You are on page 1of 19

JAPONYA’NIN BİLGİ TOPLUMUNA GEÇİŞİ

Ali Kıncal ∗
1. Japon Gelişmesinin Kökleri

Japonya’nın bilgi toplumuna geçmesinden kastedilen aslında 2. Dünya Savaşı


sonrasında Japon ekonomisinin hızla büyümesi ve sanayileşmesi, bilgi teknolojileri
bakımından önemli bir üretici haline gelmesi ve bu gelişmelerle Japon toplumunun
yeniden şekillenmesi sürecidir. Ancak “Japon gelişmesi” konu edildiğinde, Meiji
Restorasyonu’ndan ve hatta Edo Devri’nden başlayan, Amerika’nın işgal yönetimi
ile devam eden ve Japonya’nın bilgi toplumuna geçmesi ile son safhasını yaşayan
daha geniş bir süreçten bahsetmek gerekir.

1.1. Edo Dönemi/ Tokugawa Dönemi (1603-1867)

Edo Devri’nden önce Japonya siyasi istikrarsızlıkla boğuşan bir derebeylikler


topluluğu idi. “Daimyo” denen Japon derebeyleri -daha büyük toprak idare
edenlerine ise Han unvanı veriliyordu- sürekli birbirleriyle savaş halindeydiler. En
sonunda Tokugawa ailesinden Tokugawa Ieyasu ülkeyi kanlı bir dizi savaştan sonra
siyasi birliğine kavuşturdu. 1 Bundan sonra Japon İmparatoru’nun dünyevî işlerden
elini çekmesi sağlandı. İmparator artık ulûhiyet biçilen, saygı duyulan ancak siyasi
işlerden uzak bir figür olarak tahtında oturmaya devam etti. Tokugawa Ieyasu, daha
sonra Tokyo adını alacak olan Edo şehrinde, askerî bir yönetim kurdu. Emrindeki
samuraylarla ülkeyi yöneten bu askerî lidere Şogun adı veriliyordu. Bu yönetim
aslında bir nevi merkezi feodaliteydi: Şogunluğun yönettiği ulusal hükümet olan
Bakufu, bu hükümete “kul” olarak biat etmiş 270 küsur irili ufaklı derebeyin yerel
hükümetlerinden oluşmaktaydı. 2

Bu dönemde İspanya, coğrafî açıdan Japonya’ya çok yakın olan Filipinleri


işgal etti, diğer Avrupalı tüccarlar ve misyonerler de Asya’da etkilerini arttırdılar.

Dokuz Eylül İ.İ.B.F. İktisat Bölümü (Örgün) Öğrencisi (No: 2006461118)
1
Kenichi Ohno, The Economic Development of Japan: The Path Traveled by Japan as a
Developing Country, GRIPS Development Forum, Tokyo, 2006, s.22.
2
Selçuk Esenbel, “Japonya ve Türkiye Çağdaşlaşma Tarihinin Karşılaştırılması”, Çağdaş
Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg Yayınları, İstanbul, 1999, s.15.

1
Edo yönetimi biraz da bu gelişmelerden ürkerek, kendisini Batı’dan koruma
güdüsüyle, 250 yıl kadar sürecek katı bir izolasyon/içe kapanma politikasını
uygulamaya koydu. Dış ticaret durduruldu. Ülkeye giriş ve çıkış kapatıldı: Hatta
yurtdışındaki Japonların bile yeniden Japonya’ya dönmesine izin verilmedi.
Misyonerlik kesinlikle yasaklandı, Hıristiyan olmuş Japonlara belli bir müddet
verilerek derhal bir Japon Budist ya da Şintoist tapınağına kendilerini kaydettirmeleri
yani Hıristiyanlıktan vazgeçmeleri istendi. Avrupalı misyonerler ise ya ülkeden atıldı
ya da Şogun’un samurayları tarafından öldürüldü.

Dış ticarette sadece Hollandalılara ayrıcalık tanınmıştı. Aslında Japonya’nın


Hollanda ile ticarete büyük bir ihtiyacı yoktu; ancak Hollandalı denizciler Japon
elitinin dış dünya hakkında bilgi almasını sağlıyordu. Protestan Hollandalılar,
Katolik rakipleri İspanyollar hakkında Japonlara istihbarat sağlamakta her zaman
istekliydiler. Hollandalı bir kaptan her yıl Şogun’a bir rapor sunuyor ve dünyadaki ve
özellikle de Asya-Pasifik’teki gelişmeleri aktarıyordu. O yıl yaşanan büyük olaylar
raporda yerini buluyordu. Mesela İkinci Viyana Kuşatması’nın yaşandığı yıl Şogun’a
verilen raporda Osmanlı İmparatorluğu ve kuşatma ayrıntılı bir biçimde tasvir
edilmiştir. Bazı samuray aileleri bu dönemde Felemenkçe öğrenmeye ve Avrupa’da
yazılan önemli eserleri -Felemenkçe üzerinden- Japoncaya çevirmeye başlamıştır.
Çevrilenler arasında çeşitli tıp-anatomi kitapları ve Newton’un fiziğin temel
prensiplerini açıkladığı Philsophiæ Naturalis Principia Mathematica gibi eserler
vardır. Sayıları birkaç yüz olan bu çevirmen samuraylar genelde bu çevirileri
kendileri için yapıyorlar ve alt tabaka ile paylaşmıyorlardı. Bu çeviriler geleneksel
Japon eğitimine de yansımıyordu. Samuraylar Avrupa’yı biliyor, oradan çeviriler
yapıyordu ancak yine de ülkede yayılan bir Batı etkisinden bahsedilemezdi,
yayılmamasına dikkat ediliyordu. Zira, zaten izolasyon politikası bu etkiye karşı
uygulamaya konmuştu.

Tokugawa döneminde Japon toplumu ileride modernleşmeyi sağlayacak


birikimi elde etmiştir. Dış ticarete kapalı olan Japon ekonomisinde, iç ticaret, yani
derebeylikler arasındaki ticaret artmış, Japon bürokrasisi gelişmiş ve ülke, kendi
yağıyla kavrulur hale gelmiştir. Bunu inceleyenlerden biri de Adam Smith’tir.

