltemle­
ri alacak şekilde etrafı açık ve beş katlı bir
yapı olan Penç Mahal'e (en solda) harem
dairelerinden girmek mümkündü.

Pencab Kervansarayı, 1 7. yüzyıl


Pencab'da Ludhiana'dan Ambala'ya giden
yol üzerindeki bu görkemli kervansaray, im­
paratorluk sarayının ticarete verdiği büyük
desteği yansıtır.

bad'daki türbelerinde ( 1624/25) ve İtimadü'd-Devle'nin Agra'daki tür­ da Kabil Kalesi'ne, Keşmir'in Srinagar kentindeki Şalemar Parkı'na, Ahme­
besinde ( 1 627 /28) rastlamaktayız. dabad'daki Şahi Bağ'a, Burhanpur'daki saraylara ve bahçelere yeni yapı­
Cihangir'le 1 6 1 l 'de evlenen Nur Cihan, tıpkı Meryemü'z-Zamani gi­ lar eklemede hünerlerini göstermiş bir kişi olarak, hükümdarlığı üstlendik­
bi ticari faaliyetlere dayanan geniş mali kaynaklara sahipti. Diğer ileri ten sonra bu ilgi alanlarına daha büyük bir şevkle sarıldı.
gelenlerle birlikte, Cihangir'in Bengal'den Pencab'a giden büyük ticaret Hükümdar sıfatıyla ilk hamilik girişimi Ocak 1628'de, yani resmen tah­
yolları üzerinde kervansaraylar kurma çağrısına uydu; ayrıca hayrat çeş­ ta çıkışından bir ay önce, Acmir'de Muiniddin Çişti'nin türbesinin yanına
meleri ve mesafeleri gösteren kuleler (kos minar) yaptırdı. Nur Cihan'ın bir cami yaptırmak oldu. Böylelikle, başa geçtikten sonraki ilk anıtları ha­
Agra dışında yer alan ve 2-3 bin insanı ve 500 atı barındırabildiği söyle­ nedan türbeleri olan önceki iki Babürlü hükümdarından farklı bir yol iz­
nen kervansarayı, Patna'yla kazançlı ticaret yolunun ucundaydı. Bu tica­ leyerek, eski Timurlu geleneğine uydu . Cephe boyunca uzanan yazıt, ca­
retle ilgili gümrük tarifeleri de onun denetimi altındaydı. Cihangir'in mi­ miyi Mekke'deki Kabe'yle karşılaştırır ve evliyanın yattığı türbenin
mariye, bahçelere ve sanatlara dönük ilgisini paylaşan Nur Cihan, onun mümtaz konumda kalmasını sağlamak açısından, kubbesiz olarak inşa
imar çalışmalarına gönülden katıldı. edildiğini açıklar. Arapça yerine Farsça olan yazıtın alışılmamış uzunluğu,
Cihangir'in afyon müptelalığının artmasıyla birlikte iktidardaki ko­ aynı dönemin sonraki camilerinde benzer kitabelerin kullanılmasına em­
numu güçlenen Nur Cihan, 1 620'lerin başlarında kendi adına sikke bas­ sal oluşturdu .
tıracak ölçüde etkili hale geldi. Cihangir'den hiç çocuğu olmamasına Şah Cihan'ın teşrifat konusundaki titizliği tahta çıkışından hemen son­
karşın, onun ölümünü (1627) izleyen veraset bunalımı sırasında, ilk ko­ ra Agra ve Lahor kalelerinde genel kabul salonlarının ("divan-ı amme") ta­
casından olan cüzamlı oğlu Şehriyar'ı başa geçirmeye çalıştı. Ama ken­ dilatı için çıkardığı emirnamelerde açıkça görülür. Vakanüvislerin "Çihil
di kardeşi Asaf Han duruma müdahale ederek, Şah Cihan'ın meşru va­ Sütun" olarak andığı bu kırk sütunlu salonlarda bilinçli olarak Sasani mo­
ris olarak tanınmasını sağladı. Nur Cihan Lahor'daki Şahdara'da bulunan delleri esas alındı. Bunların Babürlü camilerindeki namaz bölmelerine
bahçe mülklerine çekildi, orada türbesini yaptırdı ve 1 645 'te öldü. benzer bir biçim taşımasına karşın, odak noktası mihrabın yerinde impa­
ratonın huzurda göründüğü makam (Sanskritçe'de charoka) vardı. Böyle
bir paralellik kurulması bilinçliydi; çünkü Şah Cihan da ruhani ve dünye­
Şah Cihan döneminin ( 1 628- 1 658) yapıları
vi otoriteyi birleştirme yönündeki Babürlü emellerini taşımaktaydı. Ona
Şah Cihan 14 Şubat 1 628'de Agra'da tahta resmen çıktı. Daha sonraki sik­ düzülen methiyelerde tebaanın kıblesi olarak nitelendirilmesi bu anlayışın
kelerde, imparatorluk fermanlarında ve hutbelerde, Timur'dan sonra gel­ sonucuydu. Avlunun batı kenarına, charoka'nın hemen karşısına bir cami­
diği yönünde bir payeyi ifade eden Sahib-i-Kıran-ı-Sani ("Göksel Buluş­ nin eklenmesiyle bu mecaz daha da pekiştirildi.
manın İkinci Efendisi") ve Padişah-ı Gazi Şah Cihan unvanlarını kullandı. Lahor'da imparatora ve ailesine mahsus saltanat daireleri Şah Cihan'ın
Şah Cihan'ın mimarinin sembolik önemine ve devlet işlerinde teşrifa­ tercih ettiği malzeme olan beyaz mermerle yeniden inşa edildi; sandık bi­
tın rolüne verdiği değer, saray tarihçisi Salih Kambo tarafından şöyle dile çimli tavanlar zengin yaldızlı ve Halep camından süslerle kaplandı. Zaten
getirilir: "Böyle şeylerde (binalar ve merasimler) bir artışın hükümdarlara bir bahçe kenti olarak nam salmış olan Lahor, daha sonraları Şalemar Bağ
avamın gözünde izzet kazandırdığı ve avamın gönlünde hükümdarların . olarak anılan muhteşem imparatorluk pa�kıyla daha da süslendi.
yüksek makamına itibarı artırdığı muhakkaktır." Öncelleri gibi, Şah Cihan Agra'da genel kabul salonunun teşrifat düzeni biçimsel kurallara bağ­
da mimari çalışmalara cömertçe destek verdi ve daha şehzadeliği sırasın- landı ve soylular hiyerarşisinin üst tabakasını ayırt etmeye yönelik gümüş

MİMARİ 469
parmaklıkların yerleştirilmesiyle zenginleştirildi. Daha düşük rütbedeki
kişilere büyük bir dörtgen alanı çevreleyen galerilerde ayakta durma zo­
runluluğu getirildi; masrafını bizzat karşılamaları şartıyla bu galerilere za­
rif brokarlar ve halılar döşenmesi yönünde talimat verildi. Irmağa bakan
özel kabul salonunun (divan-ı has) duvarları yarı değerli kakma taşların
bulunduğu bitki motifleriyle enfes biçimde bezenmiş beyaz mermerlerle
döşendi. Tavanın iç kısmı altın ve gümüş süslerle kaplandı; 1 637 tarihli
uzun bir Farsça yazıtta burayı cennetin en yüksek katıyla karşılaştıran ve
imparatoru güneşe benzeten ibarelere yer verildi. Salonun karşısında ba­
zen özel kabul törenlerinin de düzenlendiği imparatorluk hamamı yer al­
maktaydı. İmparatorun özel ikamet daireleri, ırmağa bakan bir başka
dörtgen alan içindeydi.
Agra artık saray kalelerinin ötesine taşan hatırı sayılır büyüklükte bir
kente dönüşmüştü. Şah Cihan en büyük kızı Cihanara'yla birlikte, burayı
bir imparatorluk başkenti olarak süslemeye girişti. Kalenin önüne, düzen­
siz kenarlı bir sekizgen biçiminde, sütunlu revaklarla ve tüccarlar için me­
kanlarla çevrili büyük bir meydan inşa edildi.
Cihanara kenti bir cuma camisiyle donatma ayrıcalığını istedi. Bu, Ba­
bürlü kent mimarisinde dikkate değer bir gelişmeydi; zira (özel bir duru­
Yukarıda: Kırmızı Kale'nin ana kapısı Aşağıda: Kırmızı Kale'deki Savan mun söz konusu olduğu Fetihpur Sikri sayılmazsa) ilk kez saray hisarının
Şahcihanabad, Delhi, 1 639- 1 648 Köşkü, tamamlanışı 1 648 dışında bir imparatorluk cuma camisi inşa ediliyordu. Cephesindeki yazıt­
Şah Cihan'ın yeni yönetim merkezi olarak Kırmızı Kale zamanla gelişerek kendi içinde
ta inşasının 1 643'te başladığı ve ı 648'de tamamlandığı belirtilen cami, bü­
Delhi'de kurduğu Şahcihanabad'ın iki ana bir kente dönüştü; sarayın ihtiyaçlarını kar­
kapısının heybetli etkisi, Evrengzib'in daha şılamak üzere büyük bir çarşı ve atölyeler yük bir külliyenin parçasıydı. Caminin avlusunda (bugün hata kullanılan)
sonra her ikisine birer dış gözetleme kulesi kuruldu. Saltanat ailesinin kaldığı saray da­ bir medreseye ait bölmeler, dışında ise bir çarşı, bir kervansaray, bir yol­
eklemesiyle azaldı. Hem Ekberabadi Derva­ irelerine ait mahrem alanlardaki bahçelerde cu hanı, bir imarethane, bir çeşme ve bir hamam vardı.
ze (bugün Delhi Dervaze) hem de Lahori akarsuların ve çavlanların serinlettiği köşk­
Dervaze görkemli saray törenlerinde kulla­ ler vardı. Heybetli bir görünüşü olan cami, yüksek bir platform üstündeydi. Kır­
nılan alay güzergahlarının parçasıydı. mızı kumtaşı ve beyaz mermerden alışılmamış bir zikzak deseniyle beze­
li ve soğanımsı biçimli üç kubbesi, bütün kentte görülen bir nirengi nok-

.·-:-ı-- 1!-.::-_- J
-v:= _____
_ -
-11 �:.- 8_

Taş fi ller, Delhi Dervaze


Hint savaş filleri İ Ö 326'da Pencab'ı istila
eden Büyük İskender için olduğu kadar, Ba­
bür için de ürkütücüydü. Babürlü İmparator­
luğu'nun büyüklüğünü ve gücünü göster­
meye yönelik bu sakin taş filler Şahci­
hanabad' daki kalenin iç ve dış kapıları arasın­
da duruyor. Hindistan Genel Valisi Lord
Curzon ( 1 899- 1 905) sökülmüş olan heykel­
leri eski yerlerine koydurdu.

470 HİNT ALT-KITA S I : S ULTA N L I KTAN İMPARATORLUGA


tasıydı. Cephenin ortasındaki yüksek taçkapı, beyaz mermere kakma yön­
temiyle işlenmiş geniş bir siyah hat şeridiyle çevrilidir. Bu Farsça şeritte
camiyi yaptıran kişi "dünyanın konıyucusu, çağın kadınlarının sultanı,
dünyanın melikesi, kainatın efendisi" unvanlarıyla anılır; ayrıca imparato­
ra yönelik övgüler ve inşanın 500 bin nıpiye mal olduğuna dair bilgiler
yer alır. Böyle bir cami varken, Şah Cihan'ın Agra Kalesi içinde inşası
1 653'te, yani sarayın Delhi'deki yeni başkente taşınmasından beş yıl son­
ra tamamlanan büyük İnci Camisi'ni yaptırmış olması gariptir.
Agra ve Lahor'daki kamusal alanlar, yeni teşrifat düzenine gerektiği
gibi uyulmasına elvermeyecek kadar sınırlıydı. Bu bakımdan Şahcihana­
bad adlı yeni başkent tasarlanırken, bir saray hisarının yanı sıra kapsam­
lı bir kentsel planlamaya ve alay güzergahları düzenlemesine yer verildi.
Tasarımını Tac Mahal'de de çalışmış olan Üstat Hamid ve Üstat Ahmed
adlı mimarların hazırladığı Kırmızı Kale'nin temelleri, 1 639'da astrolojik
verilere göre hayırlı olduğu saptanan bir günde atıldı. Şah Cihan planları
gözden geçirip uyarlamalar yaparak ve inşaat alanına periyodik ziyaret­
lerde bulunarak kalenin kunıluşuna aktif biçimde katıldı.
Agra ve Lahor kalelerinin temel özellikleri Şahcihanabad'da aynen uy­
gulandı. Genel kabul salonu benzer bir şekilde düzenlendi ve muhteşem
mermer taht hükümdarlık sembolleriyle bezendi. Tahtın hemen yukarı­
sında mermer kakma yöntemiyle işlenmiş olan ve Orpheus'u hayvanlara
lavta çalarken gösteren sahneler, açıkça ideal hükümdar Süleyman'la bir
benzetme kurmaya yönelikti. Özel kabul salonunda baştan başa değerli
taşlarla kaplı olan ve daha sonraları Nadir Şah tarafından 1739'da İran'a
götürülen ünlü Tavus Tahtı (Taht-ı Şahi) yer almaktaydı. Bu beyaz mer­
mer salon yarı değerli taşlarla ve yaldızlarla kakılı bitki dallarından olu­
şan zengin süslerle doluydu. Orta bölmenin duvarlarında kaynakların sık­
lıkla aktardığı şu Farsça mısra yazılıydı: "Eğer yeryüzünde bir cennet var­
sa, buradadır, buradadır, buradadır."
Elli bini aşkın kişinin yaşadığı kale, kent içinde bir kent gibiydi. Üstü
kapalı devasa bir çarşısı ve sarayın dokumadan kılıca, resimden esansa
kadar ihtiyaçlarını karşılayan atölyeleri vardı. Masif kale surlarının tepe­
den baktığı Şahcihanabad, özenle planlanmış bölümlere dayalı bir düze­
ne sahipti; bu bölümlere saray mensuplarınca camiler, çarşılar ve bahçe­
Kırmızı Kale'deki Has Mahal'den bir Şahcihanabad'daki Kırmızı Kale'nin
ler yaptırılmıştı. Veliaht Dara Şükuh'un ve birçok soylunun ikametgahları
detay, Şahcihanabad, Delhi, 1 639- 1 648 zemin planı, Delhi
ırmak kıyısı boyunca sıralanmaktaydı. Has Mahal hükümdarın özel ikamet daireleri Kırmızı Kale'nin tasarımı geometrik bir ız­
Hükümdar ailesinin hanımları emperyal kırmızı kumtaşından inşa et­ olarak kullanılırdı. Yapının orta bölmesinin garaya dayalıydı. Merkezi dikey eksen üs­
içinden "Cennet lrmağı" geçerdi. tündeki ana kapı, devasa genel kabul salonu
tirdikleri camiler, çarşılar ve kervansaraylarla kentin imarında önemli bir
("Çihil Sütun") ve hükümdar daireleri aynı
rol oynadılar. Cihanara batıdaki Lahor kapısından başlayarak ırmağın her hizadaydı.
iki yanında uzanan ve Çhandni Çhauk olarak bilinen revaklı büyük çar­
şıyı yaptırdı. Çarşının ortasında sekizgen planlı koca bir kervansaray ve
bunun paralelinde, ama bulvarın ardında geniş Sahibabad Bahçeleri yer
almaktaydı. Bulvarın ucundaki odak noktası, Şah Cihan'ın üçüncü eşi Fe­
tihpuri Begüm'ün kırmızı kumtaşından inşa ettirdiği camiydi. Kalenin
ikinci giriş noktası olan Ekberabad (Agra) ana kapısının güneyinde, Şah
Cihan'ın ilk eşi Ekberabadi Begüm'ün yaptırdığı bir cami ve kervansaray
vardı. Şah Cihan kendi inşa ettirdiği cuma camisinin 1 656'da tamamlan­
masına kadar, cuma namazı için maiyetinin katıldığı görkemli bir alay tö­
reniyle bu camiye giderdi. Şah Cihan'ın emriyle inşası 1650'de başlayan
Mescit-i Cihannüma ölçek, tasarım ve bezeme bakımından kentin en
muhteşem camisiydi.
Bu caminin bitirilmesinden kısa bir süre sonra, 1 657'de Şah Cihan'ın
ölümcül gibi görünen ağır bir hastalığa yakalanması, bir veraset bunalımı­
nın kıvılcımını çaktı. Yaşayan üçüncü oğlu Evrengzib bu çatışmadan ga­
lip çıktı ve babasını 1666'da ölene kadar Agra Kalesi'nde hapis tuttu. 100 200m

MİMARİ 471
Evrengzib döneminde ( 1 658- 1 707) mimari Badşahi Camisi, Lahor, 1 673- 1 674 Bu resmin ön planında, Pencab'ın Sih hü­
Evrengzib döneminde inşa edilen Badşahi kümdarı Rancit Singh'in 1 8 1 S'de yaptırdığı
ilki Delhi dışındaki Şalemar Bahçeleri'nde, sonraki Kırmızı Kale'de ol­ Camisi, en büyük Babürlü camisidir ve Ba­ Huzuri Bağ Bederi adlı köşk görülüyor. Ar­
bürlü mimarisinin son şahane örneğidir. La­ kada ise Şahcihanabad'daki cuma camisinin­
mak üzere 1658'deki iki tahta çıkış töreninin ardından, Evrengzib'in ilk
hor 1 8. yüzyılda birçok yıkıcı istilaya uğradı kine benzer bir anıtsal merdivenle çıkılan
işi Şahcihanabad kalesinin içinde İnci Camisi'ni yaptırmak oldu . Özel ve sonunda Sihlerin başkenti hale geldi. Sih taçkapısıyla Badşahi Camisi yer alıyor.
ikamet dairelerinin yakınında yer alan ve tamamen beyaz mermerden yönetimi de Babürlü üslubunu benimsedi.
inşa edilen cami beş yıl sonra, ı 662/63'te tamamlandı. Şah Cihan döne­
minde saraylara mahsus olan ince oymalı avlu mermerleri ve bitkisel Dahası, Şah Cihan'ın 1 650'lerde ata toprakları olan Belh, Bedehşan
arabeskler gibi bezeme unsurları bu yapıda dinsel mimari amacıyla kul­ ve Semerkand'ı geri almaya yönelik seferleriyle mali kaynaklar aşırı öl­
lanıldı. Emperyal Babürlü mimari geleneğinin son örneği olan Lahor'da­ çüde zorlanmıştı. Evrengzib'in bu emelden vazgeçme kararı Babürlüle­
ki Badşahi Camisi'nde de aynı bezemelere rastlanır. Evrengzib dönemi­ rin artık kendilerini Hint alt-kıtasıyla sınırlamalarına yol açtı, böylece si­
nin son yıllarında hükümdarlık ailesince inşa edilen başlıca mimari ya­ yasal meşruiyetle bağlantısı kalmayan Timurlu estetiği başat olmaktan
pılar olan camiler ve bahçeler, yerleşik temaya dayalı varyasyonlardı. çıktı. Evrengzib Dekkan'ın fethinden sonra, 1 693'te başkenti Şahcihana­
öncellerinin hükümdarlık anlayışına sahip olmayan Evrengzib, yarı bad'dan yeni kurduğu Evrengabad'a taşıdı. Kendi yokluğunda Kırmızı
ilahilik unsuruna ve hükümdarlık görevlerinin sanatları himaye etmey­ Kale'nin bakımını sağlamasına karşın, hükümdarlık atölyelerindeki sa­
le ilişkilendirilmesine karşı çıktı. Mimarinin sembolik yönlerinden ziya­ natçılar yeterli destek göremeyince, başka yerlerde himaye aramaya yö­
de işlevsel yönlerine ağırlık verdi; ona göre saraylar geniş maiyeti ba­ neldi.
rındırmak için, bahçeler ise idari işlerin yorgunluğunu atıp dinçleşmek Evrengzib'in ölümünden (1707) sonra, Babürlü imparatorluğu sü­
için gerekliydi. Şatafatlı bir yaşam tarzından kaçındı; saray teşrifatının rekli küçüldü. İran'ın Afşar Hükümdarı Nadir Şah'ın 1 739'da Delhi'yi
her gün halka görünme gibi birçok veçhesini ve müzikli eğlenceleri kal­ yağmalaması ve sonraki yarım yüzyılda bunu sayısız baskınların izleme­
dırdı. Aynı dönemde hükümdarlığın sanatlara verdiği destek de azaldı. si, kenti bütün taşınabilir değerli eşyalarından yoksun bıraktı. İmkanı
Evrengzib hayatının büyük bir bölümünü seferlerde geçiren yetkin olanlar kaçıp başka yerlere sığındı. Taşra valileri bağımsızlıklarını ilan
bir komutandı ve zevk düşkünlüğü olarak gördüğü davranışlara hiç ta­ ettiler ve eski imparatorluk sanatçılarına himaye sağlayan saraylar kur­
hammülü yoktu. Dindarlık anlayışı da çok katıydı. Eski camilerin bakım dular.
ve onarımına çeşme ve yol gibi kentsel altyapıya dönük imar çalışma­ Ayodhya eyaletinde Babürlü valiler l 754'ten sonra fiilen özerklik
larıyla aynı ölçüde ağırlık vermek onun yaklaşımıyla tutarlı bir kazandı. Eyaletin merkezleri Lucknow ve Feyzabad'da mimarinin ve sa­
durumdu . natların evrimi, Babürlü formlarından bölgesel formlara geçişi yansıtır.

472 HİNT ALT-KITAS I : S U LTANLIKTAN İ MPARATO RLUGA


Dahası, 1 8 . yüzyıl sonlarında, İngiliz Doğu Hint Kumpanyası'nın bir ge­
nel valiye bağlı bir İngiliz idari kurumuna dönüşmesinin ardından, özel­
likle Hindistan'ın kuzey ve doğu kesimlerinde İngiliz ve Fransız nüfu­
zunun artması, iktidarı üslupla ilişkilendiren yeni bir imgeler kaynağı
sağladı. Saray mimarisinde Palladio üslubunda kolonlar ve Adam üslu­
bunda kapı üstü yelpaze pencereler gibi Avrupa unsurları kullanıldı ve
iç mekanlar çoğu kez Avrupa tarzı mobilyalarla döşendi.
Dinsel mimari alanında Sünni Babürlülerden ayrı bir kimliği tanım­
lamaya yönelik Şii formları öne çıkarıldı. Nevab Asafü'd-Devle 1784'te
bir cami, bir çeşme ve muazzam bir taçkapıyla birlikte, Şiilerin Muhar­
rem törenlerini yapması ve alemleri saklaması için çok büyük bir
"imambare" ve "taziye"ler inşa ettirdi. Bu yapılarda daha önce Şii hane­
danlar için imambarelerin yapıldığı Dekkan'dan alınma unsurlar belir­
gindi. Aynı şeyi Asafü'd-Devle'nin annesi Bahu Begüm için Feyza­
bad'da'da inşa edilen türbe ( 1 8 1 6) gibi anıtsal mezarlarda da görmek
mümkündü. Bu savurgan melez üslup, İslam sanatının en zarif örnek­
lerinden bazılarını sunan Dekkan mimarisinin ölçülü taşkınlığından ve
saf güzelliğinden oldukça farklıydı.

İ mambare, Lucknow, 1 784 ğıyla kimliklerini öne çıkardılar. Dindışı ya­


Büyük dinsel törenlerin yapıldığı anıtsal bir pılarda ise Avrupa unsurları, üslubu iktidar­
Dekkan bölgesindeki Ahmednagar, Bicapur, yapı olan bu imambare, Nevab Asafü'd-Dev­ la ilişkilendiren imgeler, ayrıca yeni teknolo­
Golkonda ve Haydarabad le tarafından inşa ettirilmişti. Lucknow'u jiler ikame etti. Avrupa'dan getirtilen köp­
başkent edinen Ayodhya h ükümdarları, rüler Lucknow'da monte edildi. İmambare­
l 754'ten sonra fiilen özerkliğe kavuştular ler Ali'nin Kerbela Muharebesi'nde (680)
Dekkan sultanlıkları daha 14. ve 1 5 . yüzyıllarda Delhi Sultanlığı'ndan ve Sünni Babürlülerden ayrılıklarını göster­ katledilen oğlu ve üçüncü imam Hüseyin'in
koparak ortaya çıkmış bağımsız devletlerdi. Bölgesi içindeki çeşitli yeni­ mek üzere, dinsel mimaride çoğu kez Dek­ ölümünü anmaya yönelik yas törenlerinin
den düzenlemelere ve doğrudan denetim amacıyla olabildiğince yüksek kan etkisini taşıyan Şii yapı formları aracılı- yapıldığı yerlerdi.

vergiler dayatmaya yönelik sayısız Babürlü seferlerine rağmen, bu dev­


letler ancak Evrengzib'in 1 686/87'de Bicapur ve Golkonda'yı fethetme­
siyle Babürlü İmparatorluğu'na bağlandı. Ne var ki, merkezi Babürlü de­
netimi kısa süreli bir fasıladan ibaret kaldı; çünkü Haydarabad'ı başkent
edinen Babürlü Valisi Nizamülmülk Asaf Cah 1724'te fiilen özerklik ka­
zandı. Böylece Dekkan'ın kültürel ve sanatsal evrimi temelde bir sürek­
lilik gösterdi.

Ferah Bağ'ın zemin planı


Ahmednagar, Dekkan, 1 576- 1 583
Sultan 1. Murtaza N izam Şah için inşa
edilen bu saray büyük bir göletin or­
tası ndaydı. Ortadaki kubbeli bir böl­
meyi çevreleyen düzensiz kenarlı bir
sekizgen yapıya dayalı heşt bihişt ("se­
kiz cennet") planının Hümayun Tür­
besi'ne ve Tac Mahal'e benzerliği,
Hint mimarisinde dindışı ve dinsel bi­
çimlerin nasıl birbirinin yerine geçe­
bildiğini gösterir.

O 25 Sm

Ferah Bağ, Ahmednagar, Dekkan, yapıldı. Büyük bir göletin ortasında yer alan
1 576- 1 583 ve heşt bihişt planına göre düzensiz kenarlı
Dekkan 1 4. yüzyılda Delhi Sultanlığı'ndan bir sekizgen yapı olarak inşa edilen bu anıt­
bağımsızlaştıktan sonra, 1 5. ve 1 6. yüzyıllar­ sal saray, ölçeği ve sivri uçlu derin kemerle­
da bir dizi küçük devlete bölündü. Türk­ ri açısından Timurlu prototiplerin özellikle­
lranlı elitlerin getirdiği mimari biçimlerde rini yansıtır.
zamanla yerli geleneklere göre değişiklikler

MİMARİ 473
Köklü bir geçmişe sahip yerli Müslümanların (Dahniler), denizyolla­
rına dayalı ticari ilişkiler ağı sayesinde Arap Yarımadası, Afrika, Güney
İran, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa'yla bağlantıları vardı. Dekkan
sanatına etkide bulunan bu egzotik kültürel kaynaklara, zamanla yarı­
madanın güney kesiminde serpilen, dinsel topluluklar arasındaki yakın
ilişkiler ve Müslüman hükümdarların gayrimüslim sanatçılara ve zanaat­
karlara sağladığı himaye aracılığıyla aktarılan İslam dışı Cayna, Hindu ve
Lingayata gelenekleri eklendi. Bunların sanatsal nüfuzu Dekkan sanatı­
nın ayırıcı özelliği olan bezeme detaylarında ve biçime hacimsel yakla­
şımda kendisini dışa vurdu .
Kuruluşu 1 496'ya inen Ahmednagar sultanlığında, İran modelleri ile
yerli biçimler arasındaki tezat Sultan I. Murtaza (1565-1 588) döneminin
mimarisinde açıktı. Kent dışında büyük bir göletin ortasında sekizgen
yapılı bir saray olarak inşa edilen Ferah Bağ (1 583) bunun bir örneğidir.
Kutb Şah hanedanının ilk başkenti Golkonda'da saray kabul salon­
larının törensel taçkapılarla, alışveriş sokaklarıyla ve savunmaya dönük
ana kapılarla eksensel hizalanışında İran kent planı geleneklerinin etki­
si görülebilir. Buna karşılık, 1 591 'de birkaç kilometre güneyde kurulan
yeni başkent Haydarabad'ın düzeninde yerli gelenekler ağır basar.
Haydarabad'ın kent planlaması için İran ve Irak'tan mimarların, ya­
pı ustalarının ve mesaha memurlarının, ayrıca Güney Hindistan'dan
Yüksek Mahkeme ğin pek fazla bozulmamasına karşın, Babürlü Brahman uzmanların yer aldığı bir saray heyeti oluşturulmuştu . Mutabık
Haydarabad, 1 9. yüzyıl mimarisinin hükümdarlık otoritesiyle bağ­ kalınan tasarım Vastu-şastra mimari anlayışının Brahman ilkelerine uy­
Golkonda l 687'de Babürlülerin eline geçti, lantılı anıtsal piştak gibi bazı unsurlar özüm­
gundu; kentin şekli için de gündeme gelen birkaç olası klasik biçim ara­
ama yerel Vali Nizamülmülk Asaf Cah senerek Haydarabad yapı biçimleriyle bü­
l 724'ten itibaren fiili bir bağımsızlıkla hü­ tünleştirildi. Dindışı mimaride kubbenin kul­ sında gamalı haç seçildi. Bir Hindu kentinde tapınağın bulunması gere­
küm sürdü. Haydarabad l 858'den sonra lanılması ise Avrupa modellerinin bir yansı­ ken merkez, anıtsal Çar Minare'ye göre belirlendi. Bu teşrifat ana kapı­
Hint alt-kıtasında kalan az sayıdaki bağımsız masıydı. sının, her biri ana yönlerden birine açılan dört girişi vardı. Kuruluşuna
devletlerin en güçlüsüydü. Sanatsal süreklili-
esas alınan Şii yapı biçimi "taziye" , Buhara ve Isfahan'daki küçük ölçek­
li ana kapılarda da benimsenen bir modeldi; kesme alçı sıva yüzeyler,
Dekkan üslubuna göre, her minare ve kubbe katı boyunca revaklarla,
gözenekli balkonlarla ve nilüfer taç yaprağı biçiminde desteklerle işlen­
mişti. Çar Minare kültürel kimliğin bir ifade biçimi olarak, Sünni Babür­
lülerin sözgelimi Fetihpur Sikri'deki Bülend Dervaze gibi büyük taçka­
pılarıyla ve 50 yıl sonra kurulan Şahcihanabad'ın bir örneğini sunduğu
kent planlaması geleneğiyle açık bir tezat içindeydi.
Asaf Cah hanedanının 19. yüzyılda Haydarabad kentinde yürüttüğü
imar çalışmalarında da ilham kaynağı olarak Hint alt-kıtasına, Japon­
ya'ya ve Avrupa'ya dönük bir uluslararası arayış damga vurdu . İslam mi­
marisi bağlamında, sembolik önem taşıyan bir yenilik Adliye Binası ve
Osmaniye Hastanesi gibi dindışı yapılarda kubbenin benimsenmesiydi;
bu tür kubbeler hükümdarlık görevleriyle ve dünyevi iktidarla bağlantı­
lıydı, ama gökyüzü tavanına dönük geleneksel remizden uzaktı.

Cennet tasvirleri olarak türbeler ve bahçeler


Babürlülerin inşa ettirdiği büyük anıtlardan ikisi, Hümayun Türbesi ve
Tac Mahal, hanedanın mimarideki atılımlarını simgeleyecek düzeye çık­
malarını sağlayan anıtsal ihtişama kubbeli mezar bölmeleriyle ulaşır.
Cennet görüntüsünde bahçeler ve Babürlü defin mimarisinde gelişen se­
mavi konaklar, imparatorluk saraylarının epigrafilerinde görülen yeryü­
zü cennetini yaratma mecazıyla paralellik içindeydi.

Çar Minare, Haydarabad, 1 59 1 Haydarabad'daki yeni başkentinin merkezi


Dört anayönde girişin bulunduğu bu anıtsal haline geldi. Özel olarak atanmış bir heyetçe
ana teşrifat kapısı Golkonda Sultanı M uham­ hazırlanan kent planında Fars etkilerinin yanı
med Kuli Kutb için inşa edilmişti. Zamanla sıra Brahman ilkeleri izlendi.
Hümayun Türbesi lışmalarına, başkentin Agra'ya taşındığı 1 565'ten sonra Ekber'in annesi
nezaret etti. Yaklaşık 300 Kuran hafızının kaldığı bir bina, bir medrese
Ekber'in ilk önemli mimari projesi Delhi'de babası için yaptırdığı türbey­ ve yoksullara yiyecek dağıtan bir mutfağı ("lenger") kapsayan külliyenin
di. Yapının çığır açıcı biçimi ve inşa tarzı, hanedanın kültürel kimliğini idaresini, Ekber'in gözde üvey annesi ölümüne (1 582) kadar üstlendi.
belirledi. Bir hanedan türbesinin kurulması görenekten bir kopuş sayılır­ Tahta benzer yüksek bir platform üstünde yer alan türbe, düzensiz
dı; çünkü Babür Panipat'ta, Hümayun da Agra'da otorite sembolü olarak kenarlı bir sekizgen ("müsemmen bağdadi") biçimindedir. Yüksek bir
bir cami inşa ettirmiş ve böylece büyük camiler ve medreseler üzerine alınlığı ve hafif soğanımsı biçimde bir kubbesi vardır. Ortadaki kubbeli
kurulu olan Timurlu hanedan mimarisi geleneğini izlemişlerdi. Aslına ba­ bölme etrafında kümelenmiş sekiz odadan oluşan ışınsal zemin planı,
kılırsa, Ekber'in anıtsal mezarlar yönündeki Cengizli geleneğini canlan­ Kuran' da geçen cennetin sekiz kapısına bir göndermeyle heşt bihişt ("se­
dırmak gibi bilinçli bir amacı da olabilirdi; Hümayun Türbesi'nin gör­ kiz cennet") olarak bilinen düzene dayanır.
kemli ölçeği ve sekizgen biçimi İran'ın Sultaniye kentinde İlhanlı Sultanı Yapının üst kısmına da yansıtılan plan simetrisinin ilham kaynağı Ti­
Olcaytu 'nun yaptırdığı türbeden izler taşımaktaydı. Şir Şah Suri'nin Bihar murlu kavramlarıdır; ama inşa yöntemleri yerlidir. Tuğla gövde ince ke­
bölgesindeki Sassaram'da bulunan büyük türbesi (1 545) karşı koyulma­ simli kırmızı kumtaşıyla örtülmüştür; taş dizileri geniş ve dar olmak üze­
sı gereken bir semboldü; çünkü Suriler daha önce Hümayun'u 12 yıl sür­ re dönüşümlü bir sıra izler. Kilit unsurları vurgulayan beyaz mermer,
günde yaşamak zorunda bırakarak Babürlü hanedanını güç duruma dü­
şürmüştü ve onların alt edilişini daha üstün bir yapıyla göstermeye gerek
vardı.
1 Hümayun'un
Hümayun Türbesi'nin mimarları Mirak Seyyid Gıyas ve oğlu Seyyid dört su arkıyla
Muhammed, yetişme açısından Timurlu tarzına bağlıydı. Eski Timurlu bölmelere
başkenti Herat'ta Hüseyin Baykara için çalışmış ve Buhara'nın Özbek hü­ ayrılan bahçe
içindeki türbesi
kümdarı için Timurlu üslubunda bahçeler düzenlemişlerdi. Yapımı
2 Babür'ün
1 562'de başlayan ve 1 571 'de tamamlanan Hümayun Türbesi'nin inşa ça-
türbesi
3 İsa Han'ın
türbesi
Hümayun Türbesi'nin cepheden hanedan köklerini ve emellerini yansıtır.
görünüşü ve zemin planı, Delhi, Hümayun sürgündeyken ziyaret ettiği He­ 4 Ana giriş
Mirak Seyyid Gıyas ve Seyyid M uhammed, rat'ı n Timurlu mimarisine hayran kalmıştı.
1 562- 1 57 1 Baba-oğul mimarlar eski Timurlu başkenti
ikinci Babürlü Hükümdarı Hümayun'un anıt­ Herat'ta ve daha sonra Buhara'nın Özbek
sal mezarı, büyük Babürlü türbelerinin ilkiy­ hükümdarı için çalışmıştı. Hümayun Türbe­ O 50 100 1 50 200m
- -

di. Ölçek ve tasarım ilkeleri bakımından Ti­ si'nde Timurlu mimari kavramları Hint alt­
murlu etkisini gösterir, ayrıca Babürlülerin kıtasının zanaat ustalığıyla ifade bulur.

MİMARİ 475
Hümayun Türbesi'nden bahçenin
görünüşü, Delhi, 1 564
Hümayun Türbesi geniş bir bahçenin orta­
sında yer alır. Bu tür bahçelerin Kuran'daki
cennet tasvirini, öbür dünyada mutlu bir ha­
yat sunan gölgelik alanları, pınarları, akarsu­
ları ve semavi köşkleri çağrıştıran bir yönü
vardı. Cennetin kapısında bekleyen melekler
fikri, örtük bir şekilde kapalı bir alanı belir­
tirdi. Babürlü hanedan türbeleri bu mecazla­
rı somutlaştıran yapılardı.

Aşağıda: Hümayun Türbesi


Delhi, 1 562- 1 57 1
Kubbeli sekizgen bölmenin ortasındaki san­
duka, aşağıdaki mahzende bulunan lahdin
yerini gösterir.

kubbenin dış yüzeyini tamamen kaplar. Tek bezeme üçgen dolguların dü, ama bahçede türbesi değil, sadece bir mezar taşı vardı; Timurlular
çevresine belirgin biçimde yerleştirilmiş olan altı köşeli yıldızdır. Bu yıl­ bahçelere düşkünlükleriyle ünlü olmakla birlikte, bahçeleri mezarlarla
dız İslam astrolojisinde ve zıt unsurların birliği simyasında bir hayır işa­ ilişkilendirmezlerdi. Hümayun Türbesi'ni çevreleyen bahçe ızgara plan­
reti sayılır. Ayrıca Hümayun'un bu alana dönük merakına imada bulu­ lıydı ve bir çar bağ ("dört bahçe") oluşturacak biçimde geniş yürüyüş
nur; çünkü hayat hikayesinin yazarı, haftanın her gününün gezegenine yollarıyla bölmelere ayrılmıştı. Cennetin su, süt, bal ve şerbet ırmakları­
göre farklı renklerde kaftanlar giydiğini aktarır. nı çağrıştıran su arklarının beslediği havuzlarda, susamış müminler hara­
Türbenin büyük bir bahçenin ortasında yer alması gerek türbe, ge­ retlerini dindirirdi. Zengin brokarlı halılarla döşenmeye hazır olan çev­
rekse bahçe tasarımı açısından �ikkate değer bir yenilikti ve sonraki Ba­ redeki sekilere uzanırken, kolayca ulaşılabilen meyveleri koparmak
bürlü türbelerinde de benimsendi. Babür de bir bahçe içinde gömülüy- mümkündü. Berrak akışlı suyun başındaki bu ortam gönülleri ferahlata­
rak zindelikle doldururdu.
Sonraki hanedan türbelerinde daha gelişkin yapıya kavuşan bu çar
bağ'lar ve keyif bahçeleri, Hint alt-kıtasına özgüydü. Kendine has biçim­
leri topografyaya bağlı bir evrimin sonucuydu ve İran modellerinden zi­
yade erken İslam yerleşmelerinde rastlanan yerli kavramlardan doğmuş­
tu .
Ekber'in tarihçisi Bedevani'nin ifadesiyle "ferahlatıcı, cennet gibi"
türbe tamamlandığında, imparator burayı tavaf etti ve ayrıca Nizameddin
Evliya'nın yakındaki türbesini ziyaret etti. Bu, Ekber'in burada ve Del­
hi'nin diğer kutsal anıtlarında ruhani aydınlanma arayışıyla bağlantılı beş
resmi ziyaretinin ilkiydi. Böylece Cihangir ile Şah Cihan tarafından da
sürdürülen, hanedanın hükümranlığını ve meşruiyetini ruhani otoriteyle
ilişkilendiren bir imparatorluk törenini kurumlaştırdı.

Karşı sayfada: Ekber Türbesi, Sikandra, ve havuzların bulunduğu geniş yürüyüş yolla­
tamamlanışı 1 6 1 4 rıyla ayrılmış "dört bölmeli" bir bahçenin or­
Cihangir tahta çıkışından kısa bir süre sonra tasındadır. Güney kenarında yer alan büyük
babasının türbesini ziyaret ettiğinde, gördüğü piştakın ardındaki sofa, çokrenkli alçı sıvadan
durumdan hoşnutsuz kaldı ve bazı bölümleri­ bitkisel arabesklerle ve mavi bir zemin üstün­
nin yeniden inşa edilmesi emrini verdi. Bu de yaldızlı Kuran ayetleriyle cenneti hatırla­
olay türbenin inşasına daha babası sağken tırcasına zengin biçimde bezenmiştir.
başlandığına işaret eder. Türbe su arklarının

476 H İ NT ALT-KITAS I : SULTANL I KTAN İM PARATORLUGA


Ekber Türbesi'nin ana kapısı tipleri esas alınarak uygulandı. Hindistan Ge­
Sikandra, 1 6 1 2- 1 6 1 4 nel Valisi Lord Curzon ( 1 899- 1 905) bir dep­
Son derece zengin bezemeli yüzeyler, Cihan­ rem sırasında yıkılmış olan minareleri tekrar
gir dönemi mimarisinin ayırıcı özelliğiydi. Ye­ yerlerine koydurdu.
ni tonoz sistemleri Safevi ve Timurlu proto-

Ekber Türbesi
Ekber'in Agra yakınındaki Sikandra'nın Bihiştabad ("Cennet Yurdu") ke­
siminde bulunan bahçeli türbesi, Cihangir'in yürüttüğü ilk önemli mimari
projeydi. Burada cennet tasviri farklı biçimlerde işlenmiştir. Bahçe ortamı
Hümayun Türbesi'ninkine benzer; Yamuna Irmağı'nın yanı başında yer
alan Ekber Türbesi de duvarlarla çevrili büyük bir bahçenin ortasındadır.
Ama yapılar oldukça farklıdır. Beş katlı türbenin kubbesi yoktur. En üst­
teki teras katında, Timurlu üslubuna göre yapılmış beyaz mermer sandu­
ka, Kuran'ın öngördüğü biçimde açıkta gökyüzüne bakar. Türbe üslup ba­
kımından dönemin saray mimarisini andırır; Fetihpur Sikri'deki beş katlı
Penç Mahal'in görkemli bir versiyonu gibidir. Kuran'ın "sonsuz mutluluk
veren bahçeler içindeki güzel köşkler", "üst üste yapılmış ve altından ır­
maklar akan köşkler" tasvirlerini çağrıştıran bir izlenim uyandırır.
Ana kapının çevresinde 1612 ve 1614 tarihli Farsça şiir yazıtları vardır.
Dinsel mimaride bir yenilik olan bu yazıtlarda, ölü hükümdara ve türbeyi
yaptıran Cihangir'e methiyeler yer alır. Görsel mecaz olarak cennet tasvi­
rini yapan satırlar şöyledir: "Ey, cennetin bahçesinden daha büyük saadet
içindeki mübarek mekan/Ey, yüce yapılar, siz ki daha yükseksiniz ilahi
tahttan/Burası bir cennet, bahçesinde hizmet veriyor binlerce Rıdvan/Öy­
le bir bahçe ki, binlerce cennet fışkırıyor toprağından/Taş ustasının kale­ bahçeyi anlatan Babür, Hint ikliminin sıcağından ve tozundan nefret et­
miyle işlenmiş İlahi Takdir yansıyor avlusundan/İşte sana cennetin bah­ tiği için, bahçe tasarımında hamamlara yer verdi. Agra'da bir saray ve
çeleri, gir içine ve zevk al sonsuz hayattan." ikametgah işlevini de gören Heşt Bihişt ("Sekiz Cennet") adlı bahçeyi
düzenledi. Nur Cihan'ın daha sonraları Bağ-ı Nur Afşan olarak bilinen
bir keyif bahçesine dönüştürdüğü bu alan, dönemin saray mensupların­
Babürl ü i mparatorlarının d iğer bahçeleri ca yeniden düzenlenen ırmak kıyısındaki 33 konut bahçesinden biriydi.
Bu saray mensupları arasında Nur Cihan'ın babası ve Cihangir'in veziri
Babürlülerin bahçe tasarımına ilgisi defin mimarisiyle sınırlı değildi. Bü­ İtimadü'd-Devle de vardı ve ortasında köşk bulunan bir bahçe yaptırmış­
yük bir bahçıvan olan ve Babürname adlı anılarında düzenlediği birçok tı. Bir Timurlu adetine uygun olarak, buraya bir meyvelikten girilirdi;
İ timadü'd-Devle Türbesi mamen beyaz mermerle kaplıdır ve mermer
Agra, 1 626- 1 628 yüzeye yarı değerli taşlar kakılmıştır. Ekber
Nur Cihan bu türbeyi Cihangir'in veziri olan Türbesi'nin ana kapısını örnek alarak yeni bir
babası İtimadü'd-Devle ve annesi Esma Be­ incelik aşamasına taşınan bu teknik, Tac Ma­
güm için yaptırmıştı. Köşelerinde kameriye hal'in mozaik üslubunda taş kakmalarıyla da­
tipi dört minare bulunan kare planlı yapı, ta- ha da ileriye götürüldü.

mahrem yukarı bahçe (Bağ-ı Feyiz Bahş) . Nur Cihan ve Şah Cihan'ın en
büyük kızı Cihanara da buraya birkaç bahçe kurdu.
Cihangir ayrıca Srinagar'dan Lahor'a giden meşakkatli yol boyunca
mola yerleri olarak bahçeler kurdurdu. Bunların farklı amacı tasarımla­
rına da yansımıştı. Gür pınarların 50 bin kişilik bir ordunun su ihtiyacı­
nı karşılayabildiği Hasan Abdal (İslamabad yakınında), Srinagar'a var­
madan önce bütün saray maiyetini barındırabilen son "menzil"di. Bah­
çelerin planı topografyadan dolayı garip biçimde asimetrikti. Şah Cihan
döneminde hidrolik mühendisliği öylesine gelişmişti ki, başkent La­
hor'da seçilen yerdeki eğimin yetersizliğine ve hızlı akışlı bir suyun yok­
luğuna rağmen, imparator Keşmir'in teraslı ve şelaleli doğrusal modeli­
ne göre bir bahçe düzenlenmesi talimatını verebildi. Mimar ve mühen­
dis Ali Merdan Han, dağlardan çıkış noktasında Ravi Irmağı'nın besleye­
ceği 1 60 km uzunluğunda bir kanal yaptırarak bu zor işin üstesinden
geldi. Hidrolik düzen ilk başta bahçe tasarımı için yetersiz kaldı ve Mol­
ürünlerin satışından elde edilen gelir bahçenin bakımına katkıda bulu­ la Alem Elahi Tuni tarafından kusursuz işler hale getirildi. Projenin ta­
nurdu. İtimadü'd-Devle'nin heşt bihişt planına dayanan türbesi, klasik mamlanmasıyla, 410 çeşmeye ve beş şelaleye muntazam basınçla su ve­
Babürlü biçimindeki bir çar bağ'ın içindeydi. rildi; kanalların ve havuzların seviyesi sürekli ayarlanarak, hiç taşmaksı­
Burası muhtemelen önce bir keyif bahçesi olarak kullanılmıştı; zira zın dolu kalmaları sağlandı. Daha sonraları Şahcihanabad'a ve bahçele­
Babürlü mali sistemine göre, ölen bir kişiye ait arazinin mülkiyeti tek­ rine su sağlamak üzere benzer bir kanal inşa edildi.
rar imparatora geçerdi. Bunun tek istisnası arazide dinsel amaçlı bir vak­
fın kullanılmasıydı. Dolayısıyla, daha sonra aile kabrine dönüştürülecek
köşklü bahçeler kurmak soylular arasında yaygın bir uygulamaydı.
Cihangir'in yazlık saray ikametgahı olarak kullandığı Keşmir'in bah­
çeleri, cennetin şiirsel tasvirine en yaraşır örnekti. Tüzük-i Cihangirfde
"hiçbir tarife sığmayan efsunlu şelaleleriyle ( . . . ) ebedi pınarın bahçesi"
olarak nitelendirilen Keşmir'in ayrıntılı bir dökümü verilir; evlerin ve ca­
milerin çatılarına bile lalelerin ekildiği belirtilir. Ekber'in kurduğu Nesim
Bağ, Keşmir'deki ilk bahçe olmakla birlikte, suya dayalı tasarım unsu­
rundan yoksun bir ağaç fidanlığıydı. Cihangir döneminde düzenlenen
bahçelerin ana unsunınu ise mecralar, havuzlar ve çeşmeler oluşturur­
du. Srinagar'daki Dal Gölü'nün kıyılarında, göle doğru inen pınarların
ve çağıltılı akarsuların bir yatağa doğru akıtılmasıyla oluşturulan bir ana
mecra ("nehir"), bahçesinin ortasından geçer ve bazı yerlerde İran çar
bağ biçiminde çapraz eksenli kanallara ("cetvel") ayrılırdı. Bir dizi teras
("mertebe"), çoğu kez bir seki yukarıda kalan her kademe arasında şe­
laleler oluşmasını sağlardı; ana unsur ortadaki kameriyenin çevresinde
fıskıyelerin sular saçtığı büyük havuzlardı.
Şehzade Hurrem'in 1 620'de yapımını başlattığı ve 1 634'te Şah Cihan
adıyla tahta çıktıktan sonra genişlettiği Şalemar ("Aşk Yurdu") Bahçele­
ri üç bölümlüydü : Halka açık bir "sofa" işlevini gören küçük bir ön bah­
çe; hükümdarın maiyetini huzura kabul. ettiği aşağı bahçe (Bağ-ı Ferah
Bahş); üst kesimi sarayın hanımlarına ve iç aile çevresine ayrılmış olan

İ timadü'd-Devle'nin sandukası orta bölmede i s e Nur Cihan'ın babasının ve


Agra, 1 626- 1 628 annesinin sandukaları yer alır. Orta bölme
İtimadü'd-Devle'nin türbesi sekiz odayla ışık geçiren girişik oymalı mermer paravan­
çevrili bir orta bölmeye dayanan Babürlü larla çevrilidir. Zemin bir halı izlenimini ve­
düzenine uygundur. Köşe odalarında akra­ recek şekilde bitkisel arabesk desenli taş
baların mezarları, bir kameriyeyle örtül ü kakmalarla bezenmiştir.

478
Tac Mahal, Agra, 1 632- 1 643 rından Abdülkerim'in gözetimindeki inşa çalış­ adet içindeki mübarek mekan/Ey, yüce yapılar, siz ki daha yükseksiniz
Dünyanın bu en ünlü anıtsal mezarını, Şah Ci­ maları tam 1 1 yıl sürdü. Şah Cihan çok yakın­ ilahi tahttan! "
han çok sevdiği karısı Ercümend Banu Begüm, dan izlediği gerekçesiyle yapının tasarımından
İmparatorun kederi öylesine büyüktü ki, saçları birkaç günde ağar­
daha yaygın bilinen adıyla Mümtaz Mahal için kendine pay çıkardı; Üstat Ama olduğu sanılan
yaptırmıştı. Şahcihanabad'daki Kırmızı Kale'nin asıl mimarın adının resmi vakayinamede anıl­ mıştı ve ağlamaktan şişen gözlerini bir bağla saklamak zorunda kalmış­
inşasına daha sonra nezaret eden Makramat maması bundan kaynaklanmış olabilir. tı. Kelim olarak bilinen saray şairi Ebu Talib Hemedani (ö. 1 652), Padi­
Han'ın ve Cihangir döneminin usta mimarla- şahname adlı Farsça kitabında imparatorun ıstırabını şu beyitlerle dile
getirir: "Şahların şahı kederinden ağladı/İçi sanki fırtınanın koptuğu bir
Önceleri Bağ-ı Feyiz Bahş ve Bağ-ı Ferah Bahş olarak bilinen park, deryaydı (. . . ) Artık sözü geçmez oldu kederli gönlüne/Kadeh kırılınca
1654'ten itibaren dönemin kaynaklarında Şalemar Bağ olarak anılmaya şarap nasıl durabilir ki yerinde? ( . . . ) Yürekten kopup gelen kanı daha
başladı. Yukarı teras saray mensupları içindi; en üst katta hükümdarlık fazla akıtmak için dışarıya/Gözleri birbirleriyle girdi amansız bir yarışa. "
ikametgahları, kabul salonları ve hareme geçişin bulunduğu bir hamam Mümtaz Mahal 17 Haziran 1631 'de Burhanpur'da, 1 4 . çocuğunu do­
vardı. Halilullah Han'ın nezareti, yapımı 1 641 'de başlayan bu muazzam ğururken öldü. Altı ay sonra naaşı, Şehzade Şah Şüca'nın ve baş nedi­
projenin toplam 600 bin rupi maliyetle bir yıl, dört ay ve beş günde ta­ mesi Satı el-Nisa Hanım'ın refakatinde Agra'ya götürüldü ve bahçedeki
mamlanmasını sağladı. Bu meblağ Şah Cihan'ın babası için yaptırdığı ve
birkaç yıl önce tamamlanmış olan türbeye harcanan paradan biraz daha
düşüktü .
Vakanüvisler Cihangir'in türbesinin inşasına pek fazla değinmez. La­ Tac Mahal'in yerleşim düzeni
Agra
hor'un Şahdara kesiminde, Nur Cihan'a ait bahçede bulunan türbenin Bu türbe de duvarlarla çevrili bir çar
tasarımı Babürlü defin çar bağ planına uygundur. Bahçenin ortasındaki bağ düzeni içinde yer alır. Türbenin
türbe, her köşesinde birer minare bulunan bir taht biçimindedir. Kub­ konum olarak eksenlerin kesişim
noktasında değil, ırmağa bakan uçta
besi ya da üst katı yoktur; çünkü Cihangir ölüm döşeğindeyken, meza­ bulunmasına karşın, bahçe dört böl­
rının tıpkı Babür'ünki gibi gökyüzüne açık olmasını vasiyet etmişti. Ya­ meye ayrılmıştır. Platformlu bir kare
pının görece basit olmasına, Nur Cihan'ın yakın bir yerde kendisi için havuz, bahçenin merkezini oluşturur
ve dört su arkını birbirine bağlar. Sı­
yaptırdığı türbeye benzer bir tarzda beyaz mermer şeritli kırmızı kumta­
nırları müstakil dört minareyle belir­
şından inşa edilmesine karşın, beyaz mermer sanduka Tac Mahal'in tar­ lenen platformun batısında bir mes­
zında yarı değerli taş kakmalarla enfes biçimde bezenmiştir. cit ve şadırvan, doğusunda da bir
konukevi ve havuz yer alır. Ana taç­
kapıya bir ön avludan geçerek varılır.
Şah Cihan'ın diğer eşlerinin yattığı
Tac Mahal türbeler de Tac Mahal alanının için­
dedir.
Babürlülerin cennet bahçesi için yarattığı en kusursuz görsel mecaz Tac
Mahal, yani Şah Cihan'ın çok sevdiği karısı Mümtaz Mahal için yaptırdı­
ğı anıtsal mezardır. Giriş ana kapısına yazılmış olan Farsça beyit bu ta­ I OO m
O 50
savvuru açıkça ifade eder: "Ey, cennetin bahçesinden daha büyük sa-

MİMARİ 479
M ümtaz Mahal ve Şah Cihan'ın gün yaldızlı paravan yerleştirilmesinden kısa Bir dış süpürgelikteki bezeme detayı ilgiyi gösterir. Şah Cihan'ın minyatür albüm­
sandukaları, Tac Mahal, Agra, 1 632- 1 643 bir süre sonra yağmaya karşı bir tedbir ola­ Tac Mahal, Agra, 1 632- 1 643 lerinde, halılarda ve diğer dokumalarda da
Orta bölmenin iç mekanı beyaz mermer rak kaldırılmış ve yerine mevcut oymalı Tac Mahal'in bolca kullanılan ve ince ayrın­ bezeme şeritleri ya da tam panolar halinde
içindeki yarı değerli taş kakmalardan oluşan mermer paravan konmuştur. tılara kadar işlenmiş olan bitki bezemeleri, benzer bitki motiflerine rastlanır.
yarısaydam bitki dallarıyla bezenmiştir. Öz- Babürlü döneminde doğaya duyulan yoğun

son istirahatgahına gömüldü. Vakanüvis Muhammed Salih (ö. sonra çük bir kare bahçenin ucundaki konumlarıyla karşılıklı bir ayna görün­
1660) Şah Cihanname'de bu mekanı "cennetin alametlerini barındıran, tüsü yaratırlar. Çevre duvarının ötesinde, Şah Cihan'ın üçüncü karısı Fe­
( . . . ) ferahlık ve nizam yeniliği bakımından yeryüzünde emsali bulunma­ tihpuri Begüm tarafından yaptırıldığı söylenen Fetihpuri Camisi yer alır.
yan bir bahçe (içinde) (. . . ) darıdünyanın şeref. abidesi . . . " olarak tarif Bu kırmızı kumtaşı yapının namaz bölmesi, türbelerle aynı seviyedeki
eder. yüksek bir kaide üstünde durur. Çevre duvarının dışında ve aynı kuzey­
Düzen gerçekten benzersizdir. Türbe yüksek bir kaideyle ayrıldığı güney ekseni üzerinde yer alan sekizgen planlı ve kırmızı kumtaşından
bahçenin ortasında değil, ırmağa bakan ucunda yer alır. Türbenin her türbenin önce Mümtaz Mahal'e, ardından Cihanara'ya hocalık ve nedi­
iki yanında bir mescit ve bir konukevi ("mihmanhane") ayna görüntüsü melik yapan Satı el-Nisa Hanam (ö. 1647) için inşa edildiği sanılmakta­
oluşturacak şekilde karşı karşıya durur. Bu, Hint alt-kıtasının mezar mi­ dır. Kaynaklarda Cihanarii'nın resmi evrakları tasdik için kullandığı bü­
marisinde tamamen yeni bir unsurdur. Babürlü hanedan türbeleri hariç, yük mührü bu güçlü kadının taşıdığı söylenir.
bir türbe külliyesinde çoğu kez bir mescide yer verilmesine karşın, ko­ Bütün yapı topluluğu hükümdar ailesinin hanımlarıyla bağlantılıydı.
nukevi ve aynı şekilde müstakil dört minare bir yeniliktir. Bahçe Babür­ Aslında, burada kadın soyuna adanmış bir anıt söz konusuydu; Tac Ma­
lü çar bağ planına göre düzenlenmiş, yani dört bölmeye ayrılmıştır; ama hal'e özgü olmak üzere ölüm yıldönümünde düzenlenen belli törenle­
eksenlerin merkezi kesişim noktasında bir havuz vardır. rin pekiştirdiği bir veçheydi bu.
Ana taçkapıya giden yolda " Ölav Hane" denen büyük bir meydan İlk ölüm yıldönümü töreni sarayın sıkı talimatlarına göre yapıldı ve
yer alır; böyle bir unsur Cihangir'in türbesinde de görülmekle birlikte, böylece geleceğin tören düzeni belirlendi. Türbe temellerinin atılmış ol­
burada çok daha gösterişlidir. Meydanın her iki yanında türbe bakıcıla­ duğu alan, tenteli kadife ve brokar çadırlar kurularak ve yerlere halılar
rının kaldığı mes�enler, güneyinde de ikincil türbelerin bulunduğu plat­ serilerek törene hazırlandı. Gündüz ve gece boyunca dualar edildi, sa­
formlar vardır. Bu devasa yapı topluluğu, daha güneyde kesişen çarşı dakalar verildi, fakirler doyuruldu ve diğer dinsel vecibeler yerine geti­
sokaklarıyla ve dört kervansarayıyla Mümtazabad adlı bir yerleşim ala­ rildi. Hazır bulunanlar arasında soyluların, alimlerin, ermiş kişilerin ve
nını da kapsar; biraz daha güneye inilince bir başka meydan, iki ker­ önemli din önderlerinin yanı sıra avamdan insanlar da vardı. Zengin-fa­
vansaray ve tüccarların yaptırdığı evler görülür. kir herkese aynı yemeklerin ikram edildiği bir ziyafet verildi ve muhtaç
Çarşılardan ve kervansaraylardan sağlanan 200 bin rupi yıllık gelir,
türbe için oluşturulan vakfa kalır ve 30 köyden gelen 100 bin rupi ge­ Karşı sayfada: Tac Mahal siyah mermer kakmayla işlenmiş Kuran ayet­
lirle birlikte çeşitli masrafları karşılamada kullanılırdı: Bakım giderleri; Agra, 1 632- 1 643 leri çevreler. Hafif soğanımsı biçimli kubbe­
nezaretçilere, bakıcılara, Kuran hafızlarına vs ödenen maaşlar; hayır kat­ Ölümden sonra da süren gerçek aşkın timsa­ nin Dekkan etkisinin ipuçlarını vermesine
li Tac Mahal'in ortadaki su arklarına yansıyan karşın, bu türbe uyumlu orantılarıyla her şey­
kıları; anma merasimi harcamaları. Tac Mahal'deki ikincil türbeler, epig­
görüntüsü, tasavvufun tefekkür ve batıni ha­ den önce Timurlu mimarisinin en yüksek ifa­
rafik levhalar taşımamakla birlikte, muhtemelen Şah Cihan'ın diğer eşle­ kikat mecazına güç katıyor. Cenneti ve ahre­ de biçimini yansıtır.
ri için yapılmıştı. Kuzeyinde ve güneyinde birer konukevi bulunan kü- ti çağrıştıran dört yüksek taçkapıyı (piştak)

480 H İ N T ALT-KITA S I : S ULTANLI KTAN İMPARATORLUGA


r

Mescide doğru bakışla, güney nizam yeniliği bakımından yeryüzünde em­


cephesinin yandan görünüşü, sali bulunmayan bir bahçe (içinde) ( . . . ) darı­
Tac Mahal, Agra, 1 632- 1 643 dünyanın şeref abidesi. .. " olarak tarif etmiş­
Şah Cihan'ın vakanüvisi Tac Mahal'i "cenne­ ti.
tin alametlerini barındıran, ( . . . ) ferahlık ve

ya çıkarmış bulunuyor Üstat Ahmed Lahori (y. 1 570/ 1 575-1649) adlı bu


kişi, astronomi, geometri ve matematikle de uğraşmış olan bir inşaat
mühendisiydi. Eski Timurlu başkenti Herat'ta yaşayan bir Horasanlı ai­
ledendi ve Cihangir döneminde Lahor'a göç etmişti. Şahcihanabad'daki
Kırmızı Kale'nin saltanat dairelerini de kapsayan başarılı çalışmalarından
dolayı Nadirü'l-Asr ("Çağın Harikası") unvanını kazandı. Üç oğlu da
onun yolunu izleyerek mimar oldu . En büyük oğlu Ataullah, Dekkan'ın
fethinden sonra 1 693'te Babürlü başkenti Evrengabad'da Evrengzib'in
karısı Rabia Dürani'nin Bibika Makbere adlı türbesinin tasarımını hazır­
ladı. Bu yapı anıtsal saltanat mezarlarının sonuncusuydu. Çünkü bizzat
Evrengzib, Delhi'de Nizameddin'in türbesi yakınında gömülen kız kar­
deşi Cihanara gibi, bir tasavvuf ziyaretgahının alanı içinde örtüsüz, ba­
sit bir mezarı tercih etti. Devletabad yakınında Huldabad'da, Şeyh Zey­
neddin Şirazi'nin mezarının yanına gömüldü. Başkentin tekrar Delhi'ye
taşınmasıyla birlikte, Hümayun Türbesi hanedan mensuplarının gömül­
düğü yer haline geldi. Son Babürlü imparatoru 1857'de bu yapının bah­
çesinde yakalandı ve sürgün edildiği Rangoon'da 1 862'de öldü.

Dekkan'daki türbeler
Dekkan'ın Bicapur kentinde 1 626'da I I . İbrahim Adil Şah'ın (1 580-1 627)
yaptırdığı İbrahim Revzat adlı türbe, aşağı yukarı çağdaşı sayılabilecek
Tac Mahal'den mimari anlayış ve tasarım bakımından oldukça farklıydı.
Başlangıçta eşi Tac Sultan için öngörülen bu yapı, daha sonra kendisi
ve ailesi için bir türbe olarak kullanıldı. Bicapur'da ve (bir zamanlar
bağlı olduğu) Ahmednagar'da 1 6 . yüzyılın mezar ve saray mimarisinde
Timurlu unsurları belirgindi. Bicapur'un II. İbrahim Adil Şah dönemin­
de Ahmednagar'dan ayrılarak bağımsızlaşmasından sonra, İbrahim Rev­
zat'ın en seçkin örneğini oluşturduğu bir bölgesel üslup gelişti.
Bu yapının düzeni uyumlu bir asimetri sergiler. Bir bahçe içindeki
türbe ortada değil, çevre duvarının bir kenarının bitişiğindedir. Önünde
bir şadırvan ve daha ötede, doğu-batı ekseninde bir mescit yer alır. Bah­
çe Babürlü çar bağ planına göre düzenlenmemiştir. Aslında, su arkları­
nın hiçbir izi yoktur ve bunların yokluğu bilinçli bir tercih sayılmalıdır;
zira Bicapur'un İran modellerine dayalı gelişkin bir su işletme sistemi
vardı.
kişilere 50 bin rupi dağıtıldı. Alışılmamış olan özellik ise bu törenlerin Kare bir kaide üstüne yerleştirilmiş tek bir kare bölmeden oluşan
hanedan ailesinin ve saray erkanının hanımları için ertesi gün de denk yapı, Dekkan bölgesine özgü bir malzeme olan siyah bazaltla inşa edil­
bir ihtişamla ve aynı tarzda tekrarlanmasıydı. Diğer saltanat türbeleriyle miştir. Nilüfer taç yapraklarından oluşan bir frizin çevrelediği daire bi­
bağlantılı bir adet olmayan bu ikinci gün törenleri, alana konukevi ve çimli bir alınlık üstünde duran soğanımsı biçimli bir kubbesi vardır; ay­
mescit yapılmasını gerekli kıldı. Kadın meclisi herkese ve özellikle muh­ nı form minarelerin tepesinde ve çatı galerisinin bezeme amaçlı küçük
taç kişilere açıktı; o gün fakirlere 50 bin rupi daha dağıtıldı. kulelerinde de tekrar karşımıza çıkar. Asma saçakları (çacce) destekle­
Şah Cihan'ın vakanüvisleri Tac Mahal'in düzenine ilişkin tasarımın yen girişik destekler nilüfer tomurcuğu biçiminde son bulur. Mimari de­
imparatorca önerildiğini ileri sürer. Türbe ve sanduka yüzeylerine işle­ taylar enfes yontu süslemeleriyle vurgulanmıştır. Bunları, kapı girişleri­
necek geniş kapsamlı Kuran ayetleri için, Sikandra'daki Ekber Türbe­ nin, pencerelerin ve gözenekli paravanların etrafına anıtsal Neshi hat
si'nin ana kapısındaki yazıtlarıyla ünlü hattat Emanet Han'ın seçimine üslubuyla işlenmiş Kuran ayetlerinden oluşan frizlerde, süpürgeliklerin
de Şah Cihan'ın karar vermiş olması yüksek bir olasılıktır. ve sütunların geometrik desenlerinde, kare planlı tek bölmenin iç me­
Resmi vakayinamelerde asıl mimar belirtilmez; sadece nezaretçi ola­ kan oymalarında görmek mümkündür.
rak İmar Veziri Makramat Han'ın ve Mir Abdülkerim'in adları verilir. Ne İbrahim Revzat'ı tasarım ve işleme inceliği belirlerken, Muhammed
var ki, 20. yüzyılda yayımlanan bir şiir yazması, mimarın kimliğini orta- Adil Şah (1627-1656) için 1656'da inşa edilen Gol Gümbed adlı türbede

482 H İ NT ALT-KITA S I : S ULTANL I KTAN İM PARATORLUGA


ihtişam öne çıkar. Bu türbenin nilüfer taç yapraklarıyla bezenmiş bir
alınlık üstünde yükselen yarıküre biçimli kubbesi 44 metrelik dış çapa
sahiptir ve büyüklük bakımından Roma'daki San Pietro Bazilikası'nın
kubbesinden sonra ikinci sırada yer alır. Ana bölme heşt bihişt planına
dayanmaz; her köşesinde tuğlayla inşa edilip alçı sıvayla kaplanmış se­
kizgen minareler bulunan basit bir küp biçimindedir.
Golkonda sultanlığında da 1 6 . yüzyıl ortalarından itibaren türbe mi­
marisinde özgün bir Dekkan üslubu ortaya çıktı. Bicapur'da saltanat tür­
beleri kentin her tarafına dağılmışken, Golkonda'da ağaçlıklı geniş bir
alana değişik büyüklüklerde çok sayıda türbenin inşa edildiği bir salta­
nat kabristanı vardır. Yakındaki Haydarabad'ın kentsel tasarımında bah­
çelerin ve büyük yapay göllerin yer almasına karşın, Golkonda'da dü­
zenli bahçeler ya da su alanları bütünsel şemanın ayrılmaz bir parçasını
oluşturmaz. Golkonda türbelerinin tipik biçimi, nilüfer taç yaprakların­
dan bir frizin çevrelediği yüksek bir alınlığa oturtulmuş soğanımsı biçim­
de bir kubbeyle örtülü bir küp bölmedir. Bütün yapı kare biçimli, revak­
lı ve yüksek bir kaide üstünde durur. Tuğla ve alçıyla inşa edilmiş olan
türbelerden bazılarının yüzeyini kaplayan çinilerden günümüze sadece
birkaç tekil iz kalmıştır; seyyahların kitaplarında yaldızlı kubbelerden de
söz edilir. Günümüzde ise Golkonda türbelerini çarpıcı gösteren özellik­
ler gösterişli alçı işi frizler, derin kalıplarla yapılmış mazgallı siperlikler, bir yapı yoktu . Babürlü çar bağ düzenine dayanan kapalı defin alanı
paravanların ve minarelerin gözenekli geometrik alçı süsleridir. taklit edilmediği gibi, cennet bahçelerine dönük eşdeğer bir görsel me­
Golkonda'daki Kutb Şah defin mimarisinin yontusal nitelikleri, koca­ caz da sunulmadı. Öbür dünyaları ve bu dünya ile ahiret arasındaki bağ­
sı Muhammed Kutb Şah'ın ( 1 6 1 1 - 1 626) ve oğlu Abdullah'ın (1626-1672) lantıyı hayal gücüne bırakma veya enfes oymalı hatlarla işlenmiş Kuran
dönemlerinde sultanlığın yönetiminde etkili bir rol oynayan Hayat Bah­ ayetlerinin ritimleri aracılığıyla anıştırma yoluna gidildi.
şı Begüm'ün türbesinde özellikle belirgindir. Bu türbe yanındaki camiy­
le birlikte, ölümünden bir yıl önce 1 666'da tamamlanmıştı.
Babürlülerin tersine, Golkonda'nın Kutb Şah hanedanı saltanat tür­
belerini saray merasiminin bir odak noktası olarak görmezdi. Aslında,
Dekkan'ın hiçbir kesiminde Babürlü emperyal hanedan türbelerine denk

Yukarıda: Muhammed Kutb Şah


Türbesi, Golkonda, tamamlanışı 1 626
Bu türbenin üslubu Dekkan bölgesine özgü
yontusal mimari üslubunu ortaya koyar:
Ufak kulelerle ve tepe süsleriyle vurgulan­
mış çok-katlı yapı, nilüfer taç yapraklarından
bir alınlık üstünde duran ve bir zamanlar
parlak renkli seramik çinilerle kaplı olan so­
ğanımsı biçimli kubbe.

İ brahim Revzat Türbesi,


Bicapur, Dekkan, 1 626
il. İbrahim Adil Şah'ın başlangıçta karısı Tac
Sultan için inşa ettirdiği bu yapı daha sonra
bir aile türbesi olarak kullanıldı. Türbenin ve
caminin tipik Dekkan düzeniyle nilüfer taç
yapraklarından alınlıklar üstünde duran so­
ğanımsı biçimli kubbelerinin ufak kuleleri ve
tepe süsleri vardır. Siyah şistle inşa edilen
dış duvarlar, hat sanatı levhalarıyla ve alçak
kabartma halinde oymalı geometrik desen­
lerle zengin biçimde bezenmiştir.

M İ MARİ 483
riydi; vakanüvisleri de "ümmi" olduğunu belirtir. Ama mükemmel bir gö­
B ezeme S anatları zü ve kendisine okunan kitapları akılda tutacak kadar güçlü bir hafızası
vardı. Vakanüvislerinden Ebu'l-Fazl şu saptamada bulunur: "Eski devirle­
Philippa Vaughan rin hiçbir tarihsel olayı, bilimin hiçbir mucibi merak veçhesi veya felsefe­
nin hiçbir calibi dikkat hususu yoktur ki Haşmetli Sultan (. . . ) aşina olma­
sın."
Geniş bir kütüphane, hükümranlığın temel bir şartıydı ve Ekber 1605'e
Babürlü döneminde hat sanatı ve minyatür varıldığında, 24 bin kitap toplamıştı. Muhtevaya, yazara, hattata ve dile
(Hintçe, Farsça, Yunanca, Keşmir dili, Arapça), ayrıca parasal değere göre
Herat'taki Timurlu sarayı en önde gelen kitap üretim merkezlerinden biriy­ kataloğu çıkarılan ve bölmelere konan bu yazmalar arasında, Babür ve
di. İlk Babürlü hükümdarları Timurlu mükemmellik standartlarına bağlı Hümayun'dan miras kalan Timurlu şaheserleri ve Gucerat, Malva ve Keş­
kaldı; bu tutum Ekber'in önceki modelleri körü körüne benimseme anlayı­ mir sultanlıklarının fethi sırasında ele geçirilen kütüphanelerirı eserleri var­
şını sorgulamasına kadar sürdü. dı. Armağan olarak gelen kitaplar da bu kütüphaneye girdi. Sözgelimi, İs­
Babür, bir hattat ve hanedanın anadili Çağatay Türkçesi'yle şiirler ya­ panya Kralı II. Felipe için hazırlanmış olan ve Cizvitlerin 1580'de Babürlü
zan bir şairdi; kendi geliştirdiği yazı stiliyle bir Kuran nüshası hazırlamış sarayını ziyaret ederken getirdiği "Çok Dilde Kitabı Mukaddes" gittikçe bü­
ve bunu Mekke'ye göndermişti. Ne var ki, bir resim atölyesi oluşturacak yüyen Avrupa eserleri külliyatındaki en büyük kitaptı. Edebiyat çevreleri
maddi kaynağa ve belki de eğilime sahip değildi. Oğlu Hümayun ise sür­ de ellerindeki yazmaları armağan ederdi: Babür'ün anılarının yer aldığı
gündeki küçük maiyetinde bir ressama yer verdi. Safevi topraklarını dola­ Babümame'nin Farsça çevirisini 1589'da tercüman Abdurrahim Han Ba­
şırken tanıştığı hattatlardan ve nakkaşlardan birkaçını maiyetine katılmaya nan vermişti.
ikna etti. Böylece Abdüssamed ve Mir Seyyid Ali'nin kurduğu saray atöl­ Kütüphane imparatorluk atölyelerirıde nüshası çıkarılan, tercüme edi­
yesi, İran ve Buhara dahil Müslüman ülkelerin yanı sıra İslam dünyası dı­ len ve resimlerle süslenen birçok yazmayla daha da genişledi. Tasarı
şından da ressamları çekti. Onların nezaretinde ve Ekber'in himayesinde, amirleri her yazma için planlama yapar ve kağıt yapımcılarına, hattatlara,
Babürlü kitap bezeme sanatları neredeyse yüz yıl süren bir dönüşüm ge- ­ tezhip ustalarına, yaldızcılara, perdahçılara, boyaları hazırlayan çıraklara
çirdi. Ekber zar zor yazabilen ve muhtemelen okuma güçlüğü çeken bi- ve ressamlara gerekli işleri yaptırırdı. Ekber konu seçiminde yol gösterir,

Meryem suresi, bir Kuran yazmasından birkaç tane ulaşmıştır. Muhakkak ve Neshi
tezhipli çift sayfa, Lahor 1 573/74, Londra, hat stilleriyle yazılmış olan bu nüshanın yayın
İngiliz Kütüphanesi bilgileri sayfasında "Sultan tarafından kullanıl­
Babürlü döneminden günümüze böylesine mak üzere Hibetullah el-Hüseyni tarafından
üstün nitelikte Kuran yazmalarından sadece hazırlanmıştır, Lahor, 98 1 " ibaresi yer alır.

Sağda: Peygamber İ lyas'ın Nuru'l-Dehr'i lı 1 .400 varakayı kapsayan 1 2 ya da 14 ci it


denizden kurtarışı, Mir Sayid Ali, 1 562- 1 577 arasında hazırlandı. Minyatürlerin
Hamzaname yazmasından minyatür, planlanmasından sorumlu kişi, Şah Tah­
Babürlü, y. 1 570. Londra, British Museum masp'ın sarayından ayrılarak Babürlülerin ya­
Ekber'in resim nakkaşhanesinde yürütülen ilk nında çalışan İranlı sanatçı Mir Seyyid Ali'ydi.
önemli proje Hamzaname'ydi. Büyük format-

484 HİNT ALT-KITAS I : S ULTANL I KTAN İ MPARATORLUGA


Babasının kaza geçirdiği haberini alan Babür, onun Ekber tebaasıyla görüşürken, Ebu'l-Fazl'ın Bakire ve Çocuk, bir murakka albümünden minyatür,
kaldığı Andican kalesine varırken, Babürname'den Ekbername'sinden minyatür, 1 7. yüzyıl, Tahran, Besaven, Babürlü, y. 1 590- 1 600, San Diego, Sanat Müzesi
minyatür, 1 595- 1 602, Yeni Delhi, Ulusal Müze Rıza Abbasi Müzesi Ekber'in daveti üzerine Cizvitler l 580'de Fetihpur Sikri'ye
Babürlü döneminde yeni bir edebi tarz gelişti: Hükümdarın Ekber saray vakanüvisi Ebu'l-Fazl'a saltanat döneminin hika­ tablolar, taşbaskı resimler, altar süslemeleri ve "Çok Dilde
yaptığı işleri aktaran resimli tarih. Bu tarz yeni bir hanedan yesini yazma emrini vermişti. Kişiliğinde barış ve savaş hüner­ Kitabı Mukaddes"in yedi cildi gibi armağanlar getirdiler. Ba­
kimliğini pekiştirmeye yönelikti. Babür anılarını bizzat kale­ lerini birleştirmiş bir kahraman hükümdar olarak sunulduğu bürlü ressamlar bunlarda yer alan birçok tasviri kopya etti;
me alarak böyle bir kitap hazırlamıştı. kitabın bu sahnesinde, bir beyaz at üstünde ve ordusunun hu­ bazıları aynen aktarılırken, bu örnektekine benzer bazıları
zurunda tebaasının isteklerini dinlerken görülüyor. da bir Babürlü ortamına uyarlandı.

Timurlu saraylarının aşina olduğu Farsça şiir metinlerini seçer ve her haf­ çünkü Ekber'in Racput prensesleriyle evlilikleri, İslam dışı görenekleri sal­
ta bir teftişe çıkarak, resimlerin mükemmelliğine göre ödüller dağıtırdı. tanat ikametgahının merkezine taşımıştı.
İranlı usta hattatlara kucak açılarak, sultanlık saraylarının göç gelene­ Zamanla yeni bir edebi tarz gelişti: İmparatorun baş kahraman ol­
ğinin sürmesi sağlandı ve böylece yerli hattatlar mesleğin erbabı kişilerce duğu resimli hanedan tarihleri ve vakayinameleri. Babür'ün anılarını
yetiştirildi. Sindli bir şair, hekim ve tarihçi olan ve Safevi Hükümdarı Şah içeren Babürnaıne ve Ekber dönemini anlatan Ekberııame, sanatçıları,
Abbas'ın sarayında Babürlü büyükelçisi olarak bulunan Mir Masum Nami, konuyla ilgili başlıca kişiliklerin, maddi kültürün ve doğal ortamın gü­
Agra'daki Bülend Dervaze'de kullanılan ebcet hesaplarını ve Nestalik ya­ venilir bir gerçekçilikle sunulmasını öngören yeni taleplerle karşı karşı­
zıtları sağladı. Beratlı Mir Devri Katibü'l-Mülk, Hamzaname üzerinde ça­ ya bıraktı. Ekber resminin yapılması için model gibi oturdu ve soylula­
lıştı. Ekber'.in gözde hattatı, "Zerin Kalem" olarak anılan Muhammed Hü­ ra da aynı şeyi yapmalarını emretti. Gelenekçi çevrelerin eleştirilerine,
seyin Keşmiri'ydi. Onun nüshasını çıkardığı klasik Farsça şiir metinleri, da­ onların savını esas alarak karşı çıktı: "Bana öyle geliyor ki, bir ressam
ha önce bir Timurlu hükümdarının en seçkin ressamlarına yaptırdığı min­ Allah'ı tanıma konusunda çoğu kimseden daha iyi konumdadır. Her se­
yatürlere temel oluşturmuştu . ferinde bütün uzuvlarıyla çizmeye çalıştığı canlılara can veremediğini
Ekber tasvirin gücüne ve resmin didaktik rolüne inanan biriydi. Döne­ görmesi, ister istemez onu Yaradan'ın ortaya koyduğu mucizeyi düşün­
minin ilk önemli projesi, Peygamber'in amcası Hamza'nın kişiliği etrafında meye ve böylece yüceliğini kavramaya yöneltir. " Avrupalı ressamların
örülmüş cengaverlik hikayelerinden ve egzotik serüvenlerden oluşan eserleriyle karşılaşmanın bir sonucu olarak, Ekber dünyayı görmenin
Haınzaname'ydi. Ardından Rezmnaıne ("Cenk Kitabı") olarak çevrilen Ra­ yeni yollarını keşfetti ve yanındaki ressamları onların tekniklerini be­
ınayana gibi Hindu destanlarının Farsça tercümeleri geldi. Eserlerin seçi­ nimsemeye teşvik etti.
minde karşılıklı kültürel hoşgörüyü kolaylaştırmaya yönelik bir tür tanıtım Cihangir hem konu hem de üslup açısından resim sanatında yaşanan
çabasını görmek mümkündür. Bu durum özellikle harem için geçerliydi; dönüşümü sürdürdü. Ekber kadar geniş hayal gücüne sahip olmamakla
birlikte, dinsel inanç ayrımı yapmaksızın mistiklere sempati gösterdi ve

B E Z E M E SANATLARI 485
Resimli bir halıdan detay, 1 580/90 Portekiz kostümleri içindeki
Babürlü, Boston, Güzel Sanatlar Müzesi oyuncuların bir gösterisini izleyen
"Ruh" denen kırma bir yaratığa saldıran begüm, Mir Kalan Han, Babürlü, Delhi,
zümrüdüanka ve avlanan çita, saltanat gü­ 1 742, San Diego, Sanat M üzesi
cüyle bağlantılı sembollerdi. Bunların kulla­ Hintçe ve Farsça'da zenane olarak bilinen
nılması Ekber'in imparatorluk ikonografisini haremdeki hayat birçok eğlenceyle doluydu.
güçlendirmek ve imparatorluktaki bütün Bu resimde bir prensesi ve maiyetini eğlen­
toplulukları bütünleştirmek amacıyla dindışı dirmek üzere verilen kostümlü tiyatro gös­
ve gayrimüslim kaynaklardan tasvirler uyar­ terisinden bir sahne görülüyor.
lama yönündeki ilgisini yansıtır.

dünyadan maddi anlamda kopmaksızın mutlak hakikate varılamayacağını Hazırlanışı 161 2'den önceye inen Tüzük-i Cihangiri, dönemin büyük
savunan Vedama felsefesiyle ilgili bir Sanskritçe eserin resimli bir çeviri­ ölçekteki tek resimli yazmasıydı; çünkü Cihangir'in tercihi daha küçük
sinin yapılmasını istedi. Ayrıca doğal olgulara da hayranlık duyan biri ola­ yazmalar veya tek bir sanatçının yaptığı varakalar yönündeydi. I. James'in
rak, Allah'ın belirtilerini tanıma yönündeki Kuran öğüdü doğrultusunda, İngiliz Doğu Hint Kumpanyası için ticari imtiyazları müzakere etmek üze­
bitki örtüsünün ve hayvan varlığının tarihinin incelenmesi emrini verdi. re 161 5'te gönderdiği Sir Thomas Roe'nun ziyaretinden sonra, İngiliz mo­
Bunun üzerine hazırlanan olağanüstü nitelikteki minyatürler, onun ilgisi­ dellerin alegori ve sembolizm anlayışını yansıtan yeni bir emperyal port­
ni çeken Dekkan ve İran resimleri, Avrupa taşbaskıları, Avrupa temaları­ re resmi tarzı gelişti.
nın Babürlü yorumları ve alegorik emperyal portreleri gibi eserlerle bir­ Hat sanatı varakaları da saray ya da ülke yaşamına ilişkin vinyetler­
likte büyük albümlerde (murakka) toplandı. Böylece Avrupa temaları Ba­ den ya da bitki motiflerinden oluşan kenar bezemeleri eklenerek albüm­
bürlü üslubuna girdi. lerde bir araya getirildi. Cihangir özellikle Nestalik yazı stilinden hoşlanır
Portre resmi ve kişilik tasviri Cihangir döneminde parlak bir düzeye ve hat ustaları Sultanü'l-Hattatin ("Hattatlar Sultanı"), yani Sultan Ali Meş­
ulaştı. Aslına uygunluk, mekan derinliği ve bireylerin bedensel görünüş hedi (ö. 1 5 1 9) ve Mir Ali Heravi'nin (ö. 1 556) dinsel deyişler ya da veciz
farklılığı konusundaki özen, gerek algılayış gerekse teknik açısından kök­ Farsça rubailer içeren varakalarını toplardı. Dönemin ustalarına çeşitli
lü bir kopuşa yol açtı. Ressamların imparatordan gelen taleplere verdiği yazmalar ya da anıtsal hat levhalar için sipariş verildi. Örneğin, Ekber'in
karşılıklar maharetlerini sergileme açısından olduğu kadar, imparatorun Sikandra'da yaptırdığı taçkapının ve türbenin üstündeki Neshi ve Nesta­
verdiği ilhamı yansıtma açısından bir sınama gösterisine dönüştü. Cihan­ lik yazıtların tasarımcısı Abdülhak Şirazi'ydi. Aynı usta Şah Cihan için Tac
gir birkaçı tek bir resim üzerinde çalışsalar bile, ayrı ressamların üslupla­ Mahal'e Neshi stiliyle işlenmiş Kuran ayetlerinden oluşan büyük çaplı ya­
rını tanıyabileceği iddiasındaydı. "Birçok portrenin yer aldığı bir resim zıtları hazırladı.
önüme konsa ve her sima farklı bir ustanın elinden çıkmış olsa, kimin Şah Cihan el becerisi bakımından Cihangir'in de gerisinde olmakla
hangi simayı çizdiğini çıkarabilirim" diye yazmıştı Tüzük-i Cihangiri adlı birlikte, hat sanatına değer verdi. Farsça rubailerin ya da Çağatay Türkçe­
anılarında. si'yle, yani Şah Cihan'ın ninesinin bile pek anlayamamaktan dolayı yakın-

486 H İ NT ALT-KITA S I : S ULTANLI KTAN İ M PARATORLUGA


Kadife yer sergisi, 1 7. yüzyıl sonları, çekçi detaylarla tasvir edilmeye başladı. Bu
Babürlü, 203 x 1 1 6 cm, Londra, Victoria resimdeki gibi kadife örtüler imparatorluk
ve Albert Müzesi sarayını bezemede kullanılırdı.
Çiçekli stilize bitki 1 7. yüzyılda Babürlü sa­
natının hakim bir motifi haline geldi ve ger-

dığı Babürlü anadiliyle yazılmış şiirlerin yer aldığı varakalar murakka al­
bümlerinde toplandı. Hindu katibi Çhandar-Bhan Brahman'ın yanı sıra
İranlı Abdürreşid Deylemi'den ders alan Veliaht Dara Şükuh'un hat sana­
tına karşı tutumu aynıydı. Birkaç Kuran nüshası yazmış yetenekli bir hat­
tat olan Evrengzib'e ve kardeşi Şah Şüca'ya da şehzadelikleri sırasında
İranlı ustalar ders vermişti.
Albümlerdeki ve dönemin Padişahname adlı muhteşem vakayiname­
sindeki resimler, Şah Cihan'ın başa geçmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni
bir yönelimi sergiler. Onun saray için kenetleyici bir unsur olarak
ihtişama ve teşrifatın rolüne gösterdiği özen, kestirmeden iletilecek bir
görsel etki yaratma arzusuna yansır. Bu dönemde "gerçekçilik" ve "doğal­
cılık" yerini maddi kültürü resmetmede teknik kusursuzluk anlayışına bı­
raktı; farklı bir mekan duyusu tekil kişiliklerden ziyade bütün kişilikleri
öne çıkaran bir yaklaşımla figürlerin bir araya toplanmasını getirdi. Sınır­
sız bir ebediyetin parçası olarak detayın tekrar yerini bulmasıyla birlikte,
Müslümanların ve gayrimüslimlerin aynı ölçüde paylaştığı Hint kavrayışı
tekrar benimsendi.
Dekkan saraylarında minyatür resmin didaktik bir amacı yoktu . Asıl
gayesi şiirin ve şiirsel düşün, aşkın ve müziğin hazlarını yansıtma yoluy­
la lirik bir atmosferi anıştırarak ya da kadın ve erkek çilecilerin tefekküre
dalışı aracılığıyla hayatın nihai sonunu hatırlatarak zihni ve ruhu dinçleş­
tirmekti. Bu yüzden tarihsel olayları ya da orduların çatışmasını değil, da­
ha çok özel bir dünyayı yansıtmaktaydı. Her biri teknik üstünlüğün nefis
bir inceliğine ulaşan Ahmednagar, Bicapur ve Golkonda üslupları, soyut
ve bir ölçüde mistik niteliklerini koruyarak, Güney Hint sanatının duyar­
lılığını İran ritimleriyle kendi tarzlarında birleştirdiler. Daha Babürlü sara­
yına ulaşmadan önce bazı örneklerinin bilinmesine rağmen, Avrupa tab­
lolarının "doğalcılığı" çok az yankı uyandırdı.
En dikkate değer ürünler dönemin en büyük sanat hamilerinden Sul­
tan II. İbrahim Adil Şah (1 579-1627) yönetimi altındaki Bicapur'da ortaya
çıktı. Kendisi de bir müzisyen ve şair, gerek Müslüman, gerekse Hindu
düşüncesinin özüne vakıf bir mutasavvıf olan bu hükümdar, bütün İslam
dünyasından en yaratıcı sanatçılarını, yazarlarını ve düşünürlerini sarayı­
na çekmeye çalıştı. Hizmetine giren hattatlardan biri de Safevi sarayından
ayrılan Mir Halilullah Şah'tı; çalışmalarından dolayı ona "Padişah-ı Kalem"
unvanı ve bir tahtta oturma hakkı verildi. İbrahim Adil Şah'ın türbesinde,
Kufi, kare Kufi, Sülüs, Neshi ve Nestalik stilleri dahil olmak üzere, hepsi
de enfes, sert siyah bazalta enfes bir yontuyla işlenmiş hat sanatı üslup­
larının olağanüstü bir yelpazesi görülür.
Dekkan'ın hat sanatı Hindustan'ın diğer bütün bölgelerinin hat sanat­
larını aşar ve Golkonda'nın Kutb Şah hanedanına ait lahitleri Bicapur'un
yazıtlarına yakın düzeyde bir seçkin niteliği ve çeşitliliği yansıtır. Golkon­ Dokumalar ve metal işleri
da'da resim sanatı da zengindi; varlıklarını bir arada sürdüren çeşitli üs­
luplar 17. yüzyıla kadar canlılıklarını korudular. Sultanlık 1635'te Babürlü Sanat ve sanatçılara verilen emperyal himaye, hükümranlık izlenimini
otoritesini tanıdıktan sonra, buradan gelen etkileri yaratıcı bir şekilde güçlendirmeye ve saltanat sembolleri sağlamaya yönelikti. Tahta çıkış,
özümsedi. Evrengzib'in 1 686 ve 1 687'deki fetihlerinin ardından, Babürlü askeri zafer, hanedan evliliği, bir varisin doğumu gibi başlıca resmi
nüfuzu bir süre daha başat hale geldi, ama bu arada Bikaner ve Cay­ olaylar günlerce ya da haftalarca süren şenliklerle kutlanırdı. Hüma­
pur'un Racput üslubuyla kaynaştı. Bu kaynaşma Haydarabad'da büyüle­ yun'un 1 53 1 'de tahta çıkışı büyük ölçekli bir şenliğe vesile oldu . Ge­
yici bir saray üslubuna dönüşme yönündeki evrimini, İngiliz sanatının ve nel kabul salonu ve bu olay için kurulan diğer odalar saltanat amb­
mimarisinin moda haline geldiği 19. yüzyıl başlarına kadar sürdürdü. lemleriyle döşendi: Mücevherli pala, yaldızlı zırh, yaldızlı sadak gibi

B E ZE M E SANATLARI 487
askeri aksesuarlar; resimli ve hat süslü yazmalar, kalemlikler ve al­ da dokumalar vardı. İmparatorluk çadırlarında kullanılan tenteler, ha­
bümler; brokar örtüler, minderler, Avrupa kadifeleri, Portekiz kumaş­ lılar, paravanlar ve panolar bunların başında gelirdi ve imparatorun
ları ve yaldızlı bir yatak; yerlere serilmiş İran halıları. Konuklara 1 2 özel depolarında (ferraşhane) saklanırdı. Ebu'l-Fazl 1 579'da Fetihpur
binden fazla şeref kaftanı dağıtıldı; bunlar arasında törene katılmak Sikri'deki yıkıcı yangında uğranan kayıpların boyutunu şöyle açıklar:
üzere Orta Asya'dan gelmiş olan yüzü aşkın begüm de vardı. "Sırmalı kumaş, Avrupa kadife, yünlü kumaş, damasko ipeği, saten ve
Ekber maiyetindeki ayrı kültürel ve dinsel kesimleri kaynaştırıp in­ brokardan yapılmış yaklaşık on milyon parça tente (şemsiyane), çadır
sicamlı bir bütüne dönüştürecek bir siyaset aracı olarak şenliklerinin (kargah, hayme) ve paravan (serpade), brokarlı halı ve tarif edileme­
sayısını arttırdı. İslami ay takvimine dayalı bayramlara Hindular (özel­ yecek miktarda nakış işi yanıp kül oldu . "
likle Racputlar) tarafından kutsal sayılan Dahehra ve Divali gibi kutla­ Ekber kendi atölyelerinde taklitlerinin yapılması için dışarıdan ku­
ma günleri eklendi. Halka dönük bir hayır dağıtma vesilesi olarak Hin­ maşlar (Avrupa, İran ve Gucerat'tan kadifeler, Osmanlı İmparatorluğu
du tartılma töreni, (Hindu güneş takvimine göre hesaplanan) saltanat ve Portekiz'den ince yünlüler, Yezd, Meşhed ve Herat'tan ipekliler) ve
yılı kutlamalarının kapsamına alındı. Buna göre, yılda iki kez halka aynca esas olarak İran'dan işleri idare edecek dokuma ustaları getirt­
açık bir törenle hükümdar yaldızlı bir terazide altın, ipek ve esanstan ti. Hindistan'da halı dokumacılığı muhtemel�n bu dönemde öğrenildi;
sebze ve tuza kadar uzanan farklı türden nesnelerle tartılır ve daha zamanla imparatorluk başkentleri Agra, Fetihpur Sikri ve Lahor'un dı­
sonra bu eşyalar muhtaç kişilere dağıtılırdı. Horasanlı soyluların gittik­ şındaki birçok şehirde halıcılık merkezleri ortaya çıktı. İran modelleri-
\ .
çe artan önemine bağlı olarak, İran yeni yıl bayramı Nevruz da benim­ ni yansıtan hayvanlar ve arabeskler gibi motiflere, minyatür sanatında
sendi. mevcut kalıplan kullanarak daha doğal bir hava verildi. İster halılar,
Ekber'in vakanüvisi Ebu'l-Fazl, başkent Fetihpur Sikri'deki impara­ ister dokumalar ve şallar, ister anıtsal hat levhaları, ister metal işleri,
torluk atölyelerini ("karhane") ayrıntılı olarak tasvir eder. Sarayın ya­ ister taş oymalar söz konusu olsun, sanatçılar ile zanaatkarlar arasında
kınındaki esans imalathanelerinden, "resim, kuyumculuk, goblen, halı yeni tasarımlar geliştirmeye yönelik yakın ilişki,___ Babürlü sanatının im­
ve perde yapımı, silah imalatı gibi daha zarif ve daha makbul sanat­ paratorluk saray alanları içindeki karhanelerin varlığıyla kolayca edin­
ların icrası için kurulmuş atölyeler ve işlikler"den söz eder. Ekber'in diği bir özellikti.
"her türlü işte çok mahir olması nedeniyle" çalışmaları bizzat izlediği­ 1 6 . yüzyılda üretilen halılarda ve diğer zanaat ürünlerinde bir Hint
ni ve bunlara katıldığını belirttikten sonra, şunları ekler: "Onu bir dan­ menşeini saptamakta bazen güçlük çekilirken, Cihangir döneminde
tel ustası gibi kurdele yaparken, demir törpülerken ve tahta biçerken, Babürlü üslubunun açık seçik tanımlanır hale geldiği görülür. Bitkile­
sıkı bir çabayla çalışırken gördüm; (. . . ) o en sıradan işleri bile yap­ ri, hayvanları ve insan figürlerini resmetme yönündeki doğalcılık eği­
maktan kaçınmaz, çalışmayı bir ibadet sayar. " limi bütün mecralarda açığa çıktı. İlham kaynağı Avrupa şifalı bitki ki­
Şenliklerde ve seçkin konukların ağırlandığı törenlerde hükümdar­ taplarının yanı sıra doğa ressamlarına dayanan çiçekli bitki motifi
lık gücünün azametini sergilemeyi sağlayan en değerli araçlar arasın- 1620'lerde belirginleşti ve Şah Cihan döneminde doruğuna ulaştı. Bu

Mücevher kutu, Kuzey Hindistan, Nargile altlığı, Bidar, Dekan, y. 1 650,


1 7. yüzyıl, yakut işlemeli mine, Washington, pirinç ve gümüş kakmalı, 2 1 cm
Freer Sanat Galerisi Nargile Babürlü sarayına 1 7. yüzyıl başlarında
Bu kutunun ayırt edici özelliği, bütün unsurla­ girdi. Bu örnekteki desenler geleneksel Hindu
rın ince sırmayla süslenmesine dayanan çarpı­ bereket motiflerine dayanır: Nilüfer havuzu ve
cı ve çokrenkli bitki bezemesidir. "suyun taştığı vazo."

488 H İ NT ALT- KITAS I : S ULTANL I KTAN İ MP ARATORLUGA


Kalemlik, c. 1 650, Babürlü, yakutlar Mücevherli hançer ve kını
işlenmiş yeşim, Londra, Victoria ve Babürlü, y. 1 6 1 9, uzunluk 36 cm, Kuveyt,
Albert Müzesi es-Saleh Koleksiyonu
Mücevher kaplamalı bu muhteşem kalemli­ Kabzası altın ve kını yakut, zümrüt, elmas,
ğin içinde kamış kesmeye yarayan bir bıçak, akik, mine, cam ve fildişi kakmalı bir hançer.
bir kalem sapı ve mürekkep bileşenlerini öl­ Cihangir'in l 6 l 9'da yaptırdığı ve anılarında
çüyle koymaya yarayan bir kaşık yer alıyor. sözünü ettiği hançer olması çok muhtemel­
dir.

tür motiflerin yer aldığı ürünlere değer veren Evrengzib, ordugahı için
Golkonda'dan ve daha güneyden döşemelik kumaşlar getirtti. Bu ku­
maş türü Avrupa'ya ihraç edildiği ve çiçekli ağaç dokuma motifinin ge­
liştiği limandan dolayı "Masulipatan" olarak anılırdı. Hem Müslüman
hem de Hindu topluluklara ait atölyelerin repertuarına giren bu motif
1 8 . yüzyılda başat dokuma deseni olarak kaldı.
Cihangir'in ince zevki ve estetik duyarlılığı lüks eşya imalatını ve
ithalatını daha da ileriye götürdü . Ekber'in saray yaşamının bir unsuru
olarak başlattığı şenlikleri sürdürdü ve bunlara anılarında "kadeh mec­
lisi" (bezm-i piyale) diye andığı haftalık kutlamaları ekledi. İngiliz Bü­
yükelçisi Sir Thomas 1 6 1 6'da katıldığı Nevruz şenliğini ve imparatorun
doğum günü partisini anlatırken, şarap içtiği yakut, turkuaz ve zümrüt
kakmalı altın kadehleri de tasvir eder.
Şah Cihan resmi kutlamaları yeni bir ihtişam düzeyine çıkardı.
Oğullarının evlilikleri Mümtaz Mahal'in ölümünden önce planlanmıştı.
Matem süresinin dolmasından sonra, büyük oğlanın düğününde dağı­ .
'
tılacak armağanları hazırlatma ve toplama görevini Şah Cihan'ın kızı . . .....

Cihanara sürdürdü . Gelin için mücevherler, değerli taşlarla kaplanmış · -�<'


kap kacaklar ve dokumalar; hanedanın şehzadeleri ve begümleri, soy­
luların eşleri ve kızları için şeref kaftanları yaptırıldı. Konukların her
birine yedi ya da dokuz parça pahalı kumaş ve beraberinde mücevhe­
rat verildi. Önde gelen soylulara bir sırma nakışlı yelekle birlikte do­ Mücevher kaplamalı Babürlü hançeri
Paris, Louvre Müzesi
kuz kat elbise ve mücevherli hançerler ya da palalar armağan edildi.
Bu hançer öncelikle yakut kakmalarından ve
Düğün armağanları muhteşem bir alayla gelin evine gönderilmeden at başı şeklindeki yeşim kabzasından dolayı
önce, herkes tarafından görülmesi için genel kabul salonunda sergi­ dikkat çekicidir. Kitap resimleme ve diğer
lendi. Havai fişek gösterilerini de kapsayan şenliklerin toplam maliye­ bezeme sanatlarında olduğu gibi, özellikle
Şah Cihan'ın tercih ettiği doğalcı üslup bura­
ti 1 ,6 milyon rupiyi buldu. da hemen görülür. Böyle silahlar saray kıya­
fetinin bir parçasıydı.

489
Cennetin B ir Yansıması Olarak B ahçe
Marianne Barrucand

İnsanlığın yazgısının hem başında hem de sonunda ağaçların, akarsuların ve koruyucu bir dış duvarın
"cennet" denen bahçelerin bulunduğuna inanılır; önemi, doğal ortamı süsleyen zengin bezemeli da­
bu inanç Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler ğınık yapıların varlığı ve çiçeklerin, mağaraların ve
için aynı ölçüde geçerlidir. Kuran, "arş ve arz ka­ havuzların yokluğudur. Bir bütün olarak bakıldığın­
dar büyük", "içinden ırmaklar akan" bu ebedi bah­ da, Şam Cami-i Kebir'indeki Barada mozaiği muh­
çenin ayrıntılı tasvirlerini verir. Orada "meyveleri temelen bu tabloya çok yakın bir tasvirdir. Bu cen­
küme küme dizili, ( . . . ) gölgeleri sürekli yayılmış net ve bahçe tasarısı Arabistan'ın çöl sakinlerinin,
( . . . ) dikensiz ağaçlar" vardır. "İman edip iyi işler yani başkalarının anlatımı aracılığıyla da olsa İran
yapanlar ( . . . ) orada tahtlar üzerine kurularak altın fırdevslerinden haberdar olan insanların düşleriyle
bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten ye­ şekillenmiştir. Magrip'te ve İber Yarımadası'nda
şil giysiler giyeceklerdir." Birçok pınarla dolu bu Roma geleneklerinin, Pencab'da kadim Hint gele­
bahçenin ırmaklarında su, süt, bal ve ("sarhoş et­ neklerinin ağır bastığı söylenebilir. Burada asıl
meyen") şarap akar. Orada "hep aynı gençlik ve önemli. soru şudur: Söz konusu farklı yerel gele­
güzellikte kalacak hizmetçiler" ve "saklı inciler" gi­ nekler İslam dünyasının çeşitli bahçe biçimlerini
bi "iri gözlü güzel huriler" müminlere zencefil kat­ açıklayabilir mi? Bir başka deyişle, dinsel vaha bun­
kılı içecekleri kaseler içinde sunar. ların hepsinde sahiden ortak paydayı oluşturur
Tasvirlerden cennetin duvarlarla çevrili bir mu?
bahçe ortamı olduğu anlaşılır; çünkü kapılardan ve İslam ülkelerinin çoğunluğu bir vaha kültürüne
kapı bekçilerinden söz edilir. Rahman suresi cen­ sahip sıcak, kuru bölgelerde yer aldığından, bahçe­
nette benzer iki bahçenin yanı sıra farklı iki bahçe­ cilik sanatının ana sorunlarından biri her zaman su­
nin bulunduğunu anlatır. Her dört bahçe de pınar­ lamadır. İslam dünyasının gerek batı, gerekse doğu
lar, gölgeli ağaçlar, nefis meyveler ve güzel huriler kesimleri İran'dan kanavat sistemini miras almıştı.
barındırır. Ayrıca göksel bahçede çadırlar ve bina­ Bu sistemde, güneşin yol açtığı buharlaşmaya kar­
lar vardır: "Odalarının altından ırmaklar akan" ko­ şı koruma sağlayan yeraltı kanalları, yüksek kay­
nutlar, evler, köşkler ve konaklar. Ama bütün bu naklardaki suyun yumuşak eğimlerden yararlanıla­
yapılar bahçenin dört bir yanına dağılmıştır ve hiç­ Şahane manzara, edebi ve tasavvufi metinler antolojisi, rak uzun mesafeler boyunca taşınmasını sağlardı.
bir şekilde bir kenti andırmaz. Bir "göksel Kudüs" İran, 1 4. yüzyıl sonları, İstanbul, Türk ve İslam Eserleri Oldukça zahmetli bakım işlerini yürütmek amacıy­
Müzesi
(ya da "Mekke") kavramı İslam'a yabancıdır. la, düzenli aralıklarla kurulmuş olan, üstü örtülü su
Kuran'da değişik bağlamları ifade eden "cen­ çıkış noktaları vardı. Çöl manzarasında bir inci kol­
nat-ı adn" (ikamet bahçeleri), "cennat-ı naim" yesi gibi uzanan bu kanavat tesislerini epeyce uzak­
(bahtiyarlık bahçeleri), "cennetü'l-mev'a (sığınak tan görmek mümkündü. İklimin elverdiği yerlerde
bahçesi) ve cennetü'l-hulüd (ebedi bahçe) ibarele­ kurulan açık kanalların ırmaklardan aldığı sular, ha­
ri geçer. İslam kaynaklarında "revzat" kelimesi de tırı sayılır mesafeler boyunca ülke içinde taşınırdı.
cennet bahçesini belirtir; ama Kuran'ın inişinden Hem kanavat hem de açık kanal düzeninde, su da-
sonra, Hz. Muhammed'in mezarıyla bağlantılı ola­
rak kullanılmaya başlamıştır. "Bahçe"nin etimolo­
jik bakımdan "mezarlık"la neredeyse başından be­
ri bağlantısı vardır. Batı dillerinde "cennet"
anlamındaki paradise kelimesi, kökeni Farsça fir­
devs'e ("bostan") dayanan Yunanca paradeisos'tan
gelir.
Kuran' da bahçe ile cennet arasındaki ilişki çok
berraktır ve açıkça ifade edilmiştir. Ne var ki, ço­
ğu kez yapıldığı gibi, münhasıran İslam dünyasının
bahçe düzenleme sanatını dinsel ve edebi bir bağ­
lamda ele almak yanlış olacaktır. Yer ve gök ara­
sında birçok ayrı ve güzel bahçe vardır.
Kuran, bir bahçenin nasıl kurulacağı konusun­
da kesin yol gösterici ilkeler ortaya koymaz. Kut­
Nilkant Kameriyesi'nde su yolu, Mandu, 1 6. yüzyılın Elhamra'da Aslanl ı Avlu'nun çeşmesi, Granada,
sal metinden çıkarılabilecek şeyler gölge veren ikinci yarısı 1 4. yüzyılın ikinci yarısı

490 CENNETİN B İ R YANSIMASI O LA RA K B A H Ç E


Bahçe halı, kuzeybatı İran, 1 8. yüzyıl, Berlin, İslam Sanatı
Müzesi

ğıtım sistemleri çok akıllıca işletilip denetlenirdi. çevrilmiş fıskıyeli havuzlardı. Genellikle riyad ola­ kaplıydı. Bahçeye gelen konuklar toprakta ve çi­
Saltanat bahçelerinde, tuğlalarla döşenmiş arklar­ rak bilinen böyle bahçeler, ister saray mensupları­ mende yürümez, asla çiçek koparmazdı; sadece
da akan sular sarayın odalarına kadar ulaşırdı. Mer­ na, ister sıradan insanlara ait olsun, kare ya da dik­ süs amaçlı ağaçların, özellikle çok revaçta olan tu­
mer yalaklardan taşan sular, basamaklı çavlanlar­ dörtgen olmak üzere her zaman dik açılı bir runçgillerin kokularını solumakla ve çiçekleri sey­
dan ve sekili alanlardan dökülür ve renkli çinilerle düzene sahipti. Saltanat bahçelerinde, bahçeye ba­ retmekle yetinirdi. İki eksenin kesişme noktasında
kaplı duvarlardan aşağıya doğru akardı. Aslan, çeş­ kan bir cephenin ortasında birbirlerine yüksek pa­ çoğu kez bir fıskıyeli çeşme ya da kameriye yer
melerin gözde bir motifıydi ve bu bezeme sadece tikalarla bağlanan gösterişli odalar yer alırdı. Dört alırdı. Bu bahçe modeli Endülüs'ün siyasal başken­
Elhamra'yla sınırlı değildi. bölüme ayrılan bu bahçe tipi İslam dünyasında çok ti Medinetüz'z-Zehra'da daha 1 O. yüzyılda benim­
İslam dünyasında pek fazla düzen verilmemiş yaygındı. Tuğla ya da mermer döşemeli patikalar, senmişti. Sevilla'nın 1 1 . ve 1 2. yüzyıllarda örnekle­
korudan "saklı bahçe"ye (hortus conc/usus) kadar 2 metreye kadar varan yükseklikte havuzlar gibi rini barındırdığı saptanmış olan modelin Fas'ta 1 9.
uzanan bahçeler geniş bir yelpaze oluşturur. Ku­ düzenlenmiş olan çiçek tarhları arasından geçerdi. yüzyılda varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. Yakın­
ran'daki cennete ilişkin temel anlayışı somutlaştı­ Tarhların duvarları çinilerle ya da boyama süslerle doğu'da benzer iç bahçeler vardır; ama yüksek pa-
ran duvarlarla çevrili, geniş korular da bu kapsama
girer. Daha doğrusu, eskiden girdiğini söylemek
gerekir; çünkü Hindistan'dan Fas'a ve Güney İs­
panya'ya kadar her yerde, kentleri çevreleyen bu
yeşil kuşaklar çoğu durumda modern kentsel yapı­
laşmaya kurban olmuştur. Magrip'te, Berberice ag­
dal kelimesi "sulanmayan çayır" için yaygın olarak
kullanılırken, Arapça'da "küçük deniz" anlamına
gelen buhayre (Arapça'da bahr, deniz anlamına
gelir) yapay yoldan sulanan bir koruyu belirtir.
Ama agdal'ın genellikle sulanmayan yeşil alanları
ifade etmesine karşın, Marakeş Agdalı'nın ünlü pal­
miye koruları aslında sulanır. Kasrü'l-Hayrü'l-Gar­
bi'deki bir resimde görüldüğü üzere eskiden bu tür
korularda sürek avları ve at yarışları yapılırdı.
Diğer bahçe tipi kapalı ve korunaklı keyif bah­
çeleridir. Buralarda çiçekli ve güzel kokulu çalılar
ve ağaçlar, sütunlu ya da kolonlu galerilerle çevri­
lidir. İslam dünyasında, bu bahçe tipinin en müte­
vazı biçimi, varlıklı ailelere ait evlerin ortasında ko­
nukları hoş tutmak amacıyla çiçek saksılarıyla

Alcazar Bahçesi, Sevilla, 12. yüzyıl

C E NNETİN B İ R YANSIMASI O LARAK BAHÇE 491


tikaların Batı İslam dünyasına özgü olduğu söyle­ Tac Mahal'ın park alanındaki Taçkapı Sarayı'nın
nebilir. Çapraz eksenli düzenin kesinlikle Roma uzaktan görünüşü, Agra, 1 632-1 643

bahçe uygulamasına dayanmasına karşın, yüksek Fez'deki saray bahçesi, 1 7. yüzyıl (restore edilmiştir)
patikaların kökleri açıklığa kavuşmuş değildir.
Yaygın biçimde kullanılan çor bağ ("dört bah­
çe" ya da "dörde ayrılmış bahçe") terimi Fars­ minde düzenlenmesi, böylece yaratılan eğimlerin
ça'dır ve aslında Arapça'da bir karşılığı yoktur. İs­ eğlenceli su gösterileri için kullanılmasına olanak
lam bahçeciliğiyle ilgili literatürde, etimolojik bir verir. Bu bahçelerdeki tuğla döşemeli patikalar, su
bağlantının yokluğuna karşın, Rahman suresindeki olukları ve çiçek tarhları gibi unsurların hepsi İran
iki çifte bahçe ifadesinden hareketle çor bağ'ın Ku­ "bahçe halıları"na model oluşturmuştur. Kentlerin
ran'a dayandığı sevinçle ileri sürülür. Ama bu be­ dışında at gezintisi ve avlanma için kullanılan şaha­
lirsiz dört bahçe tarifinin çapraz eksenli bahçenin ne korular ile tamamen pasif haz almaya dönük,
tek temeli olduğu varsayılamaz. Maddi modellerin ama aynı ölçüde şahane "keyif' bahçeleri arasında,
ve pratik mülahazaların aynı ölçüde önemli faktör­ işlevsel yönleri keyifli yönlerle birleştiren bir dizi
ler olması yüksek bir olasılıktır. Çar bağ olarak bi­ bahçe yer alır: Münye olarak bilinen kır malikane­
linen ve dağılım alanı Babürlü dönemindeki Hindis­ lerinin sahipleri, gösterişli odalar ve kolonlu gezi
tan'a kadar uzanan ünlü İran saltanat bahçelerinin yerleri yaptırmanın yanı sıra, bostanlar, bağlar ve
her zaman sıkı bir geometrik düzen taşımasına meyve bahçeleri de kurardı. Bu "ustaca düzenlen­
karşın, çoğu kez görülen durum, patikalarla ve su miş" peyzajın kökleri de Roma geleneklerinde yat­
arklarıyla dörtten fazla bölmeye ayrılmış olmaları­ maktaydı.
dır. Yani, "dört" terimi nihai anlamda sadece sıkı Bahçeler aynı zamanda ölülerin son istirahat­
bir geometrik şema anlayışını ifade etmeye yarar. gahı işlevini de görürdü. Bunların doğal yapıya ya­
Bu . bahçelerin birçoğunun örtüşen teraslar biçi- kın peyzaj, düzenli ve bakımlı koru, "dört bölme-

492 CENNETİN B İ R YAN S I M A S I O LARAK B A H Ç E


li" bahçe ya da riyad gibi biçimleri vardı. Fas'ın baş­ kapı Sarayı'nın bahçelerindeki köşklere benzer bir
kenti Rabat'ta, deniz kıyısında yer alan büyük me­ narinlik ve şıklık da sergileyebilir.
zarlık isimsiz mezar taşlarıyla ve süsleme unsurla­ Bu yapılar her zaman kendi bölgelerinin mima­
rından yoksunluğuyla doğal yeşil alan gibi durur. ri geleneklerinin ürünüdür ve ancak bu çerçevede
Bursa'da görüldüğü üzere, bazı Osmanlı saltanat doğru anlaşılabilir. Ortak paydaları bahçe mimari­
türbeleri peyzajlı alanlar içindedir; bunlar simetri­ si açısından gördükleri işlevdir: Önlerinde duran
nin doğaya boyun eğdiği romantik parkları andırır. veya çevreledikleri bahçelerin manzarası ilelebet
(Burada ister istemez insanın aklına "İngiliz" ve önemli sayıldığı için, daima açık yapılar olmaları ge­
"Fransız" bahçeleri arasındaki farklılık geliyor.) rekir. Elhamra ve Tac Mahal açısından, bu koşul
Buna karşılık, Hint hükümdarlarının en ünlüsü Tac yapı topluluğunun ötesindeki manzarayı da kapsar.
Mahal olan defin yerleri, su çığırlarının, özenli ha­ Anlaşıldığı kadarıyla, bahçeleri kuşatan kanatlarda­
vuzların ve görkemli anıtların yer aldığı çapraz ek­ ki gösterişli odalar genellikle kabul odalarıydı; bu­
senli tasarımlara dayanır. Arkadaki peyzajın görün­ radaki güzellik ve uyum bahçe sahibinin statüsü­
tüsü yapıların güzelliğini artırmaya yöneliktir. nün göstergeleriydi. Buna karşılık, müstakil
Güney İspanya ve Fas'ta, hanedan defin yerlerinin köşkler dinlenme için tasarlanmış gibidir; bunun
birçoğu iç bahçeli yapılar olarak düzenlenmiştir; sosyal buluşma ya da nihai ölüm uykusu biçimine
bununla birlikte Marakeş'te Sadilerin defin kame­ bürünmesi durumu değiştirmez.
riyeleri bahçelerin; Fez ve Rabat'ta Merinilerin Kesin bir nokta varsa, o da şudur: Dar anlam­
mezarları da bahçe peyzajlarının içindedir. da bakılınca, dünyasındaki gerçek bahçelerin Ku­
Tipik bahçe mimarisi çerçevesinde, bir yandan ran'daki cennet kavramıyla görece az ortak yönü­
iç bahçeleri çevreleyen galerileri ve odaları, diğer nün olmasına karşın, bahçe olarak cennet ve
yandan bazen oldukça büyük boyutlara varabilen cennet olarak bahçe üzerine kurulu edebi tema İs­
müstakil bahçe köşklerini görürüz. Elhamra'daki lam'da ebedidir. Bahçeleri, İslam öncesi bahçe ta­ Cennetü'l-Arife'deki Sultan Sarayı, Elhamra Sarayı
Sefirler Kulesi'nde olduğu gibi, odalar bazen masif sarımı geleneklerinin devamı olarak görmek daha yakınında kır malikanesi, Granada, 1 5. yüzyıl başları
kulelerin içindedir; ama Cennetü'l-Arife'deki (Ge­ kolaydır. Osmanlı koru peyzajlarının, birçok defa
neralife) Acequia Avlusu'nun dar kenarındaki yapı­ alt bölümlere ayrılan, İslam yönetimindeki Hindis­ Çeşitli eksenler bazen (sözgelimi, Elhamra'da­
lar gibi, önü açık ve aydınlık bölmeler olmaları da tan' da daha masraflı hale gelen ve gösterişli havuz­ ki Aslanlı Avlu'da) incelikle yerinden oynatılsa bi­
aynı ölçüde mümkündür. Müstakil köşkler Mek­ lar eklenen geniş ve girişik İran bahçelerinin teme­ le, eksensel simetrinin temel kural olduğu söyle­
nes'in saltanat bahçesindeki Menzehe tarzında ola­ linde yatan budur. Bütün bu bahçelerin ortak yanı nebilir. Bu açıdan, bütün bahçeler İslam sanatının
ğanüstü hantal olabileceği gibi, İstanbul'daki Top- temel bir geometrik şemadır. önemli tanımlayıcı ilkesine, yani kaynağı doğada
yatan motifleri soyutlama ilkesine tekabül eder:
Arabesk süslerde olduğu kadar, bahçe tasarımı sa­
natında da bizzat doğa sanat eseri haline gelir.

Amber'in kale sarayındaki bahçe, Racastan, 1 7. yüzyıl

CENNETİN B İ R YANSIMASI O LARAK BAHÇE 493


"

Iran : S afeviler ve
açarlar

Safevi ve Kaçar tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 496

Seyyah ların gözüyle Safevi


İmparatorluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 504
Erdebil'deki türbe külliyesi
Şah Abbas'ın başkenti Isfahan
Lütfullah Camisi
Şah Camisi, Ali Kapı
Çihil Sütun ve Heşt Bihişt bahçe sarayları

Kitap bezeme sanatları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 520


Halılar ve dokumalar
Serami kler, minyatür

İslam halıları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 530

lsfahan'daki Şah Camisi'nin kubbesi, inşa başlangıcı 1 6 1 1


Şah Abbas'ın kent merkezindeki Meydan-ı Şah'ta Şah Camisi'ni yaptırması, imparatorlu­
ğun dinsel merkezi olarak lsfahan'ın rolünü vurgulamaya yönelikti. Devasa kubbe ve dört
eyvan sırlı yeşil ve mavi çinilerle kaplıdır; geometrik ve bitkisel motifler ile çevrelerin­
deki hat şeritleri altın sarısı ve beyaz renktedir.

495
lere karşı zaferinden sonra, İran'da ik­
Tarih tidarda olan Türkmen Akkoyunlular
Markus Hattstein j d:-.t J��·ı-:f.f'-:" ;J�d'u tutunamayarak kaçtı. İsmail Ağustos
1 50 l 'de Tebriz'e ulaştı ve Safevi yöne­
�:�/v�-�J ­
�, ��J ' u-�
timini kurdu . 1 507'ye doğru Irak'ı da
ele geçirdi ve doğudaki Özbekleri
Şah İsmail ve Safevi hanedanının (f'Y.'.' 'if.?'!t/�� yendi; bütün Akkoyunlu toprakları ve
ortaya çıkışı İran'ın geri kalan kesimi 1 5 1 2'de Safe­
vi yönetimine girdi.
Safevilerin 1 501 'de iktidara gelişi İsmail iç politikada en yakın çev­
İran'da modern çağı başlattı. Bu hane­ resinin tavsiyelerine ve halkın büyük
danın yarattığı düzenli ve sağlam dev­ bir bölümünün muhalefetine aldırma­
let yapısı, yaklaşık 250 yıl devam eden yarak, İmamiye Şiiliğini resmi mezhep
siyasal parçalanmışlığa ve yabancı olarak dayattı. Bütün İslam dünyasın­
Moğol, Timurlu ve Türkmen yönetim­ dan Şii alimleri sarayına çağırdı ve
lerine son verdi. Safevi hanedanı ayrı­ Sünnileri İran'dan kovdu . Öte yandan,
ca toplumu gittikçe artan bir bağdaşık Şiiliğe dönenlere yüksek mevkilere
yapıya kavuşturarak, bir tür İran ulu­ çıkma fırsatını cömertçe sundu. Böyle­
sal devleti yarattı. Şiiliğin İmamiye ko­ ce, teokratik meşruiyete dayalı mutlak
lunu benimsemesi, İran'ın bugüne ka­ bir monarşi yarattı; şah unvanını al­
dar süren kendine özgü dinsel makla birlikte, Safeviye tarikatının
gelişiminin temellerini attı. şeyhi olarak kaldı. Önceki Türkmen
Safevilerin ortaya çıkışının geçmi­ hanedanlar gibi, Safeviler de impara­
şi, Moğol istilalarının 1 3 . yüzyıl ortala­ torluk içinde iki ayrı kesimi uzlaştırma
rında merkezi dinsel otoriteyi yıkması­ sorunuyla yüz yüze geldi. Kabile fede­
na kadar iner. Bu durum tasavvufi, rasyonları halinde örgütlenmiş olan
bölgesel "popüler İslam"ın güçlenme­ Türkmen Kızılbaş emirlerinin oluştur­
sine ve çeşitli tarikatların gelişmesine duğu askeri elit tabaka ("seyfiye"), da­
hız kazandırdı. Şeyh Safi (1252-1 334) ha önce Safeviye tarikatına sağladığı
Doğu Azerbaycan'ın Erdebil kentinde desteğin karşılığı olarak iktidarda bir
1 300 dolaylarında kendi tarikatını kur­ pay istedi. Bu durum, şahları, yeni
du . Safeviye olarak bilinen bu tarikat devleti ayakta tutmak için gittikçe yer­
hızla halk desteğini artırdı ve kitlesel Darius İ skender'e karşı çarpışırken, Mir Ali Şir Nevai'nin eserinden lran li Fars idari elit tabakasına ("kalemi­
bir dinsel hareketin, sosyal ve devrim­ minyatürü, 1 6. yüzyıl, Paris, Ulusal Kütüphane ye") bağımlı hale getirdi. Şah İsmail ve
Safevi yönetimi altında, İran kendine özgü bir İslam kültürü geliştirdi. Bu yönelim
ci kurtuluş yönündeki özlemlerin ardılları güç dengesini korumaya yö­
sanatta eski İran mirasını işlemeyi de getirdi. Örneğin, bu m inyatürde Pers Hü­
odak noktası haline geldi. Safi ve ilk kümdarı 1 1 1 . Darius'u Büyük İskender'e karşı çarpışırken görmekteyiz. nelik aktif bir politika izlediler; ama
halefleri Sünni mezhebine katı biçim­ Kızılbaş emirlerin hakimiyetini sınırla-
de bağlıydı. Ama tarikat 1 5 . yüzyıl or- maları uzun bir zamanı aldı. Dolayısıy­
talarında Şiiliğin İmamiye kolunun ilkelerini benimseyince, öğreti bakı­ la, Türkmenlerin kabileciliğine karşı gittikçe eski İranlı memurlar elitle­
mından gittikçe militanlaştı. rinden ve büyük toprak sahiplerinden, yani "ulusal bakımdan yerleşik"
Şeyh Cüneyd (1447-1460) bu öğretiyi yaymak için çeşitli komşu ül­ unsurdan yana bir tutum takındılar.
kelere temsilciler gönderdi ve Safeviye içinde kendi dinsel otoritesine Safevi zaferi hem doğudaki Özbekler hem de batıdaki Osmanlılar
bağlı bir Türkmen askeri önderliği oluşturdu. Oğlu Şeyh Haydar ( 1 460- arasında huzursuzluk yaratmıştı. İsmail fetihleri sırasında Osmanlıları kış­
1488) Azerbaycan'da askeri güce dayalı bir devlet kurmaya yöneldi ve kırtmaktan kaçınmasına karşın, Osmanlılar Anadolu'da Safeviye tarikatı­
bu amaçla Kızılbaşlar olarak bilinen tekörnek bir ordu yarattı. Bu adın na yakınlık duyan herkese yönelik hunharca bir sindirme harekatına gi­
kaynağı askerlerin 1 2 imamı temsil eden 1 2 kıvrımlı kırmızı sarıklar tak­ riştiler. Savaşçı Sultan I . Selim ( 1 5 1 2- 1 520) İran'ı istila etti ve üstün asker:
malarıydı. birlikleriyle Ağustos 1 5 1 4'te İranlıları Çaldıran'da ağır bir yenilgiye uğrat·
Haydar'ın komşu Çerkez topraklarına saldırdığı 1488'de, henüz bir tı. Böylece Doğu Anadolu sonunda Osmanlı İmparatorluğu'na bağlandı
yaşında olan oğlu İsmail sıkı bir Şiilik ruhuyla yetiştirildi ve çok geçme­ İzleyen dönemde, Safeviler ile Osmanlılar arasındaki ilişkiler köklü gü·
den tarikatın şeyhi oldu . Daha çocukken, bir hükümdar olarak sivrilme­ vensizlikten açık husumete kadar varan evreler geçirdi; ama İranlılar Os·
sini sağlayacak olan güçlü bir göreve bağlılık duygusu ve etkileyici bir manlı askeri gücünün üstünlüğünü kabul etmek zorunda kaldı. Şah İs
duruş edindi. Bütün ömrü boyunca, dinsel coşkusunu başkalarına ilet­ mail Mayıs 1 524'te Tebriz'de öldüğünde, hepsi kendisi kadar dinse
meye çalıştı; tutkulu bir şair ve davasının parlak bir propagandacısıydı. karizma taşımayan ardıllarına zorlu bir miras bıraktı.
1 499'da, daha 12 yaşındayken, İran'da iktidarı ele geçirmeye karar ver­ Oğlu Şah Tahmasp'ın (1 524-1 576) henüz bir çocuk olması nedeniy
di. Ateşli müritleriyle birlikte Hazar Denizi kıyısındaki Gilan eyaletinden le, ilk başlarda ülkeyi onun adına Kızılbaş emirler yönetti. Gelgelelim
yola çıkarak Doğu Anadolu'yu aştı ve Tebriz'in üzerine yürüdü. Çerkez- aralarındaki şiddetli husumet dış düşmanların işine yaradı; doğuda Ho

496 İRAN: SAFEVİLER VE KAÇARLAR


rasan eyaleti için Özbeklerle (1524-1 537), batıda da Azerbaycan için Os­ lüydü, ama bağnazlık yönünde bir eğilimi de vardı. Resmi Şiiliği babası­
manlılarla (1 530- 1 5 5 5) bir dizi savaşa girildi. Osmanlıların sürekli ilerle­ nın getirdiği devrimci ve ahretçi unsurlardan arındırdı. Teşvik ettiği ki­
mesiyle birlikte, bir süre işgal altında kalan Tebriz saldırıya açık bir sınır tap resimleme sanatı, onun döneminde ilk yüksek düzeyine ulaştı.
kenti haline geldi. İktidar iplerini 1 533'te eline alan Şah Tahmasp, bu ne­ Tahmasp'ın ölümünden (Mayıs 1 576) sonra, imparatorluğu oğulları
denle 1 548'de İran platosundaki Kazvin'i imparatorluğun yeni başkenti yönetti. Kana susamış il. İsmail'in (1 576-1 577) ve neredeyse kör olduğu
olarak seçti. için devlet işlerini yürütmekten aciz Muhammed Hudabende'nin (1 578-
Şah 1 537'de Özbekleri barışçıl bir şekilde Horasan'dan geri çekilme­ 1 587) döneminde, İran uçurumun eşiğine kadar geldi. Osmanlılar
ye zorladı. Osmanlılarla 1 555'te varılan barış antlaşması Azerbaycan'ın 1 578'de Gürcistan ve Kürdistan'ı ele geçirdi; çeşitli eyaletler özerklikleri­
tekrar Safevilere bırakılmasını sağladı, ama Irak'ın kaybedilmesiyle so­ ni ilan ederek merkezi yönetimden koptu. Saraya hakim olan Kızılbaş
nuçlandı. Tahmasp sınır bölgelerinde tampon devletler kurdurdu ve ar­ emirlerin canice şiddeti bizzat şahın karısının, baş vezirin ve veliahdın
dından bunları tedricen imparatorluk bünyesine aldı. Gürcistan'a da ba­ canına mal oldu. Önemli reformların bir türlü yapılamaması üzerine,
şarılı seferler düzenledi ve 1 554'teki işgalden sonra bu ülkeyi bir Safevi Meşhed valisi 1 58 l 'de Muhammed Hudabende'nin küçük oğullarından,
eyaletine dönüştürdü. O tarihten itibaren, gittikçe ordunun başına Gür­ on yaşındaki Şehzade Abbas'ı şah atayarak, koruması altına aldı. Sonun­
cüler ve diğer Kafkasya halkları arasından yetiştirilen komutanları getir­ da, 1 587'de ordusuyla Kazvin'in üzerine yürüdü .
di; böylece torunu I . Abbas'ın tamamlayacağı askeri reformu başlattı.
Anadolu'nun kaybıyla birlikte Safevi kültürünü ulusallaştırma ve İranlı­
laştırma süreci de onun yönetimi altında gerçekleşti. Tahmasp sağgörü- Şah Büyük Abbas

Şehzade Abbas hamisiyle birlikte Ekim 1 587'de Kazvin'e ulaşınca, babası


Isfahan yakınında güvercinlikler kesimleri arasında güvercin yetiştirmek çok
Muhammed'in Medine'ye hicret ederken ya­ popüler bir uğraştı ve çoğu kez gösterişli bir iktidarı derhal ona bıraktı. Coşkuyla üstlendiği bu görevi boyunca (1 587-
nında götürdüğü bir kuş olmasından dolayı, tarzda yürütülürdü. Kasaba ve kentlerin yakı­ 1 629) gösterdiği başarılar, İran'ın en önemli şahı olarak tarihe "Büyük" sa­
güvercin Müslümanların gözünde mübarektir. nında kule biçimli büyük güvercinlikler inşa nıyla geçmesini sağladı. Bazı aksiliklere rağmen, İran'a yeni bir çehre ka­
Ayrıca, Eski Yunan' da olduğu gibi, İslam dün­ edilir ve kuşlara özel olarak yetiştirilmiş kişi­
zandırma yönündeki hedefine kararlılıkla sarıldı. Osmanlılarla 1 578'den
yasında bir erotizm sembolü sayılır. Safevi ler bakardı.
toplumunun kültürel bakımdan daha rafine beri süren savaşa 1 590'da son verdi; içeride daha serbest hareket etmek
ve İran ordusunu yeniden düzenlemek amacıyla Azerbaycan'ı, Irak'ı, Kür­ ile İranlılar arasındaki farklılıkları azalttı ve siyasal elit tabaka için yeni bir
distan'ın bazı kesimlerini ve Tebriz'i bu devlete bıraktı. Bütün Horasan'ı temel yarattı. Şah yeni oluşturulan idari makamları Kafkasyalılara vermek­
1 598'de Özbeklerden geri aldıktan sonra, tekrar Osmanlı cephesine dön­ le, rütbelerin artık kökene göre belirlenmeyeceğini, kendisi tarafından
dü. 1601 'de Bahreyn adasını ilhak etti, 1603'te Azerbaycan'ı işgal etti ve bahşedileceğini vurgulamış oldu. Ayrıca, imparatorluğun daha uzak eya­
1 608'e kadar süren seferlerle Şirvan, Ermenistan ve Gürcistan'ı geri aldı. letlerini merkezi denetim altına alarak, bir bölümünü doğrudan tahtın
Tebriz yakınında 1 623/24'te elde ettiği zaferden sonra, Kürdistan ve Irak'ı mülkü haline getirdi ve dedesinin döneminden kalan son tampon devlet­
bir kez daha Safevi İmparatorluğu'na katmayı başardı. leri imparatorluk bünyesine kattı. Şahlık sarayı artık imparatorluğun tek
Bu parlak askeri zaferlere rağmen, Büyük Abbas'ın asıl başarıları iç po­ merkeziydi.
litikadaydı. Özellikle kamu yaşamının bütün alanlarını tutarlı biçimde mer­ Abbas sarayın yeni önemini göstermek amacıyla, 1 598'de Isfahan'ı Sa­
kezileştirmesi şahlık iktidarını büyük ölçüde güçlendirdi. Kapsamlı askeri fevi İmparatorluğu'nun başkenti yaptı. Odak noktası "Meydan-ı Şah" olan
ve idari reformlarının ilk hedefi Kızılbaş emirlerini etkisizleştirmekti; Os­ bu kenti İslam dünyasının en heybetli metropollerinden birine dönüştür­
manlıların yeniçeri sistemini örnek alarak, Hıristiyan Gürcüler, Çerkezler dü ve "İslam'ın İncisi" ya da "Dünyanın Yarısı" olarak nitelendirdi. Kafkas­
ve diğer Kafkasyalılar arasında çocuk yaşta seçilip yetiştirilmiş askerlerden yalı zanaatkarları ve sanatçıları kendilerine ayrılmış mahallelere yerleştire­
oluşan bir süvari birliği ve bir daimi ordu kurdu. Fiilen askeri köle (gulam) rek ve ekonomik güçlerinden yararlanmak amacıyla ülkeye getirttiği
konumunu taşıyan ve şahisevani ("şaha sadık adamlar") olarak şahsen hü­ Yahudi ve Hıristiyan tüccarlara ve zanaatkarlara geniş kapsamlı kültürel
kümdara hizmet eden bu askerlerin aylıkları şahlık hazinesinden öden­ özerklik tanıyarak, ekonomik refaha ulaşılmasını sağladı. Saray atölyele­
mekteydi. Sonraki valilerden ve komutanlardan çoğunun gulam safların­ rinde ihracata dönük her türden zanaat üretimini başlatarak, sarayın zen­
dan gelmesi, şaha bu bağlılık temelinde güç kazandırdı. ginliğini önemli ölçüde artırdı. Bunlara ek olarak, başta Babürlü yöneti­
Abbas mevcut bütün verimli enerjileri İran'da bir araya getirmek pe­ mindeki Hindistan, Kırım Tatarları ve Rus çarlarının sarayı olmak üzere,
şindeydi. Seferlerinin ardından 70 bin Ermeni'yi ve 100 bin Gürcü'yü diğer ülkelerle çok iyi ekonomik ve diplomatik ilişkiler geliştirdi. Tek bir
İran'a yerleştirdi. Böylece Kafkasyalılar ve özellikle Gürcüler Safevi İmpa­ sikke birimi oluşturdu, iltizam ve vergi sistemlerinde reform yaptı. Basra
ratorluğu'nun üçüncü etnik bileşeni haline geldi; bu durum Türkmenler Körfezi'ndeki Portekiz ticaret limanı Hürmüz'ü 1622'de ele geçirdi ve ye-

Karadeniz


Hazar
Denizi
1
I
Hive •
\

Buhara

• Semerkand

Safevilerin yönetimindeki
topraklar, y. 1 5 1 2
Osmanlıların ve Safevilerin l 5 l 2'den
sonra savaştığı topraklar

- Safevilerin 1 7. yüzyıl başlarında (Şah 1. Abbas


döneminde) yönettiği topraklar

Osmanlıların ve Safevilerin 1 7. yüzyılda

(
savaştığı topraklar

498 İRAN: SAFEVİLER VE KAÇARLAR


rini alması için kurdurduğu Bender Abbas anakara limanından Basra Kör­
fezi ticaretini denetim altına aldı.
Abbas'ın siyasal öngörüsü, dinsel hoşgörüsü ve ruhani konulardaki
açık görüşlülüğü ticareti, iş hayatını ve sanatları bütün dinsel kısıtlamalar­
dan kurtardı; öte yandan, gerek halka dönük gösterilerle, gerekse sayısız
dinsel vakıfla kendisini ateşli bir Şii gibi sunmasını bildi. Kendi siyasal ga­
yelerine tabi kalmalarını sağlamakla birlikte, ruhban sınıfına da geniş öz­
gürlükler tanıdı. Ocak 1629'da Eşref'teki yazlık ikametgahında öldüğünde,
İran ekonomik ve siyasal gücünün doruğuna ulaşmış, modern ve sağlam
temellere sahip bir imparatorluktu artık.

Sonraki Safevi şahları

Ne var ki, Büyük Abbas ailesiyle ilişkilerinde ciddi hatalar yaptı. Güven­
sizlik beslediği için, oğullarını haremde neredeyse hapis koşullarında ye­
tiştirdi ve siyasal eğitim görmelerine ya da hükümdarlık görevine hazır­
lanmalarına fırsat vermedi; oğullarından ve torunlarından birkaçını idam
1. Abbas Özbeklerle savaşırken Abbas ülke içinde iktidarını sağlamlaştırdıktan ettirdi ya da gözlerine mil çektirdi. İzleyen dönemde, Safevi şehzadeleri
1 597 tarihli fresk, Isfahan, Çihil Sütun Sarayı sonra, Özbeklere karşı bir dizi başarılı sefer ya bir şiddet, entrika ve şayia ortamında büyüdü ya da düpedüz ihmal
Safevilerin baş düşmanları batıda Osmanlı İm­ yürüterek, onları Horasan'dan çıkardı ve bu
edildi; öyle ki, çoğu toplumun dışında kalma veya ağır zihinsel bozuk-
paratorluğu, doğuda da Özbeklerdi. Şah 1. bölgeyi tekrar Safevilere bağladı.

1 30 1 Şeyh Safı, Safeviye tarikatını 1 598 Horasan geri alındı; Isfahan yeni 1 779 Kaçar Ağa Muhammed Kuzey 1 890 Tütün isyanları; halk lran'ın
kurdu Safevi başkenti oldu lran'ı denetim altına aldı Avrupa devletlerince
sömürülmesine başkaldırdı
1 50 1 - 1 5 1 2 Şah lsmail ( 1 50 1 - 1 524) 1 60 1 - 1 624 Safevi toprakları Bahreyn, 1 786 Tahran Kaçar başkenti oldu
Türkmen Akkoyunluları Azerbaycan, Şirvan, Ermenistan, 1 906 lran meşruti monarşi
1 796 Ağa Muhammed Han İ ran şahı
İran'dan çıkardı ve Safevi Gürcistan, Kürdistan ve l rak'ı yönetimine geçti
oldu
yönetimini kurdu; İmamiye kapsayacak şekilde batıya doğru
1 907 Britanya ve Rusya antlaşmaya
Şiiliği resmi mezhep oldu genişledi 1 797- 1 834 Feth Ali Şah dönemi
vararak lran'ı nüfuz bölgelerine
1 5 14 Çaldıran Muharebesi: Safeviler 1 629-1 642 Şah 1. Safı dönemi 1813 Kafkasya bölgesi üzerindeki ayırdı
Osmanlılara yenildi lran- Rusya savaşını ( 1 804-
1 638 Osmanlılar Bağdat'ı aldı 1 908- 1 909 Tahran'da iç savaş; Şah
1 8 1 3) sona erdiren Gülistan
1 524- I S76 Şah Tahmasp dönemi Muhammed Ali ( 1 907- 1 909)
1 639 Osmanlılar ile Safeviler arasında Antlaşması; Kafkasya Rusya'nın
tahttan indirildi
1 548 imparatorluk başkenti yeni barış antlaşması eline geçti
Tebriz'den Kazvin'e taşındı 1 909- 1 925 Son Kaçar şahı Ahmed Mirza
1 642- 1 666 Şah il. Abbas dönemi 1 828 İran ile Rusya arasındaki
Şah dönemi ( 1 923 itibaren
1 554 Gürcistan bir Safevi eyaleti çatışmaları ( 1 826- 1 828) sona
1 648 Afganistan Safevi sürgünde)
haline geldi erdiren Türkmençayı
lmparatorluğu'na bağlandı
Antlaşması'yla başka bölgeler 1 9 1 4-- 1 9 1 7 Birinci Dünya Savaşı sırasında
1 555 Osmanlı-Safevi savaşını sona
1 666-1 694 Şah il. Safı ( 1 668 itibaren de Rusya'ya bırakıldı lran'da İngiliz ve Rus işgali
erdiren Amasya Barışı;
Süleyman) dönemi
Azerbaycan Safevilere, Irak 1 834-- 1 848 Muhammed Şah dönemi 1 92 1 Kazak Tugayı'nın komutanı Rıza
Osmanlılara kaldı 1 694-- 1 722 Son Safevi Şahı Sultan Hüseyin Han'ın darbesi
1 848- 1 85 1 Nası reddin Şah'ın ( 1 848- 1 896)
dönemi
1 578- 1 587 Şah Muhammed Hudabende ve Baş Vezir Mirza Taki Han'ın 1 925 Rıza Han kendisini İran şahı ilan
dönemi 1 722 Afgan Gılzai kabilesi lsfahan'ı modernleşme girişimleri ederek Rıza Şah Pehlevi adını
ele geçirdi; önderleri Mahmud aldı
1 578 Osmanlılar Safevilerden 1 848- 1 852 Babilik yandaşlarının isyanları;
yeni şah oldu
Gürcistan ve Kürdistan'ı aldı hareketin önderi Ali Muhammed
1 736- 1 796 Afşar Nadir ( 1 736- 1 747) ve Bab idam edildi ( 1 850)
1 58 1 Horasan özerkleşti; Meşhed
Şahruh ( 1 748- 1 796) dönemi
valisi Şehzade Abbas'ı şah ilan 1 856- 1 857 İngilizler Kaçarların Herat'ı ele
etti 1 750-1 779 Kerim Han Zend "vekil" geçirme girişimini önledi; lran
unvanıyla İran'ın orta ve güney Paris Antlaşması ( 1 85 7)
1 585 Osmanlılar Tebriz'i aldı
kesimlerini yönetti uyarınca Afganistan'ın
1 587- 1 629 Şah 1 . Abbas dönemi bağımsızlığını tanıdı

TARİH 499
luklar geçirme noktasına vardı. Bu durum sonuçta Safevi İmparatorlu­ likle İngiliz Doğu Hint Kumpanyası'nın şubeler açmasına izin verdi ve
ğu'nun gerilemesine yol açan sebeplerden biri oldu. bunlara yasal ayrıcalıklar tanıdı. Yolsuzlukla ve kayırmacılıkla mücadele
Abbas'ın torunu ve ardılı Şah I. Safi (1629-1642) böyle bir kişiliğe sa­ ve refah düzeyini yükseltme çabaları doğrultusunda hukuk sistemini dü­
hipti. Sürekli tehdit altında büyümüştü ve tahta çıktığında sefahatin eşi­ zeltmeye özel önem verdi. Onun yönetimi altında Safevi şah ve devlet
ğine varan bir taşkınlıkla davrandı. Kapıldığı paranoya yüzünden, beş yıl kültünün geçirdiği evrimle , Safeviye tarikatının başındaki şah rolü yerini
içinde geri kalan akrabalarını, askeri ve idari önderleri ve eyalet valileri­ tamamen meşruiyetini Allah'tan alan mutlakıyetçi hükümdar rolüne bı­
ni bertaraf etti. Halktan uzaklaşarak tamamen kabuğuna çekildi, devlet raktı. Abbas katı Şii fıkıh alimlerinin siyasal nüfuzuna karşı bir denge un­
işlerine katılmadı ve dertlerini şarapla boğmaya çalıştı. Bu arada ülkeyi suru yaratmak amacıyla, siyasetten uzak filozoflara, mutasavvıflara ve
1634'ten itibaren, çok dürüst ve tecrübeli bir idareci olan Baş Vezir Mir­ dervişlere destek verdi.
za Taki yönetti. İktidar değişikliğinden yararlanarak 1629'da saldırıya ge­ İkinci önemli siyasal yetkili konumundaki baş vezir, zamanla bütün
çerek Ermenistan'ı işgal etmiş olan Osmanlılar, 1638'de de Bağdat'ı aldı; taht varlıklarının idaresini üstlenen saray atölyelerini denetlemekten de
bu kent Birinci Dünya Savaşı'na kadar Türklerin elinde kaldı. Mirza Taki sorumluydu. Şah bu ikili idari işlev aracılığıyla güç dengesini bilinçli ola­
1639'da bir barış antlaşması imzalayarak, Safeviler ile Osmanlılar arasın­ rak korudu. Bu becerikli hükümdarın son yılları, kalıtımdan gelen fren­
daki savaşa nihayet son verdi. Abbas'ın politikası doğrultusunda Gürcü­ ginin yol açtığı zihinsel bozukluğun gittikçe ağırlaşmasıyla gölgelendi;
leri toplumla bütünleştirmeyi daha ileriye götürerek, yeni bölgelere yer­ akıl hastalığı kendi ailesine yönelik hunharca bir mezalime girişmesine
leştirdi ve ticari işlere atılmalarını teşvik etti. yol açtı.
Safi'nin oğlu II. Abbas (1642-1 666) tıpkı babası gibi sert bir ortamda
yetişti; ama güçlü ve canlı bir kişiliğe sahipti. İncelikli saray teşrifatıyla ve Şah Büyük Abbas bir heyeti huzura İran'la iyi ticari ilişkiler kurdu. Bu resimde şah
muhteşem kabul törenleriyle iktidarını sergiledi. Devlet işlerini bizzat yü­ kabul ederken, y. 1 650, fresk, Isfahan, bir heyetin onuruna düzenlenen, müzisyenle­
Çihil Sütun Sarayı rin ve rakkaselerin konukları eğlendirdiği
rüttü, tahta bağlı mülkleri artırdı, ulaşımı ve ticaret yollarını güvenli hale 1. Abbas'ın becerikli ekonomik politikası refah muhteşem bir şölende görülüyor.
getirdi. Avrupa ticaret şirketleriyle ekonomik alışverişleri teşvik etti; özel- getirdi. Avrupa devletleri ve Hint Babürlüleri,

500 İRAN: SAFEVİLER VE KAÇARLAR


Oğlu II. Safi (1666-1694) haremde yetiştirilmenin bir başka kurbanıy­
dı: Dindar, barışsever ve ince sanat zevkine sahip olmakla birlikte, şata­
fata düşkün, tembel ve çevresinden kopuktu. Uyuşturucu iptilasıyla çök­
mesine rağmen, bir müneccimin kehaneti üzerine Mart 1668'de tekrar
fiilen tahta geçerek Şah Süleyman adını aldı ve devlet işlerini bir tür giz­
li divan oluşturan haremağalarına bıraktı. Temel siyasal reformlar yapıl­
madı; Özbekler ve diğer komşu halklar hiçbir engelle karşılaşmadan İran
topraklarına akınlar düzenledi.
Safi'nin oğlu ve son Safevi Şahı Sultan Hüseyin'in dönemine (1694-
1722) damga vuran özellik de sürekli kötü yönetimdi, ama bunun farklı
sebepleri vardı. Şah barışsever, dost canlısı ve mutedildi, ama bağnazlı­
ğa varacak ölçüde dindardı. Babasının döneminde önemli bir nüfuz elde
etmiş olan Şii ruhban sınıfının üst kademeleri büsbütün güçlendi. Onla­
rın hakimiyeti altında, Sultan Hüseyin dedesinin yüksek mevkilere getir­
diği filozoflara, mutasavvıflara ve dervişlere yönelik bir sindirme hareke­
tine girişti; Sünnileri, Yahudileri, Hıristiyanları ve diğer dinsel azınlıkları
inanç değiştirmeye zorlayan bağnazca kampanyalar başlattı. Böylece Sa­
fevi İmparatorluğu'nun yapısına aykırı bir dinsel hoşgörüsüzlük ortamı
doğdu ve çok geçmeden halk arasında yönetime tepkiler gelişti. Ülkenin
ekonomik gerilemesini önlemeye ve düşen devlet gelirlerini artırmaya
yönelik yüksek vergi artışları ve yeni vergiler durumu daha da ağırlaştır­
dı.
Şiilerin zorla inanç değiştirme girişimleri özellikle imparatorluğa ye­
ni katılmış Afgan kesiminde, Kandehar eyaletinde yaşayan Sünnilerin mu­
halefetiyle karşılaştı. Bu bölge 1648'de ilhak edilmiş ve geçmişte geniş
çaplı kültürel özerklikten yararlanmıştı. Şahın Gürcü birlikleriyle bir isya­
nı bastırmasından sonra, Gılzai kabilesi öncülüğündeki Afganlar 1709'da
ülkedeki bütün şahlık memurlarını ve askerleri kovarak, yeniden fiili
özerklik elde etti . Mahmud'un komuta ettiği Gılzai kuvvetleri 1719'da
İran'a saldırdı ve birbiri ardı sıra kentleri ele geçirdikten sonra Nisan
1722'de Isfahan'ı kuşattı. Kent açlık tehlikesi üzerine ekim ayında teslim
oldu. Sultan Hüseyin'in iktidarı bırakmak zorunda kaldığı Mahmud,
1726'da şah unvanını aldıktan sonra öldürüldü .

Isfahan çarşısında kasap dükkanı lar ve zanaatkarlar sayesinde, İslam dünya­


Soru n l u dönem ler: Nadi r Şah ve Kerim Han Zend Sultan Hüseyin'e ait bir yazmadan sındaki en önemli kentlerden biri haline ge­
minyatür, lran, 1 590, tirdi. Isfahan çarşısı özellikle halılar ve doku­
Berlin, İslam Sanatı Müzesi malar açısından imparatorluğun başta gelen
Gılzailerin iç kavgalara tutuşması v e ülkenin kargaşaya sürüklenmesi, Os­ Şah Abbas l 598'de lsfahan'ı başkent edindi ticaret merkezine dönüştü.
manlılara İran'ın batı kesimini ele geçirme fırsatını verdi. Bu topraklar da­ ve akıllıca bir politikayla yerleştirdiği tüccar-
ha sonra Rusya'yla paylaşıldı. İmparatorluğun geri kalan kesimi 1 722'den
itibaren, hırslı ordu komutanlarınca yönetildi; bunlar çeşitli Safevi şehza­
delerini çoğunlukla çocuk yaşta kukla hükümdarlar olarak başa geçirdi. !iği olan Nadir Şah, bu olayı öğrenince büyük öfkeyle anlamsız bir şid­
İşte böyle bir ortamda, Türkmen Afşar Kızılbaş kabilesinden Nadir ad­ det fuıyasını başlattı ve Haziran 1747'de Afşar emirlerinin suikastıyla can
lı komutan iktidara yükselerek, İran tarihinin en büyük fatihlerinden bi­ verdi. İmparatorluk bir anda çöktü. Afganistan ve Azerbaycan bağımsız­
ri oldu. Bir kukla Safevi şahı adına, Afganları 1726'da Isfahan'dan ve laştı. Nadir'in kör torunu Şahruh Cl 748-1796) merkezi Meşhed olmak üze­
1730'da da bütün İran'dan sürdü. Azerbaycan ve Kafkasya'yı Osmanlılar­ re Horasan'daki Afşar devletiyle yetinmek zorunda kaldı.
dan geri aldı. Baştaki şahı 1736'da devirerek, Nadir Şah (1736-1747) adıy­ İran'ın orta ve güney kesiminde, Kerim Han Zend Cl 750-1779) adlı
la bizzat tahta çıktı. Ardından başkenti Meşhed'e taşıdı. askeri önder Şiraz merkezli Kürt Zend hanedanını kurdu . Böylece yakla­
Nadir Şah 1 738'de Afganistan'ı işgal etti ve ertesi yıl Delhi'ye ulaşa­ şık 1 .000 yıllık yabancı yönetiminden sonra ilk yerli İran hanedanı başa
rak, Babürlülerin zengin hazinelerini yağmaladı. El koyarak İran'a götür­ geçti. Kerim Han şahlık unvanına el koymak yerine, bir kukla Safevi hü­
düğü "Tavus Tahtı" İran şahlarının sembolü haline geldi. Ardından Hive kümdarının resmi vekili konumunu benimsedi. Başarılı ve barışçıl bir yö­
ve Buhara'ya boyun eğdirdi. Saldırgan siyasal yayılmacılığının tersine, netim sürdü. Yetenekli bir devlet adamı olarak, Basra Körfezi üzerinden
dinsel politikasında imparatorluk içindeki Sünnilerle bir uzlaşma sağla­ Hindistan'la daha yakın ticari bağlar geliştirdi; köylülere vergi indirimle­
maya çalıştı. Bu da kaçınılmaz olarak radikal Şiilikten bir ölçüde uzaklaş­ ri sağladı, imalathaneler ve sulama kanalları kurdu . Bu barış dönemi
mayı getirdi. 174 1 'de, Nadir Şah'ın saltanat döneminin sonuna doğru, en 1 779'daki ölümüyle son buldu; birbirleriyle kavgaya giren ardılları 1794'te
yakın danışmanlarının gizli bir tertibi açığa çıkarıldı. Zaten zalim bir kişi- Kaçarlara yenik düştü.

TARİH 501
Nadir Şah Kerim Han Zend
Yağlıboya, y. 1 740, Londra,Victoria ve Albert Müzesi İran minyatürü, 1 9. yüzyıl, Paris, Louvre Müzesi
Türkmen Kızılbaş Afşar kabilesine mensup Nadir Şah ( 1 736- Kürt kabile önderi Kerim Han Zend ( 1 750- 1 779) İran'ın gü­
1 747) başarılı bir komutandı. Afganları İran' dan çıkardıktan ney kesiminde Şiraz merkezli barışçıl bir yönetim kurdu. Şah­
sonra, 1 736'da tahta oturdu ve modern çağın en önemli İran lık unvanını üstlenmek yerine, bir kukla Safevi hükümdarının
fatihi oldu. 1 738/39'da Afganistan'ı ve Maveraünnehir'in bazı resmi "vekil"i olarak hüküm sürdü. Hindistan'la daha yakın ti­ Feth Ali Şah, 1 9. yüzyıl, Londra, İngiliz Kütüphanesi
kesimlerini işgal etti ve Hindistan içlerinde Delhi'ye kadar sız­ cari bağlar geliştirdi, Şiraz'ı önemli bir kültür ve ticaret mer­ Kaçar hanedanından Feth Ali Şah ( 1 797- 1 834) siyasal ba­
dı. Zalim ve güvensiz mizacından dolayı hiç sevilmediği için, kezine dönüştürdü. Ölümünden sonra ardıllarının sert bir ik­ kımdan başta Britanya olmak üzere Avrupa devletlerinin
1 747'de kendi emirlerinin bir suikastına kurban oldu. tidar mücadelesine girmeleri, devraldıkları imparatorluğun egemenliği altında kaldı.
yıkılmasına yol açtı.

Kaçar yöneti mi
ren İngilizlerle özellikle yakın bir siyasal ilişki kurdu . İngiliz desteğine
Kaçarlar köken olarak İran'ın kuzeybatı kesimini denetim altında tutan rağmen, İran askeri yenilgiler sonrası Kafkasya'yı Gülistan (1813) ve
Türkmen göçebelerdi; ama askeri saldırganlıkları zamanla bütün ülkeyi Türkmençayı (1828) antlaşmalarıyla Rusya'ya kaptırdı; Rus nüfuzu ve ser­
denetim altına almalarını sağladı. Önderleri Ağa Muhammed Han henüz mayesi İran'da İngilizlerle rekabet etmeye başladı. İran'ın izlediği siyase­
çocukken Nadir Şah'ın ardılınca hadım edilmişti; "Ağa" unvanı bu olayın tin ardındaki yönlendirici güç tahtın varisi Abbas Mirza'ydı. Bu veliaht ül­
sonucuydu . Kerim Han Zend tarafından bir siyasal rehin olarak tutulma­ keyi modernleştirme konusunda kararlıydı, ama başa geçme fırsatı
sına karşın, onun ölümünden sonra 1779'da kaçmayı başardı. Zend ha­ bulamadan 1833 'te öldü .
nedanının hakimiyetine adım adım son verdi ve 1786'da Tahran'ı hızla Oğlu Muhammed Şah (1834-1848), dedesinden sonra tahta çıkınca,
genişleyen imparatorluğunun başkenti haline getirdi. Son Zend hüküm­ dikkatini doğuya çevirdi. Rus desteğiyle Afganistan ve Orta Asya'ya aske­
darını 1794'te devirdikten ve ertesi yıl Azerbaycan ve Ermenistan'a başa­ ri müdahalelerde bulundu, ama İngiliz baskısı üzerine çekilmek zorunda
rılı seferler düzenledikten sonra, 1 796'da İran şahı unvanını aldı. Sert ön­ kaldı. Belçika ve İspanya gibi küçük Avrupa devletleriyle antlaşmalar im­
lemlere başvurarak merkezi bir iktidar kurdu ve 1 797'de öldürüldüğünde, zalayarak, ülke ekonomisini canlandırma ve Britanya ile Rusya'ya karşı bir
ardıllarına birleşik bir İran bıraktı. Ne var ki, ülkenin ağır hasar görmüş denge unsuru yaratma girişimleri çok az başarı sağladı. Şah 1840'tan son­
ekonomisine çekidüzen vermeyi başaramadı; ardıllarının döneminde ra, Bahailik dininin öncüsü Babilik hareketini bastırmak için sert önlemle­
ekonominin denetimi gittikçe Avrupalıların eline geçti. re başvurmuştu; 1852'de, şaha yönelik başarısız bir suikast girişiminin ar­
Ağa Muhammed'in yeğeni ve ardılı Feth Ali Şah (1797-1834) Avrupa dından, hareketin yandaşları neredeyse tamamen yok edildi.
devletleriyle yakın diplomatik bağlar geliştirdi ve İran'ın İslam öncesi Nasıreddin Şah'ın uzun saltanat döneminde (1848-1896), ekonomi
geçmişine daha büyük bir duyarlılıkla yöneldi. Gittikçe güçlenen bir ba­ bütünüyle Avrupa denetimine girdi. Bu durum şahın bir yandan otokra­
ğımsız Afganistan'ı Hindistan'daki varlıkları açısından tehlike olarak gö- siye son vererek siyaset ve ekonomide daha fazla söz sahibi olmak iste-

502 İRAN: SAFEVİLER VE KAÇARLAR


Nasıreddin Şah bir Avrupa ri tekeller ve imtiyazlar vermesi nedeniyle Ahmed Mirza Şah, 20. yüzyıl başları, niyle siyasal nüfuzdan uzak kaldı. Şahlığa göz
koltuğunda, 1 9. yüzyıl, halk arasındaki desteğini gittikçe kaybetti. Tahran, J. Sonstil Koleksiyonu diken Rıza Han tarafından l 92S'te tahttan in­
Paris, Louvre Müzesi İran'ın kaynaklarını peşkeş çekmekle suçlandı Son Kaçar Hükümdarı Ahmed Mirza Şah dirildikten sonra, sürgüne gittiği Fransa'da
Nası reddin Şah ( 1 848- 1 896) Avrupa'ya hay­ ve l 896'da bir suikast sonucunda öldü. ( 1 909- 1 925) henüz çocukken tahta çıktı, ama l 940'ta öldü.
ranlık beslemesi ve Avrupa devletlerine tica- Meclis'in varlığı ve İran'daki İngiliz işgali nede-

yen güçlü liberal tüccar sınıfına, diğer yandan kendisini Avrupa'ya ba­ ve Rusya 1 907'de İran'daki nüfuz mücadelesine son vererek, bir antlaş­
ğımlı olmakla suçlayan Şii ruhban sınıfına ters düşmesine yol açtı. Şah mayla ülkeyi güneydoğudaki İngiliz kuşağı, kuzeybatıdaki Rus kuşağı ve
uzun bir tereddütten sonra, İngilizlere bir demiryolu hattı kurmak ve ül­ ortadaki tarafsız kuşak şeklinde üç kesime ayırdı.
keyi sanayileştirmek üzere imtiyazlar verdi; ama ardından tüccar sınıfı­ Şah Muhammed Ali'nin (1907-1909) Rus örneğine dayanarak kurul­
nın baskısına dayanamayarak bunlardan vazgeçti. İslam reformcusu Ce­ muş Kazak Tugayı'na 1908'de Meclis'e saldırma emrini vermesi Tahran'da
maleddin Afgani'nin (1838- 1897) İran'da kaldığı 1886-1890 arasında, gösterilere yol açtı. Başkaldırı gelişerek bir iç savaşa dönüştü ve şahı ül­
İslam hükümdarlarının Avrupalılaşma ve ülke kaynaklarını peşkeş çek­ keden kaçmak zonında bıraktı. Oğlu Ahmed Mirza Şah'ın (1909- 1925) he­
me politikasına karşı çıkışı ortamı daha da kızıştırdı. Britanya'nın Major nüz çocuk yaşta olması nedeniyle, Meclis iktidarı üstlendi. Birinci Dünya
Talbot şirketine 1890'da tütün tekeli verilmesi, yerel isyanlara ve aydın­ Savaşı sırasında, İran büyük Avrupa devletlerinin bir piyonu haline gel­
ların, tüccarların ve din önderlerinin şaha karşı köklü muhalefetine yol di. Ülkenin geniş kesimleri 1918'de İngiliz ve Rus kuvvetlerince işgal edil­
açtı. Şah sonunda 1 896'da Afgani'nin yandaşlarınca öldürüldü . di; güneyde Şii isyanları patlak verdi. İngilizler 1919'da İran'ı bir protek­
Oğlu Muzaffereddin Şah'ın (1896-1 907) yönetimi "tütün isyanları" ve tora statüsü kabul etmek zonında bıraktı; ama bu himaye koşulları
İran üst sınıflarının modern bir anayasaya dönük mücadelesiyle büyük 1921 'de hafifletildi.
çapta sarsıldı. Ülkedeki doğal kaynakların Avrupa devletlerince sömürül­ Kazak Tugayı'nın Komutanı Rıza Han 1921 'den başlayarak bir darbe
mesi ve ekmek fiyatlarındaki genel bir artış, daha da büyük karışıklıklar hazırlığına girdi. Tugayın ülkedeki en önemli askeri birim olması nede­
doğurdu. Öte yandan, yönetimin çeşitli tekeller ve İran'ın gümrük gelir­ niyle, aynı zamanda savaş bakanı konumu vardı. Türkiye'deki Atatürk'ü
leri karşılığında Rusya'dan yüklü borçlar alması ülkeyi yıkıma sürükledi. örnek alan enerjik bir reform politikası izleyerek, 192 5'te Meclis'in, son
Ekim 1906'da yeni seçilmiş parlamento ("Meclis") şahı bir anayasa kabul Kaçar hükümdarını tahttan indirerek sürgüne göndermesini sağladı ve
etmeye zorladı ve böylece meşruti bir monarşiye geçişi sağladı. Britanya kendisi İran şahı oldu.

TARİH 503
yeterli maddi gücü olan daha fazla sayıda Avrupalıyı İran'ı dolaşmak üze­
Mimari re uzun ve zahmetli bir yolculuğa çıkmaya yöneltti.
Safevi yönetimindeki İran'a giden Avrupalı seyyahlar büyükelçilerden
Shei/a Blair, jonathan Bloom serüvencilere kadar uzanan karmakarışık bir kitleydi. Çoğu gençti ve bir­
çoğu kendi gücüyle bu işe kalkışmıştı. Çeşitli ülkelerden yola çıkarak
farklı güzergahlar izlediler: Bağdat'a gidip Zagros Dağları'nı aşanlar, Ana­
Seyyah ların gözüyle Safevi İ m paratorluğu dolu üzerinden gidenler, Basra Körfezi'nden yukarıya çıkanlar ve Rus­
ya'dan aşağıya inenler vardı. En çok tanınmış ve önemli seyyahlar ise ya­
17. yüzyıldan itibaren, bir dizi Avrupalı seyyah İran'ı ziyaret etti. Bu ge­ zarlar ve gravürcülerdir; çünkü bunlar Safevi yönetimindeki İran ve sanat
zilerin çeşitli sebeplerinden belki de en önemlisi, Avrupa'nın Doğu'yla ti­ dalları konusunda zengin bilgiler sundular.
carete duyduğu yeni ilgiydi. Örneğin, Londra merkezli İngiliz Doğu Hint Bu dönemde İran'a ulaşan ilk Avrupalı, İngiltere Kraliçesi Elizabeth
Kumpanyası 3 1 Aralık 1600'da berat aldı; iki yıl içinde bunu Hollanda Do­ adına gönüllü elçi olarak Şah Abbas'ı ziyaret eden Sir Anthony Sherley'di.
ğu Hint Kumpanyası izledi. Avrupalılar İran'ın ticari avantajlarının yanı sı­ Toplam 26 kişinin yer aldığı bir kafileyle Aralık 1 598'de Kazvin'e vardı.
ra, bu ülkeyi ortak düşman Osmanlılara karşı doğal bir müttefik olarak Sarayda resmi bir kabul töreniyle huzura çıktı ve Şah Abbas'la sıcak bir
görmekteydi. Zira İran hükümdarlarının, özellikle Şah Abbas'ın (1 587-
1629) Hıristiyanlara hoşgörülü davrandığı kanısı yerleşmişti. Seyyahların lsfahan'daki Şah Camisi, Pascal Coste'un bas'ın ünlü Meydan-ı Şah'ın kenarında inşa et­
İran'a ulaşmasıyla birlikte, ülkenin ve yeni başkent Isfahan'ın harikaları­ Monuments modernes de la Perse tirdiği cuma camisinin iç avlusu görülüyor.
na dair süzgeçten geçirilmiş anlatımlar Avrupa'yı sardı. Örneğin, Eliza­ kitabından, y. 1 84 1 Solda ana eyvan ve mihrap bölmesini örten
Fransız mimar Pascal Coste l 839'daki İran zi­ kubbe, sağda ise müezzinin ezan okuduğu kü­
beth dönemi İngiltere'sinde insanlar, İran'ı büyük bir ihtişam ve debde­
yaretine ilişkin izlenimlerini ayrıntılı biçimde çük bir çatı burcuyla taçlandırılmış batı eyva­
be diyarı olarak görmeye başladı. Bu anlatımlar yaşanan refah çağında belgeleyerek yayımladı. Bu gravürde Şah Ab- nı yer alıyor.

504 İ RA N : S AFEVİ L E R VE KAÇARLAR


lsfahan'daki Safevi sarayı, Engelbert
Kaempfer'in Amoenitatum Exoticarum
kitabından çizim
Alman hekim Engelbert Kaempfer 1 683-
1 684 yıllarında Isfahan'da, Safevi Şahı il. Sa­
fi'nin (Şah Süleyman) sarayında kaldı. İran'a
ve Safevi sarayına dair izlenimlerini içeren
ve l 7 J 2'de Lemgo'da yayımlanan kitabında,
şahın bir portresi ve saray alanının hariku­
lade çizimleri yer alır. Bu resim saray alanı­
nın batı kenarındaki Çar Bağ adlı anayolun
yakınında bulunan Esadabad'daki bahçe ka­
meriyesinde bir şahlık kabul törenini göste­
riyor. Bu yapı, kolonlu salonu ve eyvanıyla
Çihil Sütun Sarayı'nı andırıyor.

dostluk kurdu . Ne var ki, bu görkemli ağırlama istisnaydı; diğer birçok ticari bağların kurulması yönündeki çabalara hizmet ettikleri için, böyle
yabancı umursanmadı. İngiltere Kralı I. Charles daha sonra İran'a arala­ dinsel misyonlara çoğu kez resmen destek verdiler.
rında Sir Anthony'nin küçük kardeşi Robert'in de bulunduğu bir elçilik Holstein Dükü il. Frederik tarafından gönderilen ve Isfahan'a
heyeti gönderince, birtakım diplomatik anlaşmazlıklar yüzünden Şah Ab­ 1637'de ulaşan elçilik heyetine, Rusya üzerinden ipek naklini sağlayarak,
bas tarafından soğuk karşılandılar. Robert Sherley İran'da öldü ve başsız Hollanda Doğu Hint Kumpanyası'nın elinden ipek tekelini almak gibi
kalan heyet zorlukla yolunu bularak döndü . Heyette yer alanlardan Tho­ gizli bir görev verilmişti. Rusya'nın öne sürdüğü koşulların elverişsiz ol­
mas Herbert, Safevi sarayındaki yaşamı canlı bir anlatımla kaleme aldı. ması ve yüksek gümrük vergilerinin İran ipeğini de pahalı hale getirme­
İran'a ulaşan ikinci kişi Romalı aristokrat Pietro della Valle'ydi. Bir gö­ si nedeniyle, girişim boşa çıktı. Heyetin başındaki kişiler gizli ticari gö­
nül yarasını seyahat ederek sarmaya çalışan bu bilgin ve romantik adam, revi bir siyasal göreve çevirmeye çalıştı ve Safevi başkentinde dokuz ay
önce İstanbul'a ve ardından Kutsal Topraklar'a giderek, orada evlendi. kaldı. Heyetin resmi vakanüvisi Adam Olearius, yolculuk izlenimlerini
161 6'da karısını da yanına alarak İran'a gitti, Şah Abbas'la dostluk kurdu kaleme alırken, Isfahan'ın yapılarına ve buralarda düzenlenen törenlere
ve yedi yıl İran'da kaldı. Napoli'deki bir arkadaşına uzun uzadıya mek­ ilişkin kapsamlı tasvirlere yer verdi.
tuplar yazarak, başından geçen şeyleri anlattı; ilk kez 1 650'de Viaggi
adıyla yayımlanan bu izlenimler tam yedi cildi doldurur.
Öbür seyyahlar da aynı ölçüde zengin bilgiler sağladı. Anversli bir
gravürcünün oğlu olan Jean Baptiste Tavernier, müzmin bir seyyahtı;
1632-1668 arasında İran'a dönük ya da İran'dan geçen altı yolculuk yap­
tı. Altı ciltlik Voyages kitabı, günümüzün bir tur rehberi gibi okunabilir:
Çeşitli güzergahların ayrıntılı tariflerini vermenin yanı sıra, para birimle­
ri, develer, kervanlar gibi konularda da bilgi veriyordu . Ticarete kafası­
nın iyi çalışmasına karşın, antik eserler konusunda biraz zayıftı. 1644'te­
ki yolculuğunda ona eşlik eden Kapuçin rahibi ve matematikçi Peder
Raphael du Mans, İran'da Farsça öğrendi, ülkeye ve ahalisine ilişkin bil­
giler topladı. Fransız Maliye Bakanı Colbert'in Fransız Hint Kumpanya­
Erkek kıyafetleri, Sir John Chardin'in ayrıntıyı aktardı. Kitabın giysilerle ilgili bölü­
sı'nı kurmasına yardımcı olma düşüncesiyle, bunları 1660'ta Estat de la Trave/s in Persia kitabından gravür, münde İran kıyafetleri içindeki erkeklerin ve
Perse adıyla yayımladı. Avrupa' dan İran'a giden birçok dinsel misyon he­ 1 7. yüzyıl kadınların çeşitli resimleri yer alır. Char­
yeti vardı: Fransız Kapuçin, İspanyol ve İtalyan Karmelit ve Portekiz Au­ Bir Fransız Protestan kuyumcunun oğlu olan din'in aktardığına göre, erkekler ayak bileği­
Sir John Chardin, İran' da beş yılı aşkın bir sü­ ne kadar inen bir şalvar, uzun bir mintan, bir
gustinus tarikatlarına mensup keşişler. İlgili Avrupa hükümetleri Doğu'yla
re kaldı ve gravürlerle süslenen seyahat anı­ yelek ve bir aba giyerdi. Bu gravürde çeşitli
ları kitabında günlük yaşama ilişkin birçok elbise stilleri resmedilmiş.

MİMARİ 505
Karşı sayfada: lsfahan'dan bir manzara
Osmanlı tehdidi Safevileri iki kez başkentle­
rini değiştirmek, önce l SSS'te Tebriz'den
Kazvin'e ve l 590'1arda Kazvin'den İran pla­
tosundaki lsfahan'a taşımak zorunda bıraktı.
Isfahan daha önce de 1 1 . ve 1 2. yüzyıllarda
Selçuklu yönetimi altında İran'ın başkenti ol­
muştu. Şah Abbas uyguladığı kent planlaması
çerçevesinde, lsfahan'ın ekonomik ve siyasal
merkezini Ziyande ("Hayat Veren") lrma­
ğı'nın akış istikametine doğru kaydırdı. Onun
döneminde inşa edilen birçok görkemli yapı
"Isfahan nısf-ı cihan" (Isfahan dünyanın yarı­
sı) deyişini doğurdu.

Solda: lsfahan'daki Heşt Bihişt Sarayı


Pascal Coste'un Monuments modernes de la
Perse kitabından, 1 867
Fransız mimarlar Pascal Coste ve Eugene
Flandin bir Fransız heyetiyle birlikte 1 839-
1 84 1 arasında İran'da kaldı. Coste'un
l 867'de Paris'te yayımlanan kitabında, nor­
malde Avrupalıların giremediği birçok İran
sarayının harikulade çizimleri yer alır. lsfa­
han'daki Heşt Bihişt Sarayı l 669'da Safevi Şa­
hı Süleyman tarafından yaptırılmış, ama 1 9.
yüzyıl başlarında Kaçar Hükümdarı Feth Ali
Şah döneminde restore edilmişti.

İran'a giden 17. yüzyıl seyyahlarının duayeni Jean Chardin'di. Paris'te­ da yaşamakta olan temsilcisiyle dostça ilişkiler kurdu. Dolayısıyla, le
ki zengin bir Huguenot kuyumcusunun oğlu olan Chardin'in İran'a gidiş Bruyn'ün anlatımı genellikle güvenilirdir ve onun çizimlerine dayanarak
amacı mücevher satarak para kazanmaktı. Isfahan'da 18 ay (1 666-1667) ve yapılmış tabaklar tamamlayıcı bir nitelik taşır.
ikinci gidişinde dört yıl (1 672-77) kaldı. Mükemmel Farsça öğrendi ve gör­ Isfahan'da yabancılar için görülmeye değer yerler arasında en çarpıcı
düğü şeyleri sistemli bir şekilde kayda geçirdi; bu bakımdan bütün Avru­ olanı kentin yeni merkezini oluşturan Meydan-ı Şah'tı; birçok seyyah bura­
pa seyyahları içinde en güvenilir ve en doğru kaynaktır. Örneğin, Isfa­ daki geçit törenlerini, polo karşılaşmalarını ve diğer faaliyetleri canlı bir dil­
han'ın her mahallesinin eksiksiz bir dökümünü çıkarmaya koyuldu . Bu le aktarır. Meydan-ı Şah'ın kuzey ucunda, çarşıya girişin yakınında bugün ha­
amaçla, kentteki Hollanda temsilcisinden, (yabancıların giremediği camile­ la işletilınekte olan bir kahvehane vardı. İran'da kahvehaneler varlıklı
rin kaydını tutmakla görevli) iki molladan ve çeşitli dostlarından oluşan bir erkeklerin ve aydınların buluşup sohbet edebildiği yerler olarak bu dönem­
araştırma ekibi oluşturdu. Ayrıca, taslak resimler çizmesi için bir ressam tut­ de yaygınlaşmıştı. Isfahan'daki kahvehane de böyle bir yerdi ve birçok sey­
tu. Chardin'in gezilerini içeren on ciltlik günce ilk başta pek fazla okur kit­ yah en son haberleri almak için oraya giderdi. Yabancıları büyüleyen bir baş­
lesi bulamadı; ama daha sonraları dönemin Isfahan'ındaki yaşama ilişkin ka yön, belli zanaatların ya da mesleklerin kendilerine mahsus bölümlerde
başlıca Avrupa kaynağı haline geldi. toplandığı çarşıların düzeni ve pürüzsüz işleyişidir. Genelde, seyyahlar halı
İsveçliler 17. yüzyıl sonlarında İran'a ilgi duymaya başladı. En önemli yapımı, çini işleri ve metal işleri gibi yerel sanatsal uğraşlardan övgüyle söz
heyet XII. Karl'ın emriyle 1682'de yola çıktı ve Mart 1683'te Isfahan'a ulaş­ ederler; bununla birlikte o sırada sanatçıların alışkın olmadıkları Avrupa re­
tı. Başında Hollandalı Ludwich Fabritius'un bulunduğu heyette Alman he­ sim kurallarını benimsemeye başlamalarından dolayı bir dönüşüm sürecin­
kim Engelbert Kaempfer katip olarak görev yapmaktaydı. Heyet Şah Süley­ de olan yerel minyatür sanatı hakkında aktaracak pek fazla şey bulamazlar.
man'la (1 666-1694) görüşme olanağını bulamayınca İsveç'e döndü. İran'da Avrupalı seyyahlar kervansaraylara, hamamlara, köprülere, dergahlara,
kalan Kaempfer, Peder Raphael'in önerisiyle doktor olarak Hollanda Do­ Çar Bağ olarak bilinen anayol boyunca sıralanan bahçelere ve ırmağın öbür
ğu Hint Kumpanyası'nın hizmetine girdi ve Basra Körfezi'nde dört yıl ça­ yakasının ucunda yer alan Hazar Cerib adlı koruya da değinirler. Benzer bir
lıştıktan sonra Japonya'ya gitti. Lemgo'da l 71 2'de yayımlanan Amoenita­ biçimde, seyyahların anlatımları şimdi yıkılmış olan evlerin yapısını çıkarsa­
tum Exoticarum ("Egzotik Hazlar Üzerine") adlı kitap İran idari sistemine ma açısından yararlıdır. Örneğin, Chardin kentte kaldığı sırada, Meydan-ı
ve saray görevlilerinin işlerine dair ayrıntılı açıklamalar içerir. Şah Süley­ Şah'ın doğu kenarında zengin bir saraylıya ait bir evi kiralamıştı. Tavernier
man'ın bir portresinin yanı sıra, Isfahan'daki saray alanının harikulade bir iç mekanları bezeyen kuş ve çiçek resimlerini tasvir eder. Bazı Avrupa sey­
kuşbakışı çizimine yer verir. yahlarının anlatımları kimi zaman şişirme ve kulaktan dolmadır; ama resmi
Bir başka müzmin Şark seyyahı olan Cornelius le Bruyn, Isfahan'a görüşü ortaya koymak üzere maaş alan Safevi saray vakanüvislerinin anla­
l 704'te ulaştı ve Hollanda Doğu Hint Kumpanyası'nın 21 yıldan beri ora- tımlarındaki yanlışlar açısından iyi bir düzeltici araç sunarlar.

506 İRA N : SAFEVİLER VE KAÇARLAR


Erdebi l'deki tü rbe kü l l iyesi ve Safevi mimarisinin gel işimi

İran'ın kuzeybatı kesimindeki Azerbaycan geniş otlaklarıyla, İlhanlı dö­


neminde ülkenin önde gelen eyaletine dönüşmüştü. Eyaletin kuzeydoğu­
sunda bir bölgesel merkez olan Erdebil, Tebriz'in 1 80 kilometre kadar do­
ğusuna düşen sönmüş bir yanardağın yamacındaydı. Burası bir yerel
tasavvuf tarikatının, Şeyh Safiyeddin'in (1 252-1 334) Seylan'a kadar davet­
çiler göndererek bir uluslararası dinsel akıma dönüştürdüğü bir Safeviye
tarikatının beşiğiydi. Safiyeddin zamanla İlhanlı sarayında belirli bir siya­
sal nüfuz kazandı. Safeviye tarikatının şeyhleri olan ardılları siyasal güç­
lerini ve otoritelerini artırarak, 1 6 . yüzyıl başlarında toprakları şimdiki
İran'ın sınırlarına denk düşen teokratik bir devleti yönetecek konuma ka­
vuştular. Egemenlik savlarını açıkça göstermek ve hükümdarlık konum­
larına meşruiyet kazandırmak isteyen Safeviler, Erdebil'deki aile mezarlı­
ğı külliyesini genişleterek ve yeniden inşa ederek, ülkedeki en büyük
örneklerden biri haline getirdiler. Buraya denk sayılabilecek tek yer,
İran'ın kuzeydoğu kesimindeki Meşhed'de, sekizinci imam Rıza'nın me­
zarının çevresinde gelişen ziyaretgahtı.
Erdebil'deki türbe külliyesinin odak noktası, Şeyh Safi'nin mezarı
üzerinde oğlu Sadreddin'in yaptırdığı silindir bir türbe biçimindeki Ha­
rem Hane'dir. Buranın bitişiğinde, doğuda Safiyeddin'in kendisinden ön­
ce ölen en büyük oğlu Muhyeddin'in (ö. 1 324-1325) mezarını barındıran
Şehzade Kümbeti yer alır. Bu iki yapı, kuzeyde kalan dikdörtgen planlı
Darü'l-Huffaz ("Hafızlar Yurdu") ve sekizgen planlı büyük bir yapı gibi
birkaç hizmet binasıyla birlikte türbe külliyesinin çekirdeğini oluşturur.
Safevi himayesi altında genişleyen türbe külliyesi içindeki 30 kadar yapı,
iki türbenin önündeki bir bahçe ve döşemeli bir avlu etrafında gelişigü­
zel bir düzenle dizilir.
Safeviler Erdebil'deki hanedan türbe külliyesini 16. yüzyıl başlarında
genişletmeye başladı. Hanedanın kurucusu İsmail ( 1 501-1 524) burayı üç
defa ziyaret etti; 1500 baharındaki ilk ziyareti ülkede iktidar mücadelesi­
ne girmeden önce atalarından yardım dilemek içindi. Safevi döneminde
ziyaretgaha eklenen ilk yapı da İsmail'in mezarı üzerindeki kubbeli kü­
çük türbedir. Zemin ölçüleri 2,4 x 2 ,65 metre olan bu ufak türbe Harem
Hane ile bitişiğindeki Şehzade Kümbeti arasına sıkıştırılmış gibidir; konu­
mu ve Safiyeddin'in türbesinden izler taşıyan biçimi ve bezemeleri, İsma­
il'in atalarıyla bağlantısını vurgular. İçindeki zarif sanduka bizzat İsmail sine elverecek büyüklükteki tek mekan Cennet Sarayı'dır; halılar yan ya­
tarafından yaptırılmış olabilir. Ama türbe külliyesindeki ilk büyük çaplı na konduğunda kenarları 10,67 metre olan bir kare oluşturur.
genişletme çalışmasını yürüten oğlu ve ardılı Tahmasp ( 1 5 24-1576) tara­ Şah I. Abbas Erdebil'deki türbe külliyesini genişletmeye yönelik ikin­
fından konmuş olması daha akla yakın bir ihtimaldir. ci çalışmayı yürüttü. Hükümdarlığının ilk on yılında, Azerbaycan'da Os­
Tahmasp önce 1 535'te ve ardından ertesi yaz olmak üzere Erdebil'i manlılara karşı yürütülen savaşlar çerçevesinde burayı üç defa ziyaret et­
iki defa ziyaret etti. Kendi anılarında aktardığına göre, ziyaretlerinin res­ ti. Ne var ki, 16. yüzyıl sonlarında ilgisi başka yerlere yöneldi. Yeni
mi gerekçesi, rüyasına giren ilk Şii imamı Ali'nin talimatını yerine getir­ başkent Isfahan'ı geliştirmekle uğraşmanın yanı sıra, doğuda Özbeklerle
mekti. Tahmasp ikinci ziyaretini izleyen altı yıl içinde, önceki türbelerin çatışmaya yöneldi. 1 596/97'de, Özbek işgali tehlikesi karşısında, Meş­
çevresinde geniş mülkler edindi. Bu arazide inşa edilen ana yapı devasa hed'de gömülü olan dedesi Tahmasp'ın kemiklerinin çıkarılması ve Isfa­
Cennet Sarayı'ydı. Sekizgen planlı ve İsmail'in türbesinden yaklaşık 20 kat han'daki Ali Zeynel Abidin türbesine defnedilmesi emrini verdi.
büyük olan bu saray, büyük iç avlunun doğu ucunda hakim bir konum­ Abbas'ın dikkati 1 7 . yüzyıl başlarında tekrar Azerbaycan'a yöneldi.
dadır. Muhtemelen Tahmasp'ın türbesi olarak öngörülmüştü; ama Osmanlılara karşı bir dizi askeri sefere giriştiği 1604-1608 arasında, Erde­
1 576'daki ani ölümünü izleyen şaşkınlık ve çekişme ortamında, alelace­ bil'deki türbe külliyesini defalarca ziyaret etti. Bu ziyaretlerini büyük ar­
le Kazvin'deki saraya gömüldü ve naaşı birkaç kez taşındı. Aslında, bü­ mağan bağışlarıyla ve türbe külliyesinde (bu arada Meşhed'deki türbede
yük sekizgen yapı, başta İlhanlı Sultanı Olcaytu'nun Sultaniye'deki defin de) tadilatlarla bileştirdi. Bağışlar arasında vergi gelirlerinin yanı sıra, gay­
yeri olmak üzere, İran hükümdarlarınca yaptırılmış büyük saltanat türbe­ ri menkuller ve şahsi menkul eşyalar da vardı. Erdebil'e birçok mücevhe­
leri dizisinin uygun bir doruk noktası olacaktı. Tahmasp ayrıca Erde­ rat, silahlar, atlar, koyunlar ve keçiler verildi; ama en azından sanat tarih­
bil'deki türbe külliyesinin zarif döşemelerle donatılmasını sağladı. Bunla­ çileri için en iyi bilinen armağanlar yazmalar ve porselenlerdir.
rın en ünlüsü hicri takvime göre 946 ( 1 539/40) tarihli ve madalyonlu Vakıf senedinden anlaşıldığına göre, Erdebil'deki kütüphaneye tarih ki­
muhteşem iki eş halıydı. Türbe külliyesinde, bu devasa halıların serilme- tapları, şiir derlemeleri ve genel anlamda Farsça edebiyat eserleri bağışla-

MİMARİ 507
nırken, Meşhed'e Kuran nüshaları ve bilimsel Arapça eserler verildi. Farklı lsfahan'daki Meydan-ı Şah'ın nın girişindeki taçkapı yer alır. Saray alanının
bağışlar Safevilerin her iki ziyaretgaha verdiği değeri yansıtır: İlkinde Safe­ havadan görünüşü girişindeki Ali Kapı (solda) batıya düşer. Do­
vi ailesinin bir mensubuna, ikincisinde Peygamber soyunun bir mensubu­ Şah Abbas'ın başkent lsfahan'ı yeniden dü­ ğudaki küçük Şeyh Lütfullah Camisi (sağda)
zenlerken eklediği ana süs Meydan-ı Şah'tı. saraya bakar. En büyük yapı ise güneyde ka­
na saygının gereği yerine getirilmiştir. Erdebil'e bağışlanan kitaplar arasın­ Halka açık bu büyük alanın kuzey kenarında lır: Şah (İmam) Camisi olarak bilinen harika
da, Safevi dönemine ait en meşhur resimli yazmaların birçoğu yer alır. (üstte) yeni kenti eski kente bağlayan çarşı- cuma camisi.
Bunlara Cami'nin Heft Evreng ("Yedi Taht") kitabının Tahmasp'ın yeğeni İb­
rahim Mirza tarafından 1 556-1563 arasında yazılmış bir nüshası ve Attar'ın
Mantıkü 't-Tryr ("Kuşların Dili") adlı eserinin bir nüshası örnek verilebilir. Abbas aynca ölüler için Kuran okunan ve bir kütüphane işlevini de
Abbas'ın Erdebil'deki türbe külliyesine bir başka bağışı muazzam Çin gören Darü'l-Huffaz'ı yeniletti. Sekizgen planlı bu yapının güney kena­
porselen takımıydı; önemli bir bölümü çok büyük parçalardan oluşan rında, Şeyh Safi'nin silindir biçimli türbesinin yanında bulunan şahnişini
takım, inanılmaz bir sayıyla 1 . 162'yi bulmaktaydı. Takımda 58 seladon, genişletti; kapılan ve pencereleri yeni altın ve gümüş süslerle donattı.
80 beyaz kap kacak, aynca başka tekrenkli ve çokrenkli kap kacaklar var­ Darü'l-Huffaz'ın iç kısmının yaldızlarla, resimlerle ve alçı işleriyle yeni­
dı; ama en önemli kısım 400 civarındaki mavi-beyaz porselenlerdi. Par­ den bezenmesini sağladı. Yapıyı çepeçevre saran yazıt ve şahnişin
çaların çoğu dikdörtgen bir kartuş içinde sırlı yüzeye kazınmış olan ve 1 627 /28'deki tadilattan kalmadır.
bağışçıyı anan bir yazı taşır. Abbas türbe külliyesine bağışlanan eşyaları Abbas'ın türbe külliyesine dönük diğer tadilat çalışmalarının odak
koymak üzere, yapılardan birkaçının restore edilmesi emrini verdi. Por­ noktası, kuruluşundan beri yıllarca çok bakımsız kalmış olan Cennet Sa­
selenler için, külliyenin doğu kenarındaki sekizgen planlı büyük binayı rayı'ydı. Çatıdan içeriye sular sızmış ve duvarlar iyice kararmıştı; koca ha­
yeniden inşa ettirdi. Yeni işlevine yaraşır biçimde, burası "Çini Hane" ola­ lıların hasar görmesi işten değildi. Gerekli tadilatlar yürütüldüğü sırada,
rak anılmaya başladı. Şah Abbas'ın sarayında baş astronomi bilgini Celal türbe külliyesinin dış avlusu döşenerek iç kısımlara giden bir gezinti ye­
el-Müneccim'e göre, porselenler Erdebil'e Eylül 1 6 1 1 'de taşındı. Söz ko­ ri haline getirildi. Her iki yandaki sıralı kemerlerde bir zamanlar emirle­
nusu binanın altın sansı ve mavi renkli çok sayıda nişle, çini kaplamalar­ rin, yakın yoldaşların ve şeyh çocuklarının mezarları vardı. Bu kemerler
la ve zarif alçı işleriyle zengin biçimde bezenmiş olan iç kısmı bu dönem­ özgün halleriyle Safevi döneminin en zarif çini mozaiklerinden bazılarıy­
den kalmadır. la bezenmişti; ama günümüzde kalıntılarının çok azı sağlam durumdadır.

508 İRAN: SAFEVİLER VE K A Ç ARLAR


lsfahan'daki Safevi yapılarının haritası, 1 590
Şah Abbas başkenti Kazvin'den lsfahan'a taşıyınca, eski kentin güne­
yinde yeni bir kent alanı düzenledi. Eski kent uzun bir çarşıyla yeni ku­
rulan Meydan-ı Şah'a bağlandı. Meydan-ı Şah'ın batısına düşen saray
alanında (solda), kuzey-güney doğrultusuyla ırmağa ulaşan Çar Bağ
adlı anayola kadar yapılar inşa edildi.

O 200 400m
=-

Şeyh Safi'nin babası Şeyh Cebrail'in (ö. 1 358/59) yakındaki türbesi lsfahan'daki Meydan-ı Şah'ın revakları oyunları için tasarlanmıştı; ama kuruluşunu iz­
de Abbas tarafından restore edildi. Erdebil'in 3 kilometre kuzeyine dü­ l 600'den kalma leyen on yıl içinde çevresine iki katlı dükkanlar
şen Kalhuran köyünün dışındaki bu türbenin beşgen bir girişi vardır; ka­ Ticaret Safevi yaşamının ekonomik temeliydi. eklendi. Gönülsüz tüccarları eski kent merke­
Bunun önemi yeni başkent lsfahan'a büyük bir zinden buraya taşınmaya özendirmek için kira
re planlı mezar bölmesi yüksek, soğanımsı bir kubbeyle örtülüdür. Biçi­ meydanın kurulmasından açıkça anlaşılır. Mey­ bedelleri düşük tutuldu.
mi ve işlevi Orta Asya'daki Timurlu türbelerine dayanmakla birlikte, dan-ı Şah başlangıçta devlet törenleri ve spor
muhtemelen 1 6 . yüzyıl başlarından kalmadır. Yapıyı yeniden bezeme ça­
lışmaları Abbas'ın girişimiyle 1620/2 1 'de yürütüldü. Tıpkı Safiyeddin'in nilerin sıkıştırması, Abbas'ı 1 590'larda tekrar başkent değişikliğine yönelt­
ziyaretgahı gibi, babasının türbesi de içindeki pahalı halılarla, altın ve gü­ ti. Başkenti güvensiz sınır bölgelerinden ülkenin merkezine taşımak, Ab­
müş şamdanlarla, zarif kakma işleriyle ünlüydü. bas'ın Safevi siyasal ve dinsel otoritesini pekiştirme, devlet kapitalizmini
Abbas'ın Erdebil'de yürüttüğü bütün onarımların ardında pratik ol­ geliştirme ve Safevi İran'ını bir dünya gücü haline getirme politikasının
duğu kadar sembolik güdüler de vardı. Yaptığı bağışları bilinçli bir yak­ bir parçasıydı.
laşımla, meşruiyet yönündeki iki ana savına dayanak sağlayacak siyasal Isfahan daha önce de 1 1 . ve 1 2 . yüzyıllarda Selçuklu yönetimi altın­
araçlar olarak kullandı. Meşhed'deki İmam Rıza Türbesi'ni restore ettir­ da İran'ın başkenti olmuştu. Nitekim, kentin kuzey kesiminde bu dönem­
mekle Ali davasının savunucusu olduğunu gösterdi; Erdebil'deki külliye­ den kalma birçok yapı vardır. Abbas izlediği kent planlaması çerçevesin­
yi tadil etmekle, kendi aile soyunu güçlendirdi. de, kentin ticari, dinsel ve siyasal merkezini güney-güneybatı yönünde
Ziyande Irmağı'na doğru kaydırdı. Yeni kentin merkezi büyük bir dik­
dörtgen ( 5 1 2 1 59 metre) biçiminde olan ve Nakş-ı Cihan olarak da bi­
I sfahan: İ slam'ı n İ ncisi
x

linen Meydan-ı Şah'tı. Tasarım, plan ve inşa çalışmaları 1 590'dan 1 595'e


Abbas'ın e n büyük mimari girişimi başkenti Isfahan'a taşımasıydı. Bu, Sa­ kadar süren Meydan-ı Şah, başlangıçta devlet törenleri ve spor oyunları
fevilerin ilk başkent değişikliği değildi. İlk Safevi başkenti Tebriz'in için öngörülmüştü. Ama 1602'de tamamlanan ikinci evrede, yeniden dü­
1 55 5 'de bir Osmanlı istilası tehdidiyle karşı karşıya gelmesi üzerine, Tah­ zenlenerek ticari amaçlara uygun hale getirildi. Meydan-ı Şah'ın çevresi­
masp sınırdan 400 kilometre içerideki Kazvin'i yeni başkent olarak seç­ ne iki katlı dükkanlar eklendi ve gönülsüz tüccarları eski kent merkezin­
mişti. Batı sınırında Osmanlıların sürekli baskısı, ayrıca doğudaki Şeyba- den buraya taşınmaya ikna etmek için kira bedelleri düşük tutuldu.

MİMARİ 509
lsfahan'daki Lütfullah Camisi, 1 603- 1 6 1 9
Meydan-ı Şah'ın doğu kenarındaki ana yapı adını tasavvuf
şeyhi Lütfullah Meysiyü'l-Amili'den alır. Kapı girişinin yuka­
rısındaki kuruluş yazıtında bir cami olarak nitelendirilmesi­
ne karşın, tam işlevi açık değildir. Aşağıdaki resimde, mavi ve
beyaz renkte bir sarmal arabeskle bezenmiş olan ve döne­
minin en güzel örnekleri arasında yer alan kubbenin yüzey
kaplamasından bir detay görülüyor.

Meydan-ı Şah yeni kentin yabancı seyyahları en çok etkileyen unsu­


ruydu. Toplam 8 hektarlık alanıyla, dönemin Avrupa meydanlarından çok
daha büyüktü. Ulu bir mekan havasından ve mimari homojenliğinden öv­
güyle söz eden seyyahların anlatımlarına göre, debdebenin ve merasim ih­
tişamının oluşturduğu bir dekor içinde alışverişe çıkmış insanlarla hayatın
dolup taştığı canlı bir yerdi. Revakların biraz ötesinde alanı çepeçevre sa­
ran taştan bir su arkı, yürüyüş alanını başlangıçta döşemesiz ve çakıllarla
kaplı olan orta bölümden ayırırdı. Yürüyüş alanı ve dış revaklar bir çarşı
işlevini görürdü. Orta bölüm tüccarların, zanaatkarların, berberlerin ve
cambazların sergilerini barındırırdı; ama gerektiğinde bunlar askeri geçit
törenleri, şahlık muhafızlarının askeri talimi, okçuluk yarışları, polo karşı­
laşmaları ve şenlikler için çıkarılırdı. Geceleri yapıların önündeki ince di­
reklere asılı, pişmiş topraktan yapılma 50 bin kandil, alanı aydınlatırdı.

Çarşı taçkapısı
Meydan-ı Şah'ın dört kenarında dört eyvanlı plana oldukça benzer bir
tarzda dört yapının girişleri yer alır. Kuzeyde kalan çarşının görkemli taç­
kapısı, her iki yanında tonozlu ve iki katlı galeriler bulunan yüksek bir
eyvandan oluşur. Eskiden buradaki "nakkarehane"de bir saray bandosu
her gün borazanlarla ve davullarla müzik icra ederdi. Taçkapıdaki beze­
lsfahan'daki Lütfullah Camisi'nin ğıya inen sivri kemer biçimli madalyon kat­
kubbesi, 1 603- 1 6 1 9 manları kubbe yüzeyindeki kıvrımla birlikte meler Abbas'ın yeni kenti kurarken dikkate aldığı hususları yansıtır. Ey­
Caminin taçkapısının 20. yüzyılda restore kabarıklaşıp büyür. Madalyonlar tek renkli vanın üçgen dolgularını kaplayan çini mozaiklerde, astrolojik işaretine
edilmesine karşın, iç kısmı neredeyse hiç do­ zemin üstünde oynaşır gibi duran bitki mo­ göre Isfahan'ın kurulduğu Yay burcu, bitki arabesklerinden oluşan bir
kunulmamış haldedir ve Safevi çini işçiliğinin tifleriyle bezenmiştir. İçeriye saçılan ışık,
zemin üstünde resmedilmiştir. Eyvanın iç yüzeylerinde Abbas'ın Şeyba­
şahane örneklerini yansıtır. Kubbenin tepe kompozisyonun girdaplı bir gökyüzü izlenimi
noktasındaki ışın saçıcı güneş kursundan aşa- uyandırmasını sağlar. niler karşısındaki zaferlerini tasvir eden solgun freskler vardır.

510 İRA N : SAFEVİLER VE KAÇARLAR


Taçkapı Safevi ekonomisinin temel dayanağı olan zarif dokumaların rin çoğu 20. yüzyıl ortalarında Rıza Şah Pehlevi'nin yürüttüğü restoras­
satıldığı iki katlı çarşıya (kayseriye) açılır. Taçkapının ardında kubbeli bir yondan kalmadır.
kavşak yer alır; buna Farsça'da çarsu ("dört yön" ya da "dört çarşı") de­ Lütfullah Camisi'nin taçkapısı bir koridora açılır; koridoru aşınca,
nir. Kavşağın doğusunda şahlık darphanesi, batısında 1 40 odalı şahlık mihrabın karşısına düşen ana bölmeye varılır. Böyle karanlık ve dolam­
kervansarayı yer alır. Kentin bu en büyük kervansarayının zemin katın­ baçlı bir koridordan sonra, caminin iç mekanı çok büyük bir kontrast ya­
da eskiden kumaş tüccarlarının işyerleri, üst katında mücevheratçıların, ratır; çünkü bu geniş ve ışıltılı bölme muhtemelen bütün İran mimarisin­
kuyumcuların ve hakkakların atölyeleri ve dükkanları vardı. Kuzeye ve de en kusursuz dengeli iç mekandır. Yükselti bakımından, kare kaide,
doğuya doğru ilerleyince, kubbeli mekanlar altında kesişen ızgara planlı sekizgen geçiş kuşağı ve kubbe şeklindeki standart üç aşamalı düzenle­
geçitlerle başka kervansaraylara, hamamlara ve bir hastaneye varılır. Yak­ me görülür; iki alt kat koyu mavi bir zemin üstünde açık mavi çinilerle
laşık 2 kilometre boyunca uzanan bu kapalıçarşı, yeni Meydan-ı Şah'ı cu­ ve muhteşem bir beyaz yazıt şeridiyle işlenmiş bir halat büklümünün
ma camisi yakınındaki eski kent merkezine bağlar. konturlarını belirlediği kemerlerle bütünleştirilmiştir. Bu tarz dikey bü­
tünleştirmenin diğer tek örneği, Isfahan'daki cuma camisine 1088'de ek­
lenen kuzey kubbesidir; Safevi mimarlar bu konuda Selçuklu öncellerin­
Lütfu l lah Camisi
den ipucu almış olabilirler. Önceki örnekte olduğu gibi, Lütfullah
Meydan-ı Şah'ın tamamlanmasından kısa bir süre sonra, Abbas doğu ke­ Camisi'nin kubbesi tek kabukludur ve Safevi mimarisinde buna çok az
narına yeni bir yapı inşa ettirdi . Yazıtında kuruluş tarihi 1603- 1 6 1 9 ola­ rastlanır.
rak verilen Lütfullah Camisi, adını Şeyh Lütfullah Meysiyü 'l-Amili'den Lütfullah Camisi'nin iç mekanını Selçuklu prototipinden (ve Safevi
alır. Bu seçkin alim ve hoca, Abbas'ın ricası üzerine Isfahan'a gelmiş ve mimarisindeki diğer bütün iç mekanlarından) ayıran özellik enfes çini
buraya yerleşmişti; camiye ancak ölümünden (1 622/23) sonra adı veril­ bezemelerdir. Kubbenin tepe noktasını ışın saçan bir güneş kursu dol­
di. Plan bakımından, cami her kenarı 19 metre uzunluğunda ve kubbe­ durur; buradan aşağıya inen sivri kemer biçimli ve bitki motifli madal­
li tek bir bölmeden oluşur. Bodrum katı sekizgen biçimli on dört pa­ yon katmanları kubbe yüzeyindeki kıvrımla birlikte kabarıklaşıp büyür.
yanda üstünde duran alçak tonozlarla örtülü ve neredeyse aynı Paravanlı pencerelerden içeriye süzülen ışık, sırlı yüzeyler üstünde oy­
boyutlarda bir başka bölmeyi barındırır. Mihrabın yer aldığı kubbeli naşır. Süpürgelik ve duvarların yukarıda kalan bazı kesimleri halı desen­
bölme kıbleye göre düzenlenmiştir ve ana cepheyle yaklaşık 45 dere­ li çinilerle kaplıdır. Bunlar pürüzsüz yüzeyleriyle ışık saçan çini mozaik­
celik bir açı oluşturur. Meydan-ı Şah'tan bakılınca, kubbe ana taçkapı­ lerden düz yüzeyleriyle ayırt edilir. Mimari ve bezeme öylesine zariftir
nın sağına düşer. Kubbenin dış yüzeyi alışılmamış sarımtırak bir zemin ki, katkıda bulunan zanaatkarlar yazıtlarda belirtilmiştir. Caminin mima­
üstündeki sarmal arabesk süslerle kaplıdır. Işıltılı mavi çinilerin parlak rı Isfahanlı yapı ustası Hüseyin'in oğlu Muhammed Rıza'ydı; hat şeritle­
bir görünüm verdiği taçkapı eyvanıyla bir kontrast oluşturur; bu çinile- rini tasarlayan kişi ise saray hattatı Ali Rıza-i Abbasi'ydi. Yapının tam iş-

A
lsfahan'daki Şah Camisi'nin
görünüşü ve zemin planı, 1 6 1 1
Şah Abbas'ın lsfahan'da kurduğu yeni Mey­
dan-ı Şah'taki en büyük yapı bir cuma cami­
sidir. İki yanında minareler yükselen büyük
taçkapısı, Meydan-ı Şah'ın güney kenarının
ortasında yer alır. Mihrabın kıbleyi göster­
mesi açısından Mekke'ye bakması gereken
cami, taçkapıya 45 derecelik açı oluşturan
bir konumdadır. Dört eyvanlı şemaya uygun
olarak, ortadaki avlu dört eyvanı birbirine
bağlayan iki katlı revaklarla çevrilidir.

M İ MARİ 511
levi oldukça muammalı bir konudur. Giriş taçkapısının yukarısındaki ku­
ruluş yazıtında bir cami (mescit) olduğu belirtilir; ama avlu, yan galeri,
eyvan ve minare gibi standart donatı unsurlarından yoksundur. Plan as­
lında kubbeli büyük türbelerin temsil ettiği köklü İran geleneğine daha
iyi oturur; ama buraya gömüldüğü saptanmış olan hiç kimse yoktur. Ba­
zı uzmanlarca bir saray ibadethanesi olarak nitelendirilmişse de, İran mi­
marisinde bu yapı tipi bilinmemektedir ve üstelik şahlık ailesinin otur­
duğu saraylar caminin karşı tarafında, yani Meydan-ı Şah'ın öbür
yakasındadır.

Şah Camisi
Meydan-ı Şah'ın güney kenarında, çarşı taçkapısının karşısında yine bir ey­
vandan ve her iki yandaki iki katlı galerilerden oluşan bir başka benzer
taçkapı yer alır. Eyvanın girişi Abbas'ın Selçuklu döneminden kalma kent
merkezindeki cuma camisinin yerine yaptırdığı anıtsal bir camiye açılır.
Yüzyıllar boyunca Şah Camisi olarak anılan yapının adı yakın dönemde
İmam Camisi olarak değiştirilmiştir. İnşası 161 1 ilkbaharında başlayan ye­
ni cuma camisi ancak 1630 dolaylarında, Abbas'ın ardılı Safi döneminde
lsfahan'daki Şah Camisi'nin kışlık örter. Caminin taçkapısı pahalı bir tekniğe (1 629-1642) tamamlandı. Kaymaktaşı süpürgelikler ise 1638'de yerleştiril­
namaz bölmesi dayanan çini mozaiklerle kaplıyken, namaz
di. Şahlar bu camiye kentin içinde ve çevresinde bulunan tarımsal ve ti­
Kötü hava koşulları nedeniyle namaz bölme­ bölmelerinin yukarıdaki yüzeylerine he�
lerinin üstü kapalıdır. Kıble tarafındaki eyva­ reng (cuerda seca) çiniler (yukarıda) döşen­ cari mülkler bağışladı. Gerek cami, gerekse cömert bağışlar Abbas'ın ken­
nın ve kubbeli bölmenin iki yanında dik­ miştir. Bu yönteme büyük yüzeyleri kapla­ tin ticari ve dinsel merkezini, eski cuma camisi yakınındaki alandan yeni
dörtgen namaz bölmeleri vardır; bunları mak üzere başvurulurdu. imara açılan kesime kaydırma planının bir başka veçhesiydi.
payandalarla taşınan sekiz tane küçük kubbe
lsfahan'daki Meydan-ı Şah'ın güney
kenarı, Pascal Coste'un Monuments
modernes de la Perse kitabından, y. 1 867
Coste'un bu gravürü, güney kenarındaki gör­
kemli Şah Camisi'ne doğru bir bakış açısıyla,
Meydan-ı Şah'ın 1 9. yüzyıl ortalarındaki hali­
ni gösteriyor. Solda caminin taçkapısı, orta­
da kıble eyvanı ve mihrap bölmesini örten
devasa kubbe, sağda da saray alanına girişi
oluşturan Ali Kapı ("Yüce Kapı") yer alıyor.
Meydan-ı Şah'ta spor oyunları ve başka faali­
yetler düzenlendiğinde, şah ve maiyeti bun­
ları Ali Kapı'nın terasından izlerdi; yarışlara
konu olan spor dalları arasında polo da var­
dı.

. -" .
M
-

��t!:f:\. ... ·-
/ "

[��-��·: ·:��-· · �:. �


�-�'����-��ira.-.���<-J_,-�·_,:_,��-----,� -a---�.����··�:-�
- . . ��==-=

Şah Camisi'nin giriş sofası Meydan-ı Şah'la aynı hizadadır; ama geri Şah Camisi'nin giriş taçkapısı yapıdaki en zarif çini bezemesini taşır.
kalan kesimi, tıpkı Lütfullah Camisi'nde olduğu gibi, Mekke'ye bakan bir Yedi renkli (koyu mavi, açık mavi, beyaz, siyah, sarı, yeşil ve açık kah­
cepheyle yaklaşık 45 derece dönüktür. Zemin ölçüleri 100 x 130 metre verengi) bir palet halinde döşenmiş çini mozaikler taçkapıyı baştan başa
olan bu büyük yapı, İran'da cuma camilerinde başvurulan tipik plana gö­ kaplar. Eyvanı koyu mavi bir zemin üstüne beyaz Sülüs stiliyle işlenmiş
re düzenlenmiştir. Ana avlusunun 70 metre uzunluğundaki her kenarı re­ dinsel metinlerin yer aldığı geniş bir yazıt şeridi, kemeri ise kaymaktaşı
vaklarla çevrilidir; her dört kenarın ortasında bir eyvan ve kıble tarafın­ vazolardan çıkan açık mavi renkte bir halat büklümü çevreler. Işıltılı mu­
daki eyvanın ardında kubbeli bir namaz bölmesi vardır. Planın diğer karnas katmanları yarım kubbeyi doldurur; buradaki bazı panolar yıldız­
birçok örnekten ayrılan yanı simetriye gösterilen alışılmamış özendir. larla ve vazolardan çıkan asma tomarlarla bezenmiştir. Kapı girişinin üze­
Şah Camisi'nin planı dikkate değer birkaç özellik daha taşır ve bun­ rindeki şahnişinde bulunan diğer p�noların bezemeleri ise yüz yüze
lar Abbas'ın yeni bir cuma camisi kurarken gözettiği hususları yansıtır. bakan tavuslardan oluşur. Aşağıda, kaymaktaşı panolarla kaplı olan kapı
Başta Timur'un Semerkand'da yaptırdığı Bibi Hanım Camisi olmak üze­ girişinin iki yanında seccadeler gibi düzenlenmiş olan muhteşem pano­
re Timurlu döneminden kalma çeşitli camilerde olduğu gibi, Şah Cami­ lar yer alır. Yapının inşasıyla ilgili metni içeren bir başka yazıt, kapı giri­
si'ndeki yan eyvanlar da kubbeli bölmelere açılır. Ayrıca, kubbeli namaz şinin yukarısında ve yarım kubbenin aşağısında eyvanı çepeçevre sarar.
bölmesinin iki yanında kışın namaz kılmaya elverişli olan tonozlu dik­ Çerçeve şerit gibi, bu da koyu mavi bir zemin üstüne beyaz Sülüs harf­
dörtgen bölmeler yer alır; ana avlunun her iki yanındaki revaklı dikdört­ lerle işlenmiştir; merkezde, kapı girişinin yukarısında yer alan yazıtta ha­
gen avlular birer medrese işlevini görür. Yeni cuma camisindeki hoca­ misinin adı açık maviyle öne çıkarılmıştır. Yazıt Lütfullah Camisi'ndeki ya­
lık makamlarına atamalar üzerindeki denetim, Abbas'ın tıpkı Selçuklu zıtların da tasarımcısı olan hat ustası Ali Rıza'nın adıyla ve hicri takvime
öncellerinin bütün ülkede yeni medreseler kurarken yaptığı gibi, ruh­ göre 1 025 (16 16) olan yapılış tarihiyle son bulur.
ban sınıfını kendisine bağlamasını sağladı. Bibi Hanım Camisi'ndeki dü­ Şah Camisi'nin geri kalan kesimi daha düşük kaliteli çinilerle bezen­
zene benzer biçimde, Şah Camisi'nde de hem giriş taçkapısında hem de miştir; bunun sebebi muhtemelen kaynak yetersizliği ve kaplanması ge­
ve kıble eyvanında çifte minareler yükselir; ama ezan batı eyvanının reken alanların genişliğidir. Kesintisiz kaymaktaşı süpürgeliğin yukarısın­
üzerindeki küçük bir çatı burcundan okunur. Farsça'da "güldeste" de­ da, iç ve dış kısımların bütün dikey yüzeyleri çokrenkli çinilerle kaplıdır;
nen böyle burçlara sonraki camilerde de yaygın biçimde rastlanması, günümüze ulaşan örnekler esas alınarak, bunların çoğu 1 930'larda yeni­
böylesine yüksek minarelerin ezan okumak için elverişsiz olduğunu lenmiştir. Çini kaplama ağırlıklı olarak mavidir; üstü örtülü bölmeler da­
gösterir. Avlunun solunda çeşmeli yalakların bulunduğu kubbeli bir böl­ ha sonraki bir tari!1te sarıya çalan daha serin yeşil tonlardaki çinilerle kap­
me ve helaların bulunduğu bir başka revaklı avlu yer alır. Abdest ve ki­ lanmıştır. Farsça'da heft reng ("yedi renk") denen, İslam dünyasının başka
şisel temizlik için ayrılmış böyle geniş alanların varlığı, Abbas'ın cami­ yerlerinde ise cuerda seca denen bu çokrenkli sırlama tekniğinde, çini
ye namaz için gelecek büyük kalabalıkları göz önünde tuttuğuna işaret yağlı bir siyah maddenin konduğu ince bir çizgiyle ayrılan renklere bo­
eder. yanır ve fırınlama işlemi sırasında bu madde yanarak buharlaşır. Tekrenk-

M İ MARİ 513
li çinilerden kesilmiş ufak parçaları bir araya getirerek desenler oluştur­
maya dayanan çini mozaiğe oranla, çok renkli teknik daha çabuk yürü­
tülür, ama efektleri aynı ölçüde çarpıcı değildir. Hepsinin aynı sıcaklıkta
fırınlanmış olması nedeniyle renkler soluktur; böyle çiniler, ışığı çini mo­
zaiğin küçük parçalarındaki kadar bir çeşitlilikle yansıtmaz.
Şah Camisi'nin taçlandırıcı unsuru, namaz bölmesini örten muazzam
kubbedir. Yüksekliği 52 metreyi bulan kubbe, on altı kenarlı bir geçiş ku­
şağının ve yüksek bir alınlığın üstüne oturtulmuştur. Lütfullah Cami­
si'ndeki kubbenin tersine, iki kabukludur; soğanımsı biçimli dış kubbe,
yarıküre biçimli iç kubbenin yukarısında yaklaşık 14 metre yükselir. İl­
ham kaynağı Timurlu prototipleri olan bu düzenlemenin en iyi bilinen
örneği, Semerkand'da Timur'un türbesini örten yüksek kubbedir. Şah Ca­
misi'ndeki kubbenin dış yüzeyi açık mavi bir zemin üstünde sarmal bej
arabesk süslerin yer aldığı çinilerle örtülmüştür; boyutlarının büyüklüğü­
ne rağmen, sade bırakılmış olan diğer kubbeli çatıların yukarısında yüzü­
yormuş gibi durur.

Al i Kapı
Meydan-ı Şah'ın batı kenarına kurulmuş olan dördüncü yapı, saray komp­
leksine giriş yerini oluşturan Ali Kapı'dır. Diğer üç yapıdan farklı olarak,
anıtsal bir taçkapısı yoktur; çünkü kamusal bir bina değildir. Daha doğ­
rusu, Abbas tarafından yaptırılırken, şahlık bahçelerine mütevazı bir giriş
yeri olarak tasarlanmıştı. Ama izleyen 60 yılda, defalarca değiştirildi ve
genişletildi. Sonuçta ortaya çıkan yapı, 20 x 20 x 33 metre ebatlarında bir
bloktur; önündeki giriş kompleksinin üstünde kolonlu bir teras yer alır.
Bu teras (Farsça'da talar), Persepolis'teki Ahameniş kabul salonunda
(apadana) rastlanan geleneksel bir İran yapı formudur. Ali Kapı'nın ön
tarafa doğru genişletilmesi, Meydan-ı Şah'ın, çevresine 1602'de eklenen
revaklarla aynı hizaya gelmesini sağladı; böylece üst tarafa bir teras kon­
lsfahan'daki A li Kapı'nın görünüşü ve 1 7. yüzyıl başlarında, bir kolonlu teras (talar)
ması saray mensupları ve konuklar için yüksek bir temaşa kürsüsü yarat­
yan kesiti, 1 590 biçimindeki saltanat temaşa kürsüsüne dönüş­
Ali Kapı ("Yüce Kapı") lsfahan'daki yeni Mey­ türüldü. Yapıdaki destekleyici unsurların bir­ tı. Safevi saray mimarlarının yaratıcılığı ve oyunbazlığı, talaı;ı zemin se­
dan-ı Şah'ın batı kenarında yer alır. Başlangıç­ çoğu bir kattan öteki kata devam etmez. viyesindeki bir terastan zemine iki kat yukarıdan bakan bir terasa
ta saray alanına mütevazı bir giriş olarak tasar­
dönüştürme tarzlarında görülebilir.
lanmıştı. Meydan-ı Şah'ın yeniden düzenlendiği
Ali Kapı'nın karmaşık ve neredeyse gelişigüzel planı ve yükselti dü­
zeni, yapının eklentili niteliğini açığa vurur. Ana blok beş ana kata ve bir
ara kata ayrılmıştır; bunların hepsi plan bakımından belirgin bir farklılık
gösterir. Destekleyici unsurların birçoğu bir kattan öteki kata devam et­
mez. Alt katlarda masif olan ana destekler, yukarıya doğru daha hafif ve
daha ince bir yapıya bürünür. Üçüncü kattan itibaren içi boş gömme
ayaklara dönüşür. Beşinci katta da harika bir alçı kabuğun asılı olduğu
ince bir kemer örgüsü halini alır. Kabuk geometrik ve arabesk desenler­
le boyanmış mukarnas nişlerden oluşur; şahlar tarafından toplanmış Çin
porselenleri ve Safevi metal sırlı seramikler nişlerde birer gözenek gibi
durur. Şimdi "musikihane" olarak anılan bu bölmenin geçmişte akşam eğ­
lenceleri için kullanılması nedeniyle, kabuğun bir bezeme unsuru olma­
nın yanı sıra sesleri dağıtıcı bir akustik rol de oynadığı anlaşılmaktadır.
Yapıdaki diğer odaların, sözgelimi talar seviyesindeki havuzlu ve çeşme­
li kabul salonunun işlevi kolayca kestirilebilir; ama daha küçük odalar­
dan birçoğunun hangi amaçla kullanıldığı açık değildir. Bunlar bir za­
manlar duvar resimleriyle zengin biçimde bezenmişti; günümüzde ancak
silik olarak görülebilen resimlerin çoğunda hafif erotik nitelikte sahneler
yer alır.
Ali Kapı küçük avluların, duvarlı bahçelerin ve kameriyelerin serpiş­
tirildiği 7 hektarlık bir koruya açılan ana kapı işlevini görürdü. Meydanı
Şah'a bitişik kesimde saray atölyeleri, hizmet daireleri, idari makamlar,

514 İRAN: SAFEVİLER VE KAÇARLAR


kapı muhafızlarının ve haremağalarının kaldığı meskenler yer alırdı. Bu­ tikten dolayı, bazı duvar resimlerini II. Abbas'ın saray ressamlarından
mm ardındaki daha mahrem alanda şah, eşleri ve hanedan ailesinin di­ Muhammed Kasım'ın yaptığı ileri sürülür. Bazı sahneler çok iyi bilinen
ğer mensupları için yapılmış çeşitli bahçeler ve ikametgahlar vardı. "Yusuf ile Züleyha" hikayesi gibi edebiyat eserlerinden alınmadır. Diğer
sahnelerde kimisi İranlı, kimisi yabancı olmak üzere gençler kırda pik­
nik yaparken, içki içerken, minderlerde sere serpe yatarken veya açık
lsfahan'daki Safevi bahçe sarayları
manzaralarda ağaçların altında yan yana otururken görülür. İdealleştiril­
Saray alanındaki en büyük yapı, Meydan-ı Şah'ın ekseniyle aynı hizada­ miş bir manzarayı yansıtmakla birlikte, bu resimler saray çevresindeki
ki bir duvarlı bahçe içinde yer alan Çihil Sütun ("Kırk Sütun") Sarayı'dır. bahçelerde yaşanmış olabilecek olayları gösterir. Buna karşılık, dikdört­
Bu bakımdan yapının ana çekirdeği, Abbas'ın düzenlediği özgün kent ta­ gen tabanlı ana salon, tarihsel konulu -dört büyük duvar resmiyle bezen-
sarımının bir parçası olabilir. Ancak, sarayın kendisi II. Abbas (1642-
1666) tarafından 1647'de yaptırılmış ve ağır hasar görmesine yol açan
lsfahan'daki Çihil Sütun
yangından bir yıl sonra, 1 706'da yeniden inşa edilmiştir. Saray 1 1 0 x 20
Sarayı'nın doğudan görünüşü ve
metre ebadında uzun bir havuzun ardındadır. Yapı üç ayrı kısımdan olu­ bir iç mekan bezemesi, 1 647
şur. Ön kısım düz bir ahşap çatıyı destekleyen 20 sütunun yer aldığı bir Çihil Sütun ("Kırk Sütun") Jsfahan'daki
saray alanında günümüze ulaşmış olan
talm'dır. Sarayın adının, tatarın 20 sütununuyla bunların uzun havuzda­
en büyük saraydır ve bir duvarlı bahçe
ki yansımalarının toplamından geldiği yolunda popüler bir kanı vardır. içindeki bir yansımalı havuzun önünde
Ama bu yorum muhtemelen doğru değildir; çünkü Farsça'da "kırk" keli­ yer alır. Havuzdaki yansıma terastaki
mesi "birçok" anlamına da gelir. Talar iki yanında dikdörtgen salonlar 20 sütunu iki katına çıkarır. Terastan
bir eyvana ve büyük bir kabul salonuna
bulunan derin bir eyvana açılır. Yapının arka tarafında ise kubbeleri des­ geçilir. Birçok iç oda enfes duvar re­
tekleyen çapraz tonozlarla örtülü ve 23 x 1 1 metre ebatlı ana kabul sa­ simleriyle bezenmiştir; daha küçük
lonu yer alır. Salonun dört tarafındaki sığ eyvanlar dışarıya açılır. Birbi­ odalarda bulunanlar dönemin yazmala­
rındaki minyatürlere benzer. Bu tablo­
rine karışmış iç ve dış mekanların görüntüsü , duvar yüzeyindeki
ların birinde (solda) gençler kırdaki bir
açıklıklarda yaygın cam kullanımı sonucunda daha da güçlenir. Giriş ey­ piknikte içki içerken, kadehlere şarap
vanındaki mukarnas tonoz, ışığı saptıran kliçük cam parçalarıyla kaplı­ doldururken, ellerinde kadehler ve şi­
şelerle muhabbet ederken görülüyor.
dır. Diğer panolar Venedik dükünden hediye olarak gelen Venedik işi
Her ne kadar manzara idealleştirilmiş
tam boy cam aynalarla doldurulmuştur. olsa da, bunun saray bahçelerindeki ya­
Çihil Sütun'daki iç yüzeylerin çoğu duvar resimleriyle bezenmiştir. şamı tasvir ettiğine hiç kuşku yoktur.
Giriş eyvanının iki yanındaki küçük odalarda panomsu tablolar vardır.
Dönemin yazmalarında ve albümlerinde bulunan minyatürlerle benzer-

M İ MARİ 515
Sağda: Heşt Bihişt'teki tonozdan detay
Isfahan, 1 669
Safevi döneminden kalma birçok sarayda gö­
rüldüğü gibi, Heşt Bihişt'te de çatının altında
muhteşem bir alçı sıva mukarnas tonoz yer
alır. Tonozun nişleri gözenekli süslemeler ve
boyalı desenlerle bezenmiştir. Bunların bir­
çoğu 1 9. yüzyılda restore edilmiş ve aynalı
camla donatılmıştır. Tonozlar ışığı ve sesi
yansıtarak, sarayın iç kısmı ile dış dünya ara­
sında bir bağlantı oluşturur. Bir havuz bu say­
damlık efektini daha da güçlendirir.

Aşağıda: Heşt Bihişt'in doğudan


görünüşü, Isfahan, 1 669
Bu köşk Isfahan' daki saray alanının batı ke­
simine Şah Süleyman döneminde eklenmiş­
tir. Dört yan eyvanın ve diyagonal eksenler­
deki dört odanın çevrelediği kubbeli bir ana
salondan oluşur. Ortadaki bölme etrafında
düzenlenmiş sekiz odaya dayanan bu plan,
Heşt Bihişt ("Sekiz Cennet") adının kayna­
ğıdır. Burada İslam kozmografyasındaki cen­
netin sekiz katıyla bir cinas söz konusudur.
Daha 1 5. yüzyılda bilinen plan, sonraki dö­
nemde bütün Doğu İslam dünyasında bir­
çok dindışı yapıda kullanılmıştır. Bunların
örnekleri Topkapı Sarayı'ndaki Çinili
Köşk'ten Agra'daki Tac Mahal'e kadar uza­
nır.

miştir; birinde savaş sahnesi, üçünde ise Doğu hükümdarları için düzen­
lenmiş kabul törenleri yer alır. İşlenen konulardaki tezadın yanı sıra, bü­
yük duvar resimleri küçük tablolarla çarpıcı bir üslup farklılığı taşır. Bü­
yük tarihsel resimler ayarlanmış ışık, gölgeleme ve perspektif unsurlarıyla
daha Avrupai tarzda, küçükler ise geleneksel İran üslubundadır .
Bazı uzmanlar Çihil Sütun'daki resimlerin farklı üsluplarda oluşunu
farklı tarihlerde yapılmalarına bağlamıştır. Ama daha yakın dönemdeki
araştırmalar, iki üslubun iki farklı bağlamı ve hedef kitleyi yansıttığını
göstermektedir. İran üslubundaki küçük resimler esas olarak mahrem
odalardadır; buna karşılık, büyük duvar resimleri yeni yılın başlangıcı
Nevruz'u kutlamaya yönelik şenlikler ve yabancı konukların resmi kabul
törenleri için kullanılan ana salonda yer almaktadır.
Büyük duvar resimlerindeki konu seçimi (Safevi şahının doğu kom­
şularıyla müzakereler yürütmesi) II. Abbas'ın o sırada imparatorluğun
doğu sınırıyla meşgul olduğunu yansıtır. Büyük duvar resimleri I. Ab­
bas'tan sonra gelişen karmaşık teşrifat düzenini de ortaya koyar. Konuk­
ların üç kademeli bir oturma hiyerarşisi içinde beyanda bulunduğu gö­
rülür. Şah girişten en uzak yerdedir; valiler, yabancılar ve orta kademe
meml\rlar ikinci bir katman oluşturur; rakkaseler ve müzisyenler dipte
yer alır. Bu duvar resimleri 1 7 . yüzyıl ortalarında huzura kabul törenleri
hakkında bir fikir vermekle birlikte, Persepolis'ten Efrasiyab'daki (Eski
Semerkand) saraya kadar uzanmak üzere, İran ve Orta Asya'da İslam ön­
cesi dönemde bilinen köklü bir resmi zaferler ve elçi heyetleri geleneği­
ne de dayanır.

İ RAN : SAF EVİ L E R VE KAÇARLAR


H eşt Bihişt muş olan yedi renkli çini takımlarında, özgün haliyle cephe bezemesi­
nin daha gösterişli başka sahneler yansıtmış olması gerektiğini anlamak­
Isfahan'daki saray alanından günümüze ulaşan diğer Safevi köşkü, Bağ­ tayız. Çok sayıda çiniden oluşan bu büyük panolarda, bahçe ortamın­
ı Bülbül adlı bahçe içinde yer alan ve I. Süleyman'ın ardılı III. Abbas ta­ daki erkek ve kadın figürler görülür. Yiyecek ve içecek ikram eden
rafından 1669'da yaptırılmış olan Heşt Bihişt'tir ("Sekiz Cennet"). Saray baygın bakışlı gençler, Çihil Sütun'un iç kısmındaki resimlerin çiniye ak­
alanını diyagonal kesitle ikiye ayıran üstü örtülü yolun ya da hipodro­ tarılmış denk örnekleri gibidir. Heşt Bihişt'teki iç bezemelerin büyük bir
mun karşısına düşen bahçe, Meydan-ı Şah'ın değil, öbür uçtaki Çar bölümü, muhtemelen özgün eserler esas alınarak 1 9 . yüzyılda yeniden
Bağ'ın ekseniyle aynı hizadadır. Her kenarı 30 metreyi bulan iki katlı işlendi. Ali Kapı'dakine benzer biçimde, tavanlar boyandı ve ayna süs­
köşkün ana salonunu, ortadaki havuzun yukarısında kalan bir fanus ya­ leriyle kaplandı. Kaçar Hükümdarı Feth Ali Şah (1797-1834) kendisini
pının taçlandırdığı mukarnas tonozlu bir çatı örter. Dört kenardaki bü­ oğullan arasında tahta oturmuş halde gösteren büyük çiniler ekledi.
yük kemerler bahçeye bakan eyvanlara, köşelerdeki küçük kapılar ise Saray alanının batı kenarındaki sınırı Çar Bağ belirler. Uzunluğu 4
iki katlı dairelere açılır. Ortadaki kubbeli bir bölme etrafında düzenlen­ kilometreye varan bu şık bulvarın iki yanında, Safevi şahlarının yeni
miş sekiz odaya dayanan bu plan, Heşt Bihişt adının kaynağıdır. Bura­ başkente zarif yapılar eklemeye teşvik ettiği soylulara ait konaklar sıra­
da İslam kozmografyasındaki cennetin sekiz katıyla bir cinas söz konu­ lanırdı. Su düzenlemesiyle Çar Bağ bir bahçe havasına büründürülmüş­
sudur. Tarihsel metinlerde Timurlulann ve Türkmenlerin daha 1 5 . tü . Bulvarı ikiye ayran bir kanal boyunca aralıklarla yerleştirilmiş çeş­
yüzyılda Herat v e Tebriz'de b u tip saraylar inşa ettirdiği belirtilir. Hin­ meler ve çavlanlar, kenarlara dikilmiş çiçekler ve ağaçlar vardı. Ortaya
distan'da da Babürlüler aynı planı geliştirerek Tac Mahal gibi saltanat çıkan manzara, tipik bahçe tasarımlı bir halının büyük ölçeğe çıkarılmış
türbeleri için kullanmıştır. üçboyutlu bir görüntüsünü andırmaktaydı.
Safevi saraylarının tipik bir özelliği olan iç ve dış mekanların birbiri­
ne karışması, Ali Kapı ve Çihil Sütun'a oranla, Heşt Bihişt'te daha belir­
gindir. İçeriden dışarıdaki bahçeyi, bahçeden de iç mekanları her zaman
görmek mümkündür. Hidrolik sistemler ortadaki havuzda bulunan bir
çeşmeyi besler ve güney eyvanında başlayan çavlanlar kuzey kenarına
kadar devam eder; böylece iç içe geçmiş hacimlerin yarattığı izlenim akan
suyla daha da güçlenmiş olur. Işık da aynı etkiyi yaratır; iç mekan birkaç
kaynaktan aydınlatılırken, ışıklar titreşen sulara ve tavanlardaki ayna mo­
zaiklere çarpıp yansımaktadır. Isfahan Hacu Köprüsü, 1 650 tarafta platformu ayıran mızrak biçimli payan­
Saray alanındaki diğer yapılar gibi, Heşt Bihişt de zengin biçimde be­ Si u Se Pul Köprüsü'nün aşağısında kalan hey­ dalar ırmağın akış hızını keser. İki katlı köprü,
betli Hacu Köprüsü, ırmak suyunun geçmesi­ yüklü kervanların ortadaki yoldan geçmesine
zenmişti. Dış cephenin kemer üçgen dolgularında kuşların ve hayvanla­ ni sağlayan savaklarla ayrılmış bir taş platfor­ elverecek kadar geniştir; yayalar yandaki re­
rın resmedildiği birkaç çini pano hala durmaktadır. Şimdi müzelere kon- mun üstündedir. Batıda, yani suların geldiği vaklar içinde gezinebilir.
Safevi köprü leri ve Ermeni mahal lesi Yeni Culfa

Çar Bağ güneyde Abbas'ın komutanlarından Allahverdi Han'ın 1602'de


yaptırdığı Si u Se Pul'a ("Otuz Üç Kemerli Köprü") açılır. Uzunluğu 300
metre olan bu ilginç köprünün ortadaki geçidi yük hayvanları için, iki
yandaki yüksek yol şeritleri de yayalar içindir. Dışarıya çıkık kameriye­
ler, yayaların arada bir durup ırmağın şahane manzarasının tadına varma­
sına olanak verir. Si u Se Pul daha aşağıda ırmağı geçen Hacu Köprü­
sü'nden iki kat uzun olmasına karşın, onun kadar çapraşık düzenli
değildir. Tıpkı Çar Bağ gibi, estetik zevkin pratik işlevlerle birleştirildiği
bir yapıdır; kenti ırmağın güney kenarındaki önemli alanlara bağlar. Bu
alanlar arasında Taht-ı Rüstem, Hazar Cerib ve Bağ-ı Abbasabad gibi bah­
çelerinin yanı sıra, ekonomik bakımdan önemli Ermeni mahallesi Yeni
Culfa da vardı.
Osmanlılara karşı seferler sırasında Abbas'ın yolu 1 603'te Aras Irma­
ğı'nın sol yakasındaki Ermeni kenti Culfa'ya düşmüştü. Oradaki tüccar­
lardan çok etkilendi. Tahminen nüfusu 10- 1 2 bin kişiye varan, iki bin ka­
dar evi ve yedi kiliseyi barındıran kent 16. yüzyıl sonlarında bir ticari
merkez olarak öne çıkmıştı ve Venedik'ten Hindistan'a kadar uzanan ti­
cari bağlantıları vardı. Abbas yeni başkent olarak seçtiği Isfahan'ı düzen­
lerken, devlet tekeli altında olan ipek sanayisini denetleyecek aracılar
Mader-i Şah Medresesi, Isfahan saray, ahırlar ve bir çarşı vardır. Dışa kapalı olarak bu Ermenilerden yararlanmak istedi. Böylece 1604'te, Ermeni top­
1 8. yüzyıl başları avlu, gölgeli yürüyüş yolları ve beyaz alçı sıva­
luluğuna kuzeybatıda savaşların yıkıma uğrattığı sınır bölgesindeki Ara­
Şah Hüseyin döneminde kurulan Mader-i Şah da mavi renkle hemen seçilen tonozlu hatlar
("Şahın Annesi") Medresesi, Şah Abbas'ın ya­ (aşağıda), medresede hala süren sakin tefek­ rat vadisinden Isfahan'a taşınma emrini verdi ve ırmağın güney yakasın­
şattığı altın çağdan sonra Isfahan' da inşa edil­ kür hayatını çağrıştırır. da küçük bir yerleşme kurmalarını sağladı. Bu çalışkan tüccarların
miş az sayıdaki anıttan biridir. Çar Bağ'ın ana
bağlılığını kazanmak amacıyla, Yeni Culfa'nın Ermenilerine kendi beledi­
geçidinde yer alan külliyede ayrıca bir kervan-
ye başkanları ve yargıçlar altında dinsel özgürlük tanıdı. Ermenilerin ma-

1
,
1
,

1
ı

Mader-i Şah Medresesi'nin sofa gen dolgularından ve kubbenin merkezin­


kubbesinin iç yüzeyi, Isfahan, 1 8. yüzyıl den çıkan geometrik doğrusal bezemeler
başları için bir zemin oluşturur. Yarım kubbeler
Mader-i Şah Medresesi'nin anıtsal taçkapısı, yelken biçimli kalkanlarla, kubbe de ışınları
lsfahan'ın en önemli kuzey-güney yolu Çar 1 6 madalyonda son bulan bir güneş kursuy­
Bağ'dan kubbeli bir sekizgen sofaya geçişi la bezenmiştir.
sağlar. Kubbe ve duvarlar parlak sarı renk­
te sırlı tuğlalarla kaplıdır; bunlar kemer üç-
Şiraz'daki Nasırü'l-Mülk Camisi'nin
mukarnas tonozundan bir detay
1 876
Zend hanedanının ( 1 750- 1 794) aydın yöne­
timi altında, lran'ın güney kesimindeki Şiraz
kenti 1 8. yüzyılın ikinci yarısında ülkenin sa­
nat ve kültür merkezine dönüştü. Burada
gelişen yeni mimari üslubun ayırıcı özellik­
leri, başka şeylerin yanı sıra, yüzeyleri örten
mermer kabartmalar ve boyalı süs çinileri­
dir. Kaçar hanedanından Nasıreddin Şah'ın
( 1 848- 1 896) Şiraz' da inşa ettirdiği Nasırü'l­
Mülk Camisi bu özellikleri taşır. Dikdörtgen
iç avlu ve eyvanlar beyaz bir zemin üstünde
pembe, mavi, sarı, menekşe ve yeşil çiçek
buketlerinin yer aldığı çinilerle bezenmiştir.
Caminin iç kısmındaki mukarnas tonoz
özellikle biçim ve bezeme açısından göste­
rişlidir.

halleyle birlikte 1606'da inşa ettikleri Kurtarıcı İsa Katedrali, daha sonra­ Medrese açık bir avlu etrafındaki dört eyvana dayalı geleneksel pla­
ları İran'daki Gürcü Hıristiyanlığının merkezi haline geldi. ilk başta kü­ na uyar. Tıpkı Çar Bağ gibi, havuzlarla ve patikalarla bölmelere ayrılmış
çük bir kilise olan katedralin 1655-1664 arasındaki yeniden inşası ve Ari­ olan avlu, iki kat halindeki talebe hücreleriyle çevrilidir. Girişle dik açı
mathea'lı Aziz Josephus kalıntılarının korunduğu muhteşem altarıyla oluşturan ve bu yüzden kıbleyle tam aynı hizada olmayan kubbeli böl­
anıtsal bir yapıya dönüşmesi bu Ermeni topluluğun refah düzeyini yan­ me, Şah Camisi'ndekinin bir kopyasıdır; ama çini süsler önceki yapıya gö­
sıtır. re dikkate değer bir gerilemeyi yansıtır. Basit gözelerden oluşan büyük
şeritler vardır ve çini mozaikler neredeyse hiç yoktur; geometrik desen­
ler çoğunlukla kabadır ve renk paleti açık bir sarı içerir. Bununla birlik­
Abbas'ın ard ı l ları dönemi ndeki yapı lar
te, Mader-i Şah Medresesi'nin avlusu gölgeli yürüyüş yollarıyla, beyaz alçı
Yeni başkent Isfahan'ın büyük bölümü Abbas döneminde planlandı ve sıvada seçilen tonozlu hatlarıyla ve çini süslerin havuzdaki titrek yansı­
sonraki yıllarda sadece birkaç yapı eklendi. Örneğin, II. Abbas'ın Babür­ malarıyla, yapıya mimari özelliklerinin sağlayabileceğinin çok ötesinde
lü topraklarına kaçmış olan saray hekiminin Hindistan'dan gönderdiği zarif ve asude bir hava verir. Geniş ölçek, mantıklı planlama ve külliye­
paralarla 1656'da Hekim Camisi inşa edildi. Geleneksel dört eyvanlı pla­ deki formların güvenli yığışımı, I. Abbas'ın bir yüzyıl önce kenti düzen­
na dayanan bu cuma camisi, büyüklüğüyle ve dönemin en ünlü hattatı lerken ortaya koyduğu emsale bir dönüşü yansıtır.
Ali Rıza'nın tasarladığı yazıtlarıyla dikkat çekicidir.
I. Abbas'ın ardıllarından çoğunun Isfahan'da büyük yapılar inşa ettir­
meye ne merakı ne de parası vardı. Sonraki şahların himayesiyle kurulan
tek önemli yapı topluluğu, Şah Hüseyin'in (1 694-1722) yaptırdığı Mader­
i Şah ("Şahın Annesi") adlı külliyedir. Çar Bağ'ın hemen yanındaki külli­
ye büyük bir medreseyi, ayrıca gelirleri buraya vakfedilmiş bir kervansa­
rayı, ahırları ve bir çarşıyı kapsar. Yapılar sıkı bir simetrik ve eksensel
plana göre düzenlenmiştir. Medrese, kervansaray ve ahırlar aynı eksen­
de sıralanır ve kuzey kenarları boyunca uzanan çarşıyla birbirine bağla­
nır. Çarşı iki yanında revaklar bulunan, 220 metre uzunluğunda geniş bir
koridor biçimindedir: Medresenin arkasında kalan batıdaki 80 metrelik
şeritte dükkanların yer aldığı derin nişler, ortadaki ve doğudaki kesimler­
de daha sığ bölmeler vardır.

M İM A R İ 519
nüfuzu, resim sanatının en zarif örneklerin yaratılmasını sağladı. Bunlar
B ezeme S anatları arasında her ikisi de Şah I . Tahmasp için hazırlanan Şehname ve Niza­
mi'nin Hamse'si gibi eserler vardı.
Elke Niewöhner Şah İsmail komutasındaki Safeviler 1 50 1 'de Tebriz'i fethederken,

11
Türkmen döneminde parlak bir gelişme göstermiş olan bir resim atölye­
sini ve o sırada yapımı süren eserleri ele geçirdiler. Olağanüstü hat sa­
En güzel Safevi sanat eserleri kitap resimleriydi ve bunların en zarif ör­ natı örneklerinin ve resimlerin yer aldığı bu yazmalar herkesiı:ı göz dik­
nekleri İran'da 1 6 . yüzyılın ilk yarısında sarayın himayesi altında yaratı­ tiği hazineler olarak sadece kuşaktan kuşağa değil, hanedandan
lan minyatürlerdi. hanedana aktarıldı.
Bu atılım, I. Şah Abbas döneminde ( 1 588-1629) başkent Isfahan'da Şah I. İsmail döneminden ( 1 501-1 524) günümüze ulaşan minyatürlü
gelişen ve 1 7 . yüzyıl boyunca İran'daki bütün sanata damgasını vuran yazmalar üç tanedir. Bunlardan birinin, büyük İranlı şair Nizami'ye
tekörnek üslubun ortaya çıkışından önce yaşandı. Safevi yönetiminin ilk ( 1 1 4 1 - 1 209) ait Hamse'nin (beş destansı şiiri içeren derleme) bir nüsha­
yıllarında Herat, Şiraz ve Tebriz'deki yerleşik resim okulları varlıklarını sının başından geçenler, böyle güzel kitaplara ne kadar gıptayla bakıl­
sürdürmüştü. Ama başkent olarak önce Tebriz'in ve ardından Kazvin'in dığını gösterir. Bu kitap önce Herat'ta büyük Timurlu kitapsever Baysun-

'
,,
��----- -- - ;I

Behram aslan avında, Nizami'nin üslupta çizmesine karşın, avcılar ve peşine Şirin'in intiharı, Nizami'nin Hamse'sinden sındaki final sahnesi, Şah 1. İsmail döneminin
Hamse'sinden minyatür, Sultan düştükleri avlar heyecan verecek ölçüde minyatür, Tebriz, y. 1 505, kağıt üstünde gu­ ilk yıllarında eklenmiştir. Kadınlar, sarayını
Muhammed, Tebriz, 1 539- 1 543, kağıt canlıdır. vaş ve altın yaldız, 29,5 x 1 9 cm, Londra, içinde ölü Şirin'in başında yas tutarken, ço­
üstünde guvaş, altın ve gümüş yaldız, Keir Koleksiyonu cuklar ve atlı erkekler kapının dışında bekli­
36,5 x 25, I cm, Londra, İngiliz Kütüphanesi "Hüsrev ile Şirin" destanının Türkmen salta­ yor.
Ressamın manzarayı yeni ve daha biçimsel nat kütüphanesinden çıkan bu yazma nüsha-

520 İ R A N : SAFEVİLER VE KAÇARLAR


gur'un oğlu Ebu'l-Kasım Babür (1422-1457) için yazılmaya başlamıştı.
Ama Türkmenlerin eline geçti ve çeşitli hükümdarların himayesi altında
yazımı sürdürüldü . Ardından Şah İsmail'in bir emiri yazmaya sahip oldu
ve henüz bitmemiş esere bir dizi resim eklendi. Bunları genellikle sarık
halinde sarılmış, sivri uçlu bir kırmızı külahtan oluşan tipik Safevi başlı­
ğından tanımak mümkündür; ama kullanılan üslup olarak güçlü hareket
duygusu, gür bitki örtüsü , özenli mimari yapılar ve parlak renkler açı­
sından önceki Türkmen üslubuyla hiçbir farklılık göstermez .
B u üslubun en iyi ressamlarından biri, Şehname'nin Şah I . Tahmasp
döneminde, 1 525-1535 arasında hazırlanmış nüshası üzerinde çalışan
Sultan Muhammed'di. Firdevsi'nin (y. 940-1020) yazdığı yaklaşık 60 bin
beyitlik bir kahramanlık şiiri olan Şehname hala İran ulusal destanı ola­
rak görülür. Şah Tahmasp'ın Şehname nüshası muhtemelen 1 6 . yüzyıl­
daki en büyük kitap projesiydi. Her biri 47 x 3 1 ,8 santimetre olan 742
büyük varakadan oluşur. Bol tezhipli metinler, noktalardan oluşan ge­
niş bir yaldızlı çerçeve içindedir. Varakaların 258'inde tam sayfa minya­
türler vardır.
Şahın hat sanatına ve minyatüre kişisel merakı muhtemelen bu pro­
je için itici güç yaratan bir etkendi. Henüz çocukken vali olarak gönde­
rildiği Herat'ta, eski meşhur Timurlu minyatür okulu ustalarından ders
almıştı. Tebriz'e 12 yaşında döndüğü zaman, ünlü ressam Behzad'ın ma­
iyetinde yer aldığı ve oradaki saltanat atölyesinin amirliğine getirildiği
söylenir. Tahmasp hat sanatıyla uğraşmaktan hoşlanırdı ve günümüze
ulaşan bir yazmanın da gösterdiği gibi, bu sanatın vasat bir temsilcisi de­
ğildi.
Behzad'ın gerçekten Tebriz'e gidip gitmediği belli değildir. Ama ol­
dukça biçimsel üslubunun etkisi o sıralarda üretilen coşkulu resimlerde,
ayrıca Sultan Muhammed'in eserlerinde görülmeye başlar. Şah Tah­
masp'ın Şehname'sinde, Sultan Muhammed, kayaları tıpkı kristaller gibi
büyüyen ve dalgalar gibi köpüren bir izlenim verecek şekilde resmeder.
Bazı durumlarda, kayaların üstüne cinler ve suratlar çizer, hayvanlara yer
verir.
Bu harika Şehname bir armağan olarak Osmanlı Padişahı II. Selim'e
(1 566-1 574) sunuldu ve İstanbul'daki Osmanlı koleksiyonlarında muh­
temelen 20. yüzyıl başlarına kadar kaldı. 1 903'te Baron Edmond de
Rothschild'in eline geçti ve 1959'da Amerikalı bir koleksiyoncuya satıl­
dı. Bu kişi yazmayı parçalara ayırarak, bir müzayedeyle tekil minyatür­
ler halinde sattı; böylece 400 yılı aşkın bir süre hiç bozulmadan kalmış
olan bir İslam sanat eserinin bütünlüğünü yok etti.
1 6 . yüzyılın ikinci yarısına kadar kitabın bütünü sanat eseri sayılır­
ken, tekil minyatürlere bu gözle bakılmazdı. Dolayısıyla ayrı ürünler
üzerinde çalışan ressamlar arka planda kalır ve resmin içine ancak na­ Sam oğlu Zal'ı Elburz'dan getirirken terk eder; ama bir rüyasında dağlara gidip
diren gösterişli biçimde imza atarlardı. Sanatseverlerin ve ince zevk sa­ Firdevsi'nin Şehname'sinden minyatür, onu bulması bildirilir. Zal'ı kurtarıp yuvasına
Sultan Muhammed ya da şakirtlerinden biri, yerleştiren efsanevi kuş Simurg, ovalardan
hiplerinin bir kitaptaki minyatürleri belirli ressamlara atfedebilir duruma
Tebriz, y. 1 522- 1 525, kağıt üstünde guvaş, gelmekte olan babasının yanına dönmesi için
gelmesi sonraki yıllara rastlar. Örneğin, Nizami'ye ait Hamse'nin ilk baş­ altın ve gümüş yaldız, 28,2 x 1 8,5 cm Ber­ onu ikna eder. Bu sahnede dağların vahşiliği
ta Şah I. Tahmasp için hazırlanması öngörülen nüshası 0 539-1 543) böy­ lin, İslam Sanatı Müzesi ile atlılarda somutlaşan uygarlık arasındaki
le bir eserdir. Kahraman Sam oğlu Zal'ı (beyaz saçlı olarak tezat, resmin kompozisyonuyla ve renk dü­
doğmuştur) vahşi ortama götürüp ölüme zeniyle vurgulanmıştır.
Bu Hamse'nin metnini Şah Tahmasp döneminin en ünlü hattatı olan
ve muhteşem yazı stilinden dolayı "Zerin Kalem" lakabıyla anılan Şah
Mahmud el-Nişaburi yazmıştı. Kaynaklarda belirtildiğine göre, ressamlar
ise Aka Mirak, Muzaffer Ali, Sultan Muhammed ve Mir Musavvir adlı us­ Şah Tahmasp döneminde bitirilemeyen bu Hamse yazması şahlık kü­
talardı. Ama sadece Mir Musavvir'in adı, "Nuşirvan bir sarayın harabele­ tüphanesinde son derece değerli bir sanat eseri olarak tutuldu . Nihayet,
rinde" başlıklı minyatürdeki bir duvarın üstünde imza olarak yer alır. Sul­ 130 yılı aşan bir aradan sonra, ressam Muhammed Zaman'a (aktif çalış­
tan Muhammed'e atfedilen resimlerde Herat'taki Behzad okulunun etkisi ma dönemi 1649-1704) yazmayı tamamlama görevi verildi. O da tipik
görülür; önceki eserlere göre kayalar daha yalındır ve kompozisyon da­ modern, Avrupa etkili üslubuyla dört minyatür ekledi. Bunlar eserin bü­
ha dengelidir. tünlüğü içinde tuhaf görünür.

B E Z E M E SANATLARI 521
·
� . "'
koymuş bulunuyor; böylesine nitelikli bir sanat eserini birçok farklı sa­
natçı ve zanaatkar birlikte çalışarak yaratmış olmalıdır.
Toplam 304 sayfalık metni üç kentte (Meşhed, Kazvin ve Herat) beş
ayrı hattat yazdı. Kitaptaki 28 minyatürden sadece ikisi resimli kitaplar­

1
da genellikle başvurulan tarza göre yapıldı. Bu yöntemde hattat metin
içinde boş dikdörtgen bloklar bırakır ve daha sonra ressam bunlara min­
yatürler yerleştirirdi. Diğer 26 minyatür için uygulanan yöntem ise, hat­
tatın birkaç mısrayı eksik bırakması ve sayfanın tamamını minyatüre ayır­
ması ve bu minyatürün ressam tarafından farklı bir yaprağa çizilmesi
üzerine kuruluydu. Daha sonra her iki yüzüne metin yazılmış bütün yap­
raklar iki katmanlı renkli çerçeveler içine yerleştirilirken, metin
yazılmamış yapraklara uygun minyatürler zamkla yapıştırılırdı. Metnin
eksik satırları minyatürün yukarısına ancak bu işlemin ardından yazılır­
dı. Daha sonra sıra nakkaşların binlerce çerçeve çizgisini, metin sütun­
ları arasındaki çizgileri ve üçgen köşe işaretlerini işlemesine gelirdi. Bu­
nu yazarın kimliği de dahil kitapla ilgili tanıtıcı bilgilerin verildiği son
sayfanın hazırlanması ve geniş çerçeve kağıtlarına hayvan ve bitki mo­
tiflerinin yaldızla boyanması izlerdi. Son olarak, bütün yapraklar doğru
sırayla bir araya getirilir, iplikle dikilerek ciltlenir ve kitap kabının içine
konurdu.
Minyatür yapma süreci de birkaç aşamayı kapsardı. Çoğu durumda,
ressama önceden yazılmış olan ve minyatür için boş yer bırakılmış olan
bir kağıt tabakası verilirdi. Resmin teması sayfadaki metin satırlarından
belliydi ve ressamın bunu okuyarak anlaması mümkündü; ama nasıl bir
şeyin çizileceği önceden birlikte kararlaştırılırdı. Minyatürlerin çoğu ge­
nellikle aynı temaları aynı tarzda resmeden mevcut örneklere dayanırdı.
Ardından, ressam bir fırça ve ince siyah mürekkep kullanarak başka
bir kağıda kompozisyonun taslağını çıkarırdı. Konturları çizmek için in­
ce delikler açılmış kalıplar boş sayfanın üstüne yerleştirilir ve deliklerin
içinden iğne batırılarak ya da toz kömür serpilerek taslak sayfaya akta­
rılırdı. Daha sonra ressam daha belirgin siyah hatlarla nihai taslağı mü­
rekkeple boyardı; hatalar beyaz pigment kullanılarak düzeltilirdi .
.ı ı, ı..
.
-�!
. Konturlar kesin haliyle işlendiğinde, renkleri ekleme aşamasına geçilir­
..._::..·• ·:·
... . . . � . . �
di. Önce altın ve gümüş yaldız eklenirdi; çünkü bunların içindeki bir
.� ,
. . .
' · : "'"

... ' · .r.


madde, henüz ıslakken temas ettiği diğer renkleri dağıtırdı. Yaldızlama
işlemi bitince, sıra manzaraların ve figürlerin temel renklerine, bitki ör­
' .

tüsünün ve mimari yapıların detaylarına, bulutlara, nesnelerin, insan ve


hayvan figürlerin detaylarına ve son olarak insan suratlarına gelirdi.
M ısır başkentinin dışında Züleyha'nın ettiği güzel Züleyha, gelenek uyarınca altın
karşılanışı, Cami'nin He� Evreng'inden sikkelerin serpilmesini bekliyor. At sırtında­ Çoğu durumda, bütün bu aşamaları tek bir sanatçının mı yürüttüğü,
minyatür, "Yusuf ile Züleyha" hikayesi, İran, ki "aziz" tepeleme sikkelerle ve değerli taş­ yoksa sayfayı uzmanlar arasında dolaştırma yoluna mı başvurulduğu bi­
1 556- 1 565, kağıt üstünde guvaş ve altın larla dolu bir tabağı almak üzere arkaya dö­
linmemektedir. Şah Tahmasp'ın sarayındaki gibi büyük bir nakkaşhane­
yaldız, 34,5 x 23,4 cm, Washington, Freer nüyor.
Sanat Galerisi de ikinci yolun izlenmiş olması pekala mümkündür. Şiraz, Meşhed ve
Bir devenin sırtındaki tahtırevanda oturan Herat gibi taşra kentlerinde 1 6 . yüzyılda yerel soyluların himayesi altın­
ve şık giyimli atlılar ile hizmetçilerin refakat da varlıklarını sürdüren daha küçük kitap üretim merkezlerinde ve ha­
liyle çarşılardaki bağımsız atölyelerde, tek bir sanatçı herhalde bütün bu
işleri kendi başına yürütmüş ve hatta son olarak kitap kapağını da yap­
Bu muhteşem yapımın Şah Tahmasp döneminde bitirilememesinin mış olmalıdır.
sebebi, muhtemelen, şahın kitap bezeme sanatına dönük ilgisinin 1545 Cami'nin Eyalet Valisi İbrahim Mirza için hazırlanan Heft Evreng nüs­
dolaylarında gerilemeye başlamasıydı. Kendisi de yazma ve çizme uğra­ hasıyla ilgili araştırmalar, böyle büyük bir eseri yaratmanın ne kadar
şından vazgeçti, atölyesinde çalışan sanatçılara yol verdi. Bunlardan bi­ uzun ve zahmetli bir iş olabileceğini göstermektedir. Daha önce işe alın­
ri ünlü hattat Şah Mahmud al-Nişaburi'ydi. Şah Tahmasp'ın yeğeni, ha­ mış olan hattatlar, İbrahim Mirza'nın ikamet ettiği Meşhed'den ayrılmak
nedanın en büyük sanat erbabı ve hamisi olan İbrahim Mirza zorunda kaldılar; çünkü başka yerler daha önemli yükümlülükleri vardı.
(1 540-1 577) ona Meşhed'de bir eser hazırlama görevini verdi. Şair Ca­ Başladıkları işleri beraberlerinde götürüp diğer kentlerde bitirdiler. Şah
mi'nin (1414- 1 492) yedi manzum destanını içeren Heft Evreng ("Yedi Mahmud al-Nişaburi örneğinde olduğu gibi, bazı hattatlar görevi kabul
Taht") adlı bu eser şimdi Washington'daki Freer Sanat Galerisi'ndedir. ettiklerinde yaşlıydılar. Bunlar işin üstlendikleri kısmını bitiremeyince ya
Ayrıntılı bir inceleme, kitabın aşamalar halinde hazırlandığını ortaya da isteksiz davranınca, yeni sanatçılar bulma gereği doğdu.

522 İ R A N : SAFEVİ L E R VE KAÇARLAR


Erdebil halısı
Maksud Kaşani imzalı, kuzeybatı İran,
1 539/40, ipek ve yün, 1 0,5 1 x 5,34 m,
Londra,Victoria ve Albert Müzesi
Bu parça bütün İran halılarının en ünlüsü sa­
yılır. Şimdi Los Angeles İl Sanat M üzesi'nde
bulunan ve neredeyse tıpatıp aynı olan eşiy­
le birlikte, muhtemelen Safevilerin Erde­
bil' deki aile kabristanı için yapılmış bir çi�
oluşturur. İpek bir çözgü üstündeki yünlü
düğümlerin seçkin kalitesinin dışında, İ ran
örme halılarının günümüze ulaşmış bu en
eski iki örneği bir kartuşa örülmüş olan üre­
tim tarihini ve ustanın imzasını taşır. Dola­
yısıyla tarihsel araştırmalarda kilit bir rol
oynamıştır.

Kaldı ki, sanatçıların rolü sadece kitap bezemekle sınırlı değildi. yıldan itibaren mesleki uğraş olarak halı örüldüğünü gösterir; çünkü ki­
Hem çarşılardaki ticari atölyelerde hem de saray nakkaşhanelerinde, ha­ tap tezhiplerinde ve kitap kapaklarında rastlananlara benzer bezemeler
lıcılık ve dokumacılık dahil diğer sanat dalları için desenler tasarlama gi­ taşırlar. Bir kitabın dikdörtgen şeklinin bir halının ebatlarına çok benze­
bi bir uğraşları da vardı. mesi nedeniyle, benzer kompozisyonların ve süslemelerin seçilmiş olma­
Yakındoğu'da halı yapımı çok erken bir dönemde başladı; ama sı şaşırtıcı değildir. Yüzey genellikle bir orta alan ve çeşitli enlerde bir­
İran'da üretilmiş ilk eksiksiz ve tarihli örnekler 16. yüzyıldan kalmadır. kaç şeritten oluşan bir çerçeveyle ayrılırdı. Orta alanın, göbekte bir
Minyatürlerdeki halı resimlerinin desenleri, bize en azından 1 5 . yüz- madalyon ve dört adet köşe kısmı halinde bölünmesi yaygın bir uygula-

Av halısı, Gıyaseddin Cami imzalı, kuzeybatı İran, 1 542/43, yün,


ipek ve pamuk, 3,35 x 6,82 m, Milano, Poldi Pezzoli Müzesi
Bu halının uçan turnalardan ve bulut demetlerinden oluşan simet­
rik desene sahip bir göbek madalyonu ve dört adet köşe kısmı var­
dır. Çevçevedeki alan İran sanatında çok eski bir motif olan at sır­
tındaki avcılarla ve kovaladıkları avlarla doludur. Bir kartuşta
sanatçının adı ve üretim tarihi yer alır.

B E Z E M E SANATLARI 523
� Solda: Nasıreddin Şah bir topun

i
yanında, portre, Mirza Baba el-Hüseyni,
Tahran, y. 1 850, kağıt üstünde guvaş, 72,8
8 x 23,3 cm, Londra, İ ngiliz Kütüphanesi

Ressam Mirza Baba 1 9. yüzyılda bir dizi la­

11,
ke ve mine ressamı yetiştiren Isfahanlı İma­
mi ailesindendi. Eserlerinde Avrupa resim
sanatına özgü birçok unsur yer alır. Örne­
ğin, burada Nasıreddin Şah'ı kısa bir Avru­
pai üniforma tüniği içinde görmekteyiz; bu­
(- na karşılık mücevherli sorguç takılmış
Astrahan kalpağı, pazıbent, kemer ve kabza­
(
sı görülen kılıç İran'a özgü unsurlardır.

1
i
1
1
... ,
Sağda: Gürcü Şehzade Muhammed
Bey, portre, Rıza-i Abbasi, Isfahan, y.
1 620, kağıt üstünde çini mürekkebi ve
suluboya, Berlin, İslam Sanatı Müzesi
] Çerçevenin alt kısmındaki yazıda, h ülyaya
dalmış bu genç adamın bir Gürcü soylusu
olduğu belirtiliyor. Kürklü kaftanı yüksek
mertebesini doğrular gibidir. Bir ayağını ha­
fifçe kaldırmış haldeki duruşu bir beklenti
r'ı · . havası veriyor; ellerini göbeğindeki düğüm­
lü bir şalın üstünde kavuşturmuş. Şah 1. Ab­
bas döneminde birçok Gürcü saray hizme­
tinde çalışırdı ve en iyi eğitimlileri idari
işlerde de yararlanılan seçkin bir zümre
oluştururdu. Şehzade Muhammed de bun­
lardan biri olabilir.

maydı. Yüzeyler girişik desenlerle doldurulur ve köşe kısımları çoğu kez ken, diğerleri çarşılarda serbest çalışma yolunu seçti. Batıya gidip Os­
madalyonun parçası gibi görünürdü; böylece sanki madalyon dört kesi­ manlıların ya da doğuya gidip Hindistan'daki Babürlü hükümdarlarının
te ayrılmış ve her köşeye birer kesit yerleştirilmiş gibi bir izlenim yara­ hizmetine girenler de oldu.
tılırdı. Bu göç Şah Tahmasp'ın ölümünden sonra daha da arttı. Yerine ge­
Şah I. Tahmasp aralarında Tebriz, Kaşan, Isfahan ve Kirman'ın da çen oğlu II. İsmail 18 ay süren şahlık döneminde 0 576-1 578) hanedan
bulunduğu bir dizi kentte saraya ait halı ve dokuma imalathaneleri kur­ şehzadelerinin çoğuyla birlikte sanatsever İbrahim Mirza'yı da öldürttü.
du. Örneğin, Erdebil halıları olarak bilinen ünlü çifte halı buralarda üre­ Öte yandan, büyük bir Şehname yazması hazırlatmaya girişti; ama baba­
tilmişti. Dokumalarda pek rastlanmayan biçimde, bu halılara hicri takvi­ sına hizmet verenlerin çapında seçkin sanatçıları çalıştırma olanağı yok­
me göre 946 0 539/40) tarihi örülmüştü. Olağanüstü zarif desenlerini tu. Yarım kalmış bu Şehname'nin birkaç sayfası şimdi dağılmış halde çe­
ancak çok halis malzemeler kullanarak yaratmak mümkündü : Çözgü ve şitli yerlerdedir.
atkı için ipek, düğümler için yün. Yine 1 6 . yüzyıldan kalma ve tarihli Bu arada, nakkaşlar ve hattatlar yeni bir gelir kaynağı keşfetmişler-
olan üçüncü Safevi halısı av sahneleriyle bezenmiştir; çözgüleri pamuk­ di. Kitaplar için ayrı resimler ve halılar, ipekler, metal kaplar, seramik­
tandır ve yapım tarihi 1 542/43'tür. Şu anda Milano'daki Poldi Pezzoli Mü­ ler için sahneler ya da figürler üretmekten, satışa dönük tek yapraklı
zesi'ndedir. Bu parçanın hayvan ve insan tasvirleri dönemin minyatürle­ minyatürler yapmaya geçiş için küçük bir adım atmak yetti. Bunları bü­
riyle aynı üsluptadır ve dolayısıyla tasarımın kitap nakkaşhanelerinden yük bir nakkaşhanenin desteği olmaksızın, nispeten kolayca üretmek
alınma örneklere dayandığına hiç kuşku yoktur. mümkündü . Satışa sunuldukları açık piyasada da eksiksiz bir nakkaşha­
Hem Erdebil halıları hem de av halısı madalyonlu halılardır. Son ne kuracak maddi güçten yoksun olan, ama tanınmış ressamların min­
araştırma bulgularına göre sadece üç yıllık bir arayla üretilmiş olmaları­ yatür varakalarını satın almaya can atan sanatseverler her zaman vardı.
na karşın, çok farklı yapıları vardır. Erdebil halıları zariftir ve neredeyse Sanat erbabı kişiler bireysel üslupları birbirinden ayırabilecek durum­
koyu bir zemin oluşturacak ölçüde baştan başa renklerle kaplıdır; av ha­ daydı; ama sanatçıların eserlerine imza atmaları yaygın bir uygulama ha­
lısı ise parlak renklidir, ama zemindeki köşeli filizleri Erdebil halılarının line geldi.
sarmal filizlerine oranla daha az çekicidir. Bu dönemde, Safevi tarihinde ilk kez görülen bir gelişmeyle, sanat­
Şah Tahmasp'ın kitap bezeme sanatına dönük ilgisi, uzun saltanat çılar ve bilginler resmin estetik yönleri ve içeriği üzerinde düşünmeye
döneminin 0 524-1 576) ikinci yarısında birdenbire söndü. Kesin olarak başladı. O zamana kadar sadece hattatlık bir sanat dalı olarak kabul gör­
1 55 5 'te yerleştiği yeni başkent Kazvin'e bazı nakkaşları götürerek, yeni mekteydi; Allah'ın kelamını, yani Kuran'ı yazmaya dayandığı için, Allah
sarayının iç mekanlarını bezemede çalıştırdı. Ne var ki, diğer sanatçıla­ katında makbul bir uğraş sayılmaktaydı. Yeni dönemle birlikte, iki sa­
ra yol verildi. Bazıları Meşhed'deki İbrahim Mirza'nın yanında iş bulur- natçı ve bir bilgin geçmişte gelenekçi din çevrelerince hep kınanmış olan

524 İ R A N : SAFEVİLER VE KAÇARLAR


Şah Süleyman ve maiyeti
Ali Kuli Cebbadar, Isfahan, y. 1 670,
kağıt üstünde guvaş ve altın yaldız,
28,2 x 42, 1 cm, St. Petersburg, Doğu
Araştırmaları Enstitüsü
Halılarla kaplı bir terasta duran şah ve
maiyeti ayrı bir sahne oluştururken,
arka planda Avrupa tarzı bir manzara
görülüyor. Solda müzisyenlerin arka­
sında bulunan figürlerden ikisinin kim­
liği Gürcü yazıtlarıyla saptanmıştır. Bu
minyatürün yer aldığı albüm, 1 8. yüzyıl
ortalarında nüfuzlu bir İranlı için der­
lenmişti. Onun varisleri bütün kütüp­
hanesini Kaçar Hükümdarı Feth Ali
Şah'a sattı ve Rus Çarı il. Nikolay
l 909'da koleksiyondan bu albümü edi­
nerek, St. Petersburg'a getirtti.

figüratif resmi açıkça desteklemeye başladı. Dayanak olarak öne sürdük­ halı ve ipekli kumaş ihracatının yanı sıra, Çin üslubunda mavi-beyaz se­
leri husus ise Şiilerin büyük saygı gösterdiği İmam Ali'nin hem bir hat­ ramik üretimini de teşvik etti. Çünkü bu üslup Avrupa'da büyük rağbet
tat hem de bir nakkaş olmasıydı. Böyle bir gelişmenin Şii vurgusuyla ku­ görmekteydi ve taklit İran ürünleri yüksek fiyatlardan satılabilirdi. Bazı
rulmuş olan ve figür tasvirlerinin dinsel gerekçelerle mahkum kaynaklarda Abbas'ın Çin'den çömlekçiler getirttiği belirtilir; bu tedbir
edilmesinin beklenebileceği bir devlette ortaya çıkması şaşırtıcı gelebi­ İranlı ustaların uzun bir süreden beri kullandıkları Çin motiflerini kendi­
lir. Ne var ki, resim sanatının en coşkulu destekçileri kesinkes en yük­ lerine özgü bir üsluba dönüştürmelerine ve böyle ürünlerin aslında Çin
sek makamlardaki siyasal yöneticilerdi. işleriyle rekabet edememesine bağlanır.
Figüratif resmin üç savunucusu Şah I. Tahmasp döneminin ressam Şah Abbas 1 599'da başkenti, Kazvin'den daha iç kesimdeki Isfahan'a
ve hattatlarından Dost Muhammed, Şah I. Abbas'ın sarayındaki ressam taşıdı; orada özenle planlanmış ve siyasal güdüler taşıyan bir imar prog­
ve şairlerden Sadıki Bey ve yine aynı dönemin tarihçilerinden Kadı Ah­ ramı başlattı. Isfahan sadece yeni siyasal odak değil, daha küçük taşra
med'di. Hepsi de figüratif resmin en az hat sanatı kadar saygı görmesi kentlerinin üsluplarını etkileyen bir kültürel merkez haline geldi.
gerektiği kanısındaydı. Sadıki Bey resim sanatının pratik yönlerine özel­ Şah Abbas dönemi, saray atölyelerinde üretilen "Polonez" halılarla
likle ilgi duyan biriydi; bu sanatı farklı alanlara ayırarak, bezeme amaç­ özellikle bağlantılıdır. Şah bunları Avrupalı konuklara armağan olarak
lı resim ve figüratif resim arasında bir ayrım yaptı. Ona göre, ilki çalış­ vermekten hoşlanırdı; ayrıca Avrupa soyluları doğrudan siparişte bulu­
ma alanını filizler, çiçekler ve geometrik desenler gibi cansız şeylerle nurdu . Hatta bazıları kendi armalarını örgüyle halılara işletirdi. 1602 ta­
sınırlamalıydı; kenar süslemesi gibi amaçlara yönelik olmalı ve önceki rihli bir belgede, Polonya Kralı Zygmunt III . Wasa'nın bir Ermeni tücca­
sanatçıların en zarif örneklerine dayanmalıydı. Figüratif resim yine ön­ rı Kaşan'da kendisi için ipek halılar satın almakla görevlendirdiği
ceki örnekler temelinde hayvanları tasvir etmeliydi; ama insanları çizer­ belirtilir. Tüccarın altı halı satın aldığı ve armaları ekletmek için ilaveten
ken doğrudan hayatı gözlemlemeye başvurmalıydı. Safevi sanatında beş kron ödediği aktarılır. "Polonez" adı ilk kez 1878 Paris Dünya Fu­
devrimci olan yön işte buydu. Asıl hedef, bireyin iç doğasını yansıtmak arı'nda ortaya çıkmış bir terimdir ve aslında bir yanlış anlamaya dayanır:
olmalıydı; öyle ki, resme bakan biri o canlı kişiyi görmüş olan sanatçıy­ Fuara Krakow'dan yerel ailelerden birinin armasını taşıyan bir halı gön­
la aynı izlenime varmalıydı. derilmiş ve dolayısıyla Polonya ürünü olduğu sanılmıştı. Halının Safevi
Bu ifade Safevi resim sanatının 16. yüzyılın ikinci yarısında girdiği İran'ında örüldüğü ancak daha sonraları anlaşıldı.
istikameti ve sonraki Şah I . Abbas (1 588-1629) dönemiyle birlikte genel­ Neredeyse bütün Polonez halılarında geometrik olarak düzenlenmiş,
de benimsenen tavrı gösterir. Abbas sırf sanatlara kol kanat geren bü­ sarmal filizlerin yapraklarla ve çiçeklerle iç içe geçtiği benzer bir desen
yük hamilerden biri olmakla kalmadı. Siyasal irade gösterilerinde ve yer alır. Desenlerin çıkış yeri Isfahan'daki saray nakkaşhanesiydi. Bura­
ekonomik hedeflere dönük uğraşlarda da sanattan yararlandı. Avrupa'ya nın önde gelen nakkaşı ise Şah I. Abbas'la yakın ilişkisini vurgulamak

B E Z E M E SANATLARI 525
için "Rıza-i Abbasi" adını almış olan Rıza'ydı. Bu şahın saltanat dönemi­ sanatçılara yol verilmesi üzerine Meşhed'e gitmişti. Rıza'nın orada yetiş­
nin başlarında, Rıza henüz saray nakkaşhanesinin amiri olan nakkaş Sa­ tiği, muhtemelen büyük sanat hamisi İbrahim Mirza'ya ait nakkaşhane­
dıki Bey'in bir şakirdiydi ve Şah Abbas'ın ata geleneği doğrultusunda ha­ de eğitim gördüğü anlaşılmaktadır. Sadıki Bey'in şakirdi olarak üzerin­
zırlanmasını istediği bir Şehname yazması üzerinde çalışmaktaydı. Daha de çalıştığı Şehnaıne'nin tamamlandığı 1 595'te, saray nakkaşhanesinin
sonraları tek varakaya çizilen portrelerde ve küçük sahnelerde uzman­ bir mensubu mertebesine çıkmış olmalıdır. "Rıza-i Abbasi" imzalı, bili­
laşmaya başladı ve bu eserleriyle üne kavuştu . Kendinden emin ve za­ nen en eski eser 1603'ten kalmadır. Bu tarihten pek uzun olmayan bir
rif fırça vuruşlarıyla, hacimli kurdeleler ve sarıklarla ayırt edilen yeni bir süre sonra bir tür bunalım geçirmiş olsa gerek; çünkü saraydaki görevi­
üslup geliştirdi. Rıza'nın artık yaygınlaşan adete uygun olarak eserlerine ni bıraktığını ve tekin olmadıkları apaçık bazı kişilerle düşüp kalkmaya
imza atması nedeniyle, bunların ona ait olduğunu kesin biçimde sapta­ başladığını öğrenmekteyiz. Eserlerinde de daha önce ana konularını
mak mümkündür. Her ne kadar arada bazı kopyalar da olsa bile, sahte oluşturan çekici saraylı delikanlıların ve kadınların yerini böyle kişilere
taklitler olarak tasarlanmış olmaları mümkün değildir. Bugünkü anlam­ ait portreler alır.
da birer kopya sayılmaları daha doğru olacaktır. Ressamların artık kişi­ Rıza-i Abbasi üslubundaki saraylı figürler kısa sürede çok yaygınlaş­
likleriyle itibar görmelerinden dolayı, önceki sanatçılar için söz konusu tı; anlaşıldığı kadarıyla hiçbir sanatçı onun etkisinin dışında kalamadı.
olmayan bir husus olarak, Rıza'nın hayatını tarihsel kaynaklardan izle­ Bunlar kumaşlarda, metal kaplarda ve seramiklerde diğer sanat dalları
memiz mümkündür. için birer desen olarak kullanıldı. İpek dokuma sanatı üzerinde özel ola­
Birçok İranlı ressam gibi, Rıza da sanatçılar yetiştirmiş bir ailedendi. rak durulmaya değerdir; çünkü hem dayandığı teknik hem de kullandı­
Babası Ali Asgar, Şah I. Tahmasp'ın sarayındaki ressamlardan biriydi ve ğı desenler Şah I. Abbas döneminde doruğa ulaştı. Kumaşlarda Rıza-i
Abbas üslubundaki figürler, çok zarif çizilmiş çiçekli bitkilerle ve saray
çevresini konu alan vinyetlerle birleştirildi. Bir dizi İran kentinde ipek
dokuma imalathaneleri vardı ve şah bir ticari tekel kurabilmek için hep­
sini doğrudan saray gözetimi altına alma peşindeydi; ipek ticareti pra­
tikte hanedan ailesi anlamına gelen devlet için en önemli gelir kaynak­
larından biriydi. Aynı sebepten dolayı, Avrupa'nın ticaret şirketleri de
ipek ticaretine ilgi duymaktaydı ve bunların en iyi bilinen örneği muh­
temelen İngiliz Doğu Hint Kumpanyası'ydı. İhracatı bilinçli olarak teş­
vik eden bir ekonomik politikanın izlenmesi, şirket temsilcilerini ve baş­
ka Avrupalı seyyahları ülkeye çekti. Avrupalıların anlatımlarına göre,
önemli ipek imalat merkezlerinin başında Kaşan ve Isfahan gelmektey­
di.
Seramikler çoğu kez idealleştirilmiş saray mensuplarını gösteren re­
simlerin kullanıldığı bir başka mecraydı. Hülyalı bakışlarıyla ellerinde şa­
rap şişeleri tutan delikanlıların ve şık giysilere bürünmüş kadınların tas­
vir edildiği motiflere tabakların, kaselerin ve şişelerin yanı sıra duvar
çinilerinde de rastlanır. Duvar çinileri, bütün sahnelerin zengin saray or­
tamlarında, tercihen bir bahçe manzarası içinde tasvir edilmesine özel­
likle uygundu .
Yeni üslup metal kaplarda da sonu gelmez tekrarlı filiz sistemleri,
hayvan frizleri ve madalyonların içine yerleştirilmiş insan portreleri biçi­
minde görülür. Safevi döneminden önce bile değerli metal kaplarda ola­
ğan bir unsur olan sanatçı imzalarının yerine Farsça şiirler rağbet görme­
ye başladı. Bunlar kap sahibinin adıyla birlikte kartuşların içine
yerleştirilirdi. Bazı durumlarda kap sahibinin adının konacağı yerin boş
bırakılması, bu kapların sadece sipariş üzerine değil, açık piyasaya dö­
nük olarak da imal edildiğini, ama kimi zaman pratik sebeplerden dola­
yı adın işlenemediğini gösterir. Önceki dönemlerin ürünlerinden çok
farklı yeni kap türleri de ortaya çıktı: Kapakları olan şişkin göbekli ka­
seler, dar tabanlar üstünde gittikçe yayvanlaşan kovalar ve özellikle Sa­
fevi metal işçiliğine özgü dikey desenli yüksek şamdanlar.
Avrupa resim sanatıyla ilk temaslar 16. yüzyılda kuruldu; örneğin,
kaynaklarda aktarıldığına göre, Şah I. İsmail Şiraz'daki bir sarayın iç me­

Çiçekli bitkiler arasındaki kadınlar zır gibidir; ayaklarının duruşu ve arka tarafın­ kan süslemesini bir İtalyan ressama yaptırdı. Şah I. Abbas döneminde iz­
İran, 1 7. yüzyılın ilk çeyreği, sim nüveli dan sarkan kumaşı tutuşu böyle bir izlenim lenen aktif ticaret politikasının bir sonucu olarak daha yakın temaslar
ipek, sırma ve sim, 207 x 1 03 cm, Leipzig, verir. Altı kısımdan oluşan bu parça, Safevi gelişti. Avrupa'dan gelen heyetler şaha ve diğer yüksek rütbeli kişilere
Grassi Müzesi dokuma sanatının en zarif örneklerinden bi­
armağan olarak tablolar getirdi; bir Hollandalı ressam Isfahan'daki saray
Bu kumaşa tekrarlar halinde kadifeyle işle­ ridir; başka hiçbir motif böylesi bir renk se­
nen kadın figürü hemen hareket etmeye ha- çimiyle dokunmamıştır. nakkaşhanesine atandı. Bütün bunlar İranlı sanatçıların geleneksel min­
yatür resminin düzlüğünden epeyce farklı olan merkezi perspektif, ışık

526 İ R A N : SAFEVİLER VE KAÇARLAR


ve gölge kullanımıyla Avrupa resim üslubuna aşinalık kazanmaları için Çini resim, Isfahan, 1 7. yüzyılın ilk si üslubunda tipik bir bahçe sahnesi görülü­
bir fırsat sağladı. çeyreği, boyalı ve sırlı kuvars cam hamuru yor. Hizmetçiler çiçekli çalılar ve ağaçlar
seramik, 1 98, 1 x 1 O 1 ,6 cm, Londra, arasında dinlenen saraylı bir çifte yiyecek ve
İran'da bu Avrupa etkilerini benimseyip eserlerinde kullanan ilk Victoria ve Albert Müzesi içecek ikram ediyor. Üst kısmın düzensiz
önemli ressam, aktif meslek yaşamı 1649'dan 1704'e kadar süren Mu­ Şah 1. Abbas döneminde lsfahan'daki saltanat şekli, bu çini resmin duvardaki çok özel bir
hammed Zaman'dı. Çok itibarlı olan bu ressama, Şah I. Tahmasp döne­ saraylarının ve birçok evin duvarları resimli yer için yapıldığına işaret ediyor.
çinilerle bezenmişti. Bu örnekte Rıza-i Abba-
minde başlayan, ama bitirilemeyen Nizami Haınse'sinin eksik minyatür­
lerini çizme görevi verildi.
I. Abbas'ın ardılı ve torunu I. Safi'nin (1629-1642) döneminde, saray uzak durmuş olması gereken bu şah bile kendisinin ve bütün maiyeti­
nakkaşhanesi atölyeler için, teknik ve üslup bakımından I. Abbas döne­ nin yer aldığı bir portre yaptırdı.
mininkilerden çok az farklılık gösteren desenler hazırlamaya devam et­ Ali Kuli Cebbadar'ın bir saray ressamları hanedanının kurucusu ol­
ti. Nakkaş Rıza 1635'te ölene kadar çalışırken, oğlu Safi de Şah I. Safi'nin duğu söylenebilir. Oğlu Abdal Bey ve torunu Ali Bey saray nakkaşhane­
oğlu II. Abbas'ın döneminde önde gelen dokuma deseni tasarımcıları si amirliğine getirildi. Safevi döneminden sonra, Nadir Şah (1736-1 747)
arasına girdi. Rıza'nın en tanınmış şakirdi Muin Musavvir, çizim beceri­ yönetimi altında da Ali Bey bu görevde kaldı. Hükümdarların artık bü­
siyle ve işlediği resim temalarıyla seçkin bir yer edindi; günümüze ula­ yük sanat hamileri olmaktan çıktığı 1 8 . yüzyılın siyasal ve ekonomik bu­
şan çizimlerinden bazıları Isfahan'ın günlük yaşamından sahneleri nere­ nalımı sırasında bile saray nakkaşhanesi varlığını sürdürdü .
deyse bir muhabir tarzıyla resmeder. Bu, minyatür resminde alışılmamış Bu dönemin aktif ressamlarından Sadık gerek Nadir Şah'tan, gerek­
bir tarzdı ve ilham kaynağı Avrupa resimlerinden edinilmiş bilgiler ola­ se Kerim Han Zend'den (1751-1779) siparişler aldı. Kerim Han için baş­
bilir. kent Şiraz'da, onun hu_zurlu yönetim yıllarında yaptığı resimler, bazen
Muhammed Zaman'ın bir çağdaşı olan Ali Kuli Cebbadar da gelenek­ Pers Müzesi olarak da anılan bir köşkte hala korunmaktadır. Bu
sel minyatür resmini belirgin Avrupa unsurlarıyla birleştirdi. Asıl yoğun yağlıboya resimlerin bazıları Kerim Han'ı ve maiyetini resmeder. Sadık
çalışmalarını devlet işlerine ilgi duymayan, ama sanatları himaye eden aynı zamanda bir minyatür ve lake işleri sanatçısıydı. Kerim Han'ın Şi­
eksantrik kişiliğiyle tanınan Şah Süleyman'ın döneminde (1666-1 694) raz'da inşa ettirdiği yapılarda, duvarlar ve cepheler taş ustaları, alçı sıva
yürüttü . Bu sanatçı kendisinin birçok portresini yaptı; çünkü portre res­ ve seramik sanatçılarınca bezenmişti. Bu tekniklerin hepsi 1 8 . yüzyılın
mine dönük Avrupa modası İran'a da ulaşmıştı. Ali Kuli Cebbadar'ın ta­ büyük bölümüne damgasını vuran siyasal ve ekonomik kaosta canlılığı­
rih taşıyan en son eseri 171 6'da, son Safevi şahı, bağnaz Sultan Hüse­ nı korudu . Fakat İran sanatı, Kaçarların, yeni bir hükümdar ve sanat ha­
yin'in döneminde Safevi sarayını ziyaret eden Rus elçilik heyetinin bir misi hanedanı olarak devreye girmesine kadar gerçek anlamda yeni bir
portresidir. Dinsel inançları nedeniyle normalde figüratif resimlerden itici güç kazanamadı.