2
Smith’e göre, derebeyliklerin kırsal ve kentsel ekonomilerinde yerel bir birikim
oluşmuş ve ortaya bir köylü girişimci sınıfı çıkmıştır. Gelecekte de Japon
ekonomisini bu girişimci sınıfı şekillendirecektir. Tokugawa toplumu Japonya’nın
ileride çağdaş bir ekonomi olabilmesi için gerekli güçlü beşeri sermayeyi
sağlamıştır. 3

Meiji dönemi öncesinde filizlenen bu güçlü beşeri sermayeyi, daha sonra


benimsenecek olan Batı tarzı eğitim değil, Japonya’nın kendi geleneksel eğitim
sistemi yaratmıştır. Edo samuraylarının sıkı yönetimi ve izolasyon politikasıyla
ülkede stabil, sakin bir ortam oluşmuş; bu da sanat, eğitim ve kültürün gelişmesine
olanak sağlamıştır. Şogun tarafından Shoseiko isimli yüksek öğrenim kurumları
açılmıştı, bölgesel idarelerin de Hanko isminde kendi akademileri vardı. Kırsalda
yaşayanlar ise Tera-koya denen tapınak okullarına gidiyordu. 4 19. yüzyılda
Japonya’daki okuma-yazma oranı -erkekler için- %50’lere yaklaşmıştır, böyle bir
oran o dönem Avrupa’da dahi yoktu. Japon toplumu gerçekten de eğitime çok ayrı ve
özel bir önem vermektedir. Genel kanının aksine, Meiji döneminde izolasyon bitip
kapılar açıldığında, Batılılar karşılarında dünyadan haberdar olmayan geri bir Asya
toplumu bulmamışlardır.

1.2. Meiji Dönemi (1868-1912)

1853 yılında Amerikalı amiral Matthew Perry, ABD adına ticarî imtiyazlar
(kapitülasyonlar) almak üzere bir donanma ile Tokyo limanına yanaştı. Şogun,
anlaşma imzalamaya hiç istekli olmasa da, sonunda Perry’nin Tokyo’daki Uraga
kasabasını topa tutmakla tehdit etmesi nedeniyle masaya oturmak zorunda kaldı.
Neticede Amerikalı amiralin istediği anlaşma imzalandı (1858). Yüzyıllardır halka
karşı gayet katı davranan Edo yönetiminin yabancıların karşısında boyun eğmesi ve
adeta “kâğıttan kaplan” haline gelmesi halkın sabrını fazlasıyla taşırmıştı. Hatta
anlaşma yapıldıktan sekiz gün sonra Şogun’un ölmesi, yabancılara boyun eğen
Şogun’un tanrılar tarafından cezalandırıldığı şeklinde yorumlandı. 5 Amerikalılarla

3
Esenbel, a.g.e., s.20-21.
4
Ahmet Cihan, Japonya’da Eğitim Kültür ve Modernleşme, Özgü Yayınları, İstanbul, 2006, s.16.
5
İbrahim Okur, Japonya: Bir Yükselişin Kısa Hikayesi, Okursoy Kitapları, İstanbul, 2009, s.17.

3
yapılan anlaşmayı ulusal şeref ve onurun ayaklar altına alınması olarak gören genç
samurayların başlattığı milliyetçi hareket, derebeylerin (daimyo) desteğini alarak
Şogun yönetimini devirdi. 6 1868 yılında da genç imparator Meiji’nin lideri olduğu
yeni bir yönetim kuruldu. Böylece İmparator yeniden dünyevî gücünü eline almış ve
Japonya’nın en önemli devirlerinden biri başlamış oldu.

İlk kapitülasyonları alan Amerika’yı, İngiltere ve Hollanda gibi başka batılı


güçler izlemişti. Batılıların Japonya’daki ticaret ve misyonerlik faaliyetleri yeniden
hız kazanmıştı. Durumun farkında olan İmparator Meiji, Batı tekniklerini elde etmek
ve nihayetinde Batı’yı yakalamak amacıyla, bir dizi reformu uygulamaya başladı.
Yapılacak reformlar için de mottolar ortaya atıldı: “Ülkeyi zenginleştir, orduyu
güçlendir” (Fukoku Kyohei) ve “Sanayiyi teşvik” (Shokusan Kogyo). 7 İmparator
modernleşme için tüm Japon ulusunu motive ediyor, harekete geçiriyordu.

Önce hukukî zemin değiştirildi: Bu dönemde Japonya’nın örfî hukuku


lağvedildi ve Roma-Cermen hukuk sistemi benimsendi. Parlamento açıldı ve anayasa
kabul edildi. Medeni kanun gereksinimi doğduğundaysa ilk önce Fransız medeni
kanunu Japoncaya çevrildi ancak bu kanun Japon toplumunun muhafazakâr aile
yapısına ters bulundu. Yerine ise daha tutucu çizgide olan Bismarck Almanya’sının
medeni kanunu benimsendi. Japon örfî hukukunun üniversal geçerliliğinin olmaması
çabuk lağvedilebilmesinin esas sebebi olmuştur. Japonya’nın eski hukukçuları çok
sade düşünceli insanlardı, bu yüzden ülkede sadece iki ceza vardı: Beraat ya da idam,
bir ara kademe yoktu. 8 Esasen hukuk sisteminin değişmesi, Batılılarla yapılan
ticaretin Avrupa hukuk sistemi zeminine oturtulması bakımından çok önemlidir.
Böylece ticarette izlenen prosedürler aynılaşmıştır.

Meiji dönemi, yeni bir ekonominin kurulduğu, ülkenin sanayileştiği ve


ülkenin geleceğini şekillendirecek yeni bir girişimci sınıfının ortaya çıktığı
dönemdir. Özel sermayenin yetersiz olduğu ülkede devlet, sanayiyi kendi eliyle

6
Esenbel, a.g.e., s.18
7
Kazuhiro Yoshida, “Skills and Technological Development in the Early Stage of Industrialization –
Implications from Japanese Experiences in the Meiji Era”, Journal of International Cooperation in
Education, Hiroshima University, Cilt: 13, Sayı: 2, Hiroshima, 2010, s.34.
8
İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Turhan Kitapevi Yayınları, Ankara, 2007, s.201.

4
kurmuş, firmaları kâr etmeye başlayacak seviyeye getirene kadar yönetmiş, sonra da
küçük bedellerle Şoğunluğu deviren Meiji yanlısı samuray ailelerine satmıştır. 9
Böylece eski Şogunluk derebeyleri ve samuraylarından mürekkep yeni bir girişimci
sınıfı doğmuştur. Bu sanayi devleri, büyük aile şirketleri yapısındaydı ve zaibatsu
diye adlandırılıyorlardı. Bugün yakından bildiğimiz Mitsubishi, Mitsui, Kawasaki
gibi şirketler işte bu girişimci sınıfının ürünüdürler.