B E Z E M E SANATLARI 527
Solda: Pirinç ibrik, l ran, y. 1 600, döküm, Aşağıda: Aslan ve güneş bezemeli
zemin oymaları siyah kompozisyonlu, tabak, Muhammed Cafer, Tahran,
Düsseldorf, Sanat Müzesi 1 8 1 7/ 1 8, mineli altın, çap 32, I cm, ağırlık
Sık filiz bezemelerle kaplı bu ibrik, soğan bi­ 2,2 kg, Londra, Victoria ve Albert Müzesi
çimli gövdesiyle, dar boynuyla ve huni bi­ l ran Sefiri Mirza Ebu !-Hasan, lran hanedan
çimli ağzıyla daha çok dönemin seramik şi­ amblemini taşıyan bu tabağı l 8 l 9'da Lond­
şelerini andırır. ra'da lngiliz Doğu Hint Kumpanyası'na ar­
mağan olarak vermişti.

Tahta çıkan ikinci Kaçar Hükümdarı Feth Ali Şah Cl 797-1834) hane­ de zemin motifi olarak kullanılırdı. Bu dönemin resim üslubunun ayırı­
danın ilk sanat hamisiydi. Yakışıklı, ama kendini beğenmiş bir adamdı cı özellikleri canlı, zarif biçimler, parlak renkler, çok ayrıntılı çizimler ve
ve birçok portresini yaptırdı. Bunların bir bölümü saray nakkaşhanesin­ bir Avrupa unsuru olarak 1 9 . yüzyıla doğru evrensel nitelik kazanmış
de önemli ölçüde minyatürlerin yerini almış olan büyük yağlıboya olan özenli gölgelemeydi.
resimler biçimindeydi. Bazıları da başka teknikler kullanılarak çizilmiş­ Boyutundan dolayı mine resmi lake işlerine çok benzer. Birçok sa­
ti. Lake ve mine resim sanatı özellikle 1 9 . yüzyılda, Kaçarların yönetimi natçı her iki mecrada da çalışırdı. Mineli altın, gümüş ve bakır kaplar ha­
altında gelişti. Lake resim minyatürle yakından ilişkiliydi; suluboya esas­ rika lüks eşyalardı. Tabaklar, kaseler, küçük kutular, vazolar ve nargile­
lı renkleri kullanmaya dayanırdı ve esas olarak kalemlik, kitap kapağı, lerin metal kısımları lake işlerine benzer motiflerle boyanırdı, ama farklı
ayna ve gözlük kılıfı gibi görece küçük nesnelere ve benzer küçük kap­ bir renk yelpazesi kullanılırdı. Soluk pembeler, sarılar, yeşiller, maviler,
lara işlenirdi. Böyle eşyalar papier-nıach§den yapılır, alçıya benzer bir zengin siyahlar ve beyazlar lake işlerine oranla çok daha berrak, nere­
maddeyle sıvanır, üstüne suluboyayla resim çizilir ve ardından saydam deyse hafif cicili bicili görünmelerini sağlardı.
bir lake örtüsüyle kaplanırdı. Kaçar resim sanatına özgü biçimlerin ve Mine resminde kullanılan motifler 1 9 . yüzyılda gittikçe Avrupa üslu­
renklerin büyük çeşitliliğini yansıtan lake işlerinde çiçekler (özellikle re­ bundan ve konularından etkilenmeye başladı. İran kıyafetlerinin yanın­
vaçta olan güller ve süsenler), yeşillikler ve meyveler hem ana motif hem da Avrupa giysileri belirdi; çoğu kez sanatsal kompozisyonu bozma pa-

Manuçihr Han Mütemidü'd-Devle'nin


bir portresinin yer aldığı kalemlik
Muhammed lsmail, Isfahan, 1 847, lake
resimli papier-môche, uzunluk 24, I cm,
Londra, Victoria ve Albert Müzesi
Bu kutuda eski bir Gürcü köle olan ve 1 840
dolaylarında lran'ın en güçlü adamı konumu­
na yükselen Manuçihr Han'ın bir resmi yer
alıyor. Ona birçoğu uzun sakallı ve Kaçar tar­
zında Astrahan kalpaklı 26 adamdan oluşan
bir maiyet refakat ediyor. Bu resim daha
sonra saray baş ressamı olan Muhammed ls­
mail'in bilinen en eski resmidir.

528 İ RAN : SAFEVİLER VE KAÇARLAR


hasına, manzaralar Avrupa versiyonlarının yakın taklitlerine dönüştü. El­
deki modeller çoğu durumda ikinci sınıf eserlerin düşük kaliteli baskı­
ları veya müphem temalı ucuz kartpostallardı. İran yapımları arasında
perspektife uygun romantik manzaralar ve Avrupa binaları, ayrıca İran
tarihinden, sözgelimi daha önce birçok minyatür ressamına ilham kay­
nağı olmuş Şehname'den alınma geleneksel sahneler vardı. Böyle tarih­
sel ve mitolojik sahneler küçük lake kapların yanı sıra, yapıların duvar­
larını baştan başa kaplayan büyük çini resimlerde de yer alır. Örneğin,
Semnan'ın kent kapısındaki çini bezemede, büyük İran kahramanı Rüs­
tem bir beyaz devle boğuşurken görülür.
Yeni İran'a, yani Kaçar tarihine ait olaylar da resim konusu olarak
işlenir ve sıklıkla hükümdar portresine yer verilirdi. Bu portrelerden bir­
çoğunu yapanlar yeni Kaçar başkenti Tahran'daki saray nakkaşhanesi­
nin başındaki kişilerdi. Feth Ali Şah'ın hizmetinde baş ressam ("nakkaş­
başı") olarak çalışan Mirza Baba ve Mihr Ali, onun çarpıcı yağlıboya
portrelerini yaptılar. Nasıreddin Şah döneminde (1848- 1896) saray baş
ressamlığına getirilen Muhammed İsmail, esas olarak lake işlerinde uz­
man ressamlar yetiştirmiş bir Isfahanlı ailedendi. Bu ailenin beş mensu­
bu 19. yüzyılın son çeyreğine kadar lake resim sanatına önemli bir kat­
kıda bulundu. İzleyen dönemde yine Isfahanlı İmami ailesinden
ressamlar öne çıktı. Örneğin, Rıza İmami 1 867 Paris Dünya Fuarı için ha­
zırlanan bir ayna kılıfının üstündeki resimleri yaptı. Şimdi Londra'daki
Victoria ve Albert Müzesi'nde bulunan bu parça, kurumun en zarif lake
işleri örneği sayılmaktadır.
Saray ressamı Mihr Ali'nin şakirtlerinden Ebu'l-Hasan Han Gaffari
(1812-1866), sayısız sanatçı yetiştirmiş Kaşanlı saygın bir ailedendi. Mu­
hammed Şah döneminde (1834-1848) saray nakkaşhanesine girdi; 1 846-
1850 arasında Roma ve diğer İtalyan kentlerinde resim öğrenimi gören
şahlık heyetinde yer aldı. İran'a döndükten sonra, Nasıreddin Şah tara­
fından saray nakkaşhanesinin başına getirildi ve bir dizi önemli görevi
üstlendi. Binbir Gece Masalları'nın altı ciltlik Farsça çevirisi için bini aş­
kın minyatürün tasarımını hazırladı; kimi zaman 34 ressamın birlikte ça­
lışmasını gerektiren bu resimlerin yapımına da nezaret etti. Şimdi Tah­
ran'daki İran Bastan Müzesi'nde bulunan büyük duvar resimlerini yaptı;
İran'da Batılı fikirlere açık ilk eğitim kurumu olan ve şimdiki Tahran Üni­
versitesi'nin öncüleri arasında sayılan Darü'l-Fünun'un kuruluşunda gö­
rev aldı. 186 1 'de, devlet matbaası ve resmi gazete müdürlüğüne atandı;
bu gazete için hanedan mensuplarının ve ileri gelenlerin bir dizi taşbas­
kı portresini hazırladı. Aynı yıl Sani-i Mülk ("Devlet Sanatçısı") unvanını
Tahran Valisi Şehzade Ardeşir Mirza idari görevde bulundu. Ayrıntılı portreleriy­
aldı. Günümüzde daha çok bu adla tanınır.
Ebu'l-Hasan Han Gaffari'nin yaptığı portre, le tanınan ressam, bu sorumlulukların tık­
Ebu'l-Hasan Han Gaffari sonraki yıllarda basımcılık alanında başka Tahran, 1 854, kağıt üstünde guvaş, naz şehzadenin yüzünde bıraktığı izleri du­
idari sorumluluklar üstlendi, ama Darü'l-Fünun'da resim dersleri de ver­ 3 1 ,6 x 20,4 cm, Paris, Louvre Müzesi yarlılıkla resmetmiştir. Soldaki pencereden
Feth Ali Şah'ın torunlarından Şehzade Ar­ Avrupa üslubunda çizilmiş bir ağaç görülü­
meye devam etti. Yetiştirdiği öğrencilerden biri olan ve "Kemal-i Mülk"
deşir Mirza, hayatı boyunca birçok askeri ve yor.
("Devlet Olgunluğu") onursal unvanını taşıyan yeğeni Muhammed Gaf­
fari (1852-1940), Kaçarların son saray ressamı oldu. Onun döneminde
katışıksız bir Avrupa resim üslubuna geçiş sağlandı. Ebu'l-Hasan Han'ın
İtalya'daki öğrenimi sadece kendi üslubunu etkilerken, Muhammed Gaf­
fari'nin 1 900'lerde Fransa ve İtalya'da gördüğü öğrenim bütün İran sa­
natına damgasını vurdu . Ama portre resminin, yani minyatür resminden
doğmuş bir tarzın ustası olarak, Ebu'l-Hasan Han bir resmin onu seyre­
den kişide, tasvir edilen canlı kişiyle sanki yüz yüze duruyormuş gibi bir
çağrışım uyandırması gerektiğini söyleyen Sadıki Bey'in isteğini nihayet
hayata geçirmişti.

B E Z E M E S ANATLARI 529
.

Islam Halıları
Sheila Blair, jonathan Bloom

530 İ S LAM HALILARI


Halılar İslam sanatının en ulaşılabilir biçimlerinden bet'te bulunduğu söylenen üçüncüsü ise l 990'da
biridir. Binlerce yıl önce, yani İslam'ın doğuşundan New York'taki Metropoliten Sanat Müzesi'nin eli­
epey önce, Batı Asya'nın koyun yetiştiren göçebe­ ne geçmiştir. Konya halıları gibi, hayvanlı halıların
leri, üst yüzeyleri genellikle örgülü olan böyle do­ da simetrik düğümleri vardır; ama 1 - 1 .S metreyi
kumalar üretirlerdi. Günlük kul lanıma has dokuma­ bulan kenarlarıyla çok daha küçüktürler. Renk ba­
lar olmaları nedeniyle, bunların genellikle oldukça kımından değişkenlik gösterirler ve kuş ya da ej­
kısa bir ömrü vardı. Modern çağ öncesi dönemden derha gibi yaratıkların tasvirlerini taşırlar. Teb­
günümüze sadece bi rkaç parça u laşmıştır. Dolayı­ riz' de l 33S dolaylarında hazırlanmış olan İ lhanlı
sıyla, günümüze kalan göçebe ve kabile halıları an­ Şehname yazmasına ait iki minyatürde resmedilmiş
cak 1 9. yüzyıl sonlarından itibaren görece yüksek olmaları, hayvanlı halıların daha 1 4. yüzyıl başların­
bir sayıyı bulur. da üretilmiş olması gerektiğine işaret eder. Bu ha­
Günümüze ulaşmış en eski halının G üney Sibir­ lılar 1 4. yüzyıl sonlarında ve l S. yüzyıl başlarında
ya' daki Pazırık'ta l 940'1arda buz katmanı içinde bu­ Avrupa'ya ihraç edilmiş olmalıdır; çünkü birkaçı
lunan ve İÖ 4.-S. yüzyıllardan kalan halı olduğu sa­ Hayvanlı halı (detay), Anadolu, 1 5. yüzyıl, 1 72 x 90 cm, İtalyan tablolarında yer alır. Buna karşıl ık, yerel kul­
nılmaktadır. Ölçüleri 1 ,8 x 2 metre olan Pazırık Berlin, İslam Sanatı Müzesi lanıma dönük olduğu anlaşılan Konya halılarından
halısı yünden yapılmıştır. Stilize çiçeklerin yer aldı­ Orta İtalya'da bulunmuş olan bu halının deseni, dövüşen bir sadece birkaç parça Anadolu dışında bulunmuştur.
ejderha ve zümrüdüankayı yansıtır.
ğı ortadaki 24 kareli alan, geyik, at ve aslan resim­ l S. yüzyıl ortalarına doğru, Anadolulu doku­
lerinin bulunduğu bir kenarlıkla çevrilidir. Halının Holbein halısı, Türkiye, 1 6. yüzyıl
macılar birçoğu Avrupa'ya ihraç edilmek üzere bü­
nerede yapıldığını saptamak olanaksızdır; ama tek­ yük desenli "Holbein" halıları üretmeye başladı.
niğin ve tasarımın inceliği böyle dokumaların yüzyıl­ Parlak renkli yünle örülen ve başta tuğla-kırmızısı
lardan beri üretilmiş olduğuna işaret eder. Bi rkaç olmak üzere beyaz, sarı, mavi, yeşil, kahverengi ve
Yakındoğu arkeolojik sit alanındaki kazılarda Sasa­ siyah gibi çeşitli renkler taşıyan tipik örneğin, kare
ni ve erken İslam dönemlerinden kalma halılara ait çerçeveler içine işlenmiş birkaç büyük sekizgenin
parçalar ortaya çıkarı lmıştır. Bunlar bir yana bırakı­ yer aldığı dikdörtgen bir orta alanı vardır. Bunlar
lırsa, l S. yüzyıl sonlarından önceki halılara ilişkin genellikle bant örgülü desenlerle bezenmiş, daha
bilgilerimiz büyük ölçüde edebi kaynaklara dayan­ küçük sekizgenlerden oluşan şeritlerle ayrılıp çev­
maktadır. Bu kaynakların tasvir ettiği belki de en rilmiştir. Değişen genişlikteki birkaç kenarlıkta ge­
görkemli halı "Hüsrev Pınarı"dır. Alanı 27 metre nellikle zarif bir uydurma yazı şeridi yer alır; harf­
kareyi bulan bu kocaman halı, Araplar 637'de Kte­ lerin kolları birbirine sarı lmış gibi görünür. Bu
siphon'u ele geçirdiği sırada, Sasani sarayının döşe­ halıların adı Genç Hans Holbein'in ( l 497- l S43)
mesini kaplamaktaydı. tablolarında birçoğunun resmedilmiş olmasından
Eski Kahire'nin çöp yığınları gibi son derece gelir; örneklerden biri şimdi Londra'daki Ulusal
kuru yerlerde, 1 2. yüzyıl öncesine inen, değişik Galeri'de bulunan l S33 tarihli "Büyükelçiler" tab­
boylarda tekil havlı halı parçaları bulunmuştur. losudur. Holbein halılarına ilk kez l 4SO'lere ait Av­
Ama günümüze u laşan en eski halı grubu 1 4. yüzyı­ rupa resimlerinde aristokrat mekanlarda yer yaygı­
lın ilk yarısından kalmadır. Bunlar "Konya" halıları sı ya da lüks masa örtüsü olarak serilmiş halde
olarak bilinir; çünkü 20 kadar örneği Konya Alaed­ rastlanır.
din Camisi'nde l 903'te keşfedilmiştir. O zamana Bir başka erken dönem grubu "Memluk" halı­
kadar namaz bölmesi döşemesine serili halı kat­ larıdır. Bunların bir ya da daha fazla sayıda büyük
manları altında saklı kalan bu halılar kabadır ve si­ sekizgen madalyon etrafında dönen kırmızı, yeşil,
metrik düğümlerle örülmüştür. Orta ve koyu kır­ mavi ve sarı renkli girişik merkezi desenleri vardır.
mızı, orta ve koyu mavi, sarı, kahverengi ve fildişi Bütün orta alan neredeyse bir kaleydoskop efekti
gibi baskın renklerden oluşan sınırlı bir renk yelpa­ yaratan aşağı yukarı düzgün sekizgenler, altıgenler
zesindedir. Uzmanlar ilk başta bunları 1 2. ve 1 3. ve üçgenler biçimindeki geometrik motiflerle sık
yüzyıllarda Konya'da hüküm süren Selçuklu sultan­ bir düzen içinde bezenmiştir. Çözgü, atkı ve hav
larının yaptırdığı kanısına varmıştı. Ama kul lanılan normalde Mısır bağlantı lı bir teknikle S bükümlü­
bazı motiflerin Yuan hanedanı döneminden ( 1 279- dür ve halıların hepsi sola açık asimetrik bir dü­
1 368) kalma Çin ipeklilerinden alınmış olması ne­ ğümle örülmüştür. Memluk halıları genelde yünlü­
deniyle, artık halı grubunun 1 4. yüzyıl başlarında dür. Ama üç madalyonlu olağanüstü bir örneği
yapıldığı kabul edilmektedir. ipekle örüldüğünden, parlak ve ışık saçıcı bir görü­
Biraz daha geç tarihli ikinci bir küçük halı gru­ nümdedir. İtalya'ya ihraç edilmiş birçok örneği bu­
bu "hayvanlı halı lar" olarak bilinir; çünkü orta ala­ lunan bu halı grubunun l S.- 1 7. yüzyıllar arasında,
na stilize bir ya da daha fazla hayvan tasviri ege­ yani Memluk sultanlarının ( l S 1 7'ye kadar) ya da
mendir. Bilinen sadece üç örneği vardır: Birincisi Osmanlı padişahlarının bölgeyi yönettiği dönemde
Karşı sayfada: Pazırık halısı, Güney Sibirya, İÖ 4.-5.
Orta İtalya'daki bir kilisede l 886'da, ikincisi İs­ yüzyıllar, 1 ,8 x 2 m, yün, Leningrad, Ermitaj
Akdeniz'in doğu ve güney kıyılarındaki çeşitli mer­
veç'in Marby köyünde l 92S'te bulunmuştur; Ti- kezlerde üretildiği saptanmıştır.

İSLAM HALILARI 531


� 1 6. yüzyılda, Safevi yönetimi altında halı üreti­ tın almış ve halılara kralın armasının işlenmesi için

i
8
mi bir devlet işletmeciliği niteliğine büründü. İlk im­
zalı ve tarihli halıların bu döneme ait olması, halıla­
ayrıca beş kron ödemişti. Neredeyse bütün Polo­
nez halıları benzer bir düzenlemeyi paylaşır; deği­
rın sanat eserleri olarak yeni bir önem kazandığını şen genişliklerde birkaç kenarlık ve ayırma şeridi
gösterir. Ezbere dokunan geleneksel göçebe halıla­ dikdörtgen bir alanı çevreler. Alan ortada bir ya da
rının tersine, atölye yapımı bu halıların tasarımları daha fazla sayıda madalyon, köşeler de çeyrek ma­
önce kağıt üstünde özenle hazırlanırdı. Günümüze dalyonlar barındırır. Zeminde alan boyunca gör­
ulaşan son derece zarif bir örnek, ipek çözgüler ve kemli bir ritimle sarmal lar oluşturan çiçek ve yap­
pamuk atkı lar kullanılarak, birçok parlak renkteki rak arabeskleri yer alır.
yünle asimetrik tarzda örülmüştür; santimetre ka­ Abbas dönemine ait olduğu saptanan bir başka
re başına yaklaşık 4 1 düğüm düşer. Kırk tane uçan halı grubuna "vazo halılar" denir. Bunların tek yön­
turna tasvirinin yer aldığı loplu göbek madalyonu, lü tasarımını üç düzlem üstündeki bir kafes örgüsü
koyu mavi bir zemin üstüne işlenmiş canlı bir av belirler; sistemlerden biri sarmal düzenli bir fildişi
sahnesiyle çevrilidir. Bazıları atlı, bazıları yaya olan asmadan, diğerleri ise daha kalın olan kırmızı ve
avcılar vahşi aslanlarla, sıçrayan geyiklerle ve başka mavi dallardan oluşur. Dallar (halıya adını veren)
hayvanlarla boğuşurken görülür. Avcıların başında vazolardan çıkar ve gür bir demet halindeki irili
uzun bir kırmızı külaha sarılmış özgün ilk Safevi sa­ ufaklı küçük çiçekler, ince dallar ve yapraklar taşır.
rığı vardır. Halının ortasındaki bir yazı, Giyaseddin Safevi zanaatkarları bu örme halıların yanı sıra
Cami'nin halıyı hicri takvime göre 949'da olağanüstü kilimler de üretirlerdi. Örneklerden bi­
( 1 542/43) yaptığını (muhtemelen tasarladığını) be­ ri 1 6. yüzyıldan kalan ve şimdi Rothschild koleksi­
lirtir. Madalyondaki imzanın merkezi konumu ve yonunda bulunan eksik parçalı bir kilimdir. Ölçüleri
ayrıca ışınsal düzenli tasarım, halının bir saltanat 2 1 9 x 1 48 santimetre olan kilimin, bir dikdörtgen
Memluk yün halı, Kahire, y. 1 500, 3.34 x 5 m, Viyana,
tahtının, büyük olasılıkla baştaki Şah Tahmasp'ın alana ve birkaç kenarlığa dayanan geleneksel havlı
Avusturya Uygulamalı Sanatlar Müzesi
tahtının altına ve çevresine serilmesinin öngörüldü­ halı formatı vardır. Ama fildişi bir ipek zemin üstün­
ğüne işaret eder. Böyle bir durumda av sahneleri "Polonez" halı, Kaşan, İran, 1 60 1 , Münih Konutu, de beyaz, sarı, yeşil, kırmızı, açık mavi, koyu mavi,
hükümdarın bakış alanına dönük dururken, tasa­ Doğu Asya Koleksiyonu kahverengi, siyah ipekle düz dokunmuştur. Doğru­
rımcının imzası geleneksel bir tevazu mecazı olarak sal bir çizimin kağıttan dokumaya aktarıldığı ve ince
hükümdarın ayaklarının dibinde kalacaktı. bir tekniğin uygulandığı görülür. Ortadaki dört hu­
1. Abbas döneminde yerli ve yabancı tüketime ri, dört köşe panosundaki kır gezisine çıkmış kişi­
yönelik bir ticari mal haline gelen halıların ü retimi lerle çevrilidir; alanda ağaçların ve dövüşen hayvan­
dönüşüme uğradı. Bu şah Azerbaycan'da, Aras ır­ ların bulunduğu bir girdaplı desen vardır. Kenarlık
mağı kıyısında yer alan Culfa'nın Ermeni ahalisini ls­ ise tek ya da çift hayvanlı kartuşlar barındırır.
fahan'ın güneyine düşen Yeni Culfa adlı yeni bir H indistan'daki havlı halıların kökeni tam açıklı­
mahalleye taşıttı. Onların ipek ticareti üzerindeki ğa kavuşmamıştır. Belki havlı olan yünlü yer yaygı­
tekeli, Safevi devleti için ana zenginlik kaynağı ve ları daha 1 4. yüzyılda imal edilmiş olabilir. Am<ı
can alıcı bir gelir kaynağı haline geldi. 1 6. yüzyılın üretim ancak 1 6. yüzyılda Babürlü himayesi altınd;:
saray halıları ve dokumalarında revaçta olan figür Hintli zanaatkarların İ ran tekniklerini ve desenleri·
desenleri gittikçe yerini bitki desenlerine bıraktı. ni benimsemesiyle arttı.
Yeni halı tipini 300 kadar örneği bilinen "Polonez" Batı Asya halılarının daha iyi bilinmesine karşın.
halılar temsil eder; bunların birçoğu İ ran'da Avru­ Endülüs'te de köklü bir örme kilim geleneği vardı.
palılara armağan olarak verilmiş ya da Avrupa'nın Geçmişi en azından 1 2. yüzyıla kadar inen Endülü�
soylu ailelerince sipariş edilmiş halılardır. kilimleri 1 3. yüzyıldan itibaren Avrupa pazarlarına
Günümüzde çoğu örneğin solarak loş bir gül girdi. Avrupa'da Türk halılarına rağbetin artması
tonuna bürünmüş olmasına karşın, böyle halılar sadece Endülüs'teki üretimi teşvik etmekle kalma­
ipek ya da pamuk çözgüler üstünde parlak yeşil, dı. Endülüslü dokumacılar tek bir çözgü ipliğine
mavi, sarı ve pembe ipekle örülür, gümüş ve altın bağlanan özgün bir düğüm tipini sürdürmekle bir­
brokar işlemeyle zenginleştirilirdi. "Polonez" ola­ likte, çeşitli Türk desen motiflerini benimsediler.
rak anılmaları 1 878 Paris Dünya Fuarı'na Kra­ Erken dönem Endülüs halılarının özellikle dikkate
kow' dan gönderilen örneğin Polonyalı Czartoryski değer bir örneği, kırmızımsı-kahverengi, siyah, ma­
ailesine ait olduğu sanılan bir arma taşımasından vi ve sarı yünle örülmüş olan ve muhtemelen 1 4.
kaynaklanır. Şimdi Münih'te bulunan ve benzer bir yüzyıldan kalan "Sinagog" kilimidir. Yahudiler böy·
tasarıma dayanan düz dokumalı bir kilim, Polonya le kilimleri oturmak ve bezeme unsuru olarak To­
Kralı 111. Wasa'nın armasını taşır. 1 2 Eylül 1 602 ta­ rah sandığının yanına asmak için kullanırlardı.
rihli bir belge, Zygmunt'un Sefer Muratowicz adlı Kuzey Afrika halıların yüzyıllardan beri üretil­
bir Ermeni tüccarı ipek hal ılar satın alması için Ka­ diği bir başka bölgedir. Yazılı kaynaklar Kuzey Afri·
şan'a gönderdiğini belirtir. Bu tüccar altı çift halı sa- ka halılarının 9. yüzyılda Bağdat'ın Abbasi halifeleri-

532 İ S LAM HALILARI


ne biat nişanesi olarak gönderildiğini belirtir; ama yol açtığı yıpranmaya dayanacak güçte halı üretimi kafes örgülerdir. Bu paralel kenarlı bölmelerin için­
bölgenin günümüze ulaşan en eski halıları ancak 1 9. büyük ölçeğe vardı. de zümrüdüankalarla ya da omuzları alevli aslanlar­
yüzyı la kadar iner. Örneğin, Fas kentlerinde ithal İ ran'ın güneybatı kesiminde, Fars olmayan gö­ la dövüşen yalın ve stilize ejderhalar yer alır.
Türk ürünlerini taklit ederek ve yeniden yorumla­ çebe toplulukların ü rettiği ve esas olarak bölgenin
yarak havlı bazı halılar üretildi. Buna karşılık, başka merkezi Şiraz kentinde pazarladığı birçok kilim var­
yerlerde Atlas Dağları'nın göçebe Berberi kabilele­ dı. Bunların en iyi bilinen tiplerinden biri Kaşkay
ri geleneksel tipte kilimler ve halılar üretmeye de­ kabilesince üretilenlerdi. Böyle küçük kabile kilim­
vam etti. leri Kafkasya'nın orta ve güney kesimindeki büyük
İ ran'da l 860'tan sonra, köy dokumacıları oda ejderha halılarıyla tezat oluşturur. Geçmişi 1 7. yüz­
boyunda halıları, yollukları ve köşe kilimlerini ter­ yıla kadar inen bu havlı örme kilimler görece dar
cih eden bir piyasaya ekonomik zaruretten dolayı olmakla birlikte, çoğu kez 6 metre uzunluğa varır­
çabuk uyum sağladılar. Daha sağlam, daha kaba bir dı ve ticari ürünler olarak yapılırdı. Bir yünlü temel
teknik kul lanılarak, ev içinde ayakkabı giymeye ve üstünde parlak renklerle örülen ejderha halılarının
böylece dışarıdan kir taşımaya alışkın Avrupalıların ayı rıcı özelliği testere dişli yapraklardan oluşan

Safevi kilimi, Kaşan ya da Yezd, 1 6. yüzyılın üçüncü


çeyreği, ipek ve metalik iplik, Londra, Christie's lmages

İ S LA M HALILARI 533
,,
Osmanlı imparatorluğu

Osmanlı tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 536


Bir dü nya imparatorluğunun yükselişi ve çöküşü

Osmanl ı m imarisinin
Bursa ve Edirne'de atı lan temel leri . . . . . . . . . . . . . 544
İstan bul - eski ·İmparatorluk kentinin İslam yönetimine
girişi
Fatih Kü l l iyesi
Sinan'ın başlıca eserleri: Şehzade Camisi, Sü leymaniye
Kül l iyesi,
Selim iye Külliyesi, Topkapı Sarayı

Kitap bezeme sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 566


Osmanl ı lüks eşyaları

İslam hat sanatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 74

Ayasofya, lstanbul, 532-537


Yunanca Hagia Sophia adı "Tanrısal Bilgelik" anlamına gelen Ayasofya, Konstantinopo­
Jis'teki 360 kilise içinde Bizans imparatorunun ibadet ettiği yer olarak ilk sıradaydı. Os­
manlıların 1 453'te kenti almasından sonra, Sultan il. Mehmed bu anıtsal yapıyı bir cami­
ye çevirdi ve doğu kenarına ilk minareyi ekledi. Batıdaki minareler ise bir yüzyıl sonra
saray mimarı Sinan tarafından eklendi. Ayasofya'nın 33 metre çapındaki ana kubbeye ve
iki yandaki yarım kubbelere dayanan tavan yapısı, Osmanlı cami mimarisi için model ol­
du.

535
Balkan ülkelerin doğudan gelen ·
Tarih tehdidi püskürtmeye yönelik çeş
girişimleri boşa çıktı. Osmanlıla
Markus Hattstein 1 385/86'da Bulgaristan'ı işgal etn
si üzerine kurulan birleşik Hıri:
yan orduları, 1 389 Kosova Muha
besi'nde (Priştina yakınında)
1 396 Niğbolu Muharebesi'nde
Tari hsel ortam ve ·

nilgiye uğradı. Daha sonraları,


Osmanl ı ları n kökleri <

manlılar eski hasımlarını vasal :


Osmanlı İmparatorluğu belki de en numuyla başa geçirerek Balkan)
önemli İslam imparatorluğudur; en büyük ölçüde yatıştırdılar.
azından en uzun ömürlüsü olduğu Osmanlı uç beyliği 14. yüz
kesindir. Savaşçı göçebelerin top­ daki gelişim sü�ecinde dönü�
raklarından benzersiz bir kültürün geçirerek oturmuş bir devlet ya
ve sanatın serpildiği, karmaşık bir kazandı. Devlet maliyesinin ku
çokuluslu imparatorluğa dönüşme­ masıyla ve geleneksel savaşçı
sine kadarki gelişim çizgisini üç ev­ tabakayı bertaraf etme pahasına
re belirler: Önce sürekli yayılma, ni bir ordunun yaratılmasıyla,
ardından bir koruma ve pekiştirme kümdarların yetkileri sürekli ge
dönemi, son olarak, çeşitli reform­ ledi. Bizans ve Avrupa etkisi altı
ların modern bir ulus-devleti do- bir saray hiyerarşisi ortaya çıktı
ğurduğu sürüncemeli bir çöküş. Daha Orhan döneminden ·
Osmanlılar 1 3 . yüzyılda Moğol­ layarak, Osmanlı hükümdarlar:
ların ilerleyişiyle batıya doğru göçe duyu güçlendirmeye özellikle ;
zorlanan Türkmen boylarından bi­ lık verdi. Türkmen birlikleri c

rine mensuptu . Bizans İmpara­ çok sınır savaşlarında devrey(


torluğu'nun zayıflığı ve Anadolu rerken, düzenli ordu doğrudar
Selçuklularının çöküşü sürekli ya­ dişahın denetimi altına girdi.
yılmalarına elverişli bir ortam sağla­ altındaki Balkan ülkelerinden
dı. Hanedanın kurucusu Osman (y. ristiyan dönmelerin gittikçe ;
1 300-1326) önceleri Anadolu'nun bir sayıyla yüksek mevk
kuzeybatı kesiminde (Bursa yakı­ geldiği 14. yüzyılın ikinci yans
nında) küçük bir yörede göçebe bir hükümdarlar genç Hıristiyan
topluluğun beyi olarak hüküm sür­ saklar arasından askeri ve
dü; ama zamanla topraklarını Bi- kadrolar yetiştirmeye yöneld
zans'a doğru genişletti. Başında İstanbul ve Galata, Osmanlı Mecmua-i M enazil yazmasından iki sayfalı minyatü.r, 1 537, lam terbiyesine göre ve pad
bulunduğu uç beyliğinin elit taba­ İstanbul, Üniversite Kütüphanesi şahsi sadakat anlayışıyla büyü
Adını Roma İmparatoru Büyük Constantinus'tan alan ve 330'da Bizans'ın başkenti olan Kons­ bu kapıkullarının "yeni çeri"
kasını oluşturan "gazi"ler, cihat an­ a
tantinopolis, H ıristiyan dünyasındaki en zengin kentti. İslam orduları sağlam surlarla çevrili
layışına sıkı sıkıya bağlı olan ve bu kenti 8. yüzyıldan itibaren el geçirmeye çalıştı. Sonunda İslam adına l 453'te bu işi başa­ piyade ordusuna alınan kes
geçimlerini akıncılık yaparak sağla­ ran 1. Mehmed, fethettiği kenti Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti yaptı. İstanbul, bu ko­ den zamanla disiplinli ve yi
yan savaşçılardı. numunu l 923'e kadar sürdürdü. donanımlı elit yeniçeri bir]
İyi bir komutan olduğu kadar doğdu.
başarılı bir siyasetçi ve diplomat da olan oğlu Orhan (1 326-1 359) Bursa'yı I. Bayezid (Yıldırım) küçük Anadolu beyliklerinden ve Mısır Meı
ele geçirdi. Mevcut Bizans idari yapılarını kullanarak, burayı başkent edin­ !arından aldığı topraklarla doğuda da Osmanlı nüfuz alanını genişlet
di ve önemli bir ticaret merkezine dönüştürdü . Devletin asıl kurucusu sa­ kazanımlar o sırada batıya doğru yayılmakta olan ve gücünü küçüm:
yılabilecek olan Orhan, Anadolu'daki çeşitli Bizans kentlerini ele geçirdi ve Timur'la çatışmaya girmesine yol açtı. Ankara Muharebesi'nde Osmaı
1 345'te doğudaki Türkmen komşularının topraklarını ilhak etti. Kızıyla ev­ dusu Timur'un kuvvetleri karşısında kesin bozguna uğradı. Padişah c

lendiği İoannes Kantakuzenos'un Konstantinopolis'teki bir taht rakibini alt sak düştü, Timur tarafından aşağılandı ve ertesi yıl öldü. Timur'u
ederek Bizans imparatoru olmasına yardım etti. Bizanslılar 1354'te Osman­ amacı Osmanlı topraklarını ele geçirmek değil, sadece Anadolu'da ç,
lılara Gelibolu Yarımadası'nda bir askeri üs kurma iznini vermek zorunda yıda küçük Türkmen beyliğine dayanan önceki parçalanmışlığı geri
kaldı. Böylece Avrupa'ya ilk adımlarını atan Osmanlılar, bu üsten Balkan­ mekti. Bayezid'in dört oğlunun acımasız bir kardeş kavgasına girmı
lar'a yönelik akınla·r düzenlediler. ilk başta bu plan başarıya ulaşır gibi oldu. Sonunda iktidar mücad<
Orhan'ın ardılları I. Murad (1359- 1 389) ve I. Bayezid 0 389-1402), Bal­ den tek hükümdar olarak çıkan ve Çelebi lakabıyla anılan I. Mehr
kanlar'ın fethine yoğunlaştılar. Edirne'nin 1 361 'de yeni başkent olması, (1413-1421) görece yumuşak yönetimi altında, yayılma politikası b
Konstantinopolis'e giden ticaret yolunun denetim altına alınmasını sağladı. gunluk içine girdi.

536 O S MA N L I İ M PARAT O R L U G U
Bizans karşısındaki zaferden sonra, Fatih Sultan Mehmed hem batıda
İmparatorluğun doğuşu
hem doğuda imparatorluğun yayılmasını daha da ileriye götürdü. Yeni Sır­
I. Mehmed'in oğlu II. Murad (1421-1451), Konstantinopolis'i kuşattı ve Ana­ bistan prensliğine 1454'te boyun eğdirdi, 1458'de Mora'yı (Peloponnesos) ele
dolu beyliklerini vergiye bağladı. Sırbistan'ı 1439'da bir eyalet olarak Osman­ geçirme harekatını başlattı, Karadeniz kıyısındaki Ceneviz ticaret kolonileri­
lı topraklarına katması Avrupa devletlerini son "Haçlı seferi"ne kışkırttı. Hı­ ne el koydu, 1463'te Bosna'yı işgal etti. Doğuda 1468'de Türkmen Karaman­
ristiyan orduları Kasım 1444'te Varna Muharebesi'nde kesin yenilgiye uğradı. lı beyliğine son verdi. Güney İtalya'ya 1480'de yaptığı çıkarma harekatıyla
Padişahın devşirme sistemini geliştirmesi içeride geleneksel gazi zümre­ Otranto'yu aldı ve kuzeye doğru ilerledi. Anlaşıldığı kadarıyla, "Hıristiyanlı­
sinin gücünü iyice zayıflattı. Bir tür zorunlu hizmet uyarınca düzenli aralık­ ğın kalbi" Roma üzerine yüriimeyi ve papalık iktidarına son vermeyi tasar­
larla Balkan ülkelerinden toplanan ve İslam dinine döndürülüp yetiştirilen larken, Mayıs 1481 'de ansızın öldü.
en yetenekli Hıristiyan çocukları, zamanla ordu ve idarede üst makamlara II. Mehmed içeride yeni bir Osmanlı sosyal düzeninin temellerini attı. Bi­
yükseldi. Bu yeni zümre uzun bir dönem Avrupa'daki Osmanlı yayılmasının zans emperyal törenlerini devralarak tebaasıyla arasına mesafe koydu. Bü­
savunucuları olarak siyasal elit tabakayı oluşturdu. Balkanlar'daki Osmanlı yük bir nüfuz kazanan devşirme kapıkullarını ve yeniçeri ağalarını en önem­
topraklarını İkinci Kosova Muharebesi'ndeki (1448) zaferiyle güvence altına li idari makamlara getirdi. Toplumun gayrimüslim kesimlerine tercihli
alan Murad Şubat 145 1 'de öldü. muamelede bulunarak, kendisine bağlılık gösterınelerini sağladı. Tahta çı­
Yerine geçen oğlu II. Mehmed (1451-1481), en seçkin Osmanlı padişa­ kan yeni bir hükümdarın kardeşlerini öldürtmesini caiz hale getirerek, mül­
hı olarak kabul edilir. Nisan 1453'te başlattığı Konstantinopolis kuşatmasının kün bölünınezliği ilkesini yerleştirdi. Hazırladığı kanunnameyle Kanuni Sul­
sonunda 29 Mayıs 1453'te kenti ele geçirdi. Kendisine "Fatih" unvanını ka­ tan Süleyman'ın daha sonraki kapsamlı kanunnamelerine zemin hazırladı.
zandıran bu zaferle İslam dünyasının en ünlü ve en itibarlı önderi haline gel­ II. Mehmed'in oğlu II. Bayezid'le (1481-15 12) birlikte devlet düzeninde­
di. Fethettiği kenti imparatorluk başkenti yaptı; bütün imparatorluk eyaletle­ ki değişikliklerin pekiştirildiği bir döneme girildi. İç sorunlarla uğraşmaya
rinden değişik halkları kapsayan büyük kolonileri buraya yerleştirdi, tacirlere ağırlık veren Bayezid, imparatorluğun Türk unsurlarının güvenini kazanmak
ve zanaatkarlara vergi ayrıcalıkları tanıdı. Ayrıca 1204'ten beri harabe halin­ amacıyla devşirme zümrenin gücünü sınırladı ve babasının döneminde ağır
de olan kenti yeniden imar etmeye girişti. Özel koruması altında kente yer­ sarsıntı geçirmiş olan ekonomiyi tekrar ayakları üstünde duracak hale getir­
leşmelerini sağladığı Hıristiyanlara ve Yahudilere kapsamlı kültürel özerklik di. Dindar bir kişi olmasından dolayı, ulema hatırı sayılır bir nüfuz elde etti
vererek, İstanbul'a "çok-kültürlü" başkent havasını kazandırdı. Kullandığı ve kültürel "Avrupalılaşma" yönündeki gidişatı durdurdu.
"Müslümanların gazisi, Türklerin hakanı ve Hıristiyanların kayseri" sanından Bayezid savaşlara girmekten de kaçınamadı. Hersek'in işgaliyle 1483'te
kendisini geleceğin dünya hükümdarı olarak gördüğü açıktı. Balkanlar'ın fethini tamamladı; Tuna ve Karadeniz üzerinden yürütülen Ku­
zey Avrupa ticaret yollarını denetim altına aldı. Ne var ki, Belgrat'ı Macarlar-

Solda: Sultan Kanuni Sultan


Süleyman, Osmanlı minyatürü, 1 6.yüzyıl,
İstanbul, Üniversite Kütüphanesi
Kanuni Sultan Süleyman ( 1 520- 1 566) Os­
manlı İ mparatorluğu'nu kudretinin ve ihti­
şamının doruğuna çıkardı. Balkanlar'da ve
Magrip'te yürüttüğü başarılı seferlerden
sonra, imparatorluğun iç düzenini pekiştir­
meye yöneldi ve İstanbul'daki Topkapı Sa­
rayı gibi bir dizi enfes yapıyı inşa ettirdi.
Son yıllarında harem yetkililerinin yönetim­
de ağırlıklı bir konum kazanması, ardılları­
nın döneminde hükümdarlık gücünde yaşa­
nan siyasal gerilemenin belirtisiydi.

Sağda: Yavuz Sultan Selim


yağlıboya, İstanbul, Topkapı Sarayı
1. Selim ( 1 5 1 2- 1 520) en başarılı Osmanlı
padişahlarından biri sayılır. İçeride çok sert
yöntemlerle iktidarı sağlamlaştırdı; Suriye
ve Mısır'ı ( 1 5 1 6/ l 7), ayrıca Mekke ve Me­
dine dahil olmak üzere Arap Yarımada­
sı'nın bazı kesimlerini ele geçirdi. Böylece
Osmanlı İmparatorluğu topraklarını iki ka­
tına çıkardı. Türk tarihyazımında bir kahra­
man olarak yüceltilen Selim, aynı zamanda
Osmanlı padişahlarının halife unvanını al­
masını sağladı.

TARİH 537
dan almayı başaramadı. Venedik'le yürütülen savaş (1499-1503) Mora'daki !arın Portekiz'e karşı yardım başvurusunu bahane ederek, 1 516'da Halep
bütün Venedik kalelerinin ele geçirilmesini ve böylece Osmanlıların Akde­ üzerine yürüdü ve Memluk ordusunu yendi. Suriye ve Mısır'ı işgal ederek,
niz'de önemli deniz üslerine kavuşmasını sağladı. Doğu Anadolu'daki çeşit­ Osmanlı nüfuz alanı içine aldı. İslam'ın kutsal mekanları Mekke ve Medine
li yerel hükümdarların İran'da Safevi hanedanının başa geçmesinden yarar­ üzerinde egemenlik kurması itibarını önemli ölçüde artırdı. Ayrıca, gelenek­
lanarak bağımsızlığa kavuşmaya çalışması nedeniyle, 1503'ten itibaren bu sel halife unvanını üstlendi.
bölgeye birçok vesileyle müdahale etmek zorunda kaldı. Sonunda, savaşçı Kısa saltanat döneminde Venedik'i de gerileterek Osmanlıların Akde­
oğlu Selim'in öncülük ettiği bir isyanla karşı karşıya kaldı ve 1 5 1 2'de onun niz'de başat güç haline gelmesinin zeminini hazırlayan ve imparatorluk top­
baskısıyla tahttan çekildi. raklarının yanı sıra devlet hazinesini iki katına çıkaran I. Selim, Türk tarihya­
zımında bir kahraman olarak kabul edilir.
Onun oğlu I. Süleyman (1520-1 566), imparatorluğun kültürel doruğa
İmparatorluğun doruğa çıkışı
ulaştığı bir sırada tahta çıktı. Bu yüzden Türk tarihine "Kanuni" olarak geç­
Yavuz lakabıyla anılan I. Selim (1512-1 520) sınırsız ölçüde hırslıydı ve mesine karşın, Avrupa kaynaklarında "Muhteşem" sıfatıyla anılır. Babasının
daha tahta çıktığında bütün medeni dünyanın hükümdarı ve Büyük İsken­ doğu ve güney sınırlarını güvence alması sayesinde batıya yayılmaya yeni­
der'in ilk meşru halefi olma arzusunu yazıya döktü. Bütün kardeşlerini ve den ağırlık veren Süleyman, 1 52l'de Belgrat'ı Balkanlar'da ana üs edinerek
yeğenlerini ortadan kaldırdı; beş oğlundan sadece Süleyman'ın yaşamasına Tuna boyunca ilerledi ve Ağustos 1 526'da Mohaç Muharebesi'nde Macarları
izin verdi. yendi. Savaş meydanında ölen Macar kralının hiçbir varisinin olmaması, Ma­
Selim'in asıl ilgisi imparatorluğun doğusuna ve güneyine yönelikti. Av­ caristan'da bir iktidar boşluğuna yol açtı. Bir tampon devlet konumuna dü­
rupalılarla barış antlaşmalarına vardıktan soma, Anadolu'da bütün Safevi şen Macaristan'ın kuzeybatı kesimi Habsburg, güneydoğu kesimi ise Osman­
yandaşlarını hedef alan amansız bir kıyıma girişti, Şiilere karşı "cihat" ilan et­ lı egemenliğine girdi. Böylece iki büyük imparatorluk oldukça uzun bir
ti ve İran'a saldırdı. Ağustos 1 5 14'teki Çaldıran Muharebesi'nde Safeviler kar­ dönem birbiriyle kapıştı. Süleyman 1528'de Macaristan'ın orta kesimini işgal
şısında elde ettiği zaferin ardından, Osmanlı yönetimine giren Doğu Anado­ eden Habsburg kuvvetlerini bölgeden çıkardı ve ardından bir karşı hamley­
lu 'ya ve Azerbaycan'a İstanbul'dan zorla getirtilen zanaatkarları ve tacirleri le 1 529'da Viyana'yı kuşattı. 1 533'te bir barış antlaşmasına varılmasına kar­
yerleştirdi, İran'la doğu ticaretini denetim altına aldı. Güçsüzleşmiş Memluk- şın, izleyen dönemde birçok yeni çatışma çıktı. Süleyman ile Habsburg İm-

'(!
- Osmanlı imparatorluğu topraklan, 1 395
Kızı/deniz \
<lmp�uğu topraklan,
D Osmanlı imparatorluğu topraklan, 1 520

o Osm 1 683

538 O S M ANLI İMPARAT O R L U G U


Yeniçeri mehter takım ı paratoru V. Karl, Akdeniz'de de birer düşman olarak karşı karşıya geldi. Pa­
Yeniçeriler Osmanlı ordusu­ dişahın hizmetine 1533'te giren korsan reislerinden Barbaros Hayreddin, Ce­
nun Avrupa'da korku salan
zayir ve Tunus'un Osmanlı yönetimine girmesini sağladı ve 1 540'ta Preveze
seçkin birlikleriydi. Bu ocak
1 360 dolaylarında devşirme Deniz Muharebesi'nde birleşik Avrupa donanmasına karşı ezici bir zafer el­
sistemine göre kuruldu. İşgal de etti. Hıristiyanların İnebahtı'da (1571) kazandığı zafere kadar, Osmanlı do­
altındaki H ıristiyan Balkan top­
nanması Akdeniz'de başat güç olarak kaldı.
raklarında küçük yaşta topla­
nan erkek çocuklar sıkı disip­ Kanuni Sultan Süleyman dönemi kültürün ve sanatların serpildiği ben­
linli kışlalarda askeri eğitimden zersiz bir çağdı. Devşirme sistemi sayesinde elit tabaka içinde belli bir hare­
geçirilir ve padişaha tam bağlı­ ketlilik ve yükselmek için olağanüstü fırsatlar vardı. Ancak, İslam dinine dö­
lık gösterecek bir anlayışla ye­
tiştirilirdi. Başlangıçta 1 5 bin nenler açısından böyle bir yükseliş için padişaha ve devlete bağlılık,
dolayında olan yeniçeri sayısı toplumun üst kesimlerinde geçerli adabı ve konuşma tarzını gereğince kav­
1 7. yüzyılda 1 00 bine kadar ramak önkoşuldu. Geniş bir kültürel ve yargısal özerklikten yararlanan çe­
ulaştı. Savaş meydanlarında ye­
şitli dinsel topluluklar doğrudan padişahın koruması altındaydı. Yargı siste­
niçeriler önce cephe gerisinde
kalır ve ancak düşman yorgun mi hatırı sayılır bir esnekliğe sahipti: Özel ve sosyal yaşamın çeşitli
düştüğünde, kesin zafer elde veçhelerini kucaklayan geleneksel İslam hukukuyla karşılaştırıldığında, ka­
etmek üzere çarpışmaya girer­
mu hukuku genelde devletin nizamı ve gücü lehinde işlerdi. Bu sistemin ku­
di. Yeniçerilik 1 8. yüzyıl başla­
rından itibaren bir tür "devlet rallara bağlanarak yazılı kanunlar haline getirilmesinde Süleyman'ın büyük
içinde devlet" haline geldi. Bu bir payı vardı .
durum 1 826' daki bir darbe gi­ Süleyman, saltanatının son yıllarında gittikçe günlük siyasetten uzakla­
rişiminden sonra kurum olarak
dağıtılmasını getirdi. şarak, devlet işlerini sadrazamına bıraktı. Eylül 1 566'da öldüğünde, ardılları­
nın başına gelecek olumsuz gelişmelerin tohumlarını atmıştı.

y. 1 300- Osmanlı lmparatorluğu'nun 1 45 1 - 1 48 1 il. Mehmed dönemi Kafkasya Safevi egemenliğine 1 826 il. Mahmud ( 1 808- 1 839)
1 326 kurucusu 1. Osman'ın beylik girdi yeniçeriliği kaldırdı
1 453 Osmanlılar Konstantinopolis'i
dönemi
fethetti. 1 683 Osmanlıların başarısızlıkla
1 354 Osmanlılar Balkanlar'ı sonuçlanan ikinci Viyana
1 5 1 2- 1 520 1. Selim dönemi 1 839- 1 876 Tanzimat reformları dönemi;
fethetmeye başladı kuşatması
ordu, yargı, hukuk ve eğitim
1514 Çaldıran Muharebesi:
1 363/65 Padişah unvanını kullanan ilk 1 699 Karlofça Antlaşması; Balkanlar sistemlerinde köklü reformlar
Osmanlılar İran Safevilerini
Osmanlı Hükümdarı 1. Murad ve Mora'daki Osmanlı yapıldı
yenerek, Mezopotamya'yı ele
( 1 359- 1 389) Edirne'yi topraklarının bir bölümü
İmparatorluğun mali çöküşü;
geçirdi 1 875
imparatorluğun başkenti yaptı Avusturya, Polonya ve
uluslararası borç hukuku
1 5 1 6- 1 5 1 7 Osmanlılar Memlük Venedik'in eline geçti
1 389 Birinci Kosova Muharebesi: uygulamaya kondu
yönetimindeki Suriye ve Mısır'ı
Sırbistan vasal bir devlet olarak 1 7 1 7- 1 730 Lale Devri; Sadrazam Nevşehirli
aldı ve Kahire'deki gölge Abbasi 1 876- 1 909 il. Abdülhamid dönemi
Osmanlı lmparatorluğu'na İbrahim Paşa imparatorluğu
halifeliğine son vererek bu
bağlandı Avrupa kültürüne açtı 1 876- 1 877 Midhat Paşa öncülüğünde bir
makamı üstlendi
Osmanlı anayasası ilan edildi
1 396 1. Bayezid ( 1 389- 1 402) 1718 Pasarofça Antlaşması; bazı
1 520- 1 566 1. Süleyman dönemi
komutasındaki Osmanlı ordusu Osmanlı toprakları 1 908- 1 909 Jöntürkler iktidarı ele geçirdi;
Niğbolu'da Haçlı kuvvetlerini 1 529 Osmanlıların başarısızlıkla Habsburglara kaptırıldı yeni meclis seçimleri ve liberal
yendi sonuçlanan birinci Viyana anayasal reformları yapıldı; V.
1 774 Rus-Osmanlı Savaşı'nı ( 1 768-
kuşatması Mehmed ( 1 909- 1 9 1 8) meşruti
1 402 Osmanlılar Ankara yakınında 1 774) sona erdiren Küçük
padişah oldu
Timur komutasındaki Moğollara 1 534-74 Osmanlılar egemenliklerini Kaynarca Antlaşması; Yaş
yenildi Kuzey Afrika'ya yaydı Barışı'yla ( 1 792) Kırım kesin 1 9 1 4- 1 9 1 8 Birinci Dünya Savaşı; Osmanlılar
olarak Rusya'nın eline geçti İttifak güçlerinin safında yer aldı
1 4 1 3- 1 42 1 1. Mehmed dönemi 1 555 Osmanlılar ile Safeviler
arasındaki Amasya Barışı; Irak ve 1 789- 1 807 ili. Selim Nizam-ı Cedit 1 9 1 8- 1 922 Son Osmanlı Padişahı VI.
1 422 il. Murad ( 1 42 1 - 1 45 1 )
Doğu Anadolu Osmanlı ordusunu kurdu ve Avrupa'da Mehmed dönemi
komutasındaki Osmanlı
yönetimine bırakıldı sefırlikler açtı
kuvvetleri Konstantinopolis'i 1 923 Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi;
kuşattı 1 566- 1 574 il. Selim dönemi 1 798- 1 80 1 Mısır'a yönelik Fransız seferi; Mustafa Kemal Atatürk
Fransızları püskürten Kavalalı cumhurbaşkanı oldu
1 444 Varna Muharebesi; Osmanlıların 1 57 1 İnebahtı Deniz Muharebesi
Mehmed Ali Paşa, Mısır'ın fiilen
Macarlar karşısındaki zaferi 1 638 Osmanlı-İran Savaşı'nı ( 1 623- özerklik kazanmasını sağladı;
1 448 ikinci Kosova Muharebesi'nde 1 638) sona erdiren Kasr-ı Şirin padişah 1 84 1 'de ona babadan
Osmanlılar Hunyadi komuta- Antlaşması: Irak Osmanlı oğla geçen Mısır hıdivi unvanını
sındaki Macar ordusunu alt etti egemenliğine, Azerbaycan ve verdi

TARİH 539
İmparatorluğun gerileyişi İnebahtı Deniz Muharebesi (7 Ekim İnebahtı Körfezi'nde kalyonlar arasında şid­
1 57 1 ), Giorgio Vasari, 1 6. yüzyıl, Vatikan, detli bir deniz muharebesiyle uç noktaya var­
Kanuni Süleyman'ın ardıllarıyla birlikte gerileme dönemi başladı. İmparator­ Sala Regia dı. Her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği ça­
Osmanlılar 1 6. yüzyıl başlarından itibaren Ak­ tışmanın sonunda, İspanyol Prensi Don Juan
luk ile önde gelen Avrupa devletleri arasındaki kuvvet dengesi adım adım deniz' de üstünlük kurdu ve Hıristiyan dünya­ komutasındaki Papalık, İspanyol ve Venedik
değişti. Yeni dünya ekonomisindeki değişimler sonucu çekim merkezinin sının denizci ülkeleri İspanya ve ltalya'nın gemilerinden oluşan Hıristiyan donanması
Atlas Okyanusu kıyılarında yükselmesi Doğu Akdeniz'in zamanla çevre (pe­ önünü kesti. Osmanlı donanmasının l 570'te Osmanlıları alt etti. Batı dünyası bunu Hıristi­
önemli ticaret merkezi Kıbrıs'ı ele geçirme­ yanlığın bir zaferi olarak kutladı.
riferi) durumuna girmesine ve etkin güç olma özelliğini kaybetmesine yol sinden sonra, kapışma 1 57 1 'de Yunanistan'ın
açtı. Osmanlı toplumu 17. ve 18. yüzyıl boyunca 200 yıl bu kaymanın etki­
sini özellikle son dönemde her alanda duydu, kötü gidişi anlamaya ve dü­
zeltmeye çalıştı. Batı karşısında güçsüzleştikçe Osmanlı yönetim sisteminde bozdu. Sadrazamlık en önemli siyasal güç haline geldi; haremin de genellik­
çalkalanmalar ve çözülmeler görüldü ve egemen sınıf reformcu ve muhafa­ le tehlikeli bir iktidar mücadelesine bulaşması, söz konusu bozulmayı körük­
zakar olarak iki kanada bölündü. ledi. Bir dizi yetenekli sadrazamın art arda göreve gelmesi imparatorluğu şer
Bu gelişmelere paralel olarak bu dönemde birbirini izleyen sultanların güçlerinden bir süreliğine korudu ancak, devşirme elit zümrenin tam bir ha­
yetersizliği ve iradesizliği devlet yönetiminde egemen sınıfın iç dengelerini kimiyet kurmasına ve yönetici sınıfların her türlü devlet denetiminden kur-

540 O S MA N L I İ M P ARATORLUGU
Osmanlı geçit alayı miğferi
1 6. yüzyıl, lstanbul, Topkapı Sarayı
Müzesi
Kanuni Sultan Süleyman dönemin­
den kalma bu miğfer, sanatsal in­
celiğin ve soyluluğun usta zırh
yapımcıları arasında da geliştiğini
yansıtıyor. Saray için yapılan silahlar
tamamen gösterişe yönelikti. Padi­
şahların seferlere ordularının ba­
şında katılma geleneği 1 6. yüzyıl or­
talarında son buldu.

tulmasına yol açtı. Sultanların tahta çıkışı da, belli başlı görevlere atamalar da
bu devşirme-harem hiziplerinin manevralarıyla belirlenir oldu. Kötü yöne­
tim, rüşvet ve iltimas her tarafı sardı.
Osmanlı donanması 1 570/7l 'de Kıbrıs'ı ele geçirdi, ama Ekim 1 571 'de
İnebahtı Körfezi'nde birleşik Hıristiyan donanmaları karşısında sarsıcı bir ye­
nilgiye uğradı. Bunu becerikli Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa'ya (1 565-
1 579) yönelik suikast izledi. 17. yüzyıl başlarında ehil ve enetjik padişahlar
II. Osman (1618-1622) ve IV. Murad (1623-1640) devlet işlerini üstlendi ve
daha da önemlisi İran Safevilerine karşı mücadelede başarılar elde etti.
17. yüzyıl çeşitli devlet bunalımlarına sahne oldu: Köprülü ailesinden ün­
lü sadrazamlar Mehmed Paşa (1656-1661) ve Fazıl Ahmed Paşa (1661-1676),
kapsamlı reformlarla genel durgunluğu gidermeye çalıştılar; yozlaşmayla
mücadelelerinde kısmen başarıya ulaşabildiler. Hırslı Sadrazam Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa (1676-1683) merkezi iktidarı güçlendirdikten sonra, Ma­
caristan içlerine ilerlemeye karar verdi ve 1683'te Viyana'yı kuşattı. Ama Os­
manlı ordusu Kahlenberg'de Habsburg imparatorluk ordusuna ve Polonya
Kralı Jan Sobieski komutasındaki birliklere yenildi ve geri çekilmek zorunda
kaldı. Osmanlılara karşı Batı ve Orta Avrupa devletleri arasında bir siyasal it­ Osmanlı ordusunun 1 529 Viyana burg imparatorlukları Macaristan'da karşı
tifak kurmaya çalışan imparatorluk ordusu komutanı Prens Eugene de Savo­ kuşatması, Osmanlı minyatürü, karşıya geldi. Ferdinand'ın l 528'de Orta Ma­
ie, Türkleri Macaristan'dan çıkardı ve birkaç kez (1697 Zenta ve 1716 Peter­ Hünername'den bir sayfa, 1 588, lstanbul, caristan'ı ele geçirme girişimini boşa çıkaran
Topkapı Sarayı Müzesi Kanuni Sultan Süleyman, bir karşı saldırı ha­
varadin muharebelerinde) yenilgiye uğrattı. Ayrıca 1717'de Habsburglar Osmanlı ordusunun Mohaç'ta ( 1 526) Macar­ rekatıyla Viyana üzerine yürüdü. Ama bu ku­
adına Belgrat'ı almayı başardı. ları yenmesinden sonra, Osmanlı ve Habs- şatma sonuç vermedi.
Balkanlar'daki Osmanlı yönetimi, 18. yüzyılda Avusturya'daki Habsburg
İmparatorluğu ile güçlenen Rusya arasındaki ittifak sonucunda gittikçe artan
güçlüklerle karşılaştı. Osmanlıların 1683-1718 arasında (değişen başarı dere­ Siyasal reform, modernleşme ve imparatorluğun yıkılışı
celeriyle) Habsburglara karşı yürüttüğü üç savaş 1718 Pasarofça Antlaşma­
sı'yla, 1736-1792 arasında da Rusya'ya karşı giriştiği üç savaş 1792 Yaş Ant­ III. Selim (1789-1807) padişahlık tahtına oturan iki büyük reformcunun ilkiydi.
laşması'yla bitti. Sonuçta Tuna'nın yeni sınır haline gelmesiyle Balkanlar'ın Aydırılanma felsefi akımından etkilenmiş ve siyasal gerilemenin farkına varmış
büyük bir bölümü Habsburglara kaptırılırken, Kırım, Besarabya ve Podolya bir kişi olarak, yozlaşmaya karşı enetjik bir mücadele başlattı, devlet hazinesi­
da Rusya'ya bırakıldı. Osmanlılar her iki devletin önemli konularda impara­ ni yeniden düzenledi ve resmi mevzuatta kapsamlı reform için talimat verdi.
torluğun içişlerine karışmasını da kabul etmek zorunda kaldı. Avrupa'nın askeri üstünlüğünü göz önünde tutarak, orduyu "Nizam-ı Cedit" adı

TARİH 541
altında Avrupa modeline göre yeniden örgütledi ve hem subayların hem de 1798'de bir süre Mısır ve Suriye'yi işgal altında tuttu. Mısır 1804'ten itibaren
memurların teknoloji ve fen bilimleri alanında öğrenim görmesini sağlayacak Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın yönetiminde gittikçe bağımsızlaştı ve Babı­
adımlar attı. Girişimleri eski seçkin zümrelerin tepkisini çekti. Özellikle hoşnut­ ali'yle çeşitli savaşlara tutuştu. Bulgaristan'ın büyük bir bölümünün 1797'de
suz olan yeniçeriler 1807'de Selim'i tahttan indirdiler ve ertesi yıl reformcu güç­ bağımsızlığını kazanmasından sonra, Balkanlar'da savaşlar ve ayaklanmalar
lerin onu tekrar başa geçirme girişimi sırasında canına kıydılar. birbirini izledi. Sırbistan'ın özerklik ve bağımsızlık mücadelesinin (1804-
Onun ardılı II. Mahmud (1808-1839) kararlı bir tavırla devlet içindeki re­ 1815) ardından, Avrupa devletlerince desteklenen Yunanistan bağımsızlıh
foımcu kanadın başına geçti. Selim'in orduya ilişkin politikasını sürdürerek, savaşına (1821-1830) girişti. İmparatorluk 1 828/29'da Romanya'yı kaybetti
yeni askeri birlikler kurdurdu. Sonunda yeniçerilerin gücünü kırdı ve Hazi­ Arnavutluk ve Bosna'daki isyanlar ancak güçlükle bastırabildi. Osmanlılaı
ran 1826'daki bir ayaklanma üzerine, hepsini kırımdan geçirdi. Siyasal alan­
da ise, Avrupa tarzı bir kabine oluşturdu, resmi kıyafette kaftan ve şalvarı

1!
kaldırma, sarığın yerine fes geçirme gibi değişiklikler yaptı, memurların du­ Sultan i l i . Selim'in saray erkanını ve siyasal önderi konumunu vurgulamay:
rumunu düzeltti ve özel devlet okulları kurdurarak, teknoloji, fen bilimleri kabulü, 1 8. yüzyıl sonları, İstanbul, yönelikti. Ne var ki, pratikte iktidar haremiı
Topkapı Sarayı ve belirli bir yönetici zümrenin eline geçti�
ve tıbbın gelişmesini destekledi.

r
Topkapı Sarayı'nın avlusunda 1 6. yüzyılın için, 1 8. yüzyıl padişahlarının çoğu sırf sem
Reformcu padişahların döneminde Osmanlı İmparatorluğu parçalanma gösterişli teşrifatıyla yapılan düzenli kabul bolik figürlerdi. 111. Selim bu durumu değiş
sürecine girdi ve askeri çatışmalar ağır kayıplarla sonuçlandı. Napolyon törenleri, padişahın İslam dünyasının dinsel tirmeye çalıştı.
1
ı·
l
1

'1
1
1

542 O S MANLI İMPARAT O R L U G U


Sultan iV. Murad ( 1 623- 1 640) Sultan ili. Selim ( 1 789- 1 807) Sultan il. Abdülhamid ( 1 876- 1 909)
suluboya, 1 9. yüzyıl, İstanbul, Türk ve İslam Eserleri Müzesi yağlıboya, 1 8. yüzyıl sonları, İstanbul, Topkapı Sarayı yağlıboya, 1 9. yüzyıl sonları, İstanbul, Topkapı Sarayı
Ülke içinde zalimliğiyle nam salan iV. Murad, ordunun başın­ Avrupa'daki Aydınlanma akımının fikirlerinden etkilenen 111. Gayretli, ama otoriteye düşkün bir padişah olan il. Abdülha­
da cepheye giden son savaşçı Osmanlı padişahı olarak Azer­ Selim, ilk büyük reformcu padişahtı. Kendisine bağlı bir hükü­ mid, reform programını tamamladı. Kurduğu istibdat rejimi­
baycan ve lrak'ı geri aldı. met sistemi kurdu ve imparatorluğu Avrupa'nın teknolojik ve ne karşı l 909'da karşı ayaklanan Jöntürkler, askıya alınmış
bilimsel etkilerine açtı. olan 1 877 anayasasının tekrar yürürlüğe konmasını sağladı.

1839'da Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa karşısında feci bir yenilgiye uğradı ve dülhamid 1877'deki bunalımı gerekçe göstererek meclisi dağıttı ve anayasayı askı­
Avrupa devletlerinin zamanında müdahalesiyle çöküşten kurtuldu. ya aldı; böylece Tanzimat'ın siyasal kazanımlarına son verdi. Öte yandan, devlet bü­
Mahmud'un iki oğlu Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz'in (1861- rokrasisi katı hiyerarşik esaslara göre yeniden yapılandırılarak işlerliğe kavuşturul­
1876) dönemlerine Tanzimat olarak bilinen siyasal reformlar damga vurdu. du. Devlet okulları sistemi genişletilerek, devletin eğitim alanında tek yetkili güç
Tanzimat aslında padişahın ve devletin öncülük ettiği bir reform programıy­ olması sağlandı; İstanbul Üniversitesi'nin temelini oluşturan Darülfünun kuruldu ve
dı; "aydın mutlakıyetçi" yönetim anlayışının gecikıniş bir varyantı sayılırdı. kadınlar için okullar açıldı.
Reformcular Fransız modeline dayalı bir merkeziyetçi hukuk sistemi getirdi; Abdülhamid becerikli bir örgütçüydü; ama otokratik rejimi gittikçe direnişle kar­
böylece kararnameler ve kanunlar aracılığıyla sosyal yaşamın her alanında şılaştı. Türk milliyetçiliği çizgisindeki "Jöntürk" hareketi muhalefetin ana gövdesi ha­
devletin nüfuzu genişletildi. Temel hukuk reformlarının hedefi imparatorlu­ line geldi. Harekete öncülük eden İttilıat ve Terakki 1908'de ordunun da desteğiy­
ğun adli düzenini standartlaştırmaktı. Müslüman ve gayrimüslim tebaa yasa­ le anayasanın yeniden yürürlüğe konınasını ve meclis seçimleri yapılmasını sağladı.
lar önünde eşit bir konum kazandı. Askeri birlikler 1839'da yeniden düzen­ Bir karşı darbe planlamakla suçlanan padişah 1909'da tahttan indirildi. Yeni meşru­
lenerek düzenli bir ordu haline getirildi. Eğitim ve öğretim sisteminde İslam ti monarşi düzeninde iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki yöneticileri, Avrupa'da­
medreselerinin tekeline son verildi; teknik ve fen bilimleri alanında ders ve­ ki eyaletlerin imparatorluktan koparak bağımsızlık kazanına girişimlerini önlemek
ren devlet okulları açıldı. için 1912/3 Balkan Savaşları'na tutuştu; 1914'te de Almanya ve Avusturya'nın yanın­
Ne var ki, Tanzimat reformları çok geçmeden baskılarla karşılaştı. Gele­ da Birinci Dünya Savaşı'na katıldı. İçeride ise ülke Pan-İslamcılık, Osmanlıcılık, Türk
neksel ulemadan gelen direnişin yanı sıra, yeni idari ve teknik kadrolar ara­ milliyetçiliği ve modern demokratik hareketlerin temsil ettiği çeşitli siyasal eğilimler
sında da bir muhalefet gelişti. Gördükleri eğitim sonucunda demokratik yö­ arasında ideolojik bakımdan bölündü.
netim tarzını tanıyan bu çevreler, otokrasiye son verilmesinden ve siyasal 1918 yenilgisinin kaçınılmaz akıbetini belirlediği imparatorluk, Batılı İtilaf Dev­
katılımın sağlanınasından yanaydı. Ancak, yolsuzluklar, kötü idare ve padi­ letlerince koparılan topraklar sonucunda Anadolu'yla sınırlandı. Son padişah Vl .
şahın aşırı savurganlığı yüzünden, imparatorluk 1875'te iflasın eşiğine geldi. Mehmed 0918-1922) bu düzenlemeyi 1920 Sevr Antlaşması'yla tanımak zorunda
Abdülaziz'in zihinsel bozukluk belirtileri göstermesi üzerine, iktidarda ağır­ kaldı. Öte yandan, Yunanlılar İzmir'i işgal ederek Batı Anadolu'ya çıkarma yaptı. İti­
lık kazanan reformcu güçler padişahı tahttan çekilmeye zorladı. laf devletlerinin dayattığı sert koşullara karşı direniş odakları ortaya çıktı. Anado­
Yeni Padişah II. Abdülhamid (1876-1909) hazırlanan bir anayasayı yü­ lu'ya 1919'da geçerek hareket önderliğini üstlenen ordu komutanlarından Mustafa
rürlüğe koydu ve devlet kademelerini yeniden düzenledi. Bir seçim sistemiy­ Kemal, eldeki son topraklarda işgale son verdi. Padişahlık yerine 1923'te cumhuri­
le imparatorluk içindeki bütün siyasal güçlerin yeni oluşturulacak mecliste yet yönetimine geçişi sağladı ve Mart 1924'te de halifeliği kaldırdı. İzlediği modern­
belirli ölçüde söz sahibi olması sağlandı. Din ve basın özgürlüğü gibi birey­ leşme ve Avrupalılaşma politikalarıyla imparatorluk enkazını bir Türk ulusal devle­
sel haklar güvence altına alındı ve zorunlu temel eğitim getirildi. Ama Ab- tine dönüştürdü.

TARİ H 543
Mimari
Almut von G/adif3

Osmanlı sanatı mimari, seramik çini, vazo, dokuma ve en az bunlar kadar


önemli olan kitap bezeme açısından kendine özgü bir ifade biçimini geliş­
tirdi. Birçok alanda yeni kalite standartları ortaya koydu. Padişahların teş­
rifata dönük dizginsiz hevesi, imparatorluğun muazzam mali gücü, planla­
maya ve titizliğe verilen değer, ayrıca gerek İslam, gerekse Hıristiyan
kökenli bütün yapı ustaları, sanatçılar ve zanaatkarlar aracılığıyla akan tü­
kenmez fikirler kaynağı Osmanlı sanatının uzun bir dönem serpilmesine
katkıda bulundu.

Osmanl ı mimarisinin kökleri: Bursa ve Edirne

Osmanlı mimari gelişim çizgisinin kaynağı, Selçuklu modeline dayanan ve


büyüklüğüyle kent siluetinde öne çıkan geleneksel sütunlu camidir. Her
ikisi de çarşıya çok yakın olan Bursa Ulucamisi'nin (1396; zemin ölçüleri
63 x 50 metre) ve Edirne'deki Eski Cami'nin (1403; zemin ölçüleri 49 x 46
metre) masif taş sütunlara oturtulmuş kubbe tonozları vardır. Kubbe sayı­
sı ise Bursa'da yirmi, Edirne'de dokuzdur. Kubbelerin büyüklüğü ve biçi­
Yukarıda: Bursa U lucamisi, 1 396 Aşağıda: Bursa U lucamisi'nin namaz mi, belirleyici konumdaki mihrabın yer aldığı ana ekseni vurgular. İbadet
Bursa Ulucamisi sayısız kubbeleriyle ve cep­ bölmesi
henin iki yanındaki minareleriyle yalın bir Ferah namaz bölmesi masif sütunlarla ayrılır. mekanının dikdörtgen tasarımı, müminlerin namaz için kıble duvarı karşı­
anıtsal yapı olmakla birlikte, erken Osmanlı Duvarlardaki ve sütunlardaki büyük ölçekli sında saf tutmasına uygundur. Ancak, yadsınamaz anıtsallığına rağmen,
döneminin mütevazı tek kubbeli camileri hat yazıtlarında "Allah" adı çeşitli bezeme çok-kubbeli cami, daha erken Osmanlı döneminde namaz bölmelerini ve
arasında öne çıkar. sembolleriyle yer alır. Yazıların ana eksene
yansıması namaz bölmesinde bezeme simet­ itibarlı kubbe mimarisini standartlaşma yönündeki eğilimin temelinde ya­
risini sağlar. tan model işlevini gördü .
Bursa'daki Çelebi Mehmed Türbesi gün çini kaplamanın yerine döşenen çiniler­
1 42 1 'den sonra le bezenmiştir. İç mekanın (aşağıda) yerden
1. Mehmed'in (Çelebi) Bursa'da yaptırdığı üç metreye kadar varan kesimi de çinilerle
Yeşil Cami'nin yanında bu padişahın türbesi kaplıdır. Yüksekliği bunun iki katına varan
yükselir. Sekizgen bir zemin planı üzerinde mihrap, kıvrık palmiye hasırı tacıyla ve çok­
inşa edilmiştir ve yassı tuğlalardan oluşan bir renkli cuerda seca çini bezemesiyle son de­
kubbeyle örtülüdür. Duvarlar sivri tepeli bir rece muhteşem görünür. Ortadaki kürsüde
dizi mermer kemerle bölmelere ayrılmış ve padişahın çinilerle kaplı lahdi yer alır.
aradaki boşluklar bir depremden sonra öz-

Eski Bizans yerleşmeleri olan ve Osmanlıların ilk başkentleri olarak lar, yan odalar ve giriş revakı bu kubbeli bölmeleri üç tarafta çevreler. Dik­
seçtikleri Bursa ve Edirne, yeni padişahlara kendi imar projeleri için ilginç dörtgen yapının eni boyunca uzanan mihrap sahnının yer aldığı arka kı­
perspektifler sundu. Doğu Akdeniz topraklarında derin kökler salmış ge­ sım, giriş katı seviyesinin yukarısındadır. Bizans yapılarından ilhamla ya­
leneksel yapı düzenine dayalı bir ortamda, Osmanlı padişahları zamanla pıldığı sanılan ve giriş taçkapısısından birkaç basamakla çıkılabilen bir
kamusal yaşamın odak noktaları haline gelen külliyelerde camileri başka galeri, genellikle mihrabın solundaki bir kürsüde oturan padişahın, kıble
dinsel ve sosyal kurumlarla bir araya getirmeye yöneldiler. Bu geniş me­ duvarında son bulan 20 metre uzunluğundaki namaz bölmesini tepeden
kanlı vakıf yapıları hükümdarın meşruiyetini vurguladığı gibi, İslam ümme­ görmesini sağlardı.
tinin esenliği için dinsel ve sosyal ödevleri üstlenme konusundaki kararlı­ Bursa'da sonraki külliye Bayezid'in oğlu Sultan I. Mehmed'in (1413-
lığına tanıklık etme gibi bir işleve de sahipti. Ona ve hanedan mensuplarına 1421) döneminden kalmadır. Bir medrese, bir imaret ve kurucusunun tür- .
yüksek bir itibar ve şöhret kazandırmanın dışında, işlenen hayrın karşılığı­ besiyle birlikte aynı adlı külliyeyi oluşturan Yeşil Cami, 20 yıl önce inşa
nı ahirette görme vesilesi sayılırdı. Genellikle padişahın türbesi de külliye edilmiş olan Yıldırım Camisi'nin ikiz kubbeli namaz bölmesini çağrıştırır.
içinde inşa edilirdi. Bezemeleri ve iç döşemeleri Selçuklu geleneklerine uyar. Taş örgülü blok­
I. Murad (1360-1389) 1 326'dan beri başkent olan Bursa' da bir cami yap­ larda açıkça belirlenmiş kalıplı kenarların yanı sıra geniş kabartmalı beze­
tırdı. Kubbeli bir namaz bölmesi bulunan Muradiye Camii, ovaya bakan ko­ meler görülür. Bu düzenleme başta anıtsal ana taçkapı olmak üzere yapı­
numuyla heybetli bir görünüm sunar. Çevresinde bir medrese, bir imaret, ya büyülü bir çekicilik katar. Taçkapının pencere kalkanı ucunda birbirine
bir hamam ve I. Murad'ın son istirahatgahı olarak öngördüğü türbe yer alır. dolanmış arabeskler, çerçevesinde hat frizleri ve giriş kısmının yukarısında
Bu tarihsel şehrin kenarındaki göze çarpıcı konum, sonraki hükümdarın geleneksel mukarnas tonoz yapısı vardır. Camiye adını veren yeşil ve ma­
külliyesinin de ayırıcı özelliğini oluşturur. Murad'ın oğlu ve ardılı I. Baye­ vi sırlı altıgen çinilerden oluşan iç mekan bezemesi, mihrap ve maksure
zid (1389-1402) kafirlere karşı askeri başarılarından dolayı Kahire'deki ha­ bölümlerinde yoğunlaşır. Osmanlı devlet anlayışının bu iki ilkesi, özel bir
lifeden sultan unvanı almadan önce, Bursa' da bir cami ve iki medrese yap­ yıldızla ve canlı renklerdeki filiz süslemelerle uygun biçimde vurgulanır.
tırdı. Bunlar bir imaret, bir hamam, küçük bir kameriye ve türbeyle birlikte, Anadolu'da çini mozaiğin daha Selçuklu döneminde alışılmış bir unsur ol­
duvarlı bir alan içinde kalır. Karma taş ve tuğla örgülü Muradiye Camii'nin masına karşın, birbirine bitişik olarak sürülen farklı sırlanmış renklerin fı­
tersine, Yıldırım Camisi mermer bloklardan yapılmış masif bir küp biçimin­ rınlama sırasında akarak karışmasını ayırıcı yağlı hatlarla önlemeye daya­
dedir. Ana eksen üstünde kubbeli iki büyük bölmesi vardır; orta kısımda­ nan cuerda seca tekniğinin ilk kez uygulandığı yapı budur. Çini ustalarının
ki geniş bir kemer, bölmeleri birbirine bağlar. Daha küçük ve tonozlu oda- İran'ın kuzeybatı kesimindeki Tebriz kentinden geldikleri imzalarından an-

MİMARİ 545
Trakya kenti Edirne, padişahlık ikametgahı ve Avrupa'ya açılan kapı işle­
vini gördü. Sultan II. Murad (1421-1451) Üç Şerefeli Cami'yi (1438-1447) in­
şa ettirdiğinde, Edirne'nin bir dizi camisi vardı. Bu cami, adını dört mina­
resinin en büyüğü olan ve yüksekliği 68 metreye varan minaredeki üç
şerefeden alır. Enine genişletilmiş bir dikdörtgen namaz bölmesinin dik açı­
larla geniş bir dikdörtgen ön avluya bağlanmasının ilk örneğidir; böylece
66 x 64 metrelik ebatlarıyla kabaca kare bir zemin plan üstünde birleşik bir
yapı ortaya çıkar. Kubbe alanı duvar kesitlerinden ve sütunlardan oluşan
bir altıgen üstünde durur; öyle ki, o zamana kadar erişilmemiş bir ölçekle
genişliği 24 metreyi bulan kubbe, mihrabın çarpıcı bir yüksekliğe ulaşma­
sına olanak verir. İki yandaki çifte kubbeler, Bursa'daki selatin camilerinin
kubbeleriyle aynı büyüklük sırasını izler. Bu düzen camiye, kare tabanlı
standart bir kireçtaşı blok yapının tipik görünümünü verir. Yine ilk kez uy­
gulanan bir unsur, planda avlunun köşelerinde yükselen dört minareye yer
verilmiş olmasıdır. Bu minareler heybetli kubbeyle birlikte, 100 yıllık başa­
rılı bir yayılma politikasından sonra yeni süper gücün üstünlüğüne işaret
eder. Üç Şerefeli Cami minarelerinin yüksekliğiyle, kubbesinin büyüklü­
ğüyle ve çeşmeli avlusunun genişliğiyle sonraki selatin camileri için bir mo­
del işlevini gördü .

İstanbul: Eski imparatorluk kentinin İ slam yönetim ine girişi

II. Murad'ın oğlu II. Mehmed'in, Konstantinopolis'i ele geçirmeyi net bir
hedef olarak aklına koymuş bir padişah olarak Edirne'de tahta çıktığı sıra­
da, Anadolu ve Güneydoğu Avrupa'daki Osmanlı yönetimi pekiştirilmişti.
İki yıl sonra Bizans imparatorluk başkenti düştü ve üç gün süren yağma­
nın ardından, padişah Ayasofya'ya giderek Bizans'ın bu Tanrı evinin büyü­
leyici ortamında şükran namazı kıldı ve parlak kubbeli yapıya İslam adına
el koydu. Konstantinopolis'in, Tralles'li Anthemios ile Miletos'lu İsidoros
tarafından inşa edilen ve resmen 537'de ibadete açılan bu ana kilisesi, 56,2
metre yüksekliğindeki yivli kubbesiyle bütün kente yukarıdan bakan ha­
kim bir konuma sahipti. İzleyen dönemde, ana kubbe çatkısı Osmanlı ya­
pı ustaları için hem bir model, hem de bir sınama ölçüsü haline geldi; böy­
lece yapılarda geleneksel mekan düzenlemesinden etkileyici mekan
ortamına doğru bir yön değişikliğine yol açtı. Bir camiye dönüştürülen Aya­
sofya'ya, Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid dönemlerinde muzaffer İs­
lam'ın gözle görülecek bir belirtisi olarak iki minare eklendi.

Fatih Külliyesi
Bizans yönetiminin son yıllarında, Konstantinopolis bir mimari çöl nokta­
Üç Şerefeli Cami, Edirne, 1 438- 1 447 ekseninin kenarı boyunca uzanan kubbeli ve sına varacak ölçüde harabeye dönmüştü. II. Mehmed yaptırdığı bir cami
Edirne'deki Üç Şerefeli Cami erken Osman­ çok-ayaklı bölmelerin revak kemerlerinde külliyesiyle kenti yeniden mamur hale getirmeye yönelik ilk önemli katkı­
lı döneminin en büyük yapısıdır. Namaz böl­ gri ve kırmızı taşlar dönüşümlü bir sıra izler.
da bulundu. Fatih Külliyesi olarak bilinen yapı topluluğunun inşası kentin
mesinin önünde büyük bir ön avlunun dü­ Avlunun köşelerinde yükselen dört minare­
zenlenişi ilk kez bu camide görülür; avlunun den birinin Selçuklu yapı üsluplarını hatırla­ ele geçirilmesinden on yıl sonra başladı. Seçilen yer ise Konstantinopolis'in
ortasında abdest için çeşmeler yer alır. Avlu tan diyagonal yivli bir gövdesi vardır. ikinci büyük kilisesi olan ve bünyesindeki üniversite yapılarıyla birlikte an­
tik Valens (Bozdoğan) Sukemeri'nin yakınındaki bir tepeyi kaplayan Ha­
!aşılmaktadır. I. Mehmed'in ölümünden sonra tamamlanabilen türbenin çi­ variyyun Kilisesi'ydi. Kuruluş yazıtında padişah kendisinden önce birçok
ni kaplamaları da aynı zanaatkarlarca döşenmiştir. Sekizgen tabanlı ve kub­ komutanın almayı başaramadığına özellikle dikkat çektiği metruk ve harap
beli Yeşil Türbe, 27 metreye varan yüksekliğiyle, Anadolu'da o zamana ka­ kenti yeniden yaratma gayesini pervasız bir özgüvenle belirtir. Yedi yılda
dar görülmemiş büyüklükte bir anıttı. Bu yapı üslubu ve çini bezeme, tamamlanan cami külliyesi için gerekli mali kaynak, sefer ganimetlerinden
İstanbul'da daha sonraki padişahların türbeleri için de yol gösterici bir ör­ ve bütün gayrimüslim tebaanın ödemekle yükümlü olduğu cizyeden sağ­
nek oldu. landı. Kubbeli cami 40 metr�yi aşkın yüksekliktedir ve geniş ön avlusuyla
I. Murad'ın (1359-1 389) zaferlerinden sonra, Osmanlılar bütün güçle­ birlikte ferah bir yeşil alanın odak noktasını oluşturur. Padişahın kendisini
riyle imparatorluğu Balkanlar'ın içlerine doğru genişletmeye yöneldiler. Bizans imparatorunun ardılı olarak gösterme ve önemli imar işlerine gere-

546 O S MANLI İ M PARATORLUGU


Ayasofya, lstanbul, 532-537
imparator 1. lustinianos döneminde inşa
edilen Ayasofya'nın doğu-batı ekseni üstün­
de yarım kubbelerle genişletilen ana kubbe­
si hayret verici bir mekan efekti yaratır. Os­
manlıların Konstantinopolis'i almasından
sonra eklenen dört minare, yapının dış kıs­
mına cami mimarisine özgü bir karakter
vermiştir. Doğu minareleri 1 5. yüzyılda di­
kilirken, yüksek kaideler üstüne oturtulmuş
batı minareleri Osmanlı baş mimarı Sinan'ın
eseridir. Yapının bu resmi, padişah türbele­
rinin ve Haseki Hurrem Sultan Hamamı'nın
bulunduğu güney kenarından çekilmiştir.

Ayasofya'nın iç kısmı, lstanbul


Bizans döneminden kalma yapının iç kısmın­
da Allah, Muhammed, Ali ve diğer ilk halife­
lerin yaldızla işlenmiş adlarının yer aldığı ko­
caman madalyonlar, kiliseden camiye
dönüşüme tanıklık eder. Bunlar kubbeyi ta­
şıyan masif sütunlara konmuştur. Kubbe
bingiler üstünde durur ve ayrıca daha uzun
kenarlardaki geniş duvar kemerleriyle des­
teklenir. Kenarlardaki iki katlı revaklar ve
köşelerde yarım daire şeklinde sıralanmış
kolonlar, mihrabın bulunduğu orta sahına
açılır.

ğince yer verme niyeti, külliyenin anıtsal simetrisine yansır. İki kenarda sı­
ralanan medreselerin daha mütevazı üslubu, caminin hakim konumunu
vurgular. Caminin mihrap alanını örten kubbe, Ayasofya'yı hatırlatan bir
düzen içinde bit yarım kubbeyle genişletilmiştir. 1 509 ve 1766 depremle­
rinde ağır hasar gören kubbenin çökmesi üzerine, mimar Mehmed Tahir
Ağa'nın yeniden inşa ettiği camide II. Mehmed'den sonraki padişahlarca
yapılmış diğer camilerin etkisi görülür.
Kaldı ki, Fatih Sultan Mehmed de bitmiş haliyle gördüğü eserden tam
memnun kalmamış ve mimar Atik Sinan'ı zindanda boğdurtmuştu . Cami­
nin Ayasofya'yla karşılaştırıldığında çok küçük görünmesinden dolayı ha­
yal kırıklığına mı uğradığı, yoksa bazı antik kolonların camide kullanılma­
sını mı tasvip etmediği bilinmemektedir. Yeni geçiş sütunları ile duvar
sütunları arasına yerleştirilen Bizans kökenli iki muazzam billurlu kolonun
ve ön avluya açılan pembe granit ve yeşil somaki kolonların eski kültürün
haddinden fazla kendini gösterdiği söylenebilir.
Avlunun her iki tarafında iki sıra halinde uzanan 16 medrese görünüm
bakımından daha mütevazıdır; oysa toplam 230 hücrenin kapladığı yer, ca­
mi ve avlu alanının iki katından fazladır. Vakıf senedinde belirtildiği üze­
re, bu medreselerin yeni başkenti bilimin odak noktası haline getirmesi ve
Sünni İslam inancını güçlendirmeye yardımcı olması öngörülmüştü. Şeriata
uygunluğu gözeten kadılar ve fıkıh alimleri burada yetiştirilecekti; cami
imamları ve vaizleri burada ders alacaktı; katipler devlet idaresindeki me­
muriyetlere burada hazırlanacaktı. İnşa sırasındaki tek seferlik yatırıma ek
olarak, bakım için gerekli malzemelerin tedariki 1 , 5 milyon akçeyi (döne­
min gümüş sikkesi) epeyce aşan bir değerdeydi. İstanbul ve Galata'daki 1 2
hamamın yanı sıra Trakya'daki 50 köyün gelirleri vakfın bütçesine aktarıl­
maktaydı. Bu olağanüstü meblağla görevlilerin maaşları ödenmekte ve kül­
liyeyle bağlantılı bütün kurumların masrafları karşılanmaktaydı: Bir hasta­
ne, bir talebe yurdu ve her gün 3 . 300 somun ekmeğin dağıtıldığı ve
l .OOO'den fazla insanın doyurulduğu bir imaret.

M İ MARİ 547
il. Bayezid Külliyesi
Bayezid Camisi, İstanbul, 1 50 1 - 1 506 ri birbirine bağlayan kubbeli tabhane kanat­
Fatih Sultan Mehmed zengin ve nüfuzlu kişilerin imar işlerine önayak ol­ Bayezid Camisi birçok yapı grubundan olu­ ları ve kervansaray. Mimar yapıları hem
masını ve sadece ibadethaneler değil, kapalıçarşılar, atölyeler, hanlar ve ha­ şur: Kubbeli revaklarla çevrili avlu; Ayasof­ uzunlamasına hem de enlemesine yayarak
ya'da olduğu gibi, doğu-batı ekseninde yarım dengeye ulaşmaya çalışmıştır. Solda imaret
mamlar inşa ettirmesini zorunlu kıldı. Onun ardılı II. Bayezid (1481-1512) kubbelerle genişletilen ana kubbenin örttü­ yer alır.
başa geçtiği zaman, başkentte vezirlerce yeni kurulmuş çeşitli yapı toplu­ ğü namaz bölmesi; her iki yandaki minarele-
lukları vardı. Öte yandan, yeni padişah da Amasya sancak beyiyken bura­
da, ayrıca Manisa ve Edirne' de cami külliyeleri yaptırmıştı. Ama mimar Ya­ turur. Minare kaidelerinde iç içe örülü ve kare Kufi yazıların rengarenk iş­
kub Şah bin Sultan Şah'ı İstanbul'da bir cami külliyesi kurmakla lendiği mermer levhalar vardır. Revak kemerlerinde gri kireçtaşı ile kırmı­
görevlendirmesi saltanatının yirminci yılını buldu. İnşa çalışmaları babası­ zı kumtaşı dönüşümlü bir sıra izler. Silmelerdeki mermer kubbe sıralan bu­
nın yaptırmış olduğu Eski Saray'ın yakınında, antik Theodosius Foru­ lut demetleri izlenimini uyandırır. Hem derin taçkapı nişlerinin
mu'nun bulunduğu yerde 1501-1506 arasında tamamlandı. Seçilen yer çar­ yukarısındaki tonozlarda, hem de şerefeleri niş halkaları üstünde duran na­
şı merkezine yukarıdan bakan bir konumdaydı. rin minarelerde mukarnas bezemeler görülür. Olağanüstü titiz taş işçiliği iç
Ayasofya modeline uygun olarak, bu külliyenin camisinde ana kubbe­ mekanın mermer donatımında da belirgindir. Büyük mihrap bir mukarnas
nin iki yanında uzun eksen boyunca mihrap ve giriş alanlarını örten iki ya­ pervazla çevrilidir; minberin yan duvarlarında ve merdiven kemerinde ör­
rım kubbe yer alır. Birer yan geçit gibi olan galeriler namaz bölmesine ila­ gülü ve arabesk bezemeler vardır. Önceki yüzyılda inşa edilmiş Bursa Ulu­
ve genişlik katar ve çapraz sütunlar arasındaki granit kolonlu bir çifte camisi'nin minberi Selçuklu geleneğine göre ahşaptan yapılırken, Bayezid
revakla orta bölmeye bağlanır. Yanlarda kanatların bulunması giriş bölme­ Camisi'ndeki mermer minber eski bir Bizans uzmanlığının sürdürüldüğü­
sini genişletir; minareler bu kanatların dış uçlarına dikilmiştir. Neredeyse nü gösterir.
100 metreye varan bu olağanüstü uzunluğa külliyenin katı geometrisinin II. Bayezid Külliyesi'nin içinde, kurucusuna ve kızına ait türbelerin ya­
yol açtığı açıktır. Böylece giriş revakının uzunluğu, her ikisi de neredeyse nında bir medrese, bir imaret ve bir hamam da yapılmıştı. Medrese geniş
eşit boyutlarda kare zeminler üstünde duran caminin ve cami avlusunun ve kolonlu bir avluya dayanan planıyla çarpıcıdır; avlunun iki yanında ta­
toplam uzunluğuna denk düşer. Kesin mekan ve açıklık orantıları besbel­ lebelerin kaldığı kubbeli hücreler yer alır. Şeyhülislamın da ders verdiği dı­
li ki mimarın anlayışının bir parçasıdır. Yapının geleneksel İslam konuları­ şarıya çıkık bir yapı olan büyük dershane ise giriş taçkapısının karşısına
na dayanan zengin bezeme düzeni, bu kesin geometriyle tam bir tezat oluş- düşer.

548 O SMANLI İ M P ARATORLUGU


Sultan Seli m Camisi Sinan'ın başlıca eserleri

Sultan I . Selim 0 5 1 2-1 520) kendi adına yaptıracağı cami için Haliç'in yu­ Bu İstanbul haritasının hazırlandığı sırada, büyük Osmanlı yapı ustası Si­
karısındaki bir terası seçmişti. İnşası ölümünden sonra tamamlanan bu ca­ nan meslek yaşamına daha yeni adım atıyordu. Yaklaşık 200 yapı projesini
mi geniş bir ön avluya bakar. Sade bir küp biçiminde olan ana mekanı, II. kapsayan olağandışı uzun bir yaratıcı dönemdeki çalışmaları zamanla ken­
Bayezid'in Edirne'de yaptırdığı camiyi (1484-1488) örnek alarak çatılmış te nefes kesici bir görünüm verecekti. Parlak bir kentleşme atılımına imza
kütlesel bir kubbe örter. Kare planlı yapıya bingilerle oturtulmuş olan kub­ atan Sinan, muazzam kubbelerin ve narin minarelerin belirlediği masalım­
benin çapı 24,5 metre, yüksekliği 32,5 metredir. Nispeten alçak görünme­ sı siluetler, en azından biraz uzaktan bakınca hiçbir aşırı sıkışıklık izlenimi
sine karşın, büyüklük bakımından daha önce yapılmış bütün kubbeleri vermeyen muhteşem bir mimari manzara yarattı. Eski kentin evler denizi
aşar. Azamet havası taşıyan kütleselliği, yayılmacı bir politikayla imparator­ arasından Ayasofya, II. Bayezid Külliyesi ve Sinan'ın eseri Süleymaniye
luk topraklarını birkaç yıl içinde iki katına çıkaran kurucusunun büyüklük Külliyesi'nin görkemli biçimde yükseldiği tarihsel yarımadada, Haliç'e te­
dürtüsünü yansıtır. peden bakan yapılar dizisinin egzotik çekiciliği, Avrupa'dan gelen çok sa­
Başkentte büyük külliyeler kurulmasının temelinde Mehmed, Bayezid yıda ziyaretçide coşkulu duygular uyandırdı. Bu cazibeye kapılan sanatçı­
ve Selim'in fetihleri yatmaktaydı. Yeni toprakların ele geçirilmesi devlete lardan biri olan Flensburglu ressam ve gravür ustası Melchior Lorich,
vergi toplanacak yeni bölgeler sağladı ve buradan akan gelirlerle cami va­ 1555'ten sonra İstanbul'daki Alman Büyükelçiliği'nde görevliyken, 1 1 met­
kıflarının işletme masrafları karşılandı. Bu külliyelerde muhteşem Bizans reyi aşan uzunlukta bir mürekkepli kalem çizimini 1559'da tamamladı.
yapılarından alınan malzemelerin kullanılması, Doğu Roma İmparatorlu­ Onun ardından 1 590'da Alman Büyükelçiliği ressamlığına getirilen Hein­
ğu 'na boyun eğdirmenin geri dönülmez bir sonuç olduğunun ifadesiydi. rich Hendorfski de kentin atmosferini yansıtan renkli çizimler yaptı.
Suriye ve Mısır'ın fethinden sonra da İslam ülkelerinden getirtilen yapı mal­
zemeleri imar işlerinde kullanıldı. Sözgelimi, I. Selim Kahire'deki yapıların
mermer kaplamalarına el koydu ve Topkapı Sarayı'nın ("Yeni Saray") inşa­
sını hızlandırmak amacıyla, bir binayı toptan söktürerek Kahire'den İstan­
bul'a taşıttı.
Hanedanın mutlak iktidarını sergileyen olağanüstü büyük ve muhte­
şem camilerin ve külliyelerin İstanbul'da yoğunlaşması, esas olarak Ana­
dolu'dan gelen Müslümanlarla sayıca iki katına çıkmış olan Müslüman aha­
linin ihtiyaçlarını da karşılamaya yönelikti. Devlet yapısındaki yeni
düzenlemelerin yaşam kalitesini açıkça yükselttiğini, Matraki Nasuh'un
1 537'de hazırladığı ilk kent planındaki çok yönlü referans noktalarında gör­
mek mümkündür. Kanuni Sultan Süleyman'ın zaferlerle dolu Irak seferini
İstanbul'dan başlayarak aktaran bu vakanüvisin eserinde, İstanbul ve Ga­
lata'nın resimli haritaları 3 1 x 45 santimetre ebatlı bir çift sayfa boyunca ya­
yılır.
Bu çalışma topografya ve mimari açısından hayret verici bir kesinlik ta­
şır. Bizans kıyı surlarının yakınında, eski hipodromun bulunduğu yerde di­
kilitaş ve sarmal sütun gibi bütün tipik antik çağ anıtlarıyla geniş bir mey­
dan yer alır. Meydanın bittiği noktada İslam zaferinin bir işareti olarak
eklenmiş minareleriyle Ayasofya'nın kütlesel kubbeli ibadethanesi yükse­
lir. Topkapı Sarayı'nın köşkleri ve bahçelerini barındıran duvarlarla çevrili
saray alanı, tarihsel yarımadanın ucunu kaplar. Artık mevcut olmayan Es­
ki ?aray, haritanın ortasında asıl sarayı ve başka köşkleri çevreleyen duvar­
lı bir koru olarak yer alır. Ana camiler kentin merkez ekseni üstünde du­
rur. Eski Saray'ın ve Kapalıçarşı'nın hemen yanındaki II. Bayezid Camisi
türbeleriyle birlikte çizilmiştir. Daha ötede, Ayasofya'yla aynı ölçekte tasvir
edilmiş olan Fatih Camisi muazzam kubbesiyle yükselir ve kentin işlek ke­
siminden kopukluğu duvarlı bir avluyla vurgulanır. Haliç'e bakan sonraki
kara şeridinde Sultan Selim Camisi hemen kenarda görülür. Yıllarca süren
yeniden imarın bir sonucu olarak, değişik tasarımlı büyük yapıların çevre­
sini çok sayıda küçük cami ve ilintili yapılar sarmış durumdadır. Bunların
arasında karakteristik revaklarıyla ve kurşun kaplı kubbeleriyle dükkanlar
ve hamamlar bir dizi sıra halinde boşlukları tamamen doldurur. Haliç'in
Sultan Selim Camisi, İstanbul, 1 522 nat oluşturur. Geniş ön avlu baştan başa bü­
öbür yakasında, yani İstanbul'un limanı işlevini gören kesimde, eski Cene­
Sultan Selim Camisi'nin inşası 1. Selim'in ölü­ tün namaz bölmesi ve tabhanenin bir bölü­
viz ticaret yerleşmesinin tahkimatlarındaki en yüksek noktayı oluşturan Ga­ münden iki yıl sonra oğlu Kanuni Sultan Sü­ mü boyunca uzanır. Caminin iki minaresi,
lata Kulesi'yle birlikte Galata yöresi görülür. leyman tarafından tamamlandı. Küp biçimli tabhanenin ve ön avlunun köşelerinde yük­
ve kubbeli bir yapıdır; dervişler ve yolcular selir.
için konaklama yerlerini de barındıran dokuz
kubbeli bir tabhane, her iki yanında birer ka-

M İ MARİ 549
1
"

Orta Anadolu'dan İstanbul'a bir devşirme olarak getirilip Müslümanlaş­ İstanbul'daki Şehzade Külliyesi'nin namaz bölmesi düzenindeki standartlaşma
tırılan Sinan (1491-1 588), Kanuni Sultan Süleyman'ın seferlerinde öncü kol­ genel görünüşü ve zemin planı belirgindir. Kubbenin çapı kare tabanlı böl­
1 544- 1 548 menin kenar ölçüsünün yarısı kadardır. Ca­
larda verdiği hizmetlerle çeşitli teknik beceriler kazandı ve dönemin onu
Şehzade Külliyesi saray mimarı Sinan'ın inşa minin köşelerindeki minarelerin önündeki iç
aşkın yapı ustası arasında sivrilerek, 1 538'de Osmanlı imar idaresinin başı­ ettiği ilk önemli yapıdır. Haç kubbeli Bizans avlu, namaz bölmesiyle hemen hemen aynı
na getirildi. Sarayın baş mimarı olarak, padişah ve ailesinin istekleri doğ­ kiliselerinde olduğu gibi, ana kubbesi dört yüzey alanını kaplar. Arka tarafta şehzadenin
rultusunda sadece İstanbul'da ve ana Osmanlı topraklarında değil, uzak yanda yarım kubbelerle çevrilidir ve ayrıca türbesi ve başka mezarlar yer alır. Bir med­
diyagonal köşelerdeki daha küçük yarım rese, bir misafirhane ve bir imaret, külliyenin
eyaletlerde de yapı projelerini yürüttü. İstanbul'da geliştirdiği yapı üslup­ kubbelerle desteklenmiştir. Zemin planında geri kalan kesimini oluşturur.
ları bütün Osmanlı İmparatorluğu için birer model işlevini gördü.
Sinan'ın güçlü yanları planlama ustalığında yatmaktaydı. Parlak yaratı­
cı gücünü ateşleyen unsur, Ayasofya üslubunda bir kubbeli yapı kurma ha­
yaliydi. Üstlendiği ilk iş, Süleyman'ın Rus asıllı gözde eşi Hurrem'in kurdu­
ğu vakıfla bağlantılı yapılardı. İstanbul'da bir caminin yanı sıra
medreselerin, sıbyan mekteplerinin ve imaretlerin yer aldığı Haseki Sultan
Hurrem Külliyesi'ni, ayrıca Mekke, Medine ve Kudüs'te kervansaraylar ve
imaretler inşa etti. O dönemde erkekler gibi, kadınların da vakıf kurması
mümkündü. Bu uğraş kadınların harem yaşamının kapalılığından kurtul­
masını ve hayır işlerinde bulunmasını sağlayan bir araçtı. Süleyman ve Hur­
rem'in kızı Mihrimah da Sinan'a inşası ancak 1 5 yılda tamamlanabilen iki
büyük külliye yaptırdı. Bunlardan Boğaziçi'nin Asya kıyısındaki Üskü­
dar'da kurulan Mihrimah Sultan Külliyesi'nin (1 548) çok rağbet gören sun­
durması, denizin öteki yakasında Galata bahçelerine kadar uzanan kesin­
tisiz bir manzara sunmaktaydı. Dolayısıyla sonraki yıllarda hanedanın
kadın mensupları, özellikle de valide sultanlar külliyelerini bahçeleriyle ün­
lü Üsküdar'ın nispeten el değmemiş manzarasında yaptırma yoluna gitti.
O 10 20m
=-

550 O SMANLI İ MPARATORLUGU


Şehzade Küll iyesi

Sultan L Süleyman ve Hurrem'in veliaht olarak seçilmiş oğlu Mehmed, genç


yaşta Manisa'da çiçek hastalığından öldü. Bunun üzerine Sinan'dan Fatih
Külliyesi ile II. Bayezid Külliyesi arasında onun anısına büyük bir külliye
yapması istendi. Dört yıl süren inşa çalışmaları 1 548'de tamamlandı. Şeh­
zade Camisi olarak da bilinen külliye içinde cami ve ön avlunun yanı sıra
türbeler, bir medrese, bir sıbyan mektebi, bir darüşşifa ve bir imaret yer
alır. Sinan daha sonraları bu yapıyı çıraklık eseri, on yıl sonra yaptığı Sü­
leymaniye Külliyesi'ni kalfalık eseri ve resmen 1 574'te ibadete açılan Edir­
ne'deki Selimiye Külliyesi'ni şaheseri olarak nitelendirmiştir. Şehzade Ca­
misi'nin içinde aynı büyüklükte ve kare planlı iki alan, yani namaz bölmesi
ve ön avlu vardır; bunlar II. Bayezid Camisi modeline uygun olarak, tek bir
birim halinde birleştirilmiştir. Bizans kiliselerinde olduğu gibi, ana kubbe­
nin eksenlerine eklenen dört yarım kubbeyle çapraz sahnın iki yanda uza­
tılması, olağanüstü genişlikte bir orta bölme yaratır. Kubbenin 19 metreyi
bulan çapı, yapının kenar uzunluğunun yarısı kadardır. Bu da yapıya den­
geli orantılar verir. Cephenin gösterişli düzeni basit ve yalın iç mekanla te­
zat oluşturur. Dışarıdaki çeşitli açık galeriler, namaz bölmesi ile ön avlu
arasındaki duvarları ve köşelerdeki her iki minarenin kaidelerini gizler; ka­
re kasnaklar üstünde duran köşe kubbeleri ve sahte kubbeli kulemsi pa­
İstanbul'daki Şehzade Camisi'nin yen dört sütunla sınırlıdır. Bu sütunlar mer­
yandalar ana yapıyı yarım kubbeye bağlar. Cephedeki bu zengin yapı, yük­ avlusu ve iç mekanı, 1 544- 1 548 kezi tonozu, geniş çapraz kemerler ve arala­
sek nitelikli bezemelerle uyuşur. Silmeler ve mazgallı mukarnas taçkapılar Avlunun (yukarıda) ortasında sayvanı sonra­ rındaki bingiler üstünde duran dört yarım
baştan başa bezemelerle kaplıdır. Minarelerde örgülü ve düğümlü motifle­ dan eklenmiş bir şadırvan yer alır. Avluyu kubbeden ayırır. Birçok pencerenin yer aldı­
çevreleyen revaklar cami taçkapısıyla bağda­ ğı duvar, modern mihraptaki bezemeyi öne
re dayanan ve cephelerle uyum içinde olan bir bezeme şeridi birinci şere­
şacak şekilde yüksektir. İç mekanın (aşağıda) çıkarır.
feye kadar ulaşır. Caminin arka tarafında, duvarlı bir bahçe içinde yer alan kesintiye uğradığı kısımlar kubbeyi destekle-

M İMARİ 551
Aşağıda: İstanbul'daki Süleymaniye Külliyesi, 1 550- 1 557
Süleymaniye Külliyesi'nin güney kenarından, medrese çatıları üze­
rinden çekilmiş resimde pencereli perde duvarının kubbe hattını
ayırdığı kesim görülüyor. Sahte kubbeli yüksek sütunlar arasında
uzanan kademeli duvar kemeri, ana kubbenin ağırlığını taşır. Bu
kemerin vurgu tarzı aşağıdaki yan kubbe odalarının pencereli du­
varlarıyla bütünlük oluşturur. Galerilere açılan giriş yerleri, yarım
kubbeleri destekleyen sütunlar arasında görülebiliyor.

Süleymaniye Külliyesi, İstanbul, rur. Avlunun bulunduğu tarafta, bir dik açı tü's-Sahra kadar çarpıcı olmalıydı. Uzun süren planlama ve teraslama ça­
1 550- 1 557 oluşturan vakıf binaları yer alır. Kubbe sıra­ lışmalarının ardından, saray müneccimine göre uğurlu bir tarih olan 13 Ha­
Havadan çekilmiş bu fotoğraf, Süleymaniye larıyla örtülü bu binalara ait odalar, cami ön ziran 1 550'de padişahın huzurunda ilk temel taşı kondu.
Külliyesi'nin muazzam boyutlarına ilişkin bel­ avlusunun planıyla uyumlu biçimde birer iç
li bir fikir veriyor. Caminin ve dört minarey­ avlu etrafında düzenlenmiştir. Böylece yapı­ Büyüklük bakımından Şehzade Camisi'nin neredeyse iki katı olan Sü­
le çevrili ön avlusunun uzunluğu tek başına ların çeşitliliğine rağmen, külliye dengeli ve leymaniye Camisi, uzunluğu 216 metreye, genişliği 144 metreye varan ve
1 1 O met� eyi bulur. Bu kısım duvarlarla çev­ muntazam bir görünüm arz eder. duvarlarla çevrili olan bir yapı topluluğunun ortasında yer alır. Ayasofya'yı
rili yapı topluluğunun odak noktasını oluştu-
örnek alan mimar, iki yarım kubbenin, küçük köşe kubbelerinin ve yan
perde duvarlarının çevrelediği bir kubbe sistemini benimsemiştir. Kare ke­
sekizgen türbe, I. Selim'in türbesinde olduğu gibi, çinilerle bezenmiştir. narlı masif sütunların belirlediği iç mekan, girişe ve mihraba doğru uzanır;
Renklendirme ve teknik, şehzadenin adını aldığı atası I. Mehmed'in Bur­ üçlü yan revakların diğer tarafına galerilerin eklenmesi, çapraz eksende da­
sa'daki türbesinin çini kaplamasını hatırlatır. ha geniş hale gelmesini sağlar.
Dış tarafta iki katlı ve perde duvarlı revaklar vardır; bunların kütlesel
taş örgüsü pencere sıralarıyla kesintiye uğrar. Ortasında bir şadırvan bulu­
Süleymaniye Küll iyesi
nan ön avlunun yarım kolonlarla çevrelenmiş alınlı devasa bir taçkapısı
Hükümdarlık iradesinin bir mimari ifadesi olarak Sinan'ın 1 550'de inşasına vardır. Köşelerdeki dört minare, 70 metreye varan kademeli yükseklikle­
başladığı Süleymaniye Külliyesi, enfes mimarisiyle önceki selatin camileri­ riyle kubbenin yukarıya doğru süzülüşüne eşlik eder. Yapıların kütlesi ka­
nin hepsini aştı. Kanuni Sultan Süleyman (1 520-1 566) babası I. Selim'in Su­ rakteristik bir tarzda tedricen yükselir; bu kademeler giriş bölmesinin orta
riye, Mısır ve Batı İran'daki askeri başarılarından ve kendisinin Irak ve Bal­ kubbesiyle başlar, güçlendirici sütunların yukarısındaki yarım kubbeler ve
kanlar'da zafer dolu seferlerinden sonra, küresel bir imparatorluğa köşe kubbeleri boyunca devam eder ve açıkça görülen payandalarıyla ana
hükmeden bir konuma gelmişti. Dünya çapında bir mimari eser, onun bu kubbede son bulur. Ana kubbenin çapı 26,5 metre, tepe noktası yüksekli-
gücüne gözle görülür bir ifade bahşedecekti. Osmanlı tarihçisi Mustafa Ali
16. yüzyıl sonlarında kaleme aldığı eserinde, Süleyman'ın inşa ettirdiği ya­
Karşı sayfada: Süleymaniye Camisi'nin iç boyutunu öne çıkarır. Pencereli kıble duva­
pıların emsalsiz azametinin bir göstergesi olarak Süleymaniye'nin neredey­ mekanı, 1 550- 1 557 rı, caminin her tarafta görülebilen üç bölüm­
se fetihleri kadar önemli olduğunu belirtir. Bizzat padişah külliyenin kuru­ Caminin iç mekanına kare kenarlı kubbe sü­ lü yapısını yansıtır. Mermer mihrabı ilk kez
"lacağı yer olarak Haliç'in yukarısındaki bir yamacı seçti. Burada Eski tunları egemendir. Bir kolon sırası üstünde başvurulan bir uygulamayla çinili bir alan çev­
duran ve yapının kenarlarına bağlanan pen­ reler. Sağda hutbenin okunduğu mermer
Saray'daki yangından sonra geniş bir elverişli arazi parçası ortaya çıkmıştı.
cereli perde duvarı ve yarım kubbe altında minber ve mevlithanlara ayrılmış kürsü yer
Seçilen yere dikilecek yapı, Kudüs'teki Tapınak Dağı'nda bulunan Kubbe- uzanan mihrap alanı, mekanın uzunlamasına alıyor.

552 O S MANLI İ M PARAT O RL U G U


M İMARİ 553
ği yaklaşık 48 metredir. Kubbelerin ve minarelerin dorukları, İslam'ın sem­ Ayasofya'nın kubbesi, İstanbul, 532-537 di 1 6. yüzyılın çarpıcı Sülüs hat üslubuyla yazıl­
bolü hilalin bulunduğu yaldızlı alemlerle parıldar. Ayasofya'nın yivli kubbesindeki kırk pencere mış bir Kuran metni vardır. Burada "bismillah"
içeriyi aydınlatır. Kubbenin tepe noktası zemin ibaresinin ardından Nur suresinin "Allah gökle­
Padişahın cihan hükümdarı kimliği ve İslam'ın hamisi rolü, caminin bir
seviyesinin 56 metre yukarısındadır. Kubbenin rin ve yerin nurudur... " sözleriyle başlayan 35.
mukarnas tonozla öne çıkarılan ana taçkapısındaki kuruluş yazıtında vur­ eskiden mozaikle kaplı olan orta kısmında şim- ayeti yer alır.
gulanır. Yazıtı kaleme alan kişi Süleyman'ın şeyhülislamıydı; onun emri
uyarınca Kuran'ın "gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var luğu'nun bu türden kurumlarının başında gelirdi. Cümle kapısının karşısın­
eden Allah"a hamdüsenayla başlayan ve "O, sizi yeryüzünde halifeler (ora­ da, caminin dar kenarı boyunca bir imaret ve bir misafirhane uzanır. Kül­
ya hakim kimseler) yapandır. . . " ayetiyle son bulan altıncı suresi camide her liye binalarının cami avlusu planına bir düzen içinde kubbeli revaklarla
gün yüksek sesle okunurdu. Süleymaniye Camisi dünyevi Osmanlı otori­ çevrili olması, aidiyeti vurgular ve intizamı sağlar.
tesinin gözle görülür bir sembolü gibiydi. Sürname'deki (1 582) bir minya­ Külliyenin sunduğu hizmetler, hızla artan bir nüfusun ihtiyaçlarını ve
türde görüldüğü üzere, şenlikler sırasında caminin İtalyan Rönesans döne­ beklentilerini karşılamaya yönelikti. Osmanlı metropolü birkaç yüz bini bu­
minin ünlü mimari maketleri kadar büyük bir maketi, kitlelere bu izlenimi lan nüfusuyla, bütün Akdeniz havzasının en büyük kenti haline gelmişti.
vermek amacıyla bir düzine güçlü adam tarafından alay töreniyle taşınırdı. Kentteki her mahallenin kamusal yaşamın odak noktasını oluşturan kendi
Süleymaniye Külliyesi içinde, Süleyman'ın ve gözde eşi Hurrem'in 1556 külliyesi vardı; ama hiçbiri Süleymaniye Külliyesi kadar büyük değildi. Bu­
ve 1 558'de inşa edilen türbeleri sağlam payandalarla tahkim edilmiş kıble rada istihdam edilen görevliler 800 kadardı. Bazıları eğitim ve araştırma iş­
duvarının hemen arkasında yer alır. Vakıf senedinde dini ve ilimleri yücelt­ leriyle uğraşırken, diğerleri tamamen darüşşifa, imaret ya da misafirhane­
meye hizmet etmenin yanı sıra dünyevi hakimiyeti güçlendirmesi öngörü­ deki hizmet işlerini yerine getirirdi. Vakfın yıllık geliri 1 milyon akçeye
len birçok medrese de vardır. Eskiden bu medreselerin hocaları düzenli gö­ yakındı. Bu para başka kaynakların yanı sıra, vakfa ait 217 köyden ve 30
rüşmeler için saraya çağrılırdı. Ayrıca, şimdiki tıp fakültesine denk bir ortak meradan sağlanırdı.
mektep vardı; burası bünyesindeki hastaneyle birlikte Osmanlı İmparator-

554 O S MA N L I İ MP ARATORLU G U
Devasa yapının inşası sürüncemeye girince, mimarın ehliyeti konusun­ Süleymaniye Camisi'nin kubbesi çevre saran ve tonoz küresini aşağıdaki derin­
da kuşkular doğdu. Padişah Atik Sinan'ın akıbetine imada bulunarak, Si­ İstanbul, 1 550- 1 557 liklerden ayıran çıkıntılı dirseklerin oluşturdu­
Süleymaniye Camisi'ndeki tonoz düzenleme­ ğu bir sistem üstünde durur. Sinan kubbenin
nan'dan camiyi en kısa sürede bitirmesini istedi. Sinan emrindeki bütün iş­
sinin ilham kaynağı Ayasofya'dır. Bununla bir­ bitişik kısmındaki özgün mavi boya örtüsüyle
gücünü buraya toplayıp gece gündüz çalıştırdığı sıkıntılı bir dönemin likte, kubbeyi açık mekanın yukarısına taşıyan sonsuz bir sema görüntüsü yaratmak istemiş­
ardından, Ekim 1 557'de anahtarını teslim ederek caminin ibadete açılması­ iki renkli masif kemerler aydınlık bir ortam ya­ ti.
nı sağladı. ratır. Bu kemerli kuşak bütün mekanı çepe-
Süleymaniye Camisi orantıları bakımından önceki bütün İslam mabet­
lerini aştı; kubbe çapı 3 1 , 9 metre, yükseklik 56,2 metre olan Ayasofya'nın lerinin belgelendiği hesap defterlerinde, Kuran tilaveti için 30 yeni nüsha­
büyüklüğüne ulaşamamakla birlikte, kent siluetinde ona karşı bir denge nın hazırlatılmasına kadar varan çeşitli veçhelerin bütün ayrıntılarıyla kay­
unsuru oluşturdu. Bizans yapısı kasvetli bir orta mekanın yukarısında to­ dedildiğini görürüz.
nozlu alana doğru akan ışıkla gizemli bir hava yaratırken, Osmanlı yapısı Aşağı yukarı eşit sayıdaki Müslüman ve Hıristiyan kol işçileri, İstanbul
döşemeden kubbeye kadar aynı ölçüde aydınlatılmış ortamıyla duruluğu ve başka yörelerden toplanmış, vasıflı usta zanaatkarlar ve vasıfsız amele­
ve mantığı açısından doyurucu bir etki uyandırır. ler olarak örgütlenmişti. Yazın inşaat alanında çalışan işçi sayısı çoğu kez
Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik gücü, o zamana kadar emsali üç bini aşardı; en önemli konumdaki taş ustaları ve duvar örücüleri belli
görülmemiş çapta büyük yapı projelerine olanak verdi. Sarayda kurulan bir görevlerle küçük gruplar halinde çalışırdı. Sefer görevinde olmayan genç
imar işleri idaresi, padişaha danışarak çeşitli yapı projelerini tasarlar ve yü­ yeniçeriler ya da devşirme "acemi oğlanlar" muhafızlık, ağır yükleri taşıma
rütülmesini sağlar, maliyet tahminlerini çıkarır, işgücü ve malzeme bedel­ ve taşocaklarında çalışma gibi her türden destek işleri yürütmek üzere ör­
lerini hesaplar, yapı malzemelerini tedarik eder ve çalışmaları düzenlerdi. gütlenmişti.
Bu devasa işleyiş büyük çaplı bürokratik harcamalarla denetlenir ve sürat­ Hesap defterlerinin büyük kısmını malzeme tedarikine ilişkin bilgiler
le ilerlerdi. Süleymaniye Külliyesi örneğini ele alacak olursak, inşa süreç- doldurur. Eski Bizans yapılarından sökülen billurlu, granit ve mermer ko-

M İ MARİ 555
lonlar kullanılmış, hatta İskenderiye'deki (Mısır) ve Baalbek'teki (Lübnan) her yazı alanı 64 tane kare çiniyi kapsamaktaydı ve her çinide yazının sa­
Roma tapınaklarından kolonlar getirtilmişti. Bej renkli kireçtaşının geldiği dece ufak bir kısmı yer almaktaydı. İlk kez başvurulan bir unsur olarak, bu
yer büyük ölçüde Marmara Denizi kıyısındaki taşocaklarıydı. Tonlarca ağır­ kompozisyonlarda bildik ince mavi tonların yanında parlak bir domates
lıktaki yüklerin nakli başlı başına bir serüvendi. Süleymaniye Camisi'nin kırmızısı görülür; demir içeriği yüksek Ermeni kilinden elde edilmiş olan
içindeki revak kemerlerinin 9 metre yükseklikteki granit kolonlarının ağır­ bu kırmızı, beyaz zemin üstünde çok alımlı renk gösterileri sağlar. Süley­
lığı 28 tonu bulur. Pencere kafesleri ve taş bloklarının kenetleri için gerek­ man ve Hurrem'in türbelerinde, yüzey boyunca yayılan bitki filizlerinin yer
li demir, çatılar ve kubbeler için gerekli kurşun esas olarak Balkanlar'dan aldığı çini bezemeler her iki yapıya bir ihtişam havası verir. Topkapı Sara­
getirtilmişti. Kıble duvarında hata duran renkli pencere camlarının Vene­ yı'nın resim nakkaşhanesinde geliştirilmiş olan bu çizim üslubunun zarafe­
dik'ten ithal edildiği ve yerel cam ustalarınca takıldığı sanılmaktadır. Halı­ ti, desen yapısına katılan tırtıklı ve kıvrık uzun yapraklardan ("saz") gelir.
lar Batı Anadolu'nun halı örme merkezlerinden ve Kahire'den, hasırlar ise Saray nakkaşhanesinden çıkan taslaklar, Edirne'deki yapılar için mavi­
Mısır ve Sudan'dan gelmişti. beyaz çinilerle yola çıkmış olan çini ressamlarını, 26 santimetre kenarlı çok
Caminin çini bezemelerini sağlayan yer, sıraltı boyamaya dayalı sera­ sayıda kare çininin bir araya getirilmesiyle büyüleyici bir efekt yaratan süs­
mik işleriyle ünlü çömlek atölyelerinin bulunduğu İznik kentiydi. Bu işlem lü kompozisyonlar üretmeye yöneltti. Böylece Osmanlı bahçelerinde yetiş­
ithal Çin porselenlerinin sert beyaz seramik ve kobalt mavisi sıraltı boya­ tirilen lale, karanfil, gül, düğünçiçeği ve sümbül gibi çiçekler, ayrıca iki sı­
ma tekniğinin taklit edilmesi ve geleneksel yaprak filizi desenlerinin doğu­ ralı ve aya biçimli uydurulmuş yapraklar ortaya çıktı. Bunlar simetrik olarak
ya özgü bitki ve bulut motifleriyle zenginleştirilmesine dayanıyordu. II. Ba­ düzenlendiğinde, muhteşem desenler için uygun bir zemin oluşturmaktay­
yezid Külliyesi'ne ait 30 santimetrelik askılı lambalar, İznik atölyelerinin en dı. Berrak sırlarla parlaklığı artırılan kısmen doğal, kısmen hayali bitki be­
harikulade eserleri arasındadır. Süleymaniye Camisi'ndeki İznik çinileri, zemeleri, müminleri bir anlığına başka bir dünyaya taşıma gücüne sahipti.
pencere tonozlarında bulunanlar bir yana çokrenkli panoların mermer
mihrabı tamamladığı kıble duvarındakiler bile gerçekten göz alıcıdır. Mih­
rabın yukarısındaki frizde İslam iman ikrarı görülürken, yanlardaki madal­ Rüstem Paşa Camisi, İstanbul, lerden oluşurken, çinili duvarların geri kalan
yonlar aşırı uzatılmış çizgilere dayalı görkemli yazı stiliyle Kuran'ın ilk su­ 1 56 1 kesimi zarif bir desenin sürekli tekrarını sağ­
relerinin namazla ilgili bölümlerini taşır. Bu açık ifadeli hat yazımının Zanaat işlerine özel bir destek veren Rüs­ layacak şekilde birleştirilebilen kenar motifli
tem Paşa'nın yaptırdığı camide, İznik çini standart çinilerden oluşur. Kubbe sütunu
geçmişi hattat Ahmed Karahisari'nin bir tasarımına kadar iner. İznik mah­ imalatı sınırsız olanaklarıyla doruğuna ulaştı. çok sayıdaki benzer çinilerle kaplıdır.
reçli madalyonlar en yüksek düzeyde beceriyi gerektiren ürünlerdi; çünkü Mihrabın çiçekli alanları farklı boyanmış çini-


1

556 O S MANLI İ M P ARAT O R L U G U


Sokollu Mehmed Paşa Camisi, İstanbul, sına çizilmiş bir ışık çelengi içindeymiş gibi
1 570- 1 572 durur. Resimde çinili bingilerin altında, kıble
Caminin 1 8 pencereyle aydınlatılan dik çıkış­ duvarının, ferah diyagonal yarım kubbelerin
lı kubbesi, bitiş noktasını çevreleyen bir Ku­ ortasında duran pencereli üst kısmı da gö­
ran metni taşır. Bu yazıt, kemerlerin yukarı- rülüyor.

lar küfrün ve zulmetin hüküm sürdüğü yerde bir ibadethane vücuda getir­
mek" amacıyla bir kilise yıktırıldı. Caminin ferah avlusu üç tarafta revaklar­
la çevrilidir; revakların ardındaki sıralı odalar bir medrese işlevini görür.
Yüksek kubbesiyle ayırt edilen namaz bölmesindeki taş mihrabın çevresin­
de zengin çini bezemeleri vardır. Mihrap, kubbenin pencere alanına kadar
uzanan bir kemere bağlanır. Kemer üstündeki motif, mihrabın iki yanında­
ki çinili alanda tekrarlanmış ve yeşillik süsleriyle doldurulmuştur. Çini be­
zemenin yapıdaki önemli kısımlarla sınırlı tutulması ve desenlerin birbirle­
riyle uyuşması bir denge havasının doğmasını sağlar.

Selimiye Küll iyesi


Sinan 20 yıl içinde dönemirı en önemli mimarı konumunu pekiştirmişti. İs­
tanbul'un kent siluetinde padişahın ve ailesinin mutlak iktidarını nasıl ser­
gileyeceğini biliyordu. Planlama becerisi sayesinde, çoğu kez güçlük çıka­
ran yamaçlı alanlardan ve kentin yoğun nüfuslu mahallelerindeki sıkışık
Bu dünya Kuran'da ve Süleymaniye gibi camilerin Kuran yazıtlarında on­ ortamlardan yapılarının lehine nasıl yararlanacağını ve bir inşaat alanının
lara sürekli vaat edilen semavi cennet bahçesiydi. dezavantajlarını ilhama dayalı çözümlerle nasıl telafi edeceğini biliyordu.
İlerlemiş bir yaşta, Süleyman'ın yaşayan tek oğlu ve ardılı olan, resmi işler­
de önceki başkent Edirne'deki eski sarayı kullanmayı alışkanlık edinen II.
Sad razamları n yaptı rdığı camiler
Sinan'ın camilerinin birçoğu enfes çinili duvarları açısından harikuladedir.
En başta gelen örnekler ise toplumun üst zümresine mensup ve devşirme
kökenli üç sadrazam için inşa ettiği yapılarda görülür: Hırvatistan'dan gel­
me Rüstem Paşa ve Piyale Paşa ile Bosna'dan gelme Sokollu Mehmed Pa­
şa için yapılan camiler.
Süleyman'ın kızı Mihrimah'la evliliğinden dolayı sarayla en iyi bağlan­
tılara sahip olan Rüstem Paşa, servetini birçok imar projesine yatırdı.
1 561 'de yaptırdığı cami için Süleymaniye Külliyesi'nin aşağısında seçme bir
arsa edindi. Burası çarşının ortasında sıkışık bir konumda yer aldığı için,
doğrudan sokağa bakan tarafta özel abdest çeşmeleri yaptırma gereği doğ­
muştu. Dükkanların ve atölyelerin bulunduğu bir platform üstünde kurulu
olan ve iki giriş bölmesinden çıkılan namaz bölmesi, sekizgen tabana otur­
tulmuş bir kubbeyle ve diyagonal yarım kubbelerle örtülüdür. Dar sıralı
yüksek pencerelerden ve geniş çapta sırlanmış kemerli duvarlardan içeri­
ye giren ışık, duvarları kubbe bingilerine ve sütunları üzengi taşı silmele­
rine kadar kaplayan çinili alanları garip bir parlaklığa boğar. Çerçeveli mih­
rapta bitki buketleriyle doldurulmuş mükerrer niş motifi görülür. Aynı niş
sıraları dönemin seccadelerinde de yer alır; ama bunların örnekleri Rüstem
Paşa Camisi'nden değil, kısa bir süre sonra inşa edilen Selimiye Carni­
si'nden günümüze ulaşmıştır.
Sokollu Mehmed Paşa birkaç külliye yaptırmasıyla tanınır. İstanbul'un
Marmara Denizi'ne bakan bir yamacında, karısı ve II. Selim'in kızı Esma­
han için bir cami kurdurdu. Caminin bir yazıtındaki ifadeyle, "bir zaman-

Sokollu Mehmed Paşa Camisi, İstanbul, lik ettiği harika çiçekler yer alır. Boyalı mihrap
1 570- 1 572 alınlığının yan taraflarında aynı metinleri taşı­
Bu camide çini bezemeler kıble duvarında yo­ yan madalyonlu alanların her biri 36 çiniden
ğunlaşmıştır. Alışılagelmiş mukarnas kemerli oluşur; İznik çıkışlı çinilerin özel desenleri Ka­
mermer mihrabın dışında, her biri yaklaşık rahisari okuluna mensup bir hattatın çizimle­
1 00 ayrı çiniden oluşmuş panolar görülür; bu rine dayanır.
panolarda döneme özgü "saz" yaprakların eş-
Edirne'deki Selimiye Camisi, 1 574 le uzanan ön avlu görülüyor. Ferah diyagonal Selim (1 566-1 574) için "ustalık eseri"ni yapmaya başladı. Bu cami, İstan­
Selimiye Külliyesi'nin önündeki arasta, Si­ yarım kubbeler ve dosdoğru kubbe alanına bul'a göre çok daha küçük olan kentin ortasında 1 90 x 1 30 metrelik bir ala­
nan'ın geç dönemine ait bu ünlü eserin gör­ yükselen tonoz mimarisi, iç mekanın muaz­ na inşa edildi ve 1 574'te, padişahın ölümünden birkaç ay önce tamamlan­
kemi altında tamamen silikleşir ve sadece ya­ zam genişliğini destekler. Kubbenin, perde
pının yüksekliğini artıran bir kaide işlevini duvarlarının ve yarım kubbelerin pencere sı­ dı. Kubbesi 42 metre yüksekliği bulur ve 71 metre yükşekliğe yaklaşan döıt
görür. Orta bölme 43 metre yüksekliğe va­ ralarından içeriye sızan bol ışık boşluk efek­ narin minaresi İslam'ın bütün ezan kulelerini aşar. Sinan ömür boyu çalış­
ran bir kubbeyle örtülüdür. Solda revakları tini daha da artırır. malarını taçlandıran bu esere olağanüstü bir gururla bakmıştı. Nitekim, ölü­
kademeli olarak yükselen kubbeler sistemiy-
münden kısa bir süre önce onun ağzından Sai Mustafa Çelebi'nin kaleme
aldığı hayat hikayesinde, narin bir kuleye çok zor sığdırılabilecek ayrı sar­
mal merdivenlerden şerefelerine çıkılan minarelere ve tezat bir unsur ola­
rak, 3 1 ,28 metrelik çapıyla bütün Osmanlı yapıları içinde en büyük örneği
temsil eden kubbeye değinir. Kanaatince Hıristiyanların Müslüman mimar­
ları epeyce zorlamasına vesile olan Ayasofya'daki kubbenin muazzam
orantılarına ulaştığını, Allah'ın yardımıyla ve padişahın desteğiyle bunları
önemli ölçüde aştığını övünerek belirtir. Aslında, Sinan'ın Ayasofya'yla çok
haşır neşir biri olduğu açıktı; çünkü bin yaşındaki bu Bizans yapısını ona­
rırken, mekansal orantılarını titizlikle incelemişti.
Selimiye Camisi'nin kubbesi sekizgen düzenli sütunlar üstünde durur;
sütunların dış taraftaki kulemsi çatkısı yüksek alınlığın köşelerini belirler.
Sütunlar arasında uzanan kemerler, dönüşümlü bir sıra izleyerek, yanlar­
daki pencereli perde duvarlara ve yine pencerelerle aydınlatılmış köşe
kubbelerine açılır. Pencereli perde duvarlarıyla aydınlatılan ve galerileri mi­
mariyle bütünleştiren daha alçak ikinci bir kemer sırasıyla birlikte, 60 x 44
metre boyutlarında, muazzam genişliğe ve aydınlığa sahip bir iç mekan
sağlanır. Mermer müezzin mahfili, kemerlerden oluşan bu sistemin merke­
zindeki ayaklar üstünde durur ve altında Bursa Ulucamisi'nin şadırvanını

558 O S MANLI İ M PARAT O R L U G U


andıran küçük bir havuz yer alır. Asıl şadırvan ise namaz bölmesiyle aynı
yüzey alanını kaplayan ve revaklarla çevrili olan ön avlunun ortasındadır.
Galerideki pencerelerin yukarısında çini döşemeli hilal aralıklar vardır
ve bunlar kubbeli bölmenin iç kısmında tekrarlanır. Çini bezeme Süleyma­
niye Camisi'ninkine göre daha zengindir ve mermer mihrap alanının yük­
sekliğine kadar ulaşır. Mihrap yan duvarlara gömülü bir çift sütunla ayrı bir
bölme izlenimini uyandırır. Metin bezemeleri padişaha danışılarak, ünlü bir
İstanbul hattatınca tasarlanmıştır; buna karşılık, mihrap duvarlarının üstün­
deki bitki süsleri İznik çıkışlı ürünlerin alışılmış yüksek kalitesini yansıtır.
Hünkar mahfilinin muhteşem boyalı çinileri, mukarnas tonozlu bir başka
mihrap ve ahşap kepenkleri açıldığında gökyüzünü görmeyi sağlayan bir
pencere için çerçeve oluşturur. Bitki bezemeleri caminin gösterişli özgün
döşemeleri içinde yer alan seccadelerden alınmıştır. Seccadelerin 8 metre­
ye kadar varan örnekleri İstanbul'daki Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde
sergilenmektedir.
Caminin odak noktasını oluşturduğu İstanbul külliyeleri, geniş bir alan­
da halka hizmet vermeye yönelik kurumları barındırır. Selimiye Külliye­
si'nde ise arasta dışında sadece iki medrese yer alır. Kare zemin planlı bu
yapılar, kıble duvarının arkasında cami alanının köşelerinide yer alır. Ca­
minin kurucusu II. Selim'in türbesi, kendi vasiyeti uyarınca buraya değil,
İstanbul'da Ayasofya'nın yakınına inşa edilmiştir.
Sinan 1 588'de öldüğünde, geride camilerin ve bunlara eşlik eden eği­
tim ve sosyal hizmet yapılarının düzenine ilişkin açık ve sağlam formüller
bırakmıştı. Süleymaniye Külliyesi'nin yakınında yer alan türbesine ilişkin
vakıf senedinde belirtildiği gibi, sadece yüzyılın değil, bütün zamanların
Euklides'i sıfatıyla yüceltildi. Ünlü Yunan matematikçisiyle bu karşılaştır­
madan hareketle, Sinan'ın yapılarında geometrik figürler ve orantılar ko­
nusunda sarsılm.az temel kuralları ortaya koyduğunu varsaymak doğru ola­
caktır. Ömür boyu buna adanmış bir çalışmanın sonucu olan kurallar, daha
önce geçerli olan bütün kuralların yerini aldı ve daha sonra hiçbir şekilde
aşılamadı. Sonraki büyük Osmanlı yapılarının hiçbiri onun ilham dolu me­
kansal kavramları olmaksızın başarıya ulaşamazdı.
Sinan'ın yerine geçen baş mimarlarca İstanbul'da kurulan selatin cami­
lerinin her ikisi de, yani Haliç kıyısında Davud Ağa'nın 1 598'de yapımına
başladığı ve Mustafa Ağa'nın 1663'te tamamladığı Yeni Valide Camisi ile Se­
defkar Mehmed Ağa'nın 1605-1617 arasında Atmeydanı'ında inşa ettiği Sul­
tan Ahmed Camisi, ana kubbenin dört yanda yarım kubbelerle desteklen­
diği Şehzade Camisi'nde ilk kez uygulanan "dört yapraklı yonca" planını
yansıtır.

Sultan Ahmed Camisi


Sultan III. Murad (1 574-1595) muhterem Sinan'ın hazırladığı plana göre,
Manisa'da mimar Mahmud ve Mehmed ağalara bir külliye yaptırdı. İstan­
bul'daki imar işlerini ise enerjik annesine bıraktı ve oğlu III. Mehmed
0 595-1603) de aynı yolu izledi. Sultan l. Ahmed (1603-1617) kentin göz
dikilen yerlerinden biri olan Atmeydanı'nda, Ayasofya'nın karşısına düşen
bir alan edindi. Burada Marmara Denizi'ne yukarıdan bakan bir ibadetha­
ne müthiş bir görüntü yaratacaktı. Boyutları bakımından Bizans yapısının
yarısından daha küçük olan bu cami, altı minaresiyle öne çıkar. Bunların
iki çifti, Edirne'deki Selimiye Camisi'nde olduğu gibi, kubbeli ana bölme­ Edirne'deki Selimiye Camisi, 1 574 kubbe sütunlarının dışına da yayan destekle­
Masif sütunların yer aldığı iç mekan dikdört­ yici büyük kemerleri gizlemeye de yarar. Bu
yi dört yandan sararken, üçüncü çift ön avlunun giriş kısmının iki yanında gen sahnın kenarlarındaki galerili revaklarla ince teknikler sayesinde, görkemli mekanın
yükselir. Minarelerin toplam 16 şerefesinden müezzinlerin eskiden birlikte çevrilidir; bu düzen payandaların derinliğin­ bütünlüğü destek amaçlı çok sayıda ağır sü­
okuduğu ezan, bütün yarımada boyunca çoksesli bir koro gibi çınlardı. den yararlanmayı sağlar. Pencerelerden do­ tun ve payandayla bozulmaz. Muazzam kub­
layı, dış galerilerin revakları üzerinden pa­ be hafif dış duvarların yukarısında yüzüyor­
Namaz bölmesi Süleymaniye Camisi'ninkinden pek küçük olmamakla
yandaları görmek mümkündür. Galeri muş gibi görünür.
birlikte, 23 metre çapında ve toplam 43 metre yüksekliğinde görece küçük düzeni kubbenin çifte kabuğunun yükünü

MİMARİ 559
bir kubbeyle örtülüdür. Padişahın kendi camisi için aynı İznik çini kaplama­ tekke ve kesinkes imaret bulunmamasını eleştirmekteydi. Gerçekten de,
ları bir fermanla istemesinin ve ayrıca burada kullanılmak üzere Topkapı Sa­ baştaki hanedan, yüksek devlet ricali ve eyalet beylerbeyleri adına taşrada
rayı'nın duvarlarından bir bütün halinde çiniler söktürmesinin bir sonucu yürütülen imar projeleri ağırlıklı olarak belirli kentlere, yani eski başkent­
olarak, 21 bin gibi inanılmaz bir sayıya varan çinilerin yarattığı muhteşem ve ler Bursa ve Edirne'ye, şehzadelerin geçici olarak ikamet ettiği Amasya ve
sınırsız bir bezeme sergisi görülür. Ne var ki, saray idaresi çinileri ancak Ka­ Manisa'ya, 10 binden fazla sakini barındıran Konya, Kayseri, Ankara, To­
nuni Sultan Süleyman döneminde saptanmış, ama aradan geçen zamanda kat, Sivas, Maraş, Antep, Kastamonu, Diyarbakır, Halep, Şam ve Kahire gi­
enflasyonun etkisiyle tamamen aşınmış fiyatlarla satın alabilecek durumday­ bi yerlere dönüktü. Ayrıca, ayakta kalabilen eski feodal aileler de kendi şe­
dı. Böylece İznik'teki 300 kadar atölyenin birçoğu kalite düzeyini koruyama­ hirlerinde imar işleriyle uğraşırlardı.
dı ve ürünlerini açık piyasada satışa çıkarma yoluna gitti.
Mavi renkli süslerinden dolayı Batı dünyasında "Mavi Cami" olarak da
Ticari yapı lar
bilinen Sultan Ahmed Camisi'nin tasarlanması sırasında, ulema zümresi bu
girişimi herhangi bir şanlı zafere dayandıracak durumda olmaması nede­ Balkanlar y a d a Arap Yarımadası gibi daha az kentleşmiş bölgelerde d e ku­
niyle padişaha itirazda bulunmuştu. Osmanlı hanedanıyla ilgili yazılarında rulan camiler dışında, ticari zihniyetli üst tabakaların ilgisini çeken daha
tarihçi Mustafa Ali, ancak cihattan ganimet ve yeni topraklar kazanmış ola­ çok ticari yapılardı. Bunların bir örneği merkezi yerlerde kurulan ve ku­
rak dönen hükümdarların hastane, imaret ya da mektep gibi hayır amaçlı maş, mücevher gibi değerli malların satıldığı bedestenlerdi. İstanbul'daki
binalar yaptırma hakkına sahip olduğunu açıklar. Vergi gelirleri beraberin­ Kapalıçarşı'da geçmişleri II. Mehmed (1451-1481) ve Kanuni Sultan Süley­
de yeni camilerin kurulmasını getirse bile, bu paranın sonuçta gereksiz man (1520-1 566) dönemlerine inen iki bedesten vardı; bunlar 30 hektarlık
olan böyle projelere harcanmaması gerektiğini belirtir. Yazarın tahminine bir alanı kaplayan çok sayıda alışveriş geçidi ve hanla birbirine bağlanmış­
göre, bir selatin camisi inşa etmenin maliyeti en azından 50 milyon akçey­ tı. Yine sarayın yaptırdığı arastaların zemin katında aynı mesleği icra eden
di ve bu da Mısır'ın ödediği verginin yarısına denkti. Bununla birlikte ta­ işyerleri, üst katında ise tacirler için odalar yer alırdı. Ticaret yolları üzerin­
rihsel açıdan bakılınca, birçok İslam hükümdarının imar projeleri için do­ de kurulan kervansarayların bazıları da geniş yelpazeli hizmetler sunardı.
lu devlet kasalarından çok daha fazla para çektiği görülür. Sokollu Mehmed Paşa'nın İstanbul'dan Edirne'ye giden yol üzerindeki Lü­
Mustafa Ali büyük kentlerde ardı arkası kesilmez imar faaliyetlerinin leburgaz'da yaptırdığı külliye, çok büyük bir alanda hepsi eksensel-simet­
kudretli kişilerin gösterişçiliğinden ve itibarlarını yükseltmeye yönelik bir rik bir plana göre bir araya getirilmiş küçük bir camiyi, geniş bir medrese�
stratejiden kaynaklandığı görüşündeydi. Binlerce küçük kasabada cami, yi, bir sıbyan mektebini, bir hamamı ve bir çarşıyı barındırır. II. Selim'in

-
0 566-1 574) bir Akdeniz limanı ve Halep'e giden yolun başlangıç noktası
olan Payas'ta yaptırdığı kervansarayda konaklama dairelerinin, aşhanelerin
ve bahçelerin çevrelediği bir avlu, caminin yakınında 2 . 000 metre kare bir
alana yayılır. Yine sıkı geometrik hatlara göre planlanmış bu yapı toplulu­
ğunu bir hamam ve bir çarşı tamamlar. Kervansarayların daha yaygın bi­
çimde kullanıldığı Selçuklu döneminde olduğu gibi, böyle yapılar, ticaret
ve hac yollarının güvenliğinin devletçe hazırlandığı plana uygun olarak,
belirli aralıklarla kurulurdu. Hacı kafilelerinin bazı hizmet duraklarında ko­
naklaması mümkündü. Sözgelimi, I. Süleyman ve oğlu II. Selim dönemin­
de Şam'da inşa edilen hac merkezinde bir cami, bir medrese, bir mutfak
kanadı ve çadırlara ayrılmış bir alan vardır.

Osman l ı saray mimarisi: Topkapı Sarayı


Avrupa Rönesans döneminin yapılarındaki kadar büyük kubbeleri taşıyan
heybetli cami mimarisinin tersine, Osmanlı saray mimarisinde Avrupa ya­
pılarının ölçeğinde bir azamet görüntüsü yaratılmadı. İstanbul'un fethinden
iki yıl sonra Fatih Sultan Mehmed kent merkezinde ilk Osmanlı sarayını in­
şa ettirdiğinde, sadece Bursa ve Edirne'de tarihsel kent alanları dışında kü­
çük padişahlık ikametgahları vardı. Tarihsel kaynaklarda geçen adıyla bu
"Eski Saray" bir koru içinde düzenlenmiş köşk tipinde çeşitli yapıları kap­
samaktaydı ve bir çifte duvarla çevrilmişti. Padişah ayrıca Marmara Denizi
yakınında, eski Bizans surlarının tahkimli kulelerinden yararlanarak Yedi­
kule Hisarı'nı yaptırdı. Burası bir hazine dairesini barındırmaya ve saldırı
durumunda bir sığınak işlevi görmeye elverişliydi.

Yukarıda: İstanbul'daki Sultan Ahmed


Camisi'nin kubbesi
Sultan Ahmed Camisi'nin iç mekanında beş
metre çapında dört tane yuvarlak kolon
vardır. Dönemin minareleri gibi yivli olan
kolonların Kuran ayetleri yazılmış orta şe­
ritlerinin yukarısındaki kesim bezemelerle
kaplıdır. Bu muazzam mekan ithal Venedik
vitraylarının bulunduğu 260 pencereyle ay­
dınlatılırdı. Çini kaplamaların ve mavi renkli
süslerin bolluğu yapıyı yumuşatır. Caminin
mimarı Sedefkar Mehmed Ağa, daha önce
Sultan 1. Ahmed için ceviz ahşap üstünde se­
def, kaplumbağa kabuğu ve değerli taş kak­
malara dayanan oldukça kalabalık kompo­
zisyonlu bir taht yapmıştı ve baş mimarlığa
atandığı J 606'da gösterişçi zevkiyle epeyce
nam salmıştı.

Karşı sayfada: İstanbul'daki Sultan


Ahmed Camisi, 1 6 1 0- 1 6 1 7
Marmara Denizi'ne bakan Sultan Ahmed
Camisi'nin ana kubbesi, Şehzade Cami­
si'nde olduğu gibi, dört kenarda yarım kub­
belerle genişletilmiştir. Bu düzenleme yü­
kün isnat duvarına ve bir dizi sütuna
aktarılmasını sağar. Dört minareyle çevrili
namaz bölmesine yandan bakılınca, sütunlar
arasındaki açık galerili revaklar görülür. Ön
avludaki diğer iki minare, ana giriş cephesi­
nin açılarını vurgular. Ön tarafta görülen
medrese de cami külliyesinin bir parçasıdır.

M İ MARİ 561
Topkapı Sarayı'ndaki Bağdat Köşkü revakının narin mermer kolonlarının ardın­ Topkapı Sarayı'ndaki Çinili Köşk rülebildiği eyvanlı salondur. iki katlı yapının
İstanbul, 1 638-39 daki kapı, basık bir yapıya açılır. Neredeyse İstanbul, 1 473 ortada bir kubbeyle örtülü ve haç biçimli bir
Topkapı Sarayı'nın kuzeybatı köşesindeki se­ zemine kadar inen pencereler, koruluk alan­ Fatih Sultan Mehmed'in diğer üç köşkle bir­ oda düzenlemesi vardır. Adını iç kısmı ndaki
yir terasında, Sultan iV. Murad'ın l 638'deki ları ve kent mimarisini değişik açılardan sey­ likte inşa ettirdiği Çinili Köşk'ün dikkate de­ zengin çini bezemelerinden alır.
başarılı Bağdat seferinin anısına yaptırdığı retmeye olanak verir. ğer yönleri, ön tarafta boydan boya uzanan
çok zarif yapılı Bağdat Köşkü yükselir. Giriş revak ve arka tarafta saray bahçelerinin gö-

Daha bu yapılar yeni tamamlanmışken, IL Mehmed tarihsel yarımada­ zurunda izinsiz konuşmaya getirilen mutlak yasakla birlikte, muhteşem bir
nın ucunda 60 hektarı aşkın bir alanda yeni bir saray kurmaya karar verdi. saray teşrifatı gelişti. Böyle bir teşrifatın vakur bir erişilmezlik içinde kalan
Bu alan Bizans kıyı surlarının çevrelediği yüksek konumuyla güvenlik ge­ padişah ile sıradan faniler arasındaki mesafeyi daha da belirginleştirmesi
reklerine uygundu . Fethettiği şehri görmek için çıktığı gezi sırasında, Hi­ kaçınılmazdı.
podrom'da geniş bir alana yayılan yıkık Bizans saraylarının manzarası pa­ Saray alanı art arda dizilmiş ve farklı işlevlere göre düzenlenmiş üç ya­
dişahta derin bir etki bırakmıştı. Haçlıların 1 204'teki yağmalamasından pı topluluğundan oluşur. Ana giriş yeri IL Mehmed'in Ayasofya yakınında
j sonra terk edilen saraylar harap haldeydi. Yeni sarayın inşa çalışmaları yaptırdığı Bab-ı Hümayun'dur. Bunun ardındaki Birinci Avlu'da, geçmişte

·I 1459'da başladı ve padişahın bütün saltanatı boyunca sürdü. Daha sonra


aldığı adla Topkapı Sarayı, kuruluşundan itibaren yüzyıllar boyunca Os­
silahhane olarak kullanılan Bizans kilisesi Aya İrini ve farklı üsluplarda çe­
şitli köşkler yer alır. Köşklerden sadece Çinili Köşk sağlam durumdadır. Ze-
manlı hanedanının imara dönük dizginsiz arzusunun görülmeye değer çeh­
resi oldu . Kulelerle ve kapılarla donatılmış çepeçevre bir duvarın kuşata­
rak dış dünyadan kopardığı yapı topluluğu, bir saray açısından mütevazı
yüksekliktedir; dağınık bir düzen içinde yerleştirilmiş çok sayıda köşkü ve
cennet yanılsamalarıyla dolu İslam kültürünün doğaya yakınlığını yansıtan
ferah bahçeleri barındırır. Roma sarayları ve kır villaları çağından beri Ak­
deniz dünyasında görülen bahçe peyzajlarına dönük coşku, 14. yüzyılda
Nasri saray kenti Elhamra'yla canlanmıştı. Osmanlılar da derelerin ve ha­
vuzların serinlik sağladığı, servi ve çınar ağaçlarının gölge verdiği geomet­
rik düzenli çiçek tarhlarını ve sebze bostanlarını barındıran gümrah bahçe­
lerin manzarasını seyretmekten hoşlanırdı. Saray alanının burun kısmında
servi sıralarının yer aldığı teraslı bahçeler Bizans kıyı surlarına kadar uzan­
maktaydı. Bu koru peyzajının tenhalık ve huzur ortamında, padişahın hu-

Topkapı Sarayı'nın zemin planı nun kuzey köşesinde, divan toplantılarının ya­
pıldığı Kubbealtı, Adalet Kasrı ve Hazine-i

.,,,(
1 459 ve sonrası
K
Bu plan Osmanlı sarayının birbirini izleyen üç Amire yer alır. Arz Odası üçüncü avlu kapısı­
Orta Kapı Mutfaklar Harem Arz. Odası Bağdat Köşkü
avlulu düzenini yansıtıyor. İkinci ve üçüncü av­ nın ardındadır. Padişah odaları, saray erkanı­
lular ile seyir terasının kuzey kesiminde çitler­ nın kaldığı daireler ve harem ise kuzeye düşer.
le çevrili lale bahçesi görülebiliyor. İkinci avlu-

562 O S M A N L I İ M P ARAT O R L U G U
min ölçüleri 28 x 36 metre olan bu yazlık köşkün adı, içindeki zengin çini her kesiminden gelen heyetleri, İran ve Avrupa elçilerini huzura kabul
bezemelerden gelir. Ahşap sütunları bir yangından sonra taş kolonlarla de­ ederdi. Bunların getirdiği armağanlar, avlunun bir köşesindeki Hazine-i
ğiştirilmiş olan giriş revakının ardında, haç biçimli bir zemin planına daya­ Hassa'ya aktarılırdı. Çeşitli seferlerde elde edilmiş değerli savaş ganimetle­
nan odalar ve bahçe manzaralı bir arz odasına açılan kubbeli bir orta böl­ ri, resmi cüppeler ve saltanat ailesine ait değerli mücevherat da burada sak­
me vardır. Oda tasarımında Akkoyunlu hükümdarlarının Tebriz'deki lanırdı. I. Selim'in MemlUkları yenilgiye uğrattıktan sonra Mısır'dan getirdi­
sarayından alınma unsurların izleri görülür. Osmanlıların doğudaki en ği kutsal emanetlerin konduğu Hırka-ı Saadet Dairesi avlunun karşı
amansız hasımları olan Akkoyunlular, köşkün inşasının başladığı yılda ke­ köşesindedir. Osmanlılar mukaddes Mekke ve Medine kentlerinin hamisi
sin yeniliye uğratılmıştı. ve kutsal emanetlerin yediemini olarak üstlendikleri yeni rolden büyük haz
İkinci Avlu'ya üstünde mazgallar ve iki yanında kuleler bulunan Orta alırlardı ve İslam dünyasına önderlik savlarını buna dayandırırlardı.
,
Kapı'yı geçerek girilir. Avlunun doğu kenarında aşçılar için çok geniş me­ Padişahların kaldığı şahsi odalar, özellikle Eski Saray'daki bir yangın­
kanların ve kubbe biçimli baca başlıklarının bulunduğu uzun bir mutfak dan sonra Hurrem'in ısrarlı isteği üzerine haremin Yeni Saray'a taşınmasıy­
kanadı yer alır. Mutfağa bitişik odalarda sadece yemek pişirmeye yarayan la birlikte düzenli olarak genişletildi. Topkapı Sarayı'nda 1 574'te çıkan bir
kalaylı kap kacak değil, esas olarak inanılmaz miktardaki Çin porselenle­ başka yıkıcı yangının ardından, kendisini güzel sanatlara vermek amacıyla
rinin ağırlıkta olduğu zarif sofra takımları da saklanırdı. Avlunun mutfak siyaset işlerini sadrazamına bırakmış olan III. Murad 0 574- 1 595), harem­
kanadının karşısına düşen ve biraz alçak seviyede kalan öbür tarafında deki yapı topluluğunu düzeltmeye girişti. Burada valide sultanın ve dört
ahırlar vardı. Avlunun kuzey köşesinde, sadrazamın nezareti altında vezir­ padişah zevcesinin dışında, yüzlerce cariye ve en azından aynı sayıya va­
lerin üst düzey maliye memurlarıyla, askeri komutanlarla ve Enderun yet­ ran hizmetçi kız, ayrıca haremin hanımlarını korumaktan ve denetlemek­
kilileriyle toplantılar yaptığı Kubbealtı yer alır. Padişah bu görüşmeleri ön ten sorumlu bir yığın Siyah haremağası kalmaktaydı. Yazıtında padişah ha­
tarafı kafesli ahşap bir hücre içinde izlerdi. Dönemin vakayinamelerinde mamının yanındaki bir köşkün 1 574/75 'te bitirildiğine dair bir bilgi
enfes halıların yanı sıra ağır ipek ve saten örtülerle, mücevherli minderler­ bulunan bir çinili pano, bu tadilat evresinin başladığı yıldan kalmadır. Bu
le döşenmiş olan Kubbealtı'nın muhteşem bezemesi vurgulu bir ifadeyle
anlatılır. Kubbealtı'na bitişik kubbeli daireler geçmişte Adalet Kasrı, Hazi­
Haremin yukarısından bakışla rımlı kubbeler ve beklenmedik ölçüde yük­
ne-i Amire ve Endenın'un yer aldığı yapılardı. Topkapı Sarayı'nın görünüşü, İstanbul sek baca kuleleri kafa karıştırıcı, ama uyum­
Geniş bir kapı olan Babü's-Selam'ın ardında uzanan Üçüncü Avlu'nun Topkapı Sarayı'nın tarihsel yarımadanın Ha­ lu bir kompozisyon oluşturur. Ortadaki bü­
liç, Boğaziçi ve Marmara Denizi'ne hakim bir yük ikiz kubbeler, Sultan ili. Murad Odası'nı
girişinde I. Selim'in yaptırdığı ve dört tarafta revaklarla çevrili Arz Odası yer
noktasındaki benzersiz konumunu yansıtan ve ardındaki Taht Odası'nı örter.
alır. Burada mücevherlerle kaplı bir tahtta oturan padişah, imparatorluğun bir resim. Kurşun kaplı çatılar, yumuşak kıv-
panoda bezemenin simetrisini belirleyen çiçekli bir erik ağacı ve laleler,
karanfiller, düğünçiçekleri ve sümbüllerden oluşan bitki kompozisyonları,
saray bahçelerinde açan çiçeklerin görkemini sarayın iç kısmına taşır. Sul­
tan III. Murad Odası'nın girişi neredeyse tıpatıp aynı çinili panolarla çevri­
lidir. Geçmişi Sinan dönemine kadar inen bu yapı, bingili bir kubbeyle ör­
tülüdür. Kubbeyi bezeyen zarif arabesk süslerin üst madalyonlarında
Kuran'ın İhlas suresi yer alırken, kubbenin yuvarlak kaidesi boyunca Ba­
kara suresinin "taht ayeti"nin işlendiği bir çini şeridi uzanır. Bu önemli ya­
zıtlar buranın sadece bir mahrem daire değil, bir arz odası olarak da kul­
lanıldığı varsayımına yol açmıştır. Bir duvar nişine oturtulmuş olan mermer
çeşme de devlet sırlarının başkalarınca dinlenmesini su şırıltısının gürültü­
süyle önlemeye yönelik olmalıdır. Bitişikteki Taht Odası'nın (Hünkar Sofa­
sı) inşası 17. yüzyıl ortalarında tamamlandı. Bir platform üstünde göz alıcı
bir şekilde duran ve bir ahşap sayvanla örtülü olan taht sedirinin yer aldı­
ğı bu oda, haremin hanımlarını huzura kabul etmek için ve şenlikler vesi­
lesiyle kullanılırdı.
Saraydaki en büyük şenlik sünnet düğünüydü ve bu tören Sultan İbra­
him ( 1640-1648) döneminde yenilenen "Sünnet Odası" adlı ayrı bir köşkte
düzenlenirdi. Yapının ön taraftaki bir revakla perdelenen giriş cephesi, çini­
li duvarlarıyla ünlüdür. Osmanlı çini üretiminin altın çağından kalma çiniler
başka yapılardan sökülerek burada kullanılmıştır. Sık kümeli bulut demetle­
rinin yer aldığı bir dikdörtgen pano ve ortasında çiçekli küçük erik ağaçları­

-�
nın, yanlarında ise çiçekli filizlerin yer aldığı üç bölümlü bir kemer duvarı
-� .- muhteşem bir mavi-beyaz kompozisyonla bir araya getirilmiştir. Bunların bir­
likte yarattığı dengeli kompozisyonda, bulut demeti motifinin kemer üçgen

Aşağıda: Topkapı Sarayı'ndaki Taht Odası, dolgularında tekrarlanması bütün unsurları birleştirir; tırtıklı yaprakları ve
Yukarıda: Topkapı Sarayı'ndaki
Sultan 111. Murad Odası, 1 6. yüzyıl sonları İstanbul, 1 7. yüzyıl ortaları tam açmış şakayık çiçekleri barındıran sık filizlerde, saray nakkaşhanesinden
Haremin kenarında yer alan Sultan 111. Murad Sultan 111. Murad Odası'nın hemen yanındaki çıkmış desenlere dayanan sülünler ve masalımsı Çin yaratıkları görülür. Os­
Odası, kare planlı ve bingili bir kubbeyle örtü­ Taht Odası'nın sağ tarafında, ahşap çinili bir
manlı geleneğine aykırı biçimde geçitler etrafında düzenlenmiş yapılardan
lü bir yapıdır. Kuruluşu Sinan dönemine kadar Kuran yazıtı altında, ahşap sayvanıyla taht se­
iner. Kubbedeki yaldızlı arabesk süsler, cam diri yer alır. Saray çalgıcılarının müzik icra et­ bazılarının, sözgelimi şehzadeler dairesinin çini kaplı dış duvarları vardır.
pencerelerin dışında odayı çepeçevre saran tiği balkonun altındaki platform, haremin ha­ Sünnet Odası eski tahkimatların üstünde düzenlenmiş olan Lale Bahçe­
çini kaplama, çeşme ve duvar nişleri, gösteri­ nımlarına ayrılmıştı. Taht Odası 1 8. yüzyılda
si'nin bir terasını kaplar. Aynı bahçede Altın Sayvan ve iki köşk daha yer alır.
şe dönük bir ihtişamın örnekleridir. rokoko dekoruyla yeniden düzenlendi.
Yine İbrahim'in yaptırdığı ve yaldızlı bakır kaplamalı Altın Sayvan, koruya
ve kütlesel selatin camilerine doğru benzersiz bir manzara sunar. IV. Mu­
rad'ın (1623-1640) Revan (Erivan) ve Bağdat seferlerindeki zaferleri vesile­
siyle inşa edilmiş olan Revan Köşkü'nün ve Bağdat Köşkü'nün, büyüleyici
manzaraya bakarak düşüncelere dalmaya son derece uygun alçak sedirlerle
döşenmiş ve üç ya da dört pencereli cihannümaları vardır. Bağdat Köşkü'nde
duvarlar kubbe kaidesine kadar çinilerle bezenmiştir; yeni çinilerin yanı sıra
eski saraylardan sökülerek yeniden kullanılmış çinilere de rastlanır. A11şap
kapılarda, pencere kepenklerinde ve duvar dolaplarında kakmalı sedef, fil­
dişi ve kaplumbağa kabuğuna dayanan alışılmış örgülü desenler görülür.
Kubbe kırmızı bir zemin üstünde yaldızlı yıldızları içeren ince işlemeli süs­
ler, sahınların yukarısındaki düz tavanlar ise boyalı arabesklerle bezenmiştir.
Çini üretiminin gerilemesiyle birlikte, boyalı ahşap duvar panoları mo­
da haline geldi. Lale tutkusu bütün bir döneme adını vermiş olan III. Ah­
med'in (1703-1730) kaldığı dairede, böyle panolarla kaplanan ve vazolar,
meyve sepetleri içinde düzenlenmiş bitki buketleri biçimindeki muhteşem
bir renkli natürmort tablonun eklenmesiyle yemek salonuna dönüştürülen
bir oda vardı.
Bu tarz iç mekan bezemesi 17. yüzyılda Suriye eyaletindeki şehir evle­
rinde doruğuna ulaşmıştı. Günümüze ulaşmış en eski duvar panosu örnek­
leri 1600/01 ve 1603 tarihlerini taşır ve Halep'teki görkemli bir evin kabul
odasına aittir. Bu evin aile reisi, Hıristiyan olduğuna işaret eden İsa bin But­
rus adlı mühim bir tüccardı. Panoyu yaptırdığı seçkin sanatçılar, kuşların
ve masalımsı yaratıkların eklenmesiyle zenginleştirilmiş bitki resimleri yap·

564 O S MA N L I İ M PARATO RLUGU


Sünnet Odası'ındaki çini bezeme, İstanbul, Topkapı Sarayı,
1 640- 1 648, restore edilmiş hali
Sünnet Odası'nın cephesi kaplanırken eski çini panoları da kulla­
nıldı. Bir ayna görüntüsü olarak düzenlenmiş olan bu üç kanatlı pa­
no, İznik'te çini boyama sanatının ulaştığı yüksek standardı yansı­
tır. Ortada çiçekli erik ağaçları, yanlarda ise kuşlarla ve masalımsı
yaratıklarla canlılık katılmış arabesk süsler yer alır. Çiniler 1 6. yüz­
yıl ortalarından kalmadır. Panonun saray bahçesindeki erik ağaçla­
rından ilham alınarak yapılmış orta kesiminde, ilk kez Süleymani­
ye'nin çini bezemelerinde ve bu camiye konmuş vazolarda
karşımıza çıkan parlak kil kırmızısı görülür.

mada usta oldukları gibi, dönemin kitap tezhibi üslubuna uygun figürlü Halep Odası, 1 600- 1 603, silmelerine kadar uzanan kaliteli resimlerle
sahnelere yer verecek kadar da cüretliydi. Bu sahnelerin çoğu, araya ka­ Berlin, İslam Sanatı Müzesi kaplıdır. Kuşlarla ve masalımsı yaratıklarla
ranfiller, laleler, güller, sümbüller, çançiçekleri ve nilüferler, ayrıca şaka­ Zengin bir Halepli tüccarın konağına 1 7. yüz­ canlılık katılmış arabesk süsler ve ince ayrın­
yıl başlarında yerleştirilmiş boyalı ahşap pa­ tılarla işlenmiş figürlü sahneler dönemin ki­
yıklar ve tırtıklı kıvrık yapraklar serpiştirilmiş arabesk süslerle iç içe geç­ nolar. Bu kabul odasının duvarları, 35 metre­ tap tezhibini ve çini bezemesini yansıtır.
miştir. Ana cumbadaki büyük panoların her ikisinde de iki özel temayı ye varan bir şerit boyunca saçaklık
işleyen belirgin figür tasvirleri yer alır. Kenarların birinde iki taht sahnesi
vardır: Birincisinde, hükümdar kendi düşmanının bir tabak üstündeki ke­
sik başını alır; ikincisinde, şahiniyle beraber bir gezintiye çıkmaya hazırlan­ İsa'nın ellerini dua eder gibi havaya kaldırmış halde havarileriyle birlikte
dığı, muhteşem koşumlu ve eyerli bir atın hazır beklediği görülür. Av ve bir halka içinde göründüğü son akşam yemeği sahnesiyle Yeni Ahit tasvir
şölen motifleri, yönetici sınıfın ayrıcalıklarını ifade eder. Diğer kenardaki edilir. Eski Ahit ise İshak'ı kurban edilişine ilişkin sahneyle tasvir edilir. İb­
resimler ise dinsel temalara yöneliktir. Meryem ve İsa portreleriyle, ayrıca rahim elindeki bıçağı önünde diz çökmüş oğlunun boğazına götürmek
üzereyken, yukarıdan gönderilmiş melek kurban edilecek hayvanla birlik­
te oraya doğru iner.
Cami lambası, İznik, 1 549, yükseklik Kitabı Mukaddes'teki birçok peygamber gibi, İbrahim ve İsa da İslam
38 cm, Londra, British Museum dünyasında saygı görür. Peygamberlere ilişkin hikayeler 1 6 . yüzyılın ikin­
İznik'te Musli adlı bir usta zanaatkarın ci yarısında şehirli üst tabaka arasında geniş bir okur kitlesi buldu ve bu
ürettiği bu cami lambası, Kanuni Sultan
Süleyman'ın Kudüs'te harem-i şerifte yü­ kesim için ilk kez resimli yazmalar hazırlanmaya başladı. Sonunda III. Mu­
rüttüğü restorasyon çalışması sırasında rad İstanbul'daki saray nakkaşhanesine Erzurumlu kör şair Darir'in Siyer-i
Kubbetü's-Sahra'ya bağışlanmıştı. Dinsel Nebi kitabının resimli bir nüshasını çıkarma talimatını verdi. Peygamber
içerikli yazıların yanı sıra, ince arabesk­
Muhammed'in hayatını ve ahfadını anlatan ve 700'den fazla minyatürü içe­
lerle çevrilmiş ve süsleme amaçlı bulut
tomarları da taşır. Bezemenin önceki ren bu altı ciltlik muhteşem eser ancak oğlu ve ardılı III. Mehmed'in salta­
modellere dayanmasına karşın, renklen­ nat döneminin son yıllarında bitirilebildi. Dinsel alanda figür tasvirlerinin
dirme l 540'1arın İznik çömleklerine öz­
o zamana kadar sakıncalı görülmüş olmasından dolayı daha önce kitapta
güdür. İstanbul'a 1 00 km kadar uzaklıkta­
ki İznik'in kaliteli seramikleri bütün hiçbir resimleme çalışması yapılmadığından, minyatür ustalarından yeni
Osmanlı İmparatorluğu'nda rakipsizdi. tipte yüzlerce resim istendi. Bu ustalar yumuşak hatlar, ışık oyunları, eğ­
lenceli bulut kümeleri ve küçük melek figürleri aracılığıyla şenlik coşkusu
izlenimi yaratarak bu görevin üstesinden geldiler. Böyle şenlikli bir ortam­
da peygamber beyaz bir yüz peçesiyle ve alevli bir altın halesiyle ayrı tu­
tularak yüceltilir.

M İ MARİ 565
cami külliyeleri için tezhipli Kuran yazmalarının hazırlanınası vardı. Meh­
B ezeme S anatları med'in oğlu Bayezid daha Amasya sancak beyiyken, Şeyh Hamdullah'ın ya­
nında hat sanatını öğrenınişti. Tahta çıktığında bu saygın hattatı kendisiyle be­
Almut von G/adiB raber İstanbul'a gelmeye ve yeteneklerini gelişen başkentin hizmetine
sunınaya razı etti. Topkapı Sarayı'nın birinci avlusu içinde yer alan saray nak­
kaşhanesi, sadece yerli ustaları değil, kesintisiz ve köklü İran kitap bezeme
İstanbul'un fethiyle birlikte Osmanlılar kendilerini Bizans'ın, geçmişte halife­ sanatları geleneğine dayanan emsalsiz zenginlikte bir tecrübeye sahip çok sa­
lik metropolü Bağdat'a karşı bir denge unsuru olmuş bu kültür merkezinin yıda İranlı sanatçıyı da bünyesine aldı. Bursalı şair Uzun Firdevsi'ye (15. yüz­
varisleri olarak görmeye başladılar. Katı bir din savunucusundan ziyade bir yıl) ait Süleymannamenin II. Bayezid'e ithaf edilen yazma nüshasının baş
Rönesans hükümdarı gibi davranan Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) , mazi­ sayfasındaki minyatürde alışılmamış bir kompozisyon görülür: Yatay olarak
de kalmış ihtişam gösterilerini ve dünya önderlerinin safındaki yeni konumu­ düzenlenıniş yedi resim çevrimi, Kuran'da geçen bu kralın efsanevi saltanat
nu gözeten bir yaklaşım izledi. Avrupa'dan aralarında Venedikli Gentile Bel­ kentini işler. Süleyman'ın kendisi de Topkapı Sarayı'ndaki Orta Kapı'yla aynı
lini ve Costanzo de Ferrara'nın da bulunduğu ressamları ve madalyon üsluptaki bir kulede meleklerle ve kuşlarla çevrilmiş halde dünya hükümda­
ustalarını sarayına çağırdı. İtalyan ustaların portreleri Osmanlı portre resminin rı olarak durur. Evrenin sırları gerçek mimari eserlerle kurulan bağlantı aracı­
gelişimi için gerekli temeli sağladı. Costanzo'nun tunç madalyonu önde ge­ lığıyla bir hakikat gibi açıklanır; bu da Osmanlı ressamlarının temel işlevsel
len saray ressamı Sinan Bey'e padişahın 39 x 27 santimetre ebadında bir port­ mahiyetinin bir göstergesidir.
resini üretme ilhamını verdi. Bireysel psikolojik karakter yaratımının çok ge­ I. Selim'in (1512-1520) Safevi başkenti Tebriz'i ele geçirmesinden sonra,
lişkin bir gerçeklik havasıyla birleştirildiği böylesine bir portre ustalığına bir Osmanlılar başka sanatçıların da İstanbul'a gelmesini sağladı ve burada kla­
daha ulaşılamadı. Elli yaşındaki ressamın padişahı şahsen gözlemleyerek bü­ sik edebi eserlerin büyük ölçekli nüshaları çıkarıldı. Kanuni Sultan Süley­
yük bir hünerle işlediği bu portre başarılı bir hükümdarın iktidar iddiasını tem­ man'ın (1520-1 566) tahta çıktığı sırada, saray nakkaşhanesi imparatorluğun
sil ederken, sonraki Osmanlıların poıtreler genellikle zamandan kopuk bir va­ her yanından kabiliyetli sanatçıların katılımıyla 41 ressamı ve çok sayıda mü­
roluş, saray adabı kurallarına göre sürdürülmüş bir hayat idealini yansıtır. cellidi kapsayan bir kadroya ulaşmıştı. Hala genç sayılabilecek bu dünya gü­
cünün siyasal önemine yaraşır bir kültürel temeli kısa bir sürede yaratına ni­
yetiyle, satın alına ya da el koyma yoluyla geniş kitap stokları edinildi. Bunlar
Kitap bezeme sanatı
arasında son Akkoyunlu ve Timurlu hükümdarlarının şahsi kütüphaneleri,
Fatih Sultan Mehmed ressamların yanı sıra, çok sayıda hattatı da yeni oluştu­ Tebriz'deki Safevi saray kütüphanesinin bazı bölümleri ve Budapeşte'deki
rulan kütüphanelerde Türkçe, Farsça ve Arapça yazmaların nüshalarını Korvinus Külliyatı vardı. Öte yandan, Osmanlı sarayı 16. yüzyıl boyunca Sa­
çoğaltmak üzere çalıştırdı. Bu sanatsal yaratıcılığın merkezinde, yeni kurulan fevi elçilik heyetlerinin armağan olarak getirdiği yüzlerce değerli kitaba da sa-

"
Çaldıran Muharebesi, Şükrü
Bitlisi'nin Selimname'sinden alınma
minyatür, 1 525, İstanbul, Topkapı Sarayı
Müzesi
Kanuni Sultan Süleyman'ın, babası 1. Se­
lim'in ölümünden hemen sonra, saltanat
dönemindeki başarılarını yüceltmek üze­
re hazırlattığı Selimname, resimli padişah
tarihlerinin ilk örneğidir. Selim l 5 l 4'te
İran ordusunu yendikten sonra, Safevi
başkenti Tebriz'i ele geçirmiş ve İstan­
bul'a zengin bir savaş ganimetiyle dön­
müştü. Bu minyatür iki ordunun Çaldı­
ran'da karşı karşıya gelişini gösteriyor.
Zafere ulaşan üstün Osmanlı kuvvetleri
sağda yer alıyor.

Kanuni Sultan Süleyman tahtta


Ahmed Feridun Paşa, 1 569, İstanbul,
Topkapı Sarayı Müzesi
Süleyman'ın son Macar seferiyle ilgili va­
kayinamesinden alınma bu minyatürde,
padişah vasallarından Jan Zapolya'yı or­
dugahında huzura kabul ederken görülü­
yor. Oturduğu muazzam tahtın arkasın­
daki muhteşem çadırın kubbemsi sayvanı
padişahlık statüsünü yansıtıyor. Vakayi­
name Süleyman'ın Zigetvar'daki ölümüy­
le ve ardından Sadrazam Sokollu Meh­
med Paşa'nın kenti fethetmesiyle son
bulur. ;).''

566 O SMANLI İ MP ARAT O R L U G U


Fatih Sultan Mehmed
Sinan Bey, y. 1 480, 39 x 27 cm,
İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi
Saray albümlerinin birinde yer
alan bu Fatih Sultan Mehmed
portresi, Gentile Bellini'nin tanıt­
tığı İtalyan portre sanatının etkisi­
ni yansıtır. Tipik Türk üslubunda
bağdaş kurmuş olarak gösterilen
padişah, bir ordu komutanının
acımasız havasını taşıyor. Sol elin­
deki mendil geleneksel bir hü­
kümdarlık aksesuarıdır. Sağ elinde
tuttuğu gül ise doğaya yakınlığına
işaret ediyor. Fransız botanikçi
Pierre Belon du Mans, İstan­
bul'daki çiçek pazarını da anlattığı
bir kitabında ( 1 546- 1 549), "Kim­
se çiçek taşımaktan Türkler kadar
zevk almaz" diye vurgulamıştı.

B E Z E M E SANATLARI 567
i l . Selim ok atarken Orantısız boyutlar ve enerjik hareketler bir Süleyman'ın Rodos kuşatması aldı. Ön planda atına binmiş halde görünen
Nigari, 1 6. yüzyılın ikinci yarısı, önderlik gücünü iletirken, Kanuni Sultan Sü­ Arifı'nin Sü/eymonnome'sinden, 1 558, padişah, yeniçerilerin koruması altında tah­
İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi leyman'ın yaşayan tek oğlunun irade zayıflığı­ İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi kimatları aşmaya çalışan askerlerine cesaret
Saray ressamı Nigari'nin bu alışılmamış port­ nı ve içki düşkünlüğünü gizliyor. Sultan Süleyman beş aylık kuşatmadan sonra veriyor.
resi, i l . Selim'i ok talimi yaparken gösteriyor. Ocak l 523'te Akdeniz adalarından Rodos'u

hip oldu. Örneğin, 1 576'daki armağanlar 18 Kuran nüshasını, ayrıca 61 Fars­ ve atalarının elde ettiği başarılar yüceltilirdi. Coşkulu olsa bile yalın metnin
ça şiir kitabını ve çok sayıda minyatür albümünü kapsamaktaydı. yeterli bir çarpıcılıkla aktaramadığı zafer sahneleri ve peri masalı tarzında ih­
Saray nakkaşhanesi snf klasik Farsça ve Türkçe eserlerin nüshalarını çı­ tişam gösterileri, minyatürcüler tarafından metnin aydınlatıcı etkisini güçlen­
karmayı görev edinmek yerine, zamanla kendi hükümdarlarına ait şiirlerin, I. diren oldukça gerçekçi tablolar halinde resmedilirdi. Bir hükümdarın hayatın­
Selim ve I. Süleyman'ın divanlarının gösterişli yazmalarını hazırlamaya ve ha­ daki dramatik anları öne çıkaran ve olayları etraflı biçimde işleyen
nedanın şanını göstermeye yönelik tarihsel resimler geliştirmeye de yöneldi. minyatürlerde, ana figürün varlığı tasvir edilen kesitin ötesinde, resmin kali­
Osmanlılar üzerine tarihsel eserler 14. yüzyıldan beri yazılmıştı; padişahların tesi açısından can alıcı önem taşırdı.
başardığı işlere dair resimli anlatımlar ilk kez önde gelen bilginler ve saray Sultan Süleyman 16. yüzyıl oıtalarında Arifi'yi şehnameci olarak atama­
nakkaşhanesi sanatçıları arasındaki işbirliğiyle hazırlandı. Kanuni Sultan Sü­ dan önce, kendi babasının hayatını bir vakayinameyle kayda geçirmişti. Ari­
leyman'a seferlerine eşlik eden tarihçi Matraki Nasuh, 1 537 Irak ve İran sefe­ fi başarısız bir ayaklanına girişiminden sonra, Safevi Şahı Tahmasp'ın kardeşi
ri ile 1543 Macaristan seferi üzerine yazdığı her iki eseri için, şakirt kadrosuy­ Elkas Mirza'yla birlikte Şirvan'dan İstanbul'a kaçmış olan tecrübeli bir katipti.
la birlikte minyatürler yaptı. Bu kitaplarda ordunun geçtiği yerlerdeki kentleri, Padişah Şehııame-i Al-i Osmaııı'nin ilk 30 bin beytinden öylesine etkilendi ki,
köyleri, kaleleri, hisarları ve limanları açıklıkla resmeden minyatürler vardır. bir hattat ve minyatürcü ekibini sırf bu eseri hazırlamakla görevlendirdi. Fi­
Osmanlıların oluşturduğu "şehnameci" makamının görevi, İranlı şair Fir­ gürlü minyatürlerin yer aldığı bu ilk Osmanlı tarihi beş ciltten oluşur. Ciltle­
devsi'nin (y. 935-1005) ünlü Şehııame'sini örnek alarak, dönemin olayları te­ rin en büyüğü olan toplam 617 sayfalı ve 69 minyatürlü Süleymaııııame,
melinde bir saltanat tarfüi yaratmaktı. Bu eserlerde padişaha bir efsanevi kah­ 1 520'den 1 555'e kadar olan dönemin olaylarını aktarır. Süleyman'ın ölümün­
raman olarak değil, ama her türlü eleştiriyi aşmış şanlı bir devlet büyüğü den üç yıl sonra tamamlanmıştır. Sanatçıların saray teşrifatına aşinalığı, cülus
olarak saygı gösterilmesi beklenirdi. Osmanlı ordularının başında kendisinin şenliği sahnelerinde ve sefirleri kabul törenlerinde açıkça görülür. Çift sayfa-

568 O SMANLI İ MP ARATORLU G U


lı muhteşem minyatürlerin gösterdiği gibi, tecrübeleriyle sarayın odalarına da
aşina oldukları bellidir. Arifi'nin Süleyınaıınanıe'si saray, muharebe, kuşatma
ve idam sahneleriyle sonraki bütün tarihsel eserleri için bir rehber işlevini gör­
dü.
Süleyman'ın son yılları Ahmed Feridun Paşa'nın Zigetvar seferini kamı
alan eserinde anlatılır. Kentin alınışını gösteren ve iki sayfayı kaplayan min­
yatürde, figürler titizlikle çizilmiş bir topografya tasviri içinde sunulur. Süley­
man'ın 1 566'da Zigetvar'da ölmesi nedeniyle, bu tarihsel eser II. Selim'in
(1 566-1 574) tahta çıkışıyla ve saltanatının ilk yılıyla son bulur. Kitaptaki 20
minyatürü yapan saray ressamı Osman, eserlerinin belgesel niteliğiyle geniş
bir miras bıraktı ve aynı zamanda oldukça gerçekçi bir tasvir tarzına ulaşma­
ya çalıştı. Çökmüş görünümlü Süleyman ve gençlik dolu Selim arasındaki bir
karşılaştırma bunu açıkça gösterir. Saray ressamı Nigari'nin daha sonraki bir
portresi, ok talimi yaparken görülen taht ardılının taşkın eneıiisini iletir.
II. Selim tarafından 1 569'da atandığı şehnamecilik görevini III. Murad
(1 574-1 595) döneminde de 20 yıl daha sürdüren Lokman'la uzun süreli işbir­
liği sırasında, Osman güçlü bir özgüvenli üslupla ürünler verdiği tarihsel re­
sim alanında daha sonra aşılamayan bir hüner sergiledi. Şehııaıne-i Selim
Haıı'da (1581) ilk kez görülen bir uygulamayla kendisinin yer aldığı bir poıt­
re kullandı. Bu minyatürde onu ressam Ali, yazar Lokman, bilgin Semseddin
Al1med Karabaği ve hattat İlyas Katip'le birlikte görürüz. Arka planda üst üs­
te yığılmış başvuru kitapları, yazı ve resim kalıpları, ayrıca bir kalemlik ve baş­
ka çalışma malzemeleri vardır. Bu insanlar birçok kimsenin gıptayla baktığı
imtiyazlı konumlara sahipti. Ne var ki, yaptıkları işler sarayın sıkı denetimine
tabi olmalarını da getirmekteydi. Lokman bir eserinde, çalışmaya başlamadan
önce edebi kabiliyetlerinin saraya mensup ehli vukuf ve şeyhülislam tarafın­
dan imtihan edildiğini ve çalışmaya katılan hattatların, nakkaşların ve minya­
tür ressamların da kendi sanatlarına ilişkin numuneler sunınaya mecbur tu­
tulduğunu aktarır. Şehııanıe-i Selim Han şanlı kara ve deniz savaşlarını göz
alıcı tasvirlerle yansıtan 43 minyatür içerir.
Lokman'ın il<i ciltlik Şehiıışahııaıne'si hizmetinde olduğu III. Murad'ın
1 574'ten 1 588'e kadar olan dönemini ele alarak, saltanatının parlak anlarını
1 53 minyatürle tasvir eder. Bu kitapta alışılmış taht ve savaş resimlerinin dı­ Loncaların alay geçidinde cambazlar name'dir. Padişahın dört oğlunun l 720'deki
şında, Galatasaray'da faaliyete geçen yeni rasathane gibi atılınllara da çeşitli Vehbi ve Levni'nin SOrname'sinden, 1 720 sünnet töreni vesilesiyle yapılan şenlikleri ko­
İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi nu alır ve başkent ahalisine yönelik 1 5 günlük
göndermeler vardır. Böyle görkemli kitaplar öncelikle Osmanlı sülalesini anıt­
Geç Osmanlı döneminin en önemli el yapımı kitlesel eğlenceyi aktarır.
laştıımaya yönelikti. Padişahlar bu tür şevk uyandırıcı çalışmalara gereken de­ minyatür kitabı, 111. Ahmed için hazırlanan Sur-
ğeri verir ve baştaki hanedan mensubunu ya da atalarını yüceltecek yeni ve­
sileleri her zaman bulurdu. İki ciltlik Hünernanıe adlı tarihsel eserde,
hanedanın kurucusu Osman'dan Kanuni Sultan Süleyman'a kadar bütün Os­ hiçbir model olmadığı için, nakkaş Osman ve başında bulunduğu nakkaşha­
manlı padişahlarının hayatları anlatılır. Minyatürlerin tipik bir özelliği, padişa­ ne ressamları (günümüze ulaşan) 437 minyatür için bütün hayal gücü ve ya­
hı av sırasında ya da maiyetiyle birlikte gösteren yakın planlı sahneler ile or­ ratıcılık becerilerine başvurmak zorunda kaldılar. Bu minyatürlerin odak nok­
du birimlerinin açık seçik bir düzende sıralandığı ve üstün Osmanlı kudretinin tasını hep aynı komıında oturduğunu gördüğümüz padişah değil, ama sayısız
son derece örgütlü asker kitleleriyle sergilendiği panoramik manzaralı savaş sürprizlerle dolu değişken bir gösterinin sunulduğu arenadaki olaylar oluştu­
sahneleri arasındaki tezattır. rur. Meydanı boydan boya geçen şenlik arabalarının çektiği kürsüler üstünde
Son olarak, Sürnaıne'de tek bir olay işlenir: III. Murad'ın daha sonra III. zanaatkar ve esnaf grupları bağlı oldukları loncaları temsil ederken, Osmanlı
Mehmed 0 595-1603) adıyla tahta çıkacak olan oğlu için 1582'de İstanbul'da başkentini yaşanmaya değer kılan mallarının ve hizmetlerinin yüksek standar­
düzenlenen 52 günlük sünnet düğünü. Girişimin ardındaki saik, Bağdat'taki dına büyük bir gururla dikkat çekerler. Dokuma işçileri ağır kumaş toplarıy­
halifelik sarayırıın efsanevi sünnet düğünleriydi. la, camcılar bir cam üfleme ocağıyla, hamam tellakları taşınır kurnaların ba­
Şehzadenin sünnet düğünü anıtların, sarmal kolonların ve iki dikilitaşın şındaki müşterileriyle, kasaplar kesilmiş et parçalarıyla ve fırıncılar ekınek
bulunduğu Atmeydanı'nda, saray kapısına yakın bir kesimde kutlandı. Padi­ pişirilen bir fırınla birlikte arzı endam ederler. Aşevi ve kahvehane işletmeci­
şah, şehzadeler ve yüksek devlet ricali olayları İbrahim Paşa Konağı'nın bir leri spesiyalitelerini nasıl hazırladıklarını ve müşterilere nasıl ikram ettiklerini
terasından seyrederken, davetli konuklar ve onların aşağısında olmak üzere gösterirler. Bahçıvanlar muhteşem renkli çiçek buketleriyle tek sıra halinde
yabancı devletlerin sefirleri biraz ötedeki görkemli bir ahşap tribünde oturdu. geçerler. Bir başka grup hayran bakışlar altında devasa bir sarı laleyi taşır. Al­
Şenlikler din önderlerinin Osmanlı hanedanı için okuduğu dualarla başladı man imparatorluk büyükelçisinin Osmanlı gezilerinden Viyana'ya lale bitki­
ve loncaların üıünlerini ve hizmetlerini sergiledikleri 2lgünlük alay geçidiyle leıiyle ve soğanlarıyla dönmesinden sonra, Avrupa'da lale bahçeleri o sırada
doruğuna ulaştı. Böyle alay gösterilerini tasvir etmek için önceki dönemden tam bir furyayla moda haline gelmişti.

B E Z E M E SANATLARI 569
Mücevherli ayna, Osmanlı, y. 1 600, altın çiçekli dallar ve ebedi hayatın simgesi bir ser­ katıldı. Her hareketli günün sonunda bunları bir havai fişek gösterisi izledi
varakayla ve değerli taşlarla kaplanmış çelik, vi biçiminde düzenlenmiştir. Mine şeritlerine
Minyatürlerdeki figür zenginliğine, simaların ara sıra bazı değişkenlikler gös
İstanbul, Topkapı Sarayı işlenmiş turkuazlar ve ayna sapındaki benzer
T opkapı Sarayı haremindeki hanımlarca kulla­ değerli taş kümeleri, 1 6. yüzyıl sonlarına ve 1 7. termesine ve aşırıya varan itiş kakış havasına rağmen, somıçta ortaya çıkaı
nılan bu ayna değerli malzemelerden yapılmış­ yüzyıl başlarına ait kuyumculuk işlerinin ayırıcı görüntü yeknesaklıktır. Her şeyin iyi yönetilen bir kukla tiyatrosundaki kada
tır. Çelik gövdeyi bir altın varaka kaplar. Ayna özellikleridir. düzgün işlediği bir askeri geçit töreni yapılıyormuş gibi bir izlenim uyanır in
sırtı kısmındaki kakmalı turkuazlar ve yakutlar,
sanda. İtibarlı konukların aşağısında, geniş siperli şapkalarıyla ve atkılı kıs:
pelerinleriyle hemen seçilebilen çok sayıda Avrupalı özellikle otağların önü
ne yerleştirilmiş koltuklarda gösterileri izlerken görülür.

Osmanlı lüks eşyaları


Topkapı Sarayı'ndaki nakkaşhane, kurulduğu 1 5 . yüzyıl sonlarından itibareı
sadece kitap bezeme sanatının merkezi olmakla kalmadı; emsalsiz lüks eşya
lar için coşkulu bir deneysel atölye işlevini de gördü. Osmanlı padişahları en
fes giysileriyle ve pahalı mücevherleriyle, özellikle de sarıklarına taktıkları, de
ğerli taşlar işlenıniş görkemli broşlarıyla dönemin hükümdarları arasınd:
zirveye çıktılar. Bu ezici il1tişam gösterisi karşısında hayranlık dolu bir şaşkın
!ıkla donan diğer hükümdarlar kendilerini madun konumda görmekten kur
tulamazlardı. Seferlerde elde edilen ganimet eşyaları ve komşu devletlerin, ay
rıca padişaha sadık yüksek rütbeli memurların sunduğu nefis armağanlaı
hazine odasındaki muhtevanın ana kısmını oluştururdu. I. Selim'in askerleri
nin 1 5 14'te Tebriz'deki Safevi sarayından yağmaladığı hazine değerinde eşya
lar, saray nakkaşhanesinin ustaları için ilham kaynağı işlevini gördü. Bunla
Sultan III. Ahmed (1703-1730) döıt oğlunun 1720'deki sünnet töreni ve­ arasında resmi törenlerde Süleyman ve ardılları içirı kaynatılmış suyla dolı
silesiyle saray şairi Vehbi'ye bir başka şenlik kitabı hazırlattı. Kitaptaki 137 olarak her zaman hazır tutulan altın maşrapa, üstündeki zümrütlerle, yakut
minyatürü ise saray nakkaşhanesinin yeniden canlanmasını sağlayan ve gös­ !arla ve yeşim plaklarıyla görülmeye değer bir parçadır. Sultan Ahmed Cami
terişli kitlesel eğlenceleri dikkate değer bir gerçekçilikle yansıtan Edirneli res­ si'nin neredeyse 90 santimetre yüksekliğindeki şamdanları, öylesine kalın bi
sam Levni yaptı. Sultan Ahmed Camisi'nin irışa edilmesi nedeniyle, Atmeyda­ mücevher katmanıyla kaplanmıştır ki, yaldızlı bakırdan oluşan mütevazı me
nı kalabalık izleyicilerin sığamayacağı kadar küçülmüştü. Dolayısıyla alay tal gövde zar zor görülür. Bazı Osmanlı porselenleri de mücevher kakmalaı
geçidi Haliç kıyısında padişah ve devlet erkanı için otağlann kurulduğu bir la bezenıniştir. Bunlarda özellikle tekrenkli Çin çömlekler kullanılırdı; çünkı
şenlik alanında başladı ve süslenmiş sokaklardaki bir ilerleyişle, sünnetin ya­ İznik seramikleri çokrenkli boyalarından dolayı başka renk efektleri yaratımı
pılacağı Topkapı Sarayı'na kadar sürdü. Kapanış töreni Sünnet Odası'nın ve ya uygun değildi.
III. Ahmed'e ait yeni kütüphanenin yer aldığı Üçüncü Avlu'da düzenlendi. En seçme malzemelerin bu bileşimi saray atölyesinden çıkan birçok üri.i
Loncalar ürünlerini ve hizmetlerini sergilerken, çalgıcılar, köçekler, ip nün ayırıcı özelliğiydi. Atölye çoğunlukla sıkı denetime tabi itl1alat yoluyl
cambazları, tuluatçılar, sil1irbazlar, soytarılar ve pehlivanlar halka açık şenliğe sağlanan pahalı hammaddelerin büyük bir deposu gibiydi. Eşyalara olabild:

Mücevherli yazı malzemesi kutusu


1 6. yüzyıl sonları, uzunluk 40 cm, İstanbul,
Topkapı Sarayı
Altın varakayla kaplı bu ahşap kutu, zümrüt­
lerle ve yakutlarla gösterişli bir şekilde süslen­
miştir. Bunların bir kısmı altına boyalı kağıt
yerleştirilmiş yarısaydam neceftaşı parçaları
içindedir. Mücevherli gümüş bölmede, mü­
rekkep ve serpme kumu koymaya yarayan
gözler yer alır. Kutunun ana bölmesi ise sert
kamıştan yapılmış kalemler içindir. Kuyumcu­
nun üslubu bu lüks eşyanın 1 6. yüzyıl sonların­
dan kaldığını gösterir.

570 O SMANLI İ MPARAT O R L U G U


ğince parlak görünmelerini sağlayacak şekiller vermek amacıyla birçok öz­
gün sanat hilesine başvurulurdu. Örneğin, kitap kapaklarındaki kaplumbağa
kabuğu parçalarının altına ışıltılı metal varaka veya altın kapların neceftaşı
kaplamalarının altına özenle boyanmış kağıt yerleştirilirdi. Sarık ve kemer mü­
cevherlerinde, aynalarda ve silahlarda turkuazlı zengin süslemeler ilginçtir.
Çelik ağzı boyunca uzanan ithaf yazısından Kanuni Sultan Süleyman'a ait ol­
duğu anlaşılan kılıcın yaldızlı bulut ilmekleri taşıyan bir fildişi kabzası vardır.
Ağız kısmında ışıltılı yakut gözleri olan zümıi.idüanka ve ejderha figürleri yer
alır; bunlar Türklerin anayurdu Orta Asya'ya özgü arma sembolleridir. Ağzın
sırtındaki imzadan anlaşıldığına göre, kılıcı bir Tekke Türkınen ustası yapmış­
tı. Türkmen zanaatkarların saray atölyesinin şöhretine katkısı, Balkanlar'dan
gelme zanaatkarlarınkine eşdeğerdi.
Osmanlı ipek dokumacılığı başlangıçta eski başkent Bursa'da yoğunlaş­
mıştı. Bursa'nın dokuma atölyeleri 16. yüzyıl sonlarına kadar sadece İran'dan
gelme hammaddeleri kullandi. İlk ipekli kumaşlarda gül bezek zincirlerine
dayalı dingin kompozisyonlar görülür; bu gül bezekler Bizans sarayının ko­
yu kırınızısını hatırlatan renkte bir zemin üstündeki sırına ve sim nakışlarla
vurgulanır. Kaplan şeritlerinden ve üç leopar başından oluşan Cintamani mo­
tifi, uzak geçmişin hayvan postları içinde hayal edilen efsanevi hakanlarının
ve kahramanlarının anısına bir iktidar sembolü olarak kullanılırdı. Topkapı
Sarayı'nda bulunan ve Fatih Sultan Mehmed'e ait olduğu sanılan bir kadife
kaftanda Cintamani deseninin yaldızlı bir zemin üstüne işlenıniş koyu kırını­
zı versiyonları vardır. II. Bayezid döneminde kalan ve yine Topkapı Sara­
yı'nda tutulan anıtsal bir ceviz taht peykesi, oturma yerinde kaplan şeritleri ve
arkalık kısmında özenle düzenlenıniş sedef noktalar taşır; bunlar fildişi bulut
oluşumlarıyla birlikte açıkça Doğu geleneğini yansıtır.
İstanbul'da 16. yüzyılda gelişen ipek dokumacılığının lüks kumaş için
tercih ettiği desen, içine madalyon zincirlerinin yerleştirildiği düzgün uç­
lu bir oval ağ örgüsüdür. Laleler ve karanfiller ya da bütünsel çiçek bu­
ketleri bir dolgu motifi işlevini görür. Kıvrık palmiye yaprağı çelenkleri ya
da çiçekli dalların ve meyvelerin yer aldığı tek ters dönüşlü ya da paralel
tırmanışlı filiz demetleri desene hareketlilik katar. Dokumaların genişliği
genellikle 68 santimetredir; desen tekrarı uzunluğun gerektirdiği kadar
uzatılabilir. I. Süleyman'ın oğulları Mustafa ve Bayezid (ölüm tarihleri sı­
rasıyla 1 553 ve 1 561) için yapılmış zarif ipek brokarlarda, desen tekrarı
kaftanlar için gerekli olan 1 ,26 ya da 1 ,47 metrelik toplam uzunluğu aşar.
Son derece zengin renk paleti, kompozisyon bolluğuyla uyuşur. Böyle
muhteşem desenleri üretmenin büyük bir masraf getirmesi nedeniyle, şeh­
zade kaftanları hala benzersiz parçalardır. Topkapı Sarayı Müzesi'nde sak­
lanan sayısız Osmanlı giysilerinin bir bölümü Hazine-i Hassa'dan, bir bö­
lümü de padişah ailesinin türbelerinden alınmıştır. Bazı tek renkli
kumaşlar dışında, sıklıkla iki ya da üç renkli kumaşların kullanıldığı görü­
lür; böylece parlak kırmızı, titrek ışıklı sarı ve yeşilin çekici renk tonları
ortaya çıkar.
Kaftan düz kesimli, bazen bol dökümlü ve genellikle yeri süpüren uzun­
lukta bir cüppedir. Ön kısımları gevşekçe üst üste getirilebileceği gibi, göğüs
boyunca uzanan düğmelerle ve süsleme örgülü ilmeklerle birbirine tutturula­
bilir. Pamuk ya da ipek astarlıdır; kıvrım kenarlarına ipek ya da kürk geçiri­
lir. Padişah ve yüksek devlet görevlileri çoğu zaman üst üste üç kaftan giyer­
di: Uzun kollu bir kaftan, kısa kollu bir kaftan ve eğreti uzun kollu bir kaftan.
Tıpkı çok katlı giyim gibi, eğreti kollar da lüks yaşam tarzının sembolü sayı­ Madalyonlu Uşak halısı, Osmanlı, 1 573, arabesk desenleriyle de dikkat çeker. Yapı­
670 x 350 cm, Türk ve İslam Eserleri sal şema bir orta madalyona ve her iki kenar­
lırdı. Osmanlı şehzadelerinin tılsımlı gömlekleri bazı istisnai özellikler taşır. Bu Müzesi da köşelerden başlayan yarım madalyonlara
nakışlı gömleklerde Kuran ayetleri, dualar, gizemli sayı kareleri ve büyü sem­ Bu madalyonlu Uşak halısı Piyale Paşa Cami­ dayanır. Dalgalı ve testere dişli konturlar
bolleri yer alır. si'ne ( 1 573) aittir. Batı Anadolu' da 1 5. yüzyıl özenli iç desen kadar tipiktir.
sonlarından itibaren İstanbul saray nakkaş­
Hem giysilerin hem de bezeme malzemelerinin miktarı İstanbul ve Bur­
hanesinden çıkma desenlere göre yapılan ha­
sa'da çok sayıda tecrübeli dokumacının varlığına işaret eder. Devletin kalite lılar sadece büyük boyutlarıyla değil, zarif

B E Z E M E SANATLARI 571
yaprak ana süsleme unsuru işlevini görürken, dış kenar boyunca yapraklar
ve bitki dalları uzanır.
Uşak halılarının başlıca rakibi, yatay ve dikey olarak eklemlenmiş sekiz­
gen desenlere sahip halılardı. Sekizgenlerin sınır çizgilerinde tipik iç içe ör­
güler görülür ve ana kenarlarda Küfi yazısını çağrıştıran bir bezemeyle dola­
şık motif tekrarlanır. Geometrik stilleştinne yönündeki bu eğilim bazen
forınların tamamen ortadan kalkması noktasına kadar varabilir; öyle ki bütün
yüzey iyi düzenlenıniş bir arabesk süsü görüntüsüne bürünür. Bu halı türle­
ri, tablolarında desenlerini ve canlılıklarını titizlikle yansıtan örneklere yer ver­
dikleri için, Batılı ressamlar Hans Holbein ve Lorenzo Lotto'nun soyadlarıyla
anılır. İtalya 1 5 . yüzyıldan itibaren halı satışı için karlı bir pazar haline gelmiş­
ti. Bu muhteşem halıların alıcıları arasında soylular ve hatta kiliseler de vardı.
Roma'daki San Pietro Bazilikası'nın 1489 tarfüli bir hazine envanterinde dört
tane Osmanlı halısı da sayılır.
I . Selim'in Kahire'yi fethetmesinden soma, Osmanlılar Memlük halı ya­
pımcılarının teknik yetkinliğinden yararlanmaya başladı. Memlük halıları da­
ha ince yünler kullanılarak daha sık bir dokuyla örülebildiği için, zarif çalkan­
tılı motifleri yaratmak daha kolaydı. İstanbul saray nakkaşhanesinden çizilen
desenler kıvrık tırtıklı yapraklara, palmiye hasırlarına, gül bezek menevişleri­
ne, karanfillere, sivri uçlu lalelere ve sümbüllere dayanan bitki düzenlemele­
ri için gerekli temeli sağlardı. Bitkilerin beyaz kısımları için parlak Mısır yü­
nünün yanı sıra pamuk, taban dokusu için de ipek kullanmak mümkündü.
III. Murad 1 585'te Kahire'den 11 usta halı yapımcısını büyük miktarda Mısır
yünüyle birlikte İstanbul'a getirttiğinde, herhalde başkentteki halı sanayisini
genişletmeyi tasarlamış olmalıydı. Zira mevcut 16 usta zanaatkar, sarayın si­
parişlerini yetiştirmekte çok zorluk çekmekteydi. II. Selim'in türbesinde bulu­
nan bir parçayı kapsayan çeşitli örneklerden anlaşıldığı üzere, tipik Mısır viş­
ne kırmızısı ve yeşil renklerdeki küçük seccadeler aslında İstanbul'da imal
edilen ürünlerdi.
Seccadenin temel unsuru, tıpkı cami mfürabı gibi kıble yönünü işaret
eden niş motifidir. Tek seccadelerin yanı sıra, camilerdeki toplu namazlar
için yatay ve dikey niş sıralarının yer aldığı uzun namaz halıları da üretilirdi.
İstanbul'daki Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bunların örnekleri vardır. Ge­
Kaftan, Osmanlı, 1 6. yüzyıl sonları, ipek, şim noktalarında çiçeklerle doldurulmuş ma­ rek İstanbul, gerekse Edirne camilerinden alınmış olan bu namaz halıları, ca­
İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi dalyonlar yer alır; bunların içinde laleler ve milerin kuruluşunda bağışlanmış mefruşat arasındaydı. Bazılarının parçalan­
Boyun kısmı kürkle kaplı bu ipek kaftanın de­ nar çiçekleri çıkar. Saray ressamı Nigari'nin mış halleriyle bile 8 metre uzunluğa ulaşması, bir zamanlar ne kadar çarpıcı
senini, 1 6. yüzyılda revaçta olan düzgün uçlu yaptığı portrede, il. Selim'in de üstünde ben­
ağ örgüsü belirler. Tırmanan filizlerin kesi- zer desenli bir kaftan vardır. olduklarına dair bir fikir verir.
Şenlikler ve askeri seferler için otağlar sağlayan çadır yapımcılarıyla işbir­
liği, dokumacılık sanatı açısından belirli bir hüner sınaması sayılırdı. Arifi'nin
denetimi nispeten yüksek bir standardı sağlardı; aksaklıklar çıktığında devle­ Süleyınannaıne'sinde daire ve dikdöıtgen tabanlı çadırların resimleri vardır.
tin bütün işyerlerini kapatması mümkündü. Nitekim, 1 564'te bir sırma ve sim Muhteşem sayvanları olan bu çadırların çoğu kez metal çubuklarla ve çiçek­
sahtekarlığı üzerine, sarayın talimatıyla İstanbul'daki brokar dokumacılarının li bezlerden oluşmuş duvarlarla süslenmesi, bir bahçe kameriyesi etkisi yara­
yarısından fazlası işlerini durdurmak zorunda kalmıştı. tır. Sultan Süleyman'ın son Macar seferi üzerine Ahmed Feridun Paşa'nın yaz­
II. Mehmed ve II. Bayezid döneminde başlayan imar atılımının camileri dığı vakayinamenin bir minyatüründe, padişahın 1 566'da öldüğü, Drava
ve konutları döşemek için gerekli ürünlere dönük bir talep aıtışını tetiklediği Irmağı kıyısındaki Zigetvar kentinin kale kapıları önünde bir beyaz çadır de­
sırada, Batı Anadolu'da faaliyet gösteren çok sayıda halı atölyesi zaten vardı. nizi görülür. Sayıca yüzlere varan kümeler halindeki bu çadırlar, ırmak kıyı­
Sarayın yaptırdığı ilk halılar büyük forınatlı, madalyonlu ve yıldızlı Uşak halı­ sına dikilmiş olan muazzam padişah otağının, ayrıca sadrazam ve diğer ordu
larıydı; berrak mavi ve kırmızı renk tonlarıyla ender rastlanan bir ifade gücü komutanlarıyla toplantıların yapıldığı bir dizi büyük çadırın çevresindedir. 17.
taşırdı. Madalyonlu Uşak halılarının uzunluğu 10 metreye kadar varır. Bunla­ yüzyıldan kalma bazı komutan çadırları 9 metre gibi çarpıcı bir uzunluğa ula­
rın üretimi kusursuz bir çalışma düzenine, çok sayıda usta zanaatkara, büyük şır; 4 metre olan dam yükseklikleri kimi zaman bir koruyucu dokuma çatıy­
tezgahlara ve farklı renkte yünleri içeren hatırı sayılır bir stoka sahip atölye­ la uzatılmıştır. Ahşap iskelet, saten ve yaldızlı deri parçalarının bolca serpişti­
leri gerektirirdi. Böyle bir mali yatırıma girişebilecek tek güç olan saray, kitap rildiği bir dokuma örtüsü taşır; çiçeklerle bezenmiş kemerli geçitler kameriye
bezme sanatından ilhamla yapılmış çarpıcı zarif desenler için grafik tasarım min1arisini andırır. Osmanlı çadırları güzelliklerinden, iyi tasarlanmış yapıla­
olanaklarını da sağlardı. Uşak halılarının temel deseni dalgalı kenarlı bir orta rından ve pratik kullanım düzenlerinden dolayı Avnıpa'da büyük hayranlık
madalyondan ve köşelerdeki testere dişli çeyrek madalyonlardan oluşur; bü­ uyandırmıştı. Bunun bir sonucu olarak, Osmanlılarla savaşlar sırasında ele ge­
yük boyutlu halılarda aynı desen tekrar şemasıyla genişletilir. Çatallı dört taç- çirilmiş diğer eşyalarla birlikte özenle korunan çadır örnekleri, günümüzde

572 O S MANLI İ MP A RATORLUGU


Üstte: Kanuni Sultan Süleyman'ın Yukarıda: Kılıç, Osmanlı, 1 7. yüzyıl,
kılıcı, Osmanlı, 1 6. yüzyıl, uzunluk 66 İstanbul, Topkapı Sarayı
cm, İstanbul, Topkapı Sarayı Kabzasının altın varakayla kaplı, elmas ve
Kılıç ağzının yaldızlı kabartma süslerinde yakut kakmalı olması, bu kılıcın bir tö­
altın kakmalı yazının yanı sıra, zümrüdü­ rensel parça olduğunu gösterir. Osman­
anka ile ejderha arasındaki boğuşmanın lı kılıçlarının genellikle gümüş varakayla
tasviri görülür. Gözlere yerleştirilmiş ya da keler derisiyle kaplanan kabzaların­
olan yakutlar, bu iktidar sembollerinin da ve kınlarında nadiren mücevher kak­
azametini daha da güçlendirir. malar yer alırdı.

Muhteşem çadır, Osmanlı, 1 7. yüzyılın reçlerinden biridir. İki duvar parçası ve bir Kalkan Gümüş telle kenara örülmüş Allah'a niyaz
ikinci yarısı, ipek, dam yüksekliği 5, I m, dam çatıdan oluşur. Çadır bezi ve bir iç astarla kamış, Karlsruhe, Baden Eyalet Müzesi yazılarının yanı sıra, selviler, çiçekli ağaçlar
uzunluğu 4 m, Viyana, Sanat Tarihi Müzesi takviye edilmiş olan şarap kırmızısı rengin­ Bu kalkan demir topuzla kaplı bir ahşap ve çeşitli renklerdeki ipek bezeme üçgenleri
Bu muhteşem çadır l 683'te Viyana yakının­ deki ipekli dokumada altın, gümüş, yeşil ve merkezin etrafına 45 eşmerkezli sarmal ha­ görülür.
daki muharebelerde ele geçirilen savaş ge- açık kırmızı zengin arabeskler yer alır. linde dolanmış kamış hasırlarından oluşur.

Budapeşte, Viyana, Münih, Karlsruhe, Dresden ve Krakow müzelerinde san­ savaşçını koruması beklenen Allah'ın adıyla süslemek için ipek ya da gümüş
caklarla, at koşumlarıyla ve silahlarla birlikte muhteşem ve teknik bakımdan teller kullanılmıştır.
kusursuz Osmanlı cephe donanımının bir dökümünü sunar. Kanuni Sultan Süleyman'ın sarayında askeri birliklerin bir geçit törenini
Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın Eylül 1683'te Viyana önünde uğradığı ye­ hararetli bir anlatımla aktaran İmparator I. Ferdinand'ın elçisi Busbeck gibi
nilgiden sonra, Osmanlılar muazzam miktarda savaş araç gerecini geride bı­ döneme tanık olan kişiler, Osmanlı toplumunun temel bir özelliği olarak gör­
rakmıştı. Bunlar arasında pahalı malzemeleriyle ve seçkin işçilikleriyle hay­ dükleri düzenli ihtişam gösterisi karşısında büyülenmişlerdi.
ranlık uyandıran sayısız parçalar vardır. Kadim bir savaş silahından bir statü
sembolüne dönüşmüş olan gürzlerin gümüş topuzları filizlerle bezenmiştir.
Mızrakların yaldızlı gümüşten sapları turkuaz kakmalıdır. Türklerin uzak As­
ya geçmişinden beri son derece ürkütücü olan ok ve yayları boyalıdır; üstle­
rinde değerli metallerden yapılmış bezeme amaçlı halkalar yer alır. Bazıları
kadifeyle kaplı olan deri sadaklar sim nakışlıdır veya küçük gümüş levhalar­
la kaplıdır. Palaların ve hançerlerin ağızları Şam çeliğinden yapılmıştır; fildişi,
boynuz ya da ahşap kabzalarına değerli taşlar ya da metaller işlenmiştir. Kal­
kanlar çoğu kez üstüne bir demir topuz çakılmış olan ortadaki bir ahşap dis­
kin etrafına eşmerkezli sarmallar halinde sarılmış kamış ve söğüt hasırların­
dan oluşur. Örgülü kısımları renkli yaprak ya da duman motifleriyle veya cihat

B E Z E M E SANATLARI 573
.

Islam Hat S anatı


Elke Niewöhner

Hattın İslam sanatında çok özel bir yeri vard ır; sarih konturları olan köşeli bir yazı stilidir ve kü­
çünkü Kuran vahyine iki açıdan sıkı sıkıya bağlıdır. çük formatta bile anıtsal görünür; çarpıcı simetri­
Birincisi, Ku ran su retine bürünmüş Allah'ın kela­ siyle İslam'ın klasik dönemde kutsal kitabını yaydı­
mı, Peygamber Muhammed'e asl ında sözlü olarak ğı sıradaki özgüveni ifade eder.
iletilen, ama daha sonra sahabelerince yazıya dö­ l rak'ın Küfe kentinden gelen adına rağmen,
kü len ve yazıl ı olarak dağıtılan i lahi vahyin benzer­ KOfı' batıda İspanya' dan doğuda İ ran'ın ötesine ka­
siz delilini temsil eder. İ kincisi, bizzat Kuran bu dar uzanan bütün İslam dünyasına yayı larak, ev­
vahyi Al lah katında "lekesiz kağıt tabakaları" üs­ rensel bir uygarlığa yaraşı r evrensel bir yazı haline
tünde korunan, "güzel", "emsalsiz" ve "zarif oran­ geldi. Özel olarak ku rulmuş hat nakkaşhanelerin­
tı lı yazı" olarak tarif eder. de, Kuran nüshaları parşömen üstüne dikdörtgen
Bu sözler günümüze kadar bütün Kuran n üs­ fo rmatla yazı lırdı; ayrıca tasarlanan yazıtlar daha
Bir Küfi Kuran yazmasına ait sayfa, Irak ya da Suriye,
hası yazıcı larına sanatlarında ilahi kelamın semavi sonra binalar için taşa kazınır veya süs u nsuru ola­
9. ya da 1 O. yüzyıl, mürekkepli ve yaldız tezhipli parşömen,
güzelliğini rehber almalarını sağlayan bir ilham kay­ Berlin, İslam Sanatı Müzesi rak örgüyle ya da nakışla malzemelere işlenirdi.
nağı olmuş ve hat sanatın ı icra etmeleri için bir KOfı' 1 2. yüzyıla kadar Kuran yazısı olma özel­
şevk sağlamıştır. Bu şevki Batı dü nyasında dinsel ve Küfi yazıtlı meı;ar taşı, Mısır, 872, kireçtaşı, Berlin, l iğini korudu. Ancak, İslam'ın Arapça d ışında di lle­
dindışı resmin yanı sıra heykel ve müziği doğuran İslam Sanatı Müzesi rin konuşulduğu ülkelere ve bölgelere yayıl masıy­
güçlerle karşılaştırmak mümkündür. la ve (en başta Farsça ve Osman lıca ol mak üzere)
Daha önceleri her ne kadar sanatsal ifadenin bu yerel dillerin Arapça yazıyı benimsemesiyle bir­
bütün boyutlarını ve tarzların ı yansıtan Arapça hat likte, yeni talepler ortaya çıktı ve yeni etkiler dev­
örnekleri bulunsa da, bunların en önemlileri 8. reye girdi.
yüzyıldan itibaren basit bir tüy kalemle kağıt üstü­ Ticaret ve idare, kültür ve bilim, özel yazışma
ne yazılmış eserlerdir. Hattat yere oturur, yapra­ alanlarında günlük kullanıma dönük daha yuvarlak
ğı bir dizine dayayarak tutar ve tüy kalem üzerin­ bir yazı biçimi baştan beri vardı. Vezir İbn Muk­
de tam bir bedensel ve düşünsel hakimiyeti la'nın (ö. 939) 1 0. yüzyıl başlarında Bağdat'ta ku­
gerekti ren sıkı, emin vuruşlarla metni yazard ı. Bu rallara bağladığı "altı stil"in bu yuvarlak yazıdan tü­
sanatta ustalık seviyesine varmak için yıl larca alış­ reti ldiği san ılmaktadır. O zamandan beri bütün
tırma yapmak gereki rdi. Bu şeki lde yaratılan hat İslam hattatları için bir rehber işlevini gören ve
sanatı şaheserleri her yerde hayranlık uyandı rır, çok farklı istikametlerde daha da gelişti rilen bu ya­
derlenerek korunur, son derece değerli sayılır ve zı stil leri Neshi, M uhakkak, Reyhani, Tevki, Rika ve
koleksiyoncu larca yüksek fiyatlardan satın al ınırdı. Sül üs'tür. İbn Mu kla tekil harflerin birbirleriyle iliş­
İlk başta, Kuran'ın neşri sarih bir resmi yazıya kisi nin tüy kalemle eklenmiş noktalardan kesti rile­
dayalıydı. Mekke ve Medine' de 7. yüzyılın ilk yarı­ bileceği bir sistem geliştirdi. Böylece her yazı sti li
sında ku llanı lan Arapça alfabe, bütün Sami yazıları içinde orantılara ilişkin açık seçik bir tanım belir­
gibi, ünsüz bir yazıdır ve 28 ses birimi vard ır. Sağ­ lendi.
dan sola yazılması, büt_ü n harflerin sağdan birleşti­ Arapça yazı basit temel şeki llere dayanır, ama
rilmesine olanak verir. Ne var ki, bazı ses birimle­ orantıları bakımından düzensizdir; çü nkü uzun, in­
ri sola bitiştirilemediği için, kelimeler içinde ce ve dikey hatların yanında küçük yuvarlak şekil­
boşluklar kalabilir. Ses birimlerinin üçü yarı ünlü, ler yer al ır ve yuvarlak kıvrımlar aşağıya doğru
yani yazıda uzun ünlü işlevini de gören ünsüzler­ uzanı r. Bir satı rın bir hayli boşl uk barındıran üst
dir; örneğin "vav" aynı zamanda uzun bir "u"dur. kısmı ile çok sayıda küçük şeki lleri barındıran alt
Kısa ünlü leri bağlamdan çıkarsamak gerekmiş, ama kısmı arasında her zaman bir dengesizlik görü lür.
çok geçmeden ortaya çıkan zorunluluktan dolayı, Hattatların her seferinde bir denge yaratmaya ça­
bu nları yardı mcı işaretler aracılığıyla gösterme yo­ l ıştığı husus işte buydu.
luna gidi lmiştir. Aynı şey "sin" ve "şın" ya da "be" Örneğin, harflerin üst uçları nı genişleterel<
ve "te" gibi temelde benzer biçimli harfleri ayırt yaprak şekline çevi rdiler veya alt uçları nı zarif kıv­
etmek için başvurulan bir ila üç noktalı sistem için rımlar halinde yukarıya çekerek, bitki şeklinde
de geçerlidir. açılımlar yapmalarını (çicek) sağladı lar.
Bu erken dönemde, yani daha 7. yüzyılda bir Bir alternatif olarak, bizzat harflerin dönmele­
Kuran yazısı olarak ortaya çı kan Küfı' son derece rine, kıvrılmalarına ve birbirlerine sarıl maları na

574 İ S LAM H AT SANATI


kuşkusuz, yazıyı daha iyi tutması ve daha muteber
olması nedeniyle, Kuran nüshalarını parşömene
yazma eğilimi sürdü; aynı şey belgeler için de ge­
çerliydi. Ama kağıdın ku llanılmasıyla birlikte, gün­
lük ticari kayıtların ve özellikle edebi eserlerin ya­ ��·,.,rı
�t4,�L------=����
zımı, baskıda hareketli hurufat icadının başlattığına
benzer bir atılım sağladı .
Kuran parşömene yazıldığı sü rece, Kufi konu­
mu korudu; ama 1 2. yüzyı la doğru kağıt genel ka­
bul görünce, Ku ran yazısı olarak Kufi' den vazgeçil­
di. Onun yerine, Kuran n üshalarında İbn Mukla'nın
Küfi yazılı bir altın sikkenin ön ve arka yüzleri
G ranada, 1 1 25, Berlin, İslam Sanatı Müzesi
kurallara bağladığı stillerden üçü kullanıl maya baş­
ladı: Neshi, Mu hakkak ve Reyhani. Diğer üç stile
ise resmi makamlarda, idarede ve mektuplarda
başvu ru ldu. ..

olanak verdiler. Böylece "çiçekli" ya da "bezen­ Günümüze u laşan en eski Neshi stilinde kağıt
miş" Kufi ortaya çıktı. Hatta harflerin uçları insan Kuran nüshası Bağdat'ta 1 00 l 'de İbnü'l-Bevvab ta­
ya da hayvan başlarını andıracak biçimde genişle­ rafı ndan yazılmıştı. İbn M ukla'nın bir öğrencisi ve
tildi. Ku ran nüshaları nda hiç görülmeyen bu yazı döneminin en ünlü hattatı olan bu kişi, bir hat sa­ -�
sti line sadece binaların yazıtlarında ve kaplarda, natı kuramcısı olarak İbn Mukla'dan sonra ikinci sı­
özellikle metal kaplarda rastlanı r. rada gelir. Onun çalışmaları nı 1 3. yüzyılda yetki n­
Yazının her yerde, özellikle bezeme amacıyla leştiren Yakut-ı M ustasımi'yi (ö. 1 298) hem İ ranlı
yapılarda ku llanılabilen bir sanat biçimine kısa sü­ hem de Osmanl ı hattatları örnek aldı. Onlar da hat
rede dönüşmesinin sebebi, figür tasvirinin hala çe­ sanatı nın "altı stilin" ötesindeki gelişimine temel
kincelerle karşılanmasıydı. Kufi stili içinde "yatık katkı larda bulundu.
Fars" yazısı ile İspanya ve Kuzeybatı Afrika'da da­ İ ran'da, Farsça metinler için tercihen kullanı­
Besmelenin altı farklı stildeki yazılışı (yukarıdan
ha sonraları "Magribi" stiline kaynakl ık eden yazı lan karakteristik bir stil olarak Nestalik'in gelişimi aşağıya): Rika, Neshi, Nestalik, Sülüs, M uhakkak, Kare Küfı
gibi yerel üsluplar belirdi. öne çıktı. İslam'la birlikte Arapça alfabeyi benim­
İslam dünyasına 8. yüzyılda Orta Asya aracı lı­ semiş olan İ ranlı lar, kendi dillerine uyan ve bugü n run çözebileceği büzülmelerle ve abartılı kıvrım­
ğıyla Çin'den u laşan kağıdın devreye girmesi, hat hala ku llanılan bir yazı stilini buldu lar. 1 7. yüzyıl' da larla ayırt edilen bir yazı stilidir.
sanatının gel işiminde son derece önemliydi. Hiç Nestalik'ten gelişti rilen Şikeste, ancak alışkın oku- Osmanlı İmparatorluğu da Şeyh Hamdullah sa­
rih okunurluğu sağlamaya yönelik bir çabayla, Ya­
kut-ı Mustasımi'nin stilize hale getirdiği Neshi yazı­
sını daha da berrak hale getirdi. Yaklaşık 200 yıl
sonra Hafız Osman başka basitleştirmelerle bu ni­
teliği güçlendirdi. Türkiye'deki modern hattatların
çoğu bu geleneği izler. Osmanlı hattatları Divani sti­
liyle birlikte; bütün resmi belgelerde ku llanılacak
birkaç hat sanatı varyasyonu daha geliştirdiler. Di­
vani'nin okunması neredeyse Şikeste kadar güçtür;
ama belgelere diğer bütün yazılardan ayırt edilme­
lerini sağlayan özel bir biçim verir. Bu varyasyonla­
rın kökeninde tuğra, yani Osmanlı hattatlarının en
çarpıcı buluşlarından biri yatar; tuğra, yani son de­
rece özenli ve süslü biçimde yazı lmış padişah adı ve
mührü.
Eğitim gören her hattatın "altı stil"de gerçek­
ten ustalaşma yönünde en azından çaba gösterme­
si olağandı. Bu da sadece kuramsal temelini öğren­
meyi değil, öncelikle yazıyla dolduru lacak yüzeyin
orantılarına ilişkin göz kararını alıştırmayla edinip
geliştirmeyi gerekti rirdi. Kufi stiliyle parşömene

Ahmed Yesevi Türbesi cephesinden detay


Türkistan (bugün Kazakistan), 1 39 1 - 1 399, Küfı yazıtlı tuğla
mozaik

İ S LAM HAT SANATI 575


kullanıma dönük nesnelerde yazıl ı süslemeye baş­
vu rman ın en çarpıcı örnekleri arasındadır. Mima­
rideki sayısız yazıtların da titizlikle planlanması ge­
rekirdi; Tü rkiye ve İ ran' da ünlü hattatlarca çizilmiş
yazıtlara çoğu kez imza atı lırdı.
Hat sırf kuralları ezberlemekle öğrenilemeye­
cek bir sanattır; gerçek ustalığa u laşmak için, özel
bir istidat gerekti rir. Günümüz sanatçıları bağlı ol­
dukları geleneğin bir parçası olarak Arapça yazının
işlendiği her durumda bu ustalığı kapmak için sıkı
uğraş verirler.

Nestalik stilde bir İran hat sanatı eseri, imza il. Selim'in padişahlık tuğrası ve 30 Aralık 8 Ocak
-

Ahmed el-Hüseyni, y. 1 575, Berlin, İslam Sanatı Müzesi 1 569 tarihli ferman, İstanbul, Türk ve İslam Eserleri
Müzesi

yazılmış Kuran nüshalarında, satırlar yatay bir yü­ nüştürülürdü. Hindistan ve İ ran'da Nestalik stiliy­
zey üstünde kelimelere göre değil, harf kümeleri­ le çoğu kez sayfa boyunca çapraz yazılan Farsça şi­
ne göre düzen lenirdi ve bu durum akıcı okumayı irler rağbet görürken, Osmanl ı İmparatorl uğu'nda
güçleştirirdi. Kuran nüshalarının kağıda yazılması dikdörtgen sayfalara farklı boyutlardaki stil lerle
beraberinde dikey boyutu getirdi ve artık her· satı­ yazılmış kısa di nsel metinler tercih edi lirdi. Semer­
rı eksiksiz bir kelimeyle bitecek şekilde yazma ge­ kand'da bulunmuş 1 O. yüzyıl seramikleri, gü nlük
reği doğdu. Kenarları tutturmak için kelimeleri
haddinden fazla sıkışık veya yayvan yazmak caiz de­
ğildi. Bu nedenle, estetik bakımdan dengeli ol ması
için her satırı dikkatlice plan lamak gerekirdi; aşağı­
ya sarkan kıvrımların hemen alttaki satıra ait nok­
talama işaretleriyle çatışmaması için, satırların bir­
birleriyle ilişkisi de göz önünde tutulmalıydı. Son
olarak, dengesizlikten kaçı nmak açısından, planla­
ma sü recinde karşılıklı sayfaları birlikte ele alma
gereği vardı.
Bu mülahazalar kitaplar için olduğu kadar, sa­
dece birkaç satırdan, çoğu kez tek bir cümleden ve
hatta tek bir kelimeden oluşan hat kompozisyon­
ları için de geçerliydi. Temel mallara böyle kompo­
zisyon ların işlenmesi çok erken bir tarihte başladı.
Daha sonraları tek yaprağa imzalı eserler yapma
yoluna gidildi; bun lar mukavvaya zamkla yapıştırı­
larak bir araya getirilir ve ciltlenerek albüme dö-

"Başarı Allah'tan Gelir", Hafız Osman'ın Sülüs ve


Neshi stillerdeki bir albüm sayfası, 1 7. yüzyıl, 2 1 x 1 5 cm,
Berlin, İslam Sanatı Müzesi

576 İ S LAM HAT S ANATI


''J.�· ; .:�
. -..

..

' "
· , ;· . j
,1 ·

. 'ı

..

Neshi stiliyle kuş biçiminde çizilmiş bir dinsel


metnin yer aldığı bezeme sayfası, İran, 1 7. yüzyıl,
Berlin, İslam Sanatı Müzesi

İ SLAM HAT SANATI 577


Modern Çağda Islam

Söm ü rgecilikten bağımsızlığa . . . . . . . . . . . . . . . . . . 580


Günü müzdeki gelişmeler

Egzotik Doğu'nun peşinde . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 586

Gelenek ve modernlik arasındaki mimari . . . . . . . . 592

Heykel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 596
Resim

Çad'ın başkenti Njamena'daki cuma camisi, 1 986


Bu yapıda 1 7. yüzyıl Babürlü mimarisinin izleri açıkça görülür. İki anıtsal minare arasın­
da uzanan cephe, bakır kaplamalı soğanımsı kubbeler ve ön avlu açısından, Lahor'daki
1 673/74 tarihli Badşahi Camisi'nin düzeni daha küçük bir ölçekte tekrarlanmış gibidir.
Buna karşılık, avluyu çevreleyen revaklar Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'ya bir gönderme­
yi akla getirir. İslam yapı tarihinden alıntılar taşıyan bu cami, çoğu kez tarihsel mirası şim­
diki trendlerle birleştirme çabasının damgasını vurduğu modern İslam mimarisinin tipik
bir örneğidir.

579
nanistan ve Balkanlar bağımsızlaşırken, doğu eyaletlerinde İngilizler ve
Tarih Fransızlar bağımsızlığa yönelik yerel girişimlere siyasal ve ticari nüfuz el­
de etmek amacıyla destek verdi. Magrip'teki çıkarlarını doğrudan kovala­
Markus Hattstein yan Fransa, 1830'da Cezayir'i ele geçirdi, komşu Fas ve Tunus'u ticari bas­
kı altına aldı. Her iki ülke de Avrupa'ya borçlanma yoluyla iflasın eşiğine
kadar geldi ve sonunda resmi Fransız korumasını kabul etmek zorunda
1 800- 1 9 1 4 arasındaki gelişmeler: kaldı. Fransa en iyi arazilerin dağıtarak yerleştirdiği Fransız göçmenler
Avrupa sömürgecil iği ve siyasal reform (colons) aracılığıyla bu ülkelerde saldırgan bir politika izledi. Avrupalı
göçmenler tarıma ve dış ticaretin büyük bölümüne hakim olmanın yanı
Fransız Devrimi ve Napolyon döneminde (1789-1815) Avrupa'da meyda­ sıra, 1880'den sonra bulunan mineral kaynakları da sömürdü. Libya'daki
na gelen hızlı sosyal değişim, ticari güdüler doğrultusunda Avrupa etkile­ İtalyanlar ve Kuzey Fas'taki İspanyollar aynı örneği izledi.
rini diğer bölgelere yaymaya yönelik bir dış politikayı getirdi: Avrupa sö­ İngilizler 1857'de Hindistan'ı ele geçirdi; ticari çıkarlarını geliştirmek
mürgeciliği. Daha 18. yüzyıla girilmeden, Avrupa devletleri ve ticari şir­ için İran ve Afganistan'a yoğun müdahalede bulundu. Mısır'da Mehmed
ketleri Magrip, Yakındoğu ve Asya ülkelerinde önemli köprübaşları elde Ali Paşa'nın bağımsızlık kazanma girişimlerine (1805-1849) destek verdi.
etmişlerdi. Napolyon'un Mısır istilasıyla (1798), Doğu ile Batı arasındaki Onun ardıllarının çeşitli prestij projeleri (sözgelimi Süveyş Kanalı, 1869)
ilişkilerde yeni bir sayfa açıldı. Yakındoğu'da istilacıların peşi sıra idareci­ yüzünden borç batağına saplanması üzerine, 1 882'de Mısır'ın yönetimine
ler, kaşifler ve arkeologlar geldi; 19. yüzyılın teknolojik devrimi (buharlı fiilen el koydu. İlk baştaki güçlüklerden sonra Sudan'ı da denetim altına
gemi, demiryolu, telgraf) sayesinde daha büyük mesafeler daha çabuk aldı ve Arap Yarımadası'nın Körfez emirlikleriyle himaye anlaşmaları yap­
alındı ve uzak diyarlarla bağlantılar kuruldu. tı. Öte yandan, 19. yüzyıl başlarına doğru Endonezya Hollandalıların, Ma­
Osmanlıların dünya imparatorluğu 19. yüzyıl başlarından itibaren cid­ lezya da İngilizlerin sıkı pençesi altına girmişti. Suriye, Irak, Filistin ve
di biçimde zayıfladı ve Türk ağırlıklı olmayan eyaletler art arda koptu: Yu- Lübnan'da şartlar bozulmaya yüz tuttu. Bu ülkeler hala Osmanlı İmpara-

580 M O D ERN ÇAGDA İ S LA M


Sağda: I rak Kralı Faysal ( 1 883- 1 933)
Mekke şerifi Hüseyin'in oğlu olan Faysal, Birinci Dün­
ya Savaşı'ndan sonra Araplara özyönetim hakkı için uğ­
raş veren Arap Ulusal Kongresi'nde umudun timsaliy­
di. l 920'de Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'in kralı
seçilmesi üzerine, manda yönetimi altındaki topraklar
olarak bölge üzerinde hak iddia eden Fransızlarca sü­
rüldü. Ertesi yıl İngilizlerin yardımıyla lrak'ta tahta çık­
tı. Kurduğu Haşimi hanedanı l 958'de Iraklı subayların
kanlı bir darbesiyle devrildi.

Solda: Ürdün Kralı Abdullah ( 1 882- 1 95 1 )


Faysal'ın kardeşi Abdullah 1 92 1 'de İngilizlerin yardı­
mıyla Mavera-ı Ürdün emiri ( l 946'dan sonra Ürdün
kralı) oldu. Yahudi devleti İsrail'in kuruluşunu ve ar­
dından Ürdün'e yönelik Filistinli mülteci akınını kabul
etmek zorunda ka.l dı. Bölgede izlediği uzlaşmacı politi­
kadan dolayı, 1 95 1 'de Mescid-i Aksa'da bağnaz bir İs­
lam militanının suikastına uğradı. Ürdün'de halen baş­
ta olan Haşimi hanedanı onun soyundan gelir.

torluğu'na bağlı olmakla birlikte, İngilizler ile Fransızlar arasındaki yoğun İslam'ın rolü: Kültürel içe dönüş ve siyasal hareketler
nüfuz mücadelesinin kıskacında bırakıldı.
Avrupa nüfuzu bu ülkelerin hepsinde büyük değişikliklere yol açtı. Avrupalıların gözünde, İslam disiplinli v e merkezi bir idarenin önünü tı­
Neredeyse her yerde Avrupa modeline dayalı bir kabine sistemi kuruldu kayan köhne bir din ve geçerliliğini yitirmiş bir sosyal sistemdi; İslam kül­
ve 1 861 'de Tunus bir anayasayı yürürlüğe koyan ilk İslam ülkesi oldu. Sö­ türünün yerli savunucuları bile temel bir değişim gereğinin farkındaydı.
mürgeci devletler zorla dayattıkları serbest ticaret politikası çerçevesinde, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen ulusal edebiyat ile Avrupa
birçok ayrıcalık ve tekel elde ettiler; adalet sistemini seküler ve merkezi tarzı öğretim ve eğitim sistemi küçük bir elit tabakanın ortaya çıkmasını
bir yapıya kavuşturarak, şeriatın yetki alanını ortadan kaldıracak kapsam­ sağladı. Bu rafine elitler kendi geleneklerine olduğu kadar Avrupa etkisi­
lı düzenlemeler için bastırdılar. Avrupalı diplomatik temsilcilerden ve ne karşı eleştirel bir tutum takındı.
konsoloslardan oluşan bir şebekenin yanı sıra Avrupa teknolojisi ve aske­ Kültürel konulardaki yaklaşımıyla "Selefiye" olarak bilinen bu eğili­
ri eğitimi bu ülkelerdeki resmi yaşama hakim oldu. Öğretim ve eğitim sis­ min önderleri Avrupa'nın askeri ve teknolojik üstünlüğünü kabul etmeye
temlerinde Avrupa anlayışı doğrultusunda reformlar yapıldı, kölelik kal­ yatkın, Avrupa'nın manevi, ahlaki ya da kültürel üstünlüğünü herhangi
dırıldı ve geleneksel aşiret yapısı sindirildi. Gelişen sağlık hizmetleri ve bir şekilde tanımaya karşıydı. İslam'ın eski parlak dönemini özlemle an­
koruyucu hijyen önlemleri sayesinde birçok ülke bir nüfus patlaması ve manın ötesinde, İslam'ı kendi halklarının gelecekteki kültürel kimliği için
kırsal kesimden kentlere yönelik bir göç dalgası yaşadı. kilit taşı olarak gören bir yaklaşım söz konusuydu. Bu kesim fikirleriyle
Avrupalılar yerli elit tabakayı eğitmeye büyük ağırlık verdi. Bu taba­ ve çağrılarıyla modern İslam'a, ayrıca daha sonraları İslamcılar ( "kökten­
ka mensuplarının çoğu kez sömürgeci ülkede kariyer edinmeye yönelme­ ciler") tarafından savunulan bazı görüşlere, en başta da şeriatın kapsamı­
leri, kendi insanlarından ve geleneksel İslam'dan kopmalarını getirdi. Eği­ na ilişkin görüşe manevi babalık etti.
timde teknolojik ve askeri konuların esas alınmasına karşın, sömürgeci Avrupa devletleri İslam'da reform hareketlerinin gücüne bizzat tanık
devletler sömürgelerde ve himaye altındaki ülkelerde küçük düşünce oldu. En belirgin örnek Sudan'da kendisini "Mehdi" ilan eden, Mısırlıları
çevrelerinin ortaya çıkmasını önleyemedi. Avrupa milliyetçiliğinin ithali ve İngilizleri ülkeden kovan ve sonunda Hartum'u alan Muhammed Ah­
İslam'ın ciddi geleneksel ümmet anlayışını ciddi olarak sarstı; ama birçok med'in (1844-1885) ayaklanmasıydı. İngiliz ve Mısır kuvvetleri onun ardı­
ülkede yeni bir özgüveni ve kendi tarihini keşfetme yönünde bir eğilimi lının İslami rejimini ancak 1898/99'da yenilgiye uğratabildi. Daha başarılı
doğurdu. Bunun belirgin bir göstergesi Osmanlı İmparatorluğu'nda milli­ bir girişim Arap Yarımadası'nda gelişen Vehhabilik adlı sıkı püriten hare­
yetçi "Jöntürkler"in 1908'deki askeri darbesiydi. Sömürgeler ve himaye al­ ketti. Bu harekete dayanan Suud ailesi, bölgenin başat gücü haline geldi.
tındaki ülkeler Birinci Dünya Savaşı'na değişen ölçülerde katıldı. İbn Suud (1880-1953) olarak bilinen Abdülaziz 1902'den itibaren Hicaz'ı,
ayrıca Arap Yarımadası'nın Mekke ve Medine'yi de içine alan büyük bö­
lümünü ele geçirdi ve 1932'de Suudi Arabistan Krallığı'nı ilan etti. Lib­
Karşı sayfada: Napolyon'un Piramitler Muharebesi gibi birçok zafere rağmen, Na­
polyon'un Mısır ve Suriye üzerinden Os­ ya'da İtalyan işgaline karşı mücadelenin önderliğini üstlenen ve 1922'de
Muharebesi, 1 798, Louis Lejeune,
1 9. yüzyıl, Versailles, Kraliyet Sarayı manlı İmparatorluğu'nun içlerine ilerleme bir mensubunu Libya emiri olarak başa geçiren Senusi hareketinin de
Napolyon l 798'de bir Osmanlı eyaleti olan girişimi boşa çıktı ve Mehmed Ali Paşa ile ar­ benzer bir püriten yönelimi vardı. Avrupa devletlerinin hiçbir yerde işbir­
Mısır'ı ilhak etti. Amacı bölgedeki İngiliz nü­ dıllarının yönetimi altında Mısır'ın bağımsız­
liği için görüşüne başvurmadığı İslam yetkilileri hemen her yerde sömür­
fuzunu sınırlamak ve Afrika'nın bu kesimin­ lığa yönelmesini hızlandırdı.
de bir Fransız üssü yaratmaktı. Piramitler geciliğe karşı özgürlük hareketlerinin yanında atak bir tutum takındı.

TARİ H 581
20. yüzyıl: U l usal bağımsızl ığa giden yol Fransa Magrip'te nazik bir durum içine girdi; çünkü karşısına Avru­
pa-eğitimli kişilerin öncülük ettiği ve uluslararası düzeyde hatırı sayılır
Birinci Dünya Savaşı'nın bitişi Britanya ve Fransa'nın siyasal güçlerinin bir yankı uyandıran örgütlü kurtuluş hareketleri dikildi. Britanya
doruğuna ulaşmalarını sağlayan bir dönemeç oldu; çünkü Almanya ve 1919'da Afganların bütün İngiliz birliklerini ülkelerinden söküp atmasın­
Avusturya'nın yanında savaşmış olan Osmanlı İmparatorluğu artık yenik dan sonra Hindistan'da benzer güçlüklerle karşılaştı. Hint Ulusal Kong­
devletlerden biriydi. Osmanlılar toprak bakımından şimdiki Türkiye sı­ resi bünyesinde, Mahatma Gandhi ve Pandit Nehru'nun öncülüğündeki
nırlarına kadar daraldı ve Arap eyaletlerinden vazgeçti. İtilaf cephesinin Hindular ile Muhammed Ali Cinnah öncülüğündeki Müslümanlar ülke­
iki büyük devleti 1916 Sykes-Picot Anlaşması'yla nüfuz alanları konu­ deki İngiliz birliklerinin çekilmesi ve ulusal bağımsızlığın tanınması ta­
sunda çoktan mutabakata varmışlardı. Buna göre Suriye ve Lübnan lebinde bulundular; iyi tasarlanmış eylemlerle bu taleplerine canlılık ka­
Fransız, Filistin, Ürdün ve Irak ise İngiliz manda yönetimi altına girdi. zandırdılar. Türkiye'de, son Osmanlı padişahını 1922'de tahttan indiren
Her iki devlet de 19 16'da kendisini Hicaz kralı ilan eden (ve 1924'te İbn Mustafa Kemal Atatürk (188 1 -1938) yönetimindeki milliyetçi hükümet
Suud tarafından sürülene kadar hüküm süren) Mekke şerifi Hüseyin'in ülkeyi modern, laik ve Avrupai bir yapıya kavuşturma yönünde radikal
(1856- 1931) Haşimi ailesiyle ittifak halindeydi. Bunun sonucunda adımlar attı. Bu reformlardan cesaret alan Rıza Han (1878- 1944) İran'da
1920/2 1 'de Hüseyin'in oğullarından Abdullah (1882-1951) emir sıfatıyla 1925'te Kaçar hanedanını devirdi ve kendisini şah ilan etti. Onun otori­
Mevera-ı Ürdün'ün (Filistin ve Ürdün), Faysal (1883- 1 933) kral sıfatıyla ter modernleştirme ve laikleştirme çabaları yüzünden Şii ruhban sınıfıy­
Irak'ın başına geçirildi. Ne var ki, Abdullah 0917 Balfour Bildirgesi'yle la yaşanan sürekli çatışma, 1978'de Pehlevi hanedanının yıkılmasıyla ve
güvence altına alınan) bir Yahudi devletini onaylama yükümlülüğü altı­ İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla son buldu.
na girdi. İngilizlerin 1 922'de bağımsızlığını tanıdığı Mısır'da, Mehmed Ali İkinci Dünya Savaşı'nda, İslam ülkeleri değişik saflarda yer aldı; bu­
Paşa'nın soyundan gelen I. Fuad (1868-1936) kral unvanını aldı. Britan­ nunla birlikte bazı kurtuluş hareketlerinde, İngilizlere ve Fransızlara kar­
ya genelde Doğu ülkeleriyle ticarette aslan payını kapmayı ve dünya ça­ şı mücadele eden Nazi Almanyası'na karşı açık seçik bir sempati vardı.
pında bir deniz gücü konumunu daha da ileriye götürmeyi başardı. Savaşın bitişiyle birlikte, koşullar ulusal bağımsızlık için olgunlaştı. Fran-

!/
Ka:zakistın
13-40/60

,., Gine
. 15. � sooo
Sıerra _?;

16. !:�: nu 7 MaldMer

Llberya ' 1-4. yüzyıl ba;ı


16. yüzyıl ort.
19. yüzyıl sonu

Kenya lslam etkisine giriş tarihiyle birlikte şimdiki


1930 durum

Nüfusun yüzde 1 - 1 l 'i Müslüman

Nüfusun yüzde l 2-49'u Müslüman

Nüfusun yüzde 50-7-4'ü MOslüman

- Nüfusun yüzde 75-90'1 Müslüman

- Nüfusun yüzde 90'dan fazlası Müslüman

582 M O D ERN ÇAGDA İ SLAM


M ustafa Kemal Atatürk sa 1945 'te Suriye ve Lübnan'a bağımsızlık verdi; ama karmaşık etnik ve
( 1 88 1 - 1 938) dinsel bileşimden dolayı güçlükler sürdü . İtalyanlar 1947'de Libya'dan
1 908 Jöntürk ayaklanmasında yer almış
çekilmek zonında kaldı. Aynı yıl Hindistan bağımsızlığına kavuştu; an­
bir subay olan Mustafa Kemal Paşa,
Anadolu'da ulusal kurtuluş hareketine cak Hindistan'da Müslümanların sayısal azlığından çekinen Müslüman
öncülük ederek l 922'de Yunan kuv­ önder Muhammed Ali Cinnah (1867-1948), kurnazca bir politika izleye­
vetlerinin işgaline son verdi ve son Os­
rek, batı kesimde Pakistan adıyla saf bir İslam devletinin yaratılmasını
manlı padişahını tahttan indirdi. Cum­
hurbaşkanlığını üstlendiği l 923'ten sağladı. Kanlı bir iç savaştan sonra dinsel bağlılığa göre bir nüfus mü­
itibaren, kapsamlı bir laikleşme ve mo­ badelesine gidildi ve böylece doğu kesimdeki bir bölge de Pakistan'a
dernleşme programı yürüttü. Türki­ bağlandı. Doğu Pakistan olarak anılan bu bölgenin 1972'de ayrılması,
ye'yi alfabe, giyim ve eğitim sistemi
bakımından Avrupa'ya daha da yakın­ Bangladeş adıyla yeni İslam devletinin doğuşunu getirdi. Endonezya da­
laştırdı. Modern Türk ulus-devletinin ha 1945'te Ahmed Sukarno'nun (1901-1970) öncülüğünde bağımsızlığı­
bu yaratıcısına l 934'te meclis kararıy­ nı ilan etmişti. Malezya da 1957'de aynı yolu izledi. Her iki ülkede bir­
la "Atatürk" soyadı verildi.
çok dinsel ve etnik azınlık günümüzde eşit yurttaşlık haklarına sahiptir.
Esas olarak Siyonist Yahudilerin. 1917'den itibaren yerleştiği Filis­
tin' deki durum özellikle ciddi bir mahiyete büründü. Avrupa'dan Yahu­
di göç akınının 1945'ten sonra yoğunlaşması üzerine, İngilizlerin daha
önce Ürdün ve Filistin konusunda verdikleri sözlere uygun olarak Ya­
hudi göçmen sayısını kısıtlama girişiminin yol açtığı kanlı çatışmalar İs­
rail devletinin kurulmasını ve Kudüs'ün İsrail ile Ürdün arasında bölün­
mesini getirdi. Filistinlilerin çoğunluğu ya Ürdün'e sürüldü ya da İsrail
yönetimi altına girdi. Böylece bu bölge her an patlamaya hazır başlıca

1 798- 1 80 1 Fransızların Mısır seferi; Yakındoğu'yu İ ngiliz ve Fransız 1 956 Sina seferi, 1 967 Altı 1 975- 1 990 Lübnan' da iç savaş
girişimin boşa çıkarılmasından nüfuz alanlarına ayırdı Gün Savaşı, 1 973 Yom Kippur
1 978- 1 979 İran'da İslam Devrimi:
sonra, Mehmed Ali Paşa'nın Savaşı izledi
1917 Balfour Bildirgesi: İ ngiliz Ayetullah Ruhullah Humeyni
valiliği altında Mısır fiilen
hükümeti Siyonist harekete 1 952 Mısır' da General Necip ve yönetiminde İran lslam
bağımsızlık kazandı
Filistin' de bir Yahudi "ulusal Cemal Abdülnasır'ın Cumhuriyeti kuruldu
1 832- 1 847 Cezayir'de ( l 830'da başlayan) yurdu"nun kurulmasına destek öncülüğündeki askeri darbeyle
1 978- 1 979 Camp David Anlaşması:
Fransız işgaline karşı Emir sözü verdi monarşiye ( 1 922- 1 952) son
İsrail'le imzaladığı bu barış
Abdülkadir öncülüğündeki verildi
1 920 Milletler Cemiyeti kararıyla antlaşması Mısır'ın Arap
bağımsızlık mücadelesi
Filistin, Irak ve Mavera-ı 1 956-57 Fas, Tunus ve Malezya dünyasında yalnızlaşmasına yol
1 839- 1 876 Osmanlı İmparatorluğu'nda Ürdün İ ngiliz, Suriye ve özerkliğe kavuştu açtı
ordu, adliye, idare ve eğitim Lübnan Fransız manda
1 958 lrak'ta bir askeri darbeyle 1 979- 1 988 Afganistan'daki Sovyet işgali
sistemlerinde kapsamlı yönetimine girdi
monarşiye ( 1 92 1 - 1 958) son
reformların yapıldığı Tanzimat 1 980- 1 988 İran-Irak Savaşı
1 922- 1 924 Türkiye Cumhuriyeti'nin verildi ve cumhuriyet ilan
ve lslahat dönemi 1 990 Kuzey ve Güney Yemen'in
kuruluş süreci: Padişahlık edildi
1 857- 1 86 1 Tunus bir anayasa kabul ( 1 922) ve halifelik ( 1 924) Yemen Cumhuriyeti adıyla
1 958- 1 96 1 Mısır ve Suriye'nin kurduğu
ederek, meşruti monarşiye kaldırıldı; cumhuriyet ilan birleşmesi
Birleşik Arap Cumhuriyeti
geçti edildi ( 1 923) ve Mustafa 1 990- 1 99 1 Basra Körfezi Savaşı: ABD
Kemal cumhurbaşkanı oldu 1 962 Cezayir bağımsızlık
1 858 Hindistan bir genel vali önderliğindeki bir uluslararası
mücadelesi ( 1 954- 1 962)
yönetiminde İngiliz 1 925 lran'da Kaçar yönetimi sona ittifak, lrak'ı işgal ettiği
başarıya ulaştı; Yemen'de
egemenliğine girdi erdi; Rıza Han l ran şahı oldu Kuveyt'ten çekilmek zorunda
İmam Ahmed ( 1 948- 1 962)
bıraktı. Madrid Konferansı
1 863 Fas, Beclard Anlaşması'yla 1 928 Hasan el-Benna Mısır'da devrildi ve cumhuriyet ilan
İsrail, komşuları ve en
Fransız himayesini kabul etti Müslüman Kardeşler örgütünü edildi
önemlisi Filistinliler arasında
kurdu
1 88 1 Sudan' da Mehdi Ayaklanması 1 967 Yemen'in bölünmesiyle Güney doğrudan müzakereleri
1 932 Suudi Arabistan Krallığı Yemen Halk Cumhuriyeti başlattı
1 88 1 - 1 883 Tunus, Bardo ve La Marsa
kuruldu (sonraki adıyla Yemen
anlaşmalarıyla Fransız 1 99 1 - 1 992 Cezayir'deki parlamento
Demokratik Halk
himayesini kabul etti 1 945- 1 947 İkinci Dünya Savaşı'ndan seçimlerini kazanan "İslami
Cumhuriyeti) kuruldu
( 1 939- 1 945) sonra Hindistan, Selamet Cephesi"nin iktidara
1 882- 1 936 Mısır'da İngiliz işgali
Ürdün, Suriye ve Lübnan 1 968 General Suharto Endonezya gelişi ordu müdahalesiyle
1 898- 1 954 Sudan'da ortak İ ngiliz-Mısır bağımsızlık kazandı ( 1 946), cumhurbaşkanı oldu önlendi
yönetimi Pakistan kuruldu ( 1 947),
1 969 Libya'da Albay Muammer
1 9 1 4- 1 9 1 8 Birinci Dünya Savaşı: Osmanlı Endonezya Cumhuriyeti ilan
Kaddafı darbeyle yönetime el
İmparatorluğu ittifak edildi ( 1 945) ve Arap Birliği
koydu
cephesinde yer aldı oluşturuldu ( 1 945)
1 972 Doğu Pakistan ayrılarak
1916 Sykes-Picot Anlaşması: 1 948 lsrail devleti kuruldu ve ilk
Bangladeş adıyla yeni bir
Britanya ve Fransa Arap-İsrail savaşı çıktı; bunu
bağımsız devlet oldu

TARİ H 583
Solda: Kral İbn Suud ABD Başkanı Franklin D.
Roosevelt'le birlikte, 1 945
Asıl adı Abdülaziz olan İbn Suud ( 1 880- 1 953) Arap
Yarımadası'nın orta kesimini l 902'den itibaren ele
geçirdi, Haşimileri 1 924'te Hicaz' dan çıkardı ve
l 932'de Suudi Arabistan Krallığı'nı ilan etti. İkinci
Dünya Savaşı sonrası düzenin dünya güçü ABD'yle
başta Arap petrolüyle ilgili olmak üzere çeşitli akıllıca
anlaşmalara vardı. Bu resimde iki devlet adamı ABD
kruvazörü "Quincy"de görülüyor.

Sağda: Muhammed Ali Cinnah ve


Pandit Nehru
Hindistan'daki Müslümanların önderliğini l 9 l 6'dan
itibaren yürüten avukat Muhammed Ali Cinnah (sağ­
da), İngiliz yönetimine karşı Hindu önderler Mahatma
Gandhi ve Pandit Nehru'yla (solda) omuz omuza dö­
vüştü, ama 1 940'ta ülkenin Hindu ve Müslüman dev­
letlerine ayrılmasını savunmaya başladı. Hindistan'ın
bağımsızlığını izleyen kanlı iç savaşta Pakistan'ın yara­
tılmasını sağladı ve l 947'de ilk genel valisi oldu.

noktalardan biri haline geldi. Arap devletlerinin 1967'de İsrail'i sıkıştır­ salara ve Avrupa sistemine dayalı resmi mahkemeler ağırlık kazandı. Da­
ma girişimi Mısır öncülüğündeki Arap birliklerinin yenilgisine yol açtı. ha geleneksel bir tarzda yönetilen Fas, Ürdün, Körfez emirlikleri ve Ma­
Arapların 1 973'te uğradığı ikinci yenilginin ardından, Mısır ve Ürdün si­ lezya gibi ülkeler de önemli modernleşme programlarına girişti. Buna
yasal tutumlarını değiştirerek barış görüşmelerine oturdular. Yaser Ara­ karşılık, Suudi Arabistan, Pakistan, Sudan ve Libya gibi ülkelerde ise da­
fat'ın (1 929-2004) önderlik ettiği Filistinliler de zamanla bu sürece katıl­ ha sağlam köklere sahip geleneksel İslami yapıların resmi yaşamdaki nü­
dı. fuzu sürdü.
Magrip'te de ciddi sorunlar ortaya çıktı. Fransa yerel bağımsızlık ha­ Cemal Abdülnasır (1918-1970) yönetimindeki Mısır 1954'ten itibaren
reketlerine karşı bir misilleme döneminden sonra, uluslararası baskıya İslam dünyasında çok önemli bir rol oynadı. ABD'nin siyasal-ekonomik
boyun eğmek zorunda kaldı. Fas 1956'da bağımsızlığını ilan etti ve bu hakimiyetinin ve SSCB'nin siyasal nüfuzunu genişletme girişimlerinin
mücadeleye önderlik eden Sultan V. Muhammed (1909- 1961) kral unva­ Arap bölgesinde özellikle açıkça görüldüğü bir dönemdi bu. Nasır iki sü­
nını aldı. Tunus'ta karizmatik avukat Habib Burgiba (1903-2000) görüş­ per devletle ilişki açısından aktif bir tarafsızlık ("bağlantısızlık") politika­
meler yoluyla 1 956'da bağımsızlığın kazanılmasına öncülük etti ve radi­ sı izlemekle birlikte, içerideki siyasal desteğini sosyalizme ve SSCB'ye ya­
kal bir modernleşme sürecini başlattı. Resmen Fransa'nın bir parçası kın bir çizgiden aldı. Süveyş Kanalı'nın 1956'da millileştirmesi üzerine
olan Cezayir'de bağımsızlık mücadelesi son derece kanlı bir niteliğe bü­ Kanal Bölgesi'ni işgal eden İngiliz, Fransız ve İsrail kuvvetleri, Mısır'da­
ründü. Fransa'yla birlik içinde özerk cumhuriyeti savunan barışçıl kur­ ki çıkarlarını tehlikede gören ABD ve SSCB'nin baskısıyla çekilmek zo­
tuluş hareketlerinin 1945'ten sonra çok şiddetli bastırılması üzerine, Ce­ runda kaldı. Modernleşme, sosyal reformlar ve büyük çaplı teknik pro­
zayir Kurtuluş Cephesi radikal bir çizgiye yöneldi ve 1954'te açık ayak­ jeler yönünde önemli hamleler başlatan Nasır, Arap dünyasında yeni
lanmaya girişti. Öte yandan, Fransız asıllı Cezayirlilerin askeri örgütü Arap özgüveninin bir kahramanı sayılmaya başladı. Özellikle Mısır'ın Su­
OAS, Müslüman halkı dehşet saçarak sindirmeye çalıştı. Kanlı saldırılar­ riye'yle 1 958-1961 arasındaki birliğinde ifadesini bulan pan-Arapçılık fik­
la ve bomba eylemleriyle tırmanan şiddet ve karşı şiddet sarmalı esas rini popülist yöntemlerle yaymaya çalıştı ve İsrail'e karşı mücadelenin
olarak kıyı kentlerini sarstı ve Fransız anakarasına sıçrayarak, toplumda başını çekti. Sunduğu örnek çeşitli ülkelere etkide bulundu: Irak'ta bir
Cezayir sorunuyla ilgili derin bir bölünme yarattı. Sonunda Cumhurbaş­ grup subay 1958'de iktidardaki Haşimi ailesini devirdi; Yemen'de
kanı de Gaulle, ordunun üst kademelerine ve Fransız göçmenlere gö­ 1962'de imamlık yönetimine son verildi; Libya'da Albay Muammer Kad­
ğüs gererek, 1962'de Cezayir'e bağımsızlık tanıdı. dafi (d. 1942) baştaki kralı 1969'da tahttan indirdi ve izleyen dönemde
devrimci coşkuyu modernist, ama katı bir İslam anlayışıyla birleştirdi. Su­
udi Arabistan'da bile 1962'de modernlik yanlısı birkaç emir isyana kal­
Günü müzdeki çatışma alan ları kıştı. "Nasırcı" sistem birçok kişi için, Suriye ve Irak'ta bir "Arap sosya­
lizmi" çizgisini izleyen Baas Partisi'nce girişilen darbelere ilham kaynağı
Özellikle temelde laik devlet yapısına sahip Türkiye, Tunus, Cezayir, En­ oldu. Körfez emirlikleri gibi birçok ülkede bu yeni özgüven eski
donezya, Suriye, Lübnan, Mısır Cl952'den sonra) ve Irak Cl958'den son­ himayeci devletlerin sonunda bölgeden çekilmesine yol açtı.
ra) gibi ülkelerde, hükümetlerin girişimiyle eğitim, teknoloji, silahlı kuv­ Mısır, Suriye, Irak ve Endonezya gibi ülkelerin çoğunda 1 970'lerde
vetler, sağlık ve bilim alanlarında büyük çaplı modernleşme programla­ sosyalist ilkelerden büyük ölçüde vazgeçildi ve ulusal birliğe dönük bir
rı yürütüldü ve kadınların mesleki eğitiminde gelişmeler sağlandı. Şeriat vurgu öne çıkarıldı. Arap ülkeleri arasındaki siyasal farklılıkların da açık
genellikle yerel ya da ailevi sorunlarla sınırlandırıldı ve tamamen laik ya- seçik ortaya çıkması nedeniyle, pan-Arapçılık anlayışı gerileyerek, yerini

584 M O DE RN ÇAGDA İ S LAM


kültürel alışverişe ve ekonomik yardıma ağırlık veren güçlü bir pan-İs­ İran'da Ayetullah Humeyni posterleri ti'nin ilan edilmesi, sosyal düzende radikal bir
lamcılığa bıraktı. Asya'nın Pakistan, Bangladeş ve Endonezya gibi daha taşıyan göstericiler değişime yol açtı. İslam Devrimi diğer ülke­
Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin ( 1 902- lerdeki İslami hareketlere bir itici güç kazan­
kalabalık nüfuslu ülkelerinde 1974'te yeniden canlandırılan İslam Konfe­
1 989) öncülüğünde l 978'de İran şahının dırdı; böylece daha modernist ve seküler hü­
ransı Örgütü de önemli bir rol oynadı. 1970'ler siyasi bakımdan devrilmesi ve l 979'da İran İslam Cumhuriye- kümetlerle ciddi çatışmalar ortaya çıktı.
Lübnan'daki dinsel 14 savaşın gölgesinde kaldı.
Bütün İslam dünyasında sarsıcı sonuçlar doğuran bir olay, Ayetullah
Ruhullah Humeyni 0902-1989) öncülüğünde 1 978'de İran şahının dev­
rilmesi ve İran İslam Cumhuriyeti'nin ilan edilmesiydi. Bu yeni yönetim
biçimi Lübnan, Sudan, Pakistan ve Afganistan'daki İslami hareketlere
anında etkide bulundu ve diğer İslami grupların faaliyetlerini de güçlen­
dirdi. O zamana kadar, Mısır ve Suriye'deki Müslüman Kardeşler gibi ra­
dikal İslami hareketler büyük ölçüde sindirilmiş ve siyasal iktidardan
uzaklaştırılmıştı. Bu İslami grupların hedefleri ve yöntemleri Ürdün'deki
parlamenter katılımdan Cezayir ve Afganistan'daki terörist eylemlere ka­
dar uzanan bir yelpaze oluştursa da, hepsinin ortak talebi modern dün­
yada sekülerizm, liberalizm ve dinsel özgürlük gibi gelişmelere karşı mü­
cadelede siyasal İslam'ın radikalleştirilmesidir. Çoğu İslam devletince de­
netim altında tutulmalarına karşın, bu gruplar enerjilerini birçok ülkede
varolan hoşnutsuzluktan, gelecek umudunun yokluğundan ve büyük
çaplı sosyal sorunlardan almaktadır. Din alimi Ebu'! A'la el-Mevdudi'nin
0903-1 979) İslami yönetim sisteminin ilkelerini ortaya koyduğu Pakistan
gibi çeşitli devletlerde siyasal nüfuzları vardır.
Cezayir'deki İslami mücadele özellikle şiddete bürünmüş durumda­
dır. Yasal bir örgüt olan İslami Selamet Cephesi'nin 1991'de seçimleri ka­
zanma noktasına varması üzerine, 1992 başlarında ordu bir darbeyle yö­
netime el koydu. İslamcı hareket yandaşlarının bir dizi terörizm ve sabo­
taj eylemlerine başvurması, ülkeyi kanlı bir iç savaşa sürükledi. Afganis­
tan'daki mücadelenin de şiddete dönük bir yapısı vardır. Ülkenin Sovyet
işgali altında olduğu dönemde 0 979-1 988) Batı'nın silahlarla ve bilgi bi­
rikimiyle donattığı Mücahidin adlı radikal İslamcılar daha sonra iktidarı
ele geçirince, bütün "Batılı" ve "İslam dışı" güçlere karşı silaha sarıldılar.
Bununla birlikte, şunu vurgulamak gerekir ki, günümüzde İslam ülkele­
rinin çoğu İslami yaşam tarzına bağlı kalma ve İslam kimliğini güçlendir­
me eğilimi ile küresel teknolojinin ve iletişimin beraberinde getirdiği
umutları ve riskleri içeren uluslararası devletler topluluğunun bir parça­
sı olma eğilimi arasında temkinli, ama özgüvenli bir rota izlemektedir.

Solda: Yaser Arafat ve İzak Rabin


Washington'da Bill Clinton'la
birlikte
Bu resimde Filistin lideri, İsrail başbaka­
nı ve ABD başkanı Eylül l 993'te Batı
Yakası topraklarında Filistin özyöneti­
mini öngören bir antlaşmanın imzalan­
masından sonra Beyaz Saray bahçesin­
de görülüyor.

Sağda: Cemal Abdülnasır


Mısır'da l 954'te cumhurbaşkanlığını
üstlenen Cemal Abdülnasır ( 1 9 1 8-
1 970) pan-Arapçı hareketin lideri ko­
numuna l 956'da yükseldi. Ülke içindeki
modernleşmeyi "bağlantısızlar hareke­
ti"nden yana bir dış politikayla birleşti­
ren yönetim sistemi, birçok Arap ülke­
sinde muhalif hareketlere yol açtı ve
Arap özgüvenine yeni bir itici güç ka­
zandırdı.