Ülkedeki devlet işletmelerine Batı teknolojisini edindirmek için iki temel


politika izleniyordu: Yurtdışından uzman getirtmek ve yurtdışına -özellikle Amerika
ve İngiltere’ye- öğrenci yollamak. Bilhassa, sanayileşmeyi gerçekleştiren öncü
kurum olan Japon Sanayi Bakanlığı (Kobusho); demir yolu yapımı, madencilik ve
mühendislik alanlarında çok sayıda yabancı uzman istihdam ediyordu. Amerika,
Fransa, Almanya ve İngiltere’den gelen bu yabancı uzmanların sayısı 1875 yılında
500’ün üzerine çıkmaktaydı ve bu uzmanlara inanılmaz ücretler ödeniyordu.
1870’lerde Batılı uzmanlara ödenen ücretler Sanayi Bakanlığı bütçesinin %40’ı
kadardı, hatta bazı uzmanların ücreti Japon başbakanının maaşından bile çok daha
fazlaydı. Hükümet, eğitime yaptığı yatırımların geri dönüşlerini almaya başlayınca,
yabancı uzmanları yerli uzmanlarla ikame etme politikasını gütmüştür. Öyle ki
1875’ten sonra yabancı uzman sayısı azalmaya, yabancıların yerini Japonlar almaya
başlamıştır. 10

Eğitimde de hızlı bir modernizasyon vaktiydi. Geleneksel Japon eğitimi


yerini Batı tarzı modern eğitime bıraktı. 1871’de Japon Eğitim Bakanlığı
(Monbusho) kapsamlı bir eğitim stratejisi hazırlamış ve plan dâhilinde 25.000 temel
eğitim okulu açılmıştır. Meiji döneminin sonlarına doğru ülkede 6 yıllık temel eğitim
zorunluluğu vardı ve bu temel okullara kaydolma oranı hem erkekler hem kızlar için
%90’ın üzerindeydi. Yüksek öğrenimde ise Batı’dan bilgi aktarımı yapılıyordu:
Yurtdışına giden Japon öğrenciler hukuk, kimya, fizik, mühendislik gibi alanlarda
eğitim alıp bilgilerini yurtlarına taşıyorlardı. Yine bu dönemde Japonya’da ilk

9
Zekai Özdemir, “Japon Kalkınması ve Piyasa Özgürlüğünün Sonu”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F.
Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1, İstanbul, 2005, s.100.
10
Yoshida, a.g.e., s.35-36.

5
imparatorluk üniversitesi 6 fakültesiyle 1886’ta Tokyo’da açıldı. 11 Japonya
Tokugawa devrinden beri sürekli yatırım yaptığı eğitimli nüfusu sayesinde ithal ettiği
teknolojileri süratle kullanabilme ve içselleştirebilme yeteneğine sahip olmuştur. Edo
devrinden miras kalan geleneksel eğitimli nüfus nasıl Meiji döneminde ülkeyi
endüstrileşme ve gelişmeye yolunda ilerlettiyse, Meiji döneminde eğitilen nüfus da
ileride Japonya’yı 2. Dünya Savaşı’nın yıkımından normalleşmeye giden yola
sokacaktır.

Bu dönemle ilgi es geçilmemesi gereken bir konu da savunma sanayidir.


“Orduyu güçlendir” mottosuyla hareket eden Japon modernleşmesi, 2. Dünya Savaşı
öncesinde bu amacına ulaşmıştır. Tokugawa döneminin sonunda silah tehdidiyle
kapılarını açmaya zorlanan ve açıkça aşağılanan Japonya, Meiji döneminde bütçenin
çok önemli bir kısmını savunma sanayini geliştirmek için ayırıyordu. Bu dönemin
zaibatsu’larının pek çoğu Japon ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak için
çalışmaktaydı. Mesela Pearl Harbor’da Amerikan gemilerini vuran uçakları üreten
firma Mitsubishi idi. Bugün fotoğraf makineleriyle bilinen ünlü Nikon da aslında
Japon ordusunun dürbün gibi teçhizatlarını üretmek için kurulmuştu. Bugün
motosikletleri ile meşhur olan Kawasaki ise o dönemde yine bir başka savaş uçağı
üreticisiydi. Ordusunu ve donanmasını henüz modernize etmiş olmasına rağmen
Japonya, 1905’te Asya’yı tehdit eden önemli bir Batılı güç olarak görülen Rusya’yı
ezici bir zaferle mağlup edebilmiştir. 2. Dünya Savaşı öncesinde Çin’in büyük
bölümünü, Kore’yi ve Filipinleri elde tutan ve 2. Dünya Savaşı’nda ABD’ye ağır
kayıplar verdiren Japon İmparatorluğu, askerî birikimini Meiji dönemindeki
yatırımlar sayesinde elde etmiştir.

Neticede Meiji döneminin sonlarına doğru Japonya; eğitim, hukuk, ekonomi


bakımından modernleşmiş, artık, 1917’de klasik iktisadın tanımlarına göre
sanayileşmiş bir ülke haline gelmiştir. 12 Ki bu, “Batı dışında gerçekleşmiş ilk başarılı
sanayileşme” olarak iktisat yazınına geçmiştir. 13

11
Cihan, a.g.e., s.18-19.
12
Esenbel, a.g.e., s.12.
13
Fukunari Kimura, “Japan’s Model of Economic Development: Relevant and Nonrelevant Elements
for Developing Economies”, Research Paper No. 2009/22, United Nations University, Tokyo, 2009,
s.1.

6
1.3. İkinci Dünya Savaşı ve Amerikan İşgali Dönemi (1941-1952)

ABD ile Japonya arasındaki sürtüşme 2. Dünya Savaşı’ndan çok daha


önceleri başlamıştı. Amerikan otoriteleri Japon gelişmesinden endişe duyuyor,
Amerikan gazeteleri ise Japonlar hakkında ırkçı yorumlarda bulunuyordu: San
Francisco Chronicle gazetesinde Japonlar hakkında yazılan bir makaleye göre
“kahverengi Asyalılar beyazların beynini çalıyordu.” Japonlar bu anlayışı da taklit
etme yoluna gittiler ve kendi üstün ırk teorilerini ortaya attılar. Bir Japon gazetesi
San Francisco’nun Japon donanması tarafından ablukaya alınmasını önerdi. Japonlar
anî bir saldırı ile “barbar” Amerikalılardan uygarlığı kurtarmak gerekliliğine
inanıyordu. 14 Bu gergin soğuk savaş ortamı Pearl Harbor saldırısıyla sıcak savaşa
dönüştü.