TARİH 585
Egzotik Doğu ' nun Peşinde
Annette Hagedorn

İslam dünyası sanatıyla ilgilenme Haçlı Seferleri


döneminden beri farklı biçimlerde gözlemlenen 1

+
bir Avrupa olgusudur. İslam dü nyasıyla bazen düş­
manca, ama çoğu kez yeni düşüncelere yöneltici
temasların damgasını taşı r.
Ne var ki, Avrupa'da Ayd ınlanma'nın d üşün­
sel yaşamda yarattığı altüst oluşun ardından 1 9.
yüzyılda bu olgu daha büyük önem kazandı. 1 9.
yüzyı lın ortalarında ve ikinci yarısında, Doğu'yla
(yani İslam d ünyasıyla) ilgili tartışmanın derinliğin­
den ziyade yoğunluğuyla belirlenen ve "Oryanta­
lizm" olarak bilinen bir doruğa ulaştı. Bir yandan,
1 8. yüzyılla birlikte Türk savaşları nın hatıralarda
bı raktığı izlerden dolayı Müslüman halkları barbar
düşmanlar olarak mahkum eden ve opera kahra­
manlarında bile kendine özgü bir ifadeye kavuşan
bir tutum söz konusuydu. Öte yandan, aynı halk­
ları "soylu vahşi"nin temsilcileri olarak idealleşti­
ren çevreler vardı; doğal haldeki bu soylu insan
teması sözgelimi Voltaire'in eserleriyle revaç bul­
muştu. 1 9. yüzyıl yaklaşımı oldukça farklıydı; çün­
kü İslam dünyasına ilişkin olgusal ve gerçek bilgi­
ler Avrupa'ya ulaşmaya başladı. Birçok ressam ve
yaratıcı sanatçı yerinde inceleyerek ya da büyük
Avrupa koleksiyonlarına bakarak İslam sanatına Yukarıda, solda: Schwetzingen'deki şato bahçesinin ristik bir yönüydü. Bu yaklaşımlar 20. yüzyı lda da
dair bir fikir edinme olanağın ı buldu. Bir dizi fark­ camisi, 1 750 bir süre etkili oldu ve bazı alanlarda Avrupa'daki
l ı kuramsal yaklaşımın İslam sanatını gündeme ge­ yeni sanat akımları nın gelişimine belirgi n bir dam­
Yukarıda, sağda: Potsdam'daki cami, 1 84 1 - 1 843,
tirmesi, bu dönemdeki ideolojik ayrı mın karakte- Ludering Perius ga vurdu.
Öncelikle, İslam sanatının biçim ve içeriğiyle
temas sorunu karşımıza çıkar ve bunun kökleri
1 8. yüzyılda yatar. Çünkü "dışsal biçim" ve "dü­
şünsel içerik" arasında bir ayrım daha o zaman
gözlemlenebilir du rumdaydı. Bu gergin il işkiyi ga­
yet iyi yansıtan bir örnek Schwetzingen'deki şato
bahçesinde ( 1 750) bulunan yapıdır; camiye benze­
yen bu yapı nın dış tasarı mı nda sadece farklı İslam
mimarisi biçimlerinin değil, Avrupa mimarisi bi­
çimlerinin de taklit edildiği görülür.
Hem kubbeli yapı hem de minarelerin biçimi
köken olarak Osmanlı camilerine dayanır; bütün
kompleksin Hint yapılarını hatırlatmasına karşın,
Avrupa mimarisinin apaçık klasik biçimleri caminin
önündeki göle bakan revaklarla bütünleştirilmiştir.
Bir yandan, geç rokoko döneminin bir keyif bahçe­
sinde kurulmuş bir yapı olarak, bu caminin kraliyet
şenliklerinde kullanılması, biçimsel mimari alıntılar
ile bağlamsal yapılar ayrımını gayet açık seçik gös­
terir. Öte yandan, bu yapının tasarlanması sırasında

Kraliyet Köşkü, Brighton, 1 8 1 5, tasarlayan John Nash

586 E G Z O Tİ K D O G U ' N U N P E Ş İ N D E
mimar en azından bilinçaltında İslami Doğu'nun dü­
şünme tarzına bazı göndermelerde bulunmaya ça­
lışmıştı. Birçok iç ve dış duvara iliştirilmiş epigram­
lar açıkça İslam deyişlerinden alıntılar taşır. Ama
kesinlikle burada İslam yazarlarından gerçek alıntı­
ların değil, Avrupalı yazarların yeniden yaratımları­
nın kullanılması söz konusudur. İslam sanatı örnek­
lerinin böylesine yanl ış yorumlanması, buna benzer
yapılarda veya 1 9. yüzyılın Osmanlı ve Magribi tar­
zındaki sayısız kahvehanelerinde, nargile odalarında
ve hamamlarında tam bir açıklıkla görülür; bu ba­
kımdan Avrupa sanatının 1 9. ve 20. yüzyıllardaki
olumlu, yaratıcı gelişimi üzerinde bunun etkisini kü­
çümsememek gerekir.
Böyle bir etkinin bariz varlığı uygulamalı sa­ Osmanlı üslubunda seramik tabak, imalatçı Villeroy Osmanlı üslubunda çini, imalatçı Villeroy & Boch,
natlar alanı nda son derece çarpıcıdır. Bu alandaki & Boch, Mettlach, Seramik Müzesi Mettlach, Seramik Müzesi
hayranlığın ardı nda hem Doğu zanaatkarlığına öz­
gü ürünlerin teknik kalitesi ve ustalıklı kusursuzlu­
ğu hem de sanatçıların sıklıkla karşı laştıkları yazıt­ bazılarında Memluk cam eşyalarına, örneğin çoğu analizini açıkça yansıtır hale geldi. Özellikle Alman
ların ve sembollerin çoğun u anlayamaması gerçeği kez başvu rduğu yazılı madalyon modeline gön­ sanat ve zanaat dallarında, günlük eşyaları bezeme­
vardı. Böylece kültürler arasında mükemmel orta dermeler yer alı r. Brocard zamanla yazı yeri ne ye ilişkin uygun ve ideal sanatın ilkeleri üzerine bir
yola u laşıldı. Şekil leri bağlamlarla doldurma (söz­ bitki bezemeleri veya Nancy'deki G üzel Sanatlar tartışma ortaya çıktı. İslam sanatının kıvılcımını tu­
gelimi Osmanlı sembolizmine dair yorumları ve Müzesi'nde bulunan cam i fanusunda görü ldüğü tuşturduğu bu tartışma 1 9. yüzyıl sonlarında ve 20.
ipuçlarını tekrarlama) yönünde sadece tekil giri­ gibi, uydurulmuş İ slami süsler kullanma yoluna yüzyıl başlarında uygulamalı sanatlarda yeni istika­
şimler karşımıza çıkar. Fakat, esas itibariyle, Avru­ gitti. Yakından bakı l ı nca, bu süsler Latince lux ke­ metlere yönelmeye belirleyici bir katkıda buluna­
pa sanat ve zanaat dalların ı n İslam sanatının nere­ limesini andırır. İzlenen yaklaşım aslında Avrupa caktı.
deyse tamamen biçimsel yönlerinden etkilendiği açısı ndan da İslam sanatındaki yazı süslerinin 1 9. yüzyıldan kalma örnekler, desenlerde İs­
görülebilir. önemini can landırmaya dönüktü; ancak sanatçı­ lam sanatının tasarım ve bezeme özelliklerinin na­
Bunun bariz örneklerinden biri, l 869'dan iti­ n ı n, sanatseverin ya da alıcının bilgi eksikliğinden sıl kullanıldığını ve uygulamalı sanatlardaki bezeme
baren Paris'te ürün ler veren Fransız cam sanat­ dolayı, bu süsleri Avrupa d üşü nsel içeriğiyle dol­ ilkelerinin nasıl geliştiğini çarpıcı bir biçimde göz­
çısı Philippe J. Brocard'ın eserleridir. Bunların d urmak kaçınılmazd ı. Bunun ötesinde, Brocard ler önüne serer. Villeroy & Boch şi rketince üreti­
besbelli ki İslam sanatı tekniklerine, şahane bi­ len çinilerde Osmanlı motif üslubu duru bir renk
Bir Arap cami fanusu biçimindeki cam kap, Philippe çimli kaplara ve bezeme desenlerine d uyulan d üzeniyle birleştirildi; düz bitki bezemeleri taşıyan
J . Brocard, kırmızı, mavi ve beyaz mine boya ve yaldız iş­ yaygın ilgiyi paylaşmaktaydı. İslam sanatı nın Av­ ve dikkatlice ölçülmüş ikiboyuta dayanan renkli
lenmiş sarı-yeşil cam, Coburg kentinin sanat koleksiyonu
rupa geleneklerine göre epey önde old uğu bu yüzeylerde kontrastların bolca kullanıldığı oldukça
ürün lere Avru palı zanaatkarların verdiği değer bilinçli bir düzenlemeye gidildi. Bu tasarıların son­
büyüktü. raki gel işimi 20. yüzyı lda tasvire dayalı bütün be­
Dolayısıyla, seramik sanatı alanında fırınlama ve zeme unsurlarının kald ırılması nı getird i. İslam sa­
sırlama teknikleri denendi. Özellikle Türk-Osmanlı natı üzerine yoğu n ve zengin tartışmalar yürüten
İznik seramikleri ve Magribi sırlı seramikleri ince­ Bauhaus tasarım okulunun mensupları (sözgelimi
lendi ve canlandırıldı. Keşfedilen olanaklar öylesine Richard Riemerschmid ve Margarete Willers) Ba­
çekici geldi ki, doğalcı Biedermeier ve Victoria be­ tı İslam dünyasına özgü seramiklerde, ayrıca ku­
zeme sanatına karşı bir soğuma ortaya çıktı. Böyle­ maşlarda ve halılarda yer alan geometrik bezeme­
ce 1 9. yüzyıl ortalarından itibaren, Avrupa sanat ve lerden hareketle yaptıkları çalışmalar sonunda,
zanaat akımlarında İngiliz mimarlık ve sanat kuramı­ soyut bezemelerin kullanıldığı bir günlük sanat ge­
na göre yetişmiş kişiler, gittikçe artan bir sayıda, uy­ liştirmeyi başardı lar.
gulamalı sanatlara uygun düşecek yeni bir üslup ara­ Avrupa resminin gelişimi tamamen ayrı bir se­
yışına girdi. Bu bağlamda Avrupalı sanatçıların ve yir izledi. Sanat ve zanaat dallarındaki durumdan
zanaatçıların karşısına çıkan ilk fırsat, İslam dünya­ farklı olarak, Müslüman ressamların üslubunu, ya­
sındaki değişken geometrik bezemelerdi. Bunlar ni İslam m inyatür sanatçı larının ikiboyutlu üslubu­
esas olarak Osmanlı seramiklerinin stilize ve ikibo­ n u inceleme girişimleri 20. yüzyıla girilirken başla­
yutlu bitki bezemeleriydi ve 1 9. yüzyılın ikinci yarı­ dı.
sında başat bir etkide bulundu. Böyle bezemelere İslam konularını seçen 1 9. yüzyıl ressamları­
dönük ilginin birçok değişik Avrupa ülkesine yayıl­ nın eserleri Avrupa akademik resminin eski gele­
masıyla birlikte, 60 kadar Avrupa firmasının ve ima­ neklerine neredeyse tamamen bağlıdır. Avrupa
lathanesinin ürünleri Osmanlı örneklerinin yoğun sanatçılarının hem d üşünce özgürlüğü özlemini

E G Z O T İ K D O G U ' NUN P E Ş İ N D E 587


588 EGZOTİK DOGU'NUN PEŞİNDE
Harem sahnesi, John Frederick Lewis ( 1 805- 1 876), 1 9. yüzyıl sonları, genelinde cennet hü lyala­
İstanbul, Newcastle upon Tyne, Laing Sanat Galerisi rıyla ilişkilendirilen çok uzak ülkeleri ziyaret etme
itkisinin damgasını taşır. Ancak, bu sü reç Avru­
şarıya ulaşmasına karşın, bütün resmin gerçekçili­ pa'ya bu yabancı diyarlardan ayrı bir kimlik kazan­
ği tartışma götü rür. Avrupal ı gözlemciye göre, çe­ dı rmaya da hizmet etti. Bu noktada akl ımıza he­
kici olduğu kadar sarsıcı olan egzotik kılıklı barbar men Kari Mays'in seyahat edebiyatı nın ya da Paul
savaşçı resmi, garip bir ibadetin yerine getirildiği, Gauguin'in oldukça bilinçli bir tercihe dayanan
görünüşte gerçekçi bir ortamda yapılmıştı. Sade­ yolculuklarının gelmesi mümkün. Böyle gizemli bir
ce uzaktan tanıma fırsatını değil, gözlemcinin ha­ d ünyayı görme peşindeki sanatçı lar en mütevazı
yali arzuları n ı ve bastırılmış duygularını yansıtma masrafla seyahat fırsatını İslami Doğu diyarlarında
fırsatın ı sunmaktaydı bu. buldular. Bu bakımdan, belirli ülkelerin, yerlerin
Yabancı diyarlara hayranl ı k Avrupa'nın 1 9. ve güzergahların rağbet kazanması ve böylece bir
yüzyılda İslami Doğu'yla temasını önceki dönem­ tü r 1 9. yüzyıl "Büyük Tur"una dönüşmesi pek de
den açıkça ayırt eder. Kültürel bakımdan duyarlı şaşırtıcı değil dir. Seyyahların bu yolculuklarda
Avrupalı lar ve Avrupa sanatçıları, daha önce em­ keşfetmeyi beklediği ya da umduğu şeyler tam ifa­
sali görülmemiş bir ölçekte seyahat etme ve böy­ desini Amerikalı ressam R. Swain Gifford'un çar­
lece İslam dünyası na ve kültürüne i lişkin sahici pıcı anlatımlarında buldu. L. C. Tiffany'yle birlikte
pratik bilgiler edinme olanağı nı buldular. 1 870/7 1 'de Avrupa ve Magrip ülkelerini dolaşan
Doğu'yu dolaşan çok sayıda kişi bu yabancı G ifford, ailesine seyahatlerinde gördüğü en güzel
d ünyayla doğrudan temasa girdi. Ortaçağdan beri, kent Tanca'yı ayrıntıl ı olarak anlatan bir mektup
Haçlı Seferleri ve hac ziyaretleri sayesinde, Kitabı gönderdi. Yayımlanmak üzere yazılmış olan bu an­
Mukaddes'in anlattığı diyarlara dönük sü rekli bir latım, Avrupalı sanatçı ların ve ressamların İslam
ilgi vard ı. Birçok eğitimci, bilimci ve sanatçı da dü nyası hakkında başından beri beslediği hülyalar­
tatmin eden hem de egzotik kisve altında dilekle­ gerçek kültür hazinelerini bizzat görüp tan ımak la tam tamına uyuştuğu için, Doğu yaşam ının veç­
ri arzuları ve duyguları ifade etme fırsatı su nan ya­ üzere Doğu Akdeniz bölgesine yolculuklar yaptı. helerini guvaş ve yağlı boya görüntülere aktaran
bancı bir dü nya karşısındaki büyü lenmişl iğini yan­ Batı İslam ülkeleri ayrıca coğrafi konum itibariyle
sıtı rlar. Fransız ressam Eugene Delacroix' nın diğer egzoti k hedeflere göre daha kolay u laşı labi­
Cezayir hanımları, Eugene Delacroix, tuval üstünde
tablolarında bunu bariz olarak görmek m ümkün­ l i r mesafedeydi. yağlıboya, Paris, 1 834, Boston, Güzel Sanatlar Müzesi
d ür. Bu resimler Fransa'nın Kuzey Afrika sömür­
gelerindeki şiddetli çatışmaları c�nlı biçimde tas­
vir ederken, özgü rlüğün ve savaşkanl ığın romantik
bir görüntüsünü de aynı ölçüde i letir. Ancak, bu
yaklaşımın asıl örnekleri çarşı, harem ve köle sah­
nelerinin yer aldığı ve Avrupal ı ressamlara erotik
bakımdan renkli konuları işlemek için hoş bir fır­
sat su nan çok sayıda oryantalist tabloda görü lür.
Tabloları daha ölçülü ve örtük olan John Fre­
derick Lewis gibi bir ressamın eserlerinde bile,
Avrupalı izleyiciye yasaklı bir alana neredeyse
röntgenci bir kaçamak bakış olanağın ı veren garip
ve anlaşılmaz bir d ünyayı sunma yönündeki merak
ağır basar. Jean Leon Gerôme'un tablolarından
ancak görünüşte gerçekçi bir resmin yabancı di­
yarlarla temasın her iki veçhesini yansıtabileceği
açı kça anlaşı lır. Bu tabloların birinde, Gerôme
gerçekçi detaylarıyla neredeyse bir fotoğraf hava­
sı taşıyan tam bir Avrupa üslubunu kullanarak, aşi­
na bir gözlemcinin Kahire'deki Amr Camisi oldu­
ğun u hemen anlayacağı bir kapalı bölmede namaz
kılan bir gru p insanı gösterir. Figür portrelerinde
de aynı gerçekçiliği korumaya çalışır. Giyim ve
çehre detayları açısı ndan bu çaban ın kesinl ikle ba-

Karşı sayfada: Kahire Amr Camisi'nde namaz kılan


erkekler, Jean Leon Gerôme ( 1 824- 1 904), tuval üstünde
yağlıboya New York, Metropoliten Sanat Müzesi

E G Z O T İ K D O G U ' NUN P E Ş İ N D E 589


l a birlikte, özellikle yeni b i r resim tarzı bulma yö­
n ündeki girişimlerine denk düşen figür tasvi ri açı­
sından İslam resim sanatının ikiboyutlu efektini
çok çekici buldu lar. İzleyen dönemde onlar için
resim öncelikle algılanabilir ölçüde ikiboyutlu bir
nesneydi. Bunun dışında, İslam ülkeleri ne özgü şe­
kil ler ve renkler, yapılar, malzemeler ve sanatsal
nesneler bu sanatçı ları büyüledi. Macke'nin canl ı
renklere sahip geometrik şekillere v e ikiboyutlu
figürlere indirgenmiş yüzeyleriyle önceki gelenek­
lerden ayrılan Tunus suluboyaları ya da Matisse ve
Kandinsky'nin Kuzey Afrika tabloları gibi eserler
ancak daha önce İslam sanatı ilkeleri ne dönük yo­
ğun bir incelemen in yapılmış olmasıyla açıklanabi­
lir. Böyle bir incelemenin varl ığını bu ressamların
günlüklerine ve mektuplarına düştükleri kayıtlarla
doğrulamak mümkündür. 20. yüzyıl başlarında İs­
lam sanatı yeni, gerçekten modern bir Avrupa sa­
natsal dilini bulmaya oldukça beli rleyici bir katkıda
bulunmuştu. İslami Doğu'ya bu kafa yoruşun nere­
deyse kesintisiz olarak 20. yüzyılın sonuna kadar
gözlemlenebilen ikinci ve paralel bir veçhesi daha
vardı. İslam sanatına dönük Avrupa takıntısında
hatıra eşyaları n insanlara verdiği keyfin ve en de­
Cezayir'de dükkanlar, Louis Comfort Tiffany, kağıt üstünde guvaş, 1 895, Baltimore Sanat Müzesi
ğişik üslup unsurların ı birleştirme olanağının belir­
leyici etkisi elbette vardı. Burada modern estetiğin
arkadaşı L. C. Tiffany'nin tabloları için neredeyse ye'ye gitti. Osmanlı mimarisi Le Corbusier'ye me­ üslup normlarından bağı msız olarak, kişinin kendi
bir yorum gibi göründü. kan yapılandırmasında yararlanabileceği bir şeki l seyahat tecrübesinin bir tanığı olarak tuhaf, renk­
Yabancı ülkelerin uyandırd ığı bütün meraka ve ve tasarı hazinesi sunmanın yanı sı ra, orantıyla ilgi­ li, al ışılmamış ve yabancı şeyler toplama fırsatı söz
çekiciliğe rağmen, son uçta gezilerin sağladığı izle­ li dersler verdi. kon usuydu. Yabancı şeylerle böyle bir temasın ka­
nimler yüzeyseldi; her şeyden önce bu ülkelerin Sanat ve zanaat dallarında da buna yakın bir rakteristik bir örneği, Potsdam'da Berlinli banker
farklı mahiyeti nden dolayı garip ve büyüleyici bir gelişim çizgisi görü ldü. 20. yüzyı l başlarında soyut Herbert G utman n'ın l 920'1erden kalma villası nda­
havada kaldı. İslam sanatının bu şekilde zihin leri bezemeye dönüşen ikiboyutlu bezemeye ilişki n ki Arap Odası'dır. En zengin İslam üsluplarına da­
uğraştı rması ancak Avrupa sanatında içeriğin ve kuramsal sanat analizi, İslam sanatını incelemeyle yalı duvar bezemelerini taşıyan bu odanın her ta­
biçimin artık bir bütünlük oluşturduğu bir dönem­ etkili biçimde çakıştı. Bu alanda soyut, karmaşı k rafa sinmiş "Şark" atmosferinde hem İslami
de mümkün olabilirdi. Çünkü resim sanatı görsel, geometrik bezeme v e renk şemalarıyla Magribi ve Doğu'dan hem de Çin ve Güneydoğu Asya'dan
yorumlayıcı işlevi ni fotoğrafçı lığa kaptırmıştı ve Batı İslam sanatı asıl üslubu belirledi. Johannes lt­ gelme sanatsal nesneler bir araya geti rilmiştir.
mi mari uzak geçmişe ait şatafatlı alıntıları özgün iş­ ten'in tasarım ları Bauhaus oku l u mensuplarının İs­ Bu bakımdan Avrupa sanatının 1 9. yüzyıldan
levlerinden kopararak gayet serbestçe kullanır­ lam uygulamalı sanatlarının ve ayrıca İslam resmi­ itibaren İslami Doğu'ya duyduğu ilgiyi, kendi çizgi­
ken, yeni kompozisyonlar oluşturmak üzere biçim n i n ilkelerine yakından ilgi gösterdiğini somut sini bulma arayışı belirler. Böyle bir çizgi yabancı
ve içeriği bir araya geti rebilirdi. Böyle bir tarihsel biçimde ortaya koyar. sanat ve kültürü o zamana kadar asla ulaşı lmamış
dönemde, bir yabancı sanatın sadece dış biçimini İslam m inyatü rlerinin renk kompozisyonunu bir derinlikte ve boyutta inceleme fırsatı aracılığıy­
i ncelemek, izleyiciye bunun kendi sanatı nın içeri­ ve biçimsel yapısını analiz eden ve bu temelde la kendisini bütün yabancı şeylerden ayrı kı lmasını
ğinden ne kadar uzak olduğu nu gösterir. İslam ül­ 1 92 1 'de Avrupa resim sanatı nda klasik temalar sağlayabilirdi. Sanatçıların incelenmeye değer bul­
kelerindeki sanatın Avrupa'daki modern akımın için yeni ilkeler geliştiren kişi ltten'di. Ne var ki, duğu şeyler sadece kendi kültürel çevrelerinde
daha geniş kapsamlı gelişimine en büyük ve en ka­ 20. yüzyıl başlarında modern resme bütün üyle karşılaştıklarına bir çözüm su nan larla sınırlıydı.
lıcı etkide bulunduğu dönem belki de buydu . Bu bağlı olan sanatçı lar zamanla İslam sanatına ve üs­ Uyandırdığı bütün çekiciliğe rağmen, İslam sanatı
noktada, modern mimari eserler çarpıcı bir örnek lup özelliklerine i lgi duymaya başladı. Bu trendin ve kültürü hala insanların özelliklerini öğrenebile­
sunar. 20. yüzyıl ı n başlarında, Walter Gropius ve doruğuna ulaştığı 1 9 1 O'da Münih'te ünlü "M üslü­ ceği, ama en derindeki d uyguların ı asla gerçek an­
Le Corbusier gibi mimarlar bildik geleneklerden man Sanatı Şaheserleri" sergisi düzenlendi. Ulusal lamda kavrayamayacağı yabancı bir egzotik dünya­
köklü bir kopuşa ve tamamen yeni biçim ilkeleri­ ve uluslararası düzeyde kapsamlı bir etki yaratan ya dair bir izlenim bı rakmaktadır.
ne yönelen bir ifade biçimini geliştirmeyi başardı. bu sergi, resim alanında sözgelimi Robert Dela­
Her iki mimar da İslam sanatını incelemişti: G ro­ u nay, Augustus Macke, Edvard M u nch ve Wassily
pius 1 907/0B'de yaklaşık bir yıl İspanya'da kalarak Kandinsky'den gelen önemli bir etki uyandırdı. Bu
Magribi sanatı nı i ncelerken, Le Corbusier yoğun ressamların İslam sanatı nın egzotik içeriğine ilgisi
bir mimari inceleme dönemi için 1 9 1 1 'de Türki- ancak 1 9. yüzyıldaki öncellerininki kadardı. Bunun-

590 E G Z OT İ K D O G U ' NUN P E Ş İ N D E


Türk kahvehanesi, Augustus Macke, kontrplak üstünde
yağlıboya, 1 9 1 4, Bonn, Kent Sanat Müzesi

Herbert Gutmann'ın villasındaki Arap Odası


Postdam, l 920'1er

E G Z O T İ K D O � U ' NUN P E Ş İ N D E 591


veren kurumlar Roma, Milano, Londra, Glasgow, Bedin, Nürnberg ve
Mimari ve S anat özellikle Paris üniversiteleriydi.

Annette Hagedorn
M i mari
İslam dünyasında Doğu ve Batı üsluplarının sınırlı bir bileşiminin orta­
ya çıkışı artık mümkündü . Dolayısıyla, İslam dindışı mimarisinin bütün
1 9. ve 20. yüzyı llardaki sanatsal gel işmelerin çeşitl i l iği alanları 1 9 . yüzyılın ortalarından itibaren Batılı sömürgeci devletlerden
alınan modellerden güçlü biçimde etkilendi. Buna karşılık, 20. yüzyıl
İslam dünyasında 19. yüzyılın köklü sosyal-siyasal değişimleri, sanatın başlarında İslam dünyasından alınan yapı üslupları ve biçim unsurları
bütün alanlarında eski sanatsal geleneklerden bir kopuşa yol açtı. Do­ Avrupa ve Kuzey Amerika'da mimarinin gelişimi için bir saik sağladı.
ğu'daki sanatçıların Avrupa kültürü ve sanatıyla yoğun temasa girmesi Walter Gropius ve Le Corbusier gibi mimarlar (Sinan'ın yapılarında ve­
bunu özellikle etkiledi. Böylece, Müslüman sanatçılar Avrupa üslupları­ ya Magrip ortaçağ mimarisinde görülen) Doğu'ya özgü biçim indirgeme­
na daha açık hale gelirken, değişik ve özgün yaklaşımlarla kendi gele­ sini kendi modern mimari anlayışlarına uygulamanın çekiciliğini keşfet­
neklerini analiz etmeye yöneldiler. Öncelikle, birçok İslam ülkesinde ça­ tiler.
lışan Avrupalı sanatçılardan bazıları üniversitelerde ve yeni kurulan sa­ Bu uluslararası bütünleşme SSCB'nin küresel bir etki yaratan merke­
nat okullarında öğretmenlik yaparak, Avrupa mimari kuramlarını aktar­ ziyetçiliğiyle 20. yüzyılda daha ileriye götürüldü . Böylece, bu konfede­
dılar. Bu öğretmenler başka şeylerin yanı sıra yapıların orantılarını kur­ rasyona bağlı çeşitli İslam cumhuriyetlerinde ve genel olarak İslam dün­
ma ve yapı bezemesini uygulama konusunda yeni yaklaşımlar geliştirdi­ yasında bölgesel, etnik yönelimli sanatsal üsluplar yerine, modern dün­
ler. Avrupa yapı üslubunun benimsenmesi birçok İslam ülkesinde daha yaya dönük ve ideolojinin hizmetinde birleştirici bir üslup belirdi. Bu sa­
"modern" bir istikamette ilerlemek için bir fırsat olarak görüldü . Bunun nat politikasının bir sonucu olarak, ayrı İslam bölgelerinin olağandışı
tipik bir örneği, Mısır Hıdivi İsmail Paşa'nın daha önce Baron Georges­ özellikleri geçici bir süre neredeyse tamamen ortadan kalktı; ama özgün
Eugene Haussmann'ın (1809- 1891) Paris için hazırladığı kent planını em­ geleneklere nostaljinin geliştiği dönemlerde daha güçlü ve daha yaygın
sal alarak Kahire'ye Avrupai bir görünüm verme tasarısıydı. bir ağırlık kazandırdı. Bu ikinci trend, sözgelimi Osmanlı tarzı merkezi
Avrupa sanatına duyulan bu hayranlık ve Avrupa şirketlerinin nüfu­ kubbeli ve kalem minareli caminin bir temel motif olarak çeşitli ülkele­
zu yüzünden, İslam gelenekleri neredeyse bir çöküş noktasına vardı ve re yayılmasıyla belirgin hale geldi ve 19. yüzyıldan başlayarak "cami" ya­
eski zanaat dallarının altyapısı Avrupa sanayi sistemince neredeyse yok pı tipinin uluslararası sembolüne dönüştü .
edildi. Ancak 1870'ten sonra, belli yöneticilerin yeni imar işlerine destek Uluslararası ekonomik ve siyasal tekörneklikten dolayı, 20. yüzyıl İs­
vermesiyle, üretim rakamlarında ve işçilik kalitesinde bir yükselme orta­ lam mimarisini artık başlı başına ele almak mümkün olmasa bile, tipik
ya çıktı. Devlet desteğiyle mimarlık öğrencilerinin sayısı da arttı; ama bir İslam yapısı varlığını sürdürmektedir: cami. İşte bu nedenle aşağıda­
bunlar pratik beceriler edinmeleri için Avrupa'ya gönderildi. Bu eğitimi ki görüşler, 20 . yüzyıl cami mimarisindeki en önemli örneklerin ve
Kahire'deki Mehmed Ali Paşa Camisi
Yusuf Buşnak, 1 824- 1 848
İlk başta Fransız mimar Pascal Coste'un
Memluk üslubuna göre planladığı bu cami,

.�
iL
sonunda bilinmeyen sebeplerle Yunanlı mi­
mar Yusuf Buşnak'ın İstanbul'daki Yeni Va­
lide Camisi'ni ( 1 599) örnek alan tasarımına
göre i nşa edildi. Dolayısıyla, Sinan'ın mima­
ri anlayışına doğrudan dayanır. Dahası,
yüksek bir alandaki konumuyla güçlü bir si­
yasal ifade taşır; klasik Osmanlı camisine
uygun üslubu, yerel Fatımi ve Memluk cami
üsluplarından farklıdır. Böylece bilinçli se­
çilmiş bir husus olarak, Osmanlı İmpara­
torluğu'na aidiyet duygusunu vurgular.

trendlerin oluşturduğu bir yelpazeyi kapsayan bu özel yapı tipiyle sınır­ misi 0 977) en öğretici olanlardır. Bu örneklerde caminin özgün iç ala­
lıdır. nını çevreleyen ziyade gibi klasik biçim unsurlarına bir dönüş vardır.
Modern cami mimarisini değerlendirmeyi sağlayan temel ölçütlerden Kamuran Diba bu unsuru, minare düzenlemesinde görüldüğü gibi, mo­
biri, yapının fiziksel ve ekolojik çerçevesiyle, ayrıca peyzaj ortamıyla iliş­ dern bir tarzda yorumlanan mekan kavramlarıyla bütünleştirir.
kisidir. Bu bakış açısından, İranlı mimar Kamuran Diba'nın tasarımları, Camilerin kuruluşundaki bir başka önemli unsur, yapının kültürel
sözgelimi Tahran'daki Namazhane bahçe camisi ve Şuştar'daki Cuma Ca- çerçevesiyle ilişkisinin ifade edilmesidir. Bu etken İslam dünyası dışın-

Karşı sayfada: İslamabad'daki Kral Faysal


Camisi, Pakistan, Vedat Dalokay (Türkiye),
1 966- 1 986
Bu cami namaz bölmesinde 1 O bin ve yine ca­
miye ait bitişik alanda 80 bin müminin namaz
kılabileceği şekilde tasarlanmıştır. Adını
l 966'daki ziyareti sırasında projeyi finanse et­
me sözünü veren Suudi Arabistan Kralı Fay­
sal'dan alır. lslam Araştırmaları Enstitüsü ve
1 982'den beri Uluslararası İslam Üniversite­
si'nin bazı bölümleri camiye bağlıdır. iç mekan
Türk sanatçı Mengü Erte! tarafından bazı hat
süslerinin işlendiği seramik çinilerle bezenmiş­
tir.

Sağda: Endonezya'da devletçe inşa


edilen İstiklal Camisi
Cakarta, F. Silaban, 1 955- 1 984
Devlet camisi geleneği dünyada en büyük
Müslüman nüfusu barındıran Endonezya'da
ortaya çıktı. Bu caminin tasarımı ve inşası
için açılan yarışmaya sadece Endonezyalıla­
rın girmesine izin verildi. Kullanılacak mal­
zemelerin uzun ömürlü olması ve ülke için­
de bulunması şartı koşuldu. Silaban yapı bi­
leşenlerinin imalatında beton ve çelik
seçildi. Toplam 36.980 metre karelik alana
sahip namaz bölmesi bezeme unsurları
mermer, seramik ve çeliktir.

MİMARİ VE SANAT 59 3
N iono'daki Cami-i Kebir, Mali, ta 1 26 metre kare olan ve 68 kolon üstün­ Kral Abdullah Camisi, Amman, Rasim kı öğretmeni gibi, eski mimari örnekleri titiz­
1 948- 1 973 de duran namaz bölmesi, şimdi 726 metre Bedran, 1 989 likle inceledi. Bu şekilde geliştirdiği kendine
Çatısı ve cepheleri kil, güneşte kurutulmuş kareyi aşkın alanıyla neredeyse caminin bü­ Bu caminin ortadaki simetrik konumlu kub­ özgü mimari üslupta, eski örneklerden alın­
kil tuğla ve ahşap kirişlerden inşa edilen bu tün iç kısmını doldurur. Avluda başka yapı­ beye doğru yönelen düzgün kenarlı bir sekiz­ mış yapı biçimleri fazlalıklardan arındırılmış
cami, şimdiki boyutlarına l 948'den beri üç lar ve abdest alma bölmesi yer alır. gen zemin planı vardır. Mısırlı mimar Hasan tasarıma tam bir bütünlükle oturur.
aşamalı bir genişletmeyle ulaşmıştır. İlk baş- Fethi'nin bir öğrencisi olan Rasim Bedran, tıp-

daki ülkelerde inşa edilen camiler ve kültürel merkezler için gittikçe 1 970'lerden bu yana, cami yapılarında biçimin gelişimi açısından iki
önem kazanmaktadır. Modern toplumun 20. yüzyıl sonlarındaki güçlü önemli trend belirlenebilir: Mevcut yerel gelenekten yararlanma ve mo­
uluslararasılaşma eğilimiyle birlikte, İslam dinsel cemaatleri bütün Batı dernist biçimlerin uluslararası düzeyde kullanılmasından kaynaklanan
dünyasına yayılmış durumdadır. Bu cemaatlerin yaptırdığı camilerin ve güçlü etkiye açık olma. Yerel mimari biçimlerin ve bir tür etnografik ca­
okulların finansmanı çoğu kez kendi kaynaklarından karşılanır. Örnek­ mi üslubunun varlığını sürdürmesinin tipik örneği, Batı Afrika bölgesin­
lerden biri Mannheim'daki Müslüman cemaate ait Yavuz Sultan Selim de kilin asıl malzeme olarak kullanıldığı yapılardır. Mali'nin Djenne ve
Camisi'dir. Bu yapıda modern biçimsel unsurlar Türk tarzı çubuk mina­ Niono kentlerindeki camilerin inşa tarihleri arasında 100 yılı aşkın bir sü­
reye ve kubbeye özgü klasik temel motiflerle birleştirilmiştir; içeride bir re vardır; bununla birlikte yapı teknikleri ve malzemelerin yanı sıra ba­
çeşmeyi çevreleyen revak biçiminde geleneksel bir mimari unsur vardır. zı biçim unsurları uyuşan revakları birbirine çok benzerdir.
Öte yandan, modern dış dünya ile iç mekanın düzenlenişi, yani öze iliş­ Doğu Akdeniz ve Yakındoğu'daki cami tasarımlarında, modern yapı
kin dinsel yapı unsurları ve İslam mimarisi gelenekleri arasında bir iliş­ biçimleri ve kullanılan malzemeler ile geleneksel mimari biçimleri ara­
ki yaratılmıştır. Modern biçimin İslam geleneğiyle bu etkileşimine Batılı sında belli bir gerginlik sıklıkla görülebilir. Özellikle Türkiye'de yerel
sanayileşmiş ülkelerdeki İslam cemaatlerinin diğer yapılarında da rastla­ mimari gelenekler ve Sinan'ın ardılları tarafından sürdürülen Osmanlı
nır; en başta gelen özellik olarak, cami yapılarının daha büyük İslam yapı gelenekleri gittikçe üzerinde daha çok durulan bir konudur. Ür­
kültür kurumlarıyla bütünleştirildiği görülür. Cemaatlerin büyük çeşitlili­ dün'ün başkenti Amman'daki Kral Abdullah Camisi'nin inşa öyküsü bu
ği, daha başarılı örneklerde, bizzat yapılara bakarak anlaşılabilir. Nite­ anlamda neredeyse bir siyasal bildirgeye denktir. Rasim Bedran'ın
kim, Londra'da cami yapılarının eşlik ettiği çeşitli İslam kültür merkezle­ 1979'da sunduğu modernist planda, bölgenin İslami yapı geleneklerine
ri, aralarında sadece birkaç kilometrelik mesafe bulunmasına rağmen, göndermeler, büyük kubbenin ve eklentideki daha küçük yarım kubbe­
biçim açısından oldukça farklıdır. lerin temel şekliyle sınırlıydı; öteki unsurlar için Avrupa ve ABD'nin mo­
Yeni bağımsızlığa kavuşmuş ülkelerde inşa edilen ve daha eski, yer­ dern beton mimarisinden ilham alındığı apaçıktı. Sonuçta, ortaya aslın­
leşik devletlerin ideolojisiyle bilinçli bir bağlantı sağlayan büyük devlet da büyük ölçüde Bedran'ın anlayışını yansıtan bir yapı çıktı. Yine de
camileri açısından kültürel çerçevenin tamamen farklı bir önemi vardır. kubbenin pencereli üst alanı, şerefelerin şekli, kubbenin büyük ölçekli
Endonezya'nın başkenti Cakarta'daki cami en anlamlı örneklerden biri­ süslere, klasik hat sanatı örneklerine ve yıldız örgülü desenlere dayanan
ni sunar. Bu yapı özgün Osmanlı çubuk minaresi gibi eski mimari üs­ dış bezemesi gibi biçim detayları en azından Osmanlı cami yapısı gele­
lupları çağrıştırır; ama bunları birer soyut sembole dönüştürür ve mo­ neğinin izlerini taşır ve hatta bilinçli olarak bu geleneği çağrıştırır. Kla­
dern büro yapılarından ve 20. yüzyıl ortalarının büyük ölçekli kompleks­ sik İslam mimarisinin tekil unsurlarını benimsemek ve modern malzeme­
lerinden alınma biçimlere başvurur. Esas olarak müminler için bir namaz lerle bunları modern bir biçime aktarmak, Cidde'deki Kral Suud Cami­
bölmesi işlevi gören cami, kimliğini devlet dini İslam'a göre ortaya ko­ si'nde de görülebilen bir yaklaşımdır. Basit kübist biçimlere ve bezeme­
yan modern devletle özdeşleşmeyi sağlamak durumundadır. den yoksun düz üst yüzeylere dayanan mimariye rağmen, bu örnekte

594 M O D E R N ÇAGDA İ S LAM


Cidde'deki Kral Suud Camisi misi'ni inşa ederken, Abdülvekil hem giriş Kazablanka'daki Kral Hasan Camisi minarelerini izler. Namaz bölmesini örten
Suudi Arabistan, Abdülvekil, 1 989 alanıyla hem de minareyle Kahire'deki Sul­ Fas, Michel Pinseau, 1 986-93 çatı çok ilginçtir; 25 x 70 metre ebadındaki
Abdülvekil İslam dönemindeki Nübye sana­ tan Hasan Camisi'ne ( 1 356-63) gönderme­ Bu caminin namaz bölmesi 25 bin mümini bir alan gerektiğinde çekilip açılabilir. Yapı
tına özgü klasik mimari biçimleri ve malze­ lere yer verdi. Ayrıca, yapının diğer bazı un­ alacak şekilde tasarlanmıştır. Yapıya hakim ayrıca bir medrese, bir kütüphane ve bir
meleri inceleyerek yapılarında kullanan Ha­ surları (kubbenin şekli, eyvan) Memluk mi­ olan minarenin yüksekliği 200 metredir ve sergi yeri barındırır.
san Fethi'nin bir öğrencisidir. Kral Suud Ca- marisinin gözle görülür izlerini taşır. tasarımı açısından Magrip'in geleneksel kule

cek bir modern yapı yaratmak istedi. Fikirleri uluslararası sanat cami­
Memluk mimarisinin sözgelimi minare şekli, kubbenin pencereli üçgen­ asında doğrusu olumlu karşılandı; ama kamuoyunda "yeterli zenginlik­
lerden oluşan dayanak köprüsü ve alınlıktaki pencere sırası gibi klasik ten uzak" ve "bezemeden yoksun" bulunduğu için, çoğunlukla kabul
unsurlarıyla oynanmıştır. görmedi.
Singapur'daki Sultan Camisi (1924-1928) ya da Kazablanka'daki Kral İranlı mimar Cihangir Mazlum 1977-1987'de Tahran'daki Kadir Cami­
Hasan Camisi (1986-1993) gibi yapılar, gelenekle yaygın ve kesintisiz bir si'nde oldukça farklı bir yol izlemeye çalıştı. Örtüşen köşeli bölmelerden
ilişkiye tanıklık eder. Singapur camisi, kubbe ve minaresinin biçimiyle oluşmuş bir prizmayı andıran kubbe gibi modern biçimleri tutarlı biçim­
ve ayrıca pencerelerin şekli, dış bezeme gibi detaylarıyla, 16.-19. yüzyıl­ de kullandı, ama bütün tasarımı geleneksel bir İran bezeme tekniğiyle
ların Babürlü mimarisine açık göndermeler yapar ve bu özellikleri saye­ birleştirdi. Kabartma tuğla örgüler ya da mavi çiniler halindeki hat sana­
sinde geçmişten kalma bir yapı izlenimini verir. Kazablanka'daki Kral tı satırlarının bu anıtsal yapıyla bütünleştirilmesi, Selçuklu ve Timurlu
Hasan Camisi ise ilham kaynağı olarak Kuzey Afrika cami yapısının kla­ bezeme üsluplarına gönderme yapılmasını sağladı. On iki kenarlı şekliy­
sik unsurlarına dayanır. Minaresi Magrip'teki kule minareler geleneğine le Şiiliğin 1 2 imamını hatırlatan bu cami, eski gelenekleri, dinsel fikirle­
kesinlikle uyar. Birçok geçit kemerinin, mukarnas kolon başlıklarının, ri ve modern yaklaşımları uyumlu bir bütün olarak bir araya getirme yö­
tonoz yapılarının ve çokrenkli tavanların yer aldığı iç mekanın düzeni de nünde çok başarılı bir girişimdir.
camiyi yaptıran Kral II. Hasan'ın özel ilgi duyduğu eski Fas sanatının ge­ Cami düzeni konusundaki bir dizi yeni radikal yaklaşım özellikle
leneklerini canlandırır. Bangladeş, Pakistan ve Suudi Arabistan'da belirgindir. Bu ülkeler İslam
Eski geleneksel zanaatların yakın dönemde benzer bir yüksek itibar mimarisinde oldukça ayrı bir yol izlemeye çalıştılar. Bangladeş ve Pakis­
kazanmasını İran ve Türkiye'de de görmek mümkündür. Isfahan ve İs­ tan 1 960'larda ve 1 970'lerde Amerikalı mimar Louis Kahn'ın ( 1901-1974)
tanbul'daki camilerin seramik bezemeleri eski tekniklerle restore edil­ güçlü etkisi altında kaldı. İslamabad'da 1970-1986'da inşa edilen cami­
miştir. Buna karşılık, Kral Hasan Camisi'nin inşasında yeni yaklaşımlar nin Vedat Dalokay tarafından hazırlanmış tasarımında klasik biçimlerle
da benimsenmiştir. Namaz bölmesinin çatısı modern teknolojinin yardı­ oynamalar hala görülür; ama bunlar modern tekniklerle ve modern ya­
mıyla açılabilir; kıble bir lazer kirişle gösterilir. Yapının tasarımını bir pı biçimlerinde verilmiştir. Büyük kubbe geniş namaz bölmesini örtecek
Fransız mimar hazırlarken, bezeme işlerinin yerel zanaatkarlarca yürütül­ şekilde, çadıra benzer bir kıvrımlı çatıya çevrilmiştir. Osmanlı çubuk mi­
müş olması anlamlı bir ipucudur. naresine eğitimli bir gönderme yapan minareler iğne gibi pürüzsüz, in­
Geleneği modern dünyayla birleştirirken kamuoyundan da kabul ce, sivri görünümlü ve şerefesizdir. Dış kısmın yapısı açıkta bırakılmış
görecek bir tasarım bulma güçlüğü, seçkin Mısırlı mimar Hasan Fethi'nin yalın betondandır; yüzeyler dokulu betonla bezenmiştir. Öyle ki, cami­
boşa çıkan çabalarında görülür. Luksor'da Yeni Gurna için hazırladığı yi etkileyici kılan unsur, yapıya giydirilmiş yüzey bezemeleri değil, ana
tasarımlarda, Fethi bölgenin kil tuğlaya dayalı geleneksel mimarisine blok ve kanatlardır. Bu çerçevede İslam mimarisine yönelik başlıca Av­
dönmek ve aynı zamanda bir caminin işlevsel gereklerini yerine getire- rupa eleştiri noktasına cevap verilmiş gibidir; yani taşıyıcı ve yükleyici

MİMARİ VE SANAT 595


unsurlar birbirinden ayırt edilebilir değildir ve bütün yapı, yayılan süs durdu. İslam'ın ilk döneminden beri, sanatçılar her zaman insanların tak­
unsurlarının örtüsü altında gizlenmiştir. lide dayalı doğal tasvirinden kaçınmaya zorlanmıştı. 1 9 . yüzyılın üçboyut­
Londra'da oturan mimar Basil el-Beyati'nin yapılarına 1 980'lerin lu doğalcı heykelleri, İslam dünyasında Avrupalılaşma ve dinsel dogma­
post-modernist trendleriyle belirlenen arka plan içinde bakmak gerekir. dan uzaklaşma eğilimini de yansıtır. Suret yasağına artık sadece kutsal
Mevcut bütün teknolojik olanakları kullanan el-Beyati, son derece ola­ yerlerde sıkı sıkıya uyulmaya başladı. 20. yüzyılda eski Avrupa sömürge­
ğandışı bazı yapı biçimlerini gerçekleştirdi. "Cami-i Kütüb" için hazırla­ lerinin bağımsız devletlere dönüşmesiyle birlikte, müstakil heykeller da­
dığı tasarımda, dosdoğru kubbe ve minarenin biçimsel unsurlarına baş­ ima bir siyasal mesajla birleştirildi. Özellikle 20. yüzyılın ilk yansında,
vurdu. Bununla birlikte, namaz bölmesinin yan duvarları parçalıydı ve anıtsal heykel alanında Art Nouveau ve Art Deco gibi Avrupa akımlarının
açık bir kitabın sayfaları şeklinde düzenlenmişti. El-Beyati için bilgi ve etkileri birçok İslam ülkesinde ağır bastı. Örneğin, Mahmud Muhtar "Mı­
inanç keşfetme sürecinin iki yönüdür; tasarımları yapı kompleksinin sır Uyanıyor" adlı heykelinde Avrupa biçimlerine dönük bir imge kom­
amacını dış yapılar aracılığıyla yorumlar. pozisyonu içinde çok bilinen sfenks görsel unsurunu kullandı. Anıtsal
Dünyanın birçok farklı kesiminde gerek Müslüman, gerekse gayri­ heykel yönündeki trend 20. yüzyılın gelişim seyrinde gittikçe güçlendi ve
müslim mimarlarca tasarlanan modern camiler, her zaman yapının bir çoğu kez SSCB'nin yaydığı biçimiyle resmi komünist-sosyalist sanatın et­
ibadethane olarak taşıdığı özgün amacın çok ötesine varan bir yorumu kisi altına girdi. Bu nedenle, siyasal niteliği apaçık bir arka plana oturan
ve mesajı içerir. Bu nedenle, son 1 50 yılda yapı biçimleri, tıpkı ileri ge­ yeni bir heykel sanatı gelişti ve ulusal kimlik imajını benimsetmek ama­
ri sallanan bir sarkaca takılmış gibi, ayn bir gelenek ile dışarıdan gelen cıyla, bilinçli bir şekilde klasik İslam dünya görüşüne karşı bir denge un­
etkiler arasında savrulmalar içindedir. Bu alanda özellikle son 30 yılda suru oluşturma yönünde ilerledi.
modern bir İslam kimliğine dönük bir arayış mimari tasarıma damgasını Avrupa'ya ve İslam dünyasına mensup sanatçılar arasında daha güç­
vurmuştur. lü alışverişin olduğu ülkelerde başka gelişmeleri de saptamak mümkün-

Mısır Uyanıyor, Mahmud M uhtar, Kahire, bancı gücün hakimiyetinden önceki son ger­
Heykel 1 9 1 9- 1 928, granit çek Mısır kültürü olarak yorumlanmasını ge­
Bu anıtsal heykel Birinci Dünya Savaşı'ndan tirdi. Bu heykelde arkaya yaslanarak oturu­
20. yüzyılla birlikte anıtsal heykel alanında İslam geleneğinden kapsam­ sonraki bağımsızlık mücadelesi sırasında, ln­ şuyla firavunluk dönemine göndermede bu­
lı bir kopuş yaşandı. Bunun örneklerini İslam dünyasının çok farklı böl­ giliz himaye yönetiminin son bulduğu lunan sfenks ve yüzündeki peçeyi kaldıran
l 922'ye doğru yapıldı. Sanatta tipik Mısır kadın imgelerinin bir araya getirilişi, yeni bir
gelerinde görmek mümkündür. Az sayıda heykeltıraş üçboyutlu konular
geleneklerine yönelik bir arayış da vardı ve radikal değişim dönemine girişi canlı bir
seçerek, İslam'ın Kuran geleneklerine dayandırılan suret yasağına karşı bu arayış firavunluk döneminin bir dizi ya- şekilde ifade ediyor.

Şehitler Anıtı, lsmail Fettah, Bağdat, 1 983, yükseklik 40 metre


Yapay bir ada üstünde duran, içi oyuk ve mavi-turkuaz çinilerle
kaplı bu soğan biçimli kubbeler, lran-lrak Savaşı'nın ( 1 980- 1 988)
ilk yılında ölen Iraklı askerlerin anısına, Irak Devlet Başkanı Sad­
dam Hüseyin'in emriyle dikilmişti. Bu anıtsal mimari heykel yalın­
lığıyla çarpıcı olduğu kadar ürkütücü bir görünüm de taşıyor.

596 M O D E RN ÇAGDA İ S LAM


M uhammed Şah, 1 846/[?), tuval üstüne
yağlıboya, 220 x 1 25 cm, Berlin, Etnograf­
ya Müzesi
Bu yağlıboya tablo Kaçar Hükümdarı Mu­
hammed Şah'ın ( 1 834- 1 848) bir portresi­
dir. Onun himayesi altında lran'a giren çok
sayıda röprodüksiyon tekniği, lran resim
üslubunu da etkiledi. Bu geçiş döneminde
birçok Avrupa sanatçı lran'a gitti ve bazıla­
rından şahın portrelerini yapmaları istendi.
Bu portreyi l ranlı sanatçılar yapmış olsa bi­
le, oturmuş bir özneyi perspektif kullanarak
resmetmeye yönelik bir girişim olarak Av­
rupa etkisini gösterir.

İsimsiz, Şeyba Talla!, 1 986, tuval üstüne


yağlıboya, 1 14 x 9 1 cm, La Societe
Generale Marocaine de Banques
Koleksiyonu
Şeyba Talla! günümüzde Magrip'in en iyi bi­
linen kadın ressamlarından biridir. Sanat
okulu eğitimi yoktur ve bir süre nakkaş ola­
rak çalıştıktan sonra resme yönelmiştir.
Eserleri ilk kez Paris'te sergilenmiştir. Tal­
lal'ı bu olağanüstü etkili kompozisyonlarda
başarıya taşıyan etken, modern naif resim
ile Fas halk sanatının bağımsız ifade gü­
cünün bileşimidir. Konuları nı Kazablan­
ka'daki evinden sıklıkla görmeye gittiği köy­
lerdeki hayattan alır.

dür. Çoğu kez uzun bir süre Batı Avrupa'da yaşadıktan sonra kendi yurt­ bulma girişimine paralel örnekler daha sonralan Hindistan'daki Babürlü
larına dönen çok sayıda Türkiyeli ve Kuzey Afrikalı sanatçının eserlerin­ resminde ve aynca 19. yüzyılın Osmanlı manzara resminde vardır.
de bu gelişmeler açık seçik görülür. Ortaya koydukları tasarımların ardın­ Birçok İslam ülkesinde sanat dallan 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüz­
da, biçim kullanımı ve bağlam kavramı açısından modern uluslararası yıl başlarında, Avrupa'da öğrenim gördükten sonra geri dönen ve mo­
sanata dönük bir heykel bakış açısı vardır. İdeolojik yönelimin ve dinsel dern Batı dünyası ile sanata dair yerli duygular arasında bağımsız bir
yasakların artık anlamlı olmaktan çıkması, büyük soyut heykellerin ya da sentez yakalamaya çalışan sanatçılarca şekillendirildi. Bu süreçte ortaya
ahşap figür oymaların yaratılmasına olanak verdi. Bu bakımdan 19. ve çıkan sanatçı toplulukları, öncellerinin artık antikalaşmış saydıkları yer­
özellikle 20. yüzyılda heykel alanında İslam geleneğinden apaçık bir ko­ leşik biçimlerine karşı kabul görecek yeni yaklaşımlar bulmaya yönelik
puş gözlemlenebilir. Özellikle İslam dünyasındaki modernist uluslarara­ gayretli bir arayışa girdiler. Sözgelimi, Türkiye'de 1 920'lerde kurulan
sı trendlere açık bir sanat dalı olması nedeniyle, heykelde geleneklerin Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği geç izlenimci üslubun hakim
canlanışına güç verme olanağı sınırlıdır. konumuna karşı savaş açtılar ve soyut bir sanatsal ideali benimsetmeye
çalıştılar. Bu yeni akımın önde gelen savunucularından Sabri Berkel'in
kompozisyonlarında güçlü bir Avrupa kübizminin etkisi görülür. Berkel
Resim
kübizmin biçimsel unsurlarını Osmanlı minyatür resminin ikiboyutlu yü­
Mimaride olduğu gibi, resimde d e Avrupa etkisi altına girme ile Doğu İs­ zey ve yoğun-renk gelenekleriyle birleştirir. Bu bakımdan, Berkel'in 20.
lam geleneğini sürdürme arasında yaratıcı bir gerginliği görmek müm­ yüzyılın ilk yansında verdiği eserleri, Avrupa kübizmini inceleme yoluy­
kündür. 1 9 . yüzyılda, İslam kültürü tarihinde Avrupa'nın etkisiyle ilk kez la hat sanatı yönelimli bir soyut kompozisyon yakalama çabası açısın­
özgür bir resim üslubu ortaya çıktı. Geçmişte hep resme yatkın olmasın­ dan, bu tarzı temsil eder.
dan dolayı, İran başlangıçta bu sanatsal trendin özellikle kabul gördüğü Batı Avrupa'nın sanat yüksekokullanndaki akademik sanat eğitimin­
ülke oldu. İran hükümdarlarının ve Kaçar hanedanı mensuplarının saray den güçlü biçimde etkilenmiş bu resim üslubunun dışında, 20. yüzyıl or­
nakkaşhanesinde yapılan büyük ölçekli portrelerinin yanı sıra, 1798'den talarından itibaren öncelikle Kuzey Afrika ülkelerinde, akademik eğitim
itibaren yeni inşa edilen 40'ı aşkın köşkte de duvar bezemesi olarak bu yöntemlerinden bağımsız olan ve esas olarak her bölgenin halk sanatı­
tarz resme başvuruldu. Söz konusu tasvirler doğal modelin taklidine da­ na dayanan özgün bir resim üslubu ortaya çıktı. Bu resimlerde ilk kez
yalı Batı portre üslubuna dönüktür; ama İslam minyatür resminin eski daha büyük bir ölçekte işlenmeye değer bulunan Doğu'daki günlük ya­
geleneklerinden kalma izler, ikiboyutluluğa ve bezeme amacıyla ayn şamın aktarılması sürekli karşılaşılan bir konudur. Bu tarz kompozisyon­
renk yüzeylerinin içini çizmeye yönelik eğilimde görülebilir. İslam min­ larda çoğu kez naif resim ya da ilkelcilik olarak sınıflandırılan halk sa­
yatür resmi geleneği ile dönemin Batı portre sanatı arasında bir orta yol natının canlı renk düzenlemesi, resim yüzeylerinin kenara doğru doldu-

MİMARİ VE SANAT 597


Hat Soyutlaması, Vicdan Ali, 1 993, "' • :--

kağıt üstünde akrilik, 70 x 50 cm, özel


şahsa ait
Amman'da tarih öğrenimi gören Vicdan
Ali, l 962'de Ürdün'ün Birleşmiş Milletler
nezdindeki büyükelçisi oldu. l 980'1erin
başlarından beri, lslam dünyasının bugünkü
görsel sanatını sergiler ve yayınlar aracılı­
ğıyla uluslararası kamuoyuna tanıtma müca­ tt·:
' .
delesi içindedir. Bu resimde Arapça "tealal­
L, �:· . .·:
lah" kelimesinin başındaki "te" harfinin bir .'
_ _
kısmı görülüyor. Vicdan Ali hat sanatıyla
soyut bir kompozisyon biçimindeki mo­
dern tasarım olarak uğraşır; bu kompozis­
yonda seçilen harf dolaylı olarak tarihsel
olaylara ya da dinsel fikirlere göndermede
. . ......
bulunabilir.

Karşı sayfada: Bozkırlar ve Gölgeler,


Memun Sakkal, 1 994, bilgisayar yardımıyla
çizilmiş grafik, özel şahsa ait
Mimar, şehir planlamacısı ve tasarımcı olan
Sakal, bu alanlarda Washington D.C.'de
ders de vermektedir. Sanatçının bu tasarı­
mında üçboyutlu Küfl yazısıyla "kelime-i şa­
hadet" görülüyor. Üç yönden okunması ge­
reken bu sözlerin birinci kısmı resmin di­
key yüzeyinde, ikinci kısmı ise yatay yüze­
yinde yer alıyor. Güçlü renk şeması kom­
pozisyonunun canlılığını vurgular ve aynı ,,
zamanda lslami dinsel fikirlerin büyük çeşit­
liliğine göndermede bulunur.

rulması (horror vacui, "boşluk korkusu") ve tamamen ikiboyutlu algıla­ Bu farklı yaklaşımlar 20. yüzyıl sonlarında modern, ama hala İslami
ma gibi daha eski gelenekler benimsenir. Kuzey Afrikalı sanatçıların olan bir sehpa resmi geliştirme ve bunu Batı sanatının yanına koyma yö­
eserlerinde farklı ölçülerde sıklıkla rastlanan doğal konuların son dere­ nündeki çabaların daha kolay anlaşılmasını sağlar.
ce stilize, çoğu kez neredeyse basmakalıp tasviri de aynı estetik duyu­ İslam dünyasında sanatın son 1 50 yıldaki gelişimini tanımlayıcı bir de­
suna bağlıdır. ğerlendirmede karşılaşılan temel sorun, Batı Sahra'dan Endonezya'ya ka­
20. yüzyılın son çeyreğinde çeşitli İslam ülkeleri sanatta "İslam" un­ dar uzanan ve haliyle her biri ayrı geleneklere sahip bölgelerin ve ülke­
surunu yeniden keşfedip canlandırmaya çalışan ve bu nedenle büyük lerin zenginliğine dayanan bir alanı kucaklamanın ötesinde, uzun bir za­
ölçüde hat sanatı geleneklerine dönen bir resim üslubunun gelişmesine man dilimini kapsamasıdır. Bizzat eşyanın tabiatı gereği, sanatın son de­
sahne oldu. Çünkü bütün İslam dünyasında 19. yüzyıldan itibaren ba­ rece heterojen yapısıyla uğraşmak durumundayız; sonuçta sadece ulusla­
ğımsız sehpa resimlerine doğru bir evrimin yaşanmasına rağmen, İslam rarası modernizme aşırı açıklık, birleştirici bir unsur sayılabilir. Her ayrı
sanatının başlıca karakteristik başarısı olarak geleneksel bibliyografya ülkenin spesifik sanatından söz etmek de sorunludur; çünkü 19. yüzyıl­
sanatı önemini korumuştu . dan beri her yerde hissedilen küreselleşme yönündeki trend kültürler ara­
Sehpa resmini ve hat sanatını birleştirmeye dönük girişimlere olduk­ sında daha yoğun bir sanatsal diyaloğu da getirmiştir. Dolayısıyla, "İslam
ça yüksek sayıda sanatçının eserlerinde rastlanır. Bunlardan biri olan sanatı" teriminin tanımı gittikçe güçleşmektedir. Şimdiye kadar bu terim
Ahmed Mustafa, resimlerinde doğal unsurları yüzeyi tamamen kaplayan çok geniş bir coğrafi alandaki kültürleri birleştiren dinsel arka planı belir­
bezeme yazısıyla bir araya getirir. Esas olarak Kuran'dan alıntılardan ten bir anlam taşırdı. Günümüz açısından ise, Ernst Grube'nin 1978'de be­
oluşan yazıların düzenlenişi, resimde gerçeküstü bir üçboyutluluk izle­ lirttiği gibi, öncelikle sanatsal eserlerin sadece İslam dininin içeriğine ve
nimi uyandırır. kültürel geleneklerine dayandırılabilecek ve gözlemlenmeye elverişli te­
Ahmed Mustafa bu resimleriyle doğayı tekrarlamayla ilgili İslam ya­ mel özelliklerini tanımlamamız gerekir. Ne var ki, böyle bir tanım henüz
sağına imada bulunur ve aynı zamanda İslam dünyasının özgün sanat bulunabilmiş değil.
biçimi olarak hat sanatını 20. yüzyılın sanatsal mecra ve üslup trendle­
riyle birleştiren yaklaşımları benimser.
Ürdünlü sanatçı Vicdan Ali de eserlerinde Arapça yazıya sıklıkla
başvurur. Ayrıca dinsel temaları işler ve geçmiş ile bugünün bir bileşi­
mini yaratır. Sözgelimi, Peygamber'in torunu Hüseyin'in 7. yüzyılda Ker­
bela'da öldürülüşünü işlerken, bunu her zaman varolan genel anlamda­
ki adaletsizliğin bir timsali olarak ele alır.

MİMARİ VE SANAT 599


Ekler

602 Yazarlar

604 Kaynakça

61 1 İslam Takvi mi

612 İslam Hanedan ları

620 Sözl ü k

630 Dizi n

639 Görsel Malzeme

640 Teşekkü r

601
Yazarlar

Mukkadima Aschrafi Jonathan Bloom


Prof. Dr. Mukaddima Aschrafi 5 Temmuz 1936'da Taşkent'te doğdu ve halen Dr. Jonathan Bloom 1 950'de New York'ta doğdu, sanat tarihi öğrenimi gördü,
Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de oturmaktadır. Moskova Üniversitesi'nde sa­ İslam sanatında uzmanlaştı ve Harvard'dan Kuzey Afrika ve Mısır'da erken dö­
nat tarihi öğrenimini tamamladıktan (1959) sonra, araştırma asistanı olarak gir­ nem Fatımi mimarisi üzerine doktora diploması aldı. Harvard Sanat Tarihi Ens­
diği SSCB Bilimler Akademisi Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nde (1959-1961), titüsü'nde yardımcı doçentlik yaptı (1981-1987); Los Angeles'taki California
Tacikistan Bilimler Akademisi Doğu Araştırmaları Enstitüsü Yazma Departma­ Üniversitesi, Yale Üniversitesi gibi kurumlarda, Cenevre ve Bamberg'de konuk
nı'nda (1961-1965) ve SSCB Bilimler Akademisi Doğu Araştırmaları Enstitüsü doçent olarak ders verdi. Karısı Sheila Blair'le birlikte uzun yıllar ortak gezi,
Orta Asya Kültür Tarihi Departmanı'nda (1965-1972) çalıştı. 1972'den itibaren araştırma ve yayın çalışmaları yürüttü. Dr. Bloom şu anda Boston College'da
Tacikistan Bilimler Akademisi Kültür Tarihi Enstitüsü'nde üst düzey görevler­ karısıyla birlikte Norma]ean Calderwood Üniversitesi İslam ve Asya sanatı kür­
de bulundu ve 1997'de Tacikistan Teknik Üniversitesi'nde sanat tarihi profesö­ süsü profesörüdür.
rü oldu. Fransa, Britanya ve İrlanda'da, Harvard ve Oxford'da bir süre ders ve­
ren Prof. Aschrafi, Avrupa Orta Asya Araştırmaları Derneği'nin ve Tacikistan Sergej Chmelnizkij
Doğu Araştırmaları Derneği'nin bir üyesi, ayrıca "Tacikistan Edebiyat ve Sanat Prof. Dr. Sergej Chmelnizkij 1925'te Dnepropetrovsk'ta (Ukrayna) doğdu, Mos­
Tarihi Ansiklopedisi"nin yazarıdır. kova'daki Mimarlık Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Buhara'da bir süre mimar
olarak çalıştıktan ve Moskova'da merkezi restorasyon çalışmalarında görev al­
Marianne Barrucand dıktan sonra, SSCB Bilimler Akademisi Sanat Tarihi Enstitüsü'nden Orta Asya
Prof. Dr. Marianne Barrucand 1941 'de Freiburg'da (Saksonya) doğdu, doktora mimarisi üzerine doktora diploması aldı. Tacikistan Bilimler Akademisi Tarihi
diplomasını 1969'da Strasbourg'dan aldı ve birkaç yıl kaldığı Rabat'ta araştırma Enstitüsü'nde çalışırken, bir yandan da Duşanbe'deki Politeknik Üniversite­
işleriyle uğraştı. 1976'dan beri Paris'teki Sorbonne'da İslam sanat tarihi ve arke­ si'nde planlama ve sanat tarihi profesörü olarak ders verdi. Kapsamlı bilimsel
olojisi dersleri vermektedir. Orada 1979'da doçent ve 1985'te profesör oldu. Sor­ çalışmaları özellikle Orta Asya ve Tacikistan'daki düzenli kazılara dayanmakta­
bonne Arap ve İslam Araştırmaları Departmanı'nın direktörlüğünü yaptı (1989- dır. Prof. Chmelnizkij 1980'den beri Almanya'da yaşamaktadır. İslam Sanatı Mü­
1993). Çeşitli Alman üniversitelerinde konuk profesör olarak bulunan Prof. zesi, Alman Arkeoloji Enstitüsü, Berlin Sanat Eserlerini Koruma İdaresi ve Ber­
Barıucand, Arap ve Doğu araştırmalarına yönelik ERASMUS şebekesinin ardın­ lin eyalet yönetimi için çalışmış ve çeşitli Alman üniversitelerinde ders vermiştir.
daki itici güçtü. Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi (CNRS) Ulusal Komisyo­
nu'nda üye olarak görev yaptı (1987-1991) ve 1997'de Avrupa Bilim Vakfı'na üye Volkmar Enderlein
oldu. -1989'da CNRS tarafından "Maşrık-Magrip: İslam Dünyası Fotoğraf Arşivle­ Dr. Volkmar Enderlein, Friedrich-Schiller Üniversitesi'nde (Jena) klasik arke­
ri" adlı uluslararası fotoğraf arşivini derlemekle görevlendirildi, 1996'da Paris'te­ oloji, sanat tarihi ve antik çağ tarihi öğrenimi gördü ve üniversitenin sikke ko­
ki Arap Dünyası Enstitüsü'nde düzenlenen "Mısır Fatımilerinin Hazineleri" sergi­ leksiyonunda Sasani sikkeleri üzerine çalıştı. 1959'da Berlin Eyalet Müzeleri'ne
sine bilimsel danışmanlık yaptı ve 1998'de Sorbonne'da "Mısır Fatımileri: Sanat bağlı İslam Müzesi'nin uzman kadrosuna girdi ve 1979'dan beri buranın mü­
ve Tarih" adlı uluslararası kolokyumu yürüttü. 1999'da Legion d'Honneur nişanı dürüdür. Dr. Enderlein bu arada Huraboldt Üniversitesi'nde ders vermiş, Suri­
aldı. ye, Ürdün, Orta Asya, Hindistan ve Pakistan'a çok sayıda inceleme gezisi yap­
mış, İslam sanatının çeşitli yönleri ve İslam Müzesi'ndeki koleksiyonun tarihi
Jesus Berınudez Löpez üzerine eserler yayımlamıştır.
]esus Bermudez L6pez 1959'da Granada'da doğdu, filoloji, coğrafya ve tarih
öğrenimi gördü, ayrıca Granada Üniversitesi Sami Filolojisi Arap-İslam Bölü­ Joachim Gierlichs
mü'nü bitirdi. Bir İslam sanatı ve arkeolojisi uzmanı olarak, "Elhamra ve Alija­ Dr. Joachim Gierlichs 1 959'da Münih'te doğdu, Bonn, Münih, Erlangen ve He­
res İçin Özel Plan"ın hazırlanmasında görev aldı. Aralarında Roma'daki La Sa­ idelberg'de klasik arkeoloji, Hıristiyan arkeolojisi, Bizans ve İslam sanatı tarihi
pienza Üniversitesi ile İtalya'daki Mısır Akademisi'nin bulunduğu çeşitli öğrenimi gördü. "Anadolu ve Kuzey Mezopotamya'da Ortaçağ Hayvan Kabart­
kurumlarda ve konuk okutman olarak Maşrık-Magrip programlarında ders ver­ maları" teziyle 1991 'de İslam sanatı tarihi dalında doktora diploması aldı. Suri­
di; Otto-Friedrich Üniversitesi'ndeki (Bamberg) İslam dünyası fotoğraf arşivi­ ye'deki kazılarda görev aldı, Akdeniz ülkelerine, Ortadoğu ve Orta Asya'ya sık
nin hazırlanmasına katıldı. Halen Elhamra ve Generalife'nin tarihsel anıtların­ sık geziler yaptı. Berlin'deki İslam Sanatı Müzesi'nde bilim uzmanı olarak yü­
dan sorumlu yönetim komitesi Patronato del Alhambra'ya bağlı Kültürel rüttüğü çalışmaların yanı sıra, Berlin Özgür Üniversitesi, Martin Luther Üniver­
Gelişme Departmanı'nın başındadır. Granada ve Emirliği Üzerine Tarihsel sitesi (Halle) ve Rheinland Friedrich Wilhelm Üniversitesi'nde öğretim üyeliği
Araştırmalar Merkezi'nin bir üyesi ve Elhamra Dostları Kültür Derneği'nin onur­ görevlerinde bulundu. Dr. Gierlichs 1 999'dan beri Londra'daki İslam Sanatları
sal üyesidir. Derneği'nin eş-direktörlerinden biridir.

Sheila Blair Almut von GladiB


Dr. Sheila Blair 1948'de Montreal'de doğdu, sanat tarihi ve sosyoloji öğrenimi Dr. Almut von GladiJS 29 Mayıs 1943'te doğdu, Münster, Roma ve Köln'de kla­
gördü, Harvard'da sanat tarihi ve Yakındoğu araştırmaları alanında doktora yap­ sik arkeoloji, sanat tarihi ve tarih öğrenimi gördü ve 1970'te Köln'de Provence
tı. Şiraz'daki (İran) Pehlevi Üniversitesi, Harvard Üniversitesi ve Pennsylvania bölgesindeki Roma zafer takı mimarisi üzerine doktora diploması aldı. Türki­
Üniversitesi gibi çeşitli kurumlarda ders verdi, araştırmaları için Yakındoğu ve ye'de uzun yıllar kazılar ve araştırmalar yürüttü; Alman Arkeoloji Enstitü­
Orta Asya'da geniş çaplı geziler yaptı. Kendi yayınları dışında, kocası Jonathan sü'nden Akdeniz ülkelerini, Yakındoğu ve Ortadoğu'yu kapsayan bir yıllık ge­
Bloom'la birlikte İslam sanatı ve mimarisi üzerine çok sayıda kitap ve makale zi bursu aldı. Berlin'deki Alman Arkeolojik Enstitüsü'ne danışmanlık görevinin
yazdı. Dr. Blair şu anda Boston College'da kocasıyla birlikte Norma Jean Calder­ dışında, çok sayıda sergi ve yayın projesinde görev aldı. 1987'den beri Berlin
wood Üniversitesi İslam ve Asya sanatı kürsüsü profesörüdür. İslam Sanatı Müzesi'nde bilim uzmanıdır.

602 YAZARLAR
Julia Gonnella Santa Maria la Blanca'nın İslam esinli yapı bezemesini konu alan çalışmasıyla
Dr. Julia Gonnella 1963'te doğdu, Londra ve Thübingen'de İslam arkeolojisi ve Münih'teki Ludwig-Maximilians Üniversitesi'nden 1991 'de doktora diploması
sanat tarihi, Doğu araştırmaları ve etnoloji öğrenimi gördü. Suriye ve Mısır'da­ aldı. Daha sonra Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce İspanya'daki halifelik ikamet­
ki kazılarda görev aldı, Halep'te İslam evliyaları konulu çalışmasıyla 1 995'te gahı Medinetü'z-Zehra'nın yapı bezemesi üzerine çalışmakla görevlendirildi.
doktora diploması aldı. Bedin İslam Sanatı Müzesi'nde ve "Halep Odası" ser­ İspanyol İslam ve Yahudi sanatı konusunda yayımlanmış eserleri vardır.
gisinde bilimsel müze uzmanı olarak çalıştı (1994-1996). Dr. Gonnella 1996
sonbaharından beri Halep hisarındaki Suriye/Alman kazıları İslam bölümün­ Sibylle Mazot
den sorumludur ve bu ortaçağ tahkimatı üzerine araştırma yürütmektedir. Dr. Sibylle Mazot 1962'de Paris'te doğdu, Sorbonne'da tarih ve sanat tarihi öğ­
renimi gördü, Sicilya'nın Narman krallığı mimarisi üzerindeki İslam etkisini ko­
Oleg Grabar nu alan çalışmasıyla 1995'te doktora diploması aldı. Sicilya ve Tunus'taki çeşit­
Prof. Dr. Oleg Grabar 1929'da Strasbourg'da doğdu, Sorbonne ve Harvard'da li kazılarda bulundu, Palermo'nun ortaçağ mimarisi üzerindeki Müslüman
tarih, sanat tarihi ve Doğu dilleri öğrenimi gördü ve 1955'te Princeton'dan dok­ etkilerine ilişkin makaleler yazdı, çeşitli uluslararası bilimsel konferanslara ka­
tora diploması aldı. Öğretim üyeliğine başladığı Michigan Üniversitesi'nde tıldı.
1964'te sanat tarihi profesörü oldu; 1 969'dan itibaren Harvard Üniversitesi'nde
ve 1990-1998 arasında Princeton Üniversitesi İleri Araştırmalar Enstitüsü'nde Viktoria Meinecke-Berg
ders verdi. Ayrıca Columbia Üniversitesi, New York Üniversitesi, Dünya Ensti­ Dr. Viktoria Meinecke-Berg bir sanat tarihçisidir. İlk başta Alman Arkeolojik
tüsü, Sosyal Bilimler Yüksek Araştırmalar Okulu ve College de France'ta ko­ Enstitüsü'nün serbest çalışan bir uzmanı olarak Kahire'de ve ardından Şam'da
mık profesör olarak bulundu. Suriye'de Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki'deki kazıları yö­ bulunmuş, Ortadoğu'da neredeyse yirmi yıl çalışmıştır. Günümüzde Ham­
netti (1964-1972). Ağa Han İslam Sanatı ve Mimari Programı'nın, Cenevre'deki burg'da oturmaktadır; İslam sanatının çeşitli yönleri, özellikle Osmanlı seramik­
Max van Berchem Vakfı'nın ve Amerikan Sanatlar ve Bilimler Akademisi'nin leri, Kahire'nin topografyası ve yapı tarihi, Fatımi sanatı üzerine yayımlanmış
yönetim kurullarında görev yaptı. Üniversiteler Sanat Birliği, Amerika Ortaçağ eserleri vardır.
Akademisi, Amerikan Doğu Derneği, Mısır'daki Amerikan Araştırma Merkezi,
Ortadoğu Araştırmaları Birliği, Amerikan Sanatlar ve Bilimler Akademisi ve Elke Niewöhner-Eberhard
Amerikan Felsefe Derneği üyesi, ayrıca Alman Arkeolojik Enstitüsü, Roma'da­ Dr. Elke Niewohner-Eberhard 1942'de Giessen'de doğdu. Osmanlılar ile Safe­
ki Ortadoğu ve Uzakdoğu Araştırmaları Enstitüsü, İngiliz Al<ademisi ve Avus­ viler arasındaki çatışmaya ilişkin İslam, Arap-İslam ve Fars-Türk araştırmaları
turya Bilimler Akademisi onursal üyesidir. Prof. Grabar İslam sanatı tarihi üze­ üzerindeki çalışmasıyla 1970'te Freiburg im Breisgau Üniversitesi'nden dokto­
rine araştırmalarının sonuçlarını çok sayıda yayınla ortaya koymuştur. ra diploması aldı. Ruhr Üniversitesi'nde (Bochum), Asya Enstitüsü'nde ve Şi­
raz'daki (İran) Pehlevi Üniversitesi'ne bağlı Goethe Enstitüsü'nde ders verdi;
Annette Hagedorn araştırma amacıyla Yemen'de ve İslam dünyasının başka kesin1lerinde uzun sü­
Dr. Annette Hagedorn ortaçağ metal işlerini konu alan çalışmasıyla İslam sa­ re bulundu. Dr. Niewolıner-Eberhard Berlin'deki İslam Sanatı Müzesi'nde ve
natı tarihi dalında doktorasını yaptıktan sonra, İslam dünyasında ve Avrupa'da Hannover'deki Kestner Müzesi'nde çalışmıştır; 1996'dan beri Wolfenbüttel'de­
görsel sanatlar arasındaki karşılıklı ilişkileri incelemeye yöneldi. Özel ilgi ala­ ki Aşağı Saksonya Eyalet Arşivi'nde bilim uzmanıdır.
nı 19. ve 20. yüzyıllarda uygulamalı sanatların Oryantalist üslubudur. 199l 'den
beri Bonn, Mainz ve Utrecht üniversitelerinde İslam sanatı ile Avrupa ve Ku­ Peter W. Schienerl
zey Amerika sanatıyla etkileşimi üzerine ders vermiş, oryantalizm üzerine ser­ Dr. Peter W. Schienerl, Avusturya Bilimler Akademisi'nce Mısır'da ve İslam
gilerde ve yayınlarda görev almıştır. dünyasının başka kesimlerinde etnolojik araştırma projeleri yürütmekle görev­
lendirildi. Daha sonra üniversite okutmanı (Münih, Viyana) oldu; 1994'ten be­
Markus Hattstein ri Münih'teki İslam Sanatı ve Mimarisi Dokümantasyon Ofisi'nin (DIKK) başın­
Markus Hattstein 1961 'de doğdu ve 1982'den beri Berlin'de oturmaktadır. Fel­ dadır. 1984'te Mısır Enstitüsü'ne muhabir üye seçildi. Kültürel antropoloji
sefe, sosyoloji, Katolik ilahiyatı, karşılaştırmalı dinler ve İslam öğrenimi gör­ araştırmalarının sonuçlarını bir dizi kitapta ve teknik dergide yayımlamıştır.
müştür. Günümüzde serbest yazar ve yayın danışmanı olarak çalışmaktadır.
Philippa Vaughan
Wolfgang Holzwarth Dr. Philippa Vaughan, Babürlü sanatı ve mimarisinde uzmanlaşmış bir sanat
Dr. Wolfgang Holzwarth yan dal olarak İran araştırmaları öğrenimi görmüş bir tarihçisidir. Halen Londra'daki Kraliyet Asya Derneği'nin başkan yardımcısı ve
etnologdur. Çalışma alanı erken modern çağdan bu yana Orta ve Güney As­ Cenevre'deki Ağa Han Kültür Vakfı'nın danışmanıdır. Babürlü sanatı ve
ya'nın kültür tarihidir. Afganistan ve Pakistan'da saha araştırmaları yürütmüş, mimarisi üzerine yayınlarının ana veçhelerinden biri kadınların sanattaki
Özgür Üniversite ve Bamberg Üniversitesi için arşivler ve kaynaklar üzerine rolüdür.
araştırma projeleriyle bağlantılı olarak Özbekistan, Tacikistan ve başka Asya
ülkelerinde bulunmuştur. Dr. Holzwarth halen Berlin Humboldt Üniversitesi
Orta Asya Semineri'nde öğretim üyesidir. Bölgesel İslam tarihinin ve tarihya­
zımının çeşitli yönleri üzerine yayımlanmış eserleri vardır.

Natascha Kubisch
Dr. Natasha Kubisch Münster, Münih, Granada ve Madrid'de sanat tarihi, ileti­
şim bilimi ve tiyatro bilimi öğrenimi gördü . İspanya'daki en eski sinagog olan

YAZARLAR 603
Kaynakça

Dünya Dini ve Kültürel Güç Robbe, M. We/t des /slam. Geschichte Hillenbrand, R. lslamic Art and Architec­ Hamilton, R. W. Walid and his Friends.
Olarak İslam und Alltag einer Religion. Leipzig, 1 989. ture. Londra, 1 999. An Umayyad Tragedy. Oxford İslam Sa­
natı Araştırmaları VI. Oxford, 1 988.
Arberry, A. J. çev. The Koran - lnterp­ Robinson, F. Atlas of the /s/amic World. Michell, G., ed. Architecture of the lslamic
reted. Oxford, 1 998. Amsterdam, 1 99 1 . World. lts History and Social Meaning. Irak, İ ran ve Mısır
Londra, 1 995.
Azzam, H. M. Der /s/am. Geschichte, Leh­ Robinson, F, ed. Cambridge 11/ustrated Bloom, J. "The Qubbat al-Khadra i n
re undWirkung. Bindlach, 1 989. History of the /slamic World. Cambrid­ Nasr, S. H. lslamic Art and Spirituality. Early lslamic Palaces", Ars Orientalis
ge/New York, 1 996. Alberg, 1 987. 23( 1 993), s. 1 3 1 - 1 37.
Buhari, Sahih. Nachrichten von Taten und
Ausspruchen des Propheten Muhammad. Schimmel, A. Der /slam. Eine Einfuhrung. Necipoğlu, G. The Topkapi Serol/. Ge­ Creswell, K. A. C. Early Muslim Architec­
Stuttgart, 1 99 1 . Stuttgart, 1 990. ometry and Ornament in /slamic Art Los ture, 2 cilt, Oxford, 1 969.
Angeles, 1 995.
Eliade, M. "Mohammed und der Aufsti­ Waines, D. An lntroduction to lslam. Dimand, M. S. "Studies in lslamic orna­
eg des lslam", in M. Eliade, Geschichte Cambridge, BK, 1 995. Petersen, A. Dictionary of lslamic Archi­ ment", Ars /s/amica 4 ( 1 937), s. 293vd.
der religiösen /deen, c. 3/ 1 . Freiburg, tecture. Londra, 1 999.
1 983. Watt, W. M. ve A. T. Welch. Der lslam, Ettinghausen, R. ve O. Grabar. The Art
3 cilt, Stuttgart, 1 980. Sabra, A. 1. The Optics of lbn al Haytham. and Architecture of lslam 650-1 250. New
Glasse, C. Concise Encyclopaedia of ls­ Londra, 1 989. Haven/Londra, 1 987/ 1 994.
/am. Londra, 1 989. Wittfogel, K. A. Die Orientalische Despo­
tic Frankfurt am Main, 1 977. Schimmel, A. A Two-Colored Brocade. Grabar, O. The Formation of Js/amic Art
Glubb, J. B. A Short History of the Arab Chapel H ill, 1 992. New Haven/Londra, 1 973/ 1 988.
Peoples. Londra, 1 978. İslam Dünyasında Sanat ve
Kültür Soucek, P. "Nizami on Painters and Po­ Grabar, O. The Mediation of the Orna­
Haarmann, U., ed. Geschichte der ara­ ets", R. Ettinghausen, ed., /slamic Art at ment A. W. Mellen Lectures in the Fi­
bischen Welt Münih, 1 987. Abu-Deeb, M. Al-Jutjanis's Theory of Po­ the Metropolitan Museum. New Yerk, ne Arts, 1 989. Princeton, 1 992.
etic lmagination. Warminster, 1 979. 1 972.
Halm, H. Die Schia. Darmstadt, 1 988. Hodges, R. ve D. Whitehouse, Moham­
Ahsam, M. M. Social Life under the Abba­ Su riye ve Filistin med, Charlemagne and the Origins of Eu­
Halm, H. Der schiitische lslam. Von der sids. Londra, 1 979. rope. lthaca, NY, 1 983.
Religion zur Revoke. Münih, 1 994. Almagro Gorbea, A. "El Palacio Omeya
Blair, S. ve J. Bloom. The Art and Archi­ de Amman", La Arquitectur. Madrid, Hutt, A. /slamic Architecture. lran /.
Hartmann, R. Die Religion des /s/am. tecture of /slam 1 250- 1 800. New Ha­ 1 983. Londra, 1 977.
Darmstadt, 1 992. ven/Londra, 1 994.
Creswell, K. A. C. A Short Account of Kühnel, E. Die Arabeske. Sinn und Wand­
İbn İshak. Das Leben des Propheten. Bloom, J. ve S. Blair. lslamic Arts. Lond­ Early Muslim Architecture. J. W. Allan, lung eines Ornaments. Wiesbaden, 1 949.
Stuttgart/Viyana, 1 986. ra, 1 997. göz. geç./ed., Kahire Amerikan Üniver­
sitesi. Kahire, 1 989. Lassner, J. The Shaping of Abbasid Rule.
Kermani, N. Gott ist schb'n. Das asthe­ Bürgel, C. The Feather of the Simurgh. Princeton, 1 980.
tische Er/eben des Koran. Münih, 1 999. New Yerk, 1 988. Creswell, K. A. C. Early Muslim Architec­
ture. Vol. /, 1-2, Umayyads, A.D. 622-750. Lassner, J. The Topography of Baghdad in
Le Gai Eaton, C. Der lslam und die Bes­ Ettinghausen, R. ve O. Grabar. The Art 2. baskı, Oxford, 1 969. the Early Middle Ages. Detroit, 1 970.
timmung des Menschen. M ünih, 1 994. and Architecture of /slam 650- 1 250. New el-Mesudi. The Meadows of Go/d. The Ab­
Haven/Londra, 1 987/ 1 994. Creswell, K. A. C, R. Holod, J. Knustad basids. P. Lunde ve C. Stone, ed./çev.
Nagel, T. Geschichte der islamischen The­ ve W. Trousdale. City in the Desert Londra, 1 984.
ologie. Von Mohammed bis zur Gegen­ Grabar, O. The Formation of lslamic Art Qasr al-Hayr East Cambridge, Mass.,
wart Münih, 1 994. New Haven/Londra, 1 973/ 1 988. 1 978. Rogers, J. M. "Samarra. A Study in Me­
Grabar, O. The Mediation of Ornament dieval Town-Planning'', A. H. and S. M.
Nagel, T. Staat und Glaubensgemeinsc­ A. W. Mellen Lectures in the Fine Arts, Grabar, O. The Formation of lslamic Art Stern
ha� im /s/am, 2 cilt, Zürih/Münih, 1 98 1 . 1 989. Princeton, 1 992. New Haven/Londra, 1 973/ 1 988.
Hourani, The lslamic City. Oxford/Phila­
Netten, 1. R. A Popular Dictionary of ls­ Hillenbrand, R. /slamic Architecture. Hamilton, R. W. Khirbat al Mafjar. An delphia, 1 970, s. 1 1 9- 1 56.
/am. Londra/New Jersey, 1 992. Edinburgh, 1 994. Arabian Mansion in the jordan Va/ley. Ox­
Paret, R. Mohammed und der Koran, 6. ford, 1 959.
baskı, Stuttgart, 1 985.

604 KAYNAKÇA
Tunus ve Mısır Lezine, A. Sousse. Les monuments musu/­ Burgoyne, M. H. Mamluk jerusalem. An Kessler, C. "Funerary Architecture wit­
mans. Tunus, 1 968. Architeaural Study. Kudüs, 1 987. hin the City", Colloque lnternational sur
Amari, M . Storia degli Musulmani di Sici­ Constable, O. R. Trade and Traders in l'Histoire du Caire, Grafenhainichen,
lia, yeni baskı, Floransa, 1 954/ 1 972. Marçais, G. L'architeaure musulmane Muslim Spain. Cambridge, 1 995. 1 974, s. 257-267.
d'Occident (Tunisie, Algerie, Maroc, Espag­ Creswell, K. A. C. The Mus/im Architec­
Behrens-Abousif, D. lslamic Architeaure ne et Sicile). Arts et Metiers Graphiques. ture of Egypt, 2 cilt, Oxford, 1 952/ 1 959. Kessler, C. The Carved Masonry Domes
in Cairo. An lntroduaion. Leiden, 1 989. Paris, 1 954. of Mediaeval Cairo. Londra, 1 976.
Fuglestad-Aumeunier, Y., ed. Alep et la
el-Bekri. Description de l'Afrique septent­ Marçais, G. La Berberie musu/mane et Syrie du Nord. Aix en Provence, 1 992 Khayata, W. ve K. Kohlmeyer. "Die Zi­
rionnale par Abou Obeid-el-Bekri. Mac l'Orient au Moyen-Age. Paris, 1 946. {Revue du Monde Musu/man et de la Me­ tadelle von Aleppo-Yorlaufıger Bericht
Guckin de Slane, çev. Paris, 1 965. diterranee 62). iiber die Untersuchungen 1 996 und
Raymond, A. Le Caire. Paris, 1 993. 1 997'', Damaszener Mitteilungen
Bellafıore, G. Architettura in Sicilia ne/le Gabrieli, E ve U. Scerrato. G/i Arabi in X( 1 998), s. 69-96.
eta araba e normanna (82 7- 1 1 94). Paler­ Sanders, P. Ritual, Politics, and the City in ltalia. Cultura, contatti e tradizioni. Mila­
mo, 1 990. Fatimid Cairo. Albany, 1 994. no, 1 979. Klengel, H. "Die historische Rolle der
Stadt Aleppo im vorantiken Syrien",
Bianquis, T. "La prise du pouvoir par Sourdel, D. ve J. La civilisation de l'lslam Gaube, H. and E. Wirth. Aleppo. Histo­ Gernot Wilhelm, ed., Die orientalische
les Fatimides en Egypte (357-363/ classique. Paris, 1 983. rische und geographische Beitrage zur ba­ Stadt. Kontinuitdt, Wandel, Bruch. 1 . in­
968-974)", Annales /slamologiques il ulichen Gestaltung, zur sozialen Organisa­ ternational Colloquium der Deutschen
( 1 972), s. 49- 1 08. Staacke, U. La Ziza. Un palazzo norman­ tion und zur wirtscha�lichen Dynamik ei­ Orient-Gesellschart, 9- 1 O Mai 1 996 in
no a Pa/ermo. La cultura musulmana negli ner vorderasiatischen Fernhande/smetropo­ Halle/Saale. Saarbrucken, 1 997.
Creswell, K. A. C. The Muslim Architec­ edifıci dei Re. Palermo, 1 992. Je. Beitrage zum Tubingen Atlas des
ture of Egypt, Vol. 1. lkhshids and Fatimids Yorderen Orients, No. 58. Wiesbaden, Komaroff, L. The Golden Disk of Heaven.
(939- 1 1 7 1). New York, 1 978. di Stefano, G. Monumenti de/la Sicilia 1 984. Metalwork of Timurid Jran. New York,
normanna, yeni baskı, Palermo, 1 972. 1 992.
Dachraou, F. Le califat fatimide au Magh­ von Gladiss, A. "Zur Geschichte der
reb (2 96-3651909-9 75). Histoire, politique Talbi, M. L'emirat aghlabide 1 84-2 96/ Tauschierkunst im islamischen Mittel-al­ Korn, L. Ayyubidische Architektur in Agyp­
et institutions. Tunus, 1 98 1 . 800-909. Histoire politique. Paris, 1 966. ter", Aaa Praehistorica et Archaeologicala ten und Syrien. Bautatigkeit im Kontext
28, Berlin ( 1 996), s. 1 1 7- 1 45. von Politik und Gesellscha�. Thübingen
L'Egypte fatimide. Son art et son histoire. Tresors fatimides du Caire. Arap Dünyası Üniversitesi doktora tezi, 1 999.
Paris'te 28-30 Mayıs l 998'de düzenle­ Enstitüsü'ndeki serginin kataloğu, 28 Goitein, S. D. Letters of Medieval jewish
nen kolokyumdan rapor. Paris, 1 999. Nisan-30 Ağustos 1 998. Paris, 1 998. Traders. Princeton, 1 973. Lamm, C. J. Mittelalterliche Glaser und
Steinschnittarbeiten aus dem Nahen Ori­
Eredita dell'lslam. Arte islamica in ltalia. Tronzo, W. The Cultures of his Kingdom. Gonnella, J. Das Aleppo-Zimmer. Ein ent. Berlin, 1 929- 1 930.
Palazzo Ducale'deki serginin kataloğu, Roger il and the Cappella Palatina. Prin­ christlich-orientalisches Wohnhaus des 1 7.
Venedik, 30 Ekim 1 993 - 30 Nisan ceton, 1 997. Jahrhunderts aus Aleppo (Syrien). Mainz, Lapidus, 1. M. Mus/im Cities in the Middle
1 994. Milano, 1 993. 1 996. Ages. Cambridge, Mass., 1 967.
Wil liams, C. Jslamic Monuments of Cairo.
Ettinghausen, R. ve O. Grabar. The Art Kahire, 1 993. Gonnel la, J., W. Khayata ve K. Kohl­ Masters, B. The Origins of Western Eco­
and Architeaure of lslam 650- 1 250. New meyer, "Die Zitadelle von Aleppo", M. nomic Dominance in the Middle East.
York, 1 99 1 . Su riye, Fil istin ve Mısı r Fansa, H. Gaube ve J. Windelberg eds, Mercantilism and the /slamic Economy in
Damaskus-Aleppo. 5000 jahre Stadt-ent­ Aleppo, 1 600- 1 750. New York, 1 988.
Federico il, immagine e potere. Castello Allan, J. W. Persian Metal Technology wick/ung. Mainz, 2000, s. 250-258.
Svevo'daki serginin kataloğu, Ban, 4 Şu­ 700- 1 300 AD. Londra, 1 979. Meinecke, M. Die mamlukische Architek­
bat- 1 7 Nisan 1 995. Yenedik, 1 995. Herzfeld, E. Materiaux pour un corpus tur in Agypten und Syrien (64811 250 bis
Ailen, T. Ayyubid Architeaure. 6. baskı, inscriptionum arabicarum. Deuxieme par­ 92311 5 1 7). Glückstadt, 1 992.
Golvin, L. Le Magrib Centra/ a l'epoque (Solipsist Press, Occidental, California: tie: Syrie du Nord. lnscriptions et monu­
des Zirides. Recherches d'archeo/ogie et Electronic Publication) 1 996- 1 999. ments d'Alep. Kahire, 1 954- 1 955. Melikian-Chirvani, A. S. Jslamic Metal­
d'histoire. Paris, 1 957. work from the lranian World 8th- l 8th
Ashtor, E. East-West Trade in the Medi­ Hill, D. R. ve İbnü'l-Rezzaz el-Cezeri. centuries. Londra, 1 982.
Golvin, L. Recherches archeo/ogiques a la eval Mediterranean. Hampshire, 1 986. The Book of Know/edge of lngenious Mec­
Qal'a des Banu Hammad. Paris, 1 965. hanica/ Devices. Dordrecht, 1 974. Porter, Y. Medieval Syrian Pottery. Ox­
Atil, E. Renaissance of ls/am, Art of the ford, 1 98 1 .
Halm, H. Die Schia. Darmstadt, 1 988. Mamluks. Washington, 1 98 1 . Hillenbrand, C. The Crusades. lslamic
Perspeaives. Edinburgh, 1 999. Raby, J., ed., The Art of Syria and the Ja­
Lezine, A. Architeaure de l'lfriqiya. Rec­ Atil, E. ve P. J. Chase. lslamic Metalwork zira 1 1 00- 1 250. Oxford, 1 985.
herches sur /es monuments aghlabides. in the Freer Gallery of Art. Washington, Humphreys, R. S. From Sa/adin to the
Paris, 1 966. 1 985. Mongols. The Ayyubids of Damascus Raymond, A. Le Caire. Paris, 1 993.
1 1 93- 1 260. New York, 1 977.
Lezine, A. Deux villes d'Jfriqiya. Etudes Baer, E. Ayyubid Metalwork with Christian Raymond, A. "Les grands waqfs et l'or­
d'archeologie, d'urbanisme, de demograp­ lmages, Köln, 1 989. Jackson, D. E. P. ve M. C. Lyons. Sa/a­ ganisation de l'espace urbain a Alep et
hic Sousse, Tunis. Paris, 1 97 1 . din. The Politics of the Holy War. Camb­ au Caire a l'epoque ottomane (XYle­
Baer, E. Metalwork in Medieval /slamic ridge, 1 98 1 . XYlle siecles)'', Bu/Jetin d'Etudes Orienta­
Lezine, A. Mahdiya. Recherches d'arche­ Art. Albany, 1 983. les XXXI ( 1 980), s. 1 1 3- 1 28.
ologie islamique. Paris, 1 965. James, D. Qur'ans of the Mamluks. Lond­
ra, 1 988.

KAYNAKÇA 605
Sack, D. Damaskus. Entwick/ung und Cordoba. (Madrid Forschungen 4.) Ber­ Ewert, C. "Baudekor-Werkstatten im Fernandez Puertas, A. Lafachada del Pa­
Struktur einer orientalisch is/amischen lin, 1 966. Kalifat von Cordoba und ihre Dispersi­ /acio de Comares. (The Facade of the Pa­
Stadt (Damaszener Forschungen, c. 1.) on in nachkalifaler Zeit", A. J. Gail, ed., lace of Comares.) Granada, 1 980.
Mainz, 1 989. Brisch, K. "Madinat az-Zahra in der Kunstler und Werkstatt in den orientalisc­
modernen archaologischen Literatur hen Gesel/scha�en. Graz, 1 982, s. 47-57. Fernandez Puertas, A. The Alhambra.
Sauvaget, J. Alep. Essai sur le developpe­ Spaniens", Kunst des Orients, Wiesbaden Londra, 1 997.
ment d'une grande ville syrienne des origi­ ( 1 963), s. 5-4 1 . Ewert, C. "Die Moschee am Bab al­
nes au milieu du X/Xe siec/e. (Bibliothe­ Mardum in Toledo. Eine 'Kopie' der Forkl, H., ed. Die Garten von /slam.
que Archeologique et Historique No. Brisch, K. "Zu einer Gruppe von isla­ Moschee von Cordoba", Madrider Mit­ Stuttgart, 1 993.
34), 2 cilt, Paris, 1 94 1 . mischen Kapitellen und Basen des 1 1 . teilungen 1 8 ( 1 977), s. 287-354.
Jahrhunderts in Toledo", Madrider Mit­ Galera Andreu, P. La imagen romantica
Scerrato, U. Metalli islamici. Milano, teilungen 2 ( 1 96 1 ), s. 205-2 1 2. Ewert, C. Forschungen zur almohadischen de la Alhambra. Madrid, 1 992.
1 996. Moschee. Lieferung 4: Die Kapitel/e der
Cabanelas Rodriguez, D. El techo del Sa­ Kutubiya-Moschee in Marrakesch und der Gallego y Burin, A. La Alhambra. Grana­
Spallanzani, M. Ceramiche orientali a Fi­ lon de Comares en la Alhambra. Granada, Moschee von Tinmal. (Madrider Beitrage da, 1 963.
renzi ne/ Rinascintento. Floransa, 1 978. 1 988. 1 6). Mainz, 1 99 1 .
Garcia Gomez, E. Foco de antigua /uz
Tabbaa, Y. Constructions of Power and Pi­ Cabanelas Rodriguez, D. Literatura, Arte Ewert, C. Spanisch-/s/amische Systeme sobre la Alhambra. Madrid, 1 988.
ety in Mediaeva/ Aleppo. Pennsylvania, y Religion en fos Palacios de la Alhambra. sich kreuzender Bogen. /. Die senkrechten,
1 997. G ranada, 1 984. ebenen Systeme sich kreuzender Bogen Garcia Gomez, E. Poemas drabes en fos
a/s Stiitzkonstruktionen der vier Rippen­ muros y fuentes de la Alhambra. Madrid,
Ward, R. lslamic Metalwork. Londra, Caille, J. La mosquee de Hassan a Rabat kuppeln in der ehemaligen Hauptmoschee 1 985.
1 993. (Publications de l'institut des hautes von Cordoba. (Madrider Forschungen 2).
etudes marocaines LVll.) Paris, 1 954. Berlin, 1 968. von Gladiss, A., ed. Schatze der Alhamb­
İspanya ve Fas ra. lslamische Kunst aus Anda/usien. Ber­
Casamar, M. "Almoravides y Almoha­ Ewert, C. "Spanisch-lslamische Systeme lin, 1 995.
Acien Almansa, M. "Madinat al-Zahra des. lntroducion", Al-Anda/us. Las artes sich kreuzender Bogen. il. Die Arkatu­
en el urbanismo musulman", Cuadernos is/dmicas en Espana. Exhibition catalog, ren eines offenen Pavilions auf der Al­ von Gladiss, A., K. H. Golzio ve J. P.
de Madinat al-Zahra 1 , Cordoba ( 1 987), Madrid, 1 992, s. 75-83. cazaba de Malaga'', Madrider Mitteilun­ Wisshak. Denkmaler des lslam. Von den
s. 7-26. genl ( 1 966), s. 232-254. Anfdngen bis zum 1 2. jahrhundert. Mainz,
Cressier, P. "Les chapiteaux de la gran­ 1 997.
Almagro Corbea, A. ve A. Jimenez de mosquee de Cordoue (oratoires d' Ewert, C. Spanisch-lslamische Systeme
Martin. Giralda. Madrid, 1 985. Abd ar-Rahman 1. et d'Abd ar-Rahman sich kreuzender Bogen. 111. Die Aljaferia in Glick, T. F. /slamic and Christian Spain in
Madrid, 1 992. il) et la sculpture de chapiteaux a l'epo­ Zaragoza. (Madrider Forschungen the ear/y Middle Ages. Princeton, N.J.,
que emirale", Bölüm 1 ve 2, Madrider 1 2/ 1 ). Beri in, 1 978. 1 979.
Arie, R. L'Espagne musulmane au temps Mitteilungen 25 ( 1 984), s. 2 1 2-28 1 and
des Nasrides. Paris, 1 973. 26 ( 1 985), s. 257-3 1 3. Ewert, C. "Tipologia de la mezquita en Golvin, L. Essais sur I 'architecture religi­
Occidente. De los omeyas a los almo­ euse musu/mane /-///. Paris, 1 970/7 1 ,
Azuar Ruiz, R., M. Bevia, M. Borrego Cressier, P., P. Marinetto Sanchez, "Les hades", Actas del il. congreso de arqueolo­ 1 974, 1 979.
Colomer ve R. Saranova Zozaya. "La chapiteaux islamiques de la peninsule gia medieval espano/a /. Madrid, 1 987, s.
rabita de Guardamar (Alicante). Su ar­ iberique et du maroc de la renaissance 1 80-204. Golzio, K.-H. Geschichte /s/amisch-Spani­
quitectura", Cuadernos de Madinat al­ emirale aux almohades", L'Acanthe (dans ens vom 8. bis zum 1 3. jahrhundert
Zahra 2, Cordoba ( 1 988-90), s. 55-67. la sculpture monumenta/e de l'Antiquite a Ewert, C, A. von Gladiss, K.-H. Golzio (Madrider Mitteilungen).
la Renaissance), Paris, 1 993, s. 2 1 1 -246. ve J. Wisshak. Denkmaler des /slam. Von
Barrucand, M. ve A. Bednorz. Maurische den Anfdngen bis zum 1 2. Jahrhundert. Golzio, K.-H. Guia de Granada. Grana­
Architektur in Andalusien. Köln, 1 992. Creswell, K. A. C. Early Muslim Architec­ Mainz, 1 997. da, 1 892.
ture. il Abbasids, Umayyads of Cordova,
Basset, H. ve H. Terrasse. Sanctuaires et Aghlabids, Tulunids and Samanids A. D. Ewert, C ve M. Gomez-Moreno. El arte Grabar, O. La Alhambra. lconografıa, for­
forteresses a/mohades. Paris, 1 936. 75 1 -905- Oxford, 1 950. arabe espanol hasta fos Almohades, arte mas y valores. Madrid, 1 980.
mozarabe. (Ars Hispaniae 111.) Madrid,
Beckwith, J. Caskets from Cordoba. Cuadernos de la Alhambra, G ranada. c. I 1 95 1 . von Grunebaum, G. E. "Die Almorawi­
Londra, 1 960. ( 1 965). c. 33-34 ( 1 997- 1 998). den. Die Almohaden", G.E. von Grune­
Ewert, C ve J.-P. Wisshak. Forschungen baum, Der lslam in seiner k/assischen
Bermudez Lopez, J. and P. Galera And­ Delgado Valero, C. Toledo islamico. Ci­ zur a/mohadischen Moschee. Lieferung I : Epoche. Zürih/ Stuttgart, 1 966.
reu. Guia Ofıcia/ de visita al Conjunto Mo­ udad, arte e historia. Toledo, 1 987. Vorstufen. Hierarchische Gliederung wes­
numenta/ de la Alhambra. Granada, tislamischer Betsale des 8. bis I 1. jahr­ Hernandez Jimenez, F. Madinat a/-Zahra,
1 998. Dodds, J. D., ed. Al-Anda/us. The Art of hunderts. Die Hauptmoscheen von Qaira­ Arquitectum y decoration. Granada, 1 985.
/slamic Spain. New York, 1 992. wan und Cordoba und ihr Bannkreis.
Bermudez Pareja, J. Pinturas sobre pie/ (Madrider Beitrage 9). Mainz, 1 98 1 . Kress, H. J. Die is/amische Kulturepoche
en la Alhambra de Granada. Granada, Dozy, R. P. A. Geschkhte der Mauren, 2 auf der iberischen Ha/binse/. Marburg/
1 987. cilt, Leipzig, 1 874 (reprint 1 965). Ewert, C ve J.-P. Wisshak. Forschungen Lahn, 1 968.
Brentjes, B. Die Mauren. Leipzig, 1 989. zur almohadischen Moschee. Lieferung 2:
Eguaras lbanez, J. lbn Luyun. Tratado de Die Moschee von Tinmal (Marokko). Kubisch, N. Die Synagoge Santa Maria la
Brisch, K. Die Fenstergitter und verwand­ Agricu/tura. Granada, 1 988. (Madrider Beitrage 1 O). Mainz, 1 984. Blanca in Toledo. Eine Untersuchung zur
te Ornamente der Hauptmoschee von maurischen Ornamentik. Frankfurt am
Main/Berlin/Bern ve diğer, 1 995.

606 KAYNAKÇA
Kühnel, E. Die is/amischen Elfenbeinskulp­ Souto, J. A. "El capitel andalusi en los Magrib Marçais, G. Algerie medievale. Paris,
turen Vlll.-Xlll. Jahrhundert. Berlin, 1 97 1 . tiempo de la fıtna. Los capiteles de la 1 957.
mezquita aljama de Zaragoza ( 1 O 1 8- Abun-Nasr, J. Miri. A History of the
Kühnel, E. Granada. Leipzig, 1 908. 1 02 1 /2)", Co/oquio lnternational de capi­ Maghrib. Cambridge, 1 975. Marçais, G. Manuel d'art musulman /-//.
te/es corintios preromdnicos e islamicos Paris, 1 954.
Les jardins de /'lslam. Js/amic Gardens. (ss. Vl-Xll d. C). Madrid, 1 990, s. 1 1 9- Barrucand, M. Urbanisme princier en ls­
Granada, 1 976. 1 44. Jam. Meknes et /es vil/es raya/es islamiqu­ Marçais, G. Tunis et Kairouan. Paris,
es post-medievales. Paris, 1 985. 1 937.
Le Tourneau, R. The Almohad Movement Terrasse, H. L'art hispano-mauresque des
in North Africa. Princeton, N.J., 1 969. origines au Xllle siecle. Paris, 1 932. Caille, J. La Vil/e de Rabat jusqu'au pro­ Maroc: /es tresors du royaume. Küçük Sa­
tectorat francais. c. 1-1 1. Paris, 1 949. ray sergi kataloğu, Paris Güzel Sanatlar
Lomax, D. W. Die Reconquista. M ünih, Terrasse, H. /s/am d'Espagne. Une ren­ Cambridge History of /slam. c. 2. Camb­ Müzesi, 1 5.04. 1 999- 1 8.07. 1 999). Paris,
1 978. contre de J'Orient et de /'Octident. Paris, ridge, 1 990. 1 999.
1 958.
Lopez-Cuervo, S. Medina az-Zahara. ln­ Chiauzzi, G., F. Gabrieli, C. Sarnelli Maslow, B. Les Mosquees du Fes et du
generia y forma. Leon, 1 986. Terrasse, H. La mosquee a/-Qarauiyin a Cerqua ve arkadaşları. Maghreb medi­ Nord du Maroc. Paris, 1 937.
Fes. Paris, 1 968. eval. L'apogee de la civilisation islamique
Manzano Martos, R. Casas y palacios en dans /'Occident arabe. Aix-en-Provence, Meissner, M. Die Welt der Sieben Meere.
la Sevi/la a/mohade. Sus antecedentes his­ Terrasse, H. Nouvelles recherches arche­ 1 99 1 . Auf den Spuren arabischer Kau�eute und
panicos. Casas y palacios de Al-Anda/us. ologiques a Marrakech. Paris, 1 957 Piraten. Leipzig/Weimar, 1 980.
Siglos Xll y Xlll. Barselona, 1 995. Daoulati, A. Tunis sous /es Hafsides. Evo­
Terrasse, H., G. Deverdun ve J. Me­ lution urbaine et active architectura/e. Tu­ Revault, J. Palais, demeures et maisons de
Manzano Martos, R. La Alhambra. Mad­ unie. Recherches archeo/ogiques a Marra­ n us, 1 976. plaisance a Tunis et dans ses environs.
rid, 1 992. kech. Paris, 1 952. Aix-en-Provence, tarih yok.
Dokali, R. Les mosquees a la periode tur­
Marçais, G. L'Architecture Musulmane Torres-Balbas, L. Arte almohade. Arte que a Alger. Algier, 1 974. Santelli, S. Tunis. Saint Germain du Puy,
d'Occident /-//. Paris, 1 954. nazari. Arte mudejar. (Ars H ispaniae iV.) 1 995.
Madrid, 1 949. Duri, A. Arabische Wirtschafısgeschichte.
Marçais, G. Les monuments de Tlemcen. Zürih/Münih, 1 979. Seddon, D. Stamm und Staat. Ansatze zu
Paris, 1 903. Torres-Balbas, L. Ciudades hispano-mu­ einer Geschichte des Maghreb. Berlin,
su/manes. Madrid, tarih yok. Golvin, L. La madrasa medievale. Aix-en­ 1 980.
Marçais, G. Manuel d'art musulman /-//. Provence, 1 995.
Paris, 1 954. Torres-Balbas, L. La Alhambra y el Gene­ Sijelmassi, M. Les enluminures des ma­
ralife de Granada. Madrid, 1 949 Golvin, L. Palais et demeures d'Alger a la nuscrits royaux au Maroc. Paris, 1 987.
Martinez Cavir6, B. Ceramica hispano­ periode ottomane. Aix-en-Provence,
musulmana. Madrid, 1 99 1 . Valdes Fernandez, F. La A/cazaba de Ba­ 1 988. Terrasse, H. L'Art Hispano-Mauresque
dajoz. /. Hallazgos islamicos ( 1 977- 1 982) (des origines au XJl/e siecles). Paris, 1 932.
May, F. Lewis. Silk Textiles of Spain: y testar de la puerta de Pi/ar. Madrid, Gonzalez, Y. Emaux d'al-Anda/us et du
Eighth ta Fi�eenth Century. New York, 1 985. Maghreb. Aix-en-Provence, 1 994. Terrasse, H. ve J. Hainaut. Les Arts De­
1 957. coratifs au Maroc. Paris, 1 925.
Vallejo Triano, A. "Madinat al-Zahra. El Haarmann, U., ed. Geschichte der ara­
Munoz Molina, A. Stadt der Kalifen. Cor­ triumfo des estado islamico", Al-Anda/us. bischen Welt. Münih, 1 987. Triki, H. ve A. Dovifat. Medersa de
doba. Reinbek bei Hamburg, 1 994. Las artes isldmicas en Espana. Exhibition Marrakech. Paris, 1 990.
catalog. Madrid, 1 992, s. 27-39. Hajenkos, B. Marokkanische Keramik.
Navarro Palazon, J. ed. Casa y palacios Stuttgart, 1 988. poğu'nun
de Al-Anda/us. Siglos Xll y X/11. Barselo­ Valor Piechotta, M. El ultimo siglo de la ilk imparatorl ukları
na/Madrid, 1 995. Sevi/la islamica ( 1 1 4 7- 1 248). Sevilla, Hassar-Benslimane, J. Le passe de la ville
1 995. de Sa/e dans tous ses etats. Histoire, Arc­ Bombaci, A. Kufıc lnscription in Persian
O'Callaghan, J. F. A History of Medieval heologie, Archives. Paris, 1 992. Verses in the Court of the Raya/ Palace of
Spain. lthaca, NY, 1 975. Yernet, J. Die spanisch-arabische Kultur in Masud Hl. at Ghazni. Roma, 1 966.
Orient und Okzident. Zürih, 1 984. H ill, D. ve L. Golvin, lslamic Architecture
Ocana Jimenez, M. El cüfıco hispano y su in North Africa. Londra, 1 976. Brown, P. lndian Architecture. The ls/amic
evolution. Madrid, 1 979. Vilchez, C. La Alhambra de Leopoldo Tor­ Period. 5. baskı, Bombay, 1 968.
res Balbds (obras de restauracion y con­ Hourani, A. Die Geschichte der arabisc­
Ocana Jimenez, M. "Panoramica sobre servacion. 1 923- 1 936). G ranada, 1 988. hen Völker. Frankfurt am Main, 1 992. Maricq, A. ve G. Wiet, Le minaret de
el arte almohade en Espana", Cuadernos Djam. Paris, 1 959.
de la Alhambra 26 ( 1 990), s. 9 1 - 1 1 1 . Vines Millet, C. La Alhambra de Grana­ Hourani G. Fadlo. Arab Seafaring in the
da. Tres siglos de Historia. Cordoba, lndian Ocean in Ancient and Early Medi­ Melikian-Chirvani, A. S. "Eastern l ranian
Perez, J. Ferdinand und /sabel/a. M ünih, 1 982. eval Times. Beyrut, 1 963 (yeni basım Architecture. Apropos of the Ghurid
1 989. Princeton Doğu Araştırmaları, c. 1 3. parts of the G reat Mosque of Herat",
Wördemann, F. Die Beute gehort Allah. Princeton, 1 95 1 ). Bu/Jetin of the School of Orienta/ and Afri­
Rubiera Mata, M. J. lbn a/-Yayyab. El otro Münih, 1 985. can Studies 33 ( 1 970), s. 322-327.
poeta de la Alhambra. Granada, 1 994. Klimkeit, H.-J. Die Seidenstrasse. Han­
Yanes, B. Spanien. Auf den Spuren der de/sweg und Kulturbriicke zwischen Mor­ Schlumberger, D. ve J. Sourdel-Thomi­
Schreiber, H. Halbmond über Granada. Mauren. 1 990. gen- und Abendland. 2. baskı, Köln, 1 990 ne, Lashkari Bazar. Une residence roya/e
Bergisch Gladbach, 1 980. ghaznevide et ghoride. Paris, 1 978. Stark,

KAYNAKÇA 607
F. The minaret of Djam. An excursion in tanbuler Forschungen 42.) Tubingen, Müslüman Moğol lar Burton, A. The Bukharans. A Dynastic,
Afghanistan. Londra, 1 970. 1 996. Diplomatic and Commercial History 1 550-
Blair, S. "The Mongol Capital of Sulta­ 1 702. Surrey, 1 997.
G rabar, O. The Great Mosque of Isfahan. niyya, 'the lmperial'", /ran 24 ( 1 986), s.
Londra, 1 990. 1 39- 1 5 1 . Denny, W. B. The Ceramics of the Mos­
Orta Asya ve Anadolu Blair, S. ve J. Bloom. The Art and Archi­ que of Rustem Pasha and the Environment
H illenbrand, R. (ed). The Art of the Sel­ tecture of lslam 1 250- 1 800. Londra, of Change. New York, 1 977.
Albaum, L. 1. ve B. Brentjes. Herren der juqs in lran and Anatolia. Costa Mesa, 1 994.
Steppe. Berlin, 1 978. CA, 1 994. Golombek, L. ve M. Subtelny, ed. Timu­
G rabar, O. ve S. Blair, Epic lmages and rid Art and Cu/ture. lran and Central Asia
Altun, A. An Outline of Turkish Architec­ Kuran, A. "Die anatolisch-seldschukisc­ Contemporary History. The 11/ustrations of in the Fi�eenth Century. Leiden, 1 992.
ture in the Middle Ages. İstanbul, 1 990. he Architektur", E. Akurgal, ed., Kunst the Great Mongol Shah-nama. Chicago,
in der Tu'rkei. Fribourg/Würzburg, 1 980, 1 980. Golombek, L. ve D. Wilber The Timurid
Aslanapa, O. Turkish Art and Architectu­ s. 85- 1 1 6 Architecture of /ran and Turan. 2 cilt,
re. Londra, 1 97 1 /Türk Sanatı İstanbul, Naumann, R. Die Ruinen von Tacht-e Su­ Princeton, 1 988. L'Heritage timouride.
1 984. Lambton, A. K. S. ''The lnternal Struc­ Jeiman und Zendan-e Suleiman. Berlin, /ran - Asie centrale - inde, XVe-XV///e si­
ture of the Saljuq Empire", The Camb­ 1 977. ec/es. (Cahiers d'Asie centrale, No. 3-
Bausani, A. "Religion in the Saljuq Peri­ ridge History of lran. c. 5. Cambridge, 4), Tashkent/ Aix-en-Provence, 1 997.
od", The Cambridge History of lran. c. 5. 1 968. Paone, R. "The Mongol Colonization of
Cambridge, 1 968. the Isfahan Region", Isfahan. Quaderni Kalter, J. ve M. Pavaloi, ed. Erben der
Meinecke, M. Fayancedekorationen del Seminario di /ranistica, Ura/o-Altaistica Seidenstrasse. Usbekistan. Stuttgart,
Chmelnizkij, S. Construction and Orna­ seldschukischer Sakralbauten in Kleinasien. e Caucasologia de U'Universitad degli studi 1 995.
ment. Artistic Form and Decoration in the (lstanbuler Mitteilungen, Suppl. 1 3.) Tu­ di Venezia 1 O ( 1 98 1 ), s. 1 -30.
Art of Asia and Africa. Moscow, 1 969 (in bingen, 1 976. Lentz, T. ve G. D. Lowry. Timur and the
Russian). Wilber, D. M. The Architecture of /slamic Princely Vision. Washington, DC, 1 989.
Nagel, T. Die islamische Welt bis 1 500. lran. The 11-Khanid Period. Princeton,
Chmelnizkij, S. Die antike Ordnung in der M ünih, 1 998. 1 955/yeni basım, New York, 1 969. Manz, B. Forbes. The Rise and Rule of
mitte/a/terlichen Architektur Mitte/asiens. Tamerlane. Cambridge, 1 989.
(Akten des Xlll. internationalen Kong­ Nizamülmülk, Das Buch der Staatskunst. Orta Asya
resses fur klassische Archaologie.) Siyasatnama. Zürih, 1 959. Masson, M. E. ve G. A. Pugachenkova.
1 990. Allan, J. /s/amic Ceramics. Oxford, 1 99 1 . "Shakhri Syabz pri Timure 1 Ulug Beke.
Öney, G. Anadolu Selçuklu mimarisinde Shahr-i Sabz from Timur to Ulugh
Chmelnizkij, S. "Petschak und Michrab. süsleme ve el sanatları. Architectural Deco­ Ailen, T. A Cata/ogue of Toponyms and Beg", J. M. Rogers, çev., in lran 1 8
Zur Frage der Herkunft der Portalfor­ ration and Minor Arts in Seljuk Anatolia. 2. Monuments of Timurid Herat. Cambrid­ ( 1 980), s. 1 2 1 - 1 43.
men in der zentralasiatischen Architek­ baskı, Ankara, 1 988. ge, Mass., 1 99 1 .
tur", AN NALI, lnstituto Universario McChesney, R. D. "Economic and Soci­
Orientale 47 ( 1 987). Öney, G. "Baukunst und Kleinkunst", E. Ailen, T. Timurid Herat. Wiesbaden, al Aspects of the Public Architecture of
Akurgal, ed., Kunst in der Ttirkei. Fribo­ 1 983. Bukhara in the l 560's", Oriental Art 2
Crane, H. "Bericht über die G rabung in urg/Würzburg, 1 980, s. 85- 1 1 6. ( 1 987), s. 2 1 7-242.
Kobadabad 1 966", Archalogischer Anze­ Ashrafı, M. "Central Asian Miniature
iger 1 969 ( 1 970), s. 438-506. Otto-Dorn, K. "Figural Stone Reliefs Painting", Macmi//an's Dictionary of Art. Nagel, T. Timur der Eroberer und die isla­
on Seljuk Sacred Architecture in Ana­ Londra, 1 996. mische Welt des spaten Mittelalters. Mü­
Crane, H. "Notes on Saljuq Architectu­ tolia", Kunst des Orients 1 2 ( 1 978/79), s. nih, 1 993.
ral Patronage in Thirteenth Century 1 03- 1 49. Ashrafı, M. Khangamii naqqashi ba adabi­
Anatolia", journal of the Economic and yat dar lran. Tehran, 1 989. Porter, V. ls/amic Ti/es. Londra, 1 995.
Socia/ History of the Orient 36( 1 993), s. Otto-Dorn, K. "Kunst der Seldschu­
1 -57. ken", K. Otto-Dorn, Kunst des /s/am. Ashrafı, M. The Bukhara Miniature School Pugatschenkowa, G. A. Samarkand -
Baden-Baden, 1 964/2. baskı, 1 980, s. of the 40-70s of the 1 6 c. Duschanbe, Buchara. Berlin, 1 979.
Duda, H. W. Die Se/tschukengeschichte 1 26 vd. 1 974.
des lbn Bibi. Copenhagen, 1 959. Pugatschenkowa, G. A. Termes -
Redford, S. "The Seljuqs of Rum and Ashrafı, M. The Samarkand Miniature Pa­ Shahr-i Sabz - Chiwa. Berlin, 1 98 1 .
Erdmann, K.-H. Das anatolische Karavan­ the Antique", Muqarnas 1 O ( 1 993), s. intings of the 1 5 c. Tashkent, 1 996.
saray des 1 3. Jahrhunderts. /. Teil. (lstan­ 1 48- 1 56. Subtelny, M. E. "Arts and Politics in
buler Forschungen 2 1 .) Berlin, 1 96 1 . T. Talbot. Die Seldschuken. Köln, 1 963. Atil, E. Ceramics from the World of /slam. Early l 6th Century Central Asia", Cent­
Washington, DC, 1 973. ra/ Asiatic journal 27 ( 1 983), s. 2 1 7- 1 48.
Gabriel, A. Monuments turcs d'Anato/ie. Schneider, G. Geometrische Bauornamen­
2 cilt, Paris, 1 93 1 -34. te der Seldschuken in Kleinasien. Wiesba­ Barthold, W. Ulug Beg und seine Zeit, Hindistan
den, 1 980. Nendeln i. Liechtenstein, 1 966.
Gabriel, A. Voyages archeo/ogiques dans Aijazuddin, F. S. Historical lmages of Pa­
la Turquie Orientale. Paris, 1 940. Schneider, G. P�anzliche Bauornamente Beaupertuis-Bressand, F. L'Or bleu de kistan. Lahor, 1 992.
der Seldschuken in Kleinasien. Wiesba­ Samarkand. Paris, 1 997.
Gierlichs, J. Mitte/a/terliche Tierreliefs in den, 1 989. Asher, C. B. /s/amic Monuments of Eas­
Anato/ien und Nordmesopotamien. Unter­ Binder, F. Ayshen De/emen, Samarkand - tern lndia and Bangladesh. Leiden, 1 99 1 .
suchungen zur fıgurlichen Baudekoration Yavuz, A. T. "The Concepts that Shape Chiwa - Buchara. /slamische Hochkultur in
der Se/dschuken, Artuqiden und ihrer Anatolian Seljuq Caravanserais", Muqar­ Mitte/asien. Freiburg ira Breisgau, 1 990.
Nachfolger bis ins 1 5. jahrhunderts. (Is- nas 1 4 ( 1 997), s. 80-95.

608 KAYNAKÇA
Asher, C. B. The New Cambridge History tion, Conservation and lmplications. Lahor, Stoler Miller, B., ed. The Powers of Art Dickson, M. B. ve S. C. Welch. The Ho­
of lndia. Architedure of Mughaf lndia. 1 996. Patronage in lndian Culture. Yeni Delhi, ughton Shahnameh. 2 cilt, Cambridge,
Cambridge, 1 992. 1 992. Mass., 1 98 1 .
Jones, D., ed. A Mirror of Princes. The
Baridon, M. "Jardins des horizons loin­ Mughals and the Medici. Bombay, 1 987 Volwahsen, A. /slamisches lndien. Münih, Enderlein, V. ve W. Sundermann, ed.
tains. L'lslam", Les jardins, 3. baskı, Pa­ 1 969. Schahname. Das persische Konigsbuch.
ris, 1 999, s. 209-345. Koch, E. Mugha/ Architedure. An Outline Miniaturen und Texte der Berliner
of its History and Development 1 526- Walker, D. Flowers Underfoot lndian Handschri� von / 605-Leipzig/Weimar,
Barrucand, M. "Garten und gestaltete 1 858. Münih, 1 99 1 . Carpets of the Mughal Era. The Metro­ 1 988.
Landschaft als irdisches Paradies. Gar­ pol itan M useum of Art. New York,
ten im westlichen lslam", Der /slam 65 Lchrman,J. Earthly Paradise. Garden and 1 997. Erdmann, K. Der orientalische Knup�ep­
( 1 988, 2), s. 244-267. Courtyard in ls/am. Berkeley, Los Ange­ pich. Versuch einer Darstellung seiner
les, 1 980. Welch, S. C. lndia! lndian Art and Cultu­ Geschichte. Tubingen, 1 955/
Beach, M. C, E. Koch ve W. Thackston. re 1 300- 1 900. Metropoliten Sanat Mü­ 1 960/ 1 965/ 1 975.
King of the World. The Padshahnama. An Michell, G., ed. Ahmadabad. Bombay, zesi. New York, 1 985.
lmperia/ Mugha/ manuscript from the Ro­ 1 988. Ettinghausen, R. "New Light on Early
yal Library, Windsor Cast/e. Londra, Yamamoto, T, M. Ara ve T. Tsukinowa. Animal Carpets", R. Ettinghausen, ed.
1 997. Michell, G. ve M. Zebrowski. The New Delhi. Architedural Remains of the Delhi Aus der Welt der /s/amischen Kunst
Cambridge History of lndia. Architedure Sultanate Period. 3 cilt, Tokyo, 1 967- Festschri� fıir Ernst Kühnel. Berlin, 1 959,
Begley, W. E. Monumenta/ /slamic Callig­ and Art of the Deccan Sultanates. Camb­ 1 970. s. 93- 1 1 6.
raphy from lndia. Villa Park, lllinois, ridge, 1 999.
1 985. Zebrowski, M. Go/d, Si/ver and Bronze Faik, S. J. Qajar Paintings. Persian Oil Pain­
Merklinger, E. S. lndian /s/amic Architec­ from Mugha/ lndia. Londra, 1 997. tings of the / 8th and / 9th centuries.
Begley, W. E. ve Z. A. Desai. Taj Mahal. ture. The Deccan 1347- 1 686. Warmins­ Londra, 1 972.
The 11/umined Tomb. An Anthology of Se­ ter, 1 98 1 . Zebrowski, M. Deccani Painting. Londra,
venteenth-Century Mugha/ and European 1 983. Glassen, E. "Schah lsmail 1. und die
Documentary Sources. (Aga Khan Prog­ Moynihan, E. B. Paradise as a Garden in Theologen seiner Zeit", Der /s/am. 48
ram for lslamic Architecture). Camb­ Persia and Moghol lndia. New York, İ ran ( 1 972).
ridge, Mass., 1 989. 1 979.
Bausani, A. Die Perser. Von den Anfangen Glaube, H. lranian Cities. New York,
Brand, M. ve G. Lowry. Akbar's lndia. Mümtaz, K. Han. Architedure in Pakistan. bis zur Gegenwart Stuttgart, 1 965. 1 979.
Art from the Mugha/ City of Viaory. New (Ağa Han İslam Mimarisi Programı). Sin­
York, 1 985. gapur, 1 985. Beattie, M. "Ardabil Carpet'', Encyclopa­ Hillenbrand, R. "Safavid Architecture",
edia /ranica. c. il. Londra/New York, P. Jackson ve L. Lockhart, ed. The Timu­
Brooks, J. Gardens of Paradise. The His­ Pal, P. Master Artists of the lmperial Mug­ 1 987. rid and Safavid Periods. The Cambridge
tory and Design of the Great /slamic Gar­ hal Court Bombay, 1 99 1 . History of lran. c. 6. Cambridge, 1 986, s.
dens. Londra, 1 987. Berinstain; V, S. Day, E. Floret ve arka­ 789-792.
Pal, P., J. Leoshko ve arkadaşları. Ro­ daşları. Teppiche. Tradition und Kunst in
Brown, P. lndian Architedure. /slamic Pe­ mance of the Taj Mahal. Los Ange­ Orient und Okzident. Köln, 1 997. Kuhnel, E. "Der Maler Muin", Pantheon
riod. Bombay, 1 956/yeni basım 1 975. les/Londra, 1 989. 29 ( 1 942), s. 1 08- 1 1 4.
Black, D. ed. The Macmillan Atlas of
Crowe, S. ve S. Haywood. The Gardens Petruccioli, A., ed. Der islamische Gar­ Rugs and Carpets. New York, 1 985. Lane, A. Later lslamic Pottery. Londra,
of Mughal lndia. Londra, 1 972. ten. Stuttgart, 1 995. 1 957.
Blair, S. ve J. Bloom. The Art and Archi­
Ettinghausen, R. ve E. B. Macdougall, Petruccioli, A. Mugha/ Architeaure. teaure of lslam, 1 250- 1 800. New Ha­ Luft, P. "Gottesstaat und höfısche Ge­
ed. The lslamic Garden. Dumbarton Pomp and Ceremonies. İslam Çevre Ta­ ven/Londra, 1 994. sellschaft. l ran im Zeitalter der Safawi­
Oaks Oeyzaj Mimarisi Tarihi Üzerine sarımı Araştırmaları Merkezi'nin Yayın den", J. Osterhammel, ed., Asien in der
Kolokyum iV. Washington DC, 1 976. Organı, Carucci Editore, IX Year, No. Blunt, W. Isfahan. Pear/ of Persia. Rep­ Neuzeit 1 500- 1 950. Frankfurt am Main,
i l. rint, Londra, 1 974. 1 994.
Frykenberg, R. E. De/hi Through the
Ages. Essays in Urban History, Culture and Rani, A. Tugluq Architedure. Delhi, 1 99 1 . Brentjes, B. Chane - Su/tane - Emire. Luschey-Schmeisser, 1. The Piaorial Tile
Society. Delhi, 1 986. Leipzig, 1 974. Cycles of Hast Behest in Isfahan and its
Schimmel, A. A Two-Co/ored Brocade. /conographic Tradition. Roma, 1 978.
Gardet, L. "Djanna", Encyclopedic d'ls­ The lmagery of Persian Poetry. Chapel Canby, S. R. The Golden Age of Persian
lam. c. 2, 2. baskı, Leiden/Paris, 1 977, s. Hill/Londra, 1 992. Art 1 5 0 1- 1 722. Londra, 1 999. McChesney, R. "Four Sources on Shah
459-464. Abbas's Building of Isfahan", Muqarnas
Schimmel, A. /slam in the lndian Subcon­ Canby, S. R. The Rebel/ious Reformer. 5 ( 1 988), s. 1 03 - 1 34.
Hambly, G. Cities of Mugha/ lndia. De/hi, tinent Leiden/Köln, 1 980. The Drawings and Paintings of Riza-yi Ab­
Agra and Fatehpur Sikri. New York, basi of Isfahan. Londra, 1 996. Melikian-Chirvani. "Safavid Metalwork:
1 968. Skelton, R., ed. The lndian Heritage. Co­ A Study in Continuity", Studies on Isfa­
urt Life and Arts under Mughal Rule. Vic­ Diba, L. S., ed. Royal Persian Paintings. han, /ranian Studies 8 ( 1 974), s. 543-585.
Horovitz, J. Das koranische Paradies. Ku­ toria & Albert Müzesi, Londra, 1 982. The Qajar Epoch 1 785- 1 925. Exhibition
düs, 1 923. catalog, Brooklyn Museum of Art. New Neumann, R. ve G. Murza. Persische Se­
Soudavar, A. Art of the Persian Courts. York, 1 998. iden. Die Gewebekunst der Safawiden und
Hussain, M., A. Rehman ve J. L. Wesco­ New Y ork, 1 992. ihrer Nachfolger. Leipzig, 1 988.
at Jr, ed. The Mugha/ Garden. lnterpreta-

KAYNAKÇA 609
Pope, A. U. Persian Architeaure. The Tri­ Bayram, S., ed. Mimarbaşı Koca Sinan; Petsopoulos, Y. Kunst und Kunsthand­ Bozdoğan, S. ve arkadaşları. Sedad El­
umph of Form and Colour. New York, Yaşadığı Çağ ve Eserleri. İstanbul, 1 988. werk unter den Osmanen. Münih, 1 982. dem. Architea in Turkey. Londra, 1 987.
1 965. Frank, G. Allah grosse Sohne. Frankfurt
Deroche, F. The Abbasid Tradition. Rogers, J. M., ed. Topkapi Sarayi-Muse­ am Main, 1 990.
Robinson, B. W. Studies in Persian Art Qur'ans of the Bth to the I Oth centuries um. Architektur. Herrsching am Ammer­
2 cilt, Londra, 1 993. AD. (Nasır D. Halili İslam Sanatı Kolek­ see, 1 988. Haus der Kulturen der Welt. Die ande­
siyonu, c. 1 .) Londra, 1 992. re Moderne. Zeitgenossische Kunst aus Af­
Roemer, H. R. Persien auf dem Weg in Rogers, J. M. Topkapi Sarayi-Museum. rika, Asien und Lateinamerika. Berlin,
die Neuzeit Beyrut, 1 989. Savory, R. Fada'ili, H. At/as-i Khatt Isfahan, Manuskripte. Herrsching am Ammersee, 1 997.
lran under the Safavids. Cambridge, 1 39 1 / 1 97 1 . 1 986.
1 980. Heine, P. Kon�ikt der Kulturen oder Fe­
Frank, G. Die Herrscher der Osmanen. Rogers, J. M. Topkapi Sarayi-Museum. indbild /slam. Freiburg, 1 996.
Schweizer, G. lran. Drehscheibe zwischen Viyana/Diisseldorf, 1 980. Kleinodien. Herrsching am Ammersee,
Ost und West Stuttgart, 1 99 1 . 1 987. Holod, R. Hasan-uddin Khan. The Mos­
Goodwin, G. A History of Ottoman Archi­ que and the Modern World. Londra,
Shreve Simpson, M. Sultan lbrahim Mir­ teaure. Baltimore/Londra, 1 97 1 . Rogers, J. M. Topkapi Sarayi-Museum. 1 997.
za's Ha� Aurang. New Haven/ Londra, Textilien. Herrsching am Ammersee,
1 997. Goodwin, G. Sinan. Londra, 1 993. 1 986. Holod, R. ve D. Rastorfer, ed. Architec­
ture and Community. Building in the lsla­
Spuhler, F. Seidene Reprasentations-tep­ Huart, C. Les cal/igraphes et fes miniatu­ Safadi, Y. H. lslamic Calligraphy. Londra, mic World Today. (The Aga Khan Award
piche der mittleren bis spd'ten Safauiiden­ ristes de l'Orient Musulmane. Paris, 1 908. 1 978. for Architecture 1 ). Millerton/Oxford,
zeit Die sog. Polenteppiche. Dissertation. 1 983.
Berlin, 1 968. James, D. Das arabische Buch. Eine Auss­ Sauermost, H. J. ve W.-C. von der Mül­
tellung arabischer Handschri�en der Ches­ be. lstanbuler Moscheen. Münih, 1 98 1 . Jencks, C. Die Postmoderne. Der neue
Stchoukine, 1. Les peintures des manusc­ ter Beatty Ubrary im Museum fur Kunst Klassizismus in Kunst und Architektur.
rits Safavis de 1 502 a / 587-Paris, 1 959. und Gewerbe. Hamburg/Dublin, 1 983. Schweizer, G. Die Janitscharen, Geheime Stuttgart, 1 987.
Macht des Tiirkenreichs. Salzburg, 1 984.
Stchoukine, 1. Les peintures des manusc­ Jorga, N. Geschichte des Osmanischen Karnouk, L. Contemporary Egyptian Art
rits de Shah Abbas I a la fın des Safavis. Reiches. 5 cilt, Frankfurt am Main, 1 990. Sözen, M. ve Ş. Güner. Turkish Decorati­ Kahire, 1 995.
Paris, 1 964. ve Arts. İstanbul, 1 999.
Khatibi, A. ve M. Sijelmassi. Die Kunst el-Halil, S. The Monument Art, Vulgarity
Stevens, R. "European Visitors to the der islamischen Kalligrafıe. Fransızca'dan Vogt-Göknil, U. Sinan. Thübingen/ Ber­ and Responsibility in lraq. Londra, 1 99 1 .
Safavid Court", /ranian Studies 7 ( 1 974), çeviriyi göz. geç. W. Hock ve B. Kassi­ lin, 1 993.
s. 427-457. mi-Alaoui. Yeni baskı, Köln, 1 995. Hatibi, A. Mohamed Sijelmassi. lslamische
Welch, A. Calligraphy and the Arts of the Kalligraphie. Köln, 1 995.
Welch, A. Artists for the Shah. Late Sixte­ Klever, U. Das Weltreich der Türken. Muslim World. New York, 1 979.
enth-Century Painting at the lmperial Co­ Beyrut, 1 978. Lerch, W. G. Mohammeds Erben. Die
urt of lran. New Haven, 1 976. Yetkin, Ş. Historical Turkish Carpets. İ s­ unbekannte Vielfalt des lslam. Dussel­
Kreutel, R. F., ed. Kara Mustafa vor Wi­ tanbul, 1 98 1 . dorf, 1 999.
Welch, A. Shah Abbas and the Arts of Is­ en. Münih, 1 967.
fahan. New York, 1 979. Modern Çağda İslam Meier, A. Der politische Au�rag des Is­
Kühnel, E. lslamische Schri�kunst 1 942 lam. Wuppertal, 1 994.
Osmanlı İmparatorluğu baskısının gözden geçirilmiş yeni basımı. Abdel-Malek, A. Agypten. Militargesellsc­
Graz, 1 986. ha� (Nasser). Frankfurt am Main, 1 97 1 . Meyer, T., ed. Fundamentalismus in der
Atasoy, N. ve F. Çağman. Turkish Mini­ modernen Welt. Frankfurt am Main,
ature Painting. İstanbul, 1 972. Kuran, A. The Mosque in Early Ottoman Ali, W. Contemporary Art from the lsla­ 1 989.
Architeaure. Chicago/Londra, 1 968. mic World. Londra, 1 989.
Atasoy, N. ve J. Raby. The Pottery of Ot­ Sakr, T. Mahamed Refaat Early Twenti­
toman Turkey. Londra, 1 989. Kuran, A. Sinan. Washington/İstanbul, Ali, W. Modern lslamic Art Development eth-Century lslamic Architeaure in Cairo.
1 987. and Continuity. Gainesville, Fi, 1 997. Kahire, 1 992.
Atıl, E. The Age of Süleyman the Magnifı­
cent Washington/New York, 1 987. Ölçer, N., ed. Turkish Carpets from the Antes, P. "lslam", P. Antes, ed., Die Reli­ Scharabi, M. lndustrie und lndustriebau in
/ 3th- l Bth centuries. İstanbul, 1 996. gionen der Gegenwart Münih, 1 996. Agypten. Eine Einfı.ihrung in die Geschichte
Atıl, E. Turkish Art Washington/New der lndustrie im Nahen Osten. Berlin,
York, 1 980. Orientalische Buchkunst in Gotha. Auss­ Asher, M. ve arkadaşları. Die Geschichte 1 992.
tellung zum 350 jahrigen Jubilaum der der tiirkischen Malerei. İstanbul, 1 989.
Atıl, E. Turkish Art of the Ottoman Period. Forschungs- und Landesbibliothek Got­ Schreiber, F. Die Saudis. Viyana, 1 98 1 .
Washington, 1 973. ha, 1 1 .9.-4. 1 2. 1 997. Gotha, 1 997. el-Attar, H. AIFann. Die Kunst Zeitgenos­
sische Kunst aus islamischen und vom ls­ Serageldin, 1. ve J. Steele. Architeaure of
Babinger, F. Mehmed der Eroberer. Mü­ Peters, R. Geschichte der Türken. Stutt­ /am gepragten Landern. Kassel, 1 995. the Contemporary Mosque. Londra, 1 996.
nih, 1 987. gart, 1 96 1 .
el-Bayati, B. Basil al-Bayati. Architect Steele, J. Architeaure for lslamic Societies
Bartoli, L., E. Galdieri, F. Gurrieri ve ar­ Petrasch, E., R. Sanger, E. Zimmer­ Londra, 1 988. Today. Londra, 1 994.
kadaşları. Mimar Sinan. Architettura tra mann ve H. G. Majer. Die Karlsruher
orientt e occidente. Floransa, 1 992. Türkenbeute. Münih, 1 99 1 .