Hammadde ve doğal kaynaklar bakımından çok fakir olan Japonya bu


ihtiyaçlarını sömürgelerinden karşılıyordu. Kore, Filipinler, Borneo, Çin’in büyük bir
kısmı ve Pasifik’te bulunan irili ufaklı pek çok ada Japon İmparatorluğu’nun eline
geçmişti. Japonya sömürgelerini “Ortak Refah Şemsiyesi” adında bir örgüt içinde
birleştirmişti; ancak tabii Japonya’nın sömürgelerinin refahıyla ilgilendiği falan
yoktu, bu örgütün esas amacı Japonya’nın hammadde ihtiyaçlarını sömürgelerden
Japon sanayicilerine aktarmaktı.

1945’te Japonya İmparatorluğu yenilgiye uğradı ve Amerikan kuvvetleri


tarafından işgal edildi. Japon sanayisi hem Japon yönetiminin hem de Amerikan
kuvvetlerinin hışmına uğramıştı. Japon askerî yönetimi, sivil pazar için kurulmuş pek
çok tesisin makinelerini ve çelik aksamlarını mühimmat üretmek amacıyla
söktürmüştü. 15 Amerikan kuvvetlerinin bombardımanında ise yine pek çok sınaî tesis
kullanılamaz hale geldi. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları yüzünden
milyonlarca insan ve çok miktarda fizikî sermaye yok oldu. Yenilgi ve yıkımla
birlikte Japon ekonomisi pek çok sorunla boğuşmak zorunda kaldı. Bu sorunların en

14
Okur, a.g.e., s.44-45.
15
Masahiro Takada, “Japan’s Economic Miracle: Underlying Factors and Strategies for the Growth”,
http://www.lehigh.edu/~rfw1/courses/1999/spring/ir163/Papers/pdf/mat5.pdf (12 Mayıs 2011), s.4.

7
çetrefillisi işsizlikti. Kalabalık Japon ordusu terhis edildiği için 7,6 milyon eski asker
ve askerî üretimde çalışan 4 milyon kişi bir anda işsizler ordusuna katıldı. Ayrıca
Japon sömürgelerinde yaşayan 1,5 milyon insan Japonya’ya dönmeye zorlanmıştı.
Toplamda 13,1 milyon insan işsizdi. Japon ekonomisi, sanayisini kaybettiğinden ve
büyük yiyecek sıkıntısı içinde olduğundan tarım ekonomisine dönmek zorunda kaldı.
Enflasyon çok yüksekti ve Japon ekonomisinin ana enerji kaynağı artık kaybettiği
sömürgelerindeki kömür madenleri olduğundan enerji kıtlığı da çekiliyordu. 16
Toplamda 2,8 milyon insan ölmüş, millî gelirin %25’i kadar maddî kayıp olmuş ve
sanayi üretimi, savaş öncesi sanayi üretiminin %10’u seviyesine kadar düşmüştü. 17

Japonya’da işgal yönetimi pek çok reform uygulamasına girişti. 1947’de


çıkarılan anti-tekel yasası ile önceden devlet tarafından düşük vergiler ve kredilerle
teşvik edilen zaibatsu’lar dağıtıldı. Toprak reformu yapıldı: Topraklar zengin toprak
sahiplerinden alındı ve çiftçilere satıldı. Bu, çiftçilerin toprak sahibi yapılması
açısından hoş gözükse de, toprağın küçük parçalara ayrılması sebebiyle verimliliği
düşürmüştür. 18 Amerikan yönetiminin birincil hedefi Japonya’yı demilitarize
etmekti, zaten zaibatsu’ların dağıtılmasının da esas amacı, psikolojik ve kurumsal
açıdan Japon askerî gücünü yok etmekti. 19 Bugün Japonya’da halen yürürlükte olan
ve 1947’de Amerikalı General Douglas McArthur tarafından dayatılan anayasanın 9.
maddesiyle de Japonya’nın askerî güç sahibi olması yasaklanmıştır. Bugün bile
Japon ordusu diye bildiğimiz organizasyonun resmî adı aslında “Japon Öz Savunma
Kuvvetleri”dir. ABD sonradan Sovyet tehdidine karşı Japonya’yı yanında tutmak
istediğinden bu demilitarizasyon politikasını esnetmek durumunda kalmıştır. 1952’de
resmen bağımsızlığını almış olan Japonya’da halen Amerikan askerî etkisi çok
güçlüdür. Öyle ki, 2010’da iktidara gelen başbakan Yukio Hatoyama, bazı Amerikan
askerlerinin Japonya’da tecavüz ve cinayet olaylarına karışmasından dolayı ülkede
varlığı istenmeyen Okinawa’daki Amerikan hava üssünü kapatma sözü vermiş;
ancak Amerikalıları ikna edememiş ve sözünü tutamadığı için de istifa etmek
zorunda kalmıştır.

16
Takada, a.g.e., s.5-6.
17
Shigeru T. Otsubo, Post-war Development of the Japanese Economy Ders Notu, Nagoya
Üniversitesi, Nagoya, 2007, s.4.
18
Ohno, a.g.e., s.155.
19
Takada, a.g.e., s.7.

8
2. Japon Gelişmesinin Faktörleri

1945’ten 1950’lerin başına kadar Japonya bir rehabilitasyon dönemi yaşamış


ve savaş yaralarını az çok sarabilmişti. 1950’lerde patlayan Kore Savaşı, ABD’nin
Kore’deki askerî yığınağı için Japon mallarına olan talebini çok yükseltti ve bu,
Japon sanayisi için yeni bir başlangıç noktası oldu. Bu dönemde Japonya’nın üretimi
yaklaşık %70 arttı. 20 1950’lerden sonra da bu büyüme trendi devam etti: Öyle ki
1950’den ve 1970’lerin başına kadar olan dönemde Japon ekonomisinin ortalama
reel büyüme hızı yaklaşık %10’du. 1990’larda ekonominin hız kesmesine dek Japon
ekonomisi, sürekli çift haneli olmasa da, yüksek büyüme hızıyla yoluna devam etti.
Bu dönemin sonunda Japonya’nın Batı’yı yakalama amacı nihayetine ulaşmış ve
ülke dünyanın ikinci en büyük ekonomisi haline gelmişti. 21 Bu, Japonya’nın bilgi
toplumuna geçişinin son safhasıdır. Bu geçişi sağlayan sadece izlenen bilim-teknoloji
ve sanayi politikaları değil aynı zamanda uygun dışsal faktörlerdir. Ayrıca
Japonya’nın kendine has kapitalizmi, işletme yönetim sistemi, eğitim sistemi, ithal
teknolojiyi adapte edip içselleştirme yeteneği, kültürü ve toplum yapısı bu geçişte
önemi tartışılmaz unsurlardır. Bu bölümde Japonya’nın bir bilgi toplumuna
dönüşümünü sağlayan bu faktörlere değineceğiz.

2.1. Sanayi ve Teknoloji Politikaları

Yüksek büyüme döneminde (1950’ler-1960’lar) ve sonrasında Japon


ekonomisine ve sanayisine şekil veren en etkili kurum Japon Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı (MITI) idi. Japon ekonomisini kalkındırmak için genellikle üç temel araç
kullanılmıştır. Birincisi, anahtar sanayilerin hedeflenmesidir. İkincisi yeni doğan ve
stratejik görülen sanayilerin erken dönemde ithalatın kısıtlanması yoluyla dış
rakiplerden korunması ve düşüş gösteren sanayilerin sübvanse edilmesiydi. Üçüncü
araç ise hükümet desteğiyle mamullerin ihracatının teşviki idi. 1960 ve 1970 arası
ortalama büyüme oranının %11,6 olarak gerçekleşmesi bu politikaların uygunluğuna
ve işe yararlığına bağlanabilir. Ekonomik yapı, uygulanan bu politikalar sayesinde
tarımdan sanayiye; sınaî yapı, hafif endüstrilerden petrokimya ve otomobil gibi ağır
20
Takada, a.g.e., s.11.
21
Ohno, a.g.e., s.162.

9
sanayilere kaymıştır. 22 Neo-liberal tavsiyelerin aksine Japonya’nın korumacı ve
müdahaleci bir politika güttüğü açıktır. İşadamları ithalattan özellikle caydırılmıştır;
ancak ülkede muadilinin üretilmesi zor olan birtakım birincil ihtiyaç malları,
hammaddeler ve Japonların uluslararası alanda rekabet etmeyi zaten ummadığı bazı
ürünler için düşük gümrük vergisi uygulanmıştır. 23 Tabii korumacılık sonsuza dek
sürecek bir politika değildir. Japonya nihayetinde firmalarının hazır olduğuna
inanmış, 1970’lerin başındaki liberalizasyon hareketleriyle dışa açılmış ve
uluslararası rekabette yerini almıştır.

MITI Japonya’nın bilim ve teknoloji politikasının yürütülmesi konusunda da


rol üstlenmiştir. Ancak bu konuda yükümlülüğü olan tek kurum değildir: Japon
başbakanının başkanlık ettiği Bilim ve Teknoloji Konseyi, Japon bilim adamlarını
temsil eden demokratik bir organ olan Japonya Bilim Konseyi, Bilim ve Teknoloji
Ajansı gibi kurumlar da teknoloji ve tekno-ekonomi politikalarının belirlenmesinde
etkilidir. Bilim ve Teknoloji Ajansı hükümetçe karara bağlanacak olan bilim
politikası ve bu politikaların uygulanmasına ilişkin ulusal plan tasarılarının
hazırlanmasından ve teknoloji ile ilgi faaliyetlerin koordinasyonundan sorumludur.
Siyasî iradenin de katıldığı Bilim ve Teknoloji Konseyi ise bilim ve teknoloji
politikasının genel çerçevesini oluşturur ve uzun vadeli araştırma hedefleri saptar.
Üyeleri hükümet tarafından değil bilim adamları tarafından seçilen Japonya Bilim
Konseyi de, hükümete; bilim adamı yetiştirme, buluşların uygulamaya konması gibi
konularda tavsiye vermeye yetkili, ulusal bütçeden destek alan bir organdır. 24 MITI
ise malum sorumluluklarının yanı sıra ulusal AR-GE programlarını yürütmek ve
sanayinin AR-GE programlarını desteklemekle görevlidir. MITI’nin hırslı, uzun
yıllar ve çok yüksek yatırımlar isteyen mikro elektronik ve bilgisayar tabanlı
projeleri olmuştur. Yüksek Hızlı Bilgisayar Projesi (1966-72), Gelecek Elektron

22
Ayşe Meral Uzun, “Savaş Sonrası Japonya’da Sanayi Politikası: MITI Ne Kadar Başarılıydı?”,
Sosyal Bilimler Dergisi, Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F., Sayı: 4, Sivas, 2010, s.65-66.
23
Kimura, a.g.e., s.13.
24
Hüsnü Erkan ve diğerleri, Türkiye İçin Bilgi Bazlı Sürdürülebilir Sanayileşme Stratejisi,
EGİAD, İzmir, 2007, s.32.

10
Cihazı (1980-2000), Süper Bilgisayar Projesi (1980-91), Beşinci Nesil Bilgisayar
Sistemleri Projesi (1982-93) gibi pek çok proje sayılabilir. 25

Sanayi politikasında hedef sektörler belirleyen Japonlar, teknoloji konusunda


da aynı stratejiyi uygulamaktadırlar. Yeni ekonomide belirleyici olacağı düşünülen
alanlara daha fazla kaynak aktarılmıştır ki bu alanlar mikro elektronik, bilgisayar
mühendisliği gibi alanlardı. Özellikle 1980’lerden sonra sanayi politikasının ağırlığı
araştırma-geliştirmeye kaymıştır: MITI 14 yüksek teknolojili sanayiyi hedefleyerek
onlara direkt ödünçler, AR-GE’ye dönük sübvansiyon, ticarî koruma, ithalat
kısıtlamaları gibi birçok destek sağlamıştı. 26 Özellikle Güney Doğu Asya
ekonomilerinin gelişmesi, Japonya’yı daha rekabetçi olmaya ve katma değeri daha
yüksek ürünler üretmeye zorlamıştır. Bilgisayarlaşmaya da çok erken dönemlerde
önem verilmeye başlanmıştır ki bunu anlamak için bilgisayar projelerinin başlama
tarihlerine bakmak yeterlidir. Üniversitelerin de bu amaçlara göre organize edilmesi
bu alanlarda gelişmeyi kolaylaştırmış ve sürekli kılmıştır. Bu hareketin maliyeti ise
mühendislik gibi uygulamalı bilimlerde çok ileri düzeylere ulaşan Japonya’nın temel
bilimlerde göreli olarak geri kalması olmuştur.