610 KAYNAKÇA
Steele, }. Hassan Fathy. Londra, 1 988. .

Taeschner, F. Geschichte der arabischen


Islam Takvimi
We/t Stuttgart, 1 964.

Theophilus, J. "Ahmed Moustafa. Exp­ Peygamber Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göçü ("hicret") İslam takvi­
ressing the Essential", Arts in the /slamic minin başlangıcı sayılır. Birçok ülkede İslam takviminin yerini Batı'nın dün­
World2A ( 1 994), s. 2 1 -24.
ya ticaretini ve siyasetini belirleyen Gregoryen takvime bırakmasına karşın,
bu tak.vim hala gündemdeki yerini korumaktadır.
Tibi, B. Der religiose Fundamenta/ismus im
Peygamber'in kesin doğum tarihi bilinmezken, hicret tarihi İslam' da ilk ke­
Ubergang zum 2 1 . jahrhundert. Mannhe­
im, 1 995. sin tarihi ifade eder. Dahası, Müslüman cemaatin önderi olarak Hz. Muham­
med'in İslam'a gerçek anlamda kalıp verme süreci Medine'de başladığından,
bu tarih büyük anlam taşır. İslam takvimi ikinci meşru Halife Ömer dönemin­
de (634-644), yani Papa XIII. Gregorius'un bugün Hıristiyan ülkelerinde kul­
lanılan Gregoıyen takviminden 900 yıl önce yürürlüğe girdi ve başlangıç tari­
hi 1 Muharrem (16 Temmuz 622) olarak kabul edildi. Kadim Arabistan'daki
ay-güneş takvimi göreneğinin, güneş yılıyla uyumsuzluğunu dengelemek üze­
re periyodik olarak bir ayın eklendiği ay takviminin yerini aldı.
Ne var ki, İslam takvimi de ay yılına dayanır. Her biri 29,5306 gün süren
1 2 aydan (her seferinde iki hilal arasındaki süre) oluşur; böylece 354,367 gün­
lük bir yıl ortaya çıkar. Aylar dönüşümlü ( 1 2 . ay olan zilhicce dışında) olarak
30 ve 29 gün çeker ve 30 yıllık bir zaman diliminde zilhicce ayı 11 sefer 30
gündür. Ay yılının güneş yılından kabaca 11 gün kısa olması nedeniyle, gü­
neş takviminden farklı bir özellik olarak, İslam yılının başlangıcı ancak 33 yıl­
da bir aynı tarihe denk gelir; başka bir ifadeyle 33 ay yılı 32 güneş yılına eşit­
tir. Mevsimler açısından ay yılında ortaya çıkan kaymalar daha başından
itibaren bu takvimi ticaret ve idare için sorunlu hale getirdi; çünkü hasat ve
vergi tarihlerinin sürekli yeniden hesaplanmasına gerek vardı. Dolayısıyla,
takvim reformu için zemin daha ortaçağda oluştu.
Hicri takvime (H) göre belirtilen yıllar ile Gregoryen takvime (G) göre
belirtilen yıllar arasında kesin çevrim aşağıdaki formülle yapılabilir:

H x 32/33 + 622 = G ya da (G - 622) x 33/32 = H

Bu kitap esas olarak Hıristiyan takvimine dayanmaktadır. Ancak, tarihsel


belgelerden veya da yazıtlardan İslam takvimine göre tarihlerin aktarıldığı du­
rumlarda hicri yıl da verilmiştir.

Transliterasyon

Kitapta başta Arapça ve Farsça olmak üzere İslam dünyasının birçok


farklı dilinde adlar ve terimler geçmektedir. Bunlar okunuşa göre Türkçe
yazıma çevrilmiş, diğer dillerde ise yaygın Türkçe karşılıkları olan adlar
ve terimler dışında özgün yazım konınmuştur.
Kitapta alıntı yapılan Kuran ayetleri aktarılırken, Diyanet İşleri Baş­
kanlığı'nın www .diyanet.gov.tr sitesindeki Kuran meali esas alınmıştır.

İS LAM TAKVİMİ 611


.

Islam Hanedanları
Markus Hattstein

Abbadiler lşbiliye'nin (Sevilla) taife emirleri, 1 O 1 3- 1 09 1 . Benu Abbad sadece Horasan' da hüküm sürdü ve l 796'da Kaçarlar tarafından ber­ Amiriler Endülüs halifeliği hacipleri (978- 1 009) ve Valencia'nın taife
köklerini kadim Arap Lahmilerine dayandıran bir lspanyol-Arap hane­ taraf edildi. emirleri ( 1 O 1 6/2 1 - 1 085). Yemen kökenli lspanyol-Arap hanedanı;
danıydı. Kurtuba (Cordoba) halifeliğinin yıkılışından sonra, İşbiliye ka­ Mansur (978- 1 002) olarak bilinen Muhammed bin Ebu Amir'in soyun­
dısı Ebu'l-Kasım Muhammed bin Abbad ( 1 O 1 3- 1 042) ilk başta Hamma­ Aglebiler lfrikkiye'de (Doğu Cezayir, Tunus, Batı Libya), ayrıca Aşa­ dan gelen hacip ailesi. Ebu Amir ve en büyük oğlu Abdülmelik ( 1 002-
diler adına lşbiliye'de iktidarı ele geçirdi. Sanat ve bilimin önemli ğı İtalya ve Sicilya'da hüküm süren Arap hanedanı, 800-909. Ana baş­ 1 008) lspanya'da (985'te Barselona'nın ve 997'de Santiago de Com­
hamileri olan oğlu Ebu Amr el-Mütedid ( 1 042-1 069) ve torunu Mu­ kent: Kayrevan. Hanedan adını Abbasi ordu komutanı el-Agleb'den postela'nın ele geçirilişi) ve Magrip'te (986'da Fez'in ele geçirilişi)
hammed el-Mutemid ( 1 069- 1 09 1 ) dönemlerinde, lşbiliye gelişerek alır. Onun oğlu 1. İbrahim (800-8 1 2) 787'de lfrikkiye valisi oldu ve başarılı askeri seferlerle Endülüs halifeliğine son bir refah dönemini ya­
rafine bir taife emirliği kültürünün ve çok güçlü bir devletin merkezi 800'de bağımsızlık elde etti. Hanedan çeşitli Berberi ayaklanmalarını şattılar. Halife makamına oturmaya çalışan Abdurrahman'ın 1 009'da
haline geldi. Endülüs'ün geniş kesimleri onların otoritesi altına girdi: bastırdıktan sonra, 1. Abdallah (8 1 2-8 1 7) ve 1. Ziyadetullah (8 1 7-838) öldürülmesinden sonra, oğlu Abdülaziz ( 1 02 1 - 1 06 1 ) aileye bağlı idare­
1 052'de Huelva, 1 058'de Algeciras ve 1 069/78'de Kurtuba. Hıristiyan­ dönemlerinde siyasal doruğuna ulaştı. Aglebi kuvvetleri 827'den baş­ cilerin elindeki Valencia'ya ( 1 O 1 6) taşındı. O ve soyundan gelenler bu
ların Tuleytule'yi (Toledo) ele geçirmesinin ( 1 085) ardından Murabıt­ layarak Sicilya'yı (83 1 'de Palermo'yu) ele geçirdi, 841 'de Bari'yi ele ge­ kentte hükümdar olarak tanındı. Zunnuniler önce Tuleytule'den
lardan yardım isteme girişimin ardındaki itici güç el-Mutemid'di; ama çirdi, 846'da Roma'yı yağmaladı, 868'de Malta'yı fethetti ve ltalyan kı­ ( 1 065- 1 076) sürdükleri bu hanedanı 1 085'te yıktılar. Amirilere oağlı
1 089/90'daki kararsızlığı Endülüs'ün Murabıtlarca fethedilmesine ve yı kentlerini vergiye bağladı. içeride dinsel ayaklanmalarla ve Berberi yöneticiler lspanya'nın güneydoğu kesiminde, Almeria ( 1 O 1 2- 1 04 1 ),
1 09 1 'de devrilmesine yol açtı. topluluklarla sürekli uğraşmak zorunda kalan Aglebilerin siyasal gerile­ Murcia ve Denia ( 1 O 1 9- 1 076), Tortosa ( 1 038- 1 06 1 ) ve Balear ( 1 O 1 9-
yişi il. lbrahim'den (875-903) sonra başladı. Bizanslılara (Calabrialılar), 1 1 1 4) gibi yerlerde bir süre daha tutundu.
Abbasiler ikinci halifelik hanedanı, 750- 1 258. Ana başkent: Bağdat, Tolunilere ve asi kabilelere topraklar kaptırıldı; hanedan 909'da Fatı­
762'den sonra Samarra 836-883/892. Soyağacının Peygamber'in amca­ miler tarafından devrildi. Anadolu Selçukluları Anadolu'da hüküm süren Türk hanedanı,
sı Abbas bin Abdülmuttalib'e dayandığı söylenen Arap kabilesi Benu'l­ 1 077- 1 308. Ana başkent: lznik (Nikaia), l 1 1 6'dan sonra Konya. Ana­
Abbas. Şii topluluklarla işbirliğine giren Ebu'l-Abbas es-Seffah (749/50- Akkoyunlular Doğu Anadolu, Azerbaycan, İran, Irak, Afganistan ve dolu Selçukluları Malazgirt ( 1 07 1 ) zaferinden sonra Anadolu toprakla­
754) kanlı bir harekatla Emevi yönetimine son verdi. O ve kardeşi Ebu Türkistan'da hüküm süren Türkmen kabile federasyonu, 1 467-1 502. rını işgal eden Büyük Selçukluların bir koludur. Ataları Kutalmış, Sel­
Cafer el-Mansur (754-775) iktidarlarını pekiştirmek için sert önlemle­ Ana başkent: Diyarbakır, 1 468'den sonra Tebriz. Bu Oğuz Türk kabi­ çuklu hükümdarları Tuğrul ve Çağrı'nın kuzeniydi. Onun oğlu 1.
re başvurdular; 762'de Bağdat kuruldu. Hanedan siyasal ve kültürel do­ leleri 1 340 dolaylarında Bizans, Mezopotamya ve Suriye'ye karşı akın­ Süleyman ( 1 077- 1 086) 1 078'de lznik'i ele geçirdi. ilk başlarda resmen
ruğa, Bermekilerin (803'e kadar) yardımıyla Harun Reşid (786-809) ve lara girişerek, ele geçirdikleri Diyarbakır'ı merkez edindiler ve Trab­ Büyük Selçuklu otoritesi altında olan Anadolu Selçukluları, Haçlılarla
Bağdat'ı bilim merkezi haline getirerek, Mutezile rasyonalizmini devlet zon (daha sonra Bizans) Hıristiyan hanedanı Komnenoslarla karşılıklı çatışmalar sırasında geniş kapsamlı özerklik kazandılar. ilk refah döne­
öğretisi katına çıkaran oğlu Memun (8 1 3-833) dönemlerinde ulaştı. evliliklere dayalı bir ittifak kurdular. Timur'un 1 402'de Diyarbakır emi­ mi l l 78'e kadar Danişmendli topraklarını da denetim altında tutan il.
Ama 800' den itibaren, çeşitli eyaletler kendi hanedanları altında impa­ ri olarak atadığı Kara Yülük Osman ( 1 389- 1 435) topraklarını daha da Kılıç Arslan'ın ( 1 1 56- 1 1 88/92) yönetiminde yaşandı. imparatorluğun
ratorluktan bağımsızlaşmaya yöneldi. Mütevekkil'in (847-86 1 ) uğradığı genişletti. Akkoyunlular l 435'ten sonra toprak kayıplarına uğrayarak. l l 92'de 1 2 oğul arasında paylaşılmasının yarattığı parçalanma ancak 1.
suikastın ardından, siyasal iktidar dağıldı ve Abbasiler sonunda çeşitli as­ rakip Karakoyunluların sıkıştırmasıyla karşılaştı. imparatorluğu siyasal Gıyaseddin Keyhüsrev'in ( 1 204- 1 2 1 1 ) başa geçmesiyle ortadan kalktı.
keri hanedanların denetimi altına girdi: Büveyhiler (945- 1 055), Büyük doruğuna çıkaran Uzun Hasan ( 1 453- 1 478) Karakoyunluları 1 467'de 1. lzzeddin Keykavus' un ( 1 2 1 1 - 1 2 1 9) ve 1. Alaeddin Keykubad'ın ( 1 2 1 9-
Selçuklular ( 1 055- 1 1 94) ve Harezmşahlar ( 1 1 92- 1 220). Böylece halife bozguna uğrattı ve iki yıl içinde topraklarını ele geçirdi; l 469'da Timur­ 1 237) yönetimindeki siyasal ve kültürel refah döneminin ardından si­
bir dinsel kukla konumuna indirildi. Nasır ( 1 1 80- 1 225) halifelik ege­ lular karşısında belirleyici bir zafer elde etti. 1 459'dan sonra Gürcis­ yasal gerileme başladı. l 240'tan sonraki toprak kayıpları, Moğollar kar­
menliğini büyük ölçüde geri aldı; ama Moğol "barış federasyonu"na ka­ tan'da seferlere girişti; Hasankeyf ( 1 462), ve Harput'u ( 1 465) aldı; şısında Ankara yakınındaki Kösedağı'nda uğranan yenilgi ( 1 243) ve
tılmayı reddeden torunu Mutasım ( 1 242-1 258) Moğol istilalarının 1 47 1 'de Anadolu içlerine ilerledi. Avrupa devletleriyle ittifak halinde yaygın yağmalar, Anadolu Selçuklularının Antalya'ya çekilmesine yol
l 258'de kurbanı oldu. Daha sonra Kahire'de Memlôk vesayeti altında Osmanlılara karşı giriştiği mücadeleden l 473'te yenik çıktı. Uzun Ha­ açtı. İran ilhanlıları l 279'dan itibaren nüfuz altına aldıkları Anadolu Sel­
bir Abbasi gölge halifeliği ( 1 260- 1 5 1 7) kuruldu. san ve oğlu Yakub ( 1 478- 1 490) döneminde Türkmen kültürü serpildi. çuklu topraklarını l 308'de bir eyalet olarak imparatorluklarına kattı­
Safevilerle 1 490'da başlayan çekişme Akkoyunluların 1 50 l 'den Teb­ lar.
Abdülvadiler ya da Zeyaniler Batı Cezayir'de hüküm süren Ber­ riz'den çıkarılmasıyla ve 1 502'de siyasal iktidarı kaybetmesiyle nokta­
beri hanedanı, 1 236- 1 554. Ana başkent: Tlimsen. Adını Sahra'nın ku­ landı. Son Akkoyunlu hükümdarı l 507'de Mardin'den sürüldü. Artuklular Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Mezopotamya'da (Diyar­
zey kenarındaki Zanete kabile topluluğuna mensup olan ve 1 1 . yüzyıl­ bakır eyaleti} hüküm süren Türk hanedanı, 1 098- 1 232 ve 1 408. Malaz­
da Cezayir'in kuzey kesimine göç eden Benu Abdülv:i.d (Benu Zeyan) Aleviler Fas'ta l 666'dan beri iktidarda olan Şerif hanedanı. Ana baş­ girt zaferinin ( 1 07 1 ) ardından Selçukluların batıya doğru yönelişinin bir
kabilesinden alır. Abdülvadiler bağlı oldukları Muvahhidler tarafından kent: Fez, 1 672- 1 727 Meknes, l 9 l 2'den sonra Rabat. Peygamber'in sonucu olarak, hanedan kurucusu Artuk bin Ekseb 1 086'da Kudüs ve
Tlimsen valiliğine getirildiler. Muvahhidlerin iktidardan düşmesi üzeri­ torunu Hasan'ın soyundan gelen Aleviler, Fas'a 1 3. yüzyılın sonunda Filistin'in Selçuklu valisi oldu. 1 09 1 'de yerine geçen oğulları 1 098'de
ne, Ebu Yahya Yagmarasan ( 1 236- 1 283) bağımsızlık elde etti ve katı bir girdiler ve Yukarı Atlaslar'ın güneyinde Tafılelt vahalarına yerleştiler. Fatımiler tarafından Kudüs'ten sürüldü ve Kuzey Mezopotamya'ya ha­
devlet yapısı kurdu; onun ve ardıllarının yönetimi altında, Tlimsen bir Dinsel tarikatların yardımıyla 1 63 1 'den sonra Tafılelt bölgesine hakim kim oldu: 1. Sökmen ( 1 098- 1 1 04) Diyarbakır ve Hasankeyf kolunu
kültürel ve ticaret merkezine dönüştü. Abdülvadiler daha güçlü Meri­ oldular. Mulay er-Reşid ( 1 664- 1 672) Fez'i ele geçirerek, 1 666'da sul­ ( 1 098- 1 232), Bağdat valiliğine 1 1 O l 'de atanan kardeşi 1. Necmeddin 11-
niler (Fas) ile 1 3. ve 1 4. yüzyıllarda kendilerini birkaç kez bölgeden sü­ tan unvanını aldı. Oğlu Mulay İsmail ( 1 672- 1 727) ülkeyi yeniden düzen­ gazi ( 1 1 04- 1 1 22) Mardin ve Meyyafarkin kolunu ( 1 1 04- 1 408) kurdu;
ren Hafsiler (Doğu Cezayir/Tunus) arasında ince bir tahterevalli poli­ ledi, ekonomik refahı sağladı, "saltanat kenti" Meknes'i en önemli Mag­ bir başka kolu Harput'ta ( 1 1 85- 1 233) hüküm sürdü. ilk başta Selçuk­
tikası izlediler. Sonunda, Merini egemenliği altına girdiler. Kamu işlerini rip şenliklerinin sahnesi haline getirdi ve Fas kentlerini ( l 684'te Tanca, lulara, ardından Zengilere ve Harezmşahlara bağlı olan Artuklular,
düzelten ve parlak bir kültürel gelişmeyi sağlayan bilge il. Ebu Hammu 1 69 1 'de Arzila) Avrupalılardan geri aldı. Onun dönemini izleyen ve si­ Haçlı seferleri sırasında geniş ölçekli özerklik elde ettiler. Nasreddin
Musa'nın ( 1 359- 1 389) ardından, Hafsi otoritesine boyun eğdiler. ls­ yasal anarşiyi sona erdiren torunu Sidi Muhammed ( 1 757- 1 790) Batılı Mahmud döneminde ( 1 20 1 - 1 222) yoğun bir imar programının yürü­
panya'nın 1 5 1 O'da başlayan askeri sızması üzerine, Osmanlı koruması­ devletlerle ticaret anlaşmaları yaparak, ülke ekonomisini istikrara ka­ tüldüğü Diyarbakır kültürel gelişiminin doruğuna ulaştı. Hanedanın Di­
na girme yolunu seçtiler. Osmanlı hizmetindeki Oruç Reis 1 5 l 6/l 7'de vuşturdu. Ekonomisi 1 9. yüzyıl başlarından itibaren gittikçe Avrupalı yarbakır ve Harput kolları l 232/33'te Eyyubiler, Mardin kolu ise
Cezayir ve Tlimsen kentlerini ele geçirdi. Osmanlılar sonunda 1 552- güçlere bağımlı hale gelen Fas, Fransızlar ve İspanyollar karşısında as­ 1 408'de Karakoyunlular tarafından yıkıldı.
l 554'te Batı Cezayir'i işgal ettiler ve son Abdülvadi hükümdarını de­ keri yenilgilere uğradı; l 863'te imzaladığı Beclard Anlaşması'yla Fran­
virdiler. sız koruması altına girdi. Mulay Hasan ( 1 873- 1 894) Avrupa'yı örnek Babürlüler Hindistan'da hüküm süren Türk kökenli Timurlu-Moğol
alarak reformlara girişti; l 9 l 2'de kurulan Fransız ve lspanyol protek­ hanedanı, 1 526- 1 857. Ana başkent: Agra. Hanedana adını veren Babür,
Afşarlar İran ve Afganistan'da hüküm süren hanedan, 1 736- 1 796. tora yönetimi nedeniyle, l 927'ye kadar hüküa:ı süren genç sultanlar baba tarafından Timurlu, anne tarafından ise Cengizli soyundandı. Se­
Ana başkent: Meşhed. Hanedanın kurucusu Nadir'in mensup olduğu Fransa'nın vesayeti altında kaldı. Milliyetçi güçlerin etrafında kenetlen­ merkand' da 1 497' de iktidara geldikten sonra, 1 504'te Kabil'i ele geçir­
Kızılbaş kabilesi Afşarların bir koluydu. Gölge bir Safevi şahına (bak. Sa­ diği Sultan Sidi Muhammed ( 1 927- 1 96 1 ), Mart l 956'da Fas'ın bağım­ di ve Afganistan üzerinden Hint topraklarına seferler düzenledi. Ludi­
feviler) bağlı askeri önder olarak yükselen Nadir, l 730'da lsfahan'ı ala­ sızlığını ilan etti ve V. Muhammed adıyla kral unvanın aldı. Oğlu il. Has­ ler karşısında elde ettiği zaferin ardından, Hindustan (Kuzey ve Orta
rak Afgan Gılzai kabilesini İran'dan çıkardı ve sonunda şah unvanıyla san'ın ( 1 96 1 - 1 999) otoriter yönetimi, kısmi demokratik kurumlarla ve Hindistan) şahı ( 1 526- 1 530) oldu. Şir Şah Suri'nin 1 540'ta lran'a sürdü­
bizzat tahta oturdu ( 1 736- 1 747). Modern lran tarihinin en öne çıkan büyük bir dış politika esnekliğiyle sömürgeciliği tasfiye sürecini tamam­ ğü Hümayun ( 1 530- 1 556) babasından kalan toprakları ancak 1 55S'te
yayılmacı hükümdarı olarak, l 737'de Afganistan'ı ve Orta Asya hanlı­ ladı; ama bir dizi darbe girişimiyle de karşı karşıya kaldı. Hassan geri alabildi. Babürlülerin siyasal yükselişini başlatan Ekber ( 1 556- 1 605)
ğının (Hive) bazı kesimlerini işgal etti, l 738/39'da Hindistan'a bir aske­ 1 975/76'da İspanyol Sahrası'nı ve 1 979'da Batı Sahra'yı ("Yeşil Batak­ Hindustan'daki yönetimi pekiştirdi, doğuda Bengal'e kadar ulaştı ve
ri sefer düzenledi. Kendi emirlerinin suikastına ( 1 747) uğradı. Ardılla­ lık"} işgal etti. Temmuz 1 999'da yerine oğlu VI. Muhammed geçti. Hindistan'ın bütün Müslüman devletleri üzerinde egemenlik kurdu.
rı imparatorluğu bir arada tutamadı; kör torunu Şahruh ( 1 748- 1 796) Müslümanlar ile Hindular arasında hoşgörüye ve dinsel uzlaşmaya da-

612 İ SLAM HANEDANLARI


yalı bir politika izledi ve devlet idaresini yeniden düzenledi. Cihangir dat'tan sürüldü. l 395'teki dönüşü Timur'un 1 40 l 'de Bağdat'ı yıkması­
( 1 605- 1 627) ve Şah Cihan ( 1 628- 1 658) dönemlerinde Babürlü toprak­ na yol açtı. Celayirlileri 1 406'da tekrar ele geçirdikleri Bağdat'tan so­
ları genişledi, Avrupa'yla ticari ilişkiler yoğunlaştı, olağanüstü bir gör­ nunda 1 4 1 l 'de Karakoyunlular çıkardı. Son Celayirli hükümdarlarının
kem ve debdebe yaşandı. Son önemli Babürlü hükümdarı Evrengzib Basra ve Huzistan'daki yönetimi de 1432'de yine Karakoyunlular tara­
( 1 658- 1 707) Bicapur ( 1 686) ve Golkonda'yı ( 1 687) ele geçirdi; ama fından yıkıldı.
dinsel hoşgörü politikasından uzaklaşarak katı bir Sünni lslam çizgisine
yöneldi. Hindistan 1 7. yüzyıldan itibaren Portekiz ve lngiliz ticaret kum­ Danişmendliler Anadolu'nun orta ve kuzey kesiminde hüküm
·
panyalarının siyasal ve ekonomik baskısı altına girdi. Babürlü hüküm­ süren Türk hanedanı, 1 085- 1 1 73. Ana başkent: Danişmend.
darları l 707'den sonra gittikçe önemsiz bir konuma düştü. Delhi Hanedan kurucusu Şemseddin Ahmed ( 1 085- 1 1 04), Selçuklu istilası
l 739'da lran hükümdarı Nadir Şah, l 803'te de lngilizler tarafından iş­ sırasında Kapadokya'da (Sivas/Sebaste, Kayseri/Caesarea,
gal edildi. Son Babürlü hükümdarı l 857'de lngilizlerce tahttan indirildi; Malatya/Melitene, Tokat) egemenlik kurdu. Yönetimi pekiştiren
Kraliçe Victoria l 877'de Hindistan imparatoriçesi unvanını aldı. oğlu Gümüştigin'in ( 1 1 04- 1 1 34) ardılları Haçlılara direnerek
konumlarını korudular. Ama toprakları 1 l 73'te Anadolu Selçuklu
Barakzaylar Afganistan' da emir ya da kral olarak hüküm süren ha­ yönetimine girdi.
nedan, 1 826- 1 973. Ana başkent: Kabil. Afganistan'ın en önde gelen ka­
bilesi olan Barakzaylar l 747'den itibaren vezirlik makamını ellerinde Delhi Sultanlığı Pencab ve Kuzey Hindistan'da Gaznelilerin ve
tuttular. Baştaki Dürrani hanedanı 1 8. yüzyıl sonunda bu kabileyi bü­ Gurilerin ardılları olarak hüküm süren bir dizi lslam hanedanı, 1 206-
yük ölçüde iktidardan uzaklaştırdı. Ama Barakzay önderi Dost Mu­ 1 526/56. Gurilerin gerileme sürecinde, bölgenin Türk komutanı
hammed ( 1 826- 1 839 ve 1 842- 1 863) Dürrani ailesini l 826'da tahttan Kutbeddin Aybek ( 1 206- 1 2 1 0) bağımsızlığını ilan etti ve Delhi Sul­
indirdi. l 834'te emir unvanıyla Kandehar'ı merkez edindi ve l 863'te tanlığı'nın temellerini attı. Muizziler olarak bilinen bu hanedanın en
lngilizlerin yardımıyla birleşik Afganistan'ın ilk hükümdarı oldu. Ardıl­ seçkin mensubu l ıtutmuş ( 1 2 1 0- 1 236) Sind bölgesini ele geçirerek
ları Şir Ali Han ( 1 863- 1 879) ve Abdurrahman ( 1 880- 1 90 1 ) diğer taht Hindistan'daki lslam egemenliğinin asıl mimarı oldu. Muizziler
adaylarıyla mücadele etmek zorunda kaldı. lngiliz, Rus ve l ran çekişme­ l 290'da Halaciler ( 1 290- 1 320) tarafından devrildi. Alaeddin Halaci
sinin yarattığı gergin ortamda Barakzayların yanında yer aldığı lngilizler ( 1 296- 1 3 1 6) Moğolları püskürttü ve lslam adına Dekkan'ı ele geçir­
l 879/80'da ülkeyi işgal ettiler. Britanya'yla yapılan Durrand Antlaşma­ di. Halacilerin yerini alan Tuğluklu hanedanına ( 1 3 20- 1 4 1 4) mensup
sı uyarınca yapılan ödemeler karşılığında l 893'te lngiliz egemenliği ta­ Firuz ( 1 35 1 - 1 388) Kuzey Hindistan'daki yönetimi pekiştirdi. Ama
nındı. lngilizlere karşı l 9 l 9'da savaş açan Emanullah ( 1 9 1 9- 1 929) dışiş­ onun ölümünden sonra, Delhi'den kopan bölgelerde bir dizi yeni
lerinde bağımsızlığı tekrar kazandı ve 1 926 kral unvanını aldı; Atatürk sultanlık (Bengal, Dekkan, Gucerat, Caunpur, Malva) kuruldu. Del­
modeline dayanan reformlar uyguladı. iç karışıklıkların ardından, Na­ hi 1 398'de Timur tarafından işgal edildi. Seyyid hanedanını ( 1 4 1 4-
dir Şah ( 1 929- 1 933) ileri bir anayasa çıkararak ülkenin 1 93 1 'de meş­ 1 45 1 ) izleyen Afgan kökenli Ludi ( 1 45 1 - 1 526) hanedanı l 526'da Ba­
ruti monarşiye geçmesini sağladı. Oğlu Zahir Şah ( 1 933- 1 973) bür tarafından yıkıldı. Babür'ün oğlu Hümayun'u bölgeden çıkaran
l 945'ten sonra SSCB ile Batılı devletler arasında dikkatli bir çizgi izle­ Şir Şah Suri'nin ( 1 540- 1 545) ve ardıllarının yönetiminde yeniden ku­
di. l 964'te kabul edilen yeni anayasayla yetkileri kısıtlandı ve Temmuz rulan Delhi Sultanlığı ancak l 556'ya kadar ayakta kalabildi.
l 973'te Afgan subayların bir darbesiyle devrildi.
Golkonda Sultanı Abdul Hasan, Dekkan, San Diego Sanat Müzesi
Dürraniler Afganistan' da hüküm süren Afgan şahlık hanedanı, 1 747-
Behmeniler Dekkan'da (Hindistan'ın yarımada kesimi) hüküm sü­ 1 826. Ana başkent: Kandehar, l 772'den sonra Kabil. Nadir Şah'ın
hanedan kolu 1 O l 2'ye kadar başta kaldı. Bağdat'a 945'te giren Ah­
ren Afgan hanedanı, 1 347- 1 526. Ana başkent: Kulbarga. Delhi sultan­ l 747'de öldürülmesinden sonra lran ordusunun Afganistan'daki işgali­
med'in Abbasi halifeliği üzerinde kurduğu himaye 1 055'e kadar sürdü.
larının l 322'de Dekkan'ı fethetmesinin ardından, Delhi sarayında yük­ ne son veren Dürrani kabilesinin reisi Ahmed Şah Dürrani ( 1 747-
En önemli Büveyhi mensubu olan Ali'nin oğlu Hüsrev Adudü'd-Devle
selerek onursal Zafer Han unvanını almış olan Hasan Gangu Behmeni 1 772), ülkenin en güçlü emirliğini kurarak şah unvanını aldı. l 750'de
(943-983), hanedanın başı konumunu kazandı, 977'de Irak toprakları­
( 1 347-1 358) Kulbarga'daki bir ayaklanma sırasında iktidarı ele geçirdi. Herat'ı ele geçirdi. Teymur Şah'ın ( 1 772- 1 793) sağladığı istikrar
nı denetim altına aldı ve iktidar alanını daha da genişletti. Büveyhiler
Kurduğu Behmeni hanedan önce Dekkan'ın kuzey kesimine egemen 1 80 l 'den sonra iç iktidar kavgalarıyla bozuldu. Dürraniler 1 8 l 6'da He­
özellikle lslam'da l ran unsurunu canlandırdılar. Zamanla ortaya çıkan
oldu. Ardılları, özellikle de 1 47 1 'de Orissa'yı ele geçiren il. Muham­ rat'ı lranlılara karşı savunmak zorunda kaldı; 1 8 1 ?'de Kabil ve Peşa­
istikrarsızlık Irak kolunun tekrar I rak ( 1 020- 1 055) ve Kirman ( 1 O 1 2-
med Şah ( 1 463- 1 482) güneye doğru ilerledi. Böylece bir kıyıdan diğe­ var/Keşmir merkezli iki kola ayrıldı. Barakzay vezir ailesiyle çatışmalar
1 056) kollarına ayrılmasını getirdi. Rey kolunu 1 023'te Gazneliler or­
rine kadar uzanarak bütün bölgeyi kapsayan bir imparatorluk ortaya gerilemeye yol açtı. Barakzayların 1 826'da tahttan indirdiği son Dür­
tadan kaldırdı. Diğer kollara 1 055/56'da son veren Selçuklular, halife­
çıktı. imparatorluğun 1 5. yüzyıl sonlarında farklı eyaletlere ayrılmasıy­ rani hükümdarı, tekrar başa geçmesine karşın, l 842'de ülkeden sürül­
lik üzerindeki himayeyi de devraldı. Kirman'daki Büveyhi yönetimi
la yerel yöneticiler özerklik kazandı; bu çözülme sekiz ardıl devleti do­ dü.
1 062'ye kadar sürdü.
ğurdu ve Behmeni hanedanı l 526'da son buldu.
Emeviler ilk halifelik hanedanı, 66 1 -750. Ana başkent: Şam. Haneda­
Caniler Astarhanlılar olarak da bilinir. Buhara'da hüküm süren Öz­
Bengal valileri ve sultanları Kuzeydoğu Hindistan ve Bangla­ nın kurucusu 1. Muaviye bin Ebu Süfyan (66 1 -680), Peygamber'in de
bek hanedanı, 1 599- 1 785. Altın Orda'nın bir kolu olarak Astrahan
deş'te hüküm süren Hint hanedanları, 1 202- 1 576. Ana başkent: Gaur mensup olduğu Kureyş kabilesindendi. Suriye valisiyken, 657'de halife
Hanlığı'nın başında olan Caniler l 554'te Ruslar tarafından Maveraün­
(Lahnavti), ardından Firuzabad, l 564'ten sonra Tandah. Delhi Sultan­ Ali'ye karşı muhalif bir kişi olarak öne çıktı. Onun ölümünden sonra
nehir içlerine sürüldü. Baki Muhammed ( 1 599- 1 605) kuzeni olan son
lığı'nın başındaki Guriler adına Bengal'i fetheden Muhammed Bahtiyar iktidarı ele geçirerek, halifeliği soydan geçen bir makama dönüştürdü.
Şeybani hükümdarını l 599'da devirmeyi ve hanlığın bir bölümünde
Halaci'ye ( 1 202- 1 205) ve daha sonra ardıllarına valilik makamı verildi. Bunu çeşitli Arap kabileleriyle ve erken lslam döneminin dinsel hare­
(Buhara, Semerkand, Fergana, ve Belh) iktidarı ele geçirmeyi başardı.
Hint topraklarındaki son Budist devleti barındırması nedeniyle bölge­ ketleriyle çatışmalar izledi. Daha sonra Abdülmelik (685-705) parasal
imam Kuli ( 1 6 1 0- 1 642) bu yapıyı pekiştirdi. Caniler l 732'de Hokand
nin geniş çaplı kültürel ayrılığı, ailenin l 338'de sultan unvanını benim­ reformu da kapsayan girişimlerle devlet idaresini yeniden düzenledi ve
Hanlığı'nın kopmasını kabul etmek zorunda kaldı ve l 752'de başka
seyerek bağımsızlık ilan etmesini kolaylaştırdı. Aile Bengal'in batı ve Kudüs'ü bir dinsel merkez haline getirdi. 1. Velid (705-7 1 5) lslam fetih­
toprak kayıplarına da uğradı. Abdülfeyz'in ( 1 707- 1 747) yönetimini ge­
doğu kesimlerinde iki hanedan kolu olarak hüküm sürdü. Batı Bengal'i lerini daha da ileriye götürdü. Arap orduları batıda 7 1 l 'de lspanya'ya
niş çaplı bir güç kaybı izledi. Vezir konumuyla l 753'ten sonra iktidara
l 339'dan itibaren yöneten llyas hanedanı l 352'de bütün bölgeyi ege­ kadar ulaştı, doğuda da 7 l 5'te Buhara ve Semerkand'ı aldı. Bu siyasal
hakim olan Mangıtlar l 785'te son Cani hanını tahttan indirdi.
menliği altına aldı, ama Raca-Han hanedanı ( 1 409- 1442) tarafından başarıların ardından gelen kısa süreli halifelikler sırasında, yeni fethe­
püskürtüldü. l lyas hanedanının 1 486'da çökmesinden sonra, dört ayrı dilmiş bölgelerde yerli halkların Araplara tanınan ayrıcalıklar yüzünden
Celayirliler I rak (Mezopotamya), Batı l ran ve Azerbaycan' da hüküm
hanedan ortaya çıktı. Babürlü işgaline ( 1 537- 1 552) uğrayan Bengal giriştiği ayaklanmalar arttı. Hişam döneminde (724-743) sağlanan to­
süren Moğol hanedanı, 1 336- 1 432. Ana başkent: Bağdat, ayrıca Tebriz
l 576'da Ekber'in sefe riyle doğrudan bu imparatorluğa bağlandı. parlanma, bunu izleyen siyasal istikrarsızlıkla bozuldu. Harici ve Şii top­
( 1 358- 1 388). Maveraünnehir'deki önemli bir Moğol kabilesinden gelen
lulukların ayaklanmalarından destek alan Abbasiler son Emevi halifesi
Celayirliler, Cengiz Han'ın federasyonuna mensup değildi. lran'a
Büveyhiler Batı lran ve Mezopotamya'da hüküm süren bir lran ha­ il. Mervan'ı (744-750) devirdi ve Emevi ailesini ortadan kaldırdı. Hi­
l 256'da vardıktan sonra, ilhanlı devlet idaresinde yüksek makamlara
nedanı, 932/945-1 056/62. Dağlık Deylem bölgesinde ortaya çıkan ve şam'ın torunlarından biri kurtularak kaçmayı başardı ve Kurtuba'da
ulaştılar ve onların çöküşünün ( 1 335) ardından lrak'ta ve lran'ın bazı
köklerini eski lran krallarına dayandıran Benu Büveyh ailesinin adı, Sa­ 756'da Endülüs Emevi yönetimini kurdu.
kesimlerinde önemli bir güç kazandılar. Şeyh Hasan Büzürg ( 1 336-
mani ve Ziyari yönetimleri altında önemli mevkilere yükselen Ebu Şüd­
1 356) Bağdat'ta iktidarı ele geçirdi ve l 340'tan itibaren bağımsız bir
ya Büveyh'ten gelir. Onun üç oğlu kendi adlarına fethettikleri toprak­ Endülüs Emevileri Endülüs'te Kurtuba emirleri ve (929'dan iti­
emir olarak hüküm sürdü. Oğlu Şeyh Uveys ( 1 356- 1 374) önce
ları yönetmek üzere halifelikten onursal unvanlar aldılar: Ali baren) halifeleri olarak hüküm süren Arap hanedanı, 756- 1 03 1 . Ku­
l 358'de lran'ın kuzeybatı kesimini (Tebriz-Sultaniye bölgesi) ele geçir­
lmadü'd-Devle (932-949) Fars bölgesini ele geçirdi ve kurduğu hane­ rucusu 1. Abdurrahman (756-788) Emevi halifesi Hişam'ın bir toru­
di, l 360'ta Azerbaycan'ı Altın Orda'dan kopardı, 1 365 Musul ve Di­
dan kolu 1 O l 2'den sonra l rak'ı da kapsamak üzere 1 055'e kadar baş­ nuydu. Abbasilerin Emevi ailesine yönelik katliamından (750)
yarbakır'ı işgal etti; görkemli bir saray kuran önemli bir sanat hamisiy­
ta kaldı; Hasan Rüknü'd-Devle (932-976) Rey, Hemedan ve lsfahan'ı kurtulan tek kişi olarak, lspanya'ya kaçmış ve orada iktidarı ele ge­
di. Uveys'in oğlu Hüseyin ( 1 374- 1 382) l ran'da Muzafferilerle ve
ele geçirdi ve kurduğu hanedan kolu 1 023'e kadar başta kaldı; Ahmed çirmişti. O ve ardılları 1. Hişam (788-796) ile 1. Hakem (796-822), is­
Diyarbakır' da Karakoyunlularla şiddetli çatışmalara girdi. Kardeşi Ah­
Muizzü'd-Devle (932-967) Irak, Ahvaz ve Kirman'ı geçirdi ve kurduğu tikrarlı bir devlet yapısı yarattı, ülkeye siyasal barış getirdi ve kuzey-
med ( 1 382- 1 4 1 O) kavgaya tutuştuğu Timur tarafından l 393'te Bağ-

İ S LAM HANE DANLARI 613


de Hıristiyanlar karşı başarıl ı sınır savaşları yürüttü. ilk kültürel ser­ seddin ( 1 1 63- 1 203) Firuzkuh ve Herat'ta, küçük kardeşi Muizziddin
pilme il. Abdurrahman (822-852) döneminde edebiyat ve bilimin ( 1 1 73- 1 206) Lahor'da hüküm sürdü. Muizziddin 1 203'ten sonra bütün
desteklenmesiyle, görenek ve geleneklerin incelmesiyle yaşandı. En­ Gazne topraklarının hükümdarı oldu. Bu arada 1 1 93'te Delhi'yi de ele
dülüs böylece Batı lslam dünyasının merkezi haline geldi. izleyen dö­ geçiren Gurilerin sınırları l 202'de güneyde Gucerat'a ve doğuda Ben­
nemde bölgesel yönetimler lehine merkezi iktidarın gevşetilmesi, gal'e kadar ulaştı. Muizziddin'in öldürülmesinden sonra imparatorluk
Hıristiyan Reconquista hareketinin başarılar elde etmesine yol açtı. hızla dağıldı. Afganistan l 2 l 2'de Harezmşahların eline geçerken, Türk
Başa geçtikten sonra iktidarı yeniden merkezileştirmeye yönelen ve komutan Aybek l 206'da Hint topraklarında bağımsızlığını ilan ederek
929'da halife unvanını alan 111. Abdurrahman (9 1 2-96 1 ), hanedanın Delhi Sultanlığı'nı kurdu.
lspanya'da yeniden egemen olmasını ve siyasal gücünün doruğuna
çıkmasını sağladı. Kuzey Afrika'da Emevi topraklarını Fatımi sınırla­ Hafsiler Tunus, Doğu Cezayir ve Trablus'ta hüküm süren Berberi ha­
rına kadar genişletti ve ldrisileri kendisine bağladı. Babasının politi­ nedanı, 1 229/36- 1 574. Ana başkent: Tunus. Yukarı Atlaslar'daki Mes­
kalarını sürdürmeyi başaran ve bilgeliğiyle tanınan il. Hakem'le (96 1 - mude kabilesine mensup Benu Hafs ailesinin adı, Muvahhidlerin kuru­
976) birlikte, Endülüs yeni bir kültürel yaratıcılık dönemine girdi. cusu lbn Tumart'ın ilk müritlerinden ve yakın danışmanlarından biri
Yerine geçen genç oğlu il. Hişam'ın (976- 1 O 1 3) yönetiminde halife­ olan Ebu Hafs Ömer'den ( 1 090- 1 1 75) gelir. Muvahhidler onun oğluna,
lik makamı zayıfladı ve i ktidar yetkileri naipliği üstlenen Mansur'un verasetle geçmek üzere Tun us valiliği makamını verdi. 1 229/36' da ba­
(978- 1 002) mensup olduğu Amiri ailesinin elinde toplandı. Taht va­ ğımsızlık kazanan 1. Ebu Zekeriya Yahya ( 1 228- 1 249) Muvahhidlerin
rislerinin kavgaları ve Malaga'daki Hammudilerle çekişmeler boşluğunu dolduran en büyük imparatorluğu yarattı. Onun oğlu 1. Mu­
1 009'dan sonra bir iç savaş ve anarşi dönemini getirdi. Son halife 111. hammed Mustansır ( 1 249- 1 277) Yedinci Haçlı Seferi'ni ( 1 270) savuş­
Hişam'ın ( 1 027- 1 03 1 ) bu makamdan çekilmesiyle, Endülüs taife turdu ve halife unvanını aldı. Ölümünü izleyen kanlı iktidar mücadele­
emirliklerine bölündü. si 1 3. yüzyıl sonlarında hanedanın Bicaye ve Konstantin kolları arasında
çatışmalara ve 1 4. yüzyılda Fas'tan gelen Merinilerin bazı toprakları iş­
Eyyubiler Mısır, Suriye, ve lrak'ta hüküm süren Kürt hanedanı, gal etmesine yol açtı. Daha sonra başa geçen Ebu'l-Abbas Ahmed
1 1 7 1 - 1 250/60. Ana başkentler: Şam ve Kahire. Adını Bağdat yakının­ ( 1 370- 1 394; l 357'den sonra Konstantin em iri), Ebu Faris Azzuz
daki Tikrit'in Abbasi valisi olarak Zengilerin hizmetine giren ve Şam ( 1 394- 1 434) ve Ebu Amr Osman ( 1 435- 1 488) Hafsilerin toparlanma­
valiliğine atanan Kürt askeri önder Eyyub'dan alır. Kardeşi Şirkuh ve sını ve siyasal gücünün doruğuna çıkmasını sağladı. Tunus bu huzur ve
onun oğlu Salaheddin, Mısır'daki Fatımilerin komutanları oldu. Haç­ refah döneminde Doğu Akdeniz ticaretinin en önemli merkezi haline
lı seferlerinin en büyük lslam kahramanı olan Salaheddin ( 1 1 38- geldi. Merkezi iktidarın l 494'ten sonraki hızlı gerileyişi, çeşitli kentle­
1 1 93) Kahire' de l l 69'da vezir makamına atandı ve 1 1 7 1 'de Fatımi rin ve bölgelerin bağımsızlaşmasını getirdi. Oruç ve Barbaros Hayred­
yönetimine son vererek, (Bağdat halifesinin biçimsel egemenliği al­ din reislerin l 505'te sağladığı Osmanlı siyasal hakimiyeti, imparator V.
tında) Mısır ve Suriye'yi kendi yönetiminde birleştirdi. 1 1 75'te sul­ Karl'ı l 535'te Tunus'a bir çıkarma yapmaya yöneltti. Son Hafsiler ye­
tan unvanı aldı, 1 1 8 1 'de Halep'i aldı ve Kuzey Mezopotamya'ya ege­ rel Osmanlı yöneticileri ile saldırıya geçen lspanyollar arasında bir den­
Babürlü Hükümdarı Cihangir, 1 605, minyatür, St. Petersburg,
men oldu. Haçlılara karşı mücadelenin öncülüğünü üstlendi ve ge politikasıyla konumlarını korumaya çalıştılar. Osmanlılar l 574'ye
Doğu Araştırmaları Enstitüsü
1 1 87'de Hattin'de elde ettiği zaferle Kudüs'ü geri almayı başardı. Tunus'u işgal ederek, Hafsi hanedanını devirdi.
Ölümünden sonra, imparatorluk beş oğlu ve kardeşi ( 1 1 93/ 1 200-
1 2 1 8) arasında paylaşıldı. El-Adil'in 1 200'de birleştirdiği topraklar deki Samani egemenliğine 999'da son verdi, Belucistan ve Harezm'i ele Hamdaniler Mezopotamya ve Suriye' de hüküm süren Arap haneda­
l 2 l 8'de bir kez daha bölündü: Hanedanın ana kolu el-Kamil'in geçirdi, Karahanlıları tarafsızlaştırdı ve sıkı bir Sünni olarak, Büveyhile­ nı, 904/29- 1 003. Ana başkentler: Musul ve Halep. Tağlib kabilesine
( 1 2 1 8- 1 238) sultanlığı altında Kahire' de hüküm sürerken, Şam, Ha­ re karşı mücadele etti. (Rey 1 029'da alındı). Halifenin onursal bir un­ mensup olan Hamdanilerin yükselişi, hanedanın kurucusu Hamdan bin
lep ve Humus'ta ikincil kollar kuruldu. Kahire'deki ana kol l 250'de vanla emir olarak tanıdığı Mahmud, I OO l 'den sonraki Hint seferlerin­ Hamdun'un 890'da Mardin'in Abbasi valisi olmasıyla başladı. Onun oğ­
MemlOkların Sultan el-Muazzam'ı öldürmesiyle son buldu; Şam ve de Gucerat, Sind ve Kanauc'a kadar ilerledi ve Hindistan'da lslam lu Abdullah (904-929) Musul valiliğine atandıktan (906) sonra Bağdat'ı
Halep ikincil kollarını l 260'ta ilhanlılar, Humus kolunu ise l 262'de egemenliğinin zeminini hazırladı. Oğlu 1. Mesud ( 1 030- 1 040) Hindis­ yönetim merkezi yapa (9 1 4). Abdullah'ın oğulları Hasan ve Ali, halife­
MemlOklar ortadan kaldırdı. Hama'daki bir kol 1 34 1 'e kadar varlığı­ tan'a ağırlık verdi; ama 1 040'ta Dandenakan'da Selçuklular karşısında liğin onursal payeleriyle Musul ve Halep valiliklerine getirildi ve zaman­
nı sürdürdü. Yemen Eyyubileri hanedanın bağımsız bir kolunu oluş­ uğradığı yenilgi, Gaznelilerin Horasan'dan doğuya doğru sürülmesini la bütün Suriye-Mezopotamya bölgesine egemen oldu. Zalimliğiyle ta­
turur. getirdi. Ceyhun bölgesindeki bütün toprakları bırakan 1. lbrahim'in nınan Hasan Nasırü'd-Devle (929-968) Musul ve Diyarbakır'ın
( 1 059- 1 099) yönetimi Doğu Afganistan ve Kuzey Hindistan'la sınırlan­ yöneticisi olarak gittikçe Büveyhilerden bağımsızlaştı ve hanedanın
Fatımiler Tunus, Mısır, Suriye' de, kısa bir süre Fas'tan Arap Yarıma­ dı. Behram Şah ( 1 1 1 8- 1 1 52) Pencab'ta ancak Selçuklu otoritesini tanı­ 99 1 'e kadar hüküm süren Musul kolunu kurdu. Halep valisi olan kar­
dası'na kadar uzanan topraklarda hüküm süren Şii halifeliği, 909- 1 1 7 1 . yarak varlığını sürdürebildi. Gaznelileri 1 1 6 1 'de daha da güneye süren deşi Ali Seyfü'd-Devle (945-967), Bizanslılara karşı mücadelenin ön saf­
Ana başkent: Kayrevan, 920'den sonra Mehdiye, 973'ten sonra Kahi­ Guriler, zamanla Gazne'yi ele geçirdi ve l l 86'da Lahor'u alarak Gaz­ larında yer aldı ve güzel sanatlara destek verdi. Onun kurduğu Halep
re. Adları Peygamber'in kızı Fatma' dan gelen Faamilerin kökleri Şiiliğin neli yönetimine son verdi. kolu 969'da Şiiliğe döndü ve Fatımilere bağlandı. Fatımiler 1 003'te
Yedi imamcılar kolunun son imamı lsmail'e dokuz kuşak aracılığıyla Hamdani hanedanını ortadan kaldırdı.
iner. Hanedanın kurucusu Ubeydullah (909-934), lsmailiye Şeyhi Ebu Golkonda Kutb Şahları Dekkan'da hüküm süren Hint (aslen
Abdullah eş-Şii'nin yardımıyla, beklenen "Mehdi" olarak iktidara geldi Türkmen) hanedanı, 1 5 1 2- 1 687. Ana başkent: Muhammednagar (Gol­ Hammadiler Cezayir' de hüküm süren Berberi hanedanı, 1 007/ 1 5-
ve Aglebi lmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından Tunus, Libya, Do­ konda), 1 590'dan sonra Haydarabad. Hanedanın kökeni 1 478'de Ka­ 1 1 52. Ana başkent: Kale, 1 090'dan sonra Bicaye. Kuzey Afrika Zirile­
ğu Cezayir ve ( 1 06 1 'e kadar Fatımi yönetiminde kalan) Sicilya'yı ele rakoyunlu devletinin çöküşü üzerine son hükümdarın Hindistan'a ka­ rinin bir kolu olan Benu Hammad ailesinin atası Hammad bin Bulukkin
geçirdi. Muizz (953-975) Mısır'ı 969'da ele geçirdi ve Kahire'yi başkent çan bir yeğenine dayanır. Onun oğlu Sultan Kuli ( 1 5 1 2- 1 543) önce ( 1 0071 1 5- 1 028), Mansuriye'deki Ziri hükümdarı olan yeğeni tarafından
edindi. Abbasilerle Suriye için, Endülüs Emevileriyle de Kuzey Afrika 1 493'te Behmenilerin Telingana valisi oldu ve Behmeni hanedanının lfrikkiye valisi olarak Cezayir kenti yakınındaki Aşir'e gönderildi.
için çatışmaya giren Fatımiler, 965- 1 070 arasında Mekke'yi denetim al­ 15 l 2'de yıkılmasının ardından Kutb Şah devletini kurdu. Ardıllarının is­ 1 007'de kurduğu Kale'yi merkez edindi ve 1 0 1 5'te Bağdat halifeliğinin
tında tuttular. Aziz (975-996) ve Hakim (996- 1 02 1 ) dönemlerinde si­ tikrarlı yönetimi, devletin bağımsız yapısını korumasını sağladı. Muham­ otoritesini kabul ederek bağımsızlığını ilan etti. Çeşitli çaaşmaların ar­
yasal ve kültürel güçlerinin doruğuna ulaşalar. Ancak, Hakim'in tuhaf med Kuli ( 1 58 1 - 1 6 1 2) ve Abdullah ( 1 626- 1 672) döneminde kültürel dından oğlu el-Kaid ( 1 028- 1 054) Ziriler tarafından Cezayir'in bağımsız
davranışları dinsel karışıklıklara ve bu arada Dürzi dinsel cemaatinin gelişiminin doruğuna çıkan hanedanın son hükümdarı Ebu'l-Hasan hükümdarı olarak tanındı. Bulukkin ( 1 055- 1 062) imparatorluk sınırla­
ortaya çıkışına yol açtı. Mustansır'ın uzun halifelik dönemini ( 1 036- ( 1 672- 1 687) esas olarak şair yönüyle tanınır. Kutb Şah devletini rını Fas'a kadar genişletti ve Fez'i bir süre işgal altında tuttu; Nasır
1 094) izleyen dinsel bölünme Nizari ve Mustali kolları ortaya çıktı. Ha­ l 687'de yıkan Babürlü hükümdarı Evrengzib, daha sonra bütün Dek­ ( 1 062- 1 088) batıda Tunus ve Kayrevan kentlerine kadar olan bölgeyi
fız döneminde ( 1 1 3 1 - 1 1 49) Fatımi yönetimi Mısır' la sınırlandı. Son ha­ kan'ı imparatorluğa bağladı. topraklarına kattı ve Sahra içlerine kadar ilerledi. Bedevilerin 1 1 04'ten
lifeler çeşitli askeri yöneticilerin nüfuzu altına girdi; l l 69'da Kahire'de sonra artan baskısıyla, son Hammadi hükümdarı Yahya'nın ( 1 1 2 1 -
vezirlik makamına getirilen Salaheddin Eyyubi l 1 7 1 'de Faami yöneti­ Guriler Afganistan ve Kuzey Hindistan'da hüküm süren Afgan hane­ 1 1 52) nüfuz alanı Cezayir kıyı şeridiyle sınırlandı ve Bicaye 1 1 52'de
mine son verdi ve Mısır'ın yeniden Sünni denetimine girmesini sağla­ danı, 1 1 50- 1 206/ 1 2. Ana başkent: Firuzkuh, 1 1 86'dan sonra ayrıca La­ Muvahhidlerin eline geçti.
dı. hor. Orta Afganistan'ın dağlık Gur bölgesinde yaşayan Şensebani kabi­
lesi lslam dinini ancak 1 1 . yüzyılda benimsedi ve I O I O'da Gazneli Hammudiler Malaga ve Algeciras'ın ( 1 O 1 6/ 1 8- 1 058) taife emirleri
Gazneliler Afganistan, Horasan (lran) ve Kuzey Hindistan (977- nüfuzu altına girdi. Bölge 1 099'dan sonra Gazne'den gönderilen vali­ ve Kurtuba'nın ( 1 O 1 6- 1 027) hükümdarları. Araplaşmış lspanyol-Ber­
1 1 50) ile Pencab'da ( 1 l 86'ya kadar) hüküm süren Türk hanedanı. Ana lerce yönetildi. Firuzkuh'u merkez edinerek l 1 46'da özerklik elde beri hanedanı Benu Hammud köken olarak ldrisilerin bir koluydu. Ön­
başkent: Gazne, l l 56'dan sonra Lahor. Samanilerin ordu komutanı eden Guriler, l 1 50'de Alaeddin Hüseyin ( 1 1 49- 1 1 6 1 ) yönetiminde derleri Ali bin Hammud ( 1 O 1 6- 1 O 1 8) Endülüs halifeliğince 1 O l 3'te Sep­
Alptigin'in 962'de Gazne şehrini almasından sonra, ardılı Sebüktigin Gazne'yi yağmaladılar ve 1 1 6 1 'e doğru Afgan topraklarını Gazneliler­ te valiliğine ve ardından Afrika birliklerinin komutanlığına getirildi.
(977-997) Samanilerin Gazne bölgesindeki valisi oldu, fiilen bağımsız den aldılar. Hindistan'a yönelik seferlerde ( 1 1 78- 1 1 82) Peşaver' den 1 0 1 6'da Malaga'da iktidara geldi ve Emevi hanedanının yıkılmasından
bir yönetim kurdu ve Horasan'ı ele geçirdi. Erken lslam döneminin en Sind kıyılarına kadar uzanan bölgeyi ele geçirdiler; l l 86'da Lahor'u ala­ sonra Kurtuba halifesi oldu. Onun öldürülmesinden sonra, Algeciras,
·
önemli fatihi olan oğlu Gazneli Mahmud (998- 1 030) Horasan üzerin- rak Gazneli hanedanını yıktılar. izleyen ikili yönetim döneminde Gıya- Tanca ve Arzila valisi olan kardeşi Kasım ( 1 0 1 8- 1 02 1 ve 1 023- 1 025)

614 İ S LAM HANEDANLARI


ile oğlu Yahya ( 1 02 1 - 1 023 ve 1 02S- 1 027/3S) birbirleriyle çekişerek ( 1 864- 1 9 1 O) kısa sürekli bir Rus işgali ( 1 873) yaşandı. Son Hive hanla­ lik çeşitli girişimleri boşa çıkan ldrisiler 974'te Rif bölgesinde ve Fas'ın
Kurtuba ve Malaga' da hüküm sürdüler. Kurtuba'dan 1 027'de sürülen rı Rus koruması altına girdi. Siyasal önemini yitiren hanedan l 9 l 9'da kuzeybatı kesiminde Endülüs kuvvetlerince tutsak alındı ve ardından
Yahya (ö. 1 03S) ve ardılları kısa bir süre Malaga ve Algeciras'ı yönetti. Sovyet birliklerince yıkıldı. Kurtuba'ya götürüldü. Son ldrisi hükümdarı 98S'te orada öldü. Hane­
Sonunda 1 OS8'de Malaga komşu Gırnata Zirilerinin, Algeciras ise lşbi­ danın bir kolu olan ve püriten ldrisiye tarikatının kurucusu Ahmed el­
liye'yi yöneten Abadilerin eline geçti. Hokand Hanları Özbekistan'da hüküm süren Özbek (Moğol) ha­ ldrisi'nin soyundan gelen ldrisilerin dağlık Asir (Hicaz ile Yemen arasın­
nedanı, 1 700/32- 1 876. Ana başkent: l 732'den sonra Hokand. Köken­ daki Kızıldeniz kıyı şeridi) bölgesindeki yönetimi ( 1 9 1 1 - 1 934) Suudi
Harezmşahlar Harezm (Maveraünnehir), daha sonra Türkistan, Af­ leri Altın Orda olarak da bilinen Cuci ulusuna (Cengizliler) dayanır. ilk Arabistan'ın burayı ilhak etmesine kadar sürdü.
ganistan ve lran'ın yanı sıra l rak'ın bir bölümünde hüküm süren Türk başta Buhara egemenliği olan 1. Şah Ruh Beg (ö. 1 694) geniş çaplı
hanedanı, 1 077- 1 220/3 1 . Ana başkent: Köhne Ürgenç, 1 2 1 2'den son­ özerklik kazandı. Ardıllar il. Şah Ruh Beg ( 1 700- 1 72 1 ) ve Ebu Rahim İ lhanlılar lran, Irak, Suriye'nin bir bölümü, Doğu Anadolu ve Kaf­
ra Semerkand. Hanedanın kurucusu Anuştigin ( 1 077- 1 097) Selçuklu Beg ( 1 72 1 - 1 739/40) bunu tam bağımsızlığa dönüştürdü. Hanedan kasya'da hüküm süren Moğol hanedanı, l 2S2/S6- l 33S. Ana başkent:
yönetimi altında yükseldi ve Harezm bölgesinin valiliğine atandı. Kut­ l 809'da Taşkent'i de ilhak eden Alim Han döneminden ( 1 799- Tebriz, 1 307'den sonra Sultaniye. Cengiz Han'ın torunlarından HU­
beddin Muhammed ( 1 097- 1 1 28) ve Alaeddin Aziz ( 1 1 28- l I S6) dö­ 1 809/ 1 6) itibaren "han" ve Muhammed Ömer döneminden ( 1 809/ 1 6- iagu ( l 2S2/S6- l 26S) kardeşi Büyük Han Möngke adına l 2S6'da
nemlerinde geniş çaplı özerklik elde eden ve Horasan'a doğru yayılan 1 822) itibaren "emirü'l-müslümin" unvanını kullandı. Toprakları lran'ı istila etti ve l 2S8'de Bağdat'a yönelik Moğol saldırısını başlat­
Harezmşahlar, 1 l 3S'ten sonra Selçuklularla çatışmaya girdiler. il Ars­ 1 84 1 /42 ve 1 8S2/S3'te Buhara'nın, 1 876'da Rusya'nın işgaline uğradı. tı. Ele geçirdiği toprakların yönetimini üstlenirken, "bağlı han" anla­
lan ( l l S6- l l 72) doğudaki Selçuklu topraklarını 1 1 S?'de ele geçirdi; Son han Nasreddin ( l 87S/76) Afganistan'a sürüldü. mında ilhan unvanını aldı. Memluk sultanı Baybars karşısında l 260'ta
Alaeddin Tekeş ( 1 1 72- 1 200) Selçukluların ardılı olarak l ran'a hakim ol­ Ayn Calut'ta (Filistin} uğradığı yenilgi, batıya doğru Moğol yayılma­
du ve Bağdat'taki halifenin koruyuculuğunu üstlendi. En büyük yayılma Hud i l er Zaragoza'nın taife emirleri, 1 039- 1 1 1 O. Bir lspanyol-Arap sını köstekledi. Hülagu'nun oğlu Abaka ( l 26S- 1 282) MemlOklarla gi­
Alaeddin Muhammed döneminde ( 1 200- 1 220) gerçekleşti. Harezm­ hanedanı olan Benu Hud'un önderi Süleyman bin Muhammed ( 1 039- riştiği çatışma yoluyla iktidarını pekiştirdi ve Kafkasya'ya boyun eğ­
şahlar l 206'dan sonra Afganistan'daki Guri topraklarını ele geçirdi, Ma­ 1 046) Zaragoza'yı Benu Tucib ailesinden aldı. Güzel sanatlara düşkün dirdi; Hıristiyan Avrupa'yla bir siyasal ittifak kurma çabası boşa çıktı.
veraünnehir üzerinden Moğolistan'a kadar ilerledi ve l 2 l 2'de Kara­ olan ardılları 1. Ahmed el-Muktedir ( 1 046- 1 08 1 ) ve il. Ahmed el-Mus­ izleyen kısa süreli yönetimler altında ekonomik ve mali sistemler ge­
hanlıları Semerkand'dan çıkardı. l 2 l 8'de Cengiz Han ordularının tain ( 1 08S- I 1 1 O) yoğun bir imar programı (Aljaferia) yürüttü ve Mu­ riledi. lslam'ı devlet dini haline getiren Gazan Han ( l 29S- 1 304) ve
istilasını kışkırtan Alaeddin Muhammed, kaçısı sırasında imparatorluğu­ rabıtlara karşı Endülüs direnişine öncülük etti. Zaragoza'nın 1 1 I O'da 1 3 1 O'da Şiiliği benimseyen kardeşi Olcaytu ( 1 304- 1 3 1 6), imparator­
nun çöküşüne tanık oldu. Oğlu Celaleddin ( 1 220- 1 23 1 ) tehlikelerle do­ Murabıt yönetimine girmesinden sonra, Abdülmelik'in ( 1 1 1 0- 1 1 36) luğu siyasal ve kültürel gücünün doruğuna ulaştırdı. Bir Sünni olan
lu bir kaçak yaşamın ardından öldürüldü; Harezmşah toprakları Moğol­ kaçtığı Rueda'da Hudi hanedanı l 1 46'ya kadar başta kaldı. son ilhanlı hükümdarı Ebu Said ( l 3 1 6- l 33S) MemlOklarla barış an­
ların eline geçti. laşmasına vardı ( 1 323), Anadolu'nun tekrar Moğol egemenliğine gir­
Hüseyniler Tunus'un son beylik hanedanı ( 1 70S- l 9S7). Ana başkent: mesini sağladı ve Kafkasya içlerine başarıyla ilerledi. Daha sonra im­
Haşimiler Mekke şerifleri, Hicaz kralları ( l 9 l 6- l 92S), I rak kralları Tunus (Barda). Muradi hanedanının yıkılışını izleyen kargaşa sırasında paratorluğun dağılmasıyla ortaya çıkan çeşitli yerel devletler ayrı
( 1 92 1 - 1 9S8) ve Ürdün kralları ( 1 92 1 'den beri) olarak hüküm süren Tunus'ta iktidara el koyan Türk süvari komutanı Hüseyin bin Ali ( l 70S­ gelişim çizgileri izledi.
Arap hanedanı. Soylarını Peygamber'in torunu Hasan'a dayandırırlar. l 73S) Osmanlılardan geniş ölçekli bağımsızlık elde etti. Yeğeni Ali Paşa
Osmanlı egemenliği altında l 908'de Mekke şerifi olan Emir 1. Hüseyin dönemindeki ( 1 73S- 1 7S6) aile kavgaları, Tunus kentinin 1 7S6'da yağ­ Kaçarlar lran'da hüküm süren Türkmen şahlık hanedanı, l 779/96-
bin Ali ( l 8S6- l 93 I ), lngiliz mandası altında bir Arap krallığı için 1 9 1 S'te malanmasına ve bölgede Cezayir hegemonyasının kurulmasına yol açtı. l 92S. Ana başkent: l 786'dan sonra Tahran. Kökeni l ran'ın kuzeybatı
lngilizlerle pazarlıklar yaptı. Osmanlı lmparatorluğu'na bağlı Arap eya­ Bunu Ali Bey ( l 7S9- l 782) ve Hammuda Bey'in ( 1 782- 1 8 1 4) yönetim­ kesiminde l 7SO'den itibaren Astarabad'ı merkez edinen Kızılbaş emir­
letlerinin lngiliz ve Fransız nüfuz alanlarına ayrılmasını öngören Sykes­ leri altında tam egemenliğin tekrar kazanılmasına ( 1 807) eşlik eden bir lere bağlı Türkmen göçebelere dayanır. Kaçar önderi Ağa Muhammed
Picot Anlaşması'nın ardından, l 9 l 6'da Mekke ve Medine'yle birlikte yeniden inşa ve ekonomik refah dönemi izledi. "Altın Çağ" olarak bili­ Han ( 1 779- 1 797) kanlı bir süreçle l 794'te Kirman merkezli Zend ve
Orta Arabistan'ı kapsayan Hicaz'ın kralı oldu. lbn Suud'un baskısıyla ne bu dönem ülkenin kültürel bakımdan Araplaşmasına ve bir ulusal l 796'da Meşhed merkezli Afşar hanedanlarını bertaraf ederek l ran'da
l 924'te Hicaz' dan çekildi; kral unvanını üstlenen en büyük oğlu Ali de devletin yaratılmasına da sahne oldu. Cezayir'deki Fransız işgalinin iktidara geldi, bütün ülkeyi birleştirdi ve l 796'da şah unvanını aldı. Ye­
l 92S'te tahttan vazgeçmek zorunda kaldı. Küçük oğullarından 1. Faysal ( 1 830) ardından Avrupa'nın gittikçe artan ekonomik baskısı karşısında, ğeni Feth Ali Şah ( 1 797- 1 834) Rusya karşısında alınan ve Kafkasya'nın
( 1 883- 1 933) Arap Ulusal Kongresi (Suriye, Lübnan, Ürdün, lsrail) ta­ Ahmed Bey ( l 837- 1 8SS) ve Muhammed Sadık ( l 8S9- l 882) Avrupa elden çıkmasıyla sonuçlanan askeri yenilgilerin ( 1 8 1 3 ve 1 828) ardın­
rafından l 920'de Suriye kralı seçildi; Fransızlar tarafından sürülünce, modeline dayalı reformlar yaptı. Tunus üzerinde bir uluslararası mali dan yoğun bir lngiliz baskısıyla karşı karşıya kaldı. l ran zamanla lngiliz
lngilizlerin girişimiyle 1 92 1 'de Irak kralı oldu. Haşimilerin Irak kolu denetimin kurulduğu 1 869'dan sonra ulusal reformlar önlendi. Barda ve Rus çıkarlarının çekişme alanı haline geldi. Nasreddin Şah dönemin­
l 9S8'de il. Faysal'ın öldürüldüğü bir askeri darbeyle son buldu. Hüse­ Antlaşması'yla Tunus 1 88 1 'de Fransız protektora yönetimi altına girdi. de ( 1 848-1 896) ekonomi l ngiliz tekellerinin ve imtiyaz şirketlerinin
yin'in diğer oğlu 1. Abdullah ( l 882- 1 9S I ), lngiliz egemenliği altında (ve Sonraki beyler Fransız vesayeti ile (Düstur Partisi'nin öncülük ettiği) (demiryolları, telgraf) denetimine girdi. Bu durum burjuva muhalefet­
Yahudiler için bir lsrail devletinin kurulmasını kabul etme güvencesi ulusal bağımsızlık mücadelesine destek arasında bocaladı; Fransızlar mil­ le çatışmaya ve şahlık yetkilerinin kısıtlanması yönünde bir talebe yol
karşılığında} 1 92 1 /23'te Mavera-ı Ürdün ve Filistin emirliğine getirildi; liyetçi eğilimli Muhammed Münsifi l 943'te tahttan indirdi. Lamine Bey açtı. lngilizlere verilen tütün tekeli üzerine, l 890'da karışıklıklar bütün
J 946'da da bağımsız Ürdün'ün kralı oldu. Uğradığı suikasttan sonra olarak bilinen son Hüseyni hükümdarı Muhammed Emin' in ( l 943- ülkeyi sardı. Parlamentoda yürütülen mücadeleyle l 906'da Şah Muzaf­
tahta torunu il. Hüseyin ( l 9S2- 1 999) geçti. Ulusal bağımsızlık, Ürdün'e l 9S7) devrilmesine öncülük eden Habib Burgiba cumhuriyet yönetimi­ fereddin'e ( 1 896- 1 907) modern bir anayasa kabul ettirildi. Şaha bağlı
sığınan Filistinli göçmenlere destek, dış politika ve ekonomi alanında ne geçişi sağladı. Kazak tugayının parlamentoya düzenlediği baskın nedeniyle 1 908'de
ABD'ye bağımlılık, Mısır nüfuzuna (Nasır'ın pan-Arapçılığına) direnme Tahran'da bir halk ayaklanması patlak verdi. Son Kaçar şahı Ahmed
ve lsrail'le barış arasında nazik bir çizgi izlemek durumunda kalan Hü­ İ badiler lslam'da ilk dinsel bölünmeyle ortaya çıkan Hariciliğin ken­ Mirza ( l 909- 1 92S) lran'ın başka kesimlerinin lngiliz ve Rus kuvvetle­
seyin çeşitli darbe girişimlerini de atlattı. Şubat l 999'da yerine oğlu il. dine özgü devlet yapıları kurmuş kolu. lbadiler önce Basra'yı merkez rince işgali ve güneydeki Şii isyanları karşısında çaresiz kaldı. Bu geliş­
Abdullah geçti. edinerek Emevi halifelerine karşı savaş yürüttüler ve kendi imamları­ meler l 9 l 9'da bir lngiliz himaye yönetiminin kurulmasını getirdi. Güç­
nın öncülüğünde çeşitli teokratik cumhuriyetler kurudular. 8. yüzyıl lü başbakan Rıza Han Pehlevi l 92S'te Ahmed Mirza'yı tahttan indirdi
Hıdivler Biçimsel olarak Osmanlı egemenliği altında vali olarak Mısır'ı ortalarında Libya, Tunus ve Cezayir'in çeşitli şehirlerini yönettiler. Ar­ ve kendisini şah seçtirdi.
yöneten hanedan, 1 867- 1 9 1 4. Ana başkent: Kahire. Mehmed Ali Paşa dından Cezayir'in Sahra bölgesine göç ettiler. lbadi imamlar Muskat ve
( l 80S- 1 849) ve ardıllarından geniş çaplı bir kültürel bağımsızlık devra­ Umman'da 7S l 'den 1 8. yüzyıl sonlarına kadar başta kaldılar; 1 8. yüz­ Karahanlılar Maveraünnehir'de hüküm süren Türk (Uygur) haneda­
lan torunu Hıdiv lsmail ( 1 863-1 879) Osmanlı yönetimine l 867'de fiili yılda bir süre Bahreyn ve Zengibar'ı da yönettiler. Libya, Tunus ve Ce­ nı, 840- 1 2 1 2. Ana başkentler: Kara Ordu, Kaşgar, 992'den sonra Bu­
bir özerkliği kabul ettirdi. Oğlu Tevfik ( 1 879- 1 892) ve torunu Abbas zayir'de bugün hala lbadi cemaatler vardır ve lbadiye özellikle Um­ hara, 1 042'den sonra ayrıca Semerkand. Moğolistan'daki Uygur kabile
Hilmi ( 1 892- 1 9 1 4) bu yapıyı daha da geliştirdi. Mısır hıdivlerinin man'da güçlüdür. federasyonuna bağlı Karluk kabilesi daha 8. yüzyılda Kaşgar bölgesine
l 876'dan sonra mali riskleri göze olarak giriştiği Süveyş Kanalı gibi iti­ yerleşmişti; zamanla Uygur egemenliğinden çıkarak 840'ta bağımsız bir
bara dönük projeler, büyük Avrupa devletlerinden alınan borçlarla İ drisiler Fas'ın ilk bağımsız hanedanı, 788-974. Ana başkent: Ulili, bozkır devleti kurdu. Karahanlılar olarak bilinen bu devletin büyük ka­
desteklendi. Mısır 1 882'de lngilizlerce işgal edildi ve 1 9 1 4'te bir lngiliz 807'den sonra Fez. Hanedanın kurucusu 1. idris bin Abdullah (788-793) ğanlık (doğu kesimi, ana başkent Kara Ordu} ve orta kağanlık (batı ke­
protektorası haline geldi. Bunu izleyen ayaklanmalar Abbas Hilmi'nin Peygamber'in torunu Hasan'ın soyundandı. Abbasilerin 786'daki bir simi, ana başkentler Taraz ve Kaşgar) biçiminde ikili bir yapısı vardı. Bu
devrilmesine yol açtı. Yerine amcası Hüseyin Kamil ( 1 9 1 4- 1 9 1 7) geç­ ayaklanmadan sonra Ali ailesine karşı giriştiği katliamdan sağ kurtula­ bölgede lslam'ın yayılması 1 O. yüzyılda başladı. 1. Ebu Musa Harun (982-
ti. Sonraki hıdiv Ahmed Fuad ( 1 9 1 7- 1 922) bağımsızlığın kazanılması rak Fas'ın Ulili kentine kaçtı. Kuzey Fas'taki Berberi kabilelerce imam 993) Buhara'yı (992) ve ardılları Samani topraklarını (999) ele geçirdi.
üzerine 1. Fuad ( 1 922- 1 936) adıyla kral unvanını aldı. Mısır'daki monar­ ilan edildi. Toprakları 789'da Tlimsen'e kadar genişletti ve Fez'i kurdu. Karahanlılar başlıca hasımlar olarak 1 008'den sonra Gaznelilerle ve
şi yönetimi onun oğlu Faruk'la ( l 936- l 9S2) son buldu. Muhtemelen Harun Reşid'in bir tertibiyle 793'te zehirlenerek öldürül­ 1 040'tan sonra Selçuklularla karşı karşıya geldi. Doğu ve batı kağanlık­
dü. Fas'ta hala evliya olarak anılır. Oğlu il. idris (793-828, 804'ten son­ ları arasında kesin bölünme 1 04 1 /42'de ortaya çıktı. Doğu kağanlığı
Hive Hanları Harezm bölgesinde hüküm süren Özbek (Moğol) ha­ ra imam) Endülüs ve Tunus'tan göçleri özendirdi, Fez'i geliştirerek baş­ Ebu Şüca Arslan ( 1 032- I OS6/S7) ve 1. Tuğrul'un ( I OS7- 1 074/7S) istik­
nedanı, ( l S I 1 / 1 S- 1 9 1 9). Ana başkent: Köhne Ürgenç, 1 6 1 S'ten sonra kent yaptı ve siyasal iktidarını pekiştirdi. Onun oğlu Muhammed'in rarlı yönetimlerinden sonra, il. Harun döneminde ( 1 074/7S- I 1 02) Sel­
Hive. Kökenleri Altın Orda olarak da bilinen Cuci ulusuna (Cengizli­ (828-836) ölmeden önce ülkeyi sekiz kardeşi arasında paylaştırması, çuklu egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Bunu Moğol Karahıtayları­
ler) dayanır. Şeybanilere bağlı olan 1. l lbars'ın ( l S I 1 / 1 S- 1 S2S) kurduğu hanedanın çözülmesine ve iç iktidar kavgalarıyla sarsılmasına yol açtı. nın 1 1 30' da başlayan istilaları izledi ve Harezmşahlar 1 2 1 O/ 1 I 'de
emirlik l 804'te bir hanlığa dönüştü. Bu arada 1 6. ve 1 7. yüzyıllarda bir­ ldrisiler 9 1 7'de Fatımilerin, 932'de de Endülüs Emevilerinin egemenli­ Kaşgar'daki son doğu kağanını bertaraf etti. Batı kağanlığı 1 042'de Se­
kaç kez Buhara'nın, 1 740/4 1 'de Nadir Şah'ın ve l 764- l 770'te Yomund ği altına girdi. Birçok vesileyle Fas'a saldıran Endülüs Emevileri sonun­ merkand'ı merkez edinen 1. lbrahim'in ( 1 038- 1 067) ve il. Nasr'ın
Türkmenlerinin işgaline uğradı. il. Muhammed Rahim döneminde da ldrisileri iktidardan uzaklaştırdı. Siyasal özgürlüğe kavuşmaya yöne- ( 1 067- 1 080) yönetimi altında büyük gelişme gösterdi. !. Ahmed ( 1 08 1 -

İ S LAM HANEDANLARI 615


1 089/95) Buhara v e Semerkand'ı işgal eden Selçukluların üstünlüğüne karşı başarıyla savaştı. Son Haçlı kuvvetleri 1 29 1 'de Akka'dan çıka­ Muzafferiler Güney lran (Fars, Kirman), Kürdistan ve bir süre bü­
boyun eğdi; ardılları Selçuklu iradesine göre tahta çıkıp indi. Bölge rıldı. Kahire'nin Doğu Asya, Hindistan ve Avrupa arasındaki en tün lran'da hüküm suren Arap hanedanı, 1 3 1 4- 1 393. Ana başkent:
l 1 4 1 'den sonra Karahıtay, l 1 80'den sonra Harezmşah egemenliği al­ önemli ticaret merkezi haline gelmesiyle ekonomi serpildi. Sultan 1 3 1 9 Yezd, 1 353'ten sonra Şiraz. Hanedanın adı Horasan'daki bir
tına girdi. Harezmşahlar son Karahanlı hükümdarını l 2 l 2'de tahttan Berkuk ( 1 382- 1 399) Timur'un güneybatı yönündeki ilerleyişine ba­ hükümdarın torunu olan ve ilhanlı sarayında yükselerek, Isfahan ya­
indirdi. şarıyla direndi ve devlet yapısını yeniden düzenledi. Sultan Barsbay kınındaki Meybod'un valiliğine atanan Şerafeddin Muzaffer' den gelir.
( 1 422- 1 438) devlet tekellerine dayalı talihsiz bir ekonomi politikası Yerine geçen oğlu Mübarizeddin M uhammed ( 1 3 1 4- 1 358) acımasız­
Karakoyunlu lar Doğu Anadolu, Azerbaycan, Kafkasya, lran'ın bü­ izledi, ama Kıbrıs'a başarılı bir sefere öncülük etti. 1 450'de başlayan lığıyla nam saldı ve 1 3 1 8'de işgal ettiği Yezd'in valisi olarak resmen
yük bir bölümü ve l rak'ta hüküm süren Türkmen federasyonu, ekonomik gerileme dönemi, hanedanın savaş makinesinin köhneleş­ tanındı. ilhanlıların yıkılışından ( 1 3 35) sonra, bağımsız bir konum ka­
1 380/90- 1 469. Ana başkent: 1 39 1 'den sonra Tebriz, 1 4 1 l 'den son­ mesiyle çakıştı. Osmanlı padişahı 1. Selini 1 5 1 Tde Memlükları devir­ zandı; Kirman ( 1 34 1 ), Şiraz merkezli Fars ( 1 353), Isfahan ve Tebriz
ra ayrıca Bağdat. Oğuz Türk boylarını kapsayan federasyonun başın­ di ve topraklarını ilhak etti. Memlüklar dinsel meşruiyet amacıyla, ( 1 357) bölgelerini ele geçirerek, Muzafferileri l ran'daki en önemli si­
daki Kara Muhammed ( 1 380- 1 390) Celayirlilerle ittifak halinde, Van l 260'tan itibaren gölge Abbasi halifelerini Kahire'de kendi gözetim­ yasal güç haline getirdi. Böylece lran ve l rak'ta Celayirlilerle bir üs­
Gölü'nün güneyine düşen ilk Karakoyunlu yurdunu (Doğu Anadolu, leri altında tutmuşlardı. tünlük mücadelesi başladı. Şah Şüca döneminde ( 1 358- 1 384) bir kül­
merkez Erciş) Ermenistan ve Azerbaycan içlerine doğru genişletti. türel atılım ve zenginlik sürecine girildi. l 387'den sonra taht adayları
Ardılı Kara Yusuf ( 1 390- 1 420) bağımsızlığını ilan etti ve Tebriz'le bir­ Meriniler Fas'ta hüküm süren Berberi hanedanı, 1 244- 1 465. Ana arasındaki kavgalara boğulan Muzafferilerin yönetimi l 393'te Timur
likte lran'ın kuzeybatı kesimini ele geçirdi. Timur tarafından birçok başkent: Fez. Sahra'nın doğu sınırı topraklarındaki göçebe bir Zane­ karşısında uğradıkları yenilgiyle son buldu.
kez püskürtüldükten sonra, l 405'te Timurlular karşısında üstünlük te kabilesi olan Benu Marin 1 2. yüzyıl başlarından itibaren Fas'ın do­
sağladı, l 408'de sultan unvanını aldı ve Celayirlileri 1 4 1 1 'de Bağ­ ğu ve güneydoğu kesimine yerleşti. iktidardaki Muvahhidlerle gittik­ Müslüman Moğol hanedanları Cengiz Han'ın ölümünden ( 1 227)
dat'tan çıkararak, topraklarına el koydu. Bir dizi sefer sonunda çe artan gerginliklerin ardından, Ebu Yahya Abdülhak ( 1 244- 1 258) sonra, geniş imparatorluğu dört oğlu Cuci, Çağatay, Ogedey (Büyük
l 4 l 9'da Diyarbakır'ı, Gürcistan'ın bir kesimini ve Şirvan'ı toprakları­ ve Ebu Yusuf Yakub ( 1 258- 1 286) adlı kardeşler Meknes ( 1 244), Fez Han olarak ardılı) ve Toluy arasında bölüşüldü. Böylece bunlar Mo­
na kattı. Kara Yusuf ve Kara lskender döneminde ( 1 420- 1 435) Kür­ ( 1 248) ve diğer önemli kentleri ele geçirdi. Marakeş'teki son Mu­ ğol kabile örgütlenmesinin ("ulus") kurucu ataları oldu. Toluy'un oğ­
distan'da ve Timurlulara karşı Transkafkasya'da girişilen muharebe­ vahhid hükümdarının l 269'da devrilmesinden sonra, iktidar alanla­ lu Möngke ( 1 25 1 - 1 260) Büyük Han unvanını alınca, kardeşleri Ku­
ler hem zaferler, hem de yenilgiler getirdi. En büyük yayılmayı rını genişleten Meriniler Magrip'te en önemli askeri güç haline gel­ bilay ve Hülagu'yu Çin ve lran'ı fethetmekle görevlendirdi. lran
sağlayan Cihanşah'la ( 1 435- 1 467) birlikte, Karakoyunlular siyasal ba­ diler. Çeşitli vesilelerle lspanya'ya askeri harekatlar düzenlediler. topraklarını l 256'da ele geçiren ve l 258'de Bağdat'a giren Hüla­
kımdan güçlerinin doruğuna ulaştılar. Timurlu otoritesine l 447'de Ebu Yakub Yusuf döneminde ( 1 286- 1 307) Cezayir'e kadar yayıldı­ gu'nun kurduğu İlhanlı imparatorluğu l 295'te İslam dinini benimse­
son veren Cihanşah, l 452'de Isfahan dahil lran'ın orta ve güney ke­ lar. Bu siyasal başarıları sürdüren Ebu'l-Hasan Ali ( 1 3 3 1 - 1 35 1) ve di ve l 335'te dağıldı. Çağatay ulusunun Mübarekşah yönetiminde
simini, 1 453'te Fars ve Kirman'ı, 1 458'de Herat'ı ele geçirdi. Ama Ebu inan Faris ( 1 35 1 - 1 358) döneminde, Abdüladiler Tlimsen'den çı­ l 326'da lslam'a i:lönmesi, Müslüman Maveraünnehir ile "putperest"
1 467'de rakip Akkoyunlular karşısında yenilgiye uğradı. Son Karako­ Moğolistan arasında bir bölünme yarattı. Tim ur ( 1 370- 1 405) batıda
karıldı ve Tunus'a kadar varan akınlar düzenlendi. Daha sonra hızlı
yunlu hükümdarı l 469'da tahttan indirildi. Cihanşah'ın yeğenlerinden Çağatay ulusu adına geniş topraklar ele geçirdi ve ilhanlı mirası üze­
bir gerileme başladı. Çocuk yaşta sultanlar, 1 358- 1 374 ve 1 393-
biri 1 478'de Hindistan'a kaçtı ve Golkonda'da başlattığı Kutb Şah ha­ 1 458 arasında akraba Vattasilerin, 1 374- 1 393 arasında da Gırnata rinde hak iddia etti. imparatorluğu Rusya'yı kapsayan batı kesimin­
nedanı varlığını l 687'ye kadar sürdürdü. deki Cuci ulusu l 258'de Berke Han yönetiminde kısmen ve nihayet
Nasrilerinin vesayeti altına girdi. Son Merini hükümdarı Abdülhak
l 3 l 3'de Özbek Han yönetiminde tamamen lslam'ı benimsedi. Tok­
( 1 42 1 - 1 465) Vattasi egemenliğine 1 458'de giriştiği katliamla geçici
Karmatiler Şiilik mezhebinin Basra Körfezi kıyısında (Bahreyn) ayrı tamış Han'ın l 378'de Cuci kabilelerini birleştirmesiyle ortaya çıkan
olarak son verdi; ama kısa bir süre sonra Fez'deki bir halk ayaklan­
devlet kuracak güce ulaşan sosyal devrimci bir kolu, 899- 1 030. Mer­ Altın Orda, Müslüman Moğollara önderlik için Timur'la giriştiği mü­
ması sırasında öldürüldü. Böylece Fas'ta Vattasiler iktidara geldi.
kez: El-Müminiye (bugün el-Hufuf). Güney l rak'ta sosyal devrimci sa­ cadeleden ( 1 495/96) yenik çıktı.
iklerle başlayan ve 883'te bastırılan köle Zenci ayaklanmasının yanı sı­
Murabıtlar Fas, Moritanya, Batı Cezayir ve lspanya'da (Endülüs)
ra ahir zamanla ilgili lsmaili görüşlerin etkisiyle ortaya çıkmış bir Nasriler Endülüs'ün son lslam hanedanı, 1 232/38- 1 492. Ana baş­
hüküm süren Berberi hanedanı, 1 056/60- 1 1 47. Ana başkent: Fez,
akımdır. Kurucusu Hamdan Karmat yakında kıyametin kopacağı dü­ kent: Gırnata. Kökeni Jaen'in kuzeyinde yaşayan lspanyol-Arap Hez­
1 086'dan sonra Marakeş. Püriten bir reform hareketinden doğan
şüncesiyle, Mehdi'nin yeryüzüne inişine hazırlık için 892'de Güney reci kabilesine mensup Benu Nasr (Benu'l-Ahmer) ailesine dayanır.
hanedanın adı Arapça'da "ribat insanları" anlamına gelir. Murabıtlar
lrak'ta bir müstahkem mevki ("hicret yeri") kurdu. Çinçiler, zanaat­ Muvahhidlerin İspanya'daki iktidarının sona ermesinden yararlanan
önce güneye yönelerek Gana'yı ele geçirdiler ve bütün Kuzey Afri­
karlar, şehir işçileri ve hoşnutsuz kesimler arasında geniş bir destek Muhammed bin Nasr (lbnü'l-Ahmar) Arjona'da 1. M uhammed
ka'yı Is lam dinine döndürdüler; Yusuf bin Taşfın döneminde ( 1 060-
buldu. Karmatiler 899'da "iştirakçi" unsurlar (mal ortaklığı, vergi bağı­ ( 1 232- 1 273) adıyla kendisini sultan ilan etti ve Güney ispanya'da ge­
1 1 06) Fas ve Batı Cezayir' de iktidara gelerek, 1 062'de Marakeş'i
şıklığı, faizsiz devlet kredileri, altı kişilik şüra yönetimi vs.) taşıyan ba­ niş toprakları ( l 238'de Gı rnata ve Malaga) ele geçirdi. O ve oğlu il.
kurdular. ispanya'da 1 086'da ilk seferlere girişerek Zallaka'da zafe­
ğımsız bir devlet kurdular ve bir karşı halife seçtiler. Abbasilere karşı Muhammed ( 1 273- 1 302) Kastilya'nın biçimsel egemenliğini tanıya­
re ulaştıktan sonra, Endülüs'teki taife emirliklerini ortadan kaldırdı­
mücadele ederken, ticaret yollarını işgal ettiler ve hac kervanlarına sal­ rak yönetimlerini pekiştirdiler; Fas'ın Merinileri ile lspanya'nın Hı­
lar ( 1 089- 1 094). Ali bin Yusuf döneminde ( 1 1 06- 1 1 43) Hı ristiyan
dırdılar; 90 l 'de Şam'ı kuşattılar, 904'ten sonra Umman ve Hadramut'u ristiyan kralları arasında değişen ittifaklara dayalı ustaca bir politika
Reconquista sürecinde toprak kayıplarına uğradılar ve l l 30'da Ku­
nüfuz altına aldılar. Mekke'ye 930'da düzenledikleri baskında Kabe'den izleyerek konumlarını korudular. 1. Yusuf ( 1 333- 1 354) ve V. Mu­
zey Afrika'da yeni bir güç olarak karşılarına dikilen Muvahhidlere
aldıkları Hacerü'l-Esved'i ancak 95 1 'de geri verdiler. Suriye, Yemen ve hammed ( 1 354- 1 359 ve 1 362- 1 39 1 ) dönemlerinde, Gırnata kenti
Horasan'da yoğun dinsel propaganda yürüttüler; Fatımilerin düşünce­ l l 47'de yenik düştüler. Son Murabıt hükümdarı Marakeş'in düşü­ İspanya'daki Müslümanların sığınağı olarak kültürel gelişiminin doru­
lerini de etkilediler. Bağdat halifeliğine bağlı birlikler Karmati devletini şüyle devrildi. ğuna ulaştı. Aile kollarının iktidar kavgalarının bir sonucu olarak,
ancak 1 030'da ortadan kaldırabildi. 1 408/l ?'den sonra hızlı bir siyasal gerileme ve Kastilya'ya bağımlılık
Muvvahidler Kuzey Afrika (Fas, Cezayir, Tunus, Libya) ve lspan­ dönemine girildi. M ulay Hasan ( 1 464- 1 482 ve 1 483- 1 485) ve karde­
Mangıtlar Buhara' da hüküm süren Özbek hanedanı, 1 785- 1 92 1 . No­ ya'da (Endülüs) hüküm süren Berberi hanedanı, 1 1 30- 1 269. Ana şi M uhammed ez-Zagal'ın yönetiminde son bir siyasal toparlanma
gay federasyonuna mensup bir kabile olan Mangırlar önce Altın Orda başkentler: Marakeş ve lşbiliye. Adı "Allah'ın birliğine inananlar" an­ sağlandı. Hasan'ın Boabdil olarak da bilinen oğlu Xll. M uhammed
topraklarına yerleştiler ve ardından 1 6. yüzyıl başlarında Şeybanilerle lamındaki Arapça el-muvvahidun'dan gelir ve hanedanın ortaya çıkı­ ( 1 482- 1 483 ve 1 485- 1 492) Katolik Hükümdarlar Fernando ve lsa­
birlikte Maveraünnehir'e girdiler. Akraba Celayirlilerin hizmetinde şını sağlayan lbn Tumart'ın (y. 1 080- 1 1 30) öncülük ettiği sıkı püri­ bel'in ilerleyen kuvvetleri karşısında tutunamadı ve kuşatılan Gırna­
önemli mevkilere yükseldiler. Önce naip ( 1 707- 1 7 1 7) ve ardından ve­ ten reform hareketinin tutumunu yansıtır. lbn Tumart l l l 8'de ta'yı Ocak 1 492'de teslim etmek zorunda kaldı.
zir ( 1 753- 1 758) konumuyla iktidarda ağırlık kazandılar. Buhara' da Murabıtlara savaş açtı ve 1 l 24'ten itibaren Yukarı Atlaslar'daki Tin­
l 770'te naipliğe getirilen Mir Masum Şah ( 1 785- 1 800) son Celayirli ha­ mel'i merkez edindi. Ardılı Abdülmümin ( 1 1 30/33- 1 1 63) Marakeş'i Nizariye Şii lsmailiye mezhebinin lran ve Suriye'de hüküm süren
nını devirdi ve doğrudan tahta geçti. İlk baştaki karışıklıklardan sonra, l 1 47'de alarak Fas'ta i ktidara gelmeyi başardı; ardından bütün Ku­ aşırı bir kolu, 1 090- 1 256/70. Haşhaşinler olarak da bilinir. Fatımiler­
Mangıt yönetimi Nasrullah Bahadur döneminde ( 1 826- 1 860) istikrara zey Afrika'yı ( 1 1 60'a doğru Tunus ve Libya'yı) ve Endülüs'ü ( 1 1 46- den kopan bu dinsel topluluğun kurucusu Hasan Sabbah (ö. 1 1 24)
kavuştu. Seyyid Muzaffer döneminde ( 1 860-1 885) Ruslar bölgeyi işgal 1 1 54) ele geçirdi. Kentlerin gelişmesiyle ve (lbn Rüşd ve lbn Tufeyl dağ kalesi Alamut'u ve çevresindeki dağları 1 090 dolaylarında ele ge­
etti ( 1 873). Son Mangıt hanı Sovyet birliklerince 1 92 1 'de tahttan indi­ gibi seçkin bilginler sayesinde) manevi yaşamın güçlenmesiyle, Ebu çirdi ve Kuzey lran'da saldırgan bir politikayla görüşlerini yayarken,
rildi. Yakub Yusuf ( 1 1 63 - 1 1 84) ve Yusuf Yakub el-Mansur ( 1 1 84- 1 1 99) Selçuklularla da çatışmaya girdi. Yetiştirdiği çok sayıda bağnaz mili­
dönemlerinde kültürel doruğa ulaşıldı; 1 l 95'te Alarcos'ta Hıristi­ tan 1 092'den itibaren önde gelen Sünnilere ve diğer hasımlara yö­
MemlOklar Mısır, Suriye, ve l rak'ta hüküm süren köle asker kö­ yanlar karşısında kesin bir zafer elde edildi. Nasır döneminde ( 1 1 99- nelik bir dizi çarpıcı suikasta girişti. Batıni bir öğreti geliştiren N iza­
kenli hanedan, 1 250- 1 5 1 7, Ana başkent: Kahire. Memlük adı Arap­ 1 2 1 3) Kuzey Afrika'daki ayaklanmalar bastırıldı. Ama Muvvahidler riye 1 2. yüzyıl başlarında daha geniş alana yayıldı ve hatta Haçlı
ça'da "birinin malı" anlamına gelir. Eyyubi ordusunun ağı rlıklı ola­ l 2 l 2'de Las Navas de Tolosa'da Hı ristiyanlar karşısında ağır bir ye­ Seferlerine hedef olan Suriye'ye de girdi. Cinayetleri işleyen intihar
rak Türk köle asker kökenli komutanları ("kölemenler") l 250'de nilgiye uğradı. Ardından lspanya'daki toprakların taife emirliklerine eylemcilerinin gerçekten uyuşturucunun etkisi altında olup olmadı­
Kahire'de iktidarı ele geçirdi ve başka bölgelerden toplanan gayri­ ve ( l 228'den sonra) Hıristiyanlara, Tunus'un Hafsilere ve Cezayir' in ğı tartışmalıdır. Bu örgütlenme lran'da l 256'da Hülagu yönetimin­
müslim çocukları halktan kopuk kışla ortamında sıkı bağlılığa dayalı Abdülvadilere ( 1 229/36) kaptırılması iktidarlarını sarstı. Fas ve ls­ deki Moğollar, Suriye'de l 270'te Memlük sultanı Baybars tarafından
bir eğitimle yetiştirmeye başladı. Daha sonraları bir ölçüde yumuşa­ panya'da 1 224- 1 236 arasında hanedanın iki rakip kolu hüküm sür­ yok edildi.
tılmasına karşın, bu katı sistem olağanüstü bir siyasal istikrara temel dü. Merinilerin l 244'te Fas içlerine sürdüğü Muvvahidler zamanla
oluşturdu. Sultan Baybars'ın ( 1 260- 1 277) seçkin yönetimi altında, güçten düştü ve l 269'da onlar tarafından bertaraf edildi. Osmanlılar Anadolu'dan başlayarak üç kıtaya yayılan bir impara­
Memlüklar batıya doğru Moğol yayılmasını durdurdu ve Haçlı lara torluğa hükmeden Türk hanedanı, 1 280/ 1 300- 1 922. Ana başkent:

616 İSLAM HANEDANLARI


1 280 Yenişehir, 1 326 Bursa, 1 366 Edirne, l 453'ten sonra lstanbul. tan ile Afganistan'ın bir bölümünü ( 1 608) ele geçirdi. Kürdistan ve
Kökeni Moğol baskısı altında Orta Asya' dan Anadolu'ya göç eden ve lrak'ı yeniden Safevi imparatorluğuna bağladı ( 1 623/24). içeride ise
Söğüt-Domaniç yöresinde ( l 237'den itibaren) savaşçı bir uç beyliği devşirme Hıristiyan askerlerle orduda reform yaptı, lsfahan'ı imar
oluşturan Kayı adlı bir Oğuz Türk boyuna dayanır. Beyliğin Anado­ çalışmalarıyla "dünyanın incisi" haline getirdi, izlediği ustaca ekono­
lu Selçuklu egemenliğinden çıkmasına öncülük ettiği için hanedanın mik politikayla ve Basra Körfezi üzerindeki denetimle refah düzeyi­
kurucusu olarak ilk padişah sayılan 1. Osman ( 1 2801 1 300- 1 326) ve ni yükseltti. Ardıllarının genelde zayıf kişilikli olmasına karşın, kar­
ardılları, başarılı ve girişken bir yayılma süreciyle Bizans toprakları­ maşık bir saray teşrifatı ve bir şah kültü gelişti. il. Abbas ( 1 642- 1 666)
nı ( l 326'da Bursa, 1 36 1 'de Edirne) ele geçirdiler. Osmanlılar Avrupalı ticari ortaklarla yoğun mal alışverişiyle ve iç siyasal reform­
l 354'te Gelibolu'ya geçerek Balkanlar'da ilk köprübaşını kurdular; larla lran'a son parlak dönemi yaşattı. l 648'de Afganistan'ın bir bö­
seçkin yeniçeri birlikleri Anadolu'nun yanı sıra Balkanlar'da ( 1 389 lümü ilhak edildi. Dinsel hoşgörüsüzlüğe yönelerek ve Şii mezhebi­
Kosovo ve 1 396 Niğbolu zaferleri) hızla yayılmalarını sağladı. Anka­ ne dönmeyi zorunlu kılarak imparatorluğun Sünni kesimlerinde
ra'da 1 402'de Timur'un karşısında uğranan ağır yenilgiyi bir siyasal karışıklıkları kışkı rtan Sultan Hüseyin döneminde ( 1 694- 1 722) hızlı
karışıklık dönemi izledi. il. Murad ( 1 42 1 - 1 45 1 ) ve 1 453'te Konstan­ bir ekonomik gerileme başladı. lran'a 1 7 1 9'da giren Sünni Afganlar
tinopolis'i fethederek Hıristiyan Bizans lmparatorluğu'nu yıkan il. (Gılzailer) l 722'de lsfahan'ı kuşatıp aldı. Tahttan indirilen Hüseyin
Mehmed ( 1 45 1 - 1 48 1 ) devlet yapısını yeniden düzenledi ve yeni bir l 726'da idam edildi. l 736'ya (bazı eyaletlerde l 773'ye) kadar bir di­
yayılma sürecini başlattı. Osmanlılar lslam dünyasının en önde gelen zi gölge Safevi hükümdarı tahta çıkarıldı. Ardından i ktidar Afşar ve
gücü haline geldi ve 1 480/8 1 'de Aşağı ltalya'ya çıkarma yaptı. 1. Se­ Zend, en sonunda da Kaçar hanedanına geçti.
lim ( 1 5 1 2- 1 520) bütün Ortadoğu'yu ( 1 5 1 6'da Suriye ve Filistin,
1 5 1 ?'de Mısır, ardından Arap Yarımadası) ele geçirdi, halifelik unva­ Saffariler lran ve Afganistan'ın yanı sıra Mevarünnehir'in bir bölü­
nını üstlendi, l 5 l 4'te Çaldıran'da Safevilerle giriştiği çarpışmadan münde hüküm süren hanedan, 86 1 /867-903. Ana başkent: Merv.
zaferle çıktı ve Azerbaycan'ı aldı. Osmanlı gücünü doruğa çıkaran Adı, hanedanın kurucusu Yakub bin Leys'in (86 1 -878) eski bir kalay­
oğlu 1. Süleyman ( 1 520- 1 566) Balkan fetihlerini tamamlayarak Maca­ cı (Farsça "saffar") olmasından gelir. Yakub çevresine topladığı şe­
ristan'a kadar u laştı ve l 529'da Viyana'yı kuşattı; l 552'den itibaren hir muhafızlarıyla ve haydutlarla güçlü askeri birimler kurarak önce
bütün Magrip kıyılarını ele geçirip Cezayir, Tunus ve Libya üzerinde Sistan'a (Doğu lran) hakim oldu. 867'den itibaren Tahiri toprakları­
kurduğu egemenlikle Akdeniz'deki Osmanlı denetimini genişletti. nı (868'de Herat ve Fars, ardından Belh ve Tohar) ele geçirdi ve so­
l 656'dan sonra, kültürel incelme ve siyasal gerileme iç içe gelişti. nunda bu hanedanı 873'te Horasan ve Afganistan' dan da çıkardı. Ab­
Habsburg lmparatorluğu'yla sürüp giden ve l 683'te Viyana'nın bir basi halifesince 87 1 'de imparatorluğun bütün doğu kesiminin valisi
daha kuşatılmasını getiren çatışmalar sırasında, Osmanlılar l 700'den olarak tanınmasına karşın, 876'da Bağdat'a yönelik başarısız bir se­
itibaren savunma konumuna geçti. Reformcu padişahlar 111. Selim fere girişti. Yerine geçen kardeşi Amr (878-900), i l k başlarda ikti­
( 1 789- 1 807) ve il. Mahmud ( 1 808- 1 839) çöküş sürecini durdurmak darda tutundu ve hatta 895'te Mevarünnehir valisi olarak tanındı;
için devlet yapısını Avrupa'daki ilerlemeleri di kkate alarak yeniden Kaçar Şahı Nasreddin, minyatür, Paris, Louvre Müzesi ama 900'de Samaniler karşısında yenilgiye uğrayarak tutsak düştü.
düzenlemeye çalıştı. Avrupa modeline dayanan Tanzimat reformla­ Torunu Tahir'in (900-903) Sistan'da tekrar iktidara geçme girişimi
rı 1 839'da başladı. il. Abdülhamid ( 1 876- 1 909) Tanzimat politikası­ sonuçsuz kaldı. Onun soyundan gelenler Sistan'ı 92 1 'den itibaren
nı otoriter yöntemlerle uyguladı; burjuva-liberal ve milliyetçi muha­ Sadiler Fas'ta hüküm süren Şerif hanedanı, 1 554- 1 659. Ana baş­ vali konumuyla yönetti; Saffarilerin 1 068'de Selçuklu egemenliğine
lif gruplarla çatışmaya düştü. 1. Dünya Savaşı'nın ardından M ustafa kentler: Marakeş ve Fez. Kökeni 1 4. yüzyıl başlarında H icaz'dan Da­ girmesinden sonra da süren bu konum Timur'un l 383'te bölgeyi ele
Kemal (Atatürk) l 922'de son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed'i ( 1 9 1 8- ratal'a (Güney Fas) göç eden Benu Sad kabilesine dayanır. Tarikat­ geçirmesiyle son buldu.
1 922) tahttan indirdi ve l 924'te halifeliği kaldırdı. ların yardımıyla l 505'ten sonra nüfuz alanlarını genişleten Sadiler,
i ktidardaki Vattasilere karşı mücadele bayrağı açtılar ve Portekiz sal­ Samaniler Maveraünnehir'de, lran'ın bir bölümünde ve Afganis­
Pehleviler lran'da hüküm süren şahlık hanedanı, 1 925- 1 979. Ana dırısına karşı savunmaya önderlik ettiler. l 525'te Marakeş'i, 1 54 1 'de tan'da hüküm süren lran hanedanı, 8 1 9/874-999. Ana başkent: Bu­
başkent: Tahran. Hanedanın kurucusu Rıza Han ( 1 878- 1 044) Kaçar Portekiz kuvvetlerinden Agadir'i ve l 549'da Fez'i aldılar. Vattasile­ hara. Hanedanın adını aldığı Saman Hudat köklü bir lran din alimi ai­
yönetimine bağlı bir Kazak tugayının komutanıydı. 1 92 1 'de hüküme­ ri l 554'te deviren Muhammed eş-Şeyh ( 1 549/54- 1 557) sert önlem­ lesindendi. Dört torunu 8 l 9'dan sonra Tahirilerin Semerkand,
ti devirdi, 1 923- 1 925 arasında başbakanlık yaptı ve 1 925'te Kaçar lerle Sadi yönetimini güvenceye aldı ve Tlimsen'i ele geçirdi. Oğlu Fergana, Şaş ve Herat valiliklerine atandı. Semerkand valisinin oğlu
hanedanını bertaraf ettikten sonra, Ulusal Meclis'in kendisini şah M ulay Abdullah ( 1 557- 1 574) Osmanlıların bölgede nüfuz kurma gi­ 1. Nasr bin Ahmed (874-892) bu görevi 864'te devraldı; Tahiri ha­
seçmesini sağladı. Ordunun desteğiyle, Atatürk örneğine dayanan rişimini başarıyla önledi. Bunu yerel güçlerin iktidar çatışmaları izle­ nedanının 874'te yıkılmasından sonra Abbasilerin Maveraünnehir
otoriter bir modernleştirme ve laikleştirme programı uyguladı ve bu di. Sadiler l 578'de Kasrü'l-Kebir'de Portekiz kuvvetlerini yok etti. valisi oldu ve fiilen bağımsızlık kazandı. Kardeşi lsmail (892-907) Saf­
yüzden Şii ruhban sınıfıyla sürekli çatışmaya girdi. l 934'te ülkenin Ekonomik refahı sağlayan ve yüzyıllar boyunca ayakta kalacak bir fari devletini 903'te yıktı; Afganistan'ı ve Horasan'la birlikte lran'ın
resmi adını "Ari yurdu" anlamında "lran" olarak değiştirdi. H itler'e devlet idaresi (Mahzen sistemi) kuran Ahmed Mansur'la ( 1 578- büyük bölümünü ele geçirdi. il. Nasr dönemindeki (9 1 4-943) yayıl­
sempati duyması nedeniyle, 1 94 1 'de ülkeyi işgal eden lngiliz ve Sov­ 1 603) birlikte, Sadi hanedanı siyasal gücünün doruğuna ulaştı. Onun mayla Bağdat, Kirman ve Mazendaran'dan (Basra Körfezi) Türkis­
yet birliklerince tahttan indirildi. Oğlu Muhammed Rıza Pehlevi ölümünden sonra ülkenin bölünmesi iktidarı zayıflattı ve Fez'de ba­ tan'a ve Hint sınırına kadar uzanan bir imparatorluk ortaya çıktı. Bü­
( 1 9 1 9- 1 980) ülkeyi l 946'ya kadar İngiliz ve Sovyet gözetiminde yö­ ğımsız bir hanedan kolu ( 1 6 1 0- 1 626) ortaya çıktı. Son Sadi hüküm­ veyhiler 945'ten itibaren Samanileri Maveraünnehir ve Horasan'a
netti. Daha sonra dış politikada ABD ve Batı yanlısı bir çizgi izledi. darının l 659'da öldürülmesinin ardından, Fas'ın yönetimi Alevilerin doğru geriletti. 1. Mansur (96 1 -976) ve il. Nuh (976-997) dönemle­
Başbakan Mussadık'la çatışmanın ve ülkeden kısa süreli bir ayrılışın eline geçti. rinde gelişen saray kültürü, lran'daki manevi yaşamın ve Farsça Is­
( 1 953) ardından, ABD desteğiyle (ve gizli polis örgütü SAVAK'ı kul­ lam edebiyatının odak noktasını oluşturdu. Abbasi sınırlarını doğu­
lanarak) muhalefeti bertaraf etti ve 1 964'ten sonra Batı çizgisi doğ­ Safeviler lran'da hüküm süren Türkmen şahlık hanedanı, 1 5 0 1 - dan akınlar düzenleyen Türk kavimlerine karşı başarıyla koruyan
rultusunda otoriter bir modernleştirme programını ("Beyaz Dev­ 1 722/36. Ana başkent: Tebriz, 1 548'den sonra Kazvin, 1 598'den Samaniler 994'te Horasan'ı Gaznelilere ve 999'da Maveraünnehir'i
rim") dayattı. Burjuva muhalefetiyle, sosyalistlerle ve Şii ruhban sonra Isfahan. Şeyh Safı'nin ( 1 252- 1 334) Erdebil'de (Doğu Azerbay­ Karahanlılara kaptırdı. Sonunda Karahanlı baskısıyla bölgeden sürül­
sınıfıyla çatışmaya girdi. Ayetullah Humeyni öncülüğündeki "lslam can) 1 300 dolaylarında kurduğu tasavvuf tarikatı kısa sürede dinsel dü; son Samani hükümdarı 1 005'te kaçmaya çalışırken öldürüldü.
Devrimi" karşısında tutunamayarak, Ocak l 979'da lran'dan kaçtı. ve siyasal bir odak olarak önem kazandı. Safeviler 1 5. yüzyıl ortala­
rında Şiilik mezhebini benimsedi. Manevi şeyhler Cüneyd ( 1 447- Selçuklular Büyük Selçuklular olarak da bilinir. Afganistan, lran,
Rüstemiler Tahert kent-devletinde (Cezayir) hüküm süren lbadi­ 1 460) ve Haydar ( 1 460- 1 488) sıkı bir siyasal örgütlenme yarattı ve Doğu Anadolu, I rak, Suriye ve Arap Yarımadası'nda hüküm süren
ye imamları hanedanı, 776-908. Hanedanın kurucusu Abdurrahman öğretilerini yaymak üzere eğitilmiş "Kızılbaş" adlı askerlerden olu­ Türk hanedanı, 1 038- 1 1 57/ 1 1 94. Ana başkentler: Merv ve Isfahan.
bin Rüstem kısa bir süre Kayrevan valiliği (758) yaptı ve Tahert'e ka­ şan bir ordu kurdu. Tarikatın başına l 494'te geçen Şah lsmail ( 1 50 1 - Kökleri önde gelen Oğuz Türk boylarından Kınıklara dayanır. Bo­
çışından sonra imam (776-784) seçildi. Cezayir'in bir bölümü üze­ 1 524) ateşli bir Şii propagandacısıydı. Gilan eyaletinden başlayarak yun beyi Selçuk önderliğinde 960 dolaylarında lslam dinini benimse­
rinde siyasal otorite kurmaya çalışan oğlu Abdülvehhab (784-823), giriştiği seferlerle ( 1 499- 1 5 0 1 ) Karakoyunlu hanedanını yıkarak dikten sonra, Maveraünnehir'in yöneten Karahanlıların hizmetine
Endülüs Emevilerinin koruması altına girdi ve onlarla iyi ilişkilerini lran'da i ktidarı ele geçirdi. 1 507'de lrak'ı işgal etti, hemen ardından girdiler. Selçuk'un torunları Tuğrul ( 1 038- 1 063) ve Çağrı ( 1 038-
hep korudu. Ebu Said el-Eflah (823-868) ve Ebu Hatim Yusuf (868- lmamiye Şiiliğini resmi mezhep haline getirdi, Türkmenler (Kızılbaş 1 060), ele geçirdikleri toprakları batı (Isfahan) ve doğu (Merv) ola­
894/906 dönemlerindeki iç barış ve refah, Tahert kentini Kuzey Af­ ordusu) ile lran halkı (idare) arasında siyasal bir uzlaşma sağlamaya rak ikiye ayırdılar. Gazneliler karşısında 1 040'ta kazanılan Dandena­
rika'daki Haricilerin düşünsel ve dinsel merkezi haline getirdi. Fatı­ çalıştı. Çaldıran'da l 5 l 4'te Osmanlı ordusu karşısında alınan yenil­ kan zaferinin ardından, büyük kardeş Tuğrul imparatorluğunu batıya
miler adına mücadele yürüten Şii önder Ebu Abdullah eş-Şii'nin giden sonra, batıda Osmanlılarla, doğuda ise Özbeklerle çatışmalar doğru genişletti. lran'ı, Anadolu'nun bir bölümünü ve l rak'ı ele ge­
908'de bu bölgeden çıkardığı lbadiler Güney Cezayir'e göç etti. Gü­ sürdü. Tahmasp döneminde ( 1 524- 1 576) diplomatik girişimlerle bu çirdi; Büveyhileri saf dışı ederek 1 055'te Bağdat halifeliğinin koruyu­
nümüzde Mzab Vadisi'nde hala yaşayan lbadi topluluk Mozablılar düşmanlıklar etkisizleştirildi, dinsel politika normalleştirildi ve güzel culuğunu üstlendi ve halifeden sultan unvanını aldı. Selçukluların si­
olarak bilinir. sanatlar desteklenmeye başladı. Daha sonra yaşanan sorunları gide­ yasal ve kültürel bakımdan doruk noktasına çıkışını, Alp Arslan
rerek devlet yapısını yeniden düzene koyan 1. Abbas ( 1 587- 1 629) ( 1 060/63- 1 072) ve Melikşah'ın ( 1 072- 1 092) yanı sıra, medrese sis­
Bahreyn ( 1 60 1 ), Azerbaycan ( 1 603), Şirvan, Ermenistan ve Gürcis- teminin yardımıyla Sünniliği resmi mezhep olarak kabul ettiren seç-

İS LAM HANEDANLARI 617


kin vezir Nizamü lmülk ( 1 060/65- 1 092) sağladı. Selçuklular 1 064'te ya'nın bir bölümünde hüküm süren Türk kökenli hanedan, 1 363/70-
Ermenistan'ı fethetti, 1 070'te Mekke üzerinde egemenlik kurdu, 1 506, Ana başkentler: Semerkand, l 405'ten sonra ayrıca Herat. Ha­
1 07 1 'de Malazgirt'te Bizanslıları yenilgiye uğrattı ve Arap Yarımada­ nedan kurucusu Timur ( 1 328- 1 405) Maveraünnehir'de yaşayan Bar­
sı'nı ele geçirdi. Taht varisleri arasındaki iktidar kavgalarıyla birlikte las adlı küçük bir Türk boyuna mensuptu. l 360'ta Keş (Şehr-i Sebz)
1 092'den sonra dağılma belirtileri ortaya çıkmaya başladı ve Sultan emiri oldu ve l 363'ten itibaren çeşitli ittifaklar kurarak Maveraün­
Mahmud ( 1 1 05- 1 1 1 8) yönetiminde sağlanan imparatorluk birliği da­ nehir'in büyük bölümünü ( l 366'da Semerkand, l 369'da Belh) ele
ha sonra yeni bir bölünmeye uğradı. Batıda (l ran/lrak) gittikçe zayıf­ geçirdi ve l 370'te bütün bölgenin hükümdarı olarak tanındı. Res­
layan bir rejim 1 l 94'e kadar varlığını sürdürü rken, doğuda Sultan men Moğol Çağatay ulusu adına hareket ederek, Moğolistan ve Ha­
Sencer ( 1 1 1 8- 1 1 57) yönetiminde son bir parlak dönem yaşandı. rezm'e boyun eğdirdi ve l 380'de batıya doğru seferlerine başladı.
Komşularının sürekli akınlarıyla l l 35'ten itibaren sarsılan doğu im­ Kartileri l 389'a kadar süren bir mücadeleyle Afganistan' dan (Herat)
paratorluğu l l 57'de yıkılarak, topraklarını Türk kabilelere ve Ha­ söküp attı. lran ve Irak içlerine yönelerek, l 387'de lsfahan'ı aldı, Şi­
rezmşahlara kaptırdı. Batı imparatorluğundan geriye kalan topraklar raz merkezli Muzafferileri l 393'te bertaraf etti ve Celayirlileri Bağ­
da 1 l 94'te Harezmşahların eline geçti. Bu arada hanedandan kopuş­ dat'tan sürdü. Altın Orda karşısında l 394/95'te elde ettiği zaferle,
lar Anadolu Selçuklularının yanı sıra Kirman Selçukluları ( 1 04 1 - Kafkasya'ya egemenliğini kabul ettirdi; Kuzey Hindistan'a l 398'de
1 1 87; ana başkent Berdeşir) ve Suriye Selçukluları ( 1 094- 1 1 1 7; ana boyun eğdirdi ve Delhi'yi işgal etti; 1 400/0 l 'de Halep, Şam ve Do­
başkentler Şam ve Halep) kollarını ortaya çıkardı. ğu Anadolu'yu ele geçirdi; 1 40 l 'de Bağdat'ı yıktı; l 402'de Ankara'da
Osmanlıları bozguna uğrattı. Ayrıca, Semerkand'ı "cihan merke­
Senusiye Libya'da l 840'tan itibaren kısmen hüküm süren, Libya zi"ne dönüştürdü. Timur 1 405'te Çin'e yönelik fetih seferine çıkar­
emirinin ( 1 922- 1 95 1 ) ve kralının ( 1 95 1 - 1 969) mensup olduğu tari­ ken Utrar'da öldü. Torunlarının i ktidarı ele geçirme girişimlerinin
kat. Ana başkent: l 855'ten sonra Cegbub, l 895'ten sonra Kufreyn, ardından, oğlu Şahruh ( 1 405/09- 1 447) bu kavgaya son verdi ve He­
1 909'dan sonra Trablus. Bu püriten dinsel reform hareketinin kuru­ rat'ı merkez edinerek, Timurlu topraklarının büyük bölümü üzerin­
cusu Muhammed bin Ali es-Senusi ( 1 787- 1 859) Berka'da 1 840'ta de egemenliği korudu. Bununla birlikte, Anadolu ve l ran/lrak Kara­
ortaya koyduğu öğretileri zamanla bütün Libya'ya yaydı. Osmanlı koyunlulara kaptırıldı. Timur'un torunlarının yönetiminde çeşitli
yöneticilerinin engellemeleri üzerine, l 855'te merkezini Cegbub va­ kültürel merkezler ortaya çıktı; özellikle astronomi bilgini Uluğ
hasına taşıdı. Oğlu ve ardılı Muhammed Mehdi ( 1 859- 1 902) Kufreyn Bey' in ( 1 409- 1 449) hüküm sürdüğü Semerkand önemli bir konuma
vahasını merkez edinerek, tarikata kalıcı bir örgütsel temel kazan­ kavuştu. l 447/49'dan sonraki iktidar kavgalarına rağmen, Semer­
dırdı. Onun kuzeni Ahmed Şerif ( 1 902- 1 9 1 6) ltalyan istilacılara kar­ kand'daki yönetim Ebu Said döneminde ( 1 45 1 - 1 469) istikrar içinde
şı 1 9 1 ! 'den itibaren Osmanlı saflarında çarpıştı. Mehdi'nin oğlu Mu­ kaldı. Onun oğlu Sultan Ahmed'in ( 1 469- 1 494) durduramadığı Şey­
hammed idris ( 1 9 1 6- 1 969) önce l 9 l 8'de (ltalyan egemenliği altında) baniler sonunda Semerkand'ı ele geçirdi ( 1 497/1 500). Kültürel ya­
Berka hükümdarı ve l 922'de Trablus emiri oldu. ltalyan faşistlerin­ ratıcılığın son faslı, Herat'taki sarayını önemli bir sanat merkezine
ce ülkeden çıkarıldıktan sonra Kahire' de geçirdiği sürgün dönemin­ dönüştüren Hüseyin Baykara'nın ( 1 469- 1 506) yönetimi altında ya­
de ( 1 923- 1 942), Senusi hareketi Ömer Muhtar'ın önderliğinde ltal­ şandı. Timurlu yönetimi Şeybanilerin 1 506/0l'de Herat'ı almasıyla
yanlara karşı savaştı. Bu mücadele Ömer Muhtar'ın 1 93 1 'de idam son buldu. Timur'un beşinci kuşaktan bir torunu olan Babür, Hin­
edilmesiyle büyük ölçüde bastırıldı. Libya'ya l 947'de dönen emir, distan'da yeni bir hanedan kurdu.
l 949'da bağımsızlığın kazanılmasından sonra 1 95 1 'de 1. idris adıyla
Libya kralı oldu. Albay Kaddafi'nin öncülüğündeki Libyalı subaylarca Toluniler Mısır, Suriye ve Filistin' de hüküm süren Araplaşmış Türk
l 969'da devrildi. Osmanlı Padişahı il. Bayezid, minyatür, 1 6. yüzyıl, lstanbul hanedanı, 868-905. Ana başkent: Fustat. Hanedan kurucusu bir Türk
Üniversitesi Kütüphanesi köle asker olarak Abbasi sarayında muhafız komutanlığına yükselen
Suudiler Orta Arabistan' da l 735'ten sonra hüküm süren ve Suudi Tolun'du. Bu makamı 854'te devralan oğlu Ahmed (868-884) vali
Arabistan'da l 932'den beri kral olarak başta bulunan Arap ailesi. yardımcısı ve halife temsilcisi olarak 868'de gönderildiği Mısır' da çok
Ana başkent: Riyad. Kökleri Necd Çölü'ndeki Dariye vahasına da­ Şeybanilerin bir kolu l 540'tan itibaren Buhara'yı yönetti ve il Ab­ geçmeden bağımsız bir yönetim kurdu. Paralı orduların yardımıyla
yanır. Şeyh Muhammed bin Suud ( 1 735- 1 765) yönetiminde aile, bu­ dullah döneminde ( 1 556/83- 1 598) kültürel ve siyasal gelişiminin do­ 877'de Suriye ve Filistin'i ele geçirdi. Onun oğlu Humavereyh (884-
gün de Suudi Arabistan'ın resmi mezhebi olan Vehhabilik adlı sıkı ruğuna ulaştı. imparatorluğu l 583'te yeniden birleştiren Abdullah'ın 895), kızını halife Mütedid'le evlendirdi ve resmen Mısır, Suriye ve
püriten reform hareketiyle yakın bir il işki kurdu. Abdülaziz döne­ ölümünü izleyen karışıklılarda Şeybani hanedanı çöktü ve yerini Kuzey Mezopotamya valisi olarak tanındı. Harun döneminde (896-
minde ( 1 765-1 803) ailenin nüfuz alanı l 788'de Kuveyt'e kadar ulaş­ l 599'da akraba Celayirli (Astarhanlı) hanedanına bıraktı. 904) zayıflayan iktidar Karmatilere karşı mücadelede daha da sarsıl­
tı. Mekke ve Medine ilk kez 1 803- 1 8 1 1 arasında ailenin yönetimine dı. Toluni toprakları 905'te Bağdat'tan gönderilen halifelik kuvvetle­
girdi ve Türki ( 1 820- 1 832) Riyad'ı aldı. Suudiler 1 9. yüzyılda toprak­ Tahiriler Horasan ve Batı Türkistan'da hüküm süren Arap hane­ rince geri alındı.
larını adım adım genişlettiler; ama aile içinde ciddi çatışmalar da or­ danı, 820-873. Ana başkent: Nişabur. Halife Memun kardeşine kar­
taya çıktı. lbn Suud ( 1 880- 1 953) olarak bilinen Abdülaziz l 902'den şı kendisinden yana tavır alarak 8 1 l 'de bu makama oturmasını sağ­ Ukayliler Kuzey Suriye ve Kuzey l rak'ta hüküm süren Arap hane­
itibaren askerleriyle bütün Necd ve Hicaz'a boyun eğdirdi, Haşimi­ layan Tahir bin el-Hüseyin'i 820'de Horasan valiliğine atadı. Tahir danı, 990/996- 1 096. Ana başkent: Musul. Başlangıçta Hamdani ege­
leri l 924/25'te Mekke'den çıkardı, l 926'da kral unvanını aldı ve 82 1 'de (halifenin biçimsel egemenliği altında) bağımsızlık kazandı, menliği altında olan Ukaylilerin önderi Ebu Davud, 990'da Beled'i ve
Arap Yarımadası'nın Necd'den Yemen'e kadar uzanan kesimini ama ardıllarınca da sürdürülmek üzere, Bağdat kışlasının komutan­ 992'de Musul'u aldı. Ama Büveyhiler tarafından geri püskürtüldü.
l 932'de Suudi Arabistan krallığı altında birleştirdi. Petrol kaynakla­ lığını elinde tuttu. Oğulları Talha (823-828) ve Abdullah (828-845) Kardeşi Mukalled (996- 1 000) resmen Musul, Küfe ve çevredeki
rını işletmek üzere Batılı devletlerle yapılan avantajl ı antlaşmalar ai­ bu bağımsızlığı daha da genişletti; Tahiri sarayını Arap sanat ve bili­ kentlerin valisi olarak tanındı. Onun oğlu Kanvaş'ın ( 1 000- 1 050) bu
leye büyük bir servet kazandırdı. Ataerkil bir klan reisi gibi hareket minin bir merkezi haline getirdi. Öte yandan halife adına Mısır se­ iktidarı pekiştirmesinden sonra, Ebu'l-Mekarim Müslim ( 1 06 1 - 1 085)
eden lbn Suud'un ölümünden sonra, ülkeyi oğulları yönetti. Uçarı ferlerine öncülük etti ve 827'de lskenderiye'yi ele geçirdi. Tahiriler Bağdat'tan Halep'e kadar uzanan bölgeye hakim oldu; 1 070'te Rak·
Suud' un ( 1 953- 1 964) devrilmesiyle başa geçen Faysal, dikkatli bir 867'den itibaren topraklarını kaptırdıkları Saffarilere sonunda yenik kas'ı ve 1 079'da Halep'i aldı. Ukayliler 1 O 1 1 'den sonra bağlandıkları
modernleşme ve kültürel aydınlanma dönemini başlattı. Zengin pet­ düşerek 873'te devrildi. Fatımilerin 1 058/59'da Bağdat'ı ele geçirmesine yardım ettiler. Müs·
rol rezervleri ve dinsel gelenekçiliği sayesinde, Suudi Arabistan za­ lim'in 1 085'te Selçuklulara karşı çarpışırken ölmesinden sonra.
manla lslam ülkeleri arasında önemli bir konum kazandı. Kral Halid Taife emirlikleri Endülüs'te hüküm süren bir dizi küçük devlet, Ukayli otoritesi sarsıldı. Selçuklular bu hanedanın mensupların·
( 1 975- 1 982) ve Fahd ( 1 982-2005) dönemlerinde, ABD ve Batı'ya si­ 1 0 1 0/3 1 - 1 09 1 / 1 1 1 0. Endülüs halifeliğinin I O I O'dan sonraki gerileyi­ 1 096'da Basra Körfezi'nin kuzeyine sürdü.
yasal bağımlılığın ve teknolojik modernleşmenin getirdiği sorunlara, şi ve 1 0 3 1 'deki çöküşüyle birlikte, taife emirlikleri bölgesel güçler
gelenekçi otoriter yapıları korumadaki güçlükler eklendi. olarak ortaya çıktı. Sayıca 23-26'ya varan bu küçük devletlerin en Vattasiler Fas'ta hüküm süren Berberi hanedanı, 1 472- 1 554. Am
önemlileri şunlardı: lşbiliye'deki Abbadiler, Badajoz'daki Eftasiler, başkent: Fez. Kökleri Sahra'nın kuzey kenarında yaşayan ve 1 3. yüz·
Şeybaniler Maveraünnehir ve Afganistan'da hüküm süren Özbek Valencia'daki Amiriler, Tuleytule'deki Zunnuniler, Malaga ve Alge­ yılda Fas'ın doğu kesimine ve Rif bölgesine yerleşen göçebe Zane·
(Moğol) hanedanı, 1 500- 1 599. Ana başkent: Semerkand. Kökenleri ciras'taki Hammudiler, Zaragoza'daki Hudiler ve Gırnata'daki Ziri­ telerin bir koluna dayanır. Akrabaları Merinilerin hizmetinde vezir·
Cengiz Han'ın torunu ve Batu Han'ın kardeşi Şeyban'a dayanır. Bu ler. Emirliklerin arasındaki iç kavgalar kuzeyde Hıristiyan Reconqu­ lik ve valilik makamlarına yükseldiler; çocuk yaştaki Merin
soy çizgisinden ( 1 226- 1 659) Tümen hanları ve bir süre Altın Orda ista hareketinin ilerlemesini ve 1 090/9 1 'den sonra Endülüs'ün su ltanlarının naipliğini üstlendiler ( 1 358- 1 374 ve 1 393- 1 458). Sor
hanları çıkmıştı. Maveraünnehir hanlığının kurucusu M uhammed Murabıtlarca fethedilmesini kolaylaştırdı. Bu parçalanmış yapıya son Merini hükümdarının öldürüldüğü l 458'deki katliam sırasında, ik
Şeybani Han ( 1 500-·l 5 I O) Türkistan' da hüküm sürdükten ( 1 487- veren Murabıtların ( 1 1 43- 1 1 72) ve Muvahhidlerin ( 1 224- 1 238) ge­ kardeş dışında bütün aile mensupları yok edildi. Sağ kurtulan Mu·
1 493) son ra, Semerkand'ı ( 1 497, 1 50 1 ) ve Herat'ı ( 1 507) ele geçi­ rileme süreçlerinde taife emirlikleri yeniden ortaya çıktı. hammed eş-Şeyh el-Mehdi ( 1 472- 1 505), üs edindiği Arzila'dan yü·
rerek Timurlu yönetimine son verdi; l 503'te Taşkent'i aldı ve rüttüğü mücadeleyle l 472'de Fez'i ele geçirdi ve ailesinin yönetimi·
l 505'te Köhne Ürgenç'e kadar ilerledi. Horasan'ı Safevilerden alma­ Timurlular Maveraünnehir ve Afganistan'da, ( l 405'e kadar) Kuzey ni başlattı. Ardından tarikatları ve asi kentleri sert yöntemleri<
ya çalışırken öldü. Ardılları bu imparatorluğu istikrara kavuşturdu. Hindistan, lran, I rak, Suriye ve Doğu Anadolu'nun yanı sıra Kafkas- sindirdi. Ardılları Muhammed el-Burtugali ( 1 505- 1 524) ve Ebu'l-Ab·

618 İSLAM HANEDANLARI


bas Ahmed ( 1 524- 1 550), istilacı Portekiz ve lspanyol kuvvetlerine Zengilerin hizmetinde yükselmiş olan Salaheddin Eyyubi'ye yenik Ziriler (Kuzey Afrika) Tunus ve Kuzey Cezayir'de hüküm süren
geniş kıyı şeritlerini kaptırdı ve güneydeki Sadilerin ilerleyişine de düştü. Hanedanın Sincar ( 1 1 70- 1 220) ve Cezire ( 1 1 80- 1 250) kolla­ Berberi hanedanı, 97 1 - 1 1 52. Ana başkentler: 97 1 'den sonra Mansu­
karşı koyamadı. Son Vattasi hükümdarı l 554'te Sadilerle çarpışırken rı da Eyyubiler, Musul kolu ise l 262'de ilhanlılar tarafından yıkıldı. riye, 1 048'den sonra Kayrevan, 1 057'den sonra Mehdiye. Cezayir
öldü. kenti yakınındaki Aşir kalesini merkez edinen Ziri bin Manad 97 1 'de
Zeydiler Şiiliğin Beş imamcı koluna bağlı olan ve ayrı devlet yapıla­ Fatımilerin hizmetine girdi. Oğlu Bulukkin (97 1 -984) geniş çaplı ba­
Zendler Güney lran ve Azerbaycan'da hüküm süren Kürt haneda­ rı kuran hanedanlar. Adın kökeni beşinci imam Zeyd bin Ali'ye da­ ğımsızlığa varan yetkilerle Tunus ve Kuzey Cezayir (Konstantin böl­
nı, 1 750- 1 794. Ana başkent: Şiraz. Kökleri Güney l ran'daki Kürt Lak yanır. Hasan bin Zeyd'in (864-883) lran'da kurduğu Zeydi hanedan
gesi) valiliğine atandı ve batıda Septe'ye kadar uzanan topraklar ele
kabilesine dayanır. Nadir Şah'ın 1 73 1 'de Horasan'a sürgün ettiği bu Mazendaran, Taberistan ve Deylam'da l l 26'ya kadar başta kaldı. En
geçirdi. Ardıllarının döneminde hasım Berberi kabileleriyle şiddetli
kabile, Kerim Han Zend'in yönetiminde l 747'de geri döndü. Bütün önemli Zeydi devleti ise Yemen'de kuruldu. Saygın bir Zeydi komu­
çatışmalar yaşandı. 995'te sonradan Gı rnata Zirileri olarak anılacak
Güney lran'ı ele geçiren Kerim Han ( 1 750- 1 779) "vekil" unvanını al­ tanı olan Yahya bin Hüseyin (859-9 1 1 ) kavgalı kabilelere arabulucu­
olan bir kol, 1 007/1 5'te de Hammadiler koptu. El-Muizz'in ( 1 0 1 6-
dı. Mazendaran ( 1 759) ve Azerbaycan'ı ( 1 762) aldıktan sonra başa­ luk yapmak üzere 893'te Yemen'e çağrıldı ve 90 1 'de Sada'da bir
rılı bir rejim kurdu; Hindistan'la ticareti geliştirerek, sulama kanal­ Zeydi imamlığı oluşturdu. O ve ardılları Yemen'in epeyce geniş bir 1 062) Bağdat halifeliğine bağlılık bildirmesi ( 1 045) üzerine, Fatımiler
ları inşa ederek ve adil bir vergi politikası izleyerek ü lkeye büyük bölümünü (Sana dahil) denetim altına aldı ve Rassiler adıyla hüküm 1 057/58'de Kuzey Afrika' da Benu Hilal istilasını başlattı. Tamim dö­
ekonomik refah getirdi ve sarayını bir kültür merkezine dönüştür­ sürdü. Osmanlı kuvvetlerinin Sana'yı işgal etmesi ( 1 547) üzerine, bu neminde ( 1 062- 1 1 08) Ziri yönetimi Tunus'un kıyı kentleriyle sınır­
dü. Ölümünden sonra taht varislerinin iktidar kavgaları devletin da­ hanedan Osmanlılara tabi oldu. imamlık makamını l 592'de üstlenen landı. Sicilya kralı il. Ruggiero'nun egemenliğini 1 l 48'de tanıyan son
ğılmasına yol açtı. Son Zend hükümdarı l 794'te Kirman'da Kaçar­ akraba Benu Kasım ailesi l 635'te Sana'ya hakim oldu ve Osmanlıla­ Ziri hükümdarı Hasan ( 1 1 2 1 - 1 1 48/52), sonunda Cezayir kentini
larca kanlı bir baskınla öldürüldü. rın barışçıl bir şekilde Yemen'den çıkmasını sağladı. Yakın dönemin 1 l 52'de Muvahhidlere bıraktı.
en önemli Zeydi imamı Yahya bin Hamideddin ( 1 904- 1 948), Avru­
Zengiler Kuzey Suriye ve l rak'ta hüküm süren Türk hanedanı, pa devletleriyle antlaşmalara vardı, Yemen'i modernleştirdi ve Zunnuniler Tuleytule'nin ( 1 028/29- 1 085) ve Yalencia'nın ( 1 065-
1 1 27- 1 1 74 ya da 1 262). Ana başkent: Halep, l l 54'ten sonra Şam. 1 926'da kral unvanı aldı. Son Zeydi imamı 1 962'de Yemenli subay­ 1 076 ve 1 085- 1 092) taife emirleri. Araplaşmış bir lspanyol-Berberi
Hanedanın kurucusu Aksungur, Selçuklu ordusunda bir köle asker ların bir darbesiyle devrildi. hanedanı olan Benu Zunnun daha Kurtuba halifeliğine bağlanmasın­
ve Halep'in Selçuklu valisi Tutuş'un atabeyiydi. Irak valiliğine atanan
dan önce Tuleytule üzerinde denetim (852-930) kurmuştu. lsmail
oğlu lmadeddin Zengi ( 1 1 27- 1 1 46) Musul ( 1 1 27), Halep ( 1 1 28) ve Ziriler (Gırnata) Gırnata ( 1 O 1 2- 1 090) ve Malaga'nın ( 1 058- 1 090)
ez-Zefir ( 1 028/29- 1 043) tekrar Tuleytule'de iktidara gelmeyi başar­
diğer Suriye kentlerini ele geçirdi. Siyasal becerisiyle ve Haçlılara taife emirleri. Kuzey Afrika'daki Berberi Zirilerin ikincil bir kolu
dı. Ardılları 1. Yahya el-Memun ( 1 043- 1 075) ve il. Yahya el-Kadir
karşı başarılı mücadelesiyle Mezopotamya'yı ve Suriye'nin büyük olan hanedanın önderi Zevi bin Ziri, 995'teki ayrılıktan sonra Gü­
( 1 075- 1 085) topraklarını genişletti ve Yalencia'yı bir süre ( 1 065-
bölümünü nüfuzu altına aldı. Oğlu Nureddin ( 1 1 46- 1 1 74) Suriye' de ney lspanya'daki Berberi birliklerin komutanlığını üstlendi. Kurtuba
fetihlere girişerek Şam'ı ( 1 1 54) alırken, kardeşi Sayfeddin ( 1 1 46- halifeliğinin 1 O l 2'de çökmesinin ardından Gırnata' da iktidarı ele ge­ 1 076) elde tuttu; ama Kastilya'ya vergi ödemek zorunda kaldı. Tu­
1 1 49) Mezopotamya'yı devraldı ve hanedanın Musul kolunu ( 1 1 46- çirdi. Ardılları Hebbus ( 1 O 1 9- 1 038), Bedis ( 1 038- 1 073) ve Abdul­ leytule'yi 1 085'te ele geçiren VI. Alfonso'nun yardımıyla Yalencia
1 262) kurdu. Zengi yönetimini doruk noktasına ulaştıran Nureddin, lah'ın ( 1 073- 1 090) yönetiminde Gırnata, Güney lspanya'nın en üzerinde tekrar denetim kuran al-Kadir 1 092'de öldürüldü. "El Cid"
egemenlik alanını Fatımi yönetimindeki Mısır'a kadar genişletti ve ai­ önemli kültür merkezi haline geldi. Malaga'yı da 1 058'de kendileri­ Rodrigo de Yivar'ın Kastilya'ya bağladığı Yalencia ancak 1 1 02'de
lenin bütün kollarını denetimi altında tuttu. Oğlu lsmail 1 l 74'te ne bağlayan Ziriler 1 090'da Murabıtlarca devrildi. Murabıtların fethiyle lslam yönetimine girdi.