Japonya teknoparklar konusunda da dünyada öncü ülkelerden biridir, hatta


ABD’den sonra ikinci sırada gelmektedir. İlk teknopark 1952 yılında ABD
Stanford’da açılmıştı, daha sonra bu teknopark genişleyerek Silikon Vadisi adını
aldı. Amerika’nın teknoparkları hem Batı Avrupa’da hem de Japonya’da yankı
uyandırdı ama ilk harekete geçen Japonya oldu: 1958 yılında Tsukuba
Üniversitesi’ne bağlı Tsukuba Bilim Parkı kuruldu. 70’lerdeki petrol krizinin
maliyetleri çok yükseltmesi ve diğer Güney Doğu Asya ekonomilerinin yükselmeye
başlayıp Japon ihracatını tehdit etmeye başlaması, Japonya’nın teknoparklar kurarak
teknoloji-yoğun ürün geliştirme ve ihraç etmeye yüklenmesinin başlıca sebepleriydi.
Japonya’da teknopolis adıyla bilinen teknoparklar üniversite-sanayi işbirliğinin
mekânsal ifadesidirler. Buluşlar ve yenilikler bu mekânlarda piyasaya aktarılabilir
hale getirilir yani ticarileştirilir. Firmalar burada kısmen araştırma masraflarını ve

25
Glenn R. Fong, “Follower at the Frontier: International Competition and Japanese Industrial
Policy”, International Studies Quarterly, Cilt: 42, Sayı:1, 1998, s.340.
26
Uzun, a.g.e., s.67.

11
bilgilerini paylaştıkları için çok pahalı ve zahmetli bir uğraş olan AR-GE altından
daha kolay kalkılabilir hale gelmektedir. AR-GE’de ilerleyen firmalar daha gelişmiş
ve katma değeri yüksek ürünler piyasaya sürebilmekte ve uluslararası alanda rekabet
güçlerini arttırmaktadırlar. Henüz işe yeni başlayan firmalar ise pazarlama, yönetim
gibi konularda danışmanlık sağlayan teknoparklara başvururlar ki bu tip
teknoparklara “iş inkübatörü” ya da “kuluçka merkezi” de denmektedir. Teknopark
kurulumunda usta olan MITI, bugün Avustralya’daki teknoparkların kurulmasına da
öncülük etmektedir.

Şunu da not etmek gerekir ki MITI’nin bu politikalarının işe yarayıp


yaramadığı iktisat yazınında bir tartışma konusu haline gelmiştir. Özellikle sanayi
politikalarıyla ilgilenen bazı iktisatçılar “Japon ekonomisi MITI sayesinde mi, yoksa
MITI’ye rağmen mi büyüdü?” sorusunu sormaktadır. Pek çok ekonometrik
çalışmada MITI’nin müdahalelerinin etkililiği sorgulanmıştır. Mesela MITI’nin
politikalarının Japon başarısında o kadar da etkili olmadığını düşünen iktisatçılar;
elektronik, fotoğraf makinesi, motosiklet ve saat gibi bazı sektörler hükümet desteği
almadığı halde büyük gelişme kaydederken; kömür, alüminyum gibi sektörlerin
yoğun devlet desteği görmesine rağmen başarısız kaldığını öne sürmektedirler. 27

2.2. Japon İşletme Yönetim Sistemi ve Şirket Ağları (Keiretsu’lar)

Japonya’nın ekonomik başarısının ardında Japonlara has işletme yönetim


tarzının da etkisi vardır. Bu tarz, pek çok açıdan Batı’daki muadillerinden ayrılır.
Zira Batı’da bireycilik ve kazanılmış statü varken, Japonya’da kolektivist kültür ve
verilmiş statü vardır ki bu değerler Japon işletme yönetim tarzının özünü
oluştururlar.

Japon şirketleri çalışanlarına “ömür boyu istihdam garantisi” sunarlar ve


karşılığında yüksek sadakat beklerler. Şirket yönetimleri aile babası gibi davranarak
çalışanlarını sürekli korur ve kollar. Ücret, çalışan kişinin yaptığı iş ve yüklendiği
sorumluluktan ziyade, bakacağı ailenin büyüklüğüne göre belirlenir. Terfi ise,

27
Ohno, a.g.e., s.171.

12
çalışanın aldığı eğitimden çok şirket içinde kıdem ve güven kazanmasına bağlıdır.
İşçi, hizmet akdini birebir pazarlık usulü ile yapar. Çalışanlar ile şirket; güven,
bağlılık ve utanma duygusu temelinde bir ilişkiye sahiptir ve bir aile gibidir. İşçi
pozisyonuna uyum sağlayamaz ve kendisinden istenen performansı gösteremezse,
işten çıkarılmaz, şirket işçiye yeni bir pozisyon veya iş bulur. İstifalar da pek sık
yaşanmaz; zira işten çıkan kişi, işletme ile arasındaki sadakat ve ömür boyu istihdam
borçlarının üstlenildiği akdi bozmuş olur ve toplum tarafından dışlanır. Hatta diğer
şirketler de istifa etmiş çalışana pek güvenmezler, kendi işletmelerine de sadakat
duymayacağını düşünürler. Japonya’da insanların isimlerinden önce çalıştıkları
şirketin adını söylemesi de bu türden ilişkinin bir yansıması olsa gerektir. Ömür boyu
istihdamın esnek istihdama göre işveren açısından dezavantajları çok gibi
görünebilir. Ancak Japon işletmeleri Batı’daki anlamıyla rasyonellik ve kısa dönemli
kâr güdüsü ile hareket etmezler. Japon firmalarının büyüme stratejileri uzun
vadelidir: Uzun vadeli teknolojik hedefler ve AR-GE çalışmaları için, örgütsel
hafızanın korunması için ömür boyu istihdam önemlidir. 28 Yukarıda bahsedilen
ücretlendirme, sözleşme yapma tarzı, yaşam boyu istihdam garantisi vs. hiçbiri yasal
zorunluluk değildir ancak sosyal birer norm olarak kabul edilirler. Dolayısıyla
bunlara uymamanın cezası devlet tarafından değil toplum tarafından verilir.

Keiretsu, bir grup Japon şirketinin -ki bu şirketler genelde orta ve küçük
ölçeklidir- bir banka etrafında toplanarak bir “şirket ağı” oluşturmasıdır. Bu şirketler
kredilerini etrafında toplandıkları finansal kurumdan alırlar. Güven ve birbirini
kollama yine merkez değerlerdir: Bu güven ilişkisini pekiştirmek için de keiretsu
içindeki şirketler birbirlerinin hisselerini satın alırlar. 29 Şirket ağlarının üyeleri her
daim birbirlerini korur. Mesela 1974’te petrol krizi yüzünden Mazda batma
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, Mazda’nın üyesi olduğu keiretsu’nun ana
bankası Sumitomo Trust harekete geçerek şirketin yedi direktörünü azletmiş,
Mazda’ya yeni üretim tekniklerini benimsetmiş, keiretsu’nun diğer üye şirketleri de
otomobil alımlarını Mazda’ya yönlendirmiştir. Neticede şirket, üyesi olduğu ağ

28
Ünsal Sığrı, “Japonların Kültürel Özellikleri Bağlamında; Yönetsel, Ekonomik ve Sosyal
Süreçlerinin Analizi”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:5, Sayı:9, İstanbul,
s.32-33.
29
İbrahim Öztürk, “Japon Ekonomisinin Son Krizi: Kalkınmacılık İdeolojisi Dönüm Noktasında”,
Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg Yayınları, İstanbul, 1999, s.107.

13
tarafından batmaktan kurtarılmıştır. Aynı dönemde ABD’de Chrysler sarsıntıya
girmiş ve şirketi kurtarmak için Japonya’daki gibi bir ağ desteği olmadığından,
kurtarma operasyonu hükümet tarafından yapılmıştır. Bir şirket mal alması
gerekiyorsa malı, şirket ağı içindeki başka bir şirketten almaya özen gösterir. Ki bu
anlayış, Amerikan-Japon ilişkilerinde başlıca rahatsızlıklardan biri olmuştur. ABD
firmaları çoğu kez, Japon firmalarından daha düşük fiyat verdikleri halde Japon
müşterilerinin yine diğer Japon firmalarını tercih etmesine anlam verememektedir.
Ağ içindeki güven temelli bu ilişki tarzının radikal bir yansıması da keiretsu içindeki
şirketlerinin bilgi paylaşmadaki cömertliğidir. Japonya’da ana şirketler, etkinlik
düzeyini arttırma adına sık sık birlikte çalıştıkları taşeron firmanın her unsurunu
ayrıntılı olarak incelemek isterler. Taşeron da bilgilerin kötüye kullanılmayacağı
konusunda güven duyduğu için bunu kabul eder. 30

Japon şirket ağları ve bu ağların davranış biçimleri Japonya’da uygulanan


kapitalizmi daha farklı kılan unsurlardan biridir: Batı’daki muadillerinin aksine
Japon daha çok kapitalizmi grup rekabetine dayanır. Bu da, belki, Japon sistemini
daha etkin kılmaktadır.

2.3. Eğitimin Rolü

Japon toplumu eğitime hep ayrı bir önem vermiştir, öyle ki Tokugawa
devrinde dahi %50’lere dayanan okur-yazarlık oranı, o dönemde dünyanın başka bir
yerinde pek görülemeyecek türden bir başarıydı. Tokugawa döneminde geleneksel
eğitimle yaratılan toplumsal birikim, beşerî sermaye, Meiji dönemindeki sanayileşme
ve modernleşmede önemli rol oynamıştı. Meiji dönemindeki beşerî sermaye ise
ülkeyi başarılı bir biçimde endüstri toplumu haline getirmişti. 2. Dünya Savaşı
sonrası Japonya’nın çabuk toparlanıp, bir ekonomik süper güç haline gelmesi ve bilgi
toplumuna geçişi tamamlayabilmesi de benzer sebeplere dayanır. Rebelo’ya göre
fizikî sermaye/beşerî sermaye oranı düştüğü zaman, yani beşerî sermaye arttığında,
büyüme hızlanmaktadır. Nitekim Almanya ve Japonya’nın fizikî sermayesi savaşta

30
Muammer Zerenler, Rıfat İraz, “Japon Yönetim Anlayışı ve Şirket Ağları (Keiretsu) Analizi”,
Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2006, s.771-772.

14
büyük ölçüde yok olmasına rağmen, beşerî sermaye daha az zarar gördüğü için bu iki
ülke beşerî sermayeleri sayesinde hızla büyüyerek savaşın tahribatını hızla sildiler. 31

Japonya’da eğitim devlet açısından bakıldığında ekonomik gelişmenin ve


giderek daha demokratik ve dinamik davranabilen bilgi toplumuna ulaşmanın bir
aracıdır. 32

Yalnız şunu da eklemek gerekir ki Japon toplumunun ve devletinin eğitime


çok önem vermesi Japon eğitim sisteminin kusursuz olduğu anlamına gelmiyor.
Japonya’da da Türkiye’de benzerlerini duyduğumuz şikâyetler yükselmektedir.
Japonya’da da test usulüyle yapılan üniversite ve liseye giriş sınavları, dershaneler ve
bunların bir sonucu olarak “ezberci eğitim sistemi” vardır. Ayrıca imparatorluk
döneminden kalma birkaç kurumsallaşmış iyi üniversite istisna olmak kaydıyla,
üniversitelerde kalite sorunu olduğu ileri sürülmektedir. 33

2.4. Japon Kültürü ve Japon Tarzı Kapitalizm

Batı kültürlerinin aksine Japon kültürü kolektivisttir ve bu özelliğini yüzyıllar


önce kazanmıştır. Japonya %70’i dağlık, yaşam koşulları zor bir adalar topluluğudur.
Tarih boyunca bu coğrafyada tek bir ürün yetişmiştir, o da üretimi çok zahmetli olan
ve imece gerektiren pirinçtir. Japonların hayatta kalabilmeleri bu yardımlaşmaya ve
kolektif yaşam tarzına bağlıydı, aksi halde açlıktan ölme tehlikesi doğardı. İşte
kültürlerinin bu özelliği sebebiyle her Japon bir gruba üye olma ihtiyacı hisseder. Bir
Japon’un ilk grubu ailesi, sonra içinde bulunduğu il, ilçe ve nihayet Japonya’dır.
Böylece önce aileler arası olan rekabet sonra okul, il ve son olarak da ülke bazına
taşınmaktadır. 34

31
Yalçın Acar, İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, Dora Basım Yayın, 5. baskı, İstanbul, 2008,
s.128.
32
Füsun Akarsu, “Japonya’da Eğitim Sistemi”, Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg
Yayınları, İstanbul, 1999, s.206.
33
Akarsu, a.g.e., s.207.
34
Ersan Öz, Tarık Vural, “Ekonomisi ve Vergi Sistemiyle Japonya”, Maliye Dergisi, Sayı:149,
Ankara, 2005, s.106.