Islam hanedanlarının zaman çizelgesi


ıs iSPANYA KUZEY AFRiKA MISIR SURiYE ARABiSTAN M EZOPOTAMYA IRAN BATI TÜRKiSTAN AFGANiSTAN HiNDiSTAN ANADOLU ıs
600 BiZANS I M P. i HZ. MUHAMMED
600
- VIZIGOT ,., .. , "' i -570432
m
SASA N I I M P.
..,
DEVLETLERi
HiNDU -
-
700
KRALLIGI 1 DORT HALiFE DEVRi 632-661
1 - -
700
- 712
__J
EMEYI HALI FELIGI 66 1-750
L_ 711
----�
-ı_ -
- -
800 ,., 12S8 BiZANS 800
- -
ABBASi HALIFELIGI YE
� YEREL HANEDANLAR
ENDÜLÜS "'

1
AGLEBILER
-
900
EMEVILERI
lORIS1LER
(FEZ)
(KAYREVAN)

800-949
TOLUNlLER 868-905
1
ı-s,o
)
TAHIRILER
·ı_ .,.
I M PARA- -
TORLUGU - 900
- ,,. 89l mı ""....
SAMANILER

..... a 1 9n4.999

�-
- 1
ZEYOILER
HN10ANILE!l 93214> IOS616l -
...
1 000
L_ HAMDA- 1 000
80VEYHILER
971 977 �
- BERBERiLER
ı
.---
ı oıs ZIRILER NIUJ\
1 1003
1021
- FATIMILER ıoss 1037
GAZNELILER
-

� - :r
� 1
89)-962
1 1 00 - (YEMEN)
977-1 ISO 1077 1 1 00
- URA
- 1038 -
909-1 1 7 1
1098 SEL· SELÇUKLULAR ANADOLU
-
1 200 M = 1 130-1269
� HAÇLI· ÇUKLU.
!AR ,..
GURILER
ı ı so.120&112
1 18 SELÇUKLU-
-
1 200
1
- LARI
1 17
HAREZMŞAHLAR 1077-1220
EYYUBILER � 1227
-
1 232
lllS �=��-����-�·-····-�
1RASULlLER
1077-1)08 -
1 300 CIA- A800L-
(YEMEN)
MO(OLLAR DELHI 1 300
-
NATA ILHANL/LAR. ı�rm

,,.,
VAOILEA


NAS- HAFSILER 1 219-1..5-4 lım ÇACATAYLILAR 1227-1358
SULTAN.
1

- '-iLERi (TUNUS) CELAYiRLiLER •
--ill.L MEMLÜKLAR MUZAFFER.ILER
-
1 400
MERINlLER 1229-IS7'4 12SO-lSl7 r-ı 1 336-1431

TIMU RLULAR �
...!.!!! (FEZ) � KARA VE AKKOYUNLU ...!.!E
- 1380190-ISOl
136l/70-IS06
1216-I S26fS6
-
ll'44-1'4S6
1 500 � 1 500
- ısos -
$ERIFILER
r-ı5i"6 ISl7 '-- $EY8ANILER
ISll/IS·
- HIRISTIYAN IS36 (BUHARA) -
1 600 DEVLETLER - SAFEViLER IS00-1599
1919
BABÜRLÜLER 1 600
- ISH
ısoı-ınll36
HIVE
WEV1LEI'. OSMAN U LAR -
$ADiLER
OSMANLI ASTARHANLILAR.

1
HAN- 1280/1)00-1922
- ISS'4-16S9 1638
LARI
-
1 700 I M PARATORLUGU
JZQQ
ALEViLER 1608· IS26-18S7
CEZA-
- SEIT 1666)
YIR TUNUS
�-
1736
- BEYLE- BEYLERi 1746 AFŞARLAR IS99-t785 -
RI
1736-1796
� 1 800
D0RRANILER.
VEHHA8lllK VE
YEN1 DEV.
1785
1 7..
7-1826


SUUDi
""
1826-197)
- ARABiSTAN.
KAÇARLAR BARAKZAYLAR
INC. DOCU H!NT KUHP. -
ın9196-1925
1 900 �
1 867- 1 9 1 "' ıssa
KUVEYT. 8.A.E. 8ARAKZAYLAR
- HiCiVLER 1918 1870
RUS HAKiMiYETi 8RITANYA
ı aaı.ıan 1918 iP.AK 0RDÜN
- , ..,,.. , ,,.,.
· -- .. "·-···· 1925-1978 1 924-1991 SSC8 ı<rn-ım
KRALLIGI
1922
1956 mı 1 922-1953 1945 �
1921-1958 1920-1946
PEHLEV1LER
t 99l'DEN SONRA AFGAN KMlllCI 19..7 HINDISTAN. TOR.KiYE CUMHURiYETi
-
2000 """ CEZAYiR
1956
TUN\JS KRALLIK SUfıJ'l'E VE LÜBNAN CUM,
19S6CUM. HAŞJMI
KRAWGI
EMiRLiK,
1946 HA$1MI
1979 ISLAM CUM . ôZBEKlSTAN (1 992) 1973 AFGHANISTAN
19'47/48 HiNDiSTAN 2000
l(MUIQ OJH. CUM. ( 1 922-19$3) 1970 AYRILMA
KRALLICI TACiKiSTAN ( 1994), CUM. PAKiSTAN.
- MISIR CUM. 1990BIRLE$ME 1958 CUM.
KIRGIZJSTAN (1 993) 1971 8ANGLADE$'lN
-
(19S)) AYIULMASI

iSPANYA KUZEY AFRiKA MISIR SURiYE ARABiSTAN MEZOPOTAMYA I RAN BATI TÜRKiSTAN AFGANiSTAN HiNDiSTAN ANADOLU

İ S LAM HANEDANLARI 619


S özlük
Dr. Annette Hagedorn (sanat) ve Bernadette Schenk (din ve kültür tarihi)

italik yazılmış bir kelime söz konusu terime ilişkin daha geniş bilgile­ Arabesk Geçmişi Helenistik döneme kadar inen bir süsleme biçimi.
rin bu sözlük maddesinde bulunabileceğini belirtir. Doğadan büyük ölçüde kopuk ve son derece stilize tekil unsurları iç
içe geçmiş bitki biçimlerine dayanır. Doğaya aykırı bu hayali sarmaşık
A ve filiz tasvirleri, insanın Allah tarafından yaratılmış şeyleri taklit et­
Abdest Müslümanların ibadet için belli bir düzene göre yıkanarak memesi gerektiği yolundaki lslam inancıyla tutarlıdır. Çok düzgün
arınması. olan arabesk süsler, geometrik ve ikiboyutlu bir sisteme göre örül­
Akantos (Yun.: akanthos) Akdeniz'de yaygın rastlanan bir devedike­ müş olan dolaşık yaprak saplarından oluşur.
ni türü. Bu bitkinin hafif içeriye kıvrık ve kenarı tırtıklı yaprağı, lö Artesonado Kare ya da daire biçimli bir dizi gömülü bölümlerden
SOO'den itibaren Yunan mezar dikilitaşlarında bir bezeme figürü ola­ oluşan tavan. Bu panolar destek sisteminin bir parçası veya tamamen
rak kullanıldı; zamanla Yunan ve Roma sanatının ana sembollerinden bezeme amaçlı (boyalı, alçı sıvalı, ahşap) olabilir. Bu tavan türüne Is­
biri haline geldi. İslam dünyasında akantos yaprağı 7. yüzyıldan beri lam dünyasının Helenistik sanatın etkisinde olduğu erken dönemde
mimari ve zanaatlarda temel bezeme motiflerinden biridir. Bu erken ve Avrupa etkisinde olduğu geç dönemde rastlanır.
dönemde bile ince ayrıntılarla üretilen sanatsal imgelerde hem doğal­ Askılı lamba Camileri aydınlatmada kullanılan ve birçok durumda
cı hem de son derece soyut tasvirler görülür. Akantosun en önemli hemen kıble duvarının önüne asılan cam, seramik ya da metal lamba.
örnekleri lran Sasani (224-6S I) ve Bizans sanatında görülür. En ünlü örnekler Memlük yönetimindeki Mısır'da 1 3. ve 1 4. yüzyıl­
Medinetü'z-Zehra'daki Süslü Salon'un nal biçimli kemerleri
Alçı sıva Alçı, kireç, kum ve sudan oluşan malzeme. Mimari beze­ larda üretilmiştir; bunların bazıları uygulanan mine teknikleriyle ve
mede henüz yaşken kullanır; alçı sıva güneşte çok çabuk kurur, ancak yazıların kalitesiyle en seçkin lslam nesneleri arasında yer alır. Vene­
dik'te l S. yüzyılda ve Avrupa'da 1 9. yüzyılda yaygın olarak taklit as­ özellikle büyük Kuran yazmalarının saltanat saraylarınca hazırlatılma­
sugeçirmez değildir. Doğrudan yapı yüzüne sürülebileceği gibi, önce­
sıyla ulaşıldı. Bu boyuttaki kağıtları belirtmek için "tam Bağdat forma­
den hazırlanmış panoları sıvadıktan sonra yapı yüzeyine iliştirme yo­ kılı lambalar yapıldı.
Atabey Selçuklularda ( 1 1 .- 1 3. yüzyıllar) ve ardıllarında şehzade eğit­
tı" terimi kullanılırdı.
luna da gidilebilir. Bu işlemden sonra yaş alçı sıvaya süs motifleri oyu­
Bauhaus Almanya'da, Weimar'daki sanat ve tasarım okulu. We­
lur. Kalıba dökme yoluyla alçı sıvadan üçboyutlu figürler de yapılabi­ meni. Bu unvan zamanla bir devlet makamını belirten bağımsız bir
lir. statü kazanmıştır. imar'da Henry van de Yelde tarafından açılan sanat ve zanaat okulu

Alem Minare külahı veya cami kubbesi tepesinde ucu hilalle biten Ataurique (lsp., kökeni Arap. et-tevrik) Birçok değişik kompozis­ ile güzel sanatlar okulunun birleştirilmesiyle l 9 l 9'da kuruldu. ilk mü­

yondaki stilize bitki motiflerine dayanan bezeme biçimi; daha çok al­ dürü Walter Gropius'tu. Bauhaus dünya genelinde sanatın her ala­
birkaç boğumlu direk.
Alınlık Yapı girişlerinin, kapıların, pencerelerin ve kubbe kaideleri­ çı sıva işlerinde ve lspanyol seramik sanatında görülür. Kökeni lslam
nındaki yeni tasarımlar üzerinde kalıcı bir etki bıraktı. Dönemin ünlü

nin üzerinde yer alan bezeme unsuru. öncesi lran Sasani sanatına dayanan bu kusursuz, ikiboyutlu motifler sanatçılarının okulda ders vermesi, zanaat ile teknik arasında bir bağ­

Alicatado (lsp.) Sırlı seramikten yapılmış geometrik bezeme motif­ yüzyıllar içinde değişen üsluplara göre sürekli uyarlanmıştır. Bu teri­ lantı kurulmasını sağladı ve böylece sanat dünyasının ayrılmaz bir bü­

ler taşıyan mozaik. min kullanıldığı süslemeler büyük ölçüde arabesk motif repertuarına tünlüğe ulaşmasına katkıda bulundu. Okul l 92S'te Dessau'ya taşın­

Apsis (Lat.) Bir kilisede altarın yer aldığı ve kemerli bir yarım kub­ denk düşer. dıktan sonra i 933'te kapatıldı.

Avlu Tamamen ya da kısmen yapılarla çevrili ve üstü açık alan. lslam Bedesten Kumaş, mücevher, silah gibi değerli malların satıldığı ka­
besi bulunan yarım daire ya da çokgen biçimli girinti. Ana koro böl­
dünyasında cami, medrese ve kervansarayların yanı sıra konut ve sa­ palı çarşı.
mesiyle ya da din adamlarının oturduğu yerle birleştiğinde eksedra
Berberiler Kuzey Afrika'da yaşayan, büyük olasılıkla Avrupa-Akde­
olarak da anılır. Galeride, çapraz sahında ya da yan geçitlerde genel­ ray mimarisinde kullanılan bir unsurdur. Büyük camilerde revaklı iç
avluya "harem", bütün yapıyı içine alan ve duvarla çevrili dış avluya niz kökenli olan ve çeşitli Berberi lehçeleri konuşan farklı etnik top­
lik küçük yan apsisler bulunur.
"harim" denir. lulukları belirtmek için kullanılan genel tanımlama. 8. yüzyılda Arap
istilasıyla birlikte Berberilerin çoğunluğu lslam dinine geçti.
Aydınlık Bir kubbenin ya da tonoz yapının yukarısında pencereler
Pervaz
barındıran yuvarlak ya da çokgen yapı (Kubbe, S.). Beşik tonoz (tonoz, 1 .)

Azulejo (lsp., Arap.: ez-zulleyg) Kalay sırlı lspanyol ve Portekiz se­ Bey Türklerde önceleri kabile reislerine ve soylu kişilere verilen bir

ramik çinilerine verilen adı. Bu çiniler esas olarak geometrik duvar unvan. Zamanla Arapça emir unvanıyla eşanlamlı hale geldi.

bezemeleri için kullanılırdı. Ama sırlara kireç katarak, dirençli zemin Bileşik başlı k Roma döneminde Korent ve iyon düzenlerinin bir

çinileri üretmek de mümkündü. Önemli üretim merkezleri arasında araya getirilmesiyle geliştirilmiş bir sütun başlığı.
Bingi Kubbeyle örtülen kare planlı yapılarda köşelerdeki boşlukları
Paterna, Valencia ve Sevilla ( 1 4. yüzyıldan sonra ana üretim merke­
zi) sayılabilir. Azulejo bugün de birçok değişik teknikle üretilir. dolduran küresel üçgen.
Brahman Hindu toplumunda en yüksek kasta mensup kişi. Başlan­

B
gıçta bu kast sadece rahiplerden oluşurdu. Günümüzde şairleri, bil­

Babıali Osmanlı sadrazamlık makamı olarak kullanılan yapı. Daha


ginleri ve siyasetçileri de kapsar; toplumda seçkin bir konumu belir­

sonraları genellikle Osmanlı yönetimiyle eşanlamlı olarak kullanılmış- tir.


Brokar Sırma ve gümüş işlemeli bir tür ipekli kumaş. Bu işlem için
tır.
ipek iplikler çok ince altın ya da gümüş tellerle sarılır. Aynı teknik gü­
Bağdadi kubbe (Kubbe, 1 .)
Bağdat kağıt formatı Arapça metin yazımında ilk başta kullanılan nümüzde de kullanılır.
Bulut demeti Osmanlı sanatına özgü bir bezeme motifi. Esas ola­
parşömen 7S l 'den sonra yerini Çinli savaş tutsaklarından öğrenilen
kağıda bıraktı. Kalite bakımından yüksek düzeye ilk kez 1 4. yüzyılda, rak 1 4. ve l S. yüzyıllarda lznik çanak çömleklerinde kullanılmıştır.

620 S Ö ZLÜK
Kökeni Çin sanatına dayanır ve Osmanlı sanatında stilize bulutların me konusundaki mutlak yasaktır. Hinduizm ve lslam karşısında
bir uzantısı olarak karşımıza çıkar. l 200'den beri gerilemesine karşın, bu dinin mensupları hala yüksek
Büyük tur Eğitimli sanat tutkunlarının ltalya'ya yaptığı geziler için bir sayıyı bulur.
1 8. yüzyıldan itibaren kullanılan terim. 1 9. yüzyılda ince sanat zevki­ Cephe duvarı Geniş bir kemerin altında yer alan pencereli düz du­
ni veya genel anlamda eğitimi geliştirmeye hizmet eden her türlü yol­ var. Tonoza geçiş alanını oluşturur. Terim Osmanlı kubbeli camileri­
culuğu belirten bir anlam kazandı. Uğrak yerleri arasında ltalya, Fran­ nin ana mekanlarındaki yan duvarlar için kullanılır.
sa, Yunanistan ve lspanya'nın yanı sıra Doğu ülkeleri de vardı. Charoka (Hint.) Hükümdarın huzurda göründüğü pencere ya da
balkon. Ayrıca hükümdar tahtı anlamına gelir.
c Cihat Müslümanların Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla savaşma­
Cam hamuru işi Gövdesi beyaz kil, kuvars ve cam tozu karışımın­ sını öngören yükümlülük. Sadece lslam topraklarını savunmaya ve ge­
dan öğütülerek pişirilen sırlı seramikten çömlek. Bu teknik lslam sa­ nişletmeye yönelik askeri eylemi değil, ahlaki ve dinsel yetkinliğe
natının birçok döneminde kullanılmıştır. En ünlü örnekler 1 5.- 1 7. ulaşma yönündeki bireysel uğraşı da kapsar. Kuran'a göre, cihat uğ­
yüzyıllardaki Türk lznik çömlekleridir. runa girişilen edimlerin ödülü cennettir.
Cami Müslümanların topluca namaz kıldıkları yapı. Kuran ve hadis­ Cin Kuran geleneğine göre, insan ile melek arasında yer alan yaratık.
lerde cami yerine mescit kelimesi geçer. Cami kelimesi Osmanlıca'ya Cinlerin ateşten yaratıldığına, çeşitli kisvelere bürünebildiğine, akıl
özgüdür. Osmanlı döneminde minbersiz yapılara mescit, cuma nama­ sahibi olduğuna ve tıpkı insanlar gibi kıyamette hesap vereceğine ina­
zı kılınan yapılara ise mescidü'l-cami denirdi. ikinci ibaredeki "mes­ nılır.
cit"in zamanla düşmesiyle cami terimi ortaya çıktı. Bu nedenle Türk­ Cuerda seca (lsp. "kuru iplik") Seramik yapımında kullanılan ve be­
çe'de mescit küçük mahalle camisi anlamına gelir. Esasen mescidin zemenin farklı kesimlerinin yağlı manganez dioksit tozundan oluşan
"secde edilen yer" anlamını taşıması, müminlerin diledikleri yerde bir hatla birbirinden ayrılmasına dayanan sırlama tekniği. Fırınlama iş­
namaz kılabileceklerine ve bu yerin belirli bir yapıyla bağlantılı olma­ leminden sonra, bu koyu renkli ve sırsız hatlar farklı renkteki sırları
dığına işaret eder; Kuran bile namaz kılınacak yerin biçimine ilişkin bir ayıran çizgiler olarak kalır. Teknik 1 5. yüzyıl ortalarında lspanya'nın
buyruk içermez. Hz. Muhammed'in Medine'deki evi Arap avlulu ca­ Sevilla kentinde geliştirilmiştir.
milerinin gelişiminde hareket noktası oldu. Bu evin Arap Yarımada­
sı'na özgü kare zemin planı içinde üstü açık, dikdörtgen ve duvarlar­ ç Elhamra'daki bir hamamın sıcaklık bölmesi

la çevrili bir avluyu kapsayan bir tasarımı vardı. Buradan doğan avlu­ Çapraz sahın Mimaride, çok sayıda küçük geçidi kesen ana geçit.
lu cami, özgün tipin bazı unsurlarını içermekteydi. Kıble duvarının Hıristiyan kiliselerinde, nef ile koro bölmesi arasında yer alır. İslam uzanan ana geçittir; çünkü namaz bölmesindeki diğer üç geçit kıble

önünde birçok sütunun ve geçidin bulunduğu bir namaz bölmesi (ha­ cami mimarisinde ise çapraz sahın özellikle T biçimli planın uygulandı­ duvarına paraleldir.

rem) vardı; bu bölme de revaklarla çevrili ve üstü açık bir alana (sa­ ğı Kuzey Afrika camilerinde görülür. Kıble duvarının hemen önünde Çapraz/kesişmeli tonoz (Tonoz, 2)

hın) bakmaktaydı. yer alır ve bu duvara doğru uzanan geçitlerle dik açı oluşturur. Buna Çarşı (Fars. bazar, Arap. suk) lslam dünyasında kentlerin ticaret

Caynacılık Budizm'le aynı sıralarda ortaya çıkan bir Hint dini. Katı karşılık, Şam Cami-i Kebir'inde çapraz sahın, kıble duvarına doğru merkezi. Sadece bir pazaryeri değil, bütün ticari işlerin odağıdır. Bay­

bir kefaret öğretisine dayanır; başta gelen etik ilkesi canlıları öldür- ramlar dışında her gün açık kalır. ihtiyaca göre sürekli genişletilebile­
cek, sabit ve üstü örtülü yapılardan oluşur. Geçici nitelikteki benzer
pazaryerleri daha Yunan ve Roma dönemlerinde vardı.
Çatı burcu Ahşap çatkıları ve bir üçgen ya da bölmeli kemer kalka­
nını destekleyici iki kolon, sütun ya da duvar ayağı üstüne oturtulmuş
taçkapılı, pencereli ve nişli bir çerçeve.
Çekme kat Bir kolon sırasının ya da yapı cephesinin ana silmesinin
yukarısında alçak duvarla ya da parmaklıkla ayrılmış bağımsız kat. Ço­
ğu kez çatıyı gizlemeye ve estetik bakımdan göze daha hoş görünen
orantılar yaratmaya yarar.
Çift kabuklu (çifte) kubbe (Kubbe, 4.).
Çini mozaik lslam ortaçağının en gösterişli yapı bezemesi. Çok­
renkli seramik unsurlarını kullanarak geometri, çiçek ve hat sanatı
desenlerini bir mozaik halinde bir araya getirmeye dayanır. iç ve dış

Yuvarlak kemer Sivri kemer


duvarların seramiklerle bezenmesinde bu tekniğe başvurulur. Bunun
Düz kemer
için bezenecek olan duvardaki ya da kubbedeki alana önceden taslak
olarak geçirilen desen esas alınarak, fırınlanmış renkli-sırlı çiniler iş­
lenir. Bir harç yatağına döşenen sırlı bezeme parçalarının kurumasın­
dan sonra, mozaik unsurlarını barındıran panolar, sırlı yüzey en dış­
ta kalacak şekilde yerleştirilir.
Çok-ayaklı cami lslam mimarisinde, kıble duvarı önünde kolonlar
üstüne oturtulmuş kapalı bir alan ve bir avludan oluşan cami.
Çok-merkezli kemer (Kemer, 5.)

D
Dayı Osmanlı yönetiminde ( 1 67 1 - 1 830) Kuzey Afrika eyaletlerinin
Nal biçimli kemer Perde kemer Sivri uçlu kemer
Türk askeri aristokrasisinden gelen ve geçimlerini esas olarak kor­
sanlıktan sağlayan yöneticilerine verilen unvan.

S Ö ZLÜK 621
Defin mahzeni Türbelerde naaşın gömülü olduğu, tonozlu bölme fetva yeni görüşlerin belirlenmesinde b i r temel sağlamıştır. Müslü­
şeklindeki alt kat.
Kilit taşı -----ı Kapak taş man toplumun değişen koşullara ayak uydurmasının bir aracı olan
Derviş lslam'da, bir tarikata girmiş kişi. Dervişler bir tekkeye bağla­ fetvaların siyasal ve sosyal etkisi, söz konusu müftünün güvenilirliği­
narak iradelerini şeyhe teslim eder ve dünyevi işlerden uzaklaşarak nin ve itibarının yanı sıra resmi yetkililerin tepkisine bağlıdır.
kendilerini ibadete verirler. Ruhlarını bütün bedensel güdülerden Folyo Bir yazmada sayfaların ardışık olarak numaralandırıldığı yap­
arındırmak için zorlu koşullarda kıt kanaat bir yaşam sürerler. Bu rak.
manevi arınma süreci oruçla ve çok az uykuyla geçirilen kırk günlük Fresk lslak duvar sıvası üstüne boyayla yapılan resim.
bir tefekkür dönemini de kapsar. Bazı tarikatlarda müzik eşliğindeki Friz Bir yapının dış cephesi veya oda duvarında yer alan, figürlü ya
zikir ibadetin bir parçasını oluşturur. da soyut süsleme bezeli ensiz, uzun ve şerit bçimli bezeme öğesi.
Devşirme Osmanlı kapıkulu ocaklarına asker ve saray hizmetlisi ye­ Katları görsel bakımdan ayırdığı veya tepede son bezeme kısmını
tiştirmek üzere Hıristiyan gençleri toplama usulü. lslam dinine dön­ oluşturduğu durumlarda bağlantı unsuru işlevini de görür. Mimari uy­
dürülen ve padişaha sıkı bağlılık temelinde eğitilen bu gençlerin bazı­ gulamalarda duvarlara alçı sıva, mermer ya da seramikten frizler işle­
ları zamanla yüksek makamlara ulaşarak siyasal nüfuz kazanabilirdi. nir. Özellikle iç mekanda şeridi boyama yoluna gidilebilir. Figüratif
Dirsekli tonoz (Tonoz, 6) anlamda frizler uygulamalı sanat dallarının birçoğunda da bezeme un­
Diyalektik Diyalog yoluyla çelişkileri açığa çıkarmayı ve gerçeğe suru olarak kullanılır.
varmayı öngören felsefi ideal. Terim genellikle tartışma sanatını be­
lirtmek için kullanılır. Günümüzde çoğu kez benzer bağlamda kulla­ G
Bir kemerin unsurları
nılan "diskur", düşüncelerin oluşmasına katkıda bulunan canlı bir tar­ Galeri Bir yapının zemin katında veya bir üst kat bölmesinde bir ya
tışmaya dayandığı ölçüde diyalektiğe denk düşer. Dolayısıyla diyalek­ "dört eyvanlı düzen" bir avluya açılan ve karşı karşıya bakan dört ey­ da daha fazla tarafı açık hol. Balkon gibi yapıya eklemlenmiş değildir;
tiğin öngördüğü doğruluk standardı diskurda ikincil bir önem taşır. vana dayanır. Aynı düzenin bir dizi erken dönem Osmanlı yapısını da bizzat yapının içindedir. Yapının üç tarafta açık olduğu ve çok bölme­
Diyalektik Yunan geleneğine dayanarak gelişen Arap felsefesinde de etkilediği görülür; ama bu örneklerde orta avlu bir tonozlu tavanla li bir tonozla örtülü olduğu müstakil galeriler de vardır.
yer alır. örtülüdür. Medreselerde de bir avlu etrafında düzenlenmiş bir yapı Gazi lslam'da, Allah yolunda savaşan kişi. Zamanla Anadolu'daki
Duvar ayağı Duvarın içine gömülmüş olan ya da duvarda çıkıntı yaratmak üzere eyvan planına başvurulmuştur; bu eyvanlardaki tale­ Türk beylerine ve ayrıca Osmanlı padişahlarına verilen onursal bir
oluşturan sütunumsu dış hatlı yapı unsuru. Duvarı güçlendirerek ve be hücreleri birkaç kata yayılır. Eyvan esasen l ran mimarisinde önem san niteliğini kazanmıuştır.
ayırarak, duvar ya da kolon ile çatı arasındaki kereste örgülü alanı taşır; Akdeniz bölgesi (Mısır, Türkiye) sanatında sadece tek tük ör­ Geçiş Bir dinsel yapıda uzunlamasına ve çapraz unsurların kesiştiği
destekleyici bir işlev görür. neklerine rastlanır. yer. Bu kesişimde ortaya çıkan takviyeli köşeler geçiş sütunlarına dö­
nüştürülür. Gizli geçiş olarak bilinen düzenlemede, mekanın bu kısmı
E F dört kemerle gizlendiği için, yapının diğer kesimlerinden görülmez.
Emir lslam'ın ilk döneminde komutanlara ve yeni fethedilmiş bölge­ Fayans Kalay sırlı beyaz seramik. Çokrenkli motifler taşıyan kuvars Osmanlı geleneğinde kubbe yapısı geçişin yukarısında kurulur; dola­
lerin valilerine verilen unvan. Eyalet valilerinin geniş idari ve mali yet­ cam hamuru kapları da kapsar. Fayanslarda bezeme kuru sır üstüne yısıyla bu mimari form Osmanlı kubbeli camilerinin merkezinde yer
kiler kazanmasıyla ve yerel düzeyde fiilen iktidarı ele geçirenlerin bu boyayla işlenir ve ardından çok yüksek sıcaklıkta fırınlanır. lslam dün­ alır.
makama atanmasıyla birlikte, hükümdarlığı ifade eden bir anlam ka­ yasının en ünlü fayans işleri Endülüs'te 1 4.- 1 6. yüzyıllar arasında üre­ Girih (Fars.) lslam sanatına özgü bir soyut geometrik bezeme moti­
zandı. tilen kalay sırlı seramiklerdir. fi. Çoğu kez kesişen hatlarla oluşturulur. Bu iç içe örülmüş ya da dü­
Eyvan Bir tarafı avluya açılan tonoz örtülü mekan. Asıl eyvan biçimi Ferman Osmanlı padişahınca verilen ve uyulması gereken yazılı ğümlü desenler hiçbir zaman gelişigüzel ya da düzensiz değildir; lslam
geç klasik dönemde Yakındoğu konut ve saray mimarisinde ortaya buyruk ya da irade. sanatının bütün dallarında karşımıza çıkar ve kökleri yıldız ya da hat
çıktı. lslam mimarisindeki birçok işlevi yerine getirmesinden dolayı, Fetva lslam'da, ilgili kişilerin ya da makamların başvurusu üzerine, fı­ sanatı motiflerine dayanır.
eyvan tasarımı hem dinsel hem de dindışı yapılarda kullanıldı. Örne­ kıh bilginlerinin belirli konularda bildirdiği görüş. Bir davranışın şeri­ Gnostikler Manevi gizemlere ilişkin bilgilere sadece belli kişilerin
ğin, eyvan bir anıtsal giriş biçimine bürünebilir; bu durumda Farsça ata uygun olup olmadığını belirlemeye yarar ve ayrıca kadıların hük­ erişebileceğini öngören bir öğreti sisteminin mensupları. Hıristiyan
terimle piştak olarak anılır. l ran mimarisinde cami için geliştirilen me varmasına yardımcı olur. Tarih boyunca verilmiş olan çok sayıda dünyasında çeşitli küçük mezhepler doğuran bu tür inançlar, dünya-

Beşik (tünel) - Tonoz Sandukalı - Tonoz Yıldız - Tonoz Mukarnas - Tonoz

622 S Ö ZLÜK
siyle birlikte, halife Allah'ın temsilcisi ya da yeryüzündeki gölgesi sa­ li üslup düzenlemeleri (örneğin, güçlü ifade ve hareket biçimleri) be­
yılmaya başladı. Ama kapsamlı bir dinsel otorite sağlama savı pratik­ nimsendi. Helenizm sadece görsel sanatlara özgü bir olgu değildi; bü­
te uygulamaya geçirilemedi. Bu konuda kesin bir çerçeve ortaya koy­ tün Yunan dünyasında birçok değişik kültürel alanda ifadesini bulan
mamış olan Peygamber'in emsalini izleme sorunu, esas olarak ls­ bir temel yaklaşımdı.
lam'ın iki ana kolu Sünnilik ve Şiilik arasında büyük bir ayrılık yarattı. Heykel Üçboyutlu estetik imgelerin yaratılmasıyla ortaya çıkan sa­
Hamam Yıkanmak için yapılmış kamu yapısı. Geçmişi Yunan ve Ro­ nat ürünü. Bir figürü ya da nesneyi tasvir edebileceği gibi, soyut bi­
ma dönemine kadar iner. lslam dünyasında hamam bağımsız bir yapı çimleri üçboyutlu forma aktarmaya da yönelik olabilir. Heykellerin
ya da bir saray kompleksinin parçası olarak inşa edilebilir. Başlıca bö­ tasvir edilen şeyi her zaman tamamen yansıtması gerekmez. Dolayı­
lümleri soyunmalık, soğukluk ve sıcaklıktır. Asıl yıkanma yeri sıcaklık­ sıyla figürlü tasvirlerde, tam (müstakil) heykel ile yarı heykel ve röl­
ta ter atmaya yarayan göbektaşının bulunduğu ortadaki kubbeli böl­ yef arasında bir ayrım yapılır. Her müstakil heykel bir tam heykeldir.
meyi "halvet" denen daha küçük kubbeli hücreler çevreler. Hamam Rölyef ya da yarı heykel ise işlenen bedenin ya da nesnenin sadece
hala lslam yaşam tarzının temel bir unsurudur. bir görüntüsünü sunar ve daha basık olur. Bedenin ya da nesnenin ön
Han 1 . Kervansaray. 2. Türk soylularınca kullanılan bir unvan; özel­ tarafının mutlaka işlenen asıl konu olmasa da, gösterilen kısımlar ta­
Kirman'da bir hamam likle Selçuklular ve Moğollar arasında yaygındı. mamen yontularak yapılır. Yarı heykeller bir kaideye ya da kolona
Hanif lslam öncesinde, tektanrıcı dine inanan kişi. "Putperest" Arap bağlı olur ve oradan çıkıyormuş gibi görünür. Suret tasviriyle sorun­
nın iyi-kötü, aydınlık-karanlık, kahraman-hain gibi ikilikler üzerine ku­
dünyasında tektanrıcı inanca bağlı kişilerin ara sıra çıktığı kabul edilir. lu ilişkiye rağmen, lslam dünyasında bütün heykel türleri mevcuttur.
rulu olduğu yolundaki Yahudi ve lran felsefesi ilkelerine dayanır.
Kuran'da hanif terimi esas olarak lbrahim Peygamber için kullanılır. Saray mimarisinde, erken lslam döneminden günümüze çeşitli yarı
Gömme ve bölmeli mine Mineli nesnelerin üretiminde karşılaşı­
Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından yozlaştırılmış saf tektanrıcı din­ heykellerin yanı sıra serbest heykeller de ulaşmıştır. Selçuklu saray­
lan başlıca güçlük, farklı renklerin birbirine karışmasını önlemektir.
den yana zahitler için lbrahim timsal sayılır. larında da zengin figürlü süslemeler vardı. Heykel tasvirinin duvara
Bunun için metal işlerinde iki farklı tekniğe başvurulabilir: 1 . Gömme
Hankah Çoğu kez hacılar için konaklama yeri de barındıran derviş bağlı kalması durumunda, zemine bağlılığından dolayı bu figür artık
minede metalin yüzüne kakılan oyukların içinde cam tozu fırınlanır.
tekkesi ya da dergahı. Bu tür yapı toplulukları çoğu kez vakıflar ara­ bağımsız bir varlık sayılmaz. Dolayısıyla, canlı yaratmayı Allah'a mah­
2. Bölmeli minede metalin kenarına ince levhalar yerleştirilir ve böy­
cılığıyla inşa edilirdi. Tarikat mensupları bu yerlerde topluca yaşaya­ sus bir iş sayan lslam anlayışına uygun düşer. Hiçbir heykelin üretil­
lece ortaya çıkan bölmelerde renkler fırınlanır. Düzleme ve perdah­
rak dinsel ibadetlerini yerine getirirdi. içinde türbe bulunan bazı han­ mediği uzun bir dönemden sonra, 1 9. yüzyıl başlarında Avrupa etki­
lama işlemi mineli nesneye rengarenk ve zarif bir görünüm verir.
kahlar aynı zamanda evliya ziyaretgahı niteliğini taşır. sine giren lslam hükümdarları bir iktidar sembolü olarak müstakil
Güldeste l ran tahkimat ve kale mimarisinde kare biçimli kule.
Hariciler Peygamber'in amca oğlu Ali ile Muaviye arasındaki Sıffın heykeller sipariş etmeye başladılar.
Savaşı (657) sırasında, halifelik sorununun çözümünde hakemlik yo­ Hıdiv Kavalalı hanedanına mensup Mısır valilerine babadan oğla geç­
H
luna gidilmesine karşı çıkan ve lslam tarihinin ilk mezhebi sayılan din­ mek üzere l 867'de Osmanlı yönetimince verilen resmi unvan. lsma­
Hac lslam'da, Kabe'ye yapılan ziyaret. lslam'ın beş temel şartından
sel topluluk. Bu konuda uzlaşmaya yatkın tutumundan dolayı Ali'yi il ( 1 863- 1 879), Tevfik ( 1 879- 1 892) ve Abbas Hilmi ( 1 892- 1 9 1 4) pa­
biridir. Durumu uygun olan her Müslüman ömründe en az bir kez bu
desteklemekten vazgeçen Hariciler, halifelik makamının Kureyş kabi­ şaların taşıdığı bu unvanla, Mısır'ın Osmanlı imparatorluğu içindeki
vecibeyi yerine getirmelidir. Hac kesin kurallarla belirlenmiş tören­
lesinin soyuyla sınırlanamayacağı, sosyal konumuna bakılmaksızın en özerk statüsü pekişti.
lerden geçmeyi gerektirir ve ancak hacının belirli ihram koşullarına
ehil kişinin bu göreve getirilmesi gerektiği görüşündeydi. Hicret Hz. Muhammed'in 622'de Mekke'den Medine'ye (o zamanki
uyması halinde geçerli sayılır. ihram uyarınca hacılar ziyaret boyunca
Hat sanatı lslam kültürlerinde, belirli kurallara uyarak güzel yazı adıyla Yesrib) göçü. Mekke'den gelen "muhacirler" ve Medine'de on­
saçlarını tıraş etmekten ya da taramaktan, tırnaklarını kesmekten ve
yazma sanatı. Kuran'ın iletişim aracı olması itibariyle, Arapça lslam lara yardımcı olan "ensarlar" yeni doğan lslam cemaatinin çekirdeği­
cinsel ilişkilerden kaçınmalıdır. Ayrıca, dikilmemiş beyaz pamuklu iki
dünyasında özel bir önem taşır. Dolayısıyla farklı yazı biçimlerinin ya­ ni oluşturdu. Hicret lslam çağının başlangıcı sayılır.
kumaş parçasından ve sandaletlerden oluşan bir kıyafetle yetinmek
ratılması neredeyse bir dinsel edim sayılır. En eski Arap yazısı 7. yüz­ Hipodrom At yarışlarının yapıldığı yer. Yunan ve Roma dönemle­
zorunludur.
yılda geliştirilen Meşk'tir; ama 8. yüzyıldan sonra yerini KOfı yazısına rindeki U biçimi zamanla değişerek stadyum biçimine dönüştü. lslam
Hacib Ortaçağ lslam devletlerinde sarayın teşrifat işlerini yürüten
bırakmıştır. Adını Küfe kentinden alan KOfı'ye, uzun yıllar Kuran yaz­ dünyasında da hipodromlar ("at meydanları") saray ve kamu yapıla­
görevli. Önceleri yetkileri hükümdara eşlik edip yol göstermeyle sı­
malarında geçerli stil olması nedeniyle neredeyse bir kutsal bir önem rının bir parçasıydı. Halka açık hipodromlarda sünnet alayı gibi geçit
nırlıyken, zamanla bütün saray görevlilerini denetleyen askeri ve ida­
yakıştırılır. Harflerin dikey unsurlarının ve yatay kısımlarının belirle­ törenleri de düzenlenirdi.
ri bir konum kazanmıştır.
diği kare ve geometrik bir yapıya dayanır. Hattat lbn Mukla'nın (886- Hipokaust (Yun.) Yunan ve Roma dönemlerinde yeraltı ısıtma sis­
Hadis lslam'da. Peygamber'in sözlerine ve davranışlarına, yani sünne­
940) kesin kurallara bağladığı ve 1 O. yüzyıldan itibaren kullanılan kıv­ temi. Daha dar bir tanımla. Roma kaplıca, villa ve saraylarında döşe­
te ilişkin aktarım. Bir hadis, işlenen konu ("metin") ve aktarım zinci­
rık yazı stilleri Sülüs, Neshi, Muhakkak, Reyhani (Muhakkak'ın küçük menin altında sıcak havanın dolaştığı yeri ifade eder. lsıtılan döşeme­
ri ("isnat") olmak üzere iki kısımdan oluşur. Böylece hadisin içeriği
harfli biçimi), Rika (Tevki'nin küçük harfli biçimi) ve Tevki'dir. Nes­ nin bir ucunda ayrıca bir yeraltı kazan dairesi yer alırdı. lslam dünya­
anlatanlar ve görgü tanıkları aracılığıyla bizzat Peygamber'e dayandı­
talik 1 4. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Neshi görece kolay yazılıp okun­ sında böyle yeraltı ısıtma tertibatları kalelerde ve hamamlarda kulla­
rılır. Buhari (ö. 870) ve Müslim'in (ö. 875) "sahih" olarak nitelendiri­
duğu için, genel kabul gören yazı stilidir. Bezeme amaçlı hat sanatı nılırdı.
len hadis derlemeleri genel olarak geçerli kabul edilir.
bütün sanat biçimlerinde kullanılır. Kimi zaman harfler hayvan ya da
Hadra (Arap.) Kelime anlamı "mahrem oda" olan, ama sanat tarihi
bitki motiflerine bağlanır.
literatüründe lslam saraylarındaki taht odasını da belirtmek için kul­ Hat sanatıyla yazılmış bir Kuran ayeti, 1 423, lstanbu l Üniversitesi
Havş sistemi Büyük bir meydanda veya görece geniş bir kale ala­
lanılan terim. Erken dönem lslam sanatında, tahtta oturan hükümdar, �ütüphanesi
nında karşı karşıya duran ilişkili iki yapı. Terim esas olarak Orta As­
ziyaretçilerin görüş alanından bir perdeyle gizlenirdi. Bu teşrifatın
ya mimarisinde kullanılır. Havş sisteminin en iyi bilinen örneği Semer­
geçmişi Sasani saray yaşamının geleneklerine dayanır.
kand'daki Registan Meydanı'dır.
Hale Resim veya heykelde kişilerin başını çevreleyen halka. lslam sa­
Havuz Çeşitli su haznelerine verilen toplu ad. Uygulamalı sanatlar­
natında, haleler kitap tezhibine 1 2. yüzyıl sonlarında Bizans sanatının
da yeterli büyüklükteki metal çanaklara da havuz denir. Bunun bir ör­
ve bir olasılıkla Orta Asya' dan gelen Budist örneklerin etkisiyle girdi.
neği Timurlu döneminde 1 4. yüzyıl sonlarında üretilen büyük metal
Ama bu unsurun işlevi her zaman başı öne çıkarmaya yönelikti ve
çanaklardır. Aynı dönemin lran kitap tezhibi minyatürlerindeki saray
hiçbir dinsel anlamı yoktu.
sahnelerinde bu çanaklar sıklıkla görülür.
Halife Bütün Müslümanların imamlığını ve yönetimini üstlenen kişi.
Helenizm Yunan sanatının son evresi. Kabaca Büyük lskender'den
Sünni anlayışa göre, Peygamber Muhammed'in vekili olarak görev ya­
Roma imparatoru Augustus'a kadar olan dönemi kapsar. Bu evrede,
par. Emevi döneminde ve sonrasında halifeliğin saltanata dönüşme-
klasik dönemin denge ve tekörneklik anlayışından vazgeçilerek, çeşit- ·�

S Ö ZLÜK 623
1 1

ıı n ı 0 0 0 0 0

..-- -

,,,,,,...�
m ""'·
!�! ...�"&. ... (;
,

/
;ı:;;:--:

o o

o o

� o
� ---
_,.

' '

Samarra'nın sarmal minaresi Yemen minaresi Kayrevan Cami-i Kebir'inin minaresi İşbiliye Cami-i Kebir'inin
minaresi

Hisar Bir kentin en güvenli kesimini korumak üzere inşa edilmiş kü­ İfrikkiye Kuzey Afrika'nın lslam dinini benimsemesinden sonra, bu­ ledi. Ç i n örneğine dayalı mavi-beyaz boyamayla 1480 dolaylarında en
çük kale. Tahkimatlı surlarıyla ve barındırdığı çeşitli yapılarla, kent günkü Tunus, Doğu Cezayir ve kısmen Libya'nın kapladığı topraklara önemli döneme girildi; l 560'dan sonra bazıları özgün gerçekçi bitki
içinde ayrı bir kent özelliğini taşır. Bazıları "içka/e" olarak da anılır. Ye­ verilen ad. motifleri taşıyan son derece renkli bezemelere sahip parçalar gelişti­
rel arazi koşullarına son derece bağlı olmaları nedeniyle, hisarlar için İ konografi (Yun.) Resimlerin içeriğini açıklamaya ve saptamaya çalı­ rildi. Bu atılım dönemi 1 700 dolaylarında Osmanlı sarayından sipariş­
standart bir tasarım yoktur. Hisar inşası birçok yeni tekniğin (sur, ku­ şan sanat tarihi okulu. Bu gelenek tablo ve sanatsal nesne koleksiyon­ lerin kesilmesiyle ve hem kap gövdelerinde hem de sırlarda kalitenin
le, tonoz, hendek, çeşme, silah) gelişimine kaynaklık etmiştir. Yüksek larının bilimsel bir birikimle temin edildiği ve antik tasvirleri yorumla­ düşmesiyle sona erdi. Şam ve Kütahya kentlerinde üretilen seramik­
bir yere kurulan ya da hendeklerle korunan hisarın içindeki yapı top­ manın önem kazandığı ortaçağda ortaya çıkmıştır. Günümüzde lslam ler lznik işlerine benzemekle birlikte, aynı seçkin kaliteye ulaşmaktan
luluğu çeşitli surlarla çevrilir. Son derece sağlam olan surlarda daha resim sanatının ikonografık önemini belirlemeye çalışırken çoğu kez uzaktı. Damgalı olmayan bazı seramiklerin üç üretim merkezinden
fazla silah yerleştirmeye elveren burçlar bulunur. Dış surdaki taçkapı­ sorunlarla karşılaşılır. Genelde kısmen ortaya konabilen açıklamalar, hangisine ait olduğunu saptamadaki güçlük nedeniyle, lznik işi terimi
dan içeriye dolambaçlı bir yoldan geçerek girilir; böylece bir saldırı kökene ilişkin belirsizlikten dolayı değişkenlik gösterebilir. Sıklıkla kla­ günümüzde genellikle her üç kentin bütün seramikleri için kullanılır.
durumunda düşman son ana kadar savuşturulabilir. sik dönemden beri bilinen repertuara ait motiflerin reddedildiği,
önemlerinin zamanla değişime uğradığı veya yerini tamamen lslam
motifleri repertuarındaki içkin anlamlara ve sembolik içeriğe bıraktı­ jöntürkler Osmanlı lmparatorluğu'nda birçok değişik hedefleri olan
İbrik Su koymaya yarayan kulplu ve emzikli kap. Metali işleyerek ya­ ğı görülür. muhalefet hareketine verilen toplu ad. Bu muhalefet il. Abdülhamid'in
pılan hayvan biçimli ibriklerin ve çeşme musluklarının kökeni lslam İ mam 1 . Cemaate toplu namaz kıldıran kişi; 2. halifeyle eşanlamlı ( 1 876- 1 909) istibdadına karşı mücadeleyle 1 9. yüzyılın ikinci yarısında
öncesi lran su kaplarına dayanır. Tıpkı hayvan biçimli buhurdanlar gi­ olarak, Müslüman ümmetin önderi. Yalın anlamda imam, Müslüman gelişti. En önemli grup olarak öne çıkan ittihat ve Terakki Cemiyeti
bi, lslam sanatından büyük önem taşırlar; çünkü tekil mimari heykel önderin dinsel işlevini öne çıkaran bir terimdir; halife unvanı ise Hz. l 908'de padişahı 1 876 anayasasını yeniden yürürlüğe koymaya ve
örnekleri dışında, günümüze ulaşmış figürlü yontular bunlardan iba­ Muhammed'in ardılı olarak ümmete önderlik işlevini belirtir. imam meclisi yeniden açmaya zorladı. Ama Jöntürkler dönemi ( 1 908- 1 9 1 8)
rettir. makamı (imamlık) Şiilikte özel bir anlam taşır; Şiiler için imamlığa ve bir askeri diktatörlüğün kurulmasıyla sonuçlandı ve izlenen milliyetçi
İçkale (Hisar) imamın yanılmazlığına inanç temel bir dogmadır. politika Osmanlı lmparatorluğu'nun çöküşünü önleyemedi.
İçtihat Kuran ve sünnet esas alınarak, akıl yürütmeyle varılan bağım­ İmambare Şiilikte, büyük dinsel törenlerin yapıldığı anıtsal yapı. Say­
sız yargı. lslam hukuku ve yargı sistemi 9. yüzyıl sonlarında gelişimini gın Şii evliyalarının mezarlarına da imambare denir. K
büyük ölçüde tamamladı ve "içtihat kapısı"nın kapandığı görüşü yay­ İ mamiye Şiiliğin en önemli kolu. On iki imamı kabul eder ve bunlar­ Kabartma kakmacılığı ince bir metal levhayı farklı çekiçlerle dö­
gın bir kabul gördü. Bununla birlikte, Gazali gibi birkaç seçkin din ve dan sonuncusunun kıyamette Mehdi olarak yeryüzüne ineceği inancı­ verek içi boş bir nesneye dönüştürmeyi sağlayan metal işleme tekni­
fıkıh alimi içtihat hukukunu geliştirmeye devam etti. Daha da önemli­ nı savunur. İ ran'da resmi mezheptir. ği. Bir tür soğuk metal dövme işlemidir.
si, 1 9. ve 20. yüzyıllarda İslam reformcuları lslam hukukunun modern İznik Osmanlı döneminde çinileriyle ve seramik kaplarıyla ünlü kent Kabartmalı başlık ince yontma işleminden geçirilmeksizin kabaca
yaşam tarzına ayak uydurması açısından "içtihat kapısı"nın tekrar açıl­ (antik adı Nikaia). lznik işleri renkli boyaların saydam bir kalay sırrı­ biçilmiş taştan yapılma başlık. Genellikle perdahlanmamış haldeki her
ması yönünde bir tutum takındı. nın (fayans) altına sürüldüğü kuvars cam hamuru yöntemiyle 1 5. yüz­ türlü başlığı kapsar.
yıl itibaren ü retilmeye başladı. lznik fayansında çeşitli üslup grupları­ Kabe lslam'ın en kutsal mabedi. Mekke'deki Harem-i Şerif Camii'nin
nın varlığına karşın, bunlardan bazılarının gelişimi paralel bir seyir iz- ortasında yer alan küp şeklindeki bir yapıdır. Hacerü'l-Esved'i barın-

624 S Ö ZLÜK
tan kesmeye ve değerli metal levhaları kenarların zemine sıkıştırma­ tahkim edilirdi; çünkü kervansaraylar ana ticaret yolları üzerinde aşa­
ya dayanan alttan kesim tekniğidir. Metal kakmalar da zemine oturtul­ ğı yukarı 30 kilometrelik aralıklarla inşa edilmiş tekil yapılardı. Büyük
duktan sonra kazıma bezemelerle zenginleştirilir. Uygulamalı sanatlar­ taçkapı girişler ve zengin mimari bezemeler zamanla tasarımlarını da­
da cam, inci, değerli taş gibi sert bezeme malzemelerini macun, çi­ ha çarpıcı hale getirdi. Kervansaray mimarisi doruk noktasına Selçuk­
mento, tahta gibi yumuşak zeminlere gömme işlemine de kakmacılık lu yönetimi altında 1 2.- 1 3. yüzyıllarda ulaştı.
denir. Bir başka kakmacılık tekniği ahşap eşyaları renkli tahta, fildişi, Kıble lslam'da bazı ibadetleri yerine getirilirken özellikle namaz
bağa kabuğu, metal ya da sedef kakmalarla süslemeye dayanır. lslam kılarken dönülen yön. Müslümanlar ilk başlarda namaz kılarken Ku­
kültüründe bu tekniğin kullanıldığı başlıca alanlar minberler ve ahşap düs'e dönerdi; ama 624'te bunun yerine Mekke'deki Kabe kıbleye
kapılar, tavan ve duvar bezemeleri, mobilyalar ve uygulamalı sanat esas alındı. Camilerde imam için ayrılmış olan mihrap da kıble duva­
ürünleridir. rında yer alır.
Kalansuve Abbasi döneminde kadıların ve diğer yetkililerin giydiği Kızılbaş lran'daki Safevi hanedanının ( 1 50 1 - 1 722) Türkmen Şii yan­
özel kavuk. daşlarına verilen ad. Kökleri Safeviye tarikatı önderi Safiyeddin ls­
Kaligrafi (Hat sanatı) hak'ın (ö. 1 334) Erdebil'de kurduğu özel askeri birliklere dayanır. Ad­
Kameriye lslam mimarisinde, bahçelerde yazın oturmak üzere yapıl­ ları ise giydikleri kırmızı başlıktan gelir. Osmanlı uyruğundaki Kızılbaş­
mış, etrafı tamamen açık ya da kısmen kapalı, kafes biçimli, kubbeli ve lar l ran'la savaşlar sırasında Safevileri desteklemişti.
üstü yeşilliklerle örtülü çardak. Konsol Yük taşıyan çıkıntılı destek. Genellikle profilli ya da figürlü
Kapalı revak (Revak) duvar çıkması. Kemer, silme, balkon ya da figür gibi unsurlar için bir
Kaplama Duvar ya da döşeme yüzeyini renkli ve perdahlı mermer destek işlevini görür.
ya da somaki levhalarıyla örtme işlemi. Bu levhalar çeşitli düzenlere Koptlar Khalkedon Konsili'nin (45 1 ) kararlarına karşı çıkan ve
göre bir araya getirilir ve böylece oluşan bölmeler süslenir. lsa'nın tek bir doğaya sahip olduğunu savunan Kopt Kilisesi'ne men­
Karhane Hindistan'daki Babürlü hükümdarlarının saray atölyelerine sup Mısırlı Hıristiyan topluluk. Mısır'ın 640'ta Arap istilasına uğrama­
verilen ad. lran saraylarındaki kitaphanelerle aynıdır. Buralarda mima­ sının ardından büyük ölçüde Araplaştırılma/arına karşın, Koptlar ka­
ri bezeme, kitap tezhip, seramik ve diğer uygulamalı sanat ürünleri rakteristik kimliklerini günümüze kadar korumayı başarmışlardır.
için tasarımların yanı sıra sanat nesneleri üretilir ve böylece tekörnek Köşe kemeri Bir kare kaidedeki köşelerin yukarısında yer alan ke­
bir hanedan üslubunun gelişmesi sağlanırdı. Osmanlı nakkaşhaneleri mer. Bu düzen kaidenin bir sekizgene dönüşmesini ve böylece yuvar­
de aynı amaçlara yönelikti. lak kubbeye geçişi sağlar.
Osmanh iğne minaresi Tac Mahal'in bir mi naresi
Kartuş Yazıtların ya da teşrifat işaretlerinin yerleştirilebileceği şekil­ Köşk İslam mimarisinde, bahçe içinde veya açık arazide inşa edilmiş
de bir süslü çerçeve içine alınmış düz duvar alanı. tek ya da birkaç katlı yapı. Avrupa'da bu tasarıma dayanan yapılara
Kasba (Arap.) Magrip (Kuzey Afrika) kentlerindeki içkale/ere ya da "pavyon" denir.
dırır. lslam öncesi dönemde içinde bulunan putlar 630'da Peygamber hisar/ara verilen ad. Kubbe Binalarda belirli bir mekanı örten dışbükey yapı bölümü. Kub­
Muhammed tarafından "temizlendi" ve 632'de tamamen bir lslam ma­ Katlı kubbe (Kubbe, 2.) benin dış silueti yarıküre biçimli, sivri uçlu ya da soğan biçimli olabi­
bedine dönüştü. Bu yeni dinsel yorumun kökeni ilk haniflerden lbra­ Kaymaktaşı Doğada bulunan ince damarlı, saf ve beyaz alçı bileşiği. lir. Ayrıca sığ kubbeler de vardır. Kubbe çatkısında çeşitli yöntemle­
him'in ortaya koyduğu tektanrıcı dinin merkezinin Mekke'deki tapı­ Kolayca şekil verilen bir madde olduğundan, Yunan ve Roma çağların­ re başvurulur. lslam dünyasındaki başlıca örnekler bağdadi kubbe ( 1 ),
nak olmasına dayanır. Kabe'nin temel taşının lbrahim ve oğlu lsmail dan beri bezeme amaçlı mimari, kaplama ve heykelde kullanılmıştır. katlı kubbe (2), şemsiye kubbe (3), çift kabuklu ya da çitte kubbedir
tarafından döşendiğine inanılır. Öğütülerek ince toz haline getirildikten sonra suyla karıştırılır ve böy­ (4). Geçiş alanında pencereler ve ayrıca kubbe yüzeyinde ışığın girme­
Kabristan Mezarların ya da türbelerin bulunduğu geniş alan. lslam'ın lece elde edilen hamurdan çeşitli şekiller yaratılır. sine elverişli az sayıda gedikler bulunabilir. Kubbenin üstünde ve ay­
özünde ölü kültünü ve gösterişli mezar mimarisini reddetmesine kar­ Kazamat Bir kalede bombalardan korunmak için yerin altına kazıl­ dınlık (5) bacasının yukarısında üçboyutlu bezeme biçimleri yer alır. 1 :
şın, lslam dünyasından 1 2. yüzyıldan itibaren kentlerin çevresinde bü­ mış tonozlu bölme. Bağdadi kubbe: Aralarına dolgu malzemeler yerleştirilmiş yük taşıyıcı
yük mezarlıklar ortaya çıktı. En ünlü lslam kabristanları 1 4.- 1 6. yüzyıl­ Kemer Bir duvar aralığında yükü taşıyan ya da yükü üstüne oturdu­ çıtalardan oluşan kubbe. 2. Katlı kubbe: Birbirinden oluklarla ayrılmış,
larda Mem/Ok hükümdarlarına ait türbelerin çevresinde gelişen me­ ğu sütunlara ya da kolonlara aktaran ve bunları birbirine bağlayan ka­ boncuğa benzer, duvarlı ve dışbükey bölmeler halindeki katlı bir yü­
zarlıklardır. visli yapı. Kemerin kilit taşı barındıran tepe kısmına "taç", bunun al­ zeye sahip kubbe. Özellikle Orta Asya'ya özgü bir tasarımdır. 3. Şem­
Kaburga düzeni Orta ve Doğu l ran mimarisinde cephe tasarımı. tındaki kısma "iç kavis", ön cepheye "kemer yüzü", kemer ile bitişik siye kubbe: Tonozun yapıyı şemsiye şeklinde örttüğü bir dizi bölme­
Yakın aralıklarla cepheye yerleştirilen yarım kolonlar ya da yarım si­ duvar arasında kalan kısma "üçgen dolgu" denir. Kavisin ya da kısım­ den oluştuğu yuvarlak kubbe. 4. Çin kabuklu (çitte) kubbe: ikiz kabuk
lindirler, yapının tahkimli niteliğini pekiştirir ve bir saldırı durumunda larının biçimine göre farklı kemerler ortaya çıkmıştır. Özellikle lslam kubbeden oluşan tonoz. Kenet/erle birbirlerine bağlanmaları mümkün
koçbaşlarının etkisini azaltırdı. Derinliğiyle özel ışık ve gölge efektleri dünyasında başlıca tipler şunlardır: 1 . Yuvarlak kemer: Yarım daire bi­ olsa da, iki kabuk genellikle biçimsel estetik sebeplerden dolayı olduk­
yaratan kaburga düzeni, bezeme amacıyla başka cephelerde, ayrıca çimli kemer. 2. Nal biçimli kemer: Dikdörtgen duvar üstüne oturtul­ ça ayrı tarzda çatılır. iç kubbe iç mekanı örterken, dış kubbe yüksek­
kubbe ve minarelerde de kullanılırdı. muş dörtte üçlük daire biçimli kemer; özellikle Magrip ve ispanya mi­ lik kazanmaya yöneliktir; dış kabuğun çatkısı iç kabuğa göre daha ha­
Kaftan Genellikle ayak bileği hizasına kadar inen, düz kesimli ve ya­ marisine özgüdür. 3. Sivri uçlu kemer: Kavis çizgisinin bir yarım daire fiftir.
kasız cüppe. Birçok değişik kumaştan yapılır. Açık olan ön kısımları biçiminde başladığı, ama tepede kesilerek yukarıya doğru bir dışbükey Küfı (Hat sanatı)
gevşekçe üst üste getirilebileceği gibi, düğmelerle ve i lmeklerle birbi­ çıkıntı haline büründüğü kemer. 4. Sivri kemer: Taca doğru gittikçe Kuran lslam'ın Peygamber Muhammed'e Arapça olarak vahiyle inen
rine tutturulabilir. Alt ya da üst giysi olarak giyilebilir ve giyildiği orta­ daralan kemer; merkezleri kapak taşı üstünde olan daire biçimli iki kutsal kitabı. Müslümanlara göre, Kuran doğrudan Allah'ın kelamıdır.
ma uyarlanabilir. Kaftan 9. ve 1 O. yüzyıllarda l ran'da ortaya çıktıktan kemer kesitinden oluşur. 5. Çok-merkezli kemer: Aralarında "çıkın­ Manzum düzyazı halindedir. Kronolojik ya da konuya göre bir sıra iz­
sonra, lslam dünyasının her tarafına yayıldı. tılar" bulunan birkaç daire kesitinden oluşan kemer; daire kesitlerinin lemez; uzunluğu gittikçe artan ve farklı sayıda ayet içeren 1 1 4 sure­
Kakmacılık Yumuşak bir değerli metali (altın, gümüş, ayrıca bakır) sayısına bağlı olarak, bunlar üç-merkezli kemer, dört-merkezli kemer den oluşur. Hukuki konulara ilişkin sınırlı sayıda buyruğu içermesine
tunç ya da pirinçten yapılmış bir daha sert metalin yüzeyine işlemeye vs olarak anılır. 6. Sarkıtlı kemer: Sarkıtlı ya da mukarnas unsurlarla karşın, lslam alimlerince şeriatın birincil kaynağı sayılır. Genel ahla­
dayanan metal işleme tekniği. Bu işlemde önce bezeme motifleri oy­ bezenmiş kemer. ki/manevi ilkelerin dışında, esas olarak her şeye kadir ve rahim Allah'ı
ma hatlar şeklinde bir milimetreye varan derinlikte sert yüzeye kazı­ Kervansaray Yolcular ve tacirler için yapılmış olan, mallarını koya­ yüceltici ve övücü ifadeleri, tembih ve nasihatleri, meselleri ve kıya­
nır. Ardından değerli metalin ince levhaları çekiçle dövülerek göçük­ bilecekleri güvenli ambarlar ve yük hayvanları için ahırlar barındıran mete ilişkin uyarıları barındırır.
lere yerleştirilir. Yöntemin pahalı bir varyantı, göçük kenarlarını alt- konaklama yeri. Etrafı çevrili bu bölmeler çoğu kez sağlam biçimde

S Ö ZLÜK 625
Kureyş Peygamber Muhammed'in mensup olduğu Mekke kabilesi. yüzyıllarda, lran'da 1 2.- 1 4. yüzyıllarda, İspanya'da 1 3.- 1 7. yüzyıllarda
Sünni fıkhına göre, halife makamına oturmak için Kureyş soyundan doruğa ulaşmıştı.
gelmek şarttı. Meydan Genellikle kent merkezinde yer alan ve buluşma noktası iş­
Kutsal emanet Peygamberlerden ve önemli din adamlarından kalan levini gören açık alan. Kültür, adliye ve spor (hipodrom) etkinliklerin­
her türlü eşya. Bunlar genellikle ahşap, fildişi, neceftaşı ya da değerli de kullanılabilir.
metallerden yapılmış kutularda saklanır. Mezhep lslam'da, temel dinsel metin olan Kuran ve hadisleri yorum­
Külliye Bir caminin yanı sıra mektep, medrese, hamam, imaret ve ba­ lamaya dayalı farklı fıkıh sistemlerini benimseyen ve aynı ölçüde ge­
zen hastanenin yer aldığı dinsel yapı topluluğu. Özellikle Osmanlı dö­ çerli sayılan kollara verilen ad. inanç bakımından hiçbir temel farklılık
neminde yaygınlaşan külliyelerin en büyükleri 1 6. yüzyılda ortaya çık­ taşımamalarına rağmen, mezhepler miras ve aile hukuku gibi bazı pra­
tı. Padişah ve saltanat ailesi mensupları dışında, varlıklı kişiler de ge­ tik konularda farklı tutum ve öğretileri izlemeleriyle ayrılırlar. Her
nellikle bir vakıf aracılığıyla külliye yaptırırdı. mezhep adını seçkin bir fıkıh aliminden alır. Sünni mezheplerden Ha­
Kümbet Tekil olarak inşa edilmiş kubbeli mezar yapısı. Standart de­ nefiliği Ebu Hanife (ö. 767), Malikiliği Malik bin Enes (ö. 795), Şafıiliği
fin dikilitaşı biçiminde örnekleri de vardır. Muhammed bin idris eş-Şafi (ö. 820), Hanbeliliği de Ahmed bin Han­
Kündekari Bezeme amacıyla ahşaba fildişi ya da sedef kakılmasını bel (ö. 855) kurmuştur. Şiiler ise adını imam Cafer Sadık'tan (ö. 765)
sağlayan oyma tekniği ve bu tekniğe göre yapılmış iş. Farklı renkte alan Caferiye fıkıh sistemini izler. Her Müslüman istediği mezhebi seç­
tahta parçalarının birbirine geçirilerek birleştirilmesiyle yapılmış ah­ mekte özgürdür.
şap işlerine de kündekari denir. Mihrap Caminin Mekke'ye bakan duvarında kıble yönünü gösteren
Kündel Çokrenkli kabartma desen. Özellikle yaldızla işlendiğind � ve imama ayrılmış olan girintili bölme. Mihraba ilk kez Medine'de
gösterişli bir görünüm yaratan bu boyama tekniği hem mimari beze­ 705/706 tarihli camide yer verildiği söylenir. Kutsal bir sembol sayı­
mede hem de sanat ve zanaat dallarında kullanılır. lan mihrap yarım daire, çokgen ve dikdörtgen biçimli olabilir. Çoğu
kez çini, mozaik, mermer, kolon, alçı sıva kabartma gibi bezeme tek­
L nikleriyle zengin biçimde süslenir.
Laciverdin Sırdaki kobalt bileşenleriyle elde edilen koyu mavi ya da M inare Camilerde ezanın okunduğu kule biçimli yapı. Geleneksel
turkuaz renkle sırüstü boyama tekniği. Esas olarak lran'ın Sultanabad inanışa göre, böyle bir yer oluşturma düşüncesi Medine'de Hz. Mu­
Toledo'daki Santa Maria la Blanca Kilisesi'nde M udejar üslubun­
ve Kaşan kentlerinde 1 3 . yüzyıl sonlarında ve 1 4. yüzyılda seramikle­ hammed'in cami olarak kullanılan evinde 624'te ezan için oluşturulan
daki sütun başlıkları
ri bezemek için uygulanırdı. Seramik önce çok koyu bir mavi sırla yüksekçe bir alandan çıkmıştır. Tasarımın ise kısmen Batı Akdeniz ül­
kaplanarak fırınlanırdı. Ardından desen bu sırlı katmana demir kırmı­ Medine Arapça'da bütün kenti ya da bir kesimini belirten terim. kelerinde Yunan ve Roma fenerlerinden geliştirildiği, ama Medine'de­
zısıyla ve özellikle siyah-beyaz boyayla işlenir ve daha düşük bir sıcak­ Kendine yeterli yapılarıyla başlı başına bir kent kimliğini taşıyan bazı ki Emevi Camisi'nin takviyeli kare kulelerinin de bir model sağladığı
lıkta ikinci kez fırınlama işlemi yapılırdı. Desenin üstüne işlenen altın kalelerin adlarında da Medine kelimesi yer alır. sanılmaktadır. Bazı aykırı örnekler dışında, minareler caminin hemen
varakla yüzeye parlak bir görüntü verilirdi. Medrese lslam ülkelerinde Kuran ve fıkhın yanı sıra matematik, tıp, yanı başında yer alır veya bizzat yapının bir parçasını oluşturur.
Lazo (lsp.) lspanyol mimari bezemesinde, mozaiklerde kullanılan yıl­ edebiyat ve dilin öğretildiği okul. Medreseler ilk başta camilere bağ­ Minber Camilerde genellikle mihrabın sağında yer alan ve hutbenin
dız biçimli dolaşık desen. Elhamra'nın seramik bezemelerinde böyle lıydı; 1 1 . yüzyıldan itibaren lran'da hocaların ve talebelerin bir arada okunduğu merdivenli yüksek kürsü.
desenler birçok tekil parçadan oluşurdu ve yıldızın beyaz şeritleri çi­ yaşayıp çalışmalarına ve katı Sünni öğretilerin benimsetilmesine ola­ Mine Metal ya da cam yüzeye yüksek ısıyla kaynaştırılan renkli sıvı
ni üreticisinin örtüşmeler açısından olabildiğince büyük bir titizlik nak veren bir düzenleme gelişti. Bu okul sisteminin kurucusu Selçuk­ cam katmanı. lslam metal işçiliğinde mine tekniği kulpları ve bıçak ya
göstermesini gerektirirdi. Desen parçalarının arasında kalan alanlar lu Veziri Nizamülmülk'tü ( 1 0 1 8- 1 092). da hançer kınlarını bezemek için kullanılırdı. Cam işçiliğinde mine tek­
çokrenkli unsurlarla doldurulurdu. Çok zaman alan bu teknik 1 5. yüz­ Mehdi lslam'da, kıyametten önce yeryüzüne inerek adalet getirece­ niği 1 2. yüzyılda başladı, 1 3. ve 1 4. yüzyıllarda doruk noktasına vardı
yılda yerini kalay sırlı çinilerde (azulejo) kullanılan cuerda seca işlemi­ ğine inanılan kurtarıcı. Özellikle Şiiler arasında Mehdi kişiliği itikadın ve 1 5. yüzyılda son parlak evresini yaşadı. Başlıca üretim merkezleri
ne bıraktı. temel bir unsurudur. Mehdi ilahi buyruklara dayalı bir yönetimle in­ Suriye (Halep, Rakka, Şam) ve Mısır'dı (Kahire). Cam yüzeye mine
Levant Akdeniz'in doğu kesimindeki ülkelere (Türkiye, Suriye, Lüb­ sanları kötülük ve günahtan kurtaracak kayıp imamla özdeşleştirilir. tekniği uygulandığında, süsleme deseni önce kırmızı çizgilerle işlenir
nan, İsrail, Mısır, Kıbrıs) verilen toplu ad. Ana ticaret yolları için bir Siyasal, sosyal ve ekonomik kargaşanın yol açtığı sıkıntılı dönemlerde ve ayrı renk blokları arasında boş bırakılan bu hatlar daha sonra va­
geçit olması nedeniyle, Levant tarih boyunca kıyasıya çekişmelere bir kurtarıcıya duyulan özlem, yandaşlar bularak mevcut düzene baş­ rakla doldurulurdu. lran'da 1 2. ve 1 3. yüzyıllarda üretilen bir seramik
sahne oldu. Haçlı seferleri sırasında bölgenin bazı kesimlerinde kuru­ kaldıran Mehdilerin sürekli ortaya çıkmasına yol açmıştır. Böyle bek­ türü de mine olarak bilinir. Parça önce açık renkli, neredeyse beyaz
lan Haçlı devletleri Müslümanların (Memlüklar, Eyyubiler ve diğerleri) lentiler en keskin biçimiyle halk inanışlarında görülür. bir sırla kaplanırdı. Mavi ve yeşil motif detaylarının sıriçi tekniğiyle iş­
·
üstün gücü karşısında ancak kısa bir süre ayakta kalabildi. Son direniş Meneviş Kumaş ve kağıt bezemede oynak (dalgalı) efektler. lenmesinden sonra, yüksek bir sıcaklıkta fırınlanırdı. Bu katmana sırüs­
noktalarından Antakya l 268'de, Trablusşam (Lübnan) l 289'da ve Ak­ Mescit (Cami) tü boyaların katılmasıyla, neredeyse kitap tezhiplerini (minyatür) hatır­
ka 1 29 1 'de düştü. Mesire Açık ve geniş gezinti yeri. Kentlerin içindeki böyle yerler ge­ latan çok renkli bir bezeme elde edilirdi. Bazen motifler dönemin lüks

nellikle ortaçağ surlarının yıkılmasıyla ortaya çıkmışlardır. kumaşları model alınarak, bir eksenin çevresine simetrik olarak işle­
M Mesvar Endülüs saraylarından haftanın birkaç gününde halkın huzu­ nirdi. Renkli boyayı sabitlemek üzere, seramik çok düşük bir sıcaklık­
Madalyon içinde düz· ya da kabartma resim veya bezeme motifi bu­ runda hukuki meselelerin görüşüldüğü salon. ta ikinci kez fırınlama işleminden geçirilirdi.
lunan daire ya da elips biçimli çerçeve. Metal sırlama Irak ve Mısır'da 7.-8. yüzyıllarda cam bezemesi için Minyatür Özgün anlamıyla, yazmalarda kitabın bir sayfasına eklenen
Magribi Batı lslam ülkelerinde geliştirilmiş Küfı yazısı biçimi (hat sa­ geliştirilen bir teknik. 9. yüzyılda Mezopotamya'da seramiklere işlen­ ya da tekil bir görsel malzeme olarak metnin arasına konan figürlü kü­
natı). mek üzere benimsendi. Metal sır metal alaşımlardan elde edilir; daha çük kompozisyon. Terim metal, cam, fildişi, seramik gibi uygulamalı
Mahfil Ana odayla bağlantılı küçük ve penceresiz bir girinti. önce fırınlanmış seramiklere düşürülmüş sıcaklık ortamında sırüstü sanat ürünlerinin yüzeylerine işlenen kompozisyonlar için de kullanı­
Maksure Cuma camilerinde hükümdar için bir ahşap perde ya da renkler olarak uygulanır. Boya düşük sıcaklıktaki ikinci bir fırınlama lır. Minyatür resim lslam dünyasında 1 1 . yüzyıldan itibaren kökleşen
parmaklıkla ana mekandan ayrılmış bölme. Genellikle mihrabın yakı­ (600-900°C) işlemiyle sabitlenir. Renk bileşenleri olan bakır, altın, gü­ bir sanattır. Ancak, yakın dönemde Yemen'in Sana kentinde bulunan
nında yer alır. müş ve platin öğütülür ve çeşitli katkı maddeleriyle karıştırıldıktan ve mimari resimler içeren Kuran yazmasına ait parçalar tasvire dönük
Malikilik (Mezhep) sonra üç gün boyunca fırınlanır. Metal sırlı seramiklerin ayırıcı özelli­ kitap resimlerinin en azından 8. yüzyıl başlarına inen bir geçmişi oldu­
Mazgal Kale duvarında iç tarafı geniş, dış tarafı dar gedik. Savunma ği yanardöner yüzeydir. Bütün İslam dünyasında her dönemde başvu­ ğunu kanıtlamıştır. Minyatürün gelişmesiyle birlikte lslam dünyasının
sırasında silah kullanmaya ve zift ya da yağ dökmeye yarar. rulan bu teknik Mezopotamya'da 9.- 1 O. yüzyıllarda, Mısır'da 9.- 1 1 . bütün merkezlerinde ortaya çıkan resimli yazmalarda dinsel temala-

626 SÖ Z L Ü K
rın yanı sıra saray yaşamını ve hatta bazen günlük yaşamı yansıtan Müslüman lslam dinine bağlı kişi. Müslüman olmanın beş şartı keli­ Rahle Okumak için üstüne Kuran y a da başka kitaplar konan, bazıla­
olaylar işlenmiiştir. me-i şahadet, namaz, zekat, oruç ve hacdır. rı açılıp kapanabilir küçük ve alçak masa. Ahşaptan yapılan rahleler
Molla lslam dünyasında mevleviyet aşamasına yükselmiş din alimleri­ Müvelled Endülüs'te, lslam dinine dönmüş lspanyol kökenli Hıristi­ oymalı süslerin yanı sıra fildişi ya da metal kakmalarla bezenirdi.
ne ve büyük kadılara verilen unvan. yanların çocuklarına verilen ad. Reconquista (lsp.) Hıristiyanların 7 1 1 'den sonra Arap işgali altına gi­
Moriskolar lspanya'da 1 492'den sonra zorla Hıristiyanlığa döndürü­ ren lber Yarımadası topraklarını geri alma süreci. Gırnata'nın 1 492'de
len, ama vaftiz olmakla birlikte genellikle lslam inançlarını gizlice sür­ N Kastilya ve Aragon kuvvetlerince ele geçirilmesiyle son buldu.
düren Müslümanlar. 1 7. yüzyılda lspanya'dan sürülünce, çoğunlukla Nakşibendilik Bahaeddin (ö. 1 389) tarafından Orta Asya'da kurulan Revak Kemerlerle birbirine bağlanmış kolonlar ya da payandalar üs­
Kuzey Afrika'ya, ayrıca Osmanlı imparatorluğu ve Fransa'ya göç etti­ ve zamanla Ortadoğu'nun geniş bir alanına yayılan tasavvufi tarikat. tünde duran üstü örtülü galeri. Genellikle cami avlusunu çevreleyen
ler. Nal biçimli kemer (Kemer, 2.) bu yapı bazen birkaç katlı da olabilir. Tasarıma canlılık katmak üzere
Mozaik lslak bir harç yatağına döşenmiş renkli taş, mermer, cam ya Neshi (Hat sanatı) duvarlara işlenen kapalı revakların yük taşıyıcı bir işlevi yoktur.
da sırlı, pişmiş kil unsurlarından oluşan manzaralı ya da süslü resim ya Nestalik (Hat sanatı) Revaklı giriş Bir yapının girişini oluşturan sıra sütunlu ve üstü örtü­
da desen. Zeminleri, duvarları, tonozları, ve kubbeleri bezemek için Nispet Doğu adlarında sanatçının ya da ailesinin memleketini, sanat­ lü kısım.
kullanılır. Renkli unsurları kaynaştırarak yüzeyleri bezeme düşüncesi sal tarzı veya eserin üretimine sanatçı rolünü belirten lakap. lşbölü­ Reyhani (Hat sanatı)
tarihin çok erken bir aşamasında ortaya çıkmıştır. Roma ve Bizans müne dayanan uygulamalı sanat ürünlerinde önemli bilgiler sağlar. Ribat İslam dünyasının sınır boylarında kurulan dergaha benzer tah­
dönemleri mozaik sanatının doruğu olarak kabul edilir. lslam dünya­ kimli yapı. Bu kurumlarda cihat savaşçıları sıkı bir askeri eğitim görür­
sında da bu sanata çok büyük değer verildi ve hatta mozaikler üret­ o ken, ibadet ve tefekkürle manevi gelişim fırsatını da bulurdu.
mek üzere Bizans lmparatorluğu'ndan birçok kez sanatçılar getirtildi. Oluk Bir kolon, sütun ya da duvar ayağının gövdesi boyunca dikey Rokoko Avrupa'da 1 8. yüzyılda gelişen ve aşırı gösterişli, asimetrik,
Mozarabe (İsp., Arap. mustarib, "Araplaşmış") Ortaçağ İspanya'sın­ olarak uzanan içbükey yiv. Oluklar keskin sırtlarla (kenarlar) bitişebi­ zengin bezemelerle ayırt edilen sanat üslubu. Ana bezeme renkleri al­
da, 7 1 l 'deki Arap fethinden sonra lslam yönetimi altında yaşayan ve lecekleri gibi, ağ örgülerle ayrılabilirler. tın sarısı, mat açık mavi ve soluk pembedir.
zimmi statüsünden yararlanan Roma-Vizigot kökenli Hıristiyanlara ve­
rilen ad. p s
Mudejar (lsp., kökeni Arap. müdeccen, "ehlileştirilmiş") Hıristiyan­ Palmiye hasırı Simetrik düzen içindeki palmiye yaprağı motiflerin­ Safeviye Şeyh Safı ( 1 252- 1 334) tarafından kurulan ve esas olarak
ların lber Yarımadası'nı geri almasından sonra, vergi ödeme karşılığın­ den oluşan süs biçimi. Kökeni arkaik Yunan sanatına kadar iner. lslam Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Suriye'deki Türkmenler arasında des­
da lspanya'da kalmalarına izin verilen Müslümanlara verilen ad. döneminde, 1 3. yüzyıldaki Moğol istilasının ardından benzersiz palmi­ tek bulan tarikat. Önderlerinden lsmail'in (ö. 1 524) lran şahı olmasın­
Muhakkak (Hat sanatı, 4.) ye hasırı biçimleri yaratıldı. Bu süslerde Çin nilüfer motiflerinin çatış­ dan sonra, Safeviler ( 1 50 1 - 1 722) iktidara hakim oldu.
Muharrem Müslüman hicri takviminin birinci ayı. Ali'nin oğulların­ ması ve kaynaşması gittikçe önem kazandı. Sahın lslam cami mimarisinde, asıl ibadet mekanı. Büyük camilerde
dan Hüseyin'in Kerbela'da öldürülmesine denk düştüğü için Şiilerce Pano Epigrafik, geometrik, figürlü ya da çiçekli bezemeler işlenmiş orta kubbenin altındaki bölüme orta sahın, yan kubbelerin altındaki
matem ayı olarak kabul edilir ve ayın başından itibaren 1 3 gün boyun­ ahşap ya da başka malzemeden levha. bölümlere yan sahın denir.
ca törenler düzenlenir. Pano düzeni Çeşitli levhalardan oluşan ahşap duvar döşemesi. Sanduka Naaşı başka yerde (Osmanlı defin mimarisinde mahzen ka­
Mukarnas Bir köşe kemerinin kademeli biçimde bir dizi niş/minyatür Papirüs Nil deltasında yetişen aynı adlı bir bitkinin saplarından yapı­ tında) gömülü ya da kayıp olan kişi için yapılmış içi boş mezar yapısı.
köşe kemerine bölünmesiyle ortaya çıkan bölmeli yapı. Mukarnas be­ lan ve Mısır hükümdarlarının konuşmalarını kayda geçirmek için yazı Sandukalı tonoz (Tonoz, 3.)
zeme birçok değişik geometrik bölmeler barındırabilir ve çeşitli malzemesi olarak kullanılan tabaka. Sap şeritleri çapraz sıralı katman­ Saray Hükümdarların oturduğu büyük yapı. Saltanat makamı, hane­
üçboyutlu bezeme biçimlerine bürünebilir. Mukarnas tonoz tamamen lar halinde üst üste konur ve ardından sıkıştırılırdı. Ortaya çıkan ince dan ailesi ve yakın yönetim çevresi anlamında da kullanılır.
bezeme amaçlıdır ve hiçbir yük taşıyıcı işlevi yoktur. Mukarnas tono­ tabaka perdahlanırdı. Sarı-beyaz renkteki bu malzeme özellikle değer­ Sarkıtlı kemer (Kemer, 6.)
zun bir alt grubu olan sarkıtlı tonoz, sarkıtlı süsleme izlenimini verir; li yazmalar ve parşömen ruloları için kullanıldığında kimi zaman boya­ Sarkıtlı tonoz (Mukarnas)
çünkü burada alçı sıva ya da taştan mukarnas biçimler buz saçağına nırdı. Papirüs antik çağ sonlarından itibaren gittikçe yerini kağıda bı­ Savatlama Metal (örneğin gümüş, pirinç) levhaya kazınmış hatlara
benzer ve asılı yapılar halindedir. Mukarnas süslemeler mimaride ser­ raktı. ve oluklara kurşun, boraks, bakır, sülfür ve gümüş karışımının doldu­
best bir yaklaşımla kubbelerde, taçkapılarda, mihraplarda, sütun başlık­ Parmaklık Bir duvar tepeliğini destekleyen metal parmak sırası. Rö­ rulmasına ve daha sonra perdahlanmasına dayanan bezeme tekniği.
larında ve bezeme yüzeylerinde, ayrıca diğer sanat ve zanaat dalların­ nesans ve Barok dönemlerinde esas olarak tırabzanlar, balkonlar, te­ Geçmişi antik çağa kadar iner. lslam sanatında esas olarak metal işle­
da kullanılır ve bunun için birçok değişik malzemeye başvurulur. raslar için ve çatı kaidesinde kullanılırdı. rini süslemek için kullanılırdı.
Mulay Magrip ve Endülüs'te, esas olarak veliler ve tasavvuf şeyhleri, Paşa Osmanlı döneminde yüksek rütbeli askeri ve idari görevlilere Sebka (Arap.) Bitişik eşkenar dikdörtgenlerden oluşan ve Endülüs
ayrıca soyağaçları Peygamber Muhammed'e kadar inen hanedanlar verilen unvan. mimarisinde bezeme unsuru olarak kullanılan süslü yüzey.
için kullanılan onursal unvan. Pencere bacası Pencerelerin yukarısında genellikle resimli bir beze­ Seladon Yeşimi anıştıran açık yeşil renkte sırla kaplanmış Çin porse­
Murabıt Kuzey Afrika'da ribat denen tahkimli yerleşmelerde dinsel menin bulunduğu yarım daire hilal biçimli pano. leni. Bu sırlama tekniği ilk kez Doğu Asya'da seramikler için geliştiril­
ibadetle birlikte askeri görevleri olan dindar kişi. Bağdat'taki Abbasi Perde duvarı Kale ya da hisar surlarında, iki burç arasında kalan du- di ve Ming hanedanı döneminde ( 1 279- 1 664) porselen üreticilerince
halifesinin egemenliğini resmen tanıyan Berberi hanedanı Murabıtların var. benimsendi. Seladonlarda sırlama işlemi yüksek sıcaklıklardaki ( l 200-
( 1 06 1 - 1 1 47) adı buradan gelir. Afrika'nın kuzey ve başka kesimlerin­ Pervaz Kemerli bir duvar aralığının kavisli kısmını çepeçevre saran l 2500C) bir indirgeyici ortamda yapılır. Yeşil renk, demirli oksitlerin
de yerel şifacılara ve dervişlere hala murabıt denir. bezemeli kalıp. eklenmesiyle sağlanır. Dengeli bir ton elde etmek için, sır dokuz kat
Musalla Topluca namaz kılınan, etrafı çevrili ve kıble duvarlı açık Piştak (Fars.) Bir kale ya da caminin anıtsal ana girişi. Bu tür taçka­ halinde püskürtülüp sıvanır. İslam dünyasının seramik sanatı merkez­
alan. Cenaze namazı kılınan yer de halk arasında musalla olarak anılır. pıların ayırıcı özelliği eyvanın önündeki yüksek kemerdir. lerinde, renk ve bazen şekil bakımından seladona benzer çanak çöm­
Mutezile lslam'ın ilk kelam okulu. Basra ve Bağdat'ta ortaya çıktı, 9. lekler 1 2. yüzyıl sonlarında ve 1 3 . yüzyıl başlarında üretilmeye başla­
yüzyılda etkili bir konuma ulaştı. Dinin esaslarının akıl yoluyla kavra­ R dı. fznik'te 1 6. yüzyıl başlarında kapların iç kısımlarını seladon renkle­
manın, açıklamanın ve doğrulamanın mümkün olduğunu savunan Mu­ Raca Hint hükümdarlarına verilen unvan. riyle boyama tekniği geliştirildi.
tezile öğretisinin merkezinde sıkı bir tevhid anlayışı, Allah'ın insan sı­ Racputlar Kuzey Hindistan'da ortaya çıkan ve zamanla Nepal'e ka­ Selefıye lslam dünyasında 1 8.- 1 9. yüzyıllarda gelişen ve geçerli kay­
fatlarla tanımlanmasına karşı çıkış, Allah'ın adaletine inanç, Kuran'ın dar yayılan savaşçı kastın mensupları. Racput soylularının 1 O. yüzyılda naklara, yani Kuran ve sünnete doğrudan başvurarak, din, devlet ve
yaratıldığı görüşü, insanın irade özgürlüğü vardır, her türlü kader öğ­ kurduğu bir dizi krallık Kuzey Hindistan'ın tarih ve kültürüne yön ver­ toplumu yenilemek ya da "arındırmak" üzere lslam'ın saf köklerine,
retisine karşı çıkar. di. Daha sonraları Babürlü hükümdarlarına büyük ölçüde sadık kalan seleflerin gelenek ve ilkelerine dönüşü savunan reform akımı. Bu akı­
Müezzin Namaz vakitlerini bildirmek için cami minaresinden ezan Racputlar komutan ve eyalet valisi olarak hizmet verdiler. ma göre, evliya kültü, batıni uygulamalar, mucizeye ve büyüye inanç
okuyan din görevlisi. yozlaştırıcı etkiler ve kabul edilemez hurafelerdi. En tanınmış Selefıye

S Ö ZLÜK 627
manlı padişah adlarının başına da genellikle sultan sanı eklenir. Padi­ Şiilik Hz. Muhammed'in amca oğlu ve damadı Ali'yi ilk halife sayan ve

1 1 şah çocukları, eşleri ve anneleri anılırken aynı san addan sonra gelir. imamlık makamının onun soyundan gelenlere ait olduğunu savunan İs­
""' / Sure (Kuran) lam mezhebi. Şiiler son imamın "gaipte" olduğuna ve ahir zamanda
Sülüs (Hat sanatı, 2) dünyaya döneceğine inanır. Şiiliğin Beş İmamcılar (Zeydiler), Yedi
Sünnet Peygamber Muhammed'in hadislerle aktarılan ve uyulması ge­ İmamcılar (lsmaililer) On iki İmamcılar (/mamiye) gibi kolları vardır.
reken davranışları ve sözleri. Kuran'a göre, sünnet İslam hukukunun
ikinci kaynağıdır. Hariciliğe ve Şiiliğe karşı çıkma temelinde 800 dolay­ T
larında ortaya çıkan ve günümüzde Müslümanların çoğunluğunun bağ­ T biçimli plan/düzen Özellikle Suriye, Kuzey Afrika ve Endülüs ca­
l ı olduğu Sünnilik kolunun adı "ehli sünnet ve'l-cemaat" ibaresinden mi mimarisinde, namaz bölmesinin mihraba doğru uzanan derinlik ek­
gelir. senine ağırlık verilir. Kıble duvarına paralel uzanan bir çapraz sahın ve
bununla dik açı oluşturan bir ana geçit bir T yaratır. Diğer geçitler­
Dor başlığı İyon başlığı
ş den daha yüksek olan ana geçit, çoğu kez ilave kubbelerle ve beze­
Şadırvan Bir cami avlusunda veya bir saray ya da köşkün ana salo­ melerle vurgulanır.
nunda bulunan, çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskıyeden Takke Mimaride, bir nişin tonozlu bölümü gibi küresel kesitlere ve­
su akan kubbeli ya da üstü açık havuz. rilen ad.
Şah Ahameniş ve Sasani dönemlerinden beri kullanılan İran hüküm­ Talar Bir yapının girişi üstünde ve bazen bir divanhanenin önünde
darlık unvanı. yer alan kolonlu teras. Saray mimarisinde kullanılan bu düzenin kök­
Şakayık Çin sanatında çiçekleri motif olarak kullanılan süs bitkisi. leri İ ran ya da Yakındoğu konut yapısına dayanır.
Geçmişinin 6. yüzyıla kadar inmesine karşın, bu motif 1 4. yüzyılda Çin Tambur Kubbe kaidesi veya kasnağı.
porselen bezemeleriyle doruğa ulaştı. İslam ülkelerinde şakayık ve ni­ Tanzimat Esas olarak idarede merkezileşmeyi ve verimli işleyişi
lüfer gibi Çin bezeme motifleri serbest ve stilize biçimlerle 1 5. yüzyıl amaçlayan 1 9. yüzyıl Osmanlı reformları. Avrupa ilkelerini ve bilgi bi­
sonlarında kullanılmaya başladı. Bezemelerde şakayık tekil bir motif rikimini seçici bir tarzda benimseyerek, ordu, idare, yargı ve eğitimi
Korent başlığı Bileşik başlık
olarak veya saplarından bağlanmış çiçeklerin filiz dalgaları ya da halka­ dönüştürmeye yönelikti. Tanzimat'a damgasını vuran dönemeçler
lı biçimler yarattığı bir şerit motif olarak kullanılabilir. 1 839 ve 1 856 tarihli iki ferman ile 1 876'da çıkarılan anayasaydı.
temsilcileri İranlı Cemaleddin Afgani ( 1 839- 1 897) ve Mısırlı din alimi Şaprak Görkemli biçimde bezenmiş eyer örtüsü. Özellikle Osmanlı Tasavvuf Kökleri 7.-8. yüzyıllara inen ve Allah'a manevi yoldan ulaş­
Muhammed Abduh'tu ( 1 849- 1 905). ve Hint sanatında yaygın olarak görülen bir unsurdur. Şapraklı atların maya çalışan İslam mistisizmi. Mutasavvıfların ezici çoğunluğu şeriatı
Selsebil Teraslı bahçelerde, içi oyulmuş basamaklardan suyun çağıl­ çok ince ayrıntılarla resmedildiği 1 6.- 1 9. yüzyıl minyatürleri, ordula­ ve lslam'ın beş şartını kabul etmekle birlikte, içsel arınmayı, yani batı­
dayarak aktığı mermer oluk. Canlı biçimde akan su tatlı bir şırıltı se­ rın ihtişamına ilişkin çarpıcı bir döküm sunar. ni bilgiye erişme yolunu ("marifet") "zahiri" vecibeleri yerine getir­
si çıkarırdı. lslam mitolojisinde, selsebil cennetteki pınarlardan birinin Şehname İranlı şair Firdevsi'nin manzum destanı. Gazneli Hüküm­ mekten daha önemli sayar.
adıdır (Kuran 76: 1 8). darı Mahmud' un (998- 1 O 1 3) sarayında 1 000 dolaylarında yazılan bu Taziye Ali'nin oğlu Hüseyin'in 680'de Kerbela'da Emevi askerlerince
Seyyid Peygamber Muhammed'in soyundan gelenlere verilen onur­ eserde, şair mitolojik ve tarihsel dönemlerdeki İ ran hükümdarlarının katledilmesini konu alan Şii tiyatro oyunu ve bu gösterinin sunulduğu
sal unvan. Daha dar anlamda Ali ile Fatma'nın iki oğlu Hasan ve Hü­ hayatlarını ve başardıkları işleri çoğu kez abartılı ya da romantik bi­ yapı. Şiilerin matem ayı Muharrem'de düzenlenen bu tür törenler ku­
seyin'in soyundan gelmeyi belirtir. Ama bu unvan tasavvuf şeyhleri, çimde yüceltici bir üslupla anlatır. Şehname her şeyden önce modern maş, mücevher, resim, müzik ve sinema gibi farklı sanat dallarını etki­
veliler ve seçkin kelam bilginleri için de kullanılır. Farsça'nın tarihsel bir edebiyat anıtı olarak büyük önem taşır. Bazıla­ lemiştir.
Sıcaklık lslam hamamlarında banyonun yapıldığı asıl bölme. Saray ha­ rı sözlü aktarımlara göre kaleme alınmış eski yazılı kaynaklara daya­ Tektonik Yerkabuğunun yapısını ve hareketlerini inceleyen bilim da­
mamlarının görkemli biçimde bezenen bu bölmelerinde kimi zaman nır. Destan çevriminden alınma motifler 1 2. yüzyıldan itibaren İran lı. Mecazi anlamda, özellikle mimaride sanat eserlerinin yapısal analizi
hükümdarlar şenlik vesileleriyle konuklarını bile ağırlardı. seramiklerini bezemek için kullanılmış ve 1 4. yüzyıldan itibaren de için de kullanılır. Bu durumda eksiksiz bir eseri yaratmak üzere hare-
Sıraltı boyama Fırınlama ve sırlama işlemlerinden önce seramikle­ İ ran saray sanatını yansıtıcı çok sayıda minyatür içeren Şehname yaz­
Mukarnas alçı sıvalı köşe kemeri kubbesi
ri boyama tekniği. Daha sonra renkli, ama saydam bir sır çekilir. maları yaratılmıştır. En değerli yazmalar Safevi döneminden kalmadır.
Sıriçi boyama Sırlanmış ya da kil çamuruyla sıvanmış, ama henüz fı­ Metal işlerinde, kumaşlarda, halılarda ve hatta mimari bezemelerde
rınlanmamış olan kuru seramiğe boya sürme tekniği. Boyanın rengi fı­ de destana göndermeler sürekli karşımıza çıkar.
rınlama işlemi sırasında sırın içine gömülür ve böylece sabitleşir. Şemsiye kubbe (Kubbe, 3.)
Sırüstü bezeme Seramik sanatında fırınlanmış sırın üstüne boyanın Şemsiye yaprağı Konturları açık bir şemsiye biçiminde olan beze­
sürülmesine ve daha sonra düşük sıcaklıkta yeniden fırınlanmasına da­ me unsuru. Kökeni Mısır papirüs motif repertuarına dayanır. İslam sa­
yanan teknik. natında sadece Memluk dönemindeki Mısır halı deseninde görülür. İs­
Silme Duvardan dışarıya çıkıntı yapan ve bir yapının yatay kesimleri­ lam öncesi bezeme süslerinin dar bir yerel çevrede varlığını sürdür­
ni birbirine bağlayan yatay şerit. düğünü gösteren örneklerden biridir.
Sivri kemer (Kemer, A.) Şerefe Minarede ezanın okunduğu yer. Özellikle Osmanlı mimarisin­
Sivri uçlu kemer (Kemer, 3.) de, birkaç kat halinde yapılan ve zengin biçimde bezenen bir yapısal
Somaki Kızıl ya da yeşil renkte, damarlı ve çok sert bir mermer tü­ unsurdur.
rü. Emperyal bir yapı ve bezeme malzemesi sayılır. Gerek antik çağ­ Şeriat Kuran ve sünnet buyruklarına dayanan İslami hukuk ve ahlak
da, gerekse Bizans döneminde insan büstü, lahit ve mimari unsur ya­ düzeni. Müslümanların hayatında bireysel din vecibelerinden temizli­
pımında kullanılırdı. Perdahlama işlemi ışıltılı bir görünüm almasını ğe, aile yaşamından devlet ve toplum yapısına kadar uzanan bütün
sağlar. Akdeniz bölgesinin İslam mimarisinde eski yapılardan kolon gi­ veçhelere ve alanlara yön verir. Şeriat ilahi yasa sayılır; dolayısıyla in­
bi somaki unsurlar sökülüp yeniden kullanılmıştır. san eseri olan fıkıhtan farklı olarak, dokunulmaz ve tartışılmaz bir ni­
Sultan Müslüman, özellikle Sünni hükümdarlara verilen unvan. Hali­ telik taşır.
fenin merkezi denetimi altında olmayan hükümdarlara sultan diye hi­ Şerif İslam öncesi dönemde, soyluluğu ve seçkin karakteri belirten
tap etmek 1 O. yüzyılda gelenekleşti. Bu unvan ancak 1 1. yüzyılda Türk bir terim. İslam'dan sonra soyağacı Hz. Muhammed ve ailesine (ehli
hanedanı Selçuklularca benimsendikten sonra resmen tanındı. Os- beyt) dayanan erkeklerin kullandığı bir san haline geldi.

628 SÖ ZLÜK
hürde, nakkaşhane modellerinin üslubuna uyulur ve hatlar iç içe geç­ Yeşil somaki içindeki taşların açılı parçalarından dolayı canlı bir
miş bitki motifleriyle zenginleştirilirdi. renk taşıyan yeşil mermer. Bu malzemeden yapılmış nesneler perdah­
Türbe Ünlü bir kişi için yapılmış anıtsal mezar. Genellikle bir vakıf landığında daha da değerliymiş gibi görünür.
külliyesinin parçası olan türbeye, yapı topluluğunun kurucusu ve ya­ Yonca yaprağı düzenlemesi Dinsel mimaride, sahın kolları ana
kın aile mensupları gömülür. geçidin apsisine denk düşen apsislerde son bulur; bu düzenleme bir
Türk üçgeni Kare kaideden kubbeye geçişi sağlayan elmas kesimi bi­ yonca yaprağı biçimi izlenimini yaratır. Tasarım ilk kez Bizans döne­
çimli yapı unsuru. Sadece Anadolu Selçuklu ve erken dönem Osman­ minde geliştirilmiştir.
lı mimarisinde görülür. Yurt Orta Asya göçebelerinin kullandığı yuvarlak çadır. Keçeyle ör­
tülü ahşap kafesle kurulduğu için, kışın bile oturmaya elverişliydi. içi
u halılarla döşenir ve sanat eserleriyle bezenirdi. Halılarla ayrılmış bir­
Ulema lslam'da din ve fıkıh bilginleri. Geleneklere ilişkin bilgi biri­ kaç bölmeyi barındırırdı.
kimlerinden dolayı, dinsel ilkelere uyulmasına ve gereklerinin yerine Yuvarlak kemer (Kemer, 1 .)
getirilmesini sağlamaktan sorumlu sayılırlar. Geçmişte ve günümüzde
Zaragoza'daki Alccizar'ın çok-merkezli kemerleri
şeriatın geçerli olduğu lslam ülkelerinde, ulemanın yönetimde önem­ z
li bir ağırlığı olmuştur. Zaviye Küçük derviş tekkesi. içinde yaşayan din adamlarının daha
ketsiz tekil parçaların inşasını konu alır. Uygulamalı sanat dallarında da sonra buraya gömülmesi nedeniyle, zaviyeler çoğu kez ziyaretgiihlara
sanat eserlerinin monte edilişini incelemeye tektonik denir. Ü dönüşürdü.
Tempera boyama Suyla karışan, ama bağlayıcı maddelerin (yağ, yu­ Üçgen dolgu Mimaride, bir kemerin yanlarındaki üçgen yüzey. Re­ Zımmi İslam'da, "ehli kitap" olarak can ve mal güvenlikleri koruma

murta, bal, zamk) eklenmesinden dolayı suda çözülmeyen boyaları vaklarda iki kemer arasında kalan alana da üçgen dolgu denir. Asma altına alınmış Hıristiyan ve Yahudi uyruklar. Kendi dinlerine göre iba­
kullanma tekniği. Pigmentleri bağlayıcı madde olarak yumurta sarısı­ üçgen dolgular kubbeye bağlanan kısmi tonozlardır. det etmelerine izin verilmekle birlikte, cizye ödeme, ayrı giyim kuşam
nın kullanılması özellikle parlak renk efektleri yaratır. Ümmet lslam'da, din kardeşliği ve Peygamber Muhammed'e bağlılık ve toplumsal kısıtlamalar gibi bazı ayrımlara tabi tutulurlar.
Teokrasi Sosyal düzen standartlarının dine göre belirlendiği yönetim temelinde birleşmiş topluluk. Kökeni Medine'de bir "sözleşme"yle Ziggurat Geçmişi lö 2050'1ere inen antik Ortadoğu kulesi. Basa­

biçimi. Bu durumda hükümdar Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi sayı­ kurulan düzene dayanır. Yaşam biçimi, kuralları, dünya görüşü ve kül­ maklar halinde yükselen bir dizi kattan oluşur. Samarra'da Halife Mü­
lır. türü, inanca göre belirlenmiş evrensel bir örgütlenmeyi ifade eder. tevekkil'in yaptırdığı 847 ve 86 1 tarihli iki caminin sarmal minareleri­
Tezhip lslam dünyasında başta Kuran olmak üzere yazma kitap, hat nin ilham kaynağı olduğu söylenir. Ne var ki, hem biçimsel yapı hem
levhası ve tuğra gibi eserlere altın tozu ve boyayla işlenen her türlü v de tekil unsurların orantıları bakımından görülen büyük farklılıklar ne­
bezeme. Tezhipte figürlü motiflerin yanı sıra birçok değişik bitkisel, Valide Osmanlı padişahının annesi. Haremde en yüksek statüyü ta­ deniyle bu sav tartışmalıdır.
epigrafik ve soyut motif kullanılır. Bu işi yapan sanatçıya "müzehhip" şırdı. Ziyade Bir caminin asıl yapısı ile çevresindeki dış duvarlar arasında

denir. Yazmaları hazırlama sürecinde, hattat ve müzehhibin sayfaları Vehhabilik Katışıksız lslam'a dönüşü savunan Muhammed bin Ab­ kalan avlu.
uygun biçimde ayırarak sıkı bir işbirliği yapması gerekir. Çoğu kez ça­ dülvehhab'ın ( 1 703- 1 792), kurduğu lslam mezhebi. Çok sayıda halk
lışmaya hattat başlar ve böylece yazısıyla sayfa tasarımının düzenini inanışını kapsayan bütün "yeniliklere" karşı çıkan Vehhabiliğin katı öğ­
belirler. retileri kısa sürede bütün Arap Yarımadası'na yayıldı. Suudi haneda­

Tezyin lslam sanatında soyut, bitkisel, figürlü ya da hat sanatına da­ nıyla kurduğu ittifaktan dolayı, Abdülvehhab bugünkü Suudi Arabis­
yalı motiflerin kullanıldığı yüzey süslemesi. Bu süsler bütünsel bir be­ tan'ın da manevi babası sayılır.
zeme alanı yaratır. Bütün süs biçimlerinin kullanılmasına karşın, hat Vezir lslam ülkelerinde çeşitli üst idari makamlarda bulunan görevli­

yazıları belirgin biçimde öne çıkar ve figürler daha az önem taşır. lere verilen unvan. Vezirlik makamı Abbasi döneminde ilk kez halife
Tiraz Kumaşlarda nakışlı bezeme şeridi. Bu bezemenin yer aldığı ku­ danışmanlığı olarak ortaya çıktı. Yetkilerinin gittikçe artması sonucun­
maşlar da aynı adla anılır. Armağan olarak verilecek giysilerin yapıldı­ da geniş bir imparatorluğun idaresinden sorumlu bir yapı kazandı.
ğı kumaşlara halife ya da hükümdar adının tiraz halinde işlenmesi 8. Vinyet Yazmaların kenarlarına eklenmiş asma filizi motiflerinden olu­
Hasan Paşa Türbesi, Türkiye

yüzyılda başladı. Bazen Kuran'dan alınma metinler de tiraz olarak kul­ şan bezeme deseni. Genellikle kitap tezhibinde çoğu kez figürlü tasvir­
lanılırdı. lslam ülkelerinde tiraz üretimi saray tarafından düzenlenir ve ler de içeren küçük süsler olarak kullanılır.
çoğu kez saltanat sarayı içinde atölyelerde yürütülürdü. Her seferin­
de binlerce giysinin armağan olarak dağıtılması nedeniyle, düzenli iş­ y

leyen bir saray tiraz endüstrisi vardı. Yalak Bir bezeme aracı olarak duvara gömülmüş seramik kase ya da

Tonoz Bir yapının üstünü örten ve genellikle kama biçimli taşlardan tekne. Endülüs sonrası dönemin Mudejar mimarisinde sıklıkla kullanılan
oluşan kemerli tavan. Kubbeden farklı olarak, uzun yapılar üzerinde de bir unsurdur. ltalyan saraylarının dış kısımlarını bezemek için 1 1 .- 1 2.
inşa edilebilir. Kemerin ağırlığını duvar ya da payanda gibi destekler yüzyıllardan kalma Mısır seramiklerinin ve 14.- 1 5. yüzyıllardan kalma ls­
taşır. Özellikle lslam dünyası göz önünde tutularak seçilmiş bazı to­ panyol seramiklerinin kullanılmış olması Mısır ve lspanyol seramik sa­
noz örnekleri şunlardır: 1 . Beşik (tünel) tonoz: Yarım daire ya da siv­ natının gördüğü itibarı açıkça yansıtır.
ri kemer kesitli tavan. 2. Çapraz (kesişmeli) tonoz: İki beşik tonozun Yarma taş Kolay yontulan yapı taşı. Kabaca kesilen ocak taşının kar­

kesişmesinden oluşan tavan. 3. Sandukalı tonoz: Dar uçlarda içbükey şıtıdır.


yanaklarla son bulan beşik tonoz. 4. Mukamas tonoz. 5. Sarkıtlı tonoz Yasa Moğol önderi Cengiz Han'ın ( 1 1 55- 1 227) kurduğu düzen. Bir

(mukarnas) 6. Dirsekli (yapay) tonoz: Yatay eklemlerle üst üste yer­ davranış kuralları derlemesidir. Ortaya çıkışı muhtemelen 1 3. yüzyıl
leştirilmiş çıkıntılı taş dizileriyle oluşturulmuş tavan. Bir yükün uygu­ başlarına iner.
lanması (ağır taşların üstte yer alması) duvarlı yapının çökmesini ön­ Yeniçeri Osmanlı daimi ordusunu oluşturan kapıkulu ocaklarının en

ler. seçkin sınıfına mensup piyade asker. Sadece devşirme sistemiyle as­
Tuğra Osmanlı padişahlarının imza yerine kullandıkları özel biçimli ker alınan bu ocak doğrudan padişaha bağlıydı. 1 9. yüzyıl başlarında
ve sanatsal incelikli işaret. içindeki padişah adına bir zafer ibaresi eş­ Avrupa tarzı bir ordunun yaratıldığı Tanzimat reformları sırasında da­
lik ederdi. Resmi evrakları tasdik etmek için kullanılan bu kişisel mü- ğıtıldı.

S Ö ZLÜK 629
Alaeddin Keykubad 1, Selçuklu sultanı Alicante* 228, 2S2 La Rabita, Aristoteles, Historia animalium 1 99

Dizin 370, 375, 378vd


Alaeddin Keykubad'ın yazlık sarayları*
Guardamar 228vd
Aljaferia, Zaragoza* 234, 236vd 245,
Arjona 252, 273
Ark, Buhara 436
Büyük Saray 376vd Beyşehir Gölü 2S6, 264 Altın Oda ya da Taht Arslan Hane Camisi, Ankara 372
376vd Saadeddin Köpek Sarayı 377 Odası 237 saray camisi 237, 258 Artuk bin Ekseb, Artuklu sultanı 380
A Adina Camisi, Pandua 459, 464 Küçük Saray 377 Trubadorlar Kulesi 237 Artuklu sarayı, Diyarbakır 202, 38 1
Abaka, ilhanlı hükümdarı 376, 392 Adiliye Medresesi l 92vd Nuriyetü'l­ Alaeddin Muhammed, Harezmşah 353, Allah Kuli Han Kervansarayı, Hive 446 Artuklu sarayı, Harput 3 8 1
Abbadiler 245, 250 Kübra Medresesi 1 92 Ömeriye 3S6 Allah Kuli Han Medresesi, Hive 446 Artuklu sarayı, Hasankeyf 3 8 1
Abbas bin Abdulmuttalib bin Haşim 9 1 Medresesi 1 92 Çakmak Medresesi Alaeddin Tekeş Türbesi 366 Allah Kuli Han Timi, Hive 446 Artuklular* 1 94, 380 Maliküs's-Salih,
Abbas 1, Safevi şahı 484, 497vd, 507, 1 93 Kaymeri Maristanı 1 93 Alaeddin Tekeş, Harezmşah 3S3 Allahabad* 465vd, 469 Şehzade sultan 3 8 1 Artuk bin Ekseb, sultan
5 1 4vd, 5 1 7, 5 1 9vd, 525vdf 532 Maristanü'l-Nuri l 92vd Nureddin Alaeddin, Guri hükümdarı 333 Hüsrev Türbesi 469 Sultan Nisar 380 Necmeddin Alpi, sultan 3 8 1
Abbas il, Safevi şahı 500, 5 1 4vd, 5 1 7 Türbesi ve Medresesi 1 92, 1 93 Alamberdar Türbesi 360vd Begüm Türbesi 469 Nasreddin Mahmud, sultan 3 8 1 , 38S
Abbas Mirza, Kaçar şehzadesi 502 Rabia Hatun Türbesi ve Medresesi Alamut, dağ kalesi 3S2 Almeria* 21 3, 2SO, 258, 268, 277 Nureddin Artuk Şah, sultan 384
Abbasiler* 26, 30vd, 37, 63, 90vd, 1 24, 1 93 Türbesi Baybars l 92vd Midan Alanya* 376, 378 hisar 376 Kızılkule Alcazaba 21 3 Cami-i Kebir 228 Asaf Cah 474
1 4 1 vd 56, 2 1 O, 2 1 5, 330, 334, 368, 1 93 376 tersane 376 Medine 2 1 3 San juan 228 Asaf Han 463, 469
377, 459, 470 Ebu'l-Abbas es-Seffah, Adudü'd-Devle, Büveyhi 90 Alarcos 2S2 Almonaster la Real* 250 Cami 250 Assuan* 1 1 7, 1 S3 kabristan 1 53
halife 90 Abbas bin Abdulmuttalib Afyonkarahisar Ulucamisi, 372 al-Asker* 334, 338 Güney Sarayı Alp Arslan, Selçuklu sultanı 348vd, 370 Astarhanlılar* 433 Süphan Kuli Han
bin Haşim 91 Mehdi, halife 90, 98 Afyonkarahisar* 372 Ulucami 372 334vd Alptigin, Gazneli hanedanının kurucusu 434
Abbasiye l 36vd, 1 45 Agadir 300, 302 Alay Dervaze. Delhi 45S, 458, 460 330 Aşir 1 46vd, 1 49, 1 6 1
Abdal Bey 526 Agdal, Marakeş 49 1 Alay Minar, Delhi 4S8 Altın Kule, Sevilla 264 Aşoka, imparator 466
Abdullah Han il, Şeybani hükümdarı Aglebiler* 93, l 30vd, l 36vd, 1 44, 1 46, Albaicin bak. Elbeycin Altın Orda* 1 70, 388, 404, 41 O Aşur� 368 saray 368
436 2 1 3 Ebu İbrahim Ahmed, emir 1 32, Albarracin 242 Toktamış, han 408, 4 1 2 Atala Camisi 458vd
Abdullah Han Medresesi, Buhara 437 1 35 Ebu ikbal, emir 1 35 lbrahim 1 al-Beyati, Basil S96 Altınboğa Camisi, Halep l 80vd Atlantes 83
Abdullah Han Timi, Buhara 441 bin el-Agleb, emir 1 30, 1 36vd Alcaiceria, Granada 297 Altınboğa el-Meridani Camisi, Attar* 508 Mantıkü't-Teyr 508
Abdullah, Endülüs Emevi emiri 2 1 4 lbrahim il, emir 1 32, l 37vd Alcazar Geni[, Granada 297 Kahire 1 85, 1 89 Attarin Medresesi, Fez 1 2S, 3 1 2
Abdullah, Golkonda Kutb şahı 483 Muhammed 1, emir 1 3S Ziyadetullah Alcazar, Cordoba 2 l 8vd Altınboğa es-Salihi, Halep valisi 1 79, Augustus, Roma imparatoru 2 1 8
Abdullah, Ürdün kralı 58 1 1, emir l 30vd, l 38vd Ziyadetullah Alcazar, jerez de la Frontera 263 181 Aurelius, Roma imparatoru 1 Ovd
Abdurrahman el-Gafıki 208 111, emir 1 37, 1 39 Alcazar, Sevilla 48, 264, 266 Amalfı* 1 6 1 Katedral 1 6 1 Autun 208
Abdurrahman 1 bin Muaviye, Endülüs Agra* 1 27, 462vd, 467, 469vd, 47S, Aleman, Roberto 280 Amargu, kale 254 Ayas 1 79
Emevi emiri 209, 2 1 2, 2 l 8vd, 22 1 , 477vd, 485, 488 Bağ-ı Nur Afşan Aleviler* 304, 3 1 7 Hasan il, Fas kralı Amasya* 3 7 1 Burmalı Minare Cami Ayasofya, lstanbul 64, 546vd, 549vd
223, 227 478 Fetihpur Camisi 480 Cuma 3 1 8 Muhammed V, Fas kralı 3 1 8, 3 7 1 Gök Medrese Camisi 3 7 1 Aynadamar Kanalı, Granada 297
Abdurrahman il, Endülüs Emevi emiri Camisi 470vd Heşt Bihişt 465, 477 S84 Mulay er-Reşid, sultan 304, Amber, kale 492 Ayşe Bibi Türbesi 359
2 1 0, 2 1 2vd, 2 1 8, 224, 227 Kaçpura Camisi 465 Saray hisarı 3 l 7vd Mulay lsmail, sultan 304, 3 1 7 Amid bak. Diyarbakır Ayşe, Peygamber'in zevcesi 26, 28vd
Abdurrahman 111, Endülüs Emevi halife­ 464vd, 467, 469, 473 Şah Burcu 467 Mulay Muhammed, sultan 304 Amir, Fatımi halifesi l S 1 Ayyuki 383, 385 Varkai/e Gülşah 383,
si 2 1 2vd, 2 1 8vd, 222, 224, 228vd, Tac Mahal 1 27, 463vd, 473vd, 479, Mulay Muhammed Abdullah, sultan Amiriler* 2 1 7Abdülmelik bin el- 385
238, 240, 243 482, 486 ltimadü'd-Devle Türbesi 3 1 8 Mulay Süleyman, sultan 304 Mansur 2 1 7, 240vd Abdurrahman Aziz, Fatımi halifesi l SO
Abdurrahman, Amiri 2 1 7 478 Alfonso 1, Aragon ve Navarra kralı 2 1 7 Mansur, hacib 2 1 6vd, 227, 230,
Abdü'l-Hüseyin bin Muhammed en- Ağa Han 30 236, 247 238 240vd, 243, 263 B
Naka 356 Ağa Muhammed Han, Kaçar şahı S02 Alfonso ili, Leon kralı 2 l 3vd Amman* 6 1 , S94 Kral Abdullah Camisi Baalbek, Lübnan 1 66
Abdülaziz, Osmanlı padişahı 543 Ahlat 384 Alfonso iV, Leon kralı 229 S94 Emevi saray 6 1 Bab Antakiye, Halep 1 75, 1 77
Abdülhak Şirazi 486 Ahmed bin Hanbel 26, 90 Alfonso VI, Leon ve Kastilya kralı Amr bin As 28, 33 Bab Hadid, Halep 1 8 1
Abdülhak, Merini sultan 300 Ahmed bin Tolun 1 l 2vd 24Svd Amr Camisi, Kahire 1 86vd, 1 89, 223 Bab Zuveyle, Kahire 1 S 1 , 1 84, 1 89
Abdülhamid il, Osmanlı padişahı 543 Ahmed el-Mansur, Sadi sultanı 303vd, Alfonso Vll, Kastilya kralı 248, 250, Anadolu Selçukluları* 349, 370 Babailik, dinsel hareket 370
Abdülheyy 426 316 268 Alaeddin Keykubad 1, sultan 370, Bab-Dukkala Camisi, Marakeş 3 1 6
Abdülkerim 479 Ahmed el-Zeki 204 Alfonso Vlll, Kastilya kralı 2S2vd, 375, 378vd Gıyaseddin Keyhüsrev 1, Babü'l-Cedid,Tunus 3 1 9
Abdüllatif, Timurlu sultanı 4 1 5 Ahmed 1, Osmanlı padişahı 203 266vd sultan 370 377 Gıyaseddin Babü'l-Fütuh, Kahire 1 S 1
Abdülmecid, Osmanlı padişahı 543 Ahmed Köprülü, sadrazam 54 1 Alfonso X, Leon ve Kastilya kralı Keyhüsrev il, sultan 370 375 Babü'l-Mansur, Meknes 3 1 7
Abdülmelik bin Mansur, Amiri 2 1 7, Ahmed M irza Şah, Kaçar şahı S03 24S, 248, 2S3 Keykubad bin Keyhüsrev, sultan Babü'l-Mardum Camisi (Cristo de la
240vd Ahmed Şah 1, Gucerat sultanı 46 1 Alfonso XI, Kastilya kralı 273 383 Kılıç Arslan il, sultan 370, 378 Luz), Toledo 1 1 5, 229
Abdülmelik, Emevi halifesi, 4 1 , 43, 60, Ahmed Şah, Mengücek hükümdarı 1 26, Algeciras 24Svd, 2S2, 27S Kılıç Arslan iV, sultan 3 7Svd lzzed­ Babü'l-Mardum, Toledo 229
64vd, 68, 80, 83, 1 24 379 Algu, Çağataylı hanı 389 din Keykakus, sultan 370 Mesud il, Babü'l-Menare, Tunus 320
Abdülmümin bin Muhammed 383 Ahmed, Hüseyni beyi 309 Ali Bey S26 sultan 370 Süleyman Şah, hanedanın Babü'l-Nasr, Kahire 1 5 1
Abdülmümin el-Huveyi 385 Ahmed, Tim urlu sultanı 41 5 Ali bin Ebu Talib 26, 28vd, 33, 42, 60, kurucusu 349, 370, 378 Babü'l-Rih, Meknes 305
Abdülmümin, Muwahid hükümdarı Ahmedabad* 46 1 , 469 Cami-i 1 4 1 , 525 Anau* 424vd Cami 424vd Babü'l-Vastani, Bağdat 9 1
245, 249vd, 260 Kebir/Sidi-Seyyid Camisi 46 1 Şahi Ali bin Muhammed 385 Ancar* 6 1 Emevi saray 6 1 Babü'l-Vüzera, Cordoba 22 1 vd
Abdülnasır, Cemal 584vd Bağ 469 Tin Dervaze 46 1 Ali bin Taşfın, M urabıt hükümdarı 25S Ankara* 370, 372 Arslan Hane Camisi Babür, Babürlü hükümdarı 53, 41 5,
Abdülvadiler* 300vd, 3 1 4, 3 1 6 Ebu Ahmednagar* 473 Ferah Bağ 473 Ali bin Yasin 245vd 372 46 1 vd, 464vd, 475vd, 484, 487
Hammu il Musa, sultan 300 Ebu bin Ak Saray, Semerkand 420 Ali bin Yusuf, Murabıt hükümdarı 247, Annaba I S9 Babürlüler* 3 1 , 39, 1 27, 205, 4S9, 46 1 ,
Taşfın 1, sultan 3 1 4 Yagmarasan bin Ak Saray, Şehr-i Sebz 4 1 7 2S6vd, 268 Antakya* 1 76 Uzun Hasan, hükümdar 463vd, 472vd, 484 Ekber, imparator
Zeyan, sultan 3 1 4 Akça Kale, kervansaray, Merv 363vd Ali Kapı, Isfahan 5 1 4vd, 5 1 7 41S 202, 462vd, 475vd, 484vd, 486vd
Abdülvehhab 26 Akka l 67vd, l 70vd, 1 73 Ali Kuli Cebbadar S26 Antalya* 358, 370, 372vd, 375, 377 Evrengzib, imparator 463, 470, 472,
Abdülvekil S9S Akkoyunlular 4 1 5 Ali Paşa, Hüseyni beyi 307 Karatay Medresesi 373 Yivli Minare 482, 486vd Babür, imparator 4 1 5,
Abdürreşid Deylami 486 Akmer Camisi, Kahire 1 5 1 vd Ali Rıza, sekizinci Şii imamı 92 372 46 l vd, 464vd, 475vd, 484, 487
Abdüssamed 484 Aksungur el-Porsuki, atabey 1 76 Ali Rıza-i Abbasi S l 2vd, S 1 9, S26 Antequeruela, Granada 297 Bahadır Şah il, imparator 463 Dara
Abdüssamed Türbesi, Natanz 396, Alaeddin Aziz, Harezmşah 3S3 Ali Şah Camisi, Tebriz 393 Arafat, Yaser S84vd Şükuh, şehzade 47, 47 1 , 486
398vd Alaeddin Camisi, Konya S3 I Ali Şah, vezir 393, 395vd Ardales* 2 1 2 Bübeşter (Bobastro) Cihangir, imparator 462vd, 465,
Abraham ben el-Fahar 266 Alaeddin Camisi, Konya* 375, 378vd, Ali yandaşları 1 08, 1 l S, 1 53 Kalesi 2 1 2vd 467vd, 476vd, 482, 485vd, 488vd
Acmir* 455, 457, 465vd Arheydinka­ 384vd Kılıç Arslan Türbesi 373, 37S Ali Zeynel Abidin Türbesi, Isfahan 507 Ardeşir 1, Sasani imparator 9Svd Hümayun, imparator 462, 464vd,
Chompera Camisi 455, 4S8 Alaeddin Camisi, Niğde 3 7 1 Ali, Hüseyni beyi 307 Argıncık* 378 Haydar Bey Köşkü 378 476, 484, 487 Şah Cihan, imparator
Muiniddin Çişti Türbesi Alaeddin Halaci, Delhi sultanı 4SS, Ali, Merini sultanı 3 1 O Arheydinka-Chompera Camisi, Acmir 1 27, 462vd, 466vd, 469vd, 477vd,
Adam, Robert 473 4S8, 464 Ali, Peygamber Muhammed'in amca 455, 4S8 482, 486, 488vd Şah Şüca, şehzade
Aden 1 70 Alaeddin Hasan Behmen Şah 460 oğlu ve damadı 3 1 O Arifi S68vd, S72 480, 486

630 D İ ZİN
Bobürnome 52, 463, 477, 484vd Belh* 22, 1 l 4vd, 348, 35 1 , 463 Cami-i 4 1 8, 423, 43 1 vd Abdullah Han Cennetü'l-Arife, Granada* 277, 279vd, ç
Badajoz, kale 263 Kebir 22 dokuz kubbeli cami 1 l 4vd Medresesi 437 Ark 436 Balyand 294, 296 Cennetü'l-Arife Sarayı 296 Çaca Bey Medresesi, Kırşehir 373
Badevani 476 Beni Sirac, hanedan 276 Medresesi 438 Çar Bekir 439vd Sultan Avlusu 297 Çağatay, Moğol hükümdarı 389
Badi Sarayı, Marakeş 3 1 6 Benia 1 46 hisar 43 1 Cennetü'l-Arz, Palermo 1 60 Çağataylılar* 388vd 404, 4 1 O, 458 Algu
Badis, Berberi hükümdarı 234 Benu Hafs bok. Hafsiler Bulukkin 1 4 1 , 1 46 Cerbe 1 59, 302 389 Çağatay 389
Badşahi Camisi, Lahor 472 Benu Hammad bok. Hammadiler Burak, tasawuf şeyhi 398 Cevher 1 4 1 , l 46vd Çaka bin ivaz, Memlük valisi 1 76
Bağdat* 32, 35, 37, 39, 46, 48, 90vd, Benu Hammad Kalesi* 1 46, 1 54, 1 62 Burgiba, Habib 32 1 , 584 Cevsakü'l-Hakani, Samarra 1 02 Çakmak Medresesi, Şam 1 93
95vd, 1 04, 1 08, 1 l 6vd l 23vd, 1 32, Darü'l-Bahr l 46vd Cami-i Kebir Burgos* 2 1 7, 265 La Huelgas, Kraliyet Cezayir* 246, 254, 308, 320vd Bardo Çaldıvar Kervansarayı 364
1 4 l vd, 1 54, 1 70, 1 75, 2 1 2, 2 1 5, l 46vd Kasrü'l-Manar 1 47 Manastırı 266vd Sarayı 308, 3 2 1 Darü'l-Hamra 3 2 1 Çar Bağ 476, 478vd, 480, 482vd, 492,
348, 35 1 , 353, 370, 372, 4 1 2, 454, Benu Hammud bok. Hammudiler Burhanpur 469, 480 Dar Azize 3 2 1 Dar Hasan Paşa 3 2 1 506, 5 1 1 , 5 1 7vd
456, 596 Kerh 98 Kazimeyn Camisi Benu Hilal 1 42, 1 49 Burmalı Minare Camisi, Amasya 3 7 1 Dar Mustafa Paşa 3 2 1 Camiü'l­ Çar Bekir Külliyesi, Buhara 439vd
32 Babü'l-Vastani 9 1 Beytü'l-Hikmet Benu Hud bok. Hudiler Bursa U l u Camisi 544 Cedid 320 Cami-i Kebiri 254, 257 Çar Minare, Haydarabad 474
(Bilim Yuvası) 90 Darü'l-Hilafet 98, Benu Merin bok. Meriniler Bursa* 536, 544vd Bayezid 1 Camisi Kecave Camisi 320 Sidi Çay* 373 Taş Medrese 373
1 04 Harbiye 98 Şehitler Anıtı 596 Benu Süleyman 1 42 545 Murad 1 Camisi 545 Ulu Cami Abdurrahman Türbesi ve Camisi Çelebioğlu Türbesi, Sultaniye 398
Mustansiriye Medresesi 1 1 6 Sitti Benu Tuade, kale 254 544 320 Balık Çarşısı Camisi (Camiü'l­ Çend Minare, Devletabad 460
Zübeyde Türbesi 1 1 7 Benu Ziri bok. Ziriler Buşir 1 1 0 Cedid) 320 Safir Camisi 320 Çhandar-Bhan Brahman 486
Bağ-ı Abbasabad, Isfahan 5 1 8 Benu'l-Ahmer bok. Nasriler Buşnak, Yusuf* 593 Mehmed Ali Paşa Champaner 46 1 Çi�e Minare Medresesi, Erzurum 373
Bağ-ı Bülbül, Isfahan 5 1 7 Benu'l-Vad 3 1 O Camisi, Kahire 593 Chardin, jean 505vd · Çihil Sütun, Isfahan 5 1 7
Bağ-ı Nur Afşan, Agra 478 Berberiler* l 30vd, 1 4 1 , 208, 2 1 4, Bübeşter Kalesi, Ardales 2 l 2vd Charlemagne 9 1 , 2 1 2 Çini Hane, Erdebil 508 Et-Tasrif. Ebu'l­
Bahadır Şah il, Babürlü hükümdarı 463 2 l 6vd, 230, 245, 247, 25 1 , 254, Büst* 3 38vd kemer 338vd Charles Martel 33, 60, 208 Kasım ez-Zehravi(Abulcasis) 240
Bahaeddin Türbesi, Buhara 439 274, 300, 322 ayrıca bok. Büveyhiler* 90, 93, 98, 1 1 3, 1 1 6, 348, Cidde* 1 7 1 , 595 Kral Suud Camisi 595 Çişt* 338 türbeler 338vd
Bahaeddin, Nakşibendilik tarikatının Muwahidler ayrıca bok. Murabıtlar 352, 368 Adudü'd-Devle, hükümdar Cieza 263 Çukur Medrese, Tokat 373
kurucusu 439 Badis, hükümdarı 234 Benu 90 lzzü'd-Devle, hükümdar 203 Cihanara, Babürlü begümü 463, 470vd,
Bahira 67 Hammud bok. Hammudiler Benu Büyük Selçuklu Sarayı, Merv 366 438, 480, 482, 489 D
Bahu Begüm Türbesi, Feyzabad 473 Merin bok. Meriniler Benu Ziri bok. Büzuriye Hamamı, Şam 1 92 Cihangir Mazlum 589 Dahniler 473
Bahu Begüm, Bengal nevabı Asafü'd- Ziriler Zunnuniler 245 Cuddale 245 Cihangir Türbesi, lahor 479 Dalokay, Vedat 587, 589
Devle'nin annesi 473 Lemtüne 245 Mesmude 248, 250 c Cihangir, Babürlü imparatoru* 462vd, Damgan* 1 09vd Pir-i Alemdar 1 1 O
Baixeras, Dionisio 23 1 Messufe 246 Sendhace 1 46, 245, Caceres, kale 263 465, 46 476vd, 482, 485vd, 488vd Tarikhane Camisi 1 09vd
Baldwin iV, Kudüs kralı 1 73 250 Zanete 250 Cadiz 2 1 9, 258 Tüzük-i Cihangiri 467, 478, 486 Damsa Köyü Taşhur Paşa Camii 372
Balear Adaları 245vd, 252vd Berke, Moğol hanı 389 Caesarea bok. Kayseri Cihangir, şehzade 41 O, 4 1 4 Miranşah, Dandenakan* 356 avlulu cami 356
Balık Çarşısı Camisi (Camiü'l-Cedid), Berkel, Sabri 597 Cafer el-Mushafı 23 1 şehzade 4 1 0, 4 1 4 Pir Muhammed, Danişmendliler* 370, 373, 375
Cezayir 320 Berkuk Medresesi, Kahire 1 89 Cafer el-Müşafı 2 1 6 şehzade 4 1 2 Şahruh, sultan 4 l 4vd, Yağıbasan, hükümdar 373
Balis 99 Berkuk, Memlük sultanı 1 7 1 , 1 84, 1 87, Cafer Sadık, altıncı Şii imamı 26 459 Timur, hanedanın kurucusu Dar Azize, Cezayir 3 2 1
Balkuvara 1 03 41 1 Caferiye, Samarra 1 04 362, 408vd, 459, 46 1 , 464, 466vd, Dar Hasan Paşa, Cezayir 3 2 1
Balyand Medresesi, Buhara 438 Berkyaruk, Selçuklu hükümdarı 352 Cakarta* 587vd istiklal Camisi 587vd 469 Uluğ Bey, sultan 4 1 5 Ömer Dar Hüseyin, Tunus 3 2 1
Bambhor 456 Bermekiler 92 C<imi* 35, 427, 508, 522 Hefc Evreng Şeyh, şehzade 4 1 4 Dar Meluli, Tunus 308vd
Bar Kocba ayaklanması 1 2 Besaven 485 508, 522 Bohoriston 35 Cihangir, Timurlu şehzadesi 4 1 O, 4 1 4 Dar Mustafa Paşa, Cezayir 321
Baratti, Filippo 276 Beynü'l-Kasreyn, Kahire 1 49, 1 82, Camiü'l-Cedid, Cezayir 320 Cinnah, Muhammed Ali 583vd Dara Şükuh, Babürlü veliahdı 47, 47 1 ,
Bardo Sarayı, Cezayir 308, 3 2 1 1 84vd, 1 89 Canıbek, emir 1 86 Cizre 38 1 , 384 486
Bardo Sarayı, Tunus 3 2 1 Beyşehir Gölü* 376 Alaeddin Canıbek, Moğol hanı 388vd Cizre Ulucamisi 384 Darü'l-Beyda, Marakeş 3 1 8
Barsbay, Memlük sultanı 1 99 Keykubad'ın yazlık sarayı 376vd Cappella Palatina, Palermo 1 56, 1 60, Clinton, Bili 585 Darü'l-Fünun, Tahran 529
Barsbay, Trablus valisi 1 7 1 Beyşehir* 372vd, 385 Eşrefoğlu Camisi 259 Conques 24 1 Darü'l-Hacer, Marakeş 254
Basileios il, Bizans imparatoru 1 72 3 72vd, 385 Carcassonne 208vd Constantinus (Büyük), Roma impara­ Darü'l-Hamra, Cezayir 3 2 1
Basra 1 O, 33, 39, 48, 202, 3 5 1 Beytlehem 1 72 Carkurgan* 358, 364 minare 358, 364 toru 65 Darü'l-Hilafet, Bağdat 98, 1 04
Baştak Sarayı, Kahire 1 83, 1 90 Bibi Hanım Camisi, Semerkand 4 1 7, Casa de Horno de Oro, Granada 297 Constanza, imparator VI. Heinrich'in Darü'l-Hilafet, Samarra* 97, 1 02, 1 04,
Baştak, Memluk emiri 1 82 423, 5 1 3 Casa de las Tornerias Camisi, Toledo karısı 1 59 1 06, 1 08, 1 1 9 Babü'l-Amme 97, 1 02
Batı Sarayı, Kahire 1 49, l 55vd, 1 84 Bibika Makbere (Rabia Dürani 229 Cordoba* 45, 95, 1 25, 208vd, 2 l 2vd, Darü'l-Huffaz, Erdebil 507vd
Batu, Moğol hanı 388 Türbesi), Evrengabad 482 Casa de los Girones, Granada 297 238, 250, 252vd, 258, 269 Alcazar Darü'l-Hurra, Granada 297
Bauhaus 596, 598 Bibrambla Kapısı, Granada 297 Casa de Zafra, Granada 297 2 l 8vd Babü'l-Vüzera 22 1 vd Cami-i Darü'l-lmaret, Kayrevan 1 32
Bayad ve Riyad 269vd Bicapur* 482vd, 487 Gol Gümbed Casa del Chapiz, Granada 297 Kebir (Mezquita) 45, 95, 1 25, 209, Darü'l-Kebire, Meknes 3 1 8
Baybars Camisi, Kahire 1 87, 1 89 (Muhammed Adil Şah Türbesi) 483 Castel del Monte, Apulia 1 62 2 1 8vd, 222, 224vd, 227, 229, 232, Darü'l-Mahzen, Fez 3 1 O
Baybars Türbesi, Şam l 92vd lbrahim Revzat 482vd Castillejo de Monteagudo, Murcia 234vd, 237vd, 24 1 , 255vd, 258, 263, Darü'l-Mahzen, Marakeş 3 1 8
Bayezid 1 Camisi, Bursa 545 Bicaye 1 49, 30 1 , 3 1 O, 3 2 1 258vd 3 1 1, 320 Mansur Sarayı 238 Puerta Darü's-Saadet, Şehr-i Sebz 4 1 8
Bayezid 1, Osmanlı padişahı 4 l 2vd, 536 Bilal 22 Caunpur 458vd, 466 de Santa Catalina 222 San Vincente Darü's-Sugra, Murcia 259
Bayezid il Camisi, Edirne 45 Binbir Gece Masalları 90, 529 Cebelitarık 208, 25 1 2 1 8, 22 1 Via Augusta 2 1 9 Daya Hatun Kervansarayı 355
Bayezid il Külliyesi, lstanbul 548vd Biruni 332 Cebrail, baş melek l Svd, 2 1 Corral del Carbon, funduk, Granada De moterio medico, Dioskorides 1 1 8
Bayezid il, Osmanlı padişahı 1 7 1 , 537, Biskra 1 46, 3 1 O Cefalu Diana 1 6 1 297 Decumanus Maximus ("Müstakim
548 Bitlis* 3 7 1 , 3 8 1 Cuma Camisi 3 7 1 Celaleddin Harezmşah 353 Ceste, Pascal* Monuments modernes de Sokak"), Şam 1 92
Baysungur, Timur'un torunu 426, 52 1 Bizans 536vd Celaleddin Muhammed Şah Türbesi, /o Perse 504, 506, 5 1 1 Delacroix, Eugene 596
Bedehşan 463 Boabdil bok. Muhammed Xll Pandua 459 Cressier, Patrice 224 Delaunay, Robert 599
Bedr 242 Bodrum bok. Serçe Limanı Celaleddin Rumi bok. Mevlana Crucero, Sevilla 492 Delhi* 46, 340vd 4 1 3, 455, 457vd,
Bedreddin Lülü, Zengi emiri l 94vd, Bohras 1 48 Celayirliler 41 1 vd, 4 l 4vd Cuarto Real de Santo Domingo, 46 1 vd, 472, 475, 482 Alay Dervaze
204 Bona bok. Annaba Cem Kulesi 3 36vd Granada 297 455, 458, 460 Alay Minare 458
Bedri Rahmi 588 Bosra* 65, 67 Katedral 65 Cem* 336vd, 455 minare 336vd Cuci, Moğol hükümdarı 388 Firuzabad 459 Purana Qila 465
Bedrü'l-Cemali, Fatımi emiri ve veziri Bostan, Sadi 205 Cemaleddin Afgani 503 Cuddale, Berber kabilesi 245 Qutb Minar 340vd, 359, 455, 458,
1 43, ı s ı . 1 53 Braga* 24 1 Katedral 24 1 Cemaleddin Muhammed lsfahani, vezir Cuma Camisi 466vd, 470 saray aalanı 460, 464
Begüm Şahi Camisi, lahor 468 Brocard, Philippe j. 595 381 467vd Penç Mahal 468 Devo/o-smrti 456
Behmeniler 460 Brueghel, Peter (Yaşlı) 1 03 Cengiz Han, Moğol hükümdarı 353, Cunagarh 461 Devletabad* 459, 482 Çend Minare
Behram Şah Kulesi, Gazne 3 3 1 , 336 Bryas bok. Maltepe 388vd, 43 1 , 46 1 , 464 Curzon, Lord, Hindistan genel valisi 460
Behram Şah, Gazneli hükümdarı 33 1 , Bu Fatata 1 35 Cengizli hanedanı 489, 4 1 3 470, 476 Deyfa Hatun l 78vd
336 Bu Fatata Camisi, Suse 1 39 Cennet Sarayı, Erdebil 507vd Cüneyd Sultani 426 Deyrü'l-Süryani 1 1 4
Behzad, Kemaleddin 50, 427vd, 521 Buhara* 33, 1 1 3, l l 5vd, 474vd, 348, Diba, Kamran 587
Belezuri 454 353vd, 358vd, 362, 364, 4 1 0, 4 1 5, Dide Köprüsü 38 1