15
Japonların millî dini Şintoizm’dir. Şintoizm’e göre aile bir dindir ve aile
ocağı tapınaktır. Bu bakımdan birlik ve beraberlik içinde çalışmak en büyük
ibadettir. Tembellik ise doğaya saygısızlıktır. 35 Bu anlayışı Batı’daki, çalışmayı
ibadet olarak gören Protestan çalışma ahlâkına bir muadil olarak göstermek
mümkündür.

Japon kültürünün örgütsel bağlılık, itaat, güven ve utanma duygusu gibi pek
çok unsuru ülkede farklı bir tip toplum ve farklı bir tip kapitalizm doğmasına neden
olmuştur. Veblen’e göre, Japonya “teknolojisi modern fakat sosyal kontrol kurumları
feodal bir ulustur.” Serf ve samuray kültüründen gelen homojenlik, ailecilik,
paternalizm ile karakterize edilen destekçi “Japon kapitalizmi”, bireyciliğin hâkim
olduğu Batı tipi kapitalizmden gerçekten de çok farklıdır. 36

SONUÇ

Japonya’da modernleşme ve Batı’ya yetişme tarihi Tokugawa devrine kadar


uzanır. Meiji döneminde sanayileşen Japonya, 2. Dünya Savaşı’ndaki yıkımdan
sonra yeniden sanayileşmek zorunda kalmış, ardından da bilgi ekonomisine geçme
sürecini yaşamıştır.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra tam bir yıkım içinde olan ülke kısa bir sürede
toparlanıp yeniden sanayileşmiş, uyguladığı bilgi ve teknoloji tabanlı politikalarla
toplumunu yeniden şekillendirmiş ve bilgi çağında Batı’ya yeniden yetişebilmiştir.
Japonya’nın başarısı ve eğitime verilen büyük önem arasındaki paralellik, beşerî
sermaye bazlı olan içsel (endojen) büyüme teorilerini haklı çıkarır derecededir.
Japonların kolektivist kültürü ve buna bağlı olarak geliştirdiği sui generis kapitalist
sistem, işletme yönetim sistemi, toplumun ithal teknolojiyi adapte etme ve
içselleştirme yeteneği, şirket ağları da Japon başarısının ardındaki önemli
faktörlerdir.

35
Zerenler ve İraz, a.g.e., s.761.
36
Özdemir, a.g.e., s.97.

16
Kaynakça:

ACAR, Yalçın. İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, Dora Basım Yayın, 5.


baskı, İstanbul, 2008.

AKARSU, Füsun. “Japonya’da Eğitim Sistemi”, Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den


Bakışlar, Simurg Yayınları, İstanbul, 1999.

CİHAN, Ahmet. Japonya’da Eğitim Kültür ve Modernleşme, Özgü Yayınları,


İstanbul, 2006.

ERKAN, Hüsnü ve Yaşar Uysal, Canan Erkan, Mevlüt Çetinkaya, Selim Şanlısoy,
N. Erkin Başer, Kerim Eser Afşar, Üzeyir Aydın. Türkiye İçin Bilgi Bazlı
Sürdürülebilir Sanayileşme Stratejisi, EGİAD, İzmir, 2007.

ESENBEL, Selçuk. “Japonya ve Türkiye Çağdaşlaşma Tarihinin Karşılaştırılması”,


Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg Yayınları, İstanbul,
1999, ss.9-30.

FONG, Glenn R. “Follower at the Frontier: International Competition and Japanese


Industrial Policy”, International Studies Quarterly, Cilt: 42, Sayı:1, 1998,
ss. 339-366.

KIMURA Fukunari. “Japan’s Model of Economic Development: Relevant and


Nonrelevant Elements for Developing Economies”, Research Paper No.
2009/22, United Nations University, Tokyo, 2009.

OHNO, Kenichi. The Economic Development of Japan: The Path Traveled by


Japan as a Developing Country, GRIPS Development Forum, Tokyo,
2006.

17
OKUR, İbrahim. Japonya: Bir Yükselişin Kısa Hikayesi, Okursoy Kitapları,
İstanbul, 2009.

ORTAYLI, İlber. Avrupa ve Biz, Turhan Kitapevi Yayınları, Ankara, 2007.

OTSUBO, Shigeru T. Post-war Development of the Japanese Economy Ders


Notu, Nagoya Üniversitesi, Nagoya, 2007.

ÖZ, Ersan ve Tarık Vural, “Ekonomisi ve Vergi Sistemiyle Japonya”, Maliye


Dergisi, Sayı:149, Ankara, 2005, ss.105-123.

ÖZDEMİR Zekai. “Japon Kalkınması ve Piyasa Özgürlüğünün Sonu”, Marmara


Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1, İstanbul, 2005, ss.95-106.

ÖZTÜRK, İbrahim. “Japon Ekonomisinin Son Krizi: Kalkınmacılık İdeolojisi


Dönüm Noktasında”, Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg
Yayınları, İstanbul, 1999, ss.89-134.

SIĞRI, Ünsal. “Japonların Kültürel Özellikleri Bağlamında; Yönetsel, Ekonomik ve


Sosyal Süreçlerinin Analizi”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Cilt:5, Sayı:9, İstanbul, ss.29-47.

TAKADA Masahiro. “Japan’s Economic Miracle: Underlying Factors and Strategies


for the Growth”,
http://www.lehigh.edu/~rfw1/courses/1999/spring/ir163/Papers/pdf/mat5.pdf
(12 Mayıs 2011).

UZUN, Ayşe Meral. “Savaş Sonrası Japonya’da Sanayi Politikası: MITI Ne Kadar
Başarılıydı?”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F.,
Sayı: 4, Sivas, 2010, ss. 63-72.

18
YOSHIDA, Kazuhiro. “Skills and Technological Development in the Early Stage of
Industrialization – Implications from Japanese Experiences in the Meiji Era”,
Journal of International Cooperation in Education, Hiroshima University,
Cilt: 13, Sayı: 2, Hiroshima, 2010, ss.31-47.

ZERENLER, Muammer ve Rıfat İraz, “Japon Yönetim Anlayışı ve Şirket Ağları


(Keiretsu) Analizi”, Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 2006, ss.757-776.

19

You might also like