DİZİN 631
Dicle Köprüsü, Cizre yakınında 3 8 1 Ebu'l-Feth Muhammed, Guri hüküm- Portico (Revaklı Giriş Sarayı) 279, Emir Aksungur Camisi, Kahire 1 85 Yusuf, Halep ve Şam emiri l 94vd,
Dicle Köprüsü, Hasankeyf yakınında darı 204 293 Palacio di Carlos V (V. Kari Endülüs 3 1 0 1 97vd
381 Ebu'l-Fida lsmail, Eyyubi sultanı 20 1 Sarayı) ya da Casa Real Nueva Endülüs Emevileri* 93, 95, 2 1 Ovd, 2 1 4,
Dimyat 1 68 Ebu'l-Hasan Ali bak. Mulay Hasan (Yeni Kraliyet Sarayı) 279 Beni Sirac 2 1 6vd, 223, 229, 238, 263vd F
Dioskorides* 1 1 8, 1 94 De materia Ebu'l-Hasan Ali, Merini sultanı 300, Sarayı 294 Revaklı Giriş Bahçeleri Abdurrahman 1 bin Muaviye, emir Fahd, Suudi Arabistan kralı 1 2
medico 1 1 8, 1 94 3 14 287 Reja Avlusu 279 Lindaraja 209, 2 1 2, 2 1 8vd, 22 1 , 223, 227 Fahreddin 1 59vd
Divan Begi Hankahı, Buhara 440 Ebu'l-Hasan bak. Haşim 1 Hasan Avlusu 279 Puerta de la Justicia Abdurrahman il, emir 21 O, 2 l 2vd, Fahreddin Ali Külliyesi, Konya 373
Divriği Külliyesi, 380 Ebu'l-Hasan Han Gaffari 529 (Adliye Kapısı) 279vd Puerta de las 2 1 8, 224, 227 Abdurrahman ili, hal­ Fahreddin Ali, vezir 373, 378
Divriği Ulu Cami l 25vd, 379vd Ebu'l-Hasan lbnü'l-Haşşab 1 74, 1 76 Armas (Tuğra Kapısı) 279vd Puerta ife 2 l 2vd, 2 l 8vd, 222, 224, 228vd, Fahreddin Razi 360vd
Divriği* 1 26, 379vd külliye 380 Ulu Ebu'l-Kasım ez-Zehravi (Abulcasis)* de las Granadas (Nar Kapısı) 279 238, 240, 243 Abdullah, emir 2 1 4 Fahreddin Razi Türbesi 360vd Pehlivan
Cami 1 26, 379vd 240 Et-Tasrif 240 Puerta de los Siete Suelos (Yedi Hakem 1 , emir 2 1 2 Hakem il, halife Mahmud Türbesi 445vd
Diyarbakır Ulucamisi 380 Ebubekir bin Bedr 1 99 Hikaye Kapısı) 279vd Puerta del 2 1 0, 2 1 Svd, 2 1 8vd, 224, 226, 229vd, Fahreddin Razi Türbesi, Köhne Ürgenç
Diyarbakır* 1 93, 202, 349, 380vd, Ebubekir Muhammed bin Abdullah Arrabal (Dış Mahalle Kapısı) 280 240 Mundir, emir 2 1 4 Hişam 1, emir 360vd
384vd Artuklu sarayı 202, 3 8 1 kent 342vd Puerta del Vino (Şarap Kapısı) 2 1 2, 223vd Hişam il, halife 2 1 2, Fao 35
surları 3 8 1 Mesudiye Medresesi 3 8 1 Ebubekir, halife 1 6, 26, 28, 32 279vd Palacio de los Leones Sala de 2 1 6vd, 227, 230, 238, 240, 242vd Farabi 48
Ulucami 380 Edessa 1 72 la Barca (Riyad Sarayı) 285, 286 Sala Hişam ili, halife 2 1 7 Muğire, Farac, Memlük sultanı 41 1, 4 1 3
Djenne* 594 Cami-i Kebir 594 Edfu 1 56 de la Justicia (Adliye Salonu) 273 şehzade 240 Muhammed 1 2 1 3 Fatımiler* 1 2, 30, 46, 93, 1 20, 1 39,
Doğu Mezarlığı, Kahire 1 89 Edirne* 45, 536, 544vd Eski Cami 544 Sala de las Dos Hermanas (iki Kız Ercümend Banu Begüm bak. Mümtaz 1 4 1 vd, 1 54, 1 59, 1 76, 1 82, 1 90,
Dere, Gustave 1 69 Bayezid il Küliyesi 45 Selimiye Kardeş Salonu) 290, 292 Sala de los Mahal 2 1 4vd, 243, 3 0 1 , 348, 350, 352, 370
Dost Muhammed 53, 525 Külliyesi 557vd Üç Şerefeli Cami Beni Sirac (Beni Sirac Salonu) 290, Erdebil* 507 Çini Hane 508 Darü'l­ Amir, halife 1 5 1 Aziz, halife 1 50
Döner Kümbet, Kayseri 375 546 293 Sala de los Mocarabes Huffaz 507vd Cennet Sarayı 507vd Hafız, halife 1 4 1 , 1 50 Hakim, halife
Durr Şarrukin 95 Efridüniye Medresesi, Şam 1 93 (Mukarnaslı Salon), 290 Sala de los Safiyeddin Türbesi 509 lsmail 1 42, 1 50, 1 72 Mansur, halife 1 4 1 ,
Dürri es-Sagir 240 Eğridir 376 Reyes (Sultanlar Salonu) 292 Salon Türbesi 507 Muhyeddin Türbesi 1 45 Muizz, halife 1 37, 1 42, 1 46,
Dürziler 142 Ekber Türbesi, Sikandra 466, 476vd, de Comares (Taht Odası, Sefirler 507 1 49, 1 53 Mustansır, halife l 42vd,
482, 486 Salonu) 287, 288 Santa Maria de la Erdistan* 368 Cuma camisi 368 1 5 1 Kaim, halife 1 4 1 , 1 46
E Ekber, Babürlü hükümdarı* 202, Alhambra 279 Torre de la Cautiva Ergun el-Kamili Maristanı, Halep l 79vd Ubeydullah Mehdi, halife 1 4 1 vd, 1 44
Ebu Abdullah eş-Şii 1 4 1 462vd, 47Svd, 484vd, 486vd (Esirler Kulesi) 279, 294 Torre de Ergun el-Kamili, Halep valisi 1 79 Fatih Külliyesi, lstanbul 536, 546
Ebu Abdullah, emir 238 Ekbername 485 Comares (Sefirler Kulesi) 285, 289 Ergun, ilhanlı hükümdarı 392 Fatma el-Masume 32
Ebu Ali Hasan bin Ali Tusi bak. El Befiuelo, Granada 297 Torre de la Vela (Muhafız Kulesi) Erkilet* 378 Hızır llyas Köşkü 378 Fatma el-Masume Türbesi, Kum 32
Nizamülmülk El Salvador 297 Elvira Kapısı 297 28 1 vd Torre de las Damas Ermita de San Sebastian, Granada 297 Fatma Sultan 277
Ebu Amr Osman, Hafsi sultanı 3 0 1 Ermita de San Sebastian 297 (Hanımlar Kulesi) 293 Torre de las er-Revandi 383 Fatma, Peygamber Muhammed'in kızı
Ebu Cafer 240, 242 Cennetü'l-Arife 277, 279vd, 294, l nfantas (Bebekler Kulesi) 279, 294 Erzincan 370 28vd, 1 4 1
Ebu Cafer Ahmed 1 bin Süleyman 296vd Yusuf 1 Medresesi 275vd, Torre de los Picos (Sivri Uçlar Erzurum* 370, 373, 379 Çifte Minareli Favara Sarayı, Palermo 1 59
Muktedir billah 236 294 Monaita Kapısı 297 Realejo 297 Kulesi) 280 Torre del Homenaje Medrese 373 Faysal, Irak kralı 5 8 1
Ebu Cafer Ahmed 1 bin Süleyman San Jose 297 San Juan de los Reyes (Biat Kulesi) 283 Eskefatü'l-Kahle, Mehdiye 1 44 Faysal, Suudi Arabistan kralı 587
Muktedir billah, Benu Hud hüküm­ 297 Tableros Köprüsü 297 el-Hüseyin 383 Eski Cami, Edirne 544 Felipe il, İspanya kralı 484
darı 236 El Salvador, Granada 297 el-ldrisi* 1 45, 1 60, 229, 268 Nüzhetü'l­ Eski Saray 388, 404 Ferafra Hankahı, Halep 1 78, 1 80
Ebu Dulaf Camisi, Samarra 1 04vd el-Acemi, ailesi 1 78 Müştak 1 60 Eski Saray, İstanbul 548, 5 6 1 Ferah Bağ, Ahmednagar 473
Ebu Faris Azzuz, Hafsi sultanı 30 1 el-Adil 1, Eyyubi sultanı 1 68, 1 70, 1 77 el-Kalkaşandi 1 1 4 es-Sahric Medresesi, Fez 3 l 2vd Ferah Bağ, Haydarabad 474
Ebu Firas el-Hamdani 1 76 el-Adil il, Eyyubi sultanı l 94vd el-Kamil, Eyyubi sultanı 1 70, 1 73, 1 04, es-Salih Necmeddin, Eyyubi sultanı Ferah Sarayı, Ferah 329
Ebu Hafs Ömer, Hafsi hanedanının el-Aziz, Eyyubi sultanı 1 94 1 89, 1 94vd 1 68, 1 96 Ferah* 329 saray 329
kurucusu 30 1 , 320 el-Baytar 1 55 el-Kindi 269 es-Salihiye, Şam l 92vd Fernando ili, Kastilya ve Leon kralı
Ebu Hammu il Musa, Abdülvadi sultanı el-Bekri 1 33, 1 35, l 37vd, 2 1 8 el-Kuday 1 1 4 es-Seb'a Benat, Kahire 1 53 220, 253, 269, 273
300 Elbeycin, Granada 279, 284, 297 el-Makrizi 1 49, 1 56, 205 es-Seketi 268 Fernando, Aragonlu 276vd
Ebu Hanife 26 el-Cami beyne'/-1/im, el-Cezeri l 94vd, el-Mekkari 2 1 8, 224 es-Zahir Baybars, Memlük sultanı 1 67, Feth Ali Şah, Kaçar şahı 502, 5 1 7,
Ebu Harb Bahtiyar 1 1 O 385 el-Meriye bak. Almeria l 69vd, 1 84, 1 87, 1 92, 1 98, 370 528vd
Ebu Hasan, Merini sultanı 3 1 3 el-Cedide 304 el-Mevdudi, Ebu'! A'la 585 Eş'arilik 30 Fethpuri Begüm, Babürlü imparatoru
Ebu lbrahim Ahmed 1 32, 1 35 el-Cemali 1 48 el-Mukaddesi 1 l 6vd, 456 Eşref Halil, Memlük sultanı 1 77, 1 79 Şah Cihan'ın eşi 47 1 , 480
Ebu ikbal, Aglebi emiri 1 35 el-Cezeri* 1 94, 202, 385 el-Cami el-Mutemid, kral 245 Eşref Şaban, Memlük sultanı 1 98 Fethpuri Camisi, Agra 480
Ebu inan Faris, Merini sultanı 300, 3 1 3 beyne'l-İlim l 94vd, 385 el-Müşebbihi 1 50 Eşrefoğlu Camisi, Beyşehir 372vd, 385 Fetihpur Sirki* 46Svd, 486 Bülend
Ebu lnaniye Medresesi, Fez 3 l 3vd el-Efdal, Fatımi veziri 1 1 3 el-Mütedid, 242, 245 eş-Şafi 26 Dervaze 466vd, 474, 485 Şeyh
Ebu Mansur Bahtekin 1 20 el-Eşref, Eyyubi sultanı 1 95 el-Mütenebbi 1 76 Evrengabad* 472 Bibika Makbere Salim Çişti Türbesi 466vd
Ebu Müslim 63 el-Ezher Camisi, Kahire 1 4 1 , 1 47, 1 50, el-Nasır Yusuf il, Eyyubi sultanı 1 78 (Rabia Dürani Türbesi) 482 Feyzabad Hankahı, Buhara 439
Ebu Said, ilhanlı hükümdarı 1 70, 20 1 , 1 87 el-Ömeri 1 99 Evrengzib, Babürlü imparatoru 463, Feyzabad* 473 Bahu Begüm Türbesi
3 1 2, 3 1 3, 3 9 1 el-Ezher Camisi, Mansuriye 1 45 el-Vasıti 35 1 470, 472vd, 482, 486vd 473
Ebu Said,Timurlu sultanı 4 1 5 el-Gürgani 53 Elvira 276 Ewert, Christ 222, 224 Fez* 1 25, 2 1 5, 2 1 7, 246, 250, 252,
Ebu Tahir 383 el-Hakim Camisi, Kahire 1 44, 1 48, Elvira Kapısı, Granada 297 Eyüp Çeşmesi, Buhara 362 256, 260, 300, 3 1 Ovd, 492 Sahric
Ebu Yakub Yusuf 1, Muvvahid hüküm­ 1 50vd el-Yakubi 64, 1 1 4 Eyüp Çeşmesi, Vabkent 362 Medresesi 3 l 2vd Attarin Medresesi
darı 25 l vd el-Hakim Camisi, Kahire 1 87, 1 89 Emanet Han 482 Eyyubiler* 1 2, 26, 1 43, 1 50, 1 66, 1 7 1 , 1 25, 3 1 2 Ebu İnaniye Medresesi
Ebu Yakub Yusuf il Mustansır, el-Halise 1 60 Emeviler* 26, 29vd, 33, 35, 60vd, 1 78, 1 82, 1 87, 1 90, 1 92, 1 94, 1 97, 3 l 3vd Darü'l-Mahzen 3 1 O Cami-i
Muvvahid hükümdarı 252 Elhamra 48, 238, 263, 273vd, 490vd 90vd, 1 06, 1 08, 1 34vd, 1 37, 1 56, 1 99, 352, 370 Ebu'l-Fida lsmail, sul­ Kebir 3 1 O Kayseriye 3 1 O M isbah iye
Ebu Yezid 1 4 1 vd, 1 45 Alcazaba/Hisar 28 1 vd Sefirler 1 70, 1 92, 209vd, 243, 30 1 , 377 tan 20 1 el-Adil 1, sultan 1 68, 1 70, Medresesi 3 1 2 saray bahçeleri 492
Ebu Yusuf Yakub, M uvvahid hükümdarı Hamamı 287 Casa Real Vieja (Eski Abdülmelik, halife 4 1 , 43, 60, 64vd, 1 77 el-Adil il, sultan l 94vd el-Eşref, Karaviyin Camisi 256vd, 3 1 Ovd
268 Kraliyet Sarayı) 282 V. Kari 68, 80, 83, 1 24 Hakim 63, 78 Velid ı sultan 1 95 el-Aziz, sultan 1 94 el­ Saffarin Medresesi 3 1 2 Sbaiiyin
Ebu Yusuf, Merini sultanı 3 1 O Çeşmesi 279 Convento de San bin Yezid, halife 69, 7 1 , 77 Velid il Kamil, sultan 1 70, 1 73, 1 84, 1 89, Medresesi 3 1 2 Şerredin Medresesi
Ebu Zekeriya 1, Hafsi sultanı 3 1 8 Francisco (San Francisco Manastırı) bin Yezid, halife 60, 62vd, 72, 78, l 94vd Melik el-Kamil, sultan 1 59, 317
Ebu Zeyd 382 279, 294 Mersinli Avlu 48, 284vd, 80, 84, 86 Hişam, halife 60vd, 76vd, 1 68 Melik ez-Zahir Gazi, sultan Firdevs Medresesi, Halep l 78vd
Ebu'l-Abbas Ahmed, Hafsi sultanı 3 0 1 288 Cuarto Dorado 283 Mesvar, 80, 86, 1 32, 1 38, 2 1 O Mervan, halife l 76vd el-Nasır Yusuf il, sultan 1 78 Firdevsi* 50, 332, 388, 403, 5 2 1 , 568
Ebu'l-Abbas es-Seffah, Abbasi halifesi 282vd, 287 Medine 279vd, 293vd 63 Muaviye, halife 3 1 , 60 Süleyman es-Salih Necmeddin Eyyub, sultan Şehname 50, 388, 392, 403, 4 1 O,
90 Palacio de Comares (Sefirler Sarayı) bin Abdülmelik, halife 69, l 74vd 1 68, 1 82, l 94vd Rabia Hatun, 4 1 3, 426, 520vd, 524, 526.529
Ebu'l-Ala el-Mevdudi 585 283vd, 287vd, 279, 290 Palacio de Yezid 1, halife 3 1 Yezid ili bin Velid melike 1 93 Salaheddin, sultan 30, Firuz Şah Tuğluk, Delhi sultanı 459
Ebu'l-Fazl 465, 485, 488 los Leones (Aslanlı Saray) 273, 279, 62vd, 78 66, 1 43, 1 59, l 66vd, l 69vd, 1 73, Firuzabad 95, 96, 99
Ebu'l-Fazl Türbesi, Tacikistan 3 6 1 290vd, 490 Palacio del Partal/del Emin, Abbasi halifesi 90, 1 02 1 77, 1 82, 1 94, 252 Salaheddin Firuzabad, Delhi 459

632 DİZİN
Firuzkuh* 333 Cuma camisi 1 09vd, 277vd, 490 Elbeycin 279, 284, 297 Halef Kulesi, Suse 1 34 Haşimiler1' 58 1 Abdullah, Ürdün kralı Hohenstaufen hanedan 1 59
368, 389vd, 398vd 5 1 1 Ali Zeynel Alcaiceria 297 Alcazaba 277 Alcazar Halep* l 70vd, l 74vd, 1 92, 1 94, l 96vd, 58 1 Faysal, Irak kralı 58 1 Hüseyin, Holbein, Hans 53 1
Abidin Türbesi 507 Heşt Bihişt 506, Genil 297 Elhamra bak. Elhamra 379, 469, 538 Tavaşi Camisi 1 8 1 Mekke şerifi 58 1 Horsabad 95
5 1 6vd Antequeruela 297 Aynadamar Altınboğa Camisi l 80vd Bab Hadid Haşimiye 96 Hoy 383
Friederich il, imparator l 59vd, 1 68, Kanalı 297 Bibrambla Kapısı 297 1 8 1 Bab Antakiye 1 75, 1 77 Hisar Hatice, Peygamber Muhammed'in Huand Hatun Külliyesi, Kayseri 3 7 1 ,
1 73, 1 95, 253 Casa de Horno de Oro 297 Casa l 74vd Cami-i Kebir l 74vd, 1 79, zevcesi 28 373
Friedrich 1 Barbarossa, imparator 1 67, de los Girones 297 Casa de Zafra 1 8 1 Gümrük Hanı 1 8 1 Ferafra Hattin 1 67 Hud el-Mütevekkil, emir 252vd, 259
1 68, 1 73, 370 297 Casa del Chapiz 297 Corral del Hankahı 1 78, 1 80 Mengeliboğa eş­ Hatuniye Medresesi, Mardin 3 8 1 Hudiler 245
Fuad 1, kralı Mısır 583 Carbon, funduk 297 Cuarto Real de Şemsi Camisi l 79vd Firdevs Haussmann, Georges Eugene 586 Hulbuk* 365vd saray 365vd
Fustat (Eski Kahire) 39, 1 20, 1 4 1 , 1 47, Santo Domingo 297 Darü'l-Hurra Medresesi l 78vd Halaviye Havarnak* 36 Lahmi sarayı 36 Huldabad* 482 Şeyh Zeyneddin Şirazi
1 49, 1 56, 1 60, 1 82, 1 87 297 El Benuelo, hamam 297 Medresesi 1 75, 1 77 lşıktimur el­ Havarnak, Mansuriye 1 46 Türbesi 482
Gropius, Walter 586 Meridani Medresesi 1 80 Kamiliye Hayat Bahşı Begüm, Türbesi, Humeyni, Ayetullah Ruhullah 30, 585
G Grube, Ernst 592 Medresesi 1 80 Mukaddemiye Golkonda 483 Hums 6 1 , 1 7 1
Galenos 1 94, 276 Guadix 247, 277 Medresesi 1 77 Şuabiye Medresesi Haydar 389vd Hurcum Medresesi, Hive 446
Gandhi, Mahatma 583 Guiglielmo 1, Sicilya kralı 1 59 1 77 Sultaniye Medresesi 1 78 Şere­ Haydar Bey Köşkü, Argıncık 378 Huzuri Bağ Bederi, Lahor 472
Ganeş, Pandua'nın Hindu racası 459 Guiglielmo il, Sicilya kralı 1 59, 1 62 fiye Medresesi 1 78 Ergun el-Kamili Haydarabad* 463, 473vd, 487 Çar Hübel 1 2
Gassaniler 1 O, 36 Gur 332 Maristanı l 79vd Mevlevi Tekkesi Minare 474 Ferah Bağ 474 Adliye Hüdavent Hatun Türbesi, Niğde 375
Gauguin, Paul 598 Gur bak. Firuzabad 1 8 1 Utruş Camisi 1 80 Binası 474 Osmaniye Hastanesi 474 Hüdavent Hatun, Selçuklu sultanı iV.
Gaur 458 Gur-i Mir, Semerkand 4 1 5, 420vd, 423 Halid bin Velid 28, 33, 1 75 Hayırbek Camisi, Kahire 1 85 Kılıç Arslan'ın kızı 375
Gavri Türbesi, Kahire 1 84 Guriler* 204, 330vd, 352vd, 457 Ebu'l- Halifelik Konağı bak. Darü'l-Hilafet Hayırbek Türbesi, Kahire 1 82 Hülagu, ilhanlı hükümdarı 370, 390
Gazali 48, 247 Feth Muhammed, şehzade 204 Halilullah Han 479 Hayreddin Paşa (Barbaros) 302, 305, Hümayun Türbesi, Delhi 464, 466,
Gazan, ilhanlı hükümdarı 3 9 1 , 395 Alaeddin, hükümdar 333 Gıyaseddin Halm, Heinz 208 307, 539 473vd, 482
Gazi bin Abdurrahman 1 99 Muhammed, hükümdar 333, 338 Hama 1 7 1 , 1 97 Hazar Cerib, Isfahan 506 Hümayun, Babürlü imparatoru 462,
Gazne* 330vd, 335vd, 338, 35 1 , 376, M uizziddin M uhammed, hükümdar Hamdaniler* 1 76 Seyfü'd-Devle, Hazara 1 1 5 464vd, 476, 484, 487
456, 458 Mahmud Türbesi 330vd, 333 hükümdar 1 76 Heft Evreng, Cami 508, 522 Hünername 569
333 Behram Şah Kulesi 33 1 , 336 Guştasp 202 Hammadiler 1 46vd, 256 Heinrich VI, imparator 1 59 Hüseyin Baykara, Timurlu sultanı 4 1 5,
Mesud 111 Kulesi 33 1, 336, saray 376 Gutmann, Herbert 599 Hammuda bin Murad, Muradi beyi 305 Hemedan 383 475
Gazneli Mahmud, Gazneli hükümdarı Gülberge* 460 Cuma Camisi 460 Hammuda, Hüseyni beyi 307 Henri, Champagne dükü 1 73 Hüseyin bin Muhammed 1 95
330vd, 335, 348, 352, 385, 456, 50 1 Gümrük Hanı, Halep 1 8 1 Hammudiler 2 1 7, 234, 245 Herat* 204, 339, 344vd, 348, 35 l vd, Hüseyin bin Muhammed el-Musuli 200
Gazneliler* 330vd, 348, 456vd Alptigin, Gümüş Kule, Sevilla 264, 266 Hamse, Nizami 50vd, 520vd, 526 360vd, 4 1 0, 423, 465, 475, 482, Hüseyin Türbesi, Kerbela 3 1
Gazneli hanedanının kurucusu 330 Güney Sarayı, el-Asker 334vd Hamzaname 484 484, 486, 488 Cuma camisi 339vd Hüseyin, Hüseyni beyi 307
Behram Şah, hükümdar 33 1 İsmail, Gürgan 1 1 7, 373, 4 1 4 Hanbelilik 9 1 Herzfeld, Ernst 1 06 Hüseyin, Mekke şerifi 58 1
hükümdar 332 Gazneli Mahmud, Gwalior 465 Hande Bereket 1 98 Heşt Bihişt, Agra 465, 477 Hüseyin, Saddam 590
hükümdar 330, 335, 348, 352, 385, Hanefilik 9 1 Heşt Bihişt, Isfahan 506, 5 l 6vd Hüseyin, üçüncü Şii imamı, 3 1 , 63
456 Mesud 1, hükümdar 332 Mesud H Han-ı Hanan 463 Hırbet Minye 72, 74vd, 77, 86 Hüseyniler* 307 Ahmed, bey 309 Ali
111, hükümdar 33 1 , 335vd Habib Burgiba Türbesi, Monastir 3 2 1 Haram Hane, Erdebil 507 Hırbetü'l-Mefcear 72vd, 75.77vd, 80, Paşa, bey 307 Ali, bey 307
Sebüktigin, hükümdar 330 Habsburglar 539 Harba 90 83vd, 86vd, 1 60 Hammuda, bey 307 Hüseyin, bey
Generalife bak. Cennetü'l-Arife Hace Yusuf 200 Harbiye, Bağdat 98 Hızır l lyas Köşkü, Erkilet 378 307 Muhammed es-Sadık, bey 309
Geniza 1 54 Haccac bin Yusuf 33, 68, 456 Harem, Mekke 4 1 Hicret 1 4 Hüseyniye, Kahire 1 87
Genoardo Park, Palermo 1 60 Hacer 23 Harem-i Şerif, Kudüs 4 1 vd Hipokrat 276 Hüsrev 1, Sasani imparatoru 86, 1 75
Gereme, Jean Leon 596 Hacı Begüm, Babürlü imparatoru Harezmşah Sarayı, Sivas 366 Hira 1 0, 3 3
Gerona* 24 1 Katedral 24 1 Ekber'in üvey annesi 475 Harezmşahlar* 1 68, 349, 352vd, 356, Hirakle 99
Gılzai* 50 1 Mahmud 50 1 Hacı il, Memluk sultanı 1 7 1 370 Alaeddin Aziz 353 Alaeddin Hisa 1 46 lconium bak. Konya
Gırnata bak. Granada Hacı lsmail 1 97 Muhammed 353, 356 Alaeddin Historia animalium, Aristoteles 1 99 lnnocentius 111, Papa 252
Gıyaseddin Balban, Delhi sultanı 464 Hacı Mengin Berti* Konya' daki Tekeş 353 İl-Arslan 353, 360vd Hişam 1, Endülüs Emevi emiri 2 1 2, l rving, Washington* 276vd The
Gıyaseddin Keyhüsrev 1, Selçuklu sul- Alaeddin Camisi'nin minberi 384 Celaleddin 353 Kutbeddin 223vd Alhambra 276
tanı 370, 377 Hacu Köprüsü, Isfahan 5 1 7 Muhammed 353 Hişam il, Endülüs Emevi halifesi 203, lsabel, Kastilya kraliçesi 276vd
Gıyaseddin Keyhüsrev il, Selçuklu sul­ Haçlılar* l 66vd, l 72vd, 1 76, l 78vd, Hariciler 1 4 1 2 1 2, 2 1 6vd, 227, 230, 238, 240, Isfahan* 45, 1 09, 1 1 3, 1 27, 348, 368vd,
tanı 370, 375 1 84, 1 92, 1 94, 1 98, 352, 370, 594 Hariri, Basralı* 50, 1 l 8vd, 35 1 242vd 398vd 43 1 , 463, 474, 498, 506vd Ali
Gıyaseddin Muhammed, Guri hüküm- Raoul 1 de Couzy 1 72 Makamat 50, 1 l 8vd, 1 90, 35 1 Hişam 111, Endülüs Emevi halifesi 2 1 7 Kapı 5 l 4vd, 5 1 7 Bağ-ı Bülbül 5 1 7
darı 333, 338 Hadrumetum 1 35 Harput* 37 1 , 38 1 , 384 Artuklu sarayı Hişam, Emevi halifesi 60vd, 76vd, 80, Çihil Sütun 5 1 7 Hazar Cerib 506
Gıyaseddin Tuğluk Türbesi 460 Hafız 52 38 1 Cuma camisi 3 7 1 86, 1 32, 1 38, 2 1 0 Hacu Köprüsü 5 1 7 Mader-i Şah
Gıyaseddin Tuğluk, Delhi sultanı 458 Hafız, Fatımi halifesi 1 4 1 , 1 50 Harun Reşid, Abbasi halifesi 90, 99, Hititler 1 75 Medresesi 5 1 8 Meydan 494, 504,
Gıyaseddin, Karti sultanı 41 O Hafsiler* 1 34, 300vd, 3 1 O, 3 l 8vd Ebu 1 02, 1 1 9, 1 30, 242 Hive* 435, 444vd Allah Kuli Han 506, 509vd, 5 l 4vd nakkarehane 5 1 O
Gifford, R. Swain 598 Amr Osman, sultan 3 0 1 Ebu Faris Hasan Abdal 478 Kervansarayı 446 Allah Kuli Han Çarşı Taçkapısı 5 1 O Kayseriye 5 1 O
Gishduwan* 423 Uluğ Bey Medresesi Azzuz, sultan 3 0 1 Ebu Hafs Ömer, Hasan bin Ali el-Kalbi, emir 1 4 1 Medresesi 446 iç Kale 444vd Kalta Şah Camisi 45, 1 27, 5 1 1 vd Si u Se
423vd sultan 320 Ebu'l-Abbas Ahmed, sul­ Hasan bin Müferrec es-Sermini* 1 74 M inare (Gök Minare) 435 Hurcum Pul 5 1 8
Goa 39 tan 3 0 1 Ebu Zekeriya 1, sultan 3 1 8 Halep Cami-i Kebiri'nin minaresi Medresesi 446 Pehlivan Dervaze lşıktimur el-Meridani Medresesi, Halep
Gol Gümbad (Muhammed Adil Şah el-Mustansır, sultan 3 1 9 el-Varik, 1 74 Marretü'l-Numan'daki minare 445 Rahim Han Medresesi 444 Taş 1 80
Türbesi), Bicapur 483 sultan 3 1 9 1 74 Avlu Sarayı 445vd Allah Kuli Han itten, Johannes 598
Golkonda* 474, 483 Hayat Bahşı Hakem 1, Endülüs Emevi emiri 2 1 2 Hasan Camisi, Rabat 262vd, 3 1 8 Timi 446
Begüm Türbesi 483 Muhammed Hakem il, Endülüs Emevi halifesi 2 1 O, Hasan il, Alevi Fas kralı 3 1 8 Hoca Ahmed Yesevi Türbesi,
Kutb Şah Türbesi 483 2 1 5vd, 2 1 8vd, 224, 226, 229vd, 240 Hasan Kulesi, Rabat 262vd Türkistan (Yesi) 407, 4 1 7 iblis 20
Gotlar1' 208 Roderic, kral 208 Witiza, Hakim Termezi 358, 364 Hasan Paşa 305 Hoca Cihan Muhammed Dost 467 lbn Arabi 238
kral 208 Hakim Termezi Türbesi, Termez 355, Hasan Sabbah, Nizarilerin önderi 352 Hoca Ebu ishak 338 lbn Başkuval 12 1 9
Govardhan 462 357vd, 364vd Hasan Türbesi, Kahire 1 86 Hoca lsa Türbesi, Özbekistan 36 1 lbn Battuta 1 78, 276
Göğe Yükseliş Kilisesi, Kudüs 65 Hakim, Fatımi halifesi 1 42, 1 50, 1 72 Hasan, Memluk sultanı 1 93 Hoca Kutbeddin Bahtiyar Kaki, Çişti lbn Bibi 376vd
Gök Gümbed Camisi, Şehr-i Sebz 424 Hakim, Velid'in oğlu 63, 78 Hasankeyf'' 3 8 1 Artuklu saray 3 8 1 şeyhi 464 lbn Cubeyr 1 6 1 , 1 68, 1 74, 1 76
Gök Medrese Camisi, Amasya 3 7 1 Halaci hanedanı* 458 Alaeddin Halaci, Dicle Köprüsü 3 8 1 Hoca Meşhed Medresesi, Sajod 354, lbn Haldun* 40, 43, 48, 1 25, 1 97, 300,
Gök Medrese, Sivas 366 sultan 458, 464 Mahmud Şah Halaci, Haşhaşinler bak. Nizariler 362vd 3 1 9, 4 1 2 Mukaddime 40
Göktürkler 375 sultan 459 Haşim 1 Hasan ve Ebu'l-Hasan 462 Hoca Muhammed 427 lbn Havkel 1 45, 2 1 8, 243
Granada* 48, 208, 234, 238, 242, 245, Halaviye Medresesi, Halep 1 75, l 77vd Hoca Nahşiran, Türbesi, Regar 355 lbn Hayyan 238
252vd, 254, 258, 263, 267, 273vd, Halef 24 1 Hoca Zeyneddin Camisi, Buhara 439 lbn Hazm 48, 2 1 8

DİZİN 633
lbn ishak I S İsmail Fettah S90 el-Ezher Camisi 1 4 1 , 1 47, l SO, 1 87 Karasungur, Halep valisi l 7S, 1 79 Keykubad bin Keyhüsrev, Selçuklu sul­
lbn Maali ailesi 1 78 lsmail 1, Nasri sultanı 274, 279, 282 Fustat 1 87 el-Hakim Camisi 1 44, Karatay Han 376 tanı 383
lbn Mukla S7S İsmail 1, Safevi şahı 496, S20, S26 1 48, l SOvd, 1 87, 1 89 Hüseyniye Karatay Medresesi, Antalya 373 Keykubadiye* 378 kemerli yapılar 378
lbn Rüşd (Averroes) 48, 2S I İsmail il, Safevi şahı 497, S24 1 87 M uizz (Doğu) Sarayı 1 49, 1 82 Karatay Medresesi, Konya 373, 378vd, Kılıç Arslan il, Selçuklu sultanı 370,
lbn Said 1 96 lsmail Türbesi, Erdebil S07 Kıtay 1 1 3 Amr Camisi l 86vd, 1 89, 381 378
lbn Sina (Avicenna) 48 İsmail, Gazneli hükümdarı 332 223 Akmer Camisi l S I vd Babü'l­ Karaviyin Camisi, Fez* 2S6vd, 3 1 Ovd Kılıç Arslan iV, Selçuklu sultanı 37Svd
lbn Suud, Suudi Arabistan kralı 24, lsmaililer 30, 1 4 1 Fütuh ı s ı Biibü'l-Nasr ı s ı Bab Minber 2S7 Kırmızı Kale bak. Şahcihanabad
S82, S84 İstanbul* 33, 44, 46, 64, 60, 9S, 1 4 1 , Zuveyle l S 1 , 1 84, 1 89 Baybars Karle V, imparator 1 62, 222 Kırşehir* 373 Çaca Bey Medresesi 373
lbn Tufeyl 2S I I S4, 20 1 , 203, 2 1 3, 2 1 S, S36vd, S87 Camisi 1 87, 1 89 Beynü'l-Kasreyn Karnavu 9 Kıtay, Kahire 1 1 3
lbn Tumart, Muvahhid hanedanının Bayezid il Külliyesi S48vd Sultan 1 49, 1 82, l 84vd, 1 89 Emir Kartaca 32vd, 1 3Svd Kız Bibi Türbesi, Merv 3SS
kurucusu 248vd, 2S9vd, 3 0 1 Ahmed Camisi SS9vd Eski Saray Aksungur Camisi l 8S Sultan Gavri Kartiler* 4 1 O Gıyaseddin, sultan 4 1 O Kızılbaş emirler 496, 498
l b n Yezid 202 S48, S6 I Ayasofya 64, S46vd, 49vd Kervansarayı 1 90 Hisar 44, 1 82, Kasba Camisi, Marakeş 3 1 6 Kirgoz Han 377
lbn Yusuf Medresesi, Marakeş 2S7, Kapalıçarşı S60 Fatih Külliyesi S36, l 84vd, l 89vd Müeyyed Şeyh Camisi Kasım Ali 427 Kirman 4 1 4
316 S46 Şehzade Camisi 44, SSOvd 1 84, 1 89 Altınboğa el-Meridani Kasım Şeyh Hankahı, Buhara 439 Kitab halkü'l-nebi ve'l-halik, Ebubekir
lbn Zemrek 276, 29 1 Sokollu Mehmed Paşa Camisi SS7 Camisi l 8S, 1 89 Doğu Mezarlığı Kasr Harana 6 1 , 73 Muhammed bin Abdullah 342vd
lbnü'l-Adim l 7S Sokollu Rüstem Paşa Camisi SS6 1 89 Tolunoğlu Camisi l 1 2vd, 1 4 1 , Kasrü'l-Bağdat, Rakkade 1 37 Kitabü'l-Agani 1 94
İbnü'l-Bevvab S7S Süleymaniye Külliyesi SS2vd Sultan 1 87 Kamiliye Medresesi 1 84 Salihiye Kasrü'l-Bahr, Mansuriye 1 46 Kochert, Julian 9 1
lbnü'l-Durayhim el-Musuli* 1 99 Selim Camisi S49 Topkapı Sarayı Medresesi 1 84 Nasır Muhammed Kasrü'l-Bahr, Rakkade 1 37 Kokand 43S
Menafiü'l-hayevan 1 99 S49, S60vd Yeni Valide Camisi SS9, Medresesi 1 89 Barsbay Medresesi Kasrü'l-Biinu, Rakka 97, 376 Konstantin 3 0 1 , 3 1 O, 3 2 1
lbnü'l-Esir 1 66 S87 1 84, 1 89 Berkuk Medresesi 1 89 Kasrü'l-Cis, Samarra 1 02 Konstantinopolis bak. lstanbul
lbnü'l-Hakim er-Rundi, .vezir 276 istiklal Camisi, Cakarta S87vd Kalavun Medresesi l S6, l 84vd Kasrü'l-Ebyad bak. Abbasiye Konya* 348vd, 36 1 , 366, 370vd, 373,
lbnü'l-Hatib 2 1 6, 276 lşbiliyye bak. Sevilla Sultan Kalavun Maristanı l SO, l 8S Kasrü'l-Eyvan, Mansuriye 1 46 37Svd, 378, 380, 383vd, S3 1
lbnü'l-Heysem (Alhazen) 48 lşrethane, Semerkand 420 Meşhedü'l-Cüyuşi l S I Şerif Kasrü'l-Fütuh, Rakkade 1 37 Alaeddin Camisi 37S, 378vd, 384vd,
lbnü'l-Mukaffa* S I , 62 Ke/i/e ve Dimne ltimadü'd-Devle Türbesi, Agra 478 Tabataba Türbesi ve Camisi 1 1 7 Kasrü'l-Hayrü'l-Garbi 3Svd, 72, 74, 77, S3 1 kent surları 378, 380 Fahreddin
S l vd, 426 ltimadü'd-Devle, Babürlü imparatoru Sultan Kayıtbay Türbesi ve Camisi 80, 83vd, 86, 1 60, 377, 49 1 Ali Külliyesi 373 Cuma camisi 37 1
.
lbnü'l-Rami S3 Cihan 'ın veziri 463, 478 1 90 eş-Şafi Türbesi 1 89 Gavri Kasrü'l-Hayrü'l-Şarki 62, 72vd ince Minare Medresesi 373, 378vd
lbnü'l-Zeyn 200 l ustinianos, Bizans imparatoru l 7S Türbesi 1 84 Hayırbek Türbesi 1 82 Kasrü'l-Kadim bak. Abbasiye Karatay Medresesi 373, 378vd, 3 8 1
lbnü'z-Zerkale 269 İznik 1 27, 370, 378 Hasan Türbesi 1 86 Kayıtbay Kasrü'l-Kiifur, Mansuriye 1 46 Kılıç Arslan il Türbesi 373, 37S
lbrahim Adil Şah il, Bicapur sultanı lzzeddin Keykakus 1 Sifaiye, Sivas 373 Türbesi l 89vd Kalavun Türbesi l S6, Kasrü'l-Kebir 303 Köşk 376 Sı rçalı Medrese 379
482vd, 487 lzzeddin Keykakus, Selçuklu sultanı l 84vd, l 90vd Sultan Farac bin Kasrü'l-Mşatta 63, 72vd, 77vd, 80vd, Sultan Hanı 366
lbrahim bin Celil, Muvahhid vezir 2SO 370 Berkuk Hankahı l 86vd Sultan Gavri 84vd Köhne Ürgenç* 1 1 8, 360vd, 370 Kuna
lbrahim bin Said es-Sehli 269 lzzü'd-Devle Bahtiyar, Büveyhi hüküm­ Camisi ve Medresesi 1 84, 1 89 Kasrü'l-Sahn, Rakkade 1 37 Ark 440 Kutluğ Murad İnak
lbrahim Camisi l 77vd darı 203 Sultan Hasan Camisi ve Medresesi Kasrü'l-Tuba 72vd, 78 Medresesi 44Svd
lbrahim 1 bin el-Agleb, Aglebi emiri l 8S, l 88vd Sultan Kayıtbay Camisi Kasrü's-Selam, Rakka 99 Köşk, Konya 376
1 30, 1 36vd J ve Medresesi 1 89 Müeyyed Şeyh Kaşan 382 Krak des Chevaliers, Suriye 1 67
lbrahim il, Aglebi emiri 1 32, l 37vd jaen 2 1 4, 2S3 Camisi 1 90 Hayırbek Camisi l 8S Kavurt, Selçuklu 349 Kral Abdullah Camisi, Amman S88
İbrahim Ludi, Delhi sultanı 464 Jaime 1, Aragon kralı 2S2vd Kaçmaz el-lshaki Camisi 1 89 Kayıtbay Türbesi ve Camisi, Kahire Kral Faysal Camisi S87
İbrahim Revzat, Bicapur 482vd Jardines Nuevos del Generalife, Mehmed Ali Paşa Camisi S87 1 89, 1 90 Kral Hasan Camisi S9S
lbrahim Sultan, Timur'un torunu 426 Granada 294 Baştak Sarayı 1 83, 1 90 es-Seb'a Kayıtbay, Memluk sultanı 1 7 1 , 1 80, Kral Hasan Camisi, Kazablanka S89
İbrahim, Murabıt hükümdarı 248 Jerez de la Frontera* 263 Alc:i.zar 263 Benat l S3 Salih Talay Camisi l S I 1 90, 1 99, 20 1 Kral Suud Camisi, Cidde S89
lbrahim, Peygamber 1 4, 1 6, 1 8, 23, 4 1 , Johann von Gorze 21 S, 23 1 Salihiye Medresesi 1 86 Seyyide Kaymeri Maristanı, Şam 1 93 Ktesiphon* 33, 86, 92, 96, 368 saray
44vd, 1 74 Jöntürkler S43, S8 I , S83 Atike l S3 Seyyide Nefise Camisi Kayrevan* 32, 40, 4S, 1 09, 1 30vd, 1 4 1 , 33, 86, 368
İç Kale, Hive 444vd Juan il, Kastilya kralı 276 l SS Seyyide Rukiye Camisi l S3, l SS l 4S, 1 47, l S4, 208, 2 1 3, 242.24S, Kubbe Asarak Köşkü, Tunus 3 1 9
idris 1, ldrisi hükümdarı 3 1 O Batı Sarayı 1 49, l SSvd, 1 84 2S6, 30 1 , 3 1 O, l 9vd Aglebi sarnıcı Kubbet'ül-Barudiyin, Marakeş 2S7
idris il, ldrisi hükümdarı 3 0 1 K Kahn, Louis S89 l 37vd Darü'l-lmaret 1 32 Cami-i Kubbetü'l-Hadra 98
ldrisiler* 1 4 1 , 3 0 1 v d idris 1 , sultan 3 1 O Kabe, Mekke 9, 1 1 vd, 1 7, 2 1 , 23, 3S, Kaim Han 46S Kebir (Sidi Ukba Camisi) 32, 4S, Kubbetü's-Sahra, Kudüs 41 vd, 64vd,
idris il, sultan 3 0 1 4 1 , 64vd, 80, 469 Kaim Sarayı, Mehdiye l 4S 1 09vd, l 32vd, 320 Üç Kapılı Cami 7 1 vd, 80vd, 1 24, l 66vd, l 8S
lfrikkiye 3 1 O Kabil* 462vd, 46S kale 469 Kaim, Fatımi halifesi 1 4 1 , 1 46 1 36 Pala Camisi 3 1 9 Kubbetü's-Süleybiye, Samarra 1 08
lhşidiler 1 76 Kabis I S9 Kalavun Medresesi, Kahire l S6, l 84vd Kays 60 Kubilat, Yuan hanedanının kurucusu
lhvanü's-Safa, makaleler 46 Kabus bin Vaşmgir 1 l 6vd Kalavun Türbesi, Kahire l S6, l 84vd, Kayseri Ulucamisi 372 390
il-Arslan, Harezmşah 3S3, 360vd Kaçarlar� S02vd, S 1 7, S 1 9, S28vd, S83 1 90vd Kayseri* 348, 370vd, 376vd Döner Kudam bin Abbas 1 l S, 420
İlhanlılar* 369vd, 390vd, 408, 4 1 O, 46S Abbas Mirza, şehzade S02 Ağa Kalavun, Memluk sultanı l SO, 1 70, Kümbet 37S Huand Hatun Külliyesi Kudüs 1 2, 1 4, 33, 4 1 vd ( 64vd, 67,
Abaka 376, 392 Ebu Said 1 70, 20 1 , Muhammed Han, şah S02 Ahmed 1 7S, 1 77, 1 84, 1 99 37 1 , 373 Sultan Hanı 376 Ulucami 7 1 vd, 80, 94, 1 24, l S3, 1 66, l 68vd,
3 1 2, 3 9 1 Ergun 392 Gazan 39 1 , 39S Mirza Şah, şah S03 Feth Ali Şah, şah Kalbiler* 60, l S9vd Cafer, emir l S9 37 1 , 372 1 7 1 , 1 76, 1 96 Mescid-i Aksa 42,
Hülagu 370, 390 Olcaytu S02, S 1 7, S28vd Muhammed Ali, Kalta Minar, Merv 3S6, 367 Kayseriye, Fez 3 1 O l 66vd, 1 70, 1 78, 22 1 vd Göğe
Muhammed Hudabende 1 26, 369vd, şah S03 Muhammed Şah, şah S02, Kalta Minare (Gök Minare), Hive 43S, Kayseriye, Isfahan S 1 O Yükseliş Kilisesi 6S Kutsal Kabir
39 1 , 47S S29, S9 I Muzaffereddin Şah, şah 44S Kazablanka S9S Kilisesi 6S, 1 68 Kubbetü's-Sahra
l ltutmuş Türbesi, Delhi 4SS S03 Nasreddin Şah, şah S02, S 1 9 Kamiliye Medresesi, Halep 1 80 Kazimeyn Camisi, Bağdat 32 41 vd, 64vd, 7 1 vd, 80vd, 1 24, l 66vd,
lltutmuş, Delhi sultanı 4SS Kaçmaz el-lshaki Camisi, Kahire 1 89 Kamiliye Medresesi, Kahire 1 84 Kazvin* S07, S24vd saray S07 l 8S Harem-i Şerif 41 vd Tapınak
İmadeddin Zengi 1 76 Kaçpura Camisi, Agra 46S Kandehari 46S, 467 Kecave Camisi, Cezayir 320 Dağı 64vd, l 66vd
lmamzade Yahya, Veramin 398 Kaddafi, Muammer S84 Kandinsky, Wassily S99 Kelan Camisi, Buhara 4 1 8 Küfe 1 O, 3 1 , 33, 39, 46, 60, 67vd, 72,
ince Minare Medresesi, Konya 373, Kadı Ahmed S2S Kansu Gavri, Memluk sultanı 1 77, 1 80 Kelan minaresi, Buhara 3S8vd 92, 96, 1 O 1 valilik konağı 68 cami
378vd Kadı Ahmed S3 Kapalıçarşı, İstanbul S60 Kefile ve Dimne, lbnü'l-Mukaffa S I f, 68vd, 4S6
incir Hanı 376 Kadızade Rumi, Şah-ı Zinde kabristanı, Kara M ustafa, sadrazam S4 I 426 Kukeldaş Medresesi, Buhara 438
İsa 1 6, 1 9, 28 Semerkand 423 Kara Saray, Musul 376 Kerbela* 29, 3 1 , 42, 63, 1 l S Hüseyin Kum* 32, 42, 46, 1 l S Fatma el-
İsa bin Ali 1 0 1 Kadir Camisi, Tahran S9S Kara Yusuf, Karakoyunlu hükümdarı Türbesi 3 1 · Masume Türbesi 32
İsa bin Musa 1 O 1 Kadisiye 99 414 Kerh, Bağdat 98 Kuna Ark, Hive 440
ishak bin Ali, Murabıt hükümdarı 248 Kafur Sarayı, Mansuriye 1 46 Karahanlı türbeleri, Uzgen 3S9vd Kerim Han Zend SO l vd, S26, S28 Kuran 1 6vd
lskender Sultan, Timur'un torunu 426 Kafur, lhşidi hükümdarı 1 49 Karahanlılar 330, 348, 3S2vd, 3S4, Kermine 363 Kuran yazmaları 46, 1 98, 269vd, 383,
lslamabad 478, S87 Kahire* 44, 46, 97, 1 l 2vd, 1 1 7, 1 34, 3S6, 3S9 Kervansaray, Nevşehir 366 484
İsmail 23, 4 1 , 64 l 42vd, l 46vd, l S4, 1 60, 1 62, 1 67, Karahıtaylar 3S2vd Keşmir* 478 bahçeler 478 Kuran, A. 3 7 1
İsmail bin Ahmed 1 1 6 1 7 1 vd, 1 79, l 82vd, 1 96, l 98vd, 20S, Karakoyunlular* 4 1 2, 4 l 4vd Kara Kevat Kale, vaha 367 Kurtuba bak. Cordoba
İsmail bin Cafer 30 2 1 Svd, 243, 27S, 41 l , 4 1 3, 4S9, S87 Yusuf, hükümdar 4 1 4 Kurva Camisi 1 1 4

634 DİZİN
Kus 1 99 Mahmud bin el-Hüseyni 383 Medar-ı Han Medresesi, Buhara 437 Memun, halife 65, 90, 92, 99, 1 02 Mir Ali Heravi 486
Kuseyr Amra 49, S9, 72, 77, 84vd Mahmud bin Muhammed 204 Medine* 1 2, l 4vd, 1 7, 22vd, 26, 28, Mansur, halife 90, 92, 96, 98vd, Mir Devri Katibü'l-Mülk* 48S
Kutb Şahlar, Golkonda* 474, 483, 487 Mahmud bin Sungur 204 39, 41 vd, 44, 67, 94, 1 42, 1 70 1 O 1 vd, 1 19 Muhtedi, halife 1 08 Hamzaname 48S
Abdullah 483 Muhammed 483 Mahmud il, Osmanlı padişahı 66, 542 Cami-i Kebir (Münevvere) 4 1 , 69, Muntasır, halife 1 08, 278 Muktedir, Mir Halilullah Şah 487
Kutbeddin Aybek, Delhi sultanı 340vd, Mahmud Şah Begra 46 1 7 1 , 7S, 20 1 halife 1 1 9 Mustain, halife l 3S Mir i Arab Medresesi, Buhara 436vd
4SS, 4S7 Mahmud Şah Halaci, sultan 4S9 Medine-i Münevvere Camii 4 1 Mustansır, halife 90, 1 1 6 Mutedid, Mir Masum Nami 484
Kutbeddin Mevdud, Musul emiri 3 8 1 Mahmud Türbesi, Gazne 33 1 , 333 Medinetü's-Selam bak. Bağdat halife 1 08 Mutemid, halife 1 08 Mir M usavvir S2 I
Kutbeddin Mevdud, Musul'un Zengi Mahmudabad 46 1 Medinetü'z-Zehira, Cordoba yakınında M utasım, halife 93, 1 02, 1 1 O Mir Seyyid Ali 484
yöneticisi 38 1 Mahzen 303 saray kenti 2 l 6vd, 2 1 9, 230 Mütevekkil, halife 1 02vd, 1 08 Mirak 427, 5 2 1
Kutbeddin Muhammed, Harezmşah Makamat, Basralı el-Hariri SO, 1 l 8vd, Medinetü'z-Zehra, Cordoba yakınında Mutezz, halife 1 03, 1 08 Nasır, halife Mirak Seyyid Gıyas* Hümayun Türbesi,
3S3 1 98, 3 S I saray kenti* 2 1 O, 21 Svd, 2 l 8vd, 90, 1 1 7, Yasık, halife 1 02 Amin, hal­ Delhi 464, 466, 473vd
Kutluğ Murad inak Medresesi, Hive Makramat Han 479, 482 224, 227vd, 23S, 237vd, 242, 2S8, ife 90, 1 02 Harun Reşid, halife 90, Miranşah, Timurlu şehzadesi 4 1·0, 4 1 4
44Svd Malabadi* 38 1 Batman Suyu üzerinde 264, 492 Darü'l-Cünde (Ordu 99, 1 02, 1 1 9, 1 30, 242 Kudam bin Mirdasiler 1 76
Kutsal Kabir Kilisesi, Kudüs 6S, 1 68 köprü 3 8 1 Konağı) 232 Darü'l-Mülk (Casa Abbas, hanedanın kurucusu 1 1 5, Mirza Baba S29
Kutubiye Camisi, Marakeş l 2S, 24S, Malaga* 1 73, 208, 2 1 7, 234, 245, 2S2, Real) 230 Darü'l-Yüzera (Vezirler 420 Mirza Taki SOO
2SOvd, 2S7, 26 1 vd, 3 1 2, 322 268vd, 273, 27Svd Alcazaba 234vd Konağı} 232vd muhafız kompleksi Menafıü'l-hayevan, lbnü'l-Durayhim el- Misbahiye Medresesi, Fez 3 1 2
Kutup M inare, Delhi 340vd, 3S9, 4SS, Malatya* 3 7 1 Cuma camisi 3 7 1 23 1 Yukarı Bahçe 230, 232vd, 264 Musuli 1 99 Misrian* 3S6 Cami 3S6
4S8, 460, 464 Malik bin Enes 26 Baş Vezir Cafer el-Müşafı'nin Menat 1 1 , 1 3 Moğollar* 90, 1 1 6, 1 70, l 7S, l 77vd,
Kuvvetü'l-lslam (Cami-i Kebir} 340vd, Malikilik 9 1 Konağı 23 1 Havuzlu Konak 23 1 Mende Goncalves, kont 24 1 1 97vd, 20 1 , 20S, 3S2vd, 367, 370,
4S7vd, 460 Şahcihanabad bak. Şahci­ Malikü's-Salih, Artuklu sultan 38 1 Aşağı Bahçe 234 Cami 23 1 vd Süslü Mengeliboğa eş-Şemsi Camisi, Halep 378, 4S8, 46 1 Batu, han 388 Berke,
hanabad Şalemar Bağı 472 Hümayun Mallorca 1 72, 2 1 5, 252vd, 268 Salon 230, 232vd, 240vd Sütunlu 1 79vd han 389 Cengiz Han 353, 46 1 , 464
Türbesi 464, 466, 473vd, 482 Malta 1 3 1 Avlu 23 1 ikiz mesire 230vd Mengeliboğa eş-Şemsi, Halep valisi 1 79 Canıbek, kan 389 Möngke, büyük
Nizameddin Evliya Türbesi 466, Maltepe 9S Medresesi Barsbay, Kahire 1 84, 1 89 Mengücekoğulları* Ahmed Şah 379vd han 390 Orda, han 388 Özbek, han
477, 482 Malviye, Samarra 1 03vd Mehdi, Abbasi halifesi 90, 98 Merida 208, 2 l 3vd, 2S3 404 Taluy, han 390 Ögedey, büyük
Kuvvetü'l-lslam, Delhi 340vd Man Singh, Racput racası 466 Mehdiye* 46, 1 4 1 , 1 44vd, 1 46, I S9, Meriniler* 2S2vd, 273vd, 300, 3 1 Ovd, han 390
Kümbet-i Kabus 1 l 6vd, 373 Manastır Ribatı l 38vd 21 S Kaim Sarayı l 4S Cami-i Kebir 3 1 6, 322 Abdülhak, sultan 300 Monaita Kapısı, Granada 297
Kümbet-i Kabus, Gürgan 1 l 6vd, 373 Manastır* l 38vd, 3 2 1 Habib Burgiba l 44vd, 1 47, l SO Eskefetü'l-Kahle Ebu'l-Hasan Ali, sultan 300 Ebu Möngke, Moğol büyük hanı 390
Türbesi 3 2 1 Ribat l 38vd 1 44 Ubeydullah Sarayı l 4S Hasan, sultan 3 l 3vd Ebu inan Faris, Muammad bin Ali al-Musuli* 1 75
L Mandu* 44, 4S9, 490 Cami-i Kebir 44 Mehmed Ali Paşa (Kavalalı), Mısır valisi sultan 300, 3 1 3 Ebu Yusuf, sultan Halep Cami-i Kebir'inin minberi l 7S
La Cuba 1 6 1 vd Nilkant Kameriyesi 490 S80 3 1 0, 3 1 2 Muaviye, Emevi halifesi 3 1 , 60
La Rabita, Guardamar, Alicante 228vd Mannheim* 594 Yavuz Sultan Selim Mehmed Ali Paşa Camisi, Kahire S87 Mersin Sarayı, Mansuriye 1 46 Mudejar 253, 266
La Zisa, Palermo l S9vd, 2S9 Camisi S94 Mehmed 1, Osmanlı padişahı S36 Merv* 92, 348, 3S I vd, 3S4vd, 363vd, Muğire, Endülüs Emevi şehzadesi 240
Lab-i Havuz, Buhara 438 Mansur "Nadirü'l-Asr" 48S Mehmed il, Osmanlı padişahı S37, S46 370 Akça Kale Kervansarayı 363vd Muhammed Ahmed, Sudan "Mehdi"si
Lahmi Sarayı, Havarnak 36 Mansur Sarayı, Cordoba 238 Mehmed Köprülü, sadrazam S4 I Kalta Minare 3S6, 367 Kız Bibi 58 1
Lahmiler 1 O, 36 Mansur, Abbasi halifesi 90, 92, 96, Mehmed Sokollu, sadrazam S4 I Türbesi 35S Muhammed bin Muhammed Ali, Kaçar şahı S03
Lahor* 4 1 3, 4S7vd, 463, 46Svd, 47 1 vd, 98vd, I O l vd, 1 1 9 Mehmed Tahir Ağa S47 Zeyd'in mezarının yanındaki ziyaret Muhammed Behmen Şah, sultan 460
478vd, 482, 488 Badşahi Camisi 472 Mansur, Fatımi halifesi 1 4 1 , l 4S Mehmed V, Osmanlı padişahı S43 camisi 3S8 Büyük Selçuklu Sarayı Muhammed bin Ebu Amir bak. Mansur
Begüm Şahi Camisi 468 Huzuri Bağ Mansur, hacib, Amiriler 2 l 6vd, 227, Mekke şerifleri 348 366 Sencer Türbesi 3S6, 36Svd Muhammed bin Ebu Amir bak. Mansur
Bederi 472 saray kalesi 467vd Şale­ 230, 238, 240vd, 243, 263 Mekke* 9, 1 1 vd, 1 7, 2 1 , 23vd, 26, 28, Şehriyar Ark 367 Sultan Kalesi Muhammed bin el-Hüseyin en-Naka*
mar Bağ 469, 479 Cihangir Türbesi Mansure 3 1 4 3S, 4 1 , 44, 64, 80, 1 42, 1 70, 469 366vd 3S6 Misrian Camisi 3S6
479 Nur Cihan Türbesi 479 Mansuriye* 1 4Svd, 1 49, 1 6 1 vd el­ Cami-i Kebir 1 3, 23 Harem-i Şerif Mervan, Emevi halifesi 63 Muhammed bin es-Seffar* 269vd
Las Huelgas, Kraliyet Manastırı, Ezher Camisi 1 45 Şeriyü'l-Azam 41 Kabe 9, l l vd, 1 7, 2 1 , 23, 3S, 4 1 , Mervaniler 349 usturlap 270
Burgos* 266vd Capilla de las 1 49 Kafur Sarayı 1 46 Mersin Sarayı 64vd, 80, 469 Meryem Makani, Babürlü imparator Muhammed bin Füttuh 1 97
Claustrillas 266 1 46 Havarnak 1 46 Kasrü'l-Bahr 1 46 Meknes* 300, 304vd, 3 l 6vd Babü'l­ Ekber'in annesi 466, 47S Muhammed bin Hayranü'l-Mafer 1 36
Las Navas de Talasa M uharebesi 2S2 Kasrü'l-Eyvan 1 46 Kasrü'l-Kafur 1 46 Mansur 3 1 7 Babü'l-Rih 30S Darü'l­ Meryemü'z-Zamani, Babürlü impara­ Muhammed bin Hevlan el-Dmaşki 379
Las Navas de Talasa Muharebesi Mantıkü't-Teyr, Attar 508 Kebire 3 1 8 M ulay lsmail Türbesi toru Cihangir'in annesi 468vd Muhammed bin Hud bak. Hud el-
268vd Manuel Gômez-Moreno 222 307, 3 1 6, 3 1 8 Mescid-i Aksa, Kudüs 42, l 66vd, 1 70, Mütevekkil
Lat 1 1 , 1 3 Marakeş l 2S, 24Svd, 248vd, 254, Melik el-Kamil, Eyyubi sultanı l S9, 1 68 1 78, 22 1 vd Muhammed bin Kasım 4S4
Le Corbusier S86, S98 2S6vd, 2S9vd, 300, 3 1 0, 3 1 6, 3 1 8 Melik ez-Zahir Gazi, Eyyubi sultanı Mesleme el-Mecriti 269 Muhammed bin Mardanis 258vd
Lejeune, Louis S8 I Agdal 49 1 Müezzin Camisi 3 1 6 Bab 1 76vd Mesmude, Berberi kabilesi 248, 250 Muhammed bin Osman el-Haddad,
Lemtüne, Berberi kabilesi 24Svd Dukkala Camisi 3 1 6 Badi Sarayı 3 1 6 Melik Kafur 4S8 Messina 1 3 1 , 1 62 Halep valisi 1 75
Leon* 2 1 7, 24 1 , 268 San lsidoro 24 1 vd Kasba Camisi 3 1 6 Darü'l-Beyda 3 1 8 Melikşah, Selçuklu sultanı 349vd, 3S2, Messufe, Berberi kabilesi 246 Muhammed bin Sungur el-Bağdadi 200
Leşker-i Bazar, Leşkergah 329, 3 34vd, Darü'l-Hacer 2S4 Darü'l-Mahzen 368 Mesud bin Ahmed 204 Muhammed bin Tuğluk, Delhi sultanı
376 3 1 8 lbn Yusuf Medresesi 2S7, 3 1 6 Melilla 300 Mesud 1, Gazneli hükümdarı 332 4S8
Levi-Provencal 2 1 8 Kutubiye Camisi l 2S, 245, 2SOvd, Memlüklar 26, 1 67, l 70vd, l 78vd, 1 84, Mesud il, Selçuklu sultanı 370 Muhammed bin Yusuf bin Nasr bak.
Lewis, John Frederick S96 2S7, 26 1 vd, 3 1 2, 322 Kubbet'ül­ 1 87, 1 90, l 92vd, 1 98, 20S, 27S, Mesud 111 Kulesi,, Gazne 33 1 , 336 Muhammed 1, Nasri sultanı
Lingayata mezhebi 4S6, 474 Barudiyin 2S7 Sadi türbeleri 3 1 6 307, 370, 41 1 vd, S38 Eşref Şaban, Mesud 111, Gazneli hükümdarı 33 1 , 336 Muhammed bin Yusuf bin Osman el­
Lizbon 2SO Marco Polo 38S sultan 1 98 Nasır Muhammed, sultan Mesudiye Medresesi, Diyarbakır 3 8 1 Haskefı 38S
Lokman 1 4, 1 6, S69 Mardin* 38 1 Hatuniye Medresesi 3 8 1 66, 1 70vd, 1 8 1 , l 84vd, 1 89, 1 99vd Meşhed* 42, 46, 1 1 S , 488 imam Rıza Muhammed bin Zeyd'in mezarının
Louis IX (Aziz), Fransa kralı 1 70, 1 73, Sultan lsa (Zinciriye) Medresesi 3 8 1 Zahir Baybars, sultan 1 67, 1 69vd, Türbesi S09 yanındaki ziyaret camisi, Merv 3S8
1 96 Maristanü'l-Nuri, Şam l 92vd 1 79, 1 84, 1 87, 1 92, 1 98, 370 Eşref Meşhedü'l-Cüyuşi, Kahire l S I Muhammed el-Mehdi, Sadi sultanı 303
Lucera I S9 Marretü'l-Numan 1 74 Halil, sultan 1 77, 1 79 Berkuk, sultan Mevlana 37S Muhammed Mehdi, on ikinci Şii
Lucknow 463, 473 Matisse, Henri 599 1 7 1 , 1 84, 1 87, 41 1 Barsbay, sultan Mevlana Türbesi 375 imamı 30
Ludi hanedanı* 458vd, 46 1 , 464 Matorana Kilisesi, Palermo 1 60, 1 62 1 7 1 , 1 99 Farac, sultan 4 1 1 , 4 1 3 Mevlevi Tekkesi, Halep 1 8 1 Muhammed el-Nasır, Muvahhid
lbrahim, Delhi sultanı 464 Matraki Nasuh S49, S68 Hacı il, sultan 1 7 1 Hasan, sultan Meydan, Isfahan 494, S04, S06, S09vd, hükümdarı 2S2 Muhammed es­
Lütfullah Camisi, Isfahan 5 1 Ovd Mavi Cami, lstanbul bak. Sultan Ahmed 1 93 Kayıtbay. sultan 1 7 1 , 1 80, 1 90, S l 4vd Sadik, Hüseyni beyi 309
Camisi 1 99, 20 1 Kalavun, sultan 1 50, 1 70, Midan, Şam 1 93 Muhammed Emin Han Medresesi, Hive
M Mavi Cami, Kahire bak. Emir Aksungur 1 75, 1 77, 1 79, 1 84, 1 99 Kansu Mihr Ali S29 44S
Macke, August S99 Camisi Gavri, Sultan 1 77, 1 8 1 Mihrimah Sultan Külliyesi, Üsküdar Muhammed eş-Şeyh el-Mehdi, Yattasi
Madaba 85 Mavi Cami, Tebriz bak. Ali Şah Camisi Memun al-Bareybi, Fatımi veziri l S I sso sultan 300
Mader-i Şah Medresesi, Isfahan 5 1 8 May, Kari S98 Memun Sarayı, Toledo 23S Mina 23 Muhammed Gaffari 529
Magok-i Attari Camisi, Buhara 3S8, Mazagan (now Mulay Abdullah} 260 Memun, Abbasi halifesi 6S, 90, 92, 99, Ming 435 Muhammed Gazali 3S l
362 Mazara 1 3 1 , 1 62 1 02 Mir Abdülkerim 482

DİZİN 63 5
Muhammed Hudabende, Safevi şahı ishak bin Ali, hükümdarı 248 Taşfın (Kelan Camisi) 436 Eyüp Çeşmesi Neyriz Camisi 1 1 4 549 Selim il, padişah 540 Selim 111,
497 bin Ali, hükümdarı 247vd Yusuf bin 362 Kelan Minaresi 358vd Hoca Niebla 248 padişah, 54 l vd Süleyman 1 (Kanuni),
Muhammed Hüseyin Keşmiri, "Zerin Taşfın, hükümdarı 246, 254vd Zeyneddin Camisi 439 Kukeldaş Niğde* 3 7 1 , 375, 379 Alaeddin Camisi padişah 64vd, 537vd, 54 1 , 550
Kalem" 485 M urad 1 Camisi, Bursa 545 Medresesi 438 Leb-i Havuz 438 3 7 1 Hudavent Hatun Türbesi 375 Ostia 1 3 1
Muhammed 1, Aglebi emiri 1 35 Murad 1, Osmanlı padişahı 536, 546 Medar-i Han Medresesi 437 Magok­ Nikaia bak. lznik Otto 1 (Büyük), imparator 2 1 5, 23 1
Muhammed 1, Endülüs Emevi emiri 2 1 3 Murad il, Osmanlı padişahı 537, 546 i Attari Camisi 358, 362 Mir-i Arap Nikephoros Phokas, Bizans imparatoru Otto-Dorn, K. 378
Muhammed 1, Nasri sultanı 252, 273 Murad 111, Osmanlı padişahı 20 1 , 54 1 , Medresesi 436vd Nadir Divan Begi 1 42, 1 75 Oyratlar 435vd
Muhammed il, Nasri sultanı 273 563vd Medresesi 438 Pa-yı Kelan külliyesi Niksar* 3 7 1 , 373 Cuma camisi 3 7 1
Muhammed 111, Nasri sultanı 274, 276, Murad iV, Osmanlı padişahı 54 1 , 543 436 Şeyh Kasım Hankiihı 439 Medrese 373 ö
279 Muradiler* 305 Hammuda bin Murad, Samani türbesi 1 l 5vd Şaburganata Nilkant Köşkü, Mandu 490 Ögedey, Moğol hanı 390
Muhammed iV, Nasri sultanı 274 bey 305 mezarı 3 6 1 Şir Dar Medresesi 441 Nisar Begüm Türbesi, Allahiibad 469 Ömer bin Hafsun 2 l 2vd
Muhammed V, Fas kralı 3 1 8, 584 murakka albümleri, Şah Cihan 480, Tiik-ı Sarrafan 440 Tiik-ı Telpak Nişabur 92, 348, 35 1 , 353, 369 Ömer bin Hattab, halife 22, 26, 28, 33,
Muhammed IX, Nasri sultanı 273vd 485vd Füruşan 44 1 Tiik-ı Zergeran 440 Nizameddin Evliya Türbesi, Delhi 466, 60vd, 454
Muhammed Kasım 5 1 6 Murcia* 2 1 4, 245, 253, 258vd, 263, Abdullah Han Timi 441 Uluğ Bey 477, 482 Ömer Hayyam 49
Muhammed Kuli Kutb, sultan 474 268 Castillejo de Monteagudo Medresesi 423, 438, 44 1 vd Bülend Nizameddin Evliya, Çişti şeyhi 464, Ömer Şeyh, Timurlu şehzadesi 4 1 4
Muhammed Kutb Şah Türbesi, 258vd Darü's-Sugra 259 Santa Clara Dervaze, Fetihpur Sikri 466vd, 474, 482 Ömeriye Medresesi, Şam 1 92
Golkonda 483 la Real 259 485 Nizami* 50vd, 520vd Hamse 50vd Özbek, Moğol hanı 404
Muhammed Rıza* 5 1 2 Lütfullah Camisi Mursiye bak. Murcia Nadir Divan Begi Medresesi, Buhara Nizamülmülk Asaf Cah 473vd
512 Murtaza Nizam Şah 1, Ahmednagar sul- 438 Nizamülmülk, Selçuklu veziri* 348vd, p
M uhammed Salih* 480 Şah Cihanname tanı 473 Nadir Şah 462, 47 1 vd 368, 372 Siyasetname 350 Paderborn 2 1 2
480 Musa 1 6, 1 8, 28 nakkarahane, Isfahan 5 1 O Nizariler* 352 Hasan Sabbah 352 Pala Camisi, Kayrevan 3 1 9
Muhammed Şah, Kaçar şahı 502, 529, Musa bin Nasır 208 Nakş-ı Cihan, Isfahan 509 Nizariye 30 Palazon, Julio Navarro 263
59 1 Musa el-Kasi 2 1 3 Nakşibendilik 432 Normanlar l 59vd, 259 Palermo* 1 3 1 , 1 56, l 59vd, 1 72, 259
Muhammed Şeybani Han, Şeybani Musa Kazım, yedinci Şii imamı 32 Namazhane (bahçe camisi) 587 Nuh 1 6, 1 8 Cappella Palatina 1 56, 1 60, 259
hükümdarı 43 1 Mustafa Kemal (Atatürk) 543, 583 Namazhane (bahçe camisi), Tahran Nur Cihan Türbesi, Lahor 479 Favara Sarayı 1 59 Genoardo Parkı
Muhammed Taki, dokuzuncu Şii imamı Mustafa, Ahmed 592 587 Nur Cihan, Babürlü imparatoru 1 60 Cennetü'l-Arz 1 60 La Zisa
32 Mustain, Abbasi halifesi 1 35 Napoli 1 3 1 Cihangir'in eşi 463, 469, 477vd l 59vd, 259 Matorana Kilisesi 1 60,
Muhammed V Türbesi, Rabat 3 1 8 Mustaliler 30 Napolyon Bonaparte 54 1 , 580vd Nureddin Artuk Şah, Artuklu sultanı 1 62 San Cataldo 1 60, 1 62 San
M uhammed V, Nasri sultanı 273vd, Mustansır, Abbasi halifesi 90, 1 1 6, 278 Narbonne 209, 2 1 9 384 Giovanni dei Lebbrosi 1 62 San
279, 283, 29 1 Mustansır, Fatımi halifesi l 42vd, 1 5 1 Nasır Muhammed Medresesi, Kahire Nureddin Mahmud, Suriye hükümdarı Giovanni degli Eremiti 1 62
Muhammed Vll, Nasri sultanı 273vd, Mustansiriye Medresesi, Bağdat 1 1 6 1 89 1 43, l 66vd, 1 70, 1 75, l 92vd Palmyra 1 1 , 36, 60, 86
279 Mustansiriye Medresesi, Tunus 320 Nasır Muhammed, Memluk sultanı 66, Nureddin Mahmud, Zengi mensubu, Pamplona* 2 1 2 Sultan Avlusu 297
Muhammed Xll, Nasri sultanı 277 Musul* 95, 1 66, 1 1 8, l 94vd, 204, 35 1 , 170vd, 1 80, l 84vd, 1 89, l 99vd Suriye emiri 1 43, l 66vd, 1 70, 1 75, Pandua* 459 Adına Camisi 459, 464
Muhammed Xlll ez-Zagal, Nasri sultanı 376, 384 Kara Saray 376 Nasır, Abbasi halifesi 90, 1 1 7 l 76vd, l 92vd Nureddin, Türbesi ve Celaleddin Muhammed Şah Türbesi
276vd Mutasım, Abbasi halifesi 93, 1 02, 1 1 O Nasırü'l-Mülk Camisi, Şiraz 5 1 9 Medresesi, Şam 1 92, 1 93 459
Muhammed Zaman 5 2 1 , 527 M utedid, Abbasi halifesi 1 08 Nasr, Nasri sultanı 274 Nuriyetü'l-Kübra Medresesi, Şam 1 92 Panipat 46 1 , 464, 475
Muhammed, Golkonda'nın Kutb Şah Mutemid, Abbadi emiri 245 Nasreddin Mahmud, Artuklu sultanı Nusaybin 385 Panzehirler Kitabı 1 95
emiri 483 Mutemid, Abbasi halifesi 1 08 38 1 Nüzhetü'l-Müştak, el-ldrisi 1 60 Parroquita, Zaragoza 228
Muhammed, Peygamber 1 4vd Mutezile 90 Nasreddin Şah, Kaçar şahı 502, 5 1 9, Patio de Yese, Sevilla 264
Muhammed, Selçuklu sultanı 352 Mutezz, Abbasi halifesi 1 03, 1 08 529 o Payas* 560 Selim il Kervansaray 560
M uhtar, Mahmud 590 Muwahidler* 220, 228, 245, 248vd, Nasr-ı Hüsrev 1 22, 1 49 Oğuz Türklerı 348, 380 Pa-yı Kelan, Buhara 436
Muhtedi, Abbasi halifesi 1 08 253, 256vd, 258vd, 262vd, 268vd, Nasriler* 252vd, 273vd, 277vd, 300 Olcaytu Muhammed Hudabende, Pedro de Osma 269
Muhyeddin Türbesi, Erdebil 507 273, 300vd, 3 1 O, 322 Abdülmümin, lsmail 1, sultan 274, 279, 282 ilhanlı hükümdarı 1 26, 369vd, 389, Pedro 111, Aragon kralı 264
Muin Musawir 527 hükümdar 245, 249vd, 260 Ebu Muhammed 1, sultan 252, 273 39 1 , 396, 402, 475 Pehlevi hanedanı* 583 Rıza Han, şah
Muiniddin 339 Yakub Yusuf 1, hükümdar 25 1 vd Muhammed il, sultan 273 Olcaytu Türbesi, Sultaniye 1 26, 389, 583
Muiniddin Çişti Türbesi, Acmir 469 Ebu Yakub Yusuf il Mustansır, Muhammed 111, sultan 274, 276, 279 396, 398, 400vd Pehlivan Dervaze, Hive 445
Muizz (Doğu) Sarayı, Kahire* 1 49, 1 82 hükümdar 252 Ebu Yusuf Yakub, Muhammed iV, sultan 274 Ona* 243 San Salvador 243 Pehlivan Mahmud Türbesi, Hive 445vd
Biibü't-Tabab 1 49 Kaatü't-Tabab hükümdar 268 lbn Tumart, Muhammed V, sultan 273vd, 279, Orda, Moğol hanı 388 Pelayo, Kont 208
1 49 Muvvahid hanedanının kurucusu 283, 29 1 Muhammed Vll, sultan Orpheus 47 1 Penç Mahal, Fetihpur Sikri 468
Muizz, Fatımi halifesi 1 3 7, 1 42, 1 46, 248vd, 259vd, 3 0 1 Muhammed el­ 273vd, 279 Muhammed IX, sultan Oruç Reis 302 Persius, Ludering* 586 Potsdam'daki
1 49, 1 53 Nasır 252vd Yusuf Yakub el-Mansur 273vd Muhammed Xll, sultan 277 Osman bin Affan, halife 1 6, 28vd, 33. cami 586
Muizziddin Guri 457vd 25 1 vd, 262vd Muhammed Xlll ez-Zagal, sultan 60, 6 1 , 78, 238 Petra* 1 O, 36 kaya mezarları 1 O
Muizziddin M uhammed, Guri hüküm- Muzaffereddin Şah, Kaçar şahı 503 276vd Mulay Hasan, sultan 276vd Osman 1, Osmanlı padişahı 536vd Petrus Venerabilis, Cluny başkeşişi 269
darı 333 Muzafferiler 41 Ovd Nasr, sultan 274 Yusuf 1., sultan Osman il, Osmanlı padişahı 54 1 Philippe il, Fransa kralı 1 67
Mukaddemiye Medresesi, Halep 1 77 Muzafferiye Camisi, Şam 1 92 234, 274vd, 279vd, 284 Yusuf 111, Osman, Velid'in oğlu 63, 78 Pir Muhammed, Timurlu şehzade 4 1 2
Mukaddime, lbn Haldun 40 Müeyyed Şeyh Camisi, Kahire 1 90 sultan 276, 279 Osmaniye Hastanesi, Haydariibad 474 Pir-i Alemdar, Damgan 1 1 O
Muktedir, Abbasi halifesi 1 1 9 Müeyyed, sultan 1 84 Natanz* 1 1 O, 396vd Abdüssamed Osmanlılar* 1 2, 26, 3 1 , 44, 64, 1 7 1 , Piza 1 72
Mulay er-Reşid, Alevi sultanı 304 Müeyyedü'd-Devle, Albarracin'in taife Türbesi (hankiihlı) 396, 398vd Köşk 1 78, 1 80vd, 1 85, 20 1 , 203, 30 1 , Plaza del Seco, Toledo 235
Mulay Hasan, Nasri sultanı 276vd emiri 242 1 10 320, 4 l 2vd, 536vd Abdülaziz, Potsdam* 586 Cami 586 Villa Herbert
Mulay idris 3 1 O Müezzin Camisi, Marakeş 3 1 6 Nayin* 1 1 O, 1 1 3 Cuma camisi 1 1 O padişah 543 Abdülhamid il, padişah Gutmann 59 1
Mulay lsmail Türbesi, Meknes 307, 3 1 6 Mümtaz Mahal, Babürlü imparatoru Nebatiler 36 543 Abdülmecid, padişah 543 Prens Eugene de Savoie 54 1
Mulay lsmail, Alevi sultanı 304, 3 1 7 Şah Cihan'ın eşi 463, 479, 489 Necef 42, 1 1 5 Ahmed 1, padişah 203 Bayezid 1, Puerta de Santa Catalina, Cordoba
Mulay Muhammed Abdullah, Alevi sul- Münyetü'l-Rusafe 1 37 Necmeddin Alpi, Artuklu sultanı 3 8 1 padişah 4 l 2vd, 536 Bayezid il, 222
tanı 3 1 8 Münzir, Endülüs Emevi emiri 2 1 4 Necmeddin Kübra Türbesi, Köhne padişah 1 7 1 , 537, 548 Mahmud il, Puerta del Sol, Toledo 209
Mulay Muhammed, Alevi sultanı 304 Münzir, kral 3 6 Ürgenç 445 padişah 66, 542 Mehmed 1, padişah Purana Kalesi, Delhi 465
Mulay Süleyman, Alevi.sultanı 304 Mütedid, Abbadi emiri 242, 245 Nedroma* 254 Cami-i Kebir 254, 257 536 Mehmed il, padişah 537, 546
Multan 456, 459 Müterrif bin Abdurrahman 238 Negus, Habeşistan imparatoru 86 Mehmed V, padişah 543 Murad 1, Q
Munch, Edvard 599 Mütevekkil, Abbasi halifesi 1 02vd, 1 08 Nehru, Pandit 583vd padişah 536, 546 Murad il, padişah Qintanaortuno 268
Muntasır, Abbasi halifesi 1 08 Müzdelife 23 Nesim Bağ 478 537, 546 Murad 111, padişah 20 1 ,
Murabıtlar* 245vd, 250vd, 254vd, 258, Nesim Bağ, Keşmir 478 54 1 , 563vd Murad iV, padişah 54 1 , R
268vd, 3 1 O Ali bin Taşfın, hükümdar N Nevab Asafü'd-Devle 473 543 Orhan, padişah 536 Osman 1, Rabat* 260, 262vd, 3 1 3vd, 3 1 8 Hasan
255 Ali bin Yusuf, hükümdar 247, Nadir Divan Begi Hankiihı 440 Nevai 427 padişah 536vd Osman il, padişah Camisi 262vd, 3 1 8 Hasan Kulesi
256vd, 268 lbrahim, hükümdar 248 Feyziibad Hankiihı 439 Cami-i Kebir Nevşehir* 366 kervansaray 366 54 1 Selim 1, padişah 64, 1 70, 538, 262vd Sale Medresesi . 3 1 3 Kral

636 DİZİN
Muhammed V Türbesi 3 1 8 Saltanat Cüneyd, tarikat önderi 496 Şeyh Seba Melikesi 38 Sidi Mahrez Camisi, Tunus 3 1 9 389, 396, 398, 400vd Çelebioğlu
Sarayı 3 1 8 el-Nussak Zaviyesi 3 1 4 Haydar, tarikat önderi 496 Şeyh Sebüktigin, Gazneli hükümdarı 330 Sidi Seyyid 46 1 Türbesi 398
Rabat-ı Melik Kervansarayı 363 Safı, tarikatın kurucusu 496, 509 Sefakis* 13 1, 1 35, 1 39, 1 59 Cami-i Sidi Ukba bin Nafi 1 30, l 32vd Sumaka bak. Uskaf Beni Cüneyd
Rabat-ı Şeref, lran 349 Süleyman, şah 50 1 , 506 Sultan Kebir 1 3 1 , 1 35 Siirt 384 Sur 1 96
Rabia Hatun Türbesi ve Medresesi, Hüseyin, şah 50 1 Tahmasp, şah 484, Selamiye 1 4 1 Sikandra* 466, 476vd Ekber Türbesi Suri* 475 Şier Şah Suri 462, 465
Şam 1 93 496, 507, 509, 520vd 524, 526 Selçuk* 380 lsa Bey Camisi 380 466, 476vd, 482, 486 Surnome 554, 569
Rabia Hatun, Eyyubi melikesi 1 93 Saffariler 93, 330 Selçuk, Selçukluların kurucusu 348 Silaban, F.* 587 istiklal Camisi, Cakarta Suse Ribatı 1 38vd
Rabin, lzak 585 Saffarin Medresesi, Fez 3 1 2 Selçuklular* 1 2, 90, 1 26, 332vd, 348vd, 587 Suse* 1 34vd, 1 38, 1 4 1 , 1 53, 1 59 Bu
Rahim Han Medresesi, Hive 444 Safı 1, Safevi şahı 499 368, 370 Alp Arslan, sultan 348vd, Silvan Ulucamisi 3 8 1 Fatata Camisi 1 39 Cami-i Kebir
Rakka* 97, 99, 1 34, 1 44, 1 96vd Safir Camisi, Cezayir 320 370 Berkyaruk, hükümdar 352 Simancas 2 1 4 1 35vd, 1 39 Halef Kulesi 1 34 Ribat
Kasrü's-Selam 99 Safıyeddin 507 Çağrı Bey, hükümdarı 348vd Sinan (Atik) 547 1 38vd
Rakkade* l 36vd, 1 4 1 , l 45vd göl l 37vd Safıyeddin Türbesi, Erdebil 509 Melikşah, sultan 349vd, 352, 368 Sinan 549vd Suud ailesi* 582 Fahd, Suudi Arabistan
Kasrü'l-Bağdat 1 37 Kasrü'l-Bahr 1 37 Sajod* 363, 367 Hoca Meşhed Muhammed, sultan 352 Kavurt 349 Singapur* 589 Sultan Camisi 589 kralı 1 2 Faysal, Suudi Arabistan kralı
Kasrü'l-Fütuh 1 37 Kasrü'l-Sahn 1 37 Medresesi354, 362vd Rıdvan bin Tacü'd-Devle Tutuş, Sinop Ulucamisi 37 1 , 380 587 lbn Suud, Suudi Arabistan kralı
Ramayana 485 Sakkal, Mamun 592 şehzade 1 74, 1 76 Sencer, sultan Sinop* 37 1 , 376 Ulucami 3 7 1 , 380 582, 584
Rancit Singh 472 Salaheddin Yusuf, Halep ve Şam'ın 352vd Selçuk, kurucu 348 Tuğrul il, Siraf' 1 1 0, 1 1 4 cami 1 r o Süleyman bin Abdülmelik, Emevi halife­
Rangoon 463, 482 Eyyubi sultanı l 94vd, l 97vd sultan 383 Tuğrul Bey, sultan 1 78, Sistan 3 6 1 si 69, 1 74vd
Raoul 1 de Couzy, Haçlı komutanı 1 72 Salaheddin, Eyyubi sultanı 30, 66, 1 43, 348vd, 352, 370 Sitti Zübeyde Türbesi, Bağdat 1 1 7 Süleyman bin Keysan 78
Raziye, Sultan lltutmuş'un kızı 455 1 59, l 66vd, l 69vd, 1 73, 1 77, 1 82, Selefıye 58 1 Sivas Ulucamisi 3 7 1 Süleyman 1 (Kanuni), Osmanlı padişahı
Razmname 485 1 94, 252 Selevkos Nikator, Selevkos hükümdarı Sivas* 366, 37 1 , 376vd, 379 Cuma 64vd, 537vd, 54 1 , 550
Realejo, Granada 297 Sale Medresesi, Rabat 3 1 3 1 75 Camisi 3 7 1 Gök Medrese 366 Süleyman Şah, Anadolu Selçuklularının
Refika* 97, 99 Cuma Camisi 97, 99 Salih Kambo 469 Selim 1, Osmanlı padişahı 64, 1 70, 496, lzzeddin Keykavus 1 Şifaiyesi 373 kurucusu 349, 3 70, 378
Cami-i Kebir 97 Kasrü'l-Benut 97, Salih Talay Camisi, Kahire 1 5 1 538, 549 Harezmşah Sarayı 366 Ulucami 3 7 1 Süleyman, kral 38, 468, 47 1
376 Salih Talay, Fatımi veziri 1 53 Selim il Kervansarayı, Payas 560 Sivrihisar Ulucamisi 372 Süleyman, Safevi şahı 50 1 , 506
Regar* 355 Hoca Nahşiran Türbesi Salihiye Medresesi, Kahire 1 86 Selim il, Osmanlı padişahı 540 Siyasetname, Nizamülmülk 350 Süleymaniye Külliyesi, lstanbul 552vd
'
355 Saltanat Sarayı, Rabat 3 1 8 selim 111., Osmanlı padişahı, 54 1 vd Sofra sarnıcı, Sicilya 1 38 Süleymonnome 568vd, 572
Registan, Semerkand 43 1 , 44 1 vd Saltes 263 Selimiye Külliyesi, Edirne 557vd Sokollu Mehmed Paşa Camisi, lstanbul Sünniler 26, 29vd, 1 4 1 , 1 45, 1 66,
Resuliler 1 70 Samani türbesi, Buhara 1 1 5vd Semerkand* 33, 46, 60, 1 1 5, 1 7 1 , 354, 557 1 77vd, 1 89, 3 1 2, 330, 348, 350,
Reşideddin Türbesi, Tebriz 402 Saman il er* 93, 1 1 5, 1 22, 3 30vd, 348 356, 360, 364, 408vd, 4 1 5vd, 43 1 vd, Sokollu Rüstem Paşa Camisi, lstanbul 473vd
Reşideddin, vezir 392 lsmail bin Ahmed 1 1 6, 360 46 1 , 475 Ak Saray Türbesi 420 Bibi 556 Süphan Kuli Han, Astarhanlı hüküm­
Rey 1 l 6vd, 353 Samarra* 37, 86, 90, 93, 95, 97, 99, Hanım Türbesi 4 1 9 Bibi Hanım Somnath Tapınağı 330 darı 434
Rıdvan bin Tacü'd-Devle Tutuş, I O l vd, l 1 2vd, 1 1 9, 1 22vd, 1 54, 1 60, Camisi 4 1 7, 4 1 9, 356, 423 Gur-i Soria* 243 San Esteban de Gormaz
Selçuklu şehzadesi 1 74, 1 76 2 1 2, 233, 356 Darü'l-Hilafet 97, Mir 4 1 5, 420vd, 423 lşrethane 420 243 ş
Rıza Şah Pehlevi 583 1 02, 1 04, 1 06, 1 08, 1 1 9 Mütevekkil Registan 43 1 , 441 vd Şah-ı Zinde Şir Srinagar* 469, 478 Şalemar Park 469, Şaban, Memlük sultanı 1 84 1 86
Richard (Aslan Yürekli), l ngiltere kralı Cami-i Kebiri 1 02vd, 1 09vd, 356 Dar Medresesi 43 1 , 441 vd Tille 478 Şaburganata mezarı, Buhara 3 6 1
1 67vd Caferiye 1 04 Cevsakü'l-Hakani 1 02 Kari Medresesi 43 1 , 44 2vd Uluğ St. Foy 24 1 Şafi Türbesi, Kahire 1 89
Riemerschmid, Richard 596 Malviye 1 03vd Ebu Dulaf Camisi Bey Medresesi 423vd, 43 1 Uluğ Bey Subh Sultan, Endülüs Emevi halifesi il Şah Burcu, Agra 467
Roberts, David 1 7 1 1 04vd Kasrü'l-Jis 1 02 Kubbetü's­ Rasathanesi 4 1 5, 425 Hişam'ın annesi 2 1 6 Şah Camisi, Isfahan 45, 1 27, 5 1 1 vd
Roderic, Vizigot kralı 77, 86 Süleybiye 1 08 Senai 332 Suga 1 97 Şah Cihan, Babürlü imparatoru 1 27,
Roe, Sir Thomas 489 San Cataldo, Palermo 1 60, 1 62 Sencer Türbesi, Merv 356, 365vd Sukarno, Ahmed 583 462vd, 466vd, 469vd, 477vd # 482,
Roger de Hauteville 1 59 San Esteban de Gormaz, Soıfa 243 Sencer, Selçuklu sultanı 352vd Sultan Ahmed Camisi, lstanbul 559vd 486, 488vd
Roma* 45, 1 3 1 Cami-i Kebir 45 San San Giovanni degli Eremiti, Palermo Senes 263 Sultan Ali Meşhedi 486 Şah Cihonnome, Muhammed Salih 480
Pietro Bazilikası 1 3 1 1 62 Senhace, Berberi kabilesi 245, 250 Sultan Avlusu, Pamplona 297 Şah Fadıl Camisi, Kırgızistan 358
Romanos iV Diogenes, Bizans impara- San Giovanni dei Lebbrosi, Palermo Senusi 582 Sultan Camisi, Singapur 589 Şah Mahmud el-Nişaburi 521 vd
toru 348, 370 1 62 Septe 2 1 4, 274 Sultan Farac bin Berkuk Hankahı, Şah Muzaffer Ali 427, 52 1
Ronda 2 1 4, 277 San lsidore Leon 241 vd Serçe Limanı 1 72 Kahire l 86vd Şah Şüca, Babürlü şehzadesi 480, 486
Roosevelt, Franklin D. 584 San Jose, Granada 297 Sevilla* 48, 208, 2 1 4, 2 1 9, 246, 250vd, Sultan Gavri Camisi ve Medresesi, Şahcihanabad* 46 1 vd, 466, 470vd, 479,
Royal Chronic/es of Co/ogne 1 73 San Juan de los Reyes, Granada 297 256, 260, 264, 268vd, 49 1 vd Kahire 1 84, 1 89 482 Kırmızı Kale 46 1 vd, 466,
Ruggeiro il, Norman kralı l 59vd, 1 72 San Juan, Almeria 228 Alcazar 48, 264, 266 Crucero 492 Sultan Gavri Kervansarayı, Kahire 1 90 470vd, 479, 482
Rusafe 1 6 1 San Milten de la Cogolla 24 1 Giralda 245, 25 1 , 262, 264 Altın Sultan Hanı, Kayseri 376 Şah-ı Bag, Ahmedabad 469
Rusafe* 36, 98, 1 6 1 , 1 72, 2 1 9 Gassani San Pedro de Osma 268 Kule 264 Cami-i Kebir 25 1 , 264 Sultan Hanı, Konya 366 Şah-ı Merdan 22
arz odası 36 San Pietro Bazilikası, Roma 1 3 1 Patio de Contratacion 264, 266 Sultan Hanı, Tuzhisar 377 Şah-ı Meşhed, Badgis 338
Rüstemiler 1 4 1 San Salvador, Ona 243 Patio de Yese 264 Gümüş Kule Sultan Hasan Camisi ve Medresesi, Şah-ı Zinde* 4 1 9, 422vd Şirin Biki Aka
San Vincente, Cordoba 2 1 8, 221 264, 266 Kahire 1 85, l 88vd Türbesi 422 Kadızade Rumi Türbesi
s Sana 9 Seyfü'd-Devle, Hamdani emiri 1 76 Sultan Hüseyin, Safevi şahı 50 1 423 Kudam bin Abbas Türbesi 420
Saad bin Ebu Vakkas 28, 33 Sandal 1 98 Seyyid Hızır Han, Delhi sultanı 459 Sultan lltutmuş Türbesi 455 "Sekizgen" Türbe 423 Tuman Aka
Saadeddin Köpek 376 Santa Clara la Real, Murcia 259 Seyyid Muhammed* 475 Hümayun Tuğlukabad 458 Türbesi 4 1 9
Saadi türbeleri, Marakeş 3 1 6 Santa Maria la Blanca, Toledo 266vd Türbesi 464, 466, 473vd Sultan lsa (Zinciriye) Medresesi, Şahruh, Timurlu sultanı 4 1 4vd, 459
Sadık 526, 528 Santa Maria la Real de Huelgas Seyyide Atike, Kahire 1 53 Mardin 3 8 1 Şalemar Bağ, Delhi 472
Sadıki Bey 53, 525vd Manastırı 269 Seyyide Nefise Camisi, Kahire 1 55 Sultan Kalavun Maristan, Kahire 1 50, Şalemar Bahçeleri, Lahor 469, 479
Sadi* 52, 205 Bostan 205 Santarem 25 1 Seyyide Rukiye Camisi, Kahire 1 53, 1 85 Şalemar Parkı, Srinagar 469, 478
Sadiler* 257, 300, 302, 304, 3 1 6 Santiago de Compostela 2 1 7, 24 1 , 268 1 55 Sultan Kalesi, Merv 366vd Şam* 1 1 , 33, 36, 39, 44, 60vd, 67vd
Ahmed el-Mansur, sultan 3 1 6 Santiago del Arrabal, Toledo 267 Seyyidler 458 Sultan Kayıtbay Camisi ve Medresesi, 72, 75, 80vd, 86, 94, 1 1 8, 1 22. 1 67.
Muhammed el-Mehdi, sultan 303 Sardinya 1 3 1 Shaubak, Haçlı şatosu 1 67 Kahire 1 89 1 7 1 , 1 73, 1 76, 1 78, 1 92vd, 1 96,
Safeviler* 26, 30vd, 1 8 1 , 43 1 , 465, Sargon il, Asur hükümdarı 95 Sırçalı Medrese, Konya 379 Sultan Küçük Türbesi 1 85 1 98vdt. 205, 35 1 , 379, 41 1 , 454,
496vd, 538, 54 1 Abbas 1, şah 484, Sarhec 46 1, 466 Si u Se Pul, Isfahan 5 1 8 Sultan Muhammed 5 2 1 456 Muzafferiye Camisi 1 92 es­
497vd, 507, 5 1 4vd, 5 1 7, 5 1 9vd, sarnıçlar 1 36 Sicilmase 1 4 1 Sultan Müeyyed Camisi, Kahire 1 84, Salihiye 1 92vd Decumanus Maximus
525vd Abbas il, şah 500 lbrahim Sassaram* 475 Şir Şah Suri Türbesi Sicilya 1 3 1 , l 37vd, 1 4 1 , 1 56, 1 59, 1 72, 1 89 ("Müstakim Sokak") 1 92 Cami-i
Mirza, Tahmasp'ın yeğeni 508 lsmail 475 259 Sultan Saadet kabristanı, Termez 3 6 1 Kebir 39, 60vd, 67vd, 7 1 vd, 75,
1, şah 496, 520, 526 lsmail il, şah Satt el-Nisa Hanım 480 Sidi Abdurrahman Türbesi ve Camisi, Sultan Selim Camisi, lstanbul 549 80vd, 86, 1 75, 1 92vd, 1 99, 222,
497, 524 Muhammed Hudabende, Sbaiiyin Medresesi, Fez 3 1 2 Cezayir 320 Sultaniye Medresesi, Halep 1 78 226, 368 Büzuriye Hamamı 1 92
şah 497 Safı 1, şah 499, 507 Şeyh Schwetzingen, Schloss 594 Sidi Ali Bicin Camisi, Cezayir 320 Sultaniye* 1 26, 370, 389, 396, 398, Efridüniye Medresesi 1 93
Cebrail, Safı�nin babası 509 Şeyh Scibene, Sicilya 1 6 1 Sidi bin Hasan Camisi, Tlimsen 3 1 4 400vd, 475 Olcaytu Türbesi 1 26,

D İ Zİ N 637
Şarki hanedanı* 458 Şemseddin Tahran* 1 1 6, 587, 589 Kadir Camisi Toledo* 1 1 5, 208vd, 2 1 lvd, 2 1 9, 229, Uzun Hasan, Akkoyunlu hükümdarı Yunga, ribat 1 39
lbrahim Şah 458vd 589 234, 242, 245, 250, 252vd, 200vd, 415 Yusuf bin Taşfın, Murabıt hükümdarı
Şehinşahname 569 Taht-ı Süleyman Sarayı 376 269 Babü'l-Mardum Kapısı 229 Uzza 1 1 , 1 3 246, 254vd
Şehitler Anıtı, Bağdat 590 taife emirlikleri 234vd, 242vd, 245, Babü'l-Mardum Camisi (Cristo de la Yusuf 1 Medresesi, Granada 275vd,
Şehname, Firdevsi 50vd, 388, 392, 403, 268 Luz) 1 1 5, 229 Casa de las Tornerfas Ü 294
4 1 0, 4 1 3, 426, 520vd, 524, 526, 529 taife sanatı 234vd, 237, 256, 258 Camisi 229 Memun Sarayı 235 Plaza Üç Kapılı Cami, Kayrevan 1 36 Yusuf 1, Nasri sultanı 234, 274vd,
Şehname-i İ\1-i Osman 568 Tak-ı Sarrafan, Buhara 440 del Seco 235 Puerta del Sol 209 Üç Şerefeli Cami, Edirne 546 279vd, 284
Şehname-i Selim Han 569 Tak-ı Telpak Füruşan, Buhara 441 Santa Maria la Blanca 266vd Ürgenç bak. Köhne Ürgenç Yusuf 111, Nasri sultanı 276, 279 Yusuf
Şehr-i Sebz* 4 l 7vd, 424 Ak Saray 4 1 7 Tak-ı Zergeran, Buhara 440 Santiago del Arrabal 267 Üsküdar* 550 Mihrimah Sultan al-Fihri 209vd
Darü's-Saadet 4 1 8 Gök Gümbed Talavera 2 1 9 Toluniler 93, 1 3 1 , 1 76 Külliyesi 550 Yusuf Yakub el-Mansur, Muvahhid
424 Cihangir Türbesi 4 1 8 Şemsed­ Talhatun Baba Camisi 357vd Tolunoğlu Camisi, Kahire 1 l 2vd, 1 4 1 , Üstat Ahmed Lahori "Nadirü'l-Asr"* hükümdarı 25 1 vd, 262vd
din Kulal Türbesi 424 Tanca 2 1 4, 246 1 87 47 1 , 482 Şahcihanabad Kırmızı
Şehr-i Sebz* 466vd Timur Sarayı 467 Tanzimat reformları 543 Taluy, Moğol hanı 390 Kalesi 466, Ekber 476vd, 482 z
Şehriyar Ark. Merv 367 Tapınak Dağı, Kudüs 64vd, 1 66vd Topkapı Sarayı, lstanbul* 549, 560vd Üstat Amel 479 Zanete, Berber kabilesi 250
Şehriyar, Nur Cihan'ın oğlu 469 Tarento 1 3 1 Sünnet Odası 564vd Üstat Ataullah* 482 Bibika Makbere Zaragoza* 2 1 2 1 , 2 1 9, 234, 242, 246vd,
Şehzade Camisi, lstanbul 44, 550vd Tarık bin Ziyad 208 Tortosa 245 (Rabia Dürani Türbesi) 482 250 Aljaferia 234, 236vd, 245, 256,
Şehzade Hüsrev Türbesi, Allahabad Tarif 242 Tours 208 Üstat Hamid* 47 1 Şahcihanabad 264 Cami-i Kebir 228 Parroquita
469 Tarife 275 Trablus 1 59, 1 7 1 Kırmızı Kalesi 466 228
Şemseddin 426 Tarik 33 Traianus, Roma imparatoru 1 O Zend* 50 1 vd Kerim Han, Zend
Şemseddin İbrahim Şah, Şarki 458vd Tarikhane Camisi, Damgan 1 09vd Trapani 1 73 v hükümdarı 50 1 vd, 526, 522
Şemseddin llyas 459 Taroudannt 302 Tudela 2 1 3 Vabkent* 358vd, 362 Eyüp Çeşmesi Zengiler l 77vd, 1 94, 204, 352
Şemseddin Kulal Türbesi, Şehr-i Sebz Tasavvuf 359, 364vd, 432, 507 Tuğlukabad, Delhi 458 362 minare 358vd Zenobia, Palmyra kraliçesi 1 Ovd
424 Tasgimut tahkimatları 254 Tuğluklular* 458, 487 Firuz Şah Valencia 2 1 4, 242, 245vd, 253, 268vd Zeyaniler bak. Abdülvadiler
Şerafeddin Kummi, Selçuklu vezirı 369 Taş Avlu Sarayı, Hive 445vd Tuğluk, sultan 459 Gıyaseddin Valencia Kuran yazması 25 1 Zeyd bin Ali 30
Şerefiye Medresesi, Halep 1 78 Taş Medrese, Çay 373 Tuğluk, sultan 458 Muhammed bin Valgin bin Harun 1 23 Zeydiler 30
Şeriat 24vd, 352 Taş Rabat 365 Tuğluk, sultan 458 van Halen, F. P. 253 Ziriler 1 32, 1 42, 1 46, 1 49.245, 278,
Şerifler, Tabataba Türbesi ve Camisi, Taşfın bin Ali, Murabıt hükümdarı Tuğrul Bey, Selçuklu sultanı 1 78, Varamin* 394vd, 398 Cuma camisi 394 297
Kahire 1 1 7 247vd 348vd, 352, 370 Varka ile Gülşah, Ayyuki 383, 385 Ziryab 95
Şeriyü'l-Azam, Mansuriye 1 49 al-Saad Taşkent 408, 435 Tuğrul il, Selçuklu sultanı 383 Vasık, Abbasi halifesi 1 02 Ziyadetullah 1, Aglebi emiri l 30vd,
1 55 Tavaşi Camisi, Halep 1 8 1 Tuleytule bak. Toledo Vasıt* 68 cami 69, 456 1 38vd
Şerredin Medresesi, Fez 3 1 7 Taza* 260vd camisi 260vd, 3 1 2, 320 Tuman Aaka, Şah-ı Zinde, Semerkand Vattasiler* 300, 302 Muhammed eş- Ziyadetullah 111, Aglebi emiri 1 37, 1 39
Şeybaniler* 43 1 vd, 436 Abdullah Han Tebriz* 1 78, 392vd, 395vd, 400, 41 O, 419 Şeyh el-Mehdi 300 Ziyariler 1 l 6vd
il, hükümdar 436 Muhammed 463 Ali Şah Camisi (Mavi Cami) Tumanbay, Memluk sultanı 1 99 Vehhabilik 58 l vd Zunnuniler 245
Şeybani Han, hükümdar 43 1 vd, 436 392vd, 395 Reşideddin Türbesi 402 Tunus* 32, 1 30, 1 34vd, 1 47, 2 1 5, 3 0 1 , Velid 1, Emevi halifesi 69, 7 1 , 77 Züheyr bin Muhammed el-Amiri 24 1
Ubeydullah Han, hükümdar 432 Teli Minis 1 97 308vd, 3 l 8vd, 3 2 1 Babü'l-Cedid 3 1 9 Velid il bin Yezid, Emevi halifesi 60,
Şeyh Cebrail Türbesi, Kalhuran 509 Termez* 355, 357vd, 365vd Hakim Babü'l-Manara 3 1 9 Barda Sarayı 62vd, 72, 77vd, 80, 84, 86
Şeyh Cüneyd, Safevi tarikat önderi 496 Termezi Türbesi 355, 357vd, 364vd 3 1 9, 3 2 1 Dar Hüseyin 3 2 1 Dar­ Venedik* 1 73 M urana 1 73
Şeyh Haydar, Safevi tarikat önderi 496 Sultan Saadet kabristanı 3 6 1 saray Meluli Sarayı 308vd Cami-i Kebir Via Augusta, Cordoba 2 1 9
Şeyh Lütfullah Meysiyü'l-Amili 5 1 1 365vd (Zeytun Camii) 1 34, 222, 3 1 8 Vicdan Ali 592
Şeyh Safı, Safevi tarikatının kurucusu Theobold, Blois-Champagne kontu Mustansiriye Medresesi 320 Kubbe Victoria, l ngiltere kraliçesi 463
496, 507 1 72 Asarak Köşkü � 1 9 Rasü'l-Tabya Villa Herbert Gutmann, Potsdam 599
Şeyh Selim Çişti 465vd Theophilos, Bizans imparatoru 95 Bahçeleri 3 1 9 Vizigotlar 2 1 8, 229
Şeyh Zeyneddin Şirazi Türbesi, Tiffany, Louis Comfort 598 Turaiye 277 Voltaire 594
Huldabad 482 Tille Kari Medresesi, Semerkand 43 1 , Turan Melik, Mengücek hükümdarı
Şiiler 26, 29vd, 42, 63, 92, 1 39, 1 45, 442vd Ahmed Şah'ın eşi 1 26, 379 w
1 47, 1 50, l 52vd, 1 66, l 77vd, 2 l 4vd, Timur Sarayı, Şehr-i-Sebz 467 Tuzhisar* 377 Sultan Hanı 377 Widmanstetter, Johann Albrecht 270
33 1 , 348, 35 1 , 353, 372, 456, 460, Timur Türbesi, Şehr-i Sebz 4 1 8 Tüzük-i Cihangiri, Cihangir 467, 478, Willers, Margarete 596
473vd, 538 Timur, 1 7 1 , 1 77, 1 80, 362, 408vd, 459, 486 William, Surlu 1 49, 1 56
Şir Dar Medresesi, Semerkand 43 1 , 46 1 , 464, 466vd, 469 Wittfogel, Kari August 1 O
443 Timurlular* 1 1 6, 1 26, 1 80, 388, 408vd, u
Şir Şah Suri 462, 465 43 1 , 46 1 , 465vd, 476, 484 Ubeydullah el-Mehdi, Fatımi halifesi y
Şir Şah Suri Türbesi, Sassaram 475 Abdüllatif, sultan 4 1 5 Ebu Said, sul­ 1 4 1 vd, 1 44 Yafa 63
Şiraz* 4 1 O, 5 1 9 Nasırü'l-Mülk Camisi tan 4 1 5 Ahmed, sultan 4 1 4 Ubeydullah Han, Şeybani hükümdarı Yağıbasan, Danişmendli hükümdarı 373
519 Baysungur, Timur'un torunu 426, 432 Yahya el-Vasıti 1 1 8
Şirin Biki Aka Türbesi, Şah-i Zinde, 52 1 Hüseyin Baykara, sultan 4 1 5, Ubeydullah Sarayı, Mehdiye 1 45 Yakut-ı Mustasımi 1 98, 398, 402, 575
Semerkand 422 475 İbrahim Sultan, Timur'un Uhaydir Sarayı 96vd, 1 O 1 , 1 34 Yavuz Sultan Selim Camisi, Mannheim
Şuabiye Medresesi, Halep 1 77 torunu 426 lskender Sultan, Ukayliler 1 76 594
Şuştar Cuma Camisi 587 Timur'un torunu 426 Ulu Beden 3 8 1 Yedi Kardeş 3 8 1
Şüca bin Mana 1 96, 204 Tin Dervaze, Ahmedabad 46 1 Uluğ Beg Medresesi, Semerkand 423 1 , Yeni Culfa 5 l 8vd
Tinmel* 249vd, 259 cami 249, 259vd 43 1 , 44 1 Yeni Saray 388, 404vd
T Tinnis 243 Uluğ Bey Medresesi, Buhara 423vd, Yeni Valide Camisi, lstanbul 559, 587
Taberi 80, 96 Tirmiz Kulesi, 337 438, 44 1 Yeniçeriler 305, 498, 536vd, 542
Tableros Köprüsü, Granada 297 Tirmiz Sarayı 335 Uluğ Bey Medresesi, Gishduwan 423vd Yerd-i Gumbed Camisi, Türkmenistan
Tac Mahal, Agra 1 27, 463vd, 473vd, Tirmiz* 335, 377 kule 337 saray 335 Uluğ Bey Rasathanesi, Semerkand 4 1 5, 358
479, 482, 486 Şah Cihan Sandukası Tit Ribatı 260 425 Yeşil Cami, Bursa 545
480 Mümtaz Mahal'in Sandukası 480 Tit, Ribat von 260 Uluğ Bey, Timurlu sultanı 4 1 5 Yezd Cuma Camisi 395
Cilav Hane 480 Mümtazabad 480 Tlimsen* 254vdt, 300, 303, 3 1 O, 3 1 4 Urfa bak. Edessa Yezid 1, Emevi halifesi 3 1
Tac Sultan, il. lbrahim Adil Şah'ın eşi Cami-i Kebir 254vd Sidi Ali Bicin Useys 72, 74vd Yezid 111 bin Velid, Emevi halifesi 62vd,
482vd Camisi 320 Sidi bin Hasan Camisi Uskaf Beni Cüneyd 1 O 1 , 1 09 Türbesi 78
Tacü'l-Mülk 368 3 14 Utruş Camisi, Halep 1 80 Yivli Minare, Antalya 372
Tahmasp, Safevi şahı 462, 484, 496, Tokat* 370, 373 Çukur Medrese 373 Uzgen* 359vd Karahanlı türbeleri Yosef ben Salomon ben Susan 266
507, 509, 520vd, 524, 526, 532 Toktamış, Altın Orda hanı 408, 4 1 2 359vd Yuan hanedanı* 388, 390, 53 1 Kubilay,
Uzun Firdevsi 566 kurucu 390

638 DİZİN
© Julia Gonella. Berlin: 1 67 b., 1 77 a., 1 80 r./1., 1 8 1 r./1. © Alexandre Orloff, Paris/New York: 1 34 a./b., 255 1.,

Görsel Malzeme © Grassimuseum Leipzig: (photograph: Matthias Hilde­


brand) 526
308 a., 309, 3 1 3 1., 3 1 4 r., 3 1 5, 3 1 9 a., 320, 357 b.r., 3 6 1 1.,
366, 4 1 7. 437, 438. 442 a.r., 445 1., 446 r./1., 447. 492 b.
Eserlerinin yeniden basılmasına izin vermeyi incelikle ka­ 49 1 a., 52 1 , 524 r., 544 a., 577; (photographs: Jörg P. © Manfred und Markus Hattstein, Krefeld/Berlin: 1 1 a., © MAK - Österreichisches Museum für Ange­
bul eden ve bu kitabın hazırlanmasına dostça desteklerini
Anders) 307 1., 53 1 b.; {photographs: Katz) 27 1 , 388, 389 32 a.r., 1 35 a., 1 36 a.I., 1 37. 1 38 a.. 144 b.r.il.. 145, 3 1 9 b., wandte Kunst, Vienna: 201
esirgemeyen müzelere, arşivlere ve fotoğrafçılara teşek­
b.r./1., 4 1 2 r.; (photograph: Hans Kraftner) 47 a.r.; (photo­ 3 2 1 a./b. © Österreichische Nationalbibliothek, Vienna: 1 95
kürlerimizi bel irtmekten yayımcı olarak keyif almaktayız.
graphs: J. Liepe) 1 1 9 b., 1 63 a.r./b.I., 200 a.1., 204 b.r., 576 © Hoa-Qui, Paris: (photographs: Xavier Richer) 254, 303, a.r., 1 98 r./1., 427
b.; (photographs: G. Niedermeiser) 47 a.1., 74 b.I., 82 a., 1 07 304, 3 1 8, 322 1. © Paisajes Espaiioles. S. A., Madrid: 230
Yayımcı kitapta resim olarak verilen bütün eserlerin telif
a.l./a.r/b.r., 1 23, 1 54 r., 1 55 a., 205 a.r., 352, 384, 50 1 , 565 © Hulton Getty Picture Collection, London: 581 a.r/1., © Basilio Pav6n Maldonado, Madrid: 1 36 a.r./b.
haklarını edinmek ve bunu gereklerini yerine getirmek
a.r., 573 a./b., 575 a. 1., 576 a.I.; (photograph: Obrocki) 434; 583, 584 a.r./1., 585 a./b.r./1. © Deborah Phillips, Braunschweig: 256
için çaba göstermiştir. Yine de, başka hak taleplerinin söz
konusu olması halinde, ilgili kişilerin yayımcıyla temasa (photograph: Oeberg) 121 b.I.; (photograph: Gisela © lnstitut Amatller D'Art Hispanic, Barcelona: 235 © Photographers Direct: 70, 80, 1 92 b.

geçmesini rica ederiz. Oesterreich) 597 I.; (photograph: Arno Psille) 1 99 I.; {pho­ © The lnstitute of Oriental Studies of the Russian © Jaroslav Poncar, Cologne: 460 a.(46 1 a.
tograph: R. Saczewski) 53 1 a.; (photograph: Wolfgang Sel­ Academy of Science, St. Petersburg: 525 © Luke Powell, Middlebury, Vermont: 328-329
(a.=aşağıda; o.=ortada; sğ.=sağ sl.=sol; y.=yukarıda) bach) 29; (photograph: G. Stenzel) 449 a. © The lsrael Museum, Jerusalem: 82 b.I. © Zev Radovan 1 Bible Land Pictures: 66 b.. 78, 362 b.
© Bildarchiv Steffens, Mainz: (photograph: Abdelaziz © Olivier Jaubert, Paris: 346-347 © Residenzmuseum, Munich: 532 b.

© Aga Khan Trust for Culture, Geneva: 45 c., 594 a.I.; Frikhar) 8: (photograph: Archeophoto) 457; (photographs: © The Keir Collection, Ham, Surrey: (photographs: A. © RMN, Paris: 38, 1 72 a./b., 1 95 b., 240 b.; (photographs:
(photograph: J. Betant) 594 r.; (photograph: A. W. El Wakil) Rudolf Bauer) 1 67 a.r., 1 78, 3 1 6 a.; {photograph: Heike & C. Cooper) 204 b.c., 40 1 b., 520 r. Herve Lewandowski) 1 20, 4 1 3. 503 1., 529 (photographs:
595 I.; (photograph: G.Tsahson) 593 b.; {fotographs Hatice Helmut Hahn) 438 b.; (photograph: Werner Heidt) 1 6 1 I.; © Keramikmuseum, Mettlach: 587 a.r./1. Arnaudet) 323 a.r./1.
Yazar) 425 a. (photographs: Ladislav Janicek) 65, 455 b.1., 564 b.; (photo­ © Kharbine-Tapabor, Paris: 1 69 © Mohammad al-Roumi, Paris/Damascus: 67
© Agence Rapho, Paris: {photograph: Georg Gerster) 3 1 ; graphs: Henri Stierlin) 43, 44 c., 60, 65 a., 81 1., 95, 98, 1 00, © Khuda Bakhsh Oriental Public Library, Patna: 4 1 1 © The Royal Asiatic Society, London: 50 1.
(photographs: Roland and Sabrina Michaud) 1 2 b., 14, 1 5 1 03 b., 1 04, 1 05 b., 1 1 1, 1 24 a., 1 26, 1 3 3 1., 1 38 b., 1 47 b., © W. A. Klenko: 357 a. © The Royal Coin Cabinet, Stockholm: 324
a./b.1., 1 6, 1 7, 1 9 r., 2 1 , 22 a.l./a.r./b.l./b.r, 24, 25 l./c., 281./r., 1 5 1 , 1 59, 1 60 r., 1 64 -1 65, 378 a., 398 1., 399 a.r./b., 45 1 b.r., © Koninklijke Bibliotheek, The Hague: 1 66 (75 F 5, fol. © The Russian Author's Society, Moscow: (photo­
30, 32 a.I., 39, 40, 44 b., 45 a.r., 46 r./1., 48 b.r./I., 5 1 r./1., 53 452(453, 465, 480 1., 494-495, 500, 5 1 1 , 5 1 5 a., 557 a.; 1 r) graphs: Vadim Gippenreiter) 420, 424, 425 b., 435, 436, 438
r., 54 b., 55b., 56 1., 57 a.I., 60, 69 1., 82 r., 1 1 O, 1 1 2, 1 14, 1 2 1 (photograph: Günther Wagner) 464 b. © Natascha Kubisch, Berlin: 35, 76 b.I., 77, 84 a., 148 b., a., 44 1 , 444
b.r./b.c., 1 25 a., 1 32 a., 1 33 r., 1 4 1 , 143, 1 57 c., 1 76, 188 a.1., © Jonathan Bloom, Richmond, New Hampshire: 1 25 b., 149, 1 52 a.r/b.r.. 249, 259, 260, 262 aJb., 266 r., 267 a.r)1., © The al-Sabah Collection, Dar al-Athar al-lslamiyyah,
1 90 c., 208, 245, 258 a./b., 26 1 , 262, 272, 273, 285 1., 286 1 27 a.1., 255 r., 379, 397, 575 b. 42 1 , 430, 439, 443 a./b., 49 1 b. Kuwait: 1 27 a.r., 489 a.r.

b., 29 1 a.r., 294, 298-299, 300, 3 0 1 b., 3 1 O, 3 1 1, 3 12 r., 3 1 3 © Todd Bol an I Bibleplaces: 61 a. © Kunsthistorisches Museum, Vienna: 1 58, 1 62 a./b., © Courtesy of the Arthur C. Sackler Museum, Har­

c./r., 3 1 4 1., 330, 33 1 a./b., 335, 336 a./b., 337 1./r., 338 a./b.I., © Michael Braune, Hanover: 1 93 1 73 b., 573 1. vard University Art Museums, Cambridge, Mass.: (Gift of

339 a./b., 340, 349 a., 368, 369 a.r., 372 a./b., 373 r., 375 r., © The Bridgeman Art Library, London: (Christie's © Kunstmuseum Düsseldorf: 528 a.I. Edward W. Forbes) 403 I.; (Private Collection) 462 r.

386(387, 389 a.• 39 1 . 394 a./b.r/I., 395 b., 396 a./b., 409, 4 1 4 lmages) 276; (Bulloz) 588 b. © Kunstsammlungen der Veste Coburg: 587 b. © Mamoun Sakkal, Bothell, Washington: 599

1., 4 1 5 a. , 4 1 6 rJI., 4 1 9, 442 a.r./b., 45 1 b.I., 455 a., 460 b., © by permission of The British Library, London: 50 r., © The Laing Art Gallery, Newcastle upon Tyne: 588 a. © Collection Societe Generale Marrocaine de Ban­

461 b., 462 1., 464 a., 466 r./I., 469, 470 a./b.r., 472. 473 a., 4 1 2 1., 426, 428 1., 429, 484 1., 502 r., 520 1., 524 1. © Landesbildstelle Bertin: 59 1 b. ques, Casablanca: 597 r.

� � m � � L W � • � m �� � � � © The British Museum, London: 204 a., 205 b., 484 r., © Laurent Lecat, Paris: 323 b. © San Diego Museum of Art, San Diego: (Edward Bin­
r.. 508, 5 1 4, 5 1 8 a.1., 534-535, 537 1., 545 1., 55 1 b., 557 b., 565 b. © Legatum Warnerianum, University Library Leiden: 34 1 ney 3rd Collection) 485 r., 486 r.
558 a./b., 56 1 b., 563, 569, 592, 600; (photographs: Christ­ © Siegfried Büker, Berlin: 107 b.I., 1 09, 1 70 1., 222, 257, 1. © Scala. Florence: 47 b.,79, 83, 87, 1 03 a., 1 1 7 a.I., 140, 163
ian Sappa) 1 O, 1 3 1 269, 334. 338 b.r., 393 b .. 596 r. © Jürgen Liepe, Berlin: 595 a. b.r., 2 1 7, 287 r./1., 296. 540, 596 1.
© Agentur Artur, Cologne: {photograph: Klaus Frahm) © Cabildo de la Catedral de Girona. Girona: (photo­ © Lonely Planet lmages: (photographs: Bradley May­ © Schatkamer van de Sint-Servaasbasiliek, Maas­
586 a. r. graph: Josep Maria Oliveras) 24 1 1. hew) 4 1 8 r. tricht: 1 94
© Agentur Anne Hamann, Munich: 42 (photograph: © Centro de Arte Moderna de Fundacao Calouste © Los Angeles County Museum of Art: (Shinji © Sean Sprague-SpraguePhoto. com: 445 c.
Georg Gerster) Gulbenkian, Lisbon: 428 r. Shumeikal Acquisition Fund) 392, (The Nasli and Alice © Sipa Press, Paris: (photograph: Reha Günay) 552 I.;

© Agentur Schuster, Oberursel: (photograph: Yann © Sergej Chmelnizkij, Berlin: 355 a.r/l./b.r)1., 356 a., 357 Heeramaneck Collection, Gift of Joan Palevsky) 401 a.r., (photograph: J. Nicolas) 578(79

Arthus Bertrand) 244 b.1., 358, 360 a., 36 1 r., 363 a., 365, 367 449 b.r.; (photograph: Peter Brenner) 4 1 5 b. © Staatliche Museen Kassel: (photograph: Arno Hens­
© The Ancient Art and Architecture Collection, © Christie's l mages, London: 533 © Bili Lyons: 72 a., 72 b., 75 manns) 277

London: 4 1 , 148 a., 1 57 b.r., 301 a., 308 b., 3 1 6 b. © The Cleveland Museum of Art, Cleveland: ( 1 999, © Philippe Maillard, Paris: 1 55 b.r., 1 56 aJb., 1 57 b.I. © Staatliches Museum für Völkerkunde, Munich:

© Arcaid, London: (photograph: Nick Meers) 595 r. Purchase from the J. H. Wade Fund, 1 989.50) 405 © Sibylle Mazot, Paris: 144 a., 1 6 1 r. (photographs: S. Autrum-Mulzer) 1 2 1 a.r. (Neg. Nr. 28-8-

© Archiv für Kunst und Geschichte, Berlin: 1 1 b., 20, © Collection Societe Generale Marrocaine de Ban­ © Michael Meinecke: 1 90 1., 1 92 a. 2), 1 63 a.I.; (photograph: c. Weidner-EI Salamouny) 204 b.I.
25 r., 27, 66 a.r., 76 a., 9 1 a., 1 73 a., 5 9 1 a.; (photograph: ques, Casablanca: 597 r. © Victoria Meinecke-Berg, Hamburg: 1 82, 1 83 b.I., 1 84 © The State Hermitage Museum, St. Petersburg: 344,

Werner Forman) 1 9 I.; (photographs: Jean-Louis Nou) 68 © Conjunto Arqueolögico Madinat al-Zahra. C6rdo­ r./1., 327 a. 404 a./b.r./1., 530
a./b., 221 r., 252 r. ba: (photographs: Manuel Pijuan) 232 r./1. © Menges, Paris: 45 c.r., 568 a.I.; (photographs: Winnie © Anne und Henri Stierlin, Geneva: 33, 36, 37 a., 45 a.I.,
© Archives Mashreq-Maghreb, Paris: (photograph: © Copyfoto, Madrid: 2 1 1 Denker) 45 1 a.1., 545 r., 547 a., 552 r., 562 1., 564 a.; (pho­ 52, 66 a.I., 69 r., 90, 9 1 b., 94, 99, 1 0 1 , 1 05 a., 1 1 3 1., 1 1 6
Marianne Barrucand) 146 © Corbis: 97 a.; (fotographs: Paul Almasy) 423 tographs: Reha Günay) 44 a., 45 1 a.r., 549, 551 a., 562 r., a./b., 1 17 a.r./b., 1 24 b., 1 28, 1 32 b., 1 35 b., 1 39, 147 a. 1 50,
© Archivo Oronoz, Madrid: 49, 58/59, 84 b., 85, © G. Dagli Orti, Paris: 1 2 a., 1 8, 32 b., 54 a., 56 a.r., 57 570 a./b., 572; {photograph: Aras Nefeçi) 548 1 52 1., 1 53, 1 60 1., 1 70 r., 1 7 1 , 1 77 b., 1 79 b., l83 a./b.r., 1 85,
206-207, 2 1 2, 2 1 4 1., 2 1 5, 2 1 6 a./b., 220, 238 1., 239 a.r., 1 1 3 r.. 1 88 b.1., 348, 353 1., 376, 499, 5 1 5 b., 536, 537 © The Metropolitan Museum of Art, New York: 1 86 r./1., 1 87, 1 88 b.r., 1 89, 1 90 r., 1 9 1 r./1., 226, 278 a./b.,
a.r./b.r./1., 240 a., 243, 247, 248, 25 1 a./b., 252 1., 253, 268, r., 539, 542, 543 r./c./I., 56 1 a., 567, 576 a.r., 580 ( 1 986, Edward C. Moore Collection, Bequest of Edward C. 283 a., 284, 288, 289 b.r., 290, 291 b.r./I., 292 a.rJb.r., 293
280 r./1., 282, 3 1 2 1. © Das Bild des Orients, Berlin: (fotographs: joachim Moore, 1 89 1 , 9 1 . 1 . 1 538) 1 96 1.; ( 1 986, Rogers Fund, 1 95 1 , b.I., 295, 297 a., 326, 349 b., 369 a.l./b., 371 a./b., 374, 375
© Art Directors: 61 b., 7 1 , 1 74, 1 75, 476 a. Gierlichs) 363 b., 364 5 1 .56, photograph: Shecter Lee) 202 b.; ( 1 985, Fletcher 1., 380, 395 a., 399 a.1., 448 a./b., 450, 463. 485 1., 489 b.r.,

© The Ashmolean Museum, Oxford: 200 a.r. © The David Collection, Copenhagen: (photographs: Fund, 1 947, 47. 1 00.90) 203 I.; ( 1 995, Purchase, Lila Ache­ 490 b.r., 493 a., 497, 504, 507, 509. 5 1 O a.rJa.l./b., 5 1 2 a./b.,

© Badisches Landesmuseum. Karlsruhe: 573 b.r. Ole Woldbye) 1 22, 1 96 r., 1 97 r./1., 2 1 4 r. son Wallace Gift. 1 992, 1 992.54) 390; (Rogers Fund, 1 955, 5 1 3, 5 1 6 a., 5 1 7, 5 1 8 a./b.r., 527, 544 b., 546, 554, 555, 559,

© The Baltimore Museum of Art. Baltimore: (Contri­ © Deutsches Archiiologisches lnstitut Madrid: (pho­ 55.44) 402 I.; ( 1 980, Catharine Lorillard Wolfe Collection. 560, 566 r., 568 r.

bution from Mrs. Alvin Thalheimer for the Fanny Thal­ tographs: Reinhard Friedrich, Neg. R 1 63-67- 1 2, R 1 67-67- Bequest of Catherine Lorillard Wolfe, 1 887, 87. 1 5. 1 30) 589 © Yasser Tabbaa 1 Oberlin: 8 1 r., 97 b.I.

heimer Memorial Fund, BMA 1 973. 1 4) 590 7) 222 c./r. © Jose Mor6n Borrego, Seville: 2 1 3, 285, 292, 305, 306, © The Textile Museum, Washington D.C.: (na. 73.368)

© Markus Bassler, Dosquers: 45 b.,2 1 9, 225 a./b., 228 a., © Thomas Dix, Grenzach-Wyhlen: 1 27 b., 34 1 a./b., 317 1 1 9 a.

233 a.r./I., 234, 236 a./b., 237 r.11.. 264, 266 1., 267 b. 454, 455 b.r., 467 a./ c./b., 468 aJb., 470 b., 47 1 , 476 b., 477 © Wolf-Christian von der Mülbe: 547 b., 550, 553, 556 © Antonia Tozer/John Warburton-Lee Photogra­

© Bayerische Staatsbibliothek, Munich: (signature: a./b., 478 a.. 479, 480 r., 48 1 , 482, 492 a. © Museo Arqueol6gico Provincial de Cördoba. C6r­ phy: 4 1 8 1., 422 b.

14563 Cod. arab) 270 a., (signature: 1 4809, Cod. arab 3, © Erzbischöfliches Dom- und Diözesanmuseum, doba: 239 a.I. (photograph: Alvaro Holgado) © Courtesy of the Trustees of the Victoria and

fol.34) 322 r., (signature: 1 4847, Cod. arab. 2603 fol. i v.) Vienna: 400 © Museo Arqueo16gico Nacional, Madrid: 238 r., 250 a. Albert Museum, London: (photograph: Daniel McGrath)

343 r. © Karin Fischer, Berlin: 408, 4 1 6 c., 422 a.r. © Museo de Burgos, Burgos: 241 r. 1 54 I.; (photograph: lan Thomas) 1 55 b.I.; fY&A Picture
© Bayerische Verwaltung der staatlichen © Courtesy of the Freer Gallery of Art, Smithson­ © Museo Poldi Pezzoli, Milan: 523 b.r./b.1. Library, London) 487, 489 a.I.. 502 1., 523 a., 528 a.r./b.

Schlösser, Giirten und Seen, Munich: 532 b. ian lnstitution, Washington D.C.: 34, 203 c., 205 a.1., 345, © Museo Provincial de Lugo, Lugo: 242 1. © Universitat de Barcelona. Barcelona: 23 1 b.

© Achim Bednorz, Cologne: 48 a., 209 a./b., 22 1 1., 223, 382 rJI., 383, 40 1 a.r., 403 r., 488 1., 522 © Museo Provincial de Teruel, Teruel: 242 r. © Philippa Vaughan, London: 458, 459, 473 b., 474 a.,

227, 228 b.r., 229, 23 1 a., 233 b., 250 b.r./1., 265, 275, 28 1 , © Christine-Anne Gaillard, Paris: 1 15 a.r./a.l./b., 440 © Museum für Türkische und lslamische Kunst, 483 b., 488 r.

283 b., 286 a.r./1., 289 a./b.1., 29 1 a.I., 293 a./b.r., 297 b. © Roel de Gama: 439 b. lstan-bul: 571 © Verwaltung Schlösser und Giirten Schwetzingen:

© Biblioteca Apostolica Vaticana. Rome: 270 b. © Georg Gerster, Zumikon: 1 02 © Namikawa Foundation, Shimane: 55 a., 57 b., 1 95 a.1., (photograph: Foto-Thome) 586 a.I.

© Bibliotheque Nationale, Paris: 53 1., 325 a./b., 327, © joachim Gierlichs, London: 9, 359, 360 b.r./1., 362 a., 200 b., 203 r., 385 b.r./c./1., 54 1 r./1., 565 a.1., 566 1., 573 a.r. © Donald Wilber, Photo courtesy of Asian Art Archives,

342, 35 1 , 402 r., 4 1 4 r., 433, 496 370, 373 1., 378 b.r./c./I., 3 8 1 a./b., 385 a.r/c./1., 398 r., 422 © Alastair Northedge, Paris: 1 06, 1 08 University of Michigan: 393

© Bildarchiv PreuBischer Kulturbesitz, Berlin: 1 3, 1 5 a.l./r., 406/407, 4, 43 1 , 439 a., 445 r., 5 1 6 b., 5 1 9 © Courtesy of the Oriental lnstitute of the Univer­ © Stuart Whitling: 74 a., 76 b.r.

b.r., 74 b.r., 1 2 1 a.1., 1 70, 1 99 r., 202 a., 2 1 O, 353 r., 449 b.1., © Giraudon, Paris: 307 r. sity of Chicago: 96 © Michelle Woodward: 73 a., 73 b., 1 67 a.I.

GÖRSEL MALZEME 639


Teşekkür

Yayıncı, Berlin İslam Sanatları Müzesi'nden Almut von GladiB'e önerileri ve eserin düzeltilmesindeki katkıları için; Berlin'den Julia Gonnella'ya Hindistan'a ayrılan bölümü düzel
ve Köln'den Christiane Kothe'ye Elhamra Sarayı üzerine yaptığı çalışma için; Berlin'den Natascha Kubisch'e değerli katkıları için; Berlin İslam Sanatları Müzesi'nden Chr
Kienapfel'e sürekli yardımı için; Bildarchiv PreuBischer Kulturbesitz'den Heidrun Klein'a ve Cenevre' den Henri Stierlin'e ikonografik araştırmalardaki katkıları için teşekkür e·

© 2005/2007 Tandem Verlag GmbH


h. f. ullmann is an imprint of Tandem Verlag GmbH

ISBN 978-3-833 1 - 1 036-8 (Almanca Baskı)


lmprint 978-3-833 1 -2277-4 (Türkçe Baskı)

Türkçe Basım © 2007 Literatür Yayıncılık


Kitabın tamamı veya bir bölümü hiçbir şekilde çoğaltılamaz, dağıtılamaz, yeniden elde edilmek üzere saklanamaz.

Yurtdışı Yayın Ekibi:


Yayın ve Sanat Direktörü: Peter Feierabend
Editör: Juliane Stollreiter
Yardımcı Editörler: Maren Tribukait, Susanne Brown
Tasarım: Erili Vinzenz Fritz (Ltg.), Kathrin Jacobsen
Harita Düzeni: Monika Schrimpf
Resim Düzeni: Katleen Krause, Dennis Riffel, Florence Baret
Kronoloji Tabloları: Melanie Kamp
Sayfa Tasarımı: Florian G lowatz / TOPOS, Berlin;
Sergej Chmelnizkij, Berlin
Haritalar: Rolf Krause, Essen;
Studio für Landkartentechnik Maiwald, Norderstedt

Türkiye Yayın Ekibi:


Yayıncı: Kenan Kocatürk
Çeviri: Nurettin Elhüseyni
Yayına Hazırlayanlar: Oğuz Ergun, Işıl Özgüner
Teknik Uygulama: Hanife Dinler, Emel Atik

Eurolitho S.p.A. Printed in ltaly

ISBN 978-975-04-0405-4

10 9 B 7 6 5 4 3 2 1
x ıx vııı Vll VI v iV 111 il 1

You might also like